Resource
stringclasses
2 values
DocID
int64
1.32M
1.44M
Class
stringclasses
8 values
Text
stringlengths
62
18.2k
Milliyet
1,324,175
Yazarlar
Enflasyonu "Tüketici Fiyatları Endeksi"ndeki (TÜFE) değişimden izliyoruz. TÜFE beklenenden fazla yüksek çıkınca suçu domates fiyatına, biber fiyatına yüklüyoruz. Tüketici fiyatlarının gerisindeki üretici fiyatlarının nasıl geliştiği üzerinde durmuyoruz. Halbuki, tüketici fiyatını (enflasyonu) belirleyen ana faktör üretici fiyatlarıdır. Üretim cephesinden bakıldığında, (1) Üretim yetersiz kalır, talebi karşılayamaz ise tüketici fiyatı artar. (2) Üreticinin maliyetleri yüksek olur ise tüketici fiyatları artar. Geçen ekim ayında, tarım sektöründe üretici fiyatları bir önceki ekim ayına göre (yıllık olarak) yüzde 26.71 oranında artış gösterdi. Halbuki aynı dönemde imalat sanayinde üretici fiyatlarındaki artış sadece yüzde 5.15 oranında idi. Görülüyor ki, tarım sektöründe bir sorun var. Üretici fiyatları, sanayideki fiyatların çok üzerinde artıyor. (1) Ya tarımda üretim yetersiz. (2) Ya da tarımda girdiler pahalandığından, üretici fiyatları yükseldi. Gıda fiyatları artıyor Tarım sektöründe üretici fiyatlarının artması, halkı çok, hem de çok ilgilendirir. Çünkü tarım ürünleri gıdanın temel girdisidir. Tarım ürünü olmadan gıda maddesi üretilemez. Gıda maddesi olmadan insan yaşayamaz. Ayakkabı, buzdolabı, koltuk kanepe fiyatı arttığında insanlar tüketimlerini bir süre geciktirebilir. Ama gıda maddesi tüketimini geciktirmek imkânı yoktur. Türkiye genelinde toplam tüketim harcamalarının yüzde 28 dolayındaki kısmının gıda harcamalarına gittiği tahmin edilir. Fakat alt gelir grubunda gıda harcamalarının toplam tüketim harcamalarındaki payı yüzde 50'nin üzerindedir. Geçen ekim ayından bu ekim ayına gıdada tüketici fiyatları artışı yüzde 17.08 oldu. Mutfaktaki enflasyon oranı halk için budur. Halk bu nedenle TÜİK'in belirlediği yüzde 8.82 oranındaki (tüm harcamaları kapsayan) fiyat artış oranına (enflasyon rakamına) inanamamaktır. Önemli olan geçim TÜİK'in üretici ve tüketici fiyatlarındaki değişimi izleyerek düzenlediği endeksler, çok sayıda sektördeki ve çok sayıdaki mal ve hizmetteki fiyat değişiminin ortalamasını yansıtıyor. Ülke genelinde, ekonominin bütününü kapsayan fiyat değişimlerini gösteriyor. Bu çerçevede, tüketici fiyatları endeksi (enflasyon) ile halkın geçim endeksi (pahalılık) arasında fark oluşuyor. TÜİK'in ülke genelindeki belirlemelerine göre ekim ayında tüketici fiyatları yüzde 1.83 oranında artmıştır. İstanbul için tüketici fiyatları (enflasyon) artışı yüzde 1.92'dir. İstanbul Ticaret Odası, sadece İstanbul'daki ücretliler için geçinme endeksi çalışması yapmaktadır. İstanbul'da ekim ayında ücretlilerin geçinme endeksindeki artış (ücretli için hayat pahalılığı) yüzde 3.09 olarak açıklanmıştır. Görülüyor ki, sadece TÜFE'deki değişim oranına bakarak enflasyon hakkında ahkâm kesmek yanlış olur. TÜFE ve ÜFE'nin gerisindeki değişimi iyi izlemek gerekir. Böylece ekonomideki sorunlar ile halkın geçim zorlukları daha iyi anlaşılabilir.
Milliyet
1,335,288
Yazarlar
, Pazar| Pazar / Yazar Yazısı Vedat Milor De-Gusto - Bu makarnayı kelimeler anlatamaz14 Kasım 2010 Roma civarındaki Hostaria Della Piazzetta'yı o kadar beğendim ki iki gün sonra tekrar gittim. Orada yediğim makarnayı anlatmaya çalışsam kağıt üzerinde bir şey ifade etmez  Kırmızı mı istersin beyaz mı?" diye soruyor Flaviano. "Şarap listesi yok mu?" diye soruyorum. "Liste yok. İstersen etiketli birkaç şarap var. Ama buranın ev şarabı güzeldir, bir dene istersen" diyor. Burası dediği Allah'ın dağı. Monte San Biaggio. Roma'nın güneyinde, 'nin kuzeyinde. Lokantanın adı Hostaria Della Piazzetta. Burada ne mi arıyorum? Roma'ya bir buçuk saat mesafedeki Gaeta kıyı kasabasında bulunuyorum bir konferans nedeni ile. 'da iken referans olarak aldığım Slow Food kitabında tavsiye edilen lokantalar arasında burası da var. Gaeta'ya yarım saat. Hostaria Della Piazzetta beş-altı masalık, oldukça basit ama sıcak ve sevimli bir lokanta. Bizdeki köy lokantalarında olduğu gibi televizyon yok. Masalarda örtü var. Tezgahın birinde Slow Food yayınları duruyor, diğerinde de ev yapımı grappa ve likörler. Flaviano'nun getirdiği şarabı tadıyorum. Adı Le Due Ancore. Abruzzo bölgesinin kırmızı sepaji olan Montepulciano üzümünden. Alkolü yüzde 12,5. Dürüst ve hoş içimli diyerek işi geçiştirebilirim ama bunun ötesinde. Bizdeki hiçbir kırmızı şarapta bulmadığım bir dengeyi tutturmuş şarap. Asit-tanen dengesi olsun, meyvenin şaraba entegrasyonu olsun, mükemmel. Hafif toprak kokusu ve bitimde damakta kalan mineralimsi lezzetler de cazip. Çok derinliği olan bir şarap değil ama şahsiyeti olan bir teruar şarabı. 100 üzerinden 88 veya 89 alır. Yazılı şarap listesi yok ama yazılı mönü var. "Sen seçimi bana bırak" Mönüye bakıyorum. Daha çok et üzerine. Flaviano ne ne de İngilizce konuşuyor. Buraya bırakın yabancı turistler, İtalyan turistler bile pek gelmiyor. Müşteriler yarım saat mesafedeki kasabalardan. İnanılmaz bir şey ama Flaviano ile ortak bir dilimiz olmamasına rağmen anlaşıyoruz. İtalyan insanının farkı bu. 'da olsam burada aç kalırım. İtalyan zekası ise kıvrak ve mimikleri bize benziyor. "Sen mönüyü boş ver, seçimi bana bırak" diyor Flavio. Önce önümüze bir "antipasto" tabağı geliyor. Yani pasta öncesi soğuk mezeler. Enfes siyah zeytin. Siz deneseniz "böylesi de olur mu?" diyeceğiniz, bizdeki gibi gibi tuzlu olmayan ve yağlı bir keçi peyniri, bir nevi soğanlı mücver (frittata), Flaviano'nun kendi hazırladığı enfes bir prosciutto, domuz sucuğu (salsicce) ve domuz kellesinden elde edilen coppa adlı . Her lokmadan lezzet fışkırıyor. Fışkırıyor da bundan sonra Flaviano'nun sunduğu yemeğinin lezzetini anlatmak için kelimeler yeterli değil. Kağıt üzerinde pek bir şey ifade etmeyebilir. Brokoli ve sucuklu ziti tipi makarna. Kalın kesilmiş ortası boş makarnanın öyle bir lezzeti var ki "ev yapımı" diye geçiştirmek olmaz. Herhalde kullanılan un veya unların bileşiminden olsa gerek (yumurta yok) o kadar yoğun ve derin bir lezzet ki bunu bizim yediğimiz İtalyan adlı makarnalar ile kıyaslamak Kaşıkçı Elması ile adi cam kıyaslaması gibi bir şey olur. Makarna ya da sucuk parçaları ve minik organik brokoli dışında eritilmiş keçi peyniri lezzet vermiş. Bu üçünün bileşiminden muhteşem bir denge yakalanmış. Şarap lokantanın ikramıymış! Flaviano her sabah taze yaban mantarları topladığını söylüyor. Ben İtalya'da yaban mantarı yiyorum. Bu konuda bilgililer. İtalyanlar da büyük iştahla yiyor. Risk yok gibi. Flaviano tavada azıcık tereyağı ile iki büyük porçini mantarının başını sote etmiş. Bu mantarı da kültür mantarı ile kıyaslamak olanaksız. İsim benzerliği dışında ortak bir noktaları yok. Yöresel yemekleri denemek istiyorum. Flaviano'nun tavsiyelerini dinliyorum ana yemek olarak. Bir tanesi buradaki gölden çıkan minicik karidesler. Gamberetti di lago. Kızarmış ve bütün yeniyor. Çıtır çıtır ama benim için çok ilginç değil. Öte yandan kuzunun bağırsağından aynı bizim kokoreç gibi sarıp hazırladıkları bir sakatat var. Adı abbuot ya da budelline di agnello. İtalya'nın her yöresinde benzeri olan bu yemek Lazio yöresinde de çok seviliyor. Eğer kokoreç severseniz buna da bayılacaksınız. Flaviano'nun eşi nefis tartlar hazırlıyor. Ağzınıza layık bir kayısı marmeladı yapmış ve bundan tart hazırlamış. İtalyancası crostata. Kıtır kıtır ve hafif. Bunun yanında iki de sürpriz yapıyor bize Flaviano. Bir tanesi gene ev yapımı çok ilginç bir tatlı. Yemeğin başında deneyip çok beğendiğim keçi peyniri rom içkili ve baharatlı bir jöle ile yemek sonrası sunuluyor. Bunun yanında da kendi yapımı üç ayrı likörü getiriyor masaya. Bir tanesi limondan limoncello. İkincisi böğürtlen. Üçüncüsü de defne yaprağı likörü. Ben, hangisi en iyi diye hepsinden deniyorum ve biraz kafayı buluyorum tabii. Hesap 65 . Yukarıda bahsettiğim kırmızı şarap fiyatlandırılmamış. "Neden" diye soruyorum. O lokantanın ikramı imiş. Aynı sürahide su gibi her masaya konulurmuş!  DEĞERLENDİRME: * * * * *  Acele edin, emekli olacak Lokantayı o kadar beğeniyorum ki iki gün sonra, Roma'ya giderken, bir öğle yemeği için tekrar uğruyorum. Bu sefer de antipasti ve makarna yemeğini tekrar deniyorum. Ama ilkinden farklı olarak karides yerine yeşil salata ve kuzu pirzola istiyorum. Herhalde siz kuzuyu merak ediyorsunuz ama ben önce yeşil salatadan bahsedeyim. Uzun zamandır bu kadar doğal ve toprak kokan bir yeşil salata yemedim. İçinde biri kıvırcık, diğeri kızıl renkli iki çeşit salata ile kiraz domatesler olan ve mis gibi sızma kokan bu salatanın aroması hâlâ burnumda. Ya kuzu eti? Mis gibi kekik kokuyor. İtalyanlar kuzu pirzolayı bizim kalem pirzola gibi güzel kesmiyorlar ama kuzuları bizden daha lezzetli. Daha lezzetli çünkü doğal otlamış kuzu. "Kuzu kaç kiloluk?" diye soruyorum. Sekiz falanmış. Üç aylık. Daha sonra mutfağa girip kaburgasını görüyor ve fotoğrafını çekiyorum. Yabani mantar sürprizi Flaviano ilk gidişimde olduğu gibi bir de yabani mantar sürprizi yapıyor. O sabah başka bir mantar gelmiş. Porçini değil. Benim chanterelle olarak bildiğim küçük ve sarı mantar. Bu da tereyağı ve maydanoz ile sote edilip önümüze geliyor. Kuzuya eşlik ediyor ama tek başına bile mükemmel bir ziyafet olabilir. Yemekten sonra Flaviano ile sohbet ediyoruz. Bu sefer yanımda İtalyanca bilen dayım ve yengem olduğu için daha derin konulara da girmek mümkün. Jandarma emeklisi imiş. Bir oğlu ve bir kızı var. İkisi de avukat. Roma'da oturuyorlar. İkisi de lokanta işi ile ilgilenmiyor. Flaviano ile eşi bu işi yürütüyor. Artık zor gelmeye başlamış. Bir-iki sene içinde emekli olmayı düşünüyor. Eğer yolunuz Roma tarafına düşerse kapanmadan, ne yapıp edin, burada bir yemek yiyin.
Milliyet
1,324,987
Yazarlar
CUMHURBAŞKANI Gül, Amerika dönüşünde demokrasi ve insan hakları konularında bence çok önemli şeyler söyledi. Ama benim umduğumdan çok farklı nedenlerle! Cumhurbaşkanı, Özel Yetkili Mahkemeleri eleştiriyor. Bunların yetkilerinin fazla olduğunu söylüyor. Özellikle de mahkum olmadan yıllarda cezaevlerinde hükümlü gibi yatan insanlardan söz ediyor. Mahkum olmadan tutuklu olarak cezaevlerinde olanların sayısının mahkumları geçtiğini söylüyor. Ayrıca "You Tube" gibi internet yayın sitelerinin kapatılmasının basın özgürlüğünü, ifade özgürlüğünü zedelediğini kabul ediyor. Ben de bu köşeden 28 Ağustos'ta yazdığım yazıda özetle şunları söylemiştim, "Dünyanın tüm medeni ülkelerinde 'hükümlü' ile 'tutuklu' arasında doğal olarak fark vardır. Tutuklu suçu kanıtlanmamış kişidir. Mahkemesi devam ediyordur. Kaçma ihtimali vardır. Ya da delilleri veya şahitleri etkileyerek adaletin gerçekleşmesini engelleme olanağına sahiptir. Onun için gözetim altında tutulması gereklidir. Endişe sadece kaçmaları ise, bileklerine izlenebilir bir elektronik bileklik takılıp evlerine salıverilirler. Tutukevleri de ceza çekilen yerler değildir. Burada devlet, olanaklar oranında o şahısların rahatlarını sağlamaya gayret eder.Mahkemelerde mahkum olmuşlar için ise   durum farklıdır. Onlar suçlarının cezasını çekmektedirler. Hapisane şartlarının disiplini altında minimum ihtiyaçları karşılanır. Biz ne yapıyoruz? Ne yazık ki henüz mahkemeleri süren insanları suçluların kapatıldığı cezaevlerine koyuyoruz. Cezaevlerinde de mahkumlarla aynı disiplin ve aynı 'ceza çekme' şartları altında hapsediyoruz!Bu yapılan ciddi bir insanlık suçudur. Hadi maddi imkansızlıklarla bu insanları mahkumlarla aynı hapishanelerde yatırıyoruz. Ama onları ayrı bölümlerde, mümkün olan rahatlarını sağlayarak, aileleriyle mümkünse her gün görüştürerek, gazete kitap almalarına, televizyon seyretmelerine olanak sağlıyarak tutmak için ne engel var? Para istemez, pul istemez. Sadece biraz vicdan ister! " Cumhurbaşkanının da bu noktaya gelmiş olması sevindirici! Ancak bakın açıkladığı nedenlere, "Gelip buralarda (Amerika'da) konuşurken, 'hapisteki gazetecilerin sayısı azaldı' derken çoğaldığını gösterirsek çok yanlış olur. Bu tip uygulamalar imajımızı hemen bozar." Evet Cumhurbaşkanının endişesi imaj bozulması, karizma çizilmesi! Bu düşüncesini vurguluyor, "Bu konularda noksanlarımız var. Yarın bir hücum başlar ki bizi çok yıpratır. Karizma çizilir dedikleri şey olur. Yazar, çizer, bilim adamı, düşünür ve gazetecinin yargılanması çok yanlış olur." Neden yanlış olur? Karizma çizilecek, görüntü bozulacak diye! Nitekim ifade ediyor, "Tutuklular, hükümlülerden çok hale geldi. Görüntü açısından hoş bir şey değil." Aslında bütün bunları görüntüyü düzeltmek için değil, insanımıza önem verdiğimiz için, mevcut durumun vicdanlarımızı rahatsız ettiği için istemeliyiz. Doğru şeyleri, olması gerekenden farklı nedenlerle açıklamış dahi olsa demokrasiden yana olan herkes, Cumhurbaşkanı'nın bu isteklerine destek olmalıdır. Çünkü önemli olan sonuçtur, değerli okurlarım!* * *NOT: Hayatımda ilk defa uzunca sürecek bir seyahata çıkıyorum değerli okurlarım. Arada bazı yazılarım aksarsa sizi unuttum sanmayın! A.N.K.
Milliyet
1,339,825
Yazarlar
Ferhan İstanbullu ferhan.istanbullu@gmail.com Spot İSTANBUL LOS ANGELES'TAN NASIL GÖRÜNÜYOR? Kafelerin makul fiyatları istanbul'un havalı kafelerinin lüzumsuz pahalılığını bir kez daha hatırlatıyor. Sigara içen kimse kalmamış. Sabahları, hatta günün ortasında sıcakta bile koşuyorlarSaatlerce uçtuk, Los Angeles'a geldik. Hava durumunda değişiklik yok; bahar havasını bıraktık, burada da ceketsiz dolaşmaya devam. Önemli bir farkla, burada hayat kesinlikle daha ağır akıyor. Bir de insanlarda bir huzur hali, sokaklardaki evsizlerin dahi burada dünyanın herhangi bir yerinde olduklarından daha dingin göründüklerini (utanarak) düşünuyorum. Şehrin deniz kenarında yer alan, en cool köşesi Venice Beach'te akşam uzun yürüyüşler yapanlar, kumsalda müzik çalıp dans edenler, uyduruk bir doktor reçetesiyle ot alıp kafayı bulanlar var. Ahali, alacalı bulacalı kırmızıya bulanmış bir gün batımının keyfini çıkarmayı hiç ihmal etmiyormuş. En azından yerel halktan dostlar öyle söylüyor.'Yıldızların evleri turu'na katıldımLos Angeles starlar şehri olduğundan         ünlü birilerine rastlamak, vakayı adiyeden. Biz de gelişimizin daha ilk saatlerinde eski, nefis bir Ferrari ile yanımızdan geçen Warren Beatty'yi görünce "Varan 1" diyoruz. Yeni moda yıldızcıklar yerine Warren Beatty'ye rastlamak, ayrıca hoşumuza gidiyor. Şiddetli turistik olduğunu peşinen kabul edip itiraf edeyim; yıldızların evlerini gösteren tura ben de katılıyorum. Bu da bir röntgencilik ve çok zevkli! Tabii sadık bir hayran olarak en                çok Michael Jackson'un yaşadığı ve   öldüğü evden etkileniyorum.İnsanlar huzurlu yaşıyorEtraf şık restoranlarla dolu, ama benim favorim Urth Cafe'de vakit geçirmek oluyor. Dışarıdan kendi halinde bir kahve dükkanı gibi. Ama belli ki tüm hadise burada dönüyor. Tipik bir kafe mönüsü, ama bir farkla; kullanılan her malzeme organik; Boba diye bin bir türevli bir çayı var; millet fincan fincan içiyor. Elinde bir koca bardakla çıkan Paris Hilton'u görünce resim tamamlanıyor! Kafelerin makul fiyatları İstanbul'un havalı kafelerinin lüzumsuz pahalılığını bir kez daha hatırlatıyor. Sigara içen kimse kalmamış bu şehirde. Sabahları, hatta günün ortasında sıcakta bile koşuyorlar. İnsanların dünyanın her yerinde hayatın ağırlığını hissettiğine şüphe yok. Lakin dünyanın bu öte tarafında insanlar belli ki daha huzurlu yaşıyor.
Milliyet
1,341,357
Yazarlar
Reyting canavarı SARKOZY'DEN TV ŞOV Geçen salı günü Fransa'da üç kanal birden Sarkozy ile yapılan canlı söyleşiyi yayınladı. Soruları seçilen üç gazeteci sordu. 12.3 milyon kişi programı izledi. Claire Chazal, David Pujadas ve Michel Denisot, soruları soran gazetecilerdi. Claire Chazal TF1'de 1991 yılından beri bulunuyor ve Fransız televizyonunun parlak isimlerinden. Pujadas France 2'nin ana haber bültenini sunuyor. Michel Denisot ise Canal Plus'ta 2004 yılından beri 'Le Grand Journal' bültenini sunuyor. Denisot, televizyon gazeteciliğinin yanı sıra, kanalın ve bağlı bulunduğu tüm yayınların genel müdürü. 1995 yılında seçim öncesi Nicolas Sarkozy ile yaptığı geniş söyleşiyi kitap haline getirdi. Yani Sarkozy Fransa'nın en ünlü, etkili üç gazetecisi ile karşı karşıya geldi. Bu üç kanal arasında en fazla izlenme payını TF1 almış. Onu sırasıyla FR2 ve Canal Plus takip etmiş. 10 Fransız'dan dördü bu programı izlemiş. Program en çok izlenen zaman dilimi 20.15 ile 21.40 arasında yayınlanmış. Bu bir olay. Siyaset ve televizyon üzerine yazılacak tarihte yerini alacak bir örnek. Tepkiler; 'Saray seçtiği üç gazeteci ile şov yaptı' şeklinde. Haberin yorumu benim haddimi aşar. Onu köşe yazarlarımız yaparlar. Fransız toplumu da bir değişim içinde. Sol muhalefetin güçlü olduğu ülkelerden birinde bir başkan kendi gazetecilerini toplayıp üç televizyon kanalında birden ortak yayın yaptırıyorsa bunun bir açıklaması olması lazım.Bizde nasıl oluyor?Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın gözyaşlarını tutamadığı ATV'deki Fatih Öner Çıtak'ın sunduğu 'Başbakan İle Özel', sanırım en çarpıcı örneklerden biri. 18 Eylül 2009'da ekrana gelmişti. 7.2'lik bir izlenme payı olmuştu. En çok izlenen 29'uncu programdı. Yine aynı kanalda 2010'da Mehmet Barlas, Süleyman Yaşar ve Hasan Bülent Kahraman'ın yönelttiği soruları yanıtlayan Başbakan'ın katıldığı 'Gündem Özel', 9.4 izlenme payıyla günün en çok izlenen 13'üncü programı olmuş.MERAK ETTİM'Karadağlar'ın fragmanındaki müzikle Sezen Aksu'nun 'Işık Doğudan Yükselir' albümündeki 'Yeniliğe Doğru' parçasının benzediğini yazmıştım. Dizinin yapımcısı Fatih Aksoy aradı. Konuyla ilgili bir bilgisi yok. Yapımcının, müzik  çalıntı mı değil mi diye araştırma yapacak hali yok. Dizinin müzikleri Kıraç'a ait. Ben kimseyi suçlamıyorum. Sadece iki parçayı dinledim,        "Bu kadar mı benzer?" diye kendime sordum.LANET OLSUN VE DOSTUM Bayram vesilesiyle romantik komedi ve aksiyon durumları var Digitürk sinema kanallarında. Hikaye eski ama duydukça takıntı yaptı. Şu yerli dublajımız. "Lanet olsun" ve "Dostum" laflarının yer almadığı bir film izlemek nasip olmadı. Dublajlarımızın, bu iki sözcükten kurtarılmasını istiyorum.
Milliyet
1,323,903
Yazarlar
Schuster'in önde basma, savunmayı ileri çıkarma, çizgi defans ve hücum felsefesine elbette kimse itiraz etmemeli. Modern futbol böyle bir şey. Ama futbol aynı zamanda bir takım oyunu...Schuster'in felsefesini hayata geçirmek için takımca aynı ilkeleri paylaşacaksınız. Sorumluluk alacak, yardımlaşacak ve arkadaşlarınızla en iyi iletişimi kuracaksınız.Beşiktaş oyun içi iletişimin iyi ve kötü örneklerini bir arada sergiledi.Örneğin, Guti'nin başlattığı pozisyonda İbrahim Üzülmez'in sol kanattan dalarak topu hafif kavisle kale ağzına koşan Bobo'nun ayağına atması harika bir asist örneğiydi. Bu pozisyonda adı geçen üç adam da birbirlerini anlıyorlardı. Necip'in düştüğü yerden kalkmadan attığı gol de, Tabata'nın da içinde yer aldığı başka bir iletişim örneği...Bu golleri alkışlıyoruz.Ama Süper Lig'in, Avrupa Ligi'ndeki tek temsilcisinden daha iyi iletişim örnekleri bekliyoruz.Hücumcularla savunmacılar ikiye bölünmüş gibiydi Beşiktaş'ta. Tabata, Guti, Bobo ve hayalet adam Holosko hücum bölgesinde topu kaybettiklerinde dinlenmeye (!) geçiyorlardı.Hilbert, İbrahim Toraman, Ersan ve İbrahim Üzülmez de her türlü kademe anlayışını unutmuş, bireysel hatalarla Sivasspor'a pozisyonlar veriyorlardı. Dahası, Ernst ve Necip de savunmaya yama olma telaşıyla geri çekilmek zorunda kaldılar.Savunma bölgesinde ya da orta alanda topu kazanan Sivasspor da beklediğimden fazla hücum fırsatı buldu. Necip'in ezbere attığı topla Suarez'e yaptığı asist (!) böyle bir yamalanmanın sonucu.Guti'nin doğum günüymüş dün. Nice yıllara! Ama yıldız futbolcu iki yaşına birden girdi. Biri biyolojik, öteki şaşkınlık yaşı. Dünkü gibi gaddarca, acımasız, iyi niyetsiz, körleme ve faul ortamında şaşkınlığından bir yaşına daha girdi. Elbette ligin en çok faul yapan takımı diye Sivasspor'u suçlu ilan etmek durumunda değiliz. Bu sert, kural dışı, insafsız ve acımasız anlayış sıkça rastladığımız örneklerle güzel ve masum oyunu bozuyor. Sportif ortamı geriyor, kirletiyor!Beşiktaş'ın ve Sivas'ın evladı Çalımbay, en azından bir beraberlikle ayrılabilirdi İnönü'den. Rüştü buna izin vermedi. Tecrübenin önemi!Beşiktaş, Sivasspor'a karşı evinde ilk kez kazandı. Şanslıydılar. Peki bu şans Porto da yeter mi? Yetmez!
Milliyet
1,341,340
Yazarlar
1990'larda haftalık Economist'in Türkiye muhabiri olan Christopher de Bellaigue sıkı bir Atatürkçü idi. Liberaller ve Atatürkçülerle düşüp kalkıyordu ve onların cumhuriyetle ilgili birçok düşüncesini, inancını, tarih anlayışını paylaşıyordu. Kemalizm'in ülkenin üstünde serdiği kırmızı beyaz Türklük yorganının altında herkesin rahat uyumadığını pek bilmiyordu. Kürtlerin taleplerini gerçekçi bulmuyordu. Alevileri anlamıyordu. Yirminci yüzyılın başında Osmanlı İmparatorluğu'nun son Hıristiyan azınlığı kalan Ermenilerin 1915'te yaşadığı korkunç katliam ve göçün gerçek boyutlarını da bilmiyordu. Bu konulardaki görüşleri tipik bir Kemalist'inkinden farklı değildi. De Bellaigue 2001'de ABD'nin önde gelen entelektüel yayınlarından olan New York Review of Books'ta Türkiye'nin Gizli Geçmişi adlı bir yazı yayımladı. Ermeni katliamını küçümsediği için sert eleştirilere uğradı ve derginin editörü tarafından "Türkleri savunmaya çalışmakla" suçlandı. De Bellaigue artık İran'da yaşıyordu. İranlı bir kadınla evlenmişti ve Economist'in İran muhabiri olmuştu. Ama merakı uyanmış ve sanırım biraz da gururu kırılmıştı. Ermeniler ve "Kemalist ayakkabının içindeki diğer taşlar olan Kürtler ve Aleviler" ile ilgili kitaplar okumaya başladı. Aralıklarla geri dönüp "Türkiye'nin unutulmuş insanları" ve kayıp "azınlıkların hayaletleri" arasına karışıp bir kitap yazmaya karar verdi. Ama bu düz bir tarih kitabı olmayacaktı. Doğu Anadolu'da bir zamanlar Türklerin, Kürtlerin, Ermenilerin ve Alevilerin birlikte yaşadığı bir yer bulacak ve olup bitenleri o yerin tarihini inceleyerek yazacaktı. Mükemmel Türkçe konuşan de Bellaigue, Alevi Kürt bir arkadaşının önerisi üzerinde bu yerin Varto (Muş) olmasına karar verdi. Üç yıl kadar Varto'ya gidip geldi; kasabanın, Doğu Anadolu'nun ve Türkiye'nin yakın tarihini kapsayan zengin ve renk yüklü bir kitap yazdı: Rebel Land, Asi Toprak.Bu kitabı okuyanlar zaten muhtemelen bildikleri birkaç şeyi yeniden öğrenecekler: Doğu Anadolu dünyanın en fazla kanla yıkanmış yerlerinden biridir.Ve Türkiye'nin resmi tarihi yalanlar ve yarı doğrularla doludur. Bu sağlıksız diyet yüzünden gözlerimiz bazen dünyayı iyi görmüyor.De Bellaigue'in asi topraklarında artık Ermeniler yok. Ermenilere ait eserler birçok yerde bilinçli bir şekilde tahrip edildi. Ama geride kalanlar, aradan neredeyse yüz sene geçmesine rağmen, bir zamanlar iç içe yaşadıkları bu kayıp insanları çok iyi hatırlıyor. "Bu çayırları hâlâ onların sahibi olan Ermenilerin adıyla anıyoruz" diyor Emeranlı bir Alevi, de Bellaigue'e. "Bu (armut) ağaçları Hagop'un çayırındaydı, bu da Koren'in. Bu Asadur Efendi'nin çayırıdır."Osmanlı'da bütün azınlıklar iç içe yaşıyorlardı ama bir hiyerarşi vardı. Osmanlı Varto'sunda Sünni Kürtler tepede, Ermeniler ortada, Aleviler en altta idi. Cumhuriyet Varto'da da Türkiye'de de hiyerarşiyi ortadan kaldırmadı, sırayı değiştirdi. Şimdi tepede Sünni Türkler var. Bütün üyelerinin fırsatlara ulaşma önceliği eşit olmayan toplumlar adaletten uzak, kavgaya yakın olurlar hep. Akıcı, iyi araştırılmış ayrıntılarla dolu bu hüzünlü kitap umarım Türkçeye çevrilir.
