Resource
stringclasses
2 values
DocID
int64
1.32M
1.44M
Class
stringclasses
8 values
Text
stringlengths
62
18.2k
Milliyet
1,326,481
Yazarlar
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya'nın dünkü kritik açıklamasını, bir bölümü eski Genel Başkan Deniz Baykal'a yakın olan milletvekilleriyle TBMM'deki makamında seri görüşmeler yaparken öğrendi. Rahatlayan Kılıçdaroğlu, ilk tepkisini "Çok memnun oldum" ifadesiyle gösterdi.Çünkü, Kılıçdaroğlu'nun tayin ettiği yeni yönetimin yargı tarafından da tescili anlamına gelen bu karar, hukuki olmanın ötesinde anlam taşıyor. Bu karar; il başkanına, milletvekiline, belediye başkanına, delegesine, kısacası tüm örgüte, karar mekanizmasındaki yeni gücü işaret ediyor. Yani "tüzük kurultayına gerek yok" diyen Başsavcı, Önder Sav ve ekibi karşısında Kılıçdardoğlu'nu ikinci kez rahatlatmış oldu.CHP'de önceki günkü depremin ardından dün akşama kadar yaşanan perde arkası gelişmelere gelince. Cephelerde durum şöyle özetlenebilir:Kılıçdaroğlu cephesiGenel Başkan Kılıçdaroğlu, milletvekilleri ve PM üyeleri, Genel Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin ise il başkanları ve delegeler üzerinde yoğun bir ikna çalışması başlattı. Gürsel Tekin, bütün il başkanlarıyla tek tek görüşerek aldığı izlenimleri Genel Başkan'a aktardı. Tekin cephesinden, belirleyici sayıda il başkanının Kılıçdaroğlu'na destek mesajı verdiği haberleri geldi.Kılıçdaroğlu'nun milletvekilleri ve PM üyeleriyle temaslarının ana eksenini ise, Önder Sav ve ekibinin, kavganın ana nedeni olarak sunduğu, CHP'nin sağa yanaştığı yolundaki ideolojik gerekçeyi çürütme turları oluşturdu. Kılıçdaroğlu'nun, görüştüğü isimlere, önümüzdeki erken seçimde, CHP'nin oy oranını artırabilmesinin ancak yönetimde ve söylemde yenileşme ile gerçekleşecebileceği yolunda mesaj verdiğini söyleyebiliriz.Kılıçdaroğlu cephesinden dün akşam saatlerinde gelen hava, "seçime kadar kurultaysız bir süreci zorlamak"tı. PM üyelerinin ve il başkanlarının Sav aleyhine çözülmesini sağlamak, Kılıçdaroğlu cephesi için hem kurultaylı hem de kurultaysız süreç için önem taşıyor.Son koz "hodri meydan"Gelen haberlerden Kılıçdaroğlu'nun ikna görüşmelerinin etkili olduğu anlaşılıyor. Buna karşın CHP liderinin, PM üyelerinin çoğunluğunun kurultayda ısrar etmesi halinde, "hodri meydan" diyerek seçimli kurultay çağrısı yapmayı düşündüğü ve ekibiyle bunu paylaştığı belirtiliyor. Bu halde de Sav ve ekibini PM'den çarşaf liste yöntemiyle dışlamayı planladığı kaydediliyor.Sav cephesiSav cephesi ise önce, dün Yargıtay Başsavcısı'ndan gelecek haberi bekledi. Sav ve arkadaşlarının beklentisi, Başsavcı'nın başvuruyu Anayasa Mahkemesi'ne havale etmesiydi. Başsavcılığın karar mercii olmadığı, siyasi partilerle ilgili olarak gördüğü usulsüzlükler konusunda partiyi önce uyarıp ardından da Anayasa Mahkemesi'ne bildirmekle görevli olduğunu savunuyorlardı. Ancak böyle olmadı. Sav cephesinin, Başsavcının kararına itiraz edebilecek bir hukuk yolunu araştırdıklarını öğrendik.Sav ve ekibi, PM'deki çoğunluklarını korumaya çalışıyor. Dün sabaha kadar bu cephenin elindeki en önemli koz, PM'de çoğunluktu. PM üyelerinden 15'e yakın ismin tüzük kurultayı toplanması yolundaki iradelerini geri çektiği haberleri üzerine, Sav, bu üyelerden bazıları ve kimi milletvekilleriyle art arda görüşmeler yaptı. Sav cephesinden dün temas ettiğimiz kurmaylar, hedefin kurultayı mutlaka toplamak olduğunu belirttiler. Bu cephede, geçen zamanın delege hakimiyetinde bir kırılmaya yolaçacağı kaygısının dillendirilmeye başladığını söyleyebiliriz.
Milliyet
1,318,951
Yazarlar
Fransa'nın en önemli radyolarından Skyrock'ta bir yayın, CSA (Fransa'nın RTÜK'ü yani) tarafından tam 200 bin euro para cezasına çarptırıldı. Gençlere yönelik yayın yapan radyonun çok dinlenen zaman diliminde 'belden aşağı' konuşmaların en uç noktalara gitmesi ve ardından gelen tepkiler üzerine, CSA radyo istasyonuna ceza kesmişti. 2008 yılına ait bu olay için radyonun önerisi bu ceza karşılığı bir konser yapılması ve bunun radyoda yayınlanması olmuş! Elbette bu parayı verecek halleri yok. ÜNLÜ PARFÜMCÜ KONUŞTU, KANALIN BAŞI YANDI Bir başka örnek ise France 2'nin başına geldi. Ünlü parfümcü Jean Paul Guerlain, yeni piyasa çıkan Samsara markasıyla ilgili France 2 kanalında bir programda konuştu. Guerlain'ın Kölelik zamanını çağrıştırarak "Zenci gibi çalıştım. Bilmiyorum, zenciler benim kadar çalıştılar mı..." diye devam eden açıklamalarının ardından, CSA kanaldan bir savunma istedi. Duruma göre kanala para cezası gelebilir. Guerlain'ın sözlerinin 'yanlış anlaşıldığı' yönünde açıklama yapması bir şeyi değiştirmedi. 'Irkçı' olarak nitelenen ünlü parfümcünün şirketi de bu konuşmayı 'kabul edilemez' bulduğunu açıkladı. MÜZİKLERİ İLE ETKİLİ DİZİ HANGİ KANALDA? 'Cold Case' baştan sona bir kere daha Kanal A'da bu akşam başlıyor. Her akşam 19.15'te. Başarılı grupların müzikleri eşliğindeki diziyi bir daha izlemek isteyenlere rehber olalım dedik. 12 MART GENÇLİĞİ İz TV'de gazeteci Nazım Alpman imzalı 'Yakın Tarih' belgeselinde 12 Mart dönemi gençliği anlatılıyor. Bir değil, iki değil, daha çok anlatılmalı. Türkiye, yakın tarihinde pek çok önemli olaya tanık oldu. Bu olayların çoğu, hafızalardan silindi, unutuldu. 12 Mart gençliğinin operasyonlar altında 'şehir gerillası' oluşundan, 'cezaevi gençliği' haline gelişine kadar neler yaşandı? 12 Mart gençliğinin kaderinde neler vardı? İdam cezaları, müebbet hapislikler mi? Peki, onların düşleri neydi? (23.00) YERLİ CİNAYETLERİMİZİN DE ÇÖZÜLME HAKKI VAR Discovery kanalında cinayetler ve çözümleri üzerine çeşitlemeler var. Amerikalılar bunlara pek meraklı. Dokü-drama, film, polisiye diziler vs. O anlatıma yaklaşmak kolay değildir. Ama bizim yerli 'Kanıt' zoru başardı diyebilirim. Kendi 'öz cinayetlerimizin' heyecan verici ve sürükleyici bir şekilde çözülmeye hakkı yok mu? İlla Amerikalının cinayetlerini mi izlemek zorundayız? Kanıt işte bu soruya cevap verebilecek kıvama geldi ki, devam ediyor. (KANAL D / 23.00) BİRİ BİTECEK, BİRİ BAŞLAYACAK TV8 yeni transferlerini arka arkaya iki programda bugün ekrana getiriyor. "Gerçek kadın sorunları, sömürülmeden, ajite etmeden ele alınacak ve tartışmayı havada bırakmayacak çözümler ortaya konacak. Haberin nesnesi olan kadınlar özne olmanın özgürlüğünü TV8 ekranlarında yaşayacak.". Metinde böyle yazılmış Özge Özsağman için. Onun için değişik bir format. Akşam saatlerinde siyasi ağırlıklı biraz da ajitasyon kokan tartışmaların sunucusuydu. Sert haliyle akıllarda kaldı. 'Haberin Öznesi' bakalım sakin geçecek mi? (14.15). Ardından Bahar Feyzan geliyor. Programın adı '50 dakika'. Bahar Feyzan bir marka. Bence yerinde bir transfer oldu. Daha doğrusu 24 yanlış bir karar verdi. Öyle bir iki lafa takılıp Feyzan'ın işine son verdi! (16.30)
Milliyet
1,325,009
Yazarlar
Kürt sorununun ve çatışmanın çözümü tartışmalarında şu ana kadar öne çıkan üç iri başlık var: 1- Silah bırakma. 2- Anadil eğitimi. 3- Adem-i merkeziyet. Bu üç başlığı da Dr. Cengiz Aktar'la konuştukSöyleşimizin dünkü ilk bölümünde silahsızlanma için IRA'dakine benzer, yabancı uzmanlardan oluşan bir komisyon kurulmasını öneren Aktar, silahların BM'ye teslim edilmesi fikrinin ise gerçekçi olmadığını söylüyor. 1- SİLAHSIZLANMASizce PKK'nın silah bırakması tıpkı IRA'nınki gibi 13 yıl kadar uzayacak bir mesele midir, yoksa bu süre kısaltılabilir mi?Bilmiyorum, her ülkenin şartları sonuç itibariyle farklıdır, ama Türkiye'nin böyle bir hazırlığı yok bir kere. Türkiye barış dilini, barışı daha yeni öğreniyor. Bakın, Doğu ve Orta Avrupa da dahil olmak üzere bütün Batı üniversitelerinde yüksek lisans seviyesinde "çatışma çözümü" dersleri verilir. Artık bir ilim haline gelmiş bir şey bu. BM'nin bu konuda muazzam müktesebatı vardır. Mesela Türk kamuoyunun yakından tanıdığı Alvaro de Soto gibi adamlar bunun uzmanlarıdırlar. Türkiye'de ise sadece iki üniversitede bunun dersi veriliyor: İzmir 9 Eylül ile İstanbul Sabancı Üniversitesi. Aradım taradım ikisinin dışında hiçbir üniversitede çatışma çözümüyle ilgili uzmanlık yok. Bizde böyle bir literatür de yok. Dolayısıyla biz bu işleri daha yeni öğreniyoruz. Burada "Bizim kimseye ihtiyacımız yok. Biz bu işi kendi başımıza hallederiz" demek bence aşırı özgüvendir. Zaten biraz da o yüzden özellikle bu silah bırakma konusunda yabancı uzmanlıklardan yararlanmak lazım, diyorum.Peki şuna ne dersiniz: Bölge halkı yer yer de olsa okulu boykot ediyor, camiyi boykot ediyor, seçimi boykot ediyor. Acaba bu sivil itaatsizlikler süreç içinde Kandil'in ve silahın önünü kesen bir unsur olur mu? Silahsızlanma sürecine paralel bir şekilde zamanla "Bakın ben kendi eylemimi kansız bir şekilde kendim yapıyorum, sizin silah kullanmanıza gerek yok"a dönüşmez mi?Yok, çünkü bence artık yeni bir süreç başladı. Daha hakikaten çok çok başındayız, ama ben bu boykotları bir önceki dönemin siyaseti olarak algılıyorum. Bu noktadan sonra yeni siyasetler, başka siyasetler üretilecek gibime geliyor. Dolayısıyla boykot siyasetinin süreceğini sanmıyorum.O zaman şimdi biraz tehlikeli ve tedirgin edici bir soru soracağım: "Yeni siyasetler üretecekler" dediniz, acaba bu mesela "askerliği boykot etmek" olursa ne olur? Kürt bölgesinden asker gönderilmemesi; orduda Kürt olmaması?Yani bu çok tehlikeli bir şey olur. Bir kere ordunun "ulusal ordu" kavramını çok zora sokar, ki profesyonel ordu tartışmaları da bir ara alevlendi, söndü biliyorsunuz, onların arkasında da bu var zaten. Selahattin Demirtaş galiba ilk genel başkanlık konuşmasında "Annelere sesleniyorum, çocuklarınızı askere göndermeyin" demişti. Bir iki zora girdiklerinde yine söylediler, ama önümüzdeki dönemde ya bunu daha fazla öne çıkarırlarsa?Açıkçası ben salt Kürtlerin vicdani reddi öne çıkardıkları bir askeriyeyi düşünmek dahi istemem. O zaman hakikaten Kürtlerle Türkler savaşıyor görüntüsü çıkar. Olmaz o. O çok tehlikeli bir süreç ve negatif bir siyaset olur. Böyle bir şeyin riskini BDP dahil kimse alamaz.Peki, Ahmet Türk'ün "Silahların BM'ye teslim edilmesi" önerisi size nasıl geldi?O olacak bir şey değil. BM mesela mayın temizler, ama BM'nin böyle bir müktesebatı yoktur. Kaldı ki BM ile ilgili kararın Güvenlik Konseyi'nden çıkması gerekiyor ki son derece zahmetli ve çetin bir iştir. Maalesef fazla düşünülmeden söylenmiş bir laf.Bu silahsızlanma başlığı altında konuşmamız gereken bir de şu mesele var: Demokratik Toplum Kongresi'nin geçen ay ilan ettiği "demokratik özerklik" projesinin içinde "şehir güvenliği"nin de bölgesel sağlanması talebi var. Kuşku şu: Aslında PKK hiçbir zaman silah bırakmış olmayacak. Sadece illegal alandan asayiş düzenlemeye geçecek. Yani bir tür "peşmergeleşecek"?Çok doğru dediğiniz, bu tam peşmergeleşme olur. Başka ülkelerde böyle bir örnek var mı?ABD'de eyalet polisi var, ama en federal Almanya'da dahi yok. Tabii işte tüm bu ayrıntılar gösteriyor ki, bölgecilik  tartışması fevkalade önemli bir tartışma, ama yanlış yerden başladı. Kürtlerin "demokratik özerklik" talebi üzerinden başladı, Türkiye çapında bir tartışma olarak başlamadı. O yüzden bence bu tartışmayı hemen Türkiyelileştirmek gerekiyor. Kaldı ki Türkiye'nin şiddetle adem-i merkeziyetçiliğe ihtiyacı var. Bu arada görüyorsunuz değil mi; silahsızlanmayı konuşurken birden nasıl adem-i merkeziyete geçtik. Kürt meselesi böyle çünkü... Her şey iç içe ve eş zamanlı...  2- ANADİL EĞİTİMİ"Anadil eğitimi" mi, "anadilde eğitim" mi?Vallaha düşünmek lazım bunu, çünkü bu son derece meşru bir soru. Sizin net bir kararınız var mı bu konuda?Emin olun yok, ama bir kere en başta şunu söylemek lazım: Çok dilli eğitimden korkmamak lazım, bir kere temel bu. Bilimsel olarak da kanıtlanmış durumda, insan beyni özellikle çocuk yaşta kolaylıkla iki, üç, hatta dört dili birden öğrenebiliyor.Örnekler nedir?İki dilli eğitim dünyada çok yaygın. Finlandiya'da hem Fince hem İsveççe öğrenilir. Macaristan dışındaki Macarların yaşadığı ülkelerde çok örneği var. Anadil eğitimi vermekte bir sorun yok.Peki ya anadilde eğitim? Fizik, kimya, coğrafya, tüm müfredat Kürtçe olsa?İşte o çok uç bir şey. O, o bölgeyi Türkiye'den ayrıştırır. Oysa amaç o değil ki... Bence Kürtlerin amacı da o değil. Kürtler aidiyet duygusunu, Türkiye'ye ait olmayı istiyorlar. Bunun yollarından biri de anadil eğitiminin önünü alabildiğine açmaktır, ama anadilde eğitim başka bir şeydir. Yalnız Başbakan ana dil eğitimini kurslarla sınırlı tutuyor?Kursla falan olmaz, bu devletin işidir. Devletin Kürtçeyi Milli Eğitim sisteminin içinde öğretmesi gerekiyor. Kürtçe'nin tıpkı türban gibi "kamulaşması", kamusal "meşruiyet" kazanması, kamusal alana "buyur edilmesi" lazım.  Kimi Kürtler "Evet, ama yetmez" diyor bunun için... Mesela "Anadilde eğitim görmezsem Kürtçe romanımı yazamam" diyorlar... Sizce anadil eğitimi, bir dili edebiyatını üretebilecek kadar kavramaya yeterli midir, yoksa bunun için illa anadilde eğitim şart mıdır?İşte hakikaten bu tam bir uzmanlık konusu. O yüzden bence diğer ülkelerdeki iyi örneklere bakmak lazım ve tam da bu nedenle uzmanlardan oluşan komisyonlar kurulmalı diyorum. Daha ortada Kürtçe bilen hoca yok. Kitap yok. Konuşmaya konuşmaya "akültüre" bir dil olmuş durumda. Sorun çok. Öğretmen okulu bugün kurulsa 10-15 sene sonraya bu işler ancak yetişir. Ayrıca ana dilde eğitim siyaseten kabul ettirilebilecek bir şey değil. Bu "ikinci bir MEB sistemi" demek çünkü. Onun da adı artık "Milli Eğitim" olmaz. Dolayısıyla gerçekçi ve yapılabilir değil. Ben şahsen ucunu göremiyorum. Yani ne olacak? Türkçe kitapların hepsi Kürtçeye mi çevrilecek? Peki tarih kitaplarını ne yapacaksınız? Kürtler ayrı tarih mi yazacak? Burada önemli olan ortak bir tarih kitabı yazabilmektir.Yalnız Başbakan Almanya'dan sık sık Türkler için 'Anadilde eğitim' istiyor?Farkında mı dediğinin emin değilim. Ben herhalde etrafındaki müşavirler pek doğru bilgi vermediler kanaatindeyim. Ama hiç değilse Almanya bu meseleyi konuşuyor ve çözmeye çalışıyor. Mesela Alman'ın da Türkçe öğrenmesi gündemlerinde. Oysa biz burada en fazla "Rojbaş" demesini biliriz? Halbuki bizler de Kürtçeyi öğrensek fena mı olur? Üstelik hiç bilmediğimiz Farsçayı daha kolay öğreniriz. Çok dilli olmaktan korkmamak lazım, aksine zihin açar. Aktar, anadil eğitiminin Milli Eğitim Bakanlığı tarafından verilmesi ve kamulaşması gerektiğini, ancak tüm müfredatın Kürtçe olamayacağını belirtiyor.3- ADEM-İ MERKEZİYETDemin silahsızlanmadan bahsederken konu BDP'nin savunduğu "demokratik özerklik" meselesine geldi ve bence siz çok önemli bir uyarıda bulundunuz: Tartışma yanlış bir yerden başladı, bunu bir an önce "Türkiyelileştirmek" gerekiyor, dediniz. Nasıl Türkiyelileşeceğini soracağım, ama önce şunu sorayım: Sizce nedir bu "demokratik özerklik" talebi; bir tür çıtayı yükseltme çabası mı?Evet, ne yazık ki çıta çok yükseğe koyuldu. Türkiye daha adem-i merkeziyetçilik (desantralizasyon) tartışmasının a'sındayken şimdi resmen Kürtçe'deki q harfine kadar geldi mesele! Daha "bölge" lafı bile konuşulmazken muhtariyet, özerklik, otonomi kavramları çıkıverdi ortaya. Tabii milletin çoğu anlamadı, kimse anlamadı.   Yine de Öcalan'ın "ekolojik toplum"undan daha anlaşılır herhalde?Evet yani, o neydi öyle... Kürtler de anlamadılar değil mi?Bunu kimse anlamadı bence. Ama tabii yine de bu tartışmalardan korkmamak lazım. Sonuçta siyasi bir tartışmadır. Burada önemli olan bu tartışmayı bir an önce Türkiyelileştirmek.İşte şimdi onu sorayım: Nasıl Türkiyelileşecek?Tabii adem-i merkeziyetçilik tartışması Türkiye'de daha yakası açılmamış, üzerinde çok sınırlı uzmanlık olan bir konudur maalesef. Çünkü Türkiye merkezi bir idari yapıya sahiptir ve bunun aksini söyleyen herkese bölücü muamelesi yapılır. Niye? Çünkü buradaki temel kavram bölge kavramıdır ve mastarında" böl" vardır. Bu kadar basit olduğunu sanmıyorum?Ben psikolojik olarak bu kadar basit olduğunu düşünüyorum ve bölge dediğinizde dahi bizde insanlar şöyle bir irkilir önce... Çünkü Türkiye'nin idari yapısı son 200 yıldır, yani 2. Mahmut'la birlikte ilk Batıcı reformların başından itibaren merkeziyetçidir. Ve bu giderek katılaşmıştır. Dolayısıyla BDP bunu demiş olmasa da bizim bu idari sistemi çağdaşlaştırmamız gerekiyordu zaten. Çünkü idari yapıyı adem-i merkezileştirirken, tüm Türkiye için uygulanabilir, doğru bir örnek bulursanız meseleyi de o arada Türkiyelileştirmiş olursunuz.Nedir sizce doğru örnek?Avrupa'daki bütün adem-i merkeziyetçi ülkelerin deneyimleri önemli, ama bize en fazla benzeyen ülke Fransa tabii ki. Çünkü merkeziyetçiliğini taklit ettiğimiz ülke de Fransa'ydı ve onlar dahi şimdi bir nevi adem-i merkeziyetçiliğe geçmiş durumdalar.Ne kadar zamandan beri?70'lerde konuşmaya başladılar, ilk yasalarını 1983'te çıkardılar, yani neredeyse 30 yıl olacak, ama hâlâ ortada bir Almanya'daki veya bir İspanya'daki sistem yok.  Yani Almanya ve İspanya'dan daha iyi bir örnek midir bizim için?Tabii, İspanya, Almanya bizim için çok uç örnekler. Oralara varmamıza bizim daha çok zamanımız var. Ama Fransa'daki örnek bize hemen uygulanabilir, çünkü sistem çok benziyor. Fransa'da da eskiden aynı Türkiye'de olduğu gibi vali o bölgenin Allah'ıydı. Artık Ali kıran baş kesen değiller. 22 bölgeye ayrılmış Fransa'da mesela bir bölgeden hızlı tren mi geçecek, bölge yönetimi karşı çıkıp mahkemeye kadar gidebiliyor.  Tabii bizde artık o mahkemeye gidilebilmesi için referandumda 125. maddedeki değişikliğe "evet" dememek gerekiyordu?Yok ya, onun yine çaresi bulunur, ben o kadar ümitsiz değilim, çünkü bölgeler mümkün olduğu kadar kendilerini ilgilendiren kararları kendileri almalı.Bölgenin sorumlusu kim?Bölge meclisleri var, onun başında da seçilmişler var. Kimileri hem milletvekilliği yapar hem de bir bölgenin başkanlığına seçilebilir. Genel seçimlerle bölge seçimleri ayrı ayrı yapılır.Dolayısıyla kohabitasyon olur?Bir nevi, çünkü o da bir denge sağlıyor, sistemi havalandırıyor. Fransa'da iktidar sağcı, ama bölge yönetimlerinin neredeyse tamamı soldadır.Peki bize nasıl bu uyarlanabilir?Şöyle, Türkiye'de AB uyumu için  2004'te 26 istatistiki bölge kuruldu. Kalkınma ajansları da o temelde kuruldu.Mesela Adana-Mersin bir bölge? Osmaniye de yanılmıyorsam içinde, adı Çukurova Kalkınma Ajansı. İstanbul, İzmir, Ankara'da birer ajans. Diyarbakır-Şırnak falan Dicle Kalkınma Ajansı. Doğu Anadolu kalkınma ajansının merkezi Van'dır. Konya-Karaman'ı kapsayan Mevlana Kalkınma Ajansı... Bu ajansların bir idari yapısı yok ama?Yok, ama işte benim önerim bunlar birer idari yapıya kavuşabilir. Bunları yerel yönetimle karıştırmamak lazım. Bu başka bir şey. Bütün Türkiye boyundaki ülkelerde merkezi yönetimle yerel yönetim arasında bir de bölgesel yönetim var. Avrupa'daki gelişmiş ülkelerde bu tip bir yönetimi olmayan tek ülke biziz. Tüm siyasi talepleri bir kenara bırakalım, bu bir kere iyi yönetim meselesidir. Böyle bir yenilik sizce özerk yönetim talebini de çözer, etkisizleştirir mi?Bir yere kadar çözer. Kaldı ki zaten demokratik özerklik olsun mu olmasın mı tartışması çok uç bir tartışmadır. Çok sofistike bir tartışmadır, Türkiye'ye bol gelir. Dolayısıyla önümüzde böyle bir bölgesel politika var. Bildiğim kadarıyla kimse de AB'ye karşı değil. Bence buradan yürüyelim, buradan yürüme imkânı var ve buna kimse karşı çıkamaz. Bunun için anayasada değişiklik gerekir, ama değil mi?Bakın işte, dediğim gibi nasıl her şey iç içe geçmiş durumda. Tabii, adem-i merkeziyetçiliğin anayasaya muhakkak girmesi gerekiyor. Fransızlar öyle yaptı. Üstelik Fransa Anayasası'nın birinci maddesinde hem Fransa'yı "bütüncül cumhuriyet" olarak tanımlıyor, hem de "idari tarzı adem-i merkeziyetçidir" diyor. İki tane birbirinden çok farklı kavram aynı maddenin içerisinde yer alabiliyor ve ülke bölünmüyor, aksine ülke daha iyi idare ediliyor. İspanya için de aynı şey geçerli. Biliyorsunuz, İspanya'da da Katalan bölgesi, Bask bölgesi, Galiçya bölgesi, toplam 17 bölge var, ama İspanya anayasası hem "İspanya bölünmez bir bütündür" diyor, hem de "İspanya, halklarının otonomilerine saygı gösterir" diyor. Aynı anayasa, aynı maddede... Dolayısıyla olmayacak şey değil.Üstelik yürütmenin üzerinde denge ve kontrol unsurlarının da kurulması gerekiyor. Gerçek bir bölgesel politika merkezi yönetimi denetler, yürütme sonuç itibariyle her istediğini yapamaz.Çünkü Türkiye'nin ihtiyacı olan daha güçlü olan bir yürütme erki değil, Türkiye'nin ihtiyacı olan yürütme erkinin her türlü vesayetten arındırılması, ama aynı zamanda da kontrol ve dengelerin etkin olması.BİTTİ
Milliyet
1,318,820
Yazarlar
O gün Meclis'i dolduranlar, 29 Ekim 1923, Saat 18'de Meclis'i dolduranlar, Cumhuriyet'in ilan edileceğini biliyorlardı, heyecanları bundandı... Cumhuriyet'in ilanını, Anayasa Komisyonu raporunu ve tasarıyı Ruşen Eşref Bey gür sesiyle okudu.Anayasa Komisyonu Başkanı Yunus Nadi Bey -Cumhuriyet gazetesinin kurucusu- bilgi verdi, sonra Vasfi Çınar, Eyüp Sabri, Şeyh Saffet Efendi, Şair Mehmet Emin Yurdakul, Emin Sazak ve Süleyman Sırrı Bey Cumhuriyet'in erdemini anlattılar. Şair Mehmet Emin Yurdakul, bütün milletvekillerini ayağa kalkmaya ve üç defa bağırmaya davet etti:"Yaşasın Cumhuriyet!"Saat 20.30'da oylamanın sonucu açıklandı:"Oybirliğiyle!"Muhafız tabur kumandanı Yahya İsmail Hakkı Tekçe dışarıya koştu, emrini verdi:"Ateş!"8. tümenden getirilip Meclis'in yanına yerleştirilen sekiz top ateşe başladı; tam 101 pare...Doğan, padişahın oğlu, şehzade filan değildi, Türkiye Cumhuriyeti doğmuştu. Kürsüde Gazi Mustafa Kemal Paşa vardı:"...Yüzyıllardır haksızlığa ve zulme uğrayan milletimizin son yıllarda gösterdiği kabiliyet, istidat ve kavrayış, milletimizin hakkında olumsuz görüşler ileri sürenlerin ne kadar gafil ve görünüşe aldanan insanlar olduklarını pek güzel ispat etti. Milletimizin liyakatini, yeni rejim sayesinde, uygarlık âlemine daha kolaylıkla gösterecektir. Hep beraber ileriye gideceğiz. Türkiye Cumhuriyeti mesut, muvaffak ve muzaffer olacaktır."Doğan çocuğa kalan miras neydi?* * *"Cehalet, yoksulluk, birçok konuda üzücü, utandırıcı gerilik, yönetici, uzman ve milli sermaye yetersizliği, büyük bir borç, Batı karşısında aşağılık duygusu, Arapçılık, kadın erkek eşitsizliği, yetersiz eğitim, sağlıksız toplum, çağdışı kanunlar, hurafeler, batıl inançlar, huzurlarına sürünerek girilen şeyhler, toprak ağaları, Ortaçağ'ın sürmesini, halkın uyanmasını asla istemeyenler, İngilizlerin kışkırttığı ve Sevr'in umutlandırdığı ayrılıkçılar yani Kürtçüler ile Lozan'ı affetmeyen emperyalist bir dünya, Güneybatı Anadolu'da gözü kalmış İtalya vb..."Cumhuriyet, yeni doğan çocuk, bunları yenebilecek miydi?Turgut Özakman, Cumhuriyet'e intikal eden mirası böyle sıraladıktan sonra, bu görüntü karşısında kıs kıs gülen Cumhuriyet karşıtlarının bir şeyi unuttuklarını söyler:"Akla dayalı yurtseverlik" (x)* * *Evet ama nereye kadar?Bugüne kadar! Turgut Özakman devrimleri yapan, devrimlere sahip çıkan, yaşatan bu insanları "demire"  benzetir.Demir gibi insanlar!Bazıları pas tutsa da, bazıları eğilip bükülse de, bazıları hurdaya çıkıp, karşı devrim "haddehane"sinde değişse de, "demir gibi" insanlar hâlâ "demir gibidirler..." ——-(x) Cumhuriyet, Türk Mucizesi, Bilgi Yayınları
Milliyet
1,325,023
Yazarlar
Biliyorum, bu yazı gecikti. Geçen hafta sonu, Cumhurbaşkanı Gül'ün TBMM'yi açış konuşmasıyla birlikte yazmalıydım.Ama bazen böyle olur gazete yazarlığında. Kimi zaman olaylar öylesine hızlanır ki bazı yazılara yetişir, bazılarının gerisinde kalırsın.Bu yazıya, bizim siyaset meydanında iyi şeyler oluyor diye başlamak istiyorum.Evet öyle.Siyasette 'yeni'nin 'eski'ye, 'değişim'in 'statükoculuk'a gitgide ağır bastığı bir yoldayız. Dilini, zihniyetini yenilemeye doğru açılıyor bizim siyaset.Yöneliş böyle.Demokratik siyasetin önkoşulları olan diyalog ve uzlaşma sözcükleri her geçen gün daha çok kulaklarımıza çalınıyor.Ne güzel.Üstelik içi boş olarak havada uçuşmuyor bu sözcükler.Anayasa gibi, Kürt sorunu gibi, türban ya da başörtüsü gibi, yargı reformu gibi somut konularda ilgili taraflar diyalogun, uzlaşmanın faziletinden söz ediyorlar.Dudak bükmeyin.Küçümsemeyin.Türkiye'nin temel sorunlarında çözüm kapılarının açılması bunlarsız olmaz.Her şeyin başı olan siyasal istikrar eğer yakalanacaksa, diyalog, uzlaşma ve siyasette yumuşama şarttır.Elbette uzlaşmanın nerede, nasıl, hangi çerçevede olacağı önem taşır.Ama bunun için de önce diyalog kapısının açılması ve karşılıklı oturup uygar bir dille konuşmaya başlamak gerekir.Türkiye'de böyle bir süreç özellikle 12 Eylül sonrası işlemeye başladı. İyiye gidişin sinyalleri yanıp sönüyor.Bu açıdan Cumhurbaşkanı Gül'ün geçen haftaki yeni yasama yılını açış konuşmasının altını bilhassa çizmek istiyorum.Az önce değindiğim siyasette yeni dil konusunda, Sayın Cumhurbaşkanı'nın 1 Ekim konuşması bir dönüm noktası sayılabilir.Çünkü hem somut konuştu, hem bazı sorunların adını apaçık koydu, hem de 'demokrasi kültürü'nden bazı güzel örnekler verdi.Örneğin Gül Kürt sorunu dedi.Bu önemli.Çünkü bir Cumhurbaşkanı, Meclis çatısı altında ilk kez sorunun adını böylesine açıklıkla koymuş oldu.Ayrıca, Kürt sorunuyla ilgili olarak isabetli teşhisler yaptı Cumhurbaşkanı. Sorunun  'demokrasisizlik'ten kaynaklandığını teslim etti. Çözümün ise daha çok demokrasi ve daha çok çoğulculuk ile mümkün olabileceğine işaret etti.Sivil, demokratik bir yeni anayasaya olan ihtiyacı vurguladı. Yargılama sürecinde tutukluluk hallerinin fiilen mahkûmiyet cezasına dönüşüyor olmasından yakındı.    Seçim barajının düşürülmesi gerektiğine dikkatli bir dille değindi. Darbelere, dıştan müdahalelere karşı TBMM'nin tek sesli bir dayanışma içinde olmasını bir demokrasi görevi olarak tarif etti.Belki bunlar kadar önem taşıyan başka iyi şeyler yaşandı TBMM'nin bu yılki açılışında.Cumhurbaşkanı Gül, Genel Kurul Salonu'na girdiğinde Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu ve CHP milletvekilleri ayağa kalktılar.Bu da 2007'den beri bir ilkti.Ayağa kalkmayıp yine oturmayı tercih edenlere gelince, 'eski Ankara'nın temsilcileri olarak nitelenebilecek Deniz Baykal'la ona yakın bazı CHP milletvekilleri ise küçük bir azınlığı oluşturuyordu.Kılıçdaroğlu ve CHP'liler, TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin'in resepsiyonuna da katılarak geçmiş yıllardaki Baykal'cı boykotu sona erdirirken yakışanı yaptılar.Bütün bu gelişmeleri ben iyiye yoruyorum. Siyasal ortamın yumuşaması, diyalog ve uzlaşma kapılarının aralanması, hiç kuşkunuz olmasın, Türkiye'nin önünü açar.Tabii abartmamak kaydıyla.Sekiz ay sonra yine genel seçimler var, 2011'in Haziran ayı başında. Ben de biliyorum, siyasi tansiyon yine yükselecek, siyasetin dili yine sertleşecek.Her demokraside seçim zamanı bunlar şöyle ya da böyle kaçınılmazdır.Ama şu kısa zaman diliminde yaşananlara gerçekçi teşhisler koyabilirsek, karamsar değil iyimserliğin yollarında yürüyebiliriz. Turhan Ilgaz için...Hayat böyle, bir varsın bir yoksun. Özellikle yıllar ilerledikçe, hızlandıkça öyle... Değerli bir meslektaşımdı Turhan Ilgaz, bir dosttu. Cumhuriyet gazetesinin çatısı altında birlikte çalışmıştık. Ankara gazeteciliği sırasında başkent siyasetini, özellikle Ecevit'in CHP'sini ne kadar iyi, ne büyük bir gazetecilik hırsıyla izlediğini anımsıyorum. Sonra bizim mesleğin mervidenlerinde yazı işleri müdürlüğüne, genel yayın yönetmenliğine yükseldi. Kalemi de çok iyiydi. Ailesinin ve gazeteci milletinin başı sağolsun.
