Resource
stringclasses
2 values
DocID
int64
1.32M
1.44M
Class
stringclasses
8 values
Text
stringlengths
62
18.2k
Milliyet
1,324,175
Yazarlar
Enflasyonu "Tüketici Fiyatları Endeksi"ndeki (TÜFE) değişimden izliyoruz. TÜFE beklenenden fazla yüksek çıkınca suçu domates fiyatına, biber fiyatına yüklüyoruz. Tüketici fiyatlarının gerisindeki üretici fiyatlarının nasıl geliştiği üzerinde durmuyoruz. Halbuki, tüketici fiyatını (enflasyonu) belirleyen ana faktör üretici fiyatlarıdır. Üretim cephesinden bakıldığında, (1) Üretim yetersiz kalır, talebi karşılayamaz ise tüketici fiyatı artar. (2) Üreticinin maliyetleri yüksek olur ise tüketici fiyatları artar. Geçen ekim ayında, tarım sektöründe üretici fiyatları bir önceki ekim ayına göre (yıllık olarak) yüzde 26.71 oranında artış gösterdi. Halbuki aynı dönemde imalat sanayinde üretici fiyatlarındaki artış sadece yüzde 5.15 oranında idi. Görülüyor ki, tarım sektöründe bir sorun var. Üretici fiyatları, sanayideki fiyatların çok üzerinde artıyor. (1) Ya tarımda üretim yetersiz. (2) Ya da tarımda girdiler pahalandığından, üretici fiyatları yükseldi. Gıda fiyatları artıyor Tarım sektöründe üretici fiyatlarının artması, halkı çok, hem de çok ilgilendirir. Çünkü tarım ürünleri gıdanın temel girdisidir. Tarım ürünü olmadan gıda maddesi üretilemez. Gıda maddesi olmadan insan yaşayamaz. Ayakkabı, buzdolabı, koltuk kanepe fiyatı arttığında insanlar tüketimlerini bir süre geciktirebilir. Ama gıda maddesi tüketimini geciktirmek imkânı yoktur. Türkiye genelinde toplam tüketim harcamalarının yüzde 28 dolayındaki kısmının gıda harcamalarına gittiği tahmin edilir. Fakat alt gelir grubunda gıda harcamalarının toplam tüketim harcamalarındaki payı yüzde 50'nin üzerindedir. Geçen ekim ayından bu ekim ayına gıdada tüketici fiyatları artışı yüzde 17.08 oldu. Mutfaktaki enflasyon oranı halk için budur. Halk bu nedenle TÜİK'in belirlediği yüzde 8.82 oranındaki (tüm harcamaları kapsayan) fiyat artış oranına (enflasyon rakamına) inanamamaktır. Önemli olan geçim TÜİK'in üretici ve tüketici fiyatlarındaki değişimi izleyerek düzenlediği endeksler, çok sayıda sektördeki ve çok sayıdaki mal ve hizmetteki fiyat değişiminin ortalamasını yansıtıyor. Ülke genelinde, ekonominin bütününü kapsayan fiyat değişimlerini gösteriyor. Bu çerçevede, tüketici fiyatları endeksi (enflasyon) ile halkın geçim endeksi (pahalılık) arasında fark oluşuyor. TÜİK'in ülke genelindeki belirlemelerine göre ekim ayında tüketici fiyatları yüzde 1.83 oranında artmıştır. İstanbul için tüketici fiyatları (enflasyon) artışı yüzde 1.92'dir. İstanbul Ticaret Odası, sadece İstanbul'daki ücretliler için geçinme endeksi çalışması yapmaktadır. İstanbul'da ekim ayında ücretlilerin geçinme endeksindeki artış (ücretli için hayat pahalılığı) yüzde 3.09 olarak açıklanmıştır. Görülüyor ki, sadece TÜFE'deki değişim oranına bakarak enflasyon hakkında ahkâm kesmek yanlış olur. TÜFE ve ÜFE'nin gerisindeki değişimi iyi izlemek gerekir. Böylece ekonomideki sorunlar ile halkın geçim zorlukları daha iyi anlaşılabilir.
Milliyet
1,335,288
Yazarlar
, Pazar| Pazar / Yazar Yazısı Vedat Milor De-Gusto - Bu makarnayı kelimeler anlatamaz14 Kasım 2010 Roma civarındaki Hostaria Della Piazzetta'yı o kadar beğendim ki iki gün sonra tekrar gittim. Orada yediğim makarnayı anlatmaya çalışsam kağıt üzerinde bir şey ifade etmez  Kırmızı mı istersin beyaz mı?" diye soruyor Flaviano. "Şarap listesi yok mu?" diye soruyorum. "Liste yok. İstersen etiketli birkaç şarap var. Ama buranın ev şarabı güzeldir, bir dene istersen" diyor. Burası dediği Allah'ın dağı. Monte San Biaggio. Roma'nın güneyinde, 'nin kuzeyinde. Lokantanın adı Hostaria Della Piazzetta. Burada ne mi arıyorum? Roma'ya bir buçuk saat mesafedeki Gaeta kıyı kasabasında bulunuyorum bir konferans nedeni ile. 'da iken referans olarak aldığım Slow Food kitabında tavsiye edilen lokantalar arasında burası da var. Gaeta'ya yarım saat. Hostaria Della Piazzetta beş-altı masalık, oldukça basit ama sıcak ve sevimli bir lokanta. Bizdeki köy lokantalarında olduğu gibi televizyon yok. Masalarda örtü var. Tezgahın birinde Slow Food yayınları duruyor, diğerinde de ev yapımı grappa ve likörler. Flaviano'nun getirdiği şarabı tadıyorum. Adı Le Due Ancore. Abruzzo bölgesinin kırmızı sepaji olan Montepulciano üzümünden. Alkolü yüzde 12,5. Dürüst ve hoş içimli diyerek işi geçiştirebilirim ama bunun ötesinde. Bizdeki hiçbir kırmızı şarapta bulmadığım bir dengeyi tutturmuş şarap. Asit-tanen dengesi olsun, meyvenin şaraba entegrasyonu olsun, mükemmel. Hafif toprak kokusu ve bitimde damakta kalan mineralimsi lezzetler de cazip. Çok derinliği olan bir şarap değil ama şahsiyeti olan bir teruar şarabı. 100 üzerinden 88 veya 89 alır. Yazılı şarap listesi yok ama yazılı mönü var. "Sen seçimi bana bırak" Mönüye bakıyorum. Daha çok et üzerine. Flaviano ne ne de İngilizce konuşuyor. Buraya bırakın yabancı turistler, İtalyan turistler bile pek gelmiyor. Müşteriler yarım saat mesafedeki kasabalardan. İnanılmaz bir şey ama Flaviano ile ortak bir dilimiz olmamasına rağmen anlaşıyoruz. İtalyan insanının farkı bu. 'da olsam burada aç kalırım. İtalyan zekası ise kıvrak ve mimikleri bize benziyor. "Sen mönüyü boş ver, seçimi bana bırak" diyor Flavio. Önce önümüze bir "antipasto" tabağı geliyor. Yani pasta öncesi soğuk mezeler. Enfes siyah zeytin. Siz deneseniz "böylesi de olur mu?" diyeceğiniz, bizdeki gibi gibi tuzlu olmayan ve yağlı bir keçi peyniri, bir nevi soğanlı mücver (frittata), Flaviano'nun kendi hazırladığı enfes bir prosciutto, domuz sucuğu (salsicce) ve domuz kellesinden elde edilen coppa adlı . Her lokmadan lezzet fışkırıyor. Fışkırıyor da bundan sonra Flaviano'nun sunduğu yemeğinin lezzetini anlatmak için kelimeler yeterli değil. Kağıt üzerinde pek bir şey ifade etmeyebilir. Brokoli ve sucuklu ziti tipi makarna. Kalın kesilmiş ortası boş makarnanın öyle bir lezzeti var ki "ev yapımı" diye geçiştirmek olmaz. Herhalde kullanılan un veya unların bileşiminden olsa gerek (yumurta yok) o kadar yoğun ve derin bir lezzet ki bunu bizim yediğimiz İtalyan adlı makarnalar ile kıyaslamak Kaşıkçı Elması ile adi cam kıyaslaması gibi bir şey olur. Makarna ya da sucuk parçaları ve minik organik brokoli dışında eritilmiş keçi peyniri lezzet vermiş. Bu üçünün bileşiminden muhteşem bir denge yakalanmış. Şarap lokantanın ikramıymış! Flaviano her sabah taze yaban mantarları topladığını söylüyor. Ben İtalya'da yaban mantarı yiyorum. Bu konuda bilgililer. İtalyanlar da büyük iştahla yiyor. Risk yok gibi. Flaviano tavada azıcık tereyağı ile iki büyük porçini mantarının başını sote etmiş. Bu mantarı da kültür mantarı ile kıyaslamak olanaksız. İsim benzerliği dışında ortak bir noktaları yok. Yöresel yemekleri denemek istiyorum. Flaviano'nun tavsiyelerini dinliyorum ana yemek olarak. Bir tanesi buradaki gölden çıkan minicik karidesler. Gamberetti di lago. Kızarmış ve bütün yeniyor. Çıtır çıtır ama benim için çok ilginç değil. Öte yandan kuzunun bağırsağından aynı bizim kokoreç gibi sarıp hazırladıkları bir sakatat var. Adı abbuot ya da budelline di agnello. İtalya'nın her yöresinde benzeri olan bu yemek Lazio yöresinde de çok seviliyor. Eğer kokoreç severseniz buna da bayılacaksınız. Flaviano'nun eşi nefis tartlar hazırlıyor. Ağzınıza layık bir kayısı marmeladı yapmış ve bundan tart hazırlamış. İtalyancası crostata. Kıtır kıtır ve hafif. Bunun yanında iki de sürpriz yapıyor bize Flaviano. Bir tanesi gene ev yapımı çok ilginç bir tatlı. Yemeğin başında deneyip çok beğendiğim keçi peyniri rom içkili ve baharatlı bir jöle ile yemek sonrası sunuluyor. Bunun yanında da kendi yapımı üç ayrı likörü getiriyor masaya. Bir tanesi limondan limoncello. İkincisi böğürtlen. Üçüncüsü de defne yaprağı likörü. Ben, hangisi en iyi diye hepsinden deniyorum ve biraz kafayı buluyorum tabii. Hesap 65 . Yukarıda bahsettiğim kırmızı şarap fiyatlandırılmamış. "Neden" diye soruyorum. O lokantanın ikramı imiş. Aynı sürahide su gibi her masaya konulurmuş!  DEĞERLENDİRME: * * * * *  Acele edin, emekli olacak Lokantayı o kadar beğeniyorum ki iki gün sonra, Roma'ya giderken, bir öğle yemeği için tekrar uğruyorum. Bu sefer de antipasti ve makarna yemeğini tekrar deniyorum. Ama ilkinden farklı olarak karides yerine yeşil salata ve kuzu pirzola istiyorum. Herhalde siz kuzuyu merak ediyorsunuz ama ben önce yeşil salatadan bahsedeyim. Uzun zamandır bu kadar doğal ve toprak kokan bir yeşil salata yemedim. İçinde biri kıvırcık, diğeri kızıl renkli iki çeşit salata ile kiraz domatesler olan ve mis gibi sızma kokan bu salatanın aroması hâlâ burnumda. Ya kuzu eti? Mis gibi kekik kokuyor. İtalyanlar kuzu pirzolayı bizim kalem pirzola gibi güzel kesmiyorlar ama kuzuları bizden daha lezzetli. Daha lezzetli çünkü doğal otlamış kuzu. "Kuzu kaç kiloluk?" diye soruyorum. Sekiz falanmış. Üç aylık. Daha sonra mutfağa girip kaburgasını görüyor ve fotoğrafını çekiyorum. Yabani mantar sürprizi Flaviano ilk gidişimde olduğu gibi bir de yabani mantar sürprizi yapıyor. O sabah başka bir mantar gelmiş. Porçini değil. Benim chanterelle olarak bildiğim küçük ve sarı mantar. Bu da tereyağı ve maydanoz ile sote edilip önümüze geliyor. Kuzuya eşlik ediyor ama tek başına bile mükemmel bir ziyafet olabilir. Yemekten sonra Flaviano ile sohbet ediyoruz. Bu sefer yanımda İtalyanca bilen dayım ve yengem olduğu için daha derin konulara da girmek mümkün. Jandarma emeklisi imiş. Bir oğlu ve bir kızı var. İkisi de avukat. Roma'da oturuyorlar. İkisi de lokanta işi ile ilgilenmiyor. Flaviano ile eşi bu işi yürütüyor. Artık zor gelmeye başlamış. Bir-iki sene içinde emekli olmayı düşünüyor. Eğer yolunuz Roma tarafına düşerse kapanmadan, ne yapıp edin, burada bir yemek yiyin.
Milliyet
1,324,987
Yazarlar
CUMHURBAŞKANI Gül, Amerika dönüşünde demokrasi ve insan hakları konularında bence çok önemli şeyler söyledi. Ama benim umduğumdan çok farklı nedenlerle! Cumhurbaşkanı, Özel Yetkili Mahkemeleri eleştiriyor. Bunların yetkilerinin fazla olduğunu söylüyor. Özellikle de mahkum olmadan yıllarda cezaevlerinde hükümlü gibi yatan insanlardan söz ediyor. Mahkum olmadan tutuklu olarak cezaevlerinde olanların sayısının mahkumları geçtiğini söylüyor. Ayrıca "You Tube" gibi internet yayın sitelerinin kapatılmasının basın özgürlüğünü, ifade özgürlüğünü zedelediğini kabul ediyor. Ben de bu köşeden 28 Ağustos'ta yazdığım yazıda özetle şunları söylemiştim, "Dünyanın tüm medeni ülkelerinde 'hükümlü' ile 'tutuklu' arasında doğal olarak fark vardır. Tutuklu suçu kanıtlanmamış kişidir. Mahkemesi devam ediyordur. Kaçma ihtimali vardır. Ya da delilleri veya şahitleri etkileyerek adaletin gerçekleşmesini engelleme olanağına sahiptir. Onun için gözetim altında tutulması gereklidir. Endişe sadece kaçmaları ise, bileklerine izlenebilir bir elektronik bileklik takılıp evlerine salıverilirler. Tutukevleri de ceza çekilen yerler değildir. Burada devlet, olanaklar oranında o şahısların rahatlarını sağlamaya gayret eder.Mahkemelerde mahkum olmuşlar için ise   durum farklıdır. Onlar suçlarının cezasını çekmektedirler. Hapisane şartlarının disiplini altında minimum ihtiyaçları karşılanır. Biz ne yapıyoruz? Ne yazık ki henüz mahkemeleri süren insanları suçluların kapatıldığı cezaevlerine koyuyoruz. Cezaevlerinde de mahkumlarla aynı disiplin ve aynı 'ceza çekme' şartları altında hapsediyoruz!Bu yapılan ciddi bir insanlık suçudur. Hadi maddi imkansızlıklarla bu insanları mahkumlarla aynı hapishanelerde yatırıyoruz. Ama onları ayrı bölümlerde, mümkün olan rahatlarını sağlayarak, aileleriyle mümkünse her gün görüştürerek, gazete kitap almalarına, televizyon seyretmelerine olanak sağlıyarak tutmak için ne engel var? Para istemez, pul istemez. Sadece biraz vicdan ister! " Cumhurbaşkanının da bu noktaya gelmiş olması sevindirici! Ancak bakın açıkladığı nedenlere, "Gelip buralarda (Amerika'da) konuşurken, 'hapisteki gazetecilerin sayısı azaldı' derken çoğaldığını gösterirsek çok yanlış olur. Bu tip uygulamalar imajımızı hemen bozar." Evet Cumhurbaşkanının endişesi imaj bozulması, karizma çizilmesi! Bu düşüncesini vurguluyor, "Bu konularda noksanlarımız var. Yarın bir hücum başlar ki bizi çok yıpratır. Karizma çizilir dedikleri şey olur. Yazar, çizer, bilim adamı, düşünür ve gazetecinin yargılanması çok yanlış olur." Neden yanlış olur? Karizma çizilecek, görüntü bozulacak diye! Nitekim ifade ediyor, "Tutuklular, hükümlülerden çok hale geldi. Görüntü açısından hoş bir şey değil." Aslında bütün bunları görüntüyü düzeltmek için değil, insanımıza önem verdiğimiz için, mevcut durumun vicdanlarımızı rahatsız ettiği için istemeliyiz. Doğru şeyleri, olması gerekenden farklı nedenlerle açıklamış dahi olsa demokrasiden yana olan herkes, Cumhurbaşkanı'nın bu isteklerine destek olmalıdır. Çünkü önemli olan sonuçtur, değerli okurlarım!* * *NOT: Hayatımda ilk defa uzunca sürecek bir seyahata çıkıyorum değerli okurlarım. Arada bazı yazılarım aksarsa sizi unuttum sanmayın! A.N.K.
Milliyet
1,339,825
Yazarlar
Ferhan İstanbullu ferhan.istanbullu@gmail.com Spot İSTANBUL LOS ANGELES'TAN NASIL GÖRÜNÜYOR? Kafelerin makul fiyatları istanbul'un havalı kafelerinin lüzumsuz pahalılığını bir kez daha hatırlatıyor. Sigara içen kimse kalmamış. Sabahları, hatta günün ortasında sıcakta bile koşuyorlarSaatlerce uçtuk, Los Angeles'a geldik. Hava durumunda değişiklik yok; bahar havasını bıraktık, burada da ceketsiz dolaşmaya devam. Önemli bir farkla, burada hayat kesinlikle daha ağır akıyor. Bir de insanlarda bir huzur hali, sokaklardaki evsizlerin dahi burada dünyanın herhangi bir yerinde olduklarından daha dingin göründüklerini (utanarak) düşünuyorum. Şehrin deniz kenarında yer alan, en cool köşesi Venice Beach'te akşam uzun yürüyüşler yapanlar, kumsalda müzik çalıp dans edenler, uyduruk bir doktor reçetesiyle ot alıp kafayı bulanlar var. Ahali, alacalı bulacalı kırmızıya bulanmış bir gün batımının keyfini çıkarmayı hiç ihmal etmiyormuş. En azından yerel halktan dostlar öyle söylüyor.'Yıldızların evleri turu'na katıldımLos Angeles starlar şehri olduğundan         ünlü birilerine rastlamak, vakayı adiyeden. Biz de gelişimizin daha ilk saatlerinde eski, nefis bir Ferrari ile yanımızdan geçen Warren Beatty'yi görünce "Varan 1" diyoruz. Yeni moda yıldızcıklar yerine Warren Beatty'ye rastlamak, ayrıca hoşumuza gidiyor. Şiddetli turistik olduğunu peşinen kabul edip itiraf edeyim; yıldızların evlerini gösteren tura ben de katılıyorum. Bu da bir röntgencilik ve çok zevkli! Tabii sadık bir hayran olarak en                çok Michael Jackson'un yaşadığı ve   öldüğü evden etkileniyorum.İnsanlar huzurlu yaşıyorEtraf şık restoranlarla dolu, ama benim favorim Urth Cafe'de vakit geçirmek oluyor. Dışarıdan kendi halinde bir kahve dükkanı gibi. Ama belli ki tüm hadise burada dönüyor. Tipik bir kafe mönüsü, ama bir farkla; kullanılan her malzeme organik; Boba diye bin bir türevli bir çayı var; millet fincan fincan içiyor. Elinde bir koca bardakla çıkan Paris Hilton'u görünce resim tamamlanıyor! Kafelerin makul fiyatları İstanbul'un havalı kafelerinin lüzumsuz pahalılığını bir kez daha hatırlatıyor. Sigara içen kimse kalmamış bu şehirde. Sabahları, hatta günün ortasında sıcakta bile koşuyorlar. İnsanların dünyanın her yerinde hayatın ağırlığını hissettiğine şüphe yok. Lakin dünyanın bu öte tarafında insanlar belli ki daha huzurlu yaşıyor.
Milliyet
1,341,357
Yazarlar
Reyting canavarı SARKOZY'DEN TV ŞOV Geçen salı günü Fransa'da üç kanal birden Sarkozy ile yapılan canlı söyleşiyi yayınladı. Soruları seçilen üç gazeteci sordu. 12.3 milyon kişi programı izledi. Claire Chazal, David Pujadas ve Michel Denisot, soruları soran gazetecilerdi. Claire Chazal TF1'de 1991 yılından beri bulunuyor ve Fransız televizyonunun parlak isimlerinden. Pujadas France 2'nin ana haber bültenini sunuyor. Michel Denisot ise Canal Plus'ta 2004 yılından beri 'Le Grand Journal' bültenini sunuyor. Denisot, televizyon gazeteciliğinin yanı sıra, kanalın ve bağlı bulunduğu tüm yayınların genel müdürü. 1995 yılında seçim öncesi Nicolas Sarkozy ile yaptığı geniş söyleşiyi kitap haline getirdi. Yani Sarkozy Fransa'nın en ünlü, etkili üç gazetecisi ile karşı karşıya geldi. Bu üç kanal arasında en fazla izlenme payını TF1 almış. Onu sırasıyla FR2 ve Canal Plus takip etmiş. 10 Fransız'dan dördü bu programı izlemiş. Program en çok izlenen zaman dilimi 20.15 ile 21.40 arasında yayınlanmış. Bu bir olay. Siyaset ve televizyon üzerine yazılacak tarihte yerini alacak bir örnek. Tepkiler; 'Saray seçtiği üç gazeteci ile şov yaptı' şeklinde. Haberin yorumu benim haddimi aşar. Onu köşe yazarlarımız yaparlar. Fransız toplumu da bir değişim içinde. Sol muhalefetin güçlü olduğu ülkelerden birinde bir başkan kendi gazetecilerini toplayıp üç televizyon kanalında birden ortak yayın yaptırıyorsa bunun bir açıklaması olması lazım.Bizde nasıl oluyor?Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın gözyaşlarını tutamadığı ATV'deki Fatih Öner Çıtak'ın sunduğu 'Başbakan İle Özel', sanırım en çarpıcı örneklerden biri. 18 Eylül 2009'da ekrana gelmişti. 7.2'lik bir izlenme payı olmuştu. En çok izlenen 29'uncu programdı. Yine aynı kanalda 2010'da Mehmet Barlas, Süleyman Yaşar ve Hasan Bülent Kahraman'ın yönelttiği soruları yanıtlayan Başbakan'ın katıldığı 'Gündem Özel', 9.4 izlenme payıyla günün en çok izlenen 13'üncü programı olmuş.MERAK ETTİM'Karadağlar'ın fragmanındaki müzikle Sezen Aksu'nun 'Işık Doğudan Yükselir' albümündeki 'Yeniliğe Doğru' parçasının benzediğini yazmıştım. Dizinin yapımcısı Fatih Aksoy aradı. Konuyla ilgili bir bilgisi yok. Yapımcının, müzik  çalıntı mı değil mi diye araştırma yapacak hali yok. Dizinin müzikleri Kıraç'a ait. Ben kimseyi suçlamıyorum. Sadece iki parçayı dinledim,        "Bu kadar mı benzer?" diye kendime sordum.LANET OLSUN VE DOSTUM Bayram vesilesiyle romantik komedi ve aksiyon durumları var Digitürk sinema kanallarında. Hikaye eski ama duydukça takıntı yaptı. Şu yerli dublajımız. "Lanet olsun" ve "Dostum" laflarının yer almadığı bir film izlemek nasip olmadı. Dublajlarımızın, bu iki sözcükten kurtarılmasını istiyorum.
Milliyet
1,323,903
Yazarlar
Schuster'in önde basma, savunmayı ileri çıkarma, çizgi defans ve hücum felsefesine elbette kimse itiraz etmemeli. Modern futbol böyle bir şey. Ama futbol aynı zamanda bir takım oyunu...Schuster'in felsefesini hayata geçirmek için takımca aynı ilkeleri paylaşacaksınız. Sorumluluk alacak, yardımlaşacak ve arkadaşlarınızla en iyi iletişimi kuracaksınız.Beşiktaş oyun içi iletişimin iyi ve kötü örneklerini bir arada sergiledi.Örneğin, Guti'nin başlattığı pozisyonda İbrahim Üzülmez'in sol kanattan dalarak topu hafif kavisle kale ağzına koşan Bobo'nun ayağına atması harika bir asist örneğiydi. Bu pozisyonda adı geçen üç adam da birbirlerini anlıyorlardı. Necip'in düştüğü yerden kalkmadan attığı gol de, Tabata'nın da içinde yer aldığı başka bir iletişim örneği...Bu golleri alkışlıyoruz.Ama Süper Lig'in, Avrupa Ligi'ndeki tek temsilcisinden daha iyi iletişim örnekleri bekliyoruz.Hücumcularla savunmacılar ikiye bölünmüş gibiydi Beşiktaş'ta. Tabata, Guti, Bobo ve hayalet adam Holosko hücum bölgesinde topu kaybettiklerinde dinlenmeye (!) geçiyorlardı.Hilbert, İbrahim Toraman, Ersan ve İbrahim Üzülmez de her türlü kademe anlayışını unutmuş, bireysel hatalarla Sivasspor'a pozisyonlar veriyorlardı. Dahası, Ernst ve Necip de savunmaya yama olma telaşıyla geri çekilmek zorunda kaldılar.Savunma bölgesinde ya da orta alanda topu kazanan Sivasspor da beklediğimden fazla hücum fırsatı buldu. Necip'in ezbere attığı topla Suarez'e yaptığı asist (!) böyle bir yamalanmanın sonucu.Guti'nin doğum günüymüş dün. Nice yıllara! Ama yıldız futbolcu iki yaşına birden girdi. Biri biyolojik, öteki şaşkınlık yaşı. Dünkü gibi gaddarca, acımasız, iyi niyetsiz, körleme ve faul ortamında şaşkınlığından bir yaşına daha girdi. Elbette ligin en çok faul yapan takımı diye Sivasspor'u suçlu ilan etmek durumunda değiliz. Bu sert, kural dışı, insafsız ve acımasız anlayış sıkça rastladığımız örneklerle güzel ve masum oyunu bozuyor. Sportif ortamı geriyor, kirletiyor!Beşiktaş'ın ve Sivas'ın evladı Çalımbay, en azından bir beraberlikle ayrılabilirdi İnönü'den. Rüştü buna izin vermedi. Tecrübenin önemi!Beşiktaş, Sivasspor'a karşı evinde ilk kez kazandı. Şanslıydılar. Peki bu şans Porto da yeter mi? Yetmez!
Milliyet
1,341,340
Yazarlar
1990'larda haftalık Economist'in Türkiye muhabiri olan Christopher de Bellaigue sıkı bir Atatürkçü idi. Liberaller ve Atatürkçülerle düşüp kalkıyordu ve onların cumhuriyetle ilgili birçok düşüncesini, inancını, tarih anlayışını paylaşıyordu. Kemalizm'in ülkenin üstünde serdiği kırmızı beyaz Türklük yorganının altında herkesin rahat uyumadığını pek bilmiyordu. Kürtlerin taleplerini gerçekçi bulmuyordu. Alevileri anlamıyordu. Yirminci yüzyılın başında Osmanlı İmparatorluğu'nun son Hıristiyan azınlığı kalan Ermenilerin 1915'te yaşadığı korkunç katliam ve göçün gerçek boyutlarını da bilmiyordu. Bu konulardaki görüşleri tipik bir Kemalist'inkinden farklı değildi. De Bellaigue 2001'de ABD'nin önde gelen entelektüel yayınlarından olan New York Review of Books'ta Türkiye'nin Gizli Geçmişi adlı bir yazı yayımladı. Ermeni katliamını küçümsediği için sert eleştirilere uğradı ve derginin editörü tarafından "Türkleri savunmaya çalışmakla" suçlandı. De Bellaigue artık İran'da yaşıyordu. İranlı bir kadınla evlenmişti ve Economist'in İran muhabiri olmuştu. Ama merakı uyanmış ve sanırım biraz da gururu kırılmıştı. Ermeniler ve "Kemalist ayakkabının içindeki diğer taşlar olan Kürtler ve Aleviler" ile ilgili kitaplar okumaya başladı. Aralıklarla geri dönüp "Türkiye'nin unutulmuş insanları" ve kayıp "azınlıkların hayaletleri" arasına karışıp bir kitap yazmaya karar verdi. Ama bu düz bir tarih kitabı olmayacaktı. Doğu Anadolu'da bir zamanlar Türklerin, Kürtlerin, Ermenilerin ve Alevilerin birlikte yaşadığı bir yer bulacak ve olup bitenleri o yerin tarihini inceleyerek yazacaktı. Mükemmel Türkçe konuşan de Bellaigue, Alevi Kürt bir arkadaşının önerisi üzerinde bu yerin Varto (Muş) olmasına karar verdi. Üç yıl kadar Varto'ya gidip geldi; kasabanın, Doğu Anadolu'nun ve Türkiye'nin yakın tarihini kapsayan zengin ve renk yüklü bir kitap yazdı: Rebel Land, Asi Toprak.Bu kitabı okuyanlar zaten muhtemelen bildikleri birkaç şeyi yeniden öğrenecekler: Doğu Anadolu dünyanın en fazla kanla yıkanmış yerlerinden biridir.Ve Türkiye'nin resmi tarihi yalanlar ve yarı doğrularla doludur. Bu sağlıksız diyet yüzünden gözlerimiz bazen dünyayı iyi görmüyor.De Bellaigue'in asi topraklarında artık Ermeniler yok. Ermenilere ait eserler birçok yerde bilinçli bir şekilde tahrip edildi. Ama geride kalanlar, aradan neredeyse yüz sene geçmesine rağmen, bir zamanlar iç içe yaşadıkları bu kayıp insanları çok iyi hatırlıyor. "Bu çayırları hâlâ onların sahibi olan Ermenilerin adıyla anıyoruz" diyor Emeranlı bir Alevi, de Bellaigue'e. "Bu (armut) ağaçları Hagop'un çayırındaydı, bu da Koren'in. Bu Asadur Efendi'nin çayırıdır."Osmanlı'da bütün azınlıklar iç içe yaşıyorlardı ama bir hiyerarşi vardı. Osmanlı Varto'sunda Sünni Kürtler tepede, Ermeniler ortada, Aleviler en altta idi. Cumhuriyet Varto'da da Türkiye'de de hiyerarşiyi ortadan kaldırmadı, sırayı değiştirdi. Şimdi tepede Sünni Türkler var. Bütün üyelerinin fırsatlara ulaşma önceliği eşit olmayan toplumlar adaletten uzak, kavgaya yakın olurlar hep. Akıcı, iyi araştırılmış ayrıntılarla dolu bu hüzünlü kitap umarım Türkçeye çevrilir.
Milliyet
1,334,159
Yazarlar
Bugün ne yapılabilir ? Bugün zorlu koşullarla karşılaşsak... - Hakan Kırkoğlu Hakan Kırkoğlu Müneccimbaşı Engelleri geride bırakacağız Bugün ne yapılabilir ? Bugün zorlu koşullarla karşılaşsak da, engelleri aşabileceğiz. Daha kararlı ve disiplinli bir yaklaşım içinde olmalıyız. İşe ait konuları önemli göreceğiz. Kısıtlamalara karşı direnç gösterebilmek için akılcı ve kontrollü davranabiliriz. Uzun vadeli ve gerçekçi bir yaklaşım çok işe yarayacak. Nelerden kaçınmalı? Olumsuz düşüncelere odaklanmak ve eksiklerimizi vurgulamak yerine daha pozitif bir bakış açısı edinmeyiz. Bugün kimi güven vermeyen tutumlara karşı uyanık olmamız gerekiyor ancak endişe yerine daha dikkatli bir tutum ortaya koyabilmeliyiz. Akşam saatlerinde hızlı hareket ederek, işleri yoluna koyabiliriz.
Milliyet
1,334,194
Yazarlar
Dilara Koçak bilgi@mezurasaglik.com.tr İyi Yaşam TAM TAHILLAR KARIN YAĞLARINDAN KURTARIYOR Araştırmalar gösteriyor ki, rafine edilmiş tahıllıları tüketmeyip, tam tahıl olanları tercih etmek belimizin daha ince olmasını sağlıyor 32 ile 83 yaş arasındaki    2 bin 834 kadın ve erkek takip edilerek yapılan bir çalışmaya göre günde 3 ya da 4 porsiyon tam tahıl tercih edip ve günde 1 porsiyondan daha az rafine edilmiş tahıl yiyen yetişkinler, bu beslenme   tarzını takip etmeyenlere göre, yüzde 10 daha az yağlı bele sahip oluyor. Bu çalışmada örneğin bir dilim tam buğday ekmeğini 1 dilim tam çavdar ekmeği, 1 kase yulaf unu veya bulgur tam tahılı temsil ederken, rafine tahılı ise beyaz ekmek, beyaz pirinç, şeker, meyve suyu, kek kurabiye vb şekerli besinler temsil ediyor.Araştırmacılar, katılımcıların bel çevrelerindeki -aynı zamanda iç organlardaki- yağın miktarını ölçtüler. Buna ek olarak, vücudun diğer bölgelerinde derinin altında ne kadar yağ olduğunu da incelediler.İç organlardaki yağlanmanın, deri altındaki yağlanmaya nazaran daha kötü olduğunu biliyoruz. Özellikle bel çevresindeki yağlanma metabolik sendromun gelişmesiyle ilişkili olduğundan hipertansiyon, sağlıksız kolesterol düzeyleri ve insülin direnci gibi birçok belirtiye, kalp rahatsızlıklarına ya da Tip 2 diyabete yol açmakta. Peki, tam tahıl tüketimini beslenmeye ekleyip ama bununla birlikte rafine tahıl da diyette yer almaya devam ederse ne oluyor?Maalesef çok fazla rafine edilmiş tahıl yerken, aynı zamanda tam tahıllı besinler de tüketilince, aynı fayda görülemiyor. Günde 4 porsiyondan fazla rafine edilmiş tahıllı besinler, kişide her ne kadar beraberinde tam tahıllı besinler tüketmiş olsa da, iç organlardaki yağlanma oranlarında iyi bir gelişmeye yol açmıyor.Sonuçlar öyle gösteriyor ki, beslenmenizde besinlerin yerine başka şeyler koyabilmek için mutfağı genel olarak gözden geçirmek gerekiyor. İşte size bazı tavsiyeler:- Beyaz pirinç yerine, esmer pirinçle veya bulgurla yemek pişirmeyi tercih edin.- Beyaz ekmek yerine sadece tam tahıllı ekmekle sandviç yapmayı seçin.- Dolmalarınıza pirinç yerine bulgur veya yulaf ekleyin.- Çorbalara un eklemek yerine bulgur veya yulaf veya tam buğday unu koyun.- Meyveleri kabuklu yenebiliyorsa kabuğu ile tercih edin, meyve suyu içme alışkanlığınızı taze meyve ile değiştirin.- Kendinizi takip etmek için bir yeme günlüğü yazmaya başlayın ve her gün bir porsiyon rafine tahıldan daha fazlasına yer vermeyin.- Ekmek olarak kepekli ya da tam taneli olanları tercih edin, tam buğday veya tam çavdar gibi...- Kuru baklagillere sofranızda daha fazla yer verin.- Salatalarınıza nohut, tam buğday, mercimek veya bulgur ilavesi yapın.- Makarna seçiminizde de kepekli olanı seçmeye çalışın bol domatesli       ve sebzeli soslarla aynı lezzeti   yakalayabilirsiniz.- Kahvaltınıza yulaf ekleyin. Yoğurt ile ara öğün seçimi de hoş olabilir.Maydanozlu bulgur salatası- 1 demet maydanoz -1 demet nane n 1 domates  -2 çay kaşığı haşlanmış bulgurMaydanoz ve naneleri ince doğrayıp küp doğranmış domates ve haşlanmış bulgur ile karıştırın. Sos için: -1 çay kaşığı nar ekşisi  -1 tatlı kaşığı limon suyu   -1 çay kaşığı elma sirkesi  -1 tatlı kaşığı zeytinyağıTavuklu buğday salatası- 5-6 yaprak kıvırcık marul   -2 çay kaşığı haşlanmış buğday -Yarım yeşil elma -5 badem -60 gram ızgara tavukElmaları kabuklu olarak ince ince yarım ay şeklinde doğrayın, marul yapraklarını eliniz ile ufak parçalara ayırıp, haşlanmış buğdayla karıştırın tüm malzemeyi sos ile harmanlayıp üzerine ızgara edilmiş tavuğu dilimleyin ve badem ile süsleyin. Sos için: -1 tatlı kaşığı hardal -1 tatlı kaşığı limon suyu - 1 tatlı kaşığı zeytinyağı, az tuz
Milliyet
1,331,488
Yazarlar
PAZARTESİ TERAPİLERİ ARTIK KEDi-KÖPEKTEN KORKMAK iSTEMiYORUM! Fobilerle baş etmek için korku nesnesi ya da durumla aşamalı olarak karşı karşıya  gelmek gerekir. Örneğin kedi korkunuzu yenmek için kedi resimlerine bakmak en alt basamaktaki hedef olabilir. Sonraki basamak, tüylü bir oyuncak kediyi tutmaktır. Kendinizi hazır hissettiğinizde, eve yeni doğmuş bir kedi alabilirsiniz Danışan: Kedi ve köpek korkumu yenmek istiyorum. İlaç almadan bu korkumun üstesinden gelmem mümkün mü?Dr. Başak: Evet, psikoterapiyle üstesinden gelebilirsiniz. Ne zamandır var bu korkularınız?Danışan: Kendimi bildim bileli. Dokuz yaşındaki kızım bir iki yıldır "Eve köpek alalım" diye yalvarıyor. "Evde köpek besleyemeyiz" diyerek onu uzun süre oyaladım. Bu kez de "O zaman kedi alalım" diye tutturmaya başladı. Ben de ona gerçeği anlattım; "Ben kedi ve köpekten çok korkuyorum" dedim.Dr. Başak: Bunu nasıl karşıladı?Danışan: Bir gün okuldan geldi ve bana dedi ki,  "Anneciğim, okulun kütüphanesinde araştırdım. Senin fobin var. Psikoloğa gidersen fobin iyileşebilirmiş, lütfen hemen bir psikologa git." Dr. Başak: Bunun üzerine mi yardım almaya karar verdiniz?Danışan: Evet. Aslında uzun zamandır istiyorum ama bir türlü cesaret edemiyordum. Dr. Başak: Kendinizi hazır hissetmeniz ve iyileşmek için motivasyonunuzun olması çok önemli. Danışan: Artık bu korkudan kurtulmak istiyorum. Açık havada ne yemek yiyebiliyorum ne de oturup kahve içebiliyorum. Ayağımın altından bir kedi geçse kalbim yerinden fırlayacak gibi oluyor, ter basıyor, nefesim kesiliyor, bazen çığlık atıyorum ve etrafa rezil oluyorum. Dr. Başak: Anlattıklarınıza göre özgül fobiyle beraber panik atak yaşıyorsunuz. Danışan: Bu ne anlama geliyor?Dr. Başak: Özgül fobi, belirli bir nesneden ya da birtakım durumlardan belirgin ve sürekli bir korku duymadır. Korku duyulan durumla karşı karşıya gelindiğinde, neredeyse her zaman,  bir anksiyete  tepkisi ortaya çıkar ve bu tepki,  panik atağa dönüşür. Fobisi olan kişiler korkularının aşırı ya da anlamsız olduğunu bilseler de üstesinden gelemezler. Danışan: Kardeşim de yüksekten korkuyor o da bunun gibi bir şey mi?Dr. Başak: Olabilir. Fobilerin bir kaç tipi var. Hayvan türü, sizinki gibi kedi, köpek, yılan veya böceklerdir. Doğal durumlar, kasırga, yükseklik, şimşek olabilir. Kan, enjeksiyon veya herhangi bir tıbbi girişime maruz kalmak, tüneller, köprüler, asansörler, uçağa binme, araba kullanma ya da kapalı yerler de fobi kaynağı olabilir. Bunların dışında kalan fobiler de var.Danışan: Demek ki herkesin korktuğu bir şey olabiliyor.Dr. Başak: Korku normal bir duygudur, oysa fobiler sıradan korkulardan daha şiddetlidir ve insanın yaşantısını kısıtlayabilir. Örneğin, uçağa binmekten korkan bir kişi, seyahat edemeyeceği için işinde yükselemeyebilir. Evden çıkmaktan, yolculuk yapmaktan ya da toplum içinde yemek yemekten kaçınan kişi sosyal yaşamdan giderek uzaklaşabilir. Tıbbi girişimlerden korkan bir kişi ise belki de bu nedenle sağlığını tehlikeye atabilir. Danışan: Peki bazı insanlar korkmazken ben neden korkuyorum?Dr. Başak: Her insanın fobisinin oluşum nedeni farklı olabilir. Ama hepsinin ortak özelliği, bir sonraki adımı hayal ediyor olmasıdır. Yani yüksekten korkan kişi, düştüğünü hayal eder. Köpekten korkan, köpeğin saldırdığını ve bu saldırı karşısında çaresiz kaldığını hayal eder. Fobisi olan kişinin korkulan nesne ve durumlarla ilgili akılcı olmayan hayalleri vardır. Bu onların fobinin kaynağından kaçınmalarına neden olur. Kaçındıkça da korkularının aslında gerçek dışı ve abartılmış olduğunu öğrenemezler. Terapi sırasında bu düşünceler ortaya çıkarılır ve bunlar daha akılcı düşüncelerle yer değiştirilir.Danışan: Bu yeterli oluyor mu?Dr. Başak: Hayır, sadece düşüncelerle çalışmak yeterli olmaz. Bununla birlikte korkulan nesne veya durumdan kaçınmayı engelleyerek, aşamalı olarak karşı karşıya gelmek için hedefler belirlenir. Her adımda hedef, fobi yaratan durumla yüzleşerek, alışmaktır. Hazır olduğunuzda bir üst adıma geçilir. Örneğin kedi korkunuzu yenmek için kedi resimlerine bakmak en alt basamaktaki hedef olabilir. Sonraki basamak, tüylü bir oyuncak kediyi tutmaktır. Kendinizi hazır hissettiğinizde, eve yeni doğmuş bir kedi alabilirsiniz.        Ben kendi kedi fobimi bu şekilde yendim ve şu anda harika bir kedim var.
Milliyet
1,346,028
Yazarlar
Uzun yıllar psikolojik faktörlerin fiziki bir takım hasta... -
Milliyet
1,338,570
Yazarlar
-- DRAKULA'DAN GENÇLiK iKSiRi Angelina'nın yeni anti-aging sırrı akıllara zarar! Kişinin vücudundan alınan kan kırmızı hücrelerden ayrılarak serum haline getiriliyor, vitaminler ve amino asitler ekleniyor, zenginleştirilmiş serum yüze enjekte ediliyorVallahi kadın milletinin güzellik ve gençlik uğruna yapamayacağı şey yok! Hele hele tüm dünyanın aşık olduğu adamı elinde tutmaya çalışan bir kadınsanız... Brad Pitt'i kaçırmamak için ikide bir hamile kalan kahramanımız Angelina Jolie genç görünümünü korumak için ne yapıyor bir tahmin edin bakalım! Yok yok 40 yıl düşünseniz aklınıza gelmez... Angelina'nın yeni anti-aging sırrı akıllara zarar! Şöyle ki; kişinin vücudundan alınan kan, kırmızı hücrelerden ayrılarak serum haline getiriliyor, vitaminler ve amino asitler ekleniyor, zenginleştirilmiş serum yüze enjekte ediliyor. Özetle kanını vücudundan çektirip iğneyle yüzüne zerk ediyorsun! Evet manyakça ama sonuca bakın; onarılmış bir DNA ve gencecik bir yüz!Anti-aging'de son nokta!Tedavi yara izlerini iyileştirip; kuru, mat, kırışık bir cilde doğal bir gençlik görüntüsü veriyor. Meğer son 20 yıldır yabancı diş doktorları hasarlı diş etlerinin tedavisinde kullanıyormuş bu yöntemi. Fransa'da yıllardır bir anti-aging sırrı olan 'Drakula terapisi'ni Angelina Jolie, Fransız bir makyözden öğrenmiş ve o gün bugündür Brad Pitt'in tüm dalga geçmelerine rağmen birkaç ayda bir yaptırıyormuş. Valla ilk başta bir 'yuh' çektim, bu kadarı da fazla dedim, ama içimden yükselen o hep genç kalma isteğine boyun eğdim sonunda... İtiraf ediyorum ileride gerekirse yaptırmaktan çekinmem! (Bu cümleden şu an genç ve güzel bir cildim olduğunu anlamışsınızdır umarım!) Yalnız ufak bir sorun var; tedavinin bir seansı 500 sterlin, bu meblağ Angelina'ya devede kulak gelse de çoğumuzu zorlar korkarım! Şimdiden biriktirmeye başlamalı, bekle beni eyyy Drakula!BAYRAMLARDA HÜZÜNLENiR MELEKLER"Bugün bayram erken kalkın çocuklar, giyelim en güzel giysileri, elimizde taze kır çiçekleri, üzmeyelim bugün annemizi..."Çocukluğumdan beri her bayram, Barış Manço'nun 'Bugün Bayram' şarkısıyla karşılanır bizim evde... Belki de küçüklüğümden beri değişmeyen tek bayram alışkanlığımız bu şarkı... Çünkü aile büyükleri; anneanneler, dedeler bir bir gittikçe bayramların da eski tadı tuzu kalmıyor, ziyaretler, kutlamalar azalıyor.  Hadi bu bayram siz de açın bu unutulmaz 'Barış şarkısı'nı ve bayramı sadece tatil olarak değil de gerçek anlamıyla yaşamayı deneyin... Hepinize mutlu bayramlar!BiR MiLYON AFERiNDayanamadım, Haluk Bilginer'in tarifsiz oyununu ve çok etkilendiğim 'New York'ta Beş Minare'ye bir daha gittim. Yine sevdim, yine ağladım, yine gurur duydum. Filmde kısa rolüyle parlayan Engin Altan Düzyatan'ın son günlerde çok göz önünde olduğu ve yüzünü çabuk eskiteceği yorumlarını sıkça duyuyorum bu aralar. Genç oyuncu 'Canlı Para' yarışmasıyla hafta içi her gün ekranda bildiğiniz gibi...   Bizim kızlarla formatı anlamamız biraz zaman aldı. "Yahu biz salak mıyız?" diye tartışırken fark ettik ki Düzyatan'ı izlemekten yarışmaya konsantre olmayı becerememişiz! Yanlış anlamayın başarılı sunumunu izlemekten bahsediyorum! Twitter'da birçok hemcinsimin aynı dertten musdarip olduğunu görünce derin bir ohh çektim! (Sorun bende değilmiş.) Şaka bir yana, izlemesi çok keyifli bir program. Düzyatan, oyunculukta olduğu gibi sunuculukta da farkını ortaya koyuyor. Sözün özü yüzü eskimiyor, zihinlere daha sağlam kazınıyor!
Milliyet
1,336,678
Yazarlar
Rodrigo Tabata ile Murat Kalkan'ın ceza alanındaki ikili mücadelesine Hakem Abdullah Yılmaz penaltı kararı verdi... Evet, Murat Kalkan'ın topa yükselmek isteyen rakibini iterek dengesini bozması 9 kusurlu hareketten biri... Abdullah Yılmaz da bu pozisyona penaltı çalan hakemlerden biri...Çünkü her hakem böyle penaltıları vermiyor... Bizde de farklı penaltı tanımlamaları oluşuyor: "Penaltı gibi" (!) penaltılar... "Alakası olmayan" penaltılar... "Verilse de olur verilmese de olur" (!) cinsinden penaltılar... Başka tanımlamalar da yapabilirsiniz ama Abdullah Yılmaz'ın verdiği penaltı, üçüncü örneğimizdeki gibi.Her neyse... Guti attı bu defa... Böylece hem özgüvenini tazelemiş oldu, hem de Schuster'i ve arkadaşlarını rahatlattı.Peki penaltının dışında ne vardı? Söyleyelim: Hiçbir yenilik ve farklılık yoktu!Beşiktaş bildiğimiz Beşiktaş... Hücumda çok top geveledi, baskılı göründü ama ne doğru dürüst bir pozisyon üretebildi ne de rakibini oyundan düşürecek bir baskı oluşturabildi... Aslında ilk on birler anons edildiğinde böyle olacağı belliydi. Mehmet Aurelio'yu oyunun merkezine koyarsanız, ne eskisi gibi savunmayı tahkim etmiş olursunuz, ne de hücum oyununa fazladan katkı sağlayacak bir adamınız olur...Kendine belirlediği dar bir alanın dışına çıkamayan Aurelio, bizim tanıdığımız ve bildiğimiz adam değil artık...Aurelio'yu transfer edenler hangi felsefeye hizmet ettiklerinin farkında mıydılar? Bilmiyorum.Ama Necip Uysal kulübede bekliyordu, bunu biliyorduk...Dahası Schuster'in sakatlıklardan dolayı elindeki seçeneklerden oluşturduğu bir forvet hattı var ki evlere şenlik... Quaresma yanlış yerde (santrfor gibi) başladı... Sağda Tabata, solda Holosko...Hadi Tabata bir penaltı yaptırdı, iki kez de kendi cezaalanına kadar gelip savunmaya destek verdi... Holosko ne yaptı? Ben hiç anlamadım... Dünya Kupası görmüş bir oyuncu futbolu dünkü gibi unutmak için neler yaptı, merak ediyorum... Schuster'in de Holosko'yu ilk on bire seçmesini, onun verimsizliğine ve hayalet haline tahammül etmesini de hiç anlayamıyorum.Gençlerbirliği golü yedikten sonra dağılmadı, şaşırmadı... Aksine, Hurşut'la Serkan'la Billy Osman'la üst üste pozisyonlara girdiler, skora isyan ettiler. Hak ettikleri puanı alabilmek için müthiş enerji harcadılar.O yüzden Hilbert, Ersan ve ille de Rüştü'yü alkışlasın Beşiktaşlılar...Sahi, Bobo'nun sakatlığından sonra herkesin aklına Fatih Tekke geliyor, değil mi? Ama Ankara'da yoktu... Schuster'in O'nu kafasında bitirdiği söyleniyordu...Öyleyse bravo (!) Alman Hoca'ya!
Milliyet
1,321,818
Yazarlar
Kaybedecek birşeyi kalmayanların onur savaşıydı sanki... Çok koştular, çok istediler, çok pozisyona girdiler, çok kaçırdılar, çok terlediler, çok yoruldular. Bu maçı gerçekten analarının ak sütü kadar hak ettiler. Cenk Ahmet'in sağ bekliği şaşırtıcıydı. Burak'ın kulübeye çekilişi sürpriz gibiydi. Ancak dün oyun alanı tercihlerine, dizilişe, teknik stratejiye bakılacak gün değildi. Bakılacak olan Altaylı futbolcuların; ne denli istekli, ne denli kolektif, ne denli maça odaklanarak dayanışmacı bir anlayış sergileyecekleriydi. Önce Cenk Ahmet, yerini hiç yadırgamadan, yüksünmeden, oyun olarak umulanın fazlasını çıkardı. Ufukhan-Yiğitcan ikilisi, kusursuz, muhteşem, olağanüstüydüler. Murat Karakoç'un yeniden dünyaya gelmiş bir hali vardı, harikaydı. Wasswa, dörtlünün önünde emniyet ventili gibiydi. Eyüp Hasan, solda başladı, sağa kayınca, bu takıma ne denli gerekli olduğunu gösterdi. Murat Hacıoğlu'nun 90 dakika boyunca gösterdiği çabaya ancak şapka çıkarılır. Thernand, oyunda kaldığı sürece Rize savunmasını sıkıntıya soktu. Burak ile Mehmet Şen'in oyuna katılımlarından sonra Altay farka koşabilirdi, olmadı. Tek golle de olsa bu 3 puan çok değerli... Demek ki istenirse oluyormuş. Herkes işini yaptığında, formasına özenle saygı gösterdiğinde takım da olunabiliyormuş.
Milliyet
1,338,559
Yazarlar
Reyting canavarı YASAKLI AMA TEKRARI YAYINDA Levent Kırca 'Arena'nın bayram programına konuk oldu. Fox'ta yayınlanan 'Olacak O Kadar'ın yayından kaldırıldığını ve bunun da 'siyasi' olduğunu vurguladı. Yani bir başka deyişle o bir yasaklı. Fox'un eski bölümleri ekrana getirmesi ise bir başka ilginç durum. En son 28 Ekim akşamı Fox'ta yayınlandı. Yeni bölümleri Kırca'nın dediğine göre 'baskı' sonucu yayınlanamıyor. Kanal, "Pahalıydı, izlenme oranı iyi değildi" diyebilir. Ama izlenme oranları kanalın programları içinde gayet iyi bir yerdeydi, bunu biliyorum. Skeçler 'rahatsız' etti anlaşılan. Ama 'rahatsız' eden skeçlerden biri, dediğim gün ekrana geldi mesela. Biten dizilerin, programların tekrarı televizyonlarımızda yayınlanıyor. Ama 'yasaklı' olanın tekrarının yayınlanması da galiba bir ilk oluyor. 'KARADAĞLAR', JENERİK VE SEZEN AKSUShow TV'de yayınlanan 'Karadağlar' dizisinin tanıtımındaki müzik, Sezen Aksu'nun 'Işık Doğudan Yükselir' albümünde yer alan 'Yeniliğe Doğru' parçasının tıpkısının aynısı. Bu olaydan galiba bir tek ben habersizim. İki parçayı da dinledim. Sanırım yanılıyorum. REHBERiMKAHROLSUN KOMÜNİSTLER!Bu akşam ATV'de 'Amiral' var. Yapımına 20 milyon dolar harcanan bir Rus filmi, Amiral Kolçak'ın hikayesi. Devrime karşı çıkan ve devrime karşı savaşan Türk kökenli olarak işlenen Çarlık yanlısı bir asker. Sosyalist döneme 'kapitalist Rusya'dan bir bakış da diyebiliriz. Çekimleri etkileyici aşk ve savaş öğeleri de tadında. Bir dönemin 'hain'i şimdi 'kahraman'. Eleştirel bir gözle izlemekte fayda var. Gecenin ilginç filmi. (ATV / 23.20)110 YENİ ALBÜMÜ İLE dream tv'de'Yüxexes' bayramda da hız kesmiyor. 110 son albümü 'Sıfır' ile 'Yüxexes'e geliyor. Canlı canlı 110 şarkıları ekranda olacak. 'İstediğim Buysa' çıkış şarkıları. Vokal Teoman ile Harun arasında. Altyapı klavye ve gitarla sağlam doldurulmuş. Melodik bir şarkı. Televizyonlarda bolca çalar. (DREAM TV /22.00)'MÜFREZE'Yİ MUTLAKA İZLEYİNİşte bu kaçırılmayacak filmlerden. Ben kaç defa izlediğimi unuttum. Bazı filmler böyledir; 'Müfreze / Platoon'. Valla arşivinizde yoksa işte size bir fırsat. (SİNEMA TV / 21.00)BİZ GALATASARAYLILAR SEYREDİP AVUNALIM24'teki 'Güzel Oyun'da Galatasaray'ın UEFA Kupası zaferini o günü yaşatan kahramanları anlatıyor. Galatasaraylı olarak galiba bu görüntülerle daha çok avunacağız. Hele bu sene! (20.00)SHOW TV DİZİSİNİ HANGİ SAATE ALACAĞINA KARAR VEREMEDİ 'Güneydoğu'dan Öyküler: Önce Vatan' dizisi bu akşam saat 20.00'de. Önce 22.15'e almışlardı. Yani bu diziyi harcama saatine. Şimdi 'çok izlenen zaman' dilimine koydu. Ama o kadar çok değiştirdiler ki saat ve gününü... Bakalım geri dönüşü nasıl olacak?
Milliyet
1,325,017
Yazarlar
Galatasaray'ın Karabük'te kaybetmesinin nedenini hepimiz biliyoruz: bozuk zemin! Tabi zeminin azizliği mağlubiyetin tek nedeni değil, bir de hakemin yanlış kararları var.Beşiktaş'ın da Avni Aker'de sahayı boynu bükük terk etmesinin müsebbibini merak ediyorsanız hemen söyleyeyim: maçı pazartesiye almayan futbol federasyonu.Geçen senelerde Fenerbahçe'nin Ankara'da puan kaybetmelerinin nedeni yapay çimdi, Trabzonspor'un Kasımpaşa'ya yenilmesi ise maçın gündüz oynanmasından.Sahi, 90'lı yıllarda milli takımımız biz Türkleri sevmeyen Avrupalı hakemler yüzünden Avrupa'da başarısız olmuyor muydu?Eminim bu listeye eklemek için sizin de aklınıza onlarca olay geliyordur. Zira artık izlediğimiz bir karşılaşmada atılan bir güzel golden ziyade maçın günü ve saati veya taktiksel bir çeşitlilikten ziyade hakemlerin kararlarına dikkat kesiliyoruz; çünkü futbol takipçileri olarak ilgimiz devamlı suretle bu tali unsurlara çekiliyor. Bu açıdan bakıldığında, o gönül verdiğimiz futbolumuz büyük bir sorun ile karşı karşıya: “gerçekten uzaklaşmak"Futbolun hayatın ta kendisi olduğunu ve içinde psikolojiden bilime kadar yaşamın hemen hemen tüm unsurlarını taşıdığını düşünenler var ve ben de onlardan biriyim. Bu nedenle, sahip olduğumuz bakış açısı yanlışlığı için psikanalizin kurucusu S.Freud'a kulak vermek hiç de yanlış olmayacaktır.Avusturyalı ünlü bilim adamının en önemli çalışmalarından biri savunma mekanizmaları üzerine ve bakın Freud bu konuda nasıl bir açıklama yapıyor: “kişiler küçük yaşlardan itibaren kendi benliğini korumak, sorunlar, iç ve dış çatışmalardan en az etkilenmek için çeşitli şekillerde kendini rahatlatmaya çalışan savunma mekanizmaları geliştirmiştir ve bahane bulmak bu savunma mekanizmalarından biridir."Freud bahane bulmayı aynen şöyle tanımlıyor: “Bir duygu, düşünce veya davranışın gerçek halinin tam olarak görülemeyip, kişiye uygun gelen, etrafça da kabul görebilir başka açıklamalarla dile getirilmesidir. Bu şekilde kişi haklı olmadığı durumlarda, kendini haklı gibi hissetmeyi ve davranışının sonuçlarından huzurlu olmayı amaçlayan bir düşünce içindedir. Böylece hata ve eksiklerini kapatmaya çalışır." Açıklamalar size de bir şeyler anımsatıyor mu?Sorunu tespit etmemek, çözümün önündeki en büyük engelse eğer takımlarımızın doğru tedavileri için her şeyden önce teşhislerinin doğru koyulması gerekiyor. Aksi takdirde yapılanlar, günü kurtarıp yarınları çöpe atmanın yanı sıra çok büyük bir de emek israfına neden oluyor. Bu uğurda en büyük görev kulüp yöneticilerine düşse de her geçen gün yaptıkları talihsiz açıklamalar nedeniyle onlardan umudum günden güze azalıyor. Fakat eminim ki takımlarına gönül vermiş ve onların başarısını isteyen taraftarlar için gerçekleri görmek hiç de zor değil.Futbola bakışımız bahaneden uzak, gerçeklere yakın olduğunda elde edeceğimiz başarılar eminim ki bizi bile şaşırtacak.Umarım o günler çok uzak değildir.