Milliyet
1,334,159
Yazarlar
Bugün ne yapılabilir ? Bugün zorlu koşullarla karşılaşsak... - Hakan Kırkoğlu Hakan Kırkoğlu Müneccimbaşı Engelleri geride bırakacağız Bugün ne yapılabilir ? Bugün zorlu koşullarla karşılaşsak da, engelleri aşabileceğiz. Daha kararlı ve disiplinli bir yaklaşım içinde olmalıyız. İşe ait konuları önemli göreceğiz. Kısıtlamalara karşı direnç gösterebilmek için akılcı ve kontrollü davranabiliriz. Uzun vadeli ve gerçekçi bir yaklaşım çok işe yarayacak. Nelerden kaçınmalı? Olumsuz düşüncelere odaklanmak ve eksiklerimizi vurgulamak yerine daha pozitif bir bakış açısı edinmeyiz. Bugün kimi güven vermeyen tutumlara karşı uyanık olmamız gerekiyor ancak endişe yerine daha dikkatli bir tutum ortaya koyabilmeliyiz. Akşam saatlerinde hızlı hareket ederek, işleri yoluna koyabiliriz.
Milliyet
1,334,194
Yazarlar
Dilara Koçak bilgi@mezurasaglik.com.tr İyi Yaşam TAM TAHILLAR KARIN YAĞLARINDAN KURTARIYOR Araştırmalar gösteriyor ki, rafine edilmiş tahıllıları tüketmeyip, tam tahıl olanları tercih etmek belimizin daha ince olmasını sağlıyor 32 ile 83 yaş arasındaki    2 bin 834 kadın ve erkek takip edilerek yapılan bir çalışmaya göre günde 3 ya da 4 porsiyon tam tahıl tercih edip ve günde 1 porsiyondan daha az rafine edilmiş tahıl yiyen yetişkinler, bu beslenme   tarzını takip etmeyenlere göre, yüzde 10 daha az yağlı bele sahip oluyor. Bu çalışmada örneğin bir dilim tam buğday ekmeğini 1 dilim tam çavdar ekmeği, 1 kase yulaf unu veya bulgur tam tahılı temsil ederken, rafine tahılı ise beyaz ekmek, beyaz pirinç, şeker, meyve suyu, kek kurabiye vb şekerli besinler temsil ediyor.Araştırmacılar, katılımcıların bel çevrelerindeki -aynı zamanda iç organlardaki- yağın miktarını ölçtüler. Buna ek olarak, vücudun diğer bölgelerinde derinin altında ne kadar yağ olduğunu da incelediler.İç organlardaki yağlanmanın, deri altındaki yağlanmaya nazaran daha kötü olduğunu biliyoruz. Özellikle bel çevresindeki yağlanma metabolik sendromun gelişmesiyle ilişkili olduğundan hipertansiyon, sağlıksız kolesterol düzeyleri ve insülin direnci gibi birçok belirtiye, kalp rahatsızlıklarına ya da Tip 2 diyabete yol açmakta. Peki, tam tahıl tüketimini beslenmeye ekleyip ama bununla birlikte rafine tahıl da diyette yer almaya devam ederse ne oluyor?Maalesef çok fazla rafine edilmiş tahıl yerken, aynı zamanda tam tahıllı besinler de tüketilince, aynı fayda görülemiyor. Günde 4 porsiyondan fazla rafine edilmiş tahıllı besinler, kişide her ne kadar beraberinde tam tahıllı besinler tüketmiş olsa da, iç organlardaki yağlanma oranlarında iyi bir gelişmeye yol açmıyor.Sonuçlar öyle gösteriyor ki, beslenmenizde besinlerin yerine başka şeyler koyabilmek için mutfağı genel olarak gözden geçirmek gerekiyor. İşte size bazı tavsiyeler:- Beyaz pirinç yerine, esmer pirinçle veya bulgurla yemek pişirmeyi tercih edin.- Beyaz ekmek yerine sadece tam tahıllı ekmekle sandviç yapmayı seçin.- Dolmalarınıza pirinç yerine bulgur veya yulaf ekleyin.- Çorbalara un eklemek yerine bulgur veya yulaf veya tam buğday unu koyun.- Meyveleri kabuklu yenebiliyorsa kabuğu ile tercih edin, meyve suyu içme alışkanlığınızı taze meyve ile değiştirin.- Kendinizi takip etmek için bir yeme günlüğü yazmaya başlayın ve her gün bir porsiyon rafine tahıldan daha fazlasına yer vermeyin.- Ekmek olarak kepekli ya da tam taneli olanları tercih edin, tam buğday veya tam çavdar gibi...- Kuru baklagillere sofranızda daha fazla yer verin.- Salatalarınıza nohut, tam buğday, mercimek veya bulgur ilavesi yapın.- Makarna seçiminizde de kepekli olanı seçmeye çalışın bol domatesli       ve sebzeli soslarla aynı lezzeti   yakalayabilirsiniz.- Kahvaltınıza yulaf ekleyin. Yoğurt ile ara öğün seçimi de hoş olabilir.Maydanozlu bulgur salatası- 1 demet maydanoz -1 demet nane n 1 domates  -2 çay kaşığı haşlanmış bulgurMaydanoz ve naneleri ince doğrayıp küp doğranmış domates ve haşlanmış bulgur ile karıştırın. Sos için: -1 çay kaşığı nar ekşisi  -1 tatlı kaşığı limon suyu   -1 çay kaşığı elma sirkesi  -1 tatlı kaşığı zeytinyağıTavuklu buğday salatası- 5-6 yaprak kıvırcık marul   -2 çay kaşığı haşlanmış buğday -Yarım yeşil elma -5 badem -60 gram ızgara tavukElmaları kabuklu olarak ince ince yarım ay şeklinde doğrayın, marul yapraklarını eliniz ile ufak parçalara ayırıp, haşlanmış buğdayla karıştırın tüm malzemeyi sos ile harmanlayıp üzerine ızgara edilmiş tavuğu dilimleyin ve badem ile süsleyin. Sos için: -1 tatlı kaşığı hardal -1 tatlı kaşığı limon suyu - 1 tatlı kaşığı zeytinyağı, az tuz
Milliyet
1,331,488
Yazarlar
PAZARTESİ TERAPİLERİ ARTIK KEDi-KÖPEKTEN KORKMAK iSTEMiYORUM! Fobilerle baş etmek için korku nesnesi ya da durumla aşamalı olarak karşı karşıya  gelmek gerekir. Örneğin kedi korkunuzu yenmek için kedi resimlerine bakmak en alt basamaktaki hedef olabilir. Sonraki basamak, tüylü bir oyuncak kediyi tutmaktır. Kendinizi hazır hissettiğinizde, eve yeni doğmuş bir kedi alabilirsiniz Danışan: Kedi ve köpek korkumu yenmek istiyorum. İlaç almadan bu korkumun üstesinden gelmem mümkün mü?Dr. Başak: Evet, psikoterapiyle üstesinden gelebilirsiniz. Ne zamandır var bu korkularınız?Danışan: Kendimi bildim bileli. Dokuz yaşındaki kızım bir iki yıldır "Eve köpek alalım" diye yalvarıyor. "Evde köpek besleyemeyiz" diyerek onu uzun süre oyaladım. Bu kez de "O zaman kedi alalım" diye tutturmaya başladı. Ben de ona gerçeği anlattım; "Ben kedi ve köpekten çok korkuyorum" dedim.Dr. Başak: Bunu nasıl karşıladı?Danışan: Bir gün okuldan geldi ve bana dedi ki,  "Anneciğim, okulun kütüphanesinde araştırdım. Senin fobin var. Psikoloğa gidersen fobin iyileşebilirmiş, lütfen hemen bir psikologa git." Dr. Başak: Bunun üzerine mi yardım almaya karar verdiniz?Danışan: Evet. Aslında uzun zamandır istiyorum ama bir türlü cesaret edemiyordum. Dr. Başak: Kendinizi hazır hissetmeniz ve iyileşmek için motivasyonunuzun olması çok önemli. Danışan: Artık bu korkudan kurtulmak istiyorum. Açık havada ne yemek yiyebiliyorum ne de oturup kahve içebiliyorum. Ayağımın altından bir kedi geçse kalbim yerinden fırlayacak gibi oluyor, ter basıyor, nefesim kesiliyor, bazen çığlık atıyorum ve etrafa rezil oluyorum. Dr. Başak: Anlattıklarınıza göre özgül fobiyle beraber panik atak yaşıyorsunuz. Danışan: Bu ne anlama geliyor?Dr. Başak: Özgül fobi, belirli bir nesneden ya da birtakım durumlardan belirgin ve sürekli bir korku duymadır. Korku duyulan durumla karşı karşıya gelindiğinde, neredeyse her zaman,  bir anksiyete  tepkisi ortaya çıkar ve bu tepki,  panik atağa dönüşür. Fobisi olan kişiler korkularının aşırı ya da anlamsız olduğunu bilseler de üstesinden gelemezler. Danışan: Kardeşim de yüksekten korkuyor o da bunun gibi bir şey mi?Dr. Başak: Olabilir. Fobilerin bir kaç tipi var. Hayvan türü, sizinki gibi kedi, köpek, yılan veya böceklerdir. Doğal durumlar, kasırga, yükseklik, şimşek olabilir. Kan, enjeksiyon veya herhangi bir tıbbi girişime maruz kalmak, tüneller, köprüler, asansörler, uçağa binme, araba kullanma ya da kapalı yerler de fobi kaynağı olabilir. Bunların dışında kalan fobiler de var.Danışan: Demek ki herkesin korktuğu bir şey olabiliyor.Dr. Başak: Korku normal bir duygudur, oysa fobiler sıradan korkulardan daha şiddetlidir ve insanın yaşantısını kısıtlayabilir. Örneğin, uçağa binmekten korkan bir kişi, seyahat edemeyeceği için işinde yükselemeyebilir. Evden çıkmaktan, yolculuk yapmaktan ya da toplum içinde yemek yemekten kaçınan kişi sosyal yaşamdan giderek uzaklaşabilir. Tıbbi girişimlerden korkan bir kişi ise belki de bu nedenle sağlığını tehlikeye atabilir. Danışan: Peki bazı insanlar korkmazken ben neden korkuyorum?Dr. Başak: Her insanın fobisinin oluşum nedeni farklı olabilir. Ama hepsinin ortak özelliği, bir sonraki adımı hayal ediyor olmasıdır. Yani yüksekten korkan kişi, düştüğünü hayal eder. Köpekten korkan, köpeğin saldırdığını ve bu saldırı karşısında çaresiz kaldığını hayal eder. Fobisi olan kişinin korkulan nesne ve durumlarla ilgili akılcı olmayan hayalleri vardır. Bu onların fobinin kaynağından kaçınmalarına neden olur. Kaçındıkça da korkularının aslında gerçek dışı ve abartılmış olduğunu öğrenemezler. Terapi sırasında bu düşünceler ortaya çıkarılır ve bunlar daha akılcı düşüncelerle yer değiştirilir.Danışan: Bu yeterli oluyor mu?Dr. Başak: Hayır, sadece düşüncelerle çalışmak yeterli olmaz. Bununla birlikte korkulan nesne veya durumdan kaçınmayı engelleyerek, aşamalı olarak karşı karşıya gelmek için hedefler belirlenir. Her adımda hedef, fobi yaratan durumla yüzleşerek, alışmaktır. Hazır olduğunuzda bir üst adıma geçilir. Örneğin kedi korkunuzu yenmek için kedi resimlerine bakmak en alt basamaktaki hedef olabilir. Sonraki basamak, tüylü bir oyuncak kediyi tutmaktır. Kendinizi hazır hissettiğinizde, eve yeni doğmuş bir kedi alabilirsiniz.        Ben kendi kedi fobimi bu şekilde yendim ve şu anda harika bir kedim var.
Milliyet
1,346,028
Yazarlar
Uzun yıllar psikolojik faktörlerin fiziki bir takım hasta... -
Milliyet
1,338,570
Yazarlar
-- DRAKULA'DAN GENÇLiK iKSiRi Angelina'nın yeni anti-aging sırrı akıllara zarar! Kişinin vücudundan alınan kan kırmızı hücrelerden ayrılarak serum haline getiriliyor, vitaminler ve amino asitler ekleniyor, zenginleştirilmiş serum yüze enjekte ediliyorVallahi kadın milletinin güzellik ve gençlik uğruna yapamayacağı şey yok! Hele hele tüm dünyanın aşık olduğu adamı elinde tutmaya çalışan bir kadınsanız... Brad Pitt'i kaçırmamak için ikide bir hamile kalan kahramanımız Angelina Jolie genç görünümünü korumak için ne yapıyor bir tahmin edin bakalım! Yok yok 40 yıl düşünseniz aklınıza gelmez... Angelina'nın yeni anti-aging sırrı akıllara zarar! Şöyle ki; kişinin vücudundan alınan kan, kırmızı hücrelerden ayrılarak serum haline getiriliyor, vitaminler ve amino asitler ekleniyor, zenginleştirilmiş serum yüze enjekte ediliyor. Özetle kanını vücudundan çektirip iğneyle yüzüne zerk ediyorsun! Evet manyakça ama sonuca bakın; onarılmış bir DNA ve gencecik bir yüz!Anti-aging'de son nokta!Tedavi yara izlerini iyileştirip; kuru, mat, kırışık bir cilde doğal bir gençlik görüntüsü veriyor. Meğer son 20 yıldır yabancı diş doktorları hasarlı diş etlerinin tedavisinde kullanıyormuş bu yöntemi. Fransa'da yıllardır bir anti-aging sırrı olan 'Drakula terapisi'ni Angelina Jolie, Fransız bir makyözden öğrenmiş ve o gün bugündür Brad Pitt'in tüm dalga geçmelerine rağmen birkaç ayda bir yaptırıyormuş. Valla ilk başta bir 'yuh' çektim, bu kadarı da fazla dedim, ama içimden yükselen o hep genç kalma isteğine boyun eğdim sonunda... İtiraf ediyorum ileride gerekirse yaptırmaktan çekinmem! (Bu cümleden şu an genç ve güzel bir cildim olduğunu anlamışsınızdır umarım!) Yalnız ufak bir sorun var; tedavinin bir seansı 500 sterlin, bu meblağ Angelina'ya devede kulak gelse de çoğumuzu zorlar korkarım! Şimdiden biriktirmeye başlamalı, bekle beni eyyy Drakula!BAYRAMLARDA HÜZÜNLENiR MELEKLER"Bugün bayram erken kalkın çocuklar, giyelim en güzel giysileri, elimizde taze kır çiçekleri, üzmeyelim bugün annemizi..."Çocukluğumdan beri her bayram, Barış Manço'nun 'Bugün Bayram' şarkısıyla karşılanır bizim evde... Belki de küçüklüğümden beri değişmeyen tek bayram alışkanlığımız bu şarkı... Çünkü aile büyükleri; anneanneler, dedeler bir bir gittikçe bayramların da eski tadı tuzu kalmıyor, ziyaretler, kutlamalar azalıyor.  Hadi bu bayram siz de açın bu unutulmaz 'Barış şarkısı'nı ve bayramı sadece tatil olarak değil de gerçek anlamıyla yaşamayı deneyin... Hepinize mutlu bayramlar!BiR MiLYON AFERiNDayanamadım, Haluk Bilginer'in tarifsiz oyununu ve çok etkilendiğim 'New York'ta Beş Minare'ye bir daha gittim. Yine sevdim, yine ağladım, yine gurur duydum. Filmde kısa rolüyle parlayan Engin Altan Düzyatan'ın son günlerde çok göz önünde olduğu ve yüzünü çabuk eskiteceği yorumlarını sıkça duyuyorum bu aralar. Genç oyuncu 'Canlı Para' yarışmasıyla hafta içi her gün ekranda bildiğiniz gibi...   Bizim kızlarla formatı anlamamız biraz zaman aldı. "Yahu biz salak mıyız?" diye tartışırken fark ettik ki Düzyatan'ı izlemekten yarışmaya konsantre olmayı becerememişiz! Yanlış anlamayın başarılı sunumunu izlemekten bahsediyorum! Twitter'da birçok hemcinsimin aynı dertten musdarip olduğunu görünce derin bir ohh çektim! (Sorun bende değilmiş.) Şaka bir yana, izlemesi çok keyifli bir program. Düzyatan, oyunculukta olduğu gibi sunuculukta da farkını ortaya koyuyor. Sözün özü yüzü eskimiyor, zihinlere daha sağlam kazınıyor!
Milliyet
1,336,678
Yazarlar
Rodrigo Tabata ile Murat Kalkan'ın ceza alanındaki ikili mücadelesine Hakem Abdullah Yılmaz penaltı kararı verdi... Evet, Murat Kalkan'ın topa yükselmek isteyen rakibini iterek dengesini bozması 9 kusurlu hareketten biri... Abdullah Yılmaz da bu pozisyona penaltı çalan hakemlerden biri...Çünkü her hakem böyle penaltıları vermiyor... Bizde de farklı penaltı tanımlamaları oluşuyor: "Penaltı gibi" (!) penaltılar... "Alakası olmayan" penaltılar... "Verilse de olur verilmese de olur" (!) cinsinden penaltılar... Başka tanımlamalar da yapabilirsiniz ama Abdullah Yılmaz'ın verdiği penaltı, üçüncü örneğimizdeki gibi.Her neyse... Guti attı bu defa... Böylece hem özgüvenini tazelemiş oldu, hem de Schuster'i ve arkadaşlarını rahatlattı.Peki penaltının dışında ne vardı? Söyleyelim: Hiçbir yenilik ve farklılık yoktu!Beşiktaş bildiğimiz Beşiktaş... Hücumda çok top geveledi, baskılı göründü ama ne doğru dürüst bir pozisyon üretebildi ne de rakibini oyundan düşürecek bir baskı oluşturabildi... Aslında ilk on birler anons edildiğinde böyle olacağı belliydi. Mehmet Aurelio'yu oyunun merkezine koyarsanız, ne eskisi gibi savunmayı tahkim etmiş olursunuz, ne de hücum oyununa fazladan katkı sağlayacak bir adamınız olur...Kendine belirlediği dar bir alanın dışına çıkamayan Aurelio, bizim tanıdığımız ve bildiğimiz adam değil artık...Aurelio'yu transfer edenler hangi felsefeye hizmet ettiklerinin farkında mıydılar? Bilmiyorum.Ama Necip Uysal kulübede bekliyordu, bunu biliyorduk...Dahası Schuster'in sakatlıklardan dolayı elindeki seçeneklerden oluşturduğu bir forvet hattı var ki evlere şenlik... Quaresma yanlış yerde (santrfor gibi) başladı... Sağda Tabata, solda Holosko...Hadi Tabata bir penaltı yaptırdı, iki kez de kendi cezaalanına kadar gelip savunmaya destek verdi... Holosko ne yaptı? Ben hiç anlamadım... Dünya Kupası görmüş bir oyuncu futbolu dünkü gibi unutmak için neler yaptı, merak ediyorum... Schuster'in de Holosko'yu ilk on bire seçmesini, onun verimsizliğine ve hayalet haline tahammül etmesini de hiç anlayamıyorum.Gençlerbirliği golü yedikten sonra dağılmadı, şaşırmadı... Aksine, Hurşut'la Serkan'la Billy Osman'la üst üste pozisyonlara girdiler, skora isyan ettiler. Hak ettikleri puanı alabilmek için müthiş enerji harcadılar.O yüzden Hilbert, Ersan ve ille de Rüştü'yü alkışlasın Beşiktaşlılar...Sahi, Bobo'nun sakatlığından sonra herkesin aklına Fatih Tekke geliyor, değil mi? Ama Ankara'da yoktu... Schuster'in O'nu kafasında bitirdiği söyleniyordu...Öyleyse bravo (!) Alman Hoca'ya!
Milliyet
1,321,818
Yazarlar
Kaybedecek birşeyi kalmayanların onur savaşıydı sanki... Çok koştular, çok istediler, çok pozisyona girdiler, çok kaçırdılar, çok terlediler, çok yoruldular. Bu maçı gerçekten analarının ak sütü kadar hak ettiler. Cenk Ahmet'in sağ bekliği şaşırtıcıydı. Burak'ın kulübeye çekilişi sürpriz gibiydi. Ancak dün oyun alanı tercihlerine, dizilişe, teknik stratejiye bakılacak gün değildi. Bakılacak olan Altaylı futbolcuların; ne denli istekli, ne denli kolektif, ne denli maça odaklanarak dayanışmacı bir anlayış sergileyecekleriydi. Önce Cenk Ahmet, yerini hiç yadırgamadan, yüksünmeden, oyun olarak umulanın fazlasını çıkardı. Ufukhan-Yiğitcan ikilisi, kusursuz, muhteşem, olağanüstüydüler. Murat Karakoç'un yeniden dünyaya gelmiş bir hali vardı, harikaydı. Wasswa, dörtlünün önünde emniyet ventili gibiydi. Eyüp Hasan, solda başladı, sağa kayınca, bu takıma ne denli gerekli olduğunu gösterdi. Murat Hacıoğlu'nun 90 dakika boyunca gösterdiği çabaya ancak şapka çıkarılır. Thernand, oyunda kaldığı sürece Rize savunmasını sıkıntıya soktu. Burak ile Mehmet Şen'in oyuna katılımlarından sonra Altay farka koşabilirdi, olmadı. Tek golle de olsa bu 3 puan çok değerli... Demek ki istenirse oluyormuş. Herkes işini yaptığında, formasına özenle saygı gösterdiğinde takım da olunabiliyormuş.
Milliyet
1,338,559
Yazarlar
Reyting canavarı YASAKLI AMA TEKRARI YAYINDA Levent Kırca 'Arena'nın bayram programına konuk oldu. Fox'ta yayınlanan 'Olacak O Kadar'ın yayından kaldırıldığını ve bunun da 'siyasi' olduğunu vurguladı. Yani bir başka deyişle o bir yasaklı. Fox'un eski bölümleri ekrana getirmesi ise bir başka ilginç durum. En son 28 Ekim akşamı Fox'ta yayınlandı. Yeni bölümleri Kırca'nın dediğine göre 'baskı' sonucu yayınlanamıyor. Kanal, "Pahalıydı, izlenme oranı iyi değildi" diyebilir. Ama izlenme oranları kanalın programları içinde gayet iyi bir yerdeydi, bunu biliyorum. Skeçler 'rahatsız' etti anlaşılan. Ama 'rahatsız' eden skeçlerden biri, dediğim gün ekrana geldi mesela. Biten dizilerin, programların tekrarı televizyonlarımızda yayınlanıyor. Ama 'yasaklı' olanın tekrarının yayınlanması da galiba bir ilk oluyor. 'KARADAĞLAR', JENERİK VE SEZEN AKSUShow TV'de yayınlanan 'Karadağlar' dizisinin tanıtımındaki müzik, Sezen Aksu'nun 'Işık Doğudan Yükselir' albümünde yer alan 'Yeniliğe Doğru' parçasının tıpkısının aynısı. Bu olaydan galiba bir tek ben habersizim. İki parçayı da dinledim. Sanırım yanılıyorum. REHBERiMKAHROLSUN KOMÜNİSTLER!Bu akşam ATV'de 'Amiral' var. Yapımına 20 milyon dolar harcanan bir Rus filmi, Amiral Kolçak'ın hikayesi. Devrime karşı çıkan ve devrime karşı savaşan Türk kökenli olarak işlenen Çarlık yanlısı bir asker. Sosyalist döneme 'kapitalist Rusya'dan bir bakış da diyebiliriz. Çekimleri etkileyici aşk ve savaş öğeleri de tadında. Bir dönemin 'hain'i şimdi 'kahraman'. Eleştirel bir gözle izlemekte fayda var. Gecenin ilginç filmi. (ATV / 23.20)110 YENİ ALBÜMÜ İLE dream tv'de'Yüxexes' bayramda da hız kesmiyor. 110 son albümü 'Sıfır' ile 'Yüxexes'e geliyor. Canlı canlı 110 şarkıları ekranda olacak. 'İstediğim Buysa' çıkış şarkıları. Vokal Teoman ile Harun arasında. Altyapı klavye ve gitarla sağlam doldurulmuş. Melodik bir şarkı. Televizyonlarda bolca çalar. (DREAM TV /22.00)'MÜFREZE'Yİ MUTLAKA İZLEYİNİşte bu kaçırılmayacak filmlerden. Ben kaç defa izlediğimi unuttum. Bazı filmler böyledir; 'Müfreze / Platoon'. Valla arşivinizde yoksa işte size bir fırsat. (SİNEMA TV / 21.00)BİZ GALATASARAYLILAR SEYREDİP AVUNALIM24'teki 'Güzel Oyun'da Galatasaray'ın UEFA Kupası zaferini o günü yaşatan kahramanları anlatıyor. Galatasaraylı olarak galiba bu görüntülerle daha çok avunacağız. Hele bu sene! (20.00)SHOW TV DİZİSİNİ HANGİ SAATE ALACAĞINA KARAR VEREMEDİ 'Güneydoğu'dan Öyküler: Önce Vatan' dizisi bu akşam saat 20.00'de. Önce 22.15'e almışlardı. Yani bu diziyi harcama saatine. Şimdi 'çok izlenen zaman' dilimine koydu. Ama o kadar çok değiştirdiler ki saat ve gününü... Bakalım geri dönüşü nasıl olacak?
Milliyet
1,325,017
Yazarlar
Galatasaray'ın Karabük'te kaybetmesinin nedenini hepimiz biliyoruz: bozuk zemin! Tabi zeminin azizliği mağlubiyetin tek nedeni değil, bir de hakemin yanlış kararları var.Beşiktaş'ın da Avni Aker'de sahayı boynu bükük terk etmesinin müsebbibini merak ediyorsanız hemen söyleyeyim: maçı pazartesiye almayan futbol federasyonu.Geçen senelerde Fenerbahçe'nin Ankara'da puan kaybetmelerinin nedeni yapay çimdi, Trabzonspor'un Kasımpaşa'ya yenilmesi ise maçın gündüz oynanmasından.Sahi, 90'lı yıllarda milli takımımız biz Türkleri sevmeyen Avrupalı hakemler yüzünden Avrupa'da başarısız olmuyor muydu?Eminim bu listeye eklemek için sizin de aklınıza onlarca olay geliyordur. Zira artık izlediğimiz bir karşılaşmada atılan bir güzel golden ziyade maçın günü ve saati veya taktiksel bir çeşitlilikten ziyade hakemlerin kararlarına dikkat kesiliyoruz; çünkü futbol takipçileri olarak ilgimiz devamlı suretle bu tali unsurlara çekiliyor. Bu açıdan bakıldığında, o gönül verdiğimiz futbolumuz büyük bir sorun ile karşı karşıya: “gerçekten uzaklaşmak"Futbolun hayatın ta kendisi olduğunu ve içinde psikolojiden bilime kadar yaşamın hemen hemen tüm unsurlarını taşıdığını düşünenler var ve ben de onlardan biriyim. Bu nedenle, sahip olduğumuz bakış açısı yanlışlığı için psikanalizin kurucusu S.Freud'a kulak vermek hiç de yanlış olmayacaktır.Avusturyalı ünlü bilim adamının en önemli çalışmalarından biri savunma mekanizmaları üzerine ve bakın Freud bu konuda nasıl bir açıklama yapıyor: “kişiler küçük yaşlardan itibaren kendi benliğini korumak, sorunlar, iç ve dış çatışmalardan en az etkilenmek için çeşitli şekillerde kendini rahatlatmaya çalışan savunma mekanizmaları geliştirmiştir ve bahane bulmak bu savunma mekanizmalarından biridir."Freud bahane bulmayı aynen şöyle tanımlıyor: “Bir duygu, düşünce veya davranışın gerçek halinin tam olarak görülemeyip, kişiye uygun gelen, etrafça da kabul görebilir başka açıklamalarla dile getirilmesidir. Bu şekilde kişi haklı olmadığı durumlarda, kendini haklı gibi hissetmeyi ve davranışının sonuçlarından huzurlu olmayı amaçlayan bir düşünce içindedir. Böylece hata ve eksiklerini kapatmaya çalışır." Açıklamalar size de bir şeyler anımsatıyor mu?Sorunu tespit etmemek, çözümün önündeki en büyük engelse eğer takımlarımızın doğru tedavileri için her şeyden önce teşhislerinin doğru koyulması gerekiyor. Aksi takdirde yapılanlar, günü kurtarıp yarınları çöpe atmanın yanı sıra çok büyük bir de emek israfına neden oluyor. Bu uğurda en büyük görev kulüp yöneticilerine düşse de her geçen gün yaptıkları talihsiz açıklamalar nedeniyle onlardan umudum günden güze azalıyor. Fakat eminim ki takımlarına gönül vermiş ve onların başarısını isteyen taraftarlar için gerçekleri görmek hiç de zor değil.Futbola bakışımız bahaneden uzak, gerçeklere yakın olduğunda elde edeceğimiz başarılar eminim ki bizi bile şaşırtacak.Umarım o günler çok uzak değildir.