Milliyet
1,347,024
Yazarlar
BEN GALiBA DiZiLERDEN SOĞUDUM Televizyon izlemeyi seviyorum. Tembel işi de deniliyor. Otur, izle, yaz. Bunlar umrumda değil. Bu sene devreye giren dizilerin ilk bölümlerini izledim. Sonrasında devamını tahmin etmek mümkün. Konular değişmeyecek, şablonlar değişmeyecek. Karakterler yer değiştirecek o kadar. Galiba ben konulardan da bıktım. 'Fatmagül'ün Suçu Ne?' hâlâ o tecavüz sahnesinde kalanların tartışmalarıyla devam ediyor. 'Öyle Bir Geçer Zaman Ki' ilk bölümlerindeki heyecanı aldı götürdü benden. Karakterler o kadar yakınlaştı ki, kelimenin tam anlamıyla yüz göz oldular. Oyunculuk canhıraş feryatların sınırında. 'Bitmeyen Şarkı', 'Unutulmaz', 'Gönülçelen', 'Aşk ve Ceza'...Sadece izliyorumHadi neresinden başlayayım. Kadınları ve erkekleri hayranları arasında bölüşülmüş diziler. Hanımağa anneler, şehirde çalışan, köydekini seven kadın, fakir şarkıcı... Eh, bunlar tabii ki değişmeyecek de, oyunculuk olarak ne var? Bir Nurgül Yeşilçay var. Bergüzar Korel'in ilk bölümünden sonraki performansı yeknesak... 'Ezel' geçtiğimiz yılın favori dizisiydi.   O da "Bıktık artık, acaba nasıl bitirsek" moduna girdi. Bir de 'Deli Saraylı' vardı. Ama işte bizim millet de böylelerini sevmez. Onlar da sanki ağdalı ağdalı olmaya karar kılmıştı. Komedileri bir yana bıraktım; biraz 'Papatyam' biraz 'Çocuklar Duymasın'... İşimiz bu, izliyoruz. Ama işim olduğu için. Sadece izliyorum fakat, seyretmiyorum. Eh dizi fanı olup bütün hayata buradan bakmayınca keyfi olmuyor anlaşılan TV dizilerinin. Ha, 'Karadağlar' şimdilik fena değil. KIZLAR BÜYÜYOR DİZİLER DEVAM EDİYORİşte yukarıda bir sürü tantana yaptım, ama dedim ya işimiz bu, alın size bir haber; 'Kızım Nerede?' ile ekrana dönmeye hazırlanan Ece Uslu'nun yıllar önce 'Zerda' dizisindeki kızını canlandıran Bengü Tezcan yine kızı rolünde... 'Zerda'da beş yaşında oynayan Bengü, şimdi 11'inde. 'Zerda'da Zerda ve Devran'ın kızı olan Bengü, yeni dizide güçlü bir ailenin kızını oynuyor. Alın işte. Konuya bakın. Şimdi geriye ne kalıyor? Oyunculuk, senaryo ve çekim.  NAIPAUL DERDİ YAZARLARI GERDİ'Avrupa Yazarlar Parlamentosu'na gelmeden tepki gören ve gelmekten vazgeçen Naipaul üzerine NTV'de bir tartışmaya denk geldim. İsmet Özel, Hilmi Yavuz, Bülent Somay ve Mehveş Evin katıldı. Okuyorum da "Yazarlar birbirine girdi" diye veriyorlar bu tartışmayı. Birbirine filan girdikleri yoktu. Nedim Gürsel de telefonla katıldı programa. İsmet Özel'i ben 'Uzaylı türkücümüz'e benzettim. Pek ne dediği anlaşılmıyor. Bir nevi soğuk savaş casusları gibi, az konuşan, ser verip sır vermeyen. Hilmi Yavuz ise her yana cevap yetiştirdi. Bülent Somay her daim 'marksist' olduğunu söyledi. Nedim Gürsel, Paris'ten telefonla bağlanarak, "Telefon bağlantılarını yapmayın, derdinizi anlatamıyorsunuz" diyerek ne kadar haklı olduğumu gösterdi. REHBERiMKARŞINIZDA FUAT GÜNERBen Nuriye Akman'ın söyleşilerini seviyorum. Gazeteci olduğu için önemsiyorum, şu sorulara sormadan çok önce hayatında iyi hazırlandığı için beğeniyorum. MFÖ'nin sempatik yüzü, Fuat Güner, yaşamını ve MFÖ'nün 40 yıllık beraberliğini Nuriye Akman'a anlatıyor. (TRT HABER / 20.20)OKURDANYİNE AYDINLIK - KARANLIKDizilerimizin vazgeçilmez 'hatalar'ından biri Serkan Gökgöz'ün dikkatinden kaçmamış: "Ezel'de hain olduğu öğrenilen Cengiz, Ramiz Dayı'nın eski işhanındaki ofisinde bekleyen Ezel'e telefon açıyor. Konuşmaları esnasında TV'de dönüşümlü olarak Cengiz'i ve Ezel'i görüyoruz. Cengiz evinin önünde gecenin karanlığında, Ezel ise güneş ışıklarının içeriye bariz şekilde süzüldüğü ofiste konuşuyor." Bu, ne ilk ne de son olacak galiba.
Milliyet
1,328,597
Yazarlar
Sayın Melih Gökçek cin gibi bir politikacıdır. Yıllardır futbolun içindedir. Hatta futbolu yönetecek insanları tayin etmeye bile niyetlidir ama ne "oyunu" ne de "raconu" öğrenebilmiş!Tribün psikolojisinden ise bihabermiş. Ankaragücü tribünlerinden "sinkaflı" laflar gelince "Bir daha yaparlarsa takımdan desteğimi çekerim" demiş.Bravo... Bu kadar insan kafa patlatıyor, emek veriyor küfrü önlemek için... Melih bey "kestirmeyi" keşfetti!..Keşke bu kadar kolay olsa. Keşke parayla, tehditle olsa... Veya... Tribünler Melih Bey'in blöfünü görse, bırakıverse şu Ankaragücü'nü... Keşke!Topçuya, itibara, şakşaka harcanan ve "haksız rekabet" yaratan paraları tekrar esas amacına, Ankara Halkı'na döndürebilse Melih Bey. Sayın Gökçek'e bir tavsiye:Futbol denilen "sahada basit, saha dışında Dünya'nın en karmaşık oyununda" sorunları çözmeye "dört işlem" yetmiyor. "Toplasan" eksik geliyor. "Çıkarsan" fazla! "Bölsen" ayıp, "çarpsan" çarpılıyorsun..... Hele tribün ile bir sorunun varsa, bu tip "efelenmeler/tehditler" hiçbir işe yaramadığı gibi ters tepki veriyor. Çünkü teşhis konulamıyor "tribün ağrılarına". Çünkü, kalabalıkların satın alma gücünden yararlanmak üzerine odaklanmış liberalizmde, tribünün yanlışını yazamıyor/söyleyemiyor hiç kimse. Bazen müşfik ana kucağı gibi tribün. Bazen üvey anadan daha zalim.Kimini duygusallığı ile ağlatıyor, kiminin anasını. Sahiplendiği ile nefret ettiklerinin, neden "layık" neden "müstahak" olduğunu anlamak için ancak tribünde olmak lazım. Bakınız Nihat Kahveci'ye... Ve "Nihat'ı ıslıklamak ayıptır" diye yazı yazan bendenizin elektronik postalarına bakınız!Tabi, utanmazsanız!..Önceki gün itibarıyla Beşiktaş'ın en büyük düşmanıydı Nihat.Bugün "evlat".Çünkü Porto'ya gol attı.Oysa "Gün gelir gol atar" diye yazmamıştım ben... "Kendi genlerinden birini, üstelik yaptıklarıyla seni çok mutlu etmiş birini, eskisi kadar başarılı değil diye yerin dibine sokamazsınız; ancak onun adına üzülürsünüz" demek istemiştim.Bunu bile kabul ettiremedim. Melih Gökçek sahaya çıkıp gol atamayacağına ve  tribünlerin psikolojisini asla kavrayamayacağına göre, Ankaragücü seyircisine tehdit kokan yaklaşımları ancak ve ancak Gökçekler ile Ankaragücü arasındaki "sentetik" ilişkiyi erken sonlandırır. Biline.
Milliyet
1,344,992
Yazarlar
TÜRK SiNEMASININ UNUTULAN YILDIZLARI Gama Holding, kuruluşunun 50'inci yılı nedeniyle güzel bir kitap çıkardı. 'Türkiye'ye Enerji Verenler' adlı bir eser yayınlamayı akıl edenleri ve bunun hayata geçmesine katkısı olanları kutluyorum.'Türkiye'ye Enerji Verenler', ağustos ayından bu yana satışta.Satışından elde edilecek gelirin Türk Eğitim Vakfı'na bağışlanacağı kitap, Türkiye'ye en büyük enerjiyi veren Atatürk ile başlıyor. O yıllardan 1990'lara kadar sanayiden tiyatroya, edebiyattan sinemaya, müzikten modaya Türkiye'de imzasını atmış insanları tanıtıyor.Bu tür çalışmaların şöyle riskleri var: Ne kadar özen gösterirseniz gösterin, ne kadar titizlenirseniz titizlenin, yine de kategorisinde isim yapmasına rağmen hakkını teslim etmediğiniz insanlar olur.Onlar Türkiye'ye enerji vermedi mi?'Türkiye'ye Enerji Verenler' kitabının diğer kategorilerde unuttukları insanlar var mı bilmiyorum.Ama kitabın 'Türk sinemasına  ve Türkiye'ye enerji veren aktörler' bölümünde unutulanların  olduğunu söyleyebilirim.Kitabı hazırlayanlar; Ayhan Işık, Göksel Arsoy, Ediz Hun, Cüneyt Arkın, Fikret Hakan, Kadir İnanır ve Kemal Sunal'ın   hakkını teslim etti.Ancak bu bölümde Yılmaz Güney ile Tarın Akan nedense es geçildi. Türk sinemasının 'Çirkin Kralı'na dair tek satır göremedim 246 sayfalık kitapta.Tarık Akan'ın adı ise sadece bir yerde var. O da Ediz Hun'un tanıtıldığı bölümde.Orada da, "130 filmde oynayarak, Türkan Şoray, Kadir İnanır, Gülşen Bubikoğlu, Tarık Akan, Ayhan Işık ve Belgin Doruk gibi o da Hülya Koçyiğit ile Türk sinemasının unutulmaz ikilisini oluşturdu"              deniliyor.Madem ki Gülşen Bubikoğlu ve Tarık Akan, 'Türk sinemasının unutulmaz ikilisi' arasına girdiğini kabul ediyorsunuz, o zaman niye onları 'Türkiye'ye Enerji Verenler' arasına almıyorsunuz?'Beyazperdenin Efsane Kadınları' arasında Belgin Doruk, Filiz Akın, Fatma Girik, Hülya Koçyiğit ve Türkan Şoray var, ama Gülşen Bubikoğlu yok.Olacak şey mi?Değil, ama oldu.LÖSEMiLi ÇOCUKLARA YARDIM ELİ UZATMAKShow TV'de ekrana gelen 'Canlı Para'da kızıyla yarışıp  150 TL kazanan Antalyalı Çetin Bey, canlı yayında verdiği sözü tutup, kazandığı paradan lösemili çocuklara ne kadar yardım yapacak bilmiyorum.Zira yarışmacı, kazanacağı paranın bir kısmıyla lösemili çocuklara yardım yapacağını söyledi, ama herhangi bir oran ya da rakam telaffuz etmedi.'Canlı Para'dan 150 TL kazanarak ayrılan yarışmacı, o paradan lösemili çocuklara bir kuruş vermese de olur.Çünkü Çetin Bey, son günlerde sıkça ekranlarda yayınlanan tanıtım filminde lösemili çocuklar adına, hasta yatağından uzattığı elini tutsun diye insanlara çağrı yapan lösemili çocuklar için o kadar güzel ve etkileyici sözler sarf        etti ki.Çetin Bey, etkileyici ses tonuyla, destek bekleyen lösemili çocukların elini öylesine sıkı tutacağını söyledi ki, bana çok içten ve samimi geldi.Yarışmacının canlı yayında söylediği o sözlerin, lösemili çocuklara yapacağı maddi yardımdan daha büyük katkı sağlayacağı kanaatindeyim.Çetin Bey'in yaptığı o konuşmanın, o tanıtım filminden daha etkili olduğu ve o an  Show TV'yi izleyenleri bam telinden vurduğunu söylemeliyim.HİÇ KİTAP OKUMAYAN ÜNLÜ REKLAMCI KİM?Şimdilerde Show TV'de yayınlanan 'Yetenek Sizsiniz'de jüri üyesi olarak izlediğimiz ünlü reklamcı Ali Taran'ın renkli ve farklı bir kişiliği olduğunu biliyordum.Nereden mi?Çektiği reklam filmlerinden, yaptığı açıklamalardan. NTV'nin kurban bayramı için hazırladığı sohbet programları sayesinde, Ali Taran'ın bilmediğim bir yönünü daha öğrenmiş oldum.NTV'deki 'Bayram Sohbetleri'nde Acun Ilıcalı, 'Yetenek Sizsiniz'de birlikte çalıştıkları Ali Taran'ı konuk etti.Acun Ilıcalı'nın sorularını içtenlikle yanıtlayan Ali Taran, sohbetin bir yerinde hiç kitap okumadığını söyledi. Taran, "Bu övünülecek bir şey değil, ama bunu söylemek cesaret işi" dedi.Taran'ın kitap okumama gerekçesi de ilginçti.Şimdiye kadar çektiği bir dizi reklamla Türkiye'de gündem oluşturmayı başaran Ali Taran'ın hiç kitap okumama gerekçesi de şu: "Yeni bir proje üretirken başkalarının fikirlerinden etkilenmemek için."
Milliyet
1,331,077
Yazarlar
GEÇEN gün gazetelerde kocaman bir ilan vardı. İstanbul Aydın Üniversitesi, "Siyaset Akademisi" kurmuştu. Bilim adamları, kültür ve sanat adamları, yazarlar, gazeteciler "Türkiye'yi konuşacaklardı."Türkiye'nin nesini?Aşağıda sıralanan konuları:"Vesayet ve Demokrasi - Azınlıklar ve Birlikte Yaşam - Siyaset ve Medya - Ekonomi ve İşsizlik - Terör - Yerel Yönetimler - Dış Politika ve Komşularla Sıfır Sorun - Kıbrıs Sorunu ve Çözümü - Siyasal İletişim Yönetimi - Siyaset ve İş Dünyası - Siyaset Örgütlenme - Sivil Toplum Kurumları - Enerji Politikaları - AB ve Medeniyetler İttifakı - Demokratik Açılım - Etkili İletişim ve Liderlik - Sanat ve Kültür Politikaları."* * *NASIL konular?Bomba gibi değil mi?Eee bu konuları da erbabı bilir ve anlatır, sizler de "feyz" alırsınız. Kimler mi?Bomba gibi konuların bomba gibi uzmanları var. Kimi canlı, kimi saatli bomba!* * *RASGELE birkaç isim, yoksa hepsinin adını yazsak bu köşede yer kalmaz, birkaç tanesi yeter. "Abdulkadir Aksu, Ahmet Hakan Coşkun, Ahmet Özal, Balçiçek Pamir, Ece Temelkuran, Mustafa Sarıgül, Tuğrul Türkeş, Ümit Zileli, Yılmaz Karakoyunlu."Böyle bir kadronun, -yazdıklarımız onda biri değil- görüşlerinden, kim yararlanmak istemez, kim yolunun aydınlatılmasını istemez.Hele bir de bu programa katılacaklara "sertifika" verilecekse.Böyle bir programa, sizin de ufak bir katkınız olacak:Adam başı 600 lira, öğrencilere yüzde 50 indirim, 300 TL...Eee, eskilerin deyimiyle bu "esami"nin, isimlerin bir bedeli olmalı!* * *PROF. Dr. Ahmet Yücekök eski dostumuzdur. Hemen hemen her hafta bir masada bir araya geliriz. Siyaseti bırakmış, üniversiteye dönmüştür, "Yeditepe" Üniversitesi öğretim üyesidir. Sorduk, takıldık:"Artık akademide de ders verecekmişsin!""Sorma yahu, sabahtan beri onunla uğraşıyorum. Bana sormadan, danışmadan listeye almışlar. Biraz önce meslektaşım Prof. Dr. Cemil Oktay'la konuştum, listede onun da adı var, ama haberi yok!"Hoppala!* * *GEÇEN gece rahmetli Uğur Mumcu'nun ruhunu şad ettik, ne derdi:"Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olanlar, derdi.TV kanallarından birinde tartışma vardı, tabii Kürt sorunu, biz çoktandır, bunları seyretmiyoruz, hele hele "şöhret-i kazibe"ler varsa...Programda Ümit Özdağ ile Ümit Zileli vardı. Adını bilmediğimiz, tanımadığımız genç bir konuşmacı, belli ki yeni yetme liberallerden AKP'yi kollamak için CHP'ye sataştı:"AKP'nin Kürt yaklaşımı, CHP'nin eski tarihli bir raporu kadar sivri değil!"Belki kelimesi kelimesine böyle değildi ama anlamı bu!Ümit Zileli müdahale etti:"Siz CHP'nin o raporunu okudunuz mu?"Hayır okumadım, Başbakan öyle diyor!"Hoppala!Uğur Mumcu'ya rahmet okumaz da ne edersiniz.
Milliyet
1,335,317
Yazarlar
İki farklı geriye düştükten sonra için tek motivasyon geçen haftaki maçı olabilirdi. 'un 16 dakikada gelen Jaja patentli iki şık golü, yeşil-beyazlı tribünler kadar sahadaki Bursasporlu futbolcular için de büyük şoktu doğrusu. Savunmanın gerisine atılan iki top ve aynı savunmacıların inanılmaz iki hatası, Trabzonspor için böylesi zorlu deplasmanda müthiş başlangıçtı. Burak'ın ofsayt gerekçesiyle ağlara giden kurallara uygun golü de verilse, maç oyunun başında kopabilirdi. Goller hem sahada hem tribünde inanılmaz gerilime yol açtı. Kuşkusuz liderlik şansı ve dakikalar ilerledikçe yenilgisizlik unvanının kaçıyor olması, taraftar kadar Bursasporlu futbolcuları da sıkıntıya soktu. Oysa böyle bir profesyonel anlayış futbolda yoktu! Özellikle ikinci yarıdaki baskının sonuç vermemesi, erken gelecek golün çok şeyi değiştirebileceği düşüncesi, Bursaspor'u gerçek kimliğinden uzaklaştırdı. Trabzonspor, bu bölümde zor kazandığı topları özellikle kaleci Onur'un oyunu acele başlamatma isteği nedeniyle rakibe teslim etti. Oysa bu baskıyı kırabilmek için tempoyu düşürmek, orta alanı kalabalık tutmak ve kanatları kullanmak mantıklısı idi. Bu işi yapması gerekenlerden Giray, Selçuk, kanatlarda Serkan ve Cale ile Ferhat kendi yarı alanlarından çıkmakta zorlandı. Trabzonspor savunması da çok güç anlar yaşadı. Giray arkadaşlarının açığını kapatmak için olağanüstü çaba gösterirken, hataya zorlanan Egemen, zaman zaman rakibe pozisyon verdi. Bordo-mavili ekip her iki yarıdaki birbirinden farklı iki görüntüsüne rağmen üç puanla birlikte liderliği geri alırken, önemli şeyleri de öğrenmeye başladığını kanıtladı. , ve karşılaşmalarının ikinci yarılarında gösterdiği direnç, kazanma isteğinin yansımasıydı. Tıpkı dün 'da olduğu gibi. Bunu yaparken takım halinde yardımlaşması ve savaşması galibiyetten çok daha önemli bir getiri idi. Son olarak Jaja'ya bir parantez açmadan geçmek, Brezilyalı oyuncuya haksızlık olur. Forvet arkası rolünü başarıyla oynarken, ani hücumlarda golü koklayışı ve son vuruşlardaki müthiş becerisi, ne kadar doğru bir transfer olduğunun anlaşılması için yeter sanırım.
Milliyet
1,321,040
Yazarlar
PKK'nın eylemsizlik süresinin son günü olan 31 Ekim'de İstanbul'un kalbinde patlayan canlı bombanın ne anlama geldiği sorgulanırken, örgüt ateşkesi genel seçime kadar uzattığını açıkladı.BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş'la, bu kritik iki gelişme çerçevesinde hem eylemi hem de bardağın dolu tarafını konuştuk.Demirtaş Taksim'deki eylemi provokasyon olarak yorumluyor:"Ortada, PKK'nın eylemsizlik tarihinin son günü diye somut bir tarih vardı. O gün birileri Taksim'de bomba patlatıtıyorsa, bu provokasyondur. 'Eylemler provokatif değil. Sanki PKK yapsaydı provokasyon olmazdı' gibi yorumlar dinledim. Bunun altından PKK da çıksa provokasyondur. Devletin elindeki bilgiler neyse, onu da açıklasın."Eylemi PKK içinden farklı bir grubun yapmış olma olasılığı Demirtaş'a göre ne kadar? Yanıtı şöyle:Eylem amacına ulaşmadı"Bu da ihtimal dahilindedir. Ancak ben, dünden beri bu üzüntüyle birlikte şöyle bir şansın Türkiye'de oluştuğunu hissediyorum: Bu tür eylemler amacına ulaşmıyor. Diyelim ki provoke etme amacıyla yapıldı, amacına ulaşmadı. Korku salma amacıyla yapıldı, amacına ulaşmadı. Birileri Türkiye'yi karıştırmak istedi, amacına ulaşmadı. Orayla sınırlı kaldı. Bu yeni bir durum. Türkiye'nin bence binbir badireyi atlatarak geldiği nokta olgun bir nokta. Yani, kafasından provokasyon geçirenlerin bile artık şunu görmesi gerekir: Tutmuyor kardeşim Türkiye'de bu maya."Demirtaş, bu "yeni" durumun İmralı'nın da devrede olduğu diyalog zemininin bir sonucu olduğunu savunuyor:"Türkiye'de şu giderek görülüyor: Sorunlara çözüm arayışı atmosferi var. Bu tür eylemler, asıl o diyalog zeminine zarar vermek için yapılır ve dolayısıyla savaş isteyen çevrelerin hesabına yazılır. 'Biz de onların ekmeğine yağ sürmeyelim' diye ortak bir akıl oluşmuş görülüyor."Aysel Hanım daha gitmedenDemirtaş, DTP eski milletvekili Aysel Tuğluk'un Abdullah Öcalan'ı dünkü ziyaretini, "Görünen odur ki, Aysel hanım daha oradayken ateşkes uzatıldığına göre demek ki Aysel hanım gitmeden önce İmralı ile temaslar olmuş" diye değerlendirdi. Demirtaş, "PKK'nın açıklamasında da, eylemsizliği uzatma kararının Öcalan'ın talimatı doğrultusunda alındığına özel vurgu yapılıyor. Öyle anlaşılıyor ki bu işin omurgası İmralı ile görüşmeler" sorumuza şu yanıtı verdi:"Doğal olarak öyle. Bugüne kadar biz de buna işaret ediyorduk. Bakın kıyamet kopmuyor. Doğru şekilde ilerleniyor. Umarız ki bu akıllı davranışlar devam eder. BDP olarak biz de rolümüzü oynayabiliriz. Bize hep, 'topu taca, oraya atıyorsunuz' deniliyordu ama biz de bunu söylüyorduk. 'İşin o tarafını orayla bir çözün, konuşun, biz de siyaseten üzerimize düşeni yapalım' diyorduk. Şimdi o günleri yaşıyoruz." "Türkiye'ye anlatmak istiyoruz"Demirtaş, eylemsizlik sürecinde BDP'nin yol haritasını da şöyle anlattı:"Kürt sorunu çözülecekse kesinlikle bu anayasal düzeyde olacak. Başbakan'ın, genel seçimden önce anayasa değişikliği yapılmayacağına dönük sözleri çok önemli değil. Anadilde eğitim, demokratik özerklik derken ne demek istiyoruz, Türkiye'ye bunu anlatmak istiyoruz bu sürede. Bunlar bölünmeyi getirmez. Bu önyargıyı kırmak istiyoruz. Siyasetçiler, sivil toplum, akademisyenler halkın da izleyeceği şekilde, bunları bütün şehirlerde, yuvarlak masa şeklinde tartışabilmelidir. Biz o ortamlara gidip çözüm önerilerimizi anlatabiliriz. BDP'lilerin tutukluluklarının sona ermesi, seçim barajının düşürülmesi gibi taleplerimiz demokratik Türkiye için mücadele argümanlarımızdır. Ama 'bunlar olmadı diye ateşkes bozulsun' demeyiz, diyemeyiz."Kılıçdaroğlu ve Bahçeli'ye çağrıDemirtaş'ın, "Hükümetin BDP ile temasında bir çekingenlik mi var" sorusuna yanıtı şöyle:"Sadece bu ortam oluşmasın diye BDP ile bir hayli kavgalı bir dil kullanıyor. BDP ile hükümet arasında bir diyalog var algısını kamuoyunda yaratmamaya çalışıyor. Çok tehlikeli bir politika." CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile görüşmenin program yoğunluğu nedeniyle gerçekleşemediğini belirten Demirtaş, "Bugünlerde bu görüşme olabilir. Bu CHP'nin de sorunudur. Benim bugünlerde, BDP eşbaşkanı olarak CHP'den beklentim daha yüksek. Ön açıcı olmalılar" derken, MHP Lideri Devlet Bahçeli'ye de mesaj gönderdi: "BDP-MHP görüşmesi ihtiyaç duyulursa neden olmasın? Bütün partilere çözümümüzü anlatmak isteriz."
Milliyet
1,322,043
Yazarlar
Oktay Ekşi eğer İngiltere veya ABD'de Hürriyet muadili bir gazetenin başyazarı olsaydı işinin başında olmaya devam edecekti. Çünkü onu başyazarlıktan istifa etmek zorunda bırakan o deyimi yazısında kullanmayacaktı. Kullansaydı bile sorumlu editör tarafından çıkartılacaktı. 'Çıkartılmasın' diye ısrar etse bile onu kimse dinlemeyecekti. Türkiye'deki gazetelerin en büyük eksiklerinden biri etkili bir kalite kontrolüne, süzgece sahip olmamalarıdır. Batı'daki gazetelere giren yazıların hepsini, yazarları ne kadar ünlü ve kıdemli olursa olsun, editörler okur ve düzeltir. Ernest Hemingway'in gazete ve dergi yazıları bile bu süzgeçten geçerdi.Düzeltme şunlardan müteşekkildir: Yazıyı gazetenin standartlarına uydurmak, gramer ve imla hatalarını düzeltmek, kısaltmak, hatalardan arındırmak, dava konusu olabilecek iddialardan veya söylemlerden temizlemek. Gazetede çıkan haber olsun yorum olsun her yazının doğru, açık, genel gazetecilik kurallarına uygun olması ve dava konusu olacak içeriğe sahip olmaması gerekir.Gazeteci kolay hata yapabilen bir yaratıktır. Zaman baskısı altında olduğu, yani yazıyı belli bir saatte teslim etmek zorunda olduğu için hata yapabilir. Habere çok yakın olduğu için perspektifini kaybedebilir, kendini haberin heyecanına kaptırabilir. Haberi izlemekten bitap düşmüş olabilir. Hatta kafası dumanlı olabilir. Editör uzakta ve soğukkanlıdır, daha geniş bir bakış açısına sahiptir. Hataları yakalamakta uzmandır. Son söz de ona aittir. Yazar ne kadar ünlü ve kıdemli olursa olsun, yazdığının olduğu gibi gazeteye girmesine ne kadar ısrar ederse etsin "burası girmeyecek" derse orası girmez.İç disiplin kurulmalıNormal koşullarda editör neyin neden girmeyeceğini gazeteciye veya yazara anlatır, değişiklik yapmasını ister. Ama baskı saati yakınsa bunu da yapmayabilir. Türkiye'de bu sistem çalışmaz ve yakın gelecekte çalışması da mümkün değildir. Köşe yazarlarının çoğu "prima donna"dır. Yazılarına, kutsal bir metinmiş gibi muamele edilsin isterler. "Ben yazıma dokundurtmam"la özetlenebilir bu tutum. Nitekim yazısından bazı cümleleri veya kelimelerin çıkartılması istendi veya bir yazıları basılmadı diye istifa eden veya istifa tehdidinde bulunan köşe yazarları var.Ama "editing" bir basın özgürlüğü veya yorumda bağımlılık veya bağımsızlık konusu değil, sistem, kalite, disiplin sorunudur. Ekşi'nin Hürriyet'teki uzun meslek hayatının sona ermesine neden olan "bunlar analarını bile satar" deyimi sayfa birden kim sorumlu ise o tarafından çıkartılmalıydı. Eğer ortada bir hata varsa bu hata Ekşi'ye ait olduğu kadar sorumlu editöre aittir. Basın muhakkak iç disiplinini kurmalı, kendine hâkim olmalı, dışarıdan gelen baskılarla kendini kapatmalıdır. Gerçi bunu yapsa bile Erdoğan'ın gazabından kurtulabilir mi, bilmiyorum.Sınır Tanımayan Gazeteciler'in geçen hafta Paris'te yayınladığı basın özgürlüğü endeksine göre Türkiye 178 ülke arasında 138'inci sıradadır ve zemin kaybetmektedir. Bu doğrudan Türkiye'nin baskıcı bir rejime sahip olmasının sonucudur. Ne Ekşi'nin tarzı ne de editörlükle ilgisi var. Böyle rejimlerde gazeteciliğin gelişmesi güçtür.
Milliyet
1,318,799
Yazarlar
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu'nun, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Cumhuriyet'in 87. yıldönümü nedeniyle Köşk'te vereceği tek ve eşli resepsiyona katılıp katılmayacağı merak ediliyordu.Kılıçdaroğlu'na dün Köşk'e çıkıp çıkmayacağını sordum. Yanıtı şu oldu:'Köşk'te olmayacağım'"Ben Köşk'teki resepsiyonda olmayacağım. Bir boykot amacım yok. Halkla beraber olacağım. Hanımefendiye saygım var. Ama Köşk'e çıkmayacağım, bazı milletvekili arkadaşlarım çıkacaklar. Şöyle yanlış bir algı yaratılıyor. Cumhurbaşkanı Gül'ün eşi türbanlı olduğu için Köşk'e çıkmadığımız izlenimi yaratılıyor. Oysa ilgisi yok. Gerçek öyle değil. Ne önceki Genel Başkanımız Sayın Baykal'ın ne de benim öyle bir tutumum var. Ben İstanbul'da bir belediyemizin düzenlediği alternatif kutlamaya katılacağım. Partimizin adı Cumhuriyet Halk Partisi, ben de halkımla birlikte Cumhuriyet'i kutlayacağım. Türban nedeniyle Köşk'e çıkmıyorlar gibi gerçeği yansıtmayan ucuz tartışmalara da girmek istemiyorum."'Başbakan samimi değil'CHP lideri Kılıçdaroğlu, üniversitelerde türban sorununun çözülmesine ilişkin sorumu yanıtlarken de şöyle konuştu:"Bizim düşüncelerimizde bir değişiklik yok. Biz olayı ve düşüncemizi çok açık bir şekilde ortaya koyduk. Türbanın üniversitelerde yükseköğrenim hakkına engel olmaması gerektiğini bu işin çözülmesi gerektiğini belirttik ve katkı vermeye hazır olduğumuzu da söyledik. Ancak dedik ki; türban üniversite dışındaki eğitim kurumlarına ve kamu görevlilerine yaygınlaştırılmamalı.Bu konuda bütün siyasi partilerin ve genel başkanların görüşü belli. Görüşünü açıklamayan bir kişi var o da Başbakan Recep Tayyip Erdoğan. Bir türlü ortaya çıkıp biz türbanı üniversite dışındaki eğitim kurumlarına ve kamu görevlilerine yaygınlaştırmayacağız, demiyor, diyemiyor. Oraya gelince susuyorlar. Neden? Birinci soru budur. İkinci soru ise İstanbul'da merdiven altındaki atölyelerde türbanlı genç kızlar çalışıyor. Başbakan çıkıp bu genç kızlara, sizin sosyal güvenlik hakkınız var, sendika hakkınız var, kıdem tazminatı hakkınız var demiyor, diyemiyor. Çünkü Başbakan, türban konusunu sadece istismar alanı olarak görüyor. Bu konuda samimi değil. Çünkü demokrasiyi istemiyor."Erdoğan'a çağrıKılıçdaroğlu, üniversitedeki sorunlarla ilgili soruma karşılık verirken de Başbakan Erdoğan'a bir çağrı yapmak istediğini belirtti ve şöyle konuştu:"Sayın Başbakan'a sesleniyorum; daha iyi duysun diye. 21. yüzyılda üniversitelerde yurt sorununu çözmeyen Başbakan ve siyasetçiler büyük sorumluluk altındadır. Yurt sorununun çözülmemesi gençlerin karanlık odaklara terk edilmesi anlamındadır. Bu sorunu çözmeyen siyasetçiler ülkelerine değil, karanlık odaklara hizmet etmektedirler. Sayın Başbakan'ın bu sözlerimi çok iyi dinlemesini ve anlamasını istiyorum."'Aç çocuk kalmamalı'CHP lideri Kılıçdaroğlu, Cumhuriyet'in 87. yılında gördüğü Türkiye manzarasını da şöyle özetledi:"Cumhuriyetimizin 87. yılında derinleşmiş sorunlarını çözmüş, çağdaş uygarlık düzeyini yakalamış; küçük ayrıntılarda boğulmamış, kadının türbanıyla, kayıt dışı ekonomiyle uğraşmayan, hiçbir çocuğun yatağa aç girmediği bir Türkiye görmek isterdim. Ancak maalesef böyle bir Türkiye göremiyoruz. Türkiye'de zenginlik yoksullara uğramadı. Geniş kitleler, hak ettikleri payı alamadılar. Mutsuz milyonlar oluştu. Sadece bir avuç mutlu azınlık var. Türkiye, üreten bir ülke olamadı. Başkalarının zenginliği için tüketen bir ülkeyiz. Bizi üretmeye değil, tüketmeye koşullandırdılar. Oysa büyük Atatürk'ün dediği gibi, Cumhuriyet kimsesizlerin kimsesi olmak demektir. Geniş kitleleri yoksul kılmak ve onlardan oy almak gibi ucuz politikalar izlendi. Kul mantığı yerleştirildi. 21. yüzyılda sosyal demokrat iktidarda bunu ters düz edeceğiz."