Milliyet
1,318,970
Yazarlar
TÜYAP kitap fuarında cumartesi günü kitaplarımı imzaladım. Yeniden yazdığım Bilim ve Yanılgı kitabım ile Medineden Lozan'a ve bir de Osmanlı'da ve İran'da Mezhep Devlet adlı kitaplarımın sekizinci baskıları...Baskıları fuara yetiştiren ve özenli bir baskı gerçekleştiren Doğan Kitap yöneticilerine teşekkür ederim.Süremi aşarak kitap imzalamaya devam ettim, bu yoğun ilgilerinden dolayı okurlarıma özellikle teşekkür ediyorum. Hele de genç okurların tarihle günümüz arasındaki bağlantılara derin bir merak duymalarından büyük mutluluk duyduğumu belirtmeliyim.Fuarda Prof. Kemal Karpat bir saat sonra başka bir standda kitaplarını imzalamaya başlayacaktı. Bu arada Timaş yayınevi yöneticileri, buluşacağımız bir yemek düzenlemişti. Gecikerek de olsa gittim. Güzel bir sohbet oldu. Sizinle de paylaşmak istiyorum.Türk, Osmanlı, Cumhuriyetçi?Kemal Karpat, Romanya/Dobruca kökenli bir Kırım Türkü'dür. Romanya'da "müslüman azınlık" olarak yaşamış, temel eğitimi orada Osmanlı sistemenin devamı olan medresede ve modern bir Romen okulunda almış, sonra Türkiye'ye yerleşmiştir.Hem Türk, hem müslüman, hem Osmanlı dolayısıyla tarih birliği de var... Ama buna rağmen intibak zorluğu oluyor. Kendisi anlatıyor:Üniversiteyi Türkiye'de okudum. Türk'tüm, müslümandım, hem de kabuğunu kırmış yani açık fikirliydim. Atatürk ve Cumhuriyet'i benimsiyordum Ama buna rağmen uzun süre kaynaşma olmadı. Çünkü Cumhuriyet'in tanımladığı 'Türk kimliği' ile benim içinden çıkıp geldiğim Osmanlı tarihindeki Türk kimliği farklı idi... Kavramlar aynı olsa da duygular farklı idi...İşte bu duygu farkı yüzünden dışlanma, yabancılaşma, uyum sorunları, yaşanıyor. Diğer öğrenciler Karpat'ı "farklı" buluyor, Karpat onları... Uyum sorunlarının ya da "farklı" buluşların temelinde Osmanlı tarihi yatıyor. "Cumhuriyet Türkü" bu tarihe sempatik bakmıyor, halbuki Balkan Türkü için bu tarih bir varlık sebebidir.Bunları atan Karpat, "başladım araştırmaya..." diyor:Ben neyim? Türk, Osmanlı, müslüman ne demek, bunların anlamları tarih içinde nasıl bir seyir izlemiş?Böylece Kemal Karpat gibi dünya bilim çevrelerinde büyük saygı gören bir tarihçi ve sosyal bilimci kazanıyoruz.Bastırmak geri tepiyorBu konularda Karpat'ın "Dağı Delen Irmak" adlı biyografi kitabında ve son olarak Timaş'tan çıkan "Kimlik ve İdeoloji" adlı kitabında ayrıntılı bilgiler var.Benim dikkat çekmek istediğim husus, 'kimlik' sorularının resmi tanımlarla ve sadece kavramlarla çözülemeyecek kadar girift ve tarihen derin olduğu gerçeğidir.Yine bir Balkan göçmeni olan büyük düşünür merhum Cemil Meriç de bu sorunları anlatmış ve yazmıştır.Bu tür arayışların çoğunluğunda, hem tarihi bir zemin hem farklı duyarlıkları bir arada tutma konusunda Osmanlı tarihinin başarı ve dramlarıyla öne çıkması önemlidir.Karpat Hoca şöyle özetledi:- Bir milletin genel kimliğinin tanıtımını ne kadar sıkarsanız o kadar rahatsızlık ve tepki çıkar; bastırmaya çalışmak geri teper... Bir millet içinde farklı inanç ve kültürler kendilerini ne kadar rahat ve saygın hissederse entegrasyon ve barış o kadar kolay olur...Hoca'nın bu sözleri tarihteki başarılarımızın da yaşamakta olduğumuz kimlik sorunlarının da formülünü vermiyor mu?
Milliyet
1,332,511
Yazarlar
Bugün yeniay Akrep burcunda gerçekleşiyor. Akrep gecenin gündüze galip geldiği, hayatımızda yeni bir yön arayışının önem kazandığı zamanlara işaret eder. Bu burç hiç de yerinde durduğu gibi değildir, hatta denge ve uyum değil, daha çok karışıklık yaratacağı bir kriz peşindedir. Hayat her zaman aynı çizgide gitmez. İçimizde hissettiğimiz yenilenme ihtiyacı bize takılıp kalmamayı, kendini yenilemenin doğru olduğunu anlatır.Böyle bir dönem içinde bulunduğumuz koşulları yenileyebileceğimiz, kendimizi ve çevremizi değişime zorlandığımız durumlar olacaktır. Eğer herhangi bir konuda kendimizi baskı altında hissediyorsak, bu baskının bizi sonuçta daha güçlü kıldığını da göreceğiz. Mücadelelerle güçlenirken gizli  kalmış konularla, kişilerle karşılaşabiliriz. Kasım boyunca parasal konular, ortak işler ve yatırımlar da dikkat çekici hale gelebilir. Özellikle 21 Kasım'da gerçekleşecek olan dolunay maddi alanda yaşadığımız değişikliklerin ve kararların sonuçlarını gösterebilmek için belirleyici bir zaman olabilir. Bu dönemde vereceğimiz yatırım kararlarında zamanlama büyük bir önem taşıyor.Geçtiğimiz bir aydır değer verdiğimiz şeylerin, ilişkilerin, neden olduğu entrikalı durumlarla karşılaşmış olabiliriz. Venüs geri giderken huzur bulmak pek de kolay değil. Canımızı acıtan durumlar olabileceği gibi beraberliklerimizi bitiren, değiştiren, yenileyen gelişmeler içindeyiz. Öfkenizi kontrol edinYine bu dönemde, görüşlerimizde daha tartışmacı olabileceğimiz durumlar var. Belirli bir fikri, ideolojiyi savunmak konusunda oldukça enerjik, ateşli ve inandırıcı olabiliriz. Sosyal alanda görüşlerin aşırı biçimde ifadesi, kimi zaman terör olayları bu dönemde daha sık gündeme başlayabilir. Mars'ın ateş elementinden Yay'da olması öfkemizi daha iyi kontrol etmemizi salık veriyor. Kurduğumuz işbirlikleri hedeflerimize ilerlemek için önem kazanabilir. Zaten bu dönemde tek başına hareket etmenin yeterli olmadığını görebiliriz. Paylaşmak ama bu arada aşırılıklardan uzak kalmak gerekli. İletişim ve hareket gezegeni Merkür 9'una kadar Akrep'te, daha sonraki günlerde geniş düşünceleri ve özgürlüğü açıklayan Yay burcuna ilerleyecek. Venüs de 8'inde yeniden Terazi burcuna geri dönecek. Böylece, önümüzdeki birkaç gün içerisinde düşüncelerimize daha fazla aydınlık ve hareket ihtiyacı getirecek adımlar atmaya hazırız. Pek çok gerginliği çözerek yeni bir bakış açısı kazanacağız.
Milliyet
1,341,330
Yazarlar
Bugün Lizbon'da yapılacak NATO zirvesi, 61 yıllık ittifakın önümüzdeki dönemde benimseyeceği yeni stratejileri ve üstleneceği rolleri belirleyecek.Bu zirve aynı zamanda Türkiye'nin NATO ile ilişkilerin geleceğini ve 27 üyeli ittifaktaki yeni sorumluluklarını ve yerini belirleyecek.Bu bakımdan iki günlük Lizbon zirvesi, NATO'nun olduğu kadar Türkiye ile ittifak arasındaki bağların geleceği bakımından da bir dönüm noktası olacak.Bu noktaya gelinmesi, Soğuk Savaş'tan sonra dünyada -ve Türkiye'de- çok şeyin değişmesinin bir sonucudur. NATO'nun Soğuk Savaş döneminde düşmanı, hedefi, misyonu apaçık belliydi. Artık o şartlar yok. Varşova Paktı üyelerinin çoğu halen NATO'da yer alıyor. NATO ile Rusya arasında yakın bir işbirliği var.Ama dünyada değişen şartlara rağmen, özellikle ortaya çıkan farklı tehditler karşısında, NATO'nun varlığına ihtiyaç duyuluyor. Ancak NATO'nun bu ihtiyacı karşılaması, kendisini yenilemesi ve güncelleştirmesi ile mümkündür. Yeni yol haritasıNATO stratejistleri bir süredir örgütün yeni misyonu ve rolü üzerinde çalışıyor. Bugün Lizbon'da liderlerin görüşeceği yeni "stratejik konsept", işte bu çalışmanın ürünüdür.Oybirliğiyle onaylanması beklenen bu belge, NATO'nun yeni yol haritasını oluşturacaktır.Son haftalarda sözü çok edilen anti-balistik füze savunma sistemi veya daha popüler terimiyle "füze kalkanı", bu yeni konsept ve tehdit algılaması çerçevesinde zirvede ele alınacak.Başta bir "Amerikan kreasyonu" olarak ortaya çıkan bu projeyi şimdi NATO sahiplenmiş bulunuyor. Projede Türkiye'ye verilmek istenen rol ve sorumluluk nedeniyle, Türk diplomasisi bunun oluşması aşamasında ön sayfa yer alıyor.Türkiye'nin bu konuda öne sürdüğü çekinceler ya da karşı öneriler başta NATO'da bir hayli yadırgandı.Ankara'nın bu pozisyonunu, Batı'dan uzaklaşmasının veya "eksen kayması"nın bir işareti olarak görenler de oldu.Bunun temelinde yatan sebep, Türkiye'nin de değişmiş olmasıdır. Bugünkü Türkiye, Soğuk savaş döneminin Türkiye'sinden farklıdır. Nasıl ki yeni dünya şartları NATO'da bazı stratejik değişiklikler yapılmasını gerektiriyorsa, bölgesel ve küresel gelişmeler Türkiye'nin de eskisinden farklı politikalar geliştirmesine yol açıyor.Sonuçta Türkiye, ittifakla işbirliğinde atacağı adımların kendi ulusal çıkarlarına ters düşmemesine de özen gösteriyor.İnce ayar gerekDolayısıyla Ankara, füze kalkanı projesi çerçevesinde kendisine verilmek istenen rol ve sorumluluklara hemen "otomatik" onayını vermekten çekinmiştir. Bu sorumlulukları alabilmek için de bazı şartlar ileri sürmüştür. Örneğin, tehdit kaynağı olarak (İran düşünülerek) hiçbir ülke isminin zikredilmemesini istemiştir. Şimdi bu şartın kabul edildiği anlaşılıyor. Yani bunun Lizbon'da tartışılmasına artık gerek yok. Ama bu savunma sisteminin Türkiye'nin çeşitli bölgelerini kapsaması şartı var. Bir de, Türkiye'nin karar ve kontrol mekanizmasında eşit ağırlıkta yer alması şartı...NATO yetkililerine göre, bu ve buna benzer "teknik" şartlar, füze kalkanı projesinin Lizbon'da onaylanmasından sonra tartışılabilir. Ama ittifak için önemli olan bu aşamada projenin genel çerçevesiyle zirvede kabul görmesidir. Aksi halde bu NATO için büyük bir fiyasko olur.Türkiye herhalde bunun bilincindedir. Türk diplomasisinin itirazları veya çekinceleri... Türkiye'nin NATO'ya bağlılığı ve ittifak içindeki yeri ve rolü hakkında -dışarda ve içerde- şüphe yaratmamalıdır.Bu nedenle Ankara, dış ilişkilerindeki yeni açılımlarıyla, müttefikleriyle eski bağları arasında, bu ikincisine önceliği göz ardı etmeden, bir "ince ayar" yapmak durumundadır.
Milliyet
1,332,919
Yazarlar
SANIRSINIZ Kİ, binlerce üyesi var. Epey milyon dolarlık bütçeye sahip bir kurum veya... 300 kişi bile değiller oysa. Parayı pulu ise konuşmaya değmez. Üye aidatlarından gelen, neyse o. Amma... Sayelerinde bir heyecan, bir fırtına sürdü gitti aylarca. Millet ile yattı. EGİAD ile kalktı. Acaba seçimi kim kazanacaktı? Temel Aycan Şen mi, Ayşe Akın mı? Haftalar önce listeler açıklandı. (Bakın burası çok önemli: Son dakikada liste yaparak, seçimde avantaj sağlayacaklarını umanlar, aslında ne kadar da çağdışı kaldıklarını belki bu vesileyle anlarlar!) Dahası da var. Kuru bir açıklamayla yetinmedi adaylar. En şık görünümleriyle objektifler karşısına geçip, dertlerini anlattılar. AKP iktidar partisi güya. de ana muhalefet. Diğer partileri de işin içine katıp, toplayın hepsini. Hesabını yapmadım. Fakat yine de iddia ediyorum. Son bir ay içinde ve İzmir özelinde, bütün partiler EGİAD kadar yer alamamıştır medyada. * * * Yarış da yarıştı hani. Taraflar kendilerine birer renk dahi seçmişti. Temel Aycan Şen ve ekibi kıpkırmızıydı. Ayşe Akın ve ekibi de masmavi. Kravatlar, fularlar hep özenle seçilmişti. Ve kadınlar... EGİAD'a bence damga vurdular. Adaylardan biri zaten kadındı. O kaybetti. Olsun. Kazanan listede de çok sayıda kadın var. * * * Seçimden sonra yapılan açıklamaları okudum. EGİAD'ın eski başkanları ile EGİAD üyelerinin "her anlamda" büyükleri; yaşanan süreci ve yapılan seçimi değerlendirirlerken, takdir dolu ifadeler kullanmışlardı. Misal: EGİAD'ın yeni başkanı Temel Aycan Şen'i, ilk önce EBSO Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı olan, kayınpederi Erdoğan Çiçekçi kutlamıştı. Çünkü seçimde yarışan iki listeye de bakıldığında, bildik tanıdık isimlerin oğulları, kızları hemen fark ediliyor. Ve sonuçta anlaşılıyor ki, EGİAD İzmir'in ekonomik ve sosyal yaşamına "canlı bir renk" kattığı gibi... Kuşaklar arasında bir köprü olmayı da başardı. İşte şimdi, başta Bülent Şenocak olmak üzere EGİAD'ı kuran kadroyu ve o günden bugüne taş üzerine taş koyarak gelen herkesi kutlamanın tam zamanı. İktidara yakışan... Başbakan Erdoğan, "Bu insanların 18 aylık tutuklu olması, 'Haksızlığa uğradılar, tahliye edilsinler' gerekçesini haklı kılmaz. Zaten bunların eylemi olsaydı yargılamayı onlar yapacaktı, mahkemeleri onlar kuracaktı. O zaman da iş işten geçmiş olacaktı" diyen Devlet Bakanı 'yı hemen görevinden almazsa... İktidarın, dalgalarını da, davalarını da ilk andan itibaren yönlendirdiği tescil olacaktır. Olacaktır çünkü... Devletin başında "hükmünü baştan vermiş" bir irade oturmaktadır. Binlerce kez söylenip, yazıldı. Ortada neticelenen ne bir dava, ne de mahkum olan tek bir kişi var. Ya ne var? Sadece iddia. Fakat Devlet Bakanı Hayati Yazıcı (güya bir de hukukçu olacak) yargılanan sanıkları "suçlu ilan etmiş" durumda! O zaman mahkemeye gerek yok. Hatta cezasını da getirin geri. Kafadan asın hepsini. Zira bu kafadaki iktidara, ancak böylesi yakışır! Tek karelik SELAM
Milliyet
1,340,088
Yazarlar
Hindistan Başbakanı İndra Gandi, birgün, yaptığı bir konuşmada, çalışmakla ilgili şu ilginç anısını anlatır: "Büyükbabam iki türlü insan bulunduğunu söylerdi; işi yapanlar ve yapılan işten kendilerine pay çıkaranlar. O benden birinci grupta yer alarak çalışmamı istedi. Çünkü orada diğerinden daha az rekabet vardı."Kolombiya Üniversitesi Rektörü Nicolas Murray Butler, öğrencilerine yaptığı bir konuşmasında şöyle der: "Dünya üç grup insandan oluşur: Birşeyi ortaya çıkaran ve yapan küçük bir seçkin grup; birşeyin yapılmasını seyreden daha büyükçe başka bir grup; ve neyin olup bittiğin bilmeden yaşayan muaazzam bir kalabalık..."Ünlü İngiliz yazar ve şair Thackeray'ın elde ettiği başarıyı, kolay yoldan şöhret olmaya bağlayan biri şöyle demişti: "Thackeray, bir sabah gözlerini açtı ve kendini meşhur bir adam olarak buldu."Thackeray'ın yaşantısını yakından bilen Lord Nortcliff ise bu iddiaya şu yanıtı verdi: "O, yataktan kalkıp kendini meşhur bir adam olarak bulduğu ana kadar, 15 sene her gün sekiz saat yazmıştı."1856 İrlanda doğumlu Bernard Shaw, 94 yıllık yaşamı boyunca tiyatro oyunlarından romanlara pek çok alanda önemli eserler verdi. Yaşadığı ve ünlendiği ülke olan İngiltere'de sanat ve toplumun her alanıyla ilgili sorunlara yaptığı korkusuzca eleştirileriyle dikkatleri çekti. Çalışma konusunda birgün şunları söyledi: "Bütün çalışma gücümü kullanıp yok ettiğim vakit ölmek isterim. Çok çalışırsam çok yaşayacağıma inanıyorum. Hayat benim için titrek bir kandil değil, kuvvetli bir meşaledir. O meşalenin mümkün olduğu kadar güçlü ve parlak şekilde yanmasanı sağladıktan sonra onu gelecek nesillere emanet etmek istiyorum."Bir üçlük daha ve son...Gençliğimde sanırdım ki hayat bir sevinçtir. Yetiştim ve gördüm ki hayat bir çalışmadır. Çalıştım ve gördüm ki çalışma bir sevinçtir. (Thomas Carlyle)Mutlu bayramlar...
Milliyet
1,326,479
Yazarlar
ÖNDER Sav'ın söyledikleri kesinlikle önemli şeylerdir. Sav'ın dile getirdiği görüşler 1950'ye kadar Cumhuriyet tarihine damga vurmuş bir dünya görüşünün ifadesidir.1950'den sonra ise, CHP'de ne zaman "değişim" gündeme gelse, buna karşı çıkanlar daima Sav'ın bugünkü sözlerini kullanmışlardır.Yakup Kadri ve Falih Rıfkı Atay, Atatürk'ün en yakınındaki yazarlardı değil mi?Ya İsmet İnönü'ye ne dersiniz?Fakat Yakup Kadri ve Falih Rıfkı Atay 1960'lı yıllarda CHP'nin artık "Atatürk düşmanlarının partisi" haline geldiğini söyleyerek ve ağır suçlamalar yaparak CHP'den istifa etmişlerdir.Bu iki büyük yazar zaman tünelinde yaşıyor, toplumsal değişmenin ortaya çıkardığı yeni ihtiyaçları anlayamıyor ve CHP'de gelişmekte olan "Ortanın Solu" hareketine karşı çıkıyorlardı! Bugünkü Sav gibi...Kemalizm'den Ortanın Solu'naAslında CHP'nin değişimi 1946'larda başlamıştı.Atatürk zamanında CHP tüzük ve programına partinin ideolojisinin "Kamalizm" (yani Kemalizm) olduğu yazılmıştı. İsmet Paşa CHP'nin 1953 kurultayında bu kavramı kaldırdı, yerine daha az ideolojik olan "Atatürk yolu" kavramını koydu.İsmet Paşa 23 Temmuz 1965'te not defterine "devletçilik bitti" diye de yazacaktı.Demokrat Parti ile Adalet Partisi'nin uyguladığı sanayileşme ve şehirleşme politikaları toplumsal yapıda "işçi" kesimini ortaya çıkarınca 1960'ların sonunda CHP'de "Ortanın Solu" fikri gelişmeye başladı.Ecevit'in "Atatürk devrimleri üst yapı devrimleridir, bizim halka gitmemiz için alt yapıya (ekonomiye) yönelmemiz lazım" şeklindeki konuşmaları, o zamanki "Önder Sav"ların tepkisini çekti.O zamanın "Önder Sav"ları olan Nihat Erim'ler, Kemal Satır'lar, Ecevit'i "CHP'yi Atatürkçü ülkü ve ilkelerden saptırmak"la suçladılar.Ecevit sık sık "Atatürk düşmanı olmadığını, halkçı olduğunu" anlatmak zorunda kaldı.Bu konuda Hikmet Bila'nın "CHP 1920-2009" ve Hakkı Uyar'ın "Cumhuriyet Halk Partisi" adlı eserlerine bakmanızı tavsiye ederim.CHP'nin iki seçeneğiCHP'deki statüko daima "değişmezlik" psikolojisine dayandı ve değişim isteyenleri Atatürkçülüğe ihanetle suçladı! Hiçbir zaman da halkla barışık olamadılar. Çünkü ideolojik dogmatizm, toplumda ortaya çıkan ihtiyaçları, beklentileri kavramalarına engel oluyordu.Onun içindir ki, Kılıçdaroğlu'nun söylediği gibi "elli yıldır iktidara gelemedi" bu kafa.Sadece bir defa Ecevit'in "Ortanın Solu" hareketi yüzde 42'yi bulabildi.Son yirmi yılda CHP yüzde 30'u hayal bile edemedi!Sayın Önder Sav, yıllardan beri CHP'de eski deyimle "kâtib-i umumi"dir. CHP'nin fikri açılım yapması, halka açılması konusunda tek kelime duyduk mu kendisinden?!Ama "CHP'nin omurgası, CHP kimliği" gibi program içeriği olmayan sözlerle değişime muhalefet ediyor.CHP bu kafayla asla oylarını artıramaz.Kılıçdaroğlu eğer 21. yüzyıl Türkiye'sinin toplumsal taleplerine uygun yeni bir Ortanın Solu'nu başarabilirse iktidar alternatifi olur...Aksi halde sekiz ay sonra ağır bir seçim yenilgisi daha alacaktır.
Milliyet
1,325,011
Yazarlar
12 Eylül'de referanduma katılma oranı Şanlıurfa'nın Viranşehir ilçesinin merkezinde yüzde 40 dolayında oldu.Ancak köylerinde... Özellikle de bazı köylerinde yukarıdaki manzaranın tam tersi yaşandı. Referanduma katılma rekoru kırıldı. Aralarında Akçataş, Akkese, Ayaklı, Beğrük, Toklu, Çiftçiler'in bulunduğu tam 34 köyde kayıtlı seçmenlerin hepsi (hatta fazlası!) sandığa giderek oyunu kullandı! Mesela:Akkese köyü: Sandıkta kayıtlı seçmen sayısı: 262. Oy kullanan seçmen sayısı 263. Evet: 263. Hayır: 0.Güzlek köyü. Kayıtlı seçmen sayısı: 336. Oy kullanan seçmen sayısı: 336. Evet: 336. Hayır:0.Kumçeşme köyü. Kayıtlı seçmen sayısı: 173. Oy kullanan seçmen sayısı: 176. Evet: 176. Hayır:0.Acaba bir tek Viranşehir'de mi böyle bir rezalet yaşandı? Yoksa daha çoookkk Viranşehir'ler var mı?Bunun anlaşılması için Yüksek Seçim Kurulu'nun yurt çapında sandık bazında sonuçları vermesi gerekiyor. Ne var ki YSK bu bilgiyi vermiyor... CHP Milletvekili Atilla Kart dün bu yüzden YSK hakkında dava açmış bulunuyorYSK neden geçmişte sonuçları sandık sandık açıklarken bu defa açıklamıyor?Bir şeyin ortaya çıkmasından mı kaygılanıyor?Gelin de merak etmeyiniz... Diyanet İşleri Başkanı öneriyor:"İmamlar kanaat önderi olsun."İyi de, öyle olursa AB bizim din devletine doğru yürüdüğümüze kanaat getirmez mi?Haldun ErtemCHP artık "pozitif muhalefet" yapacakmış.İnşallah sonuç "negatif" çıkmaz!* * *Bülent Arınç, Said -i Nursi için "cumhuriyetçi" demiş.Eee, ne var bunda? Kendisi için de "demokrat" diyor.Fahrettin Fidan Muavenet olayıTarih 2 Ekim 1992... Muavenet adlı fırkateynimiz  NATO tatbikatı sırasında Saros Körfezi'nde Amerikan Saratoga uçak gemisinden atılan iki füze ile vuruldu. Gemi komutanı Kurmay Yarbay Kudret Güngör dahil 5 şehit verdik  20 denizci yaralandı. Muavenet kullanılmaz hale geldi. ABD olaya kaza süsü verdi. Hükümet kaza iddiasını kabul etti. Oysa ortada açık bir cezalandırma eylemi vardı.Türkiye Muavenet'i çabuk unuttu. Ancak gazeteci Tuncer Bahçevan arkadaşımız her yıldönümünde olayı anımsatır. Kimsenin hatırlamak istememesine tepki gösterir... Saygın bir davranıştır... Amma...Acaba neden Muavenet'teki şehitlerin yakınları ile geminin gazileri olayın yıldönümünde bir kıyıda toplanıp denize bir küçük çelenk bırakmaz? Bu acı olayı onlar neden anımsamaz, anımsatmaz?Neden her şeyi hep başkalarından bekleriz? Eskişehir notu-2Eskişehir Anadolu Üniversitesi hazırlık sınıflarındaki başarısızlığı masaya yatırmak gerekiyor.Yabancı Diller Yüksek Okulu'nun verdiği rakamlara göre...2009 - 2010 ders yılında 1350 öğrenciden 469'u sınava girmemiş, girenlerden 495'i sınavda başarısız , 386'sı başarılı olmuştur. Toplam içinde başarı oranı yüzde 30 dolayındadır...Okulun öğretim görevlilerinden çok sayıda mektup aldık...Onların da canla başla çalıştıklarına eminiz. Peki sonuçlar neden istenen düzeyde değil? Diyorlar ki:"Öğrenciler ÖSS'ye odaklı çalıştıkları için lise eğitimleri sırasında İngilizce'yi önemsemiyor, liseden çok zayıf geliyorlar. Üstelik çağdaş öğretim metotlarına yabancılar. Sorunların bir kısmı öğrencilerin temelinin zayıflığından ileri geliyor." Ancak en büyük sorumlu olarak sistem gösteriliyor... Öğretim görevlilerinin şu sözlerine kulak verelim:"... Öncelikle konuşulması ve değiştirilmesi gereken şey yönetmelik. Biz hocalar derse girip ders anlatmaktan başka hiçbir şeye müdahale edemiyoruz. Ne öğrencilerin girdiği 'exit exam' olarak adlandırılan final sınavını biz hazırlıyoruz ne de bağlı olduğumuz yönetmeliği. Hata sistemde, hata bizim söz sahibi olamamamızda, öğrencilerde, lisede verilen eğitimde..."Geçen yıl YÖK tarafından değiştirilen yönetmelik uyarınca yıllık sistemden dönemlik sisteme geçilmesi olumsuz sonuçlara yol açmış.Birçok fakülte ve bölümün hazırlık sınıfı affı getirmesi öğrenciyi ayrıca olumsuz etkilemiş...Üniversitenin yetkili organları bu sonuçları irdeliyor, çözüm düşünüyor mu? Ne düşünüyorlar? Cemaat medyası "Sanık generaller terfi edemez" diyor. Allah Allah! Sanık generallerin TSK'da çalışması değil, terfi etmesini sakıncalı buluyorlar...* * *Erdoğan, "Yıllarca mollalar İran'a diyen CHP'nin tesettür için bize İran'ı model göstermesini anlayamadık" diyor. CHP, İran'ın bile gerisinde olduğumuzu anlatmak istiyor olmasın.Gülhan Elmas
Milliyet
1,345,004
Yazarlar
MADDİ KAZANÇLAR VAR Bugün parasal konulara zaman ayırabilir ya da kazançlı olabilecek işlerle ilgilenebiliriz. En azından hayattan daha fazla destek alabileceğimiz koşullar var. Öğle saatlerinden itibaren kalıcı ve somut şeyler üzerinde duracak ve aceleci davranmak istemeyeceğiz. Hayatın güzel yönlerine zaman ayırabilir, zevklere de yönelebiliriz.   Zevklere aşırı kaçabileceğimiz bir günde olduğumuz için yediklerimize dikkat etmeliyiz. Abartılı yaklaşımlar içinde olabilir ve dikkatsiz davranarak elimizdekileri çarçur edebiliriz. Bencil olmamalı, başkalarıyla daha fazla şey paylaşmaya bakmalıyız.
Milliyet
1,340,103
Yazarlar
Hakan Kırkoğlu hkirkoglu@ttmail.com Müneccimbaşı GÜÇLÜ DESTEKLER BULABiLiRiZ  Bugün güçlü kişilerden destek arayabilir, kendi alanlarında otorite olan kişilerden yardım isteyebiliriz. Oldukça kararlıyız. Düşüncelerimizde netlik aramalıyız. Kendimize olan inancımızı ortaya koyabileceğimiz şartlar var. Pek çok konuda hızlı adımlar atmak kolay olacak. Artan bir iyimserlik içerisinde olacağız. Ancak bugün aşırı idealize ettiğimiz konular yüzünden bazı yanlış anlamalar ve hayal kırıklığıyla karşılaşabiliriz. Başkalarının görüşlerini dikkatle dinlemeli, onların ne dediğini sadece kafamıza göre yorumlamamalıyız. Kendi eksiklerimizi daha rahat görebileceğiz.
Milliyet
1,318,965
Yazarlar
Her iki liderden de güzel sinyal geldi..  Doğru sinyal geldi..İkisi de artık şu laiklik meselesine, türban meselesine, başörtüsü meselesine takılmayalım mesajı verdiler..Başbakan dedi ki; bir metrekarelik başörtüsüne takıp, sallamakla cumhuriyetçilik olmaz. Bilimde sanatta bunu yapacaksın. Aklı bilimi bu yolda kullanıyorsan gerçek cumhuriyetçi sensin. Haklı..Aklı bilimi başka işlerde kullanmak gerek..CHP lideri dedi ki; laikliğe takıldık aslında elden giden sosyal hukuk devleti. Sosyal devlet sadaka devletine dönüşüyor.. Haklı..Ana meselelere sıra gelmiyor..*  *  *Sevindirici olan şu.. İkisi de bu mevzuunun gündemden çıkarılmasını istiyor.. İkisi de sabah akşam bu meselenin  konuşulmasından sıkılmışa benziyor..Ben de diyorum ki elinizde..Kendiniz de kurtulun, bizi de kurtarın.. Memlekette başka sıkıntılar da var, başka mağduriyetler de.. Mesela,  devletten yardım almasa (kömür olabilir, gıda olabilir, para olabilir ) yaşamakta zorlanacak kaç kişi var, ne yapacağız?Mesela,  gelir adaletsizliğini nasıl düzelteceğiz?Mesela,  İstanbul'u depremden nasıl kurtaracağız?Konu çok..  Şu laiklik ve türban sarmalını bir kırsak gerisi gelecek.. Bakan nasıl doktorluk yaptı?Tesettürlü kadınların erkek eli sıkmadığı görüldü de bir erkeğin kadın eli sıkmaktan kaçındığına Türkiye Cumhuriyet'inin zirvesi ilk kez tanık oluyor.. Belki daha önce görülmüştür ama bu farklı..O kişi hem bakan..Hem doktor.. Elini sıkmaktan kaçındığı kişi Cumhurbaşkanı'nın eşi..Hekimliği sırasında ne yaptı acaba?  Kadın hastalara bakmadı mı? Çok şaşırdım!..*  *  *Sağlık Bakanı'nı başarılı bulurum..  AKP yüzde 47'leri bulduysa sağlık konusunda yaptıklarının çok büyük payı olduğunu düşünürüm..Ne diyeyim.. Üzüldüm..*  *  *Yarın Anadolu'nun ücra kasabasındaki sağlık ocağında erkek doktor kadın hastaya el sürmem derse bakan ne diyecek?Biz kadın doktorlar erkek hastalara bakmayabilir diye dertlenirken..THY Genel Müdürü başarılı mı?Başarılı.. Hem de çok başarılı.. Sadece biz değil yabancılar bile THY'nin müptelası oldu.. Her yere uçuyor, hizmet desen on numara, daha ne? Önceki gün filosuna beş uçak daha katmış.. Avrupa'daki hava yolları krizi nasıl atlatacağız diye debelenirken THY şaha kalktı.. Lafı uzatmaya gerek yok; bu Temel Kotil'in eseri.. Biz bunu söyleyince diyorlar ki, şiştiniz mi daha iki yıl önce terlikli resimlerini basmıştınız..  Ben de diyorum ki, o başka bu başka.. Bir genel müdürün terlikle dolaşırken resmi her zaman basılır, başarısı da her zaman övülür..*  *  *Fırsat bu fırsat siz de takım tutma huyunuzdan vazgeçin.. Bizim gibi yapın.. Yeri geldiğinde övün, yeri geldiğinde eleştirin!..Yeni Türkiye  diyorsunuz ya!..Demokrat Yargı aklandı..Geçen yıl kurulduklarında iktidarın uydusu zannetmiştik..   Haksız da değildik.. Demokrat Yargı Derneği'nin Eşbaşkanı Osman Can iktidar yanlısı değil sanki iktidar sözcüsü  gibiydi.. İktidara yakın gazeteler her sözünü önemsiyor, manşetlere çıkarıyordu..Bu dernek, Anayasa değişikliğine evet kampanyası yaptığında baş tacıydı.. Taa ki HSYK seçimlerine kadar!..Ne olduksa bu seçimler öncesi oldu.. Bakanlığın bürokrat adayları başı çekince öteki eşbaşkan Ertekin isyan etti..  Yürütme yargıyı ele geçiriyor  dedi.. Bakanlığı baskı kurmakla suçladı..Beriki eşbaşkan Can tınmadı..  Olacak o kadar ne var bunda demeye getirdi..(Bu arada YÖK şansına münhasır kadro açmış; İstanbul Hukuk'a atamasını yapmıştı )  Demokrat yargı ortadan çatladı..Sonuç; iktidarın rotasından çıkmamaya çalışan Osman Can eşbaşkanlıktan gitti, dernek ilkeli tavrını sürdürerek gerçekten demokrat oldu..*  *  * Merakım şu.. Can varken bu derneği yere göğe koyamayanlar şimdi ne yapacak? Ekranlarını, gazetelerini eskisi gibi açacaklar mı? Yoksa Osman Can gitti sevda bitti mi diyecekler? Demokrat Yargı'ya demokrat olduğu için mi alaka gösteriyorlardı, Can olduğu için mi? Göreceğiz..
Milliyet
1,318,961
Yazarlar
YIL sonu yavaştan geliyor ya, "En" ile başlayan listeler de yayınlanmaya başladı artık.Maxim Dergisi 2010 yılının "En çekici 100 kadınını" seçmiş meselâ.Baktım.Çoğunu tanımıyorum.Tanıdıklarım arasında ise 38. sırada Angelina Jolie, 27. sırada Hilary Duff, 21. sırada  Milla Jovovich, 18. sırada Christina Aguilera, 14. sırada Scarlett Johansson, 11. sırada Eva Mendes, 9. sırada Kim Kardashian, 5. sırada Megan Fox var.Yüzde 8 yani.Rezalet.Güzeller konusunda bu denli cahil kalmış olmam, hakikaten rezalet bir şey.Ve bakınca 100 güzele de alıcı gözle, cehaletimin utancı, yerini pişmanlığa bıraktı hızla.Bir de not.100 güzelden biri bile bizden değil.Neden ki?*  *  *Esquire Dergisi'nin listesi farklı bir yaklaşımla hazırlanmış.Onlar her ülkedeki "en seksi kadını" seçmişler.Arjantin'in bir numarası, ülkenin gerçekten bir numaralı kadını. Hatta insanı.Çünkü Cristina Fernandez de Kirchner, Arjantin Devlet Başkanı.Benzer bir durum Azerbaycan için geçerli."First Lady" Mehriban Aliyeva, bir numara Azerbaycan'da.Mısır'ı temsilen Hanan Turk listede.O bir sinema sanatçısı. Bir süre önce tesettüre girmiş. Listeye girmesinde bu durum etkili mi, diye; doğrusu merak ettim.Fransa'nın en seksi kadınını, ne söylemenin, ne tartışmanın âlemi var: Carla Bruni.*  *  *Hindistan'ın bir numarası elbette Bollywood'tan çıkacaktı.Çıkmış da, Aishwarya Rai Bachchan.İran'ın en seksi kadını Bahar Soomekh. (meraklısı için söyleyelim) Testere 4 ve Testere 5 filmlerinde oynamış.Ya İtalya denince ne gelir akla?Doğrusu...Monica Bellucci demeyenin aklına şaşarım!Yine bir malumun ilanı:Ürdün Kraliçesi Rania Al Abdullah.İşte bir tane daha:Katar Emiri'nin eşi Sheikha Mozah.Derseniz ki:Türkiye'nin en seksi kadını kim?Esquire, Burcu Esmersoy'u seçmiş.Ben olsam kimi mi seçerdim?Bir gün Esquire Dergisi'ni yönetirsem, o zaman söylerim.Yeni limanİZMİR Ticaret Odası Başkanı Ekrem Demirtaş'ın, Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu'na "atfen" verdiği bilgiye göre:Altınyol'un önünün, Bayraklı iskelesi civarının kruvaziyer limanı haline dönüştürülmesi düşünülüyor...Olur mu?Olur.Çok güzel olur.Mükemmel olur, muhteşem olur.Ama iş büyük.İş zor.İş pahalı.O nedenle soru şu:Kim yapacak bu limanı?Soru bu olunca, gözler de Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım'a çevriliyor hemen.Acaba o ne diyor?"Atfen" de olsa...Yıldırım'ın cevabını bilen  var mı?Tek karelik en seksi Mısırlı
Milliyet
1,324,156
Yazarlar
TV kanalları, günün ilk ajans haberlerini sabah saat 6'da vermeye başlıyorlar. Haberleri sunan kadınlı erkekli spikerler, kim bilir kaçta kalkıyor ve kaçta geliyorlar stüdyolara?* * *Dün sabah saat 6'da NTV'yi açtığımda, ilk flaş haber Saros'ta saat 4.51'de 5.3 büyüklüğünde bir deprem olduğu idi.Sarsıntı, sadece Gelibolu ile Çanakkale'de değil, İzmir'le İstanbul'da da hissedilmişti.* * *Pazar sabahı saat 10.45'te Taksim Meydanı'nda, bir intihar saldırısı "güm"lediğinde; bir İstanbul depremi de gerçekleşseydi diye, kara bir mizahın diş gıcırtıları dolaştı aklımda.* * *Dünkü Hürriyet'te, ilk sayfanın ortasında Yorgo Kırbaki'nin fotoğraflı bir haberi vardı:"ATİNA'DA TERÖR ALARMIBombaların hedefi elçilikler."* * *Dünkü Milliyet'in sürmanşetindeki bir kareye de:  "Merkel'in makamına kargoyla bomba Avrupa'da paketli bomba paniği"Haberi gelip yerleşmişti.* * *Avrupa'yı, ABD'yi, Kanada'yı sarmalayan zarflı, paketli bir bomba trafiği neyin nesiydi?Afganistan'da, Pakistan'da, İran'da, Irak'ta, Suriye'de ve bizde; bazıları da "canlı" olan bomba gümlemeleri ise, neyin nesiydi?* * *Dubai'den Yemen'den kalkan kargo uçaklarına; Londra'yı, New-York'u hedefleyen bomba paketlerini yerleştirenler; ola ki kendi yandaşlarına güçlerini kanıtlamak isteyen "kökten dinci" liderleriydi.* * *Yunanistan ile Almanya'da, elçiliklerle Başbakanlık'a gönderilen bombalı zarflarda ise; o kadar sudan bir patlayıcı vardı ki; birilerinin "şaka" yapıp yapmadığı kuşkusu bile doğmuştu oralarda...* * *Orta ve Yakındoğu'da patlayan bombalarda ise; belki de evrensel bir "silah lobisi"nin gölgesi dolaşıyordu.* * *Nicholas Cage'in "Savaş Tanrısı" filmi, bu konuda adeta bir belgeseldi.Ve Türkiye'de de, sanırız daha çok dikkate alınmalıydı.* * *Bazı üst düzey ajanlar; kimleri bir iç savaşa yönlendiriyor ve onlara nerelerden hangi tür silahlar sağlıyorlardı?Üst düzey ajanların, bazı devlet başkanlarıyla da işbirliği içinde olduğu açıklanıyordu filmde.* * *21. yüzyılın "küreselleşme" süreci, henüz alışılmamış boyutlarda.Her gün TV'lerde yayınlanan meteorolojik tablo; Tokyo'da, Moskova'da, Paris'te, Washington'da sıcaklığın kaç derece olduğunu göstermekte...* * *İnternette "facebook"lara ise, dünyanın bin bir tarafından öylesine değişik dostluk yazışmaları yağmakta ki...İnsanın aklı almıyor.* * *Şimdi bir de, yakınım ve çok sevdiğim Aslı Barış'ın, 10 gün kadar önce Radikal'de çıkmış olan -ilginç mi ilginç- bir yazısına göz atalım:"Emlak kralı Stan Gale, Güney Kore hükümetinden satın aldığı boş alanı 5 trilyon dolar değerinde bir vahaya dönüştürdü.Hayır, havuz ve bahçenin 'lüks' olarak adlandırıldığı dev sitelerden bahsetmiyoruz. Güney Kore'nin en büyük üçüncü kenti İncheon'un yakınlarında bulunan Sogdo; 10 yıl süren ve 40 milyon dolar harcanarak yaratılan yapay bir kent. Gala İnternational ve Cisto şirketlerinin ortak projesi, Güney Kore'den 2.5 milyar dolar karşılığında alındı. 2015'te tamamlandığında 5 trilyon etmesi öngörülüyor v.s."* * *2 Dünya Savaşı'ndan sonra; insan öldürmenin, silahçılara yarayan getirisi de sona erdi, toprak işgallerinin politikacılara yarayan getirisi de ve hatta kara, deniz ve hava kuvvetlerinin eski önemi de...* * *Kara kuvvetleriyle kime saldıracaksın, yahut kimin saldırısına karşı koyacaksın?İsteyen istediği ülkeye zaten turist olarak gitmekte ve hatta oraya yerleşmekte...Neden topla tüfekle saldırılsın ki o ülkeye?* * *Deniz savaşları da çoktan bitti.Kim kiminle nereyi almak için savaşacak denizlerde?* * *Hava kuvvetlerine gelince...Uzun menzilli füzeler; çok daha yok edici, uçak saldırılarından...* * *Güney Kore'de olduğu gibi, yeterli bir kaliteye sahip olmayan kentler de; küresel şirketlere satılmakta ve evrensel bir kaliteye kavuşturulmakta...* * *Bu tür değişim konuları; 20-25 yıl, belki de daha fazla bir süre, bizim gündemimize girmeyecek.* * *Öyle görünüyor ki, Nicholas Cage'in "Savaş Tanrısı" filmini çağrıştıran olaylar yaşanacak daha bir süre...* * *Dün sabah saat 4.51'de Saros Körfezi'nde gerçekleşen 5.3 büyüklüğündeki deprem konusunda; bakalım bilimsel yorumlar nasıl gelişecek?
Milliyet
1,346,001
Yazarlar
Başkanı Jean Paul Costa'nın sözlerini dinlediğimde hayretler içinde kaldım... Haber Türk TV'de Belkıs Kılıçkaya, 'da maddesi varken türban yasağının kaldırılıp kaldırılamayacağını sorduğunda şu cevabı veriyordu Costa: " şu anda türbanı serbest bırakan bir düzenlemeye gidebilir mi? Hayır, anayasada bir değişiklik yapılmadığı takdirde bizim mahkememizin kararını ihlal etmiş olur... Eğer Türkiye bu konuda ille de bir düzenlemeye gitmek istiyorsa laik bir devlet olmayı istemiyorsa o zaman tabii ki durum farklı olur..."   Bir hukukçu, hele de AİHM Başkanı bir hukukçu nasıl böyle konuşabilir?!  Siyasi tercihlerini ve ideolojik önyargılarını hukukun üstünde tutan hukukçular böyle konuşabilir; bizde bunun örnekleri görülmüştür. Ama bir AİHM Başkanı böyle konuşabilir mi?!    Ama hangi laiklik? Belkıs Kılıçkaya sorularla konuyu açtı. Uzun süre 'da çalışan ve bu konuları çok iyi araştırmış olan Kılıçkaya, Fransız laikliğini hatırlattı. Fransa da laik bir devlettir ama üniversitelerde hiçbir kıyafet ve dini simge yasağı yok, özel okullarda da yok... Sadece devlet liselerinde var...  Laiklik Fransa'da niye üniversitede ve özel okullarda yasak getirmiyor?    Bunun üzerine AİHM Başkanı Costa, Fransa'da ve Türkiye'de laikliği yorumlamanın iki devletin "takdir yetkisi"nde olduğunu belirterek şunları söyledi: "Sizin sorunuza gelirsem, Türkiye, anayasasındaki laiklik ilkesine dokunmadan bunu (türban serbestisini) yapamaz mı? Tabii bu mümkün olabilir, tartışmaya açık..."    Halbuki başlangıçta anayasadan laikliği çıkarmadıkça türban yasağının kaldırılamayacağını söyleyen kendisi değil miydi?! Costa, başlangıçta 'İslamofobik' önyargılarıyla konuşmuş, ama sorularla laiklik kavramına açıklık getirilince hukukun gereğini ifade etmek zorunda kalmıştı. Aksi halde "Fransa da yasaklamalıdır" gibi bir zırvaya sürüklenmek zorunda kalacaktı!   Uluslararası yargıçların da nasıl önyargılı olabileceğinin hazin bir örneğidir bu.     Fransa'daki laiklik Konunun tartışıldığı TV programında AİHM Büyük Dairesi'nin kararından cümleler okudum. Karar, üniversitede çeşitli kurallar koymanın "devletin takdir yetkisinde" olduğunu belirtiyordu. Üniversitede türbanın "yasaklanması gerektiğini" değil, "yasaklanabilir" olduğunu belirtiyordu. Elbette "kaldırılabilir"di de... Bundan başka, karar, üniversitedeki kıyafet yasağının "Türkiye'ye özgü" olduğunu vurguluyordu: Yani laikliğin evrensel anlamının gerektirdiği bir yasak değildi...   AİHM Başkanı Costa'nın önyargıyla söylediği "laiklik durdukça türban yasağı kalkmaz" anlamındaki ilk sözleri, öylece kalsaydı çok istismar edilirdi... Kılıçkaya sorularla Fransız laikliğini hatırlattı da nihayet AİHM Başkanı "yasak kaldırılabilir" diyerek hukuki gerçeği ifade etmek durumunda kaldı!   Fransa'da da laiklik 19. yüzyılda katı ve yasakçıydı; pazar ayinlerine giden öğretmen, ve subaylar işten atılırdı! Bugün Fransız laikliği hayli liberalleşmiştir. Bizim laikliğimiz de o yoldadır. Sadece türban değil, cemevleri ve azınlıkların dini özgürlükleri bakımından da laikliğimizin Fransa'daki gibi liberalleşmesi gerekiyor.
Milliyet
1,336,677
Yazarlar
O ana kadar dengede giden maçı koparan Makukula. Topa sahip olmadan, ne yapacağına karar verip, uygulamak böyle bir şey işte... Hızlı bir oyuncu olmadığını biliyoruz. Ama en çabuk o. Tek bir hamleyle o koca gövdesini çevirip topu önüne alıyor, iki adım atıyor ve terse şahane vuruyor.Bu golü Servet üzerinden de konuşabilirsiniz. Geçen hafta Engin'e kaptırdığı toptan sonra bu daha mümkün.Ancak hakkaniyetli olmaz. Bunu yaparsanız bir suçlu bulup kendinizi rahatlatabilirsiniz belki. Fakat tartışılması gereken şeyi kaçırırsınız. Manisa'nın hem de en golcü olmayan forveti Makukula'yken, Galatasaray'ın forveti nasıl Pino olur? Bu durum nasıl alkışlanır?Fenerbahçe maçından sonra sahada uzaktan şut atmak dışında bir şey yapmayan Pino maçın kahramanı ilan edilmişti hatırlayın. İşte bu seviyeyi, takımın algılanışını, takımın kendisini nasıl algıladığını gösteriyor. Bugün itibarıyla Galatasaray tamamen kendilerine güvenlerini kaybetmiş bir oyuncular topluluğu. Asıl kötü olan birbirleriyle de herhangi bir güven ilkişkileri yok gibi.Bu durum inisiyatif almalarını engelliyor. Savunma rakibe dalış yapmak, hücumsa gördüğün yerden vurmaktan ibaret.Bir akın geliştirme, plan, sabır ve olgunluğunu asla göremiyorsunuz. Garip, anlamsız ve manasız bir telaştan başka bir şey yok.Üzerlerindeki forma rakipten çok kendileri üzerinde bir baskı yaratıyor gibi. Tamam çok yetenekli ekstra oyunlarla dolu bir takım değil bu. Ama var olan yetenekleri de kullanamıyorlar. Bu takımdan gönderilen Mehmet Güven karşıda gayet sıradan bir takımda takır takır oynuyor. Soğukkanlı, sert, iyi paslı...Bugün bu durum oyun içinde çok net olarak görülüyor. Görüldüğü için taraftar 'arkası gelmez dertlerimin'e başlıyor işte.Tribünden gelenler, oradaki ruh halini bilenler, bilir. Erkin Koray'ın harikulade şarkısı yükselmeye başlamışsa havlu atılmış demektir.Sezon, kadro hatta bazen yönetim gitmiş demektir. Dün sanki bu kadro da, yönetim de sonu olmayan bir yola girdi.Dün sanki bir devir kapandı gibi...
Milliyet
1,347,012
Yazarlar
ALBÜMDE KAÇ ŞARKI OLMALI? Yıllardır herkes kafasına göre takılıyor. Kimi   içine iki şarkı koyup, 'albüm' diye satıyor, kimi de 15 şarkıyla yetinmiyor. Birilerinin bu konuda bir şeyler yapıp, tüketiciyi koruması gerekmez mi?Bir havayolu şirketinin tarifeli uçak seferlerinden birinin biletini aldığınızda, hangi gün, hangi saatte nereye ve ne kadar sürede uçacağınız bellidir. İstanbul'dan Trabzon'a uçmak için bilet aldığınız havayolu şirketi, "Canımız öyle çekti" diye sizi Ankara'da veya Çarşamba Havaalanı'nda indirebilir mi?Peki Türkiye'de bir konser için bilet aldığınızda, dinlemeye gittiğiniz sanatçının sahnede ne kadar kalacağına ve asgari kaç şarkı söyleyeceğine dair bir ön bilginiz olur mu?Olmaz.Çünkü şarkıcının insafına bağlıdır her şey.Canı çeker üç saat şarkı söyler, canı istemez bir saat sonra çeker gider. Sahnede olan biten şeylerin çoğu spontane gelişir.Ama hazırlığı aylarca süren albümlerde durum öyle değildir.Her şey önceden planlanır. Buna rağmen 'albüm'lerde bir standart yoktur. Bir CD'ye müzik ve şarkı yüklenmesi ona 'albüm' denmesi için yeterli midir?O şarkıların adedinin ve toplam sürelerinin hiçbir önemi yok mudur? Elbette ki vardır ve olmalıdır. Ama gel gör ki Türkiye'de işler böyle yürümüyor. İçine iki şarkı kaydedilen CD de, içinde 17 şarkı olan da insanlara 'albüm' olarak satılıyor; üstelik de aynı fiyattan.Her şeyi devletten beklemeye alıştığımız için, 'devlet baba' bu konuda bir şey demeyince, kuralsızlık olarak algılıyoruz bunu nedense. Ne müzik sektörünün bir prensip kararı var bu konuda, ne de MÜYAP, MSG, MESAM,     MÜYORBİR gibi meslek örgütlerinin aldığı bir karar.Yıllardır herkes kafasına göre  takılıyor.Kimi içine iki şarkı koyup, 'albüm' diye satıyor, kimi de 15 şarkıyla  yetinmiyor.Birilerinin bu konuda bir şeyler yapıp, tüketiciyi         koruması gerekmez mi? Gerekir, ama    nerede öyle  birileri?HANGi 'ALBÜM'DE KAÇ ŞARKI VAR?Son aylarda çıkan ve bende olan 'albüm'leri alt alta sıralayıp, içlerinde kaç şarkı olduğunu yazınca öyle sanıyorum ki ne demek istediğim daha iyi anlaşılacak.  Ayşegül Aldinç:  O Kız - iki şarkı.Levent Yüksel: Aşk Mümkün müdür Hâlâ - iki şarkı.Merİh Ermakastar: Hazan Yeri - iki şarkı.Tarık Tüfekçİ: Susma - dört şarkı.Zelİha Sunal: Aşk Bana Kalır - beş şarkı.Nilay Dorsa: Afrodizyak - beş şarkı.Selen Servİ: Göze Aldım - altı şarkı.Ayben Bİlge: Beklenen - dokuz şarkı.Berkay: Bir İnat - dokuz şarkı.Yılmaz Morgül: Ylmzmrgl - 10 şarkı.İsmail Türüt: Kırktan Sonra - 10 şarkı.Yonca Lodi: Milat 10 şarkı.Sabahat Akkİraz: Live Dillerdeki Türküler - 10 türkü.İlyas Parlak: Manahos Trabzon Türküleri - 10 türkü.Zeynep Dİzdar: Hayat Benim Elimde - 10 şarkı.Ömer Yılmaz & Tuncer Tercan: Ezgili Yürekler - 11 şarkı.Müslüm Gürses: Yalan Dünya - 11 şarkı.Kemal Sunal Türkülerİ - 11 türkü.Ozan Doğulu: 13 Obpm - 12 şarkı.Cİhat Aşkın & Gülden Teztel: Schumann  15 eser.Karmate: Navino - 17 şarkı.DEVLETİN BİR FİLMİ EKSİKTİ!Türkiye, bir yandan her şeyi özelleştirmekle övünüyor, ama öte yandan özel sektörün ilgi alanına giren konulara dalmaktan da geri kalmıyor.Film çekmek devletin işi mi?Arkadaşımız Önder Yılmaz'ın dün Milliyet'e manşet olan haberinden anlıyoruz ki, devlet bu alana da el attı.Başbakanlık, 'Gece Yarısı Ekspresi'nin dünyada Türkiye hakkında yarattığı olumsuz imajı silmek için bir film çekecekmiş.Şimdilik en uygun eser olarak da Sabahattin Ali'nin 'Kürk Mantolu Madonna'sı seçilmiş.Yakında sinemalarda şöyle bir fragman yayınlanmaya başlarsa hiç şaşırmam."Türkiye Cumhuriyeti iftiharla sunar: Sabahattin Ali'nin ölümsüz romanı 'Kürk Mantolu Madonna' pek yakında sinemalarda." Sabahattin Ali'nin en çok okunan romanlarından olan 'Kürk Mantolu Madonna' beyazperdeye aktarılsa elbette ki iyi olur.Ama devletin yapacağı bir iş değil. Sinema, sivil inisiyatifin işi.Hangi eserin, nasıl bir senaryo ile çekileceğinin kararını devlet verirse, film olmaktan çıkar 'propaganda filmi' olarak etiketlenir o.Projenin sahibi Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı'nın, "İnsan odaklı, aile, kadın ve çocuk vurgusu yapacak bir film" açıklaması bile başlı başına bunun nasıl bir propaganda filmi olacağının habercisi.Allah aşkına, bu devirde kim izler devletin çekeceği 'propaganda filmi'ni? Türkiye'yi yönetenlerin, 'Gece Yarısı Ekspresi'nin dünyada ülkemiz hakkında oluşturduğu olumsuz havayı, çekilecek bir karşı propaganda filmiyle yok etmesi olanaksız, ama Türkiye'nin, Başbakan'ın sözünü ettiği 'ileri demokrasi'ye ve gerçek anlamda insan haklarına kavuşması halinde pekala mümkün bu. Üstelik film masraflı bir iş ve yatırdığınız paranın geri dönüş garantisi de yok.'İleri demokrasi' ve 'insan hakları' ise masrafsız bir yatırım ve geri dönüşü de garanti.
