article
stringlengths
7.34k
10k
Cengiz Han Cengiz Han ("Cenghis Khan", "Çinggis Haan" ya da doğum adıyla Temuçin (anlamı: demirci), Moğolca: "Чингис Хаан" ya da "Tengiz" (anlamı: deniz), ; d. 1162 – ö. 18 Ağustos 1227), Moğol komutan, hükümdar ve Moğol İmparatorluğu'nun kurucusudur. Cengiz Han, 13. Yüzyılın başında Orta Asya'daki tüm göçebe bozkır kavimlerini birleştirerek bir ulus haline getirdi ve o ulusu "Moğol" siyasi kimliği çatısı altında topladı. Dünya tarihinin en büyük askeri dehalarından biri olarak kabul edilen Cengiz Han, hükümdarlığı döneminde 1206-1227 arasında Kuzey Çin'deki Batı Xia ve Jin Hanedanı, Türkistan'daki Kara Hıtay, Maveraünnehir, Harezm, Horasan ve İran'daki Harzemşahlar ile Kafkasya'da Gürcüler, Deşt-i Kıpçak'taki Rus Knezlikleri ve Kıpçaklar ile İdil Bulgarları üzerine gerçekleştirilen seferler sonucunda Pasifik Okyanusu'ndan Hazar Denizi’ne ve Karadeniz'in kuzeyine kadar uzanan bir imparatorluk kurdu. Bozkır geleneğinden gelen onlu teşkilatı kullanarak Meritokratik (liyâkata bağlı) bir ordu meydana getiren Cengiz Han’ın büyük bir asker olarak ün kazanmasının temelinde, kurduğu posta teşkilatı ve casus ağı ile istihbarat sanatına verdiği büyük değer önemli bir yer tutar. Seferleri sonucunda, pek çok şehir tahrip olmuş ve milyonlarca insan da katledilmişti ancak "Cengiz Han Yasası" adı ile metinleştirilen kurallar ile işkenceyi yasaklayıp, zanaatkarlar, doktorlar, belli bilgi becerisi olan eğitimli kişiler ve her dinden din adamlarına, hangi milletten olursa olsun aralarında bir ayrım yapılmaksızın saygı gösterilmesi ve vergiden muaf tutulmalarını kanunlaştırmıştır Cengiz Han, halkının yazıya sahip olmasını sağlamak için Uygurlardan önemli bahşıları başkenti Karakurum’a çağırmış ve Moğolca için Uygur alfabesini uyarlatarak bunu çocuklarına da öğretmesini istemiştir. 1227 yılında Kuzey Çin'deki Tangutlar üzerine çıktığı sefer esnasında rahatsızlanarak hayatını kaybetti. Kurmuş olduğu imparatorluk günümüzde Rusya hariç tüm ülkelerden daha geniş topraklar üzerine yayılmış vaziyette olup ölümünden sonra, oğulları ve torunları döneminde daha da genişleyerek, insanlık tarihinin gördüğü bitişik sınırlara sahip en büyük imparatorluk haline geldi. Cengiz Han’ın şeceresi yarı mitolojik bir şekilde sis perdesi arkasındadır. Onun atalarının ve kendisinin doğuş efsanesi, Moğol mitolojisinin önemli belgelerindendir. Yazılış tarihi itibarı ile Cengiz Han’ın yaşadığı döneme en yakın olanı Şamanizm etkilerinin görüldüğü, 1240 yılında Moğolca olarak kaleme alınmış olan Moğolların Gizli Tarihi adlı esere göre Cengiz Han’dan 10 nesil önce yaşayan Alangoya, Cengiz Han soyunun efsanevi büyük annesi olarak kabul edilmiştir. Moğolların Gizli Tarihinde yer alan efsaneye göre Alangoya dul kaldıktan sonra evlenmediği halde üç oğlu daha olmuştur. Cengiz Han ve onun mensup olduğu Börçiginler bu çocuklardan “Bodoncar” adlı en küçük olanının soyundan gelmektedir. Alangoya efsanesi yalnızca Cengiz Han’ı değil onunla birlikte “Nirun” yani ışığın çocukları adı verilen bir yığın boyu ilgilendirse de Cengiz Han soyunun en büyük efsanesi olarak kabul edilmiştir. Nirun boylarından öncelikle Cengiz Han’ın boyu Borciginler ardından Tayciutlar, Barlaslar, Derbenler, Salciutlar ve başka birkaç boy daha sayılabilir. 1140 yılında Moğol kabilelerinden Börçiginlere mensup Kabul, bütün Moğolların ilk lideri olarak “Han” unvanını almıştır. Cengiz Han’ın babası Yesügey Bahadır onun torunudur. Kabul Han ve onun halefi Ambakay Han zamanında Moğollar, Çin'deki Jin İmparatorluğu ile mücadele edecek kadar kuvvetlenseler de Tatarlar, Çinlleri hoşnut etmek için Ambakay’ı Çin’e teslim ettiler. Ambakay hiç alışılmadık bir şekilde, “tahta eşek şekli” denen bir duruma sokularak çarmıha gerilip infaz edildi. Cengiz Han’ın büyük amacası Kutua, bu hakarete Çin üzerine ve Tatarlara bir dizi saldırı düzenleyerek cevap verdi ve bu akınlar sonunda “Moğol Herkülü” unvanını kazandı. Fakat, 1160 yılında, detayları bilinmeyen bir dizi olay sonunda, Kuzey Çin’in hakimi Jin Hanedanı, Moğolları hezimete uğrattı. Moğollar bir süre karmaşa içinde dağıldılar. Sefalet içinde yüzen bu karmaşık haldeki Moğollar’ın içerisindeki önemsiz liderlerden biri olan Kabul Han'ın torunu Yesügey Bahadır, ittifaklar kurarak Moğolları güçlendirmeye çalıştı. Moğolların batı komşularından biri olan Türk boylarından Keraitler idi. Keraitler 200 yıldan beri Nasturi Hıristiyan’dı. Hıristiyan Keraitlerin o zamanki lideri Tuğrul idi. Tuğrul, 1160 yılında iç meseleler sonucu tahtını kaybetmişti. Moğolların lideri Yesügey, Tuğrula kabilesinin önderliğini yeniden ele geçirmesi için yardım etti. Tuğrul ve Yesügey anda ile kardeşilik yemini ettikten sonra, daha sonraları Moğolların yeniden ortaya çıkışında olağanüstü önem taşıdığını kanıtlayacak olan bir ittifak kurdular. Rivayetlere ve efsaneye göre Yesügey Bahadır bir gün Onon nehri kıyılarında şahini ile avlanırken gelinleri taşımak için özel olarak tahsis edilmiş, bir at arabasına rastladı. Yesügey, arabanda oturan kıza ilk görüşte aşık olmuştu. Yesügey iki kardeşini yanına alarak ve birlikte ağır ağır giden düğün arabasına yetiştiler. Üç kardeş Onggirat boyunun Olkunat kabilesinden olan Höelin adındaki yeni evli gelini yakaladılar. Höelin başke seçme şansı olmadığı için Yesügey Bahadır’ı yeni kocası olarak kabullendi. Yesügey onunla, doğurduğu oğlan bir kahraman olacak diyerek evlenmişti. Evlilikten bir süre sonra Yesügey, Tatarlar üzerine yaptığı bir akından geri döndüğünde, Höelin kocasını hamile olduğu haberiyle karşıladı. Kaynaklarda bebeğin doğumu sırasında Höelin’in kapısına bir yay ve ok asılarak şeytanın girmesinin engellendiği ancak yakın akrabalar ve bir kadın Şamanın ebe olarak görev yaptığı ileri sürülmektedir. Şaman, bebeği çok yakından inceleyerek, geleceği hakkında kehanette bulunabilecek bir işaret arayacaktı. Efsaneye göre sağ avucunun içinde sonraları gayet doğal olarak, gücün ve çok kan dökeceğinin simgesi olarak nitelendirilecek aşık kemiği şeklinde bir kan pıhtısı ile doğdu. Yegüsey Bahadır düşman olduğu Tatar kabilelerinden birinin reisi olan Temuçin adlı bir kişiyi esir almıştı. İşte bu esir ve hadise üzerine Yegüsey Bahadır oğluna Temuçin adını verdi. Temuçin, katı, sağlam, sert, dayanıklı ve demir gibi anlamlarına gelmektedir. Arap ve İranlı tarihçilere göre Temuçin'in doğum tarihi 26 Ocak 1155'tir. Ancak Çin kaynaklarınca Temuçin, 12 Hayvanlı Türk takvimine göre domuz yılının başında dünyaya gelmiştir. Bu hesapla 12 Hayvanlı Türk Takviminde 1 yıl 12 yılı kapsadığı için 1155 ile 1167 arasında sonu 2 ile biten bütün senelerden yola çıkarak doğum tarihinin 1162 olabileceği kabul edilmektedir. Uzmanlar Temuçin’in doğum tarihini nasıl kanıtlamaya çalışıyorlarsa doğum yerinin de kesin olarak nerede olduğunu tartışmaktalar. Cengiz Han zamanından günümüze kalan tek kaynak olan “Moğolların Gizli Tarihi” adlı eserde bu yerin Onon yakınlarında Dülün-Boldak adıyla bilinen bölge olduğu yazmaktadır. Bu adın anlamı “Dalak Tepeciği” dir. Yegüsey Bahadır ve Höelin’in Temuçin’den başka Hasar ve Haçi adlarını taşıyan iki oğlu ile Temulun adında bir kızları olmuştur. Bunun yanı sıra Temuçin'in Bekter ve Belgütay isimli iki üvey kardeşi vardı. Temuçin 9 yaşındayken, babası Yegüsey Bahadır onu evlendirmek için kendisini de yanına alarak Temuçin'in annesi Höelin'in kabilesi olan Onkıratların yanına gitti. Yegüsey, kayın biraderinin kızı Börte'yi oğlu Temuçin'e istedi. Börte adındaki kız Temuçin’den bir yaş büyüktü. Anlaşma gereği Temuçin orada kalacaktı. Burada evlilik yaşı olan, 10 yaşına gelene kadar evin reisine hizmet edecekti. Fakat Yesügey Bahadır evine dönerken yolda karşılaştığı ve konuk olduğu Tatarlar tarafından, eski husumetlerinin sonucu olarak zehirlendi. Yesugey Bahadır ne olursa olsun ölmeden önce Temuçin’in geri getirilmesi için emir verdi fakat Temuçin gelmeden hayatını kaybetti. Temuçin ve ailesi, ilk olarak akraba kabilelerden Tayciutlara katılmaya karar vererek yanlarına gittiler ancak, Tayciutlar Temuçin ile ailesini yanlarına almak istemediler. Yesügey’in erkek kardeşleri de Höelin ve çocuklarına yardım etmediler. Bir müddet sonra da Yesugey'in kabilesi Temuçin'in annesi Höelin'in yani bir kadının emri altında kalmak istemeyerek göç etti. Höelin, kabilesinin sürülerinden hiçbir hak iddia etmeyerek Burhan Haldun Dağının eteklerindeki ormanlık yamaçlara ailesi ile birlikte yerleşti. Sürü sahibi olamadıkları için et yiyemeden, süt içemeden sadece nehirde balıkçılık yaparak, ormanda yabani meyveler ve kökler toplayarak hayatlarını devam ettirebiliyorlardı. Temuçin On-on bir yaşlarında iken çok iyi bir arkadaş edindi. Bu çocuk Cacırat boyundan Camuka adlı kendi yaşıtında birisi idi. Sonunda dostlukları o derece ilerlemişti ki "anda" yani kan kardeşi olmak için yemin ettiler. Temuçin 13 yaşında iken üvey kardeşi Bekter ile arasındaki rekabet ileri boyutlara vardı ve Temuçin, Yesügey’in diğer hanımından doğan üvey kardeşi Bekter’i bir av meselesi sonucu çıkan kavgadan sonra öldürdü. Bekter, Höelin'in öz oğlu olmamasına rağmen Tayciutlara karşı birlik olmak gerekirken böyle bir hareket yaptıkları için Temuçin'e çok sinirlendi. Nitekim Tayciutlar kısa bir süre sonra saldırarak Temuçin'i esir aldılar. Tayciutların lideri tarafından tutsak edilen Temuçin, bir köpek gibi boynuna bir tahtadan yapılmış tasma takarak kabilelere teşhir edildi. Fakat bir gün bekçisinin elindeki halatı birdenbire şiddetle çekerek başına vurduğu bir darbe ile saf dışı bırakıp koruluğa doğru kaçarak Onon Nehri kıyısına doğru koştu. Nehirde boylu boyunca uzandı. Tahta boyunduruk başının soğuk sudan yeterince yüksekte durmasını sağlıyordu. Peşindekilerin tümü koruluğu araştırırken nehrin aşağısındaki evine doğru giden bir adam Temuçin’i yattığı yerde görür görmez tanımıştı. Bu adam, Temuçin esir edildikten sonra evinde tutulduğu Sohan Şira idi. Uzaktan Temuçin’i arayan takipçilerin bu tarafa geldiğini görünce Sohan Şira onlara mani olmak için herkese şimdiye kadar aradıkları yerleri bir kez daha kontrol etmelerini önerdi. Temuçin, tehlike geçtikten sonra Sohan Şira’
nın gittiği yoldan sendeleyerek ilerledi ve bir önceki geceyi geçirdiği çadıra ulaştı. Üzerinden sular damlayan titreyen Temuçin’i gören Sohan Şira ordan uzaklaşmasını istedi. Buna rağmen ailesi, karısı, iki çocuğu ve kızı Temuçin’e yakın davranarak boyundurluğu ve kelepçesini çıkararak Temuçin’in karnını doyurdular ve ıslak elbiselerini kuruttular. Daha sonra da Temuçin’i koyun yünüyle dolu bir arabanın içinde sakladılar. Ertesi gün Tayciutlar, Sohan Şira’nın çadırına gelerek her tarafı karıştırıp yatakların altına baktılar. Sıra yün dolu arabaya geldiğinde, tam Temuçin’in ayaklarını görecekleri sırada Sohan Şira, böyle sıcak bir havada bu kadar yünün altında kim saklanır diyerek takipçilerin oradan uzaklaşmasını sağladı. Sonunda, Sohan Şira Temuçin’in kaçma şansını arttırmak için yiyecek, içecek ve iyi bir at verdi. Temuçin, Annesinin Onon’un üst kesimlerindeki sığınağına giden yolu takip ederek sonunda ailesine geri döndü. Temuçin, ileri de Cengiz Han olduğunda kendisine yardım edenleri hiç unutmamıştır ki bunlar arasında kendisini esaretten kurtaran Sohan şira ve onun çocukları da vardır. Bir tanesine general rütbesi vermiştir. Bu hadisenin üzerinden bir yıl geçmişti. Aile sadece bir sürüye ve dokuz tane ata sahipti. Bir gün Temuçin’in üvey kardeşi Belgütay’ın marmot avlamak için kamp dışına çıktığı sırada hırsızlar kalan sekiz atı çaldılar. Temuçin ellerinde kalan son ata atladı ve sonraki iki gün boyunca hırsızların izini sürdü. Üçüncü gün sabahı bir çadıra ve çadırın yanındaki ağıldaki oldukça büyük bir at sürüsüyle ilgilenen Bughurçi isimli bir gence rastladı. Bughurçi, Temuçin’in uzun süredir koşturduğu atının halini görünce Temuçin’e yorgunluktan neredeyse ölmek üzere olan atını sürüsündeki zinde atlardan biriyle değiştirmesi için ısrar etti. Temuçin atını değiştirip oradan ayrılırken Bughurçi aniden bir karar verdi ve at hırsızlığı hepimizin ortak sorunu bende seninle birlikte geleceğim dedi. Üç gün sonra Temuçin ve Bughurçi hırsızlara ve çalıntı atlardan oluşan sürülere yetişti. İki arkadaş anında harekete geçerek sürünün arkasına daldı ve Temuçin’e ait olan atların iplerini kesip yedeklerine alarak dörtnala uzaklaştılar. Bughurçi’nin babasının kampına yaklaştıkları sırada Temuçin, sen olmasaydın atlarımı nasıl bulurdum gel bunları bölüşelim sadece hangilerini almak istediğini söyle yeter dedi. Babası varlıklı biri olan Bughurçi hayır diye yanıtladı. Temuçin gerçekten Bughurçi’nin asil davranışını unutmayacak ve Bughurçi ilerde yanından ayırmadığı sağ kolu, atlarının baş seyisi, zırhlı tümen komutanı ve Moğolların en büyük generallerinden biri olacaktı. Temuçin, 9 yaşındayken nişanlandığı Börte ile babasının ölmeden önce kararlaştırdığı gibi evlilik düğünü yapmak için kayınpederini ziyaret etmeye ve evlilik anlaşmasına hala razı olup olmadığını sormak için üvey kardeşi Belgütay ile birlikte Kongirat ülkesine doğru yola çıktı. Temuçin'i çok iyi karşıladılar ve evlilik gerçekleşti. Evlilik tarihi olarak kesin olmamakla birlikte 1178, 1180 ve 1181 tarihleri ileri sürülmektedir. Temuçin Börte ile evlendiği zamanlarda Merkit kabilesinin büyük bir saldırısına uğradı. Bu saldırıda Temuçin kendi canını ve karargahını kurtardığı halde henüz yeni evlendiği eşi Börte Merkitler tarafından kaçırıldı. Bataklıkları yararak düşmanı ağır mağlubiyete uğratan Temuçin, karısını onların elinden alamamış ancak bu zafer ona çok büyük bir ün ve itibar kazandırmıştı. Temuçin’in doğumundan önce babası Yesügey Bahadır, Keraitlerin lideri Tuğrul ile kardeşlik yemini etmişti. Temuçin, kardeşi Kasar ve üvey kardeşi Belgütay’yı yanına alarak yeni bir müttefik kazanmaya gitti. Başlarına geleni Tuğrul’a anlattı. Vaktiyle Temuçin'in babası tarafından yardım gördüğünü hatırlayan Tuğrul Han, Temuçin'i himayesine aldı. Tuğrul onu çok iyi karşıladı ve kendisine evladım diye hitap etti. Tuğrul, Temuçin’in Cungar kabilesi şefi Camuka’ya da uğramalarını ve onlarında desteğini almalarını söyledi. Üç kardeş Camuka’ya da giderek durumu anlattılar. Temuçin’in kan kardeşi olan Camuka, kendi namusu gibi hiddetlendi ve Tuğrul’un taahhüdüne uyacağını teyid etti. Merkitlere karşı savaş hazırlıkları süratle tamamlandı. Camuka toplanma bölgesine üç gün evvel gelerek Temuçin’e hazır olduklarını bildirmiş Tuğrul komutasındaki Kerait’lerin de gelmesinden sonra saldırıya başlandı. Saldırı haberini alan Merkit kabileleri Selenge nehri akıntısı boyunca kaçmışlardı. Ama çoğu büyük baskında avlanmıştı. Temuçin ilk gece baskınında, Börte’nin kurtarıldığını Camuka’ya bildirdi ve saldırıyı yavaşlattı. Bu zamanın sürpriz hadiselerinden biri de, Merkitler elindeki esaretten kurtulan Temuçin’in karısı Börte’nin doğurması idi. Bu beklenmeyen bir çocuktu. Yeni doğan çocuğa, "misafir" anlamına gelen Cuci adını koydular. Cuci, Börte'nin Merkitlerden kurtarılmasından 9 ay sonra doğdu; böylece de babasının kim olduğu hakkında hep soruları da beraberinde getirdi Cuci ilerki zamanlarda Temuçin’in en büyük oğlu olarak anılacaktı. İlerde Temuçin’in başka kadınlardan da çocukları olacaktı ancak ilk karısı ve imparatoriçesi Börte’nin doğurdukları Cuci, Çağatay, Ögeday ve Tuluy en sevdikleri oldu. Temuçin'in diğer eşlerinden olan çocukları onun yerini almaktan muaf tutuldular. 1189’da toplanan bir kurultay kararı ile Temuçin’e Kağan unvanı verildi. Bu kurultayda Temuçin, teşkilatı için en güvenilen yakınlarından bir danışma meclisi oluşturmuştur. Ancak 1189 kurultayı kararlarını herkes tanımamıştı. Tatarlar bu dönemde Çin’in sınır bölgelerini yağma ediyor ve korku saçıyorlardı. Moğollar, Tatarların bölgelerinin ötesinde Çinlilere en yakın olanlardı. 1198 yılında Kuzey Çin'deki Kin hanedanı Tatarlara karşı Temuçin’den yardım istedi. Çünkü Tuğrul uluslararası alanda tanınan bir şahsiyetti ve onun Temuçin’e ile ittifak halinde olmasıyla Temuçin’in gücünü görmüşlerdi. Temuçin de ataları ile olan husumeti ve babası Yesügey Bahadır’ı zehirleyerek öldürdükleri için Tatarlardan nefret ediyordu. Bunu fırsat bilerek Tuğrul ile birlikte Tatarlar üzerine bir sefer gerçekleştirdi. Önderleri öldürüldü, ülkeleri ve kampları yağma edildi. Fakat Çinliler Tatarlara karşı zaferin tümünü Tuğrul’a atfettiler. Çinli general ona Moğolların "Ong" olarak teleffuz ettikleri “Wang” yani kral unvanını bahşetti. Tuğrul artık "Wang-han" olarak tanınacaktı. Temuçin’in gücünün artması karşısında Temuçin’e ilk baş kaldıran kan kardeşi Camuka oldu. Tatarlar, Merkitler, Naymanlar, Oyradlar ve Taycutlar, Camuka’ya yakınlaştı ve bir ittifak kurarak 1201 yılında Camuka’yı "Gur Han"(evrensel lider) unvanıyla liderleri yaptılar. Camuka’nın kardeşi Taiçar'ın, Temuçin’in oğlu Cuci’nin sürüsünü çaldığı için Cuci tarafından öldürülmesi, Camuka’ya Temuçin üzerine sefere çıkma fırsatını verdi. Camuka’nın üç tümenlik gücüne karşı Temuçin’in de üç tümen kadar gücü bulunuyordu. Savaş esnasında Camuka’nın izlediği strateji ile Temuçin tuzağa düşmüş ve ok yağmuru altında atılan bir ok Temuçin’i ıskalayarak atının boynuna saplanarak atının ölümüne neden olmuştu. Temuçin atını değiştirdikten sonra bu sefer başka zehirli bir ok kendi boynuna isabet etti. Kardeşi Haçiun ile yetmiş kadar adamı da Camuka’nın eline esir düştü. Camuka bu yetmiş adamı kaynayan kazanların içine attırarak feci şekilde öldürttü. Temuçin'in kardeşi Haçiun’un ise başını kılıcı ile kesip, kellesini atının kuyruğuna bağladı. Ele geçirdiği okçuların parmaklarını kestirip, izcilerin gözlerine mil çektirdi. Böyle yaparak psikolojik olarak onları korkutmak istemişti. Yardımcısı Celme, Temuçin'in boynuna saplanan zehirli oku çıkararak yarayı emerek ateşten yarı baygın bir şekilde yatan Temuçin’in yarasını temizledi. Celme gece karşıda duran düşman denklerinin arasına giderek gizlice kaymak çalarak Temuçin'i doyurdu getirdi. Temuçin, gerçekten de doğduğu günden beri yanında olan yardımcısı Celme’nin iyiliğini hiç unutmamış ve onu ileride general rütbesi ile mükâfatlandırmıştır. Temuçin eski sağlığına tekrar kavuştuğunda kardeşinin ölüm haberini alınca herhangi bir tepki göstermemiştir. Bu da onun kardeşinin ölümüne fazla üzülmediğine veya artık ölümlere alıştığına yorumlanmıştır. Ama intikam almak için iyice hırslanmıştır. Temuçin’in vurulduğu halde ölmemesi, onun askerleri arasında itibarını daha da arttırmış ve bundan manevi bir güç kazanarak Camuka'ya yeniden saldırmışlardı. Sonuçta Camuka’nın ordusunu dağıldı. Savaş kazanılıp Camuka kaçtıktan sonra, zamanında Tayciutlardan kaçmaya çalışırken Temuçin’e yardım eden Sorhan Şira bir arkadaşı ile Temuçin’in yanına geldi. Şimdi ona katılmakta serbest idi. Temuçin, Sorhan Şira’ya atını öldüren oku kimin attığını görüp görmediğini sordu. Bu sorunun cevabı Sorhan Şira’nın arkadaşı Jirko’dan geldi. Oku atan kendisi idi. Temuçin kendisine neredeyse öldürecek olan bu düşman savaşçıyı idam edebilirdi ama genç, hayatını kurtarmış olan adamın arkadaşı idi. Jirko, her buyruğuna boyun eğeceğine dair söz verdi. Eğer beni öldürürsen toprak parçasında çürüyüp giderim fakat merhamet gösterirsen senin için dağları okyanusları aşarım dedi. Temuçin, onun dürüstlüğünden etkilendi ve bu adam benim dostumdur diyerek yaptığı hareketin anısına ona yeni bir isim verdi. Bundan sonra ismi Cebe(okçu) olacak ve ben onu okum olarak kullanacağım dedi. Cebe’nin bir atı yoktu. Bir at talep etti. Temuçin onun arzusunu yerine getirerek genç Cebe’ye burun delikleri beyaz bir at verdi. Cebe ata binince bir yolunu bulup kaçtı ama daha sonra geri dönerek Temuçin’e hizmet etmek arzusunda olduğunu söyledi. Gelecekte, Türkistan, İran ve Rusya’yı fethedecek olan Cebe Noyan işte budur. Epeyce sonra Cebe, Karahitaylar ile savaş esnasında Tiyan Şan yaylasından geçerken beyaz burunlu bin at toplayarak Cengiz Han’a hediye ederek hayatını borçlu olduğu bu hadiseyi unutmamış olduğunu gösterecekti. Temuçin, Tatarlar’ın Camuka ile olan savaşta onun tarafında olması Temuçin’e onlara güvenmemesi gerektiğini göstermişti. Tatarlara karşı nihai darbeyi indirmek için 1202 yılında tekrar harekete geçti. Sefer sonucunda Tatarlar, Temuçin tarafından yenilerek parçala