Milliyet
1,342,797
Yazarlar
Adam demiş ya; "sende bu ense oldukça çok şaplak yersin" diye... Bizde bu "balık hafıza" oldukça daha çok gırgırlarını geçerler taraftarla!..Fenerbahçe ve Galatasaray "berbat" bir ilk yarı yaşıyorlar. Kime, nasıl, nerede yenilecekleri Allah'a kalmış; doğru mu? Hele Galatasaray... Sahadaki skandal, yönetime kadar ulaşmış. Asbaşkan'la Başkan karakucak dalmış! Büyük kulüplerin büyük beyinleri sabahlara kadar kafa patlatıyorlardır bu bunalımlı süreci atlatmak için değil mi? Planlar, projeler, operasyonlar hazırlıyorlardır!Elbette... Bakın, çözüm bulmuşlar bile:"Galatasaray, Misimovic'i kadro dışı bırakmış"."Fenerbahçe, Güiza'yı sahaya çıkaracakmış". Oh be... İşler yoluna girdi nihayet! Bundan sonra selamet... Aştılar problemi. Ne diyelim; yersen!..Yiyenin zihnini açan ama balığa bir gram faydası olmayan fosforun gözü kör olsun.  Bursa-Trabzon meydan muharebesiİnsan gelişiminde en etkin unsur "miras"tır... Mal/mülk mirası değil, "bilgi ve deneyim" mirası. Düşünsenize her neslin tekerleği yeniden icat etmek zorunda kalmasını!..İşte o miras sayesinde bugün orta okul seviyesinde bir öğrenci Kopernik'ten daha iyi bilir güneş sistemini.Koskoca Yavuz Sultan Selim ve hekimleri bilmezdi ama ergen bir delikanlı çok iyi bilir   sivilcelerin sıkılmaması gerektiğini.  Yani...Geçmişte "öğrenilmişleri" bilmek uygulamak helal, geçmiş hataları tekrarlayanlar sırılsıklam aptaldır.  İşte Bursaspor ile Trabzonspor taraftarları arasında yaşanan, bu "rutubetli" ortamdır.Yazık... Çok yazık.Bir "mikrofon dudusu" çıkacak, Bursa'da "reytingi" yeniden icat etmek için bölücülükten dalacak, provokasyondan çıkacak ve tüm insanlığın İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra reddedip tiksindiği maskeyle iki şehri düşman yapacak."Trabzonlular, Bursa'da yerleşmiş, Bursa'ya düşman kalmış"!..Neden?.. Bursa - Trabzon maçında rakibe ağır sözler söylediler diye..."Sıkıyorsa bordo mavi ile Heykel'e gelsinler"miş...Yüzünü gözünü tırmıklayacak Trabzonsporlular'ın her halde!Resmen odun atıyor ocağa hanımefendi. Ne medyayı biliyor ne toplum psikolojisini. Ağzından çıkanı kulağı duymuyor. Faşist diktatör Benito Mussolini'nin hayat ve ölüm arkadaşı Clara Petacci bile böyle ileri gitmedi 40'ların İtalya'sında...  Asıl mikrofondaki bu bayanı ciddiye alıp Heykel'in önünde kapışanlara yazık. Belli ki, insanlık istediği kadar gelişsin, "gaza gelme" saflığı her nesilde sıfırdan başlıyor. Yüz yıl sonra neden savaştıklarını bile unutmuş toplumları hatırlayın tarihte? Durumdan vazife çıkarmayanlara gelelim. Bursaspor ile Trabzonspor yavaş kaldı mesela... Bursaspor TV'den özür dilemek, saçma... Hata kişisel. Bırakın özrü falan, siz dostluktan haber verin. Gözümüze sokun dostluğu. Duvarlara sıvayın, sokaklara yayın. Miting yapın, miting...Sus pus Trabzonspor'a gelince "mağduriyetin" tadını çıkarmak mıydı yoksa maksadı?Her ikisinin de anında harekete geçmeleri ve kin tohumlarını imha etmeleri gerekirdi ama ikisi de oralı olmadı. Bu tip saçmalıkların, saçmalama eğilimi olanlara ne kadar çanak tuttuğunu yakın geçmişimizden öğrenmemiş olanlar varmış demek ki. Mirastan mahrum kalanlar...
Milliyet
1,318,822
Yazarlar
Fransa Ligi'nde Marsilya saha avantajını iyi kullanır ve Rennes'i geçip liderlik koltuğunun yeni sahibi olur. Cardiff de sahasında Norwich'i yener...110 Bursa-Fenerbahçe           1Ligin namağlup tek takımı Bursaspor en yakın rakibi Trabzonspor'un üç puan önünde zirvedeki yerini koruyor. Yeşil-beyazlılar son maçında Ankaragücü karşısında geriye düşmesine rağmen ilk yarıda rakip filelere tam 5 gol bıraktı ve zafere ulaştı. Ev sahibi takımda Insua ve Ali Tandoğan'ın durumları maç saatinde belli olacak. Fenerbahçe ise çıkışa geçmesine rağmen derbide aldığı beraberlikle tekrar eski günlere geri döndü. Özellikle oynatmamak için savaşan bir takıma karşı futbolcular hiçbir çare bulamadı. Bursaspor da bu defans anlayışını en iyi uygulayan takım. Ayrıca defansın değişilmez ismi Lugano cezası nedeniyle forma giyemeyecek. Son haftaların formda ismi Dia da sakat. Yeşil-beyazlılar iç saha avantajını iyi kullanarak galibiyete ulaşır ve güçlü rakibi ile arasında olan puan farkını korur.137 Genoa-Inter  ÜstSürpriz kayıplarına Sampdoria karşısında bir yenisini ekleyen Inter, Lazio'nun haftayı üç puanla kapatması üzerine zirvenin dört puan gerisine düştü. Konuk ekipte her şey Eto'o'ya bağlı. O gününde olmadığı zaman üç puan hayal oluyor. Genoa ise iç sahada topladığı puanlarla ayakta kalmaya çalışan bir takım. Taraftar desteği ile çok farklı bir futbol ortaya koyabiliyorlar. Ev sahibi takımın son maçları gollü geçiyor. Inter de kaybetmemek için tüm gücünü sahaya yansıtacaktır. Bu yüzden sürpriz bir sonuca açık bir maç. İlk seçenek olarak 2,5 gol üstü düşünülmeli. 186 Cardiff-Norwich  1İç sahada namağlup unvanını sürdüren ve çıktığı altı maçta sadece 4 gol yiyen Cardiff averajla ikinci sırada yer alıyor. Norwich ise yaşadığı sürpriz kayıplarla sarsıldı. Leeds United gibi zorlu bir deplasmanda 4-0 gibi farklı bir skorla kazanan Cardiff, sahasında da moralsiz rakibine puan kaptırmaz.305 Marsilya-Rennes  1Ligde 7 maçlık bir yenilmezlik serisi yakalayan Marsilya, konuk ettiği Rennes'in son haftada Montpellier ile berabere kalmasının ardından zirveye iyice yaklaştı. Defansa dayalı bir oyun anlayışıyla sahaya çıkan Rennes'de ise orta sahada Mangane cezalı olduğu için forma giyemeyecek. Bu tür tansiyonu yüksek maçlara daha alışkın olan Marsilya saha avantajını iyi kullanır ve zafere ulaşarak liderlik koltuğunu kapar.
Milliyet
1,330,282
Yazarlar
vitaminler vücut fonksiyonunun düzenlenmesinde ve devamlılığında rol oynar. Yağda ve suda çözünenler olarak ikiye ayrılır.Vitaminlerin Fonksiyonları ve Bulundukları BesinlerYağda Eriyen VitaminlerA vitamini Enfeksiyonlara karşı direnci arttırır normal büyüme, üreme, kemik ve diş gelişimi, görme için gereklidir. Bazı kanser türlerine karşı koruyucu etkisi vardır. Cildin tırnakların ve saçların sağlıklı kalmasını sağlar. Diş ve dişetleri için büyük önem taşır.A vitamini en çok balık yağında bulunmaktadır. Bununla beraber günlük süt grubu ve yumurta tüketiminin sağlandığı bireylerde gereksinim karşılanmaktadır. Kayısı, havuç, domates, maydanoz, ıspanak, kereviz, marul, portakal, erik bu vitaminin kaynakları arasında sayılmaktadır.D vitamini İnce bağırsaklardan kalsiyumun emilmesine yardımcı olur, kalsiyumun kemiklerde ve dişlerde tutulmasını sağlar. D vitamini gereksiniminden az alındığında vücuttaki kalsiyum fosfor dengesi bozulacağından kemiklerde ve dişlerde yumuşama meydana gelir. Raşitizm bunun en görülür belirtisidir ve özellikle çocuklarda görülür.Gereksinim günlük tüketilen besinlerde pek bulunmamakla beraber besinsel kaynakları başta balık yağı olmak üzere balık karaciğer, yumurta ve peynir öncelikli olarak sayılabilir. Bununla beraber güneş ışınlarından da deride D vitamini sentezlenmektedir.E vitamini Antioksidan etkilidir. Hücrelerin daha uzun yaşamasını ve yenilenmesini sağlar, döllenmenin ve plasentanın oluşmasında, testislerin ve yumurtalıkların gelişmesinde önemli rol oynar, kısırlığı önler.E vitamini en çok bitkisel yağlarda bulunur. Yeşil sebze, et, karaciğerde bulunur.K vitamini K vitamini kanın pıhtılaşmasında rol oynayan protrombinin karaciğerde oluşmasını sağlar.K vitamini eksikliğinde kan pıhtılaşmasında gecikme görülür veya hiç pıhtılaşmama görülür.K vitamini yeşil bitkiler, bitkisel yağlar, karaciğer ve yumurtada bulunur.Sağlığınızı korumaya faydalı %100 bitkisel besin takviyeleri için tıklayın...Suda Eriyen VitaminlerB1 vitamini Vücudun enerji üretimi için gerekli metabolik döngüde anahtar rolü, Karbonhidrat sindirimine yardımcılık, sinir sistemi, kas ve kalbin normal fonksiyonu için gereklilik, iştahı düzenleme, büyüme ve kas dokusunu arttırmada rol oynar. Bira mayası, sakatat, tahıl, balık, fındık, kuru fasulye, ıspanak, karnabahar, avokado, yulaf ezmesi kaynakları olarak sıralanabilir.B2 vitamini (Riboflavin) enerji üretimi, enzim fonksiyonu, normal yağ asidi ve aminoasit sentezi için önem taşımaktadır. Besinlerden enerjinin serbest bırakılmasında rol oynar. A vitamini ile birlikte kullanıldığında solunum, sindirim, dolaşım ve boşaltım sisteminin mukozasının sağlıklı olmasını sağlar. Sinir sistemi, deri ve gözleri korur. Normal büyüme ve gelişmeye yardımcı olur.Diğer B Vitaminleri bulunan kaynaklarda genellikle birlikte yer alır. Fakat birçok besin maddesinde yeterli miktarda bulunmaz. Karaciğer, dil, bira mayası B-2 yönünden zengindir. Süt, yumurta, peynir, ıspanak, brokoli gibi yeşil yapraklı sebzeler, balık, mantar ve avokado içersinde makul miktarda bulunur.B3 vitamini (Niasin)Kan dolaşımını düzenler, sağlıklı bir deri sağlar ve santral sinir sisteminin çalışmasına yardımcı olur. Beyin ve hafızanın ileri fonksiyonlarının denetlemesinden dolayı şizofreni ve diğer zihinsel hastalıklarda tedavi edici rol oynar. Son olarak yeterli B3 düzeyinin insülin ile östrojen, progesteron ve testesteron gibi cinsiyet hormonlarının sentezi için hayati rol oynadığı gösterilmiştir.Besinlerle alınan triptofandan vücut gerekli vitamini elde edebilir. Diğer formlarda ise yapısal olarak bağlı formda olmadıkları takdirde vitamini vücut doğrudan alabilir. Bira mayası, kuru fasülye ve bezelye, tahıl kepeği, avokado, hurma, incir, yer fıstığı B-3 Vitamini ve triptofan yönünden zengindir.B5 vitamini (Pantetonik asit)Enerji üretiminde rol oynar. Beyin fonksiyonları ve sinirler için önemli. Cilt ve saç sağlığında önemli etkisi vardır. Doğada çok miktarda vardır. Bağırsaklarda da bir miktar sentez edilebilir. Karaciğer, böbrek, tavuk, yumurta, kırmızı et, buğday, mısır ve baklagillerde bolca bulunur.B6 vitamini Aminoasit yapım ve yıkımı, hemoglobin üretimi, enfeksiyonlarla savaş, yağ ve karbonhidrat mekanizması, antikorların oluşumu, vücuttaki sıvı fazlasının uzaklaştırılması, sağlıklı cilt devamlılığı rolleri vardır.Vitamin B6 kaynakları arasında patates, muz, tavuk eti, bezelye, avokado, bira mayası, ıspanak, yumurta, balık ve bütün bakliyat ve kuruyemişler gelmektedir.Eksikliğini hissettiğiniz ve ihtiyacınız olan vitaminler için tıklayın!B11 vitamini (Folik Asit) Sağlıklı kırmızı kan hücresi yapımı, sağlıklı hücre yapımı (özellikle gebelik süresince ve sindirim sisteminde) rol oynar. Eksikliğinde iştahsızlık, kilo kaybı, bulantı, kusma, ishal, baş ağrısı, unutkanlık, çarpıntı gibi bazı kalp sorunları oluşabilir. Karaciğer, kırmızı et, yeşil yapraklı sebzeler, marul, yumurta, ekmek, portakal, muz iyi kaynaklarıdır.B12 vitamini Folik asit ile birlikte kırmızı kan hücresi yapımı ve aneminin önlenmesi, sinirlerin normal gelişimi, sağlıklı sinir sistemi devamlılığı, kalsiyum emilimi yoluyla çocukların büyümesinin hızlandırılmasında rol alır.Hayvansal kaynaklı besinlerle temin edilir. Sakatat denilen hayvan karaciğer, yürek ve böbreğinde bol olarak bulunur. Ancak sakatatlar hiçbir zaman vitamin kaynağı olarak önerilmez. Kırmızı et, tavuk ve balıketi ile yumurta bu vitamin yönünden zengindir.C vitamini Eksikliğinde oluşan en ağır durum skorbüt hastalığıdır. Genel olarak dokuların sağlığı bozulur. Diş eti kanamaları ve çekilmeler görülür.Enfeksiyonlara karşı dayanıksızlık ve zor iyileşme, deride küçük kanamalar, halsizlik, iştahsızlık, çocuklarda büyümenin yavaşlaması, yaşlılarda ciddi damar problemleri eksikliğinde görülen sorunlardır.Ayrıca değişik enfeksiyonlar, soğuk algınlığı, depresyon, yüksek tansiyon, eklem iltihabı, ülser, damar sorunları, allerji ve safra kesesi taşları birçok sağlık sorununun C Vitamini ile ilişkili olduğu düşünülmektedirTaze meyve ve meyve suları ile sebzelerde bol miktarda bulunur. Besinlerin pişirilmesi sırasında C Vitamini önemli oranda yitirilir. Kaynamış, oksijeni uçmuş bir suda pişirilme ile soğuk suya koyarak pişirme bile kayıp miktarlar açısından farklıdır. Soğuk suda pişirmede kayıp fazladır, keza pişirme süresinin uzaması da olumsuz etki gösterir. Yağda kızartma, bakır kaplar, sebze, meyvelerin bekletilmesi ve kuralına uyulmadan dondurulması, kesilmiş sebzelerin hava ile teması, pişirilmiş yemeklerin bekletilmesi ve ısıtılması C Vitaminin yitirilmesine neden olur.
Milliyet
1,347,017
Yazarlar
AKILCI OLMAK GEREK Geçmişe ait konular ve bizi duygusal açıdan yaralayan koşullar ortaya çıkabilir. Bu nedenle akılcı davranmak ve geçmişe takılı kalmamak gerekiyor. Özellikle iş hayatında daha profesyönel bir bakış açısı edinmeye bakmalıyız. Bugün yakın bağlarımızı yeniden güçlendirebilir, hukuki konularda da başarı elde edebiliriz. Özellikle sabah saatlerinde duygusal alanda kendimizi baskı altında hissedebiliriz. Yakın beraberliklerde manipülasyon ve duygusal zorlama söz konusu olabilir. Beraberliklerimizde sınırlarımızı daha iyi korumaya bakmalı, olaylara karşı  objektif bir tutum izlemeye gayret etmeliyiz.
Milliyet
1,342,794
Yazarlar
-- FATMAGÜL NE ÇiLEN VARMIŞ! AKP'li milletvekili Halide İncekara "'Yaprak Dökümü', 'Fatmagül'ün Suçu Ne?' gibi diziler sapıklığı teşvik ediyor. Senaristlerin ruh sağlığından şüpheliyim" buyurduktan sonra ortalık karıştı malumunuz. Aslında bu dizilerin yaptığı sapıklığı teşvik etmek değil, gerçek hayatta yaşanan veya yaşanabilecek şeyleri gözler önüne serip izleyenlerin (tabii idrak edebilene!) aklını başına getirmek bence...  Özellikle 'Fatmagül'ün Suçu Ne?' dizisi bir Türkiye gerçeğini işliyor, ülkemizde bu ve buna benzer tecavüzlerin yaşandığını, çoğu çocuk yaştaki mağdurların yaşadıkları ağır travma yetmezmiş gibi bir de üzerine suçlandıklarını, bazı bölgelerde intihara zorlananların veya aile kararıyla öldürülenlerin olduğunu gazete ve televizyon haberlerinde sık sık görüyoruz.  Peki Beren'in suçu ne?Sapık arıyorsanız eğer başka sapıklar var! Diziyle gerçeği ayıramayan, sanatçıya rastladığı yerde "Beren bize de bir güzellik yap" diyen hastalar var, konuşacaksak bunları konuşalım. Normal insanlar ibret alarak ve bir genç kızın hayatını yıkan tecavüzcülere lanet yağdırarak izliyor diziyi.  Hele hele İncekara'nın Beren Saat için "Bu kızın fiziki ve ruhsal yapısı bozuk" demesi gerçekten komiklikte son nokta! Beren Saat kendisine verilen her rolü başarıyla oynayan, Türkiye'de son yıllarda yetişen en başarılı genç oyunculardan biri ve sadece işini yapıyor! Onun ruh sağlığını sorgulamak nasıl bir zihniyettir anlamak mümkün değil!  Turgut Özal'ın zamanında pek açık şekilde söylediği gibi 'kumanda' diye bir şey var! İsteyen izler, istemeyen kanalı değiştirir. Bahsi geçen dizilerin reyting rekortmeni olduğunu düşünürsek kanalı değiştiren de pek yok kanımca! İncekara dahil!ASIL SAPIK 'TESTERE'Yi YAZANLAR!Biz başarılı dizilerimizi ve oyuncularımızı yerden yere vurmaya devam ederken, tamamen arkadaş baskısıyla 'Testere' serisinin son filmini izlemeye gittim. Bir bayram günü yapılması gereken en son şey! İşte bu filmde gerçekten çok zeki olmasına rağmen ruh sağlığı bozuk ve insanları sapıklığa teşvik eden bir kafa yapısı var. Gerçek hayatta yaşanması zor bir 'kurgusal vahşet' izliyorsunuz. Kurbanların psikolojisini (ve tabii izleyicinin de) delirme noktasına kadar zorlayan, öldürene kadar her türlü işkenceye maruz bırakan bir katil... Ortalık kan gölü, kopan vücut parçaları, dişler, çeneler her yerde!  Büyük bölümünde gözlerim kapalıydı, gerçekten tahammül edilmez bir film... İşin asıl şaşırtıcı yanı bu kadar seveni ve koşarak izlemeye gideni olması! Sinir sistemim, asabım, moralim, psikolojiye dair neyim varsa bozuldu. Üstelik üç boyutluluğu da manasız bir film olmuş, beynimi 3D film izlediğime inandıracak hiçbir şey yoktu. Ben gidiyorum, filmden "Aman Tanrım yine inanılmazdı" diye beğenerek çıkan erkek arkadaşımla konuşacaklarım(!) var...Eski dostum Pabetland...Bu aralar ev döşediğim için dekorasyon mağazalarına yönelmiş durumdayım. Bunların arasında beni en çok etkileyenlerden biri Pabetland... Gözden ırak gönülden ırak derler ya Pabetland Maslak'tan taşındığından beri Seyrantepe'deki yeni yerine gitmek aklıma gelmemişti. Hata etmişim! 2 bin metrekarelik dev mağazada ev için aklınıza gelebilecek her şeyin en güzeli, en kalitelisi var ve fiyatların nasıl uygun olduğuna inanamazsınız! Benim gözüm döndü ve içimdeki alışveriş canavarı o dev mağazayı talan etti, ev tekstilinden mobilyaya, mutfak eşyalarından zarif dekorasyon detaylarına kadar ne arıyorsam hepsini buldum. Adresine www.pabetland.com'dan ulaşabilirsiniz.
Milliyet
1,326,253
Yazarlar
Bursaspor'a yazık, Fenerbahçe'ye ayıp, Federasyon'a pes!.. 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı'nda maça çıkıyorlar ellerinde "organ nakli" pankartı. Hangi organdan bahsediyorsunuz kardeşim? Kimden kesip, kime takacaksınız? Neyin parçalarından "yeni" bir beden yaratacaksınız?Niyetiniz dalga geçmek mi, yoksa bu kadar mı Fransızsınız?Biri asırlık kulüp, diğeri son şampiyon... Tribündeki gençler, dev gibi Ay-Yıldızlı bayrakları sallayıp "Memleketim" şarkısını söylerken utandılar mı acaba? Cumhuriyet Bayramı'nda "organ naklini teşvik" pankartını onaylayan Federasyon'un duvarında bir tane "Saatli Marif Takvimi" yok mudur acaba?Neyse... Geride kaldı. Önümüzde 10 Kasım var. Bilmeyenlere hatırlatayım; Atatürk'ün ölüm yıldönümüdür. İlginç tesadüf, o gün aynı sahada Bursaspor- Kırıkhanspor maçı var. Ayrıca Ali Sami Yen'de Galatasaray-Denizlispor,  Konya'da Şekerspor-Manisaspor... Ziraat Türkiye Kupası maçları.Halkımızın sağlığı ile meşguliyetten "memleketin harçları"na bir gün ve birkaç metrekarelik bez bile ayıramayan değerli kulüplerimize katkım olsun:"Anemi" ile mücadele için en uygun gündür! Yazsınlar pankartı çıksınlar:"Kansızlık ciddi bir hastalıktır".Guti'yi yazık edeceklerBeşiktaş'ın maçlarından, taktiğinden, fiziğinden hatta Beşiktaş'tan bağımsız olarak Guti için son derece endişeli olduğumu söylemeliyim. Ben yabancı hayranı da değilim. Ama Guti gelmişse, her hafta seyretmek isterim.  Ne yazık ki, daha uzun süre seyredebileceğimi sanmıyorum!Adama beş metre içinde üç tekme atılır mı?.. Atıyorlar. Biliyorlar ki, bir şansları olması için Guti'yi durdurmak lazım. Üzerine iki kişi zimmetlesen, öbür taraflar boş kalır. Öyleyse, "önümüze çıkan Guti'ye bir tekme"!Yüreğim sıkışıyor, bir gün ayağı falan kırılacak diye.Lafla olmuyor. "Sakat Yabancı Rehabilitasyon Merkezi"ne dönen Süper Lig'in milyonlarca Euro'luk "yabancı servetini" korumak, tabi ki teknik direktörlerin işi... En azından sahadaki sakatlıklara son vermek istiyorlarsa mıymıntı futboldan bir an önce kurtulmaları lazım. Futbolumuz hızlanmazsa, bir gün Guti'yi de tekerlekli iskemlede, bundan sonraki muhtemel "kaliteli yabancı" transferlerini ise rüyamızda görürüz. Nihat'ı çiğ çiğ yemekNihat Kahveci, futbola Beşiktaş alt yapısında başladı. Toshack tarafından keşfedilip A takımına alındı. Yıllarca tribünleri coşturdu. 2001 yılında Real Sociedad'a transfer olurken Beşiktaş'a deve yüküyle para kazandırdı. İspanya'da fırtına gibi eserek hem Beşiktaş'ın hem de Türkiye'nin göğsünü kabarttı. Euro 2008 elemelerinde önce Norveç'e sonra da Bosna-Hersek'e karşı çok değerli goller atarak şampiyonanın kapısını Türkiye'ye araladı. 15 Haziran 2008 tarihinde Türk Milli Takımının, Çek Cumhuriyeti'ne karşı oynadığı grup maçında 3 dakika içerisinde 2 gol attı ve Milli Takım'ın, Euro 2008'de çeyrek finale çıkmasında büyük pay sahibi oldu. Ve yine Beşiktaş'a döndü. Şimdi ıslıklanıyor.Öz evladı, üstelik "hayırlı" öz evladı tökezleyince onu çiğ çiğ yemek, Beşiktaş gibi yitip giden futbol maneviyatına sahip çıkmaya çalışan bir taraftara hiç yakışmıyor.
Milliyet
1,345,008
Yazarlar
TEŞEKKÜRLER CAN DÜNDAR CNN Türk'te Mehmet Yaşin'in hazırlayıp sunduğu 'Bayram Lezzetleri'nde Tarık Akan'ın ortaya attığı "Çalın Davullar türküsünü söyleyen Atatürk'e benziyor" iddiası, bir anda Kurban Bayramı'nın en ilginç tartışma konusu haline geldi."Tarık Akan özür diledi ve olay kapandı" diyenler olabilir, ama ben aynı görüşte değilim.Çünkü bir özürle kapanacak bir konu değil bu.Neden mi?İşte nedenleri:Tarık Akan, 'Bayram Lezzetleri'nde sadece "Sesi benziyor, gerçekse araştırılsın" demedi.Kanaatim o ki Akan'ın, Can Dündar ortaya çıkıp, 'acı gerçeği' açıklayıncaya kadar 'Çalın Davullar'ı söyleyenin Atatürk olduğuna inancı tamdı.Böyle düşünmese olayı; her haliyle buram buram kurgu ve gizem kokan şekilde anlatır mıydı?"Şeytan ayrıntılarda gizlidir" derler.O nedenle Tarık Akan'ın 'Bayram Lezzetleri'nde sarf ettiği şu sözlere dikkatinizi çekmek isterim:Bu olaydan alınacak derslerBir Alman, Atatürk'e ses kayıt cihazı getiriyor. Mustafa Kemal bunu çok seviyor. Akşamları kendisi ona şarkı söylüyor, dinliyor ve sonra kırıyor. Dinleyip kırdığı için bu plaklar hiç kimsenin eline geçmiyor. Sonra bir arkadaşı alıyor, ona da vermiyor. Sonra birisine geçiyor ve o plak, bu plak. Kaydın orijinalinin kimde olduğunu söyleyemem. Bana kayıt maille yollandı. Mailde Atatürk'e ait konuşma da var. Mustafa Kemal, her şeyi güzel yapar. İşte türküsünü de böyle güzel söylemiş." Akan'ın Kurban Bayramı'nda 'bomba etkisi' yapan bu açıklamalarından sonra TRT Haber'de ve NTV'de izlediğim uzmanlar da, Akan'ın Atatürk'e dair anlattıklarını doğruladı.Çünkü Atatürk'e ait anıların bir kısmı zaten bilinen şeylerdi.Mesele bu 'Çalın Davullar'ı söyleyenin Atatürk olup olmadığıydı.O ana kadar görüş beyan edenlerin çoğu, "Olabilir" dedi, sadece Kalan Müzik'in sahibi Hasan Saltık, onlara oranla daha temkinliydi. Saltık, "O zaman ev ortamında doğrudan plağa kayıt yapma gibi bir imkan yoktu. O dönem ev ortamında yapılan kayıtlardan da böyle ses çıkmaz. Bu bana stüdyo kaydı gibi geldi" dedi.Allah'tan Türkiye'nin Can Dündar gibi Atatürk konusunda uzman bir belgeselcisi var.Ne zaman ki Can Dündar devreye girdi ve önce TRT'ye, ardından da NTV'ye, 'Çalın Davullar'ı söyleyenin Atatürk değil, kameraman arkadaşı Murat Özcan olduğunu söyledi, işin rengi değişti.Can Dündar, sadece Tarık Akan'ı değil, hepimizi internetin kurbanı olmaktan kurtardı.Bu olaydan başta Tarık Akan olmak üzere, bu olayı araştırmadan, soruşturmadan 'flaş haber' diye ekrana getirenlerin de çıkaracağı dersler olmalı.Birincisi; 'sanal alem'den elimize geçen bu tür bilgileri, araştırmadan soruşturmadan, olduğu gibi yani ham haliyle yeni bir şeymiş gibi kamuoyuna sunmamak lazım... İkincisi; Tarık Akan'la Mehmet Yaşin, Çiçek Bar'dan da arkadaş... Kameralar kayıttayken konuşurken 'Çiçek Bar muhabbeti' rahatlığında olmamak gerekiyormuş demek ki!TSM, KANADA'DA DERS OLABiLiR Mi?Türk Sanat Müziği'nin Kanada'ya açılma ihtimali var mı?Zor, ama imkansız değilmiş demek ki...Dünyanın bir uçundan Türk Sanat Müziği'ni araştırmak üzere Türkiye'ye gelen Ryerson Üniversitesi Müzik Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Leslie Hall'in Anadolu Ajansı'na verdiği demeç bu anlamda umut verici.25 yıl önce geldiği Türkiye'de bir yıl konservatuvarda öğrenim gördüğünü vurgulayan Kanadalı öğretim üyesi, bu kez ziyaret nedenini ise şöyle açıkladı:"Türk Sanat Müziği benim için çok enteresan, farklı ve özel bir müzik. Hazırlayacağım raporun müzik profesörleri tarafından onaylanması durumunda Türk Sanat Müziği, Kanada'da ders olarak verilecek."Bundan daha güzel bir fırsat olabilir mi?Artık Kültür ve Turizm Bakanlığı mı olur, Başbakanlık Tanıtma Fonu mu, konservatuvarlar mı yoksa müzik şirketleri mi bilemem?Ama bildiğim bir şey var; o da birilerinin bir an önce Leslie Hall ile temasa geçip, onun Kanadalı profesörlerin onaylayacağı bir Türk Sanat Müziği Raporu hazırlamasına yardımcı olması...Fırsat ayağımıza kadar geldi çünkü...NiKAHA KAÇ KiLOMETRE VAR?Ali Sunal'ın uzatmalı aşkı ve 'Yaprak Dökümü'nün 'Leyla'sı Gökçe Bahadır, demiş ki, "Tabii ki Ali'yle evlenmek istiyorum. Evliliğe karşı biri değilim. O yolda ilerliyoruz sonuçta."Onu anladık da, nikah dairesi kaç kilometre sonra?
Milliyet
1,325,012
Yazarlar
Önce Ahmet Özal, "Babasının ölmediğini, öldürüldüğünü" öne sürdü. İsimler verdi.Ardından Semra Özal, "Eşimin zehirlenerek öldürüldüğüne yüzde 100 eminim" açıklamasını yaptı.Ailenin bu çıkışları sonuç verdi ve Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, "Özal'ın ölümü dosyası"nı yeniden açarak soruşturma başlattı.* * *Komplo teorilerini severiz.Sokaktan geçen 100 kişiye "Özal öldü mü, öldürüldü mü?" diye sorsanız, çoğu bunun cinayet olduğunu söyler; muhtemelen katili de biliyorlardır.Geçenlerde Taha Akyol'un da yazdığı gibi "Toplumca kapıldığımız genel paranoyanın semptomları bunlar..."Ama yine toplumda pek tutulan bir paranoyak atasözünde denildiği gibi:"Senin paranoyak olmaman, izlenmediğin anlamına gelmez."* * *"Derin devlet, acemi bir tetikçinin eline tutuşturduğu bozuk tabanca ile, hem de ANAP kongresinde Özal'ı vuracak."Taha Akyol, "Bu kadar acemi komplo mu olur" diyor.Haklı! Ama aynı "derin devlet"in Abdullah Çatlı ve ekibini hem de polisçe "arandığı" dönemde, resmi görevle Papazyan'ın otosuna bomba koymaya Fransa'ya gönderdiğini, bombanın patlamadığını, sonradan buna "devlet sırrı" denildiğini bilenler, "Eh, onu yapan acemi, bunu da yapar" diyor doğal olarak...* * *1992'de o zaman hazırlamakta olduğum 32. Gün-Türkiye programı için Çiğdem Anat'la birlikte Afyon Dazkırı'ya gitmiş ve Kartal Demirağ'la görüşmüştük.Demirağ'ın oradaki sözlerinden sadece birkaç başlık hatırlatacağım:"80 öncesi Ülkü Ocakları'na kayıtlıydık. Komando kamplarında bizi emekli bir general eğitiyordu."Öğretmen olduğum yıllarda MİT'te arkadaşlarım vardı. Biz de girip çıkıyorduk."Cezaevinden firar ettikten sonra 5 ay çok önemli olaylar geçti başımdan... Silah belde dolaştım. Polislerle arkadaşlık yaptım."Demirağ, Özal'ı, o 5 ayın sonunda vurmuştu.* * *Aynı program için "Özal suikastı"nı soruşturan Yargıtay 7. Ceza Dairesi'nin eski üyesi, Cumhuriyet Savcısı Uğur Tönük'le de konuşmuştum.Tönük suikast soruşturması sırasında başına gelenleri içtenlikle anlatmıştı. Ondan da birkaç hatırlatma yapayım:"Araştırmamız sonucunda, Afyon Dazkırı'da bir kontrgerilla teşkilatı kurulduğunu, Demirağ'ın da bu teşkilatın yetişmiş elemanı olduğunu saptadık."Suikastta kullanılan silahın Demirağ'a kongre salonu içinde polisler tarafından verildiğini tespit ettik."Tahkikat belli bir noktaya ulaşınca MİT'ten olduğunu tahmin ettiğim 3 kişi beni İstanbul Ulus'ta bir villaya çağırdı ve bu tahkikatı yapmamamızı söyledi."* * *Kartal Demirağ hayatta; Uğur Tönük de...Bir başbakana suikast söz konusu olduğu halde, onların bu iddiaları ciddiyetle soruşturulmadı.Taha Akyol'un dediği gibi, tüm bunlar, kötü yazılmış bir senaryoya benziyor.Ama senaryonun kötü olması, filmin gerçek olmadığını kanıtlamaz.Zaten senarist becerikli olsa, kendine böyle zavallı bir final yazar mıydı?..