Milliyet
1,340,084
Yazarlar
Irak Devlet Başkanı Talabani, Irak'taki hükümet kurma sürecinde Ankara'nın yanlış ata oynadığını, Allawi'nin kurduğu koalisyonu destekleyeyim derken sürecin tamamen dışında kaldığını söyledi Paris, Talabani'nin şehri.  70'li yıllardan beri Kuzey Irak'taki Kürt hareketinin iki liderinden biri olarak kapı kapı tüm dünyayı dolaşıyor, en büyük ilgi ve saygıyı Paris'te buluyordu. Aradan geçen zamanda Saddam Hüseyin devrildi, Irak tepeden tırnağa değişti, bir zamanlar birkaç binlik peşmerge gücünün komutanı olan Talabani bugün Irak'ın cumhurbaşkanı oldu. Yine de Paris'i ihmal etmiyor. Sosyalist Enternasyonal için geldiği Paris'te Irak Cumhurbaşkanı'yla çarpıcı bir sohbetimiz oluyor. Aslında zaten Paris'te Louvre Müzesi karşısında Talabani'nin kaldığı şaşaalı otelde randevu sıramı beklerken, Talabani'nin danışmanlarından Ankara'yla ilgili bol bol şikâyet işitiyorum. Irak'taki hükümet kurma sürecinde Ankara'nın yanlış ata oynadığından, İyad Allawi'nin kurduğu koalisyonu destekleyeyim derken fazla asılıp sürecin tamamen dışında kaldığından dem vuruyorlar. Ortaya atılan iddiaların bir bölümü ilginç. Şikâyetlerin merkezinde ise Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu var. Davutoğlu'nun son dönemde Celal Talabani'nin cumhurbaşkanlığına karşı çıktığına, yerine Suudi Arabistan'la birlikte İyad Allawi'yi desteklediğine inanıyorlar. Bunlar iddia. Ortadoğu'nun her yerinde diplomatik koridorlarda komşu ülkelerle ilgili benzer iddialar olur. Bana ilginç gelen, röportaja başladığımda Talabani'nin adeta bu iddiaları doğrularcasına hiç çekinmeden "Türkiye cumhurbaşkanlığımı desteklemedi" demesi oluyor. Talabani'yle Bağdat'ta, New York'ta, Süleymaniye'de defalarca röportaj yaptım. Dobradır ama genelde çatışmacı üslup sevmez. Bu yüzden açık açık "Türkiye'de bazı sesle" diye Ankara'nın Bağdat politikasını eleştirmesine şaşırıyorum. Ama hemen sonra, yılların verdiği siyasi tecrübeyle dengeliyor: "Tabii sonra arkadaşım Gül aradı ve artık her şey unutuldu..." Ankara'nın istediği olmadıMam Celal (Irak'ta Talabani için kullanılan 'Celal Amca') öncelikle yeniden cumhurbaşkanı seçildiğiniz için tebrikler. Ancak Türkiye'de, Irak'taki son hükümet kurma sürecinin Ankara'nın istediği doğrultuda gelişmediği görülüyor. Bu doğru mu? Evet öyle. Bu siyasetin arkasında kim vardı bilemiyorum ama Türkiye'nin Irak politikası yanlıştı ve başarılı da olmadı. Ankara'nın desteklediği İyad Allawi başbakan olamadığı için mi diyorsunuz? Evet istedikleri başbakan olmadı. Ama istedikleri cumhurbaşkanı da dışişleri bakanı da olmadı. Yani Ankara, sizden başka birinin cumhurbaşkanı olmasını mı istedi Irak'ta? Evet öyle. Beni önce desteklemediler ama sonunda tebrik ettiler. Sevgili dostum Abdullah Gül cumhurbaşkanı seçildikten sonra bana kutlama telgrafı yolladı. Bu garip bir durum çünkü cumhurbaşkanlığınız döneminde Ankara'daki hükümetle çok yakın çalıştınız, Irak ve Kuzey Irak'la ilişkiler son dönemde çok gelişti...Ben de şaşırdım Türkiye'de bazı seslerin bana karşı olduğunu görünce, ama evet bana karşı bazı sesler olduğunu gördüm. Doğrusu şaşırdım çünkü hiç abartısız söylüyorum Türkiye ve Irak arasındaki stratejik ilişkinin mimarı benim. Bu yüzden medyada hep 'Kürt olmasına rağmen Türkiye'yle ittifak kurdu' diye yazılıyor. Türkiye ve Irak arasındaki ilişkinin bu kadar ilerlemesine çabaladıktan sonra bazı isimlerin (isim vermiyor) bana karşı çıkmasına şaşırdım. Türkiye'nin nüfuzu daha fazlaMantığı nedir? Bilemiyorum. Ama şimdi hepsi geride kaldı ve unutuldu. Hâlâ Türkiye'nin dostuyum. Stratejik dostuyum ve geçmişten fazla söz etmek istemiyorum.Irak'ta yeni kurulan hükümette İran damgası olduğu ve artık İran'ın Irak'taki en önemli güçlerden biri olduğu söyleniyor. Irak'ta Türkiye'nin nüfuzu İran'dan fazla. İran'ın öyle abartıldığı kadar bir nüfuzu yok. Bakın ben Türkiye'nin dostuyum, İran'la sizle olduğu gibi bir stratejik ittifakımız yok. Meclis başkanı da Türkiye'nin yakın dostu. Oysa İran (Başbakan) Maliki'den o kadar da memnun değildi çünkü Maliki gitti Mehdi Ordusu'nu (Mukteda el Sadr'a bağlı İran destekli silahlı milis grubu) silahsızlandırdı ve gitti Amerikalılarla SOFA anlaşmasını imzaladı. (ABD askerlerinin Irak'tan çekilme anlaşması) İran'ın nüfuzu var demek abartı. Irak gerçeği biraz daha komplike. Üstelik Irak'taki Şii'ler İran'a yakın hissetmiyor. Kendilerini Arap ve gerçek Şii sayıyorlar. Bakın Iraklı Şiilerin en yüksek din adamı (Ayetullah) Sistani İran'dan farklı düşünüyor, Humeyni'nin Velayet-i fıkıh teorisine başından beri karşı.PKK ve Türkiye arasında bir dolaylı diyalog ve dağdan inme projesi var. Ancak PKK'nın eylemsizlik ilan etmesine rağmen bundan sonraki adımların ne olduğu belli değil...Bundan sonraki adım PKK'nın sadece ateşkes ilan etmesi değil tamamen silahlı mücadeleyi terk etmesi ve siyasi mücadeleye girmesidir. Ateşkes yetmez, PKK silahları tamamen bırakıp siyasi faaliyete geçmeli. Devlet ise Öcalan'la teması devam ettirmeli ve artık bağımsızlık talep etmediklerine ve demokrasiyi kabul ettiklerine göre PKK'yla bir anlaşmaya varmalı. Bu mesele ancak böyle çözülür. PKK?Irak sınırına mı?Öcalan'ın, PKK'nın Türkiye'yi terk edip Irak sınırına çekilmesini talep ettiğini duyuyoruz. Bu gerçekleşiyor mu?Bu doğru bir çağrı. Eğer Türkiye'de kalırlarsa ister istemez ordu birlikleriyle çatışmalar yaşanacaktır. Eğer Irak'taki üslerinde sorun yaratmadan sessizce otururlarsa daha kolay olur çözüm. Sizin rolünüz nedir? Türkiye'nin bir dostu olarak benden istediklerini yapmaya hazırım. Hem Irak Cumhurbaşkanı hem de Türkiye'nin dostuyum. Şiddetin bitmesi ve barışçıl bir çözüm için üzerime düşeni yapmaya hazırım. Ama acele etmemiz lazım. Sabır gerekiyor. 2011'e adar ateşkes iyi. Şimdi (2011 sonrası) yeni anayasa daha demokratik olacak.  Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani arkadaşımız Aslı Aydıntaşbaş'ın sorularını yanıtladı.Ankara benim cumhurbaşkanlığımı desteklemedi. Ama artık bunlar geride kaldı. Hâlâ Türkiye'nin dostuyum*Yeni kurulan hükümette İran'ın etkisi abartılıyor.*PKK meselesinde üzerime düşeni yapmaya hazırım, ama ateşkes yetmez PKK silahı tamamen bırakıp siyasi faaliyete geçmeli* Sabır lazım. 2011 sonrası anayasa daha demokratik olacak
Milliyet
1,345,016
Yazarlar
İştah veya açlık hissi vücudumuzda hipotalamus tarafından kontrol edilen yaşamsal mekanizmalarımızdan biridir. Kandaki glukoz düzeyi düştüğünde beyne uyarı göndererek yemek yenilmesi gerektiğini belirtir. Çoğu bilim adamına göre iştah geçmişten atalarımızdan gelen bir alışkanlıktır.Bayanlarda iştah özellikle vücutlarında hormonal değişimler olduğunda, hamilelik, menapoz, regl öncesi.. gibi durumlarda artmaktadır. Bunun yanı sıra mevsimsel değişimlerde kadınlarda özellikle karbonhidrat ağırlıklı bir beslenmeye yönlendirmekte, mutluluk hormonu olan serotoninin salgılanmasını sağlamaktadır.Peki iştahımızı bastırmak için ne yapmalıyız?*Yemeklerinizi yavaş yemeye çalışın. Beynimiz yemeğe başladıktan 20 dakika sonra tokluk hissini algıladığından yavaş yemek iştahı baskılamaktadır.*Yemeklere çorba ile başlayın, özellikle sebze çorbalarını tercih edin. Mide kapasitesini dolduracağından daha az yemek yiyeceksiniz.*Az az sık sık yemek kan şekerinizi de dengelediği için açlık hissini baskılamaktadır. Günde 3 ana, 3-4 ara öğün illaki şart.*Ayrıca yemekten önce büyük bir bardak su içmekte etkili bir yöntemdir. Kendinizi aç hissettiğinizde 1-2 bardak su için ve 10 dakika bekleyin. Açlık hissinizin azaldığını hissedeceksiniz.*Yemeklerinizde, salatalarınızda elma sirkesi kullanın. Sirkenin iştahı baskılayıcı özelliği bulunmaktadır.*Bol bol yeşil yapraklı sebzeler yiyin, hem kalorisi yok denecek kadar azdır hem de içeriğindeki posa tokluk hissinizi artıracaktır.*Yemek ve salatalarınıza iyotlu tuz kullanın. İyotun da iştahı baskılayıcı özelliği vardır.*Protein'in insulin seviyesini azalttığı, insulinin azalmasının da açlık hissini azalttığı bilinmektedir. Beslenme programınızda hem bitkisel kaynaklı (mercimek,nohut,kuru fasulye,barbunya), hem de hayvansal kaynaklı (kırmızı et ,tavuk ,balık ,hindi ,yumurta ,yoğurt ,süt ,peynir) protein içeren yiyeceklerin bulunması önemlidir. Mümkün olduğu kadar da yağsız olanları tercih edin.*Bol lifli ürünler tüketin, ekmek olarak tahıllı, kepekli ekmek, makarna veya pilav olarak kepekli makarna, kepekli pirinç pilavı ve bulgur pilavını tercih edin. Diğer ürünlere göre daha fazla lif içerdiklerinden tokluk hissiniz de artacaktır.*Adaçayı ve ıhlamur çayının yine iştahı baskılayıcı özelliği bilinmektedir. Ara öğünlerde herhangi bir sağlık probleminiz yoksa tüketebilirsiniz.*Ara öğünlerde yine lif oranı yüksek olan elma, armut, ananas, ayva gibi meyveleri tercih edin ve yanında süt veya yoğurt tüketin.*Günde 1/2 çay kaşığı kadar toz tarçın tüketimi de kan şekerini dengeleyici etkisinden dolayı açlık hissinizi azaltacaktır. Günlük tüketeceğiniz süt, yoğurt veya bitki çaylarınıza ilave edebilirsiniz.*Günde 10-15 adet fındık, badem veya ceviz tüketin. Hem lif oranı yüksek hem de içeriğindeki krom minerali sayesinde tokluk hissiniz de artacaktır.*Yağlı, şekerli yiyecekler diğer yiyeceklere göre daha çabuk tüketildikleri ve yağa dönüştükleri için en kötü seçeneklerdir. Mümkün olduğu kadar light ürünleri tercih edin.Dyt. Özlem Sert Aydınhttp://www.facebook.com/pages/Diyetisyen-Ozlem-Sert-Aydin/119820661412701
Milliyet
1,344,997
Yazarlar
GÜÇLÜ DESTEKLER BULABiLiRiZ  Bugün güçlü kişilerden destek arayabilir, kendi alanlarında otorite olan kişilerden yardım isteyebiliriz. Oldukça kararlıyız. Düşüncelerimizde netlik aramalıyız. Kendimize olan inancımızı ortaya koyabileceğimiz şartlar var. Pek çok konuda hızlı adımlar atmak kolay olacak. Artan bir iyimserlik içerisinde olacağız. Ancak bugün aşırı idealize ettiğimiz konular yüzünden bazı yanlış anlamalar ve hayal kırıklığıyla karşılaşabiliriz. Başkalarının görüşlerini dikkatle dinlemeli, onların ne dediğini sadece kafamıza göre yorumlamamalıyız. Kendi eksiklerimizi daha rahat görebileceğiz.
Milliyet
1,343,647
Yazarlar
Konuk Mersin İdman Yurdu'nun girdiği pozisyon sayısı 3... Attığı gol 2. Evsahibi Altay'ın pozisyonu en az 7... Attığı gol 1. Kaleciler mi, golcüler mi farklı? Bence ikisi de... Kerem İnan, maçın adamıydı. Burnunun dibinden vurdular hepsine uzandı çıkardı. Siyah-beyazlı ayakların bir de saç baş yolduran vuruşları var, akıl alır gibi değil. Tam da, "Haydi Mehmet Şen sen de birşeyler yap artık" derken, nihayet bu kez Kerem'in uzanamayacağı köşeye yapıştırdı kafayı.Altaylı futbolcular, mevsimin en atak, en tempolu, en baskılı futbolunu oynadı. Ancak bitirici vuruşlar yetersiz kalınca tabelada hareket olmadı. Eşitlik golünden sonra, golü yiyen Nurullah Sağlam, oyuna golcü Yunus'u sürdü. Golü atan Coşkun Demirbakan da savunmacı Evren'i..! Yunus, takımının ikinci golünü attı, ardından üçüncüsünü kaçırdı. Şimdi ne demeliyiz, "Bu da teknik adam farkı" mı?Bence Burak'ın sakatlanmasıyla Altay'ın oyun planı altüst oldu. Kulübede golcü diyebileceğimiz bir tek Mehmet Şen vardı. Gerisi de tabelayı değiştirecek türden değildi. O nedenle yapılan değişiklikler nafile. Laf olsun torba dolsun mahiyetindeydi. İki takım arasındaki birkaç ayrıntı, etkileyici ve de skor belirleyici oldu. Yani şöyle; varsayalım ki kalecilerin formalarını değiştirdik. Altay uzak ara önde bitirirdi maçı. Yine de çok yazık. Her şeye rağmen hakedilmiş bir yenilgi değil böylesi.
Milliyet
1,343,663
Yazarlar
Heybeliada sokakları Adalar, İstanbul'un üvey evladı gibi... Hafta sonu ve bayram tatillerinde, ama mutlaka güzel havalarda 'günü-birlikçi'lerin hücumuna uğrarlar. Sabahtan öğlene kadar hınca hınç dolan şehir hatları vapurlarından boşalan insan bedenleri, aynı telaşla akşam vapur-larına doluşarak ortadan toz olur. İşte ondan sonra ada mey-danlarında biz bize kalmışlık hali başlar. Bayram tatilini fırsat bilerek ve bayram kalabalığına rağmen iki günümü, İstanbul'un ikinci büyük adasında geçirdim. İlk dikkatimi çeken, sokak isimleri oldu. Ana caddelere Refah Şehitleri, Lozan Zaferi  gibi isimler verilmiş. Ara sokaklarda şehit, orgeneral isimleri göze çarpıyor. Oysa burada ne bir muhabere yaşanmış, ne de kahramanlık destanı yazılmış... Doğu'da değiştirilen köy ve ilçe isimlerini tartışıyoruz ya... En azından Heybeli'de yüzyıllar boyu kullanılan sokak isimlerini bilmeyi, öyküsünü                dinlemeyi isterdim. Heybeliada'dan notlar* Heybeli'nin orijinal ismi Halki. Rumcada 'bakır' demek. Eskiden adanın arkasında bakır işletmeleri varmış.* Nedense Adalar'la ilgili internette doğru dürüst tarihi bilgiye rastlamak mümkün değil. Varsa yoksa pansiyonlar, vapur seferleri,  tarihiyle ilgili üç beş beylik laf... * Adalar, şehrin kalbinde nasıl olduysa bir sır gibi saklanmayı bilir. Herkes bu sırrı az ya da çok bildiğini sanır. Yalan! İskeleye adım attığı anda nereye gideceğini bilmeyen yüzlerce insandan birisiniz işte. 'Adalı' ve yabancı net bir çizgiyle birbirinden ayrılır. * Heybeliada'yla ilgili yazılı kaynak az. Nejat Gülen'in 'Heybeliada Coğrafyası, Tarihi, Yaşamı' ve Akilas Milas'ın 'Oğlunuz Er Yorgo Savaşırken Öldü'          kitaplarını bulabildim. * Adayı yürüyerek tam 1 saat 45 dakikada turlayabiliyorsunuz. Bazen yokuşları nefes kesiyor, bazen farklı noktalardan manzarası... Ada mimarisine sadık kalınan güzel yapılar çoğunlukta. Ama ek kat çıkmalar, ahşap binaya dandik kapı çakmalar da yok değil. * Ruhban Okulu, pazar günleri ziyarete açık. Ama pazar giderseniz de salı diyorlarmış. Heybeliada'nın en tartışmalı ve en tanınan binasına girmek için Patrikhane'den izin almakta fayda var. Yoksa o yokuşu tırmandığınız gibi inersiniz aşağıya...* Adanın arkasında kalan Çam           Limanı, Türkiye'nin sayılı koyların-  dan. Öyle güzel ve doğal bir koy ki   İstanbul'la hiçbir         şekilde alaka kuramazsınız. * Heybeliada, 'Türkan' dizisinin             çekimiyle az da olsa hareketlenmiş. Buna rağmen Heybeliadalılar hep Büyükada'nın gölgesinde kaldıklarından şikayetçi. Kıymeti bilinse değil Türkiye için, dünyanın en sık ziyaret edilen                        yerlerinden olacağı açık. * Heybeliada'da gayrımüslim nüfus, diğer adalar göre daha az. Ordu-Mesudiyeliler, Vanlılar, Malatyalılar, adanın        yeni sakinleri.   * Tatillerde kalabalıkların istilasına uğrayan Heybeliada'da her daim sakin, huzurlu bir köşe bulmak mümkün. Ayrıca dünyanın en besili sokak kedileri  burada yaşıyor! Huzurun göstergesi budur...ADANIN KEYiF NOKTALARI* Yeme içme faslı, iskelenin karşısında sıralanan meyhane, kafe ve restoranlarda. 12 yıllık geçmişi olan Mavi'den özellikle bahsetmeli: Doğma büyüme Adalı üç kardeşin işlettiği bu sempatik restoranda kendi yaptıkları mezeler şahane. Midye salma ve karidesli börek tam puan alır. Salatalar bile özenle, Nigar Hanım'ın tabiriyle 'kendi çocuğuna yapar gibi' hazırlanıyor.                              (Tel: 0 216 351 01 28)  * Halki ismini koruyan restoranı meşhur. O da sahilde, iskelenin yanında. Tatil günleri inanılmaz talep var. Akşama kalırsanız sempatik garsonu baştan söylüyor: Hiçbir şey kalmadı! Olsun, ne varsa getir... Dışarıda sobası da var, 'günübirlikçiler' gittikten sonra muhabbet şahane.                     (Tel: 0 216 351 02 02)* Türkan dizisinin çekimlerinde kullanılan deniz kenarındaki kulübe, resmen dünyadan elini eteğini küçücük bir koyda. Martılar kayalara tünemiş, karşınızda Burgaz. O gün denizden ya da ormandan ne çıkarsa onu yiyebilirsiniz: İki gün peş peşe mantar sote yedim, deniz ayağımın dibinde... Mekanın adını vermiyorum. Arayan, bulur!
Milliyet
1,332,816
Yazarlar
'Elde Var Hayat'ın 'gizli yetenekleri' sahneye çıkt... - Ali Eyüboğlu Ali Eyüboğlu Alice ELDE VAR EĞLENCE! 'Elde Var Hayat'ın 'gizli yetenekleri' sahneye çıktı  ve döktürdü. Ekipte sanat müziği okuyan da, rap söyleyen de, country müzik yapan da vardı. Çağrı Bingüller, oyuncularının bu yönlerinden dizide yararlanacak mı? Elde Var Hayat' dizisinin yemeğine giderken biri bana, "Acayip eğlenceli olacak" dese, ona vereceğim yanıt, "İyi misin?" olurdu. Çünkü genelde dizi yemekle sıkıcıdır. Hep beraber dizi izlenir. Dizi biter bitmez bir alkış tufanı kopar. Herkes birbirini kutlar, "Müthiştim şekerim", "Asıl sen süperdin" gibi komplimanlar birbirini izler. Şayet yemeğin verildiği yerde canlı müzik varsa, dizinin oyuncuları şarkıcıları dinlemekle yetinir, gecede başrolü kapmamaya özen gösterirler. BSK Yapım'ın TRT 1 için çektiği 'Elde Var Hayat'ın 13'üncü bölüm kutlama yemeği de öyle başladı, ama öyle bitmedi. Sadullah Şentürk'ün yönettiği dizinin 13'üncü bölümünün perdeden izlenmesinin ardından başlayan 'kutlama faslı' uzun sürmedi. Kandilli Paysage Restaurant'taki gecede canlı müzik başlayınca, yemeğin rengi de değişti. 'Elde Var Hayat'ın kadrosundaki 'cevherler' birer birer ortaya çıktı. 'Elde Var Hayat'; Emre Altuğ, Hande Subaşı, Adalet Çimen, Ahmet Kural, Serkan Kuru, Erdem Akakçe, Kerem Kupacı, Bala Atabek, Zeynep Zamire Kasapoğlu, Efe Kahraman ve İlayda Hoşgör'ün oynadığı bir dizi. Bu kadroda Emre Altuğ'dan başka şarkıcı var mı? Bildiğimiz yok, ama gerçek bizim sandığımız gibi değilmiş demek ki! Dizinin 'gizli yetenekleri' tek tek sahneye çıktı ve de döktürdü. 'Elde Var Hayat'ın ekibinden sanat müziği okuyan da çıktı, rap söyleyen de, country müzik yapan da. Hande Subaşı'dan coşturan potpuri Emre Altuğ, söylediği bir şarkıdan sonra sahneyi arkadaşlarına bıraktı. Altuğ, şarkıya başlamadan "Bir su rica edebilir miyim?" dedi. Altuğ'a su, yanı başındaki masadan değil, daha uzaktaki eşi Çağla Şıkel'den geldi. Altuğ'un ardından Hande Subaşı mikrofonu eline aldı. Bir dönem Show TV'de katıldığı şarkı yarışmasındaki performansıyla dikkatleri üzerine çeken Subaşı, önce nazlandı, ama söyledikçe açıldı. Subaşı, birbiri ardına söylediği şarkılarla ekip arkadaşlarına dakikalarca dans ettirdi. Subaşı'nın şarkı aralarında ha bire cep telefonuna bakması dikkatimi çekti. Sebebini sorduğum Subaşı, "Geçenlerde katıldığımız TV programı için Metin Abi (Özülkü) bu şarkıların notalarını bana SMS olarak atmıştı. Söylediğim şarkılardan müzisyen arkadaşların bilmedikleri çıkınca, onlara notaları göstermek durumunda kaldım" dedi. Akakçe, country müzİk yıldızı gİbİ Hande Subaşı'nın ardından sahneye çıkan Erdem Akakçe'nin çaldığı gitar ve söylediği şarkılar, 'Elde Var Hayat'ı, 'Elde Var Doyasıya Eğlence'ye dönüştürdü. Bilkent Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesi Tiyatro Bölümü mezunu Akakçe'nin müzisyenlik ve şarkıcılık yönünü biliyordum, ama Beyoğlu'nda çalıştığı yere gidip dinlememiştim onu. Önceki gece ' country yıldızı'nı aratmayan Akakçe'yi dinleyince şu kanaate vardım: Akakçe, müzisyenlik ve şarkıcılıkta da en az oyunculukta olduğu kadar başarılı. Öyle sanıyorum ki 'Elde Var Hayat'ın yapımcısı Çağrı Bingüller de, elindeki cevherlerin o gece farkına vardı. Bakalım bundan böyle Bingüller, oyuncularının bu yönlerinden dizide yararlanacak mı? Gülüm DağlıNE Ki ŞiMDi BU?H&M HEYECANINDAN UTANMAKÇağdaş ErtunaSon durumBen de dans yarışmasındaydımMehveş Evin Ne kadar İstanbullusun?Ali EyüboğluAliceELDE VAR EĞLENCE!Cadde'deki Hayalet--YABANCI FiLM HAYRANLIĞI MI,AL SANA!Hakan KırkoğluMüneccimbaşıÇABA iÇERiSiNDEYiZDilara Koçakİyi YaşamTAM TAHILLAR KARIN YAĞLARINDAN KURTARIYORSina KoloğluReyting canavarı'NEW YORK'TA BEŞ MiNARE' TV'DE iLK HANGi KANALDA?MUAZZEZ ABACIGhettoSaat: 22.00Fiyat: 45 - 90 TL Tel: 0 212 251 75 01CEM ADRİANBeyoğlu Hayal KahvesiSaat: 22.30Fiyat: 35 TL Tel: 0 212 244 25 58YOL PROJECT PLAYSİstanbul Jazz CenterSaat: 21.30Fiyat: 25 - 30 TL Tel: 0 212 327 50 50LOU RHODESBabylonSaat: 21.30Fiyat: 35 TL Tel: 0 212 292 73 68ŞEYTANCA ŞEYLERKulis Oda SahnesiSaat: 20.30Fiyat: 25 - 30 TL Tel: 0 216 467 33 32
Milliyet
1,318,960
Yazarlar
Aliağa Ticaret Odası Yönetim Kurulu Başkanı Adnan Saka, kadastro hizmetlerinin özelleştirilmesine isyan ediyor. Saka, "Bu değişikliğin zararını biz vatandaşlar çekeceğiz. Özellikle de iş dünyası bu uygulamadan büyük zarar görecek. Yasa ile oluşturulan özel 'Lisanslı Harita ve Kadastro Mühendislik Büroları' (LİHKAB) ile daha önce kamu eliyle ucuza yürütülen aplikasyon, sınır tespiti, birleştirme, cins değişikliği gibi kadastro işlemleri, 4 katı daha fazla ücret ile yapılacak. Yani bu uygulamanın yükü biz vatandaşlara 4 -5 kat fazla ek maliyet getirecek" diyor ve sözlerini şöyle tamamlıyor: Hizmetler pahalı olacak"Lisanslı Harita Mühendisleri Kanunu 16 Haziran 2010'da yürürlüğe girdi ve 1 Ocak 2011'den itibaren İzmir'de de uygulamaya konulacak. Oluşturulan özel bürolarda kadastro işlemleri, kamudan çok daha yüksek bedellerle yapılacak. Daha önce 1000 m2'ye kadar bir arsa veya arazinin aplikasyonu için 146.50 TL. ödenirken, yeni uygulamayla 360 TL, cins değişikliği için 157.5 TL ödenirken 380 TL ödenecek. İki parselin birleştirilmesi ise 78 TL'den 260 TL'ye, irtifak hakkı 78 TL'den 150 TL'ye yapılacak. Parsel veya bir bağımsız bölümün yerinin gösterilmesi veya tespiti ise 33.5 TL iken 70 TL olacak. Bu fiyatlar bölgelere ve yerin 'Büyükşehir' kapsamında olup olmamasına göre değişiklik gösterecek. Kadastro hizmetlerinin daha pahalıya satın alınmasına neden olan bu uygulama teknik hizmetler dahilindeki tüm inşaat sektörü ile sade vatandaşa mağduriyet yaşatacak. İş dünyası ve sade vatandaşlar olarak uygulamanın geri çekilmesini ve iptal edilmesini istiyoruz."AMBULANSLAR ORTA ŞERİTTEN GİDECEKİzmirli okurumuz Hüseyin Sarıoğlu  tüm sürücüleri uyarmamız için aşağıdaki bilgileri köşemize göndermiş. Yazıyı aynen aktarıyorum:  "112 Acil Yardım ambulansları yeni yol sistemine geçiş yapıyor. Buna göre, üç şeritli yollarda ambulanslar orta şeridi takip edecek, fermuar yöntemiyle sol ve sağ şeritteki araçlar duracak, orta şeritteki araçlar yanlara açılıp ambulanslara yol verecek. 2 şeritli yollarda ise emniyet şeridinin verdiği pay sayesinde yine araçlar yarım şerit sağa ve sola kayacak, ambulans yine ortadan ilerleyecek. Tüm sürücülerin bu kurala dikkat etmesini istiyorum."GSM operatörleri ile internetçiler uyarıldıGeçen aylarda telefon ve internet kullanıcılarının kazıkladığı ile ilgili köşemize iletilen fatura şikayetlerine "Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu" (BTK) yetkililerinden bir açıklama geldi. Kurum, cep telefonu ve sabit telefon operatörleri ile işletmecilere, 'Kullanımı sınırlı hizmetler' için aboneleri kalan süre, ya da kotalar hakkında uyarma yükümlülüğü getirdi. BTK yetkilileri, kullanım miktarı sınırlı (örneğin cep telefonunda 100 dakika, internette 1 GB, sabit telefonda şehir içi 100 dakika, şehir dışı 250 dakika kampanya ya da paketlerde vb.) hizmetlerde, abonelerin kullandığı süre ve kotalar ile kalan hakları konusunda bilgilendirilmesini istedi.Cep telefonu, yani GSM operatörleri, kullanım miktarı sınırlı hizmetlerde kullanım miktarının kısa mesaj kanalı ile ücretsiz sorgulanmasını sağlayacak. Kullanım sınırının yüzde 80'ine ve yüzde 100'üne ulaşılması durumunda aboneler, GSM operatörlerince kısamesaj (SMS) ile bilgilendirilecek ve bu mesajlar ücretsiz olacak. TELEKOM da uyaracakİnternet servis sağlayıcıları ise; internet sayfaları üzerinden kota sorgulamasına olanak getirecek. Kota sınırına ulaşıldığında abone, çağrı merkezi, elektronik ileti veya kolay biçimde ulaşılabilecek diğer bir yöntemle bilgilendirilecek. Güncellik bilgisi sağlanmak koşulu ile kotanın yüzde 80'ine ve yüzde 100'üne ulaşıldığında, kısa mesaj veya internet ekranına gönderilecek.Bu arada TÜRK TELEKOM'da uyarıldı ve 3 ay içinde rapor hazırlamaları istendi. Türk Telekom da GSM operatörleri gibi kullanım miktarı sınırlı hizmetlerde aboneleri bilgilendirecek. Abonelere, kullanım süreleri konusunda ücretsiz sorgulama olanağı sunacak. .Hizmetin sonrası böyle mi olmalı?Bu görüntü; Karşıyaka'nın göbeği 1764 Sokak'tan... Yaklaşık iki aydır durum bu. Öğrendiğimiz kadarıyla fiberoptik kablolar döşenmiş. Hizmete sözümüz yok, teşekkür ederiz. Ancak sonrası böyle mi olmalı? Gelişigüzel kapatılan bu çukurlar yüzünden, adeta cambazlık yapıyoruz. Otomobillerimizi park edemiyoruz. Çünkü alt takımları yerlere sürtüyor. Üstelik her geçen gün biraz daha çöküyor. Yarın buralar yağmur suyuyla dolacak, kim bilir ne kazalar, yaralanmalar olacak? Sorumlusu, belediye değilse kim? Efe TürkelSuyumuz az ve tazyiksiz akıyorİzmir Bayraklı'dan Berna Fatma Kademli, "Eskiden Bornova'ya kayıtlı iken yerel seçim öncesi Bayraklı ilçesi sınırlarına girdik. Bayraklı 240 Sokak'taki binamızda sular az ve tazyiksiz akıyor. Hatta bazen duşta kaldığımız bile oluyor. Ayrıca çamaşır ve   bulaşık makineleri ile kombilerimiz de bu tazyiksiz su yüzünden çalışmıyor. Beyaz eşyalarımızın bozulmasında kimden hesap soracağız? Sorunumuzun giderilmesini istiyoruz" diyor.Balçova Belediyesi muhtarlık gibi!...Bu sözler Balçova sakinlerinden Özgür Kurt'a ait. Okurumuz bakın ne diyor: "Balçova'da halen sürmekte olan jeotermal çalışmaları artık bizi canımızdan bezdirdi. Balçova Belediyesi ise kendini resmen 'Stand by' konumuna almış, kente sadece çöp toplayarak hizmet veriyor, geri kalan sürede ise şarkı, türkü ve sosyal etkinliklerle uğraşıyor. Balçova kent olarak son yıllarda o kadar gelişti ama belediyemiz muhtarlık gibi çalışıyor."
Milliyet
1,342,767
Yazarlar
Yılın en uzun tatili de nihayet sona eriyor. Bayramı geçirmek için bulundukları yerlerin, özellikle de İstanbul'un dışına çıkmış olanlar, artık dönüş yolculuğuna başlıyorlar.* * *Dönüşlerinde kim bilir neler anlatacaklar yakınlarına?Gidiş ve gelişlerinde çektikleri sıkıntıları mı; yoksa ne kadar zevkli bir tatil geçirdiklerini mi; yoksa kimlerin nasıl canlarını sıktığını ve kimlerin durumunu hiç beğenmediklerini mi?* * *Gittikleri yerlerdeki siyasal durumlardan da söz edenler elbet olacaktır.Ve bendeniz eminim ki, siyasal durumlardan söz edenler, genellikle erkekler olacaktır.* * *Kadınların kendi aralarındaki konuşmalar, oldum bittim çok farklı erkeklerin konuşmalarından...Uzaktan izlediğim kadarıyla da -belli etmeseler bile- canları sıkılıyor o tür erkek konuşmalarından.* * *Doğal olarak bir de kuşaklar arası farklar var; 20 yaşlarındaki kız ve kadın gruplarıyla, ne 40 yaşlarındaki gruplar aynı; ne 40 yaşlarındaki gruplarla, 60 yaşlarındaki gruplar aynı...* * *Hele bir de araya "burjuvalaşmışlar"la, "köylü ve kasabalı" kalmışlar girerse...* * *Gönül istemez mi onların tümüyle birden, bir "yazı" havuzu içinde kâğıttan kayıklar yüzdürmeyi?* * *"Piyaz" konusu sanıyorum, değişik sınıf ve gruplardan kadınlar arasında; -anayasa tartışmalarından çok daha fazla- birleştirici bir konu olabilir.* * *Örneğin sohbet şöyle açılsa:-Evde soğanlı domatesli fasulye piyazı yaptığınız hiç oluyor mu?Sanırım ki yanıtlardan biri şöyle olurdu:-Annem çok yapardı piyazı, babam bayıldığı için ızgara köfteyle piyaza. Ben hiç yapmadım, ama dışarıda bazen yiyoruz.* * *Ve bir başka yanıt:-Bizim oralarda pek bilmezler piyazı. Epey bir zamandır bir yığın köfteci açıldı, onlar yapıyor piyazı.* * *Bir yanıt da şöyle olabilirdi:-Piyaz, fasulyeyi ziyan etmekten başka bir şey değil; bir tencere kuru fasulye pişirdin mi, herkesin karnı çok daha fazla doyar.* * *Gerçekte "piyaz" konusu, incelenmeye değer bir konu.İstanbul acaba ne zaman tanıştı "piyaz"la?Padişahlar arasında hiç piyaz yemiş olan var mıydı?* * *Bir de "piyazlama" deyimi var;Siyasal parti mensuplarının, liderleri karşısında, onları:-Son açıklamanız bir harikaydı, türünden koltuklamaları; argo çevirisiyle, bir "piyazlama"...* * *O nedenle de eskiler:-Şeyhi uçmaz, müridi uçurur, demişler.Müritler, nasıl uçururlar şeyhlerini; kendilerine çeşitli mucizeler yakıştırıp, bilmedikleri bir dilden apartmanlar da yaparak, piyazlaya piyazlaya...* * *En şaşırtıcı olan ise, "fasulye"nin; sade övgüde değil, yergide de kullanılması...* * *Bir yanda "piyazlama"...* * *Bir yanda da:-Kendini fasulye gibi nimetten sayıyor, küçümsemesi.* * *"Cins-i latifi" sıkacak konulara kaydık yine.* * *En iyisi, nükteleriyle tanınmış bir opera yıldızı olan Madam Guimard'dan, kadınlık üstüne bazı saptamalar:-Bir kadın aynaya sadece kendini görmek için bakmaz, nasıl göründüğünü görmek için de bakar.-...-Kadınlar çok zayıftırlar sevmemek için, ama uzun süre sevmek için de çok zayıftırlar.-...-Bir kadının dostlukları, aşkları arasındaki fasılalar sırasında olur sadece.* * *Bir felsefeci, Madam Guimard'a:-Gerçekte en değerli olan şeyler, satışı olmayan şeylerdir, demiş.Opera yıldızının kendisine verdiği yanıt:-Çok haklısınız çok; ancak satışı olan her şeye sahip olduktan sonra tabii...* * *Yılın en uzun tatili de bitiyor işte.Lider polemikleri ise sürüp gitmekte.* * *Daha 3 yaşındayken piyanonun başına oturup, besteler yapmaya başlamış olan Mozart'a babası sormuş:-Ne yapıyorsun bakalım?* * *Minik Mozart:-Birbirleriyle sevişen tuşları arıyorum piyanoda, demiş.* * *Keşke piyanodaki tuşlar kadar, birbirleriyle sevişenler de daha çok olsaydı bizde; üstelik ortak bir yanları da var, soğanlı domatesli bir fasulye piyazı yemeyen, hiç olmamıştır aralarında...* * *Vatan sevgisi, kavgalı kutuplaşmalar yaratıyor.Piyaz sevgisi, ola ki yaratmazdı.
Milliyet
1,318,962
Yazarlar
ADI Selda Ö. İzmir Karabağlar'a bağlı Uzundere'de yaşıyor.Bir süre önce eşinden ayrıldı... 25 yaşındaki Selda, ekonomik bağımsızlığı olmadığı için kucağında bebesiyle babaevine sığındı.Uzundere'de, yaşlı annesi, babası ve biri üniversite mezunu iki kız kardeşiyle birlikte yaşamaya başladı.Eve sadece babanın emekli maaşı giriyordu.Kardeşlerinden biri veya kendisi de mutlaka iş bulup çalışmalıydı.Sağa-sola başvurdu...Ama...Çok zor...İş, sanki aslanın midesindeydi...Çaresiz kalan Selda, en sonunda Karabağlar'da bir partinin ilçe örgütüne gitti.Partide o gün, yönetim kurulu üyesi M.E.E. nöbetçiydi.Selda, M.E.E.'ye derdini anlattı.Eşinden ayrıldığını, bir çocuğuyla baba ocağında yaşadığını, mutlaka bir işte çalışması gerektiğini söyledi ve "Karabağlar Belediyesi'nde çalışamaz mıyım?" dedi. 50 yaşındaki evli ve çocuk babası M.E.E., iddiaya göre Selda'ya "Tamam, sana belediyede iş bulacağım" diye söz verdi.Genç kadın ile sık sık görüştü ve başbaşa kalacak ortamlar yarattı.Hatta, Güzelbahçe'de bir restoranda yemek bile yendi.Sonra da iddiaya göre; bir otelde zorla birlikte oldu     Selda ile....Ardından da "Seni seviyorum. Eşimden ayrılıp, seninle evleneceğim" diyerek genç kadını günlerce oyaladı.Selda'nın durgun ve üzgün halini gören annesi "Kızım, günlerdir yemek yemiyorsun. Nedir bu halin?" diye sorunca göz yaşı sel olup aktı...Selda, başına gelenleri anacığına anlattı."Artık ben sizin yüzünüze, konu komşunun yüzüne nasıl bakarım?" diyerek ağladı.Ve bebeği olmasaydı canına bile kıymayı düşündü Selda...  Ne yapacaklarını şaşıran çaresiz aile; her ne kadar Tokatlı bir hemşehrilerinin koskoca kentin belediye başkanı olduğunu bilse ve oylarını ona verse de İzmir'de yardım alacakları kimsecikleri yoktu...Avukata verecek paraları da olmadığı için olayı yargıya taşıyıp, vicdansız ilçe yöneticisinin cezalandırılmasını sağlayamıyorlardı...Olay, bir tanıdıkları aracılığıyla Karabağlar Belediye Meclisi'nin avukat üyesine duyuruldu.Avukat üye, konuyu derhal belediye başkanına aktardı.İlçe yöneticisi M.E.E. ile görüşme yapıldı ve hem yönetimden hem de partiden istifa etmesi sağlandı.İzmir Cumhuriyet Savcılığı'na da 15.10.2010 tarih ve 2010 -90098 sayılı dilekçeyle şikayette bulunuldu.Peki...Bundan sonra ne olacak?Bu ırz düşmanı ilçe yöneticisinin yaptığı yanına kâr mı kalacak?Ya bu gencecik kadın, ailesinin, çevresindeki insanların yüzüne nasıl bakacak?Kim sahip çıkacak?Bundan sonraki yaşamı ne olacak?İşsiz, güçsüz, çaresiz insanların duygularıyla, umutlarıyla oynamak hangi vicdana sığar?Binlerce işsizin olduğu ülkede Selda'nın yaşadığı gibi kimbilir kaç olay oluyor.Kaç kişinin canı yanıyor?Yazık değil mi bu canlara, insanlara?NOT: Adı geçen ilçe yöneticisinin partisini özellikle yazmadım. Nasıl hırsızın sağcısı solcusu olmazsa, bu tür namussuzların da partisi olmaz. Bugün A partisinde, yarın B partisinde olur bu tür insanlar. Önemli olan parti üst yönetimlerinin il ve ilçe yöneticilerini belirlerken daha seçici ve daha dikkatli olmalarıdır. C.B.Cep telefonuna gelen mesajlar ülkenin rotasını mı gösteriyor?CEP telefonları günlük yaşamın vazgeçilmez bir parçası olduktan sonra hemen hemen her konuda mesajlar (SMS) geliyor.Bankalardan, alışveriş merkezlerinden, partilerden, ordan, burdan...En çok da bayramlarda, Kadir Gecesi'nde ve kandil günlerinde mesaj yağıyor.Öyle ki, siyasi partiler ve belediyeler bile kandil gününü unutmuyor.Ancak, geçen Cumhuriyet Bayramı'nda cep telefonuma gelen mesaj sayısı üçü geçmedi...Aynı şekilde, gazetedeki diğer arkadaşlara da bayram mesajı gelmedi.Oysa...Kandil günleri ve dini bayramlarda başta belediyeler olmak üzere ummadığınız kişilerden mesaj yağıyordu.Kısacası, kandile, Kadir Gecesi'ne gösterdiğimiz duyarlılığı Cumhuriyetimize göstermiyoruz.Sonra da; "Cumhuriyet elden gidiyor, rejim elden gidiyor" diyoruz.Sizce, cep telefonlarına gönderilen bu SMS'ler, Türkiye'nin rotasının nereye doğru gittiğinin bir mesajı     değil mi?...VE HAFTANIN SÖZLERİ-  BAŞBAKANIN yalanlarını içeren Recep Larousse çıkaracağız. (CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu)-  ULAN geri zekalılar, siz bu cumhuriyeti yıkamazsınız. (CHP Tunceli Milletvekili Kamer Genç)-  KAVGADA çocukların bile birbirlerine söylemediği lafları söylemek siyaset olabilir mi? (AKP Genel Başkan Yardımcısı Abdülkadir Aksu)-  HEPİMİZ hedefe kilitlenmiş füze gibiyiz. (MHP İzmir İl Başkanı Müsavat Dervişoğlu)-  ONUN yaptığı ayrı bir zıpçıktıklık. Sen savcısın, (Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısını kastediyor) hakim değilsin. (AKP İzmir Milletvekili İbrahim Hasgür)-  CEZA versinler, apolet diye omuzumda taşırım. (Balçova Belediye Başkanı Mehmet Ali Çalkaya)
Milliyet
1,336,653
Yazarlar
PAZARTESİ TERAPİLERİ EYVAH! BAYRAMDA KAYINVALiDEMLER GELiYOR! Sadece kayınvalide ile değil, eşlerle, anne-baba-çocuk arasında, arkadaşlar, komşular, iş yerinde çalışanlar arasında da sınırlar olmazsa her zaman çatışmalar, problemler çıkabilirDanışan: Bayramda kayınvalidemler gelecek, şimdiden stres yapmaya başladım. Eşim de farkında ve evde çok fazla                gerginlik var. Dr. Başak: Neden?                    Anlaşamıyor musunuz?Danışan: Kayınvalidesiyle anlaşan bir gelin gördünüz mü Allah aşkına?Dr. Başak:  Doğrusunu        söylemek gerekirse ben çok iyi anlaşıyorum.Danışan: Demek ki sizinki iyi, çok şanslıymışsınız. Benimki çok problemli. Hayatımıza çok müdahale ediyor. Daha da kötüsü her yaptığımı eleştiriyor, çok           bunalıyorum. Dr. Başak:  Bu tip problemler çok sık yaşanıyor ve genellikle kişisel sınırların korunamamasından kaynaklanıyor. Oysa sınırlar, kendi düşüncelerimizi, duygularımızı, isteklerimizi koruyabilmek için şart olan               limitlerdir. Başkalarına ne kadar duygu ve         bilgi aktaracağımızı ve nasıl bir ilişkiye                   gireceğimizi belirler. Ayrıca bizi kullanılmaktan, manipule edilmekten, hakkımızın yenmesinden korur. Danışan: Benim bildiğim tek sınır                 ülkeler arasında olur! Aile içinde sınır                      hiç duymamıştım.Dr. Başak: Evet fiziksel sınırların  işlevini, faydasını hepimiz biliyoruz, ama yakın ilişkilerimizdeki sınırların gerekliliğini anlayamıyoruz. Mesela bahçenizin sınırlarını duvarla, tel örgüyle çizerek, "uranın mülkiyeti bana ait, izinsiz girilmez" mesajını kolaylıka verebiliyoruz. Kişiler arası sınırları aynı kolaylıkla uygulayamıyoruz.Danışan: Çünkü bizim kültürümüzde böyle bir şey yok. "Burası benim evim"             diyeceğim ve kayınvalidem de kabul edecek. Bu neredeyse imkansız.Kişisel sınırlar olmalıDr. Başak: Sadece kayınvalidenizle değil, eşlerle, anne-baba-çocuk arasında, arkadaşlar, komşular, iş yerinde çalışanlar arasında da sınırlar olmazsa her zaman çatışmalar, problemler çıkacaktır. İnsanın bir birey olarak var olabilmesi, duygularını özgürce ifade edebilmesi ve ihtiyaçlarını karşılayabilmesi için kişisel sınırlar olmak       zorundadır. Danışan: Demek bizde de bu yüzden kavga, gürültü bitmiyor. Herkes herkesin işine burnunu sokuyor. Peki sınır koymak                  çözecek mi?Dr. Başak: Sadece sınır koymak değil, sağlıklı sınırlar koymak ve korumak asıl önemli olan. Dünyaca ünlü aile terapisti Minuchin, aile içi problemlerin, ağırlıklı olarak, 'sağlıksız' sınırlardan kaynaklandığını söyler. Bazı ailelerde sınırlar katıdır, herkes birbirinden uzak durur, kimse kimseye karışmaz, ama duygusal anlamda da destek yoktur. Aile bireyleri birbirlerini ihmal ettiği için, duygusal yakınlığı dışarıda arar. Bu tip ailelerde bireyler bağımsızlık kazanır, ama diğer yandan birbirlerine yardımcı olamaz ve yakınlık duymazlar.               Bu tarz sınırlar sağlıklı değildir.Danışan: Bizimki tam tersi.Dr. Başak: Evet bazı ailelerde ise bir tür iç içe geçmişlik söz konusudur. Bireyler birbirlerine çok yakındır, çok destek olur, ama bir o kadar da birbirinin işine karışır. Üzüntüler, sevinçler, tüm duygular hep beraber yaşanır. Aileden uzaklaşmaya çalışmak aileye sadakatsizlik olarak algılanır. Özellikle anne-babalar, aile normlarını korumak için ellerinden geleni yapar ki bu çoğunlukla suçluluk duygusu aşılayarak olur. "Ben artık yaşlandım, benimle yeteri kadar ilgilenmiyorsun" gibi sözler, yetişkin çocukların evden uzaklaşmasını engeller. Bu sefer de, bireyler birbirlerine fazlasıyla destek olmaları, birbirlerinden yardım almalarına rağmen bireyselliklerini ve farklılıklarını koruyamaz.Danışan: Tam bizim aileyi anlattınız. Dr. Başak: En ideali ise, sınırların belirgin ve net olduğu ve bir yandan da duygusal paylaşımın çok olduğu aile ilişkileridir. Bu        tip ailelerde bireyler birbirlerinden kopmazken bir yandan da isteklerini, ihtiyaçlarını,       bireyselliklerini koruyabilir.Danışan: Bunu nasıl başarabilirim? Dr. Başak: Öncelikle sınırlarınızı karşınızdakine net bir şekilde, ama kızmadan ve mümkün olduğunca az kelimelerle anlatın. Burada en önemli nokta, isteklerinizi belirtirken, kendinizi haklı göstermeye çalışmamak, net, soğuk kanlı ve saygılı olmaktır. 'Hayır' demek illa saygısızlık yapıyorsunuz anlamına gelmez. Onların iyi hissetmeleri sizin sorumluluğunuzda değil, sizin sorumluluğunuz sınırlarınızı saygılı bir şekilde iletmek, hepsi bu. Başlangıçta kendinizi suçlu, bencil, kaba hissedebilirsiniz. Ama kendinize sık sık şunu         hatırlatmalısınız : "Kendi isteklerim ve             tercihlerim doğrultusunda yaşamaya                    hakkım var." Danışan: Evet bazı insanlara bunu          yapmak kolay ama bazılarına imkansız.Dr. Başak: Sınırlarınızı koymaya başladığınızda, sık sık test edileceksiniz. Buna hazırlıklı olun, kararlı ve sabırlı davranmaya devam edin. Tolerans sınırlarınıza göre yavaş yavaş, daha bilinçli olarak sınırlarınızı                   şekillendirmeye başlayın. Örneğin cevap vermek istemediğiniz soruları, kibarca cevapsız bırakın, istemediğiniz yemeği yemeyin, bulunmak istemediğiniz        ortamlarda bulunmayın. Zamanla problem-lerin azaldığını fark edeceksiniz.
Milliyet
1,332,782
Yazarlar
Çocuktuk diye başlar annem anlatmaya, herkes ağlıyordu... "Atatürk öldü!" diyorlardı gözyaşları içinde... Anlatırken hala gözleri dolar... Kim bilir anneannemin de eskilerden bir şeyler anlatırken dolardı gözleri ve işte tam da bu yüzden annem için Atatürk'ün ve Türkiye Cumhuriyeti'nin yeri bir başkadır! Tanıklık etmek ile ezberlemek arasındaki fark diyelim!.. Tanıklık ederken anlamak da diyelim, zira her tanık anlayamamış maalesef; her anne aynı duyarlılıkta anlatsaydı bugün "Atatürk'ü değil ama Humeyni'yi seviyorum" diyebilen bir zihniyetin olması mümkün değildi! Her anne On Kasım'larda, Cumhuriyet Bayram'larında ya da On dokuz Mayıs'larda ellerinden tutarak çocuklarını götürseydi törenlere... Gururla, şevkle, onurla göğsünü kabartarak izleseydi törenleri... Annelerinin gözlerindeki ışığı görmek yeterdi çocuklar için, tek kelime edilmese dahi!... ****** O zamanlar her çocuk özene bezene giydirilip törene götürülüyor sanıyordum; öyle çok da tanıdık oluyordu ki etrafta, çocuk aklım ile başka türlüsünü istesem de düşünemezdim! İçi titrerdi annemin, bunu çok iyi hatırlıyorum! Hayranlıkla izlerdim hem töreni, hem annemi... Rastlaştığımız tanıdıkların da duruşlarında bir farklılık olurdu; On Kasım'sa eğer gözlerinde buğu, Yirmi Üç Nisan da ise ceylanlar gibi şendiler... Cumhuriyet Bayramlarında her biri birer nefer gibi asil, başlar dik, omuzlar geri, göğüs ileri!... ****** Bizler Atatürk'ü böyle öğrendik, cumhuriyeti de... Birer nefer olmayı annemizin gözlerinden, bundan dolayı tebrik edildiğimizi babamızın sözlerinden... Ama en çok ne önemliydi, biliyor musunuz, aile içinde aynı demokrasinin, ilkelerin var oluşu! ****** Işık kadar parlak, güçlü, öngörülü Ata'm, ışıklar içinde kal... Sunduğun ışık sönmeye yüz tutmuşsa, senin değil, bizim ayıbımızdır, inan!
Milliyet
1,342,782
Yazarlar
Bayram bitti. 9 günlük tatili de bitmek üzere. Ve yarından sonra yine koşuşturma başlayacak...Başkalarını bilmem ama atama bekleyen yüz binlerce öğretmen, ne bayram yapabildi ne de tatil...Heyecandan gözlerine uyku girmedi. Tatilin bir an önce bitip bir an önce atamaların yapılmasını bekliyorlar. Hemen her gün bıkmadan usanmadan, önce Ankara'ya sonra da medyaya yazdıkları binlerce mailden bunu çok net görebiliyoruz.Peki, önümüzdeki hafta içerisinde, öğretmenlik hayali ile yanıp tutuşan bu gençlerimize gecikmeli bir bayram coşkusu yaşatabilecek gelişmeler olabilir mi?Evet demek çok zor.Ama tam tersi de olabilir. Çünkü 24 Kasım Öğretmenler Günü'ne sayılı günler kaldı ve Bakan Çubukçu bu konuda bir jest yapmak istiyor olabilir.Sözleşmelilere kadroÖğretmenler Günü'nde öğretmenleri sevindirmek gerekir ama nasıl? İşte birkaç öneri:Hatırlanacağı gibi başta Başbakan Erdoğan, Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, Bakan Çubukçu ve daha pek çok Ak Partili, sözleşmeli öğretmenlerin en kısa zamanda kadroya geçirilecekleri sözü vermişti. Hem de yıllardır. En son gelinen nokta, araya referandum girmeseydi, TBMM yaz tatiline girmeden önce ilgili kanunun çıkacağı yönündeydi. Ama olmadı. Yeni yasama dönemine bırakıldı ve işte Meclis açıldı.Şimdi sözleşmeli öğretmenlere verilen sözü yerine getirmenin tam zamanı. İster Bakan Çubukçu'nun dediği gibi üç yıl içinde aşamalı olsun, isterse Maliye Bakanı Şimşek'in "Bizim için hiç sorun değil 70 binine birden kadro verebiliriz, yeter ki diğer kurumlar da ayağa kalkmasın" dediği gibi. Ama artık bu konuda bir şeyler yapılsın. Yoksa bir öğretmenler günü daha boşa harcanmış olur!..KPSS çilesi Milyonlarca gencin yaşamı, kopyacılar yüzünden altüst oldu. Önemli bir kısmı da öğretmen. Tam da kuralar çekilecekken atamalar iptal oldu. Yeni sınav yapıldı, yeni puanlar geldi. Ama kafalar karmakarışık.İptal edilen sınavın yerine yapılan ikinci sınava, 60 bin aday girmedi. Bu yüzden de ortalama ve standart sapmalar değişti ve yeni puanlarda şaşkınlık yaratan anormallikler oluştu.Bir önceki sınava göre 25, 30 net daha fazla yapan adayların puanları fırlayacağına azaldı.Daha da komiği, KPSS'nin iki yıl geçerli olması nedeniyle, çok daha az net çıkartan adaylar atanacak, yüksek başarı elde edenler atanamayacak!Ve kaosa yol açan asıl gelişme ise, aynı gün içinde yapılan Eğitim Bilimleri Sınavı iptal edilirken, Genel Kültür ve Genel Yetenek Sınavı'nın iptal edilmemesi ve yeni puanların hesaplanmasında onların da kullanılması!..Adaylar bu konuda tam bir dert küpü. Ellerinde puan kartları, kendilerini aydınlatacak kurum ve yetkili arıyorlar. Ama nafile.Ne ÖSYM ne YÖK ne de MEB kendileri ile zerre kadar ilgilenmiyor.10 yeni kadro 10 bin yeni kadrodan, öteden beri sözü ediliyor. İşte şimdi tam zamanı. 24 Kasım Öğretmenler Günü için çok iyi bir armağan olabilir. En azından yaralardan bir bölümü sarılmış olur. Eskiden günah keçisi olarak hep Maliye gösteriliyordu. Oysa onlar bile artık olaya daha farklı pencereden bakıyor. Başkaları da bakmalı...Bakan Çubukçu, biraz asılsa, sanki arkası gelecek. Ve bunu da yapmalı. Ve sanıyorum yapacak da... Çünkü o da bu konuda fazlasıyla samimi ve gayretli...Yaş sınırı ve askerlikErtelenen atama dönemi nedeniyle yaş haddini dolduran ya da askerliği gelen binlerce öğretmen adayı var. MEB neden hâlâ bu konuda bir açıklama yapmıyor?Muhtemelen, adaylar lehine karar alacaklardır ama çektikleri eziyet yeter.Bu konuda, başvurular başlamadan önce mutlaka bir açıklama yapılmalıdır...Özetin özeti: Öğretmenleri sevindirmek o kadar zor mu? Kesinlikle hayır. Ama nedense hep zora koşuluyor...