nmışlar ve bütün mensupları da diğer boylar arasında paylaştırılmıştı. Tatar hanı Yekeçeren’in güzel kızı esir düşmüştü. Temuçin, Yesujen adlı bu güzel Tatar kızının nişanlısını kendi gözleri önünde öldürerek, ondan da güzel olan Yesui adlı ablası ile evlendi. Temuçin’in bu hanımına şiddetle aşık olduğu belirtilmektedir. 1203 yılı başlarında Temuçin ve Tuğrul Han güçlerini birleştirerek Naymanlara karşı sefere çıktılar. Naymanların hükümdarı Buyruk Han bu güç karşısında dayanamayarak Altay Dağlarına çekildi. Bir süre takipten sonra Temuçin’in güçleri ona yetişerek ve Buyruk Han’ı öldürdüler. Ancak Tuğrul’un oğlu Sangum tam düşmana esir düşmek üzere iken Temuçin’in güçleri tarafından kurtarılınca Tuğrul, Temuçin’e oğlunun onun himayesine girmesini teklif etti. Temuçin bununla da kalmayıp, en büyük oğlu Cuci’ye Tuğrul’un kızını isterken Tuğrul’un oğlu Sangum’a kendi ailesinden bir kız vereceğini söyleyerek aralarındaki bağı daha da kuvvetlendirmek istiyordu. Ancak Tuğrul’un oğlu Sangum kendisini daha üstün gördüğünden bu teklifi reddetti. Temuçin bu durumu hiç hoş karşılamadı. 1203 yılının baharında Tuğrul’un oğlu Sangum babasını bir hile ile Temuçin’i ortadan kaldırmaya ikna etti. Bu sırada yanlarında bulunan birisi Temuçin’den büyük mükâfat alacağını düşünerek bunu gelen adamlarına söylemişti. Bunu duyan Temuçin ve adamları hemen bulundukları yerden uzaklaştılar. Her iki tarafın orduları savaşa hazırlanmış ve Temuçin’e Halalhalcit çölünde Kerayitlerin geldiği haberi ulaşmıştı. Tuğrul ve Camuka birlikte idiler ve Tuğrul yaşlı olduğu için ordunun komutasını Camuka’ya vermişti. Savaş sonunda Kerayitler teslim olmak zorunda kaldı. Ancak ne Tuğrul ne de oğlu Sangum savaş meydanında bulunamamışlardı. Savaş kazanıldıktan sonra Kerayit halkı itaat altına alınmış ve gruplar halinde değişik boyların arasına dağıtılmışlardır. Tuğrul ile oğlu müttefikleri olan Camuka’nın ülkesine kaçmışlardı. Ancak Tuğrul bir karakol postasını Kerayit hanı olduğuna ikna edemeyince onun tarafından öldürüldü. Oğlu Sangum ise seyisinin ihanetine uğradı. Karısı seyise; altın elbiselerini giyerken, tatlı yemeklerini yerken iyiydi şimdi onu nasıl terk edersin demesine rağmen, seyis Temuçin’in yanına giderek ona Sangum’un bulunduğu yeri söyledi. Ancak seyis umduğunu bulamamıştı, Temuçin; karısını ödüllendiriniz, öz hanına ihanet edenin ise kafasını kesiniz diyerek ihanet edenin cezasız kalmayacağını gösterdi. Camuka’nın yanındakiler ile beraber pek çok boy da Temuçin’e tabi olmuşlardı. Camuka, Temuçin’in eline düşmekten kurtulan Nayman ve Merkit güçleri ile birleşerek Temuçin’e karşı harekete geçti ancak başarılı olamadı. Nayman ve Merkitler bu şekilde dağıtılıp tamanen güçsüz hale getirildikten sonra, onlarla birlikte Temuçin’e karşı savaşan Camuka desteğini kaybedip sadece beş yakın arkadaşı ile birlikte kaldı. Ancak bu yakın arkadaşları onu satmaktan geri durmadılar ve yemek yerken onu yakalayıp Temuçin’e teslim ettiler. Böyle yapmakla da tıpkı seyis gibi Temuçin’den büyük mükâfat alacaklarını düşünmüşlerdi. Ancak Temuçin bütün ihanet edenlere acımadığı gibi onlara da acımamış ve öz hanlarına ihanet edenleri bütün nesilleri ile yok edin emrini vererek onları infaz ettirdi. "Gizli Tarih"'e göre, Temuçin Camuka'ya tekrar arkadaş olmalarını ve yanında olmasını teklif etti. Camuka bunu redetti ve kendisinin bir asile yakışır şekilde kanının dökülmeden öldürülmesini, cesedinin yüksek bir yere gömülerek saygıdan mahrum edilmemesini rica etti. Temuçin’de senin hayatını bağışlamak istediğim halde bunu kabul etmiyorsun öyleyse seni kendi arzuna göre kanını akıtmadan öldürteceğim dedi ve onun kemikleri kırılarak öldürülmesini emretti. Tuğrul ile Camuka'nın ortadan kaldırılması ve Temuçin'in Merkitler'i, Naymanlar'ı, Keraitler'i, Tatarlar'ı ve diğer küçük kabileleri liderliği altında birleştirmesi onu Orta Asya bozkırlarındaki tek güç haline getirdi. 1206 yılının ilkbaharında Onon nehrinin kaynaklarında, kendisine bağlanmış olan bütün kabileleri bir araya getirerek büyük bir kurultay topladı. Tüm göçebe konfederasyonları birleştiren Temuçin tek bir ulus yarattı ve bu ulusa “Moğol Ulusu” adını verdi. Artık o Moğolların mutlak efendisi idi. 1206 kurultayının en önemli kararı Temuçin’in daha evvel aldığı “Kağan” unvanına ilaveten “Cengiz” unvanını almasıdır. Bu tarihten sonra kendisine “Cengiz Kağan” veya “Cengiz Han” diye hitap edilmesini istemiştir. Aslında bu o dönemin teleffuzu ile “Çinngiz Kan” şeklinde idi. Temuçin bu sırada 44 yaşında bulunuyordu. Moğol toplumu, Cengiz Han’dan önce teşkilatsızdı. 1206 kurultayında devletin ordu ve içtimai teşkilatı düzenlendi. Cengiz Han kurultayda Mukhulai’ı baş yardımcısı, süvari birliklerinin başındaki Bugurçi’yi de danışmanı olarak atadı. Celme ve Subutay kardeşleri ise binbaşı olarak atadı. Tayciutlardan kaçtığı sırada kendisini kurtaran Sorhan Şira, her iki oğlu gibi Cengiz Han’ın yaveri ve ok taşıyıcısı oldu. Bu atamalar göçebe imparatorluğun yönetiminde büyük değişiklilere damgasını vurdu. Moğol birliği geçmişte kabile rekabetlerinden büyük zarar görmüştü. Cengiz Han şimdi atayacağı kişileri kabile hiyerarşisine göre değil liyakata göre belirleyecekti. Anahtar kelime ise sadakatti. Sorkan Shira ve oğulları hiçlikten yöneticiliğe gelmiş tek örnek değillerdi. Çobanlar, marangozlar vb. aynı haklara sahipti. Celme ve Subutay birer demircinin oğulları idi. Subutay, stratejik zekasından dolayı Cengiz Han'ın ailesinden olmadan Cengiz Han'a en yakın isim haline gelmiştir. Cengiz han kendisi ile aynı yolda yürüyen herkese karşılığını fazlası ile vermiş ve bundan sonra yeni muhafız birliğinin teşkil edilmesi için çalışmalara başlamıştır. Cengiz Han, ordusunu göçebelerin yüzyıllardan beri kullandığı onluk sisteme göre düzenlemeye başladı. On askerlik birim arban, yüz askerlik birim jagun, bin askerlik birim minghan, on bin askerlik birim ise tümen olarak adlandırılmıştı. Askeri faydalarının yanı sıra, onluk sistemin kullanılmasının asıl nedeni, Cengiz Han'ın, güçlü askeri birimler kurarak askerlerin kendi kabilelerine değil de, bu birimlere özellikle minghan seviyesinde bağlılık duymasını istemesiydi. Cengiz Han, aynı düşünceyle 1206 yılında mevcudu 10.000’e ulaşan "keshig" adındaki muhafız birliğini kurdu. Genişleyen imparatorluğa komutan ve idareci yetiştiren ve Cengiz Han'a sadakati ön planda tutan keshig’e katılabilmek büyük bir onurdu. Kabilelere duyulan sadakati kendisine yönlendirmeyi başarabilmesi, Cengiz Han'ın yeteneğinin diğer bir göstergesiydi. Cengiz, han seçilirken Şaman Kökçü onun lehine bir hayli kehanette bulunarak birçok boy yöneticisinin oyunu da etkilemişti. Kökçü, Cengiz Han'ın babası Yesügey ve annesi Höelin'in güvenilir adamı olan Şaman Münglik'in oğlu idi. Kerayitler ile olan mücadelesinde Tuğrul'un oğlu Sengün tarafından hazırlanmış olan bir tuzak ile ilgili Cengiz Han'ı zamanında uyaran yine Münglik olmuştur. Kökcü'nün babası yaşlı ve bilge Münglik Cengiz Han'ın hayatında çok önemli bir rol oynamış ve sonunda Cengiz Han'ın dul annesi Höelin ile evlenmişti. 1206 kurultayında Kökcü, Ulu Gök Tengri'nin Cengiz Han'a kainatın kağanlığını verdiğini ilan etmişti. Bu ilahi tasdik Cengiz Han'a otoritesinin temelini sağlamıştı. Bu nedenle Kökçü'nün Cengiz Han'ın nazarında ayrı bir yeri vardı. Moğolların Gizli Tarihi'ne göre Kökçü ve kardeşlerinin değişik boylardan oluşan ve henüz Cengiz Han'a biat etmeyen toplulukları kendi etraflarına toplamaya başladıklarından bahsedilmektedir. Şaman Kökçü, Cengiz Han'a iktidarının temellerini atmasına yardımcı olmuştu. Ancak hem sihirli gücü ve hem de imparatorluk ailesi içinde babası Münglik'in durumundan dolayı kendisinin dokunulmaz olduğunu sanarak çok geçmeden küstahça davranmaya, tabiatüstü nüfuzundan yararlanarak Cengiz Han'ı ve imparatorluğu yönetmeye kalkışmıştı. Cengiz Han'ın kardeşi Kasar ile kavga etmişti bu nedenle Kasar'ı yok etmek maksadıyla Han'a ruh bana Gök Tengri'nin bir buyruğunu vahyetti, önce Temüçin hüküm sürecek ve ondan sonra Kasar gelecek, Kasar'ı yok etmezsen tehlikedesin diyerek Cengiz Han'ın ruhunda kardeşi Kasar için kuşku uyandırmıştı. Kasar, Cengiz Han'ın gazabından annesi Höelin sayesinde kurtuluştu. Kökçü Cengiz Han'ın en küçük kardeşi Temüge Oçigin ile de bozuşmuş ve ona herkesin içinde hakaret etmişti. Cengiz Han'ın karısı Börte kocasını ikaz etmişti. Bu defa Cengiz Han durumu anlamış ve Temüge'ye şamandan kurtulması için müsaade etmişti. Temüge tarafından vazifelendirilmiş üç muhafız Kökçü'yü kanını dökmeden bel kemiğini kırarak infaz ettiler. Kökçü'nün bertaraf edilmesi Cengiz Han imparatorluğunun dini temel üzerine kurulmayacağının habercisiydi. Moğol İmparatorluğu bir devlet olarak gerçek oluşumunu ancak Uygurların tam iştirakı ile sağlamıştır. Moğol İmparatorluğunun ilk hocaları ve ilk memurları Uygurlar olmuştur. Uygular, yerleşik hayata geçmişler, edebiyat, sanat açısından olduğu kadar ticaret açsından da parlak bir uygarlığa sahiplerdi. Bu sebeple bir devlet idaresi için ne gerekiyorsa onu biliyor ve uyguluyorlardı. Cengiz Han, Naymanlara karşı savaşı esnasında esir aldığı bir Uygur mühürdarı sayesinde Uygurların mühür ve yazı kullanıldığını görünce, Uygur mühürdarını emirlerini yazması için görevlendirdi ve mührü bastıktan sonra koruması için emanet etti. Bunun ötesinde Cengiz Han, yazabilmenin ne kadar önemli olduğunu görmüştü. Uygurların kendilerine ait bir alfabeleri vardı. Yüzyıllardan beri gelişen bu yazı hemen Cengiz Han tarafından benimsendi ve Cengiz Han, Uygur mühürdardan bu yazıyı Moğolca için uyarlamasını ve dört oğluna da bu yazıyı öğretmesini istedi. Bu hususta aile içinde başlatılan eğitim ile Uygur yazısı akabinde tüm Moğol İmparatorluğu'nda kullanılmaya başlandı. Moğollar'ın Uygurların kültürüne olan alakaları Uygurlar ve Moğollar arasındaki karşılıklı bir çekime yol açtı ve Uygur hükümdarı Barçuk, Cengiz Han’ı kutlamak için elçilerini yolladı. Cengiz Han da bunun karşılığında onu Karakurum'a davet etti. Uygur hükümdarı Barçuk değerli mücevher ve kumaşlarla Cengiz Han'ın huzuruna geldiğinde görkemli bi
r biçimde karşılandı. Cengiz Han kızı Altun Beki'yi onunla evlendirildi. Böylece Uygurlar ile Cengiz Han arasında bir akrabalık kurulmuş oldu. Uygur yazı sisteminin kullanılmaya başlamasından sonra Uygur mektebinin ilk mezunu, aslı bir Tatar olan Cengiz Han’ın evlatlığı Şiki Noyan idi. Cengiz Han, onu kanunlarını ve değerlerini yazıya geçirmesi için görevlendirdi ve onları mavi bir defterin beyaz sayfalarına kaydettirdi. İşte Şiki Noyan'ın bu defteri Cengiz Han öldükten sonra dahi Çin’den Doğu Avrupa'ya kadar birçok milletin yönetilmesine rehberlik eden ünlü "Yasa" idi. 33 defterden oluştuğu, çok hacimli olduğu için bir deve üzerinde taşındığı ve devlet hazinesinde muhafaza edildiği kabul Cengiz Han Yasası, ilerleyen dönemlerde de geliştirilmiştir. Cengiz Han, Yasanın emirlerini tatbike oğlu Çağatay’ı vekil bıraktı. Çağatay sert idi ve yasanın harfi harfini tatbik ederdi. Bu yasaların öylesine sert uygulanıyordu ki, “Cengiz ülkesinde bakire bir kız başında altından bir taç ile ülkenin bir ucundan diğer ucuna en ufak bir tacize uğramadan giderdi.” denilirdi. Yasa kapsamında zinanın, eşcinselliğin, kasten yalan söyleyenin, sihirbazlıkla uğraşanın, ormanları yakanın ve suyu kirletenlerin cezasının idam olduğu, alkol kullanan kişi eğer bırakamıyorsa bir ay içinde sadece üç kez sarhoş olabilmesi, bütün dinlere eşit olarak saygı gösterilmesi ve herhangi bir mezhebin üstün tutulmaması, bütün fakirlerin, din alimlerinin, hekimlerin, bilginlerin ve Tanrıya adanmış tapınakların vergiden muaf tutulması gibi kurallar yer almaktaydı. Daha çok askerî ve hukukî içerikli olan bu Yasa’nın orijinal metni günümüze gelmemiştir. Yasa'nın içeriği 14. Yüzyıl Arap seyyahları, 13. Yüzyıl Ermeni tarihçileri ve 15. Yüzyıl İranlı tarihçilerin eserleri sayesinde bilinmektedir. Kurultay'dan bir süre sonra Cengiz Han 1207'de kuzey'deki ormancı boyları egemenliği altına alması için en büyük oğlu Cuci'yi, ordusunun sağ kanadını vererek görevlendirdi. Cuci burada diplomatik kabiliyet ile iyi bir taktik sergileyerek orman halklarını, Sibiryanın güneyini ve Kırgızları kendine bağlayarak geri döndü. Cengiz Han zamanında bugünkü Çin sahasında üç devlet vardı. Kansu civarında Tangut Krallığı olarak bilinen Batı Xia veya Xi Xia hanedanı, kuzeyde Jin hanedanı ve güneyde Sung hanedanı bulunuyordu. Cengiz Han, Moğolların ezeli düşmanı Jin hanedanı üzerine bir sefer yapmadan önce büyük bir sefer için kaynak elde etmek hem de Jin ile muhtemel bir ittifakın önüne geçmek için ilk olarak Tangut Krallığı olarak bilinen Batı Xia hanedanı üzerine bir sefer gerçekleştirdi. Kansu bölgesinde yaayan Tibet ırkından ve Budist dininden olan Tangutlarla olan mücadele, Cengiz Han'ın yerleşik ve medeni bir millete karşı yaptığı ilk sefer oldu. 1205'te gerçekleştirilen ilk baskın küçük düzeyde olmuş ve birkaç esir almakla yetinilmişti. 1207'de gerçekleştirilen seferde Cengiz Han, Tangutların önemli şehirlerinden Vulahay'ı kuşattı. Aşamadıkları surların önüne yerleşmiş olan Moğollar, Tangutlara şehrin tüm kedileri ve kuşları karşılığında kuşatmayı kaldırmayı teklif etti. Bu denli önemsiz bir şart karşısında şaşıran Tangutlar, bunu yerine getirdi. Fakat Moğollar kedilerin kuyruklarına ve kuşların bacaklarına kıtık parçaları bağlamıştı. Ateşe verip hayvanları saldılar. Korkmuş ve alevler içerisindeki hayvanlar hemen yuvaları ve sepetlerine dönüp ambar ve mahzenleri ateşe verdiler. Savaş tam anlamıyla 1209 yılında başladı. Tangut kralı, Moğol ordusu karşısına veliaht prensi çıkardı ancak prens mağlup oldu. Böylece Vulahay oldukça tuhaf bir kurnazlık sayesinde ele geçirilmiş oldu. 1209 yılında Tangutların başkenti günümüz Ningsia'sı kuşatıldı. Cengiz Han, Sarı Irmak'ın akıntısını taşırmak için yönünü değiştirmeye kalktı, ancak ele geçirdiği esir yığınlarına nehre dayanacak bir bent yaptırmayı başaramadı. Sonbahar yağmurları, taşkınları büyüttü ve bendi sürükledi. Moğol kampını su bastı. Kuşatmayı kaldırmak gerekiyordu. Fakat bir diğer yandan Moğol ordusu kırsal bölgeleri talan ediyordu. Tangut kralı barış istemeyi yeğledi. Kızı Çaka'yı Cengiz Han'a vererek onun sağ kolu olmak istediğini bildirdi. Tangut kralı Li An-şu an ihtiyaçları olursa Moğollara yardım etmek için süvari birlikleri yollayacağına söz verdi. Bunun yanı sıra develer, av şahinleri, yün ve ipekli kumaşlardan oluşan basit bir haraç vermekle yetindi. Cengiz Han şimdilik büyük Jin seferinden önce Tangutları kendine taabi kılmış oldu. Moğol yurtlarında hiç kimse Pekin sarayında Cengiz Han’ın büyük dedesi Ambakay Han'ın uğradığı işkence ve aşağılamayı unutmamıştı. Moğollar yüzyıllardır Kuzey Çin’de hüküm süren Jin Hanedanı hükümdarlarına, hanedanın adı olan Jin kelimesi Çince altın demek olduğundan Altın Han demekteydiler. Cengiz Han gençliğinde Tuğrul ile birlikte Tatarlar ile savaşırken Jinler ile birleştiğinden beri onlar tarafından kendilerine tabii bir hükümdar olarak görülüyor ve onlara haraç ödüyordu. Şimdi hem Tuğrul hem de bu bağlılık anlaşmasının yapıldığı Jin İmparatoru hayatta olmadığı için Cengiz Han kendini bağımlılıktan azat edilmiş kabul etti. Çin memuruna haraç vermeyi reddeden Cengiz Han, protokol gereği elçiyi diz çökerek karşılaması gerekirken diz çökmeyi reddedip eskiden vermekte olduğu haracı vermedi. İmparator Wanyan Yongji bunu haber aldığında, öylesine sinirlendi ki Moğol elçisini infaz etti. Moğollar ile Jin hanedanı arasındaki gerginlikler tırmanmaya başladı. Cengiz Han Çin’e karşı sefer kararı vermeden önce kurultayı toplayarak komutanlara ve ileri gelenlere danışarak savaş kararı alındı. Mart 1211'de, Moğollar, Jin hanedanına karşı bir sefer için 90.000 asker toplamıştı. Bu durum Moğolistan'daki üslerini korumak için yalnızca yaklaşık 2.000 kişinin geride kalmasına neden olmuştur. Bu, Moğol güçlerinin % 90'ından fazlasının sefer için harekete geçirildiği anlamına geliyordu. Sefere başlamadan önce, Cengiz Han, Moğolları zaferle kutsamak için Gök Tengri'ye dua etti ve 1146 yılında Jin İmparatoru Xizong emriyle çarmıha gerileren atalarından Ambagay'ın intikamını almak için sembolik bir yemin etti. 1211 yılının ilkbaharında Mukhulai, Cebe ve Subutay komutasındaki muazzam ordunun arkasında olduğu 30 bin kişilik öncü birlik kısa sürede Çin hududuna dayanmıştı. Çin Seddi’ne hiçbir zorlukla karşılaşmadan yaklaştılar. Jin ordusunun komutanı Wanyan Chengyu'nun amacı, Yehuling'deki dağlık araziyi Moğol süvarilerini engellemek için kullanmaktı. Çin ordusu Moğol ordusundan daha kalabalık ve silahlanmış durumdaydı. Khitan kökenli bir yetkili olan Shimo Ming'an'ı Cengiz Han'la tanışmak ve barış görüşmelerine başlamak için gönderdi. Bununla birlikte, Cengiz Han, Shimo Ming'an'ı kendi tarafına çekmeyi başardı. Shimo Ming'an, Jin ordusu hakkında Moğollara askeri istihbarat sağladı. Cengiz Han, General Mukhulai önderliğinde sürpriz bir süvari akını başlattı. Savaştan önce Mukhulai Cengiz Han'a söz verdi: "Jin ordusunu yenemezsem canlı olarak geri dönmeyeceğim!" Moral gücü yüksek olan Moğollar, Jin güçlerini mağlup ederek Wanyan Chengyu'nun ana karargahına doğru savaştı. Sonunda, Jin ordusu dağınık hale geldi, moralini kaybetti ve parçalanmaya başladı. 300.000 kişilik güçlü Jin Ordusu yok edildi. Bu savaş 1211 Ağustos'unda gerçekleşti. Bu o kadar korkunç bir savaştı ki toprağın üzeri cesetlerle doldu. Buradan dokuz yıl sonra geçen Taoist rahip Şang Şun sonsuzluğa uzanan beyazlaşmış insan kemiklerini seyrettiğini aktarır. Wanyan Chengyu, Yehuling Savaşı'ndan sonra dağılmış Jin güçlerini topladı ve Huihe Kalesi'nde bir araya geldi. Bununla birlikte, 12 Ekim 1211'de Moğol kuvvetlerini takip ederek saldırıya geçti. Moğollar, Jin kuvvetlerini hızla kuşattı ve üç gün boyunca şiddetli bir savaşa girdiler. Cengiz Han bizzat yönettiği 3.000 atlıyla bir süvari akını başlatırken kalan Moğol kuvvetleri ise geride kaldı. Wanyan Chengyu zorlukla hayatta kaldı fakat tüm Jin ordusu yok edildi. Yehuling Savaşı, Jin hanedanına 950.000 askerinin yarısına mal oldu. Yaklaşık olarak on Jin şehri Moğollar tarafından yağmalandı. Yehuling savaşından sonra, Jin imparatoru Wanyan Yongji, Pekin'de generali Hushahu tarafından düzenlenen bir suikaste kurban gitti. Cengiz Han’ın en parlak komutanlarından bir diğeri olan Cebe Noyan, Çin Seddinin çevresinden dolaşarak donmuş Leao Nehri’ni geçip Mançurya’nın güneyindeki Mukden’i(bugünkü adı ile Shenuang) ele geçirdi. 2 Şubat 1212’de elde edilen bu zaferden sonra Mançurya'daki Liao hanedanı Jin’den ayrılarak Cengiz Han'a bağlı bir prenslik haline getirildi. Cengiz Han, Cebe’nin başarısından çok memnun oldu ve beklemeye çekildi. 1212 yılı, Çin İmparatoruna karşı isyanlar yılı oldu ve Cengiz’in casusları tarafından ülkede adeta bir iç savaş çıkarılması başarıldı. Pekin politik kargaşalarla sarsılıyordu. Cengiz Han, casus teşkilatı sayesinde fethedeceği ülkenin muhalif adamlarını, hoşnutsuzları kendi hizmetine almaya uğraşırdı. Ve onlara ganimetten pay ve yüksek memuriyetler vadederdi. Çin ordusunda bulunan Ongut, Kongrat ve Tatar kabileleri saf değiştirerek soydaşları olan Moğolların tarafına geçtiler. Çin Seddinin neredeyse bütün kapıları ihanet edenler tarafından açılmıştı. Bu sebeple Moğol ordusu gayet seri bir şekilde Çin Seddini aştı. 1212 yılının sonbaharında Cengiz Han, Pekin’e bir saldırı düzenleme kararı almış ancak bir çarpışma sırasında ok ile yaralanınca saldırıya ara verilmişti. Ertesi yıl tekrar Pekin’e giden geçidin üzerindeki iki kaleye saldırı düzenlenerek geri dönüldü. Çin kuvvetleri Moğol ordusunun geçeceği yollara atları yaralamak gayesi ile dört tarafında çivi olan toplar serpiştirmişlerdi. Cebe ve Sübedey kaleleri teslim almak için epey uğraşmışlar ve sonuçta Pekin yolunu tekrar açmayı başarmışlardır. 1214’te Cengiz Han üç ordusunu Çin başkenti Pekin duvarları önüne yığdı. Pekin muhasarası 1214 yılının ilkbaharına kadar yaklaşık bir yıl sürmüştü. Ancak Moğolların savaşta en geri oldukları konu kuşatmaydı.Sorunun ciddiyetinin farkına varan Cengiz Han atlıları ile orada kalamazdı. Kış Moğollar için oldukça zor şartlar altında geçmiş salgın hastalıklar ve kıtlık yaşa
nmıştı. Şehir halkının da durumu hiç iyi değildi. Cengiz Han çaresizlik içerisinde ne yapacağını düşünüp, geri dönmeye niyetlenirken, Çin imparatorundan barış teklifi geldi. İmparator, altın, gümüş, ipekle bunların yanı sıra beş yüz oğlan, beş yüz kız ve üç bin at verdi ve on bin top kumaş verdi Ayrıca kızı Ki-Kuo’yu da Cengiz Han ile evlendirdi. Cengiz Han, imparatorun verdiklerini kabul eder gibi görünüp Krakurum’a geri dönünce Pekin sarayı bir an kurtulduğunu sanarak rahat nefes aldı. Bu Çin seferi, Cengiz Han’ın bu güne kadar en çaplı ve getirisi en fazla olan seferi niteliğindeydi. Şimdi dünyanın belki en zengin ülkesinin çok büyük bir kısmı çok kısa sürede ele geçirilmişti. Ancak Çin’i gerçekten istila etmek için Pekin’i ele geçirmek gerekiyordu. Cengiz Han bir sene önceki Pekin kuşatmasında Çin usulü bu müstahkem kenti atlı birliklerden kurulu göçebe ordusu ile düzenli bir kuşatma ile ele geçiremeyeceğini anlamıştı. Bu nedenle Çinli istihkâmcıları ordusuna dahil etti. Bu istihkâmcılar, Moğollara Çin mancınıklarını kullanmayı öğretti; Çin mancınıklarının hafif olanlarının kolunu kurabilmek için 40, ağır olanları için ise 100 kişi gerekiyordu. Mancınıkların menzili 100-150 metreydi, attıkları taşlar ise küçüktü 1-13 kilo arası. Artık Pekin’in burçlarını nasıl zorlayacaklarını biliyordu. Cengiz Han, kenti düşürebilmek için esir edilen Çinli mühendislerden yararlanma yoluna gitmişti. Hareketli saldırı kuleleri hazırlanmıştı. Mancınıklar ile ordunun gücü daha da pekiştirilmişti. Haziran 1214’te imparator Pekin’i bırakıp Sarı Irmağın ötesine Kai-fong şehrine çekildi. Ne var ki bu durum halkının gözünde bu bir kaçıştı. Pekin’deki devlete ait evraklar ile maddi varlıklar 3 bin deve ve 300 araba ile Sarı Nehir ötesindeki güvenli bölgeye taşınmaya başlanmıştır. Ancak imparatorluğun içersindeki Mançurya’dan gelen 2000 Hitay askeri atalarından kalan topraklardan ayrılmak istemediler ve Pekin’den 50 km uzaklaşlatıktan sonra isyan ettiler. Cengiz Han'a da bir haber göndererek onun emrine girmek istediklerini söylediler. Cengiz Han, Jin imparatorunun bu taşınma kararını; sözüme güvenmedi, beni aldatmak için barış yaptı diye yorumlayarak terk edilen Pekin’in güçsüz kaldığını düşünüp buraya tekrar sefer düzenleme kararı aldı. Şimdi daha hazır durumda olan ordusu ile Mart 1215’te Pekin surlarına dayandı. Pekin hücumunu Mukhulai idare etmekte idi. Subutay, Mukhulai'ın ordusunun bir kanadını koruyordu. Zamanın kendileri lehine olduğunu biliyordu. Kuşatma aylardan beri sürmesine rağmen, surların üzerinde tam donanımlı Çin askerleri savaşmak için bekliyordu. 9 ay süren kuşatma boyunca yiyecek sıkıntısı çeken Pekinliler arasında yamyamlık yapanlar bile olmuştu. Çin askerleri duvarlara tırmanmaya çalışan Moğol askerlerinin üzerine ok yağdırıyorlardı. Saldırının en önemli anında Cengiz Han, Çinli esirleri savaş arabaları ile surlara doğru sürdü. Cengiz Han aldığı binlerce esiri saldırılarda en önde savaşmaya zorladı. Şimdi Çin askerleri, arabaları itmekte olan Çinli esirleri okluyordu. Sonrasında, ağır taş gülleri atan mancınıklar harekete geçmişti. Büyük taşlar, Pekin kentinin duvarlarını parçalıyordu. Çinliler de bu arada boş durmuyordu. İleri teknikleri kullanarak ürettikleri, petrol ve farklı kimyasal maddelerden yapmış oldukları yangın bombalarını Moğolların üzerine atıyordu. Cengiz Han. Durumun zorluğunun farkına varmış ve askerlerine, bedeli ne olursa olsun, surlardan gedik açılarak kentin içine girilmesi emrini vermişti. Çinli esirler kentin surlarına uzun merdivenleri dayamayı başardığında, kuşatma altındakiler surların altında kızgın yağlarda kavurdukları yığınların kendi akrabaları olduklarını fark ettiklerinde onlara karşı dayanmaya dayanamayıp teslim oldular. Bu sırada Surlarda gedikler açılmıştı ve Moğol askerleri gediklerden, kentin içine sızmayı başarıyordu. Moğollar kentin surlarına kendi bayraklarını dikmeye başladığında, bayrakları gören Çinli komutanlar utançlarından kendilerini öldürmeye başlamışlardı. Artık zaferinden emin olan Cengiz Han atını kentin sokaklarından sürerek, kent merkezine ilerliyordu. Moğollar, kentte insanlık tarihinin en büyük yağmalarından birine bu şekilde başlamıştı. Batılı kaynaklarda; o donemde kentte bulunan Batılı diplomatlar ve gezginlerin şahitliği ile şunlar yazacaktır: Mukhulai, Pekin'de hazine ve cephane namına ne varsa toplatarak Cengiz Han'a gönderdi. Cengiz Han, kendisine meydan okuyan Pekin kentine vahşice bir ceza vermişti. Artık bütün dünyanın başkentleri Çin'de olanlarla yakından ilgilenmeye başlamıştı. Harezmşah hükümdarı Sultan Alaaddin Muhammed Harezmşah, kendi ideâli olan Çin’in, Moğolların eline geçmesine inanamadı. Haberin doğruluğunu tetkik ettirmek için Seyyid Behâeddîn-i Râzî’nin idaresinde bir hey’eti Çin’e gönderdi. Harezmşâh elçileri Çin hududuna vardıkları zaman, çok uzak mesafeden bembeyaz bir yığın gördüler. Önce bunu karla kaplı bir tepe zannettiler. Yerli halktan, burada bir tepe olmadığını, Cengiz askerlerinin öldürdüğü Çinlilerin kemikleri olduğunu öğrendiler. Bir müddet gittikten sonra toprağı insan kanından simsiyah kesilmiş bir bölgeye geldiler. Bu siyahlık kilometrelerce devam ediyordu. Pekin’e vardıklarında kale burçlarının dibinde bulunan kemik yığınlarının da, Cengiz’in Pekin’i ele geçirdiği zaman, zâlim Moğol askerinin eline düşmemek için kendilerini burçlardan atarak ölen yirmi bin bakire kıza ait olduğunu öğrendiler. Pekin'in fethinin ardından Mukhulai ve Cengiz’in kardeşi Kasara baştan başa tüm Mançurya’yı geçtiler ve güneye doğru ilerlediler. Mukhulai kusursuz planlama yeteneği ile Cengiz Han’ın en büyük komutanlarından biriydi. Mançurya’da Liao’nun başkenti Pei Ching’i hiç alışılmadık bir şekilde fethetti. Mukhali, Yesen isimli hem Çince hem de yerel Türk dillerini bilen bir Moğol subayını görevlendirerek şehrin idaresini devralmak için gelen yeni Jin komutanını tuzağa düşürmek için görevlendirdi. Yesen isimli casus Jin komutanının evraklarını alarak muhafızları yeni gelen general olduğuna inandırdı. Daha sonra şehrin yeni hakimi olarak tüm muhafızlara kalenin dışına çıkmalarını emrederek Mukhulai’ı şehre davet etti. Mukhulai neredeyse hiçbir direnişle karşılaşmadan yürüyerek şehirdeki 100 bin eve halkına silahları ve yiyecekleri ile bilrikte el koydu. Kendisine karşı direnç gösteren iki kasabayı cezalandırmak için marangozlar, kale ustaları ve sanatkarlar hariç her iki kasabada yaşayanların da öldürülmesini emretti. Cengiz Han, kuzeydeki vaziyeti tetkik için Subutay kumandasında başka bir kol gönderdi. Leao-dong körfezini kaplayan yarımadayı dönerek yeni bir ülkenin keşfine çıkmış gibiydi. 