Milliyet
1,342,775
Yazarlar
Beşiktaş çarşısında güneşli bir öğleden sonra... Üç ton hamsi, meydanda dev bir tencerede pişirilip dağıtılıyor. Ekrandaki görüntü bile buram buram hamsi kokuyor. Bu arada atv muhabiri, ekmek arası balığı afiyetle yiyen halkın nabzını yoklamakta... Herkes memnun tabii. Bedava hamsiye kim hayır der?Bayramdan kısa bir süre önce de Diyarbakır'a 18 ton hamsi yollandığı haberi geldi. Normalde "Yaşasın balık bolluğu var" diye sevinebilirdik. Fakat durum hiç de hayra alamet değil. Geçen ay Balık haline yaptığımız ziyarette balıkçılar, hamsi ve istavritin küçüğü kıraçanın aşırı miktarlarda avlandığını anlatmıştı. Tonlarca fazlayı ya denize attıklarını ya da dağıttıklarını söylüyorlardı. Yerlere dökülen hamsi parçalarının üzerinden kayarak ilerlerken içimiz burkulmuştu. Suç bende değil ondaAB İlerleme Raporu'nda yer alan mühim başlıkların arasında, balıkçılık da vardı. Türkiye'nin onca büyük ve hayati sorununun arasında elbette ilgi çekmedi. Oysa balıkçılıkla ilgili 13. başlıktaki yorumlar iç açıcı değildi. Kaldı ki koskoca bir sektörün olduğu kadar bizim geleceğimizi de yakından ilgilendirdiği için hayatiydi.Rapordaki tespitler kısaca şöyle:-  Yeniden düzenlenen Su Ürünleri Kanunu ile Tarım ile Köy İşleri Bakanlığı'nın yeniden yapılandırılması kanunu henüz kabul edilmedi. -  Av ve karaya çıkış verilerinin toplanmasında daha fazla ilerleme kaydedilmesi gerekiyor.-  Denetim ve kontrol konularında bazı ilerlemeler kaydedildi. -  Yapısal eylemler, piyasa politikası ve devlet yardımları konularında ilerleme yok.Anlayacağınız eğer bu kafayla devam edersek pek yakında balık malık kalmayacak. Bedava dağıtılan balıklar bir şehir efsanesi gibi anlatılacak. Seninki kaç santim? Sessiz ama emin adımlarla gelen felakete karşı sivil toplum örgütleri dışında kimse sesini çıkarmıyor. Çoğunluk "denizden hâlâ çıkıyorsa sorun yok" diye düşünüyor. Herkes suçu bir diğerine atıyor: Tüketici balığı satana, balık satan balık avlayana, balık avlayan da devlete!Greenpeace Akdeniz, 10 gün önce Türk insanımızın aklında kalacak bir "yavru balık" projesi başlattı. Kampanyanın adı "Senin balığın kaç santim?" Maksat, denizlerin geleceğini tehlikeye atan yavru balık avı ve satışının durdurulması için çağrıda bulunmak.Greenpeace'ten Banu Dökmecibaşı'nın sözlerine kulak verin: "Yetişkin bir balık, her yumurtlamada binlerce yavru verir. Oysa ona en az bir kez bu şansı vermeden avlarsak soyu tehlikeye girer. Yavru balık avlanmaya ve satılmaya devam ederse yakın zamanda denizlerimizde balık kalmayacak." Tarım ve Köyişleri Bakanlığı'nın, yasal avlanma boylarını yeniden gözden geçirmesi... Yavru balık avını ve satışını denetlemesi... Ve önemli türlerin yumurtlama ve gelişme alanlarının koruma altına alınması şart. "Hamsi misin yoksa kalkan mı?" gibi yaratıcı tartışmalarla eğlenenlere duyurulur. BALIĞINI ÖLÇ-  Tarım ve Köyişleri Bakanlığı'nın yayınladığı su ürünleri sirkülerinde pek çok ticari türün avlanma boyları gerçek üreme boylarına kıyasla son derece küçük. -  Örneğin, Bakanlığın sirkülerinde lüferin avlanma boyu 14 cm verilmişken, aslında bu balığın üreme boyu en az 20 ila 25 cm. -  Bazı türlerin bilinen stok durumları o kadar risk altında ki, üreme boyuna erişenlerin yumurtlaması çok önemli. -  Kalkan için yasal avlanma boyu 40 cm, ancak bilimsel olarak üreme boyu 42-44 cm. Greenpeace min 45 cm öneriyor. -  www.kacsantim.org sitesinde balık boyları hakkında bilgi alabilirsiniz. MY DEYİNCE OLURKürtçenin bilinmeyen bir dil ilan edildiği ülkemizde İngilizce kelimeler baş tacı ediliyor. Her şey bilmem ne city, bilmem ne land... Mesela inşaat projeleri önüne "My" eklenerek satılıyor. Yakında OMG (Oh My God'ın kısaltılmışı) lügatımıza girerse şaşırmayın... "My" demenin neresi çekici, bilemiyorum. "Benim" demek banal galiba. Anladığım kadarıyla taşralıyı modernleştirmenin kısa yolu. Bu modaya Cenk Eren de uymuş. My Pavyon'dan sonra "My Sulukule" adında bir mekân açmış. Sulukule eğlencesinin ehlileştirilmiş, steril hali!
Milliyet
1,346,021
Yazarlar
Küresel cemaat25 Kasım 2010 'ndan önceki haftayı "Uluslararası Gülen Hareketi Konferansı"nı izlemek üzere Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı (GYV) aracılığıyla davet edildiğim Chicago'da geçirdim. Araya uzun bayram tatili ve 'nun Lizbon Zirvesi girdiği için yazmayı ertelediğim izlenimlerimi bu sütunu takip edenlerle paylaşmaya nihayet sıra gelebildi. Gülen Hareketi'nin 'deki durumunu öteden beri merak ediyordum. Dolayısıyla hem konferansı izlemenin, hem de ABD'deki Gülenci çevre hakkında bu vesileyle belirli bir izlenim edinme imkânı bulacak olmamın, merakımı bir nebze giderebileceğini umarak GYV'den gelen daveti kabul ettim. Merakım, anlaşılması kolay bir nedenden kaynaklanıyor. Gülen Hareketi'nin küresel boyutunu anlamaya çalışmadan, bu çevrenin 'deki umumi durumu hakkında yapılacak değerlendirmelerin eksik kalacağını düşünüyorum. Neden beni çağırdıklarını da merak ettim ve onlara bunu sordum; "Siz ne görüyorsanız onu yazıyorsunuz" cevabını aldım. Bundan sonraki birkaç yazıda, Chicago'da görüp işittiklerimi eleştirel yorumlarıyla birlikte iki açıdan aktaracağım. Gülencilerin ABD'de yaydığı mesajın içeriği birinci açıyı oluşturacak; bu mesajın nasıl algılandığı da ikinci açıyı... Gülen Hareketi'nin yurtdışındaki okullaşması hakkındaki ilk izlenimimi, 12 yıl önce, 1998'in mayıs ayında ve 'daki "Türk okulları"na yine GYV'nin düzenlediği bir geziye katılarak edinmiştim. Gezide üç de emekli asker vardı. 'ın en heyheyli günleriydi ve Gülen Hareketi'nde 'nden sonra tasfiye sırasının kendilerine geleceği endişesi yaşanıyordu. Geziye katılmaya zar zor ikna ettikleri bu üç emekli askere okulların "İslamcı yetiştirmek üzere değil, kardeş ülkeler arasındaki dil-tarih ve inanç köprülerini sağlamlaştırmak amacıyla kurulmuş olduklarını" göstermek istiyorlardı. Emekli askerler de gezinin sonunda bu doğrultuda bir kanaat edinirlerse, onlardan daha sonra istenen, olumlu izlenimlerini 'daki askeri mercilerle paylaşmaları idi... 28 Şubat'ın muktedirlerine Gülen okulları anlatılsın ve onlar da bundan etkilesinler ki cemaatin üzerine daha fazla gelinmesin... Beklenti buydu. 1998'de çalıştığım haftalık dergide bu geziyle ilgili olarak yazdığım haber-röportajın başlığı, "Hocaefendi okullarına asker denetimi" idi... Yurtdışındaki okullaşmanın sürmesi ile birlikte cemaatin dünya çapında bir etkinlik, nüfuz ve maddi güç kazanmasının, yani küreselleşmesinin kaçınılmazlığı, haberin önemli boyutunu oluşturuyordu. Köprülerin altından çok sular aktı, devran döndü; bir zamanlar "askeri vesayet rejimi"ni Gülen okullarının Türkiye'ye ne kadar da faydalı olduğuna inandırmak için sempati atakları düzenlemek zorunda kalanlar, daha sonra o rejimin sonunu getiren güç mücadelesinin sürükleyicisi oldular. 28 Şubat'a rağmen Gülen Hareketi'nin küresel yayılımı kesintiye uğramadı ve 2000'li yıllarda artarak devam etti. Bugün dünya çapındaki okullaşma (yüzden fazla ülkede bin civarında okuldan söz ediliyor) ile mensuplarına ait iç ve dış ekonomik faaliyetin birbirlerini desteklemesinin neticesinde cemaat, ulusaşırı (transnasyonal) bir hareket olma niteliğini kazanıyor. Bunu tespit etmek için Chicago'ya gitmeye gerek yok ama oraya gidince bu dünyalaşmayı cemaat mensuplarının kişisel hayat çizgilerinde bizzat görüyorsunuz. Mesela cemaatin Chicago'daki ilk ve orta öğretim okulu " Academy of Chicago"da çalışan hocalardan biri Kırgız ve Kırgızistan'daki cemaat üniversitesinden mezun olmuş. Nevada Üniversitesi'nde İngilizce hocalığı eğitimi alan bir başkası, konferans sırasında 'da öğrendiği İngilizceyi Kürt aksanıyla konuşarak, cemaatin 'daki 17 okulu hakkında yaptığı çalışmayı sunuyordu. Cemaat mensubu bir işadamı 'daki Gülen okulları münasebetiyle bu ülkede   10 yıl yaşayıp, bir ile evlendikten sonra  Chicago'ya yerleşmiş. Kentucky Üniversitesi'nde uluslararası ilişkiler doktorası yapmakta olan bir başkasının geçmişinde beş yıl var. Pazar günkü yazıda cemaatin ABD'de verdiği mesajı ve bunun Türkiye'deki kutuplaşma ortamıyla oluşturduğu derin kontrastı yansıtmaya çalışacağım.
Milliyet
1,338,588
Yazarlar
Hürriyet'in başyazarı Oktay Ekşi'nin istifasına kadar varan olaya bir kez daha değinmek gerekiyor. Olaylara değişik bir açıdan bakışını önemsediğimiz Nuray Mert, Hürriyet'te 2 Kasım'daki yazısında şöyle diyor:"Kimse kusura bakmasın, bu kez, bir yazarın istifa etmek durumunda kalmasını, 'basın üzerinde iktidar baskısı' olarak gören veya ima edenlere hak vermem mümkün değil. Dahası, önemli olan hakaretin muhatabının iktidar olması değil, kim olursa olsun, hakaret ve en önemlisi 'analı, avratlı' bir dil kullanımı hiçbir şekilde mazur gösterilemez." Bir kere ne biz ne de bir başkası olayı mazur gördü. Kendisi bile görmedi ve özür diledi. Aslında özür dilendiğinde, çoğu demokrasilerde görüldüğü gibi, olayın bitmesi gerekmez miydi?Bitmedi, bitirilmedi. İstifa etti, yine bitmedi. Hem de iktidarın başı tarafından bitirilmedi. O iktidarın başı ki, kendinden yana olmayan basına ve gazetecilere karşı tavrı "sabıkalarla" dolu. O Başbakan ki, Oktay Ekşi'nin de mensubu olduğu yayın grubuna karşı tavrı malum.O Başbakan ki; "Bu gazeteleri okumayın" diye kampanyalar açacak kadar tahammülsüz ve tehditkâr.Şimdi, Oktay Ekşi'ye karşı kampanyayı 'basın üzerinde iktidar baskısı' olarak görmez misiniz?Biz Erdoğan'ın gazetecilere karşı daha önceki sert çıkışlarını da basına yönelik baskı olarak algılamışızdır. Ekşi'nin meslek yaşamına kasteden gelişmeyi de öyle görüyoruz. Çünkü olayın, bir yazarın hatası olmaktan çıkarılıp, basına gözdağına vesile olarak ele alındığı anlaşılıyor. Bush'un, 11 Eylül olayını, kendi saldırılarına vesile haline getirmesini anımsatıyor.   Meslek ve dostluk dayanışması bir yana, Oktay Ekşi'nin gazeteciliği bırakmaması gereğine inanıyoruz. Ve bekliyoruz.Bir kitapKurtuluş Savaşı'nda Kuvay-ı Milliye Müfreze Komutanı, yazar, gazeteci, hatip, Atatürk döneminin bakanlarından, 35 yıllık ömrüne kalıcı birçok hizmet sığdıran, öncelikle köy enstitülerinin kurucusu olarak anılan aydınlanmacı... İşte böyle bir yaşamı, Cumhur Utku "Devrimin Çoban Yıldızı Mustafa Necati" adıyla romanlaştırdı. Günümüze ışık tutan, yol gösteren bir belgesel. (Gürer Yayınları, Ekim 2010)Bir şiirDizelerimiz Oktay Gönendik'in Beyhude şiirinden (Nostalji Şiir Kitabı, Ekim 2010):"'kimbilir nerede?'/ sorar ızdırabın gölgesi;/ umuda sarılan dua gibi,/ takılır örümcek öksürüğüne.../ ve çırpınır çırpınır/ çırpınır beyhude!"
Milliyet
1,336,540
Yazarlar
Bir geçiş döneminin kadınlarıydık, parmakla sayılan üniversite eğitimi alıp da çalışan kadınlar yerine bir anda çok olmuştuk! Hoşluk içinde coşmuştuk; ideallerimiz vardı ulaşmak istediğimiz, kalabalıklar içerisinde kaybolmayacaktık, yapılan hataları tekrarlamayacak, bireyselliğimizi topluma yem etmeyecektik! Genel olarak ev hanımı anneler tarafından yetiştirilmiştik, aşk evliliği yaptığımız kocalarımız da öyle! Öyle özel, öyle güzel gelirdi ki aşklarımız bize, pek de fazla daldan dala konmamıştık, nihayetinde; yani demem o ki aşkın ömrünün en fazla üç yıl sürdüğü de anlaşılmamıştı henüz ve kadını erkeği ile aşka inanlardandık, şimdi fazla naif gelse de... Evliliklerimiz bir şekilde bitti, ama er ama geç, geçiş döneminin evlilikleriydi zira, ne biz kadınlar bilebiliyorduk tam anlamıyla ne yapmamız gerektiğini ne de bizi seven kocalarımız! İki tarafın da örneği kendi anneleri ve aile düzenleriydi, oysa şartlar eşit değildi. Şahsen annem gibi bir anne olmak isterdim, olmak için çabalarken bir taraftan da "Ama bu haksızlık!" diye isyan ettiğim oluyordu içimden, isyanım okunuyordu elbette gözlerimden; zira sabahtan akşama çalışıp da annem gibi bir kadın olmaya kalkışmak imkansızdı, ancak ben bunu elbette pek geç anladım! Kocalarımız da anlayamadı tam olarak zaten, onlar da babalarının yapmadığı bir takım şeyleri yaptı, mesela bulaşık makinesini boşalttı! Boşalttı ama yaptığı işi de pek bir abarttı! Neyse, konuyu fazla uzatmayayım, taşlar yerine oturmadı bir türlü, adam kadını fazla havalı buldu eğer daha fazla para kazandıysa, kadın kocasının anlayışsızlığına gücendi, hele bir de adamın annesi "vah vahhh, evde iş mi yapıyorsun sen yoksa!" diye veriyorsa gazı, eee yani, hem çalış, hem çocuk büyüt, hem evi çekip çevir bir de kocana hem hizmet et hem de yaranama, bombalar patlıyor işte bir anda! Onca baş koymuşluğa, onca aşka ve harcanan emeğe sahip çıkıyor insan, özellikle kadınlar... Hiçbir kadın kolay kolay kurulan yuvayı dağıtmaz, genlerinde vardır zira anaçlık, hele ki çocuk da eklenmişse o yuvaya! Bizler için de hiç kolay olmadı, karar aldık, yeniden denedik, tekrar olmaz dedik, yeniden kararımızı gözden geçirdik, falan... Ağladık elbette, içimiz acıdı, eşimize acıdık; zira ilk tanıdığımız haliyle onu sevmiştik, o hali pek sevilesiydi! Her neyse, öyle ya da böyle çocuklarımızı sahiplendik, eski eşlerimizle köprüleri yıkmamaya özen gösterdik, zira çocuklarımızın babasıydı ve şiddetli aşık olduğumuz adamlardı ve kocalarımızdı bir vakitler, yok saymak anlamsızdı! Zaman içinde birileri daha girdi hayatımıza, ya evlendik ya sevgililik statüsünde devam ettirmek istedik, ancak gün geldi bitti; nedeni muhtemelen bir önce yaşamış olduğumuz deneyimlerdi! Evliliğini sürdüren insanlar bu duyguyu muhtemelen anlayamazlar, ama ilk karar öyle zordur ki, anlatmaya sayfalar yetmez, ikincisi daha kolaydır zira önünüzde bir örnek vardır; hatta fazla aceleci bile davranabilirsiniz, ilk kararı almakta geç kaldınız ise... Aynı şeyleri tekrarlamak istemiyor insan, elbet kimse birbirine benzemez, lakin ilişkilerde benzerlikler baş gösterdikçe daha çabuk karar vermek istiyor insan, daha az yaralansın istiyor! Tüm bunları yaşadınız, yaşamınıza bir insan daha girdi, ne aşka bırakabilirsiniz artık kendinizi savunmasız, ne de kimse kimseye benzemez düşüncesinden vazgeçebilirsiniz, mantık örgünüz düzgün çalışıyorsa eğer... Birbirlerine çok aşık çiftleri gördüğümde içim parçalanıyor, biliyorum ki bir süre sonra içlerinde yılanlar ve dahi çıyanlar dolaşmaya başlayacak; bir yerlerde gördüğüm evli çiftere de acıyorum, yemek yiyorlar ama sohbet etmiyorlar! Evliliklerini sürdürenlerin içlerindeki problemler ayrı, sürdüremeyenlerin ki farklı! Bir gerçek var yalnız, evlilik deneyimini geçirmiş, bitirme kararını almış ve rast gelip de bir ilişki yaşayıp da benzer gelişmeleri görüp de sonlandırmış kadınlar bir daha asla eskisi gibi olamazlar! Olmaları mümkün değil, ayakları üzerinde durmayı bir kez öğrendikten sonra, aşkın gel geçini anladıktan, kadın ve erkeğin doğasını kavradıktan sonra, bir daha asla eskisi gibi olunamıyor!
Milliyet
1,340,076
Yazarlar
Profesör Gencay Şaylan dostumuz şu sıralarda Kıbrıs'ta yaşıyor, Lefke Üniversitesi'nde ders veriyor. Gencay Mülkiyeli'dir. Onunla aynı yıllarda Mülkiye'de okuyan Net Holding'in patronu Besim Tibuk da vaktinin büyük bölümünü Kıbrıs'ta geçiriyor. Bu iki dostumuz hemen aynı yıllarda Mülkiye'de okumuş ama hiç tanışmamışlar... Ta ki geçen yıl Lefkoşa'da yapılan Mülkiye balosuna kadar. Baloda Gencay Şaylan, Besim Tibuk'la tanıştırılınca:- Size, demiş, 25 yıl gecikmiş bir teşekkür borcum var...- Hayrola, demiş Besim...Gencay Şaylan olayı anlatmış... Bize de anlattı...Yıl 1985... Gencay ve bir grup aydın Barış davasından Sağmalcılar'da hapis yatıyor... Bir gün bir grup avukat ziyaretlerine geliyor. Ali Sirmen, Hüseyin Baş, Gencay Şaylan avukatlarla görüşmeye çıkıyor. Adamları ilk kez görüyorlar. Avukatların biri diyor ki:- Bizi NET Holding'in Yönetim Kurulu Başkanı Besim Tibuk Bey gönderdi... Kendisi liberal demokrasiye inanır. Sizlerin burada fikir suçundan yattığınızı anlattı, sizi ziyaret etmemizi, geçmiş olsun dememizi, selamını iletmemizi istedi...Avukatlar bunu söyledikten sonra "size çikolata da getirdik" diyor ve tümü ceplerinden avuç avuç çikolata çıkararak masanın üzerine boşaltıyorlar. Mahpuslar ne diyeceklerini bilemezken biri izah ediyor:- Size birkaç kutu çikolata getirmiştik. Ama kutuları içeri sokmamıza izin verilmedi. Biz de çikolataları ceplerimize doldurup geçirdik.Gencay Şaylan o gün hem tatlı yediklerini hem tatlı kahkahalar attıklarını anlattı. Besim Tibuk'a gecikmiş teşekkürünün sebebi işte bu olaydı... Yanlış denklem...AB, Türkiye üzerindeki "Limanlarınızı Rum gemilerine açın" baskısını  arttırıyor... Ne yazık ki Erdoğan - Gül ikilisinin 2005'te boş bulunup imzaladıkları ek protokol bunu isteme hakkını karşı tarafa tanıyor.  Limanlarınızı açın baskılarına Egemen Bağış şu yanıtı veriyor:"Doğrudan Ticaret Tüzüğü'nün kabul edilerek izolasyonların kaldırılması halinde, Türkiye limanlarını açacaktır."Rauf Denktaş'ın eski danışmanlarından Volkan gazetesi başyazarı Sabahattin İsmail:- Bu denklem yanlıştır ve Kıbrıs'ın elden çıkmasına yol açar, diyor...- Neden?- Limanların açılması ve ek protokolün uygulanması sonuçta Rum yönetiminin Ada'nın tek meşru egemen devleti olarak tanınmasına yol açar... KKTC ortadan kalkar...- İzolasyonlar nasıl kalkar?- KKTC üzerindeki ambargo ve izolasyonlar hiçbir BM kararından kaynaklanmayan gayrı meşru fiili bir durumdur. Türkiye bir taviz sunmadan bunların kalkmasında ısrar etmelidir. Ambargoların iptali için gayrı meşru Rum devletinin tanınması, milli Kıbrıs davasının sonu olacaktır.-  Doğru denklem nedir?- Doğru denklem, KKTC'nin egemen varlığının tanınması karşılığında ek protokolün uygulanmasıdır. Veya limanlar iki devlete, eşit egemenliğe ve Türk-Yunan dengesinin korunmasına dayalı yeni bir ortaklık devletinin kurulmasından sonra, açılabilir.- Ya daha önce açılırsa?- Nihai bir anlaşma olmadan Türkiye'nin ek protokolü uygulaması demek, yani limanlarını Rumlara açması ve Rum yönetimi ile ilişkilerini normalleştirmesi demek, Rum yönetimini dolaylı tanıması demektir... Davamızın sonudur... THYÇarşamba sabahı 09.35'te Lefkoşa'nın Ercan Havaalanı'ndan kalkacak THY uçağında hostesler gazete dağıtıyor. Koridorda ilerleyen arabanın üzerinde bütün yandaş gazeteler mevcut... Hostes hanımdan Cumhuriyet ve Sözcü gazetelerini de istiyoruz. Uçakta bu iki gazete bulunmuyor... Neden? Tabii muhalif oldukları için.. Anlaşılan THY aynı zamanda siyasi bir kuruluş.. Yolcuların muhalif fikirler edinmemesini görevleri arasında sayıyor. Onların farklı fikirler edinmesini önlemek için tedbir alıyor. THY herhalde bu alanda da dünyada tektir. Genel Müdür Temel Kotil Bey'i AKP adına kutluyoruz... Soru: AKP, Türkiye'yi nasıl değiştiriyor?Yanıt: Çoğu vatandaşı uyandırmadan... Sessizce...Haldun Ertem DumanKapalı mekânlarda sigara yasağı başladığında pek çok kişi, "Bu yasak her yerde uygulansa bile TBMM'de uygulanamaz. Çünkü milletvekillerine kimse söz geçiremez" diye düşünmüştü. Oysa durum hiç de öyle olmadı. Bir zamanlar sigara dumanından nefes alınamayan Meclis kulisleri kısa sürede "temiz hava sahası"na dö-nüştü. Milletvekilleri "yasak - masak dinlemezler" diyenleri fena halde mahcup etti.Peki Ankara'da duman yasağını en vahşi şekilde delenler kimler? Onlar da milletvekilleri... Anadolu Kulübü'nde sohbet eden ya da oyun oynayan çoğunluğu emekli milletvekilleri fosur fosur sigara içiyor.. Dumandan göz gözü görmüyor. Ayıp oluyor. Bir zamanlar "kendi uçağını kendin yap" kampanyamız vardı...Şimdilerde ancak "Kendi koyununu kendin yetiştir" kampanyası açabiliriz...Gülhan Elmas CamiRadikal gazetesi yazarları bayramda camideki atmosferi koklamış... Sırrı Süreyya Önder, Süleymaniye Camii'nin açılışını izlemiş. AKP Fatih İlçe Örgütü cami önünde stant açmış, şişe suyu dağıtıyormuş. Bu arada bir de anons duyulmuş:- Başbakan 5 bin kişilik bayram yemeği verecek, diye...Süreyya Önder:- Eminim Başbakan'ın haberi yoktur bu yemekten diyor...Seçime 7 ay kala başlatılan hazırlık ve yatırımlar müthiş... Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, "Bize hayvan hakları dersi vermeyin" demiş.Eee, siz de verdirmeyin!* * *Anguslar yüzünden bu yıl yaralanan çakma kasap sayısı artmış.Angusların karşısına angutları çıkarırsanız sonuç bu olur tabii...Fahrettin Fidan
Milliyet
1,336,674
Yazarlar
FED (ABD Merkez Bankası) piyasaya karşılıksız trilyonlarca dolar para veriyor; yani, karşılıksız para basıyor. Önceki hafta yapılan açıklamada, FED'in önümüzdeki kısa dönemde ilave 600 milyar dolar daha para basacağı belirtilmişti. Para basma işlemi, batma tehlikesi altındaki şirketlerin Amerikan Hazinesi(Hazine)'ne borçları veya Hazine'nin tahvilleri alınarak yapılıyor. Hazine, tahvillerin vadesi geldiğinde muhtemelen bunları yeni tahvillerle değiştirecek. Kısacası, pratikte Hazine borçlarının karşılığını ödemeyecek. Zaten, ödeyeceği zamana kadar da doların değeri iyice düşmüş olacak ve ödemenin Hazine'ye yükü kalmayacak.Hazine, FED'den aldığı para ile şirketleri ve bankaları kurtaracak; yeni vergi koymadan bütçe açığını kapatmaya çalışacak. Böylece, banka ve şirket iflaslarının ekonomiyi az etkilemesi, yeni yatırımlar yapılması ve yeni iş olanaklarının ortaya çıkması hedefleniyor. Para bolluğu, doların değerini de düşüreceği için, ABD dış ticaret açığının daralması da bekleniyor.Devam eden karşılıksız para basılmasının ilk meyveleri alınmaya başlandı. Eylül ayında, ithalat 198 milyar dolar olurken, ihracat 155 milyar dolar oldu. Daha önce 50 milyar dolar civarına kadar yükselen ithalat-ihracat farkı 44 milyar dolara düştü. Ağustos ayında açık, 46.5 milyar dolardı. ABD'nin Eylül ayı ihracatı, son iki yılın en yüksek rakamına ulaştı. ABD'nin büyümesi de hızlanıyor. Yüzde 2 olarak tahmin edilen GSMH büyümesi, yüzde 2.3'e revize edildi. ABD Çalışma Bakanlığı, önceki hafta işsiz kişi sayısının da 24.000 kişi azalarak, 435.000 kişiye düştüğünü bildirdi. Bu rakam, son 4 ayın en düşüğü. İşsiz sayısındaki dalgalanmanın da azaldığı ve bu konuda 2008 yılı son aylarındaki dengeye yaklaşıldığı belirtiliyor.Halk ne diyor?Yeni vergi yasaları Kongre'de. ABD vatandaşları, ağır vergiler ödemek zorunda kalacak. Cumhuriyetçiler, bu konuda iktidardaki Demokratları suçlarken; Demokratlar enkaz devraldıklarından bahsediyorlar. Son Kongre seçimlerinde Cumhuriyetçilerin oylarını arttırması, Başkan Obama'nın karar alırken biraz daha zorlanacağını gösteriyor.Yerel yönetimlerin bir çoğunda büyük bütçe açıkları oluştu. Örneğin, New York belediyesinin açığı 9 milyar doları aştı. Bu durum, halka sağlanan hizmetin yavaşlamasına da neden oluyor. Dolayısıyla, yeni yükseltilen yerel vergilerin daha da yükseltilmesi gündeme gelebilecek.Çin'in parasının değerini yükseltmemekte direnmesi üzerine, Amerikan halkı Çin malı ürünleri boykot etmeye başladı.Öte yandan, bazı ekonomistler FED'in para basma operasyonunun ters tepeceği fikrindeler. Hatta, FED'in bile kararını yeniden düşünmeye başladığı ve revize edebileceği iddia ediliyor.ABD ekonomisi ve doların değeri bizim için de çok önemli. FED'in kararları, ülkemize gelen sıcak paranın ve yabancı yatırımın miktarını doğrudan etkiliyor.
Milliyet
1,345,013
Yazarlar
FATMAGÜL NE ÇiLEN VARMIŞ! AKP'li milletvekili Halide İncekara "'Yaprak Dökümü', 'Fatmagül'ün Suçu Ne?' gibi diziler sapıklığı teşvik ediyor. Senaristlerin ruh sağlığından şüpheliyim" buyurduktan sonra ortalık karıştı malumunuz. Aslında bu dizilerin yaptığı sapıklığı teşvik etmek değil, gerçek hayatta yaşanan veya yaşanabilecek şeyleri gözler önüne serip izleyenlerin (tabii idrak edebilene!) aklını başına getirmek bence...  Özellikle 'Fatmagül'ün Suçu Ne?' dizisi bir Türkiye gerçeğini işliyor, ülkemizde bu ve buna benzer tecavüzlerin yaşandığını, çoğu çocuk yaştaki mağdurların yaşadıkları ağır travma yetmezmiş gibi bir de üzerine suçlandıklarını, bazı bölgelerde intihara zorlananların veya aile kararıyla öldürülenlerin olduğunu gazete ve televizyon haberlerinde sık sık görüyoruz.  Peki Beren'in suçu ne?Sapık arıyorsanız eğer başka sapıklar var! Diziyle gerçeği ayıramayan, sanatçıya rastladığı yerde "Beren bize de bir güzellik yap" diyen hastalar var, konuşacaksak bunları konuşalım. Normal insanlar ibret alarak ve bir genç kızın hayatını yıkan tecavüzcülere lanet yağdırarak izliyor diziyi.  Hele hele İncekara'nın Beren Saat için "Bu kızın fiziki ve ruhsal yapısı bozuk" demesi gerçekten komiklikte son nokta! Beren Saat kendisine verilen her rolü başarıyla oynayan, Türkiye'de son yıllarda yetişen en başarılı genç oyunculardan biri ve sadece işini yapıyor! Onun ruh sağlığını sorgulamak nasıl bir zihniyettir anlamak mümkün değil!  Turgut Özal'ın zamanında pek açık şekilde söylediği gibi 'kumanda' diye bir şey var! İsteyen izler, istemeyen kanalı değiştirir. Bahsi geçen dizilerin reyting rekortmeni olduğunu düşünürsek kanalı değiştiren de pek yok kanımca! İncekara dahil!ASIL SAPIK 'TESTERE'Yi YAZANLAR!Biz başarılı dizilerimizi ve oyuncularımızı yerden yere vurmaya devam ederken, tamamen arkadaş baskısıyla 'Testere' serisinin son filmini izlemeye gittim. Bir bayram günü yapılması gereken en son şey! İşte bu filmde gerçekten çok zeki olmasına rağmen ruh sağlığı bozuk ve insanları sapıklığa teşvik eden bir kafa yapısı var. Gerçek hayatta yaşanması zor bir 'kurgusal vahşet' izliyorsunuz. Kurbanların psikolojisini (ve tabii izleyicinin de) delirme noktasına kadar zorlayan, öldürene kadar her türlü işkenceye maruz bırakan bir katil... Ortalık kan gölü, kopan vücut parçaları, dişler, çeneler her yerde!  Büyük bölümünde gözlerim kapalıydı, gerçekten tahammül edilmez bir film... İşin asıl şaşırtıcı yanı bu kadar seveni ve koşarak izlemeye gideni olması! Sinir sistemim, asabım, moralim, psikolojiye dair neyim varsa bozuldu. Üstelik üç boyutluluğu da manasız bir film olmuş, beynimi 3D film izlediğime inandıracak hiçbir şey yoktu. Ben gidiyorum, filmden "Aman Tanrım yine inanılmazdı" diye beğenerek çıkan erkek arkadaşımla konuşacaklarım(!) var...Eski dostum Pabetland...Bu aralar ev döşediğim için dekorasyon mağazalarına yönelmiş durumdayım. Bunların arasında beni en çok etkileyenlerden biri Pabetland... Gözden ırak gönülden ırak derler ya Pabetland Maslak'tan taşındığından beri Seyrantepe'deki yeni yerine gitmek aklıma gelmemişti. Hata etmişim! 2 bin metrekarelik dev mağazada ev için aklınıza gelebilecek her şeyin en güzeli, en kalitelisi var ve fiyatların nasıl uygun olduğuna inanamazsınız! Benim gözüm döndü ve içimdeki alışveriş canavarı o dev mağazayı talan etti, ev tekstilinden mobilyaya, mutfak eşyalarından zarif dekorasyon detaylarına kadar ne arıyorsam hepsini buldum. Adresine www.pabetland.com'dan ulaşabilirsiniz.