Milliyet
1,318,970
Yazarlar
TÜYAP kitap fuarında cumartesi günü kitaplarımı imzaladım. Yeniden yazdığım Bilim ve Yanılgı kitabım ile Medineden Lozan'a ve bir de Osmanlı'da ve İran'da Mezhep Devlet adlı kitaplarımın sekizinci baskıları...Baskıları fuara yetiştiren ve özenli bir baskı gerçekleştiren Doğan Kitap yöneticilerine teşekkür ederim.Süremi aşarak kitap imzalamaya devam ettim, bu yoğun ilgilerinden dolayı okurlarıma özellikle teşekkür ediyorum. Hele de genç okurların tarihle günümüz arasındaki bağlantılara derin bir merak duymalarından büyük mutluluk duyduğumu belirtmeliyim.Fuarda Prof. Kemal Karpat bir saat sonra başka bir standda kitaplarını imzalamaya başlayacaktı. Bu arada Timaş yayınevi yöneticileri, buluşacağımız bir yemek düzenlemişti. Gecikerek de olsa gittim. Güzel bir sohbet oldu. Sizinle de paylaşmak istiyorum.Türk, Osmanlı, Cumhuriyetçi?Kemal Karpat, Romanya/Dobruca kökenli bir Kırım Türkü'dür. Romanya'da "müslüman azınlık" olarak yaşamış, temel eğitimi orada Osmanlı sistemenin devamı olan medresede ve modern bir Romen okulunda almış, sonra Türkiye'ye yerleşmiştir.Hem Türk, hem müslüman, hem Osmanlı dolayısıyla tarih birliği de var... Ama buna rağmen intibak zorluğu oluyor. Kendisi anlatıyor:Üniversiteyi Türkiye'de okudum. Türk'tüm, müslümandım, hem de kabuğunu kırmış yani açık fikirliydim. Atatürk ve Cumhuriyet'i benimsiyordum Ama buna rağmen uzun süre kaynaşma olmadı. Çünkü Cumhuriyet'in tanımladığı 'Türk kimliği' ile benim içinden çıkıp geldiğim Osmanlı tarihindeki Türk kimliği farklı idi... Kavramlar aynı olsa da duygular farklı idi...İşte bu duygu farkı yüzünden dışlanma, yabancılaşma, uyum sorunları, yaşanıyor. Diğer öğrenciler Karpat'ı "farklı" buluyor, Karpat onları... Uyum sorunlarının ya da "farklı" buluşların temelinde Osmanlı tarihi yatıyor. "Cumhuriyet Türkü" bu tarihe sempatik bakmıyor, halbuki Balkan Türkü için bu tarih bir varlık sebebidir.Bunları atan Karpat, "başladım araştırmaya..." diyor:Ben neyim? Türk, Osmanlı, müslüman ne demek, bunların anlamları tarih içinde nasıl bir seyir izlemiş?Böylece Kemal Karpat gibi dünya bilim çevrelerinde büyük saygı gören bir tarihçi ve sosyal bilimci kazanıyoruz.Bastırmak geri tepiyorBu konularda Karpat'ın "Dağı Delen Irmak" adlı biyografi kitabında ve son olarak Timaş'tan çıkan "Kimlik ve İdeoloji" adlı kitabında ayrıntılı bilgiler var.Benim dikkat çekmek istediğim husus, 'kimlik' sorularının resmi tanımlarla ve sadece kavramlarla çözülemeyecek kadar girift ve tarihen derin olduğu gerçeğidir.Yine bir Balkan göçmeni olan büyük düşünür merhum Cemil Meriç de bu sorunları anlatmış ve yazmıştır.Bu tür arayışların çoğunluğunda, hem tarihi bir zemin hem farklı duyarlıkları bir arada tutma konusunda Osmanlı tarihinin başarı ve dramlarıyla öne çıkması önemlidir.Karpat Hoca şöyle özetledi:- Bir milletin genel kimliğinin tanıtımını ne kadar sıkarsanız o kadar rahatsızlık ve tepki çıkar; bastırmaya çalışmak geri teper... Bir millet içinde farklı inanç ve kültürler kendilerini ne kadar rahat ve saygın hissederse entegrasyon ve barış o kadar kolay olur...Hoca'nın bu sözleri tarihteki başarılarımızın da yaşamakta olduğumuz kimlik sorunlarının da formülünü vermiyor mu?
Milliyet
1,332,511
Yazarlar
Bugün yeniay Akrep burcunda gerçekleşiyor. Akrep gecenin gündüze galip geldiği, hayatımızda yeni bir yön arayışının önem kazandığı zamanlara işaret eder. Bu burç hiç de yerinde durduğu gibi değildir, hatta denge ve uyum değil, daha çok karışıklık yaratacağı bir kriz peşindedir. Hayat her zaman aynı çizgide gitmez. İçimizde hissettiğimiz yenilenme ihtiyacı bize takılıp kalmamayı, kendini yenilemenin doğru olduğunu anlatır.Böyle bir dönem içinde bulunduğumuz koşulları yenileyebileceğimiz, kendimizi ve çevremizi değişime zorlandığımız durumlar olacaktır. Eğer herhangi bir konuda kendimizi baskı altında hissediyorsak, bu baskının bizi sonuçta daha güçlü kıldığını da göreceğiz. Mücadelelerle güçlenirken gizli  kalmış konularla, kişilerle karşılaşabiliriz. Kasım boyunca parasal konular, ortak işler ve yatırımlar da dikkat çekici hale gelebilir. Özellikle 21 Kasım'da gerçekleşecek olan dolunay maddi alanda yaşadığımız değişikliklerin ve kararların sonuçlarını gösterebilmek için belirleyici bir zaman olabilir. Bu dönemde vereceğimiz yatırım kararlarında zamanlama büyük bir önem taşıyor.Geçtiğimiz bir aydır değer verdiğimiz şeylerin, ilişkilerin, neden olduğu entrikalı durumlarla karşılaşmış olabiliriz. Venüs geri giderken huzur bulmak pek de kolay değil. Canımızı acıtan durumlar olabileceği gibi beraberliklerimizi bitiren, değiştiren, yenileyen gelişmeler içindeyiz. Öfkenizi kontrol edinYine bu dönemde, görüşlerimizde daha tartışmacı olabileceğimiz durumlar var. Belirli bir fikri, ideolojiyi savunmak konusunda oldukça enerjik, ateşli ve inandırıcı olabiliriz. Sosyal alanda görüşlerin aşırı biçimde ifadesi, kimi zaman terör olayları bu dönemde daha sık gündeme başlayabilir. Mars'ın ateş elementinden Yay'da olması öfkemizi daha iyi kontrol etmemizi salık veriyor. Kurduğumuz işbirlikleri hedeflerimize ilerlemek için önem kazanabilir. Zaten bu dönemde tek başına hareket etmenin yeterli olmadığını görebiliriz. Paylaşmak ama bu arada aşırılıklardan uzak kalmak gerekli. İletişim ve hareket gezegeni Merkür 9'una kadar Akrep'te, daha sonraki günlerde geniş düşünceleri ve özgürlüğü açıklayan Yay burcuna ilerleyecek. Venüs de 8'inde yeniden Terazi burcuna geri dönecek. Böylece, önümüzdeki birkaç gün içerisinde düşüncelerimize daha fazla aydınlık ve hareket ihtiyacı getirecek adımlar atmaya hazırız. Pek çok gerginliği çözerek yeni bir bakış açısı kazanacağız.
Milliyet
1,341,330
Yazarlar
Bugün Lizbon'da yapılacak NATO zirvesi, 61 yıllık ittifakın önümüzdeki dönemde benimseyeceği yeni stratejileri ve üstleneceği rolleri belirleyecek.Bu zirve aynı zamanda Türkiye'nin NATO ile ilişkilerin geleceğini ve 27 üyeli ittifaktaki yeni sorumluluklarını ve yerini belirleyecek.Bu bakımdan iki günlük Lizbon zirvesi, NATO'nun olduğu kadar Türkiye ile ittifak arasındaki bağların geleceği bakımından da bir dönüm noktası olacak.Bu noktaya gelinmesi, Soğuk Savaş'tan sonra dünyada -ve Türkiye'de- çok şeyin değişmesinin bir sonucudur. NATO'nun Soğuk Savaş döneminde düşmanı, hedefi, misyonu apaçık belliydi. Artık o şartlar yok. Varşova Paktı üyelerinin çoğu halen NATO'da yer alıyor. NATO ile Rusya arasında yakın bir işbirliği var.Ama dünyada değişen şartlara rağmen, özellikle ortaya çıkan farklı tehditler karşısında, NATO'nun varlığına ihtiyaç duyuluyor. Ancak NATO'nun bu ihtiyacı karşılaması, kendisini yenilemesi ve güncelleştirmesi ile mümkündür. Yeni yol haritasıNATO stratejistleri bir süredir örgütün yeni misyonu ve rolü üzerinde çalışıyor. Bugün Lizbon'da liderlerin görüşeceği yeni "stratejik konsept", işte bu çalışmanın ürünüdür.Oybirliğiyle onaylanması beklenen bu belge, NATO'nun yeni yol haritasını oluşturacaktır.Son haftalarda sözü çok edilen anti-balistik füze savunma sistemi veya daha popüler terimiyle "füze kalkanı", bu yeni konsept ve tehdit algılaması çerçevesinde zirvede ele alınacak.Başta bir "Amerikan kreasyonu" olarak ortaya çıkan bu projeyi şimdi NATO sahiplenmiş bulunuyor. Projede Türkiye'ye verilmek istenen rol ve sorumluluk nedeniyle, Türk diplomasisi bunun oluşması aşamasında ön sayfa yer alıyor.Türkiye'nin bu konuda öne sürdüğü çekinceler ya da karşı öneriler başta NATO'da bir hayli yadırgandı.Ankara'nın bu pozisyonunu, Batı'dan uzaklaşmasının veya "eksen kayması"nın bir işareti olarak görenler de oldu.Bunun temelinde yatan sebep, Türkiye'nin de değişmiş olmasıdır. Bugünkü Türkiye, Soğuk savaş döneminin Türkiye'sinden farklıdır. Nasıl ki yeni dünya şartları NATO'da bazı stratejik değişiklikler yapılmasını gerektiriyorsa, bölgesel ve küresel gelişmeler Türkiye'nin de eskisinden farklı politikalar geliştirmesine yol açıyor.Sonuçta Türkiye, ittifakla işbirliğinde atacağı adımların kendi ulusal çıkarlarına ters düşmemesine de özen gösteriyor.İnce ayar gerekDolayısıyla Ankara, füze kalkanı projesi çerçevesinde kendisine verilmek istenen rol ve sorumluluklara hemen "otomatik" onayını vermekten çekinmiştir. Bu sorumlulukları alabilmek için de bazı şartlar ileri sürmüştür. Örneğin, tehdit kaynağı olarak (İran düşünülerek) hiçbir ülke isminin zikredilmemesini istemiştir. Şimdi bu şartın kabul edildiği anlaşılıyor. Yani bunun Lizbon'da tartışılmasına artık gerek yok. Ama bu savunma sisteminin Türkiye'nin çeşitli bölgelerini kapsaması şartı var. Bir de, Türkiye'nin karar ve kontrol mekanizmasında eşit ağırlıkta yer alması şartı...NATO yetkililerine göre, bu ve buna benzer "teknik" şartlar, füze kalkanı projesinin Lizbon'da onaylanmasından sonra tartışılabilir. Ama ittifak için önemli olan bu aşamada projenin genel çerçevesiyle zirvede kabul görmesidir. Aksi halde bu NATO için büyük bir fiyasko olur.Türkiye herhalde bunun bilincindedir. Türk diplomasisinin itirazları veya çekinceleri... Türkiye'nin NATO'ya bağlılığı ve ittifak içindeki yeri ve rolü hakkında -dışarda ve içerde- şüphe yaratmamalıdır.Bu nedenle Ankara, dış ilişkilerindeki yeni açılımlarıyla, müttefikleriyle eski bağları arasında, bu ikincisine önceliği göz ardı etmeden, bir "ince ayar" yapmak durumundadır.
Milliyet
1,332,919
Yazarlar
SANIRSINIZ Kİ, binlerce üyesi var. Epey milyon dolarlık bütçeye sahip bir kurum veya... 300 kişi bile değiller oysa. Parayı pulu ise konuşmaya değmez. Üye aidatlarından gelen, neyse o. Amma... Sayelerinde bir heyecan, bir fırtına sürdü gitti aylarca. Millet ile yattı. EGİAD ile kalktı. Acaba seçimi kim kazanacaktı? Temel Aycan Şen mi, Ayşe Akın mı? Haftalar önce listeler açıklandı. (Bakın burası çok önemli: Son dakikada liste yaparak, seçimde avantaj sağlayacaklarını umanlar, aslında ne kadar da çağdışı kaldıklarını belki bu vesileyle anlarlar!) Dahası da var. Kuru bir açıklamayla yetinmedi adaylar. En şık görünümleriyle objektifler karşısına geçip, dertlerini anlattılar. AKP iktidar partisi güya. de ana muhalefet. Diğer partileri de işin içine katıp, toplayın hepsini. Hesabını yapmadım. Fakat yine de iddia ediyorum. Son bir ay içinde ve İzmir özelinde, bütün partiler EGİAD kadar yer alamamıştır medyada. * * * Yarış da yarıştı hani. Taraflar kendilerine birer renk dahi seçmişti. Temel Aycan Şen ve ekibi kıpkırmızıydı. Ayşe Akın ve ekibi de masmavi. Kravatlar, fularlar hep özenle seçilmişti. Ve kadınlar... EGİAD'a bence damga vurdular. Adaylardan biri zaten kadındı. O kaybetti. Olsun. Kazanan listede de çok sayıda kadın var. * * * Seçimden sonra yapılan açıklamaları okudum. EGİAD'ın eski başkanları ile EGİAD üyelerinin "her anlamda" büyükleri; yaşanan süreci ve yapılan seçimi değerlendirirlerken, takdir dolu ifadeler kullanmışlardı. Misal: EGİAD'ın yeni başkanı Temel Aycan Şen'i, ilk önce EBSO Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı olan, kayınpederi Erdoğan Çiçekçi kutlamıştı. Çünkü seçimde yarışan iki listeye de bakıldığında, bildik tanıdık isimlerin oğulları, kızları hemen fark ediliyor. Ve sonuçta anlaşılıyor ki, EGİAD İzmir'in ekonomik ve sosyal yaşamına "canlı bir renk" kattığı gibi... Kuşaklar arasında bir köprü olmayı da başardı. İşte şimdi, başta Bülent Şenocak olmak üzere EGİAD'ı kuran kadroyu ve o günden bugüne taş üzerine taş koyarak gelen herkesi kutlamanın tam zamanı. İktidara yakışan... Başbakan Erdoğan, "Bu insanların 18 aylık tutuklu olması, 'Haksızlığa uğradılar, tahliye edilsinler' gerekçesini haklı kılmaz. Zaten bunların eylemi olsaydı yargılamayı onlar yapacaktı, mahkemeleri onlar kuracaktı. O zaman da iş işten geçmiş olacaktı" diyen Devlet Bakanı 'yı hemen görevinden almazsa... İktidarın, dalgalarını da, davalarını da ilk andan itibaren yönlendirdiği tescil olacaktır. Olacaktır çünkü... Devletin başında "hükmünü baştan vermiş" bir irade oturmaktadır. Binlerce kez söylenip, yazıldı. Ortada neticelenen ne bir dava, ne de mahkum olan tek bir kişi var. Ya ne var? Sadece iddia. Fakat Devlet Bakanı Hayati Yazıcı (güya bir de hukukçu olacak) yargılanan sanıkları "suçlu ilan etmiş" durumda! O zaman mahkemeye gerek yok. Hatta cezasını da getirin geri. Kafadan asın hepsini. Zira bu kafadaki iktidara, ancak böylesi yakışır! Tek karelik SELAM
Milliyet
1,340,088
Yazarlar
Hindistan Başbakanı İndra Gandi, birgün, yaptığı bir konuşmada, çalışmakla ilgili şu ilginç anısını anlatır: "Büyükbabam iki türlü insan bulunduğunu söylerdi; işi yapanlar ve yapılan işten kendilerine pay çıkaranlar. O benden birinci grupta yer alarak çalışmamı istedi. Çünkü orada diğerinden daha az rekabet vardı."Kolombiya Üniversitesi Rektörü Nicolas Murray Butler, öğrencilerine yaptığı bir konuşmasında şöyle der: "Dünya üç grup insandan oluşur: Birşeyi ortaya çıkaran ve yapan küçük bir seçkin grup; birşeyin yapılmasını seyreden daha büyükçe başka bir grup; ve neyin olup bittiğin bilmeden yaşayan muaazzam bir kalabalık..."Ünlü İngiliz yazar ve şair Thackeray'ın elde ettiği başarıyı, kolay yoldan şöhret olmaya bağlayan biri şöyle demişti: "Thackeray, bir sabah gözlerini açtı ve kendini meşhur bir adam olarak buldu."Thackeray'ın yaşantısını yakından bilen Lord Nortcliff ise bu iddiaya şu yanıtı verdi: "O, yataktan kalkıp kendini meşhur bir adam olarak bulduğu ana kadar, 15 sene her gün sekiz saat yazmıştı."1856 İrlanda doğumlu Bernard Shaw, 94 yıllık yaşamı boyunca tiyatro oyunlarından romanlara pek çok alanda önemli eserler verdi. Yaşadığı ve ünlendiği ülke olan İngiltere'de sanat ve toplumun her alanıyla ilgili sorunlara yaptığı korkusuzca eleştirileriyle dikkatleri çekti. Çalışma konusunda birgün şunları söyledi: "Bütün çalışma gücümü kullanıp yok ettiğim vakit ölmek isterim. Çok çalışırsam çok yaşayacağıma inanıyorum. Hayat benim için titrek bir kandil değil, kuvvetli bir meşaledir. O meşalenin mümkün olduğu kadar güçlü ve parlak şekilde yanmasanı sağladıktan sonra onu gelecek nesillere emanet etmek istiyorum."Bir üçlük daha ve son...Gençliğimde sanırdım ki hayat bir sevinçtir. Yetiştim ve gördüm ki hayat bir çalışmadır. Çalıştım ve gördüm ki çalışma bir sevinçtir. (Thomas Carlyle)Mutlu bayramlar...
Milliyet
1,326,479
Yazarlar
ÖNDER Sav'ın söyledikleri kesinlikle önemli şeylerdir. Sav'ın dile getirdiği görüşler 1950'ye kadar Cumhuriyet tarihine damga vurmuş bir dünya görüşünün ifadesidir.1950'den sonra ise, CHP'de ne zaman "değişim" gündeme gelse, buna karşı çıkanlar daima Sav'ın bugünkü sözlerini kullanmışlardır.Yakup Kadri ve Falih Rıfkı Atay, Atatürk'ün en yakınındaki yazarlardı değil mi?Ya İsmet İnönü'ye ne dersiniz?Fakat Yakup Kadri ve Falih Rıfkı Atay 1960'lı yıllarda CHP'nin artık "Atatürk düşmanlarının partisi" haline geldiğini söyleyerek ve ağır suçlamalar yaparak CHP'den istifa etmişlerdir.Bu iki büyük yazar zaman tünelinde yaşıyor, toplumsal değişmenin ortaya çıkardığı yeni ihtiyaçları anlayamıyor ve CHP'de gelişmekte olan "Ortanın Solu" hareketine karşı çıkıyorlardı! Bugünkü Sav gibi...Kemalizm'den Ortanın Solu'naAslında CHP'nin değişimi 1946'larda başlamıştı.Atatürk zamanında CHP tüzük ve programına partinin ideolojisinin "Kamalizm" (yani Kemalizm) olduğu yazılmıştı. İsmet Paşa CHP'nin 1953 kurultayında bu kavramı kaldırdı, yerine daha az ideolojik olan "Atatürk yolu" kavramını koydu.İsmet Paşa 23 Temmuz 1965'te not defterine "devletçilik bitti" diye de yazacaktı.Demokrat Parti ile Adalet Partisi'nin uyguladığı sanayileşme ve şehirleşme politikaları toplumsal yapıda "işçi" kesimini ortaya çıkarınca 1960'ların sonunda CHP'de "Ortanın Solu" fikri gelişmeye başladı.Ecevit'in "Atatürk devrimleri üst yapı devrimleridir, bizim halka gitmemiz için alt yapıya (ekonomiye) yönelmemiz lazım" şeklindeki konuşmaları, o zamanki "Önder Sav"ların tepkisini çekti.O zamanın "Önder Sav"ları olan Nihat Erim'ler, Kemal Satır'lar, Ecevit'i "CHP'yi Atatürkçü ülkü ve ilkelerden saptırmak"la suçladılar.Ecevit sık sık "Atatürk düşmanı olmadığını, halkçı olduğunu" anlatmak zorunda kaldı.Bu konuda Hikmet Bila'nın "CHP 1920-2009" ve Hakkı Uyar'ın "Cumhuriyet Halk Partisi" adlı eserlerine bakmanızı tavsiye ederim.CHP'nin iki seçeneğiCHP'deki statüko daima "değişmezlik" psikolojisine dayandı ve değişim isteyenleri Atatürkçülüğe ihanetle suçladı! Hiçbir zaman da halkla barışık olamadılar. Çünkü ideolojik dogmatizm, toplumda ortaya çıkan ihtiyaçları, beklentileri kavramalarına engel oluyordu.Onun içindir ki, Kılıçdaroğlu'nun söylediği gibi "elli yıldır iktidara gelemedi" bu kafa.Sadece bir defa Ecevit'in "Ortanın Solu" hareketi yüzde 42'yi bulabildi.Son yirmi yılda CHP yüzde 30'u hayal bile edemedi!Sayın Önder Sav, yıllardan beri CHP'de eski deyimle "kâtib-i umumi"dir. CHP'nin fikri açılım yapması, halka açılması konusunda tek kelime duyduk mu kendisinden?!Ama "CHP'nin omurgası, CHP kimliği" gibi program içeriği olmayan sözlerle değişime muhalefet ediyor.CHP bu kafayla asla oylarını artıramaz.Kılıçdaroğlu eğer 21. yüzyıl Türkiye'sinin toplumsal taleplerine uygun yeni bir Ortanın Solu'nu başarabilirse iktidar alternatifi olur...Aksi halde sekiz ay sonra ağır bir seçim yenilgisi daha alacaktır.
Milliyet
1,325,011
Yazarlar
12 Eylül'de referanduma katılma oranı Şanlıurfa'nın Viranşehir ilçesinin merkezinde yüzde 40 dolayında oldu.Ancak köylerinde... Özellikle de bazı köylerinde yukarıdaki manzaranın tam tersi yaşandı. Referanduma katılma rekoru kırıldı. Aralarında Akçataş, Akkese, Ayaklı, Beğrük, Toklu, Çiftçiler'in bulunduğu tam 34 köyde kayıtlı seçmenlerin hepsi (hatta fazlası!) sandığa giderek oyunu kullandı! Mesela:Akkese köyü: Sandıkta kayıtlı seçmen sayısı: 262. Oy kullanan seçmen sayısı 263. Evet: 263. Hayır: 0.Güzlek köyü. Kayıtlı seçmen sayısı: 336. Oy kullanan seçmen sayısı: 336. Evet: 336. Hayır:0.Kumçeşme köyü. Kayıtlı seçmen sayısı: 173. Oy kullanan seçmen sayısı: 176. Evet: 176. Hayır:0.Acaba bir tek Viranşehir'de mi böyle bir rezalet yaşandı? Yoksa daha çoookkk Viranşehir'ler var mı?Bunun anlaşılması için Yüksek Seçim Kurulu'nun yurt çapında sandık bazında sonuçları vermesi gerekiyor. Ne var ki YSK bu bilgiyi vermiyor... CHP Milletvekili Atilla Kart dün bu yüzden YSK hakkında dava açmış bulunuyorYSK neden geçmişte sonuçları sandık sandık açıklarken bu defa açıklamıyor?Bir şeyin ortaya çıkmasından mı kaygılanıyor?Gelin de merak etmeyiniz... Diyanet İşleri Başkanı öneriyor:"İmamlar kanaat önderi olsun."İyi de, öyle olursa AB bizim din devletine doğru yürüdüğümüze kanaat getirmez mi?Haldun ErtemCHP artık "pozitif muhalefet" yapacakmış.İnşallah sonuç "negatif" çıkmaz!* * *Bülent Arınç, Said -i Nursi için "cumhuriyetçi" demiş.Eee, ne var bunda? Kendisi için de "demokrat" diyor.Fahrettin Fidan Muavenet olayıTarih 2 Ekim 1992... Muavenet adlı fırkateynimiz  NATO tatbikatı sırasında Saros Körfezi'nde Amerikan Saratoga uçak gemisinden atılan iki füze ile vuruldu. Gemi komutanı Kurmay Yarbay Kudret Güngör dahil 5 şehit verdik  20 denizci yaralandı. Muavenet kullanılmaz hale geldi. ABD olaya kaza süsü verdi. Hükümet kaza iddiasını kabul etti. Oysa ortada açık bir cezalandırma eylemi vardı.Türkiye Muavenet'i çabuk unuttu. Ancak gazeteci Tuncer Bahçevan arkadaşımız her yıldönümünde olayı anımsatır. Kimsenin hatırlamak istememesine tepki gösterir... Saygın bir davranıştır... Amma...Acaba neden Muavenet'teki şehitlerin yakınları ile geminin gazileri olayın yıldönümünde bir kıyıda toplanıp denize bir küçük çelenk bırakmaz? Bu acı olayı onlar neden anımsamaz, anımsatmaz?Neden her şeyi hep başkalarından bekleriz? Eskişehir notu-2Eskişehir Anadolu Üniversitesi hazırlık sınıflarındaki başarısızlığı masaya yatırmak gerekiyor.Yabancı Diller Yüksek Okulu'nun verdiği rakamlara göre...2009 - 2010 ders yılında 1350 öğrenciden 469'u sınava girmemiş, girenlerden 495'i sınavda başarısız , 386'sı başarılı olmuştur. Toplam içinde başarı oranı yüzde 30 dolayındadır...Okulun öğretim görevlilerinden çok sayıda mektup aldık...Onların da canla başla çalıştıklarına eminiz. Peki sonuçlar neden istenen düzeyde değil? Diyorlar ki:"Öğrenciler ÖSS'ye odaklı çalıştıkları için lise eğitimleri sırasında İngilizce'yi önemsemiyor, liseden çok zayıf geliyorlar. Üstelik çağdaş öğretim metotlarına yabancılar. Sorunların bir kısmı öğrencilerin temelinin zayıflığından ileri geliyor." Ancak en büyük sorumlu olarak sistem gösteriliyor... Öğretim görevlilerinin şu sözlerine kulak verelim:"... Öncelikle konuşulması ve değiştirilmesi gereken şey yönetmelik. Biz hocalar derse girip ders anlatmaktan başka hiçbir şeye müdahale edemiyoruz. Ne öğrencilerin girdiği 'exit exam' olarak adlandırılan final sınavını biz hazırlıyoruz ne de bağlı olduğumuz yönetmeliği. Hata sistemde, hata bizim söz sahibi olamamamızda, öğrencilerde, lisede verilen eğitimde..."Geçen yıl YÖK tarafından değiştirilen yönetmelik uyarınca yıllık sistemden dönemlik sisteme geçilmesi olumsuz sonuçlara yol açmış.Birçok fakülte ve bölümün hazırlık sınıfı affı getirmesi öğrenciyi ayrıca olumsuz etkilemiş...Üniversitenin yetkili organları bu sonuçları irdeliyor, çözüm düşünüyor mu? Ne düşünüyorlar? Cemaat medyası "Sanık generaller terfi edemez" diyor. Allah Allah! Sanık generallerin TSK'da çalışması değil, terfi etmesini sakıncalı buluyorlar...* * *Erdoğan, "Yıllarca mollalar İran'a diyen CHP'nin tesettür için bize İran'ı model göstermesini anlayamadık" diyor. CHP, İran'ın bile gerisinde olduğumuzu anlatmak istiyor olmasın.Gülhan Elmas
Milliyet
1,345,004
Yazarlar
MADDİ KAZANÇLAR VAR Bugün parasal konulara zaman ayırabilir ya da kazançlı olabilecek işlerle ilgilenebiliriz. En azından hayattan daha fazla destek alabileceğimiz koşullar var. Öğle saatlerinden itibaren kalıcı ve somut şeyler üzerinde duracak ve aceleci davranmak istemeyeceğiz. Hayatın güzel yönlerine zaman ayırabilir, zevklere de yönelebiliriz.   Zevklere aşırı kaçabileceğimiz bir günde olduğumuz için yediklerimize dikkat etmeliyiz. Abartılı yaklaşımlar içinde olabilir ve dikkatsiz davranarak elimizdekileri çarçur edebiliriz. Bencil olmamalı, başkalarıyla daha fazla şey paylaşmaya bakmalıyız.