1216'da Yalu Irmağının geçilmesi Kore’ye girilmesine yol açtı. Subutay, burada Jin imparatoruna bağlı krallığı kendilerine taabi kılmak için kaçırılmaz bir fırsat olduğunu gördü. Küçük bir ordu ile bugünkü Kuzey ve Güney Kore arasındaki sınırda bulunan zengin ve kozmopolit bir şehir olan Kaesong’taki hükümdar sarayına bir yolculuk yaptı. Cengiz Han’ın başarısından etkilenen kral yeni ve korkutcu komşularına haraç ödemeyi kabul ettiler. Bu haracın kapsamında 100 bin yaprak en büyük boy Kore kağıdını da içeriyordu. Cengiz Han artık bütün Kuzey Çin’in hakimiydi. Cengiz Karakurum’un ipek çadırını eski Çin’in başkentinin şaşaasına tercih etti. Cengiz Han, Çin’in maddi değeri fazla ağırlıklarını Karakurum’a taşırken Ye-Liyu Çutsay gibi birçok bilgini de yanında getirdi. Onlardan dünya ahvalini, ticareti, dilleri, dinleri, milletleri öğrendi. Uygur aydınlarını da bu bilginler aracılığı ile yüksek Çin teknolojisi ile tanıştırdı. Cengiz Han Çin’i kendi adamları ile idare etme yolunu ömrünün sonuna kadar sürdürdü. Ye Liyu Çutsay'ın Ceniz Han'a verdiği; sen büyük bir imparatorluğu at üstünde fethettin ama at üstünde idare edemezzsin öğütü üzerine fethedilen yerlere yerel yöneticiler atadı. Ye Liyu Çutsay, Cengiz Han'a şehirleri yerle bir etmek yerine onları geliştirmeyi teşvik dilmesi gerektiğini çünkü bunların zenginlik kaynağı olduğunu anlattı. Cengiz Han, Çin'in tamamının fethinin uzun süreceğini anlayıp, buranın fetih ve idare işlerini 1217'de Mukhulai'a devrederek Mukhulai'ı burada bırakıp kendi yurduna geri döndü. Mukhulai’a “Bütün ulusun Guyang’ı” ünvânı verilmişti. Reşidüddin bu unvanının Farsça’daki Han-ı Buzurg ”Büyük han” olduğu ve onun Çin’deki görevi esnasında Çinliler tarafından kendisine verilen lakap olduğu ileri sürülmektedir. Mukhulai, Moğol İmparatorluğunun kuruluşuna büyük katkıda bulunduğundan kendi adına ferman çıkarmak ve ortasında siyah ay bulunan dokuz ayaklı Beyaz Tuğ ve Büyük Han’ınki ile aynı olan süslü eyer, kemer, davul ve kendine has taht kullanma hakkına da sahip idi. Mukhulai yedi yıl boyunca başarılı savaşlar sonunda Kin krallığını Honan'a hapsetmeyi başarmış Çin topraklarını Cengiz Han adına yönetmiş ve 1223'te burada ölmüştür. Harezmşahlar ile Moğollar'ın ilk kez karşı karşıya gelmesi 1218 yılında gerçekleşmişti. Kara Hıtaylara sığınan Naymanların son hükümdarı Güçlük üzerine karşı Cengiz Han 1218’de Cebe Noyan komutasında 20.000 kişilik bir kuvvet yollamıştı. Cebe Noyan, Güçlükü öldürüp, Kara Hıtay devletine son vererek İli, Issık gölü, Talas ve bütün Türkistan Cengiz Han’a bağlayınca Cengiz Han Harezmşahlar ile sınırdaş olmuştu. Kara Hıtay toprakları üzerinde her iki imparator hakimiyet tesis ederken birçok sınır olayı olmuş ve Cengiz Han'ın oğlu Cuci güçleri ile bizzat Harezmşah Alaeddin Muhammed'in de iştirak ettiği bir çarpışma yaşanmıştı. Bu çarpışma esnasında oğlu Celaleddin, babası Alaeddin Muhammed'i ölümden kurtarmış ancak Harezmşah'ın saldırıda yaptığı zulüm sinirleri oldukça germiş Cengiz Han bu hadisenin ilk olması nedeniyle büyük bir tepki göstermemiştir. Cengiz Han'ın Çin’i fethettiğine ihtimal vermeyenlerin başında Harezmşah hükümdarı Sultan Muhammed geliyordu. Bu sebeple Bahaaddin Razi adlı bir adamını Pekin’e kadar göndermiş ve bizzat Çin’in artık Cengiz Han’ın mülkü olduğunu tespit ettirmişti. Bahaaddin Razi Çin dönüşünde Karakurum’a gelerek Cengiz Han’ı ziyaret etti. Cengiz Han yaptıkları görüşmede ona
kurulacak barış neticesinde her iki tarafın kervanlarının serbestçe gidip gelmelerini memnuniyetle karşılayacağını, tüccarların kendi ülkesi dahilinde tam bir emniyet içinde bulunacağını ifade etti. Cengiz Han 1218 yılının başlarında Harezmşah tüccarları ile ticaret için tamamen Müslüman üyelerden oluşan bir heyeti anlaşma şartları için Harezm’e gönderdi. Sultan Muhammed, Cengiz Han’ın heyetini 1218 yılı baharında kabul etti. Heyet sözcüsü verdiği izahatta Cengiz Han’ın Harezmşah Alaeddin Muhammed’i “en sevgili oğlu” olarak gördüğünü, onunla dost olmak istediğini, her iki milletin ticaret erbabına kapılarını açık tutmasını istediğini bildirdiler. Harezmşah Aleaddin Muhammed heyetin yüzüne karşı; “Benim ülkemin genişliğini, ordularının büyüklüğünü biliyorsunuz; nasıl olurda Hanınız bana “oğul” diye hitap etmeye cesaret ediyor” diyerek tehditler savurmuş ancak Mahmut Yalvaç onu teskin ederek iki devlet arasında bir ticaret anlaşması yapılmasını sağlayabilmişti. Cengiz Han’ın Çin ülkesini fethederek çok zengin olduğunu duyan Harezmli tüccarlar satacakları malları Cengiz Han’ın ülksine götürerek ticari ilişkiler içine girmeye başlamışlardı. Ardından o da oğulları ve komutanlarına bir talimat vererek sermayeyi hazineden temin ederek kıymetli mallar getirmeleri için seçilen 450 kişilik bir heyeti de Harezmliler ile birlikte o tarafa gönderdi. Müslümanlardan müteşekkil 450 kişilik bu kafilede toplam 500 deve yükü kıymetli mallar, ipek dokumalar, samur ve kunduz kürkleri, Çin sanat eserleri bulunuyordu. Cengiz Han’ın heyetinin ilk konaklayacağı yer Sir Derya üzerinde yer alan ve Maveraünnehir’in son noktası olan Otrar idi. Otrar valisi İnalcık, Harezmşah Muhammed’in annesi Türkan Hatun’un da yakın akrabası idi. Otrar Valsi İnalcık, Cengiz Han’ın 450 kişilik heyetini tutuklattı. Ardından onları öldürtüp mallarına da el koydu. Cengiz Han bu hadiseyi duyduğunda oldukça fazla hiddetlenmiş ve kendisini sakinleştirmek için Burhan Haldun’a çıkarak inzivaya çekilmiştir. Cengiz Han, İnalcığın cezalandırılarak, malların bedelinin ödenmesi için Harzemşahlara elçilik heyeti gönderdi. Ancak Harezmşah Alaeddin Muhammed elçiyle birlikte elçilik heyetini de öldürttü. Otrar hadisesi hakkında dönemin eserlerinde Müslüman yazarlar dahi kabahati İnalcık ve Harezmşah Alaeddin Muhammed'in üzerine yıkmaktadırlar. Nesavi kervanecıların öldürülmesini inalçık'ın şahsi tamahına bağlamakladır. Cuzcani bu hareketin üstü kapalı bir şekilde Alaeddin Muhammed tarafından tasvip gördüğünü düşünmektedir. ibn al-Alhir bu suçu tamamen Harezmşah Alaeddin Muhammed'in üzerine atmaktadır. Otrar'da Cengiz Han'ın elçilik heyetinin öldürülüp mallarına el konulmasından sonra toplanan 1218 kurultayında Moğol elçilerine karşılık olarak Harezm’e saldırma kararı alındı. Eğer seferde başına bir şey gelirse diye tahtın varisini belirlemek için oğullarını topladı ancak Cuci ve Çağatay'ın Cuci'nin Cengiz Han'ın gerçek oğlu olup olmadığı konusunda bir birlerine girmelerinden sonra Çağatay'ın önerisi ile Cengiz Han, Ögeday'ı tahtın varisi olarak belirledi. Cengiz Han ocağı beklesin diye en küçük kardeşi Temuge’yi ordugah komutanı olarak Karakurum’da bıraktı. Harezm seferi Cengiz Han’ın yaşantısında bir dönüm noktası olacağı gibi tüm Avrasya hatta insanlık tarihi için bir dönüm noktası olmuştur. 1219 yazında Cengiz Han’ın ordusu Altay dağlarının güney yamacında yığınak yaptı. Zungan kapısını geçerek Yedi Irmak ilinin alt ovasına ulaştılar. Cebe, Subutay ve Tohoçar’ın öncü güçlerinin sayası 100 binden fazla idi. Bu arada hâkimiyeti altındaki kabilelerden istediği askeler gelirken Tangut Krallığına da elçi yollamış ancak Tangut Kralının kendisi değil de askeri gücün lideri konumundaki Aşa adındaki kişi “Cengiz Han mademki bu kadar zayıf, neden Han olmak için bu kadar sıkıntı çekiyor” şeklinde aşağılayıcı bir cevap göndermiştir. Cengiz Han o anda Harzemşahlar üzerine yürümekte olduğu için Tangurtları cezalandırmak için bir hareket yapabilecek durumda değildi ama bun da hiçbir zaman unutmayacaktı. Cengiz Han, bu seferinde kullanmak üzere ordusunun teçhizatını en iyi şekilde tamamlamış, beraberinde kuşatma malzemeleri, Çin'den getirttiği mühendisler ile askeri nakliyat için pek çok deve getirmişti. Cengiz’in orduları Aral Gölünün güneyinde Amu derya üzerinden Harezm sınırlarına yaklaştığında Harzemşah Muhammed, hazırlıklarına askerî bir şura toplayarak başlamış, ordusunu Sır-Derya ile Maverraünnehir’in müstahkem mevkilerine dağıtarak Moğol ordusunu Semerkantta karşılamaya karar vermişti. Güçlerini belli başlı şehirlere dağıtması sayı üstünlüğüne rağmen kuvvetlerinin azalmasına yol açmıştır. Cengiz Han ilk olarak Eylül 1219'da, elçilerinin ve ticaret kervanlarının katledildiği Otrar'a saldırma kararı aldı. Bu sembolik açıdan son derece önemliydi. Cengiz Han, Otrar önlerine geldiğinde Harezmşah Alaeddin Muhammed'ın savaş planını öğrenerek şehirlerin arasına girecek şekilde ordusunu düzenleyerek Maveraünnehir'deki şehirlerinin birbirlerine yardım etmesini önlemeye karar verdi. Yaptığı plana göre orduyu üçe ayırdı. Oğulları Çağatay ve Ögedey, Otrar önlerinde kalarak şehri alacaklar. Yanlardan gelebilecek bir karşı saldırıyı önlemek için Cuci, Sır Derya boylarına ilerleyerek Cend’i alacak, Cengiz Han ise Buhara’ya yürüyecekti. Böylece Harzemşah ordusunun birbirleriyle teması önlenecekti. Cengiz Han, Çağatay ve Ögeday'ı Otrar'da bırakıp Buhara'ya doğru yola çıktı. Yol boyunca konaklar tesis ediliyor ve posta menzilleri kuruluyordu. Kendi ülkesi Maveraünnehir'de bile Harezmşah Aleaddin Muhammed, 1216'da Sufi Kubravi tarikatından Şeyh Mecideddin Bağdadi'yi idam ettirmesinden dolayı Müslüman din adamlarının düşmanlığını çekmiş vaziyetteydi. Ailesi Harezmşah Alaeddin Muhammed tarafından öldürülmüş bir genç Cengiz Han katılarak Maveraünnehir hakkında bilmediği bilgiler veriyor, yolları ve bölgeleri bilen tüccarlar da Cengiz Han'a eşlik ediyorlardı. Cengiz Han’ın bu sefer sonucunda yaptığı yeniliklerden birisi de harita kullanmak olmuştur. Harita işini de oğlu Cuci’ye vermiştir. Topografya'dan haberdar olmaları da Harezmlilerin elinden önemli bir kozu alıyordu. Buz tutmuş gölü hiçbir engelle karşılaşmadan geçti. Siri Derya Savunma hattına birliklerini yayan Harezmşah Alaeddin Muhammed karşısında Cengiz Han, kendi ordusunun ağırlık noktasının bilinmeyeceği bir yerleşik saldırı tuzağı kurmuştu. Cengiz Han'ın yaptığı plan sonucunda üç ordusundan biri kuzeyden, Cebe komutasındaki diğeri doğudan gelirken Cengiz Han’ın bizzat kendisinin ve Subutay’ın yönettiği bir üçüncü ordu da Kızılkum Çölü’nü geniş bir daire çizip geçerek görünmez biçimde Buhara’ya ve Harezmşah Alaeddin Muhammed’in kuvvetlerinin arkasına yöneldi. Cengiz Han çölden çıkıp göründüğünde ve Buhara yolunu tuttuğunda batıdan geliyordu. Gafil avlanma öylesine etkilidir ki Harezmşah Alaeddin Muhammed, geri çekilme hattının kesildiğini ve Horasan’dan beklediği kuvvetlerin gelmediğini görünce paniğe kapılarak Cengiz Han ile karşılaşmadan maiyetiyle birlikte Semerkant'ı terk etti. Cengiz Han Buhara önlerine geldiğinde Buhara eşrafı, hakimleri ve ulema vaziyeti müzakere ettikten sonra şehrin anahtarlarını 10 ya da 16 Şubat 1220'de Cengiz Han’a teslim ettiler. Cengiz Han, Buhara'da iki gün kaldıktan sonra sonra Semerkant'a ilerledi. Otrar'ı ele geçirmiş olan Çağatay ve Ögeday ile Cend'i ele geçirmiş olan Cuci de ona katıldı ve 22 Nisan 1219’da Cengiz’in üç ordusu da Harezmaşahların başkenti Semerkant yakınında birleşti. Otrar'ın ele geçirilmesinden sonra yakalanan İnalcık Cengiz Han'ın huzuruna getirilerek öç işkencesi olarak kulaklarıyla gözlerine eritilmiş gümüş dökülerek infaz edildi. Harezmşah Muhammed daha kalabalık olan ordularının başında savaşmak yerine asker toplamak gibi bahanelerle sürekli kaçıyordu ve Cengiz Han, Semerkant önlerine geldiğinde Semerkant halkının gözü savaştan korktuğu için şehri teslim etmeye karar verdiler. Şehrin kadısından, Şeyhülislamından ve alimlerinden oluşan bir heyeti Cengiz Han'a yolladılar. İbnül Esir'e göre şehir teslim olduğu için katliam olmadı. Cengiz Han'a Semerkant'ta verilen kalifiye zanaatkar sayısı 30 bin kişi kadardı. Onlara da aynı hoşgörü gösteriliyordu. Bu, Cengiz Han'ın ilim ve sanat adamlarını kendi tarafına çekerek onun şanı namına hizmet etmeleri için uyguladığı bir yöntemdi. Yağmalama ve haraçtan sonra şehir halkı evlerine dönebildi. 1220 baharını Semerkand yakınlarında geçirip oradan Nahşeb bahçelerine geçen Cengiz Han Tirmiz' hareket doğru hareket ederek şehri ele geçirdi. Cuci, Çağatay ve Ögeday'ı 1220 yılının sonlarına doğru Harzem'in merkezi Gürgenç’i fethetmeleri için görevlendirirken Aleaddin Muhammed'i ne olursa olsun onu canlı yakalamaları için peşinden yetenekli generallerinden Cebe Noyan ve Subutay Noyan'ı ne gönderdi ve yol boyunca direniş olmadığı sürece savaşılmaması ve kesinlikle yağmaya girişilmemesini emretti. Alaeddin Muhammed kaçışına devam ederken, Cengiz Han, Harezmşah Muhammed'in annesi Türkan Hatun'a kendisne karşı kötü bir niyeti olmadığını yalnızca oğlu ile görülecek bir hesabı olduğunu ifade etmek için bir elçi gönderdi. Ancak Türkan Hatun yanıt vermemeyi yeğledi ve Harezmşah'ın kızları ve oğulları ile İran'ın kuzeyinde Hazar Denizi kıyısındaki Mazenderan'a kaçtı. Subutay, Aleaddin Muhammedin ailesinin saklandığı Mazenderan'ı kuşattı ve kaleyi teslim olmak zorunda bıraktı. Türkan Hatun Moğolistan'a sürgün edildi. Harezmşah'ın çocukları öldürüldü, kızları ise Moğolların hizmetine girmiş kişilere dağıtıldı. Subutay ve Cebe, Harezmşah'ın izini Eylül'de Batı İran'da Hemedan'da kaybetmişlerdi. Harezmşah Muhammed batıya kaçarak Hazar Denizi üzerinde bir küçük adaya sığınmıştı. Aralık 1220'de bu adada neden olduğu bilinmez şekilde hayatını kaybetti. Gürgenc kuşatmasına, Cengiz Han'in muhafız kıtasının bir birliğini yöneten Bughurçi ile, sağ kanatta binbaşı olan Tolun-çerbi de katılmıştı. Bu zor kuşatma sırasında Cuci son derece zayıf bir idare göstermişti. Kararsızlığını tenkit eden Çağatay ile yaptığı münakaşaları Cengiz Han'ı her ikisini birden kardeşleri
Ögedey'in emri altına sokmaya mecbur etmişti. Gürgenç kuşatması 1221 ilkbaharına kadar Reşîdüddîn'e göre 7 ay, İbnül Esir'e göre ise 5 ay sürdü. Bu Moğolların en zor savaşlarından biri oldu. Cüveynî, bu savaşta iki tarafın kaybettiği insan sayısını bana söyledikleri zaman inanamadım onun için de buraya yazmadım demektedir. Zafer, 1221 yılının Nisan ayında geldi. Karşı koyan kalmayıp herkes teslim olunca, şehirde bulunanları dışarıdaki boş alana sürdüler. Bunlar arasında meslek ve sanat sahibi yüz binden fazla kimseyi ayırdılar kadınları ve küçük çocukları köle yapıp esir aldılar. Gürgenç'in 1221’de Moğolların eline geçmesiyle Harezmşahlar Devleti resmen tarihe karışmış oldu. Harezm’in zaptından sonra Cengiz Han oğlu Cuci’ye, Harezm ülkesinin bu bölümü de dahil olmak üzere ele geçirdiği Batı Sibirya’yı vererek onu bölgeye idareci olarak gönderdi. Aleaddin Muhammed'in ölüm haberini aldıktan sonra Amu Derya'yı geçerek Horasan'a girdi ve Belh şehrini fethetti. Küçük oğlu Tuluy'u ise Horasan'daki şehirleri ele geçirmesi içim yolladı. Horasan'da insanlık tarihinde eşine az rastlanır biçimde bir katliam gerçekleştirildi. Cüveynî, seferden sonra geriye halkın onda birinin bile kalmadığını söyler. Nişabur’da Cengiz Han’ın en sevdiği damadı olan Toguçar bir Nişaburlunun attığı ok ile ölmüştü. Bu olayın Şubat 1221'de Tuluy'un şehri ele geçirdikten sonra yaşanan bir isyan sırasında mı yoksa kuşatma sırasında mı olduğu açıklığa kavuşmuş değil. İki ihtimalde de şehirdeki insanların ölüm fermanının imzalanmasının bu olay sonucu olduğu biliniyor. Cengiz Han’ın kızı, kocasının ölüm haberini aldığı için acılıydı ve Nişabur’daki her insanın öldürülmesini istedi. Tuluy orduyu yönetiyordu ve bu görevi yerine getirdi. Kadınlar, çocuklar, bebekler hatta köpekler ve kediler bile katledildi. Bazı şehir sakinlerinin yaralı olup ölmemesinden endişelenen Cengiz Han’ın kızı söylenenlere göre herkesin kafasının kesilmesini istedi, kesilen kafalarla piramitler oluşturuldu. On gün içinde piramitlerin hepsi tamamlanmıştı. Nişabur’da kaç kişinin öldüğü her zaman tartışma konusu olsa da çok sayıda insanın yaşamını yitirdiği bilinmekte. Bu katliam yaşanırken Cengiz Han’ın şehirde olmadığı tahmin ediliyor. Nişabur'un ardından direnen Merv de ele geçirildikten sonra korkunç bir yıkıma maruz kaldı. Kale yerle bir edilirken Büyük Selçuklu hükümdarı Sultan Sencer'in anıt mezarı tahrip edildi. Horasan'ın en zengin ve gelişmiş şehirlerinden Merv harabe haline dönüştü. Nişabur ve Merv'deki katliamlardan gözü korkan Herat ise teslim oldu. Böylece Tuluy üç ay gibi kısa bir sürede Horasan’ın Merv, Nişabur ve Herat şehirlerini ele geçirdi. Alaaddin Muhammed ölmeden birkaç gün önce oğlu Celaleddin’i veliaht ilan etmişti. Celaleddin bu devleti yeniden toparlamak istedi. Bunun için Moğollarla mücadele etti. Celaleddin Harezmşah, Hindikuş'un güneyinde önemli bir ordu kurmuş ve tehdit oluşturmaya başlamıştı. Gazne'de 60 bin askerle yerleşmiş olan Celaleddin, Toharistan'da Valiyan'ı kuşatan Moğol ordusunu yendi. Sultan Celaleddin’in sayısı az olan ve başka yerden yardım alamayan Moğol ordusunu yendiğini haber alınca Cengiz Han hiç vakit geçirmeden, Gazne’ye geldi. Celaleddin'in on beş gün önce oradan Sind geçidini geçerek Hindistan'a gitmek için ayrıldığı haberini alması üzerine Celaleddin'in peşine düştü. Cengiz Han, 26 Kasım 1221'de İndus nehri sahilinde ona yetişti ve her taraftan Sultan’ın ordusunu kavis içine aldılar. Şiddetli bir çarpışma yaşandı. Celaleddin mağlup olarak annesini ve karısını nehre attırdıktan sonra nehri geçip Hindistana kaçtı. Cengiz Han, Celaleddin'e karşı zaferinin etkisini güçlendirmek için Hindistan'a girip onu takip etmedi. Hindistan çok büyüktü ve hakkında hiçbir bilgiye sahip değildi. Delhi Sultanlığı hatırı sayılır bir güce sahipti. 1223 yazını bugünkü Taşkent’in bulunduğu yerde geçiren Cengiz Han, geri dönüş için hazırlıklara başladı. Subutay ve Cebe 1221'de yakalamakla görevli oldukları Harezmşah Alaeddin Muhammed'in ölümünü öğrendiklerinde artık tek amaçları olan Harezmşah'ı ele geçirmek söz konusu olmadığı için serbest hareket etmeye başladılar. Bu serbestlik onlara insanlık tarihinin bugüne kadar bilinen en büyük süvarilik harikalarından birini gerçekleştirmelerine imkan tanımıştı. Kafkasya'ya girerek Gürcüleri kış ortasında başkentleri Tiflis'te yenilgiye uğrattılar. Hazar Denizi ve Karadeniz'in kuzeyinde yaşayan Kıpçaklar, Moğollar ile tek başlarına başa çıkamayacaklarını anlayınca Ruslara çağrıda bulundular. Cebe ve Subutay, 31 Mayıs 1223'te 80 bin kişilik Rus-Kıpçak ordusunu Kalka Nehri kıyısında mağlubiyete uğrattılar ve oradan Kırım'a doğru uzanarak Sudaka'yı zaptettiler. Dönüş yolunda Hazar Denizi kuzeyinde İdil Bulgarları tarafından kuşatıldılar. Subutay ve Cebe birçok tarihi kaynağa göre İdil Bulgarlarlarını mağlup etti. Bazı tarihçiler, Moğollarım yenildiğine dair rivayetleri İdil Bulgarlar'ının Ruslara, Moğolları yendiklerini ve onları topraklarından sürdüklerini söylemek için uydurdukları hikâyelerin oluşturduğunu iddia etmektedirler. Cebe ve Subutay, 1223'ün sonu veya 1224'ün başında İrtiş Vadisi'nde, dönüş yolunda olan Cengiz Han'a katıldılar. Cengiz Han, Harezmşahlar üzerine sefere gitmeden önce yardım için asker istediği kendisine taabi Tangut Krallığı olarak bilinen Batı Xia hanedanının tavrını unutmamıştı. Karakurum'a döner dönmez bu sorunu halletmek için hazırlıklara başladı. Sefere yanında eşlerinden Yesüy ile birlikte 1225 sonbaharı ya da 1226 ilkbaharında çıktı. Av esnasında attan düştü. Karın bölgesinde çok ciddi ağrıları vardı ve ateşi çok yüksekti. Telaşlanan Yesüy, kazayı ve Cengiz Han'ın rahatsızlığını haber vermek için oğullarını ve komutanlarını topladı. Seferin ertelenmesi önerisi kabul edildi. Tam toplanıp gidilecekken Cengiz Han; eğer geri çekilirsek Tangutlar korktuğumuzu düşünür diyerek karşı çıktı. Meseleyi diplomasi yoluyla çözmek için Tangut kralına elçi gönderildi. Kral barıştan yanaydı ancak bakanı Aşagambu onu vazgeçirdi ve Moğollar savaşmak istiyorsa gelsin boy ölçüşelim, altın, gümüş ve ipek istiyorlarsa almak için ilerlesinler diye cevap gönderdi. Yüksek ateşten bitkin bir vaziyette olan Cengiz Han, ölmem gerekse bile artık geri çekilemeyiz dedi ve Moğollar saldırıya geçti. Cengiz Han, Lipuan Dağlarında gizli bir vadiye götürülerek ve şifalı bitkiler ile tedavi edilmeye çalışıldı. Diğer taraftan Moğol ordusu bölgeyi öyle kötü yıkıp yağmaladı ki Tangut Kralı barış istemek zorunda kalmıştı. Tangut Kralı Cengiz Han'ın huzuruna çıkarılmadı. Yalnızca otağının önüne gitmesine izin verildi. Gerçeği saklamak çok da mümkün olamamıştır ancak bu haberin dışarı sızmaması gerekiyordu. Cengiz: “Ölümümü kimsenin öğrenmesine izin vermeyin. Hiçbir zaman ağlamayın ve yas tutmayın, böylece düşmanlarımızın hiçbir şeyden haberi olmaz. Tangutlu idareciler ve halk belirlenen zamanda şehri terk ettiklerinde hepsini yok edin!” demiştir. Tangut kralı öldürülmüş, Yinçuan şehri yağmalanmış, hükümdar mezarları açılmış ve halkı tamamen ortadan kaldırılmıştı. Bu yüzdendir ki kaynaklarda bundan sonra Tangutlar hakkında bir bilgiye rastlanılmamaktadır. Böylece Cengiz Han'ın emri yerine getirilmişti. Yapılan hesaplara göre Cengiz Han 25 Ağustos 1227 yılında büyük bir ihtimalle iç kanamadan öldüğünde 65 yaşında idi. Cengiz Han'ın cesedine ne olduğu nerede bulunduğu konusu günümüzde bile hâlâ sırrını korumaktadır. Moğolların Gizli Tarihinde bu konu ile ilgili hiçbir kayıt yoktur. Ülkesinden 1600 km uzakta ölen Cengiz Han'ın cesedinin ülkesine nasıl götürüldüğü konusunda soru işaretleri vardır. Bu mesafe bugün araba ile son sürat gidildiğinde üç haftada alınabilir. Üç haftada da ceset çürürdü. Moğollar mumyalama tekniğini bilmiyorlardı. Bazı yazarlar Cengiz Han'ın öldüğü yere gömüldüğünü iddia etmektedirler. Bazıları doğduğu yerde gizli bir yere gömüldüğünü, cenaze konvoyunda görev alan herkesin öldürüldüklerini ve mezarının gizli tutulması için birçok atın mezarın üstüne gezdirilerek mezarın belirgınliği giderildiğini kaydederler. Bazıları ise cesedin Karakurum’a getirilerek Onon ve Kerulen nehirlerinin kaynakları civarında bulunan kutsal Burhan-Haldun dağında gizli bir yere gömüldüğünü söylemektedirler. Cengiz Han’ın mezarı bütün arkeolojik aramalara rağmen hâlâ bulunamamıştır. Cengiz Han'ın fiziksel görünümü hakkında 1221'de kendisine yollanan Song elçisi, Çinli general Meng-hung ve onu Horasan'da görmüş olan insanlardan bilgi alan İranlı tarihçi Cüzcani'nin anlattıkları dışında hiçbir bilgi yoktur. Meng-hung, onun uzun boyu, geniş yüzü ve uzun sakalıyla diğer Moğollardan faklı olduğunu söylerken Cüzcani, hanı yapılı, beyaz saçlı ve kedi gözleri olan biri olarak tasvir eder. Cengiz Han'ın, düşmanlarına ve kendisine ihanet edenlere karşı acımasız ve sert bir tavır sergilerken kendisine sadakat gösterenleri de o derecede mükafatlandırdığı görülmektedir. Küçük yaştan itibaren zorluklar ve yok olma tehlikesi içinde yaşamış bu nedenle kendine yardım eden herkesi kardeşi ve babası gibi görmüş ve davranmıştır. Hükümdar olduğu zaman gençlik yıllarında verdiği mücadele esnasında yanında olan herkesi mükafatlandırmıştı. Tayciutlara esir düştüğü zaman kaçarken onu evinde saklayan Sorhan Şira ve çocukları, çalınan atlarını bulmak için at hırsızlarının peşindeyken tanıştığı ve çok iyi dost olduğu Bughurçi, Camuka ile savaşı esnasında yaralandığı zaman onun yarasını iyileştiren ve karnını doyuran Celme ile yine Camuka ile savaşında atını öldüren oku atmasına rağmen gelip bağlılığını bildiren Cebe, her birini en yüksek mevkide rütbelerle mükafatlandırmıştır. En karakteristik vasıflarından biri de hainlere karşı duyduğu nefretti. Kötü duruma düşen efendilerine ihanet ederek kendisine yaranacaklarını sananları derhal idam ettirir, düşmanı olan hükümdarlara sonuna kadar sadık kalanları da hizmetine alarak mükafatlandırmıştır. Mükafatlandırılacaklarını umarak Kerayitlerin lideri Tuğrul'un oğlu Sangum'u yerini söyleyen onun seyisi ile Camuka'yı yakalayıp Cengiz Han'a teslim eden beş arkadaşının da akıbeti felaket olmuş, öz hanla