Milliyet
1,341,334
Yazarlar
Kıbrıs'a üç günlüğüne gitmiştik... Ama mis gibi temiz hava, denize girilebilir bir iklim, gürültüsüz ve sessiz ortamı görünce birkaç gün daha kalmaya heveslendik. Bayramın üçüncü günü otellerde yer aradık.. Hiçbirinde yer yok. Sadece Cratos Oteli'nde yer bulduk.. Resepsiyona sevinçle sorduk:- Acaba tek yataklı bir oda kaç lira...- 850 lira efendim, demezler mi?* * *Kıbrıslılarla sohbet ederken dikkatimizi çekti. Anavatan'ın ikide bir "Size biz bakıyoruz, biz boğaz tokluğuna çalışıyoruz siz zengin hayatı yaşıyorsunuz" gibisinden dokundurmaları onlarda derin bir üzüntü ve kompleks yaratmış. Konu tartışılırken Kıbrıslı bir profesör hem öfkelendi hem şöyle dedi:- Burada 200 bin dolayında Türkiyeli çalışıyor... Bu insanlara iş bulmak için yapılacak yatırımın maliyetini hesaplıyor musunuz?* * *Türkiye'de havaalanlarında hem dış, hem iç kapıda X- ray cihazından geçiliyor. Genelde sadece bizde olan bir uygulama bu... Dış kapıda soyun dökün, saati, kalemleri, cüzdanı, kemeri çıkart... Sonra giyin.. İç kapıda tekrar soyun dökün... Tam bir işkence... Neyseki Suavi imdada yetişmiş bulunuyor... Suavi bir giyim firması. Ne mi yapmış? X - Ray cihazında ötmeyen kemer imal etmiş... Uçakta ilanını gördük... İlk fırsatta alacağız...* * *Kıbrıs'ta bir başka gelişme mi? Artık özel şirketlerin de devreye girmesiyle  Ercan'dan Hatay, İzmir ve Antalya'ya uçak bulabiliyorsunuz. Yer sıkıntısı yok... İstanbul - Ercan bileti 48 TL'ye kadar inebiliyor... Ada'ya uğrayınız. Fethi'nin arkası...Yargıtay'ın dinlendiği iddiaları ortaya atıldığında Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı (TİB) olayı soruşturan savcılığa, "Bu santral sisteminde dinleme yapılmıyor" açıklaması yapmış... Aynı günlerde TİB Başkanı Fethi Şimşek, Radikal gazetesinin sorusunu "Çoklu sistemleri dinleyemiyoruz" diye yanıtlamış... Ancak NETAŞ, savcılığa söz konusu dinlemelere imkân sağlayan sistemi TİB'e verdiklerini bildirince savcılık bu kez soruyla yetinmemiş, TİB'de arama kararı almıştı. Arama yapıldı ve anlaşıldı ki Başkan Fethi Şimşek doğruyu söylememiştir. TİB'de santralları dinleyen bir sistem kullanılmaktadır.Fethi Şimşek kimdir? Kamuoyu bir yana, savcılara bile yalan söyleyebilme cesaretini nereden, kimden alabilmiştir? CHP İzmir Milletvekili Ahmet Ersin'i dinliyoruz."Sizin köşenizde daha önce birkaç kez dile getirmiştim. 2005'te Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı yasası çıkınca Tayyip Erdoğan, bu yasaya dayanarak TİB'in Başkanlığı'na Fethi Şimşek'i tek bir imzayla getirmiş, aynı şekilde diğer bütün personeli de atamıştı. Ayrıca aynı yasa TİB'in denetimini yapacak kişilerin seçimini de tek başına Başbakan'a bırakıyordu. Zamanın Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, bu yasanın iptali için Anayasa Mahkemesi'ne başvurmuştu. Mahkeme 2009 yılı Ocak ayında yasayı iptal etti. İktidar o gün bugündür uyum yasası çıkarmıyor. Çıkarmadığı için de Fethi Şimşek iki yıldır orada Başbakan desteğinde hukuksuz olarak oturuyor. Başbakan'a sık sık yaptıkları dinlemelerle ilgili bilgi verdiğini biliyorum. Orada ısrarla tutulmasının kuşkusuz özel sebepleri mevcut... KayaCHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu'nun Paris'te Yılmaz Güney ve Ahmet Kaya'nın mezarına çiçek koyması dolayısıyla Ahmet Kaya'nın genç yaşta (43) ölümü gündeme geldi. Hakkındaki yalan haberler ve ağır eleştirilerin bu ünlü sanatçının erken yaşta kalp kirizi geçirip hayattan ayrılmasında etken olduğu yazılıp çiziliyor. Zamanında Ahmet Kaya'dan yana bir tavır koymayanlar da suçlama kervanına katılmış durumda...Acaba diyoruz... Ergenekon sürecinde sergilenen haksız ve hukuk dışı davranışlar sonucu ölümleri hızlanan Türkan Saylan, İlhan Selçuk, Kuddusi Okkır, Erhan Göksel, Uçkun Geray gibi değerler bir gün aynı şekilde vicdan muhasebesine konu olacak mı? Günün birinde mesela Balyoz soruşturması nedeniyle onlarca TSK mensubunun içeri atıldığı,itibarlarının yok edildiği ancak planın tertip olduğuna ilişkin haberlerin bir türlü gazetelerde yer bulmadığı konuşulacak mı? Balbay'lar,Özkan'lar anılacak mı? Peki neden bugün değil de yarın? İzmir'de bir banka 13 yaşındaki çocuğun 100 liralık hesabından 70 lira "işletme ücreti" kesmiş.Normalde insan banka soyar, bizde banka insan soyuyor...Haldun ErtemKemal Kılıçdaroğlu, "Ağaç budandıkça gelişir" demiş.Doğrudur da, kökünden budamamak şartıyla!Fahrettin Fidan LimanAnkara sık sık "doğrudan ticaret tüzüğü geçer izolasyonlar kalkarsa limanları açarız" derken, bu denklemin yanlış olduğunu dün kaydettik...Çünkü limanların açılması Kıbrıs Cumhuriyeti'nin tanınması sonucunu doğuruyor. Denktaş ve Eroğlu bu endişeyi paylaşırken acaba eski Cumhurbaşkanı Talat  meseleye nasıl bakıyor. Talat geçenlerde Akşam'da Nagehan Alçı'ya dedi ki:- AB bu mesele yüzünden müzakereleri kilitleyeceğini söylüyor ama Türkiye limanlarını Rum gemi ve uçaklarına açmamalı. Açarsa büyük bir pozisyon kaybına uğrar. Yani... Şu "Ambargolar kalkarsa limanları açarız" muhabbetini bir kenara bırakmak gerek... Ortak görüş; limanlar sağlam bir anlaşma olmadan açılamaz... Anadolu'da bütün fıkraların Nasrettin Hoca'ya mal edilmesi gibi... Bütün güzel şiirler de dostlar arasında Can Yücel imzasıyla dolaşıyor. Son örnek... Önceki gün bu sütunda Can Yücel imzasıyla yayımlanan "Mutlu Bayramlar" başlıklı şiirimsi metin.. Meğer bu şiir de ona ait değilmiş. Kim mi bildirdi? "Şiir getirenlerin çok olsun çocuğum" dediği kızı Su... Özürle...
Milliyet
1,318,971
Yazarlar
Amerikan düşünce kuruluşu Marshall Fonu'nun (GMF) Haziran 2010'da yürüttüğü sonuncu "Transatlantik Eğilimler" araştırması, İran'ın nükleer programının algılanmasında güya azası olduğumuz "Batı kulübü" ile Türk kamuoyu arasındaki uçurumu gösteren çarpıcı veriler içeriyordu.Hatırlayalım...Türkiye'nin yüzde 48'i İran'ın nükleer silahlanmasından endişe duymuyor. ABD'de ise endişesizlerin oranı yüzde 13, araştırmanın yapıldığı 11 AB ülkesinde yüzde 19. Türkiye'de nükleer bir İran'dan endişelenenlerin oranı yüzde 40. Batımızda bu oran çok yüksek. ABD'nin yüzde 86'sı, 11 AB ülkesinin yüzde 79'u endişeli."İran'ın nükleer silahlanması engelleneceğine kabul edilsin" diyen Türklerin oranı yüzde 25. ABD'de bu oran yüzde 4; 11 AB ülkesinde yüzde 6.Görüldüğü gibi, Türk kamuoyu İran'ın nükleerleşmesinden "Batılı dostlarımız" gibi tehdit algılamıyor.Bir araştırma da Türk kamuoyundaki bu "tehdit algısızlığı"nın nedenleri üzerine yapılsa, "İran'ın nükleer programı Batı'da tehdit olarak görüldüğüne göre demek ki bu iyi bir şey" diyenlerin oranı eminim hayli yüksek çıkar. "Ilımlı İslamcı" iktidar, Türkiye'de giderek marazi boyutlara varan Batı karşıtlığını söylem ve politikalarıyla körüklüyor. Oysa İran kutuplu yeni soğuk savaşta kendi iktidarlarının esenliğini sağlama almak adına, kamuoylarını İran'a karşı Batı'yla işbirliğine ikna etme baskısı altında kalacak olanlar da onlar. Bakalım o an geldiğinde kime ne diyecekler?Bu arada ben bizim hükümet üyelerinin kendilerinden "Yeni Osmanlılar" diye her bahsedildiğinde neden bu denli gururlandıklarını anlamıyorum. Çünkü İran nükleerleşerek bütün bölgesel dengeleri Türkiye aleyhine bozmak üzere iken, "İran'la sıfır sorun" diye özetlenebilecek sahte paradigmanın onları götüreceği yerin "Yeni Osmanlıcılık"la bir ilişkisini göremiyorum. Tuttukları yolun adına "Yeni Osmanlıcılık" değil de "Yeni İslamcılık" dense daha isabetli olur.Sünni Osmanlılar ve Şii Safeviler arasında, Safevilerin yenilgisiyle sonuçlanan 1514 Çaldıran Savaşı ile kurulmuş ve bugüne kadar pek değişmeden sürmüş bulunan 500 yıllık stratejik denge, İran'ın nükleerleşmesi ya da bir "nükleer eşik" ülkesi haline gelmesiyle Osmanlı'nın mirasçısı Türkiye'nin aleyhine yıkılmak üzeredir.Maalesef AKP Türkiye'sinin ve özellikle de Davutoğlu'nun süreçteki rolü, bu dengenin yıkımını zorlaştırmak değil, tam tersine, bütün o Tahran deklarasyonları ve BM Güvenlik Konseyi'ndeki "Hayır" oylarıyla kolaylaştırmak yönünde tezahür ediyor. 1514 Çaldıran dengesinin Türkiye aleyhine yıkılması, Safevi İran'ın Çaldıran'la uzaklaştırıldığı bugünkü Irak'a 500 yıl sonra İran İslam Cumhuriyeti olarak geri dönmesiyle zaten başlamıştı.İran nükleerleştiğinde Türkiye için gerçekçi yaklaşım, ne İran gibi nükleerleşmek, ne de dünkü yazıda bahsettiğim gibi "Finlandiyalaşmak"tır... Türkiye süper güç İran karşısında artık mütevazı bir bölge ülkesi olarak NATO'nun nükleer şemsiyesinin altında duracak ki bu da ancak ehven-i şerdir.O zaman da "Merkez ülke olduk" diyebilecek misiniz bakalım?İran'ın süper güce dönüşmesinin Türkiye aleyhindeki etkileri başta jeopolitik olmak üzere birçok alanda hissedilecektir.En başta Dışişleri Bakanı Davutoğlu olmak üzere, bu gerçeği lisan-ı münasip ile göstermeyen ve söylemeyenlerin "Yeni Osmanlılık"la bir alakası olamaz.Mutlaka bir alaka aranacaksa, iş görme tarzı bakımından kendilerini, dengelerin ve imparatorluğun yıkıcısı hayalci İttihatçılara benzetirim; çok sevdiklerini tahmin ettiğim, dengelerin ustası Abdülhamid'e değil...Kendisi Dışişleri Bakanı olalı beri Türkiye Ortadoğu barışı denkleminden dışlandı, Hamasçılık yaparken El Fetih'i kaybetti, İsrail'le düşman olduğu için Suriye nezdinde değeri azaldı, Mısır, Ürdün ve Suudi Arabistan'ın şüpheyle baktığı bir ülke haline geldi.Türkiye nükleer krizde İran tarafından kullanılırken bunun karşılığı başta ABD olmak üzere Batı ittifakı içinde dramatik bir zemin ve güven kaybı oldu. Bugün Avrupa'nın büyükleri Türkiye ile ikili ilişkilerini, çöküşe giden AB sürecinin enkazından kurtarma çabasındalar.Ermenistan'la normalleşme sürecinin başlangıç noktasından da geriye düşüldü..."Yeni İslamcılar" olarak Türkiye'yi Ortadoğululaştırmayı başardılar. Ama "Yeni Osmanlılar" olarak eskilerinden de beceriksizler.
Milliyet
1,342,772
Yazarlar
Murat Bozok bozokmurat@gmail.com Şefin Masası Enerjisi hep yüksek olan şehir: Barcelona Bu satırları, Barcelona'da 'Bar Lobo' isimli ufak bir tapas barından yazıyorum. Kaldığım otelin hemen yanında. Her gün bir şekilde uğruyorum.  Gastronomik bir özelliği yok ama farklı bir çekiciliği var. Tıpkı Barcelona'nın olduğu gibi. Tüm garsonların ve açık mutfakta çalışan şeflerin kendine has bir tarzı var. İçten ve samimiler. Aynı zamanda, dünya yansa umurlarında olmayacağı hissini veriyorlar.Bayram vesilesiyle kısa tatilden yararlanıp, Barcelona'ya gelmeye karar vermemde sanırım, Ferran Adria'nın geçen ay içinde yayımlanan biyografisinin rolü oldu. Kitapları yazıldıkları yerlerde okumak, beni  ekstra keyiflendiriyor. Sabırsızlıkla kitabı, bu tatile sakladım. Uçağa biner binmez de, sayfaların içerisine daldım. Ferran Adria, meşhur El Bulli lokantasının şefi. Daha önce hiçbir şefe nasip olmayan ödüller ve onurlara sahip oldu. Tabii her yıldız gibi, belki de en fazla eleştiriyi de Ferran Adria aldı. Times dergisinin 'Dünya'daki En Etkin 100 Kişi' listesine girdi. İspanya'dan bu listeye giren tek kişiydi. 'Restaurant' dergisinde peş peşe dört yıl 'Dünyanın En İyi Lokantası' ödülünü aldı. Öncülük ettiği 'moleküler gastronomi' akımıyla yemek yeme şeklimizi değiştirdi. Bazıları onu 'şarlatan' olmakla suçladı.Kitap çıkmadan önce, başlığını bu sayfada eleştirmiştim. Zira, biyografinin başlığı 'Yemeği tekrar icat eden kişi: Ferran Adria' idi. Evet belki bu sıfatı hak ediyor ama buna okuyucuların karar vermesi daha doğru olurdu gibime geliyor. Oldukça uzun bu kitapta, yazar Colman Andrews, Ferran Adria'ya yakın herkesle konuşmuş. Bir dahinin hayatı hakkında enteresan ipuçları var.İspanyollara çok benziyoruzGelelim Barcelona'ya. Yükselen bir yıldız ve cazibe merkezi. Acayip bir enerjisi var. Özgür hissettiriyor. Şehir, Katalanya Bölgesi'nde. Tarih boyunca, Madrid hükümetiyle tam bir birliktelik yakalayamamışlar. Sanırım bu elektrik ve enerji, yaratıcılığı sürekli körüklemiş. Gaudi'den Miro'ya, Picasso'dan Dali'ye delilik ile dahilik arasındaki çizgiyi şehrin tamamında görmek mümkün. İnsanın sınırlarını ortaya çıkaran bir yapısı var.Neler yaptım?Her turist gibi Picasso müzesinin yolunu tuttum. Şansıma Edgar Degas'nın da eserlerini içeren ve Picasso'yla benzerliklerini sorgulayan bir sergiyi de gördüm. Gaudi'nin tüm Barcelona'ya yayılmış eserlerinin izini sürdüm. Şehrin en güzel yerinde, her yeri kuşbakışı gören konumdaki Miro Müzesi'ni dolaştım. Çok güzel bir opera binaları var. Kıskanmamak mümkün değil. Burada 'Lulu' isimli hoş bir opera izledim. Ve tabii ki kalan zamanlarda şehirdeki tapas barlarını arşınladım. Bazıları güzeldi, bazıları ise daha güzel. Hamsileri ve sunumları harika. Pastırmaları ve sosisleri dünyanın en iyilerinden. Paella isimli pirinçten yaptıkları ve genellikle deniz mahsulleriyle sundukları yerel yemekleri, eğer iyisini bulabilirseniz, unutamayacağınız tatlardan olacak. Sırları taze ve yerel malzemeyle yüzyıllardır yaptıkları yemekleri doğal halleriyle sunmak. Hiç makyaj yapmadan ve bundan gocunmadan. Tüm samimiyetiyle.Şehirdeki en sevdiğim yer, otelime bir dakika mesafedeki 'Boqueria' isimli açık pazar oldu. O kadar renkli ve albenili ki, kayıtsız kalmak mümkün değil. Ve çalışanların büyük çoğunluğu kadınlar. Bakımlı, makyajlı, saçları fönlü birçok kadını, balıkçı, kasap, meyve-sebze tezgahlarının arkasında görmek keyifliydi. Ürünlerin tazeliği, çeşitliliği ve kadın eli değmiş pazar tezgahlarnın albenisi hayli yüksekti.Sanki çok benziyoruz İspanyollara. Hayatı algılayış şeklimiz, aynı enlemlerde ve iklimlerde yaşamamız, Akdenizli kanımız, hatta tenimizin rengi bile aynı. Çoğu konuda iyi yol aldılar son 15-20 senedir. Gastronomi de bunlardan biri. Öğreneceğimiz ve izlerinden gideceğimiz şeyler varmış gibi geliyor...
Milliyet
1,331,090
Yazarlar
Trabzonspor'un sezon boyunca kullanacağı kadro aşağı yukarı belli. Ciddi bir sakatlık yaşanmaz, ya da Teofilo olayı gibi esrarengiz bir kaçış hikayesi tekrarlanmaz ise Şenol Güneş'in şablonu belli. Futbolcularının hafta içi performansa ve rakibe göre üç mevkide yapılacak rotasyon dışında sahaya çıkacak takım ezbere sayılabilir.Güneş'in avantajı, bu tarz ufak çaplı rotasyonlar ile yedek kulübesini sürekli hazırda bekletip, oyuncularını küstürmeden takım ruhunu canlı tutabilmesi. Galatasaray'da ise Hagi'nin böyle bir şansı yoktu. Sağlamların en iyisini sahaya sürüp sonuç alabilmekti Rumen çalıştırıcının hedefi.İlk yarıda her iki takımın da kaybetmemek üzere kurulu oyun planı, savunmalarda dikkatli, orta alanda çok adamla rakibin top yapmasını engellemek olduğu için pozisyonu bol, üst düzey bir mücadele yoktu sahada. Galatasaray Colman ve Selçuk'un araya atabileceği toplara engel olmaya, gerideki dörtlü bloğun önünü Cana ve Mustafa ile kapatmaya çalıştı. Güneş'in ekstra işler yapmasını beklediği ve boş alanı seven Jaja ise oyunda kaldığı süreçte hücuma fazla katkı sağlayamadı.Serkan ofansif düşüncesinin yanı sıra Galatasaray'ın maç boyunca ısrarla kullanmak istediği bu bölgede Pino ve Kewell ile boğuşmak zorunda kaldı. Engin ise takipçiliği ve fırsatçılığının karşılığını fazlasıyla aldı. Umut'a attırdığı ilk gol öyle kritik bir anda geldi ki, Galatarasay'ın Cana-Barış, Misimoviç- Kewell hamleleri ile oyuna ağırlığı koymaya başladığı anlarda Trabzonspor için adeta hayat öpücüğü oldu. İkinci golün asistini yapmak yine Engin'e, skoru belirlemek de partneri Umut'a düştü. Trabzonspor'da aslan payı bu iki oyuncuda görünse de, takım halinde sahaya yansıttıkları mücadele, yardımlaşma ve direnç, "zafer" imzasının sahadaki tüm bordo-mavili oyunculara eşit biçimde dağıtılması demekti. Trabzonspor bu sezon sahasında üç büyüklere üstünlüğünü kabul ettirerek uzun yıllar sonra zirvenin en iddialı takımlarından biri olduğunu ilan etti. Eminim Şenol Güneş de onları izlerken yarattığı keyifli takımın gururunu yaşadı.
Milliyet
1,336,530
Yazarlar
Dilara Koçak bilgi@mezurasaglik.com.tr İyi Yaşam YEŞiL ÇAY MEME KANSERiNDEN Besinler ve sağlığa olan etkileriyle ilgili her gün birçok araştırma sonucu yayınlanıyor. Birbirini destekleyen sonuçlar olduğu gibi çelişen araştırmalara da rastlıyoruz. Bugün, meme kanseri ve yeşil çay ilişkisi hakkında yapılmış bir araştırma sonucunu paylaşmak istiyorumYapılan bazı çalışmalar, yeşil çay içmenin kadınları meme kanserinden koruyacağını dair bulguları gözler önüne sermişti. Japonya'da yapılan yeni ve daha geniş bir çalışma farklı bir sonuç buldu. Tokyo Ulusal Kanser Araştırma Merkezi'den Dr. Motoki Iwasaki, "Düzenli olarak yeşil çay içen Japon kadınlar arasında, yeşil çay alımıyla meme kanseri riski arasında bir ilişki bulamadık. Bulgularımız, düzenli yeşil çay tüketiminin  meme kanseri riskini azaltmadığını gösteriyor" diyor.İki farklı çalışma iki benzer sonuçBu çalışma için, 53 bin 793 kadından beş yıl süreyle veri toplandı. Araştırmanın sonuçlarında,          kadınların yüzde 12'si haftada bir fincandan daha az yeşil çay içerken, yüzde 27'si günde beş fincan ya da daha fazla yeşil çay içtiklerini bildirdi. Çalışmada günde 10 fincan ya da daha fazla yeşil çay içen kadınlar da vardı. Benzer şekilde yapılan ve 14 yıldan fazla takip edilen 350 kadın üzerindeki çalışmada da araştırmacılar, yeşil çay tüketimi ve meme kanseri riski geliştirme arasında herhangi bir ilişki bulamadıklarını bildirdi.  Sonuç için erkenNew York, Lenox Hill Hastanesi'nde meme kanseri cerrahı olan Dr. Stephanie Bernik, "Kesin olarak, yeşil çayın hiçbir fayda sağlanmadığından bahsetmek doğru olmaz ancak net bir şekilde fayda sağladığı da söylenemiyor" şeklinde yorum yapıyor.Tedavide tek çözüm yokBatı tıbbından tatmin olmayan bazı bireyler alternatif tıpla ilgileniyor. Bunu yaparken de mucizevi sonuçlar veya kısa süreli beklentiler ümit ediyorlar. Bu çok hassas bir konu. Araştırmada bahsedilen yeşil çay örneğinden yola çıkarsak, en azından yeşil çay içmenin bireye bir zararı olmayacağından ama tedavi veya koruyucu etki olarak da yeşil çaya güvenmenin boş bir hayal olacağından bahsedebiliriz. Meme kanseriyle ilgili yapılan birçok çalışma var, yeşil çayla ilgili de yapılan araştırmalar var ancak insan vücudu ve genleri karmaşık bir mekanizmadır. Hastalık gelişiminde ve tedavide tek bir çözümden bahsetmek mümkün değildir.İyi beslenmek önemlidirAntioksidan içeriği yüksek yeşil çay ve nar gibi besinler günlük beslenmenin bir parçası olmalıdır ama besinlerin tek başına tedaviye yapacağı etki konusunda çok iddialı tavsiyelerde bulunulmasını doğru bulmadığımı söylemek isterim. Her besin grubundan ölçülü miktarda tüketmek, yeterli lif ve antioksidan almaya dikkat etmek, doymuş yağla  şekerden uzak durmak hayat boyu ana prensip olmalıdır.Demir, birçok besinde doğal olarak bulunuyor. Hayvansal kaynaklı besinlerden alınan demir (emilim oranı yaklaşık yüzde 25), bitkisel kaynaklı besinlerden alınan demire (emilim oranı yaklaşık yüzde 5) göre daha kolay emilir. Yüksek demir içeren besinler-Kırmızı et- Hindi- Yumurta- Baklagiller (Kuru fasulye, mercimek, nohut, iç bakla, barbunya)- Yağlı tohumlar (Fındık, ceviz, badem gibi)- Zenginleştirilmiş tahıllar- Taze bezelye, börülce, fasulye, yeşil biber- Taze meyveler (Kavun, çilek, dut, muz)- Yeşil yapraklı sebzeler (Maydanoz,      nane, roka, ıspanak, pazı, brokoli, dereotu) - Pekmez, tahin helvası- Kurutulmuş meyveler (Üzüm, erik, incir, hurma, kayısı)- Demirle zenginleştirilmiş mısır gevrekleri ve yulaf Demir emilimini artırmak için C vitamini, demirin vücutta daha iyi kullanılmasını sağlar. Bu nedenle, C vitamini içeren meyve-sebzelerden (kuşburnu, kivi, turunçgiller, çilek, brokoli, domates, yeşil yapraklılar, biber, kavun), günlük olarak aldığınıza emin olun. Emilimi artırmak için portakal suyunun içine pekmez karıştırabilir, sebzeleri et ya da kıymayla pişirebilir, baklagillerin  yanında bol limonlu salata tercih edebilirsiniz.  Demir seviyeleriniz çok düşükse (anemikseniz), doktorunuz tarafından demir hapları kullanmak için öneri alabilirsiniz. Bu ilaçları kullanırken konstipe (kabızlık durumu) olma olasılığı yüksektir. Bunu önlemek için, taze sebze ve meyve, lif, su tüketimini artırmak önem taşır.Günlük gereksinim, erkekler için  10 mg., kadınlar  için 18 mg'dir. Gebelikte  27 mg., emzirme sürecinde  18 mg., ergenlik sürecinde ise  15 mg'dir.
Milliyet
1,322,019
Yazarlar
Oktay Ekşi'yi ne yapmalı?  Turhan Selçuk'un bir karikatürünü hatırlıyoruz, Kasım Gülek, CHP Genel Sekreteri, hedefte, saldırıyorlar, işte Turhan Selçuk'un o günlerde "AKİS"te bir karikatürü çıkıyor, yamyamlar Kasım Gülek'i kazana koymuş, haşlıyorlar, çevresinde de dans ediyorlar:"Şu Kasım'ı ne yapmalı, asmalı, kesmeli!" diye dolanıyorlar.Kazana koyup haşlamak yetmez, asmak lazım, kesmek lazım!Oktay Ekşi'nin istifası yetmedi, saldırıyorlar, şuradan da istifa etsin, yetmez buradan da ayrılsın, yakında basın kartının da alınmasını, el konulmasını isteyecekler.* * *Oktay Ekşi'nin yanlış yaptığını hem de büyük yanlış yaptığını söyleyelim. Söylesek kim inanır, kim inanmaz bilemeyiz ama kendi itirafı, özür dilemesi olmasa kimse bizi Oktay Ekşi'nin böyle bir laf edeceğine inandıramazdı.Ama yazmış...Oktay Ekşi, yılların arkadaşı, anılarımız o kadar çok ki!Hangisini anlatsak?* * *Oktay Ekşi'nin ikinci defa "Hürriyet"e gelişinde aracılık yapan biziz, o da bunu gerektiği zaman ve mekânda anlatmıştır.Biz de "Sedef Kabaş"ın hazırladığı "Sesli Düşünenler" kitabında anlattık.Sedef Kabaş, Oktay Ekşi'yle konuşuyor, "Hürriyet"ten ayrılmış 12 Eylül'den sonra kurulan SODEP'e girmiş: "Sosyal Demokrat Parti"ye, Genel Başkan da Erdal İnönü, bir süre sonra herhalde anlaşmazlık çıkmış, ceketini alıp ayrılmış:Peki, sonra?* * *Siyasetten ayrılınca "Babıali'den, gel başla, demişler mi?" Sedef Kabaş da bunu sormuş, Oktay Ekşi'nin cevabı:"Hayır! Döndükten sonra kimse bana hemen gel demedi. Dönünce arayış içine girdim, iş aradım. Meslek hayatımızda tanıyanlarım var, birisi, birileri ilgi gösterir diye bekledim. O da 4 ay süreyle olmadı. O sırada adını yine rahmetle andığım isim Nezih Demirkent, Dünya gazetesinin başındaydı. Ona gittim, o da gel burada bir şeyler yapalım, dedi. Bir gazete çıkarmaya karar verdik, politikada başarısız olanlar parti kurar, işsiz gazeteciler de gazete kurar. Ben de onu denemeye kalktım. Pazar gazetesi kurduk, pazar günleri çıkaracağız. Sonra baktık ki zarar ediyor, bıraktık. O sırada Güneş gazetesinin o zamanki sahibi Mehmet Ali Yılmaz, Nezih Demirkent'e beraber çalışalım diye bir öneri götürmüş. O zaman Nezih, ünlü bir dostum ve ben, üçümüz birlikte Güneş gazetesine geçtik. 10,5 ay da orada çalıştım. Yeni yönetim gelince baktık ki onunla anlaşmamız mümkün olmayacak, oradan istifa edip tekrar 2 ay daha işsiz dönemi geçirdim."* * *Oktay Ekşi'nin Milliyet'e geçişi.     Çetin Emeç, Milliyet'in Genel Yayın Müdürü, Oktay Ekşi'yi çağırmış, dört hafta çalışmışlar.Sonra devreye biz giriyoruz, biz o tarihte "Hürriyet"in tek yazarıyız. Oktay Ekşi'nin olanlardan haberi yok, Erol Simavi bizi çağırdı, baktık kafasına koymuş, ille de bir başyazar bulacak, bizi de zorluyor."Kimi başyazar yapalım, sen kabul etmiyorsun?"Aklımıza hemen Oktay Ekşi geldi, Erol Simavi, durdu düşündü, yutkundu, çünkü "Hürriyet"i bırakıp gidenlere her zaman buruktu, bize de hâlâ buruktur... "Peki, hoca ben yarına kadar düşüneyim!"Ertesi sabah baktık, kabullenmiş.Hemen Oktay Ekşi'ye telefon ettik:"Yarın sabah Bebek Oteli'nin barında ol!""Hoppala, sabah sabah mı?""Uzatma, sana bir İngiliz çayı ısmarlarız!"* * *Neyse lafı uzatmayalım, Oktay Ekşi, eski ata ocağına döndü.Bu olayı Sedef Kabaş'a anlattık, o da Oktay Ekşi'ye demiş ki:"Burada Hasan Pulur'u takdir etmek gerekiyor. Kendisine başyazarlık teklif ediliyor ama diyor ki, benden daha iyi isim var, o isim Oktay Ekşi."Oktay Ekşi de, Sedef Kabaş'ın görüşüne katılıyor:"Evet, aynen ben de sizin duygularınızı paylaşıyorum. Baktım ki böyle bir teklif var, bundan daha fazla beni mutlu edecek teklif olmaz. Koşa koşa geliyorum, dedim. Sonra da Aydın Doğan'la, rahmetli Çetin Emeç'le konuştum. Böyle bir gelişme var, bana izin verir misiniz, geçebilir miyim? Dedim. Anlayışla karşıladılar."* * *Evet hikâye böyle başlar, lakin böyle bitmemeliydi, bitmez de..."(...) Mesleğimden memnunum, yaptığım işten memnunum ve son gün, Tanrı'nın bana tayin ettiği son gün gazeteci olmayı isterim, gazeteciliğe, yazan bir kimse olarak veda etmek isterim." (x) Diyen Oktay Ekşi'dir.* * *Oktay Ekşi'nin sevdiği bir deyim vardır:"Keser döner, sap döner Gün gelir hesap döner!"Döner mi döner!—————(x) Sesli Düşünenler, Sedef Kabaş, 2003 Doğan Kitap
Milliyet
1,328,423
Yazarlar
Çocuklarda obezite oranı hızla artmaktadır. Bununla beraber de birçok çocukta kolesterol yüksekliği, tip-2 diyabet, uyku, deri ve solunum problemleri görülmektedir. Maalesef çocukların hızlı ve kolay şekilde kilo vermeleri de mümkün değildir. Bu süreç bütün aileyi de etkileyecek, hayat tarzlarını ve yeme alışkanlıklarında değişiklikle mümkün olacaktır. Ve bu mümkündür, ama nasıl?Çocuğunuza gerçekçi hedefler koyunÇocuklar sürekli büyüme ve gelişmekte oldukları için büyümelerini negatif etkilemeyecek şekilde kilo vermelidirler. Eğer çocuğunuz kilo almadan boyu uzuyorsa ileride de sağlıklı bir şekilde kilosunu da koruyacaktır.Egzersiz yaptırınHerhangi bir sportif aktiviteye yazdırın, yüzme, basketbol, tenis.. ya da en azından günde en az yarım saat yürüyüş yapmasını sağlayın. Böylelikle hem boyu uzayacak hem kalori harcayacak hem de kilo vermesi gerçekleşecektir.Sağlıklı ve besleyici yiyecekler yemesini sağlayınÇocuğunuzun 3 ana, 3-4 ara öğün yemesini sağlayın. Böylece uzun süre açlık hissetmeyeceği için öğünlerde de fazla yemeyecektir. Çocuklarınıza daha fazla sebze, meyve, tam tahıl ürünleri yemelerini, daha fazla su içmelerini sağlayın. 1 portakal, portakal suyundan daha az kaloriye sahip değildir fakat içerisindeki lif sayesinde çocuğunuz kendini daha tok hissedecektir. Yemeklerde de düşük yağlı süt, yoğurt, peynir tüketmelerini sağlayın. Böylelikle alacakları kaloriyi azaltmış olacaksınız. Ailenin beslenme alışkanlığını değiştirinÇocuğunuza aç olduğu zaman yemek yemesini önerin, bunu bir aktivite olarak yapmasın. Yemeğinizi mutfakta veya salonda yiyin ama televizyon gibi dikkati dağıtacak etkenler olmasın. Eğer çocuğunuz televizyon karşısında yemek yiyorsa ne kadar yemek yediğinin farkında olmayacağı için tehlikeli olabilir. Eğer siz evde sürekli atıştırıyorsanız, sebze yemeği veya salata tüketmiyorsanız, yemek sonrasında tatlı veya hamurlu yiyecekler tüketme alışkanlığınız varsa, günde maksimum 2-3 bardak su içiyorsanız bilin ki çocuğunuzda sizi taklit edecektir. Öncelikle siz sağlıklı beslenin ki çocuğunuz da sağlıklı beslenme bilincini edinsin.Davranış değişikliği uygulayınBeslenmeyle ve fiziksel aktivitelerle ideal bir kiloya ulaşmak için çocuğunuzun gözlemlediğiniz kadarıyla yediklerini kaydedin, mutfağınızda yüksek kalori içeren birçok yiyeceği kaldırın, öğün zamanlarında TV izlemek, televizyonun açık olduğu her an yemek yeme isteği doğurabileceğinden riskli diğer bir durumdur. Hedef olarak koyduğunuz egzersiz süresine ulaştıktan sonra ödüllendirin. Aile, haftalık aktivite düzenleme konusunda bir grup olarak hareket edebilir.Gelişimini kontrol ettirinÇocuğunuzu en fazla iki haftada bir kilo ve boy kontrolü, hatta gerekirse 6 ayda bir kan bulgularının kontrolü için doktoru ve diyetisyenine danışın. Her gün tartım işlemi yapmayın bu durum çocuğunuzu strese sokabilir.Destekleyici olunÇocuğunuza yardımcı olmak için ailenin beslenme alışkanlığını değiştirmesi önemlidir. Evinize abur cubur almayın, yağlı yiyeceklerden uzak durun. Unutmayın çocuğunuz sizden ne görürse aynısını yapacaktır.Dyt. Özlem Sert Aydın   
Milliyet
1,326,254
Yazarlar
İç sahada iyi sonuçlar alan Rusya temsilcisi, Panathinaikos'u mağlup eder. UEFA Avrupa Ligi'nde ise gruplara iyi başlayan BATE Borisov Sheriff'i yener451 R.Kazan-Pana  1İki takımın da bu maçı kaybetmesi halinde ilk iki şansı mücizelere kalacak. Rusya temsilcisi Rubin Kazan, Zenit'in ardından ikinci sırada yer alıyor. Ligde 11 maçtır yenilmeyen ev sahibinde futbolcular bu tür zorlu maçlar için moral buldu. Yunanistan Ligi'nde mücadele eden Panathinaikos ise Olympiakos ile sıkı bir liderlik yarışına girdi ve Avrupa'ya tam konsantre olamıyorlar. Gruplarda oynanan ilk maç 0-0 sona ermişti. Bu kez iç saha avantajını iyi kullanan Kazan galibiyete ulaşır.479 Kopenhag-Barcelona  ÜstDanimarka temsilcisi Kopenhag, Rubin Kazan ve Panathinaikos'un beklenen performansı ortaya koyamaması nedeniyle Şampiyonlar Ligi'nde yoluna devam etmek için büyük bir avantaj elde etti. Grubun en güçlü takımı olarak gösterilen Barcelona ise liderlik koltuğunda oturuyor ve takım için de her şey yolunda gidiyor. Özellikle son lig maçlarında Sevilla'yı 5-0 gibi farklı bir skorla geçerek güven veriler. İki takım arasındaki ilk maç 2-0 bitmişti. Bu kez Kopenhag en azından bir puan için savaşacaktır. Bu yüzden 2,5 gol barajı aşılır.482 Valencia-G.Rangers  ÜstManchester United'ın 7 puanla liderlik koltuğunda oturduğu grupta, Valencia ve Glosgow Rangers ikincilik için savaşıyor. İspanya temsilcisi Valencia'da güzel günler sona erdi. Ev sahibi büyük bir düşüşün içine girdi. Glasgow Rangers ise deplasmanda önce kaybetmemeye oynuyor. Takımlar ilk maçta yenişememişlerdi. Bu kez iki taraf da kazanmak için sahaya çıkacak. Bu yüzden bol gol ilk seçenek olarak düşünülmeli.539 BATE-Sheriff  1Beyaz Rusya temsilcisi BATE Borisov, gruplara çok iyi bir başlangıç yaptı ve liderlik için büyük bir avantaj elde etti. Özellikle iç sahada aldıkları Alkmaar galibiyetiyle taraftar desteğini aldıklarında ne kadar tehlikeli bir takım olduklarını gösterdiler. Moldova Ligi'nde mücadele eden Sheriff ise bu karşılaşmadan puanla ayrılamazsa ilk iki şansı azalabilir. Ancak BATE deplasmanında sürpriz yapmaları çok zor. Ev sahibi üç puanı alacaktır.
Milliyet
1,336,526
Yazarlar
Murat Bozok bozokmurat@gmail.com Şefin Masası Tutku ve Vizyon: Paşaeli Geçen hafta, yaptığı işe aşık bir adamla harika bir gün geçirdim. Sevgili Seyit Karagözoğlu'nun, İzmir Kaynaklar'daki bağlarını yerinde görüp, yakında piyasaya çıkacak şaraplarını yudumladım10 sene önce her şeyi bırakıp Amerika'ya aşçılık eğitimi almaya gittim. Bugün o zaman verdiğim karardan ötürü gayet mutluyum. Şu anda her şeyi bırakıp, yeni bir meslek seçmem gerekseydi, hiç düşünmeden şarap eğitimi almaya giderdim.Türkiye'de şarapçılık her türlü engellemelere rağmen yükseliyor ve yükselen değer olmaya da devam edecek. Butik şarapçıların, kaliteli ama kısıtlı sayıdaki üretimlerinin bunda payı fazla. Artan rekabetten en çok biz tüketiciler yararlanıyoruz. Fiyatlar zaman içerisinde öyle ya da böyle inecek ve kalite artmaya devam edecek.Geçen hafta, bu butik üreticiler arasında sivrilen ve uzun zamandır zevkle içtiğim Paşaeli şaraplarının bağlarına gittim. İster yemek ister içecek olsun, bir ürünün nereden geldiğini görmek ve arkasındaki hikayeyi bilmek bana keyif veriyor. Şarap üreticiliği en meşakkatli ve zor işlerin başında. Meşhur bir şarap üreticisine "Şarap üretiminin kolay bir meslek olup olmadığı" sorulduğunda, "Sadece ilk 100 yılın zor olduğunu, sonrasının oldukça keyifli olduğunu" söylemişti. Özellikle ilk senelerde, sabırla bekleyip, büyük bir yatırım yapmak gerekiyor.Kadifemsi ve dengeli bir yapısı var Bundan bir sene kadar önce, ilk Paşaeli şarabını tattığımda oldukça etkilenmiştim. 2005 yılı rekoltesi, Seyit Bey'in ilk ürünüydü. Bordo tarzı bir şaraptı bu. İlk üründen, bu kadar başarılı bir şarap çıkması beni şaşırtmıştı doğrusu. Bu yıl Paşaeli'nin 2006 rekoltesi çıktı. İlkine oranla biraz daha rafine ve elegan. Fıçılardan tattıklarım ise gelecekte bizim de dünya klasında şaraplarımızın olacağının ilk işaretleri. Seyit Karagözoğlu'nun İzmir Aydınlı'da 40, Tekirdağ Hoşköy'de 50 dönüm bağı var. Kendi bağlarında Cabernet Sauvignon, Merlot, Cabernet Franc ve Petit Verdot cinsi üzümler yetiştiriyor. Ayrıca az miktarda da 'Kolorko' üzümü var. Kolorko çoğumuz için yeni bir üzüm cinsi olsa da esasen Trakya'nın en eski ve en çok üretilen üzümlerinden. Son yıllarda ise yok denecek kadar azaldı. Karagözoğlu'nun bu yıl ürettiği Paşaeli Kolorko, benim bu yaz en beğendiğim beyaz şarapların başında geliyordu. Önemli bir detaydan bahsetmek istiyorum burada. Paşaeli Kolorko, sadece ve sadece 250 şişe üretildi. İlk ürün olan Bordo tarzı Paşaeli ise 1957 şişe. 1957 aynı zamanda Seyit Karagözoğlu'nun doğum yılı. Butik ve kaliteli üretimin peşinde hayallerle değil; emin adımlarla büyümek istiyor. Birçok yerel üzümle denemeleri var. Bu yaz piyasaya çıkacak iki değişik rozesi muhteşem.Şarap danışmanı olarak meşhur Ornellaia ve Masseto şaraplarına da danışmanlık hizmeti veren Andrea Paoletti ile birlikte çalışıyor. Bence çok iyi bir birliktelik yakalamışlar. Yemekte olduğu gibi, şarapta da yapanın el ayarının çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bazı şarap evlerinden bir türlü güzel şarap çıkmaması gibi, bazılarından da her defasında iyi ürünler çıkmasının altında, o kişisel dokunuşun önemli bir payı var. Bundan 1,5 yıl sonra piyasaya çıkacak Hoşköy bağlarında Cabernet Sauvignon ağırlıklı Paşaeli'ni ise bir kenara not etmenizi tavsiye ederim. Şu anda hâlâ fıçıda olan bu şarap, 2012'de kendinden epeyce bahsettireceğe benziyor. Kadifemsi ve dengeli yapısıyla şimdiden eşsiz bir şey olmuş.Gün boyunca şaraptan konuştuk. Sevgili Seyit Karagözoğlu, gözleri parlayarak anlattı. Onun gibi vizyon sahibi ve işine tutkuyla bağlı idealist insanların günün birinde Türkiye'yi dünya şarap haritasında yüksek tepelere taşıyacağını düşünüyorum.
Milliyet
1,321,828
Yazarlar
Önceki gün Galatasaray'ın, dün akşam da Beşiktaş'ın rakipleri karşısında yaşadıkları sıkıntılar bir anlamda ligde bulundukları yeri doğrular nitelikteydi. Her iki takımda da farkı bir ya da en fazla iki futbolcu sağlıyor, onlar takımın kadrosundan çıktıklarında sıradanlaşıyor, rakiplerine mahkûm oynamaya başlıyorlar.Gerçi dün İnönü'deki mücadelede Sivasspor'un özellikle ikinci yarı zaman zaman futbolun dışına çıkan sert oyunlarının etkili olduğunu belirtmemiz gerekiyor. Schuster büyük bir ihtimalle yıldız oyuncusu Guti'yi koruma adına çok beklemeden kenara aldı.Guti, olmadığında ve oynamadığında çok sıradan bir takım haline gelen Beşiktaş'a renk veren, karakterini değiştiren, arkadaşlarına nasıl oyun kurulmasını gösteren, kazanma hamlesi yapabilen gerçekten büyük bir yetenek. Guti'nin bitirici, öldürücü ve neredeyse %100 sonuç alan ara pasları Oğuz Çetin'i hatırlattı.Türkiye'de orta saha oyun kurucu futbolcu anlayışında devrim yapan zamanının en önemli oyuncusuydu Oğuz Çetin. 1989'daki 103 gollün atılmasında, Aykut Kocaman ve Rıdvan Dilmen'in futbolculuklarının zirveye taşınmasında onun ara paslarının ve asistlerinin büyük etkisi vardı.Şimdi Beşiktaş'ta Guti yapıyor bunu. İbrahim Üzülmez'e 3. dakikada attığı ve golle sonuçlanan ara pası topun gittiği yer, şiddeti ve arkadaşının topla buluşma zamanlaması bakımında kusursuz ve Türkiye standartlarının çok ama çok üzerindeydi.Türkiye'de birçok oyuncu böyle yerden pas atmak yerine topu havaya kaldırmayı seçiyor, pas atılan oyuncu da topa sahip olabilmek için oldukça zaman kaybediyor. Bir ikinci önemli detay topa verdiği güç, yani İbrahim Üzülmez'in onunla buluşma anındaki momentumu; hani bazen top futbolcunun ayağına oturdu deriz ya bunu sağlayan şeylerin başında işte bu momentum gelir.Momentum, özellikle kafa vuruşlarında çok belirleyici olan çarpma gücüdür.Beşiktaş'ta Guti'nin yanında ona birazcık olsun ayak uyduracak ikinci futbolcu yok gibiydi. Bobo attığı golün dışında etkisizdi, Holosko'nun sahadaki varlığını bile ayırt edebilmek mümkün değildi. Tabata bir başka Nihat; takımdan sürekli kopuyor. Hilbert'ten yeteneklerinin ötesinde bir beklenti var. Hilbert, Fink, Ernst çok düz oyuncular; güçleriyle ayakta kalıyorlar. Onlardan yaratıcılık beklemek büyük bir hayal kırıklığı yaratacaktır. Necip için henüz bir kanaat belirtmek yanlış olur. Rakibe yaptığı asistin abartılmaması gerektiğini düşünüyorum. Tuncay Şanlı Fenerbahçe'de oynarken böylesi asistlerden bolca yapardı.Bütün bunların bileşkesini aldığımızda da ortaya ikinci yarıdaki silik Beşiktaş çıkıyor işte...Rıza Çalımbay ikinci devre Beşiktaş defansının fazlasıyla ileri çıkacağını hesap edip, bir anlamda Manisaspor'un yaptığı şeyi denemek istedi. Ancak bu sefer ya Schuster defans hattının ileri çıkmasını engelledi ya da Beşiktaş'ın defans oyuncuları inisiyatif kullanıp olası bir beraberlikle sonuçlanacak şeyi yapmadılar.Beşiktaş'ın dörtlü defans bloğu geride kalınca bu sefer Guti ve Tabata'nın kırılganlaştırdığı orta sahayı biraz da sertliğe başvurarak bir anda ele geçirdi, Sivasspor. Nihat ve Yusuf değişiklikleri bu anlamda bir önlem değil de Beşiktaş'ı ileriye taşıyarak rakibin direncini kırma hamlesiydi. Ancak tutmadı. Sivasspor yüklendikçe Beşiktaş geriye çekildi, oyun kuramadı, beceriksizleşti. Beraberliğe biraz Rüştü, net olarak da kale direği engel oldu.Son dakikada Sivasspor'un yakaladığı gol fırsatı bir anlamda Beşiktaş'ın sezon başından bu yana en yumuşak ve zayıf olan tarafını göstermesi bakımından öğreticiydi.Schuster'in kenardaki duruşundan, hareketlerinden, hal ve tavırlarından Beşiktaş'tan hiç memnun olmadığını anlıyoruz. Bazen oyuncuların yapamadığı, sonlandıramadığı pozisyonlar sonrasında kafasını öyle sallıyor ki ister istemez bu duyguyu alıyorsunuz. Bu takıma sadece Guti ve Quaresma'nın yetmeyeceğini çok iyi biliyor olmalıdır. Sanırım, genç oyuncular üzerinde durmasının nedeni biraz da bu olsa gerek. Bir anlamda kendi futbolcusunu kendisi yaratma derdinde; bu zaten Beşiktaş'ın geleneklerinde de olan bir uygulama değil midir? Stoperde denediği genç Ersan'ın Zapotocny'den çok daha iyi mücadele etti.uzaygokerman@gmail.com
Milliyet
1,339,820
Yazarlar
Reyting canavarı TV'DEN BiR 'HABER' KLiŞESi Bayramlarda televizyon haber metinleri bir ayrı güzel oluyor. Türkçe kompozisyon ödevi gibi. Hemen her kanalda şablon cümleler vardır. Her sene bayram metni hazırlamak yerine aynı metni bir sonrakinde tekrarlamak yeterli olur. Ya da bu cümleleri biraz daha geliştirip daha 'yaratıcı' hale getirmek. Bir örnek TRT Ana Haber Bülteni'nden. Yanlış anlaşılmasın, bu TRT'ye özgü değil. Her kanalın ortak bir metni olabilir. Başlık; 'Bu telaş tatlı telaş' ... Tatlı telaşın ilk rakamları geliyor; 25 ölü ... "Nereye gitsem sorusunun cevabını bulanlar yollara düşmüş" cümlesi otogarları, havaalanlarını tıka basa dolduranların hikayesini anlatıyor. Yollara düşenler bayramda nereye gideceğine karar vermek için anlaşılan, epey bir zaman ayırmış. Sonra valizleri yüklenip yollara düşmüşler. Sorunun cevabını bulup ve yollara düşmekle sorunun çözülmediği ise şu haber metni ile ispatlanıyor: "Otobüste yer bulmak samanlıkta iğne aramak gibi." Takdir ettim bu benzetmeyi yapanı. Gayet yaratıcı ve olayı özetliyor. Tabii konu kurban bayramıysa kurbanlıklarla ilgili bir cümle de yerini alacaktır. Spiker gülerek ama bunu abartmadan yaparak (ki bu da bayram haber sunma şablonudur): "Kurban Bayramı geliyor dedik. Kurbanlıklar kaçmaya başladı..." Kurban her bayram kaçar, vatandaş peşinde koşar. Alın bu cümleleri her bayramda kullanın, görüntüleri de değiştirmenize gerek yok. Kim anlayacak? İnsanlar, otobüsler, uçaklar, kazalar, kurbanlıklar hiçbir zaman değişmeyecek...VOLEYBOL FİNALİNİ NTV VERMELİYDİDünya Bayanlar Voleybol Şampiyonası'nı NTV Spor verdi. Bu yerinde bir yayıncılık. NTV Spor'un izleyicisi kısıtlı, yayın alanı da. Bu şampiyonanın final maçı neden NTV kanalından verilmedi? O saat diliminde çok önemli işler mi vardı kaçırılmayacak?KÜLTÜR VE TURİZM BAKANINA BİR ÖNERİ'Gezelim Görelim'in Nuray Yılmaz'ın Çanakkale Ayvacık ilçesini dolaştığı bölümünü izlerken aklıma geldi. Televizyonda cazip görüntüler eşliğinde çok 'gezmek ve görmek' üzerine kurulu program var. Mesela Fatih Türkmenoğlu'nun CNN Türk'teki programı. Fazla sululuk yapmadan dozunda olanlardan biri. Özellikleri küçük işletmecileri bulup neler yaptıklarını sunmaları. Yani küçük ayrıntıları yakalamaları. Bu küçük ayrıntılar, turizmdir. Bu küçük ayrıntılar tanıtımdır. Kültür ve Turizm Bakanlığı televizyonlardaki bu yapımları izlemeye alıp değerlendirmeli. Sadece bu işi takip eden bir ekip olmalı. Bir zeytinyağı üreticisinin dükkanı, deniz kıyısında bambuların korunağında hemen tutulmuş balığın kömürde ızgarası yanına, yöre salatasını yapan teyzem... Bu küçük ayrıntıları büyütüp turizm yapmak önemli. Televizyonlar bu anlamda büyük işler yapıyor. REHBERiMMELTEM CUMBUL ORTAYA ÇIKTIBir haber, alır başını gider. Meltem Cumbul olayı da böyle oldu. Birden yazılı basında bir Bollywood teklifidir gidiyor. Meltem Cumbul popüler kültür küllerinden her daim başını kaldırıp kendini bir şekilde gündeme getiren isimlerden. Bugün Kenan Erçetingöz'ün '60 Dakikası' programında. (BLOOMBERG HT/22.10)NAİM DİLMENER SERDAR ORTAÇ'A TAKTITRT Haber'de 'Kuşak Farkı' programına Naim Dilmener ile Palm FM'de program yapan Esin Görür konuk olmuştu. Dilmener'de bir Serdar Ortaç takıntısı var. İyi melodi buluyor Ortaç. Altyapı, sözler vs iyi. Eh işte popüler müzik yelpazesi içinde genel geçer durumlar. Eller havaya hali. 'Kötü müzik yapıyor'muş. Funda Arar iyi, Serdar Ortaç kötü... Bir eğlence dünyası burası, yazın kumsalda çekirdek çitleyip oynayan orta halli kızların ya da yanık tenli Türkbükü sakinlerin ortak paydaları Serdar. Bu arada Dilmener, Nefise Karatay'la bayram boyu CNN Türk'te 'Kimler Geldi Kimler Geçti'de 60'lı, 70'li ve 80'li yıllara bir yolculuk yapacak. Güzel bir arşiv çalışması olacağından eminim. Erol Büyükburç, Ayten Alpman, Erkut Taçkın ve Beyaz Kelebekler'den Ülkü Üst bayramın birinci gün konukları (20.00)YENİ DÖNEM TÜRK FİLMLERİ RESMİ GEÇİDİBayram bol bol son dönem yerli filmleri izleme fırsatı veriyor. İşte bunlar biri Kanal D'de bu akşam ekrana geliyor: 'Acı Aşk'. İnternetteki eleştiriler 'fena değil' noktasında birleşiyor (22.00)
Milliyet
1,321,002
Yazarlar
Her hücremizde antioksidan bulunmaktadır ama özellikle karaciğer bu konuda tüm yönetimi ele almıştır. Detoksifikasyon merkezi olarak da karaciğer gösterebilir. Detoksifikasyon da vücudu zararlı maddelerden arındırma işlemidir.En iyi detoks yöntemini öğrenmek için tıklayın!Besinler, üretim safhasından başlayarak, mutfağımıza gelene kadar birçok işlemden geçer ve belirli oranlarda toksin (zararlı maddeler) alırlar. Özellikle tarımsal ilaçların kullanılması, havadan, sudan, topraktan gelebilecek zararlı maddeler, saflaştırma- koruma amacıyla koruyucu madde katılması, boyama gibi işlemler de düşünülürse besinlerin bir miktar toksin içerdiği ortaya çıkmaktadır. Vücudumuz da günlük işlevlerini gerçekleştirirken toksin üretir. Vücuda gerekli olan enerji üretilirken serbest radikaller denilen ve vücutta istenmeyen maddeler oluşur. Bunlar vücuttan uzaklaştırılamazsa; kanser, kalp hastalıkları, erken yaşlanma, artrit gibi riskleri artırmaktadır. Bunların yanında baş ağrıları, halsizlik, yorgunluk gibi günlük olarak sürekli şikayet ettiğimiz rahatsızlıkların da nedeni olabilmektedir. Özellikle bu aylarda yoğun yaşanan gribal enfeksiyonlar ve soğuk algınlığı gibi hastalıkların da artış sebeplerinden biri vücut direncinin düşük olmasıdır. Toksinleri vücuttan uzaklaştıran başlıca organımız karaciğerdir. Bu maddeler böbreklerden idrarla, deriden terle, bağırsaklardan dışkı yoluyla atılabilmektedir. sağlıklı bir vücut belli düzeydeki toksinleri vücuttan rahatlıkla uzaklaştırabilir. Fakat vücutta fazla miktarda toksin varsa bu denge bozulur. Toksinler hücrelerin içinde birikmeye başlar ve onların çalışmalarını engeller. Günlük işlevini tam yapamaz duruma gelen vücut, gerekli enerjiyi üretemediğinden yorgunluk, halsizlik, konsantrasyon güçlükleri  gibi istenmeyen durumlarla karşılaşılır.Bu maddelerin vücutta birikmesini önlemek ve vücuttan uzaklaştırılmasını sağlamak için vitamin ve minerallere ihtiyacımız vardır. Antioksidan vitamin olarak bilinen A, C ve E vitaminleri yanında, özellikle çinko ve selenyum mineralleri de serbest radikal olarak adlandırdığımız bileşikleri vücuttan uzaklaştırmada görev almaktadır. Antioksidan kapasitesi en yüksek olan alfa tokoferoldür. Hücrelerin yapısında bulunan yağ asitlerinin yapılarının bozulmasını önler böylece hücrenin sağlam kalmasını sağlar.Antioksidanlar ile zararlı maddeleri vücudunuzdan atın!Organizmamız kompleks bir yapıdadır ve çok çeşitli ihtiyaçları vardır. Vücudun ihtiyacı olan vitamin ve minerallerin hepsi birbirinden etkilenmekte ve böylece düzenli bir şekilde çalışmaktadır.Her zaman sloganımız; sağlıklı ve dengeli beslenmenin öğrenilip, uygulanabilmesidir. Gün içerisinde ortalama 5 porsiyon sebze ve meyve tüketilmesi vitamin ve mineral ihtiyacımızın karşılanması açısından önemlidir. Bunun yanında yeterli miktarda et, süt, tahıl grubu besinlerin tüketimi de çok önemlidir. Hücreleri zarar görmekten koruyan C vitamini yetersizliğinde çeşitli bağışıklık sistemlerinin bozulduğu görülmüştür. Ayrıca C vitamini, sigaranın akciğerlerdeki lenfositlere vereceği zararı önler. B6 vitamini bağışıklık ve sinir sistemlerinin düzenli çalışmasına yardım eder,Folik asit vücudu savunmak için savaşan alyuvarların yapımında görev alır.Minerallerden çinkonun, bağışıklığı güçlü tutmada önemli rolü vardır. Vücutta enfeksiyon olduğu zaman bağışıklık hücrelerinin çoğalması ve hücreleri harekete geçiren kimyasal maddelerin salgılanması için çinkoya gereksinim duyarız. Aynı şekilde demir, bakır ve selenyum da bağışıklık sisteminin iyi çalışması için gereklidir. Güçlü bir bağışıklık sistemine sahip olmak bize aşağıdaki avantajları sağlayacaktır:•?Soğuk algınlığı, nezle ve diğer enfeksiyonlara yakalanma olasılığını azaltacaktır. Özellikle savunma hücreleri henüz tam gelişmeyen bebeklerin, mikrop taşıyan diğer çocuklarla temasın fazla olduğu okul çağındaki çocukların ve bağışıklık azalmaya başladığı için yaşlıların enfeksiyon hastalıklarına yakalanma riskini azaltacaktır.•?Kanser hücrelerinin yok edilmesini en yüksek seviyeye çıkaracaktır.•?Canlılığı azaltan toksit kimyasalların birikmesini önleyerek enerji düzeylerini artıracaktır.•?Vücudu çevredeki radyasyon ve kirlerden koruyacaktır.•?Yaşlanma sürecini yavaşlatacaktır.Bağışıklık sisteminizi güçlendirmek için tıklayın!