Milliyet
1,340,103
Yazarlar
Hakan Kırkoğlu hkirkoglu@ttmail.com Müneccimbaşı GÜÇLÜ DESTEKLER BULABiLiRiZ  Bugün güçlü kişilerden destek arayabilir, kendi alanlarında otorite olan kişilerden yardım isteyebiliriz. Oldukça kararlıyız. Düşüncelerimizde netlik aramalıyız. Kendimize olan inancımızı ortaya koyabileceğimiz şartlar var. Pek çok konuda hızlı adımlar atmak kolay olacak. Artan bir iyimserlik içerisinde olacağız. Ancak bugün aşırı idealize ettiğimiz konular yüzünden bazı yanlış anlamalar ve hayal kırıklığıyla karşılaşabiliriz. Başkalarının görüşlerini dikkatle dinlemeli, onların ne dediğini sadece kafamıza göre yorumlamamalıyız. Kendi eksiklerimizi daha rahat görebileceğiz.
Milliyet
1,318,965
Yazarlar
Her iki liderden de güzel sinyal geldi..  Doğru sinyal geldi..İkisi de artık şu laiklik meselesine, türban meselesine, başörtüsü meselesine takılmayalım mesajı verdiler..Başbakan dedi ki; bir metrekarelik başörtüsüne takıp, sallamakla cumhuriyetçilik olmaz. Bilimde sanatta bunu yapacaksın. Aklı bilimi bu yolda kullanıyorsan gerçek cumhuriyetçi sensin. Haklı..Aklı bilimi başka işlerde kullanmak gerek..CHP lideri dedi ki; laikliğe takıldık aslında elden giden sosyal hukuk devleti. Sosyal devlet sadaka devletine dönüşüyor.. Haklı..Ana meselelere sıra gelmiyor..*  *  *Sevindirici olan şu.. İkisi de bu mevzuunun gündemden çıkarılmasını istiyor.. İkisi de sabah akşam bu meselenin  konuşulmasından sıkılmışa benziyor..Ben de diyorum ki elinizde..Kendiniz de kurtulun, bizi de kurtarın.. Memlekette başka sıkıntılar da var, başka mağduriyetler de.. Mesela,  devletten yardım almasa (kömür olabilir, gıda olabilir, para olabilir ) yaşamakta zorlanacak kaç kişi var, ne yapacağız?Mesela,  gelir adaletsizliğini nasıl düzelteceğiz?Mesela,  İstanbul'u depremden nasıl kurtaracağız?Konu çok..  Şu laiklik ve türban sarmalını bir kırsak gerisi gelecek.. Bakan nasıl doktorluk yaptı?Tesettürlü kadınların erkek eli sıkmadığı görüldü de bir erkeğin kadın eli sıkmaktan kaçındığına Türkiye Cumhuriyet'inin zirvesi ilk kez tanık oluyor.. Belki daha önce görülmüştür ama bu farklı..O kişi hem bakan..Hem doktor.. Elini sıkmaktan kaçındığı kişi Cumhurbaşkanı'nın eşi..Hekimliği sırasında ne yaptı acaba?  Kadın hastalara bakmadı mı? Çok şaşırdım!..*  *  *Sağlık Bakanı'nı başarılı bulurum..  AKP yüzde 47'leri bulduysa sağlık konusunda yaptıklarının çok büyük payı olduğunu düşünürüm..Ne diyeyim.. Üzüldüm..*  *  *Yarın Anadolu'nun ücra kasabasındaki sağlık ocağında erkek doktor kadın hastaya el sürmem derse bakan ne diyecek?Biz kadın doktorlar erkek hastalara bakmayabilir diye dertlenirken..THY Genel Müdürü başarılı mı?Başarılı.. Hem de çok başarılı.. Sadece biz değil yabancılar bile THY'nin müptelası oldu.. Her yere uçuyor, hizmet desen on numara, daha ne? Önceki gün filosuna beş uçak daha katmış.. Avrupa'daki hava yolları krizi nasıl atlatacağız diye debelenirken THY şaha kalktı.. Lafı uzatmaya gerek yok; bu Temel Kotil'in eseri.. Biz bunu söyleyince diyorlar ki, şiştiniz mi daha iki yıl önce terlikli resimlerini basmıştınız..  Ben de diyorum ki, o başka bu başka.. Bir genel müdürün terlikle dolaşırken resmi her zaman basılır, başarısı da her zaman övülür..*  *  *Fırsat bu fırsat siz de takım tutma huyunuzdan vazgeçin.. Bizim gibi yapın.. Yeri geldiğinde övün, yeri geldiğinde eleştirin!..Yeni Türkiye  diyorsunuz ya!..Demokrat Yargı aklandı..Geçen yıl kurulduklarında iktidarın uydusu zannetmiştik..   Haksız da değildik.. Demokrat Yargı Derneği'nin Eşbaşkanı Osman Can iktidar yanlısı değil sanki iktidar sözcüsü  gibiydi.. İktidara yakın gazeteler her sözünü önemsiyor, manşetlere çıkarıyordu..Bu dernek, Anayasa değişikliğine evet kampanyası yaptığında baş tacıydı.. Taa ki HSYK seçimlerine kadar!..Ne olduksa bu seçimler öncesi oldu.. Bakanlığın bürokrat adayları başı çekince öteki eşbaşkan Ertekin isyan etti..  Yürütme yargıyı ele geçiriyor  dedi.. Bakanlığı baskı kurmakla suçladı..Beriki eşbaşkan Can tınmadı..  Olacak o kadar ne var bunda demeye getirdi..(Bu arada YÖK şansına münhasır kadro açmış; İstanbul Hukuk'a atamasını yapmıştı )  Demokrat yargı ortadan çatladı..Sonuç; iktidarın rotasından çıkmamaya çalışan Osman Can eşbaşkanlıktan gitti, dernek ilkeli tavrını sürdürerek gerçekten demokrat oldu..*  *  * Merakım şu.. Can varken bu derneği yere göğe koyamayanlar şimdi ne yapacak? Ekranlarını, gazetelerini eskisi gibi açacaklar mı? Yoksa Osman Can gitti sevda bitti mi diyecekler? Demokrat Yargı'ya demokrat olduğu için mi alaka gösteriyorlardı, Can olduğu için mi? Göreceğiz..
Milliyet
1,318,961
Yazarlar
YIL sonu yavaştan geliyor ya, "En" ile başlayan listeler de yayınlanmaya başladı artık.Maxim Dergisi 2010 yılının "En çekici 100 kadınını" seçmiş meselâ.Baktım.Çoğunu tanımıyorum.Tanıdıklarım arasında ise 38. sırada Angelina Jolie, 27. sırada Hilary Duff, 21. sırada  Milla Jovovich, 18. sırada Christina Aguilera, 14. sırada Scarlett Johansson, 11. sırada Eva Mendes, 9. sırada Kim Kardashian, 5. sırada Megan Fox var.Yüzde 8 yani.Rezalet.Güzeller konusunda bu denli cahil kalmış olmam, hakikaten rezalet bir şey.Ve bakınca 100 güzele de alıcı gözle, cehaletimin utancı, yerini pişmanlığa bıraktı hızla.Bir de not.100 güzelden biri bile bizden değil.Neden ki?*  *  *Esquire Dergisi'nin listesi farklı bir yaklaşımla hazırlanmış.Onlar her ülkedeki "en seksi kadını" seçmişler.Arjantin'in bir numarası, ülkenin gerçekten bir numaralı kadını. Hatta insanı.Çünkü Cristina Fernandez de Kirchner, Arjantin Devlet Başkanı.Benzer bir durum Azerbaycan için geçerli."First Lady" Mehriban Aliyeva, bir numara Azerbaycan'da.Mısır'ı temsilen Hanan Turk listede.O bir sinema sanatçısı. Bir süre önce tesettüre girmiş. Listeye girmesinde bu durum etkili mi, diye; doğrusu merak ettim.Fransa'nın en seksi kadınını, ne söylemenin, ne tartışmanın âlemi var: Carla Bruni.*  *  *Hindistan'ın bir numarası elbette Bollywood'tan çıkacaktı.Çıkmış da, Aishwarya Rai Bachchan.İran'ın en seksi kadını Bahar Soomekh. (meraklısı için söyleyelim) Testere 4 ve Testere 5 filmlerinde oynamış.Ya İtalya denince ne gelir akla?Doğrusu...Monica Bellucci demeyenin aklına şaşarım!Yine bir malumun ilanı:Ürdün Kraliçesi Rania Al Abdullah.İşte bir tane daha:Katar Emiri'nin eşi Sheikha Mozah.Derseniz ki:Türkiye'nin en seksi kadını kim?Esquire, Burcu Esmersoy'u seçmiş.Ben olsam kimi mi seçerdim?Bir gün Esquire Dergisi'ni yönetirsem, o zaman söylerim.Yeni limanİZMİR Ticaret Odası Başkanı Ekrem Demirtaş'ın, Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu'na "atfen" verdiği bilgiye göre:Altınyol'un önünün, Bayraklı iskelesi civarının kruvaziyer limanı haline dönüştürülmesi düşünülüyor...Olur mu?Olur.Çok güzel olur.Mükemmel olur, muhteşem olur.Ama iş büyük.İş zor.İş pahalı.O nedenle soru şu:Kim yapacak bu limanı?Soru bu olunca, gözler de Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım'a çevriliyor hemen.Acaba o ne diyor?"Atfen" de olsa...Yıldırım'ın cevabını bilen  var mı?Tek karelik en seksi Mısırlı
Milliyet
1,324,156
Yazarlar
TV kanalları, günün ilk ajans haberlerini sabah saat 6'da vermeye başlıyorlar. Haberleri sunan kadınlı erkekli spikerler, kim bilir kaçta kalkıyor ve kaçta geliyorlar stüdyolara?* * *Dün sabah saat 6'da NTV'yi açtığımda, ilk flaş haber Saros'ta saat 4.51'de 5.3 büyüklüğünde bir deprem olduğu idi.Sarsıntı, sadece Gelibolu ile Çanakkale'de değil, İzmir'le İstanbul'da da hissedilmişti.* * *Pazar sabahı saat 10.45'te Taksim Meydanı'nda, bir intihar saldırısı "güm"lediğinde; bir İstanbul depremi de gerçekleşseydi diye, kara bir mizahın diş gıcırtıları dolaştı aklımda.* * *Dünkü Hürriyet'te, ilk sayfanın ortasında Yorgo Kırbaki'nin fotoğraflı bir haberi vardı:"ATİNA'DA TERÖR ALARMIBombaların hedefi elçilikler."* * *Dünkü Milliyet'in sürmanşetindeki bir kareye de:  "Merkel'in makamına kargoyla bomba Avrupa'da paketli bomba paniği"Haberi gelip yerleşmişti.* * *Avrupa'yı, ABD'yi, Kanada'yı sarmalayan zarflı, paketli bir bomba trafiği neyin nesiydi?Afganistan'da, Pakistan'da, İran'da, Irak'ta, Suriye'de ve bizde; bazıları da "canlı" olan bomba gümlemeleri ise, neyin nesiydi?* * *Dubai'den Yemen'den kalkan kargo uçaklarına; Londra'yı, New-York'u hedefleyen bomba paketlerini yerleştirenler; ola ki kendi yandaşlarına güçlerini kanıtlamak isteyen "kökten dinci" liderleriydi.* * *Yunanistan ile Almanya'da, elçiliklerle Başbakanlık'a gönderilen bombalı zarflarda ise; o kadar sudan bir patlayıcı vardı ki; birilerinin "şaka" yapıp yapmadığı kuşkusu bile doğmuştu oralarda...* * *Orta ve Yakındoğu'da patlayan bombalarda ise; belki de evrensel bir "silah lobisi"nin gölgesi dolaşıyordu.* * *Nicholas Cage'in "Savaş Tanrısı" filmi, bu konuda adeta bir belgeseldi.Ve Türkiye'de de, sanırız daha çok dikkate alınmalıydı.* * *Bazı üst düzey ajanlar; kimleri bir iç savaşa yönlendiriyor ve onlara nerelerden hangi tür silahlar sağlıyorlardı?Üst düzey ajanların, bazı devlet başkanlarıyla da işbirliği içinde olduğu açıklanıyordu filmde.* * *21. yüzyılın "küreselleşme" süreci, henüz alışılmamış boyutlarda.Her gün TV'lerde yayınlanan meteorolojik tablo; Tokyo'da, Moskova'da, Paris'te, Washington'da sıcaklığın kaç derece olduğunu göstermekte...* * *İnternette "facebook"lara ise, dünyanın bin bir tarafından öylesine değişik dostluk yazışmaları yağmakta ki...İnsanın aklı almıyor.* * *Şimdi bir de, yakınım ve çok sevdiğim Aslı Barış'ın, 10 gün kadar önce Radikal'de çıkmış olan -ilginç mi ilginç- bir yazısına göz atalım:"Emlak kralı Stan Gale, Güney Kore hükümetinden satın aldığı boş alanı 5 trilyon dolar değerinde bir vahaya dönüştürdü.Hayır, havuz ve bahçenin 'lüks' olarak adlandırıldığı dev sitelerden bahsetmiyoruz. Güney Kore'nin en büyük üçüncü kenti İncheon'un yakınlarında bulunan Sogdo; 10 yıl süren ve 40 milyon dolar harcanarak yaratılan yapay bir kent. Gala İnternational ve Cisto şirketlerinin ortak projesi, Güney Kore'den 2.5 milyar dolar karşılığında alındı. 2015'te tamamlandığında 5 trilyon etmesi öngörülüyor v.s."* * *2 Dünya Savaşı'ndan sonra; insan öldürmenin, silahçılara yarayan getirisi de sona erdi, toprak işgallerinin politikacılara yarayan getirisi de ve hatta kara, deniz ve hava kuvvetlerinin eski önemi de...* * *Kara kuvvetleriyle kime saldıracaksın, yahut kimin saldırısına karşı koyacaksın?İsteyen istediği ülkeye zaten turist olarak gitmekte ve hatta oraya yerleşmekte...Neden topla tüfekle saldırılsın ki o ülkeye?* * *Deniz savaşları da çoktan bitti.Kim kiminle nereyi almak için savaşacak denizlerde?* * *Hava kuvvetlerine gelince...Uzun menzilli füzeler; çok daha yok edici, uçak saldırılarından...* * *Güney Kore'de olduğu gibi, yeterli bir kaliteye sahip olmayan kentler de; küresel şirketlere satılmakta ve evrensel bir kaliteye kavuşturulmakta...* * *Bu tür değişim konuları; 20-25 yıl, belki de daha fazla bir süre, bizim gündemimize girmeyecek.* * *Öyle görünüyor ki, Nicholas Cage'in "Savaş Tanrısı" filmini çağrıştıran olaylar yaşanacak daha bir süre...* * *Dün sabah saat 4.51'de Saros Körfezi'nde gerçekleşen 5.3 büyüklüğündeki deprem konusunda; bakalım bilimsel yorumlar nasıl gelişecek?
Milliyet
1,346,001
Yazarlar
Başkanı Jean Paul Costa'nın sözlerini dinlediğimde hayretler içinde kaldım... Haber Türk TV'de Belkıs Kılıçkaya, 'da maddesi varken türban yasağının kaldırılıp kaldırılamayacağını sorduğunda şu cevabı veriyordu Costa: " şu anda türbanı serbest bırakan bir düzenlemeye gidebilir mi? Hayır, anayasada bir değişiklik yapılmadığı takdirde bizim mahkememizin kararını ihlal etmiş olur... Eğer Türkiye bu konuda ille de bir düzenlemeye gitmek istiyorsa laik bir devlet olmayı istemiyorsa o zaman tabii ki durum farklı olur..."   Bir hukukçu, hele de AİHM Başkanı bir hukukçu nasıl böyle konuşabilir?!  Siyasi tercihlerini ve ideolojik önyargılarını hukukun üstünde tutan hukukçular böyle konuşabilir; bizde bunun örnekleri görülmüştür. Ama bir AİHM Başkanı böyle konuşabilir mi?!    Ama hangi laiklik? Belkıs Kılıçkaya sorularla konuyu açtı. Uzun süre 'da çalışan ve bu konuları çok iyi araştırmış olan Kılıçkaya, Fransız laikliğini hatırlattı. Fransa da laik bir devlettir ama üniversitelerde hiçbir kıyafet ve dini simge yasağı yok, özel okullarda da yok... Sadece devlet liselerinde var...  Laiklik Fransa'da niye üniversitede ve özel okullarda yasak getirmiyor?    Bunun üzerine AİHM Başkanı Costa, Fransa'da ve Türkiye'de laikliği yorumlamanın iki devletin "takdir yetkisi"nde olduğunu belirterek şunları söyledi: "Sizin sorunuza gelirsem, Türkiye, anayasasındaki laiklik ilkesine dokunmadan bunu (türban serbestisini) yapamaz mı? Tabii bu mümkün olabilir, tartışmaya açık..."    Halbuki başlangıçta anayasadan laikliği çıkarmadıkça türban yasağının kaldırılamayacağını söyleyen kendisi değil miydi?! Costa, başlangıçta 'İslamofobik' önyargılarıyla konuşmuş, ama sorularla laiklik kavramına açıklık getirilince hukukun gereğini ifade etmek zorunda kalmıştı. Aksi halde "Fransa da yasaklamalıdır" gibi bir zırvaya sürüklenmek zorunda kalacaktı!   Uluslararası yargıçların da nasıl önyargılı olabileceğinin hazin bir örneğidir bu.     Fransa'daki laiklik Konunun tartışıldığı TV programında AİHM Büyük Dairesi'nin kararından cümleler okudum. Karar, üniversitede çeşitli kurallar koymanın "devletin takdir yetkisinde" olduğunu belirtiyordu. Üniversitede türbanın "yasaklanması gerektiğini" değil, "yasaklanabilir" olduğunu belirtiyordu. Elbette "kaldırılabilir"di de... Bundan başka, karar, üniversitedeki kıyafet yasağının "Türkiye'ye özgü" olduğunu vurguluyordu: Yani laikliğin evrensel anlamının gerektirdiği bir yasak değildi...   AİHM Başkanı Costa'nın önyargıyla söylediği "laiklik durdukça türban yasağı kalkmaz" anlamındaki ilk sözleri, öylece kalsaydı çok istismar edilirdi... Kılıçkaya sorularla Fransız laikliğini hatırlattı da nihayet AİHM Başkanı "yasak kaldırılabilir" diyerek hukuki gerçeği ifade etmek durumunda kaldı!   Fransa'da da laiklik 19. yüzyılda katı ve yasakçıydı; pazar ayinlerine giden öğretmen, ve subaylar işten atılırdı! Bugün Fransız laikliği hayli liberalleşmiştir. Bizim laikliğimiz de o yoldadır. Sadece türban değil, cemevleri ve azınlıkların dini özgürlükleri bakımından da laikliğimizin Fransa'daki gibi liberalleşmesi gerekiyor.
Milliyet
1,336,677
Yazarlar
O ana kadar dengede giden maçı koparan Makukula. Topa sahip olmadan, ne yapacağına karar verip, uygulamak böyle bir şey işte... Hızlı bir oyuncu olmadığını biliyoruz. Ama en çabuk o. Tek bir hamleyle o koca gövdesini çevirip topu önüne alıyor, iki adım atıyor ve terse şahane vuruyor.Bu golü Servet üzerinden de konuşabilirsiniz. Geçen hafta Engin'e kaptırdığı toptan sonra bu daha mümkün.Ancak hakkaniyetli olmaz. Bunu yaparsanız bir suçlu bulup kendinizi rahatlatabilirsiniz belki. Fakat tartışılması gereken şeyi kaçırırsınız. Manisa'nın hem de en golcü olmayan forveti Makukula'yken, Galatasaray'ın forveti nasıl Pino olur? Bu durum nasıl alkışlanır?Fenerbahçe maçından sonra sahada uzaktan şut atmak dışında bir şey yapmayan Pino maçın kahramanı ilan edilmişti hatırlayın. İşte bu seviyeyi, takımın algılanışını, takımın kendisini nasıl algıladığını gösteriyor. Bugün itibarıyla Galatasaray tamamen kendilerine güvenlerini kaybetmiş bir oyuncular topluluğu. Asıl kötü olan birbirleriyle de herhangi bir güven ilkişkileri yok gibi.Bu durum inisiyatif almalarını engelliyor. Savunma rakibe dalış yapmak, hücumsa gördüğün yerden vurmaktan ibaret.Bir akın geliştirme, plan, sabır ve olgunluğunu asla göremiyorsunuz. Garip, anlamsız ve manasız bir telaştan başka bir şey yok.Üzerlerindeki forma rakipten çok kendileri üzerinde bir baskı yaratıyor gibi. Tamam çok yetenekli ekstra oyunlarla dolu bir takım değil bu. Ama var olan yetenekleri de kullanamıyorlar. Bu takımdan gönderilen Mehmet Güven karşıda gayet sıradan bir takımda takır takır oynuyor. Soğukkanlı, sert, iyi paslı...Bugün bu durum oyun içinde çok net olarak görülüyor. Görüldüğü için taraftar 'arkası gelmez dertlerimin'e başlıyor işte.Tribünden gelenler, oradaki ruh halini bilenler, bilir. Erkin Koray'ın harikulade şarkısı yükselmeye başlamışsa havlu atılmış demektir.Sezon, kadro hatta bazen yönetim gitmiş demektir. Dün sanki bu kadro da, yönetim de sonu olmayan bir yola girdi.Dün sanki bir devir kapandı gibi...
Milliyet
1,347,012
Yazarlar
ALBÜMDE KAÇ ŞARKI OLMALI? Yıllardır herkes kafasına göre takılıyor. Kimi   içine iki şarkı koyup, 'albüm' diye satıyor, kimi de 15 şarkıyla yetinmiyor. Birilerinin bu konuda bir şeyler yapıp, tüketiciyi koruması gerekmez mi?Bir havayolu şirketinin tarifeli uçak seferlerinden birinin biletini aldığınızda, hangi gün, hangi saatte nereye ve ne kadar sürede uçacağınız bellidir. İstanbul'dan Trabzon'a uçmak için bilet aldığınız havayolu şirketi, "Canımız öyle çekti" diye sizi Ankara'da veya Çarşamba Havaalanı'nda indirebilir mi?Peki Türkiye'de bir konser için bilet aldığınızda, dinlemeye gittiğiniz sanatçının sahnede ne kadar kalacağına ve asgari kaç şarkı söyleyeceğine dair bir ön bilginiz olur mu?Olmaz.Çünkü şarkıcının insafına bağlıdır her şey.Canı çeker üç saat şarkı söyler, canı istemez bir saat sonra çeker gider. Sahnede olan biten şeylerin çoğu spontane gelişir.Ama hazırlığı aylarca süren albümlerde durum öyle değildir.Her şey önceden planlanır. Buna rağmen 'albüm'lerde bir standart yoktur. Bir CD'ye müzik ve şarkı yüklenmesi ona 'albüm' denmesi için yeterli midir?O şarkıların adedinin ve toplam sürelerinin hiçbir önemi yok mudur? Elbette ki vardır ve olmalıdır. Ama gel gör ki Türkiye'de işler böyle yürümüyor. İçine iki şarkı kaydedilen CD de, içinde 17 şarkı olan da insanlara 'albüm' olarak satılıyor; üstelik de aynı fiyattan.Her şeyi devletten beklemeye alıştığımız için, 'devlet baba' bu konuda bir şey demeyince, kuralsızlık olarak algılıyoruz bunu nedense. Ne müzik sektörünün bir prensip kararı var bu konuda, ne de MÜYAP, MSG, MESAM,     MÜYORBİR gibi meslek örgütlerinin aldığı bir karar.Yıllardır herkes kafasına göre  takılıyor.Kimi içine iki şarkı koyup, 'albüm' diye satıyor, kimi de 15 şarkıyla  yetinmiyor.Birilerinin bu konuda bir şeyler yapıp, tüketiciyi         koruması gerekmez mi? Gerekir, ama    nerede öyle  birileri?HANGi 'ALBÜM'DE KAÇ ŞARKI VAR?Son aylarda çıkan ve bende olan 'albüm'leri alt alta sıralayıp, içlerinde kaç şarkı olduğunu yazınca öyle sanıyorum ki ne demek istediğim daha iyi anlaşılacak.  Ayşegül Aldinç:  O Kız - iki şarkı.Levent Yüksel: Aşk Mümkün müdür Hâlâ - iki şarkı.Merİh Ermakastar: Hazan Yeri - iki şarkı.Tarık Tüfekçİ: Susma - dört şarkı.Zelİha Sunal: Aşk Bana Kalır - beş şarkı.Nilay Dorsa: Afrodizyak - beş şarkı.Selen Servİ: Göze Aldım - altı şarkı.Ayben Bİlge: Beklenen - dokuz şarkı.Berkay: Bir İnat - dokuz şarkı.Yılmaz Morgül: Ylmzmrgl - 10 şarkı.İsmail Türüt: Kırktan Sonra - 10 şarkı.Yonca Lodi: Milat 10 şarkı.Sabahat Akkİraz: Live Dillerdeki Türküler - 10 türkü.İlyas Parlak: Manahos Trabzon Türküleri - 10 türkü.Zeynep Dİzdar: Hayat Benim Elimde - 10 şarkı.Ömer Yılmaz & Tuncer Tercan: Ezgili Yürekler - 11 şarkı.Müslüm Gürses: Yalan Dünya - 11 şarkı.Kemal Sunal Türkülerİ - 11 türkü.Ozan Doğulu: 13 Obpm - 12 şarkı.Cİhat Aşkın & Gülden Teztel: Schumann  15 eser.Karmate: Navino - 17 şarkı.DEVLETİN BİR FİLMİ EKSİKTİ!Türkiye, bir yandan her şeyi özelleştirmekle övünüyor, ama öte yandan özel sektörün ilgi alanına giren konulara dalmaktan da geri kalmıyor.Film çekmek devletin işi mi?Arkadaşımız Önder Yılmaz'ın dün Milliyet'e manşet olan haberinden anlıyoruz ki, devlet bu alana da el attı.Başbakanlık, 'Gece Yarısı Ekspresi'nin dünyada Türkiye hakkında yarattığı olumsuz imajı silmek için bir film çekecekmiş.Şimdilik en uygun eser olarak da Sabahattin Ali'nin 'Kürk Mantolu Madonna'sı seçilmiş.Yakında sinemalarda şöyle bir fragman yayınlanmaya başlarsa hiç şaşırmam."Türkiye Cumhuriyeti iftiharla sunar: Sabahattin Ali'nin ölümsüz romanı 'Kürk Mantolu Madonna' pek yakında sinemalarda." Sabahattin Ali'nin en çok okunan romanlarından olan 'Kürk Mantolu Madonna' beyazperdeye aktarılsa elbette ki iyi olur.Ama devletin yapacağı bir iş değil. Sinema, sivil inisiyatifin işi.Hangi eserin, nasıl bir senaryo ile çekileceğinin kararını devlet verirse, film olmaktan çıkar 'propaganda filmi' olarak etiketlenir o.Projenin sahibi Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı'nın, "İnsan odaklı, aile, kadın ve çocuk vurgusu yapacak bir film" açıklaması bile başlı başına bunun nasıl bir propaganda filmi olacağının habercisi.Allah aşkına, bu devirde kim izler devletin çekeceği 'propaganda filmi'ni? Türkiye'yi yönetenlerin, 'Gece Yarısı Ekspresi'nin dünyada ülkemiz hakkında oluşturduğu olumsuz havayı, çekilecek bir karşı propaganda filmiyle yok etmesi olanaksız, ama Türkiye'nin, Başbakan'ın sözünü ettiği 'ileri demokrasi'ye ve gerçek anlamda insan haklarına kavuşması halinde pekala mümkün bu. Üstelik film masraflı bir iş ve yatırdığınız paranın geri dönüş garantisi de yok.'İleri demokrasi' ve 'insan hakları' ise masrafsız bir yatırım ve geri dönüşü de garanti.