rına ihanet endenleri bütün nesilleri ile yok edin emrini vererek onları infaz ettirmiştir. Pekin'in fethinden sonra ele geçirilen esirler arasında yer alan Jin Hanedanına hizmet etmiş Liyaso Tunglu bir prens te vardı. Ye Liyu Çutsay adındaki alim Cengiz Han'ın dikkatini çekmiş; asırlarca size düşman kesilmiş bir hanedana niçin hizmet ediyordun diye sorunca Ye Liyu Çutsay'ın, babam ve ailemden birçok kimse onların hizmetinde bulundu benim de başka türlü yapmam münasip olmazdı şeklinde cevap vermesi Cengiz Han'ın hoşuna gitmiş, demek ki bana da sadıkane hizmet edebilirsin demişti. Ye Liyu Çutsay, Cengiz Han'a sadakat yemini etti ve ölene kadar onu yanından ayırmadı. Cengiz Han, insanları seçme ve onların yeteneklerini ortaya çıkarma konusununda da oldukça başarılıydı. Mukhuali, Cebe, Subutay her biri ayrı ayrı onunkilerle eş değer askeri zaferler kazansalar da hiçbir zaman bundan kişisel bir çıkar sağlamayı düşünmediler. Onları kendinden kopmayacak şekilde bağlamayı başardı ve hiçbir zaman ihanete uğramadı. 1206'dan sonra ölene kadar 21 yıl boyunca kimse onun hükümdarlığını sorgulamadı. Düşmanı olmayanlara karşı da oldukça lütüfkardı. Güney Çin'deki Song hanedanının elçisi Meng-hung yanından ayrılırken, her önemli şehirde birkaç gün durun, ona en güzel şaraplar, en güzel kokulu çaylar ikram edilsin, şerefine güzel yüzlü kadınlar çalgılarını tıngırdatırken yakışıklı gençler fülüt çalsın emrini vermişti. Her tür eğlenceyi çok severdi. Büyük tutkusu avın yanı sıra ayak topundan da çok keyif alırdı. Song elçisi Meng-hung'un aktardığına göre bir gün haber yollayarak; bu gün top oynadık niçin gelmedin dedi. Elçi davet edilmedim dedikten sonra her şölende oyun ya da top oynandığında gelip bizimle eğlenmeni bekliyorum demişti. Meng-hung, o gün şölene katılan sekiz kadınının göz kamaştıran beyaz yüzleri var ve çok güzeller diyerek onun zevkini över. İçki içmekle birlikte ayda yalnızca üç kere sarhoş olunmasını öneriyordu. Lüks giysilere ve gösterişe meraklı değildi. Her türlü görkemli unvanı reddetti. Uygurların verdiği şatafatlı unvanları kullanmak istemedi. İranlı bir katibin onu tanıtmak için kullandığı süslü ifadeleri gülünç ve çirkin buldu. Cüveynî ve Makrizî, onun eğitimli kişiler ve her dinden din adamlarına saygı duyduğunu, aralarında bir ayrım yapılmasını yasakladığını anlatmaktadırlar. Moğolların geleneksel inançları Şamanizm’in ve GökTanrı inancının bir karışımıydı. Cengiz Han şamanizm’i benimseyen bir ortamda doğup büyüdüğünden dolayı şamanist özellikler içeren bir dini yaşam tarzına sahip biri olarak yetimiş, etrafında sürekli olarak şamanizm’i temsil eden insanların varlığını yakından hissetmişti. Bu nedenle Cengiz Han, şaman veya kam denilen kâhinlerin söylediklerinden çok etkilenir ve onlara fal baktırırdı. Şamanların aynı zamanda hastalıkları iyileştiren yönleri de vardı. Cengiz en çok onların kehanetleri ile ilgilenmiştir ki bu şamanlar arasında en fazla saygı duyduğu Kökçü idi. Ancak Şaman Kökçü'nün devlet işlerine karışması sonucu bertaraf edilmesi ile Şamanların etkisi büyük ölçüde azalmıştı. Cengiz Han hükümdarlığı boyunca dini siyaseti, bütün inançlara karşı müsamaha idi. Cengiz Han hükümdar olduktan sonra ilan edilen Cengiz Han yasası adı verilen kuralların ilk ikisi büyük öneme sahiptir: ‘‘Yeri ve göğü yaratan, ölümü, hayatı, serveti, fakirliği istediği gibi dağıtan, her şeyde mutlaka hükmünü yürüten bir tek Tanrı’nın varlığına inanmanızı emrederim. Cengiz Han kanunlarının ikinci maddesi ise şöyledir: ‘‘Moğollar mütevazi, temiz ve dürüst kimseleri, kâtipleri, akıl sahiplerini, hangi millete mensup olurlarsa olsunlar, ta’ziz etsinler ve makamlarını yükseltsinler. Kötülerden ve insafsızlardan nefret etsinler. Cengiz Han yasasındaki bu iki kural onun dini siyasetinin temelini oluşturmuştur. Makrizî; Cengiz Han’ın tüm mezheplere saygı duyulmasını ve hiçbir ayrıcalık yapılmamasını emrettiğini aktarmaktadır. Ermenistan’da yüksek bir devlet memuru olan Sembad, Hristiyanlar ‘huzuruna çıktıklarında onları büyük saygıyla kabul etmiş, onlara özgürlüklerini vermiş ve kim olursa olsun canlarını sıkabilecek herhangi bir şey yapılması ya da bir söz söylenmesi yasaklanmıştır diye aktarmaktadır. Nesturi bir Hıristiyan olan Güçlük, Kara Hıtay topraklarının hakimi olduktan sonra bu bölgenin Müslüman olan halkını dininden dönmeye zorlamış Hristiyanlığı, putperestliği ya da Budizmi seçmelerini istemişti. Ezan kesilmiş medreselerin kapılarına kilit vurulup yıkılmaya bırakılmıştı. Hoten’de İmam Alâaddin Muhammed el-Hotânî ile Güçlük arasında sual cevap eklinde çıkan bir tartışma sonucu İmamın verdiği cevaplara tahammül edemeyen Güçlük onu medresenin önünde astırmıştı. Ancak Moğol askerleri Kaşgar’a girince Cengiz Han yasası gereği herkesin kendi dininin ve âdetinin gereklerini serbestçe yerine getirebileceği konusunda tellal çağırttılar ve ezanı ve namazı serbest bıraktılar. Cengiz Han, Semerkant’ı fethettikten sonra da ulema ve imamlar dahil 50 bin kişi baskıdan muaf tutuldu. Kadılara ve din görevlilerine karşı bu uygulama, Cengiz Han'ın Müslümanlara karşı bir din savaşı yapmadığını ortaya koymuştur. Cengiz Han’ın yasasının bir gereği olarak Abdurrahman’ın Çin’de maliye bakanlığına denk düşen bir göreve atanması, Müslümanların gördükleri itibarın bir göstergesidir. Cengiz Han, Batı Seferini tamamladıktan sonra 1223 yılında daha önce Harezmşmah’ın yanında bulunmuş ve devlet idaresinde itibarlı bir kimse olan Hanefi mezhebinden Harzemli bir Müslüman olan Mahmud Yalvaç’ın oğlu Mesud’u Mâverâünnehir şehirlerini idare etmek üzere tayin etti. Mahmud Yalvaç’ı ise beraberinde Karakurum’a götürdü. Cengiz Han, Büyük Asya seferini tamamladıktan sonra Yalvaç Beyin yıldızı daha da parlamış ve onu bütün Kuzey Çin’i temsil etmek üzere Pekin "Umumî Valisi" tayin etmiş ve bundan sonra "Sahib-i Memâlik-i Çin" unvanı ile anılmıştır. Cengiz Han, Çinli Tao rahibi Çang Çung’un şöhretini duyunca onunla görüşmek için kendisini davet etmiştir. Çang-çuen, Cengiz Han Harezmşahlara karşı seferde iken 1222 yılında huzuruna getirilmiştir. Cengiz Han; üstad bana uzaklardan, ölümsüzlük için ne getirdin diye sormuş rahip de hayatı uzatmanın çaresi var, ama ölmemek için ilaç yok diyerek cevap vermiştir. 21 Ekim 1222’de Semerkant yakınlarında Cengiz Han'ın Çang-çuen’in öğretilerini dinleyeceği özel bir çadır kurulur. Bu, Babür İmparatoru Ekber döneminde görülecek olan konuşmaların yapıldığı göçebe felsefe evlerinin protipidir. Çang-çuen Cengiz Han’a Taoizmi anlatır ve ona şehvetini köreltmeyi, zevki okşayan tatları reddetmeyi, taze ve hafif yiyecekler yemeyi, nefsin isteklerinden uzak durmayı öğütler. Bütün bir ay boyunca sadece uyumaya çalışmasını, manevi zenginlikleri ve enerjisi karşısındaki artışa şaşıracağını söyler. Cengiz Han ise bu öğütlerin faydalı olduğunu anlar, fakat Moğolları eski alışkanlıklarından vazgeçirmenin kolay olmayacağını söyler. Nitekim 10 Mart 1223’te Taşkent bölgesinde bir sürek avı sırasında attan düşerek yaralanır. Çang-çuen bu durumdan ona ilerlemiş yaşında avın oluşturduğu tehlikeleri göstermek için yararlanır. Ancak Cengiz Han ona öğütlerini takdir ettiğini ama avlamanın asla vazgeçemeyeceği bir zevk olduğunu söyledi. Bu görüşmelerden en karlı çıkan ise Taoistler olur. Cengiz Han, Çang-çuen adına, Taoizm üstadını vergiden muaf tutma amacı taşıyan mühürlenmiş bir yarlıg hazırlamıştı. Cengiz Han yönetimde kaldığı süre içerisinde bu duruma dikkat etmiş, yönetiminde farklı dinlere mensup insanları önemli görevlere getirmekten kaçınmamıştır. Ona göre farklı dini grupları bir arada tutmanın ve itaatlerini sağlamanın en önemli metodu buydu. Cengiz Han'ın imajı askeri harekatları esnasında sorumlu tutulduğu kıyımlar ve kültürel hazinelerin yerle bir edilişi gibi sebeplerden dolayı özellikle İslam dünyasında iyi değildir. Dönemin İran ve Arap kayakları cani ve kana susamış bir adam portresi çizer. Ancak onun büyük bir asker olarak ün kazanmasının temelinde o güne kadar bir birleri ile savaşmaktan başka brişey yapmayan Moğol boylarını bir araya getirip 10'luk-100'lük-1000'lik gruplara ayırarak, liyâkata bağlı bir ordu meydana getirmiş olması, bununla beraber askerlerini böyle gruplara ayırarak, askerlerin savaş alanında mensup oldukları kabilelere değil de savaş gruplarına karşı aidiyet hissi benimsemelerini sağlamasında yatmakta idi. Bu düşünceyle askerleri içerisindeki en seçkin 10.000 askeri seçerek, kendisine sadakati ön planda tutan "keshig" adındaki özel muhafız birliğini kurdu. Tüm askeri seferleri, sağlam bir hazırlıktan sonra yöneten Cengiz Han’ın büyük bir asker olarak ün kazanmasının bir diğer önemli sebebi kurduğu posta teşkilatı ve casus ağı ile istihbarat sanatına verdiği büyük değerdi. Casuslar, bilgi toplamakla, söylentiler yaymakla ve araziyi tanımakla görevlendirilirken alimler geçtikleri nehirlerin ne zaman donacağını, balık veren gölleri ve çeşitli maden ocaklarının vaziyetlerini kaydedip fethedilen yerler için haberleşme ağını oluşturmak için posta menzilleri kuruyorlardı. Cengiz Han, koyduğu kuralları Yasa adını verdiği kanunlarla metinleştirdi ve o öldükten sonra bile Japon denizinden Polonya içlerine ve Macar ovalarına kadar Çin, İran, Rusya dahil birçok ülke Cengiz Han Yasası adı verilen bu kurallara göre yönetildi. Cengiz Han'ın Asya'yı birleştirmesiyle sınırlar ve gümrükler kalkmış, Asya'daki iktisadi yapı değişmiştir. Halklar arası ticaret artmıştır. Hem Asya hem de Avrupa'daki sınırları sayesinde iki kıta arasında bilgi ve tecrübe akışını, kısa bir süre de olsa, sağlamıştır. İpek Yolu”nun işlek ve güvenli bir hale gelmesiyle doğu ile batı arasındaki ticaretin gelişmesindeki rolü ve ipek, ipekli kumaş, barut ve matbaa gibi Uygurlar ve Çinliler tarafından kullanılan pek çok unsurun Batıya taşınmasındaki etkisi Cengiz Han’ın başlattığı bu ilerleyiş ile ilgili olarak günümüzde, günümüz terminolojisinde globalleşme veya küreselleşme adı verilen kavramın babası olarak Cengiz Han’ın kabul edilmesi gerektiği şeklinde görüşler ileri sürülmüştür. Bu nedenleAralık 1995’te ABD’de, Washington Post gazetesi Cen
giz Han’ı son bin yılın en önemli adamı olarak ilan etti. Cengiz Han aynı zamanda Michael H. Heart tarafından belirlenen 'tarihin en fazla etki bırakan liderleri' arasında 29'uncu sırada yer alırken National Geographic tarafından tarihin en önemli 50 politika liderlerinden biri olarak seçilmiş, 1998'de Dr G. Ab Arwel'ın araştırması sonucunda bin yılın en büyük 10 kültürel efsanesinden biri olarak belirlenmiştir. Cengiz Han Sovyetler Birliği tarafından desteklenen komünist yönetim dönemince millî duyguları ön plana çıkarmamak için geri plana itilmişti. Sovyet baskısı altındayken Moğollar Cengiz Han’ın ismini yüksek sesle bile telaffuz edemiyorlardı. Cengiz Han, Moğolistan komünist rejimden çıkınca bağımsız devletin bir simgesi hâline gelmiştir. Günümüzde Cengiz Han doğduğu topraklar olan Moğolistan’da, Moğolistan'ın gelmiş geçmiş en büyük ve efsanevi lideri olarak görülmektedir. Moğolistan'ın politik ve etnik kimliğinin var olmasında büyük önem taşır. Moğollar bu sebeple Moğolistan'a "Cengiz Han'ın Moğolistan'ı" kendilerine de "Cengiz Han'ın çocukları" demektedirler. Moğollar bu ismi birçok ürüne, sokağa, binaya ve diğer yerlere de vermişlerdir. Ayrıca Cengiz Han'ın resmi para birimleri Tugrik'in ₮500, ₮1000, ₮5000 ve ₮10,000'in üzerinde bulunmaktadır. Başkent Ulaanbaatar'daki hava alanının ismi Cengiz Han Uluslararası Havaalanı'dır. Halk Cengiz Han'a büyük saygı duymaktadır. 2006 yılında, başkentte Cengiz Han'ın ve oğullarının heykelleri konmuştur. Devlet resmi törenlerde Cengiz Han’ın askerleri ve süvarileri yer almaktadır. 2008 yılında Ulanbatur'a bir saat uzaklıkta Tsonjin Boldog bölgesinde çöl ortasında inşa edilen dev Cengiz Han heykeli 40 metre boyu ile dünyanın en büyük heykellerinden biri konumundadır. Heykelin içinden geçen bir asansörle atının kafasına ulaşan ziyaretçiler, buradan uçsuz bucaksız Moğol bozkırını seyredebilmekteler. Çin’de ise Cengiz Han Çinliler tarafından Çinli bir ulus kahramanı olarak ve Çin’in Moğollar tarafından fethinden sonra Çin’de torunu Kubilay Han tarafından kurulan ve 1271–1368 arasında yaklaşık 100 sene Çin’i yöneten Kubilay Hanlığı olarak bilinen Yuan Hanedanının kurucusu olarak görülmektedir. Yuan Hanedanı, Çin hanedanları listesinde saygın bir yer edinmiştir. Cengiz Han hayatta iken Çin’in kuzeyini ve Pekin’i fethetmişti ancak buraya yerleşmemişti. Torunu Kubilay Han’ Çin’in tamamını fethedip başkentini Karakurum’dan Pekin’e taşımıştır. günümüzde bağımsız Moğolistan’ın yanı sıra Çin’de İç Moğolistan Özerk Bölgesi bulunmaktadır ve burada 5 milyon Moğol yaşamaktadır. 1962 yılında Cengiz Han anısına çıkarılan pullar ve bir bilim akademisi tarafından düzenlenen bir sempozyum ile Cengiz Han’ın 800. Doğum yıl dönümü Çin Halk Cumhuriyti İç Moğolistan Özerk Bölgesinde kutlandı. Cengiz’in 10 metrelik bir heykelinin yapımının ardından Onon nehrinin Balj ile birleştiği Dadal civarı resmi olarak Cengiz Han’ın doğduğu yer olarak belirlendi. Günümüzde Cengiz Han sadece Moğolistan ve Çin'in sahiplendiği bir tarihi miras değil tüm Avrasya güzergahındaki birçok millet için ortak değer konumundadır. Cengiz Han, İmparatorluğunu Orta Asya’da yaşayan halkların desteği ile kurdu. Onlardan destek alarak muazzam bir imparatorluk inşa etti. Cengiz Han ve onun haleflerinin olmadığı bir modern devir Orta Asya Türk halklarının tarihi yazmak mümkün değildir. Bu nedenle Cengiz Han Moğollar için olduğu kadar Uygurlar, Tatarlar, Nogaylar, Özbekler ve Kazaklar için de ortak değerdir. Cengiz Han Uygur yazısını kullandı ve onun halefleri döneminde dahi Uygurca diplomatik yazışmalarda kullanılan bir dil olarak bürokraside yerini korudu. Devletin inşasında Uygur devlet adamlarını katiplerini, sanat ve bilim adamlarını danışmanı olarak kullandı, onlardan hayatın her alanında yararlandı. Maveraünnehir’i kapsayan Batı Türkistan’ın yanı sıra Uygurların yaşadığı Kaşgar ve çevresindeki toprakları kapsayan Doğu Türkistan da Cengiz Han ölmeden yaptığı taksimat sonucu sonra oğlu Çağatay’a verilmişti. Çağataylılar 18. Yüzyılın sonuna kadar Doğu Türkistan’daki varlıklarını sürdürdüler. Uygurların Cengiz İmparatorluğunun kuruluşundaki rolleri ve Uygurların yaşadığı Doğu Türkistan’ın yaklaşık 500 sene Cengiz Han neslinden gelen hanlar tarafından yönetilmesi sebebi ile Uygurlar Cengiz Han’ı tarihlerinin bir parçası olarak görmüşlerdir. Bu nedenle 1933 yılında Muhammed Ali Tevpik tarafından Uygurca olarak kaleme alınan ve 1949’da Çin tarafından ilhak edilene kadar Uygurların millî marşı olarak kullanılan Doğu Türkistan Cumhuriyeti ulusal marşında "Attila, Cengiz, Timur dünyani titretken idi, kan birip nam alimiz biz unlarn evladi biz" dizeleri Uyguların Cengiz’i tarihlerinin en büyük şahsiyetleriden biri olarak gördüklerini göstermektedir. Cengiz Han'ın en büyük oğlu Cuci'nin soyundan gelenler tarafından idare edilen Altın Orda’nın ise Özbek, Kazak, Nogay, Kırım ve Kazan Tatar halklarının oluşmasındaki rolleri Orta Asya tarihi için çok önemli sonuçlardır. Cengiz Han’ın büyük oğlu Cuci’nin oğlu Batu Han’ın kurduğu Altın Ordu Hanlığının parçalanması ile ortaya çıkan Tatar Hanlıklarından Kırım Hanlığı, Kazan Hanlığı, Astrahan Hanlığı ve Kasım Hanlığı, Cengiz Han soyundan gelen hanlar tarafından idare edilmiştir. Ruslar, Tatar Hanlıklarından Kazan Hanlığına 1552’de, Astrahan Hanlığına 1556’da, Kasım Hanlığı ise 1681’de ve son verirken içlerinde en uzun ömürlüsü olan Kırım Hanlığının kurucusu Hacı Giray, Cuci'nin küçük oğlu Tokay Timur soyundan gelmekteydi. Tokay Timur aynı zamanda Altın Orda’nın kurucusu Cuci’nin büyük oğlu Batu Han’ın da kardeşi idi. Kırım Hanlığı, Kırım’ın Ruslar tarafından ilhak edildiği 1783 yılına kadar Cengiz Han soyundan gelen Giraylar tarafından yönetilmiştir. Âl-i Cengiz olarak da anılan Girayların yönettiği Kırım Hanlığı 18. yüzyıla kadar Osmanlı Devleti'nin herhangi bir etkisi değerlendirmeye alınmadığında bile Avrupa'nın en önemli güçlerinden biriydi. 18. yüzyıla kadar Rusya ve Polonya'nın hanlığa vergi ödemesi bunun en güçlü örneğidir. Cengiz Han nesli modern Özbek halkının oluşumunda oynadığı rol nedeniyle bu halkın tarihinin en önemli kesitini oluşturmaktadır. Günümüzde Orta Asya’nın en kalabalık halkı olan Özbeklerin adı Altın Orda Hanı Özbek Han’dan gelmektedir. Özbek Han, Cengiz Han’ın büyük oğlu Cuci’nin soyundan Toğrılca’nın oğludur. Bozkırda genellikle tanınmış bir idarecinin veya kumandanın başında bulunduğu grubun zamanla onun adını taşıması geleneği uyarınca Cuci’nin haleflerinden Özbek Han’ı liderleri olarak kabul eden Cuci ulusu onun ismini kendilerini tanımlamak üzere kullanmaya başlamış, böylece Özbekler denen topluluk ortaya çıkmış Özbek Ulusu tâbiri bütün Altın-Orda’yı ifade eder hale gelmiştir. Altın Orda’nın parçalanması ile Özbek ulusunun bağımsız bir hale gelişi, 1428’de Cuci'nin 5. oğlu ve Batu'nun kardeşi olan Şeyban'ın (Şiban) sülalesinden Ebu'l Hayr Han’ın, Batı Sibirya’da Tura ırmağının kıyısında Özbek ulusunun hanı olarak ilân edilmesiyle gerçekleşmiştir. Bu hanlık tarihe Şeybani Hanlığı ya da Özbek Hanlığı olarak geçmiştir. Şeybani Hanlığı 1561'de yönetim merkezini Buhara'ya taşıdığı için, Buhara Hanlığı olarak anılmaya başlamıştır. Buhara Hanlığı, 1753 yılına kadar Cengiz Han soyundan gelen hanlar tarafından yönetilirken Buhara Hanlığını işgal eden Cengiz Han soyundan olmayan Mangitler 1753'te Emirliğini ilan etmişti. Dönemin Orta Asya'nın töresine göre Cengiz Han soyundan gelmeyenler Han olamadığı için Mangit hanedanı 1920’de Buhara Cumhuriyeti kurulana dek tıpkı Timur gibi Emir unvanını kullanmıştı. Sadece Cengiz Han soyundan gelenlerin "Han" unvanını kullanabildiği bir dünyada Cengiz Han’ın oğlu Çağatay’ın kurduğu Çağatay Hanlığı topraklarında Semerkand’ta askeri bir lider olarak ortaya çıkan Timur(1370-1405) gibi bir askeri deha bile Cengiz Han soyundan olmadığı için “Han” unvanını yerine “Emir” unvanını kullanmıştır ve hayatı boyunca “Han” olarak Cengiz Han soyundan birini yanında taşımıştır. Cengiz Han soyundan biri ile evlenerek han damadı anlamına gelen “küregen” unvanını kullanmıştır. Tarihte Buhara ve Hokand Hanlığı ile birlikte "Üç Özbek Hanlıkları" olarak anılan hanlıklardan biri olan Hive Hanlığı da 20. yüzyıla kadar belli aralıklarla yine Şeybanilerin farklı bir kolu olarak zikredilen, Cengiz Han soyundan gelen Yadigaroğulları tarafından yönetilmiştir. Altın Orda'nın parçalanmasından sonra Cetisu Nehri kıyılarında 1465 yılında kurulan ve günümüzde Kazakların kökenini oluşturan Kazak Hanlığı da Cengiz Han'ın oğullarından Cuci'nin ulusuna bağlı Toka Temür neslinden Canibeg ve Kerey tarafından kurulmuştur. Günümüzde Kazakistan Cengiz soyunun hala değerli olduğu ülkelerden biridir. Kazak bilim adamları yaptıkları genetik araştırmalar sonucunda Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev’in de soy olarak Cengiz Han’ın torunu olduğunu iddia etmişlerdir. Rusya da Cengiz Han İmparatorluğunun en çok etkilediği ülkeler arasında yer alır. Moğollar Cengiz Han hayatta iken 1223'te ilk olarak Ruslar'ı yenilgiye uğratmış, 1235-1242 arası Batu Han'ın, Moskova ve Kiev’i fethetmesiyle Rusların "Tatar Boyundurluğu" dediği yaklaşık 300 sene sürecek dönem başlamıştır. Sovyet yönetiminin Rusya’da 80 sene sürdüğü düşünülürse bu muazzam bir süredir. Günümüzdeki Rus devleti 1480 yılında kurulan Moskova Knezliği üzerine inşa edilmiştir. 1317 yılında Moskova Knezi Yuri Daniloviç, Cengiz Han soyundan gelen Altın Ordu hanı Özbek Han’ın kız kardeşiyle evlendi. Bu nedenle Moskova Rus Knezleri Cengiz Han’ın büyük oğlu Cuci nesli ile akrabalık tesis etmiş oldu. Özbek Han, Moskova Knezi Yuri Daniloviç’i "büyük knez" ilan ederek Rusya’nın temelini oluşturacak olan Moskova Kenzliğinin ön plana çıkmasını sağladı. Altı Ordu’nun parçalanmasından sonra ortaya çıkan Tatar Hanlıklarından biri olan Kasım Hanlığı hükümdarlarından Sayın Bulat Han 1573’te Hıristiyanlığı kabul etmiş ve Semön Bekbulatoviç adını almıştı. Yaptığı çeşitli seferlerle Moskova Knezliği'ni genişletip bu durumdan faydalanarak kendini "Tüm Rusya'nın Çarı" ilan eden Rus Çarlığının kurucusu Korkuç İvan, İsveç ile ya