Milliyet
1,328,430
Yazarlar
Dev bir yabancı sermaye grubu Garanti Bankası'ndaki General Electiric (GE) hisselerini almakla kalmadı. Doğuş'un elindeki hisselerin bir bölümünü de satın alarak, banka yönetiminde Doğuş grubu ile eşit güce sahip oldu. Ortaklık sözleşmesine  göre 5 yıl sonra bu yeni yabancı sermaye grubu Doğuş'un elindeki hisselerin bir bölümünü daha alarak bankanın yönetimini ele geçirebilecek. (Milliyet Ekonomi bu gelişmeleri tarafların açıklama yapmak için düzenledikleri basın toplantısından önce duyurarak, güzel bir habercilik yaptı. Haberi yapanları kutlarım.)Özel sektörün önde koşan 4 bankası var: İş Bankası, Akbank, Garanti Bankası ,Yapı ve Kredi Bankası. Akbank'ın hisselerinin bir bölümüne bir Amerikan bankası, Yapı Kredi'nin hisselerinin bir bölümüne bir İtalyan bankası sahip. Garanti'nin hisselerinin bir bölümü bundan sonra bir İspanyol bankasının olacak. Yabancı iştiraki olmayan tek büyük banka olarak İş Bankası kaldı. Yabancılar neden Türk bankalarına iştirak ediyor? Sermayenin kendi ülkesi dışındaki ülkelerde benzer faaliyetlere iştirak etmesi küreselleşmenin bir sonucu. Sermaye kendi ülkesi dışındaki kuruluşlara hatır için değil kâr için iştirak ediyor. Bazı sermaye grupları uzun süreli, kalıcı ortaklığı hedef alırken, bazıları iştiraki "ucuz al- pahalı sat-kâr et" olayı olarak değerlendiriyor. (Garanti'nin önceki ortağı GE bunu yaptı. İyi kâr etti.)GE?söz sahibi değildiYabancı sermayenin kendi ülkesi dışındaki kuruluşlara (bu arada bankalara) iştiraki 3 farklı şekilde oluyor. (1) Bazı iştirakçiler, sadece sermayeden pay alıyor. Yönetime katılmıyor. Bunlara sessiz ortak deniliyor. (2) Bazıları yönetimde söz sahibi olmak için yüzde elli-yüzde elli ortaklık payı ile ortak yönetimi tercih ediyor. (3) Bazıları ise yönetimi kendileri kontrol etmek için sermayede çoğunluk payında ısrarcı oluyor. -  Garanti'ye 2005'te sermayenin yüzde 25.5'i (daha sonra yüzde 20.85'e indi) satın alarak iştirak eden GE'nin finans grubu sessiz ortak idi. Yönetime iştirak ediyordu ama yönetiminde söz sahibi değildi.-  Garanti'nin yeni ortağı Banco Bilbao Vizcaya Argentaria, S.A (BBVA) eski ortak GE'nin yüzde 20.85 oranındaki hisselerini satın almakta kalmadı. Doğuş grubunun hisselerinin bir bölümünü de alarak  Doğuş grubu ile yönetimde eşit güce sahip oldu. Doğuş grubu, Garanti'nin sermayesinin yüzde 6,29'unu oluşturan hisseyi, 2 milyar 62 milyon dolar karşılığı (BBVA) satmak için sözleşme imzalandı. Hisse devrinden sonra Doğuş grubunun Garanti Bankası'ndaki payı azalacak ve yüzde 24,89'a inecek. İki ortağın payı eşit duruma gelecek. Garanti Bankası'nı Doğuş Holding ve BBVA ortak yönetecek. Ortaklığın ilk 5 yılında, eşit ortaklık ilkesi çerçevesinde Yönetim Kurulu'nun 4 üyesi Doğuş Holding, 4 üyesi ise BBVA tarafından önerilecek. Garanti Bankası Genel Müdürü, Doğuş Holding tarafından önerilecek ve Yönetim Kurulu'nda 9. üye olarak yer alacak. Kredi komitesi genel müdürün yanı sıra ikisi Doğuş grubu, ikisi BBVA tarafından belirlenen dört üyeden oluşacak. Sermaye artırımı, temettü dağıtımı, bütçe ve iş planlarının onaylanması gibi hususlar dahil olmak üzere bankanın temel işleyişinde hayati öneme sahip kararlar, Doğuş grubunun mutabakatıyla alınacak.Kimse boş yere satmaz...-  Satış Sözleşmesi ile Doğuş grubu yeni ortak BBVA'ya, 5 yıl sonra Garanti'nin yüzde 1 hissesini temsil eden hisseyi satmayı kabul etti. Bunun anlamı 5 yıl sonra bankanın yönetiminin bütünü ile BBVA'ya geçmesi demektir. BBVA Doğuş grubundan yüzde 1'lik hisseyi aldıktan sonra Yönetim Kurulu'nun 6 üyesi BBVA, 3 üyesi Doğuş Holding tarafından önerilecek. Garanti  Bankası yerli sermaye ile kurulan yerli sermaye ve yerli yönetim ile büyüyen Türkiye'nin önde koşan özel bankalarından biridir. Büyümenin ve başarının ardında hâkim ortak Doğuş grubunun lideri Ferit Şahenk ile bankayı yöneten Ergun Özen liderliğindeki banka çalışanlarının becerisi vardır. Sade bir vatandaş olarak Garanti Bankası gibi iyi yönetilen, iyi gelişen, sağlam ve kârlı bir bankada yabancı sermayenin payının artmasına üzüldüm. Ama mutlaka vardır bu işin bir hesabı kitabı. Kimse boş yere satmaz, kimse boş yere almaz.
Milliyet
1,335,294
Yazarlar
, Pazar| Siyaset / Yazar Yazısı Güneri Cıvaoğlu BugünMustafa Sandal ile Woody Allen karşılaşınca...14 Kasım 2010 NEW York'ta bir doktor odası... Mustafa Sandal muayene için sıra beklemekte.  İçeri Woody Allen girmez mi? Mustafa şaşırıyor. Oysa Amerika'da tüm sanatçıların zorunlu olduğu bir muayene bu. Sinema ya da herhangi bir gösteri etkinliğinde yer alacak sanatçı mutlaka belediyenin "doktor kontrolünden" geçmek zorunda. Mustafa Sandal da "Sanatçılar sendikasının" koyduğu bu kural gereği "New York'ta Beş Minare" filmi için kamera karşısına geçmeden önce doktora muayene olmuş. Mustafa Sandal anlatıyor: her aşamada  var. Mesela sette önümdeki bardağı kaldırıp başka bir yere mi koyacağım... Buna izin yok. O işi sadece setteki görevli kişi yapabiliyor. Caddede çekim yapıyoruz. Figüranlar yürüyorlar. Bir adım bile atsalar ücretleri 250 . Eğer konuşmaları da gerekiyorsa, tek kelime etseler, tutun ki "merhaba" deseler ücretleri 750 dolar. Sendika film setine bir masa koyuyor. Üç yetkilisiyle bütün çekimi kontrol altında tutuyor. En büyük oyuncu, sıradan figüran ya da bir set işçisi olsun hiç fark yok, hepsi en fazla 10 saat çalışabiliyor. 10 saat doldu mu gidiyor. Aradan 10 saat geçmedikçe tekrar çalışamıyor. "Yahu 20 dakika sonra seti zaten tatil ediyoruz, bırakın bugün 10 saat 20 dakika çalışsın" diye istediğin kadar rica et sanki duvara konuşuyorsun. Bizde özellikle dizilerin sanatçıları, teknik ekibi, set işçilerini bazen 20 saat aralıksız çalıştırdıklarını, kamera arkasındakilerden bazılarının yorgunluk ve uykusuzluktan bayıldıklarını anımsıyorum. Buna medeni bir çözüm getirilmeli.   NEDEN BEŞ MİNARE "'te Beş Minare" şarkısından esinlenmiş. Film de zaten Bitlis'te final yapıyor. ŞEFFAF ODA'nın Mustafa Sandal'ın yanı sıra bir konuğu da Yonca Lodi'ydi. Yonca "opera eğitimi" almış. Fakat pop ve Türk müziğinin de hakkını tam vererek söylüyor. "Bitlis'te Beş Minare"yi öylesine yerel harmanla seslendirdi ki, inanılmaz. Mustafa Sandal "bu şarkıyı Yonca'dan dinlemiş olsaydı Mahsun filmin bitiminde jenerik akarken mutlaka kullanırdı" dedi. Ve ekledi: "Yonca söylerken martılar bile durdu..."   CD'DEN ALKIŞLAR DİNLERİM New York'ta Beş Minare'nin " Emniyet Müdürü" rolünde gene başarılı. dizisinde emniyet amiri, bu filmde ise müdürlüğe terfi etti. Dil ve Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü'nü bitiren Zafer Ergin, ile birlikte "işte ustalar" dedirtiyor. Hele "nezarethanede karşılaşma sahnesi..." Zafer için öncelik elbette tiyatro. Ama... "Dizilerden zaman bulamadığını, uzun süredir üzerinde çalıştığı bir senaryo olduğunu, mutlaka oynayacağını" söylüyor. Peki "ya yönetmenlik?" İlginç bir cevabı var: "Yönetmen birkaç ay çalışır. Oyunu sahneye koyar. Oysa ben hep oynamak istiyorum. Oynamadığım zamanlar alkışı özlüyorum. Çalışma odamda alkış efekti olan CD'leri dinlediğim ve böylece özlem giderdiğim olmuştur." ŞEFFAF ODA'da Yonca Lodi'nin şarkıları ile New York'ta Beş Minare'den kamera arkasını yansıtan hoş bir söyleşi var.   ÇAĞAN REDD'İ DİNLEDİ, FİLMİNİ YAPTI GENELDE filmin konusu düşünülür, senaryosu yazılır, çekilir... Müziği ona göre kurguya girer. 'ın son filmi "PRENSESİN UYKUSU" bu sırayı bozdu. Çağan Redd'in filminde kullandığı Redd Grubu'nun şarkısını dinlemiş ve bunu sinema filmi yapmaya karar vermiş. Senaryo sonradan gelen istim... Bunu, küçük bir grup gazeteci arkadaşla filmi izlemeden önce İmaj Merkez Binası'nın şık teras katındaki davette laflarken öğrendim. Sonra... En alt kattaki "butik sinema salonuna" indik, Çağan'ın bambaşka bir denemesi olan filmi izledik. Başarılı mı? Sorunun cevabı için şu gözlemi yansıtayım. "Yok Böyle Dans"ta   partnerim olan Roswitha ve Derya'nın partneri İvana'nın da bulunduğu sırada izledim filmi. İkisi de "merhaba, teşekkür ederim, güzel" gibi 3-5 kelime dışında Türkçe bilmiyorlar. Film akarken, konuşmalardan kısa tercümelerle olanları anlatmak istedik. "Hayır gerek yok. Görüntülerden her şeyi anlıyoruz" dediler. Film bitti onlara ne anladıklarını sorduk. Hiç ıskalamadan filmi anlattılar. Gazetecilikte hocam Metin Toker'in biz genç gazetecilere bir öğretisi vardı: "Bir yazı, yabancı dile çevrildiğinde aynı değeri koruyorsa, iyi yazıdır..." Bu söylemi Çağan Irmak'ın filmi için "iyi görüntüler ve kurgu, alt yazı olmasa da kendini izletir" diye çevirebiliriz. İZ'İ İZLEYİN Öyle dandik renkli film geçirilmiş karton gözlük falan değil. 3D teknolojisi ile yayını özel yapım gözlüklerle izlemek çok farklı. 'den 3 coğrafyanın görüntüleri bir belgeselde... İstanbul, ve Kaş... Su altında Kaş kıyıları bir balık ve cenneti. Maldiv'ler gibi... Gözlüğü takınca, ekrandaki "yüzen köpekbalığının kuyruğu" yüzüme değecekmiş gibiydi. Kapadokya'da seher vakti havalanan rengaren balonlar üstüme üstüme geliyordu. İstanbul belgeselindeki sanki şu sıralarda New York'ta değil de yanı başımdaydı. Telefondan, bilgisayara, televizyona değişimler öylesine hızlı ki yetişemiyoruz. Harika şeyler oluyor. Bizden sonraki kuşaklara imreniyorum. Kimbilir şimdi hayal bile edemeyeceğimiz neler görecek, neler yaşayacaklar. Örneğin... İstanbul-New York uçak yolculuğunu 1 saate indirecek projeyi hayata geçirmek üzere çalışmaların ilerlediğini okudum. Öğle yemeği için New York'ta randevu ver, akşamına eve dön... Harika...
Milliyet
1,322,034
Yazarlar
Milli Eğitim Şûrası'na çağrılmamamız, görünen o ki bir işgüzarlık örneği. MEB Basın Müşaviri Ülkü Ural, aradı. "Gözümüz sizi aradı" dedi. "Çağırdınız da gelmedik mi!" dedim. Ural, listelere son şekli Bakan Çubukçu'nun verdiği yönündeki açıklamaların doğru olmadığını, Bakan Hanım'ın önceki yıllardaki müeyyide ne ise aynen uygulanmasını istediğini söyledi. Bu durumda son 10 şûraya katılan birisi olarak, bizim de orada olmamız gerekirdi. Ama hiç önemli değil. Uzaktan da olsa gelişmeleri izlemeye devam ediyoruz.18. Milli Eğitim Şûrası?Hafızalarınızı biraz zorlarsanız 15 yıl öncesinin önemli tartışma konularından birisi de 8 yıllık temel eğitimin kesintili mi yoksa kesintisiz mi olacağı yönündeydi.O zaman da kamplara ayrılmıştık. Kesintiliyi destekleyenlerle, karşı çıkanlar arasında kıyasıya mücadele olmuştu. Sonunda dönemin Milli Eğitim Bakanı Turhan Tayan 13-17 Mayıs 1996 tarihleri arasında 15 Milli Eğitim Şûrası'nı topladı ve nihai karar alındı.İlk ve ortaokulların birleştirilerek ilköğretim adını alması ve 8 yıllık temel eğitimin kesintisiz olması gerektiği, MEB'e tavsiye edildi. Sonra da uygulamaya geçildi.Kızılcahamam'daki 18. Milli Eğitim Şûrası'nda yine temel eğitim konuşuluyormuş. Kesintisiz eğitime son verilsin kararı çıkartılmaya çalışılıyormuş. Peki gerekçe ne? İşte o ortada yok.Hani bu konuda bir araştırma yapılır, artılarıyla eksileriyle bir rapor sunulur ve ardından da yarardan çok zarar getirdiği iyi anlatılırsa, niye karşı çıkılsın ki. Ama öyle değil de, dün ne yapıldıysa yanlıştır, dayatmadır anlayışı çerçevesinde hareket edilirse işte bu sakıncalıdır.8 yıllık eğitimin artıları kadar eksileri de var. Bu doğru. Olaya politik açıdan değil pedagojik açıdan bakmak gerekir. Ama nerde...MEB Kız Teknik Eğitimi Genel Müdürü Emine Kıraç, şûrada hızını alamayıp öylesine coşmuş ki, 15 yıl önce bu kararı alanın kendi bakanlığı olduğunu adeta unutmuş:"Hepimiz kız çocuklarının okullaşması, ekonomik özgürlüğünü alması ve daha iyi anne olarak yetişmesi için uğraş veriyoruz. Biz ortaöğretime bu çocukları geçirelim, erken evlilikten kurtaralım derken böyle bir kararın alınması ülkemiz adına zuldür, günahtır. O nedenle bu madde değiştirilmeli"İlgili komisyon sonunda şu kararı almış:"İlköğretim okullarında zorunlu eğitim kademeli olmalı. Öğrencilerin fiziksel gelişim ve yaş farkı dikkate alınarak ayrı binalarda eğitim verilmeli."Anlaşılan o ki Milli Eğitim Şûrası'nda tavsiye kararı alan üyelerin çoğu, Türkiye koşullarının pek farkında değiller.Karma eğitimTemel eğitimin kademeli olması konusunda hemfikiriz. Çünkü kesintisiz eğitim dayatması yüzünden Cumhuriyet tarihinin en önemli projelerinden birisi olan on binlerce köy okulu bir gecede yok edildi. Daha da önemlisi, mini minnacık çocuklar ya yatılı bölge okullarına mecbur bırakıldı ya da taşımalı eğitim adı altında yollarda sefil edildi. MEB, şûra kararını hiç beklemeden bu konuya çok önceden bir çözüm üretebilirdi ama hep görmemezlikten geldi. Ama alınan kararın ikinci bölümü, sanki pedagojik olmanın çok ötesinde. Yaş gruplarına ve çocukların fiziksel gelişimlerine göre ayrı binalar istemek, pek çok art niyeti de beraberinde getirir ki, bunun bir adım sonrası da, karma eğitime son verilsin olur!Birleştirilmiş sınıflarKomisyonda alınan kararlardan birisi de birleştirilmiş sınıf uygulamasının kaldırılmasına yönelik. Yani öğrenci sayısının azlığı ya da öğretmen eksikliği nedeniyle 2, 3 bazen de 3, 4 sınıfın bir arada aynı sınıfta öğrenim görmesine son verilmesi yönünde olmuş ve daha da öteye gidip şu karar alınmış:"Kademeli olarak ikili öğretim ve birleştirilmiş sınıf uygulamasının sona erdirilmesi, kalabalık sınıf mevcutlarının çağdaş ölçütlere göre (20-25) düzenlenmesi..." Bu kararı okuyunca, 15 yıl öncesini anımsadım. Dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz'ın şûrada söylediği sözler aklıma geldi.Güya, 10 yıl sonra, tam gün eğitime geçilecek, birleştirilmiş sınıflar kaldırılacak, sınıf  mevcutları 30'un altın inecek, öğretmensiz okul kalmayacak, her öğrenciye en az bir yabancı dil öğretilecekti.Onca para kesildi ve aradan bırakın 10 yılı, 15 yıl geçti? Ama hâlâ aynı sorunları tartışıyoruz!.. Özetin özeti: Kim ne derse desin Türkiye'nin en büyük sorunu eğitim. Ama daha da büyük bir sorun eğitim konusundaki duyarsızlığımız!..
Milliyet
1,321,830
Yazarlar
Biliyorsunuz Rijkaard'ın ardından tonla yorum yapıldı. Onun teknik direktör bile olmadığı, kariyerindeki başarıların kendisinden kaynaklanmadığı, zaten Barcelona'yı herkesin şampiyon yapabileceği şeklinde bizim futbol kamuoyumuzu tatmin eden uzun uzun analizler yapıldı.Bunun bir yere kadar doğru olduğunu düşündüğümüzde ortaya aslında cevap bulmakta gerçekten zorlanacağımız birçok soru çıkıyor ortaya.Örneğin, Galatasaray, Fenerbahçe gibi değeri yüz milyon eurolarla ölçülebilen takımlarımızın yerel ölçekte Barcelona ya da Real Madrid'ten ne farkı vardır? Bir takımda iyi oyuncular eninde sonunda bir araya gelerek belli bir kadro istikrarı yakalayabiliyor. Öyle zamanlarda kenarda kimin oturduğunun gerçekten büyük bir önemi olmuyor. Türkiye'de bu gerçeğe uygun üç tane kulüp vardır ve onların başına kim gelirse gelsin son sene kadar biri mutlaka mutlu sona ulaşıyordu. Bu durumda yapılması gereken en basit şey doğru kadronun bir araya getirilmesini sağlamaktı.Galatasaray bu anlamda belki de başında teknik adam olmaksızın şampiyon olabilme başarısı göstermiş Türkiye'deki yegâne kulüptür.Başında teknik adam olmaksızın başarılı olabilen bir kadronun kariyerli bir teknik adamla çalışırken aynı şeyi tekrar edemiyor oluşunu anlayabilmek kolay değildir.Fakat burada doğru model başından beri konuşmaya çalıştığımız şey değildir.Temelde futbolcu; sporcu merkezli bir sistemin uzun vadeli bir başarı getirmesi de mümkün değildir. Takımda ağır ağabeyler olacak, onlar takımı bir araya toplayacak, sahip çıkacak ve motive edecek. Bunun asla profesyonel olmadığını düşünüyorum. Dünyada da böyle bir model yok.Fatih Terim'in Milan'da başını yiyen şey işte budur.Oysa tam aksine Mourinho, Alex Ferguson, Arsen Wenger'i başarılı kılan şey de ne yapacağını bilen, kariyerli ve karizmatik teknik adam modelidir.Ertuğrul Sağlam Bursaspor'da bunu yapıyor. Bülent Uygun'un Sivasspor'da yapmaya başladığı ancak egosunun fazla önplana çıkması nedeniyle yarım kalan projesi bir örnek olabilir.Kuşkusuz Aykut Kocaman bir projedir!Fakat spor çok bileşenli bir kurumdur. Hele işin içine profesyonellik girdi mi ilişkiler daha bir karmaşıklaşır olur. Bu nedenle amatör düzeydeki spor takımlarının daha başarılı olduğunu görürsünüz. Çünkü onlar “takımdır."Rijkaard'ın gönderilmesinden sonra, Galatasaray'ın Fenerbahçe'ye 10 yıl sonra Kadıköy'de yenilmemesi, çok da iyi mücadele etmesi, peşinden dün Antalyaspor karşısında alınan galibiyet bir anda sorunun Hollandalı'da, Romen olanınsa bu işin sihrini biliyor olduğuna yönelik kesin bir kanaate varıldı.Hagi'nin on gün içinde bu takıma ne yaptığı ve söylediği spor gazetelerinin en fazla merak edilen şeyi durumundadır. Oysa aynı Hagi'nin on maç sonra bu takımı nasıl iyi idare edemiyor olduğunu konuşuyor olacağız yine aynı sayfalar içinde.Hagi bu filmi daha önce izlemedi mi?2009 yılında şampiyon yaparken övülen, 2010'daysa her şeyi eleştirilen Mustafa Denizli örneğinde olduğu gibi. Bu sene Galatasaray şampiyon olsa da biz önümüzdeki sene Hagi'nin teknik adamlığını tartışıyor olacağız.Futbolda istikrar devamlılıktan geçer. Bunun kesinlikle bir ekole sadık kalınarak teknik adamlıktan başlanması gerektiğini düşünüyorum.Uzun ve kalıcı başarılara ulaşmak için teknik adam devamlılığı sağlanmalıdır.Yok, kısa ve periyodik başarılar talep ediliyorsa bu sefer de oyuncu tarafı güçlü kılınmalıdır.Biz Hagi'nin elinde sihirli bir değnek olmadığını çok iyi biliyoruz. Bu anlamda hiç kimse sonradan tersini söyleyeceği şeyler için kendisini bugünden kandırmamalıdır.Hagi bir hap da değildir ki ağzına at yüksek performans sağlayıversin!Eğer Rijkaard gitti, yerine Hagi (Aykut Kocaman, Bülent Uygun, Hikmet Karaman) geldiyse yapılması gereken şey artık onun arkasında sağlama durabilmektir.
Milliyet
1,343,638
Yazarlar
B ozcaada, tıpkı Ege'deki Şirince ya da Trakya'daki Mürefte gibi şarabıyla anılan bir bölge. Zira mübadeleden sonra göçen Rumların bağlarını ve şaraphanelerini Müslüman halk devralmış ve şarap geleneği kesintiye uğramamış. Gökçeada ise bu kadar şanslı olamadı, bu adada şarapçılığı sadece Barba Yorgo, alçakgönüllü köy şaraplarıyla sürdürdü. Şimdi ise Gökçeada'da da modern anlamda şarap yapılıyor, Fransa'nın soylu üzümlerinin yeni dikilen bağları adanın ilk ciddi şaraplarını veriyor.Kabya mevkiinde 250 dönüm bağda Cabernet, Şiraz, Merlot ve yerel Kalabaki üzümlerini yetiştiren Beyoğlu Belediyesi eski Başkan Yardımcısı Nusret Avcı'nın Nusretbey adlı şarabı, şarap dünyamıza renk getiren yeni ürünlerden sadece biri. Nusretbey'in Şiraz ve Merlot'su henüz alçakgönüllü, Cabernet'si ise gövdeli yapısıyla gelecek vaat ediyor.Kayseri'de ve Malatya'da da şarap yapılıyorBir zamanlar "şaraplık üzüm ambarı" olan ve pek çok ücra ilçesinde bile şarap tesisleri olan Anadolu, şarabın Mürefte, Kapadokya ve Ege gibi birkaç bölgede yoğunlaştığı bir 30 yıldan sonra, yeniden şarap tesislerine kucak açıyor. Kayseri'de yapılan şarap bunun bir örneği. İlin önde gelen sanayici ailelerinden Molu'ların kızı Oluş Molu, 230 dönüm bağ dikmiş ve "Vinolus" isimli şarapları üretmiş. Şaraplar şimdilik alçakgönüllü olsalar da, bağdan ve şaraphaneden çıkmayan biyolog Oluş Molu "Bağlar eskidikçe kalite ciddi yükselecek. Teruar özellikleri mükemmel" diyor. Molu, bağlarında yerel üzümlerin yanında Tempranillo ve Roussanne gibi üzümleri de deniyor.Malatya'nın Arapgir ilçesinde şarap üreten Hacı Akpınar ise bağlarının üzümlerini yıllarca büyük firmalara satmış. Şimdi ise Öküzgözü'nün vatanı olan bu bölgede Öküzgözü ve Karaoğlan üzümlerinden Yeni Doğuş-Güzay markası altında şaraplar yapıyor. Evet, temiz yapılmış şaraplar ince ve damakta biraz kısa ama, 10 ila 20 liralık fiyatlarına bakıldığında fiyat-kalite dengesi uygun.Yeni üreticilerden ilginç bir isim de "Château Nuzun". Marmara Ereğlisi'nin Çeşmeli köyündeki bağların sahibi Nusret Uzun, bir kelime oyunu yaparak markasını "Şatonuzun" şeklinde lanse ediyor. Château Nuzun, Türkiye'nin ilk monosepaj Pinot Noir'ının da üreticisi. 1930'larda bölgeyi tarayan ve deneme bağları kuran Fransız uzmanların "Trakya ikliminde çok iyi sonuç verebilir" dediği Burgonya'nın bu soylu üzümünün ilk rekoltesi, bağların gençliğinin ve Burgonya'ya göre daha sıcak olan iklimin etkisiyle çok derin ve mineralsi bir şarap değil. Ancak yabanmersini ve böğürtleni çağrıştıran kokusu, yumuşak tanen yapısı ve topraksı nüansları ile kendi tiryakilerini yaratabilecek ilginç bir şarap. Aynı üreticinin Cabernet ve Şiraz'ları da fıçıda dinlenmelerine rağmen fıçı tadını almamış dengeli ve meyvemsi şaraplar.Yine Trakya'da, bu kez Lüleburgaz'da üretilen Arcadia şarapları ise bir turizmci ailenin eseri. Robinson Club tatil köylerinin kurucularından Özcan Arca ve kızı Zeynep Arca, yedi yıldır sessiz sedasız ilerlemiş ve bağlarını olgunlaştırıp üretime geçmişler. 2009 şaraplarından Bordo üzümlerinin kupajı kırmızıları, bir ilk rekolteden beklenmeyecek zenginlik ve olgunlukta. Bunda üzümler ve teruar kadar, yılda altı kez gelerek bağı ve tesisi yönlendiren ünlü Fransız önolog Michel Salgue'ın da rolü var. Arcadia, Sauvignon Gris gibi Türkiye'de hiç denenmeyen bir beyaz üzümü de deniyor. Bölgenin efsane üzümü Papazkarası'nı canlandırmak da istiyor.Manisa'nın Saruhanlı ilçesinde üretilen Sardis Şarapları da, tıpkı Malatya'nın Güzay'ı gibi yıllar boyu büyük üreticilere üzüm satan bir aileden. Şentürk ailesi önce kuru üzümcülükten şaraplık üzüm bağcılığına geçmiş, sonunda da kendi tesisini kurup Sardis adıyla şaraplarını çıkarmış. Şaraplar henüz alçakgönüllü ama 9 ila 20 liralık fiyatları da öyle...Yeni bağların çoğu organikYeni şarap üreticilerimizin büyük bölümünün ortak özelliği ise, bağcılıkta organik tarımı tercih etmeleri. Şarap zaten organik ve sağlıklı bir ürün ama bağın organik yetiştirilmesi, üzümlerin daha sağlam, bağışıklık sistemlerinin daha güçlü olmasını sağlıyor ve bu da şarabın lezzetine olumlu yansıyor.Kısacası, zeytinyağının 90'larda yaşadığı "atomizasyonu", şarap dünyamız 20 yıl gecikmeyle yaşıyor. Tıpkı eskiden yağlarını büyük markalara dökme satan küçük yağhanelerin kendi markalarını çıkarmaları, zeytincilerin de küçük yağhaneler kurmaları gibi, bağcıların da kendi tesislerini kurup kendi markalarıyla ortaya çıkmaları piyasaya renk katıyor, çeşitliliği artırıyor. Şimdi sıra, bu yeni ürünlerin iyilerinin marketlerin raflarına ve restoranların şarap listelerine girebilmesinde, şarapseverlerle buluşabilmesinde...
Milliyet
1,336,655
Yazarlar
Marco Polyanna Uzak Doğu'nun gizemli ülkesi Çin  Uzak Doğu ülkeleri hep gizemli gelmiştir bana,  ama özellikle çağlar boyunca yabancılara yasaklı olan şehirleri ve   komunizmi benimseyen ülkeler arasında yine en fazla dışarıya kendini kapatmış yakın geçmişi ile Çin  fazla vakit kaybetmeden görülmesi gereken ülkeler arasında yer alıyor.Daha Pekin'e iner inmez insan seli, bisiklet ve motor trafiği karşısında sersemliyorsunuz. Çin'de küçük şehir kalmamış, her yer kalabalık, yüksek binalar ile dolmuş. Aralarda tapınaklar, eski çin evleri nerede ise görünmez olmuş. Havaalanından bizi alan minibus ile kalabalık caddelerde sersemlemiş şekilde gezerek otelimize varıyoruz. Otelde yediğimiz akşam yemeği sadece Çin'de değil, pekçok ülke gezmiş olan bendenizin yediği en iyi Çin yemeği. Otelde kalmasanız  bile mutlaka bir akşam yemeğini China Club'da yemenizi tavsiye ederim.Yıllardır  görmeyi hayal ettiğim Çin Seddi'nin tepesindeyimÇin Seddi   ilk  durağımız.   Başlangıcı M.Ö.403 lere dayanıyor. 2500 senelik geçmişi olan bu görkemli yapıyı yıllardır görmeyi hayal ederdim ve nihayet duvarların üzerindeyim!!  Çin seddinin temeli 20den fazla ayrı ayrı krallık tarafından atılmış. Qin Shi Huang M.Ö. 221 yılında daha önceki krallıkların yaptırdığı duvarları birleştirerek uzatmış. M.Ö. 3. yüzyıldan M.S. 17. yüzyıla kadar Çinliler seddi uzatmaya devam etmişler.  Seddi onaran ve savunma amaçlı kullanan son hanedan Ming Hanedanı (1368-1644) olmuş.  Seddin yıkılmış olan kısımlarıyla birlikte uzunluğu 6.000 kilometreyi buluyor. Çin Seddi, 7 Temmuz 2007 tarihinde, Dünyanın Yeni Yedi Harikası'ndan biri olarak seçilmiş.Öğleden sonar meşhur Tiananmen meydanına gelerek görülmesi gereken binaları geziyoruz. Tiananmen Kulesi,  devrim kahramanlarının anıtları, Mao Zedong anıtı başta olmak üzere özellikle Çin devrimi üzerine pek çok eser var meydanda. Mao tüm halka duyurularını bu meydanda yapmış. Akşam Tiananmen Meydanı'nı çevreleyen sokaklarda kurulu açık pazarı dolaşarak gözümüzün kestiği bir restorana girip Pekin Ördeği yiyoruzYemek konusunda hamam böceğinden, yılana  kadar bir çok alternatif var.Yemek işi Çin'de pek kolay değil. Alıştığımız lezzette Çin yemeği bulmak imkansız.  Restoranların çoğu timsah, kertenkele, kaplumbağa, yılan, hamamböceği gibi canlıların yanısıra çeşitli balıkların da yer aldığı bir yığın akvaryumu barındıran çok büyük mekanlar.  Atmosfer olarak çok soğuk, hemen ye ve kalk dedirtiyor.Yıllarca hiç bir yabancının giremediği Yasak ŞehirSabah ilk durağımız yıllarca hiç bir yabancının giremediği Yasak Şehir (Forbidden City) Yasak Şehre güney kapısı olan Meridean Kapı'sından (Wumen)  giriyoruz. Eski Çin imparatorları Tanrının çocukları olduklarına ve dünyanın merkezinde yaşadıklarına, meridyen çizgisinin de bu kapıdan geçerek Yasak Şehre girdiğine inanırlarmış. Yasak Şehir Ming ve Qing hanedanlarının yaşadığı saray. Dünyadaki en büyük saray kompleksi ve tam 9.999 odası var.İkinci durak Cennet Tapınağı. 1406-1420 yılları arasında inşa edilmiş, 1998 yılında Unesco tarafından koruma altına alınmış. Mimari anlamda dünyanın en önemli başyapıtlarından biri olarak biliniyor. Tapınakta dünya bir kare, cennet ise daire ile simgelenmiş.Hanedana yakın olanlar Yasak Şehre, halk Hutong'aÖğlen Hutong'a , yani eski Çin mahallesine bisikletle çekilen arabalarla gidiyoruz. Eski çağlarda Yasak Şehir'de yüksek statüde ve hanedana yakın olan kişiler, aristokratlar,  Hutong'da ise esnaf, sanatcılar, tüccarlar ve geri kalan halk yaşıyormuş. Daha yukarı tabaka olan Tüccar ve sanaatkarların evleri ve bahçe tasarımları çok renkli ve özenli. Bu sayede kimin ne iş yaptığı hemen anlaşılıyor.Oradaki evlerden birine konuk olup öğlen yemeğimizi yiyoruz. Yemekte   alışık olduğumuz hiç bir çin yemeğini bulamıyoruz. Değişik tatlardan hoşlanmıyorsanız aç kaldınız demektir. Yanınızda krikrak, büsküvi getirmeyi unutmayın. Akşam yemeği yine bir macera. Bu sefer artık iyice fantaziye kaçarak, yılan ve kaplumbağa yemeğe karar veriyoruz. Canlı orta büyüklükte bir yılanı gözümüze kestirip onu pişirtip afiyetle diyemeyeceğim ama yiyoruz. Yemek sonrası Çinlilerim meşhur savaşma sanatının ve uçan savaşçılarının sergilendiği 'Marshall Art' gösterisine gidiyoruz. Bence Çin'de  mutlaka görülmesi gereken şeylerden biri, tek kelime ile mükemmel.Sabah erkenden Guilin'e uçuyoruz. Reed Flute mağarasını ve Çin paralarının üzerinde bulunan Fil Hortumu kayasını (Elephant Trunk Hill) geziyoruz. Şehir yine çok kalabalık. Yemeğimizde bu sefer balık tercih ediyoruz. Yatmadan arılar gibi bir yığın Çinli gencin çalıştığı bir sağlık merkezinde ayak masajı yaptırıyoruz.Guilin'deki ikinci günümüzde Türkiye'de de oynayan 'Boyalı duvak- Painted Wail' isminde bir film nedeni ile görmeyi kafaya koyduğum gölü tekne ile geziyoruz. Gölün tüm çevresi  girdili çıktılı, sivri kayalık ve tepelerden oluşuyor. Sürekli sis altında olan bölge herşeyi ile inanılmaz mistik. Bu olağanüstü manzarayı seyrede seyrede  60 km tekne ile giderek Yangsuo şehrine varıyoruz. Yolda yılan şarabı  içiyor ve yine kaplumbağa yiyoruz.Yangsuo festival nedeni ile çok kalabalık.  Bu küçük kasaba bile çok gelişmiş. Bisiklet kiralayarak tüm çevreyi geziyor, Guilin'e dönüşü araba ile yapıyoruz. Çin yemeklerinden ümidi kesip bir Japon Lokantasında soluğu alıyoruz. Tabii yatmadan önce ayak masajını olmayı ihmal etmiyoruz.Terracota AskerleriSabah Xian'a uçuyoruz. Burada Terracota askerleri var. MÖ 200 lerden Qin Dynasty döneminden kalan gerçeğe uygun boyutta 8500 asker., binlerce at ve araba. Bu hazine 1972 yılında bulunuyor ve bence en enteresan olan tarafı  korunuş şekli. Eserlerin  üzerine  16.300 metrekarelik kapalı alanı olan  bir şehir kurulmuş. Hala kazı devam ediyor. Kalıntıları bulan köylü hala müzede yaşıyor. Kendisine kitap imzalatıyoruz.Maalesef, kalabalığın içerisinde şakın dolaşırken cüzdanımız çalınıyor. Akşam hem parasızlık hem de  alıştığımız tada hasretten McDonalds yiyor ve Starbucks'da kahvelerimizi içiyoruz.Sabah yağmur altında  Eski Xian şehrini  saran 15 km  duvar üzerinde iki saat kadar bisiklete biniyoruz. 2000 yıllık tarihi ve zengin hanedanların izlerini görmek açısından tarih Müzesi görülmesi gereken yerlerden biri. Çin'de budizmi geliştiren kişinin anıldığı  Wild Goose  Pagoda isimli tapınağı ve son olarak Çin mimarisi ile yapılmış 'Büyük Camii' adlı  camii yi geziyoruz. Açık Pazar alışveriş için en uygun yer. Otele dönüş yolunda  dayanamayıp kendimizi açık pazara atıyor ve alışverişe kaptırıyoruz.. Akşam Tang Hanedanı döneminin   kültürel yapısını anlatan dans ve showları izliyoruz.  Yemek de  programa dahil,  dumplig (bir çeşit sulu makarna) yiyoruz.Son günümüzde   Xian'a 70 km mesafedeki Huashan dağına tırmanıyoruz. 12 km lik dimdik bir patikadan, çoğu yeri iplere tutunarak geçtiğimiz, uçurum kenarlarında devam eden yolu , nereden bu işe giriştiğimize söylene söylene üç saatte çıkıp iki saatte iniyoruz. Yürüyüş meraklısı bendeniz dahi , uçurumlar karşısında isyan ediyor. Dağa farklı yönlerden tırmanılabiliyor, biz nispeten kolay olan Doğu yönünden tırmanıyoruz. Google da videolarına girerek farklı yerlerden nasıl tırmanılabildiğine de bakmanızı tavsiye ederim. Uzun süre rüyalarımdan eksik olmadı Huashan Dağı.Çin gez gez kolay  bitecek bir ülke değil, uzak ve yakın tarihi, alışılmışın dışında kalabalık nüfusu ve yeni yeni turizme açılan yapısı ile bize 'mutlaka tekrar gelin' diyor.AJANDAÇin1. gün İstanbul-Pekin  23:20-13:20  TK0020, şehir turu Chine Club Pekin 'de konaklama                                                              2. gün  Çin Seddi  , Tianenmen Meydanı, Chine Club Pekin 'de  konaklama                                                               3.  gün Yasak Şehir (forbidden city), Cennet Tapınağı(Temple of Heaven), Hutong (Eski Pekin), Chine Club Pekin 'de konaklama                                                              4. gün   Pekin -Guilin   7:25-10:25  CA1311,  Gemi ve Bisiklet turları,  Guilin'de Otel Bravo'da konaklama                  5. gün  Yangshuo , Tekne ve bisikletle şehir turu, Guilin Otel Bravo'da konaklama                  6. gün  Guilin-Xian    10:35-12:20  MU2330  Xian şehir gezisi, Xian Bell Tower Otel'de konaklama.7.gün  Xian Terracota askerleri,Tomb of Qin Shi Huang, Xian Bell Tower Otel'de konaklama.8. gün  Huashan Dağı'na gidiş ,Xian-Pekin 19:25 - 21.00, Pekin-İst 23:55 4:25 İstanbul'a varışFiyat : İst-Pekin- İst uçuşu dahil  kişi başı  2800 USD  (Uçak bileti kişi başı 945 USD)(Çok özel ayarladığımız China Club Bejing Otel kişi başı 350 USD fiyata dahil)Tur Şirketi: Jules Verne Travel & Event  Tel :+90-0212-266 6363,  Fax: +90-212-266 98 30Büyükdere Caddesi No.112 Esentepe,Şişli - Istanbul TURKEYhttp://www.julesverne.com.trTuk tuk adı verilen bisiklet arabalarXian açık pazarıÇin SeddiXian Kalesi'nin surlarında bisiklete biniyoruz.
Milliyet
1,342,792
Yazarlar
Son durum Nedir bu makaron sendromu? Vur deyince öldürmeye bayılıyoruz. Son zamanlarda yurdumda bir makaron çılgınlığı yaşanıyor. Sanki hepimiz makaronla doğduk, büyüdük, onsuz yaşayamayız. İyi ki, birkaç pastane güzel makaron yapıyor dedik. Güzel derken de bizde olmayan bir şey olduğu için, o şartlar altında değerlendirdik. Yoksa pekala makaronun baklava kadar tatlı bir şey olmadığını ya da fıstıklı makaronla fıstıklı baklavanın içinin aynı olmaması gerektiğini biliyoruz.İki günlük ömrü varŞimdi Laduree'nin de bayram sonrası Bebek'te açılmasıyla makaron durumuna yeni bir boyut daha ekleniyor. Laduree'yi Fransa'ya adım atmış her tatlı düşkünü gibi ben de çok severim. Bu yüzden makaronların Paris'ten getirileceği açıklanınca şaşırdım. İki günlük ömrü olan bir yiyecek nasıl Paris'ten getirilecek, gümrüğe falan hiç takılmayacak mı, neden İstanbul'da yapılamıyor merak ediyorum. Bayramda Baylan Pastanesi'nin kilosu 100 TL olan makaronları nasıl peynir ekmek gibi sattığını ekonomi sayfalarında okumuşsunuzdur. Bu arada Baylan'ın kaç yıllık meşhur 'Kup griye'si de güme gidiyor tabii. Ee, devir makaron devri. Bir özentidir tutturmuşuz.Neşeli ve bademli beze!Peki ama nedir bu makaron? Bu kadar dağ deve bir şey midir? Büyük bir ihtiyaç mıdır? Bir tür bademli beze işte, farklı renkleri ve tatlarıyla neşeli bir hali var. Fransa'ya özgü bir lezzetken şimdi İstanbul makaroncudan geçilmiyor oldu. Tabii ki hiçbiri Laduree'nin eline su dökemez. Ama biz daha doğru dürüst poğaça yapmayı beceremezken, Bebek'te iyi bir poğaça yiyecek yer bulamazken karşı karşıya makaroncuların olması iyi bir fikir mi? Üstelik Laduree'yi Türkiye'ye getiren Hacı Bozanoğulları gibi güçlü bir marka. Paris'in göbeğinde nasıl baklavacı açılmıyorsa, İstanbul'da da bu kadar çok makaroncu olması çok gerekli bir şey mi, tartışılır. Yine de büyük konuşmam, Laduree açılınca gider makaronumu da alırım.Artık yurt dışına   gitmek  için neden yok!Tabii küreselleşmenin getirdiği bir sonuç bu. Her marka Türkiye'ye artık bayılarak geliyor. Burada yaptıkları ciroları başka ülkelerde yapamadıklarını söyleyip duruyorlar. Nötr markaların gelmesi çok doğal. Ama yerel bir lezzetin her yerde olması gerekmiyor.Düşünsenize, şimdi Paris'e gidince ne yapacaksınız? Ne bir pastaneye gidip bir tek orada bulabileceğiniz şeyleri yiyebileceksiniz, ne de bir müzeye gidip çok özel bir sergi gezecebileceksiniz. Çünkü artık her şey her yerde var. Her şey sürekli ayağınıza geliyor. Ve bütün bunlar olurken yerel özelliklerinizi kaybederseniz sıradan bir metropol olursunuz. İşte bu yüzden bizden birileri çıkıp yerel lezzetlere sahip çıkmalı. Sanki biz bunları çoktan aşmışız da, herkes kendi alanında süper başarılıymış gibi Fransız tatlılarıyla uğraşacağımıza biraz da kendimize bakalım. Böyle  giderse yakında kendimizi  unutacağız.Rüyalarıma giren güne üç kala!İki hafta önce H&M açılışının üzerine bir de H&M showroom'una gittiğimden beri belli aralıklarla aynı rüyayı görüyorum. Kan-ter içinde uyanıyorum. 'Oh geçti' diyerek sakinleşiyorum. Peki ama ne mi görüyorum? Hiç değişmiyor. H&M'in açılış izdihamıyla 'Lanvin for H&M' koleksiyonunu birleştirmişim. Bu sefer Alber Elbaz'ın tasarımı elbiselerin peşindeyim.  Malum bu sezon H&M'in bombası Lanvin koleksiyonu. İlk defa bir başka markanın özel koleksiyonu bu kadar geniş tutulmuş. Ayakkabılar, çantalar, kolyeler, elbiseler, yere kadar uzanan sahte kürk (-ki New York'ta defile sonrası davetlilere özel açılan pop-up shop'ta tükenmiş bile!), paltolar, tişörtler, ne ararsanız bu koleksiyonda var. Benim favorim omuzundaki detaylarıyla mor bir elbise ve siyah fırfırlı tek omuz bir elbise. Erkeklere özel bir koleksiyon da hazırlanmış. Smokin ceketleri çok başarılı. Koleksiyonun tamamını H&M'in internet sitesinden inceliyor sonra    23 Kasım'da satışa çıktığında bihaber olmuyorsunuz.Sona kalan dona kalır!23 Kasım Salı günü iş ya da okul kırılıyor, Forum İstanbul'da sabah 08.00'de kuyruğa giriliyor, 10.00'da mağaza kapılarını açıyor. Müşteriler özel bilekliklerle, 20 kişilik gruplar halinde içeri alınıyor. İçeride               20 dakikanız var. Aynı üründen farklı beden de olsa birden fazla alamıyorsunuz. Daha önce böyle özel bir koleksiyonda bir müşteri her bedenden toplayıp internette daha yüksek fiyatlara satmış. Bunu engellemek için H&M önlem alıyor şimdi. Ee, haksız değiller. Ama bu demek oluyor ki, 23 Kasım'da çok hızlı hareket etmek gerekiyor. Elbiseleri denemeyi falan unutun. 20 dakikada alabildiğinizi alacaksınız. Çünkü bu koleksiyon sınırlı ve iyi parçalar hemen tükenecek. Zaten oje bile, 'sold-out' oldu mu bittiniz! Artık her ne pahasına olursa olsun onu edinmek isteyeceksiniz. O yüzden siz beni dinleyin, 'Lanvin for H&M' sizi heyecanlandırıyorsa pazartesi akşamı erkenden yatın, salı sabahı erkenden Bayrampaşa Forum'da sıraya girin. Sona kalıp dona kalmayın!
Milliyet
1,346,007
Yazarlar
PROF. KAYHAN ERCİYEŞ'le 40 yıl kadar sonra bir tesadüf sonucu haberleştik. Eğer telefonla görüşmeseydik, 'nın ikinci en büyük 'Sensör Ağları Araştırma Grubu'nun 'de olduğundan haberim olmayacaktı. Bornova 'ndeki çocukluk yıllarından tanışırız Kayhan Erciyeş'le. Hatta okula ilk başladığım gün, ilk tanıştığım kişi olarak da bende özel bir anısı vardır. Bir süre önce Erciyeş'in danışmanlığında dünyanın en hızlı sensörlerinin yazılımı geliştirildi. Halbuki 1967 yılı sonbaharında yatılı okuldaki o ilk pazar akşamı biz konuşurken, daha televizyonla bile tanışmamıştı. Bilim ve teknolojide insanlığın bugün ulaştığı noktayı ve Erciyeş'in de kendi alanında buna katkısı olacağı aklımıza bile gelmezdi. Aslında İzmir'e uluslararası bilim dünyasında büyük prestij kazandıracak çok önemli gelişmeler oluyor. Ama kısır çekişme ve kavgalardan çoğunu ıskalıyoruz. Hareketli cisimleri takip eden sensörleri dünyada en yüksek hıza ulaştıran İzmir'de geliştirildi. Halen dünyada en gelişmiş sensörler saniyede 30 metre/hız ile cisimleri takip edebiliyor. İzmir'de geliştirilen yazılım ise bu hızı üç buçuk katına çıkarıp saniyede 100 metre/hıza ulaşıyor.  Mutlaka "Bunun bizim günlük hayatımıza ne yararı var?" diyenler olacaktır. Bu sensörlerden; askeri alandan teröre, depremden sağlığa kadar her yerde yararlanılıyor. İzmir  Üniversitesi Rektörü Prof. Kayhan Erciyeş'in danışmanlığında yazılımı geliştiren Celal Bayar Üniversitesi araştırma görevlisi Dr. Ayşegül Alaybeyoğlu, bakın neler diyor: "Askeri alana bakacak olursak, 1 TL'lik metal para büyüklüğünde sensörler dağlık alanda 200 ile 400 metre aralıklarla yerleştirilerek sensör ağı kuruluyor. Sınır bölgelerine yaklaşan yabancı cisimler, kişi ve araçlar sensörler aracılığı ile merkeze iletiliyor. Sensör ağları savaş alanı ve düşman askerini izleme, terörist ve bomba tespitlerinin yanı sıra, , sel, depremi erken algılama, biyolojik ve kimyasal tespitler, uzaktaki hastanın sağlık durumu takibi, doğal yaşam izleme akıllı binalar gibi birçok alanda kullanılabiliyor."  Prof. Erciyeş ise 100 metre/saniye hızının dünyada  bugüne kadar yapılan araştırma-geliştirme çalışlarında ulaşılan en yüksek hızın çok üstünde olduğunu söylüyor. Bu hızın, çok hızlı hareket eden modern bir helikopterin hızına denk olduğunu  söyleyen Erciyeş "İki kilometre uzaklıktaki bir cismi göremezsiniz ama sensörlerle takip edebilirsiniz" diyerek gelişmenin mükemmelliğine dikkat çekiyor. Prof. Erciyeş, çalışmanın en büyük avantajının ise olduğunu belirterek, "Bugün bir sensörün fiyatı 30-40 civarında. 200-400 metre arasında algılama yapıyor. 25-30 tanesi 1 kilometrekarelik bir alanda inceleme yapabiliyor" diyor. Hep söylüyorum Türkiye bundan sonraki sıçramasını ancak bilim ve teknolojiye yatırımla yapabilir. Eğer önü açılırsa bunun için yeterli beyin gücüne de fazlasıyla sahip...
Milliyet
1,347,018
Yazarlar
Nobelli 'parazit'i ne yapmalı? Nobelli yazar, "sömürge aydını" V.S. Naipaul'ün Türkiye'ye davet edilmesi tartışması sürüyor. Protestoyu abartılı bulduğumu yazdım. Hilmi Yavuz'dan şık bir cevap geldiFikirlerini beğenmediğin, kınadığın, hatta nefret ettiğin bir ismi protesto etmek sivil haktır, evet. Fakat Naipaul'le aynı masada oturup konuşmak,           fikirlerinle onu köşeye sıkıştırmak varken bu küstüm çiçeği hareketlerine de hiç gerek yok... Üstelik iş,       kişisel bir tepkiden, bazı yayın organlarının gayretiyle boykot, hatta linç kampanyasına dönebilir. V.S Naipaul'e verilen tepkinin aşırıya kaçtığını, hatta aforoza kadar      gideceğini dün 'Müslümanlığa hakaret' başlıklı yazımda belirttim. Salı günkü muhafazakar basın manşetlerine bakalım: Yeni Şafak gazetesi, V.S. Naipaul tepkisinde her gün çıtayı yükseltiyor. Birinci sayfasına 'Nobelli parazite aydın öfkesi' başlığı atılmıştı. Milli Gazete daha da çirkinleşerek        meseleyi alenen faşizme döktü: "Gelmesin bu gavur!" Vallahi adamı ellerine geçirseler kıtır kıtır kesecekler! Zaten bu tepkilerden korkup gelmemesi an meselesi.Hoca'dan mektup varMüslüman aydınları harekete geçmeye çağıran isim ise Zaman gazetesi yazarı, akademisyen, şair Hilmi Yavuz olmuştu... Hilmi Hoca'yı yazımda eleştirdim, fakat kendisi ne kadar zarif biri olduğunu yolladığı e-mail'le (e-mail? Hay sömürgecinin dili!) gösterdi. Yavuz, bugün yayınlanacak yazısını da sağ olsun paylaşmış. 'Naipaul ve bir kısım Türk entelijensiyası' yazısından alıntılıyorum: - "Elbette herkes dilediğini düşünmekte özgürdür ve buna kimsenin karışmaya elbette hakkı yoktur. Ben, bir okuryazar olarak görevimi yaptığımı ve Naipaul'un sadece bir İslam düşmanı değil, ama aynı zamanda kolonyalist ve emperyalizm yanlısı bir kimlik olduğunu düşünüyorum ve ben de bu konudaki düşüncelerimi özgürce söyleme hakkına sahip olduğumu sanıyorum."-"Sevgili hoşgörücü dostlarımın beni de hoşgörmelerini diliyorum, ama bu gerekçe bana fena halde komik görünüyor. Naipaul'la nasıl bir diyaloğa girilecek? Hazret, bu konuda bir diyaloğu kabul edecek mi?"Yılışık bir oryantalizm-"Bunun bir 'hoşgörü' değil, 'Ressentiment'  olduğunu yazdığım için eleştirenler oldu. Evet, bu tavır, bir 'Ressentiment' tavrıdır. Avrupa medeniyeti karşısında ezik, iktidarsız ve çaresiz oluşun, güçlünün karşısındaki aşağılık duygusunun getirdiği, 'bükemediğin eli öp!' tavrı! Yılışık bir Oryantalizm!"-"Naipaul, bir turnusol kağıdı. Naipaul, bilinçdışıları, Avrupa medeniyetinin tek ve mafevk medeniyet olduğuyla yapılanmış zihinleri ile -tıpkı ve tastamam onun gibi-, kendi yerli ve madun (subaltern) kimliğinden tiksinen bir kısım Türk entelijensiyası için 'dialoga girilecek' ideal bir muhataptır."Fikirlerinizi çarpıştırınTamam... Hilmi Hoca'nın 'ressentiment' ve 'yılışık oryantalizm' olarak tarif ettiği meselelerin üzerinde düşünmeli, tartışmalıyız. Ne yazık ki bu şık tanımlamalar da linç kampanyasının aracı olmak üzere, itirazım buna... Kaldı ki V.S. Naipaul gelmeden, onun adına düşünüp onun ağzından konuşmanın hiçbir manası olduğunu zannetmiyorum. Yavuz gibi, bu ülkede eşine ender rastlanan entelektüellerin, protesto etmek yerine Naipaul'ün karşısında fikirlerini çarpıştırmasını hâlâ ümit ediyorum... Protesto, isyan, 'nefret etme hakkı' vs. diyerek gidilen bu yol, ne yazık ki bazıları tarafından nefret diliyle yazılıyor. O yol, eninde sonunda faşizme çıkıyor. YAŞAR KEMAL NE YAPACAK?Avrupa Yazarlar Birliği'nin diğer onur konuğu Yaşar Kemal. Büyük edebiyatçı, bu konuda şimdilik sessiz kalmayı yeğliyor. Ancak yakın çevresinden aldığım bilgiye göre Naipaul'ü protesto etmeye niyeti yok, toplantıya katılacak.
Milliyet
1,346,014
Yazarlar
TANER ŞAHİNER: Eşiniz kurs döneminde yaşlılık, malüllük ve ölüm aylığı için pirimi yatırmadığından sadece sağlık pirimi yatırıldığından bu süreler emeklilikte değerlendirmeye alınmaz. Ancak, eşinizin Bağ -Kur sigortalılığının başlangıç tarihi sigortalılık başlangıç tarihi olarak esas alınır. Bu durumda eşinizi isteğe bağlı Bağ- Kur sigortalısı yapabilir ve daha önceki Bağ- Kur sigortalılığı ile birlikte 3 bin 240 günü tamamladıktan sonra isteğe bağlı Bağ -Kur sigortalılığına son vererek 3 yıl 6 ay (bin 260 gün) zorunlu 'lı olarak pirim ödedikten sonra 4 bin 500 toplam gün sayısı ile      58 yaşını da doldurması halinde SSK'dan yaşlılık aylığı talebinde bulunabilecektir. HAKAN KARATAŞ: Sigortalılık sürelerinizin toplamı SSK'dan emekli olabilmeniz için yeterli.Ancak      52 yaşınızı dolduracağınız tarihte SSK'dan emeklilik talebinde bulunabilecekseniz de bundan böyle sigaortalı çalışmalarınızda ödeyeceğiniz pirime esas kazanç tutarlarınızın yüksek olması bağlanacak emekli maaşlarınıza katkısı olacaktır. AYSEL AKAY: Kendi SSK'dan emekli maaşını almaktayken kocasının ölümüyle dul kalan kadın ölen kocasının emekli maaşını yüzde 50 oranında dul aylığı alabileceği gibi emeklisiyken vefat eden babasının aylığından tercih de edebilecektir. İSMAİL KAYAN: 1 Haziran 2010'da yürülüğe giren 5997 sayılı kanununun 14. ve 19. maddelerine göre farklı statülerde görev yapan devlet memurlarının birleştirilen hizmet süreleri üzerinden kendilerine aylık bağlanması halinde son statüsünün yine devlet memuru olmak şartı gerekmektedir. Bu nedenle söz konusu yasa, sizin durumunuzda emekli olanlar için lehte bir hüküm getirmemiştir.   SERAP ÇAĞLAR: İlk doğumunuzu yapmadan önce SSK'lı çalışmanızın bulunması nedeniyle 720 gün doğum borçlanması yapabilirsiniz. İkinci doğumunuzdan önce devlet memuru olmanızdan dolayı ikinci doğumunuz için borçlanma yapamazsınız ancak, ücretsiz izinli olduğunuz süreleri borçlanabilirsiniz. Bu    durumda emeklilik hakkını elde edebilmeniz için SSK, borçlanma ve memuriyette geçen sürelerinizin      toplamını 7 bin 200 güne tamamlamanız gerekecektir.