Milliyet
1,340,084
Yazarlar
Irak Devlet Başkanı Talabani, Irak'taki hükümet kurma sürecinde Ankara'nın yanlış ata oynadığını, Allawi'nin kurduğu koalisyonu destekleyeyim derken sürecin tamamen dışında kaldığını söyledi Paris, Talabani'nin şehri.  70'li yıllardan beri Kuzey Irak'taki Kürt hareketinin iki liderinden biri olarak kapı kapı tüm dünyayı dolaşıyor, en büyük ilgi ve saygıyı Paris'te buluyordu. Aradan geçen zamanda Saddam Hüseyin devrildi, Irak tepeden tırnağa değişti, bir zamanlar birkaç binlik peşmerge gücünün komutanı olan Talabani bugün Irak'ın cumhurbaşkanı oldu. Yine de Paris'i ihmal etmiyor. Sosyalist Enternasyonal için geldiği Paris'te Irak Cumhurbaşkanı'yla çarpıcı bir sohbetimiz oluyor. Aslında zaten Paris'te Louvre Müzesi karşısında Talabani'nin kaldığı şaşaalı otelde randevu sıramı beklerken, Talabani'nin danışmanlarından Ankara'yla ilgili bol bol şikâyet işitiyorum. Irak'taki hükümet kurma sürecinde Ankara'nın yanlış ata oynadığından, İyad Allawi'nin kurduğu koalisyonu destekleyeyim derken fazla asılıp sürecin tamamen dışında kaldığından dem vuruyorlar. Ortaya atılan iddiaların bir bölümü ilginç. Şikâyetlerin merkezinde ise Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu var. Davutoğlu'nun son dönemde Celal Talabani'nin cumhurbaşkanlığına karşı çıktığına, yerine Suudi Arabistan'la birlikte İyad Allawi'yi desteklediğine inanıyorlar. Bunlar iddia. Ortadoğu'nun her yerinde diplomatik koridorlarda komşu ülkelerle ilgili benzer iddialar olur. Bana ilginç gelen, röportaja başladığımda Talabani'nin adeta bu iddiaları doğrularcasına hiç çekinmeden "Türkiye cumhurbaşkanlığımı desteklemedi" demesi oluyor. Talabani'yle Bağdat'ta, New York'ta, Süleymaniye'de defalarca röportaj yaptım. Dobradır ama genelde çatışmacı üslup sevmez. Bu yüzden açık açık "Türkiye'de bazı sesle" diye Ankara'nın Bağdat politikasını eleştirmesine şaşırıyorum. Ama hemen sonra, yılların verdiği siyasi tecrübeyle dengeliyor: "Tabii sonra arkadaşım Gül aradı ve artık her şey unutuldu..." Ankara'nın istediği olmadıMam Celal (Irak'ta Talabani için kullanılan 'Celal Amca') öncelikle yeniden cumhurbaşkanı seçildiğiniz için tebrikler. Ancak Türkiye'de, Irak'taki son hükümet kurma sürecinin Ankara'nın istediği doğrultuda gelişmediği görülüyor. Bu doğru mu? Evet öyle. Bu siyasetin arkasında kim vardı bilemiyorum ama Türkiye'nin Irak politikası yanlıştı ve başarılı da olmadı. Ankara'nın desteklediği İyad Allawi başbakan olamadığı için mi diyorsunuz? Evet istedikleri başbakan olmadı. Ama istedikleri cumhurbaşkanı da dışişleri bakanı da olmadı. Yani Ankara, sizden başka birinin cumhurbaşkanı olmasını mı istedi Irak'ta? Evet öyle. Beni önce desteklemediler ama sonunda tebrik ettiler. Sevgili dostum Abdullah Gül cumhurbaşkanı seçildikten sonra bana kutlama telgrafı yolladı. Bu garip bir durum çünkü cumhurbaşkanlığınız döneminde Ankara'daki hükümetle çok yakın çalıştınız, Irak ve Kuzey Irak'la ilişkiler son dönemde çok gelişti...Ben de şaşırdım Türkiye'de bazı seslerin bana karşı olduğunu görünce, ama evet bana karşı bazı sesler olduğunu gördüm. Doğrusu şaşırdım çünkü hiç abartısız söylüyorum Türkiye ve Irak arasındaki stratejik ilişkinin mimarı benim. Bu yüzden medyada hep 'Kürt olmasına rağmen Türkiye'yle ittifak kurdu' diye yazılıyor. Türkiye ve Irak arasındaki ilişkinin bu kadar ilerlemesine çabaladıktan sonra bazı isimlerin (isim vermiyor) bana karşı çıkmasına şaşırdım. Türkiye'nin nüfuzu daha fazlaMantığı nedir? Bilemiyorum. Ama şimdi hepsi geride kaldı ve unutuldu. Hâlâ Türkiye'nin dostuyum. Stratejik dostuyum ve geçmişten fazla söz etmek istemiyorum.Irak'ta yeni kurulan hükümette İran damgası olduğu ve artık İran'ın Irak'taki en önemli güçlerden biri olduğu söyleniyor. Irak'ta Türkiye'nin nüfuzu İran'dan fazla. İran'ın öyle abartıldığı kadar bir nüfuzu yok. Bakın ben Türkiye'nin dostuyum, İran'la sizle olduğu gibi bir stratejik ittifakımız yok. Meclis başkanı da Türkiye'nin yakın dostu. Oysa İran (Başbakan) Maliki'den o kadar da memnun değildi çünkü Maliki gitti Mehdi Ordusu'nu (Mukteda el Sadr'a bağlı İran destekli silahlı milis grubu) silahsızlandırdı ve gitti Amerikalılarla SOFA anlaşmasını imzaladı. (ABD askerlerinin Irak'tan çekilme anlaşması) İran'ın nüfuzu var demek abartı. Irak gerçeği biraz daha komplike. Üstelik Irak'taki Şii'ler İran'a yakın hissetmiyor. Kendilerini Arap ve gerçek Şii sayıyorlar. Bakın Iraklı Şiilerin en yüksek din adamı (Ayetullah) Sistani İran'dan farklı düşünüyor, Humeyni'nin Velayet-i fıkıh teorisine başından beri karşı.PKK ve Türkiye arasında bir dolaylı diyalog ve dağdan inme projesi var. Ancak PKK'nın eylemsizlik ilan etmesine rağmen bundan sonraki adımların ne olduğu belli değil...Bundan sonraki adım PKK'nın sadece ateşkes ilan etmesi değil tamamen silahlı mücadeleyi terk etmesi ve siyasi mücadeleye girmesidir. Ateşkes yetmez, PKK silahları tamamen bırakıp siyasi faaliyete geçmeli. Devlet ise Öcalan'la teması devam ettirmeli ve artık bağımsızlık talep etmediklerine ve demokrasiyi kabul ettiklerine göre PKK'yla bir anlaşmaya varmalı. Bu mesele ancak böyle çözülür. PKK?Irak sınırına mı?Öcalan'ın, PKK'nın Türkiye'yi terk edip Irak sınırına çekilmesini talep ettiğini duyuyoruz. Bu gerçekleşiyor mu?Bu doğru bir çağrı. Eğer Türkiye'de kalırlarsa ister istemez ordu birlikleriyle çatışmalar yaşanacaktır. Eğer Irak'taki üslerinde sorun yaratmadan sessizce otururlarsa daha kolay olur çözüm. Sizin rolünüz nedir? Türkiye'nin bir dostu olarak benden istediklerini yapmaya hazırım. Hem Irak Cumhurbaşkanı hem de Türkiye'nin dostuyum. Şiddetin bitmesi ve barışçıl bir çözüm için üzerime düşeni yapmaya hazırım. Ama acele etmemiz lazım. Sabır gerekiyor. 2011'e adar ateşkes iyi. Şimdi (2011 sonrası) yeni anayasa daha demokratik olacak.  Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani arkadaşımız Aslı Aydıntaşbaş'ın sorularını yanıtladı.Ankara benim cumhurbaşkanlığımı desteklemedi. Ama artık bunlar geride kaldı. Hâlâ Türkiye'nin dostuyum*Yeni kurulan hükümette İran'ın etkisi abartılıyor.*PKK meselesinde üzerime düşeni yapmaya hazırım, ama ateşkes yetmez PKK silahı tamamen bırakıp siyasi faaliyete geçmeli* Sabır lazım. 2011 sonrası anayasa daha demokratik olacak
Milliyet
1,345,016
Yazarlar
İştah veya açlık hissi vücudumuzda hipotalamus tarafından kontrol edilen yaşamsal mekanizmalarımızdan biridir. Kandaki glukoz düzeyi düştüğünde beyne uyarı göndererek yemek yenilmesi gerektiğini belirtir. Çoğu bilim adamına göre iştah geçmişten atalarımızdan gelen bir alışkanlıktır.Bayanlarda iştah özellikle vücutlarında hormonal değişimler olduğunda, hamilelik, menapoz, regl öncesi.. gibi durumlarda artmaktadır. Bunun yanı sıra mevsimsel değişimlerde kadınlarda özellikle karbonhidrat ağırlıklı bir beslenmeye yönlendirmekte, mutluluk hormonu olan serotoninin salgılanmasını sağlamaktadır.Peki iştahımızı bastırmak için ne yapmalıyız?*Yemeklerinizi yavaş yemeye çalışın. Beynimiz yemeğe başladıktan 20 dakika sonra tokluk hissini algıladığından yavaş yemek iştahı baskılamaktadır.*Yemeklere çorba ile başlayın, özellikle sebze çorbalarını tercih edin. Mide kapasitesini dolduracağından daha az yemek yiyeceksiniz.*Az az sık sık yemek kan şekerinizi de dengelediği için açlık hissini baskılamaktadır. Günde 3 ana, 3-4 ara öğün illaki şart.*Ayrıca yemekten önce büyük bir bardak su içmekte etkili bir yöntemdir. Kendinizi aç hissettiğinizde 1-2 bardak su için ve 10 dakika bekleyin. Açlık hissinizin azaldığını hissedeceksiniz.*Yemeklerinizde, salatalarınızda elma sirkesi kullanın. Sirkenin iştahı baskılayıcı özelliği bulunmaktadır.*Bol bol yeşil yapraklı sebzeler yiyin, hem kalorisi yok denecek kadar azdır hem de içeriğindeki posa tokluk hissinizi artıracaktır.*Yemek ve salatalarınıza iyotlu tuz kullanın. İyotun da iştahı baskılayıcı özelliği vardır.*Protein'in insulin seviyesini azalttığı, insulinin azalmasının da açlık hissini azalttığı bilinmektedir. Beslenme programınızda hem bitkisel kaynaklı (mercimek,nohut,kuru fasulye,barbunya), hem de hayvansal kaynaklı (kırmızı et ,tavuk ,balık ,hindi ,yumurta ,yoğurt ,süt ,peynir) protein içeren yiyeceklerin bulunması önemlidir. Mümkün olduğu kadar da yağsız olanları tercih edin.*Bol lifli ürünler tüketin, ekmek olarak tahıllı, kepekli ekmek, makarna veya pilav olarak kepekli makarna, kepekli pirinç pilavı ve bulgur pilavını tercih edin. Diğer ürünlere göre daha fazla lif içerdiklerinden tokluk hissiniz de artacaktır.*Adaçayı ve ıhlamur çayının yine iştahı baskılayıcı özelliği bilinmektedir. Ara öğünlerde herhangi bir sağlık probleminiz yoksa tüketebilirsiniz.*Ara öğünlerde yine lif oranı yüksek olan elma, armut, ananas, ayva gibi meyveleri tercih edin ve yanında süt veya yoğurt tüketin.*Günde 1/2 çay kaşığı kadar toz tarçın tüketimi de kan şekerini dengeleyici etkisinden dolayı açlık hissinizi azaltacaktır. Günlük tüketeceğiniz süt, yoğurt veya bitki çaylarınıza ilave edebilirsiniz.*Günde 10-15 adet fındık, badem veya ceviz tüketin. Hem lif oranı yüksek hem de içeriğindeki krom minerali sayesinde tokluk hissiniz de artacaktır.*Yağlı, şekerli yiyecekler diğer yiyeceklere göre daha çabuk tüketildikleri ve yağa dönüştükleri için en kötü seçeneklerdir. Mümkün olduğu kadar light ürünleri tercih edin.Dyt. Özlem Sert Aydınhttp://www.facebook.com/pages/Diyetisyen-Ozlem-Sert-Aydin/119820661412701
Milliyet
1,344,997
Yazarlar
GÜÇLÜ DESTEKLER BULABiLiRiZ  Bugün güçlü kişilerden destek arayabilir, kendi alanlarında otorite olan kişilerden yardım isteyebiliriz. Oldukça kararlıyız. Düşüncelerimizde netlik aramalıyız. Kendimize olan inancımızı ortaya koyabileceğimiz şartlar var. Pek çok konuda hızlı adımlar atmak kolay olacak. Artan bir iyimserlik içerisinde olacağız. Ancak bugün aşırı idealize ettiğimiz konular yüzünden bazı yanlış anlamalar ve hayal kırıklığıyla karşılaşabiliriz. Başkalarının görüşlerini dikkatle dinlemeli, onların ne dediğini sadece kafamıza göre yorumlamamalıyız. Kendi eksiklerimizi daha rahat görebileceğiz.
Milliyet
1,343,647
Yazarlar
Konuk Mersin İdman Yurdu'nun girdiği pozisyon sayısı 3... Attığı gol 2. Evsahibi Altay'ın pozisyonu en az 7... Attığı gol 1. Kaleciler mi, golcüler mi farklı? Bence ikisi de... Kerem İnan, maçın adamıydı. Burnunun dibinden vurdular hepsine uzandı çıkardı. Siyah-beyazlı ayakların bir de saç baş yolduran vuruşları var, akıl alır gibi değil. Tam da, "Haydi Mehmet Şen sen de birşeyler yap artık" derken, nihayet bu kez Kerem'in uzanamayacağı köşeye yapıştırdı kafayı.Altaylı futbolcular, mevsimin en atak, en tempolu, en baskılı futbolunu oynadı. Ancak bitirici vuruşlar yetersiz kalınca tabelada hareket olmadı. Eşitlik golünden sonra, golü yiyen Nurullah Sağlam, oyuna golcü Yunus'u sürdü. Golü atan Coşkun Demirbakan da savunmacı Evren'i..! Yunus, takımının ikinci golünü attı, ardından üçüncüsünü kaçırdı. Şimdi ne demeliyiz, "Bu da teknik adam farkı" mı?Bence Burak'ın sakatlanmasıyla Altay'ın oyun planı altüst oldu. Kulübede golcü diyebileceğimiz bir tek Mehmet Şen vardı. Gerisi de tabelayı değiştirecek türden değildi. O nedenle yapılan değişiklikler nafile. Laf olsun torba dolsun mahiyetindeydi. İki takım arasındaki birkaç ayrıntı, etkileyici ve de skor belirleyici oldu. Yani şöyle; varsayalım ki kalecilerin formalarını değiştirdik. Altay uzak ara önde bitirirdi maçı. Yine de çok yazık. Her şeye rağmen hakedilmiş bir yenilgi değil böylesi.
Milliyet
1,343,663
Yazarlar
Heybeliada sokakları Adalar, İstanbul'un üvey evladı gibi... Hafta sonu ve bayram tatillerinde, ama mutlaka güzel havalarda 'günü-birlikçi'lerin hücumuna uğrarlar. Sabahtan öğlene kadar hınca hınç dolan şehir hatları vapurlarından boşalan insan bedenleri, aynı telaşla akşam vapur-larına doluşarak ortadan toz olur. İşte ondan sonra ada mey-danlarında biz bize kalmışlık hali başlar. Bayram tatilini fırsat bilerek ve bayram kalabalığına rağmen iki günümü, İstanbul'un ikinci büyük adasında geçirdim. İlk dikkatimi çeken, sokak isimleri oldu. Ana caddelere Refah Şehitleri, Lozan Zaferi  gibi isimler verilmiş. Ara sokaklarda şehit, orgeneral isimleri göze çarpıyor. Oysa burada ne bir muhabere yaşanmış, ne de kahramanlık destanı yazılmış... Doğu'da değiştirilen köy ve ilçe isimlerini tartışıyoruz ya... En azından Heybeli'de yüzyıllar boyu kullanılan sokak isimlerini bilmeyi, öyküsünü                dinlemeyi isterdim. Heybeliada'dan notlar* Heybeli'nin orijinal ismi Halki. Rumcada 'bakır' demek. Eskiden adanın arkasında bakır işletmeleri varmış.* Nedense Adalar'la ilgili internette doğru dürüst tarihi bilgiye rastlamak mümkün değil. Varsa yoksa pansiyonlar, vapur seferleri,  tarihiyle ilgili üç beş beylik laf... * Adalar, şehrin kalbinde nasıl olduysa bir sır gibi saklanmayı bilir. Herkes bu sırrı az ya da çok bildiğini sanır. Yalan! İskeleye adım attığı anda nereye gideceğini bilmeyen yüzlerce insandan birisiniz işte. 'Adalı' ve yabancı net bir çizgiyle birbirinden ayrılır. * Heybeliada'yla ilgili yazılı kaynak az. Nejat Gülen'in 'Heybeliada Coğrafyası, Tarihi, Yaşamı' ve Akilas Milas'ın 'Oğlunuz Er Yorgo Savaşırken Öldü'          kitaplarını bulabildim. * Adayı yürüyerek tam 1 saat 45 dakikada turlayabiliyorsunuz. Bazen yokuşları nefes kesiyor, bazen farklı noktalardan manzarası... Ada mimarisine sadık kalınan güzel yapılar çoğunlukta. Ama ek kat çıkmalar, ahşap binaya dandik kapı çakmalar da yok değil. * Ruhban Okulu, pazar günleri ziyarete açık. Ama pazar giderseniz de salı diyorlarmış. Heybeliada'nın en tartışmalı ve en tanınan binasına girmek için Patrikhane'den izin almakta fayda var. Yoksa o yokuşu tırmandığınız gibi inersiniz aşağıya...* Adanın arkasında kalan Çam           Limanı, Türkiye'nin sayılı koyların-  dan. Öyle güzel ve doğal bir koy ki   İstanbul'la hiçbir         şekilde alaka kuramazsınız. * Heybeliada, 'Türkan' dizisinin             çekimiyle az da olsa hareketlenmiş. Buna rağmen Heybeliadalılar hep Büyükada'nın gölgesinde kaldıklarından şikayetçi. Kıymeti bilinse değil Türkiye için, dünyanın en sık ziyaret edilen                        yerlerinden olacağı açık. * Heybeliada'da gayrımüslim nüfus, diğer adalar göre daha az. Ordu-Mesudiyeliler, Vanlılar, Malatyalılar, adanın        yeni sakinleri.   * Tatillerde kalabalıkların istilasına uğrayan Heybeliada'da her daim sakin, huzurlu bir köşe bulmak mümkün. Ayrıca dünyanın en besili sokak kedileri  burada yaşıyor! Huzurun göstergesi budur...ADANIN KEYiF NOKTALARI* Yeme içme faslı, iskelenin karşısında sıralanan meyhane, kafe ve restoranlarda. 12 yıllık geçmişi olan Mavi'den özellikle bahsetmeli: Doğma büyüme Adalı üç kardeşin işlettiği bu sempatik restoranda kendi yaptıkları mezeler şahane. Midye salma ve karidesli börek tam puan alır. Salatalar bile özenle, Nigar Hanım'ın tabiriyle 'kendi çocuğuna yapar gibi' hazırlanıyor.                              (Tel: 0 216 351 01 28)  * Halki ismini koruyan restoranı meşhur. O da sahilde, iskelenin yanında. Tatil günleri inanılmaz talep var. Akşama kalırsanız sempatik garsonu baştan söylüyor: Hiçbir şey kalmadı! Olsun, ne varsa getir... Dışarıda sobası da var, 'günübirlikçiler' gittikten sonra muhabbet şahane.                     (Tel: 0 216 351 02 02)* Türkan dizisinin çekimlerinde kullanılan deniz kenarındaki kulübe, resmen dünyadan elini eteğini küçücük bir koyda. Martılar kayalara tünemiş, karşınızda Burgaz. O gün denizden ya da ormandan ne çıkarsa onu yiyebilirsiniz: İki gün peş peşe mantar sote yedim, deniz ayağımın dibinde... Mekanın adını vermiyorum. Arayan, bulur!
Milliyet
1,332,816
Yazarlar
'Elde Var Hayat'ın 'gizli yetenekleri' sahneye çıkt... - Ali Eyüboğlu Ali Eyüboğlu Alice ELDE VAR EĞLENCE! 'Elde Var Hayat'ın 'gizli yetenekleri' sahneye çıktı  ve döktürdü. Ekipte sanat müziği okuyan da, rap söyleyen de, country müzik yapan da vardı. Çağrı Bingüller, oyuncularının bu yönlerinden dizide yararlanacak mı? Elde Var Hayat' dizisinin yemeğine giderken biri bana, "Acayip eğlenceli olacak" dese, ona vereceğim yanıt, "İyi misin?" olurdu. Çünkü genelde dizi yemekle sıkıcıdır. Hep beraber dizi izlenir. Dizi biter bitmez bir alkış tufanı kopar. Herkes birbirini kutlar, "Müthiştim şekerim", "Asıl sen süperdin" gibi komplimanlar birbirini izler. Şayet yemeğin verildiği yerde canlı müzik varsa, dizinin oyuncuları şarkıcıları dinlemekle yetinir, gecede başrolü kapmamaya özen gösterirler. BSK Yapım'ın TRT 1 için çektiği 'Elde Var Hayat'ın 13'üncü bölüm kutlama yemeği de öyle başladı, ama öyle bitmedi. Sadullah Şentürk'ün yönettiği dizinin 13'üncü bölümünün perdeden izlenmesinin ardından başlayan 'kutlama faslı' uzun sürmedi. Kandilli Paysage Restaurant'taki gecede canlı müzik başlayınca, yemeğin rengi de değişti. 'Elde Var Hayat'ın kadrosundaki 'cevherler' birer birer ortaya çıktı. 'Elde Var Hayat'; Emre Altuğ, Hande Subaşı, Adalet Çimen, Ahmet Kural, Serkan Kuru, Erdem Akakçe, Kerem Kupacı, Bala Atabek, Zeynep Zamire Kasapoğlu, Efe Kahraman ve İlayda Hoşgör'ün oynadığı bir dizi. Bu kadroda Emre Altuğ'dan başka şarkıcı var mı? Bildiğimiz yok, ama gerçek bizim sandığımız gibi değilmiş demek ki! Dizinin 'gizli yetenekleri' tek tek sahneye çıktı ve de döktürdü. 'Elde Var Hayat'ın ekibinden sanat müziği okuyan da çıktı, rap söyleyen de, country müzik yapan da. Hande Subaşı'dan coşturan potpuri Emre Altuğ, söylediği bir şarkıdan sonra sahneyi arkadaşlarına bıraktı. Altuğ, şarkıya başlamadan "Bir su rica edebilir miyim?" dedi. Altuğ'a su, yanı başındaki masadan değil, daha uzaktaki eşi Çağla Şıkel'den geldi. Altuğ'un ardından Hande Subaşı mikrofonu eline aldı. Bir dönem Show TV'de katıldığı şarkı yarışmasındaki performansıyla dikkatleri üzerine çeken Subaşı, önce nazlandı, ama söyledikçe açıldı. Subaşı, birbiri ardına söylediği şarkılarla ekip arkadaşlarına dakikalarca dans ettirdi. Subaşı'nın şarkı aralarında ha bire cep telefonuna bakması dikkatimi çekti. Sebebini sorduğum Subaşı, "Geçenlerde katıldığımız TV programı için Metin Abi (Özülkü) bu şarkıların notalarını bana SMS olarak atmıştı. Söylediğim şarkılardan müzisyen arkadaşların bilmedikleri çıkınca, onlara notaları göstermek durumunda kaldım" dedi. Akakçe, country müzİk yıldızı gİbİ Hande Subaşı'nın ardından sahneye çıkan Erdem Akakçe'nin çaldığı gitar ve söylediği şarkılar, 'Elde Var Hayat'ı, 'Elde Var Doyasıya Eğlence'ye dönüştürdü. Bilkent Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesi Tiyatro Bölümü mezunu Akakçe'nin müzisyenlik ve şarkıcılık yönünü biliyordum, ama Beyoğlu'nda çalıştığı yere gidip dinlememiştim onu. Önceki gece ' country yıldızı'nı aratmayan Akakçe'yi dinleyince şu kanaate vardım: Akakçe, müzisyenlik ve şarkıcılıkta da en az oyunculukta olduğu kadar başarılı. Öyle sanıyorum ki 'Elde Var Hayat'ın yapımcısı Çağrı Bingüller de, elindeki cevherlerin o gece farkına vardı. Bakalım bundan böyle Bingüller, oyuncularının bu yönlerinden dizide yararlanacak mı? Gülüm DağlıNE Ki ŞiMDi BU?H&M HEYECANINDAN UTANMAKÇağdaş ErtunaSon durumBen de dans yarışmasındaydımMehveş Evin Ne kadar İstanbullusun?Ali EyüboğluAliceELDE VAR EĞLENCE!Cadde'deki Hayalet--YABANCI FiLM HAYRANLIĞI MI,AL SANA!Hakan KırkoğluMüneccimbaşıÇABA iÇERiSiNDEYiZDilara Koçakİyi YaşamTAM TAHILLAR KARIN YAĞLARINDAN KURTARIYORSina KoloğluReyting canavarı'NEW YORK'TA BEŞ MiNARE' TV'DE iLK HANGi KANALDA?MUAZZEZ ABACIGhettoSaat: 22.00Fiyat: 45 - 90 TL Tel: 0 212 251 75 01CEM ADRİANBeyoğlu Hayal KahvesiSaat: 22.30Fiyat: 35 TL Tel: 0 212 244 25 58YOL PROJECT PLAYSİstanbul Jazz CenterSaat: 21.30Fiyat: 25 - 30 TL Tel: 0 212 327 50 50LOU RHODESBabylonSaat: 21.30Fiyat: 35 TL Tel: 0 212 292 73 68ŞEYTANCA ŞEYLERKulis Oda SahnesiSaat: 20.30Fiyat: 25 - 30 TL Tel: 0 216 467 33 32
Milliyet
1,318,960
Yazarlar
Aliağa Ticaret Odası Yönetim Kurulu Başkanı Adnan Saka, kadastro hizmetlerinin özelleştirilmesine isyan ediyor. Saka, "Bu değişikliğin zararını biz vatandaşlar çekeceğiz. Özellikle de iş dünyası bu uygulamadan büyük zarar görecek. Yasa ile oluşturulan özel 'Lisanslı Harita ve Kadastro Mühendislik Büroları' (LİHKAB) ile daha önce kamu eliyle ucuza yürütülen aplikasyon, sınır tespiti, birleştirme, cins değişikliği gibi kadastro işlemleri, 4 katı daha fazla ücret ile yapılacak. Yani bu uygulamanın yükü biz vatandaşlara 4 -5 kat fazla ek maliyet getirecek" diyor ve sözlerini şöyle tamamlıyor: Hizmetler pahalı olacak"Lisanslı Harita Mühendisleri Kanunu 16 Haziran 2010'da yürürlüğe girdi ve 1 Ocak 2011'den itibaren İzmir'de de uygulamaya konulacak. Oluşturulan özel bürolarda kadastro işlemleri, kamudan çok daha yüksek bedellerle yapılacak. Daha önce 1000 m2'ye kadar bir arsa veya arazinin aplikasyonu için 146.50 TL. ödenirken, yeni uygulamayla 360 TL, cins değişikliği için 157.5 TL ödenirken 380 TL ödenecek. İki parselin birleştirilmesi ise 78 TL'den 260 TL'ye, irtifak hakkı 78 TL'den 150 TL'ye yapılacak. Parsel veya bir bağımsız bölümün yerinin gösterilmesi veya tespiti ise 33.5 TL iken 70 TL olacak. Bu fiyatlar bölgelere ve yerin 'Büyükşehir' kapsamında olup olmamasına göre değişiklik gösterecek. Kadastro hizmetlerinin daha pahalıya satın alınmasına neden olan bu uygulama teknik hizmetler dahilindeki tüm inşaat sektörü ile sade vatandaşa mağduriyet yaşatacak. İş dünyası ve sade vatandaşlar olarak uygulamanın geri çekilmesini ve iptal edilmesini istiyoruz."AMBULANSLAR ORTA ŞERİTTEN GİDECEKİzmirli okurumuz Hüseyin Sarıoğlu  tüm sürücüleri uyarmamız için aşağıdaki bilgileri köşemize göndermiş. Yazıyı aynen aktarıyorum:  "112 Acil Yardım ambulansları yeni yol sistemine geçiş yapıyor. Buna göre, üç şeritli yollarda ambulanslar orta şeridi takip edecek, fermuar yöntemiyle sol ve sağ şeritteki araçlar duracak, orta şeritteki araçlar yanlara açılıp ambulanslara yol verecek. 2 şeritli yollarda ise emniyet şeridinin verdiği pay sayesinde yine araçlar yarım şerit sağa ve sola kayacak, ambulans yine ortadan ilerleyecek. Tüm sürücülerin bu kurala dikkat etmesini istiyorum."GSM operatörleri ile internetçiler uyarıldıGeçen aylarda telefon ve internet kullanıcılarının kazıkladığı ile ilgili köşemize iletilen fatura şikayetlerine "Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu" (BTK) yetkililerinden bir açıklama geldi. Kurum, cep telefonu ve sabit telefon operatörleri ile işletmecilere, 'Kullanımı sınırlı hizmetler' için aboneleri kalan süre, ya da kotalar hakkında uyarma yükümlülüğü getirdi. BTK yetkilileri, kullanım miktarı sınırlı (örneğin cep telefonunda 100 dakika, internette 1 GB, sabit telefonda şehir içi 100 dakika, şehir dışı 250 dakika kampanya ya da paketlerde vb.) hizmetlerde, abonelerin kullandığı süre ve kotalar ile kalan hakları konusunda bilgilendirilmesini istedi.Cep telefonu, yani GSM operatörleri, kullanım miktarı sınırlı hizmetlerde kullanım miktarının kısa mesaj kanalı ile ücretsiz sorgulanmasını sağlayacak. Kullanım sınırının yüzde 80'ine ve yüzde 100'üne ulaşılması durumunda aboneler, GSM operatörlerince kısamesaj (SMS) ile bilgilendirilecek ve bu mesajlar ücretsiz olacak. TELEKOM da uyaracakİnternet servis sağlayıcıları ise; internet sayfaları üzerinden kota sorgulamasına olanak getirecek. Kota sınırına ulaşıldığında abone, çağrı merkezi, elektronik ileti veya kolay biçimde ulaşılabilecek diğer bir yöntemle bilgilendirilecek. Güncellik bilgisi sağlanmak koşulu ile kotanın yüzde 80'ine ve yüzde 100'üne ulaşıldığında, kısa mesaj veya internet ekranına gönderilecek.Bu arada TÜRK TELEKOM'da uyarıldı ve 3 ay içinde rapor hazırlamaları istendi. Türk Telekom da GSM operatörleri gibi kullanım miktarı sınırlı hizmetlerde aboneleri bilgilendirecek. Abonelere, kullanım süreleri konusunda ücretsiz sorgulama olanağı sunacak. .Hizmetin sonrası böyle mi olmalı?Bu görüntü; Karşıyaka'nın göbeği 1764 Sokak'tan... Yaklaşık iki aydır durum bu. Öğrendiğimiz kadarıyla fiberoptik kablolar döşenmiş. Hizmete sözümüz yok, teşekkür ederiz. Ancak sonrası böyle mi olmalı? Gelişigüzel kapatılan bu çukurlar yüzünden, adeta cambazlık yapıyoruz. Otomobillerimizi park edemiyoruz. Çünkü alt takımları yerlere sürtüyor. Üstelik her geçen gün biraz daha çöküyor. Yarın buralar yağmur suyuyla dolacak, kim bilir ne kazalar, yaralanmalar olacak? Sorumlusu, belediye değilse kim? Efe TürkelSuyumuz az ve tazyiksiz akıyorİzmir Bayraklı'dan Berna Fatma Kademli, "Eskiden Bornova'ya kayıtlı iken yerel seçim öncesi Bayraklı ilçesi sınırlarına girdik. Bayraklı 240 Sokak'taki binamızda sular az ve tazyiksiz akıyor. Hatta bazen duşta kaldığımız bile oluyor. Ayrıca çamaşır ve   bulaşık makineleri ile kombilerimiz de bu tazyiksiz su yüzünden çalışmıyor. Beyaz eşyalarımızın bozulmasında kimden hesap soracağız? Sorunumuzun giderilmesini istiyoruz" diyor.Balçova Belediyesi muhtarlık gibi!...Bu sözler Balçova sakinlerinden Özgür Kurt'a ait. Okurumuz bakın ne diyor: "Balçova'da halen sürmekte olan jeotermal çalışmaları artık bizi canımızdan bezdirdi. Balçova Belediyesi ise kendini resmen 'Stand by' konumuna almış, kente sadece çöp toplayarak hizmet veriyor, geri kalan sürede ise şarkı, türkü ve sosyal etkinliklerle uğraşıyor. Balçova kent olarak son yıllarda o kadar gelişti ama belediyemiz muhtarlık gibi çalışıyor."