ptığı Livon savaşlarında zor duruma düşünce ülke içindeki boyar ve yerel knezlerin muhalefetini ancak Rus tahtına Cengiz Han soyundan biri geçtiği takdirde bastırabileceğini düşünüyordu. Korkunç Ivan, bu amacına ulaşmak için de 1574 yılında Simeon Bekbulatoviç ’den daha uygun aday bulamazdı. Simeon, Cengiz Han’ın torunu Orda’nın soyundan geliyordu ve Altın Orda’nın son hanı Ahmet’in en büyük torunuydu. Böylece, Rus Çarı Korkunç Ivan hem Cengiz Han soyundan gelen hem de aynı zamanda Han olan Simeon ’u Rus tahtına çıkartarak, Rusya’nın merkezileşme ve çarın otoritesini artırmaya yönelik politikasını temellendirmek amacıyla onu tüm Rusya'nın Grandükü olarak atamış kendisini sadece "Moskova'nın Ivan'ı" olarak isimlendirmişti. Simeon, Livonya Savaşı'nda Moskova ordusunun baş alayında (Bolşoi Polk) komutan olarak yer almıştır. Simeon, Moskova Kremlini'ndeki bir yıllık hükümdarlık süresinde, III. İvan'ın büyük büyük torunu Anastasya Mstislavskaya ile evlenmiştir. Simeon 1576'da da kıdemi düşürülerek "Tüm Rusya'nın Grandükü" iken "Tver' ve Torjok Şehirlerinin Grandükü" oldu.1585 yılında, Çar Feyodor Ivanoviç onun "Tver' ve Torjok Şehirlerinin Grandükü" unvanını kaldırarak onu Kuşalov'daki kendi mülkünde hapse attırdı.1616 yılında Moskovada bir manastırda öldü. Ruslar’da tıpkı Avrupalılar, Araplar ve İranlılar gibi Moğollara Tatar demekte idi. Moğol İmparatorluğu ve onun ardılı olan hanlıklar çöktükten veya Rusya tarafından ilhak edildikten sonra onların bünyesindeki halklara da Tatar demeye devam ettiler. Günümüzde Kırım Tatarları, Tataristan'daki Kazan Tatarları ve Başkurdistan’daki Tatarlar Rusya Federasyonu içerisindeki kendi özerk cumhuriyetleri içerisinde yaşamakta olup 10 milyonluk nüfusları ile Rusya Federasyonu içerisinde Ruslardan sonra en kalabalık ikinci etnik gruptur. İskender’den sonra İran’ın ikinci büyük fatihi olarak kabul edilen Cengiz Han döneminden başlayan İran’daki Moğol hakimiyeti, onun torunu Hülagü Han tarafından kurulan başkenti Tebriz şehri olan İlhanlılar dönemi boyunca yaklaşık 110 sene devam etmiştir. Altın Ordu ve Çağatay Hanlığının aksine İlhanlıların çöküşünden sonra kapsadığı topraklarda Cengiz Han soyundan başka oluşumlar meydana gelmedi. Siyasi ve askeri yaşantısına Cengiz Han soyundan İlhanlılara bağlı bir beylik olarak başlayan Osmanlı Devleti döneminde Cengiz Han soyuna karşı herhangi bir olumsuz yaklaşım görülmemiştir. Hatta Osmanlı padişahlarından II. Murad zamanında, yayınlanan bir tarihî takvimde Cengiz Han, Ögedey, Güyük, Mengü, Hülagü, Abaka, Keyhatu gibi Müslüman olmayan Cengiz Han soyundan kağanlar rahmetle anılmıştır. Osmanlıların Cengiz Han soyundan gelenlerle yakın ilişkisi Kırım Hanlığını yöneten Âl-i Cengiz olarak anılan Giray Hanedanı ile olan müttefikliği sayesinde gelişmiştir. Kırım Hanlığı, Osmanlılar için daha çok müttefik devlet statüsündeydi. Kırım Hanları, kendi adlarına para bastırıyor ve kendi adlarına hutbe okutuyorlardı. Osmanlılar da Ukrayna bozkırlarının sadece Kırım yönetimine ait olduğunu kabul ediyordu. Osmanlılar Kırım Hanlığı'ndan vergi almıyor, hatta seferlerde başarılı olurlarsa onlara vergi bile ödüyorlardı. Kırım hanlarının Osmanlı Veziriazam’ının ordudaki mevkiine rağmen Kırım Hanlarının teşrifattaki dereceleri veziriazamdan yukarı idi. Kırım Hanları padişah tarafından kabullerinde bir minder üzerinde otururlar halbuki veziriazam 17.yüzyıl ortalarından itibaren padişah huzurunda ayakta dururdu. Yine Kırım Hanı ata biner veya attan inerken padişahlara mahsus binek taşı üzerine basar vezirazamlar ise iskemle üzerine basardı. Kanuni Sultan Süleyman döneminde 1532 yılından sonra Kırım’ın hükümdar ailesi Giray Hanedanından bir ya da birkaç kişi İstanbul’da ve hemen yakınındaki mülkleri olan, avcılığıyla ünlü Çatalca’da yaşardı. Osmanlı Devleti’nin 14. Padişahı Sultan I. Ahmet zamanında, Osmanlı Devleti’nin Altın Orda'nın varisleri Kırım Hanları ile yaptıkları antlaşmada Hanedan-ı Ali Osman’da erkek kalmazsa Kırım Hanları otomatikman Osmanlı Devleti’nin başına geçecekti. Cengiz Han soyundan gelen Kırım Hanları, Osmanlı İmparatorluğu’nun meşru varisi sayılmıştır. Yani Osmanlı soyundan bir erkek dünyaya gelmeseydi veya öldürülüp de hanedanda kimse kalmasaydı, “Devlet-i Ali Osmaniye’yi” Kırım Hanları’dan, yani Cengiz Han soyundan gelen biri yönetecekti. Osmanlı’nın Cengiz Han'ın vârisleriyle ile ilişkisi bu kadar derindi. On sekizinci yüzyıl sonlarında Kırım Hanlığı’nın Ruslar tarafından yıkılmasından sonra II. Kaplan Giray Çatalca’ya gelerek Subaşı Köyü’ne yerleşti. Köyde Han’ın ve soyunun yaptırdıkları Han Camii, Selim Giray Sultan Çeşmesi ve mezar taşları vardır. Kırım Hanları’ndan Selim Giray Han da Kırımdan Çatalca’ya gelip yerleşenlerdendir. 19. yüzyılda Sultan II. Mahmud döneminde, Kırım Hanlığının yıkılışından 60 sene sonra Osmanlının Kırım Hanlık sülalesi ile ilgili olarak "Selatin-i Cengiziyeden" hangileri hayatta ve hangilerinin vefat etmiş olduğu tespit edilip soyu sopu Cengiz Hana dayandırılan Kırım Hanlarından Devlet Giray Sultanın kanını taşıyanların maaşa bağlanmasıyla ilgili 1837 tarihli bir belge bulunmaktadır. Bugün torunların bir kısmı İstanbul, Ankara ve Bursa'da yaşamakta olup hanedanın İngiltere'de yaşayan bir kolu da bulunmaktadır. Cumhuriyet döneminde ise Mustafa Kemal Atatürk’ün başlattığı tarih ve Türkoloji çalışmaları ile teşekkül eden Türklük litaretürü ile birlikte Türkiye'de Cengiz Han ile çalışmalara ağırlık verildi. Bu yeni Türklük Litaretüründe bu dönemden itibaren uzun süre Türklerin tarihinin Osmanlıdan ibaret olmadığı ve Müslüman olmadan önce de büyük bir millet olduğu Cengiz Han ve Atilla gibi cihangirler çıkardığı kültü işlenmiştir. 1931 yılında Harold Lamb’in “Cengiz Han; Tüm İnsanların İmparatoru” adlı eseri ve 1950’de B.Y Vladamirov’un Cengiz Han adlı eseri millî eğitim bakanlığı tarafından Türkçeye tercüme edilerek basılmıştır. Profesör Zeki Velidi Togan'ın, 1941′de yayınladığı “Moğollar, Çengiz ve Türklük” adlı eseri, 1946′da yayınladığı “Umumî Türk Tarihine Giriş” adlı eseri Cengiz Han ile ilgili detaylı çalışmalardır. Cengiz Han ve Moğollar ile ilgili en önemli ve çağdaş tek kaynak olan 1240 yılında yazılmış olan Moğolların Gizli Tarihi ise Türkolog Prof. Dr. Ahmet Temir tarafından Almanca ve Rusça tercümeleri, Moğolca aslıyla karşılaştırılarak Türkçeye tercüme edilmiş ve 1948 yılında Türk tarih Kurumu yayınları arasında neşredilmiştir. İlk sayısı 1963 yılında yayınlanan Suat Yalaz’ın Karaoğlan adlı çizgi romanı, bir nesle tarihi sevdirene kadar Cengiz Han Türkiye'de ders kitaplarında okunup geçen bir kişilikti. Karaoğlan sayesinde Türkiye Cengiz Han’ı, Semerkand’ı, Orta Asya’yı tanıdı. Çizgi romana da adını veren Karaoğlan adlı karakter, maceralarında Cengiz Han döneminde, yani 13. yüzyılda Orta Asya'da yaşayan 20'li yaşlarında bir Uygur genci olarak okuyuculara tanıtılmıştır. Tüm bu çabalar sonucu Cengiz Han'a Türkiye'de de saygı oldukça büyüktür. Özellikle askeri çevreler ve Turancı kesim için Cengiz Han tarihteki en önemli şahsiyetlerden biridir. İslami kesime göre ise Cengiz Han ve torunlarının iyi bir şöhreti yoktur. Tüm bunlarla beraber Türkiye’de Cengiz ve Timuçin ismi sık rastlanan bir isim olup, onun çocukları ve torunlarının isimleri olan Çağatay, Kubilay, Batu Han, Ögeday(Oktay) gibi isimler bir dönem en çok tercih edilen isimler arasında olmuş günümüzde dahi hala yaygındır. Cengiz Han’ın kullandığı yasa, ulus, kurultay gibi kelimeler de Türkçede yerini almıştır. Cengiz Han, haleflerinin asırlarca hüküm sürdüğü Rusya’dan Çin’e, Türkiye’den, İran’a ve Ukrayna’ya kadar geniş bir sahada büyük etkiler bırakmıştır. 2003 yılı Mart ayında, American Journal of Human Genetics dergisinde yayınlanan makaleye göre 23 genetik bilimciden oluşan bir grup bilim adamı, Avrasya’da 2000 kadar erkekten alınan DNA örneklerini inceleyerek günümüzde 16 milyon erkeğin ortak atasının Cengiz Han’ın soyundan geldiği kanısına varmıştır. Cengizname, Cengiz Han’ın hayatı etrafında teşekkül etmiş bir destansı bir hikâyedir. Bu destan’ın Kazan Tatarları tarafından oluşturulduğu veya Tataristan’ da oluştuğuna dair kuvvetli emareler vardır. Yazıya geçirildiği zamana dair işaretler ise 16. yüzyılı göstermektedir. 1551'de Yüzyılda, Ötemiş Hacı adlı bir Kazak tarafından Çağatayca yazılmış olan "Cengiznâme", Cengiz Han destanının bilinen ilk yazma nüshasıdır. Yine Çağatayca yazılmış olan ve 17.yüzyılda da yazıldığı belirlenen diğer eser ise "Defter-i Çingizname"dir. Defter-i Çingizname'nin Kazan Tatarlarına ait olan nüshası araştırmacıların üzerinde en çok durdukları nüshadır. Defter-i Çingizname’nin Paris Millî Kütüphanesinde, Berlin Devlet Kütüphanesinde ve British Museumda yazma nüshaları vardır. İlk matbu nüshası İbrahim Halfin tarafından 1822’de Kazan’da bastırılmıştır. Destan, Orta Asya’da Başkurtlar, Kırgız-Kazakları, Yakutlar-Tunguzlar arasında yayılmış ve değişik anlatımları ortaya çıkmıştır. Kendisi de Cengiz Han’ın soyundan gelen Özbek Hanlıklarından Hive Hanlığı hükümdarı Ebu'l Gazi Bahadır Han Han’ın 17. Yüzyılda kaleme aldığı “Secer- i Türkî” ve “Secere-i Terakkime” adlı eserlerinde “Cengiznâme”nin 17 varyantını tespit ettiğini söylemektedir. Cengiznamede anlatılan olaylar, Cengiz’in ve çocuklarının tarihi hikâyelerine uygun bir seyir izlemektedir. Destan, Cengiz’in atalarını ve doğuşunu anlatarak başlar. Evlenmesi, kabileleri etrafında toplaması, yaptığı savaşlar ve fetihleri anlatıldıktan sonra kurduğu imparatorluğu çocukları arasında paylaştırarak ölmesiyle bitmektedir. "Not:" Yirmi yıl boyunca kendisine devamlı birçok kız getirilmesine rağmen büyük bir bağlılık ve sevgi gösterdiği eşleri Börte ve Yesüy olmuştur. "NOT:" Cengiz Han'ın yasal varisleri yalnızca Börte'den olan oğulları idi. Başka kadınlardan da oğulları olsa da yasal olarak varislik haklarından mahrum edildikleri için haklarında hiçbir bilgi yoktur. "Not:" Cengiz Han'ın Börte'den iki kızı olduğu bilinmektedir ancak Cengiz Han'ın birçok kızı olmuştur ve çoğunun ismi bilinmemektedir. Film (anlam ayrımı) Film şu anlamlara gelebilir: M
ustafa Suphi Mehmet Mustafa Suphi (4 Ağustos 1882 - 28 Ocak 1921), Türk komünist, Türkiye Komünist Partisi’nin ilk merkez komitesi başkanı. Mustafa Suphi 1883 yılında o zamanın Trabzon Vilayeti'ne bağlı olan Giresun kazasında doğdu. Doğum yeri Giresun olmakla birlikte aslen Samsunlu bir aileden gelmektedir. İlk öğrenimini Kudüs ve Şam’da, idadi (lise) öğrenimini Erzurum’da gördü. 1905 yılında İstanbul Hukuk Mektebi’nden mezun olduktan sonra Paris’te Siyasal Bilgiler Okulu’nu bitirdi. Fransa’da bulunduğu dönem, Mustafa Suphi’nin Jean Jaures, Celestin Bougle gibi isimler başta olmak üzere burjuva sosyolog olarak nitelendirilebilecek düşünürlerin etkisinde kaldığı yıllardır. Bu yıllarda Suphi’nin İttihatçılar ile yakın ilişki içerisinde olduğu biliniyor. O dönemki hükumetin gazetesi olan "Tanin" gazetesinin muhabirliğini yapar. Paris’ten İstanbul’a dönüşü 1908 yılına, İkinci Meşrutiyet’in ilan edildiği günlere rastlar. "Tanin", "Servet-i Fünun" ve "Hak" gazetelerine yazılar yazar; Ticaret Mekteb-i Alisi'nde, Darülmuallimin-i Aliye ve Mekteb-i Sultani'de hukuk ve iktisat dersleri verir. İttihat ve Terakki Fırkası’nın 1911 yılındaki genel kongresine Anadolu delegesi olarak katılır. İttihatçılıktan kopuşu bu kongreden sonra başlar ve 1912 Ağustos'unda partiden tamamen ayrılır ve fırkaya muhalefet etmeye başlar. 1912 yılında Ahmet Ferit (Tek)'in başkanlığında kurulan ve kurucuları arasında Yusuf Akçura'nın da bulunduğu Millî Meşrutiyet Fırkası'nın kurucuları arasında yer alır. Suphi, muhaliflere karşı 1913 yılının sonlarında başlayan sürgün furyasından nasibini alır ve Sinop'a sürülür. 1914 yılının başlarında kendisini komünist düşünceyle tanıştıracak olan süreç, bir grup arkadaşı ile birlikte bir tekne ile Rusya’ya kaçmalarıyla başlar. Önce siyasi mülteci olan Mustafa Suphi, Birinci Dünya Savaşı'nın başlaması ile birlikte Osmanlı tebaasından olduğu için sürgüne gönderilir. Sürgün yıllarında Türk kökenli çeşitli devrimcilerle ve Bolşevikler’le tanışır. Doğu cephesinde esir düşerek Rusya içlerine sürgüne gönderilen Anadolulu askerler arasında çalışma yürütür. Suphi'nin Bolşevik düşüncelerle tanışıp devrimci bir çalışma yürütmeye başlaması 1914-15 yıllarına denk düşer. Ekim Devrimi'nden sonra Moskova'ya gider. Halk Komiseri Josef Stalin'in yardımcılarından Mir Seyyit Sultan Galiyev'in sekreterliğini üstlenir. Bu dönemde daha çok Kırım ve Odessa’daki, Rusya kökenli ya da savaş esiri Türkler arasında çalışma yürütür. Kızılordu içinde örgütlenen Türk savaş esirlerinden bir birlik ile Rus İç Savaşına katılır. Gerçek anlamda Anadolu’ya yönelik çalışmaya başlaması Mayıs 1920’de Bakü’ye gelmesi ile olmuştur. Bu dönemin zirvesi 10 Eylül 1920’de 15 bölgeden gelen 75 delege ile Türkiye Komünist Partisi'nin kurulmasıdır. Mustafa Suphi aynı dönemde hem Komintern’in ikinci kongresinde iki Türk delegeden biri olmuş, hem de Birinci Doğu Halkları Kurultayı'nın başkanlık divanında yer almıştır. Sovyet hükümeti tarafından güvenilen ve Anadolu’daki komünist hareketin gelecekteki lideri olarak görülen Suphi, partinin aldığı karar doğrultusunda Anadolu’ya geçme ve Türkiye'deki komünist harekete yön verme kararını alır. Bu kapsamda işgale karşı Anadolu'da savaşmak üzere Sovyetler Birliği'nde bulunan Türk askerlerden bir Bolşevik Tabur oluşturulur ve Anadolu'daki Kuvayı Milliye hareketi komutanlığının emrine verilir. Ancak bu birliğin beraber savaşması mümkün olmayacak ve askerler değişik birliklere dağıtılacaktır. 1921 yılının Ocak ayında BMM'nin çağrılısı olarak Ankara’ya doğru yola çıkan Suphi ve arkadaşlarının Türkiye'de siyasi kargaşa çıkartmak istediğinden şüphelenen TBMM ve Doğu Cephesi Komutanlığı kendilerine koruma vermeyerek, Kars ve Erzurum’da linç girişimlerine uğramalarına ilgisiz kalırlar. Bazı iddialara göre 1921 yılının 28 Ocağı'nı 29'a bağlayan gecesi 14 yoldaşı ile birlikte Trabzon'dan Sovyetler'e geri gönderilmek için bindirildikleri teknede Kayıkçılar Kahyası Yahya Kahya tarafından öldürüldüler. Başka kaynaklara göre Mustafa Suphi Enver Paşa'nın Moskova'daki siyasi aktivitelerinden haberdardı ve Enver Paşa'nın Türk Ulusal Hareketi'nin yenilgiye uğramasından sonra Bolşevikleri kullanarak Türkiye'deki otoriteyi ele geçirme planını biliyordu. Suphi'nin bu gizli planını ifşa etmesinden endişe edildiği için onun taraftarları tarafından öldürüldüğü iddia edilir. Linux Linux (telaffuz: "Lin-uks"); bilgisayar işletim sistemlerinin en temel parçası olan çekirdek yazılımlarından bir tanesidir. GNU Genel Kamu Lisansı ile sunulan ve Linux Vakfı çatısı altında geliştirilen bir özgür yazılım projesidir. Linux ismi ilk geliştiricisi olan Linus Torvalds tarafından 1991 yılında verilmiştir. Günümüzde süper bilgisayarlarda, akıllı cihazların ve internet altyapısında kullanılan cihazların işletim sistemlerinde yaygın olarak kullanılmaktadır. Bunlardan en popüler olanı Google tarafından geliştirilen Android işletim sistemidir. Ayrıca Linux ismi, bu çekirdek kullanılarak oluşturulan işletim sistemlerini genel anlamda tanımlamak için yaygın bir kısaltma olarak da kullanılmaktadır. Örneğin Linux çekirdeği ve GNU araçları bir araya getirilerek tam bir işletim sistemi olarak sunulduğunda GNU/Linux dağıtımı olarak adlandırılır, ancak konuşma dilinde kısaca Linux olarak ifade edilmektedir. Linux kelimesinin bu iki farklı kullanımının yol açabileceği karışıklıktan kaçınmak için çekirdek yazılım hakkındaki teknik bilgiler Linux çekirdeği maddesinde, dağıtımlar hakkındaki bilgiler Linux dağıtımları maddesinde verilmiştir. Linux, 1991 yılında Finlandiyalı bir üniversite öğrencisi olan Linus Torvalds tarafından, daha eski işletim sistemlerinden birisi olan UNIX'in mimarisine ve POSIX standartlarına uygun şekilde sıfırdan yazılamaya başlanmıştır. Geliştirilmesinde Unix mimarisinden esinlenilmiş olmakla birlikte Linux içinde Unix'ten alınmış herhangi bir kod bulunmamaktadır. Geliştirilen bu yazılım, kullanıcı araçları olmayan sadece bir çekirdek yazılımıdır. Linux'tan çok daha önce, 1984 yılında, yine UNIX mimarisiyle uyumlu yeni bir işletim sistemini özgür yazılım projesi olarak geliştirmek isteyen Richard Stallman MIT'deki görevinden ayrılmıştı. GNU Tasarısı adını verdiği işletim sistemi geliştirme projesi 1991 yılına gelindiğinde kullanıcı araçları hazır ancak çekirdek yazılımı eksik bir durumdaydı. 1992 yılında Linus Torvalds geliştirdiği bu çekirdek yazılımı daha çok geliştirici ve katkıcının desteğini alabilmek için özgür yazılım olarak GNU Genel Kamu Lisansı ile yayınlamaya karar verdi. Böylece bu iki proje (Linux çekirdeği ve GNU Tasarısı) birbirlerinin eksik taraflarını tamamlamış ve tam bir işletim sistemi olarak sunulabilir hale gelmiş oldu. Bu işletim sistemi 1994 yılında GNU bülteninde ""Özgür UNIX Benzeri"" olarak duyuruldu. Linus Torvalds Linux'u geliştirme hikâyesini Yalnızca Eğlenmek İçin adlı eserinde anlatmıştır. Özgür yazılımlar lisansları gereği yazılımın kopyalanabilmesi, kodlarının değiştirilebilmesi ve bu şekilde dağıtılabilmesini yasal olarak mümkün kılmaktadır, yazılımlar isteyen herkes tarafından paylaşılarak geliştirilebilmektedir. Bu nedenle Linus'un GNU Genel Kamu Lisansı'nı tercih etmesi Linux tarihindeki en önemli kırılma noktasıdır. Bu sayede Linux projesi Dünya genelinden pek çok gönüllü uzmanın katkısını almayı başarmıştır. Richard Stallman tarafından başlatılan özgür yazılım hareketi de daha iyi bilinir olmuş ve başarısı kanıtlanmış bir geliştirme modeli olarak kabul görmüştür. İnternet özgür yazılımların ihtiyacı olan, evrensel olarak birlikte yazılım geliştirebilme ortamını herkese sağlayan bir alan açmıştır. GNU/Linux projesi bu imkanı çok iyi değerlendirerek 90'lı yıllardan günümüze kadar Dünya çapındaki uzmanlardan katkı alarak gelişmiştir. Özellikle Apache yazılımı rakiplerine göre internet sunucularının daha hızlı ve kararlı, maliyet açısından daha ucuz olmasını sağlamıştır. Bu durum 90'lı yılların sonlarından itibaren Linux sistemlerin ticari ve teknolojik olarak gelişmesine büyük katkı yapmıştır. Ayrıca 2000'li yıllarda internetin evlere ve küçük işletmelere kadar yaygınlaşması çok geniş internet altyapısına ve çok farklı özellikteki ağ cihazlarına olan ihtiyacı arttırmıştır. GNU/Linux sisteminin cihaz üreticileri tarafından sınırsızca özelleştirilebilir olması ve ücretsiz sunulması bu üreticiler tarafından yaygın olarak tercih edilmesine neden olmuştur. Linux dağıtımı (ya da GNU/Linux dağıtımı); Linux çekirdeği, GNU araçları, bir görüntü sunucusu ve bir masaüstü ortamının bir araya gelmesiyle, bu birlikteliği sürdürülebilir şekilde yönetecek yapılandırma araçları ile oluşturulan tam bir işletim sistemidir. 1993 Yılında Patrick Volkerding, çeşitli ağ araçları, grafik arabirimi ve diğer araçları bir arada sunduğu bir GNU/Linux projesi başlatmıştır. Slackware adını verdiği proje ilk GNU/Linux dağıtımıdır. Aynı yıl benzer amaçlarla Ian Murdock tarafından Debian projesi duyurulmuştur. Debian dağıtımı halen yaygın kullanılan en eski dağıtım olma özelliği taşımaktadır. Bu konudaki ayrıntılı bilgilere Linux dağıtımları maddesinden ulaşılabilir. GNU/Linux, gelişiminin ilk yıllarında çeşitli konferanslarda ve üniversite çevrelerinde disketlerle çoğaltılıp elden ele dağıtılmaktaydı. Dağıtım (distrubution) tanımına yol açan bu yöntem günümüzde internet yoluyla indirme şeklinde yapılsa da bu terim halen kullanılmaktadır. Linux 1995 Yılında DEC Alpha ve Sun SPARC iş istasyonlarında da çalışabilir hale getirilmiştir. 1998 Yılında ise IBM, Compaq ve Oracle Linux'a destek vermeye başlamıştır. InfoWorld dergisi 2000 yılında sunucu bilgisayarlarda kullanılan Red Hat Linux'u ""Yılın İşletim Sistemi"" ödülüne layık görmüştür. Red Hat Şirketi 2005 yılında NASDAQ-100 listesine girmeyi başarmıştır. 2004 Yılında Canonical Ltd. tarafından duyurulan Ubuntu Linux ise sunucu sistemlerin yanında masaüstü sistemlerde de popüler olmayı başarmıştır. 2008 Yılında Google, mobil cihazlar için geliştirdiği ve Linux çekirdeği kullanan Android işletim sisteminin 1.0 sürümünü duyurmuştur. Sonraki yıllarda Samsung v