Milliyet
1,343,643
Yazarlar
Çarlık yıkılmıştı; Lenin'in hemşehrisi Kerensky'nin başı çektiği Rusya burjuva devrimini yaşıyordu. Bir müddet sonra Rürikler hanedanından gelen Prens Lvov başbakan tayin edildi. Rusya, devrimini "Marseilles" denen Fransız milli marşıyla kutluyordu. Olayları biliyoruz. Rusya savaştan çekilmedi, ekmek ve barış isteyen kitleleri Lenin'in Bolşevikleri ele geçirdi. Komünist rejimin kendinden çok, Bolşeviklerin yaptıkları Brest-Litovsk Antlaşması'nda verilen topraklara karşı doğan tepki iç savaş sürecini körükledi. Monarşi taraftarları, liberal cumhuriyetçiler, hatta mutedil sosyalistler bile Bolşevik hakimiyetine karşı iç savaşa başladı. Kızıl Ordu'nun karşısında Beyaz Ordu kuvvetleri romantik Amiral Kolçak, General Denikin ve General Wrangel'in etrafında toplanmıştı. Bu daha başlangıçtan bir zaaftı. Beyazlar birbiriyle irtibatı olmayan, aynı fikir etrafında olsa da aynı politikaları izleyemeyen, komuta birliği olmayan üç cephe halindelerdi.Kırım Yarımadası birkaç kere el değiştirmesine rağmen sonunda General Baron Wrangel'in (1878-1928) idaresi altındaydı. Kozmopolit yapılı, ilginç bir bakanlar kurulu vardı. Ama "Kara Baron" denen Piotr Wrangel'in belirgin bağnazlıkları malum; iç savaş bugünlerde 1920'nin 16 Kasım'ında Sivastopol'de bitti sayılıyor. Wrangel ordusunun kalıntıları ve kendilerine katılan kaçak sivillerle savaşma gücü olmayan koca bir filo limandan ayrıldı. Yeni Rusya sahip çıkıyorMültecilerin içinde bazıları ikinci sefer bu macerayı yaşıyorlardı. Anti-komünist Rusya yıllar boyu komünistlerin tutunamayacağına inandı; ilk kaçışlarında geride kalan topraklarını ucuz fiyata da olsa satışa çıkaranlar ve bunu alan safdiller vardı. Kızıl Ordu, savaş komiseri Troçki'nin nutukları ve ayçekirdeği yiyerek savaşan askerlerin sayesinde tutunuyordu. Wrangel'in ise savaş donanımı abartıldığı kadar olmasa da iyiydi, talimli subaylar onun etrafındaydı. Ama politikaları ve stratejisi acemiceydi. Hayatından bezgin kitlelerin, beyazları şevkle desteklemesi için bir sebep yoktu. Üç sene evvel İstanbul'da Rusya Başkonsolosluğu'nda Wrangel ordusundaki subayların çocuklarının ve torunlarının katıldığı bir tören ve ziyafette bulundum. Şunu açık söylemek gerekir, eski Rusya'nın yaşadığını gördüm. İnsanlar ana-babalarından duydukları ama artık bulamadıkları Rusya'nın hasretini çekiyorlardı. Eski kuşaktan Prens Orlov gibileri sürgünün ilk yıllarını daha iyi biliyordu. Maceranın acı tarafı Sivastopol'den sonra başlamıştı. Wrangel ordusu işgal altındaki İstanbul'da demirledi. İngiliz işgal komutanlığı bu başa dert (!) eski müttefik kalıntılarını ne yapacağını bilemedi. Lakayıt, hatta gaddar bir karar verdi. Kaçan askerleri ve aileleri Gelibolu yarımadasına yerleştirdi. Açlık, yokluk ve hastalık yüzünden birbiri ardına telef oluyorlardı. Memleketin sahipleri olan Türk köylüleri, eski düşmanın kendilerininkine benzer acı kaderine seyirci kalmaktan başka bir şey yapamadı. Hayatta kalabilenler zaman içinde Avrupa'ya, Amerika'ya, Kanada'ya, Avusturalya'ya ve hatta Mısır ve Lübnan'a göç ettiler. Wrangel ordusunun Gelibolu'daki serencamını bugünün tarih ilmi iyi tespit edemiyor. Arşivler ortada yok, bu konudaki herhangi bir katkı ve bilgiyi yeni Rusya'nın şükranla karşılayacağı açık. Yeni Rusya Wrangel, Denikin ve Kolçak ordularının mirasına sahip çıkıyor. Emanet altınları iç etti mi?General Baron Wrangel'in İstanbul limanında demirlemiş, karargah olarak kullandığı gemisi bir gün infilak etti; bu sabotajı Bolşevikler mi tertipledi yoksa generalin ve etrafının kendi komplosu muydu? Dedikodu hâlâ sürüyor. Yerli bankalara, hatta müttefik yabancı rehin sandıklarına itimat etmeyen ve generalin gemisine daha fazla saygı duyan bir takım Ruslar kıymetli mücevherat ve altınlarını geminin kasalarında saklamak için ikna edilmişlerdi. Kara Baron'un bu infilak tertibiyle mevcut emaneti gelecekteki mücadelesi (!) için iç ettiği tartışılıyor. Wrangel sonunda göç ettiği daha doğrusu Britanya ile birlikte çekilmek zorunda kaldığı Belçika'da mücadelesini yürüteceğine inandı. Kurduğu örgütün Bolşevik hükümetini rahatsız ettiği açık. Sovyet gizli polisinin tertibine kurban gitti, uşağı veya kardeşi tarafından zehirlendi ve vasiyeti gereği Belgrad'da gömüldü. Mezarlıkta diğer silah arkadaşları için de dikilmiş bir anıt var, üstündeki yazı ise; "Kovulmuş, hakları gaspedilmiş evlatlarından Büyük Vatan'a" ibaresidir.Rus ruhu pek değişmez, II. Cihan Harbi'nde Rusya Hitler Almanya'sının istilasına uğrayınca Beyaz Ordu mültecileri vatanı desteklemekte pek tereddüt etmediler ve eskilerle yeniler arasında yeni bir hava doğdu. Tabii ardından yeni sorunlar, yeni hayal kırıklıkları geldi ama şurası bir gerçek; Ruslar tarihle barışmayı sever.
Milliyet
1,342,795
Yazarlar
) Amerika'nın eski Türkiye Büyükelçisi Eric Edelman'ın "AKP'yi şımartmayın" sözlerini başlığı taşıyor. Edelman'ın AK Parti hükümetine bakışını, Ergenekon davasına yönelik eleştirilerinden de biliyoruz.Edelman'a ilgim "muhalif" sözlerinden kaynaklanmıyor. ABFT'nin tüzüğünde "Onursal Başkan Amerika'nın Türkiye Büyükelçisi'dir" kaydı bulunduğu için bu konuya dönüyorum. ABFT'nin ilk onursal başkanı Edelman'dı, ondan sonra da Amerika'nın Türkiye Büyükelçisi James Jeffrey bu görevi üstlenmişti. Jeffrey Bağdat'a atandı; "O" koltuk boş! Kimse üzerine basmıyor ama Washington yönetimi üzerinden yaz geçti, sonbahar geçti; Ankara'ya bir büyükelçi tayin edemedi.Yeni elçi, yeni politikaObama, Ortadoğu Masası'ndan Türkiye'yi de iyi bilen "hariciyeci", Francis J. Ricciardone'nin getirilmesini önermişti. Senato öneriyi gündeme almadı. Geçtiğimiz günlerde Senato seçimleri yenilendi ve bu seçimlerde Obama istediği desteği bulamadı.Bakalım Obama adayını değiştirecek mi? Lizbon'da kurulan masada Türkiye yarışmacı pozisyonunda. Önüne "füze kalkanı" kutusu konuyor,  "Var mısın, yok musun?" diye soruluyor. "Varım" derse büyükelçi krizi de aşılır, Amerikan yatırımlarının önü de açılır: Yeni Amerikan paradigması, "Ortadoğu'nun demokratikleşmesi" ise Edelman'ın devrinin kapandığını da kayda geçmemiz gerekir.
Milliyet
1,324,159
Yazarlar
CHP'deki zoraki evlilikmiş ki ilk sarsıntıda gümbürdedi.. Meğer gaz, fren, debriyaj arasında uyum yokmuş, akort yokmuş..Şanzıman dağıttılar..Araba şahin görünümlü faytonmuş meğerse!.. Gıcır gıcır kaportanın içi dandikmiş!..Erken oldu, iyi oldu..Tamirat için, kaportayı düzeltmek, motoru yenilemek, orasını burasını yenilemek için zaman var.. Yarış taa haziranda..*CHP'nin hali özetle şudur:Yargıtay Başsavcısı yıllardır AKP ile uğraşıyor.. Kapatmak için elinden geleni yaptı.. Yüzlerce sayfa belge topladı, devasa iddianame yazdı, dava açtı.. Parti bu kişiler yüzünden kapatılacak diye liste yayınladı..AKP'ye bir şey olmadı..Herkes dimdik durdu.. Kimse kimseyi suçlamadı..Aynı Başsavcı CHP'ye uyarı yazısı yazdı.. Ne iddianame ne dava.. İki satırlık tüzüğü uygulayın yazısı..CHP karnıyarık gibi ortadan ikiye bölündü!..Hatta üçe..Yumruklar havada uçuşuyor.. Çevik Kuvvet'lik oldular!..Partinin dışı başka, içi başkaymış demem bundandır.. Zoraki selamlaşma, zoraki tokalaşma, zoraki sohbet, zoraki omuz omuza durma hali mevcutmuş..Herkes, ötekine içinden kalayı basıyormuş, küfrü sallıyormuş..Yok öyle değildi demeyin; iki satırlık uyarı gerçeği ayna gibi ortaya çıkardı..*Meğer o devasa genel merkez binasında, o akıllı binada hiç de akıllı işler yapılmazmış..Herkes birbirinin kuyusunu kazmak için kürek sallarmış..*Bu kavga ideolojik değildir.. Bu kavga partiyi kim yönetecek kavgasıdır.. Dükkânın anahtarı kimde olacak kavgası?Biliyorsunuz dükkânın anahtarı kimdeyse patron odur!..Patronluk kavgasıdır bu.. Genel Sekreter mi, Genel Başkan mı patron olacak?Bu kadar sert, bu kadar kıran kırana, bu kadar öldürücü geçmesinin bir sebebi seçime yedi ay kalmasındandır..Ne ilgisi mi var?Var; bu maçı alan, genel merkeze hâkim olan, milletvekili listesini hazırlayacak.. İstediğini seçilecek yere koyacak, istediğini liste dışı bırakacak..Hâkimiyetini pekiştirecek..Yani kavga 2011'den sonraki yılları da kapsıyor.. Toptan yapılıyor.. 12 yaşındaki çocuklara çektirdiklerine bakın..Eski Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, SBS denilen bir uygulama çıkarmıştı.. Çocuklar altıncı sınıftan itibaren her yıl sınava gireceklerdi.. Altıda, yedide, sekizde..Okul çocuğu değil, dershane çocuğu olacaklardı.. Oldular da..Aradan zaman geçti, Çelik gitti, yerine Çubukçu geldi, bu yılın haziran ayının son günü zehir zemberek bir açıklama yaptı:Bu sistem çocukların sosyal yaşamını olumsuz yönde etkilemiştir..Eğitim değil, sınav odaklı hale getirdi.. Okul dışı kaynaklara yönelim arttı.. Çocuklar aşırı stres altında kaldı..Bunları söyledi ve SBS'yi kaldırdı..*Haklıydı.. 11 yaşındaki çocuklar, sınav kurbanı olmuştu.. Ne cumartesileri kalmıştı ne  pazarları.. Futbolun yerini fen testi, sinemanın yerini sosyal testi almıştı..Yorgunluktan yere bakar hale gelmişlerdi..O günlerde (29 Haziran) oğlumu kobay yapmışlar diye bir yazı kaleme almıştım..Oğlumun kaybolan iki yılını kim geri verecek, oğluma kobay olduğunu nasıl söyleyeceğim demiştim..  Yok mu bu işin sorumlusu diye sormuştum.. Görevi gereği hemen her konuda konuşan bu sistemin mimarı Hüseyin Çelik'in çıtı çıkmadı..*Bakan Çubukçu SBS'yi yerin dibine batırarak iptal etmişti ama bıçak gibi kesip atmamıştı..Bu yıl altıncı sınıflar sınavına gireceklerin çilesi bitmemişti.. SBS'den mezun olana kadar eziyete devam kararı çıkmıştı.. O gün (1 Temmuz) bu çocukların suçu ne diye sordum?Madem çocukların sosyal yaşamını olumsuz yönde etkiliyor.. Geride kalan 1 milyon çocuğa acıyın dedim.. 2 milyona yakın çocuk yandı, bari bunları kurtarın dedim..*Dün Danıştay, yedinci sınıflar sınavını durdurdu.. Dikkat, iptal etmedi durdurdu.. Eğitimin haline bakın!.. Sınav var mı yok mu belli değil.. Yıla sınav heyecanıyla başlayan bu çocuklara yazık değil mi? Ailelerinin dershanelere ödedikleri paralara yazık değil mi?  Daha 12 yaşındalar.. Onlara bu eziyeti çektirmek günah değil mi?Eyy Çubukçu..Eyy Çelik.. Yok mu bi sözünüz!.. Salih'ten Başbakan karikatürü bekliyoruzHerkes soruyor, Salih ne olacak?Hangi Salih!..Karikatürist olan, Sabah'ın birinci sayfasına CHP liderini dansöz olarak çizen, atv Haber'de dansöz gibi oynatan Salih..Aynı zamanda hükümet yanlısı Medya Derneği Başkanı olan Salih..Ne yapmalı?Hürriyet'in Başyazar'ı kantarın topuzunu kaçırdığı için özür diledi..Kesmedi.. İstifa etti.. Salih de aynısını yapmalı mı?Özür ve istifa..Hayır.. Salih yerinde kalsın, özür dilemesin.. Ama aynı kıvamda, aynı seviyede, aynı tonda, aynı üslupta bir Başbakan karikatürü de patlatsın..atv'de de oynatsın..  Eşitlik sağlansın..*Bundan sonrası Başbakan ile Salih'in arasındaki mesele olur.. Başbakan, Salih bizdendir  diye sineye mi çeker, bu ne rezalet diye kükrer mi, grup konuşmasının bir bölümünü bu karikatüre mi ayırır, yüklü bir tazminat davası mı açar bilemem..O da Salih'in meselesi..
Milliyet
1,347,026
Yazarlar
REHABiLiTASYON SÜRECiNDE KARŞILAŞILAN RUHSAL SORUNLAR Uzun yıllar psikolojik faktörlerin fiziki bir takım hastalıkları doğurduğuna inanılmıştır. Değişik yerlerde hipertansiyon, kolit hatta kanser tamamen psikolojik travmalar sonucunda var olduğuna inanılmış hastalıklardır. Çağdaş tıpta bu görüş terk edilmiş ve psikolojik faktörlerin genetik, çevresel ve başka etkilerle ortaya çıkabildiği kabul görmüş, psikolojik etkilerin de bunları olumlu        ya da olumsuz etkilediği tespit edilmiştir.Psikolojik faktörlerin rolü Bu konunun tartışıldığı her yerde Tip A davranışı öne çıkar. Bu davranış biçiminde hınç, rekabete yönelim, başarı hırsı, kişinin telaşı belirgindir. Bu özellikleri olan kişilerde ek olarak hipertansiyon, sigara içme ve şeker hastalığının eklenmesi geçirilmekte olan hastalığı olumsuz yönde etkiler. Bu özeliklerin rehabilitasyon sürecinde sorun çıkardığı en belirgin hastalık kalpte oluşan 'miyokard enfarktüsü'dür. Tip A davranışı özeliklerinin bu hastalığı olumsuz yönde etkilediği kesindir. Araştırmalar stres ve matemin ardından yakın akrabalar arasında artmış olan ölüm oranını işaret etmekle birlikte buradaki olay da tam olarak anlaşılmamıştır. Benzer bir belirsizlik kanser ile depresyon arasında da vardır. Depresyonunun bağışıklık sistemini değiştirerek kansere yatkın kişiyi olumsuz yönde etkilediği öne sürülmektedir. Bunun yanı sıra değişik madde ve alışkanlıklar psikolojik olmayan riskleri artırmakta en önemlisi tedavi ve rehabilitasyondaki uyumu bozmaktadır.Uyum bozuklukları Psikolojik ve sosyal etkenler hastalıkların gidiş, tedavi ve rehabilitasyonunu etkilemekte yatış süresini ve hasta giderlerini artırmaktadır. Rahatsızlığın ağırlığıyla doğru orantılı olmak üzere bedeni ilgilendiren her hastalıkta  en önemlisi kişide ortaya çıkan fiziksel kısıtlanma sonucu psikolojik belirtiler görülür. Ortaya çıkan belirtiler hafif psikolojik sınırların ötesine taşabilir. Genel bir huzursuzluktan depresyona, psikolojik bozukluklara kadar uzanabilir. Bu değişkenlik bizim mutsuzluğun nerede bitip ruhsal sorunların nerede başladığını bilmemizi güçleştirebilir. Hastanın daha önce var olan ruhsal rahatsızlığının fiziki rahatsızlıkla paralel tedavisi gerekebilir. Rehabilitasyon gerektiren hastalarda  akut dönemde ağır bir üzüntü, öfke, sıklıkla karşı çıkma ve tedavi ekibi ile pazarlık görülebilir. Uyum bozukluğu söz konusu olduğunda zaman en iyi ilaçtır. Çoğu hastada var olan belirtiler zaman içinde kaybolabilir. Bu hastalara ilaç verilmesi gerekmeyebilir. Hasta bu dönemlerde tedavi edenlerden anlayış ve sempati bekleyebilir, bu da hakkıdır. Bütün fiziki hastalıklar potansiyel olarak ruhsal bozukluğa yol açabilir. Özellikle romatoid artrit başta olmak üzere ağrılı kas ve iskelet bozuklukları, bacak ve kol kesilmesi ve tümörlere bağlı sorunlar depresyona neden olabilir. Bazı hastalarda depresyon asıl hastalığı bastırabilir. Geçmişinde depresyon olanlarda bu daha da ağır seyredebilir. Belirtiler nedir?Hastalarda hiçbir şeyden zevk almama, azalmış dikkat ve dikkati yoğunlaştıramama, suçluluk ve değersizlik düşünceleri, kendine saygıda azalma, enerji azalması sonucu yorgunluk ve aktivite azalması dikkati çeken belirtiler arasındadır. İştah ve kilo kaybı, kabızlık, uyku bozuklukları, erkekse seksüel güçte azalma, kadınsa adet görmeme oluşabilir. Umutsuzluk yaşamın değersiz olduğu düşüncesine dönüştüğü zaman intihar eğilimleri ortaya çıkar. Belirtinin iki hafta boyunca var olması teşhisi kolaylaştırır. Bu noktada ruh ve sinir hastalığı uzmanlarının devreye girmesi gerekebilir. Bazen ilaçlara bağlı depresyon da ortaya çıkabilir. Bu da ilaç kesildiği zaman düzelir. Depresyon belirtileri devam ediyorsa anti-depresif ilaçlar kullanılmaya devam edilir. Yatan hastalarda depresyon belirtileri daha sık görülür.
Milliyet
1,332,897
Yazarlar
1980'li yıllardan bu yana yaklaşık 30 yıldır ", Küresel Lobisi ve " konularında nabız atışlarını sağlıklı yansıtan bir dostumla "ufuk turu" yaptık. 'nin, ve 'da krizli dönemlerini aşmakta katkıları olmuştur... Hiçbir karşılık beklemez... Türkiye/ABD ilişkilerinin "buzul" altında kaldığı "silah ambargosunun kaldırılmasını" örnek olarak gösterebilirim. Hangi parti, hangi görüş iktidarda olursa olsun ayrım yapmaz, Türkiye için "sessiz, derinden ve etkili" olarak devreye girer. Bazı başbakanların masalarının üzerinde onun, ABD ya da "Avrupa'nın üç atlısı" , , 'da yaptığı üst düzey görüşmelerden raporlarını görmüştüm. Aşağıda son izlenimlerini sunuyorum:   'DAN TÜRKİYE GÖRÜNTÜLERİ Washington, sadece ile Dışişleri ve Savunma Bakanları, demek değil. Musevi Lobisi ve iktidara yakın "düşünce" kuruluşları da bu çerçevenin içindedir. İşte oradan Türkiye görüntüsü: AKP iktidarı için tedirginlik yok değil. Özellikle, "İsrail ile gerginlik, ve 'la yakınlaşma" rahatsızlık üretmekte. Ancak... "AKP'nin alternatifi olmadığı, yakın gelecekte de olamayacağı" kanısı var. Türkiye, vazgeçilmez olduğuna göre, yürüyüş AKP ile sürecek. İnişli-çıkışlı da olsa, bu eşleşme, gerçekçi... Musevi Lobisi'nin gazı Buna karşılık ABD'deki Musevi Lobisi 'tan bu yana, Hamas, İran, Mavi Marmara gazları ile şişkin. Ama... Musevi Lobisi de bu "hazım zorluğuna" rağmen "köprülerin atılmasının yanlış olacağına" ikna edilmekte. Amerika'daki " Lobisi'yle" Türkiye'ye karşı bir dayanışmaya girmedi. Aslında... İsrail, Musevi Lobisi, 'a ve Amerika'daki Rum Lobisi'ne sıcak değildir. İsrail kurulduğu zaman, Türkiye bu yeni devleti ilk tanıyan ülkelerden biriydi. Oysa... Yunanistan "İsrail devletini resmen tanımak" için yıllarca bekledi. Bu unutulmuyor. Torunlara nesilden nesile aktarılan anılar da farklı. Amerika'daki Rumlar, çocuklarına ve torunlarına Anadolu'dan, 'dan sürgün acılarını anlatırlar. Museviler ise, "Türklerin, onlara 'dan kovuldukları yıllardan itibaren Osmanlı'nın kucak açtığını, Nazilerden kaçan Alman bilim adamlarına Türkiye üniversitelerinde kürsüler verildiğini, Türkiye'deki Yahudilerin eşit ve güven içinde yaşadıklarını" hoş bir nostalji tadında dile getirirler. Musevi Lobisi'nde kırgınlık olmadığı söylenemez ama yara taze olsa da derin değil. İsrail gözüyle AKP ABD'deki çok güçlü Musevi Lobisi'yle, Washington üzerinde etki gücü olan İsrail'den Türkiye görüntülerine gelince... Hükümette "tek görüş" egemen değil. Radikal sağ "hükümet ortakları" Türkiye'ye karşı sert. Ancak... Başta Cumhurbaşkanı Simon Perez olmak üzere "sağduyulu" odaklar, Başbakan Erdoğan'ın Davos çıkışıyla estirmeye başladığı ters rüzgârları "geçici" görüyor,"iç politikanın seçim yatırımı" olarak yorumluyor. Elbette... Haziran 2011 genel seçimlerinden sonra, her şeyin eskisine dönüşeceği gibi bir beklenti yok fakat krizin daha fazla derinleşmeyeceği kanısı var. "Onarım" süreci hemen gelmez. Genel seçimlerden sonra, büyük olasılıkla Başbakan Erdoğan'ın adaylığını koyacağı görünen Cumhurbaşkanı seçimleri geliyor. Yeni bir ve onu izlemesi uzak ihtimal olmayan için kampanya süreci de, İsrail'in bir süre daha kazanda kaynatılacağını göstermekte. Barometrenin daha da düşmeyeceği ama havanın da sütliman olmayacağı bir "zaman parantezi" açılıyor. Simon Perez'in, "ortak yararların iki ülkeyi yan yana getireceği" uzun perspektifli görüşüne de işaret ediyorum. ............................. Bu manzaralar, Türkiye'ye dışardan fazla çomak sokulmayacağını düşündürüyor. Türkiye, başta "" olmak üzere kendi zorluklarını aşmaya yoğunlaşabilir. Belki, "iyimser" bir bakış yazısı oldu gibi görünüyor ama aslında satırlarım zorlu çözümlerin bizim elimizde olduğunu göstermekte.  Yazıyı, "" söyleminden esinlenerek, "küresel mahalle baskısı" pek de fazla "yok" diye noktalıyorum.
Milliyet
1,321,829
Yazarlar
Maça her iki takım da kontrollü başladı. Ama ilk ciddi tehlikeyi oyunun hemen başında defansın hatası sonrası Eskişehirspor yaşadı. İlk yarıda Ankaragücü, daha istekli, daha çok atak yapan ve topa sahip olan taraftı. Ancak istediği pozisyonları üretmekte zorlandı.Eskişehirspor adına Batuhan ile gelişen bir atakta kafa vuruşunun direkten dönmesi ne kadar şanssızlıksa, Ankaragücü frikiğinin direkten geri gelmesi de bir o kadar şanstı. İkinci yarıda beklenen değişiklikler Bülent Uygun'dan geldi. Koray ve Ümit Karan oyuna girdi. Ancak Ümit çok geçmeden sakatlandı. İkinci yarı Eskişehirspor her dakika golü aradı. Sürekli Ankaragücü sahası içinde geçen mücadelede beklenen gol bir türlü gelmedi. Son dakikada çok iyi bir frikik organizasyonu vardı. Eskişehirspor, Nadareviç ile inanılmaz bir pozisyona girdi ve bunu değerlendiremedi.Eskişehirspor'un daha çok çalışıp şu anki durgunluğunu üzerinden atması gerekiyor. Bu kaybedilen iki puan ev sahibi takım için önemliydi.
Milliyet
1,340,094
Yazarlar
Nedense kimsenin umursamayacağı konular dolaşıyor bizim yazı masasının üstünde...Bir türlü profesyonelleşememiş bir "yazı" emekçiliğinin, oyuncakları sanki hepsi.* * *Ihlamur Parkı'nda bir tavus kuşu var; küçücük hotozlu süslü başı ve upuzun kuyruğuyla; yüzlerce yıl önce dünyanın dört bir tarafından getirilmiş görkemli ağaçların altında, dolaşıp duruyor tek başına.* * *Bir ara bir yığın karga pek yaklaştı tavus kuşunun yanına ve tavus kuşu, birden açıverdi kuyruğunu kargaları korkutmak için.* * *Kim bilir kaç yıl oldu kuyruğunu açmış bir tavus kuşu görmeyeli...Bilinmez bir ressamın mucizevi bir tablosu gibiydi o tavus kuşu kuyruğu.* * *Hem Amerikalı, hem de Avrupalı olan ve Türkiye'de evrensel bir alanda çalışan genç bir kadın dost:- Dişisi yok mu bu erkek tavusun, dedi.- Bilmiyorum galiba yok, dedim.- Ah yazık, dedi; isterdim ona bir dişi getirmeyi.* * *Kimsenin umursayacağı bir konu muydu, Ihlamur Parkı'ndaki erkek tavus kuşunun dişisi olup olmadığı?Ama işte yazı masasının üstünde, kuyruğunu da açmış dolaşıyor gibiydi erkek tavus kuşu.* * *Bayramın 1'inci günü kızım Zeynep, eşi Gürkan, Solmaz ve bendeniz; bayram mezbahasından uzak, Kandilli'deki Adile Sultan Sarayı'na gidiyorduk.* * *Kandilli Kız Lisesi'nin uğradığı yangın felaketinden sonra, rahmetli Sakıp Sabancı ihya etmişti orasını.Ve oradaki lokanta terasından, 2 kıta arasındaki bambaşka bir İstanbul görünüyordu; bir türlü layık olamadığımızı düşündüğüm...* * *Göztepe'den saat 13.40'ta yola çıkmıştık. E-5 otoyolunda arabalar kilitlenmiş, trafik akmıyordu.Altunizade sapağına geldiğimizde, saat 14.45'i gösteriyordu.* * *Garip bir rastlantı bayramın 1'inci günü Atatürk Hava Limanı'ndan Londra'ya saat 16.40'ta kalkacak olan British Airways uçağı da, 314 dakikalık bir rötarla, yani 5 saat 15 dakika geç kalkabilmişti.Yolcular uçağa alındıktan sonra da, uçağın kalkmasını 2 saat uçağın içinde beklemişlerdi.* * *Bizim yazı masası üstünde, uçağın içinde sıkıntıdan patlayan yolcular sanki yüzüme bakıyorlardı.* * *Dünkü gazeteler ise Türkiye'deki bayramı yansıtıyorlardı.İşte Posta'nın dünkü manşeti:"DEĞİŞMEYEN MANZARATürkiye'de Kurban Bayramı manzaraları bu yıl da değişmedi. Yasak olmasına rağmen yollarda, sokaklarda, açık alanlarda kurban kesildi. Hayvanlara eziyet edildi. Çocukların gözü önünde oluk oluk kan akıtıldı. Kurallara uymayanlara 792 lira para cezası kesileceği açıklandı ama hiç kimseye cezai işlem uygulanmadı."* * *Dünkü Milliyet'in sürmanşeti daha da matraktı:"ANGUSLARIN BÜYÜK DİRENİŞİİthal Anguslar Kurban Bayramı'nı kattı karıştırdı. Yerli danalar tek iğneyle uyuşurken, bazı Anguslar 3 iğneye 'bana mısın' demedi. Satış noktalarında sakinleştirilemeyen hayvanlar araçlara zor bindirildi. Anguslar için bir vatandaşın yorumu şöyle oldu: 'Hayvan değil, canavar bunlar'."* * *Haber başlıkları alt alta sürüyordu:"10 KM KOŞTU 3 MİL YÜZDÜ- Altınoluk'ta kesim sırasında sahibinin elinden kaçan dana, kendisini Ege Denizi'ne attı. Peşinde sandal 3 mil yüzen dana sonunda karaya çıktı ve iğneyle uyuşturuldu.* * *Ve bir başlık daha:ACEMİ KASAPLAR YİNE KENDİLERİNİ DOĞRADI"* * *Bizim yazı masasının üstünde bu kez de bir soru dolaşıyor:- Bir karikatürist, Kurban Bayramı'nın karikatürünü çizmeye kalksa, acaba nasıl çizerdi?* * *Kimsenin merak ettiğine pek rastlamadığımız bir konu da şu:- Yüksek gelir grubu mu en çok kurban kesiyor, orta gelir grubu mu, yoksa geçim sıkıntısı da çeken grup mu?* * *Sağlıklarında gelişmiş bir hayat düzeyinden yoksun kalmışların, bir umudu mudur öteki dünya?Ve Türkiye'de onlar da çoğunluktaysalar ve iç göçler de bu yüzden sürüp gidiyorsa?..* * *57 milyon cep telefonu, bir yığın internet kahve, 2 aileden birinin de motorlu bir taşıtı var.Bu bir "kalkınma."* * *Ya "gelişme" ne durumda?Dünkü gazetelerin Kurban Bayramı ile ilgili manşetleri de gösteriyor onun düzeyini...* * *Peki ne yapmalı?Kimse ayağa kalkmasın:- Cehalet efendim cehalet, diye.* * *Ne demiş Erasmus:- Yargılamadan önce anlamaya çalışın.* * *Bizim yazı masası üstünde Cahit Irgat'ın da bir şiiri dolaşıyor; belki de Cahit, böyle bir şiir yazmak zorunda bırakılmamalıydı.  İnadına İNADINA mı güzelsin Akşam üstleri,Demir parmaklıktan gördüğüm deniz?İnadına mı fiyakan Yan yan gidişin Tombul kıçlı gemi?* * *Tavus kuşu kuyruğunu açmış hâlâ dolaşıyor.
Milliyet
1,339,818
Yazarlar
Parçalı Bulutlu Onlar büyüdü ve karardı dünya Serinin son macerası 'Harry Potter ve Ölüm Yadigarları'nın ilk bölümü, yarın sinemalarda. Hemen uyaralım, epey ürkütücü bir macerayla karşı karşıyayız Baştan beri çocuk filmi demek pek mümkün değildi ona ama Harry Potter'ın bu son macerası büyükler için bile fazla 'karanlık', bunu söyleyerek gireyim söze. Yarın gösterime giriyor 'Harry Potter ve Ölüm Yadigarları', hani bayram günüdür çoluk çocuk eğlenelim gibi bir niyetiniz varsa pek tavsiye etmem. Buna karşılık, fantastik film meraklılarının ve de maceraperestlerin kesinlikle görmesini öneririm. Yönetmen koltuğunda üçüncü kez David Yates'in oturduğu son 'Harry Potter'da artık tam bir dehşet atmosferi hakim. Harry, Hermione ve Ron yıllar içinde gözümüzün önünde serpilip büyürken, ismini anmak istemediğimiz Voldemort'un da gücü katlanarak artmış vaziyette. Hogwarts da Sihir Bakanlığı da onun hakimiyeti altında artık, Harry Potter'ı yok etmeye an be an yaklaşmakta. Üstelik artık kahramanlarımızı koruyacak bir Dumbledore bile yok. Gözüpek üçlümüz ise ondan kendilerine kalan miraslar ışığında Dumbledore'un yarım kalan işini tamamlamayı kafaya koyuyor. Görevleri, Voldemort'un ölümsüzlük sırrını taşıyan 'hortkulukları' bulup yok etmek.İki parça halinde gösterimdeZaten Hermione'nin ailesinin hayatından ve hafızasından kendisini sildiği sahneyle son derece çok hüzünlü başlayan film, ara sıra parlayan umut ışıkları olsa da esasen epey karamsar akıp gidiyor. Harry, Hermione ve Ron'un zaman zaman birbirlerine düşmelerine bile neden olan bir dizi tehlike, talihsizlik ve maceradan sonra, çok üzüldüğümüz bir ölümle de sona eriyor. Okuyanlar bilsin, diğerleri için filmin sürprizini bozmayalım. Serinin son kitabı ve filmi olan 'Harry Potter ve Ölüm Yadigarları' uzunluğu nedeniyle iki parça halinde gösterime giriyor. Yani sinemada geçireceğiniz 146 dakikanın sonunda merakınız giderilmiş değil, tam tersine katlanmış olarak çıkıyorsunuz salondan. Devamı temmuza artık...İntihar edecek kişiye "Hadi kısa kes" demek...Ne kadar zalim bir topluluk olduk. Ya da hep böyleydik de söyleyemiyor muyduk, internetteki 'sanal' kimliklerimiz sayesinde kötülüğümüzü saçabilir mi olduk? Galiba... Çünkü sizi karşınıza alıp "Ben intihar etmeyi düşünüyorum, köprüye gidip atlayacağım" diye lafa giren birine, "Hadi kısa kes, işim gücüm var" demek, hatta ileri gidip "Hadi oradan, niyetin olsa bana söylemezsin, gider atlarsın" demek de başka tür 'yürek' ister. O da bir samimiyet işi yani. Ama 22 yaşında bir genç internette bir hayata veda mektubu yazdığı zaman, eşine dostuna "Beni yaşatmak için elinizden gelen çabayı gösterdiniz. Kiminiz beni yaşatmayı görev edindiniz, kiminiz de olaya 'sorumluluk' olarak yaklaştınız. Her birinize çabalarınızdan dolayı teşekkür ediyorum" diye içini döktüğü zaman, belli ki bir sebeple canından bezmiş bu insana bir de biz vurmaktan çekinmiyoruz hiç.Ürkütücü bir haldeyizÇoğunuz haberlerde görmüş, belki bir o saatlerde Boğaz Köprüsü'nden geçtiğiniz için şahit olmuşsunuzdur, cumartesi sabahı yaşandı bu olay. Bir ekşisözlük yazarı, hukuk öğrencisi olduğunu anladığımız bir genç, saat 10.50 itibariyla bir veda mektubu yazıp köprüye çıktı. Niyeti sahiciydi değildi, ilgi çekmek istedi, bunlar beni ilgilendirmiyor. Beni o mektubun altına yazılmaya cüret edilen yorumlar ilgilendiriyor. "Özet geç lan" yazabilmiş insanı merak ediyorum örneğin. Ya da "Hadi kardeşim, trafiğin canına okudun" diyeni... Nasıl olsa kimse adını, yüzünü bilmediği için zalimliğini pervasızca oraya dökeni... Gerçek acılarla sanal olanlar karışmış. Savaşları naklen izlemeye alışıp, aksiyon filmlerinden ayırt edemez olduk. Burnumuzun dibindeki sefaleti görmeyip, düşene bir tekme de biz atıp iki göz iki çeşme dizi kahramanlarına, Osman'a ağlıyoruz. Çok ürkütücü bir haldeyiz, çok...