Milliyet
1,342,767
Yazarlar
Yılın en uzun tatili de nihayet sona eriyor. Bayramı geçirmek için bulundukları yerlerin, özellikle de İstanbul'un dışına çıkmış olanlar, artık dönüş yolculuğuna başlıyorlar.* * *Dönüşlerinde kim bilir neler anlatacaklar yakınlarına?Gidiş ve gelişlerinde çektikleri sıkıntıları mı; yoksa ne kadar zevkli bir tatil geçirdiklerini mi; yoksa kimlerin nasıl canlarını sıktığını ve kimlerin durumunu hiç beğenmediklerini mi?* * *Gittikleri yerlerdeki siyasal durumlardan da söz edenler elbet olacaktır.Ve bendeniz eminim ki, siyasal durumlardan söz edenler, genellikle erkekler olacaktır.* * *Kadınların kendi aralarındaki konuşmalar, oldum bittim çok farklı erkeklerin konuşmalarından...Uzaktan izlediğim kadarıyla da -belli etmeseler bile- canları sıkılıyor o tür erkek konuşmalarından.* * *Doğal olarak bir de kuşaklar arası farklar var; 20 yaşlarındaki kız ve kadın gruplarıyla, ne 40 yaşlarındaki gruplar aynı; ne 40 yaşlarındaki gruplarla, 60 yaşlarındaki gruplar aynı...* * *Hele bir de araya "burjuvalaşmışlar"la, "köylü ve kasabalı" kalmışlar girerse...* * *Gönül istemez mi onların tümüyle birden, bir "yazı" havuzu içinde kâğıttan kayıklar yüzdürmeyi?* * *"Piyaz" konusu sanıyorum, değişik sınıf ve gruplardan kadınlar arasında; -anayasa tartışmalarından çok daha fazla- birleştirici bir konu olabilir.* * *Örneğin sohbet şöyle açılsa:-Evde soğanlı domatesli fasulye piyazı yaptığınız hiç oluyor mu?Sanırım ki yanıtlardan biri şöyle olurdu:-Annem çok yapardı piyazı, babam bayıldığı için ızgara köfteyle piyaza. Ben hiç yapmadım, ama dışarıda bazen yiyoruz.* * *Ve bir başka yanıt:-Bizim oralarda pek bilmezler piyazı. Epey bir zamandır bir yığın köfteci açıldı, onlar yapıyor piyazı.* * *Bir yanıt da şöyle olabilirdi:-Piyaz, fasulyeyi ziyan etmekten başka bir şey değil; bir tencere kuru fasulye pişirdin mi, herkesin karnı çok daha fazla doyar.* * *Gerçekte "piyaz" konusu, incelenmeye değer bir konu.İstanbul acaba ne zaman tanıştı "piyaz"la?Padişahlar arasında hiç piyaz yemiş olan var mıydı?* * *Bir de "piyazlama" deyimi var;Siyasal parti mensuplarının, liderleri karşısında, onları:-Son açıklamanız bir harikaydı, türünden koltuklamaları; argo çevirisiyle, bir "piyazlama"...* * *O nedenle de eskiler:-Şeyhi uçmaz, müridi uçurur, demişler.Müritler, nasıl uçururlar şeyhlerini; kendilerine çeşitli mucizeler yakıştırıp, bilmedikleri bir dilden apartmanlar da yaparak, piyazlaya piyazlaya...* * *En şaşırtıcı olan ise, "fasulye"nin; sade övgüde değil, yergide de kullanılması...* * *Bir yanda "piyazlama"...* * *Bir yanda da:-Kendini fasulye gibi nimetten sayıyor, küçümsemesi.* * *"Cins-i latifi" sıkacak konulara kaydık yine.* * *En iyisi, nükteleriyle tanınmış bir opera yıldızı olan Madam Guimard'dan, kadınlık üstüne bazı saptamalar:-Bir kadın aynaya sadece kendini görmek için bakmaz, nasıl göründüğünü görmek için de bakar.-...-Kadınlar çok zayıftırlar sevmemek için, ama uzun süre sevmek için de çok zayıftırlar.-...-Bir kadının dostlukları, aşkları arasındaki fasılalar sırasında olur sadece.* * *Bir felsefeci, Madam Guimard'a:-Gerçekte en değerli olan şeyler, satışı olmayan şeylerdir, demiş.Opera yıldızının kendisine verdiği yanıt:-Çok haklısınız çok; ancak satışı olan her şeye sahip olduktan sonra tabii...* * *Yılın en uzun tatili de bitiyor işte.Lider polemikleri ise sürüp gitmekte.* * *Daha 3 yaşındayken piyanonun başına oturup, besteler yapmaya başlamış olan Mozart'a babası sormuş:-Ne yapıyorsun bakalım?* * *Minik Mozart:-Birbirleriyle sevişen tuşları arıyorum piyanoda, demiş.* * *Keşke piyanodaki tuşlar kadar, birbirleriyle sevişenler de daha çok olsaydı bizde; üstelik ortak bir yanları da var, soğanlı domatesli bir fasulye piyazı yemeyen, hiç olmamıştır aralarında...* * *Vatan sevgisi, kavgalı kutuplaşmalar yaratıyor.Piyaz sevgisi, ola ki yaratmazdı.
Milliyet
1,318,962
Yazarlar
ADI Selda Ö. İzmir Karabağlar'a bağlı Uzundere'de yaşıyor.Bir süre önce eşinden ayrıldı... 25 yaşındaki Selda, ekonomik bağımsızlığı olmadığı için kucağında bebesiyle babaevine sığındı.Uzundere'de, yaşlı annesi, babası ve biri üniversite mezunu iki kız kardeşiyle birlikte yaşamaya başladı.Eve sadece babanın emekli maaşı giriyordu.Kardeşlerinden biri veya kendisi de mutlaka iş bulup çalışmalıydı.Sağa-sola başvurdu...Ama...Çok zor...İş, sanki aslanın midesindeydi...Çaresiz kalan Selda, en sonunda Karabağlar'da bir partinin ilçe örgütüne gitti.Partide o gün, yönetim kurulu üyesi M.E.E. nöbetçiydi.Selda, M.E.E.'ye derdini anlattı.Eşinden ayrıldığını, bir çocuğuyla baba ocağında yaşadığını, mutlaka bir işte çalışması gerektiğini söyledi ve "Karabağlar Belediyesi'nde çalışamaz mıyım?" dedi. 50 yaşındaki evli ve çocuk babası M.E.E., iddiaya göre Selda'ya "Tamam, sana belediyede iş bulacağım" diye söz verdi.Genç kadın ile sık sık görüştü ve başbaşa kalacak ortamlar yarattı.Hatta, Güzelbahçe'de bir restoranda yemek bile yendi.Sonra da iddiaya göre; bir otelde zorla birlikte oldu     Selda ile....Ardından da "Seni seviyorum. Eşimden ayrılıp, seninle evleneceğim" diyerek genç kadını günlerce oyaladı.Selda'nın durgun ve üzgün halini gören annesi "Kızım, günlerdir yemek yemiyorsun. Nedir bu halin?" diye sorunca göz yaşı sel olup aktı...Selda, başına gelenleri anacığına anlattı."Artık ben sizin yüzünüze, konu komşunun yüzüne nasıl bakarım?" diyerek ağladı.Ve bebeği olmasaydı canına bile kıymayı düşündü Selda...  Ne yapacaklarını şaşıran çaresiz aile; her ne kadar Tokatlı bir hemşehrilerinin koskoca kentin belediye başkanı olduğunu bilse ve oylarını ona verse de İzmir'de yardım alacakları kimsecikleri yoktu...Avukata verecek paraları da olmadığı için olayı yargıya taşıyıp, vicdansız ilçe yöneticisinin cezalandırılmasını sağlayamıyorlardı...Olay, bir tanıdıkları aracılığıyla Karabağlar Belediye Meclisi'nin avukat üyesine duyuruldu.Avukat üye, konuyu derhal belediye başkanına aktardı.İlçe yöneticisi M.E.E. ile görüşme yapıldı ve hem yönetimden hem de partiden istifa etmesi sağlandı.İzmir Cumhuriyet Savcılığı'na da 15.10.2010 tarih ve 2010 -90098 sayılı dilekçeyle şikayette bulunuldu.Peki...Bundan sonra ne olacak?Bu ırz düşmanı ilçe yöneticisinin yaptığı yanına kâr mı kalacak?Ya bu gencecik kadın, ailesinin, çevresindeki insanların yüzüne nasıl bakacak?Kim sahip çıkacak?Bundan sonraki yaşamı ne olacak?İşsiz, güçsüz, çaresiz insanların duygularıyla, umutlarıyla oynamak hangi vicdana sığar?Binlerce işsizin olduğu ülkede Selda'nın yaşadığı gibi kimbilir kaç olay oluyor.Kaç kişinin canı yanıyor?Yazık değil mi bu canlara, insanlara?NOT: Adı geçen ilçe yöneticisinin partisini özellikle yazmadım. Nasıl hırsızın sağcısı solcusu olmazsa, bu tür namussuzların da partisi olmaz. Bugün A partisinde, yarın B partisinde olur bu tür insanlar. Önemli olan parti üst yönetimlerinin il ve ilçe yöneticilerini belirlerken daha seçici ve daha dikkatli olmalarıdır. C.B.Cep telefonuna gelen mesajlar ülkenin rotasını mı gösteriyor?CEP telefonları günlük yaşamın vazgeçilmez bir parçası olduktan sonra hemen hemen her konuda mesajlar (SMS) geliyor.Bankalardan, alışveriş merkezlerinden, partilerden, ordan, burdan...En çok da bayramlarda, Kadir Gecesi'nde ve kandil günlerinde mesaj yağıyor.Öyle ki, siyasi partiler ve belediyeler bile kandil gününü unutmuyor.Ancak, geçen Cumhuriyet Bayramı'nda cep telefonuma gelen mesaj sayısı üçü geçmedi...Aynı şekilde, gazetedeki diğer arkadaşlara da bayram mesajı gelmedi.Oysa...Kandil günleri ve dini bayramlarda başta belediyeler olmak üzere ummadığınız kişilerden mesaj yağıyordu.Kısacası, kandile, Kadir Gecesi'ne gösterdiğimiz duyarlılığı Cumhuriyetimize göstermiyoruz.Sonra da; "Cumhuriyet elden gidiyor, rejim elden gidiyor" diyoruz.Sizce, cep telefonlarına gönderilen bu SMS'ler, Türkiye'nin rotasının nereye doğru gittiğinin bir mesajı     değil mi?...VE HAFTANIN SÖZLERİ-  BAŞBAKANIN yalanlarını içeren Recep Larousse çıkaracağız. (CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu)-  ULAN geri zekalılar, siz bu cumhuriyeti yıkamazsınız. (CHP Tunceli Milletvekili Kamer Genç)-  KAVGADA çocukların bile birbirlerine söylemediği lafları söylemek siyaset olabilir mi? (AKP Genel Başkan Yardımcısı Abdülkadir Aksu)-  HEPİMİZ hedefe kilitlenmiş füze gibiyiz. (MHP İzmir İl Başkanı Müsavat Dervişoğlu)-  ONUN yaptığı ayrı bir zıpçıktıklık. Sen savcısın, (Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısını kastediyor) hakim değilsin. (AKP İzmir Milletvekili İbrahim Hasgür)-  CEZA versinler, apolet diye omuzumda taşırım. (Balçova Belediye Başkanı Mehmet Ali Çalkaya)
Milliyet
1,336,653
Yazarlar
PAZARTESİ TERAPİLERİ EYVAH! BAYRAMDA KAYINVALiDEMLER GELiYOR! Sadece kayınvalide ile değil, eşlerle, anne-baba-çocuk arasında, arkadaşlar, komşular, iş yerinde çalışanlar arasında da sınırlar olmazsa her zaman çatışmalar, problemler çıkabilirDanışan: Bayramda kayınvalidemler gelecek, şimdiden stres yapmaya başladım. Eşim de farkında ve evde çok fazla                gerginlik var. Dr. Başak: Neden?                    Anlaşamıyor musunuz?Danışan: Kayınvalidesiyle anlaşan bir gelin gördünüz mü Allah aşkına?Dr. Başak:  Doğrusunu        söylemek gerekirse ben çok iyi anlaşıyorum.Danışan: Demek ki sizinki iyi, çok şanslıymışsınız. Benimki çok problemli. Hayatımıza çok müdahale ediyor. Daha da kötüsü her yaptığımı eleştiriyor, çok           bunalıyorum. Dr. Başak:  Bu tip problemler çok sık yaşanıyor ve genellikle kişisel sınırların korunamamasından kaynaklanıyor. Oysa sınırlar, kendi düşüncelerimizi, duygularımızı, isteklerimizi koruyabilmek için şart olan               limitlerdir. Başkalarına ne kadar duygu ve         bilgi aktaracağımızı ve nasıl bir ilişkiye                   gireceğimizi belirler. Ayrıca bizi kullanılmaktan, manipule edilmekten, hakkımızın yenmesinden korur. Danışan: Benim bildiğim tek sınır                 ülkeler arasında olur! Aile içinde sınır                      hiç duymamıştım.Dr. Başak: Evet fiziksel sınırların  işlevini, faydasını hepimiz biliyoruz, ama yakın ilişkilerimizdeki sınırların gerekliliğini anlayamıyoruz. Mesela bahçenizin sınırlarını duvarla, tel örgüyle çizerek, "uranın mülkiyeti bana ait, izinsiz girilmez" mesajını kolaylıka verebiliyoruz. Kişiler arası sınırları aynı kolaylıkla uygulayamıyoruz.Danışan: Çünkü bizim kültürümüzde böyle bir şey yok. "Burası benim evim"             diyeceğim ve kayınvalidem de kabul edecek. Bu neredeyse imkansız.Kişisel sınırlar olmalıDr. Başak: Sadece kayınvalidenizle değil, eşlerle, anne-baba-çocuk arasında, arkadaşlar, komşular, iş yerinde çalışanlar arasında da sınırlar olmazsa her zaman çatışmalar, problemler çıkacaktır. İnsanın bir birey olarak var olabilmesi, duygularını özgürce ifade edebilmesi ve ihtiyaçlarını karşılayabilmesi için kişisel sınırlar olmak       zorundadır. Danışan: Demek bizde de bu yüzden kavga, gürültü bitmiyor. Herkes herkesin işine burnunu sokuyor. Peki sınır koymak                  çözecek mi?Dr. Başak: Sadece sınır koymak değil, sağlıklı sınırlar koymak ve korumak asıl önemli olan. Dünyaca ünlü aile terapisti Minuchin, aile içi problemlerin, ağırlıklı olarak, 'sağlıksız' sınırlardan kaynaklandığını söyler. Bazı ailelerde sınırlar katıdır, herkes birbirinden uzak durur, kimse kimseye karışmaz, ama duygusal anlamda da destek yoktur. Aile bireyleri birbirlerini ihmal ettiği için, duygusal yakınlığı dışarıda arar. Bu tip ailelerde bireyler bağımsızlık kazanır, ama diğer yandan birbirlerine yardımcı olamaz ve yakınlık duymazlar.               Bu tarz sınırlar sağlıklı değildir.Danışan: Bizimki tam tersi.Dr. Başak: Evet bazı ailelerde ise bir tür iç içe geçmişlik söz konusudur. Bireyler birbirlerine çok yakındır, çok destek olur, ama bir o kadar da birbirinin işine karışır. Üzüntüler, sevinçler, tüm duygular hep beraber yaşanır. Aileden uzaklaşmaya çalışmak aileye sadakatsizlik olarak algılanır. Özellikle anne-babalar, aile normlarını korumak için ellerinden geleni yapar ki bu çoğunlukla suçluluk duygusu aşılayarak olur. "Ben artık yaşlandım, benimle yeteri kadar ilgilenmiyorsun" gibi sözler, yetişkin çocukların evden uzaklaşmasını engeller. Bu sefer de, bireyler birbirlerine fazlasıyla destek olmaları, birbirlerinden yardım almalarına rağmen bireyselliklerini ve farklılıklarını koruyamaz.Danışan: Tam bizim aileyi anlattınız. Dr. Başak: En ideali ise, sınırların belirgin ve net olduğu ve bir yandan da duygusal paylaşımın çok olduğu aile ilişkileridir. Bu        tip ailelerde bireyler birbirlerinden kopmazken bir yandan da isteklerini, ihtiyaçlarını,       bireyselliklerini koruyabilir.Danışan: Bunu nasıl başarabilirim? Dr. Başak: Öncelikle sınırlarınızı karşınızdakine net bir şekilde, ama kızmadan ve mümkün olduğunca az kelimelerle anlatın. Burada en önemli nokta, isteklerinizi belirtirken, kendinizi haklı göstermeye çalışmamak, net, soğuk kanlı ve saygılı olmaktır. 'Hayır' demek illa saygısızlık yapıyorsunuz anlamına gelmez. Onların iyi hissetmeleri sizin sorumluluğunuzda değil, sizin sorumluluğunuz sınırlarınızı saygılı bir şekilde iletmek, hepsi bu. Başlangıçta kendinizi suçlu, bencil, kaba hissedebilirsiniz. Ama kendinize sık sık şunu         hatırlatmalısınız : "Kendi isteklerim ve             tercihlerim doğrultusunda yaşamaya                    hakkım var." Danışan: Evet bazı insanlara bunu          yapmak kolay ama bazılarına imkansız.Dr. Başak: Sınırlarınızı koymaya başladığınızda, sık sık test edileceksiniz. Buna hazırlıklı olun, kararlı ve sabırlı davranmaya devam edin. Tolerans sınırlarınıza göre yavaş yavaş, daha bilinçli olarak sınırlarınızı                   şekillendirmeye başlayın. Örneğin cevap vermek istemediğiniz soruları, kibarca cevapsız bırakın, istemediğiniz yemeği yemeyin, bulunmak istemediğiniz        ortamlarda bulunmayın. Zamanla problem-lerin azaldığını fark edeceksiniz.
Milliyet
1,332,782
Yazarlar
Çocuktuk diye başlar annem anlatmaya, herkes ağlıyordu... "Atatürk öldü!" diyorlardı gözyaşları içinde... Anlatırken hala gözleri dolar... Kim bilir anneannemin de eskilerden bir şeyler anlatırken dolardı gözleri ve işte tam da bu yüzden annem için Atatürk'ün ve Türkiye Cumhuriyeti'nin yeri bir başkadır! Tanıklık etmek ile ezberlemek arasındaki fark diyelim!.. Tanıklık ederken anlamak da diyelim, zira her tanık anlayamamış maalesef; her anne aynı duyarlılıkta anlatsaydı bugün "Atatürk'ü değil ama Humeyni'yi seviyorum" diyebilen bir zihniyetin olması mümkün değildi! Her anne On Kasım'larda, Cumhuriyet Bayram'larında ya da On dokuz Mayıs'larda ellerinden tutarak çocuklarını götürseydi törenlere... Gururla, şevkle, onurla göğsünü kabartarak izleseydi törenleri... Annelerinin gözlerindeki ışığı görmek yeterdi çocuklar için, tek kelime edilmese dahi!... ****** O zamanlar her çocuk özene bezene giydirilip törene götürülüyor sanıyordum; öyle çok da tanıdık oluyordu ki etrafta, çocuk aklım ile başka türlüsünü istesem de düşünemezdim! İçi titrerdi annemin, bunu çok iyi hatırlıyorum! Hayranlıkla izlerdim hem töreni, hem annemi... Rastlaştığımız tanıdıkların da duruşlarında bir farklılık olurdu; On Kasım'sa eğer gözlerinde buğu, Yirmi Üç Nisan da ise ceylanlar gibi şendiler... Cumhuriyet Bayramlarında her biri birer nefer gibi asil, başlar dik, omuzlar geri, göğüs ileri!... ****** Bizler Atatürk'ü böyle öğrendik, cumhuriyeti de... Birer nefer olmayı annemizin gözlerinden, bundan dolayı tebrik edildiğimizi babamızın sözlerinden... Ama en çok ne önemliydi, biliyor musunuz, aile içinde aynı demokrasinin, ilkelerin var oluşu! ****** Işık kadar parlak, güçlü, öngörülü Ata'm, ışıklar içinde kal... Sunduğun ışık sönmeye yüz tutmuşsa, senin değil, bizim ayıbımızdır, inan!
Milliyet
1,342,782
Yazarlar
Bayram bitti. 9 günlük tatili de bitmek üzere. Ve yarından sonra yine koşuşturma başlayacak...Başkalarını bilmem ama atama bekleyen yüz binlerce öğretmen, ne bayram yapabildi ne de tatil...Heyecandan gözlerine uyku girmedi. Tatilin bir an önce bitip bir an önce atamaların yapılmasını bekliyorlar. Hemen her gün bıkmadan usanmadan, önce Ankara'ya sonra da medyaya yazdıkları binlerce mailden bunu çok net görebiliyoruz.Peki, önümüzdeki hafta içerisinde, öğretmenlik hayali ile yanıp tutuşan bu gençlerimize gecikmeli bir bayram coşkusu yaşatabilecek gelişmeler olabilir mi?Evet demek çok zor.Ama tam tersi de olabilir. Çünkü 24 Kasım Öğretmenler Günü'ne sayılı günler kaldı ve Bakan Çubukçu bu konuda bir jest yapmak istiyor olabilir.Sözleşmelilere kadroÖğretmenler Günü'nde öğretmenleri sevindirmek gerekir ama nasıl? İşte birkaç öneri:Hatırlanacağı gibi başta Başbakan Erdoğan, Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, Bakan Çubukçu ve daha pek çok Ak Partili, sözleşmeli öğretmenlerin en kısa zamanda kadroya geçirilecekleri sözü vermişti. Hem de yıllardır. En son gelinen nokta, araya referandum girmeseydi, TBMM yaz tatiline girmeden önce ilgili kanunun çıkacağı yönündeydi. Ama olmadı. Yeni yasama dönemine bırakıldı ve işte Meclis açıldı.Şimdi sözleşmeli öğretmenlere verilen sözü yerine getirmenin tam zamanı. İster Bakan Çubukçu'nun dediği gibi üç yıl içinde aşamalı olsun, isterse Maliye Bakanı Şimşek'in "Bizim için hiç sorun değil 70 binine birden kadro verebiliriz, yeter ki diğer kurumlar da ayağa kalkmasın" dediği gibi. Ama artık bu konuda bir şeyler yapılsın. Yoksa bir öğretmenler günü daha boşa harcanmış olur!..KPSS çilesi Milyonlarca gencin yaşamı, kopyacılar yüzünden altüst oldu. Önemli bir kısmı da öğretmen. Tam da kuralar çekilecekken atamalar iptal oldu. Yeni sınav yapıldı, yeni puanlar geldi. Ama kafalar karmakarışık.İptal edilen sınavın yerine yapılan ikinci sınava, 60 bin aday girmedi. Bu yüzden de ortalama ve standart sapmalar değişti ve yeni puanlarda şaşkınlık yaratan anormallikler oluştu.Bir önceki sınava göre 25, 30 net daha fazla yapan adayların puanları fırlayacağına azaldı.Daha da komiği, KPSS'nin iki yıl geçerli olması nedeniyle, çok daha az net çıkartan adaylar atanacak, yüksek başarı elde edenler atanamayacak!Ve kaosa yol açan asıl gelişme ise, aynı gün içinde yapılan Eğitim Bilimleri Sınavı iptal edilirken, Genel Kültür ve Genel Yetenek Sınavı'nın iptal edilmemesi ve yeni puanların hesaplanmasında onların da kullanılması!..Adaylar bu konuda tam bir dert küpü. Ellerinde puan kartları, kendilerini aydınlatacak kurum ve yetkili arıyorlar. Ama nafile.Ne ÖSYM ne YÖK ne de MEB kendileri ile zerre kadar ilgilenmiyor.10 yeni kadro 10 bin yeni kadrodan, öteden beri sözü ediliyor. İşte şimdi tam zamanı. 24 Kasım Öğretmenler Günü için çok iyi bir armağan olabilir. En azından yaralardan bir bölümü sarılmış olur. Eskiden günah keçisi olarak hep Maliye gösteriliyordu. Oysa onlar bile artık olaya daha farklı pencereden bakıyor. Başkaları da bakmalı...Bakan Çubukçu, biraz asılsa, sanki arkası gelecek. Ve bunu da yapmalı. Ve sanıyorum yapacak da... Çünkü o da bu konuda fazlasıyla samimi ve gayretli...Yaş sınırı ve askerlikErtelenen atama dönemi nedeniyle yaş haddini dolduran ya da askerliği gelen binlerce öğretmen adayı var. MEB neden hâlâ bu konuda bir açıklama yapmıyor?Muhtemelen, adaylar lehine karar alacaklardır ama çektikleri eziyet yeter.Bu konuda, başvurular başlamadan önce mutlaka bir açıklama yapılmalıdır...Özetin özeti: Öğretmenleri sevindirmek o kadar zor mu? Kesinlikle hayır. Ama nedense hep zora koşuluyor...