e Sony gibi büyük üreticilerin de mobil cihazlarınada kullandığı Android son kullanıcı piyasasındaki en yaygın Linux tabanlı işletim sistemi olmayı başarmıştır. Android, 2017 yılının ilk aylarında internet kullanan cihazlar istatistiğine göre Microsoft Windows'un kullanım oranını yakalamıştır. Linux çekirdeği tek başına çalıştırıldığında grafiksel bir masaüstü ortamı sağlamaz. Bunun için pek çok yazılımın bir araya getirilmesi gerekmektedir. Gerçekte 1991 yılında UNIX sistemlerde grafik arabirim sağlamak üzere geliştirilen X386 projesi mevcuttu. Ancak projenin SGCS firmasına özgür olmayan bir lisansla satılması ile bu projenin özgür versiyonu olan XFree86 arasında bazı hukuki sorunlar ortaya çıktı. Ayrıca bazı teknik sorunlar projenin gelişmesini yavaşlattı. X.Org Konsorsiyumu 2004 yılında XFree86 kodlarını çatallayarak X Pencere Sistemini geliştirmeye başladı ve 2005 yılında ilk sürümünü duyurdu. Ancak bu tarihe kadar MacOS ve özellikle Microsoft Windows işletim sistemleri, masaüstü sistem piyasasında çoktan lider ve belirleyici konuma gelmişti. Bundan sonraki dönemde de ticari Linux dağıtımlarının gelirlerini masaüstü yerine sunucu ve mobil sistemlerden elde ediyor olması geliştiricilerin ve şirketlerin masaüstü ortamına desteğinin kısıtlı olmasına yol açtı. Ancak günümüzde Linux sistemlerin GNOME, KDE, Xfce gibi gelişmiş masaüstü teknolojileri mevcuttur, bu konudaki bilgilere Masaüstü ortamı maddesinden ulaşılabilir. Linus Torvalds 1996 yılında Canberra, Avutralya Ulusal Hayvanat Bahçesini ziyaretinde bir penguen tarafından ısırılmıştır. Burada Linus, Linux maskotunun bir tür küçük penguen olacağından bahsetmiştir. Başlatılan yarışmaya Larry Ewing bugün de kullanılan penguen çizimi ile katılmış ve çizimi seçilmiştir. Bu sembole isim önerisi ise James Hughes'den gelmiştir, Hughes'un "Torvald's Unix" (Torvalds'ın Unix'i) kelimelerindeki harflerden yola çıkarak önerdiği "Tux" kısaltması kabul edilmiştir. Bu ismin bir esprisi de pengugenlerin tüy renklerinin Smokin kıyafetine benzemesidir, İngilizce'deki smokin sözcüğünün karşılığı ""tuxedo""'dur. Linux sunucu işletim sistemlerinde kullanım oranı bakımından dünya çapında ilk sırada tercih edilmektedir. Linux ürünleri sunucu işletim sistemi olarak uzun zamandır oldukça yaygın bir şekilde kullanılmaktadır, 2008 Eylül ayında Microsoft CEO'su Steve Ballmer, dünya genelinde web sunucularının %60'ında Linux'un, %40'ında Windows'un kullanıldığını itiraf etmiştir. IDC'nin 2007 raporunda, GNU/Linux yüklü olarak satılmış sunucular göz önüne alınarak o zaman genel sunucu pazarının % 12,7'sinin GNU/Linux'a ait olduğu belirtilmiştir. Ancak bu istatistik, çeşitli şirketler tarafından satılan Linux sunucuların sayısı dayalıdır yani ve sonradan GNU/Linux yüklenerek kullanılan sunucuları içermemektedir. Netcraft’ın Eylül 2006'da yayınladığı rapora göre, on güvenilir internet şirketinden sekizi GNU/Linux ürünlerini internet sunucularında kullanmaktadır. Linux dağıtımları LAMP sunucu-yazılım kombinasyonunun (Linux, Apache, MySQL, PHP) köşe taşıdır. Linux dağıtımları diğer anabilgisayar işletim sistemleri ile karşılaştırıldığında, fiyatlandırma nedeniyle son on yılda giderek popüler olmuştur. Aralık 2009'da, bilgisayar devi IBM, pazarlamaya öncelik vereceğini ve ana bilgisayar tabanlı kurumsal Linux sunucularını satacağını bildirdi. Linux çekirdeği kulanan sistemler masaüstü, dizüstü ve netbook bilgisayar pazarında yaklaşık olarak % 2 pazar payına sahiptir.. Daha çok yazılım geliştiriciler, bilgisayar uzmanları ve özgür yazılım gönüllüleri tarafından tercih edilmektedir. Masaüstü Linux sistemlerine Ubuntu, Debian, Fedora, openSUSE, Linux Mint, Mageia örnek olarak gösterilebilir. Son kullanıcıya hitap etmek amacıyla geliştirilmekte olan Linux dağıtımlarda; kullanıcı arayüzünü teşkil eden GNOME, KDE, Xfce gibi bir masaüstü ortamı, Mozilla Firefox, Chromium gibi bir web tarayıcı, LibreOffice gibi bir ofis yazılım seti video-müzik oynatıcı, CD/DVD yazıcı, grafik işleme yazılımı vb. türden gözde özgür yazılımlar paketlenerek son kullanıcıya sunulmaktadır. Dünyanın en güçlü 10 süper bilgisayarında Linux kullanılmaktadır. Kasım 2010 tarihi itibarıyla en iyi 500 sistem arasında 459'u (%91.8) Linux kullanmaktadır. Ayrıca dünyanın en güçlü süper bilgisayarı olan ve 2011'de kullanılmaya başlanan IBM Sequoia için de işletim sistemi olarak seçilmiştir. Bulut bilişim gibi büyük verilerin depolandığı sistemler için Linux oldukça uygun ve ölçeklenebilir bir yapı sunmaktadır. Bu alanda Linux üzerine inşa edilen OpenStack projesi büyük teknoloji şirketlerinin desteğini almıştır. 2000'li yıllardan itibaren az güç tüketen bir Mikroişlemci mimarisi olan ARM mimarisi sayesinde kredi kartı boyutunda bilgisayar sistemleri mümkün hale gelmiştir. Özellikle Raspberry Pi markası ile teknoloji çevrelerinde tanınan benzer donanımlar çok çeşitlidir. Linux bu donanımlarda başarılı bir şekilde çalışabilmekte ve popüler Linux dağıtımlarının bu donanımlar için özel sürümleri bulunmaktadır. Gömülü sistemler sadece belli bir görev için üretilmiş özel donanımlar ve özel tasarlanmış işletim sistemlerinden oluşur. Akıllı TV'ler, Internet yönlendiricileri, endüstriyel otomasyon ve makine kontrol sistemleri gibi geniş bir kullanım alanı vardır. Linux'un ölçeklenebilir yapısı bu alanda da yaygın kullanılmasını sağlamıştır. 21.Yüzyılın en önemli bilişim devrimlerinden birisi olarak görülen Nesnelerin İnternet'i henüz emekleme aşamasındadır ve belli bir standarda kavuşmamıştır. Bu alanda kullanılan cihazlar düşük güç tüketimli, yüksek kararlılıkla çalışma ve yüksek ölçeklenebilir özellikte olması beklenmektedir. Linux bu imkanları başarı ile sağladığından oldukça avantajlı konumdadır ve başta Linux Vakfı tarafından olmak üzede pek çok proje ile desteklenmektedir. Ticari PC Oyunları üreten firmaların pek çoğu son yıllara gelinceye kadar Linux sistemlere uygun oyunlar üretmemişlerdir. Bu nedenle Linux sistemlerdeki oyun imkanları oldukça sınırlı kalmıştır. Oyun yazılımlarının kullandığı DirectX kütüphanesi Linux sistemlerde çalışmamaktadır. Linux ile çalışan OpenGL kütüphanesi ise üreticiler tarafından tercih edilmemiştir. Ancak 2012 yılında Steam oyun platformunun Linux İstemcisi sunmasıyla birlikte bazı popüler oyunların Linux sürümleri üretilmeye başlanmıştır. Ayrıca Android işletim sistemine ait uygulama mağazasında da geniş bir oyun seçeneği bulunmaktadır. Toyota, Nissan, Jaguar, Land Rover, Ford, Mazda, Mitsubishi, Subaru gibi büyük otomobil üreticileri araçlarının dijital sistemlerinde uzun zamandır Linux kullanmaktadır. Automotive Grade Linux projesi ise Linux Vakfı tarafından akıllı otomobiller üretilmesi için yürütülmektedir, büyük teknoloji ve otomotiv üreticileri projeye üye olmuşlardır. Linux Vakfı'na üye kuruluşlar şunlardır; Linux ve çoğu GNU yazılımı GPL (Genel Kamu Lisansı) altında lisanslıdır. GPL, Linux dağıtıcılarına kaynak kodu(ya da herhangi bir değişikliği) alıcılar için aynı şartlar altında kullanılabilir hale getirmesini gerektirir. Yazılım sisteminin diğer anahtar bileşenleri başka lisanslar kullanabilir. Örneğin birçok kütüphane GNU, LGPL'yi ve GPL'nin birçok serbest versiyonunu kullanır. Ek olarak X Pencere sistemini X.org uygulamaları MIT Lisansı'nı kullanır. Torvalds, Linux çekirdeğinin Genel Kamu Lisansı'nın 2. versiyonundan 3. versiyonuna geçmeyeceğini belirtir. Torvalds özellikle yeni lisansta yer alan ve dijital haklar yönetiminde yazılım kullanımını yasaklayan bazı hükümleri sevmemektedir ve aynı zamanda sayısı binleri bulan bütün telif hakkı sahiplerinden izin almak kullanışsız olacaktır. Bir kısım kitle tarafından “Linux” kelimesiyle ifade edilen çekirdek, bir kısım kitle tarafından da GNU Tasarısı yazılım ve araçlarını içermesi nedeniyle “GNU/Linux” diye ifade edilmekte, bu söz grubu ile adlandırılmaktadır. Adlandırma konusundaki tartışma uzun bir süredir devam etmektedir. Türkçe İngilizce Bolşevizm Bolşevik, "çoğunluktan yana" anlamına gelen Rusça kelime, 1903 yılında düzenlenen Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi'nin İkinci Kongresi'nde Vladimir Lenin ve Julius Martov arasında yeni kurulmakta olan partinin üyelik tanımı üzerine başlayan görüş ayrılığı sonucu yaşanan ayrışmadaki taraflardan Lenin yanlısı grup. Kongrede Lenin yanlıları çoğunlukta olduğu için Rusça çoğunluk anlamına gelen "Bolşevik" olarak, azınlıktaki Martov yanlıları da "Menşevik" olarak adlandırılacaktır. Kongreden sonra iki taraf arasında birleşme girişimleri olsa da birleşme gerçekleşmeyecek ve 1912 yılında kesin ayrım yaşanacaktır. Bolşevikler Ekim Devrimi ile iktidarı alacaklar ve Sovyetler Birliği'ni kuracaklardır. Polis baskısı nedeniyle önce Brüksel sonra da Londra’da yapılan Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi RSDİP 2. Kongresi 1903 yılı Ağustos ayında toplanır. Toplantıda yeni partinin üyelik esasları ve tanımı üzerinden önemli bir ayrılma yaşanacak ve Rusya’daki devrimci hareketi derinden etkileyecektir. Vladimir İlyiç Ulyanov ya da takma adıyla Lenin parti üyelerinin dar ve aktif bir çevreden oluşmasını, sadece ceplerinde parti kimliği taşıyan ve zaman zaman partiye uğrayanlardan, hatta hiç uğramayanlardan oluşmamasını savunuyordu. Bu faal üyeler profesyonel devrimci kadrolar olarak Çarlık otokrasisine karşı işçi devrimi yapabilecek bir devrimci partinin yaratılabilmesi için zamanlarının çoğunu örgütlenmeyle geçireceklerdir. Bu modele göre sempatizanlar dışarıda bırakılmış olmaktaydı. Partinin iç işleyişinde de demokratik merkeziyetçilik benimsenecekti. Lenin’in bu fikirlerine karşıt olarak ise arkadaşı Julius Martov partinin merkezinde profesyonel devrimcilerin olmasına onay verse de parti üyeliğinin sempatizanlara, devrimci işçilere ve diğerlerine açık olmasını savunuyordu. İkili bu konuyu daha önce de tartışmış olsalar da, görüş ayrılıkları kongrede ayrılığa yol açacaktır. Ayrılık ufak bir konuda ve kişisel ayrımdan kaynaklanıyor görünse de ayrım derinleşecek ve bölünme kaçınılmaz hale gelecektir. Lenin ve Martov yandaşları kongredeki durumlarına göre Rusça "bolshinstvo" (ço
ğunluk) ve "menshinstvo" (azınlık) olarak adlandırılırlar. Kongredeki delegeler sürekli olarak saf değiştirdikleri için birleşim başarısız olacak ve parti fiilen ikiye bölünecektir. İki taraf da sürekli olarak yeni üyeler kazanıyor ve kaybediyordu. Rus marksizminin babası olarak adlandırılan Georgi Plehanov ilk başta Lenin ve Bolşeviklerden yana olacak ancak 1904’de ayrılacaktır. Menşeviklerden yana olan Leon Troçki ise Menşeviklerin Rus liberalleriyle uzlaşma girişimleri ve Bolşeviklerle birleşmeme tutumları yüzünden ayrılacaktır. İki taraf arasındaki ayrım Nisan 1905’de Bolşeviklerin ayrı yaptığı ve 3. Kongre olarak adlandıracakları kongre ile derinleşecektir. Menşevikler derhal alternatif bir kongre yapacaklardır. Rus İmparatorluğu Çarlık rejiminin 1905 Devrimi ile sarsıldığı dönemde Bolşevikler azınlıktadır. Ayaklanan halkın kendiliğinden kurduğu Sankt Petersburg İşçi Sovyetinde azınlıkta olsalar da Troçki tarafından etkili bir şekilde temsil edilmektedirler. Buna rağmen Moskova Sovyetinde çoğunluktadırlar. Moskova Sovyetinin Aralık 1905’de aldığı 1905 Moskova Ayaklanması olarak bilinen ayaklanma kararı sonucu kentte iktidar alınacak ancak ayaklanma yaklaşık bir ayda bastırılacaktır. 1905 Devrimi sürmekteyken Bolşevikler ile Menşevikler Stockholm’de Nisan 1906’da yapılan 4. Birleşim Kongresinde yeniden birleşmeye çalışırlar. Menşevikler Yahudiler arasında ayrı bir örgütlenmeyi savunan Bund ile ortak hareket edince Bolşevikler azınlıkta kalır. Kongrede birleşim yönünde karar alınsa da her grup kendi yönetimini koruyacaktır. Londra’da Mayıs 1907’de yapılan bir sonraki 5. Kongrede de bu durum değişmez. 1905 Devriminin 1907 yılına girildiğinde tamamen yenilmesiyle beraber Bolşevikler, Çarlık rejiminin düzenlediği 3. Duma’ya katılıp katılmamayı tartışırlar. Lenin, Grigory Zinoviev ve Lev Kamenev Duma’ya katılmayı savunurken, filozof Aleksandr Bogdanov, Anatoli Lunaçarski ve Mihail Pokrovski Duma’daki vekillerin geri çağrılmasını savunurlar. Bu grup Rusça geri çağırmak fiilinden türetilen "Otzovistler" olarak anılacaktır. Diğer bir grup ise Duma’da bulunan Bolşevik vekillerin parti yönetiminden bağımsız hareket etmelerinden dolayı ultimatomla uyarılmasını savunurlar. Bu gruba da "Ultimatomcular" denilecektir. Bolşevikler arasındaki Bogdanov yandaşlığı ve kararsızlık 1908 yılına doğru gelişince Lenin, Bogdanov’un filozof yanına saldırmaya başlar. 1909 yılında yayınladığı "Materyalizm ve Ampiryokritisizm" adlı eserde Bogdanov’u idealizm felsefesini savunmakla itham eder. Haziran 1909’da Paris’de Bolşevik yayın organı "Proletary" tarafından düzenlenen Bolşevik Konferansında Bogdanov eleştirilir ve Bolşevik saflarından atılır. Partinin ikiye bölünmüş olması ve Çarlık rejiminin yoğun baskısı, güçleri yeniden birleştirme yanlılarını harekete geçirir. Ocak 1910’da Bolşevikler, Otozovistler ve çok sayıda Menşevik grup Paris’de Merkez Komite toplantısı yaparlar. Kamenev ve Zinoviev birleşme gündemine karşı olsalar da Viktor Nogin gibi arabulucu Bolşeviklerin ısrarına boyun eğerler. Lenin birleşmeye şiddetle karşı çıksa da Bolşevik liderlik arasında yapılan oylamada azınlıkta kalır. Menşeviklerle yapılan anlaşmaya göre birleşik partinin yayın organı Troçki’nin Viyana’da çıkarttığı Pravda olacaktır. Ancak Pravda yayın kurulundaki Bolşevik temsilcisi Kamenev Ağustos 1910’da kuruldan istifa edince birlik çabaları sona erer. İki grup arasında ilişkiler 1912 yılında kopacaktır. Bu yılın Ocak ayında Bolşevikler sadece kendi örgütüyle topladıkları Prag Konferansında Menşevikler ve Otzovistler partiden resmen atılacaklardır. Bu kongreden sonra Bolşevikler artık kendilerini RSDİP’in hizibi olarak değil ayrı bir parti olarak RSDİP (Bolşevik) olarak tanımlayacaklardır. Bolşevik önderliği ayrı bir parti olmaya karar verse de Bolşevik yanlısı taban örgütü ve işçiler bu hattı izlemekte zorlanacaktır. Ayrıca Duma’daki 6 Bolşevik vekil de parti yönetiminin bu kararını kabul etmez. Sadece Matvei Muranov ayrı bir parti kurulmasından yana olur. Ancak buna rağmen Bolşevik önderlik duruma hakim olacak ve Eylül 1913’de ayrı bir Duma grubu kurulacaktır. Bolşevikler Çarlık rejimini kitlesel bir işçi devrimiyle devirecek merkezi ve disiplinli bir partiyi örgütlemeye çalışmıştır. Bolşevikler Rus işçilerine bir ayaklanmada önderlik edebilecek kitlesel ve sınıfın öncüsü militan işçilerin partisini oluşturmaya çalışmıştır. Bolşevik parti lider partisi olmamasına rağmen merkez komitesinde cisimleşmiş olan parti yönetimine demokratik merkeziyetçilik çerçevesinde sıkı sıkıya bağlı bir yapıdaydı. Menşeviklerin uyguladığı parti üyeliği daha esnekti ve diğer siyasi partilerle daha kolay iş birliği yapıyorlardı. Bolşevikler ise özellikle liberal partilerle iş birliği yapmayacak, diğer sosyalist partilerle de tanımlı ittifaklara girecektir. Bununla birlikte Lenin, Uluslararası Kadınlar Konseyi'nde yaptığı konuşmada bolşevizmi ""Burjuva demokrasisinin yalancılığını, ikiyüzlülüğünü açığa çıkaran; toprağın, fabrika ve tesislerin özel mülkiyetini kaldırmasında tüm devlet iktidarını, ezilen ve sömürülen kitlelerin elinde toplayan bir ideoloji"" şeklinde tanımlamıştır. 1952 yılında yapılan 19. Kongre sırasında Genel Sekreter Stalin’in önerisiyle isim değişikliği gündeme gelir: Stalin’in önerisi kongrede kabul edilir ve Bolşevik Partisinin adı Sovyetler Birliği Komünist Partisi olur. Bundan sonra Bolşevik adlandırması Ekim Devrimi ve Rus İç Savaşı dönemlerine ait olarak kalacaktır. Karl Marx Karl Marx (okunuşu: Karl Marks; ) (d. 5 Mayıs 1818, Trier - ö. 14 Mart 1883, Londra), 19. yüzyılda yaşamış Alman filozof, politik ekonomist. Bir müddet gazetecilik de yapan Marx, iktisâdî ve beşerî konularda eleştirel fikirler ve tespitler ortaya koymuştur. Marx'ın ekonomi alanındaki çalışmaları, günümüzde emeği, emek-sermaye ilişkisini ve bunları takip eden ekonomi düşüncesini kavramanın büyük bir kısmı için temel oluşturdu. Sosyoloji ve sosyal bilimleri başlatan isimlerdendir. En bilinenleri Komünist Manifesto (1848) ve Kapital (1867-1894) olmak üzere hayatı boyunca sayısız kitap yayımladı. Karl Marks hakkında en fazla eser yazılan kişiler listesinde ilk sırada yer almaktadır. Orta düzeyde zengin bir ailede, o tarihlerde Prusya'nın içinde yer alan Ren bölgesindeki Trier şehrinde doğan Marx, Genç Hegelcilerin felsefe düşünceleri ile ilgilendiği Bonn ve Berlin Üniversiteleri'nde öğrenim gördü. Çalışmalarından sonra Köln'de radikal bir gazetede yazmaya ve tarihsel materyalizm üzerinde çalışmaya başladı. 1843'te diğer radikal gazetelerde yazmaya başlayacağı ve kendisinin ömür boyu dostu ve çalışma arkadaşı olacağı Friedrich Engels ile tanışacağı Paris'e taşındı. 1849'da sürgüne gönderildi ve karısı ve çocukları ile beraber toplumsal ve ekonomik hareketler hakkında teorilerini yazacağı ve olgunlaştıracağı Londra'ya taşındı. Bu süre içerisinde sosyalizm için yapılan mücadelede yer aldı ve Birinci Enternasyonal'de önemli bir figür haline geldi. Marx'ın toplum, ekonomi ve siyaset hakkındaki teorileri -bir bütün olarak Marksizm- insan toplumlarının sınıf savaşımı-üretimi kontrol eden yönetici sınıf ile üretim için gereken emeği sağlayan mülksüz bir emekçi sınıf arasındaki çatışma- ile ilerlediğini iddia etmektedir. Marx, devletlerin yönetici sınıf tarafından idare edildiğini ve devletin ortak kamu çıkarı adına hareket eder gibi yapıp yönetici sınıfın çıkarları doğrultusunda yönetildiğini düşünmekte ve daha önceki sosyoekonomik sistemler gibi kapitalizmin de kendi yıkımına ve yeni bir sistem olan sosyalizmin onun yerini almasına neden olacak iç gerilimler ürettiğini öngörmektedir. Kapitalizmin içinde burjuvazi ve proletarya arasındaki sınıf çelişkilerinin çalışan sınıfın siyasi zaferi ve bunun sonucu kurulacak sınıfsız bir toplum;komünizm:özgür üreticiler birliği tarafından yönetilen bir toplumun ortaya çıkacağını iddia etmektedir. Marx düşüncelerinin hayata geçmesi için etkin bir mücadele verdi; emekçi sınıfın kapitalizmin yıkılması ve sosyo ekonomik bir değişimin geçirilmesi için düzenli bir devrim hareketini yürütmek zorunda olduğunu savundu. Marx insanlık tarihindeki en etkileyici figürlerden biridir. Dünya çapında birçok entelektüel, işçi sendikaları ve siyasi parti onun temel çalışmalarından farklı biçimlerde etkilenmiştir. Karl Marx 5 Mayıs 1818'de Heinrich Marx ve Henrietta Pressburg'un (1788-1863) dokuz çocuğunun üçüncüsü olarak dünyaya geldi. O yıllarda Prusya Krallığına ait olan Aşağı Ren Bölgesi içinde yer alan Trier'de doğdu. Yahudi olan anne tarafından dedesi Hollandalı bir hahamdı, baba tarafından şeceresi ise 1723 tarihinden itibaren büyükbabası "Meier Halevi Marx" tarafından üstlenilmesi ile Trier hahamlarından oluşmaktadır. Karl'ın babası, çocukken "Herschel" adıyla tanınırdı, ailede seküler eğitim alan ilk çocuktu; avukat oldu ve ailesinin birkaç tane Moselle bağına sahip olması sayesinde görece refah içinde ve orta sınıf bir hayat standardında yaşadı. Oğlunun (Karl'ın) doğumundan hemen önce Herschel, antisemitik yasal baskılardan kurtulmak amacıyla Yidiş Herschel adının yerine Heinrich ismini alarak o sırada Almanya ve Prusya'da egemen olan Protestan mezhebi olan Lüterciliğe girdi. Büyük oranda dini bir inancı olmayan Heinrich, Immanuel Kant ve Voltaire'e değer veren bir aydınlanmacıydı.Klasik bir liberal olarak daha sonra mutlak monarşi ile yönetilecek Prusya'da bir anayasa hazırlanması ve reformlar yapılması için yapılan çalışmalara destek verdi. 1815 yılında Heinrich Marx avukat olarak çalışmaya başladı; 1819 tarihinde ise ailesiyle Porta Nigra'da on odalı büyük bir eve taşındı. Hollandalı bir Yahudi olan karısı, Henrietta Pressburg, yarı-aydın bir insandı ve tüm zamanını ailesine ayırmak ve evinin temizliğinde aşırı titiz olmakla ifade edilen "yoğun bir anne sevgisi" ile yorulduğu ifade edilmektedir. Daha sonra Philips şirketini kuracak zengin bir aileye mensuptu:Anton ve Gerard Philips'ın büyük halası, Frits Philips'ın büyük büyük halasıydı. Karl'ın dayısı olan küçük erkek kardeşi Benjamin Philips (1830–1900), daha sonra Karl ve Jenny Marx'
ın Londra'da sürgünde iken borçlarını ödemek için destek alacakları zengin bir banker ve sanayiciydi. Kocasının aksine Henrietta Yahudi dini inancına sadık kaldı. Karl Marx'ın çocukluğu hakkında çok az bilgi mevcuttur. 1819 yılında ağabeyi Moritz ölünce dokuz çocuğun üçüncüsü olarak ailenin en büyük oğlu oldu. Küçük Karl 1824 Ağustos'unda Lütherci bir kilisede vaftiz edildi. Yaşayan kardeşleri, Sophie, Hermann, Henriette, Louise, Emilie ve Karoline de Lütherci olarak vaftiz edildiler. Karl Marx babası Heinrich Marx tarafından on üç yaşına kadar evde eğitildi; bu yaşında babasının bir arkadaşı olan Hugo Wyttenbach'in müdür olduğu okula kayıt edildi. Wyttenbach okulunda çok sayıda liberal hümanist öğretmen çalıştırdığı için yerel muhafazakar hükümetin kızgınlığını üstüne çekti. Bu durumun sonucu olarak 1832'de okul polis baskınına uğradı ve öğrencilere siyasi liberalizmi benimsemiş edebi eserlerin dağıtıldığı tespit edildi. Bu tür eserlerin dağıtılmasını kışkırtıcı bir eylem olarak görülmesi üzerine Marx okuldayken, yetkililer kurumda bazı düzenlemeler yaptı ve çok sayıda öğretmeni değiştirdi. Ekim 1835 tarihinde 17 yaşındayken Marx felsefe ve edebiyat öğrenmek ümidiyle Bonn Üniversitesi'ne gitti; ancak, babası pratik bir meslek olarak gördüğü hukuk okumasında ısrar etti. "Akciğer zayıflığı" diye ifade edilebilecek bir durumdan dolayı Marx 18 yaşını bitirdiğinde askerlikten muaf tutuldu. Bonn Üniversitesi'nde iken Marx, polis tarafından takibe alınmış olan bir grup siyasi radikal tarafından kurulmuş Şairler Kulübüne katıldı. Marx bir dönem eş başkanlığını yaptığı Trier Taverna Kulübü İçiciler Derneğine("Landsmannschaft der Treveraner") de katıldı. Ek olarak Marx üniversitede kavgalara da karıştı; bazıları gerçekten ciddileşti: Ağustos 1836'daki üniversitedeki Prusya Güçleri grubundan birisi ile olan düellosu gibi. İlk dönem notları iyi olmasına rağmen notları daha sonra düştü; gelişen bu durum babasının onu daha oturmuş ve disiplinli Berlin Üniversitesi'ne göndermesine yol açtı. 1836 yaz ve sonbaharını Trier'de geçirdikten sonra Marx öğrenimi ve hayatı hakkında daha ciddi kararlar aldı. Marx'ı çocukluğundan beri tanıyan, yönetici Prusya sınıfından eğitimli bir barones olan Jenny von Westphalen ile nişanlandı. Marx ile beraber olmak için genç bir aristokrat ile yaptığı nişanı atmasının yanı sıra etnik ve sınıf kökenlerinin farklı olmasına bağlı olarak ilişkileri toplumsal olarak kabul edilemezdi; ancak Marx nişanlısının liberal bir aristokrat olan Ludwig von Westphalen ile arkadaş oldu ve daha sonra doktora tezini ona adadı. Ekim 1836'da Marx hukuk fakültesine kaydolmak için Berlin'e gitti ve Mittelstrasse'de bir oda kiraladı. Hukuk fakültesine kaydolmasına rağmen felsefeye hayrandı ve "felsefe olmaksızın hiçbir şeyin tamamlanamayacağını" düşündüğü için bu iki disiplini bir şekilde birleştirme yolu aradı. Marx Avrupa'da felsefe çevrelerinde yoğun bir şekilde tartışılan yeni ölmüş Alman filozof G. W. F. Hegel'in düşünceleri ile ilgilenmeye başladı. Marx, Hegel'in düşüncelerini tartışan Doktor Kulübü ("Doktorklub") isimli bir öğrenci grubuna katıldı ve onların aracılığıyla 1837 yılında Genç Hegelciler olarak bilinen radikal düşünürlerden oluşan bir grup ile tanıştı; grup, Ludwig Feuerbach ve Bruno Bauer'in etrafında Marx, Marx'ın yakın bir arkadaşlık geliştireceği Adolf Rutenberg ile bir araya geldiler. Marx gibi genç Hegelciler de Hegel'in metafizik öngörülerini eleştirirken sol bir perspektiften mevcut toplum, siyaset ve dini eleştirmek için Hegel'in diyalektik yöntemini geliştirdiler. Marx'ın babası Mayıs 1838'de öldü; bu aile için ciddi bir gelir kaybı anlamına da geliyordu. Marx duygusal olarak babasına çok yakındı ve ölümünden sonra babasının anısına çok saygı gösterdi. 1837 itibarıyla, Marx, hiçbiri yaşarken yayımlanmamış olmasa da hem edebi hem de edebiyat dışı konularda yazıyordu; kısa bir roman;"Akrep ve Felix", bir oyun, "Oulanem", ve Jenny von Westphalen'e ithaf edilen bir dizi aşk şiiri. Marx bir süre sonra sadece belli bir konuya odaklanmak amacıyla, içinde İngilizce ve İtalyanca öğrenmek, sanat tarihi ve Latin klasiklerinin çevrilmesi de olan diğer ilgi alanları ile beraber edebiyattan vazgeçti. 