Milliyet
1,321,822
Yazarlar
İkizdere'nin doğal SİT alanı ilan edilmesi üzerine 22 HES'in yapımı durdurulurken hükümetin karşı atağı geldi. Adı "koruma" ama işlevi "yok etme" olan bir tasarı hazırlanmış.Haberi Milliyet'in parlamento temsilcisi Önder Yılmaz duyurdu.Meclis'e sunulan "Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu" tasarısıyla SİT alanı yetkisi Çevre ve Orman Bakanlığı'na devredilecek. Böylece Trabzon Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun İkizdere kararı Bakanlık tarafından ortadan kaldırılacak.Doğa Derneği Başkanı Güven Eker, tasarıyı "Anadolu'nun ölüm fermanı" olarak nitelemiş.Karadeniz'de HES'lere karşı verilen hukuk mücadelesinin simge isimlerinden avukat Yakup Okumuşoğlu da, "Mahkeme kararları zaten çiğneniyordu. Ancak SİT alanı ilan ederek projeler durduruluyordu. Yasa çıkarsa yapacak pek bir şey kalmayacak" diye uyarıyor.Kuşkusuz çevreciler teslim olmayacak!AKP'nin tasarısı Meclis'te ciddi bir muhalefetle karşılaşacaktır. Ayrıca AB müzakerelerinde açılan "çevre" faslı sivil toplum örgütlerinin elini güçlendirecek. Ülke yönetiminde askeri ve yargısal "vesayet"e karşı çıkan iktidarın, Türkiye'nin yeşil alanlarını "baraj yapan" bir bakanlığın vesayetine alma çabaları tepki görecektir.Kaldı ki Türkiye daha geçen ay Cumhurbaşkanı düzeyinde katıldığı BM "Binyıl Hedefleri" zirvesinde "sürdürülebilir çevre" için uğraş vermeyi taahhüt etti. Çevre ve Orman Bakanı Prof. Veysel Eroğlu da oradaydı!Çevre bakanlıkları adı üstünde bu tür ihtilaflarda "doğal çevre"den yana olurlar.Bizde ise tersine; Hasankeyf söz konusu olduğunda Ilısu Barajı'nın yapımını savunur bakanlık. Munzur Çayı'nın üzerindeki barajlara seyirci kalır. Karadeniz'in vadilerinin, derelerinin HES'lere kurban edilmesini onaylar.Çevre Bakanlığı'na şimdi İkizdere'de yapımı durdurulan 22 HES'i kurtarma adına, tabiat varlıklarını koruma kurullarında olan "yetki" devredilmek isteniyor.Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, "yetki devriyle ilgili tereddütleri olduğunu" açıkladı. Tasarının aceleye getirilmesinden duyduğu rahatsızlığı ifade etti.Çevreciler ise HES'lerle ilgili inatlaşmanın "AB müzakerelerini bile durdurabileceği" görüşündeler.Enerji Bakanlığı dereler üzerine kurulan elektrik santrallarının Türkiye'nin doğalgaz bağımlılığını azaltabileceği görüşünde. İklim değişikliği verileri, gıda güvenliğinin gelecekte enerjiden daha stratejik olacağını gösteriyor.Nehirler kuruduğunda, fırtına ve seller şiddetini arttırdığında, kuraklık ve çölleşme açlık ve yoksulluğu körüklediğinde daha fazla enerji ve rant adına bugün yapılan tercihlerin yanlışlığı ortaya çıkacak. Manavgat Şelalesi'nin bataklığa döndüğünü TV haberlerinden izlediniz mi?   Enerji tasarrufu yerine dereleri kurutmak niye?Derelerin kardeşliği adına tasarıya karşı çıkalım.
Milliyet
1,338,590
Yazarlar
Telefonuma gençlerden SMS'ler geliyor:  "Happy bayram!.. (Mutlu bayram)"Tam "fast food (hamburger, sandviç, tost)" ve "fast love (hızlı aşk)" gibi "her şeyi hızla tüketmek" odaklı çağımız yaşamıyla örtüşen bir "bayram tebriği" söylemi...Bu iki kelime köklerden koparak "evrildiğimiz, devrildiğimiz" son noktayı koyuyor.Biraz "bayramı" söyleşelim.Olumlu bakarsak "İstanbul bize kaldı" diyebiliriz.O çıldırtan trafik yok.E-5, caddeler, sokaklar bomboş...Bir saatte varamadığımız gazeteye 20 dakikada geldim.Saate karşı yarışmayacağım için, "sade kahvemi" söyledim.Keyifle ve sindire sindire yazmaya başladım.Ohh dünya varmış...Gazı kaçmış şampanya"Olumsuzluğa" da işaret edeyim.İstanbul gazı kaçmış şampanya gibi tatsız. (Güzelim İstanbul'u kapağı açık kalmış gazoza benzetemem.)Restoranlar, barlar, meyhaneler, sinemalar ya boş ya da içeride birkaç kişi var.Sanki "dünya ekonomik krizi" yaşanıyor.Tuhaf bir sessizlik...Sıkıcı...Bir de "geleneklerimiz" merceğinden bakalım.Bayramlarda, ilk sabah ailece mezarlığa gidilirdi.Tüm mahalle erkekleri sabah namazına giderdi.Ardından kurban kesme ritüeli.Ve...Ailenin artık hayatta olmayanları mezarlarında ziyaret edilir, dualarla anılırdı.Ailenin en büyüğünün evinde çocuklar, torunlar, kardeşler, yeğenler öğle yemeğinde toplanırdı.Masada "kurban eti" olurdu.Mahallenin yoksullarına "kurban eti" dağıtılırdı.Çocuklara "mendil içinde para ve çikolata" verilirdi.Bayramın ikinci, üçüncü ve dördüncü günlerinde ise akraba ziyaretlerine gidilirdi.İstanbul bu geleneğin en güzel uygulandığı kentti...Şimdi ise "bayram tatili, İstanbul'dan kaçmak" demek.Amerika'ya, Avrupa'ya ya da Tayland, Maldivler, Kızıldeniz ve diğer sıcak iklim ülkelerine uzatılmış bayram tatili yolculuklarına çıkılıyor.Kıbrıs, Antalya, Bodrum, Marmaris de "keyifli bayram sürgünü" rotalarında...Bayramların o huzur veren ritüeli yok artık.Kimsenin aklına bile gelmiyor.NOEL VE KURBAN BAYRAMITürkiye'de yaşayan yabancılar kurban kesimini, kanlı görüntüleri yadırgıyorlar. Ama anlamakta asıl zorlandıkları şey İstanbul'un bayramda boşalması.Hıristiyanların "Noel (Christmas)" etkinliğiyle bizim "dini bayramların" örtüştüğünü düşünüyorlar.Onlarda "Noel" modernite virüsünden etkilenmiş ama az...Büyük çoğunluk bulundukları kentte kalıyor, "Noel" gecesi tüm aile fertleri birlikte oluyorlar.Yemek masasında akrabalar, çocuklar, torunlar hep beraber kutlama yapıyorlar.Çam ağacının altına herkes için hediye paketleri konuluyor.Bir bakıma ruhlarını yıkıyorlar.Türkiye'deki "aman bir yerlere gidelim, bayram ziyaretleriyle bunalmayalım" zihniyetini yadırgıyorlar.Köklerinden kopmuş olmak gibi bir görüntü veriyoruz.O nedenle "İstanbul bize kaldı" diye sevinemiyorum...Bayramın birinci günü öğle yemeğinde "eşitler arasında birinci olan" yeğenim ve oğluyla beraberdik.Aileden İstanbul'da sadece bizler kalmıştık.Bu kadarı bile huzur verdi.Bayram gazeteleri... Yine/yenidenBasın İlan Kurumu'ndan bir açıklama okudum gazetelerde.Bayramlarda eskiden olduğu gibi gazetelerin yayımlanmaması için bir düzenleme yapılıyormuş.Yerinde bir çalışma.Daha önce gazeteciler cemiyetleri sadece gönüllü meslektaşlarımızın çalıştıkları bayram gazeteleri çıkarırlardı.Geliri gazeteciler cemiyetlerine kalırdı.Gazete rotatifleri ise bayram süresince dururdu.Eski bayramları yaşayamıyoruz bari bayram gazeteleri geleneğini yaşatalım.Bana da gelecekteki bayram tatillerine mahsuben 4 gün müsaade...Hayırlı bayramlar diliyorum.
Milliyet
1,318,974
Yazarlar
28 Ekim'de AB'nin başkenti Brüksel'de düzenlenen CSR Europe İşletme 2020 toplantısında, 400'ü aşkın katılımcı yer aldı. Dünyanın dört bir yanından gelen şirketler, içinde bulundukları topluma yarar sağlayan kurumsal sosyal sorumluluk projelerini tanıttılar. Ülkemizi temsil eden "Bilim İlaç Toplum Gönülleri Platformu" başta CSR Europe Başkanı Etienne Davignon olmak üzere, toplantıya katılan iş dünyasının temsilcilerine çalışmaları hakkında bilgi verdiler.Brüksel'in Fuar Merkezi "Expo"da yapılan "CSR Europe Management 2020" ye Unilever, Nestle, Intel, Microsoft, Coca-Cola gibi büyük şirketlerin yanısıra, eski Doğu Bloku ülkelerinden gelen küçük yerel kuruluşlar da katılmıştı. Büyük bütçeli küresel projelere olduğu kadar, kısıtlı bütçelerle çalışan şirketlere de temsil imkânı sağlanmıştı. Tüm projeleri birlikte görmenin çok zenginleştirici bir deneyim olduğunu söylemem gerek. Ortaya çıkan yeni resim iş dünyasının geri dönülmez bir yola girdiğini açıkça ortaya koyuyor. Bundan böyle, "hep ben, hep ben" diyen, kârları ve büyüklüğüyle hava atan şirketlerin yaşama şansı olmayacak. Görünen o ki, insanlar, kibirli ve bencil şirketleri değil, içinde yaşadığı topluma katkıda bulunan, çevreye ve geleceğe sahip çıkan, yüreği olan şirketleri seçecekler. Bilim İlaç Toplum Gönüllüleri 17 bin çocuk ve gence ışık oldu2005'de Bilim İlaç yönetimi, çalışanlarına, zaman, emek ve tecrübelerini, ihtiyacı olan kişilerle paylaşabilmelerine zemin sağlayan bir platform yarattı. Dileyenler mesai saatleri içinde her hafta 2 saatlerini toplum yararına projelere ayırabilecekti. Bilim çalışanları "Toplum Gönüllüleri" isimli projeye öyle gönül verdi ki, 5 yıl içinde Türkiye'nin 11 ilinde, 20 ekip oluştu. 8 farklı proje kapsamında 153 faaliyet gerçekleşti. 17.000'den fazla çocuk ve gence destek eli uzandı. Projelerde, engelli çocukların sosyal hayata daha yoğun katılımını sağlamaya çalışanlar oldu. İlköğretim okullarında kitap okuma, diş bakımı alışkanlığı kazandırma, tiyatro yoluyla kişisel gelişime katkıda bulunma, bilimsel çalışmaya yönlendirme, doğa sevgisi aşılama, türü projeler yapıldı. Üniversiteli gençlerin kariyer gelişimlerine katkı sağlamak için, çeşitli okullarda 3-4 gün süren eğitim organizasyonları düzenlendi. Projelere aileler ve yakın çevre desteğü yüksek olduğu için, Bilim İlaç Toplum Gönüllüleri, her projeden yüksek verim aldı. Bu da onları Brüksel'e taşıyan başarıyı getirdi.IBM Avrupa Başkanı: Şirketler yeni çözümler bulmak zorundaCSR İşletme 2020'nin açılış konuşmacılarından birisi, IBM Avrupa Bşk. Harry van Dorenmalen'dı. "Dünya 2020'de çok farklı olacak" diyen Doranmalen, küresel pazarların, nüfustaki değişimin, doğal kaynakların azalmasının ve teknolojideki gelişmenin şirketleri yeni çözümler bulmaya zorlayacağını hatırlattı. Bunun bir fırsat olduğunu, şirketler ve hükümetler birlikte çalışırlarsa sürdürülebilir bir gelecek yaratılabileceğini vurguladı. Gazeteciler twitter sayfasına reklam alabilir mi?Bu soruyu Cengiz Semercioğlu, Kelebek'teki yazısında sormuş. Holywood ünlülerinin Twitter'da izleyicilerine reklam mesajları gönderdiklerini, bunu açıkça yazdıklarını ve karşılığında para kazandıklarını eklemiş. Kendisi de bu işe başlayacağını ve geliri hayır kurumuna bağışlayacağını eklemiş.Twitter'ı diğer mecralardan ayıran özelliği samimiyeti. Arkadaşlarla sohbet tadında kısa yazışmalar olması. Geleneneksel reklamcılığın, önceden hazırlanmış reklam mesajlarının uygun olmadığı bir zemin. Sosyal mecranın tek sermayesi "provasız, doğal" yaşanması. İşin içine pazarlama girince tadı kaçar. Reklamverenin parası hayır kurumuna gitse bile, izlenenin doğallığı yok olur. Reklam mesajı veren bir gazetecininse muhtemelen güveneni, seveni azalır.TTNET Mobil'den hızlı çıkışTTNET, sahip olduğu dev müşteri tabanına, bu ay sonu itibarıyla cep telefonu hizmeti sunmaya başladı. Kampanyanın lansmanını da "hesaplı fiyat" temelinde yaptı. Görünen o ki, önümüzdeki günlerde tarifeler, indirimler, özel koşullar sunacak, rakipleri zorlayacak. Sahip olduğu dev müşteri tabanı düşünülecek olursa, TTNET mobil'in kısa sürede büyük rakamlara ulaşması bir sürpriz olmayacağa benziyor.
Milliyet
1,338,578
Yazarlar
Saat akşamın 6'sı... Sokak lambaları çoktan yanmış... TV kanallarındaki haber saatlerinde, siyasal liderlerin gezilerini, eleştirel karikatürler hakkındaki görüşlerini ve Türkiye'nin nasıl da herkese parmak ısırtan büyük bir devlet olduğu hakkındaki görüşleriyle; kaza, bela, cinayet, vurgun, soygun olaylarını izlerken; sokakta hoparlörden yankılanan güçlü bir uyarı duyuldu.* * *Önce sık rastlandığı gibi, trafik polis ekibinin bir uyarısı sandık; gidip baktık pencereden.* * *Taksim Meydanı'ndan aşağı inen Kazancılar Yokuşu'nun bitimindeki köşenin kıyısında, kapalı özel bir kamyondan; yüksek ayaklı güçlü elektrik lambaları indirilerek yakılmış ve köşedeki kaldırım boşluğunun üstünde de yan yana, rengârenk bir battaniyeler sergisi açılmıştı.* * *Hoparlörle de, battaniyelerin övgüsü yapılıyordu:- Kaliteli battaniyeler, her isteğe göre ve çok ucuza...* * *Şimdiye dek, sokaklarda satılan çok şey görmüştük; ama akşam saatlerinde yerlere yan yana serilmiş, rengârenk battaniyeler satıldığını hiç görmemiştik; hem de hoparlör anonsuyla...* * *Birkaç kadın müşteri de eğilmiş, kendilerine battaniye seçiyorlardı.* * *Geleneksel bayramlarda, yaşlıca kuşağın eski bayramlara özlem duyması ve gençliklerindeki bayramları ballandırarak; yaşanmakta olan bayramlarda artık o eksi tadın kaybolduğundan yakınması, çocukluğumdan beri sürüp gider...* * *Sanırım ki 20-25 yıl sonra da; bugünün genç kuşağı, Şeker bayramlarıyla Kurban bayramlarında:- Nerede o eski bayramlar, tefrikasını sürdürürken, şöyle diyecekler:- Akşam saatlerinde sokaklardaki köşe başlarına özel bir kamyondan indirilen rengârenk battaniyeler serilir ve hoparlörden anonslar yapılırdı:"-Battaniyeye gel battaniyeye, ucuza, çeşit çeşit...Aileler kış gelmeden kapılarının önünden alırlardı battaniyelerini; hey gidi günler hey; nerde o eski bayramlar!..* * *50 yıl sonraki bayramlar, nasıl olacak diye fütürist bir fantezi yapılsa...Acaba siyasetçiler ne söyler, "ulema" ne söyler, üniversite prof.'ları ne söyler, kalem emekçileri neler yazardı?* * *Bendeniz ise hacı adaylarının Suudi Arabistan'a giderken uçaklarda; 1500'lü yıllarda yaşamış olan Erasmus'un ünlü "Deliliğe Övgü" yapıtını okumaya başlayacaklarını düşünürdüm.* * *O eğlenceli kitapta "delilik", över de över deliliği.Çocuklukta olsun, yaşlılıkta olsun; aşkta, evlilikte, dostlukta, politikada, savaşta ve dindarlıkta tek egemen güçtür "delilik."* * *Erasmus, eğlenceli kitabında, Vatikan'ı da hedef alarak topa tutmadığı kurum bırakmamıştır.O nedenle de "Deliliğe Övgü" klasiği, 500 yılı aşkın bir süredir "bağnazlık"a karşı yapılmış, kahkaha dumdumlu bir "hümanizm" şahyapıtı sayılır.* * *Erasmus sağ olsaydı da, keşke bu bayramı birlikte kutlasaydık; kim bilir neler ve neler söylerdi?Onun söyleyeceklerine karşı, acaba bizim siyasal liderler neler söylerlerdi?* * *Bazıları:- Bırak şu dinsiz imansız serseriyi, derken; bazıları da:- Demokrasimiz geliştikçe, halkımızın hassasiyeti de; hem Erasmus'u, hem Tevfik Fikret'i daha iyi değerlendirecektir, diyebilirdi.* * *Bazı militerler de belki:- Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda, çağdaş uygarlık düzeyine erişme amacı da, bunu hedefliyordu zaten, diyebilirdi.Tabii Erasmus'un, "yargılanmadan önce anlamaya çalışın" uyarısını, "benimseme" dışı bırakarak...* * *Pazar akşamları saat 19.15'te "HABERTÜRK" kanalında; az rastlanan damıtılmışlıktaki bir kalem ve düşünce insanı olan Mehmet Ali Kılıçbay'la, evrensel kalitede bir ceza hukukçusu olan Yargıtay Onursal Başkanı Sami Selçuk'un "Demokratik açılım" programı var.* * *O programda "insan onuru"nu, temel bir konu olarak işliyorlar.Ola ki, Erasmus'un "Deliliğe Övgü"süne de, şöyle bir el uzatabilirler... "Hümanizm" konusu, en çok o programın çerçevesine layık görünüyor bendenize... * * *Boyu birden uzayıveren tatilin 5'inci, Kurban Bayramı'nın da 2'nci günü...* * *Özel kamyonuyla gezginci battaniyeci, kim bilir hangi sokak köşesinde açıyor renkli battaniyeler sergisini?* * *Tatilcilerin de, tatilci olmayan yahut olamayanların da; postu kurtarma şansına erişmiş kurbanlıkların da, bayramları kutlu olsun...
Milliyet
1,318,813
Yazarlar
Pazartesi gününden itibaren sistemden otomatik olarak çıkarılıyor.  ESHOT Genel Müdürlüğü yetkilileri, son gün başvurularını göz önüne alarak vize işlemlerinin  hafta sonunda da sürdürüleceğini açıkladı. İzmir böyle mi "ışıl ışıl?"Karşıyakalı Olcay Altuğ fotoğraflarını çekip gönderdiği bu sorunu kentimizi yönetenlere iletmemizi istiyor. Okurumuz bakın ne diyor: "Bu fotografları bugün KSK-GS basketbol maçı bittikten sonra çektim. Gördüğünüz gibi Karşıyaka Arena'nın önü zifiri karanlık. Günlerdir hem belediyemizi hem de İzmir Genlik Spor İl Müdürlüğü'nü aradım. Ancak, bir türlü direklerdeki lambaların yakılmasını sağlayamadım. Bir de İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin sitesinde 'İzmir ışıl ışıl' diye anons ediliyor. Ayrıca 'Yanmayan lambaları bildirin' diye bir de telefon numarası vermişler. Arıyoruz ama nafile. Karanlıkta her türlü tehlikeye maruz kalıyorlar."Klima suları hala tepemize akıyorBu şikayeti yaz ayları boyunca aldık, halen de geliyor. Köşemizi arayan Ahmet Çakmak, "Çankaya, Alsancak ve Karşıyaka'daki işhanlarına ait işyerlerindeki klima hortumlarından sızan sular üstümüze başımıza akıyor. Belediyelerin bu konuda denetim ve yaptırım uygulamasını istiyoruz" diyor.Ne oldu da suya %60 zam yapıldı?Bornova Atatürk Mahallesi sakinlerinden Remzi Gümüş, "19-20 litrelik Bornova suyuna daha önce 1 TL ödüyorduk. Bu hafta  1.60 TL alındı. Ne oldu da suya birden yüzde 60 zam yapıldı. Büyükşehir Belediyesi'nin meclis üyeleri bu zamların peşini niçin kovalamıyor ve halkın hakkını aramıyo? Suya yapılan zammın   geri alınmasını istiyoruz" diyor.İnkılâp yerine İnkilap yazılmışMenemen'den arayan Deniz Güzey bakın ne diyor: "Menemen Parkı'nın köşesinde 'İNKILÂP CADDESİ' yazması gereken tabelada İNKİLAP CADDESİ sözcüğü yazıyor. Tarih öğretmenimiz bizi uyarır ve 'İnkilap' olarak yazmamamızı isterdi. Çünkü, böyle yazıldığında farklı bir anlam taşıdığını söylemişti. Kimsenin dikatini çekmemesi ve düzeltilmemesi tuhaf. Ayrıca Menemen'e hiç yakışmıyor."
Milliyet
1,328,562
Yazarlar
Perşembe akşamı 32.GÜN ve Kanal D Ana Haber için, CHP depreminin kilit adamı  sayılan Önder Sav ile uzun bir görüşme yaptım. Fazla konuşmadığı, hele TV'lere çok nadir çıktığından dolayı, son derece değerli bir kaynaktı.CHP'nin 10 yıldır Genel Sekreterliğini yapmak, karakutusu olmak, hiç kolay bir şey değildir.Sav, dışarıdan bakıldığında, derin CHP'nin temsilcisi, koltuğunu kaybettiğinden dolayı müthiş kızmış ve partide Kılıçdaroğlu'na karşı dehşet bir savaş açmış kişi olarak görülüyordu.Önder Sav'ı dinledikten sonra, işin pek de bu kadar basit olmadığı izlenimini edindim. Gücünden emin, ne dediğini bilen, belki demode ancak ilkeleri olan bir yöneticiyle karşılaştım.Kılıçdaroğlu ile ten uyuşmazlığı olmuş. Çok açık ve net konuştu. Belki içi farklı, ancak dış görünüşü ikna ediciydi.İzlenimlerimi şöyle sıralayabilirim:- Defteri kapatmış. Parti için ayaklanma veya direnme, hele hele hiçbir şekilde kavgayı sürdürme niyetinde değil. Savaşarak çekilme gibi bir yaklaşımı yok.- Ancak köşesine çekilip, küsüp sesini kısmaya da hiç niyetli değil. Kişisel gücünden de emin. Tüzük konusundaki hukuki mücadelesini sürdürecek. Partinin izleniminden dolayı da  çok rahatsız. - Kılıçdaroğlu'na kırgın, hatta kızgın. Bu yönetim şekli ve ekiple partinin başarılı  olacağına inanmıyormuş gibi bir tutumu var.Sonuç olarak, önümüzdeki günlerde, Tüzük Kurultayı için ısrar edip etmemeye karar verecek. Gerektiğinde, seçim sonrasına dahi bırakabileceğini hissettim.Bundan sonra, CHP'de itiş kakışlar, hukuki kavgalar ile karşılaşabiliriz, ancak büyük deprem geçti. Geriye, Kılıçdaroğlu ile ekibinin kolları sıvaması, yaraları sarması ve sadece 7 ay sonraki genel seçimleri hesaplamaları kalıyor.Eğer, seçimlerde kötü bir sonuç alırlarsa, CHP'de tekrar kılıçlar çekilecek ve yeni bir hesaplaşma yaşanacaktır. Kıraç'ların İstanbul'a hediyesi...Suna ve İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesi, İstanbul'a inanılmaz bir hediyedir. Bir elmas parçası gibi ışıl ışıl parıldıyor. Bu müzeyi bize veren Kıraç  ailesine ne kadar teşekkür etsek azdır.İşte son hediyesi: Çarlık Rusya'sından sahneler. Rus Devlet Müzesi koleksiyonundan, 19. Yüzyıl Rus Klasikleri Sergisi.Müthiş bir sergi.İlya Repin, Venetsianov, Pavel Fedotov, Vasiliy Perov, Nikolay Yaroşenko, Vladimir Makovski ve Kasatkin gibi dönemin en büyüklerine ait 65 eser ilk defa Türkiye'de sergileniyor.Serginin Küratörleri, Rus Devlet Müzesi müdür vekili Evgenia Petrova ve Tayfun Belgin.Mutlaka gidin görün (www.peramuzesi.org.tr) bayılacaksınız. 20 Mart'a kadar sürecek. Çarşamba günleri de öğrencilere ücretsiz. Beykoz Belediyesi'ne teşekkür ederim...Oturduğum sitede bir hafta içinde, evimizin kıymetlisi iki küçük Apso Lapso köpeğimiz, arka arkaya ölümden kurtuldular. Birinin bağırsakları çıktı, ayak adaleleri koptu, ameliyatla hayatta kalabildi,  diğerinin de kafası parçalanmak üzereyken kurtarabildik.Bu felaketin sorumlusu da, komşumuzun dev Kurt köpeği idi. Sabıkalı bir hayvandı, bahçedeki çocuklara dahi saldırdığı için sık sık şikayet edilirdi. Defalarca rica etmiştik, köpekler birbirleriyle daima dalaşabilirler. "Önemli olan, büyük ve güçlü olanın ağzına bir maske konmasıdır" dedik. Dinletemedik... Köpeği olanlar ve hayvan sevenler, bunun ne anlama geldiğini çok iyi bilirler. İnsanın canı çok yanar. Bizim de canımız çok yandı ve ilk aklımıza gelen de, Beykoz Belediyesi Veteriner İşleri Müdürlüğü oldu.Belediye'den Abdurrahman Fidancı ve Veteriner Hekim Turgut Özdemir imdadımıza yetişti. Kurt köpeğinin kuduz olup olmadığını kontrole geldiler ve gereken tüm önlemleri aldılar.Buradan Beykoz Belediyesi'ne ve Veteriner İşleri Müdürlüğü'ne açıkça teşekkür etmek istedim.Bir başka teşekkür borcum da Animallia Hastenesi'ne (www.animallia.com ) ve veteriner hekim  İlhan Gökgöl'e. Hayvan sevgisi olup da tedavi veya bakım yaptırtmak isteyenlere de bu hastaneyi özellikle tavsiye ederim.  Yeter artık, bırakın Youtube'un yakasını...Youtube bu çağın bir devrimidir.Günde yaklaşık 20-25 milyon kişi ziyaret eder. Her gün 1 milyar video izlenir. Böylesine inanılmaz bir dünyadır. Ancak bu dünyaya sırtını dönen ve hala geçmişte yaşayan Türkiye, tutumunda ısrarlı. İki buçuk yıl süren bir yasaklamanın ardından, tam aydınlığa çıktığımızı sanmıştık ki, bu defa Deniz Baykal'ın videolarının siteye konması üzerine, gelen şikayet nedeniyle Ankara 11'inci Sulh Ceza Mahkemesi'nin saygı değer yargıçları Youtube'un yeniden yasaklanmasına karar verdiler.Nedeni de ortada: Yasalar böyle emrediyor!Biz bu yasalarla hiçbir yere gidemeyiz.Hala ikinci dünya savaşı döneminin kafasıyla yapılan yasalarla yaşıyoruz. Savcı ve yargıçlarımız da, böylesine çağdışı yasaları yine çağdışı yorumlar getirerek uyguluyorlar.Deniz Baykal'ın videosunun bir siteye konması nedeniyle, Ankara 11'inci Sulh Ceza Mahkemesi'nin saygı değer yargıçları, Youtube'a erişimi yeniden yasakladı.Bravo doğrusu...Kimi cezalandırdığınızı sanıyorsunuz?Youtube'u  değil, bizleri cezalandırıyorsunuz.Hangi ülkeler yasaklama yapıyor biliyor musunuz?Çin, Fas, Tayland, İran, Pakistan, Libya ve Türkiye.Yüz karası bir durum değil mi?Utanılacak bir noktadayız.Geri kalan ülkelerde, Youtube'da kimlerin neleri dolaşıyor, buna rağmen kimse yasaklamıyor. Dünya'nın en ünlülerinin en açık saçık videoları sitelere taşınıyor ve kimse kılına bile dokunamıyor.Türkiye de yasaklamamalı.Buna kimsenin hakkı olmamalı.Ancak her şeyden önce yasaların değişmesi gerekiyor. Bu yasalarla bizim çağı yakalamamıza imkan yok. Bu nedenle Ak Parti'ye de fena halde kızıyorum. Zira, yasaları kolaylıkla değiştirebilecek güçleri olmasına rağmen, kıllarını kıpırdatmıyorlar.Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım'ın harekete geçmesini bekliyoruz. Yeter artık, bizi üçüncü dünyanın karanlıklarına hapsetmeyin. Yetmedi, dağa taşa yazacağım...Herkese söyledim, Kanal D Ana Haber'e konu ettim, Twitter'e not düştüm, Posta'da ki dostlar haber yaptılar. Yetmedi, bugün köşeme alıyorum.  "Görmemişin oğlu olmuş"  diye alay edebilirsiniz.Tabii, görmemişin torunu oldu. Bende elime tefi aldım, dört mahalle dolaşıyorum.Aslına bakacak olursanız, Umberto Ali Birand'ın benden yıllar sonra, bunları görmesini istediğim için, elimden gelse dağa taşa yazacağım: Benim nur topu gibi bir torunum oldu.Umur benim tek oğlum. Tek oğul ne demektir, bilen bilir. En kıymetlisidir. Eşi Caterina'da dünya güzeli bir insan. Her torun sahibi gibi, Cemre ile birlikte, aileye yeni gelen bu insana aşık olmamanın imkanı var mı?Onun mutlu, sağlıklı ve şanslı olmasını diliyorum.
Milliyet
1,341,192
Yazarlar
Galatasaray'ın Derwall ile başlayan 2000'de UEFA Şampiyonluğu ile sonuçlanan yaklaşık 20 yıla yayılmış süreci hep üzerine bir şeyler ekleyerek ve gelişerek devam etti. Geri planında ciddi bir planlama ve yapılanma vardı. Kuşkusuz örgütlü bir yapıdan söz ediyoruz. Sadece futbol değil, sporun birçok branşında Galatasaray'ın sarı kırmızı bayrağı dalgalanıyordu. Galatasaray'ı böylesi bir hamle yapmaya iten şeyse yaklaşık 14 yıllık başarısız dönemdi. O başarısız dönemin başında da Brian Birch yönetiminde alınmış üst üste üç yıllık bir şampiyonluk vardı. Son şampiyonluğunu 1973 yılında alan futbol takımının özlemi 1987 yılında sona erecekti. O tarihten sonra da Galatasaray hep başa oynadı, kupalar kazandı. Galatasaray'ı 1987 sonrasına taşıyan yapının içindeyse ismi kamuoyu tarafından ezbere bilinen, başkanlık ve yöneticilik yapmış kişiler vardı. Galatasaray bu sürede her ne kadar Hıncal Uluç aksini iddia ediyorsa da medyadan bizzat kendisinin katkılarıyla büyük destek buldu. Federasyonda etkin hale geldi. Siyasetten de etkin destek gördü. Transferler hep ihtiyaç duyulan noktalara, alınabilinecek en iyi oyuncuların takıma kazandırılması şeklinde yapıldı. Teknik direktör seçimlerinde Hollmann, Sigfried Held ve Reinhard Saftig haricinde hep belli bir seviyenin üzeri tutturuldu. Kariyeri tartışılmayacak kişiler getirildi takım başına. Derwall, Mustafa Denizli, Feldkamp, Fatih Terim'le kazanılan 8 şampiyonlukla üçüncü yıldız takımın göğsüne takıldı. Aynı dönemde Fenerbahçe'nin kazandığı şampiyonluk sayısı sadece üçtü. Ancak Galatasaray'a başarılar kazandıran yapı süreç içinde dağılmaya başladı. Belli bir ilke ve düşünce çerçevesinde yönetim anlayışından günü kurtaran, geçici başarılarla taraftarın ağzına bal çalan bir pragmatizme geçildi. Galatasaray'a büyük başarılar yaşatmış sporcu ve yöneticiler öyle ya da böyle sebepler yüzünden takımdan koptular. Yine bir parantez açalım; Galatasaray'ın düşüşü sadece futbolla sınırlı kalmadı, özellikle 2000'li yıllarda yaşanan ekonomik sıkıntılar yüzünden amatör branşlarda tam bir çöküş yaşandı. Takımlar mücadele ettikleri liglerden bir alt klasmana düştüler. Kuşkusuz bu toptan bir gerilemenin karşılığıydı. Eş zamanlı tarihlerdeyse Fenerbahçe tam da Galatasaray'ın dağılma sürecindeki felsefe, anlayışla yönetilmekteydi. Ancak Fenerbahçe Galatasaray modeline geçerken rakibi kimliğinden uzaklaşma yolunu seçti. Doğruyu bilen, uygulayan ve bundan nemalanan bir kulübün kendisini yanlışa teslim etmesinin akılla açıklanması çok kolay olmasa gerektir. Galatasaray kendisini var eden değerlere sırtını döndüğü için bugün toptan bir başarısızlık yaşamaktadır. 2006 Mayıs'ında Ali Sami Yen Stadyumu'nda taraftarına saatini gösterip “saat kaç?" diyen Sayın Adnan Polat şimdi maç izlerken o saate çok farklı beklentiler ve sıkıntılarla bakmaktadır. Galatasaray'ı bu sıkıntılı süreçten çıkaracak şeyin ne olduğunu aslında bu kulübün kendisi bir model yaratarak göstermiştir. Önceki gün çok genel bir yazıyla değinmiştik, üç büyük kulübümüzün birbirlerini tekrar eden bir anlayışla idare edildiği ve bunun sonucu olarak dibe vurdukları ortadadır. Ne Aykut Kocaman ne de Hagi bu sürecin içinden tak başına çıkamazlar. Çünkü bu iki teknik adamın söylediğini doğru yanlış sahada yapmayan ve kafasına göre takılan futbolcular vardır. Eğer kariyerli teknik adam bulamıyorsanız kendi içinizden çıkarıp takımı teslim ettiğiniz adamın arkasında sonuna kadar, yıllarca duracaksınız. Bunun sonucunda ortaya sürdürülebilen bir başarı çıkacaktır. Fenerbahçe'nin basketbolda yaptığı şeyi futbolda tekrarlayamıyor olmasının nedenlerinin başında bu gelmektedir. http://twitter.com/uzaygokerman
Milliyet
1,341,327
Yazarlar
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, Sosyalist Enternasyonal toplantısı nedeniyle bayrama Paris'te girdi; bayram namazını evine yakın bir semt camiinde kılıp, torunlarıyla simit alıp eve dönen Baykal'dan farklı olarak sürgünde ölen Yılmaz Güney ve Ahmet Kaya'nın mezarlarına karanfil bırakmayı yeğledi.Muhafazakârlara değil sola mesaj verdi.Hükümete yönelik eleştirileri de küresel krizin Avrupa'dan sonra Türkiye'yi de etkilemesi olası ekonomik politikalara ilişkindi. Sıcak paraya dayalı büyümenin, istihdam yaratmadığını, işsizliğin artmakta olduğu ve yabancıya ödenen yüksek faiz ve kârlar nedeniyle "dıştan kanamaya" yol açtığını savundu.Kılıçdaroğlu'nun Paris dönüşünü Diyarbakır üzerinden programlaması da dikkat çekiciydi.CHP'de Baykal-Sav çizgisine karşı Kılıçdaroğlu ekibinin "Yeni CHP" fikrine taban aradıkları çok açık. AB ile "dondurulan" ilişkilerin Sosyalist Enternasyonal üzerinden geliştirilmesi, "özgürlükçü sol" parti ihtiyacının görülerek AKP'ye terk edilen alanların yeniden kazanılması hedef alınıyor. Partideki "ulusalcı damar"a karşı "yenilikçi" bir söylem geliştiriliyor.Ankara'dan "olağanüstü tüzük kurultayı" sinyalleri geliyor.Aralıkta "seçimli" kurultaya gidilecek. Ancak o zaman CHP'deki 12.kat/ 4.kat ayrımı ortadan kalkar ve Parti Meclisi Kılıçdaroğlu'na göre şekillenebilir. Grup, liderin arkasında durur. Kemal Bey'in önünde "alternatif" politikalarını halka anlatabileceği yeni bir sayfa açılır. Dış politika ve ekonomi gibi AKP'ye seçim/referandum kazandıran alanlarda CHP'nin programı netleşebilir. Kürt sorunuyla ilgili hazırlıkları da bu pakete dahil etmek gerekiyor.CHP'de bu konularda ciddi hazırlıklar başlamış.Kemal Bey'in Paris'te olduğu sırada BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş'ın da önemli bir çıkışı oldu.AKP karşısında CHP, BDP, ÖDP ve sosyalist soldaki partilerin "seçim bloku" oluşturabilecekleri düşüncesini seslendirdi Demirtaş. Öneri yankı da buldu. BDP'lilerin bayram ziyareti sırasında CHP Genel Sekreteri Süheyl Batum, yüzde 10 barajı gibi adaletsizlikleri ortadan kaldırmak üzere seçim işbirliği yapılabileceğini söyledi.Ancak burada gözden kaçırılmaması gereken bir durum var."Sol blok" oluşturulurken, "AKP ve diğerleri" gibi bir algı yaratılmaması gerekiyor.Referandumdaki yüzde 58/42 oranı AKP'nin "üçüncü seçimi" de kazanabileceği tahminlerini güçlendirdi. Elbette genel seçimlere 7 aydan fazla süre varken, İrlanda gibi ülkelerin borç krizine sürüklendiği küresel bunalım ortamında Türkiye'nin ekonomik ve siyasi göstergeleri konusunda temkinli olmakta yarar var.CHP'nin böyle bir ortamda, Türkiye'yi daha iyi yönetme iddiasını "alternatif" program ve kadrolarla sergileyerek "tek başına" iktidar iddiası taşıması mı doğrudur? "Diğerleri" ile birlikte olması mı?"Sol blok" üzerinde iyi düşünülmeli.