Milliyet
1,321,013
Yazarlar
DOĞRUSU, Türkiye Amerika'dan bir başka görünüyor. Amerika durağan, steril, ihtiyar gördüğü Avrupa'yı büyük oranda gündeminden çıkarmış. Genç, büyüyen, dinamik ekonomilere ilgi duyuluyor. Çin, Uzakdoğu'nun hızlı büyüyen ekonomileri, Hindistan, Rusya ve Amerika'nın gündeminde. Ekonomi ile ilgili yazıların merkezinde bunlar var. Geçmişte Türkiye'nin gündeme gelmesi ancak olumsuz olaylarla mümkündü. Ama bu sefer Türkiye'nin yükselen ülkeler arasında yerini almış olduğunu izledim. Türkiye gerek ekonomik büyümesi ile gerekse İstanbul'un kültürel zenginlikleri ile sık sık basında ve TV programlarında olumlu olarak yer alıyordu. Orada bulunduğum 3 hafta içinde Wall Street Journal'da, Washington Post'ta, Time Dergisi'nde, The Economist'te ve Charlie Rose adlı TV pogram yapımcısının kendi adıyla yapıp sunduğu çok izlenen ciddi  söyleşi programında Türkiye vardı. Bir de Citibank'ın İstanbul'u tema alan mükemmel yapılmış "advertorial" uzunluğundaki reklam programı da bizim için kıvanç verici idi. The Economist dergisinin resmi görüşünü yansıtan uzun makalede, Avrupa'da ve Amerika'da Türkiye aleyhine sık tekralanan görüşler teker teker ele alınıyor ve çürütülüyordu. Makalenin kapanış  cümlesinde de bu yazılanların Economist'in resmi görüşü olduğu açıkça vurgulanıyordu. Ciddiyeti ile tanınan Ekonomist'ten böylesine açık bir desteğin sık görülen bir olay olmadığını vurgulamalıyım. Charlie Rose ise şöylesi için çağırdığı politikacıları köşeye sıkıştırıp zorlaması ile tanınan bir sunucu. Ancak programına çağırdığı Dış Ticaretten Sorumlu Devlet Bakanı Zafer Çağlayan'a Türkiye'de olsa "Çanak" diye tanımlanabilecek sorular sordu. Cevaplar zaman zaman sorulan soru ile ilişkisiz olsa da üzerine gitmedi. Besbelli ki Türkiye'ye sempati ile yaklaşıyor, zorlamıyordu.Bu olumlu yaklaşımlar Türk ekonomisinin ve tabiidir ki diplomasisinin gösterdiği başarının sonucu olabilir ya da Amerika'da Türkiye'nin medya ilişkilerini yürüten şirketlerin başarısı olabilir. Bunu bilmiyorum! Ama konuya sadece bu açıdan bakıldığında  en azından Amerikan kamuoyunda Türkiye'nin havası benim orada olduğum sürede eskiye oranla ciddi boyutta olumlu  idi. Bundan mutluluk duydum.Değerli okurlarım, ne olurdu sanki iktidar Cumhuriyet'in kuruluş ilkelerine bağlılığını Türkiye'de de kimsenin kafasında endişe bırakmayacak şekilde eylemleri ile kanıtlasaydı. Anketler apaçık gösteriyor ki bu endişeler eğitim seviyesi ile paralel artıyor. Bu endişeleri CHP ya da MHP yandaşlığı ile eşleştirmek doğru değil. Geçmişte AKP'ye  oy verenlerin de eğitim seviyeleri ile bağlantılı olarak bu endişeleri taşıdığı ortada.  Çok iyi anlamalıyız ki Batı'da laiklik; yani kiliselerin, devleti sivil kanun ve kurallarla yönetilmek üzere rahat bırakmaları, dindarlarla dini yönetime karşı olanların mücadelesi sonucu tarih sahnesine çıkmadı. Hıristiyanlık'ta, Calvinizm ve Lutheranlık gibi Prostestan mezheplerin ortaya çıkarak yönetimden pay istemeleri sonucunda ortaya çıktı. Katolikler ile bu mezhepler arasındaki tükenme bilmeyen çok kanlı inaç ve iktidar savaşları sonucunda özellikle Katolik ve Protestan kiliselerinin devlet yönetimini sivil kurallara bırakmaktan başka bir çare bulamamalarıdır laik yönetimi getiren.Tarihten ders almalıyız değerli okurlarım.
Milliyet
1,325,006
Yazarlar
DEMOKRATİK toplumda bir sorun devam etsin ama ayağına basılanlar sussun, kimse gündeme getirmesin; bu olmaz işte.Bakın, otuz yıllık türban sorunu nihayet CHP'nin de gündemine girdi, CHP'nin surlarında da bir gedik açıldı!Kılıçdaroğlu'nun iyi niyetine inanıyorum ama CHP'deki 'antik aydınlanma uleması' onu rahat bırakmıyor.Kılıçdaroğlu ekibinden zannettiğimiz CHP'li Hakkı Suha Okay bile yine "türban siyasi simgedir" diyor! CHP böyle otuz yıllık ezberleri tekrarlayarak mı geniş kitlelere ulaşıp onların oylarını alacak?!Bu işin siyasi tarafı...Sosyolog gözüyleTürban eski köylü Türkiye'de niye yoktu? Niye otuz yıldır bunca baskıya rağmen yok edilemiyor?Bu meselenin otuz yıldır var olmasının sebebi, sosyolojik bir zemine dayanmasıdır; o zeminin adı modernleşmedir!CHP'deki 'aydınlanma uleması'nın biraz zihin egzersizi yapması için sosyolog Sayın Sencer Ayata'nın sözlerini buraya alıyorum:"Bazı sosyologların, Taha Akyol gibi yazarların, türbanın bir şehirleşme, modernleşme olduğu tezi var. Türban geleneksel toplum ilişkilerinden kopuştur, buraya kadar katılıyorum. Ama AKP ile yükselen türban burjuvazisi, kendi kültürünü oluşturmadı. Örnek aldığı laik burjuvazinin kültürüdür... Laik kültür modeli hedef alındıkça dini konularda, türban konusunda da ılımlılaşma eğilimi ortaya çıkıyor." (Murat Yetkin, Radikal, 29 Eylül 2007) Öyle ise, türbanlı kızların suçu "laik burjuva kültürünü örnek almaları" mıdır?! Nineleri gibi köylü, mahalleli, kasabalı mı kalsalardı?! Yahut Türk toplumunun modernleşme, yani eğitim, kentleşme, piyasa, dışa açılma düzeyi İran ve Pakistan seviyesinde mi kalsaydı?!Cemevlerini ortaya çıkaran da aynı modernleşme dinamikleridir.Modern toplum ister istemez çoğulcudur. Başını açan da örten de, punkçı da olur... Dindar da, ateist de, eşcinsel de olur... Herkes kendi hayatını yaşar. Modern hukuka göre de kimse kimseye karışamaz.CHP her şeyden önce "modernleşme"yi incelemelidir.YÖK kararıGelelim YÖK'ün İstanbul Üniversitesi'ne yazdığı yazıya; kızları sınıftan atmayın, tutanak tutun, dekana bildirin diyor...Anayasa Mahkemesi'nin türban yasağı kararı vardır ve  herkesi bağlar, YÖK'ü de bağlar.Peki uymayan hakkında nasıl bir yaptırım uygulanır, yaptırım için yetkili merci neresidir? Kararda bunların cevabı yok!Hukuk devletinde kimse kendini yetkili kamu mercilerinin yerine koyup genel bir mahkeme kararının 'infaz'ını yapamaz. Kaldı ki, türbanla derse girmenin yaptırımı nedir? Uyarı mı, bir hafta okuldan uzaklaştırma mı, yoksa okuldan atıp hayatını yakmak mı?Bugüne kadar tesettürlü kızları okula sokmamak veya sınıftan atmak "fili durum"du. YÖK'ün yazısı bunu 'genel disiplin hükümleri' içine çekiyor: Kızı dışarı atmayacaksın, tutanak tutup disiplin işlemi yapılması için dekana bildireceksin...Sonraki süreç, disiplin yönetmeliğine ve disiplin kurullarına bağlı.Sayın Kılıçdaroğlu, artık bu köhnemiş türban yasağını hukuken de kaldırmanın zamanı gelmedi mi?! Bu konuda duyarlı olan milyonlar size müteşekkir olsun...
Milliyet
1,343,655
Yazarlar
BAYRAM bitti.Yarın, marş marş işe.Canınız sıkılıyor değil mi?Benimki sıkılıyor.Bu yazıyı döktürüp gazeteye gönderdikten sonra yola çıkacağım.Yok canııım, aklınıza gelen gibi değil, bayrama has gezi turlarından memlekete avdet etmiyorum.Çeşme'den eve döneceğiz.Bilgisayarda sayfayı açtım. Boş sayfa bana bakıyor, ben boş sayfaya bakıyorum. İçim kararmış, ben bu sayfaya ne yazayım?Türban yazsam içiniz bayılır. Zaten o iş tamam. YÖK Başkanı, "Var türban, yok sorun" deyip son noktayı koydu. Üniversitelerde türban serbest. Mesele ilkokulların ne olacağı. Birinci Leydi, o işi çözeriz buyurmuşlar. İlkokulda türban olmazmış. İçimiz rahatladı, Allah kendilerinden razı olsun. Başbakan bunu duyunca "Ben o konuda kişisel düşüncelerimi söylemiyorum" dedi. Seçimden sonra her şey hallolacakmış. Ben daha pratik düşünüyorum. Türban sorunu ülkenin gündeminden sonsuza kadar düşmeli. Kız çocuklarına doğar doğmaz türban takılır, iş biter.Nasıl çözüm ama? Akıllı adamımdır vesselâm.* * *Tamam.Bayıldınız.Başka konular da var. Başka akıllarım da var. Aha aklın birini tartışmaya açıyorum.Okullarda çocuklarımız ülke gündeminden, ülke sorunlarından uzak, kuru bilgiler öğreniyorlar. Çocukları hayatın içine alan dersler okutalım diyorum.Meselâ, Başbakan'ın söylev demeçleri ile Ana Muhalefet Partisi Lideri'nin grup toplantılarında yaptığı konuşmaları çocuklara ders olarak okutulsun.Olur diyenler parmak kaldırsın.Ne kadar demokratım değil mi? İtiraz eden aziz kardeşlerim, tamam sizin dediğinizi de yaparız. Belediye başkanlarının seçim vaatlerini de "yapılanlar -yapılmayanlar" diye ikiye ayırır, seçmeli ders olarak okuturuz.Beğendiniz herhalde çok güzel akıl, değil mi? * * *Yazının burasına gelince bilgisayarın vuruş sayısını gösteren çubuğuna baktım. Daha 1489 karakter yazmışım. Köşenin dolması için, yaklaşık 2000 karakter daha yazmam lâzım. Tamam yazayım ama, bunun için torbadan diğer akıllarımı da çıkarıp ortaya dökmem gerekiyor.Bütün akıllarımı bu yazıya dökersem hafta içinde ne yapacağım? Amaaan dedim,"Kar yağdığı gün tozarmış." Madem vatana millete faydalı akıllardan bir tutam aranjman yapacağım, hiç olmazsa araya canlı çiçek de koyayım da mis gibi kokan bir buket çıksın ortaya. * * *Altmışlı, yetmişli yıllarda "İçinde yaşadığı toplumdan ve dünyadan sorumlu aydın" diye bir kavram vardı. Öğretmenler, genç subaylar, doktorlar, avukatlar, mühendisler, gazeteciler falan bütün okumuş yazmış takımı halka adanmışlık duygusu yaşardı. Gençler arasında, para kazanmaya çalışmak, iş kurup zengin olma projeleri yapmak falan garipsenirdi. Tayin isteyen öğretmenler, doktorlar tayin dilekçelerine "Türk Bayrağı'nın dalgalandığı her yerde görev yapmaya hazırım" falan yazarlardı.Attilâ İlhan'ın senaryosunu yazdığı, siyah-beyaz TV'de oynamış bir dizi vardı."Yarın Artık Bugündür" bu, adanmışlığı çok güzel anlatır. Niye anlatıyorum bu geçmiş zaman hikâyelerini biliyor musunuz?Size akıl vermek için.Bu adanmışlık duygusu yaşayanlar, özellikle 68 kuşağı heder oldu, gitti.Türkülerde, kitaplarda, TV dizilerinde anlatılsalar da kıymeti yok.Toplumu değiştirip, geliştirip, güzelleştirme hevesleri yok edildi.Kimler kaldı geriye? Paraya para diyenler, arabasını dağdan aşıranlar, yolunu bulanlar, "Abi bak sen dalgana" diyenler ve de Hoca Efendi'nin hafızları.Vereceğim aklı anladınız mı?"Dalganıza bakın" diyorum yani.Size ne türbandan, hayat tarzına karışılır mı, karışılmaz mı sorularından.Proje üretin. Yolunuzu bulun. Para kazanın.Benden size akıl.* * *Eh dedim, yazıyı kotardık.Millete akıl fikir de verdik.Yola çıkabiliriz artık.Eşim geldi. Sessizce yazıyı okudu."Ateşin mi var senin?" dedi."Hayır" dedim."Bu son bölümdeki saçmalık ne?""Fena mı? Millete para kazanın, gerisi boş işler" diye akıl veriyorum. "Pazartesi doktora gideceğiz" dedi."Grip sırasında havale geçirdin galiba sen, bir kontrolden geçirtelim."Hiç itiraz etmedim; Olur dedim. Yine canım sıkılmaya başladı.Yarın pazartesi.Acayip iş var.Üstüne üstlük bayramda Avrupa benim, Uzak Doğu senin gezip gelenlerin gezi hikâyelerini dinle.Gezip gördükleri yerleri santim santim anlatmasalar olmaz sanki?
Milliyet
1,341,358
Yazarlar
Vedat Milor De-Gusto - www.vedatmilor.com İTALYA'DA İÇTiĞiM BAZI ŞARAPLARIN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ Umarım bu satırların okuyucuları sevgili Güngör Uras Bey'in 'Ayşe Hanım teyzesi'ne aşinadır. Karmaşık iktisadi konuları basitleştirip herkesin anlayacağı bir dille ama konuyu çarpıtmadan ve özünü zedelemeden           anlatmakta usta olan Güngör Bey, 'Ayşe Hanım teyze'nin anlayacağı dille yazar. Yani ortalama okuyucunun iktisadi konularda özel bir eğitimi olmasa bile zeki ve arif olduğunu varsayar. Günümüz iktisatçıları sofistike 'oyun teorisi' modelleri kullanmaya devam etsin, işin özü Plato ve Aristo'dan beri pek değişmemiştir. Ürettiğinizden coğunu tüketir, üretimi artırmadan tüketimi kamçılar ve kazandığınızdan çoğunu harcarsanız, er veya geç bunun bedelini ödersiniz. Hem fakirleşirsiniz hem de elalem sizin yerinize sizin ve çocuklarınızın geleceğini ilgilendiren kararları vermeye başlar. Nasıl kötü iktisadi politikalar halka "alternatifi yok" diye yutturulabiliyorsa, kötü ürünler de akıllı ve manipule edici reklam kampanyalarıyla pazarlanabiliyor. Maalesef şarap işinde özellikle böyle. Manipule edilmiş, aynı sallama çay gibi sallama meşe parçalarıyla kötü kokuları maskelenmiş ve 'pahalı' süsü verilmiş, bitimi yeşil ve damak büzücü, dengesiz, aynı zamanda da aşırı üretimden dolayı sulandırılmış gibi olan şaraplar gırla gidiyor piyasada. Ama bal gibi pazarlanıyor bu şaraplar, hem de bazıları 50 TL'nin üzerinde. Lokantalar da bunları ikiye, üçe katlıyor. Ayşe Hanım teyzeler, Mehmet Bey amcalar da bana devamlı mesaj yolluyor: "20 TL altı ve güzel bir şarap tavsiye etsene bize!" Maalesef cevaplarım hayal kırıklığına uğratıyor onları. Tek kelime ile cevap veriyorum: "Bilmiyorum." Sonra da düşünüyorum. Neden İtalya'da 5 euro altı güzel şarapları lokantada içmek nasip oluyor da bizde bu paraya limonata zor içiliyor?İtalya'da oluyor da...Son gezimde içtiğim şaraplar aklıma geliyor. Hosteria Della Piazzetta Lokantası'nı anlatmıştım. Burada içtiğim şaraba bakın. Le Due Ancore. Fondi adlı üreticinin. Üzüm Montepulciano. Tamamen doğal. Kükürt kullanılmamış. Lezzet ve koku meşe ile maskelenmemiş. Meyvemsi, yumuşak, dengeli ve damakta ipek gibi. Asit-tanen dengesi optimum. Eğer yaban mantarı ya da trüf ile denerseniz bunların lezzetini bastırmıyor. Tam tersine topraksı aromaları iyice ortaya çıkarıyor. Fiyat mı? Para almıyor lokantanın sahibi Flaviano. Musluk suyu gibi müessesenin hediyesi olarak masaya koyuyor. Benim adımı taşıyan internet sitemdeki premium Türk şarapları paneline bakın. Oradaki 140 TL'lik şaraptan 3-4 puan yüksek değerlendiririm bu şarabı.Ya lokantada 6 euro verirseniz?O zaman, örneğin Casalvieri'deki Osteria Di Tempo Perso Lokantası'nda 2006 Palombo Rizerva gibi Comino vadisinde, dağlarda, bin metre yükseklikte üretilen bir Cabernet geliyor önünüze. Bayağı kompleks ve dolgun. Bitim de uzun. Damakta acımsı ya da 'vegetal', yeşil ve kuru tanenlerin ağır bastığı bir lezzet kalmıyor. Hafif topraksı ve mineralimsi bir lezzet. Bu da trüf gibi yerin altında yetişen bir mantar türüyle birlikte iyi gidiyor. Ama gramı 3 euro'dan beyaz trüf rendeletirseniz yemeklerinize, bunun yanında en uygun şaraplar Piemonte yöresinde    yetişen Nebbiolo üzümünden yapılanlar. Ama mutlaka yıllanmış Barolo ve Barbaresco şarapları denenmeli. Ben de öyle yapıyorum. Geçen hafta bahsettiğim üç lokanta var Alba ve civarında. La Libera Lokantası'nda bir Barbaresco deniyorum. 1985 Marchesi di Gresy. Camp Gros. 100 euro.    Favorim olan All'Enoteca Lokantası'nda bir Barolo deniyorum. 1989 Oddero. La Morra kasabasında (rakım olarak en yüksek yer Piemonte'de) Rocche di Castiglione parseli. 80 euro. Battaglino Lokantası 1997 Elio Grasso Barolo öneriyor.          Vigna Chinera. 50 euro.Herkes memnunsa söylenecek bir şey yokLokantalarda bizim premium kırmızılar 120-300 euro arasında. Denediğim şaraplar biraz daha ucuz. Acaba "İyiye iyi, kötüye kötü" diyen Mehmet Bey amca bu şarapları tatsa ne der? Sonuç olarak Gresy de üzüm suyu, bakkallarda satılan ve markalarını hepinizin bildiği şaraplar da. İkisi de fermante edilmiş üzüm suyu işte. Gerçek Arnavutköy Osmanlı çileği de çilek, hormonlu erik büyüklüğünde çilek de çilek. Serada yetişmiş ve dalından erken koparılıp etilen gazıyla kırmızılaştırılmış domates de domates, eylül ayında çıkan pembe ve ince kabuklu Büyükada tarla domatesi de domates. Herkes içtiğinden ve yediğinden memnunsa be- nim söyleyecek pek bir şeyim yok. Öte yandan ben Ayşe Ha-nım teyzelerin önlerine seçenek sunuldu- ğu zaman Hanya ile Kon- ya'yı ayırt edeceklerine inanıyorum. Bakalım o günler gelecek mi?Hep birlikte                 göreceğiz.
Milliyet
1,324,161
Yazarlar
İçinden geçmekte olduğumuz ilginç tarihi dönem bizleri, diğer pek çok alanda olduğu gibi Kürt sorununda da on yıllardır kullanmaya alıştığımız tanımlama ve adlandırmaların geçerliliğini gözden geçirmeye zorluyor. Misal, "PKK" adı artık sorunun Kürt tarafındaki muhatabını işaret etmekte yetersiz kalıyor. Kürt sorunu siyasallaştıkça kent örgütlenmelerinin, yerel yönetimler ve parlamentonun silahlı kanada nazaran önemi artıyor ve "PKK" kısa adı, kapsayıcı bir içeriği anlatmaktan uzaklaşıyor. Bir süredir ne zaman bu kifayetsizliği hissetsem PKK yerine "Kürt hareketi" ifadesini kullanmayı tercih ediyorum.Öyle görünüyor ki Kürt sorunundaki değişim, "Kürt hareketi" şeklindeki konturları belirsiz ifade ile de idare etmemizi zorlaştıracak. Kürt hareketinin legal boyutunun köşe taşları az çok belli: BDP, parlamento grubu, yerel yönetimler ve sivil toplum örgütleri... Bu legal boyut güçleniyor.Yasadışı boyutta ise hızlı bir dönüşüm yaşanıyor. "KCK"yı (Kürdistan Topluluklar Birliği) artık daha çok duyuyoruz; "PKK" adı ise giderek sonuncu Kürt isyanının şiddet boyutunu sembolize eden bir "tarihsel kod" halini alıyor.Yasadışı Kürt örgütlenmesi, kentlerde silahsız mücadele yöntemlerine öncelik tanıyan bir anlayışın benimsenmesi nispetinde KCK'ya dönüşüyor. Eylemsizliğin 2011'in haziran ayındaki genel seçimlerin sonrasına kadar uzatıldığını bildiren açıklamanın önce KCK tarafından yapılması da, bu eğilimin siyasi bakımdan önemli bir simgesel tezahürü olarak anlaşılmalı.Eylemsizliğin hem de bu kez sekiz ay gibi uzun bir süre için devamı çok önemli ve olumlu tabii... Bunu mümkün kılan parametrelerde ise bir değişiklik yok. Vadeyi tayin eden unsur yine "seçim takvimi"... Tıpkı daha önce referandum takviminin vade olarak alınmış olmasındaki gibi "oy sandığı" rol oynuyor.Şiddetsiz bir referandum süreci özellikle MHP seçmenini "evet"e ikna etmekte AKP'ye büyük fayda sağladı; yine aynı şekilde şiddetsiz bir genel seçim süreci de benzer bir politik faydayı iktidar partisine sunacaktır.KCK'nın AKP iktidarını milliyetçi Türk kamuoyunun öfkesinden sakınmak gibi bir kaygısı olduğu göze çarpıyor. Bu amaçla, "devletle müzakere ediyoruz" diyorlar. Hâlbuki muhatapları hükümet...Devletle iktidar partisinin tek parti dönemindeki gibi bütünleşmekte olduğu bir dönemde, "Öcalan devletle görüşüyor" demek şike kokuyor. Hayır, Öcalan hükümetin temsilcileriyle görüşüyor ve bunun ne ahlak ne de siyaset açısından ayıplanacak bir yönü var.Devam edelim; PKK'nın hapisteki kurucu lideri Abdullah Öcalan eylemsizlik müzakerelerinin yine bir numaralı fiili muhatabı...Legal ve illegal kanatlarıyla Kürt hareketi eylemsizliğin devamı için genel hatlarıyla yine referandum öncesi ileri sürdüğü talepleri seslendiriyor...Bu yazının amacı söz konusu taleplerden hangilerinin seçimden önce fiilen karşılanabileceğini ya da karşılanamayacağını değerlendirmek değil... Bunu yapmadan önce Kürt hareketindeki bir eğilimi saptamak gerekiyor... O da şu: "Şiddete başvurma eğilimi" giderek zayıflıyor; "şiddet tehdidi" Kürt hareketinin siyasi taleplerini ileri sürerken sırtını dayayabileceği güçlü bir takat noktası olma özelliğini yitiriyor.Tam tersine şiddeti erteleme ve öteleme eğilimi belirginleşiyor. Kürtlerdeki şiddet yorgunluğu bunun nedenini tek başına açıklamaya yetmez. Asıl itici ve çok boyutlu güç, Kürt sorununun siyasileşmesidir. Öcalan'ın Türkiye'ye teslim edilmesiyle başlayan bu iniş çıkışlı süreç 2009'dan itibaren sorunun bütününe hâkim olmuştur, bir "megatrend" halini almıştır. Eylemliliğin en az sekiz ay ötelenmesi bu megatrendle uyumlu, kayda değer bir gelişmedir. Siyasileşme, silahlı kanatın şiddet seçeneğine başvurma eğilimini arızileştiriyor.Kürt sorununun siyasi sıklet merkezi artık kentlere kayıyor. Bu da birincisiyle, yani siyasileşmeyle karşılıklı etkileşim içinde olan ikinci megatrenddir ve olumludur.Kürt sorunu kentlere kaydıkça, Kürt hareketinde çoğullaşmaya, çok seslileşmeye ve müzakereciliğe daha çok yer açılacaktır. Bugün zaten yaşanmakta olan da budur.
Milliyet
1,318,811
Yazarlar
HUZURA hasret bir parti CHP. İdeolojik ve örgütsel sorunları bir türlü aşamıyor. İdeolojik açıdan bir kargaşa ve netlik sorunu yaşıyor bir süredir. Öte yandan örgütlenme modeli bu partinin politik açıdan nitelikli kadrolaşmasını engelliyor.*  *  *Uzun süredir CHP'nin halkla buluşmasının en önemli engellerinden biri olarak görülen Deniz Baykal'ın gidişiyle, parti içinde ve seçmende bir iyimserlik oluşmuştu. Ama zaman geçtikçe sorunun sadece Baykal'da olmadığı ve CHP'yi tekrar "Halk Partisi" yapmanın veya sıkıştığı statükodan kurtarmanın o kadar kolay olmadığı ortay çıktı.*  *  *Kemal Kılıçdaroğlu'nun genel başkanlığa gelişi ile esen rüzgar hem parti içinde hem de seçmen katında artık pek güçlü değil. AKP yine alternatifsiz imajını çok kolay elde etti. CHP örgütü de iç gündemine döndü. Tüzük değişikliği ve merkez yönetiminin yeniden şekillenmesi gerekliliği parti içi hesapları öne çıkardı.*  *  *Profesyonel kadrolar pozisyonunu koruma telaşına düştü. Ancak durum biraz karmaşık şimdi. Nasıl bir strateji izlemeli sorusuna yanıt vermek o kadar kolay değil artık. Önder Sav'ın örgütü elinde tuttuğu kanaatinde olanlar olduğu gibi, artık işlerin değiştiğini ve Kılıçdaroğlu'nun önseçim yapmak zorunda olduğunu düşünenler de var. Her iki ihtimali de hesaba katarak koşturanlar da az değil.*  *  *Bu kargaşa döneminde CHP'nin yaşadığı en büyük handikap, örgütün oldukça pasifize olmasıdır. İl ve ilçe yönetimleri önünü göremediği için tedirginler. "Aman başıma bir şey gelmesin" ve "pozisyonumu kaybetmeyeyim" kaygıları daha tedbirli ama sessiz kalan bir yönetici kadro anlayışını besliyor. *  *  *Hem Önder Bey'in tepkisini çekmeyeyim hem de Kemal Bey'e yakın durayım telaşı farklı bir politikacı tipi yaratıyor. Kolay değil tabii.*  *  *Ancak örgütün bu hale gelmesi, CHP'nin değişim ve dönüşümü önünde önemli bir engele dönüşüyor. Çünkü en aklı başında ve samimi yerel örgüt yöneticileri bile CHP'nin kamuoyunun desteği ile belli ölçüde yakaladığı sosyal demokratlaşma girişimlerine yeteri desteği gösteremiyor. *  *  *Türkiye'nin ve demokrasimizin ihtiyaç duyduğu yeni bir sosyal demokrasi girişimine örgüt içi destek oldukça sınırlı kalıyor. Daha özgürlükçü ve önemli sorunlar karşısında daha cesur bir gelecek önerisinden mahrum kalan Türkiye, seçeneksizlik karamsarlığına mahkum oluyor. *  *  *Daha güçlü bir demokrasi ve daha bütünleşmiş bir Türkiye yaratmak sağı ve solu güçlü bir demokrasi ile mümkündür. Dolayısıyla CHP'deki sancı ve krizler sadece parti içi yöneticilerin sorunu değil.
Milliyet
1,336,652
Yazarlar
Hakan Kırkoğlu hkirkoglu@ttmail.com Müneccimbaşı Duygusallık ön planda Bugün su elementindeki vurgu duygusal ihtiyaçlarımıza, ilişkilerimize ağırlık verebileceğimizi anlatıyor. Duygusal açıdan arınma içerisindeyiz. Geçmişten kaynaklanan konuları yeniden değerlendirebiliriz. Geleceğe ait beklentilerimiz yüksek. Günün ikinci yarısında şansın da bizimle olduğunu göreceğiz. Aşırı duygusallığa dikkat etmek gerek. Olayları yeteri kadar iyi analiz etmeden hareket edebilir, boşvermişlik yapabiliriz. Detaylara daha dikkatli yaklaşmak, objektif olmak gerekiyor. Olaylar ya da kişiler tam olarak göründükleri gibi olmayabilir. Aceleyle karar vermemeye bakmalıyız.
Milliyet
1,331,086
Yazarlar
Deniz Baykal'ın CHP Genel Başkanlığı'ndan istifa etmesine neden olan "video"nun internete düşürülmesinin üzerinden tamı tamına altı ay geçti ve biz hâlâ bu komplonun failleri kimdir, bu işin arkasında kimler vardır bilmiyoruz."Bilmiyoruz" derken şunu kastediyorum: Baykal'ın yatak odasına gizli kamerayı kimin ya da kimlerin yerleştirdiğine, daha sonra elde edilen görüntülerin montajının kimler tarafından yapıldığına ve nihayet videoyu "Metacafe" adlı internet sitesine servis edenlerin kim olduğuna dair somut, karşı konulması olanaksız delillerle desteklenmiş bilgiden yoksunuz.Ve hatta şu sorunun cevabını bile aslında bilmiyoruz: Bu videoyu üretenler neyi amaçlıyorlardı? Baykal'ın CHP Genel Başkanlığı'ndan ayrılmasını mı yoksa başka bir sonucu mu? Kim bu soruya nesnel bir yanıt verebilir ki?  "Bilmemek" durumunun ne anlama geldiğini zaten herkes bilir diye düşünebilirsiniz. Ama inanın öyle değil. Bilmemenin anlamına dair, video komplosu babında birkaç satır yazmış olmaktan ötürü gerçekten üzgünüm. Farklı zaman ve mekânlarda çevremde konuşanlara kulak kabartıyorum ve birilerinin video komplosunun faillerinin kimler ve amaçlarının ne olduğunu hakikaten de bilirmiş gibi bir şeyler anlattığını duyuyorum. Bu "birileri"nin iki ortak yönü var. Birincisi, komplo hakkındaki "anlatı"ları tastamam örtüşüyor; ikincisi de bunlar her nedense ya iktidar yandaşlığıyla tanınmış ya da AKP'yi eleştirme hakkını kullanmaktan son raddeye kadar imtina eden, mecbur kalınca da bunu yasak savmak kabilinden yapan kıdemli gazeteciler ve öğretim üyeleri...Ortak anlatıları da şöyle: Tayyip Erdoğan'dan kurtulmak için önce CHP'nin değişmesi gerekiyormuş ve bunun ön koşulu Deniz Baykal'dan kurtulmakmış. Malum komplo bu amaçla tezgâhlanmış. Senaryoya göre failler de Baykal'ın yakın geçmişe kadar AKP iktidarına karşı işbirliği yaptığı vesayetçi unsurlar ve onların derin devleti... Kurulu düzen AKP'yi demokratik olmayan yollardan alaşağı etmeyi başaramayınca demokratik seçeneği denemeye karar vermiş. O da CHP'nin değişerek çok daha geniş kitleler için cazip bir parti haline gelmesi ve AKP'nin bu yolla dengelenmesiymiş...Bu komplo teorisini açıkça yazıp çizemiyorlar, TV programlarında doğrudan savunamıyorlar belki ama mahfillerde seslendiriyorlar. "Fısıltı gazetesi" için çalışıyorlar.Bu arada bir dipnot düşmek istiyorum. Bugünün Türkiye'sinde CHP'de değişim istemek kadar doğal, demokratik ve meşru başka ne olabilir? CHP'nin değişmesi de partinin özgürlükçü, demokrat ve modern bir çizgide yenilenmesi demek... Muhteremlerin mantığına göre bu görüşleri savunmak, AKP'den demokratik yollardan kurtulmak gibi acayip bir "kadim derin devlet komplosu"nun değirmenine su taşımak oluyor. Bir değişim talebinde, artık nasıl mümkün oluyorsa "demokratik komplo" hükmetmeye "Pes vallahi" diyorum... AKP'li olmadan AKP'cilik yapmanın meşruiyetini sürdürmek adına bakalım daha ne cinlikler icat edecekler?Ne de olsa burası Türkiye. Rahmetli Uğur Mumcu'nun veciz ifadesiyle, "bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olanlar"ın ülkesi...Bu ülkede bir felsefe geleneğinin olmamasının neticesidir. Hüküm oluştururken somut olgulardan hareketle tüme varılmaz; kafadaki sabit fikirden hareketle tümden gelinir.Bu komplo teorisi zaten kendi içinde sakat ve tutarsız... CHP değişirse ne olacak? Eski derin devletle, askerci vesayet anlayışıyla ideolojik ve siyasi bağlarını koparmadan, bu zihniyet ve operasyonun kendi içindeki elemanlarını emekliye sevk etmeden nasıl değişecek? Bunları yapmadan nasıl özgürlükçü ve demokrat olacak? Ve seçmen tabanını nasıl genişletecek? CHP bu doğrultuda değişip dönüştüğü takdirde zaten sözde "demokratik komplo"nun sahipleri kaybedecek. Ha bu arada AKP dengelenirse ne âlâ...Yani hem eski vesayet kaybedecek hem de AKP otoriterliği... Olsa, demokrasimiz için çok hayırlı ve güzel bir komplo olurdu."Video komplosu"nun olaydan altı ay sonra dahi hâlâ karanlıkta kalması, normal şartlar altında çok düşük olarak görülmesi gereken bir ihtimalin gerçekleşmesidir. AKP iktidarının elinde her türlü araç var; MİT, son derece etkin bir polis istihbaratı, her şey... İpuçları derseniz o da çok...Madem bu iş bir "eski derin devlet komplosu"dur, o halde Ergenekon'u çözenler, darbe planlarını faş edenler için ortaya çıkarması çocuk oyuncağıdır. Hadi, ne bekliyorsunuz?
Milliyet
1,324,169
Yazarlar
CHP son elli yılında hizip kavgalarıyla çalkalanmış bir parti. Halkın büyük çoğunluğunda "Bunlar ülkeyi yönetemez" görüntüsünün yerleşmiş bulunmasının önemli sebeplerinden biri budur. Dışarıdan bakıldığında "kendisini bile yönetemeyen parti" imajının CHP'yi kamuoyunda ne duruma düşürdüğünü anlatmaya gerek var mı?Böyle olumsuz bir tabloda, Kılıçdaroğlu genel başkan seçildiğinden bu tarafa ilk defa "lider" tavrını ortaya koydu... İlk defa, popüler deyimle, "yumruğu masaya vurdu" ve lider inisiyatifiyle hareket etti.Eğer bu hareketini sonuna kadar götürebilir ve seçimlere kadar ibresini yükseltebilirse bu krizin CHP için hayırlı sonuç verdiğini söylemek mümkün olacaktır.Çarpışan kanatlarCHP'deki kriz hukuki ve ideolojik bakımdan ciddidir. Genel Sekreter Önder Sav CHP'nin yıllardır devam etmiş olan durağan yapısını ve klişeleşmiş söylemini temsil ediyor.Dünkü uzun konuşması toplumun ve dünyanın değişiminden habersiz bir 'ideolojik vaaz' konuşmasıydı ve parti içi savaş ilanıydı!Buna karşılık Kemal Kılıçdaroğlu, Gürsel Tekin, Hurşit Güneş, Sencer Ayata ve Umut Oran gibi isimler bu kabuğu aşarak halka açılmak istiyorlar... Bu iki farklı siyaset anlayışı çok net olarak türban meselesinde ortaya çıkmıştı: Özgürlükçü ve yasakçı yaklaşımlar...Hukuki bakımdan ise durum biraz karmaşıktır. Önder Sav, Genel Başkan Kılıçdaroğlu'nu "tasallut, aşiret devleti, disiplin suçu, hukuk bilmezlik, yozlaşma, püskürtme" gibi ölçüsüz ifadelerle suçlarken şu hukuki gerekçeye dayanıyor:"Genel başkanın toplantıya çağırdığı Parti Meclisi genel başkan olmadan da toplantıya devam ederek karar alma yetkisine sahiptir. Genel başkanın tek başına belirlediği yeni yürütme kurulu yasadışıdır..."Halbuki Genel Başkan herhangi bir mazeretle değil, toplantıyı tasvip etmeyerek PM'ye katılmamış ve toplantının iptal edildiği açıklanmışsa, artık PM'yi toplantıya çağıran irade ortadan kalktığı için PM toplantıya devam edemez, karar alamaz. Bu bakımdan Kılıçdaroğlu'nu hukuken daha sağlam bir zeminde görüyorum.Yenilenmeye şans tanınmalıElbette hukuki sorunlar şu veya bu şekilde bir sonuca ulaşır. Önemli olan CHP'nin ne ölçüde değişebileceğidir. Kemal Kılıçdaroğlu'nun şu sözlerini çok önemli buluyorum."Birilerinin partisi değil halkın partisi olacağız.Ömür boyu koltuklarında oturanlar CHP'ye ne verdi?Gücünü halktan değil, bir yerlerden alanlar artık bu partide olmak zorunda değildir."Kılıçdaroğlu'nun en önemli vurgusu hiç şüphesiz "yeni CHP" idi.Bu sözler 1970'lerin başındaki "Ortanın Solu" hareketi gibi CHP'nin bir iç hesaplaşma ve yol ayrımıyla karşı karşıya geldiğini düşündürüyor.CHP, artık toplumsal tabanı gittikçe daralan eski görüşlerle, eskimiş söylemlerle büyüyemez. Bütün seçimler bunu ispat etti zaten.CHP'nin büyümesinin tek şartı, eski kabuğunun dışına çıkarak toplumun değişik kesimleriyle barışık siyasetler geliştirmek ve duygudaşlık yaratabilmektir.Bu yönde Kılıçdaroğlu vearkadaşlarının CHP'yi yenileyerek gerçekçi bir sosyal demokrat partiye dönüştürme çabaları için şans tanınması lazımdır.Halkla barışık bir CHP'nin ortaya çıkması, demokrasimizin sağlıklı bir sağ-sol dengesine dayalı sağlıklı zemine oturması için de zaruridir.
Milliyet
1,328,424
Yazarlar
Cuma akşamı Fenerbahçe Bursa'da puanları bırakınca ligler tarihinin başlangıcından bu yana ilk defa üç Anadolu takımının sıralamada en az iki hafta daha ilk üçü paylaşacağı kesinleşmiş oldu. Genel form çizgisine baktığımızdaysa daha uzun bir süre tablonun pek değişmeyeceğini tahmin edebiliyoruz. Hatta ligin ilk devresini bu üç takımdan bir tanesinin lider bitireceğini de rahatlıkla iddia edebiliriz. Bursaspor ve Kayserispor bu çizgiye belli bir istikrar programını izleyerek ulaştı. Her ikisinin ortak noktası bir isimde buluşuyor: Ertuğrul Sağlam. 2005'te başına geçtiği küme düşmeye oynayan Kayserispor'u oldukça iyi bir noktaya getirdikten sonra Beşiktaş'ın teklifini kabul etmeyip yoluna devam etmiş olsaydı muhtemelen Bursaspor'la yakaladığı başarıya birkaç sene önce ulaşabilirdi. Ancak belki de başarısız sonuçlanmış Beşiktaş tecrübesi bir anlamda hem Kayserispor hem de Bursaspor için bir şans yolunu açtı. Bir zamanlar küme düşme hattından kurtulamayan hatta asansör takım haline gelen Kayserispor ligimizin istikrarı ve devamlılığı olan bir takımı haline geldi. Trabzonspor'un İstanbul büyüklerini taklit sürecinin nasıl 26 yıllık bir istikrarsızlaşmaya dönüştüğünü hep beraber gördük. Şenol Güneş o istikrarsızlığı yavaş yavaş ortadan kaldıracak bir isimmiş gibi sivriliyor. Bursaspor, Kayserispor ve Trabzonspor futbolumuzun kendisini yeniden yapılandırması bakımından birer model haline gelebilir. Son bir senedir ligimizdeki en heyecanlı ve kaliteli maçları bu üç Anadolu takımının diğer takımlarla yaptıkları karşılaşmalarda izliyoruz. Geçen sene oynanan Fenerbahçe-Bursaspor, Beşiktaş-Bursaspor, karşılaşmaları üst düzeyde mücadeleye sahne olmuştu. Bu sene Bursaspor'un Galatasaray ve son olarak Fenerbahçe ile yaptığı maçlar hem heyecan yönünden hem de kalitesi yüksek mücadelelerdi. Buna Kayserispor'un maçlarını da eklemimiz gerekiyor. Bu hafta oynanacak Trabzonspor-Galatasaray eşleşmesi de ciddi bir potansiyele sahip gözüküyor. Bursaspor'un son Manchester United maçının da fazlasıyla tatmin edici olduğunu eklemek gerekiyor. Kuşkusuz bu kadar istikrarlı ve kaliteli bir sonuç olmasa bardağın diğer tarafından bakıp üç İstanbul takımının yaşadığı başarısızlığın buna ortam hazırladığı yönünde bir açıklama yapabiliriz. Ancak üç büyük kulüp öylesine inişli çıkışlı bir süreç izliyor ve o kadar yanlış şeyler yapıyor ki içinde bulundukları durumu adeta kendileri davet ediyor. Ayrıca kısa vadede kalıcı bir başarı yakalamalarının da pek olanaklı olmadığını görebiliyoruz. Hakemler futbolumuzun gelişimini etkiliyorBilindiği gibi bir dönem hakemler kıyasıya eleştirildi, yerden yere vuruldu hatta ciddi şekilde ithamlara uğradı. Her maçın sonucunu hakemlerin belirlediği şeklinde yorumlar sıklıkla yapıldı. Açıkçası yolsuzlukların sıklıkla görüldüğü bir ortamda hakemlerimizin tertemiz olduğunu iddia etmek fazlasıyla hayalperestliktir. Ancak o kirlenmişlikte futbolun içindeki diğer aktörlerin yeri ve derecesi ne kadarsa hakemlerin de o kadar olduğunu düşünenlerdenim. Neyse ki artık bu tartışmaların uzağındayız. Form, performans, istikrar, kalite, yeterlilik konuşuyoruz, değerlendiriyoruz, yorumluyoruz. İlk on haftalık hakem performansına baktığımızda ortaya hiç de insanın içini aydınlatan bir tablo çıkmıyor. Hakemlerin öncelikli görevinin futbol oynatmak olması gerektiğini düşünüyorum. Çok yakın olduğu için örneklemek kolay; geçen hafta Beşiktaş-Sivasspor ve önceki hafta Konyaspor-Fenerbahçe karşılaşmalarında futboldan çok sertlik önplana çıktı. Üstelik burada futbol oynamak isteyenin bir mağduriyeti de söz konusudur. Hakemlerimizin futbol dışına çıkan sertliklere izin vermesi, oynama arzusu ile oynatmamaya eşit mesafede durması futbolumuzun gelişimi bakımından bir üst konumuzdakinin tam tersine olumsuz bir tablo yaratıyor. Kuşkusuz bir diğer konu hakemlerimizin penaltı düdüğü çalabilme yürekliliği gösterebilmesi gerekiyor.
Milliyet
1,332,789
Yazarlar
Hiç tahmin etmediğiniz kişiler bile bu yarışmayı ... - Çağdaş Ertuna Çağdaş Ertuna Son durum Ben de dans yarışmasındaydım Hiç tahmin etmediğiniz kişiler bile bu yarışmayı izliyor ve konuşuyor. 'Yok Böyle Dans' jürisi, yarışmacıları ve Acun faktörüyle hepimizi yakaladı. Cumartesi gecesi Tan Sağtürk sayesinde yarışmayı stüdyoda izledim Cumartesi akşamı Nişantaşı'nda beş kız oturuyoruz. Gece için program yapmak üzereyken konu nasıl oluyorsa dans yarışmasına geliyor. "Neyse ki yarın tekrarı var" diyor biri. Derken Aslı diyor ki "Keşke bu akşam dans yarışmasına gitsek de stüdyoda seyretsek." Birden hepimiz heyecanlanıyoruz. Tamam, neden olmasın? Hemen canım arkadaşım Tan Sağtürk'ü arıyorum. "Programa gidiyorum, yoldayım" diyor. Lafı uzatmadan, "Biz de gelmek istiyoruz, beş kişiyiz bize yer ayarlar mısın?"  diyorum. Son dakika isteğimi  kırmıyor. Bir saate kendimizi karanlık Kağıthane yollarında buluyoruz. Etrafta in cin yok. Stüdyoya zar zor varıyoruz ve yayın başlamak üzereyken içeri giriyoruz. İlk tepki, "Stüdyo ne kadar küçükmüş!" oluyor. Tabii televizyonda dev görünen stüdyo gerçekten de öyle değil. Bir de uçan kameraman adını taktığımız kameraman var ki görmelisiniz herkesten çok o dans ediyor aslında.  Acun Ilıcalı son derece profesyonel. Programı rahatlığı ve doğallığıyla götürüyor. Onu stüdyoda canlı izleyince neden bu kadar  başarılı olduğunu bir kez daha  anlıyorum. Jüri üyeleri için bir yabancı yeter demiştik, ikinci bölümde gerçekten bir yabancı üye kalmış. Sait Sökmen çok sempatik. Tan Sağtürk gerçek bir dost. O yüzden onun hakkında tarafsız olamayacağım. Hayatı dans olan birinin böyle bir yarışma yapıldığı için ne kadar mutlu ve heyecanlı olduğunu biliyorum. Ama onu hiç tanımayanlar bile çok iyi bir jüri üyesi olduğu, nasıl da kırıcı olmadan yerinde eleştiri yaptığı konusunda  hemfikir.  Ortak noktaları: Hırs Gelelim yarışmacılara... Stüdyoda izlemenin artısı, televizyonda bant dönerken, yarışmacıların danslarına nasıl hazırlandıklarını da görüyorsunuz. Medeni cesaretlerine zaten hayranım. Ama beni asıl şaşırtan, hepsi çok hırslı. Ne kadar eğlenmek için ya da hayır işi için yarışmaya katıldıklarını söyleseler de hepsini asıl buluşturan hırsları. Hiçbirinin başarısızlığa tahammülü yok. Hepsi alanlarında çok iyi isimler ama bu azim ve hırsla eminim her alanda başarılı olurlar. Yüzlerindeki ürkütücü ifadeden bunu görüyorsunuz. Bora Kozanoğlu piste çıktığında ısınma hareketleri yapıyor. Zannedersiniz birazdan boks maçına çıkacak. Burcu Esmersoy hazırlanırken yüzündeki ifadeyi görse kendi bile şaşırır. Herkesin ortak görüşü Eda Taşpınar'ın sanılanın aksine çok sempatik olduğu. Günün dansları tango ve rumba. Bir bakıyorsunuz Tarkan "Vay anam vay" diye bağırırken ciddi bir tango koreografisi başlamış. Kabul etmeliyiz, Türkçe şarkılarla her dans gitmiyor işte.  Yarışmanın tek eksisi kostümler. Hani sadece modelleri beğenmesek zevkler uymuyor der geçersiniz. Ama kumaşlar da dikiş de kötü. Neyse kostümleri Melis Alphan'a havale ediyorum.     Benim favori yarışmacım Pascal Nouma. Çok şanslıyız, kendimizi BJK taraftarları arasında buluyoruz, herkes bağırıyor, "Pascal bizi diskoya götür." Bu arada Pascal Nouma'ya o kadar çok bakıyoruz ki, artık nasıl bakıyorsak, sonunda dayanamayıp sahneden bize bir öpücük yolluyor. Yarışmanın sonunda Mest'in sahibi Can Ünsal, Nouma'ya Fransızca bir şeyler söylüyor ve Nouma benimle fotoğraf çektiriyor. Sonraki favorilerim Güneri Cıvaoğlu ve Nilgün Belgün. Neden mi? Çünkü medeni cesaretleri de yaşam sevinçleri de son derece ilham verici.  Burcu Esmersoy ve Eda Taşpınar da başarılı. Çok çalıştıkları her hallerinden belli oluyor. Tabii fizik de çok önemli. Gecenin birincisi Azra Akın zaten başka bir kategoride yarışıyor gibi. O yüzden onu saymıyorum bile. Hepimiz dans etmek istiyoruz 3.5 saat canlı yayında stüdyoda çıt çıkarmadan oturuyoruz. Çıkışta konu belli, "Bir dans kursuna mı katılsak?" Gece kulüplerinde kimsenin dans etmediği ülkemde, 'Yok böyle dans' herkeste dans etme isteği uyandırıyor. İzlemesi de çok zevkli. Bu arada Michelle Obama da Hindistan'daki danslarıyla bu yarışmaya katılsa kesin favori adayım olurdu.  Bir gün herkes bu bakımı tadacak Bir kadının morali bozuk olduğunda ilk gittiği yer değişmez. Tabii ki kuaför. Saç kesimi, boya vs. herhangi bir değişiklik hiç şüphesiz iyi gelir. Ama son zamanlarda en iyi gelen şey kesinlikle kalıcı fön. Üç ay önce ilk yaptırdığımda ne kadar müthiş bir şey olduğunu yaza yaza bitirememiştim. Üç ay hiç bozulmadı. Şimdi ikinci defa yaptırdım ve yine aynı duygular içindeyim. Yıldırım Özdemir müthiş bir adam. Benden önce Emre Belözoğlu'nun saçını kesiyor, bir yandan hafta sonu maç planları yapıyor, sonra saçlarımı kırparken sohbet ediyoruz. Boşuna Global Keratin için 'asrın buluşu' demiyor. "Bir gün herkes bu bakımı yaptıracak" diyor. Benim gibi kuaföre 40 yılda bir giden bir kadın için Global Keratin hayat kurtarıcı. Yıldırım bu bakımı yaparak benim üç ay boyunca salonundan içeri adım atmayacağımı garantiliyor. Beni çok mutlu ediyor. Hâlâ "Yaptıralım mı?", "Nerede yaptıralım?", "Saçı bozuyor mu?" diye soranlar çok. Hiç düşünmeyin, imkan varsa hemen yaptırın. Umarım yakında fiyatlar da düşer. Gülüm DağlıNE Ki ŞiMDi BU?H&M HEYECANINDAN UTANMAKÇağdaş ErtunaSon durumBen de dans yarışmasındaydımMehveş Evin Ne kadar İstanbullusun?Ali EyüboğluAliceELDE VAR EĞLENCE!Cadde'deki Hayalet--YABANCI FiLM HAYRANLIĞI MI,AL SANA!Hakan KırkoğluMüneccimbaşıÇABA iÇERiSiNDEYiZDilara Koçakİyi YaşamTAM TAHILLAR KARIN YAĞLARINDAN KURTARIYORSina KoloğluReyting canavarı'NEW YORK'TA BEŞ MiNARE' TV'DE iLK HANGi KANALDA?MUAZZEZ ABACIGhettoSaat: 22.00Fiyat: 45 - 90 TL Tel: 0 212 251 75 01CEM ADRİANBeyoğlu Hayal KahvesiSaat: 22.30Fiyat: 35 TL Tel: 0 212 244 25 58YOL PROJECT PLAYSİstanbul Jazz CenterSaat: 21.30Fiyat: 25 - 30 TL Tel: 0 212 327 50 50LOU RHODESBabylonSaat: 21.30Fiyat: 35 TL Tel: 0 212 292 73 68ŞEYTANCA ŞEYLERKulis Oda SahnesiSaat: 20.30Fiyat: 25 - 30 TL Tel: 0 216 467 33 32
Milliyet
1,343,669
Yazarlar
Paris'te ne var ise, şimdi İstanbul'da da var(!) Dünyanın en lüks ve pahalı kadın ve erkek giysilerini, aksesuvarlarını, çantalarını ve ayakkabılarını eskiden bazı büyük mağazalarımız ithal ederek satıyordu. Bu lüks ve pahalı mallara talep o kadar arttı ki, şimdilerde ünlü markalar İstanbul'da kendi mağazalarını açtılar, açıyorlar.Louis Vuitton, Dior, Tod's, Prada, Armani, Dolce&Gabana, Missoni, Miu Miu, Nicole Fahri, Gucci, DKNY, Escade, Tommy Hilfinger, Stefanel, Hermes, Cartier, El Cortes Ingles, Chloe,Christofle, Maz Mara, Mochino, Hugo Boss, Ermenegilda Zegna, Fendi, Bottega Venetta, Ralph Louren... Say say bitmiyor.Gelmeyen marka kalmadıÜnlü ve lüks markaların kadın ve erkek ayakkabıları 1.500-2.500 TL, kadın çantaları 1.500-3.500 TL, erkek giysileri 2.500-3.500, kadın giysileri 2.500-10.000 TL arasında dolanıyor.Ünlü markaların bu fiyatlarla sattığı mallara talep var ki, bunları üretenler, satanlar İstanbul'da "sadece ve sadece kendi markalarını taşıyan ürünleri satmak için" mağaza açıyorlar. Bu ünlü markaları satan mağazalar da öyle sıradan mağazalar değil. En iyi semtlerde, kirası en yüksek, en görkemli, en kaliteli satış elemanı istihdam eden mağazalar.Ben bu mağazaların vitrinlerini seyretmekten, cesaret buldukça kapılarından içeriye girerek mağazaları dolaşmaktan pek hoşlanıyorum.Ancak anlayamadığım bir şey var. Bu mağazalardan kimler alış veriş ediyor? Bu konuda daha da ileri gitmeden bir açıklama yapayım. (1) Alın teri ile kazanılmış, vergisi ödenmiş parasını isteyen istediği şekilde harcar. (2) Bu fani dünyada imkânı olanın, her malın en iyisini almasından doğal bir şey olamaz. (3) Türkiye'de de başarılı firmalar var. Bu başarılı firmaların sahipleri, ortakları, yöneticileri yüksek gelir elde ediyor. Bunların dünyanın ünlü markalarını taşıyan malları almaları normaldir. (4) Bir şey daha ekleyeyim. İmkânım ölçüsünde ben de bu markaları taşıyan mallardan satın almak isterim. Alırım. Açık anlatım ile markalara karşı değilim, markalı malları alanları kıskanmıyorum.Para kimde?Bu uzun açıklamadan sonra gelelim bu yazının ana noktasına... Türkiye'de bu kadar çok sayıda lüks markalı mal satan mağazaları yaşatan talebin büyüklüğü nedir? Talep büyük ki, her gün bir yeni ünlü lüks marka kendi mağazasını açıyor, mağaza sayısını artırıyor. İyi de bu talebin parası nereden geliyor? Bizim kişi başı milli gelirimiz 10 bin dolar dolayında. Dünya sıralamasında kişi başı gelir büyüklüğü bakımından 191 ülke arasında 47'nci sıradayız. Birleşmiş Milletler'in yeni açıklanan İnsanı Gelişme Endeksi'nde 169 ülke arasında 83'üncü sırada yer alıyoruz.Devletin (TÜİK'in) 2009 yılı Hane Halkı Tüketim Harcaması araştırmasına göre, Türkiye'de hane başına ortalama tüketim harcaması 1.688 TL'dir. Bunun da yüzde 28'i konut ve kira, yüzde 23'ü gıda harcamasına gitmektedir.Fert başına Türk halkının aylık ortalama tüketim harcaması 759 TL'dir. Bunun da 175 TL'si ailenin gıda, 214 TL'si kira harcamalarına katkı payı olarak kullanılmaktadır. Kalan parayı boz boz harca(!)Ayda 759 TL ile ne alınır?Bu rakamlar tabii ki 72 milyon nüfusun ortalama tüketim harcaması rakamlarını göstermektedir. Tüm gelirin 72 milyon nüfus arasında eşit olarak dağıldığı varsayımı ile yapılan bir hesabın sonuçlarıdır. Halbuki, toplam hane halkı, gelir büyüklüğüne göre yüzde 20'lik dilimlere ayrıldığında, en düşük gelirdeki hanelerin oluşturduğu yüzde 20'lik grubun toplam gelirin yüzde 5.8'ini aldığı, en yüksek gelir grubundaki yüzde 20'lik hanelerin toplam gelirden aldıkları payın ise yüzde 46.7 olduğu görülmektedir. En düşük yüzde 5'lik, yüzde 1'lik hane ve nüfus grubu ile en yüksek yüzde 5'lik ve 1'lik hane ve nüfus grubu arasında bu fark çok daha büyüktür.Bunları bu bayram sabahı neden anlatıyorum? "İstanbul Paris oldu, dünyanın en ünlü markaları, en pahalı mallarını satmak için İstanbul'da mağaza açıyor. Bu mağazalar dolup taşıyor... Türk insanı artık çok zenginleşti" diyenler çoğalmaya başladı da ondan... Dünyanın ünlü markaları İstanbul'da mağaza açınca İstanbul Paris olmaz. Bizim kişi başı milli gelirimiz de 40-50 bin dolar olur, gelir dağılımımız düzelir ise işte o zaman İstanbul Paris olur.
Milliyet
1,321,046
Yazarlar
Taksim olayı bekleniyordu. Zira pazar günü, PKK'nın ateş-kes kararını vermesi gerekiyordu. Neresinden bakılırsa bakılsın, istenilen yere çekilebilinecek bir saldırı. Birkaç senaryo var: PKK gözdağı mı vermek istedi? İlk akla gelen, PKK'nın, Ateş-Kes kararını verirken Türk kamuoyuna bir mesaj vermek istemesi. "Ateş kesiyoruz, ancak bakın gerekirse sizi nasıl rahatsız ederiz..." mesajı mı? "Ateş kesiyoruz, ancak istediğimiz anda yine her yeri kana bulayabiliriz..." mi denmek isteniyor? Eğer bombanın arkasında gerçekten PKK varsa, bu adamların barış peşinde koşmadıkları, BDP'nin etkisizleşmesini istedikleri sonucunu çıkarabiliriz. Bugünkü ortamda bakarsak, barıştan kim söz edebilir? Hangi hükümet adım atabilir? BDP'nin hangi yaklaşımı benimsenebilir? Bugün barış ümitleri yok edilmiştir. Provokasyon olabilir mi? Bu bombayı PKK'ya mal etmek isteyen gizli bazı eller işin içine girmiş olabilir. Kamuoyunu PKK'ya karşı tahrik etmek, hesapları karıştırmak istenebilir. Sonuç olarak, terör hepimizi tekrar uyardı. Kürt sorununda ciddi ve somut adımlar atılmadıkça, bu olayların devam edeceği gözümüze sokuldu.                                               *                                 *                                 * LAİK SİSTEMİ YOK EDİN, TÜRKİYE ÖNEMSİZLEŞİR... Bizler, Türkiye'nin uluslararası camiadaki öneminin, sadece stratejik konumundan kaynaklandığını konuşuruz. Öyle bir yerdeyiz ki, Amerikalısı da Avrupalısı da, bizimle dost geçinmek isterler, diye düşünürüz.           Gayet tabii, konumun önemi var.           Gayet tabii, böyle bir coğrafyada oturan ile herkes dost kalmak veya dost olmak ister. Ancak her şey bununla sınırlı değildir.           Türkiye'yi, uluslararası kamuoyunda "farklı" yapan diğer önemli unsurlar nelerdir biliyor musunuz ? -         İslam dünyasının, işleyen tek laik demokratik parlamenter sistemine sahip olması ve cumhuriyetini 87 yıldır yaşatabilmesi.-         Son derece canlı ve güçlü bir ekonomiye sahip olması.-         Dev bir ordu sayesinde, hem caydırıcılığının yüksek olması, hem de bölgedeki barışa katkıda bulunması. Bu üç unsur, ancak demokratik laik bir sistemle sağlanabilmektedir. Bundan dolayı farklı muamele görür. Bundan dolayı, NATO üyesidir, Avrupa Konseyi'nin kurucu üyesidir. Bundan dolayı, Avrupa Birliği'ne aday ülke olarak kabul edilir. Bundan dolayı, bölgenin bir istikrar adasıdır. Bundan dolayı, tek adam rejimleri veya bir aile tarafından yönetilen ülkelerden oluşan İslam dünyası için bir model ülkedir. LAİKLİK DIŞINDA, TÜRKİYE'NİN NE CAZİBESİ VARDIR Kİ... Türkiye'nin laik sistemini eritin ve yavaş yavaş yok edin, bir süre sonra göreceksiniz ki, ülkenin farklılığı veya uluslararası alandaki cazibesi de yavaş yavaş eriyecektir. Sorarım sizlere, tek partili veya tek liderli bir yönetime sahip Türkiye'ye kim ilgi gösterir ki...Dini devletle, şeriat hukuku ile yönetilen bir Türkiye'nin diğer müslüman ülkelerden ne farkı kalır?  Ancak bunu yaparken, laikliği bir bağnazlığa da dönüştürmemek gerekir. Başörtülüleri eğitim hakkından yoksun kılmak, türbanı bir umacı haline sokmak da, eninde sonunda ters teper. Bugün olduğu gibi, gereksiz iç çekişmeler yaşanır. Her şeyi ölçüsünde uygulanan bir laik sistem, Türkiye'nin şansıdır.*                                 *                                 *AB, ASIL ŞİMDİ ÇOK DAHA GEREKLİ 2004 yılından bu yana, Avrupa Birliği projesini yerden yere vuran, bunun Türkiye'nin bölünmesine ve bağımsızlığını kaybetmesine yol açacağı gibi, dünyanın en saçma gerekçesiyle karşı çıkan ulusalcılarımıza sesleniyorum...           Kendilerini milliyetçi diye adlandıranlara haykırıyorum...           Silahlı Kuvvetlerimizle birlikte hareket edenlere bağırıyorum...           Bugün gelinen noktadan memnun musunuz?           Memnun olmadığınıza göre, AB projesine karşı çıkmış olmaktan pişmanlık duyuyor musunuz?           Bugün Avrupa Birliği'nin ne kadar önemli olduğunu, laik sistemi sağlıklı şekilde sürdürebilmenin en önemli güvencesinin AB projesi olduğunu artık kabul ediyor musunuz?           Laikliği, hukukun üstünlüğünü, yani demokrasiyi, artık Silahlı Kuvvetleri darbeye davet ederek savunamayacağınızı, ancak ve de ancak Avrupa Birliği sayesinde garantiye alınabilineceğini nihayet anlayabildinizmi?           Eğer yukarıdaki sorularıma EVET yanıtı veriyorsanız, o zaman hemen harekete geçin ve kamp değiştirin.           Henüz geç değil. DANİEL COHN-BENDİT SİZE YARDIMCI OLABİLİR...           Eğer hala bir tereddütünüz varsa, Avrupa Parlamentosu Yeşiller Grubu'nun, İstanbul Hilton'da dün başlayan ve Çarşamba günü bitecek olan "Avrupa'daki Türkiye" adlı konferansına katılın ve dinleyin.           Yeşillerin Başkanı Daniel Cohn-Bendit'ininisiyatifi, Helene Flautre, Joost Lagendijk, Monica Frassoni, Rebecca Harm, Heidi Hautala, Gianni Buquicchio, Marc Pierini gibi önemli isimlerin yorumlarını izleyin.           Türk uzmanlarla tartışmalarına tanıklık edin.           Belki dünyanız genişler ve daha farklı düşünürsünüz.