1840'ta Bruno Bauer ile beraber Hegel'in "Din Felsefesi" eserini düzenlemeye başladı. Marx aynı tarihlerde 1841 tarihinde bitireceği Demokritos'çu ve Epikür'cü Doğa Felsefeleri Arasında Fark isimli doktora tezini yazmaya da başladı. Bu tez "Marx'ın felsefi bilginin teolojiye üstün olduğunu göstermek için ortaya koyduğu cesur ve özgün bir eser olarak" yorumlanmıştı: çalışma, özellikle Berlin Üniversitesi'nin muhafazakar profesörleri arasında ihtilafa neden oldu. Marx bunun üzerine tezini onu 1841 Nisan'ında doktora ile ödüllendirecek olan daha liberal Jena Üniversitesi'ne sunmaya karar verdi. Marx ve Bauer ateist oldukları için, Mart 1841'de "Archiv des Atheismus" ("Ateist Arşiv") isimli bir yayın için planlar yapmaya başladılar, ancak bu çalışma herhangi bir eser ortaya çıkarmadı. Temmuz ayında Marx ve Bauer Berlin'den Bonn'a bir yolculuk yaptılar. Orada sarhoş olmaktan, kilisede kahkaha ile gülmeye ve şehirde eşek turu atmaya kadar skandal sayılabilecek herşeyi yaptılar. Marx akademik bir kariyer planlamasına rağmen hükümetin klasik liberalizme ve Genç Hegelciler'e karşı artan tepkisi nedeniyle bu seçeneğin önü tıkanmıştı. Sosyalizm hakkındaki ilk fikirlerini ve ekonomiye artan ilgisini yazacağı radikal bir gazete olan "Rheinische Zeitung" (""Rhineland News"") gazetecilik yapmak üzere Marx 1842'de Köln'e gitti. Hem sağ kanat Avrupa hükümetlerini hem de liberal ve sosyalist hareketler içindeki çeşitli kişileri etkisiz ve üretkenlik karşıtı olmaları nedeniyle eleştirdi. Gazete, her baskıdan önce zararlı içerik açısından kontrol eden Prusya Sansür Kurulu'nun dikkatini çekti; Marx bu konuda şöyle yakınmıştı:"Gazetemiz öncelikle polisin denetiminden geçmek zorundaydı ve eğer polisin burnu Hristiyanlık veya Prusya aleyhine bir koku alırsa, gazetenin basılmasına izin verilmiyordu.""Rheinische Zeitung", Rusya monarşisini çok sert biçimde eleştiren bir makale yayınlayınca Çar I. Nikolay gazetenin yasaklanmasını istedi; Prusya hükümeti 1843'te bu isteğe uydu. Yedi yıllık nişanlılıktan sonra 19 Haziran 1843'te Marx, nişanlısı Jenny ile Kreuznach'da bir Protestan kilisesinde evlendi. Marx, Alman ve Fransız radikalleri bir araya getirmek için Alman sosyalist Arnold Ruge tarafından kurulan yeni radikal sol bir gazetenin "Deutsch–Französische Jahrbücher" ("Alman-Fransız Yıllıkları")'nın eş editörü oldu. Gazete Paris, Fransa'da yayımlanıyor olması nedeniyle, Marx ve karısı Ekim 1843'te buraya taşındı. Vaneau Caddesi 23 numarada Ruge ve karısı ile kömünal bir yaşam sürmenin sonucunda şartları dayanılmaz buldular; kızları Jenny'nin 1844'te doğumu üzerine başka bir yere taşındılar. Hem Fransa hem de Almanya'dan yazarlar için bir cazibe merkezi olmayı amaçlayan "Jahrbücher", bir yazar hariç sadece Alman yazarlar tarafından desteklendi; sürgün Rus anarşist komünist Mikhail Bakunin. Marx bu çalışmaya iki makalesini verdi: "Hegel'in Hak Felsefesinin Eleştirisine Katkıya Giriş" ve "Yahudi Sorunu Üzerine," ikinci makalesi onun proleteryanın devrimci bir güç olduğuna dair düşünceye girişini ve komünizmi daha çok sahiplendiğini göstermektedir. Sadece tek bir sayı yayımlanır, ancak görece olarak başarılı olmuştur, bunu da büyük ölçüde Heinrich Heine'ın Bavyera Kralı I. Ludwig hakkında yazdığı satir dizelerinin Alman devletleri tarafından yasaklanması ve ithal edilen nüshaların alıkonulmasına borçluydu; Ruge ne yazık ki diğer sayılar için para sağlamayı reddetti böylece Marx ile olan arkadaşlığı da sona ermiş oldu. Gazetenin çökmesinden sonra, Marx geride kalan sansürlenmemiş tek radikal Alman gazetesi için yazmaya başladı; "Vorwärts" ("İleri!"). Paris'te kurulu olan gazete, işçi ve sanatçılardan oluşan gizli bir ütopyacı sosyalist grup olan Adalet İçin Birlik tarafından destekleniyordu. Marx bazı toplantılarına katılsa da, gruba girmedi. "Vorwärts!" gazetesinde, Marx, Avrupa'da etkili olan liberal ve diğer sosyalistleri eleştirirken kendisinin Hegel ve Feuerbach'ın görüşlerine bağlı olan diyalektik materyalizm hakkındaki düşüncelerini yeniden gözden geçirdi. 28 Ağustos 1844'te, Marx, ömür boyu sürecek bir arkadaşlık kuracağı Alman sosyalist Friedrich Engels ile Café de la Régence'de tanıştı. Daha önce bir sefer 1842 yılında Marx'ın çıkardığı Rheinische Zeitung gazetesinin ofisinde karşılaşmışlardı. Engels, Marx'ı, tarihteki son devrim için işçi sınıfının en uygun güç ve araç olduğunu ikna etmek için en son basılan eseri olan 1844 Yılında İngiltere'de İşçi Sınıfının Koşulları'nı gösterdi. Bu tanışmanın sonunda Marx ve Engels, Marx'ın eski arkadaşı Bruno Bauer'in felsefi düşünceleri ortak biçimde eleştirmeye başlamışlardı. Bu eleştirilerin sonucu ortaya çıkan eser Kutsal Aile, 1845 yılında yayımlandı. Bauer'i eleştirmesine rağmen, Marx, Genç Hegelciler Max Stirner ve Ludwig Feuerbach'ın görüşlerinden ileri derecede etkilenmişti, ancak sonunda Marx ve Engels, Feuerbachçı materyalizmin de üstesinden geldiler. Paris'te Vanneau caddesi 38 numarada oturduğu süre boyunca (Ekim 1843'ten Ocak 1845'e kadar) Marx yoğun biçimde siyasal iktisat: (Adam Smith, David Ricardo, James Mill "vb.") Fransız sosyalistleri (özellikle Claude Henri de Saint Simon ve Charles Fourier) ve Fransa tarihi çalıştı. Siyasal iktisat Marx'ın ömrünün sonuna kadar sürdüreceği bir çalışma alanı ve üç ciltlik dev eseri Kapital'in hazırlanmasına neden oldu. Marksizm genel olarak üç büyük alandan etkilenmiştir - Hegel diyalektiği, Fransız ütopyacı sosyalizmi ve İngiliz iktisat bilimi. Marx'ın Hegel'in diyalektiği üzerindeki çalışmalarıyla beraber bu süre boyunca Paris'te yaptığı çalışmalar Marksizmin(ya da Marx'ın ifadesiyle siyasal iktisatın) tüm ana öğeleri 1844 sonbaharında ortaya çıkmıştı. Marx, her insan gibi günlük uğraşılardan ve bunlara ek olarak radikal bir gazetenin editörlüğünün gerekli kıldığı özel taleplerden ve günlerde her an bir halk devrimi olma ihtima
linden dolayı kendisinden beklenen siyasal parti çalışmalarını yönlendirme zorunluluğundan dolayı siyasal iktisat çalışmaktan uzaklaşsa da her zaman bu çalışmasına geri döndü. Marx "kapitalizmin iç işleyişini anlamak" için araştıyordu. Marksizmin genel hatları 1844'ün sonlarında Marx'ın zihninde oluşmuştu. O sırada dünya siyasal iktisadına dair Marksist düşüncenin birçok unsuru detaylı olarak çalışılmıştı. Ne var ki Marx kafasındaki yeni ekonomik teoriyi daha da netleştirmek için kendisinin ekonomiye dair bütün görüşlerini kağıda dökme ihtiyacı vardı. BU dönemde Marx "1844 Elyazmaları" isimli eserini yazdı. Bu çalışma sayısız konuyu içeriyordu;yabancılaşmış emek de dahil. Ancak, 1845 baharıyla birlikte kendisinin süregiden kapitalizm, sermaye ve siyasal ekonomi çalışması Marx'ı -bilimsel sosyalizm- diye adlandırılan dünyanın tamamen materyalist bir görüşle ele alınmasına ihtiyaç duyan yeni bir siyasal ekonomi teorisine doğru gittiği düşüncesine yönlendirdi. "1844 Elyazmaları" Nisan ve Ağustos 1844 tarihleri arasında yazıldı. Sonuçta Marx, bu eserin Ludwig Feuerbach'ın düşüncelerinden etkilenmiş olduğunu fark etti. Tarihsel materyalizm doğrultusunda Feuerbach felsefesinden bir kopuş yaşamaya ihtiyaç duyduğunu fark etti. Böylece bir yıl sonra, Nisan 1845'te, Paris'ten Brüksel'e taşındıktan sonra, 11 taneden oluşan Feuerbach Üzerine Tezler'ini yazdı. "Feuerbach Üzerine Tezler" özellikle 11.Tez ile bilinir: "Filozoflar bugüne kadar değişik yollarla sadece dünyayı yorumlamaya çalıştı; artık onu değiştirme zamanı geldi". Bu eserde Marx, materyalizmi çok fazla düşünceye esir olmak ile, idealizmi tamamen pratiği teoriğe indirgemekle, felsefeyi gerçek fiziksel etkinlik ve uygulamaların dışında kalmakla eleştirdi. Bu tarihsel materyalizme ilk göz kırpmasıydı, dünya düşüncelerle değil gerçek, fiziksel çalışma ve uygulamalarla değişiyordu. 1845'te, Prusya kralının ricası üzerine, Fransa hükümeti, İçişleri Bakanı François Guizot'nın bizzat Marx'ı Fransa'dan gitmesini istemesi ile, "Vorwärts!" gazetesi kapatıldı. Marx bunun üzerine Paris'ten Brüksel'e geçti. Fransa'da kalması istenmeyen, Almanya'ya gidemeyen Marx, 1845 Şubat ayında Belçika'da Brüksel'e iltica etmeye karar verdi. Ancak, Brüksel'de kalabilmesi için Marx'ın günlük politik konularla ilgili olarak hiçbir şey yayımlamama sözü vermesi gerekti. Brüksel'de, içlerinde Moses Hess, Karl Heinzen, ve Joseph Weydemeyer'in de olduğu diğer sürgün sosyalistlerle bir araya geldi ve en sonunda, Nisan 1845'te Marx'ın yanına gelmek için Almanya Barmen'den Brüksel'e geldi. O sırada giderek artan sayıda Adalet İçin Birlik grubu üyesi insan da Brüksel'de kendine bir yer arıyordu. Daha sonra Manchester'den Engels'in uzun süredir arkadaşı olan Mary Burns Engels'le birlikte olmak için Brüksel'e geldi. 1845 Temmuz'unun ortasında Marx ve Engels Birleşik Krallık'ta sosyalist bir hareket olan Çartizm (Chartism) liderlerini ziyaret etmek için Brüksel'den ayrılıp Birleşik Krallık'a gittiler. Bu Marx'ın bu ülkeye ilk seyahatiydi ve Engels bu seyahat için en uygun rehberdi. Engels Kasım 1842'den itibaren 1844 Ağustos'una kadar 2 yıl boyunca Manchester'da yaşamıştı. Engels İngilizce öğrenmekle kalmamış, Çartist liderlerle yakın bir ilişki geliştirmişti. Ayrıca, Engels birçok Çartist ve sosyalist İngiliz gazetesi için muhabirlik yapıyordu. Marx, bu seyahati Londra ve Manchester'da farklı kütüphanelerde çalışma yapabileceği iktisat kaynaklarını incelemek için bir fırsat olarak kullandı. Engels ile birlikte Marx kendisinin tarihsel materyalizm kavramını en iyi şekilde ifade ettiği düşünülen kitabı olan "Alman İdeolojisini" yazdı. Bu çalışmasında Marx, felsefi anlamda idealizmden beslenen hem Feuerbach, Bruno Bauer, Max Stirner ve geri kalan tüm Genç Hegelciler ile ve hem de Karl Grun ve diğer "doğru sosyalistlerle" bağlarını kopardı. "Alman İdeolojisinde" Marx ve Engels, tarihteki tek dönüşüm gücü olarak materyalizme dayanan kendi felsefelerini tamamladılar. "Alman İdeolojisi" mizahi satirik bir formda yazılmıştır. Ancak bu mizahi form bile bu eseri sansüre uğramaktan kurtaramadı. Diğer birçok eseri gibi "Alman İdeolojisi" de Marx'ın yaşadığı süre içinde basılamadı ancak 1932 yılında basılabildi. "Alman İdeolojisi" tamamlandıktan sonra Marx, "bilimsel materyalist" felsefeden kaynaklanarak hareket eden gerçek bir "devrimci proleter bir mücadelenin" "teori ve taktiklerini" değerlendiren kendi pozisyonunu ortaya koymak amacıyla hazırladığı çalışmasına döndü. Bu çalışma ütopyacı sosyalistlerle Marx'ın kendi bilimsel sosyalist felsefesi arasında farkı ortaya koymayı amaçlıyordu. Ütopyacıların insanların belli bir zamanda sosyalist harekete katılması için ikna edilmesi gerektiğine inandıkları, insanların başka bir inanca geçmesi için insanın ikna edilmesi gerektiği yöntemiyle, sırada, Marx insanların birçok durumda kendi ekonomik çıkarları doğrultusunda davranmaya eğilimli olduklarının farkındaydı. Bu nedenden dolayı, bir sınıfın en temel maddi çıkarına dönük bir büyük çağrı ile bir sınıfa (burada işçi sınıfı) yapılacak çağrı bir devrim yapmak ve toplumu değiştirmek için sınıfın büyük bir kısmını harekete geçirmek en iyi yol olacaktı. Bu cümle Marx'ın planladığı yeni kitabın yazılma amacıydı. Ne var ki el yazması hükümetin sansüründen geçmesi nedeniyle Marx kitabın adını Felsefenin sefaleti olarak belirledi (1847) ve bu ismi Fransız anarko-sosyalist Pierre-Joseph Proudhon'un yazdığı Sefaletin felsefesi (1840) isimli kitabında ifade edilen "küçük burjuva felsefesi" bir yanıt olmasını istediği için önerdi. Bu kitaplar Marx ve Engels'in en çok tanınan eserleri, o tarihten beri Komünist Manifesto olarak bilinen bir siyaset kitapçığı olan eserleri için bir altyapı oluşturdu. 1846 yılında Brüksel'de yaşarken Marx gizli radikal organizasyon Adalet İçin Birlik ile çalışmaya devam etti. Yukarıda da belirtildiği gibi Marx, Birlik'in bir işçi sınıfı devrimi meydana getirebilecek şekilde kitlesel bir hareket olarak Avrupa çapında işçi sınıfını hareket geçirmek için ihtiyaç duyulan çeşitte radikal bir organizasyon olduğunu düşündü. Ne var ki işçi sınıfını kitlesel bir hareket geçirmek için organize etmek gerekiyordu, Birlik, "gizli" veya "yeraltı" çalışmasına devam etmek ve görünürde siyasi bir parti olarak çalışmak zorundaydı. Birlik üyeleri bu yaklaşıma ikna oldular. Haziran 1847'de Adalet için Birlik kendi üyeleri ile doğrudan işçi sınıfını hedef alan yeni bir açık "yer üstü" yapılanması doğrultusunda yeniden organize oldu. Bu yeni açık siyasal topluluk Komünist Birlik olarak isimlendirildi. Marx ve Engels'in ikisi birden bu yeni yapının programının ve organizasyon ilkelerinin belirlenmesinde görev aldı. 1847'nin sonlarında Marx ve Engels en ünlü çalışmaları olacak eseri yazmaya başladılar - Komünist Birlik için bir eylem programı. Aralık 1847 ile Ocak 1848 arasında Marx ve Engels tarafından birlikte yazılan Komünist Manifesto ilk olarak 21 Şubat 1848 tarihinde basıldı. "Komünist Manifesto" yeni Komünist Birlik'in ilkelerini ortaya koydu. Artık gizli bir topluluk olmadıkları için ilkelerini kamuya açık hale getirmek istediler. Kitapçığın açılış cümleleri Marksizmin temel düşüncesini ifade etmektedir: "Bugüne kadar mevcut toplumların tarihi sınıf savaşlarının tarihidir." Kitap Marx'ın, burjuva (zengin orta sınıf) ve proleterya (endüstriyel işçi sınıfı) arasında giderek büyüdüğünü iddia ettiği çıkar çatışmasının ortaya çıkardığı antagonizmaları incelemektedir. Buradan hareket eden Manifesto, Komünist Birlik'in o dönemdeki diğer sosyalist ve liberal siyasal partilerden farklı olarak kapitalist toplumu ortadan kaldırıp onun yerine sosyalist toplumu getirmek amacıyla proletaryanın çıkarları doğrultusunda hareket edeceğini ortaya koymaktadır. Aynı yılın sonuna doğru(1848), Avrupa 1848 Devrimleri olarak bilinen bir dizi protesto, ayaklanma ve genellikle şiddet dolu karışıklıklar yaşadı. Fransa'da, 1848 Fransa devrimi, monarşi yönetimini devirdi ve İkinci Fransa Cumhuriyeti'ni kurdu. Marx bu tür durumlarda maddi yardım sağlıyordu; o dönemde babasının ölümünden dolayı 6000 veya 5000 Frank gibi önemli bir yekünü olan mirasın üçte biri ile devrimci bir harekete geçmeyi düşünen Belçikalı işçileri silahlandırmak için harcadı. Bu iddialar gerçekleşmese bile, Belçika Adalet Bakanlığı onu tutuklamak üzere suçladı; yeni bir cumhuriyet hükümetine sahip olduğu için güvende olacağını düşündüğü Fransa'ya kaçmak zorunda kaldı. Paris'e geçen Marx, Komünist Birlik'in merkezini buraya aldı ve orada yaşayan farklı Alman sosyalistlerle Alman İşçiler Kulübünü kurdu. Devrimin Almanya'ya sıçramasını umut ederek 1848 yılında Marx "Almanya'daki Komünist Partinin Talepleri" başlıklı bir el ilanı dağıttığı Köln'e geri döndü, bu bildiride Komünist Manifesto'da yer alan 10 maddeden sadece dört tanesini dile getirdi çünkü o dönemde Alman burjuvazisinin proletarya tarafından iktidardan indirmeden önce burjuvazinin Almanya'da güçlü feodalizmi ve monarşiyi iktidardan indirmesi gerektiğine inanıyordu. 1 Haziran tarihinde, Marx günlük bir gazete çıkarmaya başladı; "Neue Rheinische Zeitung", gazetenin finansmanı babasında kalan mirastan arta kalan ile yapılıyordu. Kendi Marksist yorumu ile Avrupa'dan gelen haberlerin düzenlenmesi için Marx baş yazar ve baskın editoryal güç olarak yer alıyordu. Komünist Birlik'ten diğer üyelerin katkılarına rağmen Engels'in ifadesi ile gazete "Marx'ın küçük bir diktatörlüğü" olarak kaldı. Gazetenin editörü olarak Marx ve diğer devrimci sosyalistler düzenli olarak polis baskısına uğruyor ve Marx değişik nedenlerden dolayı kovuşturuluyor, her seferinde de aklanıyordu. Bu sırada Prusya'da demokratik parlamento düştü ve kral, IV. Friedrich Wilhelm, solcu ve diğer devrimci kişilerin ülkeyi terk etmesini sağlayacak düzenlemelere girişen yeni bir kabine oluşturdu. Sonuç olarak, "Neue Rheinische Zeitung"kapatıldı ve Marx 16 Mayıs tarihinde ülkeyi terk etme emri aldı. Marx Paris'e döndü, o sırada Paris'te de ciddi bir karşı devrim dalgası ve kolera salgını vardı ve kendisini bir tehdir olarak gören polis tarafından şehr
i terk etmesi istendi. O sırada dördüncü çocuklarına hamile olan karısı Jenny ile 1849 Ağustos'unda mülteci olarak Londra'ya gitti. Ağustos 1849'da ömrünün sonuna kadar kalacağı Londra'ya yerleşti. Dolayısıyla Komünist Birlik merkezi de Londra'ya taşınmış oldu. Ancak, 1849-1850 kışında, Komünist Birlik içinde August Willich ve Karl Schapper'in başını çektiği bir grup Komünist Birlik'in başını çekeceği acil bir ayaklanma talebinde bulundu. Willich ve Schapper bu şekilde ayaklanmanın ateşinin yakılmasının tüm Avrupa'ya yayılacak bir devrime yol açacağını savunuyordu. Marx ve Engels böylesine plansız bir ayaklanmanın Komünist Birlik için bir macera ve intihar olacağını savundu. Schapper/Willich hizbi tarafından tavsiye edilen böylesine bir ayaklanma kolaylıkla Avrupa hükümetlerinin polis ve silahlı güçleri tarafından bozguna uğratılabilirdi. Bu Marx'a göre Komünist Birlik için her şeyin sonu anlamına gelebilirdi. Marx, toplumdaki değişimlerin, 'bir avuç insanın' isteği ve çabasıyla bir gecede gerçekleşemeyeceğini savunuyordu. Tersine bu değişimler, toplumun bilimsel olarak ekonomik şartlarının incelenmesi ve toplumsal gelişimin farklı safhaları doğrultusunda devrime doğru hareket ettirilmesi ile sağlanıyordu. Gelişimin bu aşamasında (1850 yılı), 1848 yılında tüm Avrupa çapında yaşanan devrimlerin mağlup edilmesini takiben, Marx, özgür seçimler doğrultusunda anayasal bir cumhuriyet kurulması ve tüm erkeklere oy hakkı verilmesi gibi yönetim reformları talepleri konularında feodal aristokrasiyi yenmek için yükselen burjuvanın ilerlemeci öğeleri ile işçi sınıfının işbirliği yapması konusunda Komünist Birlik'in teşvik edici olması gerektiğini düşünüyordu. Diğer bir ifade ile işçi sınıfı işçi sınıfı ajandasını ve işçi sınıfı devrimini gerçekleştirmeden önce burjuva devriminin başarıya ulaşması konusunda burjuva ve demokratik güçlere katılmalıydı. Komünist Birlik'i ortadan kalkmasına neden olacak kadar bir mücadeleden sonra Marx'ın düşünceleri galip geldi ve bunun üzerine Willich/Schapper grubu Komünist Birlik'ten ayrıldı. Bu sırada Marx sosyalist "Alman İşçilerinin Eğitim Derneği" ile yoğun biçimde ilgilendi. Dernek toplantılarını Londra'nın merkezi bölgelerinden Soho'da yapıyordu. Bu organizasyon da Marx'ı ve Schapper/Willich'i takip edenler olmak üzere ikiye ayrılmıştı. Konu başlıkları Komünist Birlik içindeki tartışma başlıklarının aynıydı. Marx, ne var ki, bu dernekte Schapper/Willich grubuna karşı olan mücadeleyi kaybetti ve 17 Eylül 1850, tarihinde dernekten istifa etti Londra'da Marx kendisini tamamen işçi sınıfının devrim organizasyonu çalışmasına verdi. İlk yıllarında ailecek inanılmaz bir yoksulluk içinde yaşadılar. Ana gelir kaynağı, gelirini aile şirketinden elde eden Engels'in sağladığı paraydı. Daha sonra Marx ve Engels birlikte dünyada değişik ülkelerdeki 6 gazeteye yazmaya başladı: Birleşik Krallık, ABD, Prusya, Avusturya ve Güney Afrika. Marx'ın muhabirlik çalışmasının esas kısmını "New York Daily Tribune" gazetesinin Avrupa temsilcisi olarak yaptıkları meydana getirmiştir. İlk yıllarda Marx kendi gazetesi veya kendi felsefesine sempati duyan işverenlerin ona editörlüğünü yaptırdığı gazeteler aracılığı ile işçi sınıfından büyük kitlelerle iletişim kurabiliyordu. Ancak Londra'da kendi gazetesini kurma sermayesi yoktu ve bu işe sermaye yatıracak insanları bulamıyordu. Dolayısıyla Marx "New York Tribune" ve benzeri burjuva gazetelerine makalaleler yazarak kamuoyu ile iletişim kurmaya çalıştı. İlk başta Marx'ın makalelerini Wilhelm Pieper Almancadan İngilizceye çeviriyordu. Zaman içinde Marx tercümeye gerek duyulmayacak biçimde İngilizce makale yazmaya başladı. "New York Daily Tribune" New York şehrinde Horace Greeley tarafından Nisan 1841 tarihinde kurulmuştu. Marx'ın ana iletişim kişisi Charles Dana'ydı. Daha sonra, 1868'de, Charles Dana rakip bir gazete olan "New York Sun" da editör olmak üzere gazeteyi bırakacaktı. Ancak, gene de Charles Dana "Tribune" gazetesinin editör kadrosunda kalmaya devam etti. "Tribune" ile ilgili birçok unsur gazeteyi Marx'ın Atlantik ötesinde sempatik bir kitleye ulaşmasına yardım etmesi bakımından mükemmel bir araç haline getiriyordu. Gazetenin maliyeti için fon bulması onun çok ucuz satılmasını sağlıyordu: 2 sent. Ayrıca ABD'deki işçi sınıfının çoğunluğu tarafından beğeniliyordu. 50.000 lik tirajı ile ABD'de en yaygın dağıtılan gazeteydi. Editöryal olarak, "Tribune" Greeley'nin kölelik karşıtı görüşlerini yansıtıyordu. Tüm bu özelliklerin yanı sıra gazetenin okurları işçi sınıfının ilerlemeci kesiminden gözüküyordu. Marx'ın "New York Tribune" için ilk makalesi Birleşik Krallık parlamento seçimleri hakkındaydı ve 21 Ağustos 1852 tarihinde gazetede yayınlandı. Marx "New York Tribune" gazetesinin Avrupa'da çalıştırdığı gazetecilerden biriydi. Ne var ki, 1850lerin sonunda yaşanan kölelik krizi ve 1861'de patlak veren Amerikan İç Savaşı, ABD kamuoyunun Avrupa ile ilgili konulara ilgisini azalttı. Bu nedenden dolayı Marx, çok erken tarihlerde kölelik krizi ve o zamanki "devletler arası savaş" hakkında çok erken yazmaya başladı. Marx "New York Daily Tribune" gazetesi için gazetenin editöryal politikasının "ilerici" olduğunu düşündüğü sürece makaleler yazmaya devam etti. Ne var ki, Charles Dana'nın 1861'in sonlarında gazeteden ayrılması ve bunun doğal sonucu olarak yeni editörler kurulu yeni bir politika getirdi. Gazete artık tamamen "kölelik karşıtı" değildi. Kuzey ve Güney arasında Güney'in kölelik görüşlerine hak veren bir barış yapılmasını savunuyordu. Marx bu yeni politik pozisyona karşı çıktı bunun sonucu olarak 1863'te "Tribune" gazetesinden istifa etmeye zorlandı 1851 Aralık ayı ile 1852 Mart ayı arasında, Marx, zafer kazanan proleteryanın burjuva devletini yıkmak zorunda olduğu iddiasını desteklediği tarihsel materyalizm, sınıf mücadelesi ve proleterya diktatörlüğü kavramlarını daha geniş biçimde açıkladığı 1848 Fransız devrimi üzerine bir çalışma olan "Louis Bonaparte'in 18 Brumaire'i" isimli kitabını yazdı. 1850ler ve 1860lar aynı zamanda, bazı akademisyenlere göre idealist, Hegelci Genç Marx'ın sonradan daha bilimsel bir zihinle Olgun Marx'ın yazacağı eserlerine giden yolu katettiği yıllardır. Bu ayrım genellikle Yapısalcı Marksizm okulu tarafından dile getirilmekte, ve diğer akademisyenlerin böyle bir durumun varolduğuna katıldıkları anlamına gelmemektedir. 1848 ile 1849 yıllarındaki devrimler Marx ve Engels için büyük birer deneyim olmuştu. Her ikisi de 1848 devrimci ayaklanması gibi tarihsel olayların açıklanabilmesi için kendilerinin tarihin akışının ekonomik okumasının tek geçerli yol olduğundan emin oldular. 1848'den bir süre sonra Marx ve Engels yeni bir ekonomik çökme olmadan yeni bir devrimci ayaklanma olmayacağını düşünmeye başladılar. Toplumda yeni bir devrimci ayaklanma olması için bir ekonomik resesyonun gerekli olup olmadığı Marx ve diğer devrimciler tarafından sorgulanmaya başladı. Marx diğer devrimcileri maceraperestlikle suçladı çünkü onların bir toplumdaki mevcut durumun ekonomik gerçekliklerini dikkate almaksızın sadece devrimcilerin güçlü devrim arzuları ile oluşturacakları gergin hava ile devrimin olabileceğine dair bir inançları vardı. 1852 yılında ABD'de yaşanan ekonomik çöküntü Marx ve Engels'e ABD'de bir devrimci ayaklanmanın çıkıp çıkmayacağını düşündürttü. Ancak ABD ekonomisi klasik bir devrim için çok gençti. Batı bölgesi her zaman başka ülkelerde ciddi sorunlara yol açabilecek kitlelerin sevk edilmesi için bir boşaltma vanası görevi gördü. O yıllarda ülkelerin ekonomileri henüz diğer ülkelerin sınırlarında olumsuz etkileri durdurabiliyordu. Ancak 1857 Paniği olarak bilinen büyük ekonomik kriz ABD'de de başlayıp tüm dünyayı sardı. 1857 Paniği ilk gerçek anlamda küresel ekonomik krizdi. Marx 1844 yılından beri on üç yıldır ara verdiği ekonomi çalışmalarına dünyada olup biteni çok daha derinlemesine anlayabileceğini düşünerek geri döndü. Arka arkaya yaşanan işçi devrim ve hareketlerinin başarısızlık ve hayal kırıklıkları nedeniyle, Marx kapitalizmi derinlemesine anlamaya karar verdi ve British Museum'in okuma odasında siyasal iktisatçıların eserleri ve iktisadi veriler üzerinde çalışmak ve yorumlamak çok uzun saat ve günler geçirdi. 1857 sonunda sermaye, özel mülkiyet, ücretli emek, devlet, dış ticaret ve dünya ticareti hakkında elinde 800 sayfa tutan bilgi notu ve kısa denemeleri olmuştu; bu notlar ""Siyasal İktisadın Eleştirisinin Ana Hatları"" adıyla 1939 yılına kadar basılana kadar gün yüzüne çıkmadı. 1859 yılında Marx "Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı", isimli ilk ciddi iktisat çalışmasını yayınladı. Bu eserin, üç cilt olarak daha sonraki bir tarihte yayınlama niyetinde olduğu Kapital'in girişi olması amacındaydı. "Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı" kitabında, Marx, David Ricardo tarafından savunulduğu gibi emek değer teorisini kabullenmektedir, ancak Ricardo metalar ölçeğinde kullanım değeri ve değer arasında bir ayrım çizerken kullanım değeri ve değer arasındaki gerçek ilişkiyi hiçbir zaman tanımlayamadı. Marx'ın kitabında ortaya koyduğu kanıtlara dayalı mantık yürütme açık bir biçimde kullanım değeri ve ekonomik değer arasındaki gerçek ilişkiyi ortaya koydu. Aynı zamanda kapitalist ekonomide para döngüsü ve para için gerçekten bilimsel bir teori ortaya koydu. Bunlardan dolayı, "Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı" yayınlandığında büyük bir heyecan dalgası yarattı. Kitap satışa çıkar çıkmaz çok hızlı biçimde tükendi. "Artı-Değer Teorileri" () Karl Marx, tarafından Ocak 1862 ve Temmuz 1863 tarihleri arasında oluşturulmuş el yazmalarından meydana gelmektedir. Kitap esas olarak 1750'lerden beri tartışılan Almanca "Mehrwert" (artı-değer) kavramı hakkındaki teorilerle ilgilenmekte, servet oluşumu hakkında İngiliz, Fransız ve Alman siyasal iktisatçıların özellikle David Ricardo ve Adam Smith'in görüşlerini eleştirel olarak incelemektedir."Artı-Değer Teorileri" kitabı genellikle Kapital'in 4.cildi olarak kabul edilmekte ve iktisadi düşüncenin tarihinde ilk kapsamlı eserlerden biri olarak görülmektedir. 1864 yılında , Marx