Milliyet
1,341,334
Yazarlar
Kıbrıs'a üç günlüğüne gitmiştik... Ama mis gibi temiz hava, denize girilebilir bir iklim, gürültüsüz ve sessiz ortamı görünce birkaç gün daha kalmaya heveslendik. Bayramın üçüncü günü otellerde yer aradık.. Hiçbirinde yer yok. Sadece Cratos Oteli'nde yer bulduk.. Resepsiyona sevinçle sorduk:- Acaba tek yataklı bir oda kaç lira...- 850 lira efendim, demezler mi?* * *Kıbrıslılarla sohbet ederken dikkatimizi çekti. Anavatan'ın ikide bir "Size biz bakıyoruz, biz boğaz tokluğuna çalışıyoruz siz zengin hayatı yaşıyorsunuz" gibisinden dokundurmaları onlarda derin bir üzüntü ve kompleks yaratmış. Konu tartışılırken Kıbrıslı bir profesör hem öfkelendi hem şöyle dedi:- Burada 200 bin dolayında Türkiyeli çalışıyor... Bu insanlara iş bulmak için yapılacak yatırımın maliyetini hesaplıyor musunuz?* * *Türkiye'de havaalanlarında hem dış, hem iç kapıda X- ray cihazından geçiliyor. Genelde sadece bizde olan bir uygulama bu... Dış kapıda soyun dökün, saati, kalemleri, cüzdanı, kemeri çıkart... Sonra giyin.. İç kapıda tekrar soyun dökün... Tam bir işkence... Neyseki Suavi imdada yetişmiş bulunuyor... Suavi bir giyim firması. Ne mi yapmış? X - Ray cihazında ötmeyen kemer imal etmiş... Uçakta ilanını gördük... İlk fırsatta alacağız...* * *Kıbrıs'ta bir başka gelişme mi? Artık özel şirketlerin de devreye girmesiyle  Ercan'dan Hatay, İzmir ve Antalya'ya uçak bulabiliyorsunuz. Yer sıkıntısı yok... İstanbul - Ercan bileti 48 TL'ye kadar inebiliyor... Ada'ya uğrayınız. Fethi'nin arkası...Yargıtay'ın dinlendiği iddiaları ortaya atıldığında Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı (TİB) olayı soruşturan savcılığa, "Bu santral sisteminde dinleme yapılmıyor" açıklaması yapmış... Aynı günlerde TİB Başkanı Fethi Şimşek, Radikal gazetesinin sorusunu "Çoklu sistemleri dinleyemiyoruz" diye yanıtlamış... Ancak NETAŞ, savcılığa söz konusu dinlemelere imkân sağlayan sistemi TİB'e verdiklerini bildirince savcılık bu kez soruyla yetinmemiş, TİB'de arama kararı almıştı. Arama yapıldı ve anlaşıldı ki Başkan Fethi Şimşek doğruyu söylememiştir. TİB'de santralları dinleyen bir sistem kullanılmaktadır.Fethi Şimşek kimdir? Kamuoyu bir yana, savcılara bile yalan söyleyebilme cesaretini nereden, kimden alabilmiştir? CHP İzmir Milletvekili Ahmet Ersin'i dinliyoruz."Sizin köşenizde daha önce birkaç kez dile getirmiştim. 2005'te Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı yasası çıkınca Tayyip Erdoğan, bu yasaya dayanarak TİB'in Başkanlığı'na Fethi Şimşek'i tek bir imzayla getirmiş, aynı şekilde diğer bütün personeli de atamıştı. Ayrıca aynı yasa TİB'in denetimini yapacak kişilerin seçimini de tek başına Başbakan'a bırakıyordu. Zamanın Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, bu yasanın iptali için Anayasa Mahkemesi'ne başvurmuştu. Mahkeme 2009 yılı Ocak ayında yasayı iptal etti. İktidar o gün bugündür uyum yasası çıkarmıyor. Çıkarmadığı için de Fethi Şimşek iki yıldır orada Başbakan desteğinde hukuksuz olarak oturuyor. Başbakan'a sık sık yaptıkları dinlemelerle ilgili bilgi verdiğini biliyorum. Orada ısrarla tutulmasının kuşkusuz özel sebepleri mevcut... KayaCHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu'nun Paris'te Yılmaz Güney ve Ahmet Kaya'nın mezarına çiçek koyması dolayısıyla Ahmet Kaya'nın genç yaşta (43) ölümü gündeme geldi. Hakkındaki yalan haberler ve ağır eleştirilerin bu ünlü sanatçının erken yaşta kalp kirizi geçirip hayattan ayrılmasında etken olduğu yazılıp çiziliyor. Zamanında Ahmet Kaya'dan yana bir tavır koymayanlar da suçlama kervanına katılmış durumda...Acaba diyoruz... Ergenekon sürecinde sergilenen haksız ve hukuk dışı davranışlar sonucu ölümleri hızlanan Türkan Saylan, İlhan Selçuk, Kuddusi Okkır, Erhan Göksel, Uçkun Geray gibi değerler bir gün aynı şekilde vicdan muhasebesine konu olacak mı? Günün birinde mesela Balyoz soruşturması nedeniyle onlarca TSK mensubunun içeri atıldığı,itibarlarının yok edildiği ancak planın tertip olduğuna ilişkin haberlerin bir türlü gazetelerde yer bulmadığı konuşulacak mı? Balbay'lar,Özkan'lar anılacak mı? Peki neden bugün değil de yarın? İzmir'de bir banka 13 yaşındaki çocuğun 100 liralık hesabından 70 lira "işletme ücreti" kesmiş.Normalde insan banka soyar, bizde banka insan soyuyor...Haldun ErtemKemal Kılıçdaroğlu, "Ağaç budandıkça gelişir" demiş.Doğrudur da, kökünden budamamak şartıyla!Fahrettin Fidan LimanAnkara sık sık "doğrudan ticaret tüzüğü geçer izolasyonlar kalkarsa limanları açarız" derken, bu denklemin yanlış olduğunu dün kaydettik...Çünkü limanların açılması Kıbrıs Cumhuriyeti'nin tanınması sonucunu doğuruyor. Denktaş ve Eroğlu bu endişeyi paylaşırken acaba eski Cumhurbaşkanı Talat  meseleye nasıl bakıyor. Talat geçenlerde Akşam'da Nagehan Alçı'ya dedi ki:- AB bu mesele yüzünden müzakereleri kilitleyeceğini söylüyor ama Türkiye limanlarını Rum gemi ve uçaklarına açmamalı. Açarsa büyük bir pozisyon kaybına uğrar. Yani... Şu "Ambargolar kalkarsa limanları açarız" muhabbetini bir kenara bırakmak gerek... Ortak görüş; limanlar sağlam bir anlaşma olmadan açılamaz... Anadolu'da bütün fıkraların Nasrettin Hoca'ya mal edilmesi gibi... Bütün güzel şiirler de dostlar arasında Can Yücel imzasıyla dolaşıyor. Son örnek... Önceki gün bu sütunda Can Yücel imzasıyla yayımlanan "Mutlu Bayramlar" başlıklı şiirimsi metin.. Meğer bu şiir de ona ait değilmiş. Kim mi bildirdi? "Şiir getirenlerin çok olsun çocuğum" dediği kızı Su... Özürle...
Milliyet
1,318,971
Yazarlar
Amerikan düşünce kuruluşu Marshall Fonu'nun (GMF) Haziran 2010'da yürüttüğü sonuncu "Transatlantik Eğilimler" araştırması, İran'ın nükleer programının algılanmasında güya azası olduğumuz "Batı kulübü" ile Türk kamuoyu arasındaki uçurumu gösteren çarpıcı veriler içeriyordu.Hatırlayalım...Türkiye'nin yüzde 48'i İran'ın nükleer silahlanmasından endişe duymuyor. ABD'de ise endişesizlerin oranı yüzde 13, araştırmanın yapıldığı 11 AB ülkesinde yüzde 19. Türkiye'de nükleer bir İran'dan endişelenenlerin oranı yüzde 40. Batımızda bu oran çok yüksek. ABD'nin yüzde 86'sı, 11 AB ülkesinin yüzde 79'u endişeli."İran'ın nükleer silahlanması engelleneceğine kabul edilsin" diyen Türklerin oranı yüzde 25. ABD'de bu oran yüzde 4; 11 AB ülkesinde yüzde 6.Görüldüğü gibi, Türk kamuoyu İran'ın nükleerleşmesinden "Batılı dostlarımız" gibi tehdit algılamıyor.Bir araştırma da Türk kamuoyundaki bu "tehdit algısızlığı"nın nedenleri üzerine yapılsa, "İran'ın nükleer programı Batı'da tehdit olarak görüldüğüne göre demek ki bu iyi bir şey" diyenlerin oranı eminim hayli yüksek çıkar. "Ilımlı İslamcı" iktidar, Türkiye'de giderek marazi boyutlara varan Batı karşıtlığını söylem ve politikalarıyla körüklüyor. Oysa İran kutuplu yeni soğuk savaşta kendi iktidarlarının esenliğini sağlama almak adına, kamuoylarını İran'a karşı Batı'yla işbirliğine ikna etme baskısı altında kalacak olanlar da onlar. Bakalım o an geldiğinde kime ne diyecekler?Bu arada ben bizim hükümet üyelerinin kendilerinden "Yeni Osmanlılar" diye her bahsedildiğinde neden bu denli gururlandıklarını anlamıyorum. Çünkü İran nükleerleşerek bütün bölgesel dengeleri Türkiye aleyhine bozmak üzere iken, "İran'la sıfır sorun" diye özetlenebilecek sahte paradigmanın onları götüreceği yerin "Yeni Osmanlıcılık"la bir ilişkisini göremiyorum. Tuttukları yolun adına "Yeni Osmanlıcılık" değil de "Yeni İslamcılık" dense daha isabetli olur.Sünni Osmanlılar ve Şii Safeviler arasında, Safevilerin yenilgisiyle sonuçlanan 1514 Çaldıran Savaşı ile kurulmuş ve bugüne kadar pek değişmeden sürmüş bulunan 500 yıllık stratejik denge, İran'ın nükleerleşmesi ya da bir "nükleer eşik" ülkesi haline gelmesiyle Osmanlı'nın mirasçısı Türkiye'nin aleyhine yıkılmak üzeredir.Maalesef AKP Türkiye'sinin ve özellikle de Davutoğlu'nun süreçteki rolü, bu dengenin yıkımını zorlaştırmak değil, tam tersine, bütün o Tahran deklarasyonları ve BM Güvenlik Konseyi'ndeki "Hayır" oylarıyla kolaylaştırmak yönünde tezahür ediyor. 1514 Çaldıran dengesinin Türkiye aleyhine yıkılması, Safevi İran'ın Çaldıran'la uzaklaştırıldığı bugünkü Irak'a 500 yıl sonra İran İslam Cumhuriyeti olarak geri dönmesiyle zaten başlamıştı.İran nükleerleştiğinde Türkiye için gerçekçi yaklaşım, ne İran gibi nükleerleşmek, ne de dünkü yazıda bahsettiğim gibi "Finlandiyalaşmak"tır... Türkiye süper güç İran karşısında artık mütevazı bir bölge ülkesi olarak NATO'nun nükleer şemsiyesinin altında duracak ki bu da ancak ehven-i şerdir.O zaman da "Merkez ülke olduk" diyebilecek misiniz bakalım?İran'ın süper güce dönüşmesinin Türkiye aleyhindeki etkileri başta jeopolitik olmak üzere birçok alanda hissedilecektir.En başta Dışişleri Bakanı Davutoğlu olmak üzere, bu gerçeği lisan-ı münasip ile göstermeyen ve söylemeyenlerin "Yeni Osmanlılık"la bir alakası olamaz.Mutlaka bir alaka aranacaksa, iş görme tarzı bakımından kendilerini, dengelerin ve imparatorluğun yıkıcısı hayalci İttihatçılara benzetirim; çok sevdiklerini tahmin ettiğim, dengelerin ustası Abdülhamid'e değil...Kendisi Dışişleri Bakanı olalı beri Türkiye Ortadoğu barışı denkleminden dışlandı, Hamasçılık yaparken El Fetih'i kaybetti, İsrail'le düşman olduğu için Suriye nezdinde değeri azaldı, Mısır, Ürdün ve Suudi Arabistan'ın şüpheyle baktığı bir ülke haline geldi.Türkiye nükleer krizde İran tarafından kullanılırken bunun karşılığı başta ABD olmak üzere Batı ittifakı içinde dramatik bir zemin ve güven kaybı oldu. Bugün Avrupa'nın büyükleri Türkiye ile ikili ilişkilerini, çöküşe giden AB sürecinin enkazından kurtarma çabasındalar.Ermenistan'la normalleşme sürecinin başlangıç noktasından da geriye düşüldü..."Yeni İslamcılar" olarak Türkiye'yi Ortadoğululaştırmayı başardılar. Ama "Yeni Osmanlılar" olarak eskilerinden de beceriksizler.
Milliyet
1,342,772
Yazarlar
Murat Bozok bozokmurat@gmail.com Şefin Masası Enerjisi hep yüksek olan şehir: Barcelona Bu satırları, Barcelona'da 'Bar Lobo' isimli ufak bir tapas barından yazıyorum. Kaldığım otelin hemen yanında. Her gün bir şekilde uğruyorum.  Gastronomik bir özelliği yok ama farklı bir çekiciliği var. Tıpkı Barcelona'nın olduğu gibi. Tüm garsonların ve açık mutfakta çalışan şeflerin kendine has bir tarzı var. İçten ve samimiler. Aynı zamanda, dünya yansa umurlarında olmayacağı hissini veriyorlar.Bayram vesilesiyle kısa tatilden yararlanıp, Barcelona'ya gelmeye karar vermemde sanırım, Ferran Adria'nın geçen ay içinde yayımlanan biyografisinin rolü oldu. Kitapları yazıldıkları yerlerde okumak, beni  ekstra keyiflendiriyor. Sabırsızlıkla kitabı, bu tatile sakladım. Uçağa biner binmez de, sayfaların içerisine daldım. Ferran Adria, meşhur El Bulli lokantasının şefi. Daha önce hiçbir şefe nasip olmayan ödüller ve onurlara sahip oldu. Tabii her yıldız gibi, belki de en fazla eleştiriyi de Ferran Adria aldı. Times dergisinin 'Dünya'daki En Etkin 100 Kişi' listesine girdi. İspanya'dan bu listeye giren tek kişiydi. 'Restaurant' dergisinde peş peşe dört yıl 'Dünyanın En İyi Lokantası' ödülünü aldı. Öncülük ettiği 'moleküler gastronomi' akımıyla yemek yeme şeklimizi değiştirdi. Bazıları onu 'şarlatan' olmakla suçladı.Kitap çıkmadan önce, başlığını bu sayfada eleştirmiştim. Zira, biyografinin başlığı 'Yemeği tekrar icat eden kişi: Ferran Adria' idi. Evet belki bu sıfatı hak ediyor ama buna okuyucuların karar vermesi daha doğru olurdu gibime geliyor. Oldukça uzun bu kitapta, yazar Colman Andrews, Ferran Adria'ya yakın herkesle konuşmuş. Bir dahinin hayatı hakkında enteresan ipuçları var.İspanyollara çok benziyoruzGelelim Barcelona'ya. Yükselen bir yıldız ve cazibe merkezi. Acayip bir enerjisi var. Özgür hissettiriyor. Şehir, Katalanya Bölgesi'nde. Tarih boyunca, Madrid hükümetiyle tam bir birliktelik yakalayamamışlar. Sanırım bu elektrik ve enerji, yaratıcılığı sürekli körüklemiş. Gaudi'den Miro'ya, Picasso'dan Dali'ye delilik ile dahilik arasındaki çizgiyi şehrin tamamında görmek mümkün. İnsanın sınırlarını ortaya çıkaran bir yapısı var.Neler yaptım?Her turist gibi Picasso müzesinin yolunu tuttum. Şansıma Edgar Degas'nın da eserlerini içeren ve Picasso'yla benzerliklerini sorgulayan bir sergiyi de gördüm. Gaudi'nin tüm Barcelona'ya yayılmış eserlerinin izini sürdüm. Şehrin en güzel yerinde, her yeri kuşbakışı gören konumdaki Miro Müzesi'ni dolaştım. Çok güzel bir opera binaları var. Kıskanmamak mümkün değil. Burada 'Lulu' isimli hoş bir opera izledim. Ve tabii ki kalan zamanlarda şehirdeki tapas barlarını arşınladım. Bazıları güzeldi, bazıları ise daha güzel. Hamsileri ve sunumları harika. Pastırmaları ve sosisleri dünyanın en iyilerinden. Paella isimli pirinçten yaptıkları ve genellikle deniz mahsulleriyle sundukları yerel yemekleri, eğer iyisini bulabilirseniz, unutamayacağınız tatlardan olacak. Sırları taze ve yerel malzemeyle yüzyıllardır yaptıkları yemekleri doğal halleriyle sunmak. Hiç makyaj yapmadan ve bundan gocunmadan. Tüm samimiyetiyle.Şehirdeki en sevdiğim yer, otelime bir dakika mesafedeki 'Boqueria' isimli açık pazar oldu. O kadar renkli ve albenili ki, kayıtsız kalmak mümkün değil. Ve çalışanların büyük çoğunluğu kadınlar. Bakımlı, makyajlı, saçları fönlü birçok kadını, balıkçı, kasap, meyve-sebze tezgahlarının arkasında görmek keyifliydi. Ürünlerin tazeliği, çeşitliliği ve kadın eli değmiş pazar tezgahlarnın albenisi hayli yüksekti.Sanki çok benziyoruz İspanyollara. Hayatı algılayış şeklimiz, aynı enlemlerde ve iklimlerde yaşamamız, Akdenizli kanımız, hatta tenimizin rengi bile aynı. Çoğu konuda iyi yol aldılar son 15-20 senedir. Gastronomi de bunlardan biri. Öğreneceğimiz ve izlerinden gideceğimiz şeyler varmış gibi geliyor...
Milliyet
1,331,090
Yazarlar
Trabzonspor'un sezon boyunca kullanacağı kadro aşağı yukarı belli. Ciddi bir sakatlık yaşanmaz, ya da Teofilo olayı gibi esrarengiz bir kaçış hikayesi tekrarlanmaz ise Şenol Güneş'in şablonu belli. Futbolcularının hafta içi performansa ve rakibe göre üç mevkide yapılacak rotasyon dışında sahaya çıkacak takım ezbere sayılabilir.Güneş'in avantajı, bu tarz ufak çaplı rotasyonlar ile yedek kulübesini sürekli hazırda bekletip, oyuncularını küstürmeden takım ruhunu canlı tutabilmesi. Galatasaray'da ise Hagi'nin böyle bir şansı yoktu. Sağlamların en iyisini sahaya sürüp sonuç alabilmekti Rumen çalıştırıcının hedefi.İlk yarıda her iki takımın da kaybetmemek üzere kurulu oyun planı, savunmalarda dikkatli, orta alanda çok adamla rakibin top yapmasını engellemek olduğu için pozisyonu bol, üst düzey bir mücadele yoktu sahada. Galatasaray Colman ve Selçuk'un araya atabileceği toplara engel olmaya, gerideki dörtlü bloğun önünü Cana ve Mustafa ile kapatmaya çalıştı. Güneş'in ekstra işler yapmasını beklediği ve boş alanı seven Jaja ise oyunda kaldığı süreçte hücuma fazla katkı sağlayamadı.Serkan ofansif düşüncesinin yanı sıra Galatasaray'ın maç boyunca ısrarla kullanmak istediği bu bölgede Pino ve Kewell ile boğuşmak zorunda kaldı. Engin ise takipçiliği ve fırsatçılığının karşılığını fazlasıyla aldı. Umut'a attırdığı ilk gol öyle kritik bir anda geldi ki, Galatarasay'ın Cana-Barış, Misimoviç- Kewell hamleleri ile oyuna ağırlığı koymaya başladığı anlarda Trabzonspor için adeta hayat öpücüğü oldu. İkinci golün asistini yapmak yine Engin'e, skoru belirlemek de partneri Umut'a düştü. Trabzonspor'da aslan payı bu iki oyuncuda görünse de, takım halinde sahaya yansıttıkları mücadele, yardımlaşma ve direnç, "zafer" imzasının sahadaki tüm bordo-mavili oyunculara eşit biçimde dağıtılması demekti. Trabzonspor bu sezon sahasında üç büyüklere üstünlüğünü kabul ettirerek uzun yıllar sonra zirvenin en iddialı takımlarından biri olduğunu ilan etti. Eminim Şenol Güneş de onları izlerken yarattığı keyifli takımın gururunu yaşadı.
Milliyet
1,336,530
Yazarlar
Dilara Koçak bilgi@mezurasaglik.com.tr İyi Yaşam YEŞiL ÇAY MEME KANSERiNDEN Besinler ve sağlığa olan etkileriyle ilgili her gün birçok araştırma sonucu yayınlanıyor. Birbirini destekleyen sonuçlar olduğu gibi çelişen araştırmalara da rastlıyoruz. Bugün, meme kanseri ve yeşil çay ilişkisi hakkında yapılmış bir araştırma sonucunu paylaşmak istiyorumYapılan bazı çalışmalar, yeşil çay içmenin kadınları meme kanserinden koruyacağını dair bulguları gözler önüne sermişti. Japonya'da yapılan yeni ve daha geniş bir çalışma farklı bir sonuç buldu. Tokyo Ulusal Kanser Araştırma Merkezi'den Dr. Motoki Iwasaki, "Düzenli olarak yeşil çay içen Japon kadınlar arasında, yeşil çay alımıyla meme kanseri riski arasında bir ilişki bulamadık. Bulgularımız, düzenli yeşil çay tüketiminin  meme kanseri riskini azaltmadığını gösteriyor" diyor.İki farklı çalışma iki benzer sonuçBu çalışma için, 53 bin 793 kadından beş yıl süreyle veri toplandı. Araştırmanın sonuçlarında,          kadınların yüzde 12'si haftada bir fincandan daha az yeşil çay içerken, yüzde 27'si günde beş fincan ya da daha fazla yeşil çay içtiklerini bildirdi. Çalışmada günde 10 fincan ya da daha fazla yeşil çay içen kadınlar da vardı. Benzer şekilde yapılan ve 14 yıldan fazla takip edilen 350 kadın üzerindeki çalışmada da araştırmacılar, yeşil çay tüketimi ve meme kanseri riski geliştirme arasında herhangi bir ilişki bulamadıklarını bildirdi.  Sonuç için erkenNew York, Lenox Hill Hastanesi'nde meme kanseri cerrahı olan Dr. Stephanie Bernik, "Kesin olarak, yeşil çayın hiçbir fayda sağlanmadığından bahsetmek doğru olmaz ancak net bir şekilde fayda sağladığı da söylenemiyor" şeklinde yorum yapıyor.Tedavide tek çözüm yokBatı tıbbından tatmin olmayan bazı bireyler alternatif tıpla ilgileniyor. Bunu yaparken de mucizevi sonuçlar veya kısa süreli beklentiler ümit ediyorlar. Bu çok hassas bir konu. Araştırmada bahsedilen yeşil çay örneğinden yola çıkarsak, en azından yeşil çay içmenin bireye bir zararı olmayacağından ama tedavi veya koruyucu etki olarak da yeşil çaya güvenmenin boş bir hayal olacağından bahsedebiliriz. Meme kanseriyle ilgili yapılan birçok çalışma var, yeşil çayla ilgili de yapılan araştırmalar var ancak insan vücudu ve genleri karmaşık bir mekanizmadır. Hastalık gelişiminde ve tedavide tek bir çözümden bahsetmek mümkün değildir.İyi beslenmek önemlidirAntioksidan içeriği yüksek yeşil çay ve nar gibi besinler günlük beslenmenin bir parçası olmalıdır ama besinlerin tek başına tedaviye yapacağı etki konusunda çok iddialı tavsiyelerde bulunulmasını doğru bulmadığımı söylemek isterim. Her besin grubundan ölçülü miktarda tüketmek, yeterli lif ve antioksidan almaya dikkat etmek, doymuş yağla  şekerden uzak durmak hayat boyu ana prensip olmalıdır.Demir, birçok besinde doğal olarak bulunuyor. Hayvansal kaynaklı besinlerden alınan demir (emilim oranı yaklaşık yüzde 25), bitkisel kaynaklı besinlerden alınan demire (emilim oranı yaklaşık yüzde 5) göre daha kolay emilir. Yüksek demir içeren besinler-Kırmızı et- Hindi- Yumurta- Baklagiller (Kuru fasulye, mercimek, nohut, iç bakla, barbunya)- Yağlı tohumlar (Fındık, ceviz, badem gibi)- Zenginleştirilmiş tahıllar- Taze bezelye, börülce, fasulye, yeşil biber- Taze meyveler (Kavun, çilek, dut, muz)- Yeşil yapraklı sebzeler (Maydanoz,      nane, roka, ıspanak, pazı, brokoli, dereotu) - Pekmez, tahin helvası- Kurutulmuş meyveler (Üzüm, erik, incir, hurma, kayısı)- Demirle zenginleştirilmiş mısır gevrekleri ve yulaf Demir emilimini artırmak için C vitamini, demirin vücutta daha iyi kullanılmasını sağlar. Bu nedenle, C vitamini içeren meyve-sebzelerden (kuşburnu, kivi, turunçgiller, çilek, brokoli, domates, yeşil yapraklılar, biber, kavun), günlük olarak aldığınıza emin olun. Emilimi artırmak için portakal suyunun içine pekmez karıştırabilir, sebzeleri et ya da kıymayla pişirebilir, baklagillerin  yanında bol limonlu salata tercih edebilirsiniz.  Demir seviyeleriniz çok düşükse (anemikseniz), doktorunuz tarafından demir hapları kullanmak için öneri alabilirsiniz. Bu ilaçları kullanırken konstipe (kabızlık durumu) olma olasılığı yüksektir. Bunu önlemek için, taze sebze ve meyve, lif, su tüketimini artırmak önem taşır.Günlük gereksinim, erkekler için  10 mg., kadınlar  için 18 mg'dir. Gebelikte  27 mg., emzirme sürecinde  18 mg., ergenlik sürecinde ise  15 mg'dir.