Milliyet
1,321,820
Yazarlar
Füsun-Faruk Eczacıbaşı çiftinin Galata'daki koleksiyon evlerinin 6. katındayız. Hemen yanı başımızda en ışıl ışıl haliyle Galata Kulesi, enfes bir deniz manzarası. Duvarlarda modern sanatın itinayla seçilmiş örnekleri ve önümüzdeki upuzuuuun masanın üzerinde kapakları ressam Mehmet Güleryüz tarafından tek tek tasarlanmış, beyaz kumaş kaplı, ciltli kitaplar...Açık Radyo'nun 15. yılı nedeniyle hazırlanmış olan bu "sanat eseri kitaplar"ın kapaklarında aşktan siyasete, askerden çevreye ne ararsanız var. Kitapları elleyemiyorsunuz; çünkü onlar pleksiglastan 25 santim yüksekliğinde kapalı vitrinlerle korumaya alınmış. Hepsi 150 tane, ama 64 tanesi sergilenebilmiş.Hem ciddi, hem uçuk-kaçıkÖnünüzde kitap olup da karıştırmamak olur mu? Neyse derhal Mehmet Güleryüz tasarımı olmayan birkaç kitap geldi de merakımızı giderdik. Açık Radyo'nun 15 yıllık tarihi, "ansiklopedik sözlük" formatında bir kitaba dönüşmüş. Çok eğlenceli, kimi yerde çok ciddi, kimi yerde hayli uçuk-kaçık, tam Açık Radyo gibi sıra dışı bir iş çıkmış ortaya. Açık Radyo'nun sesli ve yazılı arşivinin taranmasıyla, programcılarının ve dostlarının kaleme aldıkları makalelerin derlenmesiyle oluşturulan Açık Kitap'ta sanattan spora, tarihten yemeğe, siyasetten gündelik yaşama kadar ne ararsanız var. Ahmet İnsel'den Beyazıt Öztürk'e, Enis Batur'dan Okan Bayülgen'e, Orhan Pamuk'tan Nejat İşler'e, Rakel Dink'ten Önder Focan'a 180'e yakın yazar ansiklopedik sözlükteki 550 maddenin yazımına katkıda bulunmuş.Gönüllüler tımarhanesiAçık Radyo, 13 Kasım 1995'te kurulduğu günden beri dokunulmayan konulara, çevreye, mimariye ve kaliteli müziklere yer verir. Açık Kitap'ta da savaş ve barış meselelerinden mültecilere, ezilen insanların durumundan çevreye radyonun "hassasiyet noktaları" yer alıyor. Mehmet Güleryüz'ün özel desenleri Açık Radyo'nun sıra dışı dünyasına çok uygun düşüyor.Genel Yayın Yönetmeni Ömer Madra, 3-4 yıl kadar önce Açık Radyo'yu "Gönüllüler tımarhanesi" olarak tanımladıktan sonra "Bedava yayını, neden para vererek izleyeyim?" diyenlere, radyonun Kuruluş Manifestosu'nu şu birkaç cümleyle anlatmıştı:"Radyo ne işe yarar?-  Zihin Tiyatrosu'nu kurmaya-  Zeki, duyarlı ve nazik insanları bir araya getirmeye-  Olabilecek en direkt teması kurmaya-  Belli bir fikri ve kültürel yapısı olan insanların bir arada olacağı bir platform sağlamaya-  Sağduyuya dayanan bir odaklaşmaya-  Kısacası nefes alıp vermeye. 'Temiz hava' solumaya...Hiçbir çözüm üretmeyeceğimize söz veriyoruz. Olsa olsa dünyadaki 'meraksızlık' sendromuna, geçici bazı çareler getirmeye çalışabiliriz. Size bir şey vermek istemiyoruz; mümkün olduğu oranda sizden bir şeyler almak istiyoruz. Çünkü bu, bizim ortak projemiz!"Kapağını Güleryüz'ün tasarladığı ve Madra'nın "Açık Radyo'nun 15 yıllık müktesebatı" diye tanımladığı Güleryüz imzalı 150 özel Açık Kitap, 5 bin liradan satılıyor. Herkes kendi önceliğine göre bir kapak seçebilir.
Milliyet
1,322,021
Yazarlar
Geçen yılki Açılım girişiminin, acemilikten kaynaklanan hatalar sonucu kesilmesi, moralleri bozmuş ve genel seçimlerin yaklaşmasıyla birlikte de, yumuşama ümitleri suya düşmüştü. "Bakalım, seçim sonrası yeniden hareketlenilir" diyorduk.Şu anda gelinen nokta, büyük bir sürpriz oldu.İçişleri Baskanı Atalay, durmadan  "Çalışmalar yapılıyor, önemli adımlar atılacak" diyor, ardı ardına Kuzey Irak ile temaslar yapılıyordu da, kimse böyle bir noktaya gelineceğini tahmin etmiyordu.Her şeyin başında, hem Türk Devleti hem de PKK'nın, artık silahla, sınır dışı operasyonlarla, sokak gösterileri veya sert demeçlerle bu mücadeleyi kazanamayacaklarının anlaşılması geliyor.Artık tek çıkışın siyasetten geçtiği anlaşıldığı için bu noktaya gelindi.Karayılan risk alıyor...Eylemsizlik kararının 8 ay süreyle uzatılması, PKK açısından önemli bir ödündür. Zira 8 ay süreyle gerillayı dağda eylemsiz, çözüm istemeyen komutanları kontrol altında tutmak çok zordur. Karayılan, kendi açısından risk almaktadır. Silahla değil, düz ovada siyaset yaparak yoluna devam etmek istediğini açıkça ortaya koymuştur.Şimdi, kimileri ortaya çıkıp "Tabii kardeşim, önümüz kış, işlerine geldiği için böyle hareket ediyorlar" demesin. Eylemle beslenen binlerce kişiye, sekiz ay silah taşımayacaksın, demek kolay değildir.Türkiye topraklarında eli silahlı insan dolaştırmamak kararı ise, hiç mi hiç kolay değildir.Biz de tetik çekmemeliyiz...Kendi kendimizi aldatmayalım.Terörü durdurmak istiyorsak, beğenmesek dahi, bizim de üstümüze düşenler vardır. Bunların başında da, Türk Güvenlik Kuvvetleri'nin, bundan önce olduğunun aksine, daha dikkatli davranması ve varılan anlaşmaya uyması gerekir. Bu tutum, güvenlikçilerin, PKK karakol basıp insan öldürmeye kalkarsa, durumu seyretmeleri anlamına tabii ki gelmiyor. Eylem, anında karşılığını bulmalı, ancak eylem yoksa, dağlarda insan avına çıkılmamalı.Çok güç bir şeyden söz ettiğimi biliyorum. Ancak, terörü durdurmak için ne gerekiyorsa  yapmak gerekiyor. Tabii bu konuda asıl sorumluluk PKK'ya düşüyor. Kuvvetlerini sınır dışına çıkarabildiği taktirde, Güvenlik Güçleri de rahatlayacaklardır.Öcalan gücünü yine gösterdi...Kim ne derse desin, Öcalan bundan önce olduğu gibi, bu defa da gücünü gösterdi. İmralı'yı sürekli taşlamak yerine, nefes alınmasına yardımcıysa, günlük yaşamında daha fazla eziyet çektirmenin de bir anlamı olmamalı.Bu çerçevede, BDP'nin de hakkını yemememiz gerekiyor.Yıllarca itip kaktık, yapmadığımız eziyeti bırakmadık, ancak bugün gelinen şu noktaya bakıyoruz ki, partinin önemli bir katkısı olmuş. Beğenmediğimiz sözler duyduk, ancak onların da belirli bir barış sürecine ihtiyaç duydukları anlaşılıyor.AKP isterse tarihe geçebilir... Ak Parti eğer bu defaki süreci iyi yönetebilirse, gerçekten terörün önüne geçebilir ve tarihe geçer. PKK'nın silah bırakması ve düz ovada siyasetin önünün açılması, iktidarın cesur adımlarına bağlıdır.Seçime kadar ki dönemde atılacak her adım, belki oy kaybettirebilir, ancak Erdoğan sadece bu konuda Kılıçdaroğlu'nu ikna edebilirse, ikisi Türkiye'nin önünü açarlar. Ben CHP'nin sırf oy uğruna bu süreci baltalayacağını hiç sanmıyorum. MHP konusunda aynı şeyi söyleyemem, ancak bugünden itibaren kilit parti CHP'dir.Türkiye için yine ümitli günler başlıyor.Birileri bozana kadar tabii... Türkiye'nin gerçek dostu: Yeşiller...Türkiye'nin Avrupa'daki  siyasi partiler arasındaki en sağlıklı müttefiki Yeşiller Partisi'dir.Sorunlarımızı çok doğru saptarlar ve bizi anlayabilmek için de özel çaba gösterirler. Başkaları gibi, kulaktan dolma bilgilerle, klişeleşmiş sözlerle karşımıza çıkmazlar. Konuyu iyi bilirler ve hem desteklerini, hem de eleştirilerini esirgemezler.Avrupa'da, Türkiye'ye gelip gelişmeleri ilk elden öğrenmek ve görüşlerini açıklamak için özel toplantı yapan tek partidir.Yine İstanbul'dalar. Pazartesiden itibaren, son derece yoğun katılımlı "Avrupa'da Türkiye" konulu bir konferansta, AB-Türkiye ilişkileri ele alındı. Heinrich Böll Stıftung'un Türkiye temsilciliğiyle birlikte gerçekleşen bu konferans, hem Yeşillerin yaklaşımlarını öğrenmemize hem de bizim ne düşündüğümüzü anlamaları için olanak yarattı.Yeşillerin yıldızları da oradaydı: Helene Flautre, Daniel Cohn- Bendit, Monica Frassoni, Rebecca Harm, Franzika Keller.Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne doğru yürüyüşüne, başından beri arka çıkmışlardır.Hiç unutmam, bugün Yeşillerin en güçlü isimlerinden biri olan Daniel Cohn- Bendit, 1995 yılında Gümrük Birliği Anlaşması parlamentoda tartışılırken, söz aldı. Hristiyan Demokratlar, Türkiye ile Gümrük Birliği Anlaşması'nı hararetle destekliyorlardı. Danny özellikle Alman Hristiyan Demokratlara dönüp "Türklerin Gümrük Birliği'ni alkışlıyorsunuz, ancak yarın tam üyelik başvurusu yaptıklarında karşı çıkacaksınız. İki yüzlülük yapıyorsunuz. Türklerin, Gümrük Birliği ile yetinmesini istiyorsunuz" demişti.Dedikleri aynen gerçekleşti.Avrupa Parlamentosu'ndaki Yeşiller Grubu'nun Türkiye'ye bu kadar sağlıklı davranmasının temelinde, kendi ilgileri olduğu kadar, Ali Yurttagül gibi bir danışmanlarının olmasını da eklemeliyim.Türkiye'nin AB ilişkilerine önem veren herkesin, Yeşillere kulak vermesinde çok yarar var. Bu defa da çok yapıcı eleştirilerde bulundular. Başbakan ile görüşerek, Ak Parti İktidarını, birçok konuda uyardılar.Dostluk buna denir...
Milliyet
1,334,162
Yazarlar
Saatleri Durduralım MEVSiM GEÇiŞLERiNDE KENDiNiZi HASTA ETMEYiN Size yararlı besinleri seçip, bunları günlük mönünüze ilave eder, bazı besinlerin de tüketimine ayrıca özen gösterirseniz vücut direncinizi artırarak soğuk günlere hazırlıklı olabilirsinizMevsim değişimlerinde sık rastlanan hastalıklara karşı bağışıklık sistemini güçlendirmekte yarar var. Özellikle mevsim geçişlerinde çoğu kişide soğuk algınlıkları, farenjit gibi çeşitli kış hastalıkları görülme sıklığı artar. Havaların aniden soğuması, aynı zamanda ortalıkta gezinen virüslerin çoğalması ve insanların kapalı yerlerde bir arada bulunması gibi etkiler hastalık oluşmasını kolaylaştırır. Bu arada beslenmenize dikkate ederek ve bazı ilaveler yaparak bağışıklık sistemini güçlendirebilirsiniz. Diyetisyenimiz Müge Başer ile bu konuyu konuştuk, Müge'nin bağışıklığı güçlendirecek beslenme tarzı hakkında bazı önerileri var, anlattıklarını aynen aktarıyorum.Bol sıvı tüketimine ayrı bir özen gösterilmeli. Sıcak havaların etkisiyle terle kaybedilen suyu yerine koymak adına vücut kendi ihtiyacını söylüyordu ve yazın su başta olmak üzere çeşitli soğuk içecekler vücudun sıvı ihtiyacını karşıla-yabiliyordu ancak soğuk havalarda genelde kişiler su içmeyi unutuyor oysa yazınki kadar ihtiyaç olmasa da her gün düzenli sıvı alımına dikkat edilmeli. Özellikle bitki çayları bu konuda yardımcı olabilir. Başta zencefil, ıhlamur ve kuşburnu çayları oldukça faydalı. Zencefil ve ıhlamur bitkileri anti-inflamatuar etkileri ile hastalık sırasında toparlanma sürecini hızlandırır. Elma ve tarçınla birlikte karışım halinde kaynatılan çaya limon suyu ve bal da eklenerek lezzetlendirilip gün içerisinde tüketilebilir. Bal bitki çaylarını tatlandırırken boğaz ağrılarına neden olabilecek virüsleri de yok eder. Sade su tüketimi de çok önemli. Suyun tadını sevmeyenler içerisine nane yaprağı, karanfil tanesi veya limon dilimi ekleyerek içmeyi deneyebilirler. Soğuk algın-lığı geçirenler ise ekinezya çayını tercih edilebilir.Öğle ve akşam öğünlerinde yağsız protein almak vücut direncini artıracaktır. Örneğin tavuk suyunun içerisine havuç, soğan ve kereviz yaprakları eklenmiş bol limonlu, sarımsaklı bir çorba bağışıklık sistemini kuvvetlendiren etkili bir yoldur. Gene öğünlerde protein alımına da katkısı olması adına mutlaka içeriğindeki faydalı bakterilerden dolayı probiyotikli yoğurt ya da kefir tüketimine özen gösterilmeli. Sarımsağın               antiinflamatuar etkisinden daha çok yararlanmak isteyenler çiğ olarak yoğurdun veya kefirin içerisine ekleyebilirler. Yağsız protein kaynaklarından kurubaklagiller de önemli bir bitkisel protein kaynağıdır. Kurubaklagiller aynı zamanda posa içerdiklerinden vücuttaki atıkların daha çabuk atılmasına yardımcı olurlar.Mevsim sebzelerinden brokoli, karnabahar, lahana çeşitleri kükürtlü bileşiklerden zengin ve antioksidan kapasiteleri yüksek sebzelerdir. Bunlar daha çok içeriğindeki önemli enzimlerin bozulmaması ve bazı vitaminlerin okside olup kaybolmaması için çiğ olarak veya çok az haşlanmış olarak tercih edilmeli.Yemeklerin hazırlanmasında özellikle taze domates mevsiminin geçmesi ile domates salçası veya domates suyu kullanılmalı. İçeriğindeki likopenin biraz ısı ile veya çeşitli işlemlerle emilimi artıyor. Likopen sadece kansere karşı koruyucu olmamakla birlikte vücudu bütün zararlı radikallerden koruyan önemli bir antioksidan.Öğün aralarında da taze meyvelerden özellikle iyi C vitamini kaynağı olmasından dolayı kivi, portakal, mandalina, elma tercih edilebilir.Bunların yanı sıra çinko ve Omega-3 de önemli besin ögelerinden. Omega-3'ü özellikle doğal kaynağı yağlı balıklardan alınmalı. Ancak balık yiyemeyenler doktoru, eczacı veya diyetisyeni gözetiminde Omega-3 desteklerinden yararlana-bilirler. Çinko ise kırmızı et, badem, ceviz, fındıkta bulunuyor. Kırmızı et tüketilmeyen günlerde bir avuç kadar badem, ceviz ve fındık yenilebilir.
Milliyet
1,332,884
Yazarlar
'nin eski Dışişleri Bakanlarından Jack Straw, Times gazetesine yazdığı yazıda Avrupalı politikacılarda her zaman tanık olmadığımız bir dürüstlükle, sorununu AB'de 'ye karşı kullananların olduğunu belirtmiş. Straw'ın dediği gibi, Kıbrıs'ın sunduğu kolay bahaneler olmasa yüzde 98'i olan Türkiye'nin AB'ye üye olmasına karşı çıkanlar bu kadar rahat muhalefet yapma fırsatı bulamazlardı. Straw'ın, Türkleri bugün Batı'dan uzaklaştıran başlıca faktörün 74 milyonluk bir Türkiye'nin küçücük Kıbrıs'a rehin olmasından kaynaklandığını belirtmesi ise, Türk yetkililerinin farklı bir şekilde de olsa ifade ettikleri bir gerçektir. Annan Planı'nın tarafından reddedilmesinden sonra, 'da ortaya çıkan Rum yanlısı görüntü ile uygulamaların Türkiye üzerinde "yabancılaştırıcı" bir etki yarattığı inkâr edilemez. Özetle Rum kesimi, koskoca AB'yi Türkiye ve Kıbrıslı Türklerin aleyhinde etkileyecek konuma gelebildiyse, bu anormal durum Türkiye'nin AB üyeliğine karşı olanların sağladığı destekle oluyor. Bizler bunu uzun zamandır biliyoruz, ama bu gerçeği Straw gibi önemli Avrupalı siyasetçilerin ağzından duymaya alışık değiliz. Straw'ın yazısındaki en önemli unsur yine de bu söyledikleri değil bizce ama şu acı itirafıdır: "'ni AB'ye kabul etmenin barış sürecine katkıda bulunacağını düşünmek için iyi nedenlerim vardı. Ancak yaşananlar bu beklentileri boşa çıkardı. 2004 yılında Kıbrıslı Rumların tavrı aklımızda şüphe yarattığında, 'ın diğer bütün aday ülkelerin üyeliğini veto edeceği yönündeki tehditlerine karşı durabilmeliydik." Fakat  zamanında, ne İngiltere Dışişleri Bakanı olan kendisi, ne de AB'de başka birisi, Rumların AB üyeliğini istemelerinin ve 'nın buna verdiği büyük desteğin asıl nedenlerini deşifre edebildi veya etmek istedi. Sonunda gelinen nokta ortada ve Straw'ın bu acı itirafına rağmen Rumlar açısından amaç fazlasıyla hasıl olmuş durumdadır. Özetle Rumlar, AB'yi Türkiye aleyhinde başarı ile kullanabileceklerini göstermişlerdir. Başta Straw olmak üzere, Türkiye konusunda dürüst olan Avrupalı politikacıların bunu zamanında görememeleri,  Cumhurbaşkanı Gül'ün Avrupa'ya dönük "vizyonsuzluk" eleştirisini haklı çıkaracak niteliktedir. Saatleri geri çevirmek artık mümkün olmasa bile, AB'nin bugün çözülmeden Rum kesimini üyeliğe kabul etmenin yarattığı siyasi ve stratejik sıkıntıları artan bir şekilde hissetmeye başladığı da bir gerçektir. Straw'ın da belirttiği gibi, AB'nin bugün karşı karşıya olduğu en zorlu stratejik karar Türkiye'yle ilişkilerin geleceğidir." Buna karşın aynı AB, bugün bile, bu durumun üstesinden gelebilecek siyasi iradeye sahip olduğuna ilişkin herhangi bir sinyal vermiyor. Başka bir deyişle kolektif ağırlığını, Rumları Kıbrıs müzakerelerinde belli bir uzlaşı noktasına getirmek amacıyla kullanmaya hazır olduğunu hâlâ göstermiyor. Bu çerçevede "Rumların veto hakkı var bir şey yapamayız" söylemini sık sık duyuyoruz. Ancak bu argüman, Jack Straw'ın da yazısında ima ettiği gibi, Türkiye'nin AB üyeliğine karşı çıkanların kullandıkları başlıca enstrümanlardan başka bir şey değil. Yani samimi değil. Jack Straw da aslında, var olan gerçeği tespit etmek ve bazı itiraflarda bulunmanın ötesinde AB'ye bu konuda somut olarak çok fazla bir şey öneremiyor. Bu durumda Straw ve onun gibi düşünenler yazdıkları bu yazılarla ve söyledikleri benzer sözlerle bir yerde sanki tarihe kayıt düşüyorlar. "Zamanında bazı şeyleri göremediysek bile, bugün bu gerçekleri görebildiğimizin en azından bilinmesini istiyoruz" demeye getiriyorlar. Bu tür yazılar ve açıklamalar elbette ki Rumların ve Yunanistan'ın AB'deki huzurunu kaçıracak niteliktedir. Bu nedenle "bunlar önemsizdir" demiyoruz. Ancak AB kanadından Kıbrıslı Türklerin de çıkarlarını kollayan somut öneriler gelmeden, Kıbrıs sorununun çözümü ve Türkiye ile AB arasındaki ilişkilerin yeniden canlanmasının nasıl sağlanacağını görmek de pek mümkün değil.
Milliyet
1,339,821
Yazarlar
Hakan Kırkoğlu hkirkoglu@ttmail.com Müneccimbaşı Niyetlerimiz gerçekleşiyor Bugün akışta kaldığımız sürece niyetleri-mizin gerçekleştiğini göreceğiz. Duygusal açıdan rahatlatıcı koşullar var. Sezgilerimizin de yardımıyla son derece yaratıcı olabiliriz. Pasif ve hareketsiz kalmamalı, içimizdeki potansiyeli harekete geçirmeye bakmalıyız. Şans bizden yana olacak.Gün içerisinde bazı beklenmedik durumlarla da karşılaşabiliriz. Aşırı üsteleyici olmamalıyız. Kendimizi güvensiz hissettiğimiz durumlar olabilir. Bugün gereksiz fedakarlıklardan uzak durmalıyız. Hedeflerimizi boşvermemeli, yeniliklere açık durmalıyız.
Milliyet
1,342,790
Yazarlar
Dilara Koçak bilgi@mezurasaglik.com.tr İyi Yaşam KURBAN ETLERiNi SAKLARKEN DİKKATLİ OLUN Dondurarak saklayın ve çözdürürken dikkat edinEtleri, büyük parçalar halinde saklamayın, birer yemeklik olacak şekilde küçük parçalara ayırarak, temiz buzdolabı poşetine veya yağlı kâğıda sarın ve buzdolabının buzluk kısmında saklayın. Sakatat ve organ etleri buzdolabında 1-2 gün saklanabilir, etler kıyma haline getirilirse saklama süresi kısalır. Kıyma buzdolabında 1-2 gün parça et ise 2-3 gün saklanabilir.Çözdürülen eti hemen pişirin, tekrar dondurmayın. Çözdürülmek istenen eti, oda ısısında açıkta bırakılacak şekilde değil, buzdolabının alt bölmesinde çözdürün. Etin çabuk çözünmesi amacıyla oda sıcaklığında bekletmek, insan sağlığı açısından doğru değildir. Hemen tüketilmeyecek etler derin donduruculara konulmalı veya kavurma yapılarak muhafaza edilmeli. Sakatat ve etler aynı kaplara konularak saklanmamalı. Gıdaları iyi pişirinBirçok çiğ gıdadan bazı hastalıklara neden olabilen organizmalar bulaşabilir. İyi bir pişirme bu tür organizmaları öldürebilir. Pişirilen gıdaların her tarafının sıcaklığının en az 700 C'ye ulaşması gerekmektedir. Pişirilmiş gıdaları derhal tüketin, oda sıcaklığında bırakmayın Pişirilmiş gıdalar oda sıcaklığına kadar soğudukları zaman üzerindeki mikropların sayısı hızla artmaya başlar. Pişirilen gıdaların uzun süre bekletilmesi mikropların çoğalma riskini artırır, güvenli olması açısından pişirilmiş gıdalar soğumadan tüketilmelidir. Pişirilmiş gıdaları dikkatlice saklayınEğer yiyeceklerinizi önceden hazırlamak veya artan yiyeceklerinizi saklamak isterseniz onları yeterince sıcak (yaklaşık 600 C veya üzeri) ya da yeterince soğuk (yaklaşık 100 C veya altında) tutabildiğinizden emin olmalısınız.Eğer pişirilmiş gıdalarınızı 4-5 saatten fazla saklamayı düşünüyorsanız bu kural hayati önem taşımaktadır.Buzdolabını aşırı doldurmayınÇok miktarda gıdanın buzdolabına yerleştirilmesi sorun olabilir çünkü tıka basa doldurulmuş buzdolaplarında saklanan pişirilmiş gıdaların iç kısımları gerektiği kadar kısa sürede soğutulamaz ve eğer bu kısımlar uzun süre için 100 C'nin üzerinde kalırsa mikroplar kolayca gelişir, çabucak sayıları artar ve hastalık yapıcı seviyeye ulaşır.Pişirilmiş gıdaları yeniden ısıtırken dikkat edinİyi bir yeniden ısıtmanın anlamı; ısıtılan gıdanın her tarafının sıcaklığının en az 700 C'ye ulaştırılmasıdır. Pişirilmiş gıdalar ile çiğ gıdalar birbiri ile temas etmesin Güvenli bir şekilde pişirilmiş gıdalar çiğ gıdalarla çok az bir temasta bile bulunsa kontaminasyona neden olabilir. Örneğin pişmemiş bir eti parçalamak için kullandığınız tahtayı veya bıçağı yıkamadan pişmiş bir gıda için kullanmayın, Bayram ertesi sebze ve meyveye ağırlık verinBayramda yoğun et ve et ürünleri tükettiyseniz ihtiyacınızın üzerinde kolesterol, yağ ve kalori almış olabilirsiniz. Hayvansal ürünler posa içermediği için bağırsak hareketlerinizde yavaşlama ve kabızlık problemi oluşması da muhtemeldir Bu sebeple bayram sonrası daha fazla posa ve vitamin-mineral açısından sebze ve meyveye ağırlık verin. Tam tahıl ürünleri ile balık ilave etmeye çalışın, eğer kilo aldıysanız hızlı kilo vermeye çalışmayın az ve sık yemek yemeyi hedefleyin ve daha fazla hareket edin. Bol su için, bitki çayları ve sebze sularını tercih edin. Yarın sebze ve meyve ağırlıklı örnek bir mönü yayımlayacağız.
Milliyet
1,340,101
Yazarlar
Vedat Özdemiroğlu vedatozdemiro@gmail.com Paşa Gönül Kriterleri CEVAP İSTERiM! Sayın Kadir Topbaş,  Öncelikle iyi bayramlar dilerim. Bayram tatilini fırsat bilip, Ayaspaşa'daki eski sokağıma gittim. Gitmez olaydım Kadir Bey! Eski Sulakçeşme, yeni Hoca Hanım Sokağı'nın o güzelim 50 basamaklı merdivenin yarısı katledilmiş. Akla seza bir kararla, güzelim doğal taş merdivenin bir tarafı çok biçimsiz şekilde güya düzleştirilmiş. Bu kadar zevksiz adam veya adamlarla nasıl çalışabilirsiniz Kadir Bey? Beni çok üzdünüz, ben bu konuya dadanırım! Bana merdivenimi geri vereceksiniz. Sokağın başındaki Japon Konsolosluğu'na soralım, tarafsız olarak görüş bildirsinler. O merdiven İstanbul için hepimizden önemli Başkan, lütfen gerekeni yapın!AA!Hepimiz Big Bang'te doğduk, hepimiz Kıyamet'te öleceğiz!..TARiHTE O GÜNİlk kez yaralanan bir dizi oyuncusu için "Ölmez, ölürse dizi biter" yorumu yapıldı. 18 Kasım 1987 (Teşekkürler Hakan Genç)KARŞILAŞTIRMALI EDEBiYAT"Troçki, alkışlanacağını bilse, kitlenin önünde intihar ederdi"   J. Stalin"Alkışlarla yaşıyorum" Z. MüreniŞiMDEYiM GÜCÜMDEYiMMizahımızın genç ustalarından Umut Sarıkaya'nın Uykusuz'daki köşesiyle aynı adı taşıyan "İşimdeyim Gücümdeyim" adlı karikatür albümü çıktı. Mürekkep Yayınları'ndan çıkan kitap sadece her eve değil, her yurt odasına, her türlü seyahate de lazım. Nasıl ki Gogol'ün paltosundan çok yazar çıkmıştı, Umut'un montundan da çok mizahçı çıkacak! (Umut'un montu için albümün ilk karikatürüne bakınız... Meraklısı zaten biliyor)KISA ARJANTiN TARiHİHaritada yerimizi bilmeyenler bile, bardağımızı bilecekler, bu da bize yeter!..YORUMSUZ"Renklidir bayram balonları, limon sarısı, narçiçeği, zümrüt yeşili, deniz mavisi, yosun yeşili, kobalt mavisi, zehir yeşili, fes rengi, cırlak kırmızı, bej, portakal sarısı, alev kırmızısı, kan kırmızısı, küf sarısı, azur mavisi, kızıl kırmızı, çini mavisi, türbe yeşili, aşı boyası, siklamen, çingene pembesi, gül kurusu, şeker pembesi ve toz pembeden bir büyük demettir." (Rahmetli İlhan Selçuk'un "Gökyüzünde Bir Nokta" başlıklı makalesinden)ŞU HAYATTA NE YAPTIM?Ana dilimi o kadar çok sevdim ki, her kim ana dilinde konuşmak istediyse destek verdim...İKİ RESiM ARASINDAKi 7 FARK1-Soru işareti, kesinlikle merak... Ünlem, bazen merak...2-Soru işareti, süreç...  Ünlem, sonuç...3-Soru işareti, depresif...  Ünlem, manik...4-Soru işareti, televizyondaki kaplan belgeseli...Ünlem, evdeki kedi...5-Soru işareti, sound check... Ünlem, konser...6-Soru işareti yağmur...  Ünlem, toprak kokusu...7-Soru işareti, asist...  Ünlem, gol...CUMARTESİ- PAZARTESİ* 20 Kasım Cumartesi Effective, Indigo Alt Sahnesi'nde. (22.00)* 22 Kasım Pazartesi, Vedat Özdemiroğlu, tek kişilik gösterisiyle Beyoğlu Hayal Bistro'da. (22.00)
Milliyet
1,343,671
Yazarlar
Ünlü korku filmlerinin yaratıcıları Alfred Hitchcock ve Stanley Kubrick gibi ustaların tutkularına çok uyuyor Schuster hocanın stres dolu 90 dakikalara olan yakınlığı...Öyle ya, ligin dip hatlarında dolaşan Konyaspor'la kendi sahasında oynayan Beşiktaş'ın ligin geçmiş 12 haftası sonrasında hâlâ tertip sorunlarıyla uğraşıp, hâlâ belirgin bir iskelete sahip olamayışını başka nasıl izah edebiliriz ki? Hâlâ tek hatta oynayarak rakibi üzerine bekleyen Beşiktaş savunması 16. dakikada yediği ani Konyaspor kontratağında niçin birden panikliyor ve İbrahim Toraman topla üstüne gelen Konyalı Grajciar'ın üstüne çıkıp kaleye uzak noktada basacağına neden 50-60 metre gerileyerek bu oyuncunun şutuna ve yenilen gole seyirci kalıyordu ki? Yani, Beşiktaş'a defans öğretileri bu muydu bay Schuster'in, yoksa İbrahim kardeşimiz mi pozisyonda saçmalayarak adeta "intihar denemesi"ne mi soyunuyordu defansın bu en hassas bölgesinde?Holosko sol çizgide sürekli sağ ayağıyla top sürmeye çalışmaktaydı. Bu genç yabancı "beni uç adam olarak ortada yani santrfor bölgesinde kullanın" deyip duruyor haftalardır. Hadi o bölgede Bobo var, Nobre var. Şu veya bu var diyelim. İyi ama ikinci golde vuruşunu yaparken bile bu genç adam sağ direğin dibindeydi. O zaman sağ kanat ağırlıklı oynayan bu çabuk ve iyi niyetli adamı istediği yerde kullanmak teknik adam bilgeliğinin lütfu değil de gereği olmuyor mu? Bu kadar iyi niyetle koşuşan ve galibiyet golü için çırpınan bu futbolcunun mükafatı maç sonunda tribünlerce küfür küfran mıdır?Böyle nereye varılabilir?Konyaspor tüm olgularıyla yarıştaki puan mücadelesini verirken gerek paslaşma dengeleri ve zenginlikleri adına gerekse de puan yakalama bilinci açısından Beşiktaş'tan çok önlerde bir düşünce ağırlığı taşımaktaydı. Tabii bu başarıda Ziya Doğan hocamızın siyah-beyazlı ekibi çok iyi okumuş olmasının önemini de unutmamak gerekmektedir.Beşiktaş ve Schuster siyah-beyazlı formanın kaderini Quaresma isimli bir şöhretin ayaklarına ve kafasındaki kendi çıkarına olan hesaplarına bırakamaz... Kartal'da her hafta sakatlar listesi başka başka... Böylesine oynak bir kadro yapısıyla nereye varılabilir ki? Ayrıca böyle bir yoklukta Fatih Tekke gibi bir golcü ismi kolay bahanelerle harcama lüksü bırakınız Schuster'i, dünyanın hiçbir futbol uzmanı kişisinde olamaz...Bizce şimdilik Kartal'da yapılması gereken acil iş "SCHUSTER'e DUR" diyerek bütün yanlışların hesabını bir bir sormaktır. Yoksa Beşiktaş kendi sahasında Konyaspor gibi zayıf bir ekibi rahatça yenemeyecekse ağır deplasmanlarda ne yapabilir ki?
Milliyet
1,331,084
Yazarlar
Geçen hafta, üç ayrı mekânda, üç toplantıya katıldım. Salı günü, Birleşmiş Markalar Derneği'nin düzenlediği "Türkiye'nin Çocuklarını Giydiriyor" projesi çerçevesinde Mardin'deydim. 100 bin çocuğu tepeden tırnağa giydiren BMD'nin üst düzey yönetimiyle birlikte ziyaret ettiğimiz bir ilkokulda idealist genç öğretmenler ve cıvıl cıvıl çocuklar gördüm. Perşembe sabahı Capital-Ekonomist dergilerinin düzenlediği CEO Club toplantısında, toplam ciroları 60 milyar lira olan 4 büyük şirketimizin tepe yönetimini dinledim. Sabancı, Koç, Borusan ve Eczacıbaşı'nın amiral gemisindeki CEO'lar yurt yatırım planlarını ve büyüme hedeflerini paylaştılar. Aynı gün düzenlenen 1. Reklam Sempozyumu'nda, şirketlerin bu yıl kriz psikolojisinin dışına çıktığı, pazarlama yatırımlarına hız verdiklerini anlatan sunumlar izledim.Birbirinden farklı mekânlarda yapılan bu üç toplantının ortak noktası, olumsuzluklara ve sorunlara değil, çözümlere odaklanmış olmalarıydı. Sunulan veriler, anlatılanlar, yaşananlar aydınlık ve umut vericiydi. Çetin Altan'ın yıllardır dediği gibi enseyi karartmadan, ülkemize güvenmek gerekiyor. Geleceğe umutla bakmak çin çok nedenimiz var. İş, kolları sıvayıp çözümün parçası olmakla başlıyor.Mardin Valisi Hasan Duruer ve ekibi, BMD'ne Projenin her aşamasında büyük destek sağladı.BMD tam 100 bin çocuğumuzu tepeden tırnağa giydirdi180 şirketi ve 500 markayı aynı çatı altında toplayan Birleşmiş Markalar Derneği'nin Yönetim Kurulu üyelerinin büyük bir bölümü giyim perakendesinde iş yapan şirketlerin sahibi. Bir sosyal sorumluluk projesi yapmaya niyetlenince, "Biz paramızı giyimden kazanıyoruz, giyime yatıralım" demişler. Okul yolunda üşüyen çocukları düşünerek tam 100 bin çocuk için tepeden tırnağa bir kış giysileri paketi hazırlamaya karar vermişler. Valilik, kaymakamlık ve Milli Eğitim müdürlükleriyle elele vererek, Diyarbakır, Van, Mardin, Çankırı, Gümüşhane illeriyle, İstanbul'un Pendik, Sultangazi, Esenyurt, Zeytinburnu ve Sultanbeyli ilçelerindeki ihtiyaç sahibi çocuklar saptanmış. Çocukların yaşları, boylarına uygun giysiler ve isimlerine özel paketler hazırlanmış ve piyasa değeri 20 milyon lira olan giysiler tek tek teslim edilmiş. Dağıtım geçen hafta tamamlandı. BMD Başkanı Yılmaz Yılmaz, BMD Yön. Kur. Üyesi ve Kampanya Koordinatörü Mehmet Ziylan ve BMD Yönetim Kurulu Üyeleri Emil Güzeliş ve Hüseyin Doğan, Mardin Ayfer Gök İlköğretim Okulu'nda yapılan bayram kutlamasına, küçük bir gazeteci grubunu davet ettiler. Çocukların coşkusuna yerinde tanık olduk. BMD üyeleri bu yılki projeden çok memnun kalmışlar. Üşüyen tek bir çocuk kalmayıncaya kadar devam etmeye kararlılar. Bu yüzden 2011'de rakamı büyütmenin yollarını aramaya çoktan başlamışlar.CEO'larda ne değişiklik var?Capital ve Ekonomist dergilerinin düzenlediği CEO Club toplantısında, Koç, Sabancı, Eczacıbaşı ve Borusan Holding'in CEO'larını birlikte izleme imkânı bulduk. Konuşmaların ortak noktası, Türkiye'nin geleceğinin çok parlak olduğuydu. Geçmişte CEO'lar hep rakamlardan, büyümelerden söz ederlerdi. Bu toplantıda, CEO'lar çalışanlarla kurdukları başarılı ilişkileri, sosyal mecrayı nasıl kullandıklarını, yeşil enerji yatırımlarını, yurt dışındaki yabancı markaları hatta araştırma merkezlerini satın alma planlarını anlattılar. Trendleri izleyen, dünyayla rekabette kendilerine güvenen yeni CEO modeli, Türk özel sektöründe yeni sayfalar açıyor. Çalışanlarına değer veren, gelecekten korkmayan yöneticilerin yarattığı katma değer de yüksek oluyor.
Milliyet
1,318,945
Yazarlar
İmralı'da Öcalan'la yapılan görüşmeler, 16 Ekim'de bitti. Oysa bugün ateşkesi uzatması bekleniyordu. Peki Öcalan'ın 'eylemsizlik ve Kuzey Irak'a çekilme' talepleri Kandil'de kabul görüyor mu?Bu satırların kaleme alındığı saatlerde, Pazar sabahı Taksim'i kana bulayan saldırının failleri henüz yakalanmış değildi. Tabii ki herkesin aklına ilk gelen olağan şüpheli, PKK. Örgütün  tek taraflı olarak ilan ettiği ateşkes, dün bitti. Ancak zamanlama yine de  garip. Abdullah Öcalan'ın bugün avukatlarıyla yapacağı görüşmede ateşkesi yeniden uzatması bekleniyordu.  Tam ateşkesi uzatmayı planlayan, uzlaşma sinyali veren, hatta "Sivillerin ölümünden özür dileriz" diyen örgüt, neden yeniden şiddet için kolları sıvamış olabilir?  Bu patlama eylemsizlik sürecini sabote etmek için provokasyon maksatlı olabilir mi? Peki eylemi tamamen PKK?dışı güçler yapmış olabilir mi?Yoksa daha önceki kanlı şehir eylemlerinin sorumluluğunu üstlenen PKK, iki arada bir derede elini güçlendirmek ve "Buradayım. Ayaktayım" mesajı vermek için mi düzenlemişti bu eylemi?İmralı'da görüşmeler Bu soruların yanıtı, PKK içindeki hava ve son aylarda İmralı'yla yapılan temaslarda. Devletin bazı birimleri, bir süredir Abdullah Öcalan'la temas halinde. Bu siyaseten de, PKK'nın silahı bırakabilmesi için de gerekli bir adım. İmralı'daki 16 Ekim'de kesilen görüşmelerde, Öcalan'ın talepleri arasında, devlet cephesinde uzun vadede makul sayılabilecekler de var, "silahı bırakan gerillalardan kentlerde öz savunma birlikleri oluşsun" gibi siyaseten çok "uçuk" olanlar da. Makul sayılabilecek talepler, Kürt kamuoyunun anayasal beklentileri, Kürtçe eğitimde açılımlar, kültürel adımların devamı ve genel affa giden yol. Bütün bunlar silahların susması durumunda geniş kamuoyu tarafından da kabul görebilecek maddeler. Fakat Öcalan kendisiyle İmralı'da yapılan görüşmelerin 16 Ekim'de kesilmiş olmasından rahatsız. Son bir aydır devam eden ateşkes sürecinde ne İmralı, ne de örgütün Kandil'deki yönetim kadrosu, devletten umduğu yumuşama sinyalini görmedi. Kürt cephesinde beklenen KCK davasında bir adım, Öcalan'ın hapishane koşullarında bir iyileşme, operasyonların durması ya da anayasada değişiklik yapılacağına dair bir beyandı. Güvenlik güçleri ve devletin diğer birimleri ise, böyle silahların gölgesinde bir pazarlığa açık değil. "Devlet tehdit altında adım atmaz" diyor haklı olarak. Ateşkesin uzaması, güven ortamının pekişmesi, Kürt meselesine yönelik adımların makul bir zamanlama çerçevesinde atılması gerektiğine inanıyorlar."Kuzey Irak'a çekilin"Yine de Abdullah Öcalan'ın bugün görüşeceği avukatı Aysel Tuğluk'a ateşkesin yeniden uzatılması yolunda bir işaret vermesi bekleniyor. PKK lideri İmralı'daki temasların devam etmesi, ateşkesin gerekirse 2011'de seçimlere kadar sürmesini istiyor. Ancak bu konuda Kandil'deki örgüt yöneticilerini ikna etmesi o kadar kolay değil. Öcalan geçen ay Murat Karayılan'a mektup yazarak, eylemsizlik sürecinin devam etmesi ve silahlı PKK güçlerinin Türkiye sınırları dışına Kuzey Irak'a çekilmesini istedi. Öcalan örgütün en önemli lideri ve sembol ismi olsa da, Kandil'deki PKK yönetimini ikna etmesi her zaman kolay olmuyor. Karayılan bu hafta Radikal'de Ertuğrul Mavioğlu'na verdiği röportajda "Öcalan'ı asla boşa düşürmeyiz" diyor ve İmralı'nın mektubuna yanıt verdiğini söylüyordu. Ancak üst düzey kaynaklar, Karayılan ve diğer PKK yöneticilerinin Öcalan'ın istediği hızlı "geri çekilme" sürecine isteksiz olduğunu, karşılığında somut adım görmek istediğini belirtiyor. Şahinler mi yaptı?Karayılan bir yana; örgüt içinde Cemil Bayık ve Rıza Altun gibi isimler, daha sertlik yanlısı bir tutum içinde. Eylemsizlik sürecine kuşkuyla bakıyor.Bu durumda Taksim'deki saldırının,  eylemsizliği baltalamak amacıyla şahinler tarafından yapılmış olma ihtimali de yok değil. Önümüzdeki günlerde "Bu eylemi kim yaptı?" sorusunun cevabı  PKK'nın dağdan inme sürecinin akıbetini de belirteyecek.Tuğluk: Birileri mesaj veriyorDün Taksim'deki patlama da 32 kişi yaralanmamış olsa, bugünkü en önemli konumuz Aysel Tuğluk olacaktı.  Siz bu gazeteyi elinize aldığınız saatlerde genç kadın 7 saatlik İmralı seyahati için çoktan  Bandırma'ya doğru yola çıkmış olacak, elindeki poşetlerde müvekkili Abdullah Öcalan'a güncel kitaplar ve gazete küpürleri götürecek, muhtemelen hemen ardından Öcalan'ın ateşkesin uzatılması yönündeki kararını kamuoyuna duyuruyor olacaktı. Aysel Tuğluk'la geçen hafta yine güneşli bir İstanbul sabahı Yıldız Parkı'nda buluşmuştuk. Yanında siyaseten kader birliği yaptığı Ahmet Türk de vardı. Siz yasaklı olmalarına bakmayın. Aslında bu iki isim, Kürt hareketi içinde silahsız, demokratik çözümü savunanları temsil ediyor. Tuğluk'un sert yüz hatlarının ardında aslında uzlaşmacı bir siyasetçi var. Bu yüzden de önümüzdeki bir yıl içinde PKK'nın dağdan inmesi yolunda makul adımlar atılacaksa, Tuğluk ve Türk bu süreçte kilit roller üstlenecek. Ancak pazar sabahı patlayan bomba, bütün hesapları altüst etti tabii. Tuğluk geçen haftaki sohbetimizde, Öcalan'la İmralı'da süregelen müzakerelerin kesilmiş olmasından kaygılıydı. Bir adım, bir işaret bekliyordu. Ancak yine de Abdullah Öcalan'la bugün yapacağı toplantıdan ateşkesin uzatılması yönünde bir tutum geleceği beklentisi içindeydi. Dün Taksim olayıyla ilgili yorumlarını almak için aradım. Şaşkın, üzgündü. "Tabii detay bilmiyoruz" diye söze başladı, "Ama bu tarz süreçlere kaygıyla yaklaşmak lazım . Provokasyon amaçlı, tahrik amaçlı eylemler olabilir. Bu bana Geçitli'deki eylemler gibi provokasyon amaçlı eylemleri anımsattı. Olay, eylemsizlik beklentisi varken yaşandı. Belki de eylemsizliği engellemek için yapıldı. Bunlar tesadüf değil; birbirlerine mesaj veriyorlar. Ama barışta ısrar etmek lazım..."Hanefi Avcı: 15 günde hayatımı altüst ettilerRadikal'de Cüneyt Özdemir'in "Silivri'den mektup alma tedirginliği" başlıklı bir yazı kaleme aldı. Cüneyt, hepimizin başına gelen ikilemi anlatmış. Silivri'de hâlâ yatan Mustafa Balbay gibi, Hanefi Avcı gibi bir düşünce suçlusundan bir mektup alıyorsunuz. Yazsanız bir türlü, yazmasanız bir türlü: "Yayınlarsanız biliyorsunuz ki hakkınızda iftira dolu haberler başlayacak. Yayımlamazsanız, bu sefer bir gazeteci olarak vicdanınız kanayacak." Dün de Avcı'dan gelen 4 sayfalık mektup o kategoridendi. Avcı mektubunda, daha önce avukatına ifade ettiği gibi Eskişehir'deki ofisinde bulunan kasetlerin kendisine ait olmadığını madde madde detaylandırarak anlatmış. Önemli bir mektup. Makamından 31 Ağustos'da ayrıldığını, kasetlerin o boşalttığı ofiste 28 gün sonra bulunduğunu, zaten odasını toplarken tutanak tutturduğunu, arama kararının esrarengiz bir biçimde Ankara değil İstanbul'daki özel yetkili mahkeme tarafından verildiğini, yanında çalışanların şahidi olabileceğini anlatıyor. 1995'de fiilen İstanbul istihbaratta dinleme faaliyetlerinden uzaklaştırıldığını, zaten de 28 Şubat sürecinde DGM'de yargılandığı için "Her zaman ev ve iş yerimde arama yapılabileceği düşüncesiyle" bu konularda dikkatli olduğunu söylüyor. Mektupta birkaç detay daha ilgimi çekti. Bunlardan biri, kaset teknolojisinin külüstürlüğüne dair. Avcı diyor ki, "Yüzlerce kaset 1-2 cm'lik USB bellekle dijital olarak kaydedilebildiği günümüzde 15-16 yıllık 24 kasedi il il yanımda taşımam makul değil." Gerçekten Avcı gibi teknoloji delisi bir adam, bu kadar kasedi taşıyacak olsa, herhalde torbada değil "flashdisk" denilen ufak USB belleklere koyardı. Avcı'nın "Bu kasetlerdeki 52 kişinin kimler olduğu nasıl tespit edilebilmiştir?" sorusu da ilginç. Kasetlerdeki Mehmet Ali Birand, Uğur Dündar gibi tanınan şahsiyetleri bir kenara bırakırsanız, diğer isimlerin nasıl hemen tanındı?? Acaba kasetler devletin dinleme arşivinden mi?
Milliyet
1,334,184
Yazarlar
Son durum Ben de dans yarışmasındaydım Hiç tahmin etmediğiniz kişiler bile bu yarışmayı izliyor ve konuşuyor. 'Yok Böyle Dans' jürisi, yarışmacıları ve Acun faktörüyle hepimizi yakaladı. Cumartesi gecesi Tan Sağtürk sayesinde yarışmayı stüdyoda izledimCumartesi akşamı Nişantaşı'nda beş kız oturuyoruz. Gece için program yapmak üzereyken konu nasıl oluyorsa dans yarışmasına geliyor. "Neyse ki yarın tekrarı var" diyor biri. Derken Aslı diyor ki "Keşke bu akşam dans yarışmasına gitsek de stüdyoda seyretsek." Birden hepimiz heyecanlanıyoruz. Tamam, neden olmasın? Hemen canım arkadaşım Tan Sağtürk'ü arıyorum. "Programa gidiyorum, yoldayım" diyor. Lafı uzatmadan, "Biz de gelmek istiyoruz, beş kişiyiz bize yer ayarlar mısın?"  diyorum. Son dakika isteğimi  kırmıyor. Bir saate kendimizi karanlık Kağıthane yollarında buluyoruz. Etrafta in cin yok. Stüdyoya zar zor varıyoruz ve yayın başlamak üzereyken içeri giriyoruz. İlk tepki, "Stüdyo ne kadar küçükmüş!" oluyor. Tabii televizyonda dev görünen stüdyo gerçekten de öyle değil. Bir de uçan kameraman adını taktığımız kameraman var ki görmelisiniz herkesten çok o dans ediyor aslında.  Acun Ilıcalı son derece profesyonel. Programı rahatlığı ve doğallığıyla götürüyor. Onu stüdyoda canlı izleyince neden bu kadar  başarılı olduğunu bir kez daha  anlıyorum. Jüri üyeleri için bir yabancı yeter demiştik, ikinci bölümde gerçekten bir yabancı üye kalmış. Sait Sökmen çok sempatik. Tan Sağtürk gerçek bir dost. O yüzden onun hakkında tarafsız olamayacağım. Hayatı dans olan birinin böyle bir yarışma yapıldığı için ne kadar mutlu ve heyecanlı olduğunu biliyorum. Ama onu hiç tanımayanlar bile çok iyi bir jüri üyesi olduğu, nasıl da kırıcı olmadan yerinde eleştiri yaptığı konusunda  hemfikir. Ortak noktaları: HırsGelelim yarışmacılara... Stüdyoda izlemenin artısı, televizyonda bant dönerken, yarışmacıların danslarına nasıl hazırlandıklarını da görüyorsunuz. Medeni cesaretlerine zaten hayranım. Ama beni asıl şaşırtan, hepsi çok hırslı. Ne kadar eğlenmek için ya da hayır işi için yarışmaya katıldıklarını söyleseler de hepsini asıl buluşturan hırsları. Hiçbirinin başarısızlığa tahammülü yok. Hepsi alanlarında çok iyi isimler ama bu azim ve hırsla eminim her alanda başarılı olurlar. Yüzlerindeki ürkütücü ifadeden bunu görüyorsunuz.Bora Kozanoğlu piste çıktığında ısınma hareketleri yapıyor. Zannedersiniz birazdan boks maçına çıkacak. Burcu Esmersoy hazırlanırken yüzündeki ifadeyi görse kendi bile şaşırır. Herkesin ortak görüşü Eda Taşpınar'ın sanılanın aksine çok sempatik olduğu. Günün dansları tango ve rumba. Bir bakıyorsunuz Tarkan "Vay anam vay" diye bağırırken ciddi bir tango koreografisi başlamış. Kabul etmeliyiz, Türkçe şarkılarla her dans gitmiyor işte.  Yarışmanın tek eksisi kostümler. Hani sadece modelleri beğenmesek zevkler uymuyor der geçersiniz. Ama kumaşlar da dikiş de kötü. Neyse kostümleri Melis Alphan'a havale ediyorum.     Benim favori yarışmacım Pascal Nouma. Çok şanslıyız, kendimizi BJK taraftarları arasında buluyoruz, herkes bağırıyor, "Pascal bizi diskoya götür." Bu arada Pascal Nouma'ya o kadar çok bakıyoruz ki, artık nasıl bakıyorsak, sonunda dayanamayıp sahneden bize bir öpücük yolluyor. Yarışmanın sonunda Mest'in sahibi Can Ünsal, Nouma'ya Fransızca bir şeyler söylüyor ve Nouma benimle fotoğraf çektiriyor. Sonraki favorilerim Güneri Cıvaoğlu ve Nilgün Belgün. Neden mi? Çünkü medeni cesaretleri de yaşam sevinçleri de son derece ilham verici.  Burcu Esmersoy ve Eda Taşpınar da başarılı. Çok çalıştıkları her hallerinden belli oluyor. Tabii fizik de çok önemli. Gecenin birincisi Azra Akın zaten başka bir kategoride yarışıyor gibi. O yüzden onu saymıyorum bile.Hepimiz dans etmek istiyoruz3.5 saat canlı yayında stüdyoda çıt çıkarmadan oturuyoruz. Çıkışta konu belli, "Bir dans kursuna mı katılsak?" Gece kulüplerinde kimsenin dans etmediği ülkemde, 'Yok böyle dans' herkeste dans etme isteği uyandırıyor. İzlemesi de çok zevkli. Bu arada Michelle Obama da Hindistan'daki danslarıyla bu yarışmaya katılsa kesin favori adayım olurdu. Bir gün herkes bu bakımı tadacakBir kadının morali bozuk olduğunda ilk gittiği yer değişmez. Tabii ki kuaför. Saç kesimi, boya vs. herhangi bir değişiklik hiç şüphesiz iyi gelir. Ama son zamanlarda en iyi gelen şey kesinlikle kalıcı fön. Üç ay önce ilk yaptırdığımda ne kadar müthiş bir şey olduğunu yaza yaza bitirememiştim. Üç ay hiç bozulmadı. Şimdi ikinci defa yaptırdım ve yine aynı duygular içindeyim.Yıldırım Özdemir müthiş bir adam. Benden önce Emre Belözoğlu'nun saçını kesiyor, bir yandan hafta sonu maç planları yapıyor, sonra saçlarımı kırparken sohbet ediyoruz. Boşuna Global Keratin için 'asrın buluşu' demiyor. "Bir gün herkes bu bakımı yaptıracak" diyor. Benim gibi kuaföre 40 yılda bir giden bir kadın için Global Keratin hayat kurtarıcı. Yıldırım bu bakımı yaparak benim üç ay boyunca salonundan içeri adım atmayacağımı garantiliyor. Beni çok mutlu ediyor. Hâlâ "Yaptıralım mı?", "Nerede yaptıralım?", "Saçı bozuyor mu?" diye soranlar çok. Hiç düşünmeyin, imkan varsa hemen yaptırın. Umarım yakında fiyatlar da düşer.