Milliyet
1,347,009
Yazarlar
TÜRKLERİN BARCELONA ÇIKARMASI Bir şehre hazırlık aşaması bana göre sıkıcı ve gereksiz. Görmeye şartlanmak, programlanma hali, sorumluk hissi insanı o kadar kör ediyor ki yanından geçen, önünde durduğun güzelliği ıskalıyorsun. Bu arada 'Las Ramblas' üzerinde yürürken kulağınıza çalan her dört laftan biri garanti TürkçeHer turistik şehirde yüz yüze geldiğimiz "Herkes Türk" / "Türkler her yerde" serzenişi, Barcelona'da tavan yaptı. Meşhur cadde 'Las Ramblas' üzerinde yürürken kulağınıza çalan her dört laftan biri garanti Türkçe. Üstelik yabancı bir ülkede olmanın rahatlığıyla avaz avaz, gayet laubali, gayet küfürlü diyaloglar dört dönüyor. Taksim  Meydanı ortasında karınıza seks hayatınıza dair övgüler yağdırmıyorsanız burada da yapmayın. Otelin kahvaltı salonunda Ali Sunal ve Gökçe Bahadır çiftiyle burun buruna gelince, nedense pek şaşırmıyorum. Sokakta adım başı Türk'e çarparken bir Türk grubuna daha denk geliyorum ki tatlı tesadüfler zinciri başlamış oluyor. İstanbul'dan Reina/ Suada ve Hardal/Up Lounge'ın barmenleri Uğur ve Turgay kalkmış, tekila markası El Jimador'un Avrupa Barmen Şampiyonası final gecesi için Barcelona'ya gelmişler. Gece için heyecan had safhada, ikili eksik malzemelerini toplama derdinde. Adres alındı, akşam "Carrer d' Aribu" üzerinde buluşuldu. Prag'tan, Romanya'dan, İngiltere'nin Avrupa'nın en havalı barmenleri burada toplanmış, sıra sıra tekila kokteylleri çıkarıyor. Şov sırasında şunu düşünmemek elde değil: Bir barmen ülkesini ne kadar ele verir? Önce İngiliz'e takılıyor gözüm: Yüzünde hafif bir kibir, sanki laboratuvar ortamında 'patladı patlayacak' bir deney üzerinde çalışıyor. Ardından Romanya'nın barmenine... Kafada fötr şapka, üstüne takıp takıştırmış, her iki elinde de shaker, sallıyor da sallıyor. O salladıkça "Allah içki uçtu gitti, çorbaya dönüştü" diyorum. Havasından geçilmese de her raunda kokteylleri geç kalıyor. Bizimkiler dereceye giremese de anlı şanlı ülkeyi temsil etmelerinin tatlı bir gururu var yüzlerinde. Gecenin 'yok artık'ı etrafın dünyanın en iyi barmenleriyle dolu olmasına rağmen bir içki için yarım saat beklemekti.  REHBER DEĞiL ŞEHiR KiTABI Bir şehre hazırlık aşaması bana göre sıkıcı ve gereksiz. Görmeye şartlanmak, programlanma hali, sorumluk hissi insanı o kadar kör ediyor ki önünde durduğun güzelliği ıskalıyorsun. Rehber kitapları toptan reddetmişken çantamda biri kitaplıkta toz yutmuş, biri posta kutusuna yeni düşmüş iki farklı şehir kitabı var : İlki, Shop&Miles'ın 10'uncu yıl şerefine çıkardığı 'The Original Book'. Sadece adres önerilerinde bulunmuyor. Şehirde bilmeniz gereken popüler figürleri de tanıtıyor. Diğeri ise 2007 senesinden kalma 'Le Cool: A Weird and Wonderful Guide to Barcelona'. Gerçekten tuhaf ve muhteşem bir Barcelona'yı resmediyor.BEŞ ADIMDA COOL BARSELONA Happy Pİlls: Happy Pills, bir şekerci dükkanı. Bildiğiniz jelibon satıyor. Dükkan, bizim 'çok çok şeker'ciler gibi renk renk, çeşit çeşit jelibonla dolu. Happy Pills'i bu kadar cool yapan ise kendini mutluluk hapları dağıtan dükkan olarak lanse etmesi. Boy boy ilaç kutularından birini alıp, dilediğiniz gibi dolduruyorsunuz. Aşk, seks, iş, güç neye deva olacağına karar verip, üzerine ona uygun bir etiket yapıştıyorunuz. İlk yardım çantasında, küçük ilaç kutularında satılan boyları da var. Happy Pills, modern tüketim odaklı yaşamda dış paketin, imajın nasıl da her şey olduğunun kanıtı.Go Kart: Avrupa şehirlerinde turistlere yönelik, şehri tekerlek üstüne keşif yolu bisiklet kiralama yaygın bir kavram. Barcelona'da da bisiklet kiralanabilir, iki tekerlek üzerinde dört köşe mutlulukla şehir karışlanabilir. Fakat daha orjinali de var. Kiralanabilir sarı go-kart arabaları ile Barcelona keşfi acayip zevkli.  Hele grup halindeyseniz, altınızda Go-kart arabaları, yarış halinde Barcelona'da dört dönün. LimitEDitions: 'Sneaker' hastalarının şehirdeki ibadet yeri. Adidas, Nike, Converse, Asics, Lacoste gibi markaların sadece 'limited edition' modellerini satan spor ayakkabı mağazası LimitEDitions, fazlasıyla bizim 'Lastik Pabuç'u andırsa da mutlaka görülmeli, karıştırılmalı.W Eclipse: Dubai'nin Burj Al Arab'ı varsa, Barselona'nın ' W' oteli var. Şehirde marinanın en ucuna konan, Burj Al Arab kadar boylu poslu 'W'nin 26'ncı katında gece kulübü W Eclipse'de her şey seksi, herkes güzel. Catwalk: 'Cool' kategorisine pek girmese de gecenin en canlı, genç ve hip hali burada yaşanıyor. İçerideki 16'lıklara dayanamayıp 'Gir/çık' yapmak zorunda kalsak da konumu, ambiyansı, müziği nefis.
Milliyet
1,342,769
Yazarlar
Toplumu birbirine tutkallayan kültür, hayatımızın her anına işlemiştir ve canlı, organik, iniş-çıkışları olan bir bütündür. Kültürel değişim kaçınılmazdır ve farklı kuşaklar, değişen kültürün taşıyıcıları olurlar. Astrolojik açıdan toplumsal planda neleri idealize ettiğimiz, nelerden hoşlandığımız hatta toplu histerilerimiz Neptün'le temsil edilir. Neptün kaynaştıran, birlik duygusu yaratan, sınırları kaldıran, dolayısıyla toplumsal konularda ortak bir anlayış ve hayal yaratan, aşkın bir gezegendir. Eğer yıllar içerisinde Neptün'ün geçtiği burçlara bakarsanız, bu dönemleri birbirinden ayıran belirgin özelliklerin, belirli kahramanların ve ortak temaların olduğunu görebilirsiniz. Bu konuyu ele almamın bir nedeni 2011'de Neptün'ün Kova burcundan Balık burcuna geçişi sürecinde size nasıl bir kolektif değişim yaşayabileceğimizi anlatmak. Neptün'ün Balık burcuna geçişinin etkisi 2012'den itibaren çok daha belirgin hissedilecek ve 2025 yılına kadar da Neptün bu burçta kalacak.Yakın tarihe bakarsak, Neptün 1942-1957 arasında barışı, dengeyi ve estetik değerleri anlatan Terazi burcunda kaldı. Bu hippilerin, çiçek çocukların kuşağıdır. II. Dünya Savaşı'nın arkasından sanki psikolojik bir boşalım içerisinde yaratıcılığın özgür bir biçimde ortaya konması, aşkın ve ilişkilerin idealize edilmesi, uyuşturucu kullanımı dikkat çekicidir. Bu kuşakta doğan pek çok kişi ileri yaşlarda insan hakları konusunda aktif bir tutum izlemiştir. 1957-1970 yılları arasında Akrep burcunda ilerleyen Neptün mistisizmin, cinselliğin idealize edilmesinin, satanizmin ve uyuşturucu kullanımının en üst seviyeye yükseldiği, rock müziğin güçlü bir şekilde ifade edildiği bir dönem getirmiştir. Bu kuşak gizli kalan, psikolojik açıdan dönüşüm yaratan durumlara ve sezgilere çok açıktır. 1970- 1984 arasında Yay burcunda kalan Neptün uluslararası çabaların dikkat çekmeye başladığı, ruhsallığa ve dine yönelimin arttığı, daha hayalperest, arayış içerisinde bir döneme işaret eder. Bu kuşakta doğanlarda doğal bir saflık ve iyi niyet hakimdir. Şimdi nasıl bir nesil gelecek?1984-1998 "McDonalds kuşağı"dır. Yükselen uluslararası ekonomi ve şirketler, insanları bir tüketim robotu haline getirmiş, kapitalizmin sınırları zorlanmaya başlamıştır. Bu dönemde doğan çocuklar şimdilerde iş hayatına girmeye başlarken, dünyanın ekonomik bir daralma içinde olmasına şaşmamak gerekir. Bu grupta doğanlar devleti ve hiyerarşik düzenleri ister istemez kutsayan, anlamsızlık duygusunu en fazla yaşayan grup olacaktır. En son olarak, 1998-2011 arasında Neptün Kova burcundaydı. Bu dönemde artan iletişim olanakları, internetin ve sanal sosyal bağların yükselişi (Kova: teknoloji, sosyal vurgular), sinema endüstrisinde artan teknoloji kullanımı, sanal gerçeklik, güçlü bir fantezi edebiyatı dikkat çekiyor. Globalleşme sınırlarını genişletiyor. Gelelim bundan sonrasına... 2011-2025 yılları arasında Balık burcunda kalacak olan Neptün, ruhsal açıdan güdülmeye hazır, kabullenici, kurban olma psikolojisi içerisinde bir kuşak olabileceği gibi, ruhsal aydınlanma ya da güçlü bir merhamet, bağışlama, anlayış içeren bir jenerasyon da olabilir. Hiç kuşkusuz dinin rolü, etkisi ya da dinin farklı versiyonlara dönüşmesi, bu kişilerin inançları ile ilgili önemli vurgular getirmekte. Din ya da ruhsal konular çok önemli bir rol oynarken, sadece bireyleri değil, büyük insan topluluklarını aynı anda etkileyebilecek doğa olaylarının da bu grubun psikolojisi üzerinde büyük etkisi olabilir.
Milliyet
1,335,287
Yazarlar
, Pazar| Pazar / Yazar Yazısı Yalvaç Ural 7'DEN 77'YE OKUL DIŞI BİLGİLER"Tembel Tenekeler" fıkraları...14 Kasım 2010 Son günlerde beni en çok güldüren kişi,  Ders-sevmez Hamdi... "Özellikle fıkraları sinirlerimi bozuyor!" desem, doğru söylemiş olurum. Bunlar, tembel bir çocuğun ailesi ve çevresiyle arasında geçen olaylardan üretilmiş gerçek öğrenci fıkraları... Gerçi Ders-sevmez Hamdi bir çizgi kahraman; onu çocuklar Miço dergisindeki serüvenlerinden çok iyi tanıyorlar. Onun öyküleri ve fıkraları günümüzde bence her öğrencinin başından geçmiş, yaşanmış olaylar... Belki Miço okumayanlar için ilginç olur diye, en sevdiklerim arasından yaptığım seçkiyi sizlere sunuyorum. Bakalım sizler de sevecek ve beğenecek misiniz?.. * * * Babası, Ders-sevmez Hamdi'nin okuldan karnesiz geldiğini görünce ona sorar: - Oğlum, karnen nerede? - Şey... Bir arkadaşıma verdim, babasını korkutmak istiyormuş da!.. * * * Ders-sevmez ile Çalışkan Ayşe birlikte operaya giderler. Ders-sevmez, Çalışkan Ayşe'ye sorar: - Şu ortadaki, hareketleri yapan adam da kim böyle? - Orkestra şefi elbette. - Peki, elindeki sopayla yanındaki kadını neden korkutuyor? - Korkutmuyor ki!.. - Öyleyse kadın neden avazı çıktığı kadar bağırıyor?!! * * * Ders-sevmez'in büyükbabası, babasına şöyle söyler: - Eğer derslerine çalışmazsan, sana tatil için almam! - Fark etmez, nasıl olsa öteki kardeşim yine sınıf birincisi olacak!.. * * * Ders-sevmez'in büyükbabası çocukken babasına sorar: - Baba, bana 100 lira verir misin? - Ne yapacaksın 100 lirayı oğlum? - Yaşlı bir kadına vereceğim de!.. - Demek yaşlı bir kadına yardım etmek istiyorsun? Nerede bu kadın peki?.. - Sokağın köşesinde, dondurma satıyor!.. * * * Restorana giren bir müşteri garsona sipariş verir: - Ben bir kuru fasulye istiyorum. - Biraz beklerseniz getiririz, henüz kurumadılar da!.. * * * Ders-sevmez'in babası, oğlunun okul bilgilerine baktıktan sonra şaşırır: - Oğlum, bu ne hal? Bakıyorum da, her konuda sınıftaki 30 öğrenci arasında 30'uncu olmuşsun!.. - Ye iç de dua et baba, ya sınıfta 40 öğrenci olsaydı?.. * * * Öğretmen Sertçıkış ümitsiz bir şekilde sorar: - Ders-sevmez, çalışmaların yavaş, anlaman yavaş, öğrenmen yavaş!.. Sen hiç hızlı bir şey yapamaz mısın? - Çok çabuk yoruluyorum!..
Milliyet
1,324,133
Yazarlar
Bu yazıyı şehit ailelerinin acılarını bildiğim için, kulaklarımda hala cenazelerdeki anaların, eşlerin haykırışlarını duyduğum için yazıyorum. Aynı acıların başkaları tarafından paylaşılmaması için yazıyorum.İster güvenlikçi, ister masum bir vatandaş veya çeşitli nedenlerle dağa çıkmış genç olsun. Can hep candır. Allahın verdiği can hiçbir şeyle değiştirilemez. Ondan daha kıymetli hiçbir şey yoktur.Kaybettiğimiz insanlarımızın sayısı 50 bini aştı. 50 bin aileye ateş düştü.Ne dersiniz, hala ateş düşmeye devam etsin mi?Analar cayır cayır haykırsınlar mı?Günah değil mi bu insanlara?Eğer "artık ölümler dursun" diyorsanız, gelin bana katılın ve avazımız çıktığı kadar bağıralım :YETER...ARTIK YETER...BU İŞİ ARTIK BİTİRİN...Lütfen, kaşları çatıp "Ne oluyor, ülkeyi bölmek mi istiyorsunuz?" diyenlere de sakın inanmayın.Bu süreç değil, ülkeyi asıl çatışmalar bölecekİnanmayın ve bırakın Devlet , gerekiyorsa Pkk ile diyalog kursun.Gerekiyorsa, Öcalan ile müzakere etsin.Terör ile mücadele eden tek ülke biz değiliz. Bizden de fazla acı çekmiş, bizden de fazla insanını kaybetmiş olanlar var.Hepsi aynı şekilde hareket etmişler.Silahla yenemeyeceklerini anlayınca uzlaşmışlar. Daha fazla kan dökülmemesi için , makul ödünler vermişler.İşte bundan dolayı , Türkiye Cumhuriyet Devleti müzakerede edebilmeli, Öcalan ile pazarlık da edebilmelidir.Artık kimin kime gücünün yetmediği belli oldu.Artık silahla, sınırdışı harekatla, 3-5 Pkk'lı öldürerek bir yere varamayacağımızı açıkça gördük.Pkk da ne yaparsa yapsın, Türkiye Cumhuriyeti Devletiyle başa çıkamayacağını açıkça anladı. Artık iki tarafın da ciddi şekilde adımlar atması ve düz ovada siyaset yapmayı içlerine sindirmeleri gerekiyor.Bu yöntem ile ülkenin bölüneceğini iddia etmek, kelimenin tam anlamıyla dar görüşlülüktür. Doğru, Türkiye bir bölünme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Ancak bu bölünme, Kürt Sorunu ve Pkk terörünü durdurabilmek için atılacak adımlardan dolayı değil, sorunu çözmek yerine silahlı mücadeleyi sürdürmekten dolayı olacaktır.Nedeni de basit; eğer bu şekilde devam edersek, bu ülkeyi bir iç savaşa sürükleyeceğiz. Güneydoğu'yu işte o zaman kaybedeceğiz ve yüzbinlerce insanımız ölecek.Bunu mu istiyorsunuz?Ülkede oluk gibi kan akmasını, büyük şehirlerde Kürt avına çıkılmasını, Güneydoğu'ya vizeyle girmek zorunda kalmak mı istiyorsunuz?İşte bundan dolayı, ne gerekiyorsa yapılmasından yanayım.Yeter ki, iktidar ciddi hareket etsin, oy kaybetme korkusuyla geri adım atmasın.Hiçbir iktidar ülke çıkarına ihanet etmezKürt Sorunu, Türkiye'nin önünü kapatan, ülkenin zenginleşmesini engelleyen en önemli sorundur. Kürt Sorunu ve buna bağlı olarak gelişen Pkk terörünü çözümleyen bir iktidar tarihe geçer. Ardından da Türkiyeyi kimseler tutamaz.Kim olursa olsun, hiçbir iktidar ülkesinin aleyhine çalışmaz. Yanlış politikalar uyglayabilir, ancak ülkesine ihanet etmez.Şimdi, Ak Parti iktidarını  -ne kadar beğenmesek dahi- yine de Kürt Sorunu-Pkk terörü konularında desteklemek gerekir. Politikaya alet etmek, oy uğruna engeller çıkarmaya çalışmak, sadece bu ülkeye zarar verdirir. Bu konuda muhalefeti bırakmak ve ortak politika oluşturmak zorundayız.Ak Parti'ye de büyük bir görev düşmektedir.İktidar partisinin de, muhalefete tepeden bakmayı küçümsemeyi, hatta sert şekilde hırpalamayı bir yana bırakıp, sadece bu konuda işbirliği araması gerekmektedir.Eğer, siyasi alışkanlıklarımızı bir yana bırakırsak, çocuklarımız ve torunlarımıza mutlu ve sükun içinde bir ülke bırakırız.Aksi halde, günah işlemiş oluruz.Gelecek kuşakların lanetlemesinden kurtulamayız.
Milliyet
1,326,779
Yazarlar
İlk etapta kulağa pek hoş geliyor; eğitim düzeyi yükselmiş, sanattan, felsefeden anlayan, efendime söyleyeyim, en azından bir yabancı dili iyi kötü kullanan, mantık örgüsü düzgün, bilinçli bireylerden oluşmuş bir toplumu kim istemez? İstemekle kalmam, ölürüm, biterim! ****** Havalara uçmam gerekirken böyle bir gelişim karşısında, bir tutukluk halleri hasıl oldu üzerimde; sanıyorum en büyük endişem öncelikle işsiz, güçsüz; hadi işi gücü var diyelim, doğru düzgün geçinemeyen aileler! Ne ilgi, ne alaka demeyin lütfen, her aile okutmak istiyorsa okumak isteyen çocuğunu ne yapıp ediyor, bir hal çaresi bulmaya çalışıyor! Okutmak istemeyen aileler için bir yaptırım söz konusuysa, okumak yerine zanaat öğrenmek isteyen gençlerin suçu ne? Burada karışıyor işler aslında! Eğitimli anne babalar olsun ve çocuklar düzgün yetişsin istiyoruz, bu bir gerçek! Eğitimli anne babalar, onca emek, masraf karşılığında iş bulabiliyorlar mı? İş bulamayacakları kaygısıyla yine de “belki" diyerek ille de üniversite mezunu olmak, yanında bir de kurslardan sertifikalar almak istemiyorlar mı? “Belki" ler için varlar ve yoklar feda ediliyor; kimin umurunda! Sonuçta “Her üniversite mezunu iş bulacak diye bir şey yok!" denip işin içinden çıkılırken, bir başka platformda açılan üniversitelerin adetleri beyan ediliyor! ****** Burada bir mantık problemi mi var, bana mı öyle geliyor? ****** Okutulmayan kız çocukları için müthiş bir çözüm gibi görünüyor, ilk etapta; okutmak istemeyen yine okutmayacak! Ya da bahanesi şu olacak: Başı açık olarak göndermem kızımı! Bu kadar! Zorunlu eğitim var ama... Başını kapatarak okuluna giderse, amenna! Eeee, eğitimden mahrum mu kalsın kızcağız? İnsan haklarına sığar mı yani? O zaman, zorunlu eğitim sürecinde de kızlara baş örtüsü özgürlüğü tanınmalı!.. ****** İşin bir de zanaat tarafı var; bir toplumun öğretmene olduğu kadar belediye temizlik işçisine, doktoruna olduğu kadar kuaföre gereksinimi var! Bazı meslekler çıraklıktan ustalığa kadar uzun deneyim ve zamana gereksinim duyar; çıraklık dönemi genç yaşta başlar, hem öğrenme hem ezilme dönemidir, her yaş bu eğitimi kaldıramaz! Mesela, Almanya'da ilköğretim sürecinde öğrencinin ilgi alanları, becerileri belirlenir; buna göre seçmesi gereken iş kolları saptanır; kiminin sanata eğilimi vardır, kiminin mühendisliğe... O konulara kanalize edilirler, şimdi soruyorum: Bizim eğitimimizde rastladınız mı böyle bir şeye? ****** Bizler Batının kopyalarını uyarlamaya çalışıyoruz çoğu kere, Doğunun zihniyetini terk etmek istemeden; Doğu-Batı sentezi bu kadar basit değildir; Doğu formlar üzerine inşa edilmiştir, doğrudur: Açılan üniversite sayıları, zorunlu eğitimin yüksek yıllara uzanması falan... Batı, amaç olarak bakar, neye yarar, toplumsal kalkınmama ne kadar fayda sağlar! ****** Doğuda giysiler önemlidir, Batıda fikirler... Batıda sözler önemliyken, Doğuda hareketler! ****** Gerçekten amacına hizmet edecekse, sonuna kadar desteklerim; lakin nedense iç sesim temkinli olmamı söylüyor! Uymayan bir şeyler uydurulmak istenirken, hani tezgahtar satmak için uğraşır “Pek güzel oturdu!" der, içinize sinmemiştir ama tezgahtarın gazına gelirsiniz de, eve geldiğinizde kimse yakıştırmaz, kendiniz dahil; öyle bir şey yani... ****** Mesleğimi doğru düzgün icra etmesem de, sonuçta İngilizce öğretmeniyim; gönüllü öğretmenlik yaptığım birkaç ay için plaketim bile var benim! Yani... Bu konuda daha birkaç söz söyleme hakkına sahibim demek istemekteyim!... ****** Gelişimlere göre, konunun diğer detaylarına dokunacağımı özellikle belirtirim!
Milliyet
1,335,304
Yazarlar
Yoruldum! Ne zor şey yahu bu iş. Her sabah uyan ve dans e... - EDA TAŞPINAR EDA TAŞPINAR . DANS NE ZOR ŞEYMiŞ Yoruldum! Ne zor şey yahu bu iş. Her sabah uyan ve dans etmeye git. Şaka yapmıyorum ve abartmıyorum. Günde 6-7 saat çalışıyoruz. Sosyal hayatım bitti. Vücudum bana küstü, elim kolum kalkmıyor. Gencim üstelik değil mi ben? Ne sporlar yaptım yıllarca, maraton bile koştum. Ama bu tamamen başka. Çekilir şey değil kardeşim, bu profesyonel dansçıların durumu. Bize  dışardan kolay görünürdü oysa ki... Bence Acun kesin uyuyamıyordur geceleri, sadece ben her gün bu kadar kulaklarını çınla-      tıyorum.    Tüm ekibin aynı anda bunu yaptığını düşünürsek, sevgili arkadaşımın kafası çan krallığına dönmüş olsa gerek. Gün boyu hocalardan yenilen azar ve fırça da cabası. Bize el bebek, gül bebek davranıyorlar  sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Canımıza okuyorlar vallahi. Aynı anda bir sürü hareketi ezberle, yanlış yapma. Bu arada gülümsemeyi de   unutma. Omuzlarına sahip çık, elini kolunu        nereye koyacağını bil vs vs vs... Bir yandan da Bora. Gözü doğal mezura, hocayla dans ederken aradaki santimi ölçme derdinde. Bu hafta tam iki kez ağlama krizi geçirdim. Küçüklüğümden beri beni bu kadar azarlayan olmamıştı. Nasip bu yaşlaraymış! Sinirler de geriliyor tabi gitgide. Birbirine ilk bölümlerde koridorlarda şaka yaparak işe başlayan ekip, artık daha somurtkan. Yarım gülümseme ve az neşe. Başta sadece heyecan vardı, şimdi yorgunlukla birleşen bir gerginlik var. İnşallah kavgasız-gürültüsüz, kazasız-belasız bitecek bu iş. Düşünüyorum da yazar-çizer oldum, dans eder oldum, bir de şarkı falan söylemeye kalkarsam tam yetki hepinize. "Tamam bu delirdi" diyerek doğru Lape'ye yatırın beni. Müteşekkir olurum. Ulaşılabilir olmak güzel Neyse, tadımdan yenmiyorum değil mi bugün? Çünkü biraz erken kalktım bu sabah. Uzun zamandır ihmal ettiğim okur mektupları ve mesajlarıma vakit ayırayım istedim. İçlerinden bazıları beni hem çok şaşırttı hem çok          mutlu etti. Ne tuhaf, kalemin gücü benim yeni yeni tanık olduğum bir şey. Kızanlar var, sevenler var. "Aaa biz seni hiç böyle düşünmemiştik oysa sen farklıymışsın ", fikir soran genç arkadaşlarım, "Gel bir yerde buluşalım" diyenler bile var anlayacağınız. Ulaşılabilir olmak ve        ulaşamadığına ulaşabilmek çok güzel şeymiş valla. Mesela Uşak E tipi Cezaevi'nden okurlarım var. Şaşırdınız değil mi? Ben de. Çok güzel satırlar yazmışlar bana, geri dönmekte geciktim hepsinden özür dilerim. Özellikle Kenan            başta olmak üzere benden talepleri var ve               yerine getireceğim merak etmesinler. Bu arada, yoğunluktan haftalar nasıl geçti  anlamadım, bayram gelmiş. İlk defa benim için de bayram gerçekten dinlenmek için vesile   olacak.  Geç kaldım ve gitmek zorundayım. Dünya şekeri hocam bekliyor. Farklı bir şey yapıp dans edeceğiz bugün!!! Ama hepinize             çok güzel, keyifle, sağlıkla ve huzurla geçecek         bir bayram haftası diliyorum. Unutmadan,          seyahat edeceklere de kolay gelsin, havalimanı sürekli yaşanan rötarlarla pek de hoş                              olmayacaktır. Bir de ne olur dikkatli araba               kullanın, keyif üzüntüye dönmesin. PUCCA -AYNISININ LACiVERTiARTIK ZAYIFLAMAM LAZIMMehveş Evin Bebek'te makaron savaşlarıSina KoloğluReyting canavarıYOUTUBE 60 YILLIK TV KANALINDAN DAHA ÇOK YAYIN YAPIYOREDA TAŞPINAR.DANS NE ZOR ŞEYMiŞARI MAYAHalis Kurtça Kültür MerkeziSaat: 13.00Fiyat: 25 TL Tel: 0 216 357 28 36ADEM OLDU HAVVAKulis Oda SahnesiSaat: 15.00Fiyat: 25 - 30 TL Tel: 0 216 467 33 32WWE - SMAKCKDOWN!Abdi İpekçi ArenaSaat: 18.00Fiyat: 60 - 270 TL Tel: 0 212 679 74 20KABİNEGarajistanbulSaat: 20.30Fiyat: 20 - 30 TL Tel: 0 212 292 73 68ŞİRİNLERBahçelievler Kültür MerkeziSaat: 15.00Fiyat: 15 TL Tel: 0 212 441 36 81
Milliyet
1,336,544
Yazarlar
EDA TAŞPINAR . DANS NE ZOR ŞEYMiŞ Yoruldum! Ne zor şey yahu bu iş. Her sabah uyan ve dans etmeye git. Şaka yapmıyorum ve abartmıyorum. Günde 6-7 saat çalışıyoruz. Sosyal hayatım bitti. Vücudum bana küstü, elim kolum kalkmıyor. Gencim üstelik değil mi ben? Ne sporlar yaptım yıllarca, maraton bile koştum. Ama bu tamamen başka. Çekilir şey değil kardeşim, bu profesyonel dansçıların durumu. Bize  dışardan kolay görünürdü oysa ki... Bence Acun kesin uyuyamıyordur geceleri, sadece ben her gün bu kadar kulaklarını çınla-      tıyorum.    Tüm ekibin aynı anda bunu yaptığını düşünürsek, sevgili arkadaşımın kafası çan krallığına dönmüş olsa gerek.Gün boyu hocalardan yenilen azar ve fırça da cabası. Bize el bebek, gül bebek davranıyorlar  sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Canımıza okuyorlar vallahi. Aynı anda bir sürü hareketi ezberle, yanlış yapma. Bu arada gülümsemeyi de   unutma. Omuzlarına sahip çık, elini kolunu        nereye koyacağını bil vs vs vs...Bir yandan da Bora. Gözü doğal mezura, hocayla dans ederken aradaki santimi ölçme derdinde. Bu hafta tam iki kez ağlama krizi geçirdim. Küçüklüğümden beri beni bu kadar azarlayan olmamıştı. Nasip bu yaşlaraymış! Sinirler de geriliyor tabi gitgide. Birbirine ilk bölümlerde koridorlarda şaka yaparak işe başlayan ekip, artık daha somurtkan. Yarım gülümseme ve az neşe. Başta sadece heyecan vardı, şimdi yorgunlukla birleşen bir gerginlik var. İnşallah kavgasız-gürültüsüz, kazasız-belasız bitecek bu iş. Düşünüyorum da yazar-çizer oldum, dans eder oldum, bir de şarkı falan söylemeye kalkarsam tam yetki hepinize. "Tamam bu delirdi" diyerek doğru Lape'ye yatırın beni. Müteşekkir olurum.Ulaşılabilir olmak güzelNeyse, tadımdan yenmiyorum değil mi bugün? Çünkü biraz erken kalktım bu sabah. Uzun zamandır ihmal ettiğim okur mektupları ve mesajlarıma vakit ayırayım istedim. İçlerinden bazıları beni hem çok şaşırttı hem çok          mutlu etti. Ne tuhaf, kalemin gücü benim yeni yeni tanık olduğum bir şey. Kızanlar var, sevenler var. "Aaa biz seni hiç böyle düşünmemiştik oysa sen farklıymışsın ", fikir soran genç arkadaşlarım, "Gel bir yerde buluşalım" diyenler bile var anlayacağınız. Ulaşılabilir olmak ve        ulaşamadığına ulaşabilmek çok güzel şeymiş valla. Mesela Uşak E tipi Cezaevi'nden okurlarım var. Şaşırdınız değil mi? Ben de. Çok güzel satırlar yazmışlar bana, geri dönmekte geciktim hepsinden özür dilerim. Özellikle Kenan            başta olmak üzere benden talepleri var ve               yerine getireceğim merak etmesinler. Bu arada, yoğunluktan haftalar nasıl geçti  anlamadım, bayram gelmiş. İlk defa benim için de bayram gerçekten dinlenmek için vesile   olacak.  Geç kaldım ve gitmek zorundayım. Dünya şekeri hocam bekliyor. Farklı bir şey yapıp dans edeceğiz bugün!!! Ama hepinize             çok güzel, keyifle, sağlıkla ve huzurla geçecek         bir bayram haftası diliyorum. Unutmadan,          seyahat edeceklere de kolay gelsin, havalimanı sürekli yaşanan rötarlarla pek de hoş                              olmayacaktır. Bir de ne olur dikkatli araba               kullanın, keyif üzüntüye dönmesin.