Milliyet
1,322,019
Yazarlar
Oktay Ekşi'yi ne yapmalı?  Turhan Selçuk'un bir karikatürünü hatırlıyoruz, Kasım Gülek, CHP Genel Sekreteri, hedefte, saldırıyorlar, işte Turhan Selçuk'un o günlerde "AKİS"te bir karikatürü çıkıyor, yamyamlar Kasım Gülek'i kazana koymuş, haşlıyorlar, çevresinde de dans ediyorlar:"Şu Kasım'ı ne yapmalı, asmalı, kesmeli!" diye dolanıyorlar.Kazana koyup haşlamak yetmez, asmak lazım, kesmek lazım!Oktay Ekşi'nin istifası yetmedi, saldırıyorlar, şuradan da istifa etsin, yetmez buradan da ayrılsın, yakında basın kartının da alınmasını, el konulmasını isteyecekler.* * *Oktay Ekşi'nin yanlış yaptığını hem de büyük yanlış yaptığını söyleyelim. Söylesek kim inanır, kim inanmaz bilemeyiz ama kendi itirafı, özür dilemesi olmasa kimse bizi Oktay Ekşi'nin böyle bir laf edeceğine inandıramazdı.Ama yazmış...Oktay Ekşi, yılların arkadaşı, anılarımız o kadar çok ki!Hangisini anlatsak?* * *Oktay Ekşi'nin ikinci defa "Hürriyet"e gelişinde aracılık yapan biziz, o da bunu gerektiği zaman ve mekânda anlatmıştır.Biz de "Sedef Kabaş"ın hazırladığı "Sesli Düşünenler" kitabında anlattık.Sedef Kabaş, Oktay Ekşi'yle konuşuyor, "Hürriyet"ten ayrılmış 12 Eylül'den sonra kurulan SODEP'e girmiş: "Sosyal Demokrat Parti"ye, Genel Başkan da Erdal İnönü, bir süre sonra herhalde anlaşmazlık çıkmış, ceketini alıp ayrılmış:Peki, sonra?* * *Siyasetten ayrılınca "Babıali'den, gel başla, demişler mi?" Sedef Kabaş da bunu sormuş, Oktay Ekşi'nin cevabı:"Hayır! Döndükten sonra kimse bana hemen gel demedi. Dönünce arayış içine girdim, iş aradım. Meslek hayatımızda tanıyanlarım var, birisi, birileri ilgi gösterir diye bekledim. O da 4 ay süreyle olmadı. O sırada adını yine rahmetle andığım isim Nezih Demirkent, Dünya gazetesinin başındaydı. Ona gittim, o da gel burada bir şeyler yapalım, dedi. Bir gazete çıkarmaya karar verdik, politikada başarısız olanlar parti kurar, işsiz gazeteciler de gazete kurar. Ben de onu denemeye kalktım. Pazar gazetesi kurduk, pazar günleri çıkaracağız. Sonra baktık ki zarar ediyor, bıraktık. O sırada Güneş gazetesinin o zamanki sahibi Mehmet Ali Yılmaz, Nezih Demirkent'e beraber çalışalım diye bir öneri götürmüş. O zaman Nezih, ünlü bir dostum ve ben, üçümüz birlikte Güneş gazetesine geçtik. 10,5 ay da orada çalıştım. Yeni yönetim gelince baktık ki onunla anlaşmamız mümkün olmayacak, oradan istifa edip tekrar 2 ay daha işsiz dönemi geçirdim."* * *Oktay Ekşi'nin Milliyet'e geçişi.     Çetin Emeç, Milliyet'in Genel Yayın Müdürü, Oktay Ekşi'yi çağırmış, dört hafta çalışmışlar.Sonra devreye biz giriyoruz, biz o tarihte "Hürriyet"in tek yazarıyız. Oktay Ekşi'nin olanlardan haberi yok, Erol Simavi bizi çağırdı, baktık kafasına koymuş, ille de bir başyazar bulacak, bizi de zorluyor."Kimi başyazar yapalım, sen kabul etmiyorsun?"Aklımıza hemen Oktay Ekşi geldi, Erol Simavi, durdu düşündü, yutkundu, çünkü "Hürriyet"i bırakıp gidenlere her zaman buruktu, bize de hâlâ buruktur... "Peki, hoca ben yarına kadar düşüneyim!"Ertesi sabah baktık, kabullenmiş.Hemen Oktay Ekşi'ye telefon ettik:"Yarın sabah Bebek Oteli'nin barında ol!""Hoppala, sabah sabah mı?""Uzatma, sana bir İngiliz çayı ısmarlarız!"* * *Neyse lafı uzatmayalım, Oktay Ekşi, eski ata ocağına döndü.Bu olayı Sedef Kabaş'a anlattık, o da Oktay Ekşi'ye demiş ki:"Burada Hasan Pulur'u takdir etmek gerekiyor. Kendisine başyazarlık teklif ediliyor ama diyor ki, benden daha iyi isim var, o isim Oktay Ekşi."Oktay Ekşi de, Sedef Kabaş'ın görüşüne katılıyor:"Evet, aynen ben de sizin duygularınızı paylaşıyorum. Baktım ki böyle bir teklif var, bundan daha fazla beni mutlu edecek teklif olmaz. Koşa koşa geliyorum, dedim. Sonra da Aydın Doğan'la, rahmetli Çetin Emeç'le konuştum. Böyle bir gelişme var, bana izin verir misiniz, geçebilir miyim? Dedim. Anlayışla karşıladılar."* * *Evet hikâye böyle başlar, lakin böyle bitmemeliydi, bitmez de..."(...) Mesleğimden memnunum, yaptığım işten memnunum ve son gün, Tanrı'nın bana tayin ettiği son gün gazeteci olmayı isterim, gazeteciliğe, yazan bir kimse olarak veda etmek isterim." (x) Diyen Oktay Ekşi'dir.* * *Oktay Ekşi'nin sevdiği bir deyim vardır:"Keser döner, sap döner Gün gelir hesap döner!"Döner mi döner!—————(x) Sesli Düşünenler, Sedef Kabaş, 2003 Doğan Kitap
Milliyet
1,328,423
Yazarlar
Çocuklarda obezite oranı hızla artmaktadır. Bununla beraber de birçok çocukta kolesterol yüksekliği, tip-2 diyabet, uyku, deri ve solunum problemleri görülmektedir. Maalesef çocukların hızlı ve kolay şekilde kilo vermeleri de mümkün değildir. Bu süreç bütün aileyi de etkileyecek, hayat tarzlarını ve yeme alışkanlıklarında değişiklikle mümkün olacaktır. Ve bu mümkündür, ama nasıl?Çocuğunuza gerçekçi hedefler koyunÇocuklar sürekli büyüme ve gelişmekte oldukları için büyümelerini negatif etkilemeyecek şekilde kilo vermelidirler. Eğer çocuğunuz kilo almadan boyu uzuyorsa ileride de sağlıklı bir şekilde kilosunu da koruyacaktır.Egzersiz yaptırınHerhangi bir sportif aktiviteye yazdırın, yüzme, basketbol, tenis.. ya da en azından günde en az yarım saat yürüyüş yapmasını sağlayın. Böylelikle hem boyu uzayacak hem kalori harcayacak hem de kilo vermesi gerçekleşecektir.Sağlıklı ve besleyici yiyecekler yemesini sağlayınÇocuğunuzun 3 ana, 3-4 ara öğün yemesini sağlayın. Böylece uzun süre açlık hissetmeyeceği için öğünlerde de fazla yemeyecektir. Çocuklarınıza daha fazla sebze, meyve, tam tahıl ürünleri yemelerini, daha fazla su içmelerini sağlayın. 1 portakal, portakal suyundan daha az kaloriye sahip değildir fakat içerisindeki lif sayesinde çocuğunuz kendini daha tok hissedecektir. Yemeklerde de düşük yağlı süt, yoğurt, peynir tüketmelerini sağlayın. Böylelikle alacakları kaloriyi azaltmış olacaksınız. Ailenin beslenme alışkanlığını değiştirinÇocuğunuza aç olduğu zaman yemek yemesini önerin, bunu bir aktivite olarak yapmasın. Yemeğinizi mutfakta veya salonda yiyin ama televizyon gibi dikkati dağıtacak etkenler olmasın. Eğer çocuğunuz televizyon karşısında yemek yiyorsa ne kadar yemek yediğinin farkında olmayacağı için tehlikeli olabilir. Eğer siz evde sürekli atıştırıyorsanız, sebze yemeği veya salata tüketmiyorsanız, yemek sonrasında tatlı veya hamurlu yiyecekler tüketme alışkanlığınız varsa, günde maksimum 2-3 bardak su içiyorsanız bilin ki çocuğunuzda sizi taklit edecektir. Öncelikle siz sağlıklı beslenin ki çocuğunuz da sağlıklı beslenme bilincini edinsin.Davranış değişikliği uygulayınBeslenmeyle ve fiziksel aktivitelerle ideal bir kiloya ulaşmak için çocuğunuzun gözlemlediğiniz kadarıyla yediklerini kaydedin, mutfağınızda yüksek kalori içeren birçok yiyeceği kaldırın, öğün zamanlarında TV izlemek, televizyonun açık olduğu her an yemek yeme isteği doğurabileceğinden riskli diğer bir durumdur. Hedef olarak koyduğunuz egzersiz süresine ulaştıktan sonra ödüllendirin. Aile, haftalık aktivite düzenleme konusunda bir grup olarak hareket edebilir.Gelişimini kontrol ettirinÇocuğunuzu en fazla iki haftada bir kilo ve boy kontrolü, hatta gerekirse 6 ayda bir kan bulgularının kontrolü için doktoru ve diyetisyenine danışın. Her gün tartım işlemi yapmayın bu durum çocuğunuzu strese sokabilir.Destekleyici olunÇocuğunuza yardımcı olmak için ailenin beslenme alışkanlığını değiştirmesi önemlidir. Evinize abur cubur almayın, yağlı yiyeceklerden uzak durun. Unutmayın çocuğunuz sizden ne görürse aynısını yapacaktır.Dyt. Özlem Sert Aydın   
Milliyet
1,326,254
Yazarlar
İç sahada iyi sonuçlar alan Rusya temsilcisi, Panathinaikos'u mağlup eder. UEFA Avrupa Ligi'nde ise gruplara iyi başlayan BATE Borisov Sheriff'i yener451 R.Kazan-Pana  1İki takımın da bu maçı kaybetmesi halinde ilk iki şansı mücizelere kalacak. Rusya temsilcisi Rubin Kazan, Zenit'in ardından ikinci sırada yer alıyor. Ligde 11 maçtır yenilmeyen ev sahibinde futbolcular bu tür zorlu maçlar için moral buldu. Yunanistan Ligi'nde mücadele eden Panathinaikos ise Olympiakos ile sıkı bir liderlik yarışına girdi ve Avrupa'ya tam konsantre olamıyorlar. Gruplarda oynanan ilk maç 0-0 sona ermişti. Bu kez iç saha avantajını iyi kullanan Kazan galibiyete ulaşır.479 Kopenhag-Barcelona  ÜstDanimarka temsilcisi Kopenhag, Rubin Kazan ve Panathinaikos'un beklenen performansı ortaya koyamaması nedeniyle Şampiyonlar Ligi'nde yoluna devam etmek için büyük bir avantaj elde etti. Grubun en güçlü takımı olarak gösterilen Barcelona ise liderlik koltuğunda oturuyor ve takım için de her şey yolunda gidiyor. Özellikle son lig maçlarında Sevilla'yı 5-0 gibi farklı bir skorla geçerek güven veriler. İki takım arasındaki ilk maç 2-0 bitmişti. Bu kez Kopenhag en azından bir puan için savaşacaktır. Bu yüzden 2,5 gol barajı aşılır.482 Valencia-G.Rangers  ÜstManchester United'ın 7 puanla liderlik koltuğunda oturduğu grupta, Valencia ve Glosgow Rangers ikincilik için savaşıyor. İspanya temsilcisi Valencia'da güzel günler sona erdi. Ev sahibi büyük bir düşüşün içine girdi. Glasgow Rangers ise deplasmanda önce kaybetmemeye oynuyor. Takımlar ilk maçta yenişememişlerdi. Bu kez iki taraf da kazanmak için sahaya çıkacak. Bu yüzden bol gol ilk seçenek olarak düşünülmeli.539 BATE-Sheriff  1Beyaz Rusya temsilcisi BATE Borisov, gruplara çok iyi bir başlangıç yaptı ve liderlik için büyük bir avantaj elde etti. Özellikle iç sahada aldıkları Alkmaar galibiyetiyle taraftar desteğini aldıklarında ne kadar tehlikeli bir takım olduklarını gösterdiler. Moldova Ligi'nde mücadele eden Sheriff ise bu karşılaşmadan puanla ayrılamazsa ilk iki şansı azalabilir. Ancak BATE deplasmanında sürpriz yapmaları çok zor. Ev sahibi üç puanı alacaktır.
Milliyet
1,336,526
Yazarlar
Murat Bozok bozokmurat@gmail.com Şefin Masası Tutku ve Vizyon: Paşaeli Geçen hafta, yaptığı işe aşık bir adamla harika bir gün geçirdim. Sevgili Seyit Karagözoğlu'nun, İzmir Kaynaklar'daki bağlarını yerinde görüp, yakında piyasaya çıkacak şaraplarını yudumladım10 sene önce her şeyi bırakıp Amerika'ya aşçılık eğitimi almaya gittim. Bugün o zaman verdiğim karardan ötürü gayet mutluyum. Şu anda her şeyi bırakıp, yeni bir meslek seçmem gerekseydi, hiç düşünmeden şarap eğitimi almaya giderdim.Türkiye'de şarapçılık her türlü engellemelere rağmen yükseliyor ve yükselen değer olmaya da devam edecek. Butik şarapçıların, kaliteli ama kısıtlı sayıdaki üretimlerinin bunda payı fazla. Artan rekabetten en çok biz tüketiciler yararlanıyoruz. Fiyatlar zaman içerisinde öyle ya da böyle inecek ve kalite artmaya devam edecek.Geçen hafta, bu butik üreticiler arasında sivrilen ve uzun zamandır zevkle içtiğim Paşaeli şaraplarının bağlarına gittim. İster yemek ister içecek olsun, bir ürünün nereden geldiğini görmek ve arkasındaki hikayeyi bilmek bana keyif veriyor. Şarap üreticiliği en meşakkatli ve zor işlerin başında. Meşhur bir şarap üreticisine "Şarap üretiminin kolay bir meslek olup olmadığı" sorulduğunda, "Sadece ilk 100 yılın zor olduğunu, sonrasının oldukça keyifli olduğunu" söylemişti. Özellikle ilk senelerde, sabırla bekleyip, büyük bir yatırım yapmak gerekiyor.Kadifemsi ve dengeli bir yapısı var Bundan bir sene kadar önce, ilk Paşaeli şarabını tattığımda oldukça etkilenmiştim. 2005 yılı rekoltesi, Seyit Bey'in ilk ürünüydü. Bordo tarzı bir şaraptı bu. İlk üründen, bu kadar başarılı bir şarap çıkması beni şaşırtmıştı doğrusu. Bu yıl Paşaeli'nin 2006 rekoltesi çıktı. İlkine oranla biraz daha rafine ve elegan. Fıçılardan tattıklarım ise gelecekte bizim de dünya klasında şaraplarımızın olacağının ilk işaretleri. Seyit Karagözoğlu'nun İzmir Aydınlı'da 40, Tekirdağ Hoşköy'de 50 dönüm bağı var. Kendi bağlarında Cabernet Sauvignon, Merlot, Cabernet Franc ve Petit Verdot cinsi üzümler yetiştiriyor. Ayrıca az miktarda da 'Kolorko' üzümü var. Kolorko çoğumuz için yeni bir üzüm cinsi olsa da esasen Trakya'nın en eski ve en çok üretilen üzümlerinden. Son yıllarda ise yok denecek kadar azaldı. Karagözoğlu'nun bu yıl ürettiği Paşaeli Kolorko, benim bu yaz en beğendiğim beyaz şarapların başında geliyordu. Önemli bir detaydan bahsetmek istiyorum burada. Paşaeli Kolorko, sadece ve sadece 250 şişe üretildi. İlk ürün olan Bordo tarzı Paşaeli ise 1957 şişe. 1957 aynı zamanda Seyit Karagözoğlu'nun doğum yılı. Butik ve kaliteli üretimin peşinde hayallerle değil; emin adımlarla büyümek istiyor. Birçok yerel üzümle denemeleri var. Bu yaz piyasaya çıkacak iki değişik rozesi muhteşem.Şarap danışmanı olarak meşhur Ornellaia ve Masseto şaraplarına da danışmanlık hizmeti veren Andrea Paoletti ile birlikte çalışıyor. Bence çok iyi bir birliktelik yakalamışlar. Yemekte olduğu gibi, şarapta da yapanın el ayarının çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bazı şarap evlerinden bir türlü güzel şarap çıkmaması gibi, bazılarından da her defasında iyi ürünler çıkmasının altında, o kişisel dokunuşun önemli bir payı var. Bundan 1,5 yıl sonra piyasaya çıkacak Hoşköy bağlarında Cabernet Sauvignon ağırlıklı Paşaeli'ni ise bir kenara not etmenizi tavsiye ederim. Şu anda hâlâ fıçıda olan bu şarap, 2012'de kendinden epeyce bahsettireceğe benziyor. Kadifemsi ve dengeli yapısıyla şimdiden eşsiz bir şey olmuş.Gün boyunca şaraptan konuştuk. Sevgili Seyit Karagözoğlu, gözleri parlayarak anlattı. Onun gibi vizyon sahibi ve işine tutkuyla bağlı idealist insanların günün birinde Türkiye'yi dünya şarap haritasında yüksek tepelere taşıyacağını düşünüyorum.
Milliyet
1,321,828
Yazarlar
Önceki gün Galatasaray'ın, dün akşam da Beşiktaş'ın rakipleri karşısında yaşadıkları sıkıntılar bir anlamda ligde bulundukları yeri doğrular nitelikteydi. Her iki takımda da farkı bir ya da en fazla iki futbolcu sağlıyor, onlar takımın kadrosundan çıktıklarında sıradanlaşıyor, rakiplerine mahkûm oynamaya başlıyorlar.Gerçi dün İnönü'deki mücadelede Sivasspor'un özellikle ikinci yarı zaman zaman futbolun dışına çıkan sert oyunlarının etkili olduğunu belirtmemiz gerekiyor. Schuster büyük bir ihtimalle yıldız oyuncusu Guti'yi koruma adına çok beklemeden kenara aldı.Guti, olmadığında ve oynamadığında çok sıradan bir takım haline gelen Beşiktaş'a renk veren, karakterini değiştiren, arkadaşlarına nasıl oyun kurulmasını gösteren, kazanma hamlesi yapabilen gerçekten büyük bir yetenek. Guti'nin bitirici, öldürücü ve neredeyse %100 sonuç alan ara pasları Oğuz Çetin'i hatırlattı.Türkiye'de orta saha oyun kurucu futbolcu anlayışında devrim yapan zamanının en önemli oyuncusuydu Oğuz Çetin. 1989'daki 103 gollün atılmasında, Aykut Kocaman ve Rıdvan Dilmen'in futbolculuklarının zirveye taşınmasında onun ara paslarının ve asistlerinin büyük etkisi vardı.Şimdi Beşiktaş'ta Guti yapıyor bunu. İbrahim Üzülmez'e 3. dakikada attığı ve golle sonuçlanan ara pası topun gittiği yer, şiddeti ve arkadaşının topla buluşma zamanlaması bakımında kusursuz ve Türkiye standartlarının çok ama çok üzerindeydi.Türkiye'de birçok oyuncu böyle yerden pas atmak yerine topu havaya kaldırmayı seçiyor, pas atılan oyuncu da topa sahip olabilmek için oldukça zaman kaybediyor. Bir ikinci önemli detay topa verdiği güç, yani İbrahim Üzülmez'in onunla buluşma anındaki momentumu; hani bazen top futbolcunun ayağına oturdu deriz ya bunu sağlayan şeylerin başında işte bu momentum gelir.Momentum, özellikle kafa vuruşlarında çok belirleyici olan çarpma gücüdür.Beşiktaş'ta Guti'nin yanında ona birazcık olsun ayak uyduracak ikinci futbolcu yok gibiydi. Bobo attığı golün dışında etkisizdi, Holosko'nun sahadaki varlığını bile ayırt edebilmek mümkün değildi. Tabata bir başka Nihat; takımdan sürekli kopuyor. Hilbert'ten yeteneklerinin ötesinde bir beklenti var. Hilbert, Fink, Ernst çok düz oyuncular; güçleriyle ayakta kalıyorlar. Onlardan yaratıcılık beklemek büyük bir hayal kırıklığı yaratacaktır. Necip için henüz bir kanaat belirtmek yanlış olur. Rakibe yaptığı asistin abartılmaması gerektiğini düşünüyorum. Tuncay Şanlı Fenerbahçe'de oynarken böylesi asistlerden bolca yapardı.Bütün bunların bileşkesini aldığımızda da ortaya ikinci yarıdaki silik Beşiktaş çıkıyor işte...Rıza Çalımbay ikinci devre Beşiktaş defansının fazlasıyla ileri çıkacağını hesap edip, bir anlamda Manisaspor'un yaptığı şeyi denemek istedi. Ancak bu sefer ya Schuster defans hattının ileri çıkmasını engelledi ya da Beşiktaş'ın defans oyuncuları inisiyatif kullanıp olası bir beraberlikle sonuçlanacak şeyi yapmadılar.Beşiktaş'ın dörtlü defans bloğu geride kalınca bu sefer Guti ve Tabata'nın kırılganlaştırdığı orta sahayı biraz da sertliğe başvurarak bir anda ele geçirdi, Sivasspor. Nihat ve Yusuf değişiklikleri bu anlamda bir önlem değil de Beşiktaş'ı ileriye taşıyarak rakibin direncini kırma hamlesiydi. Ancak tutmadı. Sivasspor yüklendikçe Beşiktaş geriye çekildi, oyun kuramadı, beceriksizleşti. Beraberliğe biraz Rüştü, net olarak da kale direği engel oldu.Son dakikada Sivasspor'un yakaladığı gol fırsatı bir anlamda Beşiktaş'ın sezon başından bu yana en yumuşak ve zayıf olan tarafını göstermesi bakımından öğreticiydi.Schuster'in kenardaki duruşundan, hareketlerinden, hal ve tavırlarından Beşiktaş'tan hiç memnun olmadığını anlıyoruz. Bazen oyuncuların yapamadığı, sonlandıramadığı pozisyonlar sonrasında kafasını öyle sallıyor ki ister istemez bu duyguyu alıyorsunuz. Bu takıma sadece Guti ve Quaresma'nın yetmeyeceğini çok iyi biliyor olmalıdır. Sanırım, genç oyuncular üzerinde durmasının nedeni biraz da bu olsa gerek. Bir anlamda kendi futbolcusunu kendisi yaratma derdinde; bu zaten Beşiktaş'ın geleneklerinde de olan bir uygulama değil midir? Stoperde denediği genç Ersan'ın Zapotocny'den çok daha iyi mücadele etti.uzaygokerman@gmail.com
Milliyet
1,339,820
Yazarlar
Reyting canavarı TV'DEN BiR 'HABER' KLiŞESi Bayramlarda televizyon haber metinleri bir ayrı güzel oluyor. Türkçe kompozisyon ödevi gibi. Hemen her kanalda şablon cümleler vardır. Her sene bayram metni hazırlamak yerine aynı metni bir sonrakinde tekrarlamak yeterli olur. Ya da bu cümleleri biraz daha geliştirip daha 'yaratıcı' hale getirmek. Bir örnek TRT Ana Haber Bülteni'nden. Yanlış anlaşılmasın, bu TRT'ye özgü değil. Her kanalın ortak bir metni olabilir. Başlık; 'Bu telaş tatlı telaş' ... Tatlı telaşın ilk rakamları geliyor; 25 ölü ... "Nereye gitsem sorusunun cevabını bulanlar yollara düşmüş" cümlesi otogarları, havaalanlarını tıka basa dolduranların hikayesini anlatıyor. Yollara düşenler bayramda nereye gideceğine karar vermek için anlaşılan, epey bir zaman ayırmış. Sonra valizleri yüklenip yollara düşmüşler. Sorunun cevabını bulup ve yollara düşmekle sorunun çözülmediği ise şu haber metni ile ispatlanıyor: "Otobüste yer bulmak samanlıkta iğne aramak gibi." Takdir ettim bu benzetmeyi yapanı. Gayet yaratıcı ve olayı özetliyor. Tabii konu kurban bayramıysa kurbanlıklarla ilgili bir cümle de yerini alacaktır. Spiker gülerek ama bunu abartmadan yaparak (ki bu da bayram haber sunma şablonudur): "Kurban Bayramı geliyor dedik. Kurbanlıklar kaçmaya başladı..." Kurban her bayram kaçar, vatandaş peşinde koşar. Alın bu cümleleri her bayramda kullanın, görüntüleri de değiştirmenize gerek yok. Kim anlayacak? İnsanlar, otobüsler, uçaklar, kazalar, kurbanlıklar hiçbir zaman değişmeyecek...VOLEYBOL FİNALİNİ NTV VERMELİYDİDünya Bayanlar Voleybol Şampiyonası'nı NTV Spor verdi. Bu yerinde bir yayıncılık. NTV Spor'un izleyicisi kısıtlı, yayın alanı da. Bu şampiyonanın final maçı neden NTV kanalından verilmedi? O saat diliminde çok önemli işler mi vardı kaçırılmayacak?KÜLTÜR VE TURİZM BAKANINA BİR ÖNERİ'Gezelim Görelim'in Nuray Yılmaz'ın Çanakkale Ayvacık ilçesini dolaştığı bölümünü izlerken aklıma geldi. Televizyonda cazip görüntüler eşliğinde çok 'gezmek ve görmek' üzerine kurulu program var. Mesela Fatih Türkmenoğlu'nun CNN Türk'teki programı. Fazla sululuk yapmadan dozunda olanlardan biri. Özellikleri küçük işletmecileri bulup neler yaptıklarını sunmaları. Yani küçük ayrıntıları yakalamaları. Bu küçük ayrıntılar, turizmdir. Bu küçük ayrıntılar tanıtımdır. Kültür ve Turizm Bakanlığı televizyonlardaki bu yapımları izlemeye alıp değerlendirmeli. Sadece bu işi takip eden bir ekip olmalı. Bir zeytinyağı üreticisinin dükkanı, deniz kıyısında bambuların korunağında hemen tutulmuş balığın kömürde ızgarası yanına, yöre salatasını yapan teyzem... Bu küçük ayrıntıları büyütüp turizm yapmak önemli. Televizyonlar bu anlamda büyük işler yapıyor. REHBERiMMELTEM CUMBUL ORTAYA ÇIKTIBir haber, alır başını gider. Meltem Cumbul olayı da böyle oldu. Birden yazılı basında bir Bollywood teklifidir gidiyor. Meltem Cumbul popüler kültür küllerinden her daim başını kaldırıp kendini bir şekilde gündeme getiren isimlerden. Bugün Kenan Erçetingöz'ün '60 Dakikası' programında. (BLOOMBERG HT/22.10)NAİM DİLMENER SERDAR ORTAÇ'A TAKTITRT Haber'de 'Kuşak Farkı' programına Naim Dilmener ile Palm FM'de program yapan Esin Görür konuk olmuştu. Dilmener'de bir Serdar Ortaç takıntısı var. İyi melodi buluyor Ortaç. Altyapı, sözler vs iyi. Eh işte popüler müzik yelpazesi içinde genel geçer durumlar. Eller havaya hali. 'Kötü müzik yapıyor'muş. Funda Arar iyi, Serdar Ortaç kötü... Bir eğlence dünyası burası, yazın kumsalda çekirdek çitleyip oynayan orta halli kızların ya da yanık tenli Türkbükü sakinlerin ortak paydaları Serdar. Bu arada Dilmener, Nefise Karatay'la bayram boyu CNN Türk'te 'Kimler Geldi Kimler Geçti'de 60'lı, 70'li ve 80'li yıllara bir yolculuk yapacak. Güzel bir arşiv çalışması olacağından eminim. Erol Büyükburç, Ayten Alpman, Erkut Taçkın ve Beyaz Kelebekler'den Ülkü Üst bayramın birinci gün konukları (20.00)YENİ DÖNEM TÜRK FİLMLERİ RESMİ GEÇİDİBayram bol bol son dönem yerli filmleri izleme fırsatı veriyor. İşte bunlar biri Kanal D'de bu akşam ekrana geliyor: 'Acı Aşk'. İnternetteki eleştiriler 'fena değil' noktasında birleşiyor (22.00)
Milliyet
1,321,002
Yazarlar
Her hücremizde antioksidan bulunmaktadır ama özellikle karaciğer bu konuda tüm yönetimi ele almıştır. Detoksifikasyon merkezi olarak da karaciğer gösterebilir. Detoksifikasyon da vücudu zararlı maddelerden arındırma işlemidir.En iyi detoks yöntemini öğrenmek için tıklayın!Besinler, üretim safhasından başlayarak, mutfağımıza gelene kadar birçok işlemden geçer ve belirli oranlarda toksin (zararlı maddeler) alırlar. Özellikle tarımsal ilaçların kullanılması, havadan, sudan, topraktan gelebilecek zararlı maddeler, saflaştırma- koruma amacıyla koruyucu madde katılması, boyama gibi işlemler de düşünülürse besinlerin bir miktar toksin içerdiği ortaya çıkmaktadır. Vücudumuz da günlük işlevlerini gerçekleştirirken toksin üretir. Vücuda gerekli olan enerji üretilirken serbest radikaller denilen ve vücutta istenmeyen maddeler oluşur. Bunlar vücuttan uzaklaştırılamazsa; kanser, kalp hastalıkları, erken yaşlanma, artrit gibi riskleri artırmaktadır. Bunların yanında baş ağrıları, halsizlik, yorgunluk gibi günlük olarak sürekli şikayet ettiğimiz rahatsızlıkların da nedeni olabilmektedir. Özellikle bu aylarda yoğun yaşanan gribal enfeksiyonlar ve soğuk algınlığı gibi hastalıkların da artış sebeplerinden biri vücut direncinin düşük olmasıdır. Toksinleri vücuttan uzaklaştıran başlıca organımız karaciğerdir. Bu maddeler böbreklerden idrarla, deriden terle, bağırsaklardan dışkı yoluyla atılabilmektedir. sağlıklı bir vücut belli düzeydeki toksinleri vücuttan rahatlıkla uzaklaştırabilir. Fakat vücutta fazla miktarda toksin varsa bu denge bozulur. Toksinler hücrelerin içinde birikmeye başlar ve onların çalışmalarını engeller. Günlük işlevini tam yapamaz duruma gelen vücut, gerekli enerjiyi üretemediğinden yorgunluk, halsizlik, konsantrasyon güçlükleri  gibi istenmeyen durumlarla karşılaşılır.Bu maddelerin vücutta birikmesini önlemek ve vücuttan uzaklaştırılmasını sağlamak için vitamin ve minerallere ihtiyacımız vardır. Antioksidan vitamin olarak bilinen A, C ve E vitaminleri yanında, özellikle çinko ve selenyum mineralleri de serbest radikal olarak adlandırdığımız bileşikleri vücuttan uzaklaştırmada görev almaktadır. Antioksidan kapasitesi en yüksek olan alfa tokoferoldür. Hücrelerin yapısında bulunan yağ asitlerinin yapılarının bozulmasını önler böylece hücrenin sağlam kalmasını sağlar.Antioksidanlar ile zararlı maddeleri vücudunuzdan atın!Organizmamız kompleks bir yapıdadır ve çok çeşitli ihtiyaçları vardır. Vücudun ihtiyacı olan vitamin ve minerallerin hepsi birbirinden etkilenmekte ve böylece düzenli bir şekilde çalışmaktadır.Her zaman sloganımız; sağlıklı ve dengeli beslenmenin öğrenilip, uygulanabilmesidir. Gün içerisinde ortalama 5 porsiyon sebze ve meyve tüketilmesi vitamin ve mineral ihtiyacımızın karşılanması açısından önemlidir. Bunun yanında yeterli miktarda et, süt, tahıl grubu besinlerin tüketimi de çok önemlidir. Hücreleri zarar görmekten koruyan C vitamini yetersizliğinde çeşitli bağışıklık sistemlerinin bozulduğu görülmüştür. Ayrıca C vitamini, sigaranın akciğerlerdeki lenfositlere vereceği zararı önler. B6 vitamini bağışıklık ve sinir sistemlerinin düzenli çalışmasına yardım eder,Folik asit vücudu savunmak için savaşan alyuvarların yapımında görev alır.Minerallerden çinkonun, bağışıklığı güçlü tutmada önemli rolü vardır. Vücutta enfeksiyon olduğu zaman bağışıklık hücrelerinin çoğalması ve hücreleri harekete geçiren kimyasal maddelerin salgılanması için çinkoya gereksinim duyarız. Aynı şekilde demir, bakır ve selenyum da bağışıklık sisteminin iyi çalışması için gereklidir. Güçlü bir bağışıklık sistemine sahip olmak bize aşağıdaki avantajları sağlayacaktır:•?Soğuk algınlığı, nezle ve diğer enfeksiyonlara yakalanma olasılığını azaltacaktır. Özellikle savunma hücreleri henüz tam gelişmeyen bebeklerin, mikrop taşıyan diğer çocuklarla temasın fazla olduğu okul çağındaki çocukların ve bağışıklık azalmaya başladığı için yaşlıların enfeksiyon hastalıklarına yakalanma riskini azaltacaktır.•?Kanser hücrelerinin yok edilmesini en yüksek seviyeye çıkaracaktır.•?Canlılığı azaltan toksit kimyasalların birikmesini önleyerek enerji düzeylerini artıracaktır.•?Vücudu çevredeki radyasyon ve kirlerden koruyacaktır.•?Yaşlanma sürecini yavaşlatacaktır.Bağışıklık sisteminizi güçlendirmek için tıklayın!

BilCat: Bilkent Text Classification (News Categorization) Dataset

7540 Turkish news articles (Milliyet and TRT merged) with category labels (Dunya, Ekonomi, Politika, KulturSanat, Saglik, Spor, Turkiye, Yazarlar).

Column header is the first line.

Other details are at https://github.com/BilkentInformationRetrievalGroup/BilCat/

Citation:

C. Toraman, F. Can and S. Koçberber. Developing a text categorization template for Turkish news portals. 2011 International Symposium on Innovations in Intelligent Systems and Applications, Istanbul, 2011, pp. 379-383. DOI: 10.1109/INISTA.2011.5946096

Downloads last month
59
Edit dataset card