Milliyet
1,326,251
Yazarlar
1- Öcalan'ın İmralı'dan Karayılan'a yazdığı mektup, o kadar önemliydi ki devlet avukatlara bırakmadı, kendi eliyle Avrupa'daki PKK sorumlularına teslim etti 2- PKK şu zamana kadar defalarca tek taraflı ateşkes ilan etti. Ateşkesin 2011 seçimlerine kadar uzamasının iki anlamı var: PKK'nın dağdan inme süreci yeniden başlayacak ve Öcalan'ın Kürt hareketi içindeki konumu tartışmasız bir biçimde güçlenecek. Ateşkes sonrası silahlı güçlerini Kuzey Irak'a çekmeye başlayacak örgüt, 2011 seçimleri için kolları sıvadıPKK, son 25 yılda sayısız ateşkes duyurusu yaptı. Çoğu hayal kırıklığı, ardından yeni bir şiddet sarmalı ve büyük acılar getirdi. Ancak bu kez durum farklı. Dün PKK'nın Kandil'deki yönetim kademesinin 2011 genel seçimlerine kadar "eylemsizlik" kararı, ilk kez gerçek anlamda örgütün silahlara veda olasılığının belirdiği bir döneme denk geliyor. İmralı'da uzunca bir süredir devam eden görüşmeler, ardından PKK'nın kendi içinde Abdullah Öcalan'la yaptığı yazışmalar sonrasında gelen bu ateşkes, devlet katında silahlı Kürt hareketinin "düz ovada siyaset" seçeneğine yönelebileceğinin en somut göstergesi sayılıyor. Bu yüzden 2011, Türkiye için sadece seçim yılı değil, aynı zamanda PKK'nın dağdan inme sürecinin de başlangıcı olabilir. Kandil'e yazılan mektuplarBütün bu büyük lafları ederken, belki de PKK'yı ateşkese götüren sürecin bilinmeyen ayrıntılarını aktarmak lazım. Hem dolaylı yollardan Kandil hem de İmralı'da yatan Abdullah Öcalan'la 2008'den beri ara ara devam eden görüşmeler, örgütün silah bırakma koşulları üzerineydi. Devletin güvenlik ve istihbarat birimlerinin amacı, PKK'nın silahı bırakması ve karşılığında Kürt hareketinin meşru siyaset zemininde kabul edilebilir bir yer edinmesiydi. Ancak geçen yıl büyük bir medya rüzgârıyla başlayan birinci açılım süreci, karşılıklı güvensizlik ve Habur fiyaskosuyla tamamen bitti. Referandum sonrası başlayan ikinci süreç ise doğrudan Öcalan merkezli ilerledi. Daha sessiz ancak çetrefil konulara el atıldı. Gerçi devlet birimleri yeni değil, yakalandığından beri Öcalan'la dönem dönem görüşmekteydi. Ancak bu kez görüşmeler somut adımlara odaklıydı. Abdullah Öcalan bir süredir örgüt içindeki yerinin zayıfladığından yakınıyor, kendi inisiyatifi dışında yapılan eylem ve politikalardan rahatsız oluyordu. İmralı'yla görüşmelerde Kandil'e doğrudan mektup yazmak istedi. Öcalan'ın geçmişte de (yakalandığı ilk yıllar dahil) avukatları aracılığıyla belli amaca yönelik olmak kaydıyla Kandil'le haberleşmesine izi verilmişti. (Normalde aile ya da herhangi bir yakını dahil kimseye mektup yazmasına izin yok.) Ancak bu kez ateşkes söz konusuydu. Öcalan'ın kendi el yazısıyla kaleme aldığı mektup ilk kez avukatları değil, bizzat devlet eliyle Avrupa'daki üst düzey bir PKK temsilcisine oradan da Kandil'e ulaştırıldı. Mektup, "çözüm süreci"nin mantığını açıkladıktan sonra, silahlı PKK güçlerinin Türkiye sınırları dışına çekilmesi ve 2011 seçimlerine kadar ateşkes ilan edilmesini istiyordu. Öcalan bu süre içinde kendisiyle müzakerelerin devam etmesini ve Kürt sorununun çözümü için bir yol haritası belirlenmesini hedefliyordu. Yazılı cevap istediAslında Öcalan dahil Kürt siyasi hareketi temsilcileri, anayasanın değişmesi, Kürtçe eğitimde açılım ve seçim barajının inmesi gibi siyasi taleplerinin 2011 seçimlerine kadar gerçekleşmeyeceğinin bilincindeydiler. Ancak bu konuda bir irade beyanı ya da en azından kulaklarına birkaç cümlenin fısıldanmasını istiyorlardı. PKK'nın Kandil'deki merkez yürütme kurulu, ateşkes talebine olumlu baktı; ancak Öcalan bunun yeterli olmadığını, Murat Karayılan'ın örgüt adına "yazılı" bir cevap yollamasını istedi. Beklenen cevapta Karayılan prensipte ateşkese evet dedi; ancak bunun örgüt için "siyasi" ve askeri maliyetini hatırlattı. Kandil'deki komutanların hepsi ateşkes konusunda ılımlı değildi. Bu yüzden konuya daha ılımlı bakan Karayılan bile somut adımlardan söz ediyor; PKK'nın 1999'daki geri çekilme sürecinde yapılan operasyonlarda 119 kişilik bir zayiat verdiğini hatırlatıyordu. Yine de PKK yönetimi hem Öcalan hem de Kürt kamuoyunun ateşkes arzusuna direnemeyerek dün 2011'e kadar eylemsizlik ilan etti. Böylece olağanüstü bir durum, provokatif bir eylem olmazsa, kış koşullarında TSK'nın operasyonları da durmuş olacağı için, 2011 seçimlerine kadar "silahların sustuğu" bir dönem yaşanması mümkün hale geldi. Ateşkes kararının siyaseten iki sonucu daha var. İmralı'da görüşmelerin tekrar başlamasıyla Abdullah Öcalan PKK hareketi içindeki liderlik pozisyonunu tartışmasız biçimde güçlendirmiş oldu. Artık Kandil'den yönetilen örgütün "sembol ismi" olmaktan çıkıp, yeniden örgüte siyaset tavsiye eden, her hafta avukatlarına yapacağı açıklama merakla beklenen bir isim haline geldi. Bir diğer sonucu da, artık gözünü "düz ovada siyaset" imkânına diken örgütün, 2011 seçimleri için hazırlık çalışmalarına başlayacak olması. PKK ve Öcalan, 2011 seçimlerini çok önemsiyor. Örgütün seçimde istediği sonucu alması için, sandığa çatışmasızlık ortamında gitmesi ve seçime yönelik "detay ve dikine örgütsel çalışmaya" şimdiden başlaması gerekiyor. Dün itibariyle örgüt mekap ve kalaşnikof değil, seçim listelerini düşünmeye başladı. Böylece ilk kez Türkiye'nin son 30 yılına mal olan silahlı Kürt hareketin "düz ovaya inme" ihtimali doğdu. İşte bütün bunlar, ateşkes kararının ardında yatan gerçekler.
Milliyet
1,318,963
Yazarlar
ADINI koyalım! Öyle komedi, cıvataları gevşemiş, şirazesi kaçmış bir espri ya da sıradan, magazinel bir havadis falan değil... Bunun adı suça iştiraktir!Son olarak "Fatmagül'ün Suçu Ne?" adlı dizinin başrol oyuncusu Beren Saat, bir barda eğlenirken 5-6 erkek  tarafından "Bizim arkadaşa da yardımcı oluver..." gibi sözlerle tacize uğrayınca gündeme geldi.Haksızlık etmek istemem ama Saat'in allak bullak olmuş ağlamaklı yüzü, mikrofonları büyük bir iştahla uzatan magazinci arkadaşların hiç de umurlarında değil gibiydi. *  *  *"Fatmagül, gece o saatte dışarı çıkarsa tabii tecavüze uğrar...""Beren, Bihter, Fatmagül gibi karakterleri oynarsa tabii taciz edilir"  gibi, basit bir zihinsel işleyişin ürünü sanırım bu kayıtsızlık...Kayıtsızlık demişken..."Fatmagül'ün donu", "Fatmagüllü şişme bebek" gibi haberler mi yapılmadı... Erkek egemen dilin kalesi tribünlere de, bu dramdan malzeme çıktı. "Fatmagül'ün suçu yok; Biz onu Bihter sanmıştık!" cümlesi böylece katıldı tezahürat literatürümüze.Fatmagül'ün yaşadıklarının, şiddetin, tecavüzün, toplumsal baskının, yüz binlerce kadın için nasıl bir yara olduğu, nüktedan tezahüratların gürültüsünde tabii ki duyulmadı.Saygı duyduğum iki tiyatrocu olan Ali Poyrazoğlu ve Nilgün Belgün'ün "Gölgede Muhabbet" adlı programlarında bir grup gencin, Fatmagül'e tecavüz edilen sahne üzerine kurguladıkları parodiyi izleyince bir şok daha yaşadım. *  *  *Hadi diyelim ki gençler, durumu irdeleyemeyip bunu bu şekilde espri konusu yaptı... Ben skecin sonunda Belgün ve Poyrazoğlu'nun hiçbir tepki göstermeyerek, hatta gençleri alkışlayarak devam ettiklerini görünce donup kaldım. Bu kadar mı yitirdik hassasiyetlerimizi? Bu kadar mı eleştirmekten, tavır almaktan imtina eder olduk?Yeter! En acıklı olayların, şiddetin, çaresizliğin, parodilere acımasızca malzeme olabildiği zamanlarda yaşayan kadınlar olarak, bu fazlasıyla kendinden emin, yavşak erkek egemen zihniyetten ve onun sokaktaki, medyadaki ürünlerinden çok ama çok sıkıldık artık. Güzel haberlerNeyse ki geçtiğimiz hafta bu konuyla ilgili, İzmir ve Adana'dan yüreğe su serpen tepkiler yükseldi.İzmirli kadın örgütleri, tecavüzle dalga geçen bir skece yer verdiği için program yapımcısı Ali Poyrazoğlu ve skecin yayınlandığı televizyon kanalı hakkında suç duyurusunda bulundular.  "Fatmagüllü şişme kadın" ve "Fatmagül'ün donu" başlıklı haberleri yayınlayan iki gazete hakkında da şikayetçi oldular.MEDİZ(*)  ise dizinin yapımcılarına ve medyaya yönelik bir basın açıklaması yaparak bir kez daha hatırlattı:"Başta medya mensupları olmak üzere bu toplumda yaşayan her kişi bu dehşeti sona erdirmekle sorumlu... Suç işliyorsunuz!...Tecavüzün verdiği hasarı artıracak, tecavüze ortak olacak her tür yayın da kamuya karşı bir işlenmiş bir suçtur!... Tecavüze ortak oluyorsunuz!"Sıfır toplumsal eleştiri yapan, bir tecavüz sahnesinin getirdiği hastalıklı raytinge sırtını yaslamış bir dizi ve türlü haberler, espriler... Adını koyalım! Şiddet ve tecavüz nedeniyle yüz binlerce kadın canlarından olur, hayatları kararırken, bu duruma kayıtsız kalmak ya da bunu kullanmak, en hafif tabiriyle suça iştiraktir.(*) Mediz: Kadınların Medya İzleme Grubu
Milliyet
1,322,015
Yazarlar
Taksim Meydanı'ndan aşağıya inen 300 m.lik Kazancı Yokuşu'nun, Bolahenk Sokak'la buluştuğu köşedeki bir apartmanın 5'inci katı...* * *Ekim ayının da 31'i ve pazar günü.Yazla birlikte günlerin uzamasıyla, 1 saat ileriye alınan saatler, yeniden geriye alınmış cumartesi akşamı.* * *TV'lerin ajans haberlerinde ve gazete manşetlerinde; Çankaya resepsiyonuna "kimlerin katıldığı" konusundaki kutuplaşmış demeç, açıklama ve yorumlar ön planda...* * *Bendeniz, gece sık sık uyanmanın ve sabahları erken kalkmanın rehavetiyle, yanımda bir fincan çay denize bakıyorum. Hava güneşli mi güneşli...Güneşin ışıkları altında deniz, Adalar'a doğru şıkır şıkır uzanıyor.* * *Marmara'da Karadeniz'e geçme sıralarını bekleyen şilepler, tankerler, çeşit çeşit boylardaki tekneler; genellikle boş olarak, Kızkulesi'nin az açığından Boğaz'a giriyorlar... Öğleye kadar bu hak onların.* * *Öğleden sonra da Karadeniz'de bekleyen gemiler, Marmara'ya doğru geçecek; çoğunlukla da, denize batış limitinin altındaki kırmızı sülyenle boyalı bölümleri görünmeden...* * *Solmaz, bilgisayarının önünde, internetteki kendine özgü "facebook"la ilgilenmekte... Bendeniz, Türkiye gündeminin dışına çıkmış, elimde çay bardağı denize bakıyorum.En küçük torunum Tuğçe bile artık, 23'üne basmış durumda...* * *Yaşları 40-50 arasında olan dostlara:- 35-40 yıl sonra benim yaşıma geldiklerinde ne yapacaklarını gülerek sorduğum zaman, hemen:- Biz o kadar yaşamayız, diyorlar.* * *Saat 10.30'u geçiyor...Yani efendim bir gün öncesinin 11.30'u.Bendenizde saat takıntısı vardır; bütün saatlerin doğru çalışmasına özen gösteririm.O yüzden de cumartesi gecesi, kol saatlerimiz de dahil; evdeki saatlerin hepsini, 1 saat geri almıştım.* * *Bendenizdeki takıntı, eski bir takıntı...240 yıl önce yaşamış İngiliz şairi Goldsmith'in şöyle bir mısraından uzantılı:  Bir evde saat durmuş ve ocak tütüyorsa orada mutluluk yoktur.* * *"Güm"diye bir patlama oldu, bir şeyler patladı bir yerlerde.Çöp kamyonlarına çöp bidonları dökülürken çıkan sesten, çok daha değişikti bu "güm"leme...Solmaz'la birlikte meraklanmış, ama pek de kaygılanmamıştık..* * *Kızım Zeynep telefon etti Göztepe'den.300 metre yukarımızdaki Taksim Meydanı'nda, canlı bir bomba patlamıştı; birçok yaralı vardı.Hemen TV'yi açtık...* * *Canlı bir bomba, 30 yaşlarında bir delikanlı...Bu pazar sabahı, biraz sonra kendisinin de yok olacağını bilerek, vücuduna sarmıştı bir çift bombayı ve kendi ölümüne doğru yürümüştü adım adım...Hem de henüz 30 yaşındayken...* * *Çözümlemek zor böyle bir psikolojiyi.Dünkü Akşam gazetesinde, Süleyman Arıoğlu'nun haberi bu konudaydı ve manşete çıkarılmıştı:"GENÇ KÜRTLER ÖFKEYİ ANLATTIAKŞAM, BDP'nin 'Kontrol edemiyoruz' dediği İstanbul varoşlarında 'öfkeyle yetişen' Kürtlerle konuştu. Kahvehaneleri dolduran, iş arayarak günlerini tüketen Kürt gençler, şiddete kapı açan gerçeklerini dile getirdi."* * *Taksim'de kendini patlatarak, 15 polisle birlikte 32 kişinin "ağır-hafif" yaralanmasına ve tüm Türkiye'nin dehşete düşmesine neden olan canlı bomba; nasıl bir ortamda, nasıl bir aileden doğmuş ve hangi koşullar altında yetişmişti?* * *Sayıları 67'ye çıkan siyasal partiler, bu tür konularla hiç mi hiç ilgilenmiyorlardı; tıpkı 90 yıllık Devlet Bütçeleri'nin nerelere harcanmış olduğuyla ilgilenmedikleri ve iktidara geldikleri takdirde nasıl bir bütçe yapacaklarını da hiç açıklamadıkları gibi...* * *Ben iyiyim sen kötü...Hayır sen kötüsün ben iyi...Polemikleri ve kutuplaşmalarıyla, geline geline nereye gelinmişti?* * *Tersanelerimizde, Tophane rıhtımına sık sık yanaşan o devasa transatlantiklerden, hiç değilse 1 tane yapmaya mı?Yoksa 747- Boing, yahut Airbus uçaklarına benzer yolcu uçakları üreterek küresel piyasadaki uçak endüstrisinde ön almaya mı?* * *28 yaşından küçük 40 milyon gencin arasında, canlı bombalar da çıkmaya başlamıştı.Ve bu bir "sonuçtu."Hangi "nedenler"in sonucuydu?* * *Herhalde sürekli "Türk'e Türk propagandası yapma"; tek "neden" değildi böyle bir "sonuç" için...Daha başka "nedenler" de vardı.Pek kimsenin aklını taktırmadığı nedenler...* * *Yozgat'ta bir apartmanın üst katında oturan bir anne; kendi balkonundan, altındaki balkona düşürdüğü bir çamaşırı alması için, 6 yaşındaki kızını iple bağlayıp, üst balkondan alt balkona sarkıtmıştı.* * *Göztepe'de akreple yelkovanı 1 saat geri almak daha zor oldu.Yatak odasındaki başucu saatinin ayar düğmesi koptu.Şükür ki Şaşkınbakkal'da, 40 yıldır 2 metrekarelik kendi atölyesinde çalışan saatçi dostum Arif vardı.* * *Bakalım canlı bomba kim çıkacak?Ve anlaşılabilecek mi, neden böyle bir intiharı benimsediği?
Milliyet
1,336,650
Yazarlar
Reyting canavarı KANAL D KOMEDi ARIYOR Kanal D'nin dizileri ağırlıklı olarak 'dram'.  Kulağıma gelen bilgilere göre kanal, 'iyi bir komedi dizisi' arıyor. Kardeş kanalı Star'a 'Geniş Aile'yi pas etmişti. Şimdi bir boşluk var. Yakın zamanda (ocak ayı diye duydum) bir komediyi kanalda gösterime hazır etmek istiyor. Genel olarak komedide sıkıntımız var. Şu anda ekranda 'Papatyam' ve 'Çocuklar Duymasın' dışında beni güldüren bir komedi dizisi yok. Kanal D'nin komedi listesinde yer alan 'BKM Mutfak Çok Güzel Hareketler Bunlar' yeni sezonda keyif vermiyor. Bu konuda daha önce de fikrimi söylemiştim; güldürmek için çok 'bildik' diyaloglara yaslanıyorlar. Bir de her hafta bu kadar uzun süren skeçler                  hazırlamak sanırım ekibi fena halde yordu. Eh, şöhret sarhoşluğunu da            ekleyelim. Bakalım Kanal D istediği komediyi bulacak mı? BAŞBAKAN'IN FUTBOL ARKADAŞI TRT'YE PROGRAM YAPIYOR Valla ben oturup araştırmadım. Haberin kendisi bizzat bana geldi. TRT Müzik'te perşembe günleri bir müzik programı yayınlanacak. 'Meşk Zamanı' programını Devlet Sanatçısı Arif Özgülüş hazırlayıp sunuyor. Basın metninde aynen şöyle yazıyor:"Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın İETT futbol takımında birlikte top koşturduğu arkadaşı, Devlet Sanatçısı Arif Özgülüş, her perşembe 20.30'da TRT Tepebaşı stüdyolarında canlı olarak çekilen, 'Meşk Zamanı' programı        ile, TRT Müzik Kanalı'nda izleyicileriyle buluşuyor."Devlet Klasik Türk Müziği Korosu Sanatçısı ve öğretim görevlisi Arif Özgülüş'ün sunduğu programda geniş bir saz ekibi ve Barış Manço Meşk Korosu'nun eşliğinde Türk Müziği'nin en güzel eserleri yorumlanıyor. Arif Özgülüş'ün sanatı birikimi bir kenara. Başbakan'ın futbol arkadaşı olması           ön plana çıkarılıyor. Peki eserleri nasıl yorumluyor? Bu ikinci planda. REHBERiM ŞİMDİKİ ZAMANLI İKİ TÜRK FİLMİATVde arka arkaya iki 'ses getirmiş' yeni dönem Türk filmi ekrana gelecek: 'Ejder Kapanı' (20.00) ve 'Gecenin Kanatları' (22.20)"Klişelere inanmış"  'New York'ta Beş Minare'ye giden yolun Mazuh Kırmızıgül adına önemli taşlarından biri 'Gecenin Kanatları'. Peki, yorumlar nasıl? "Filmin sol düşünceyi nereye koyduğu konusunda da kafası karışık gibi. Son derece 'klişe' karakterler ve diyaloglarla bir 'saptama' yapmaya çalışan yapım, karakterlerin 'inanmışlık'ını da beylik cümlelerin ötesine taşımayı başaramıyor. Sosyalist düşüncenin kişiyi yücelten özelliklerinin altını çizmeyi bir an bile düşünmeyen, her bir karakteri sığ sularda gezdirmeye çalışan, sonuçta da onları birer 'karikatür' düzeyine çeken senaryo, 'ciddi' bir meseleyi 'komik' bir biçemle buluşturuyor. Altın Kestane ödülü aldığını da unutmayalım.""Seri katille hesaplaşma" 'Ejder Kapanı'yla ilgili ilginç bir yorum da şöyle:"En nihayetinde 'Ejder Kapanı'nı Türkiye sinemasının seri katillerle hesaplaşmasının 'ilginç' bir örneği olarak değerlendirmek mümkün. Neredeyse yok denecek kadar az sayıda örnek arasında şimdilik liderliği almış gibi görünüyor film. Yarım başarının başarısızlıktan iyi olduğu gerçeğini de unutmayıp hakkını vermeli, abartmadan tabii..." Görüşler, 'beyazyerde.com' sitesinden alınmıştır.ZAGOR HAYRANLARI EKRAN BAŞINA!MTV Türkiye'nin iyi işlerinden biri, kanalın Türkiye temsilcisi Medyavizyon sahibi Fatih Oflaz'ın özel merakı olan 'Fantastik Türk Filmleri' kuşağı.Bu akşam 'Zagor Kara Korsan'ın Hikayesi' ekrana geliyor. (21.00)  1971'de çekilen filmde Zagor'u Levent Çakır oynamış. Asıl ismi Şükrü Ocak. 1970'li yılların başlarından itibaren, çoğunluğu yabancı kaynaklı çizgi roman kahramanlarından uyarlanan filmlerle baş rol oyunculuğuna yükseldi. Yeşilçam'da beklediği kazancı elde edemeyince memleketi Edirne'ye dönüp kahve işletmeciliği yapmaya başladı. HATIRLATMABBC POLİSİYELERİ BAŞLIYOR Bu akşam BBC Entertainment kanalında 'Suç ve Adalet / Crime and Justice' sezonu açılıyor. Bu dört ilginç dizi pazartesi akşamları peş peşe yayınlanacak.Açılışı, 'Kiss of Death' ile yapıyoruz. Senaryosunu, 'Waking the Dead'in ödüllü yaratıcısı Barbara Machin'in yazmış. Dizide, soruşturmayı yapan uzman ekip, suçun kurbanları ve hatta katil dahil olmak üzere, olayla ilgisi olan tüm insanların hikayeleri anlatılıyor.  Dizide, Louise Lombard (CSI), Lyndsey Marshal (Rome, The Hours) ve Danny Dyer (Human Traffic) gibi oyuncular rol alıyor. Kanal eski keyfinde değil. BBC?Prime günlerini aratıyor. Ama yine de kanalın meraklılarına duyurulur.
Milliyet
1,335,296
Yazarlar
, Pazar| Güncel / Yazar Yazısı Melih Aşık Açık PencereÇooook gizlidir!14 Kasım 2010 'ye program yapan AKP yanlısı gazetecilerin maaşlarını TRT iki yıllık ısrarlı talepler sonucu ancak yayımladı. 'den yazan okurumuz diyor ki: "Bir süredir ABD'nin eyaletinde yaşıyorum. Buradaki sisteme göre eyalete bağlı herhangi bir kuruluşta çalışan insanın maaşını öğrenmek için girebileceğiniz bir sitesi var. İsmini yazıyorsunuz, maaşını öğreniyorsunuz. İnsanların eyaletin vergilerle topladığı paralarının nerelere, kimlere ve ne kadar ödendiğini öğrenmesi için geliştirilmiş bir sistem bu. Ve dikkat çekmek gerekiyor ki, kişisel bilgi içerdiği için öğrenci ödev sonuçlarının duvarlara asılmasının bile yasak olduğu bir ülkede yapılıyor bu, yani kişisel bilgilerin gizliliği konusunda bizden kat kat daha hassaslar. Devlette istihdam olmuş insanların maaşları kişisel bilgi değil, şeffaflık adına aksine herkesin öğrenebileceği bir bilgidir burdaki anlayışa göre..."   Güzel TRT! Meslektaşımız evinde bir yandan çalışıyor bir yandan da TRT'nin müzik kanalını dinliyormuş. Birara spikerden şöyle bir anons duymuş. "Sevgili izleyiciler, kurban bayramınızı peşin peşin kutluyor, hepinize iyi alışverişler diliyoruz. Programımıza şimdi de Teoman'dan dinleyeceğimiz güzel bir parça ile devam ediyoruz." "Güzel parça"nın adı ne miymiş? "Güzel bir gün ölmek için!"   'den bir portre... CHP Üyesi Doçent Nuran Yıldız, kendi internet sitesinde kendini tanıtıyor. Gelin aydın bir partiliyi yakından tanıyalım: "Sayıları binleri bulan devamlı okurlarımın iyi bildiği ilkelerim vardır. Ülkemin zararına olacak hiçbir işin içinde olmam mesela, destek vermem. İlkelerimi çiğnememi isteyecek hiçbir yerde çalışmam, çalışmadım. Kötülüğüne doğrudan tanık olmadığım kimseye 'kötü' demem. Daha iyiyi hedefleyen herkese destek veririm. Tüm dünya karşımda olsa da haksızlığa uğrayanın yanında dururum, çekinmem. Başarmak isteyen herkese gücümün yettiği tüm fırsatları sunarım. Hızla yürüyenin, yukarı tırmananın önünde durmam, yolunu açarım. Kimsenin yüzüne söylemeyeceğimi arkasından söylemem. Kazık yediğim adama kazık atmam, tek yaptırımım hayatımdan çıkarmak olur. Sözümü esirgemem, söz söyleme özgürlüğümden asla vazgeçmem. 'Eyvallah'ı olmadan yaşamak derim buna... Kavak ağacı gibiyim yani, dosdoğru uzarım. Öyle olduğum için ödenmesi gereken tüm faturaları da öderim. Yarışa girmem, kimseyi rakip bellemem, yalnızca işimi yaparım. Herkesle yemek masasına oturmam, oturduğum herkesle de yola çıkarım. Ağlamak isteyene omzumu hep hazır tutarım, kimsenin omzunda ağlamam. Hayatta kendimden ve bir iki dosttan başka kimseye güvenmem. Öğrencilerime de öyle öğütlerim. İstenmediğim hiçbir yerde durmam, istendiğim her yerde hakkını vermek için çalışırım. Yazdığım ve yaptığım her şeyin arkasında dururum. Arkasında durmayacağım hiçbir işi yapmam. AKP'yi eleştiren yazılar yerine ilişki yazıları yazmam istendiğinde kabul etmedim, köşemden oldum. Özgürlüğümün ve ilkelerimin tüm faturaları tarafımdan ödenmiş olduğundan hesap vermekten de hiç gocunmam. CHP Parti Meclisi üyeliği gibi onurlu bir göreve uygun görüldüm. Mustafa Kemal'in izi dışında takip edecek bir izim hiç olmadı. Benden klasik bir politikacı duruşu bekleyenler yanılır. Kendimi inşa ederken öyle yoruldum ki, kendimden vazgeçemem. Hayat kendimiz gibi olarak yaşanınca hayattır. Ve hepimiz kendimiz gibi olarak Mustafa Kemal'in ışığında ilerlemenin sevdasından hiç vazgeçmedik, geçemeyiz."   Koruma Yeniçağ Gazetesi Temsilcisi ve yazarı yazıyor: "AKP, koruma kararımı nasıl kaldırdı? Ankara'ya 1989'da 'dan geldim ve 21 yıldır aralıksız olarak 6 ayrı kuruluşunun Ankara temsilciliğini yapıyorum. 90'lı yılların başından itibaren yazdığım yazılar ve televizyon programlarım sebebi ile tarafından talep etmememe rağmen yakın korunma kararım verildi. Aralıksız 10 küsur sene polis korumam birebir yanımdaydı. AKP gelir gelmez şahsımla alakalı olan koruma kararı, önce çağrı üzerine korumaya dönüştürüldü, yani tehlike hissettiğim an, istediğim zaman koruma veriliyordu. Derken kısa bir süre önce tehditlerin artması ile yeniden yakın korunma talep ettim. Sonuç mu?... Bırakın korumanın tahsis edilmesini, koruma kararımı tümden  kaldırdılar... Mehmet Metiner ve Önder Aytaç gibi yandaşlara ikişer üçer polis tahsis eden AKP, bizim için, başına bir şey gelse de kurtulsak diyor herhalde!" Gazeteciye baskının binbir çeşidi uygulanıyor... Bu da onlardan...     diyor ki: "'de siyaset tarzı değişmiyor."  İyi de değişmeyen siyaset tarzı nasıl oluyor da memleketi değiştirip ileri demokrasiye götürüyor? * * *  Kılıçdaroğlu,AP Raportörü Ruijten'e söz vermiş:"Sizi şaşırtacağım."  Başarır... Zira bazı konularda bizleri bile şaşırtıyor... Haldun Ertem   'deki Türk yargıç , "14 yıldır tutuklu yargılanan var" demiş. Hmmm. Bu durumda Balbay'la Tuncay'ın daha en az 12 yılları var! Fahrettin Fidan
Milliyet
1,342,796
Yazarlar
BAYRAMDA çok sevdiğim bir akrabamdan ilginç bir elektronik posta (e-mail) aldım. Hem beni "Prospect" adlı çok zekice kaleme alınmış yazı ve haberlerin yer aldığı  bir dergiyle tanıştırıyor, hem de dergide  16 Kasım'da Brian Eno tarafından yazılmış kısa bir makaleyi gönderiyordu.Bana bu makale ilginç geldi. Özetliyerek tercüme edeceğim. Makale, toplumda işlenebilecek en büyük suçun sizi toplumun yerleştirdiği yerden daha yukarlara yükselmeye çalışmak olduğunu söylüyor.  Bir pop yıldızının toplumsal ya da politik  bir konuda fikir beyan etmesine karşı gösterilen küçümseyici tepki aslında  kıskançlık ve darkafalılıktan beslense de,  o duygular şu sözcüklerle kamufle edilir: "Onun bu konuda nasıl bir bilgisi olabilir  ki?" Ya da bizde daha sık duyduğumuz, "Herkes kendi işine baksın kardeşim!" Bu tepkiyi gösteren kafalarda şöyle bir  önyargı vardır. Bir tarafta olayları "bilen" uzmanlar vardır, diğer tarafta da bunların dışında kalan biz "bilmeyenler"!.. Ancak böyle bir klişeleşmiş hükmü savunmak artık hızla zorlaşmakta! Çünkü bilgi   sanal ortamda büyük bir hızla yayıldıkça "uzmanlık" da artık bir ayrıcalık olmaktan çıkıyor! Bilgiye hepimiz kolaylıkla ulaşabildiğimize göre o bilgiden yararlanabilme yeteneği önemli hale geliyor. Yani, "bilgi" anahtar olmaktan çıkıyor, onun yerini "muhakeme" alıyor.Bu gelişme bir devrim olarak yayılmakta. Artık hepimiz yerleştirildiğimiz yerden yükselebiliriz. "Boyumuzdan büyük" konularla igilenebiliriz! Bunu gören birçok şirket, ar-ge faaliyetlerini sanal ortamda dünyanın her tarafından herkesin katkıda bulunabileceği platformlara taşıyorlar. Biliyorlar ki birçok serbest çalışan programcı hiçbir ücret de  talep etmeden konuya katkıda bulunacaklar. Bunun en canlı örneği olarak meşhur bilgisayar devi Apple, oluşturduğu bir platformda
Milliyet
1,328,592
Yazarlar
Siyah uzun tuvalet ve onu tamamlayan siyah kürk bolero sade ve şık; bu kıyafet leopar desenli çanta ile tamamlanmak istenmiş. Fikir olarak çok doğru ama çantanın kalitesi elbiseye uymamış! Beyaz elbise ve omuzlardan düşmüş şal çoook güzel amaaa her zaman dediğim gibi ten rengi çorap giymeyin, bütün havayı kaçırıyor!Arzu ÖzmızrakÖzenilerek hazırlanmış, farklı dikim   tekniği ve  rengi ile öne çıkan bir elbise. Makyajı da çok hoş olmuş. Elbiseye verevine tek omuz ilave edilerek hareket katılmış ama straplez haliyle bile hoş olabilecek bir elbise!Yasemin OkyayGiyen kişi o kadar zarif ve güzeldir ki insan artık ne giydiğine bakmaz, çünkü zaten ne giyse yakışacaktır... Yasemin Hanım da işte bu şanslı bayanlardan ama kıyafeti, böylesine özel bir gece için daha özenli olabilirdi.Aylin UlusluHarika olmuş... Kendisine uygun rengi seçmiş ve ince yapısını ortaya çıkaran bir model ile çok güzel görünen Aylin Hanım'ın çantasının siyah olması ise tek kusuru :)Meltem BaysakÇok klas, çok sade ve güzel bir elbise... Saçından makyajına kadar özenli tercihlerde bulunulmuş.  Çok güzel, tebrikler... Sadece; saate gerek var mıydı?!
Milliyet
1,340,072
Yazarlar
Türkiye'nin tek, ama tek  büyük ve tarihi sorunu var: Bölünme.Ve bunu, yani bölünmeyi her aklı başında Türk vatandaşı görüyor, yaşıyor.Ama çaresiz.Çünkü hükümet ve muhalefet kolay işlerle uğraşmayı bölünme istekleri ve teşebbüsleri ile mücadeleye tercih ediyor. Çünkü yakında genel seçim var ve kimse bölücü de olsa darıltılmamalı.Oysa, vatandaş "bütünlük mü, demokrasi mi?" tercihi karşısında bırakılmamalı, bütünlük demokrasi içinde bugüne kadar sağlandığı gibi yine sağlanmalı.Evet, 8 yıldır iktidarda Tayyip Erdoğan var. Ama Türkiye bugüne kadar bu derece bölünmenin eşiğine gelmedi.Erdoğan her şeyi bırakmalı ve 73 milyonun başbakanı ise Türkiye Cumhuriyeti'nin başında ise yalnız bu konuyu çözmekle meşgul olmalı ve çözümlemeli.* * *TRT 24 saat Kürtçe yayın yapıyor. Kürtçe kurslar serbest. Kürtçe yayın serbest. Kürt dili için fakülteler açılıyor.Herkes istediği dilde konuşabiliyor.Meclis'te 80 Güneydoğulu yani Kürt asıllı milletvekilimiz var. Batı'dan alınan verginin çoğu Doğu ve Güneydoğu'ya gidiyor. Oysa Güneydoğu'ya yatırımcıların getirdiği makineler yakılıyor.Kuzey Irak'tan, Kandil'den sınıra gelen teröristlerin ayağına hâkimler, savcılar yollanıyor ve onlar kahraman gibi karşılanıp, adeta nispet yapılıyor.Kime nispet, Kürt etnik kökeninden olmayanlara nispet.Yani çatışma isteniyor.Bunu, çoğunluğun sağduyusu bugüne kadar önledi.Bundan sonra görev Erdoğan'ın.* * *Bu böyle gider mi?Gitmez.Münakaşa sonunda başladı. Bölücüler demokrasinin sağladığı özgürlük havasını istismar mı ediyor?Hükümetin görevi demokrasi içinde bütünlüğü de sağlamak, olmalı. Yoksa yakında "demokrasi" mi bütünlük mü diyenler çoğalacak. Halkın çoğu yani Kürt asıllı kardeşlerimizin de ekseriyeti bölünme istemiyor. Bunu ezbere söylemiyorum.Bakın bazı azınlıkta kalan bölücü Kürt kökenlilerden başka Türkiye'de eğitim dili, 2. resmi dil, mahalli yönetimlere özerklik, ayrı bayrak, ayrı milli marş diye tutturan var mı? Yok.Ama bunları söyleyenler güçlü, çünkü silahlı kuvvetleri de var. BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş bunlardan biri ve o şunları pervasızca söylüyor. "Herkes şunu bilmeli ki Kürt halkı mahkemelerde de Kürtçe konuşacak, okullarda da konuşacak, vergi dairelerinde de konuşacak."Yani artık Türkçenin yanında Türkiye Cumhuriyeti'nde 2. bir dil de var. Ve bu dil Meclis'e bile girdi. Kamuda yer aldı.Bu sivil itaatsizlik sayılmaz mı?Bu bölünme yolundaki pervasızlığın son noktasıdır..Ama Tayyip Erdoğan daha doğrusu hükümet susuyor ama bölücüleri susturamıyor.Yoksa, seçim yani demokrasi mi buna engel. OBJEKTİFLİKÇok satan bir gazetemizin manşeti şöyleydi:"Reytingler yerlerde, paralar ceplerde..."Gazete, "yandaş gazeteciler"e program yaptırıp onlara para dağıtan TRT'yi eleştiriyor.Benim bildiğim, gazetecilerin kendi çalıştıkları gazete dışında başka bir kuruluşta gazetecilik yapmalarına müsaade edilmezdi.Yani bir gazetecinin bir işi olurdu. İkincisine hayır. Hem özel teşebbüste çalış, hem devletten de para al, hiç olmaz. Tarafsız olan, devlet müessesesinden para almaz. Yoksa onun borazanı olur veya öyle sanılır. "Mesafe" yıkılır ve "samimiyet", yani burada para mesafeyi bitirir.. Oysa gazeteci için vazgeçilmez bir ilke de mesafedir.*Bayramınız kutlu olsun... KILIÇDAROĞLU VE YILMAZ GÜNEYKılıçdaroğlu yurtdışına gideceğini söyledi ve gitti. Gazeteciler sordu; "Ahmet Kaya ve Yılmaz Güney'in de mezarlarını ziyaret edeceksiniz değil mi?"Kılıçdaroğlu bu soru üzerine Yılmaz Güney'i öyle methetti ki, onun yani Yılmaz Güney'in bir hâkimimizi öldürdüğünü bilmiyor sandım.Acaba bilmiyor mu? ERDOĞANAçık konuşBu iş bitmişti ve Erdoğan kazanmıştı. Oysa kaybetti.Niye?Cumhurbaşkanı Gül "eşi gibi düşündüğünü" açıkladı ve "ilkokullarda türban olamayacağını söyledi".Türban konusu yalnız üniversiteliler için gündemdeydi.Bu konu Başbakan Erdoğan'a da soruldu. Gül'ün sözleri de ona hatırlatıldı.Eğer, Erdoğan "tabii ben de onlar gibi düşünüyorum. Yani türban üniversitede serbest olmalı ilkokullarda ve kamuda hizmet verenler için savunulamaz" deseydi, iş bitmişti. Bu konu tarihin tozlu raflarına kalkmıştı.Oysa AKP Genel Başkanı ve Başbakan Erdoğan tabir yerindeyse kıvırdı. İşi laf kalabalığına getirdi."İlkokulda ve kamuda türban olamaz" diyemedi.Erdoğan'ı susturan önümüzdeki seçimdeki muhafazakâr oylarıysa, vah bizim demokrasiye.Yok oylar değil de Başbakan'ı açık seçik konuşturmayan kendi gizli düşüncesiyse vah bu ülkeye...İkisi de bu halkın aleyhine değil mi?TERÖRİstihbarat zayıfTaksim'de terör.Bazıları, bunun "PKK'nın marifeti olmadığını, olamayacağını" yazdı. Ama kısa sürede terörist Vedat Acar'ın Kuzey Irak'taki PKK kamplarında eğitim gördüğü anlaşıldı.Eğer bu intihar teröristini, bu canlı bombayı PKK reddediyor, "bizden değil" diyorsa, PKK o teröristin mensup olduğu terör örgütünü de acele yok etmeli.Sonra bu adam Taksim'deki, terör olayını yaratana kadar Türkiye'de gezmedik yer bırakmamış.Van'dan çıkmış. Hastalığı nedeniyle İstanbul'da da yıllarca hastaneleri dolaşmış. Şirinevler'de ev kiralamış. Bu arada Kuzey Irak'a girip çıkıp, terör eğitimi almış.Radyodan sinyal alma tekniğinde uzman olmuş.Bütün bunları yapan, yaşayan terörist Taksim'deki terör olayını doğurmasa, bizim, daha doğrusu, bizim istihbarat örgütlerinin bu adamdan haberleri olmayacak...Bakın canlı bombanın kız kardeşi hakkında yeterli bilgi var mı?Taksim'deki olayda ikinci bir teröristin varlığından da söz ediliyordu.Doğru mu?YARIŞMAYardım mı, kazanç mı?Acun Ilıcalı'yı TV'lerde seyrediyorsunuz. Şimdi de "dans yarışması" programı var. İsmi "Yok Böyle Dans".Bunda "ne var" diyecekseniz, "Onun işi program yapmak, bizim işimiz de seyretmek". Ama bu kez öyle değil.Bu programın geliri "yardım"a gidecek. Peki dansçıların geliri ne olacak? Söylendiğine göre onlardan her biri ayda 40 milyar lira (eski para) alıyorlar. Eğer onların arasında bu 40 milyar lirayı yardım için iade eden varsa bravo. Yoksa...
Milliyet
1,322,004
Yazarlar
Ekonomideki canlanmanın belirtilerinden biri de hazine arazilerindeki satışlardır. En azından İzmir Defterdarlığı, ekonominin canlanmasıyla birlikte satışlarda hareketlilik yaşıyor.  Gerçi en favori parçalardan olan Foça'daki eski fransız tatil köyü Club Med'e alıcı çıkmadı, satılamadı ama Defterdarlık diğer arazi satışlarından memnun. En son Çeşme'de 130 adet parça araziyi satışa çıkaran İzmir Defterdarlığı, 50 adet araziyi satarak yaklaşık 11 trilyonluk satış gerçekleştirdi. *  *  *Geçen gün, İzmir Defterdarı Mehmet Beceren'le biraraya geldik. Beceren, Çeşme'de hazine arazilerinin satışının yoğun ilgi gördüğünü belirterek "Bölgede çok güzel, değerli yatırımlar olacak" diyor. Genç defterdar, Çeşme'den sonra şimdi Urla'daki hazine arazilerinin satışa çıkacağını ilk kez açıkladı.   Urla'da da bedel tespiti tamamlanan araziler çok yakın zamanda satışa sunulacak.  Mehmet Beceren aynı zamanda ilk kez İzmir'de, farklı uygulama başlatan bir defterdar oldu.   Satışa çıktıkları ilçelerde,  "Hangi hazine arazisinin ne zaman satılacağını anlatan dev pankartlar astırıyor. Böylece tüm ilçe halkının satışlardan bilgisinin olmasını sağlıyor. Ayrıca dileyen herkes zaten internet üzerinden tüm bilgilere ulaşabiliyor. *  *  *Mehmet Beceren, hem şeffaf hem de yol gösterici olmaya özen gösteren bir bürokrat izlenimi veriyor. Ancak hazine arazilerinin yoğun ölçüde satışı doğru mu?  "Kesinlikle içiniz rahat olsun" diyor Beceren. Değerli konumdaki arazileri satarken, satışlarda sıkı koşullar getirdiklerini aktarıyor.  Arazileri her alan üzerine istediğini yapamıyor zaten arazilerin  üzerinde genellikle doğal SİT bulunuyor. Ayrıca Maliye Bakanlığı'nın 2006 yılından itibaren  aldığı kararla,  ancak  imar planı olan hazine arazileri satışa sunulmaya başlanmış. Beceren, belediye sınırları içinde olanların ise en az 5 binlik imar planlarının yapılmış olmasını şart koştuklarını söylüyor. İmarlı Hazine arazilerinin satılmasıyla geçmişte sık yaşanan "Ucuza hazine arazisi alayım, siyasi ilişkilerle imar getiririm yaklaşımları" Beceren'in anlattığına göre artık sökmüyor.   *  *  *İzmir'in yüzölçümü 12 bin 12 kilometrekare ve bunun 1066 kilometrekarelik kısmı, orman hariç Hazine arazilerinden oluşuyor.  Mehmet Beceren, İzmir'de  ellerindeki hazine arazilerinden, yaklaşık 101 bin 997 adet hazine taşınmazı bulunduğunu  bunların da  aşama aşama satışını planlayacaklarını vurguluyor.  Son zamanlarda ise kentle ilgili yöneltilen soruların başında "Büyük ölçekli yatırım yapacak geniş arazi isteyen yabancı yatırımcılara yer bulunabilir mi?" sorusu geliyor. Tabii bu soru, açıkçası Çinli otomotiv yatırımcıların, kentte yatırım yapabilmek için, gerekli büyüklükte arazi bulamadıkları söylentilerinden kaynaklanıyor.... Gerçi Çinli yatırımcılardan zaten pek ses seda yok.   Daha çok 'Yatırım yapacağız' ayağıyla ithal ettikleri arabaların satışını artırıyor gibiler. Umarız, yanılırız.... Pekala, biz yine de iyi niyetle düşünelim ve asıl adres olan İzmir Defterdarı'na soralım istedik. İzmir'e önemli ölçüde yatırıma hazırlanan yabancı firmalar için uygun hazine arazileri bulunabilir mi  ? *  * *İzmir Defterı bu konuda yeşil ışık yakıyor.  Gelecek büyük ölçekli yatırımlar için her zaman yer bulunabileceğini ifade eden Beceren noktayı şöyle koyuyor:" İzmir'de geniş hazine arazileri, daha çok mera alanları olarak görülüyor. Ancak büyük bir yatırımcı geldiğinde buranın mera olup olmadığını tekrar değerlendirmemiz mümkün. Bu tür yatırımcılar için nitelik değişimlerini  kamu eliyle yapabiliriz. Böyle öneriler geldiği takdirde, Devletin diğer kurumlarının  da katkı koyarak buna ilişkin açılımlar yapabileceklerine inanıyorum." Özetle, İzmir'i, hazine arazileri yönünden dikkatle takip edilmesi gereken farklı bir süreç bekliyor. Aman tarih değişmesin!..Çok sabrettiler, büyük özveride bulundular.  Metro yapımı nedeniyle yaklaşık iki yıldır, Derviş sabrı gösteren Hatay esnafını kastediyorum.  Çoluk çocuklarının rızkının mücadelesini verirken, dükkanlarının önleri kapandı, müşteriler hendeklerden atlaya atlaya alışveriş yaptı, aylarca hatta yıl boyu sinek avalayan oldu. Aksilik deyin, şansızlık deyin ya da isterseniz beceriksizlik deyin. Ne derseniz deyin, sonuçta süre uzadıkça uzadı. Üstelik doğru düzgün hiçbir yardımdan da yararlanamadı Hatay esnafı.   Ve nihayet İzmir Büyükşehir Belediyesi 20 Aralık 2010 tarihinde Hatay Caddesi'nin metro çalışmaları nedeniyle trafiğe kapalı olan bölümünü trafiğe açacağını ilan etti. Nereye kadar açılacak belli değil. Metro nedeniyle sıkıntı çeken  tüm esnaf, hepsi "Benim önüm açılacak" diyor.  Neredeyse başka konu konuşulmaz oldu...Belediye bu tarihi açıkladı ama biraz cılız  sesle açıkladı. Nereden başlayacak nereye kadar cadde trafiğe açılacak, tam bilgi yok. Şimdi olur da, cılız mılız bu tarih de ertelenirse, o esnaftan kimse anlayış beklemesin. Belediye ya  net bir açıklama yapmalı ya da bu tarihe uymalı.Benden söylemesi az kaldı, Hatay'ın dervişleri ya zikir ya zuhur eyleyecek...
Milliyet
1,321,807
Yazarlar
2003 Ocak ayıydı.   Bürodaydım. Bir arkadaşım aradı: "İzliyor musun? NTV'de Amerikan Büyükelçisi sana giydiriyor." Hemen televizyonu açtım. ABD Büyükelçisi Robert Pearson ekrandaydı. Elindeki Milliyet'i sallıyor ve "İğrenç yalanlar bunlar" diye haykırıyordu:"11 Eylül saldırısında yakınlarını kaybedenlere, neden en yakın müttefiklerimizden birinin gazetesinde böyle bir haber çıktığını açıklayamam."Benim o günlerde, "ABD-PKK flörtü" üzerine yazdığım bir dizi haber-yorumu kastediyordu. Washington'un PKK yönetimiyle temasta olduğuna dair pek çok ayrıntı vardı elde... Hatta PKK kaynaklarına göre, bu görüşmelerde belli konularda "mutabakat" da sağlanmıştı."Mutabakat"a göre PKK, ABD'nin hazırlanmakta olduğu Irak işgaline tam destek verecek, ABD de karşılığında PKK'nın uluslararası faaliyetlerine engel olmayacak, HADEP'e baskı yapmaması için Türkiye'yi sıkıştıracaktı. * * *Washington'un ve hükümetin, Irak'ın işgaline Türkiye'yi dahil edecek tezkere çıksın diye çırpındığı dönemdi. Bizim haberler tam o dönemde toplumdaki işgal karşıtı hissiyatı beslemişti.Tabii Washington hemen bu haberi yalanladı.Bunun üzerine PKK ile ABD'yi buluşturan Davud Bağıstani ile görüşüp buluşmanın ayrıntılarını ona anlattırdım. Sonra da o buluşmalardan birinin fotoğrafını yayınladım. Fotoğrafta bir yer sofrasında 6 adam görünüyordu. Bunlardan bağdaş kuramayan, Amerikalı bir askeri yetkiliydi.Haber, Milliyet'in manşetinde "İşte kanıt" diye yer aldı.Pearson'ın elinde salladığı gazete oydu.* * *Haberin çıktığı gün, Ecevit'le görüşmüştüm; "Ben Başbakanken bu görüşmelere dair belirtiler vardı" demişti.Ardından o dönem Genelkurmay İkinci Başkanı olan Org. Yaşar Büyükanıt aramış ve kendisine atfen yazılmamak kaydıyla "ABD inkâr etse de bir temas olduğunu biliyoruz. Rahatsızlığımızı ilettik" demişti.Pearson'ın sevimsiz tepkisi, sadece Türkiye'deki anti-Amerikan hissiyatı artırmaya yaradı; 5 hafta sonra da 1 Mart tezkeresi Meclis'te reddedildi. * * *Niye hatırlattım bu eski meseleyi?Çünkü Radikal'den Ertuğrul Mavioğlu Kandil'de Murat Karayılan'la görüştü, ona Milliyet'te yayımlanan o fotoğrafı ve temasları sordu.Karayılan, fotoğrafın "fotoshop gibi bir şey" olduğunu, "birilerinin farklı resimleri birleştirdiğini" önesürüyor.Cümlesi farklı devam etse, bu iddiasının üzerinde durabilirdim. Ama cümlenin devamında haberi doğruluyor ve diyor ki:"ABD ile 2003-2004 arasında bazı temaslar gerçekleşti. Ama bunlar bir siyasi ilişkiye dönüşmedi. Daha sonra Türk devletinin müdahalesi, vetolar vb nedenlerle 2004'ten bu yana da ilişkimiz kalmadı."* * *Özeti şu:ABD, 2003 başında işgale destek olsun diye Türkiye'ye aba atından PKK sopasını göstermişti. Foya meydana çıkınca temas kesildi, ama o arada, Türkiye kamuoyunda "İşgale ortak olmayalım" eğilimi tırmanmış oldu. Büyükelçiyi asıl öfkelendiren buydu.Keşke Pearson buralarda olsa da biz de Karayılan'ın "ABD ile temastaydık" dediği gazeteyi ekrandan sallayıp ona sorsak:"Hani 'iğrenç yalanlar'dı?"
Milliyet
1,340,096
Yazarlar
70 yıl boyunca dünya futbol filminde bir figüran olmaktan öteye gidemeyen Türkiye'yi esas masaya oyuncu olarak oturtan nesil, 1993 Akdeniz Oyunları şampiyonlarıydı. Emre Aşık, Alpay, Abdullah, Bülent, Tugay, Hakan, Sergen, Arif ve Ergün'lü o altın nesil Euro'96 katılımıyla ülke futbolunun kaderini değiştirdi. 6 sene içinde 500 sayfalık Türk futbol tarihi kitabının 400 sayfasını elleriyle yazdılar.Euro 2008 yarı finalisti ikinci altın neslin temelleriyse 2004 Avrupa Ümitler Şampiyonası elemelerinde atıldı. O elemelerde Cole'lü İngiltere, Ronaldo-Quaresma'lı Portekiz gibi devleri yenen jenerasyon, 7-8 yıl boyunca milli takımımızın temel taşlarıydılar: Volkan, Servet, Tuncay, Hamit-Halil, Sabri, Toraman, Selçuk ve arkadaşları...Arada tabii ki çok iyi oyuncular çıkıyor, 87'li Arda, 88'li Nuri gibi parlak yıldızlarımız bizi 2012-2014'ler için umutlandırıyor. Ama galiba ulusal futbolumuzun modern zamanlardaki üçüncü altın nesli için biraz daha beklememiz gerekecek. 2005'te Peru'da Dünya dördüncüsü olan jenerasyondan kulüplerimizdeki harika(!) yönetim anlayışı nedeniyle yeterince faydalanamadık. Ama 2009'da Nijerya'da çeyrek final oynayan U17'lerimizin kaderi galiba biraz daha farklı olacak... Sanki üçüncü altın nesil, Nijerya'da gizli gibi...Üçüncü nesilNijerya'da çeyrek final oynayan 92'lilere Liechtenstein'daki Avrupa Şampiyonası'nda yarı final yapan (Taşkın Çalış, Recep Niyaz, Okay Yokuşlu gibi) birkaç 93-94'lünün katılacağını da düşününce bu nesil için umutlanmamak elde değil. Ama beni bu 92'liler konusunda esas heyecanlandıran detay (88'lilerden farklı olarak) kulüplerinde müsabaka oynama şansını erken bulmaları... Birkaç ay önce bir sohbet sırasında eski hocası Ferhat Südoğan'dan ismini duyduğum 1992'li Ali Dere , Konyaspor gibi can havliyle savaşan bir takımda forma şansı bulabiliyor mesela. Nijerya fatihi arkadaşlarına bir yıl sonra Valentin Granatkin Turnuvası'nda dahil olan Dere, Manisa karşısında attığı golle bu sezon bolca dakika almayı da garantiledi gibi.Aynı haftanın bir başka sevindirici golü de Nijerya ekibinin yıldızlarından Ömer Ali Şahiner 'den geldi. Konya Şekerspor'un kupada Manisa'yı şoke ettiği maçta Ömer, bir gol ve bir asistle Nijerya'daki formunu sürdürdüğünü gösterdi.     Aykut Kocaman'ın  bir Süper Lig maçında sahaya sürerek takdirleri topladığı genç sağ beki Okan Alkan  bu aralar pek ortalarda yok. Ama aynen Okan gibi büyük umutlar bağladığımız takım arkadaşı Gökay Iravul , Nijerya'dan sonra F.Bahçe'de de forma şansları bulmayı sürdürüyor. Türkiye Kupası'nda Ankaragücü önünde ilk 11'de sahaya çıkan Gökay, Kocaman'ın güvendiği isimlerden biri. Sadece  kulüpteki teknik direktörünün değil, milli takım kurmaylarının da güvenini kazanan Orhan Gülle  ise 1992 ekibinin bir başka gurur kaynağı... Antep'te son haftalarda ilk 11'de sahaya çıkan orta saha oyuncusu, dün geceki Hollanda müsabakası kadrosuna girerek hızlı bir gelişim gösterdiğini ispat etti.GurbetçilerDün geceki  Hollanda kadrosunun bir başka spektaküler ismi, yine bir 1992'li, Nadir Çiftçi  idi. Portsmouth'un profesyonel kadrosuna bu sezon başında çıkıp İngiltere Championship Ligi tarihinin en genç skoreri olan Çiftçi, Hollanda genç takımlarından sonra Türkiye A Milli formasını seçti. Portsmouth'a Liam Lawrence'ın katılımıyla daha az forma şansı bulan Çiftçi'nin oynayabileceği bir takıma kiralanması da gündemde.Bu  kadroda olmasını beklediğimiz (ama neden olmadığı açıklanmayan) bir başka gurbetçi Gökhan Töre  de, kiralık  olarak Chelsea'den dışarıya çıkmasını beklediğimiz bir gencimiz. Chelsea'nin genç takımında sol açık pozisyonunda etkili maçlar oynayan Töre de, 1992 Köln doğumlu bir Samsunlu. Hiddink'in, İngiltere seferinde gündeminde olan ve A Milli Takıma katacağını umduğumuz Arsenalli Oğuzhan Özyakup  da rezerv takımda forma şansı bulan oyunculardan biri. Geçen sezon 12 maç oynayıp 4 gol atan oyun kurucu Oğuzhan, şu anda Hollanda saflarında. Oğuzhan, Gökhan ve West Ham kalecisi Deniz Mehmet'in de, Hiddink'in çabalarıyla A Milli Takım saflarına katılacağı umudunu da eklersek, harika bir 92 nesli var elimizde. Bursa'da bir kontrat saçmalığıyla kadro dışı kalan forvet Muhammet Demir, halen Beşiktaş A2 takımında stoper oynayan Furkan Şeker, Portolu "genç Kaka" Engin Bekdemir  de üst yapıda forma giyme şansını hızla bulabilirlerse, onlarla beraber 2016 kadromuzun temellerinin çok sağlam olduğunu söylemek mümkün...   Dün geceki maçta hedefimiz Hollanda'yı yenmek değil 2014 kadromuzun temellerini atmaktı. Ama bu 92-93'lü çocuklar kulüplerinde oynamaya devam ederlerse bir sonraki Hollanda eşleşmemizde hedefin daha farklı belirleneceği konusunda çok umutluyum ben...Doll'le Zumdick güzel ekipmiş!Gençlerbirliği'nde patronu Doll'ün yerine teknik direktörlük koltuğuna oturan Zumdick'i şaşkınlıkla izliyorum. Doll ne kadar disiplinli ise, Zumdick o denli rahat. Doll disiplin nedenli sebeplerle Bilal Kısa'yı kadro dışı, Harbuzi'yi yedek bırakmakta bir sakınca görmezken; Zumdick kendisini (Kayseri'de Zec'i değiştirmekten geç kaldığı için) saha içinde azarlayan Orhan'ı, Beşiktaş önünde kulübede oturtmaya bile gerek duymadı!Doll Gençlerbirliği'nde topa sahip olan, oyuna hükmeden, pas yapan karakter oturtmaya çalışırken, yardımcısı Zumdick'in hayali tamamen farklıymış: Oyunu tamamen geride kabullenen, rakibi oynatmayan, kontrataklarla ve özel yeteneklerle gole gitmeye çalışan bir futbolmuş Zumdick'in düşündüğü...Gençlerbirliği'nin son 4 maçını seyrettikten sonra şöyle düşündüm doğrusu: Doll'le Zumdick çok doğru bir ikiliymiş! Çünkü eğer bir teknik direktör, yardımcısını kendisiyle bire bir aynı düşünen adamlardan seçiyorsa, onunla bir şey tartışması, ondan bir şey öğrenmesi, fikirlerin çarpışması çok zor. Ama Doll gibi tamamen zıt karakterli bir adamı yardımcı olarak Türkiye'ye getirebiliyorsanız, işte o zaman tartışıp doğruyu bulma niyetiniz var demektir.Tebrikler Doll. Ve teşekkürler, Türk futboluna yaptığın hizmetler için...