Uluslararası Emekçiler Birliği (diğer bilinen adıyla "Birinci Enternasyonal")'e katıldı, ve yönetimine seçildi. Bu organizasyonda Marx, Mikhail Bakunin'in (1814–1876) başını çektiği anarşist kanat ile mücadele içindeydi. 1872'de gerçekleşen Birinci Enternasyonal'in 4.kongresi olan Lahey Kongresi'nde Bakunin'in Marx'ın fikirlerini "otoriter" olarak değerlendirmesiyle iki grup arasında büyük çekişmeler yaşanmış, sonunda Bakunin ve anti-otoriter çevreler kongreden ihraç edilmiştir. Mücadeleden Marx galip çıksa da, 1872 yılında Marx'ın da desteklediği biçimde örgüt merkezinin Londra'dan New York'a taşınma kararı Enternasyonal'in güç kaybetmesine neden olmuştur. 1867'de dev çalışması, kapitalist üretim sürecini analiz ettiği Kapital'in ilk cildi yayımlanır. İkinci ve üçüncü cildi üstünde çalışmalarını sürdürür ancak bu ciltler ölümünden sonra Engels tarafından yayımlanabilecektir. Burada Marx, Thomas Hodgskin'in düşüncelerinden etkilenerek geliştirdiği emek değer teorisini ayrıntılara inerek anlatmaktadır. Marx, Kapital'de birden çok kere Hodgskin'in "takdiri hakeden" dediği "Sermayenin Talepleri Karşısında Emeğin Savunulması" isimli eserinden alıntılar yaptığını yazmaktadır. Hatta Marx modern kapitalist üretim sürecinde emeğin yabancılaşmasını Hodgskin'in tanımladığını aktarmaktadır. "Bireysel emeğin artık doğal bir ödülü yok. Her emekçi bütünün sadece, tek başına anlamı ya da kullanım alanı olmayan bir parçasını üretmekte ve emekçinin kendini kıyaslayabileceği ve 'bu benim üretimim, bunu kendime ayırıyorum' diyebileceği hiçbir şey ortada bulunmamaktadır." Kapital'in ilk cildinde Marx, kar oranının düşmesine ve endüstriyel kapitalizmin çöküşüne neden olacağını tartıştığı artı değer ve sömürü kavramlarını da anahatlarıyla ortaya koymaktadır. 1871'in sonbaharında Kapital'in Almanca birinci baskısı tamamen satılmış ve ikinci baskısına geçilmişti. Kapital'in Rus dilinde basımı için yoğun talep 27 Mart 1872'de kitabın Rusça 3000 kopya basılmasına neden oldu. "Fransa'da İç Savaş" Karl Marx tarafından Enternasyonal'in genel kuruluna gönderilme amacıyla Nisan-Mayıs 1871'de yazılan kitaptır.Haziran 1871'de basılmış, 1872 yılında yaygın bir basımla birçok dile çevrilmiş Avrupa ve ABD`de yayımlanmıştır. Marx'ın sağlığı hayatının son on yılında gittikçe bozulmaya başladığı için önceki yıllarda gösterdiği üretkenliği sağlayamadı. 1875'te yayımlanan "Gotha Programı'nın Eleştirisi" devrim stratejisi, proletarya diktatörlüğü, kapitalizmden komünizme geçiş ve işçi sınıfı partisi konularını ele alır. Bu kitapta, "Herkesten yeteneğine göre, herkese gereksinmesine göre" prensibinin komünist toplumun sloganı olması gerektiğini beyan eder. Kapital'in ikinci ve üçüncü ciltleri Marx'ın ölene kadar üzerinde çalıştığı el yazmaları olarak kaldı. Her iki cilt Marx'ın ölümünden sonra Engels tarafından bastırıldı. Kapital II.Cilt Engels tarafından yayına hazırlanıp Temmuz 1893'te bastırıldı: "Kapital II: Sermayenin Dolaşım Süreci". Kapital III:Cilt bir yıl sonra 1894 Ekim ayında bastırıldı: "Kapital III.Cilt: Bir Bütün Olarak Kapitalist Üretim Süreci". "Artı-değer Teorileri", "Marx ve Engels'in Ortak Eserleri" nin 30, 31, 32 ve 33.ciltlerini oluşturan "1861-1863 İktisat El Yazmaları"ndan ve "Marx ve Engels'in Ortak Eserleri" nin 34.cildini oluşturan "1861-1864 İktisat El Yazmaları" ndan oluşturulmuştur. "Artı-değer Teorileri" ni meydana getiren "1861-1863 İktisat El Yazmaları" nın esas metni "Ortak Eserler" in 30.cildinin son kısmını, 31.cildin, ve 32.cildin tamamını meydana getirmektedir. "Artı-değer Teorileri" nin Almanca kısaltılmış bir baskısı 1905'te ve 1910'da yayımlanmıştır. Bu kısaltılmış baskı İngilizceye çevrilip 1951'de Londra'da basılmıştır. "Artı-değer Teorileri" nin kısaltılmamış tam baskısı 1963 ve 1971 yıllarında Kapital'in 4.cildi olarak Moskova'da basılmıştır. 8 Mart 1881 tarihli Vera Zasuliç'e gönderdiği mektupta, Marx, Rusya'nın gelişimin kapitalist aşamasını atlama ihtimalini ve mir tipi köylerdeki ortak toprak kullanımı temelinde komünizmi inşa etmesi tasarımını dile getirmektedir. Rusya'nın kırsal komününün Rusya'nın toplumsal yenilenmesinin dayanak noktası olduğunu kabul ederken Marx, kapitalist aşama olmaksızın doğrudan sosyalist aşamaya geçmesi için mir'in yönetilmesi sırasında "her taraftan bu yapıya saldıracak zararlı etkilerin öncelikle engellenmesinin gerektiği" konusunda uyarıda bulunmaktadır. Bu zararlı etkilerin engellenmesiyle Marx kırsal komünün kendiliğinden gelişiminin normal şartlarının gerçekleşebileceğini öngörmektedir. Ne var ki Vera Zasulich'e gönderilen aynı mektupta Marx "kapitalist sistemin özünde...üreticinin üretim araçlarından tamamen ayrılmasının yattığına" işaret etmektedir. Mektubun bir bölümünde Marx antropolojiye olan ilgisinin her geçen gün artmasından bahsetmektedir; gelecekteki komünizmin bizim tarih öncesi geçmişimizin komünizmine daha üst bir düzeyde geri dönüş olacağı inancıyla bu bilim dalına ilgi duymaktaydı. Şöyle yazmıştır: "Çağımızın tarihsel eğilimi kapitalist üretimin en yüksek seviyesine ulaştığı Avrupa ve Amerika ülkelerinde ölümcül bunalımlarıdır; modern toplumun en arkaik tipte ortaklaşmacı üretim ve iş bölümünün daha üstün bir biçimine dönüşmesine neden olacak şekilde kendi yıkımına son verecek bir bunalım". Şunu da eklemiştir: "ilkel komünlerin canlılığı karşılaştırılmaz biçimde Samilerden, Yunanlardan, Romalılardan vb diğer toplumdan daha üstündü, ziyadesiyle modern kapitalist toplumlardan da". Ölmeden önce, Marx Engels'e bu düşüncelerini yazmasını istedi, kitap 1884 yılında yayımlandı: "Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni". Marx ve Jenny von Westphalen'ın yedi çocukları oldu, ancak özellikle Londra'daki yaşamları boyunca içinde bulundukları kötü hayat şartları nedeniyle sadece üç çocukları yetişkin yaşlara kadar yaşayabildi. Çocukları şunlardı: Jenny Caroline (evlilik soyadı. Longuet; 1844–83); Jenny Laura (evlilik soyadı. Lafargue; 1845–1911); Edgar (1847–1855); Henry Edward Guy ("Guido"; 1849–1850); Jenny Eveline Frances ("Franziska"; 1851–52); Jenny Julia Eleanor (1855–98) ve ismi konulmadan bir bebekleri daha öldü (Temmuz 1857). Marx'ın yanlarında çalışan yardımcıları Helene Demuth'dan Freddy isminde bir çocuğu daha olduğuna dair iddialar bulunmaktadır. Marx, özellikle yetkililerin onu takip etmelerini güçleştirmek için çoğunlukla bir ev ya da daire kiralarken, sıklıkla takma isim kullanırdı. Paris'te iken, 'Mösyö Ramboz' takma adını kullanırken Londra'da yaşarken mektuplarını 'A.Williams' diye imzalardı. Arkadaşları koyu ten rengi ve dalgalı saçlarına atfen onun Kuzey Afrika halkı Moor'lara benzediğini düşünerek "Moor" diye çağırırken o çocuklarının onu "Yaşlı Nick" ve "Charley" diye çağırmalarını isterdi. Kendisi de arkadaşlarına ve aile üyelerine takma isim takmaktan hoşlanıyordu: Friedrich Engels'e "General", yardımcıları Helene için "Lenchen" veya "Nym" kızları Jennychen'e "Çin İmparatoru; Qui Qui" ve Laura için "Kakadou". Biyografi yazarı Sylvia Nasar'a göre, Marx hiçbir zaman İngilizceyi tam anlamıyla öğrenmedi ve son otuz yıl boyunca yaşadığı Birleşik Krallık'ta hiçbir fabrikayı ziyaret etmedi. Karısı, Jenny’nin Aralık 1881’de ölümünden sonra Marx, hayatının geride kalan on beş aylık döneminde onu hasta halde bırakacak kesilmeyen akıntılı bir nezleye yakalandı. Bu hastalığı takiben Marx’ta, 14 Mart 1883’te ölmesine neden olacak bronşit ve plörezi gelişti. Vatansız bir insan olarak öldü; Londra’daki ailesi ve arkadaşları tarafından 17 Mart 1883 tarihinde Highgate Mezarlığı’na defnedildi. Cenazesinde dokuz ile on bir kişi arasında yas tutucu vardı. En yakın birkaç arkadaşı, içlerinde Wilhelm Liebknecht ve Friedrich Engels olmak üzere konuşma yaptı. Engels’in konuşmasından bir pasaj buradadır: Marx'ın kızları Eleanor ve Laura, eşleri Charles Longuet ve Paul Lafargue, Marx'ın iki Fransız sosyalist damadı, oradaydılar. Liebknecht, Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin kurucusu ve lideri, Almanca bir konuşma ve Longuet, Fransız işçi sınıfı hareketinin önemli bir şahsiyeti olarak, Fransızca kısa bir konuşma yaptı. Aynı zamanda Fransa ve İspanya işçi partilerinden gelen iki telegraf okundu. Engels’in konuşmasıyla cenaze töreninin programının tamamı oluşturulmuştu. Cenazeye katılan akraba olmayan diğer kişiler ise Marx’ın üç komünist arkadaşıydı:Friedrich Lessner, 1852’deki Köln komünist davasından üç yıl hapis cezası almıştı; G. Lochner, Engels’in ifadesiyle “Komünist Birliği’n eski bir üyesi”; ve Carl Schorlemmer, Manchester’da bir kimya profesörü, Royal Society’nin bir üyesi, ve aynı zamanda 1848 Baden devriminde yer almış bir komünist aktivist. Cenazeye katılan bir diğer isim ise daha sonra çok ünlü bir akademisyen olacak olan bir İngiliz zoolog Ray Lankester’dı. 1895’teki ölümünde Engels, Marx'ın hayattaki iki kızına 4.8 milyon dolarlık mirasının önemli bir kısmını bıraktı. Marx'ın mezartaşı na şunlar kazınmıştır : "Bütün ülkelerin işçileri, birleşin!", Komünist Manifesto’nun son cümlesi ile (Engels tarafından düzenlenen) "Feuerbach Üzerine Tezler" in 11.si : "Düşünürler bugüne kadar sadece dünyayı değişik biçimlerde tercüme etmeye çalıştılar - oysa gerekli olan onu değiştirmektir". Büyük Britanya Komünist Partisi Laurence Bradshaw tarafından yapılan bir kafa büstü ile 1954 yılında anıtsal bir mezartaşı yaptırdı; Marx’ın ilk yapılan mezartaşı ise oldukça mütevaziydı 1970 yılında ev yapımı bir bomba ile bu anıtı yok etme teşebbüsü söz konusu oldu. Marksist tarihçi Eric Hobsbawm şunları söylemektedir: "Marx’ın başarısız biri olarak öldüğünü kimse söyleyemez çünkü, Birleşik Krallık'ta kendisini takip eden ciddi bir kitle oluşturamasa bile fikirleri Almanya ve Rusya’da sol hareketleri derinden etkilemiştir. Ölümünden sonraki 25 yıl içinde politikalarında Marx’ın etkisini kabul eden kıta Avrupa’sındaki sosyalist partiler temsilî demokrasi içinde seçim yapılan ülkelerde yüzde 15 ile 47 arasında oy kazanmışlardı." Marx'ın diğer düşünürlerle polemiği çoğunlukla eleştiri üzerinden olmuştur ve bundan dolayı "toplum bilimlerinde eleştirel metodun ilk bü
yük düşünürü" olarak adlandırılmıştır. Spekülatif felsefeyi, metafiziği ideoloji ile eşitleyerek eleştirmiştir. Bu yaklaşımı uyarlayarak Marx anahtar bulguları ideolojik önyargılardan ayırmaya çalışmıştır. Bu çabası onu çağdaşı olan düşünürlerden farklı kılmıştır. Tanımlanamayan bir despot tarafından yönetilen; yüzü olmayan,bürokratik despotizmi tanımlayan Tocqueville gibi Marx tek bir tiran hakkında konuşan düşünürlerden ve tek bir despotun doğasını tartışan Montesquieu'dan ayrılır. Bunun yerine Marx "sermayenin despotizmini" çözümlemek için yola çıkar. Temelde Marx, hem insanları hem de maddi nesneleri içine alan insanlık tarihinin insan doğasının dönüşümünü içerdiğini kabul eder. İnsanlar hem kullanılan hem de potansiyel özleri olduğunu fark etmektedir. Marx ve Hegel'in her ikisi için, öz-dönüşüm bu farkındalıktan kaynaklanan içsel bir yabancılaşma tecrübesi ile başlamakta; gerçek özün, kendi potansiyel karşılığını kavranılacak bir şey olarak gördüğü bir özne olarak tecrübe etmesi ile takip edilmektedir. Marx daha sonra doğayı arzulanan biçimde kalıba sokarak öznenin nesneyi kendisinin kıldığını ve bu durumun bireyi tam bir insan olarak kendini gerçekleştirmesine izin verdiğini tartışır.Marx için, insan doğası—"Gattungswesen" insan emeğinin bir işlevi olarak gerçekleşir. Marx'ın değeri olan emek düşüncesine temel olan önermesi şudur; bir öznenin yabancılaştığı nesne ile uzlaşabilmesi için ilk olarak nesne öznenin dünyasındaki her türlü maddi ve manevi materyal üzerindeki nüfuzundan kurtulmalıdır. Marx, Hegel'in "iş"in doğasını ortaya koyduğunu belirtir ve "kendi emeğinin" bir sonucu olarak gerçek olduğu için otantik biçimde nesnel insanı kavramakta ancak Hegelci öz gelişimi gereksiz yere ruhani ve soyut kabul etmektedir. Marx burada Hegel'den, nesnelerin insanın hayatını anlamlı kılmalarından dolayı kendi doğasını tatmin etmek için "gerçek, anlamlı nesnelere" sahip olmaktadır ya da kendi hayatını sadece gerçekten anlamlı nesnelerle anlamlı kılabilmektedir anlamına gelecek "insan doğal kapasiteleri olan materyalist, gerçekçi, duyarlı nesnel bir canlıdır gerçeğinde" ısrar etmesiyle ayrılmaktadır. Sonuç olarak Marx, Hegel'in "çalışmasını", doğanın emek gücü terimi ile yer değiştirmesini insanın kapasitesi çerçevesinde elden geçirip maddi "çalışmaya" dönüştürmüştür. Marx'ın tarihsel materyalizm kuramı toplumun her zaman temel olarak -üretim ilişkileri ve buna bağlı olarak ekonominin sistemin dinamiği olduğu- maddi koşullara göre belirlendiğini öne sürer. İnsanlar öncelikle "yaşamlarını sürdürmek gayesiyle içmek, yemek, barınmak ve giyinmek" gibi gereksinmeleri karşılamak için ilişkiye girer. Marx ve Engels, Batı toplumlarının gelişmesini ve geleceğini, birbirini takip eden ilk dört döneme ayırır ve beşinci olarak gelecekte yaşanacağını varsaydıkları komünizm dönemini öngörür: Marx'a göre, insanın kendi emeğine yabancılaşması (meta fetişizmine dönüşen süreç), kapitalizmin en belirgin niteliğinden biridir. Kapitalizmden önce, Avrupa'da var olan piyasalarda üreticiler ve tüccarlar mal alıp satardı. Kapitalist üretim tarzının gelişmesiyle birlikte emeğin kendisi bir mal (meta) halini almıştır. İnsan artık yaptığı ürünü değil, kendi emek gücünü belirli bir ücret karşılığında anlaşarak satmaktadır. Emek gücü, insanın zanaatçılığından farklılaşarak sistemin devamlılığını sağlayan, tamamıyla alınıp satılabilen bir araç haline gelmiştir. Emek gücünü satmak zorunda olanlara proletarya, bu emek gücünü satın alan, genellikle mülk ve üretim teknolojisine sahip gruba da burjuva denir. Proleterler, kapitalistlerden sayıca ve kaçınılmaz olarak fazladır. Marx, endüstriyel kapitalistlerin tüccar kapitalistlerden ayrıldığını söyler. Tüccar bir piyasadan bir malı alır ve diğer bir piyasada, piyasadaki arz ve talep kanunlarına bağlı olarak, daha yüksek bir fiyattan satar. Böylece bir arbitraj oluşturur. Öte yandan kapitalistler, üretilen maldan bağımsız olarak emek piyasası ile piyasa arasındaki farklılıktan yararlanır. Marx, her başarılı endüstrinin birim maliyeti girdisi ile birim fiyatı çıkışı arasında fark bulunduğunu söyler. Bu farklılık artı değer olarak adlandırılır ve bu artı değer kaynağını işçinin ürettiği artı emekten alır, bu el konulan artı değer kapitalist kazancın esas bölümünü oluşturur. Marx ve Engels, Komünist Manifesto'da burjuvanin tarihte daha önceden görülmemiş devrimci bir rol oynadığını söyler, ama bu kapitalist üretim sürecinin yaşayacağı krizleri bütünüyle engelleyebilecek güçte olduklarını göstermez. Teknolojinin sürekli gelişmesi, ekonominin büyümeye endeksli olması ve kârın arttırılması gerekliliği kapitalizmi periyodik krizlere mahkûm eder. Bu büyüme, kriz ve tekrar büyüme süreci sonunda her defasında bir öncekinden daha ciddi bir krize yol açacaktır. Aynı zamanda bu süreçte kapitalist sürekli zenginleşmeye çalışacak, işçi de gittikçe güçsüzleşecektir, çünkü artı değeri oluşturan artı emektir. Sonunda proletarya üretim araçlarına el koyacak ve herkese eşit biçimde dağıtacaktır. Uzlaşmak ihtimali mümkün değildir, çünkü kapitalist sistemde bu uzlaşmanın sınıf farklılığını ortadan kaldırma şansı yoktur. Aksine kapitalistler önceki avantajlı durumunu devam ettirmek için şiddete başvuracaktır. Bu geçiş sürecinde iyi organize olmuş devrimci bir gücün ortaya çıkıp idareyi ele alması gerekir. Marx, Gotha Programı'nın Eleştirisi'nde şöyle yazar: Marx'ın düşüncesi aşağıda yer alan isimlerle sınırlandırılamayacak kadar çok sayıda düşünürden etkiler taşıdığını ortaya koymaktadır: Tarihsel materyalizm (Engels ve Lenin tarafından tartışmalı biçimde diyalektik materyalizmin felsefesi olarak uyarlandı) olarak adlandırılan Marx'ın tarih görüşü Hegel'in 'kişinin gerçeği (ve tarihi) diyalektik olarak incelemelidir' tezinin etkisini açıkça göstermektedir. Ne var ki, Marx düşüncenin önüne maddenin önceliğini iddia ederek materyalist terimlerle diyalektiği yeniden yazma girişiminde bulunurken Hegel düşünceyi öne alarak idealist terimlerle düşünmüştü. Hegel "ruhu" tarihe yön verdiğini savunurken, Marx bunu dünyayı şekillendiren insanlık gerçeğini ve onun fiziksel eylemlerinin üstünü örten gereksiz bir mistikleştirme olarak gördü. Marx, Hegelciliğin gerçeği amuda kaldırdığını ve birinin ayakları üzerine oturtmasına ihtiyacı olduğunu yazdı. Mistik ifadeleri sevmemesine rağmen Marx birçok eserinde Gotik edebiyat dili kullanmıştır. Das Kapital'de sermayeyi emeğin ürünlerini çevreleyen nekromansiye benzetir. Fransız sosyalist ve toplum bilim düşüncelerinden etkilenmiş olmasına rağmen Marx, ütopyacı sosyalistleri onların savunduğu küçük ölçekli sosyalist toplulukların marjinalleşmeye ve fakirleşmeye mahkum olacaklarını ve ancak ekonomik sistemde büyük ölçekte bir değişikliğin gerçek değişimi getirebileceğini iddia ederek eleştirmişti. Marx'ın Hegelciliğe dönük revizyonuna diğer en önemli katkı Marx'ı tarihsel diyalektiği sınıf mücadelesi terimleriyle düşünmesine yol açan ve devrim için modern işçi sınıfını en ilerici güç olarak görmesine neden olan Engels'in 1844 Yılında İngiltere'de İşçi Sınıfının Koşulları kitabından geldi. Marx tarih ve toplumu bilimsel olarak çalışabileceğini ve tarihin eğilimlerini ve toplumsal çelişkilerin elde edilen sonuçlarını kavrayabileceğini düşündü. Buradan yola çıkan bazı takipçileri komünist devrimin kaçınılmaz şekilde gerçekleşeceği sonucuna ulaştı. Ne var ki Marx Feuerbach Üzerine Tezler kitabında yer alan ünlü on birinci tezde yer alan "düşünürler değişik biçimlerde sadece dünyayı tercüme etti; artık onu değiştirme zamanı" ifadesine uygun davranarak dünyayı değiştirmeye adadı. Marx ve Engels'in çalışmaları, toplum ve tarihin kompleks analizini sunan birçok başlıktan oluşur. Karl Marx'ın görüşleri, özellikle ölümünden sonra, Marksizm genel başlığı altında incelenir ve tartışılır. Ama Marksistler arasında Marx'ın yazılarının nasıl yorumlanması ve varolan olaylara ve durumlara nasıl uyarlanması gerektiği konusunda çeşitli ciddi tartışmalar vardır. Hatta bu tartışmalar henüz Marx hayattayken ortaya çıkmıştır, Marx 1883 yılındaki ölümünden önce hem Paul Lafargue hem de Fransız işçi lideri Jules Guesde'yi ""devrimci deyim tüccarı"" olmakla suçlamıştır. Fransa partisi reformist ve devrimci olarak ikiye bölündükten sonra, devrimcinin lideri Jules Guesde Marx'tan emir almakla suçlanmış, Marx da Lafargue'ye "Eğer Marksizm buysa, ben Marksist değilim" demiştir. (""Ce qu'il y a de certain c'est que moi, je ne suis pas Marxiste"", bu söz Engels'in Eduard Bernstein'e yolladığı 2-3 Kasım 1882 tarihli mektubunda geçer.) Genel olarak, Marksist sözü Marx'ın kavramsal dilini ("üretim biçimi", "sınıf savaşı", "meta fetişizmi" gibi) kapitalist ve diğer toplumları anlamak için kullanan ya da işçi devriminin komünist topluma geçişi sağlayan tek araç olduğuna inanan kişiler için sarfedilir. Marx'ın kuramının genelini ya da bir kısmını kabul edip bütün akıl yürütmelerini kabul etmeyen kişilerin nasıl adlandırılacağı da tartışma konusudur. Marx'ın ölümünden 6 yıl sonra ilk kongresi yapılan İkinci Enternasyonal, politik hareket için önemli bir merkez oluşturdu. Büyük işçi partilerinin, özellikle Marksist Almanya Sosyal Demokrat Partisi, katılımıyla Birinci Enternasyonal'den daha başarılı oldu. Bazı üyelerin Eduard Bernstein'in ortaya attığı evrimsel sosyalizm teorisine ilgi duymaya başlaması ve patlak veren I. Dünya Savaşı 1914'te bu Enternasyonalin sona ermesine yol açtı. Vladimir Lenin önderliğinde Marksist Bolşevikler'in Ekim Devrimi ile Rusya'da iktidarı ele alması dünya çapında büyük bir yankı yarattı. Moskova'da Mart 1919'da kurulan "Üçüncü Enternasyonalin amacı tüm dünyada Komünist partilerin kurularak uluslararası proleter devrimine yahut dünya devrimine yardım etmeleriydi. Marx, komünist devrimin Fransa, Almanya ve Birleşik Krallık gibi ileri derecede sanayileşmiş ülkelerden başlayacağını düşünüyordu. Lenin ise emperyalizm çağında ""eşitsiz ekonomik ve siyasal gelişme yasasına"" bağlı olarak, Rusya'nın eski bir tarım ülkesi olmasına rağmen aynı zamanda emperyalizmle ilişkili olarak endüstriyel sıkı
README.md exists but content is empty. Use the Edit dataset card button to edit it.
Downloads last month
0
Edit dataset card