Milliyet
1,328,593
Yazarlar
DEVRİM ya da darbe...Adına ne derseniz deyin; CHP'deki operasyon yarım-yamalak yapıldı.Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu, partisindeki "şekillenmeyi" tam istediği gibi yapamadı, ya da yaptırmadılar.Kılıçlar çekilip restleşme başladığında; yani yeni tüzüğü yürürlüğe koyup, genel başkan yardımcılarını atayıp, Genel Sekreter Önder Sav'ı etkisiz ve yetkisiz hale getirdiğinin sabahında Seçimli Kurultay kararı alındığını açıklamalıydı.İşte o zaman herkes Kılıçdaroğlu için "CHP'nin gerçek lideri" diyebilecekti.* * *CHP eski Genel Başkanı Deniz Baykal da aynı görüşte.Baykal, Adnan Menderes Havalimanı'nda, kendisini karşılamaya gelen bir grup partili ile basına kapalı yaptığı görüşmede bu yaklaşımı farklı sözcüklerle anlattı ama ana fikir aynıydı."CHP'deki bu kaosu Kurultay paklar...""Genel Başkanlık talebim yok. Kemal Bey'in arkasında durulmalıdır...""CHP'ye mutlak, ama mutlak yeni bir Parti Meclisi gereklidir...""Derhal Seçimli Kurultay'a gidilmelidir. Vakit geciktirilmemelidir. Ama bu bir an önce, hatta Bayram'dan hemen sonra, en yakın tarihte mutlaka yapılmalıdır."* * *Deniz Bey'in sözleri böyleydi. Çünkü bir bildiği var ki, uyarma gereğini duyuyor.Yıllarca birlikte kader birliği yaptığı Önder Sav'ı ve ekibini çok iyi tanıyor, ya da neler yapabileceklerini tahmin ediyor olmalı ki, ikaz etme gereğini bir görev sayıyor.* * *Kemal Bey'in, Kurultay'ı toplayarak Parti Meclisi'ni yenilemediği sürece, CHP'yi istediği, dilediği şekilde biçimlendirme şansı çok az.Neden mi?Bir söz vardır: "Devirebileceksen, vur ve bitir. Karşı tarafı asla yaralı bırakma.Bırakacaksan, devirmeye de kalkışma" denir.Bugün Parti Meclisi Kemal Bey'e biyat ediyorsa, sinmiş görünüyorsa, tek nedeni çoğunun milletvekilliği beklentisi içinde oluşundandır.Genel seçimlere beş kala, Kılıçdaroğlu'na destek veren üyelerden çoğu, adaylık beklentilerinin gerçekleşmeyeceğini hissettiklerinde, Sav ekibiyle tekrar işbirliği içine girecektir.Bu da Kılıçdaroğlu için bir "başağrısı", CHP için ise milli bir felaket ve parçalanma sürecinin başlangıcıdır.Siyaset güç ve erk işidir.Herkes kim güçlüyse onun yanında     yer alır.Altı ay öncesine kadar ölesiye Baykal'cı olanların, bugün en birinci Kılıçdaroğlu taraftarı olduklarını gördük ve yaşadık.Nitekim düne kadar en ateşli Sav'cıların, 48 saatte yenilenen CHP'ye ve Kılıçdaroğlu'na destek verir hale dönüştüklerine de tanık olduk.Bu nedenle Kemal Kılıçdaroğlu, başladığı değişimi yarım bırakmamalı, Kurultay'ı toplayarak Parti Meclisi'ni yenilemeli ve yoluna devam etmelidir.Aksi halde kendi koltuğunu koruyamadığı gibi, CHP'yi de bölünmekten kurtaramaz.
Milliyet
1,343,646
Yazarlar
Lizbon'daki zirvede 21. yüzyılın yol haritasını çizen üye ülkeler, nükleer silahlardan arınmış bir dünya hedefi için NATO'nun da "nükleer bir ittifak" olmasında birleşmişler.Balistik füzelere karşı, NATO'da Avrupa savunmasını "füze savunma konsepti"ne dayandıracak.Bu yaklaşım bize Orhan Gencebay'ın "Batsın bu dünya" şarkısını anımsattı.Gencebay, şarkı sözlerindeki kaderciliği eleştiren çevrelere, "Ben daha iyi bir gelecek ve barış için batsın bu dünya diyordum" yanıtını vermişti. Yeni NATO stratejisi de, "Nükleer silahlardan arınmış bir dünya için daha daha fazla nükleer silahlanmaya" dayandırılmak isteniyor. Avrupa'yı koruma amaçlı "füze kalkan"ı oluşturularak, balistik füzeler aynı güçte başka füzelerle vurulacak. Böylece "Soğuk savaş"ın klasik "dehşet dengesi"ne dönülecek. Tek fark, Rusya'nın yerini İran'ın alıyor olması. Türkiye'nin itirazları nedeniyle yeni NATO konseptinde, hedef ülkelerin adları sayılmamış! "Füze kalkanı"nın maliyetinin, NATO üyelerine kaça patlayacağı konusunda da bilgi yok!Lizbon'daki zirvede 28 ülke NATO'nun yeni hedefleri üzerinde anlaştıktan sonra "aile fotoğrafı" çektirdiler.Dünya barışını korumaya bu denli hevesli liderler keşke "füze kalkanı"ndan önce çevre felaketleri konusunda da önleyici stratejiler geliştirip imza atabilselerdi.Gelecek elli yılda küresel ısınmadan kaynaklanan, gıda güvenliği başta açlık, susuzluk, çevre mülteciliği gibi sorunların dünya için bir "nükleer tehdit"ten çok daha öncelikli olacağından kuşku duyulmuyor.ABD Başkanı Obama'nın, NATO zirvesi için yazdığı bir makaleye Milliyet de yer verdi.Obama, nükleer silahların yayılmasını önlemek, "iklim değişikliği ile yüzleşmek" amacıyla birlikte çalışmaktan söz ediyor. Ancak bu "yüzleşme"nin kaynakların daha fazla silaha gittiği bir dünyada nasıl yapılacağına, ne ölçüde inandırıcı olacağına değinmiyor.Pakistan'daki sel felaketinden bu yaz milyonlarca insan etkilendi. Köyler boşaltıldı, açlık ve hastalıktan kırıldılar. Bu ülkeye yardımlar birkaç milyar dolarla sınırlı kaldı. Oysa selden önceki duruma dönülmesi için on, on beş milyar dolar gerekiyordu. Aynı günlerde Körfez'deki İran tehdidine karşı Suudi Arabistan'ın ABD'ye 60 milyar dolarlık savaş uçağı siparişi verdiği haberleri medyaya yansıyordu.NATO, 9 yıldır Afganistan'ı Taliban'dan koruma misyonu yürütüyor. ABD başta Batı'nın bu ülkenin güvenliği ve yeniden yapılandırılması için sağladığı kaynak 60 milyar dolar. Afgan halkı sefalet içinde "işgal"in son bulmasını beklerken, milyarlarca dolar "savaş baronları"na gidiyor. Afganistan'ın sorunu enerji güvenliği değil, yabancılar çekildikten sonraki "iç savaş"tır!Dünya ekonomileri kriz ve borç sarmalı altındayken insanlığın 21. yüzyıl vizyonu "nükleer ittifak"lar mı olmalıydı?Orhan Gencebay gibi, daha iyi bir gelecek ve barış için "batsın bu dünya mı" demeliyiz?!
Milliyet
1,331,078
Yazarlar
Makas açılınca, nimetlerden alınan pay yüklüce olmaya başlayınca, kalifikasyon ecnebi bir kelime olarak mütalaa edilince kadınlar vıdı vıdıya başladı..Ne vıdı vıdısı!..Canım sen de burnunun dikine gitmeseydin vıdı vıdısı..Canım sen de he  deseydin vıdı vıdısı..Bugünleri düşünseydin, bak onlar aldı başını gitti, biz sittin senedir belimizi doğrultamadık vıdı vıdısı.. * * *Adam bürokrat..  Yan masadaki arkadaşı almış başını gitmiş.. Genel müdür bile olmuş..Daha kötüsü arkadan gelen de öne geçmiş.. Adam  hala aynı yerde, enflasyona yenilmediği için seviniyor..Ev de ne var derseniz;  vıdı vıdı:Ne olurdu, sağ eline gümüş yüzük takaydın da ben de sizdenim diyeydin.* * *Adam esnaf..  Nalbur dükkanı var.. Ona buna çivi satarak ekmeğini çıkarmaya çalışıyor..Öteki mahalledeki nalbur, inşaat malzemeleri satan ana bayii olmuş.. Yetinmemiş müteahhitliğe soyunmuş.. Nalburu olan hala senet sepet ödeme derdinde..Ev de ne var derseniz ; vıdı vıdı:.Ne olurdu sende cemaate girseydin.. Salı, perşembe toplantılarına katılsaydık.. O gazeteye abone olsaydık.. He demeyi bilseydin..* * *Adam muhalif siyasetçi .. Arkadaşı yıllar önce iktidar partisine kapağı atmış.. İlçe başkanlığını kapmış.. Muktedir mi muktedir..Muhalif siyasetçinin işleri de istediği gibi değil.. Ev de ne var derseniz; vıdı vıdı:Memleketi sen kurtaracaksın sanki. Yok öyleymiş yok böyleymiş yok demokrasiymiş yok bilmem neymiş. Sana mı kaldı!  Güya siyasetçi olacaksın insan önce kendi önünü görür.. Sekiz sene önce söyledik sana sen karışma dedin!..* * *Dekan olamayan hocaların.. En yüksek oyu aldığı halde rektör seçilemeyen profesörlerin.. Başhekim olamayan doktorların.. İhale alamayan işadamlarının.. Devlet kapısından nasiplenemeyen yazar-çizerlerin, terfi edemeyen bürokratların.. Sözleşmelide süresi dolduğu için kapı önüne konan öğretmenlerin, işçilerin, işsizlerin evinde aynı vıdı vıdı var:Niye biat etmedin ki!..AB'yi artık ipleyen yokHer zaman olduğu gibi Avrupa Birliği ilerleme raporu daha yayınlanmadan sızdı..Eskiden olsa aman Allah aman..Günlerce konuşulur, ülkenin bir numaralı meselesi olurdu.. Şimdi..Çıt yok!.Siyasetçilerin gündeminde hiç yok.. Yakında sokaktaki adama AB desen o ne ya  diyecek!Anladım ki o sevda bitmiş.. AB heyecanı kalmamış..* * *Son rapora baktım aslında iktidara sıkı eleştiriler var..  Hemen her konuda var..  Mesela; HSYK referandumla özgür ve bağımsız oldu ya.. Üzerindeki vesayet kalktı ya.. AB eleştirmiş; bakan acayip etkili demiş..Mesela;.yolsuzluklar çok yaygın diye not düşmüş..Askere de çok konuşuyor diye kızmış.. Falan filan..* * *Maalesef, AB falan filan oldu.. Artık ipleyen yok..  Cumhurbaşkanı Gül unutmuş olabilir!.Cumhurbaşkanı Gül Londra'ya giderken havada gazetecilerle sohbet etmiş..Gazeteciler, HSYK'ya Anayasa Mahkemesi'ne seçtiği kişilerle rektörlük atamalarını sormuşlar..Cumhurbaşkanı kendisine haksızlık yapıldığını düşünüyormuş.. Demiş ki; tüm atadığım adaylara çok dikkat ediyorum. Ben hiç kimsenin eşini hanımını takip etmiyorum. Siyasete bulaşıp bulaşmadıklarına bakıyorum. Herhangi bir partiden aday olanları çok değerli olsalar dahi atamıyorum.* * *Cumhurbaşkanı unutmuş olabilir.. Küçük bir hatırlatma.. YÖK üyeliğine atadığı Durmuş Günay AKP Isparta milletvekili aday adayıydı..Muş Alpaslan Üniversitesi rektörü yaptığı Prof. Dr. Nihat İnanç AKP Van milletvekili aday adayıydı..Dicle Üniversitesi Rektörlüğüne atadığı Prof. Dr. Ayşegül Jale Saraç AKP Diyarbakır milletvekili aday adayıydı...
Milliyet
1,332,509
Yazarlar
Futbol dünyamız bir haftadır menajer skandalı ile sarsılıyor.   Bazı teknik adam ve futbolcuların aktif görevde iken, menajerlik şirketi kurup transfer faaliyetlerine girmesinin talimatlara aykırılığı konuşuluyor.Futbol Federasyonu'nun girişimini doğru bulanlardanım.Yetkili kurullar sağlam kanıt ve belge bulursa, gereğini yapacaklar.Ya da bulamayacak, "Takipçiyiz" deyip gözdağı verecekler.Bazı insanlar soruyor;"Bülent Uygun'un paraya mı ihtiyacı var ki, futbolcu transferine aracılık yapıyor?""Falanca futbolcu zaten çuvalla para kazanıyor, ne diye faal oyuncu iken menajerliğe soyunuyor?"İşin bir de etik yanı var.Önemli bir kesim kimin ne alıp verdiğinden çok, yapılan işin ne kadar ahlaki olduğunu konuşuyor.Bildiğim kadar federasyon yöneticilerini de rahatsız eden kısmı bu.Lakin yakın geçmişe baktığımızda, benzer bir olay karşısında aynı federasyon ve kurullarının farkı refleksler verdiğini görüyoruz.Örnek mi?Geçen yıl bu köşede dile getirmiştik, kimsenin kılı kıpırdamadı.MHK Gözlemcisi Şebnem Çaldıran'ın, Tanju Çolak'ın sahibi olduğu 'Tanju Çolak Sport Management' şirketinde koordinatör olarak çalışmasının talimatlara aykırı olduğunu söylemiş, ilgilileri göreve davet           etmiştik.Lakin federasyon ve MHK bırakın gereğini yapmak, menajerlik şirketiyle ilişkisi belgelenen Çaldıran'ın görev almaya devam etmesinde sakınca görmemişti.Etikten söz açıldı ya...Bir başka örnek.Abdurrahman Arıcı, AKP Antalya vekili.Aynı zamanda üst klasman hakem gözlemcisi.Sayın Arıcı'yı zaman zaman Antalyaspor maçlarında tribünde görüyoruz. "Ne var ki... Her kentin vekili, bakanı takımlarının maçına gitmiyor mu?" diyen olabilir.Gidiyor, gidecek elbette.Ancak hem vekil, hem de gözlemci sıfatınızla Antalyaspor maçında tribüne oturuyorsanız, benim gibi şeytanın avukatlığını yapan insanların kafası karışır!Sizin orada olduğunuzu bilen hakemin, yüzde bir de olsa etkilenmeme şansı olduğunu kim söyleyebilir?Hadi, hepsi sağlam karakterli çocuklar... Tabii bir o kadar da cin!Peki aralarından kaçı, bundan sonra yönetecekleri herhangi bir maça Arıcı'nın gözlemci olarak geleceğini aklından geçirmemiş olabilir?..Arıcı'nın Antalyaspor maçlarını izlemesinden rahatsız değilim. Arıcı'nın bir süper lig gözlemcisi olarak Antalyaspor maçlarına gitmesine karşıyım.Tıpkı Çaldıran'ın MHK gözlemciliği yaparken, bir menajerlik şirketinin koordinatörü olmasına göz yumulması gibi.Federasyon ve kurulları menajer operasyonuna keşke geçen yılki belgeli uyarılardan sonra başlayabilselerdi.Keşke vekil Arıcı'nın, gözlemci Arıcı olarak Antalyaspor maçlarına gitmesinin normal olmadığını söyleyebilselerdi.O zaman çelişkiler konuşulmaz, bugün yapılan iş daha sağlam ve inandırıcı temellere otururdu. Bursaspor ile Şampiyonlar LigiSevgili Ertuğrul Sağlam, Manchester United yenilgisinin ardından şu ifadeleri kullandı;"Karşımızda çok önemli bir takım vardı. Kadrosunda bir sürü kaliteli oyuncusu bulunan bir takım. Bu tip organizasyonlarda başarılı olmak için futbol anlayışımızı ve kadro kalitemizi daha üst seviyeye çıkarmamız gerekir."Kadro kalitesi.Sağlam'ın tespitine katılmamak mümkün değil.Şampiyonlar Ligi gibi önemli bir organizasyona yarışmacı olarak giriyorsanız, sezon başında bu hedefe yönelik transferler yapacak, mevcut kadroyu biraz da özveride bulunarak buna göre şekillendireceksiniz.Peki Bursaspor transferde doğru hamleler yapabildi mi?Sağlam'ın yakınmalarından böyle olmadığı anlaşılıyor.İstatistikler ortada.Yeni transferler İnsua, Nunez, Stepanov ve Svensson'un Şampiyonlar Ligi performanslarına bakarsanız bu kulvarda yarışacak kalitede transferler olmadığını görebilirsiniz.Devler ligi böyle bir şey!İnsana gerçekten çok şey öğretiyor.Ve yeri geldiğinde hataları bile itiraf ettiriyor.Asıl kazanç bu galiba! Nihat'ın farkını anlıyor musunuz?Nihat Kahveci'nin, Porto'ya attığı o mükemmel golden sonraki yüz ve ruh haline dikkat ettiniz mi?Aylardır acımasız eleştirilere maruz kalan milli futbolcu o kadar bunalmış, o kadar incinmişti ki, yaptığı işe doğru dürüst sevinemedi bile.Bağırmak istedi bağıramadı.Gülmek istedi gülemedi.Bir şeyler söylemek istedi, yutkundu.Yedek kulübesine koştu, arkadaşlarıyla sarmaş dolaş oldu.Ya Ernst, Fatih Tekke ve İsmail'in ona sımsıkı sarılışı?Damdan düşenin halinden damdan düşer anlar misali.Nihat Kahveci bu ülkenin yetiştirdiği önemli futbolculardan biridir.Türk futbolunu, Avrupa'da uzun süre başarıyla temsil eden üç kişi say deseler, Tugay'dan sonra akla ilk o gelir.Yaşadığı ağır sakatlık sonrası eski performansından uzak görüntüsü kuşkusuz en çok Nihat'ı üzmüştür.Kavgada bile kullanılmayacak ifadelere, düşüncesizce sarf edilmiş sözlere muhatap olmak?..Yavaş yavaş futbol ulemalarının hedefi haline gelmeye başlayan Schuster'e bravo.Guus Hiddink'in bile defterden silme noktasına geldiği Nihat'a sahip çıkıp ısrarla kazanmaya çalıştığı için.Bravo Beşiktaşlı futbolculara.Müthiş bir dayanışma örneği gösterip, Nihat'ın geri dönüşüne eşlik ettikleri için.Açık söyleyeyim, Beşiktaş'ın puanından çok Nihat'ın şapka çıkarılacak golüne sevindim.Ve gözümün önüne bir başka futbolcu, bir başka sahne geldi.Emre Belözoğlu'nun, Macaristan milli maçında attığı golün ardından basın tribüne doğru yaptığı o yakışıksız hareket...O da benzer medya tacizine maruz kalmış, ancak öfkesini kontrol etme olgunluğunu gösterememişti.Nihat Kahveci ve Belözoğlu. İki farklı kişilik.Yarın formalarını dolaba astıkları vakit, Nihat'ın Porto'ya attığı gol, Emre'nin ise yaptığı kol hareketi akıllarda kalacak.Aralarındaki fark bu... Daha ne olsun?
Milliyet
1,326,252
Yazarlar
Ligde önemli hedefleri olan bir takımın kağıt üzerinde favori göründüğü maçlarda böyle umarsız, dikkatsiz ve cömert olma lüksü yok. Trabzonspor benzer tabloyu önce Manisaspor karşısında, ardından geçen haftaki Gençlerbirliği maçının ilk yarısında yaşamıştı.Tıpkı dün akşamki Konyaspor sınavı gibi. Rakip konumu itibarıyla adeta can çekişiyor. Kadrosu yetersiz, sıkıntılı günler yaşıyor ve şiddetle moral puanına ihtiyacı var. Bunu elde edebilmek için ne yaptı Ziya Doğan'ın takımı? Çok adamla sahasında kalıp Trabzonspor'a boş alan bırakmamayı planladı. İleride Tazemeta gelişebilecek ani ataklar için nöbetçi kaldı. Dörtlü savunma bloğunun önünde Basem Abas ve Serkan Şahin, Umut ile Engin'in araya yapacağı koşuların önünü tıkadı.Trabzonspor'da bu işleri iyi yapan Colman'ın yokluğunda yük Selçuk'un üzerine kalınca çok adamla kalesini savunan ev sahibi takım Trabzonspor'a beklediği pozisyonları vermedi. Oyunu kanatlara da taşıyamayınca bordo-mavili ekibin şansı duran top organizasyonlarına kaldı. Lakin yediği golün de böyle bir pozisyondan gelmesi çok ilginçti. Umut'un beraberlik sayısı bu golün hemen akabinde olmasa Trabzonspor için her şey çok daha güçleşebilirdi.Duran top kurtardıİkinci yarıda skoru korumak yerine daha cesur, galibiyeti düşünen bir Konyaspor'a karşın, kilidi açacak hamleleri bir türlü beceremeyen bir Trabzonspor vardı sahada. Şenol Güneş'in Yattara hamlesi ise tam bir fiyasko oldu. Türk vatandaşlığına geçen Gineli oyuncu istediği boş alanları bulamayınca takımını adeta bir eksik oynattı. Bordo-mavili takım ısrarla göbekten rakip savunmayı aşmayı denedi. Ne Burak ne Umut yüzünü kaleye dönecek pozisyon buldu. Taa ki galibiyet golünün yine bir duran toptan gelmesine dek. Selçuk'un kullandığı köşe atışı aşina bir isim, Egemen'in kafasıyla buluşunca Konyaspor'un direnci kırıldı. Buna bir de Ziya Doğan'ın Emre Toraman'ı kenara alması eklenince bordo-mavililerin işi kolaylaştı. Çünkü oyun uzun süre sonra tam istediği şekle büründü. Burak takımını farka taşıyacak iki pozisyonda çok cömertti.Trabzonspor maçı kazandı ama çok sıkıntılı bir süreçten sonra. Rakibini ciddiye almadığın vakit bu tarz maçların yaşanması kaçınılmaz. Üçüncü ve son maçtan çıkarılacak dersler bordo-mavililerin zirve yolundaki kaderini belirleyeceği de hakeza!
Milliyet
1,336,666
Yazarlar
ÇOK partili hayatımızın en önemli sorunlarından birini parti içi demokrasi ile ilgili sıkıntılar oluşturmaktadır. Onun için giderek parti içi demokrasiden çok lider sultasından söz eder olduk. Yine onun için parti içi ilişkilerde onur, gurur ve tutarlılık çoktan terkedilmiş ve yerini yalakalık ve korkuya dayanan ilişkiler almıştı.CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun ülkede ve partide demokrasi vaadinden cesaret alan bir grup partili İzmir'de ön seçim talebi için imza kampanyası sürdürüyorlar. Eskiden böyle bir kampanya yürütmek zordu. Partililerden pek ilgi görmezdi. Şimdi destek görebilir. Ancak daha önce de yazdığımız gibi, parti içi demokrasiyi ön seçime indirmenin doğru olmadığını tekrar hatırlatalım. Nasıl ki, seçim tek başına demokrasinin tanımı olamaz ise, ön seçim de parti içi demokrasinin tek ölçüsü olamaz. Seçimler demokrasinin en önemli araçlarından sadece biridir. Ama sadece seçime dayanan bir demokrasi basit bir temsili demokrasi olur. Oysaki temsili demokrasiye katılımcılık eşlik edecekse, o zaman seçim dışında da yurttaşların, partililerin sözleri ve karar alma sürecine katkıları devam edecektir.Ön seçim, atamaya göre daha demokratik bir sistemdir. Buna şüphe yok. Ama parti üye yapıları ve delege sistemi göz önüne alındığında, ön seçimin çok da demokratik olmayabileceği, bazı zafiyetleri içerebileceği de bir gerçek.Onun için, eskiden CHP'de ve SHP'de yapılan ön seçim uygulamalarını örnek gösterip bir model ortaya koyarak, demokratik sonuçlar alınamayabilir. Çünkü yetmişli ve seksenli yıllardaki parti ve üye yapıları ile bugünküler arasında büyük farklar oluştu. Eskisi gibi partililerin her köyde, kasabada, mahallede gönüllü ve duygusal/ideolojik bağlarla partilerine bağlı olan kitleler artık neredeyse yok. Onların yerini artık, ağırlıklı olarak bireysel ve grupsal beklentilerle siyaset yapan profesyoneller aldı.CHP tabanının uzun süredir demokrasiye susadığı, parti içi demokrasi ve hukuk eksikliğinden muztarip olduğu malum. Onun için aday belirleme yöntemini değiştirmesi gerekir. Ama bu yöntem sadece ön seçimle sınırlı olmamalıdır. Demokrasiyi kendi zafiyetlerinden korumak için ayrıca önlemler alınmalı. Üye ve delege yapısını daha sağlıklı hale getirmek bu önlemelerin en önceliklilerinden biri kuşkusuz. Ama başka bazı ölçüler de olmalı. Parti içi çalışmalara katılma ve ön seçim önceleri adaylara eşit şans tanıma ve bazı mülakatlar bunlar arasında sayılabilir. İyi bayramlar...
Milliyet
1,328,589
Yazarlar
CHP'de sular duruldu mu? Henüz evet demek için erken. Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu ile Önder Sav'ın görüş ayrılıkları olağanüstü kurultay getirir mi? Partiden kopmalar olur mu?CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu'na dünkü sohbetimizde yönelttiğim soruları tek tek yanıtlamadan önce, "Aslına bakarsanız" dedi:"Sorun yok"- Ben bu konularla çok ilgili değilim. Kim ne yaptı, ne söyledi yakından izlemiyorum. Milletvekili arkadaşlarımın, Parti Meclisi üyesi arkadaşlarımın görüşlerini aldım, nabızlarını tuttum. Bir sorun gözükmüyor.twitter'ı seviyorumSon günlerde twitter'a sardırmış görünüyorsunuz. Sürekli twitter'dan verdiğiniz mesajlar haber oluyor. Son olarak bir türban mesajı geçmişsiniz?- twitter bir sosyal paylaşım sitesi. Ben de kullanmayı, mesajlarımı aktarmayı seviyorum. Türban mesajına gelince: Türbanlı bir genç kızımız bana mesaj göndermiş. Atatürkçü ve CHP'li olduğunu belirttikten sonra, bu sorunu çözmeye söz verdiğimi anımsatıyor. Ben de o genç kızımıza yanıt verdim. Evet, türban sorununu CHP iktidarında çözeceğiz. Bu sözüm geçerli. İçleri Atatürk sevgisiyle dolu birçok türbanlı genç kızımız var. Bunu görüyorum. Bu sorunu çözeceğiz."Önder Bey'e küs değilim"Partide yaşanan son gelişmelerden sonra Önder Sav'a bir kırgınlığınız, küskünlüğünüz var mı?- Hayır. Asla olmaz. Önder Bey'e küs değilim. Önder Bey yıllarca CHP'ye hizmet etmiş, partinin duayenlerinden biridir. Parti büyüğüdür. Eğer kendisi de izin verirse elbette bilgi birikiminden, deneyimlerinden yararlanmak istiyoruz. Biz, iktidara yönelmeliyiz. İktidar olma hedefine kilitlenmeliyiz. Enerjimizi içeriye harcamamalıyız. Herkesin bu anlayışla davranması gerekir."Tasfiye olmaz"Yönetim değişikliğinden sonra partide bir tasfiye süreci başlayacağı yorumları da var. - Tasfiye asla söz konusu olmaz. Ben bu zihniyette biri değilim. Herkese ihtiyacımız var. Halkta bir umut yarattık. Bu umudu söndürmememiz gerekiyor. Bu nedenle herkes canla başla çalışmalı. Kimsenin kimseyi tasfiye diye bir lüksü olamaz. Hep birlikte olmalıyız."Baykal'ın sözleri mutlu etti"Deniz Baykal da gelişmeleri değerlendirdi. Bu süreçte kendisiyle temasınız oldu mu?- Kendisiyle temasımız olmadı. Ama değerlendirmelerini basından okudum ve dinledim. Mutlu oldum. İsabetli değerlendirmelerdi.Baykal çıkarsaParti kulislerinde seçimli bir kurultayda yeniden Baykal'ın aday gösterilebileceği de konuşuluyor. Böyle bir gelişmeyi nasıl karşılarsınız?- Demokratik haktır kuşkusuz. Kim aday olursa demokratik biçimde yarışırız. Ben zaten aday olmak için divanın önünde yüzde 20 imza atılması uygulamasını kaldırmak istiyorum. Tüzüğü değiştireceğiz. Bunu parti içi demokrasi için yapacağız."Kurultaya da hay hay"Önder Sav ve arkadaşlarının olağanüstü kurultay için delegelerden imza topladıkları haberleri geliyor. Size yansıdı mı?- Hayır. Bana böyle bir bilgi gelmedi. Şu anda kurultay ihtiyacı gözükmüyor. Ben arkadaşların nabzını tuttum. Ama bir şekilde kurultay kararı alınırsa, delegeler isterse 'elbette, hay hay' kurultaya gideriz."Hukukun gereği yapıldı"Yargıtay Başsavcısı'nın uyarısıyla tüzüğü uygulamaya koymanız ve yönetimi değiştirmenizin doğru olmadığı öne sürüldü. Başsavcılığın karar mercii olmadığı Önder Sav ve arkadaşlarınca dile getirildi. Tüzüğün uygulanması için kurultay kararı gerektiği savunuluyor. Ne diyorsunuz?- Böyle düşünenler olabilir. Ama biz hukukun gereğini yerine getirdik. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nın açıklaması da doğru yaptığımızı gösteriyor.
Milliyet
1,343,290
Ekonomi
Vestel net dönem karını 9.8 milyon dolar olarak açıklarken, 2010 yılında üretim adetleri bazında yüzde 12'lik artış gerçekleştirildiğini, satışların ise yüzde 75'inin ihracata gittiğini açıkladı. Açıklamaya göre, Vestel, satışlarının yüzde 68'ini Avrupa ülkelerine, yüzde 25'ini yurt içine ve yüzde 7'sini de diğer ülkelere yaptı. Net satışlar da yüzde 12 artış gösterirken adet bazında ise yüzde 6'lık artış oldu. Kapasite kullanımı arttıVestel Elektronik, beyaz eşya tarafında 2009 yılı dokuz aylık dönemde kapasite kullanım oranı yüzde 52 iken bu oran 2010'un aynı döneminde yüzde 59'a çıktı. LCD TV'de ise 2010 yılının ilk dokuz ayında kapasite kullanımı yüzde 59'dan yüzde 60'a ulaştı.  Ar-Ge faaliyetlerine büyük önem veren şirket, 2010 Eylül ayı sonuna kadar TV ve elektronik cihazlarda yaklaşık 23.8 milyon dolar, beyaz eşyada ise 11.9 milyon dolar olmak üzere toplam 35.7 milyon dolarlık yatırım yaptı.  Şirket yetkilileri, Avrupa'daki talebin yavaş da olsa toparlanma sürecine girdiğini kaydederek bununla birlikte buzdolabı, çamaşır makinesi, fırın ve bulaşık makinesinden oluşan dört ana üründe şirket satışlarının sektör satışlarının üstünde büyüdüğünü ve pazar payının geçen yılın aynı dönemine göre arttığını vurguladı.
Milliyet
1,339,171
Ekonomi
Yüksek Öğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumu (YURTKUR) verilerine göre, kuruma harç ve öğrenim kredisi borcu olanların sayısı 1 milyonu geçiyor. Borcun rakamsal değeri 1.5 milyar lirayı buluyor. Borcunu hiç ödeyemeyen ve bu nedenle haciz uygulaması başlatılan öğrenci sayısı ise 200 bin civarında. Hacize düşen öğrencilerin ortalama borcu 2 ile 8 bin lira arasında değişiyor. Bunun da rakamsal değerinin 250 milyon lira olduğu ifade ediliyor.ANAPARAYA TAKSİT Katkı ve kredi borcu okulun normal bitim süresinden başlayarak iki yıl içerisinde ve kredi alınan sürenin yarısı kadar zamanda 3'er aylık taksitler halinde ödeniyor. Bu plan dahilinde ödenemediği takdirde de borca aylık yüzde 2.5 oranında faiz işliyor. Bu da borcun katlanarak büyümesine neden oluyor. Borç yapılandırma taslağı ile haciz durumuna düşen 200 bin ve borcuna faiz işlemeye başlayan 800 bin öğrencinin borçları geçmişe dönük faizler silinerek anapara üzerinden yeniden taksitlendirilecek. YURTKUR Genel Müdürü Hasan Albayrak, "Anaparaya dokunmadan faiz borçları peşin veya taksitli ödemeye bağlı olarak silinecek.Geçen senede benzer bir yapılandırma sözkonusuydu. Bu kapsamda YURTKUR'a 289 bin kişi başvurdu. 2009'daki faiz affına başvuramayan, başvurduğu halde borçlarını düzenli ödeyemeyenler bu düzenlemeyi kaçırmasın" dedi. Öte yandan, Hasan Albayrak, 2011'de burs ve kredi rakamının da en az 240 lira olacağını açıkladı. Albayrak, daha önceki yıllarda yüzde 10 zamlanan kredi ve burs miktarlarının bu sene ilk defa yüzde 20 oranında zamlandığını söyledi.Çiftçinin elektrik borcuna indirim yapılacak Yeniden yapılandırma TEDAŞ'a borcu olanların da yüzünü güldürecek. Bunlar arasında tarımsal üretimle uğraşanların ağırlığı büyük. TEDAŞ'tan elektrik kullanan sadece tarımsal sulamada 108 bin 721 abone bulunuyor. Enerji Bakanlığı'ndan edinilen bilgilere göre, kurumun bu çiftçilerden 1 milyar TL'nin üzerinde alacağı var. TEDAŞ'ın genel aydınlatmadan 2 milyar 528 milyon TL ve resmi dairelerden 879 milyon TL alacaklı olduğu belirtiliyor.5 bin mağdur KOBİ'ye kolaylık Borç yapılandırması küçük ve orta büyüklükteki işletmeler (KOBİ) için de can suyu olacak. Yapılan düzenlemeden 5 bine yakın KOBİ yararlanacak. Getirilen taslak, özellikle KOSGEB ile ihtilaflı hale gelmiş olan KOBİ'lerin borçlarını ödemelerini kolaylaştıracak. KOSGEB desteklerinden yararlanan ancak kurumla ihtilafa düşen KOBİ'ler, alınan desteğin ana parasını ödemek kaydıyla faiz yükünden kurtulacak.OSB'lerin omzundaki borç faizleri silinecek Taslak Organize Sanayi Bölgeleri'ni (OSB) de etkileyecek. Türkiye'de 263 adet OSB bulunuyor. Sanayi bölgelerinde 36 binin üzerinde firma yaklaşık 500 bin kişiye istihdam sağlıyor. OSB'ler yasa gereği kendi elektriklerini üretip satıyor. Ya da dışarıdan alım yapıyor. Bu sistemde özellikle 2009'da etkisi görülen krizle birlikte birçok OSB satın aldığı elektriğin parasını ödeyemedi. Bazı OSB'lerin üç yıl öncesine dayanan ağır faiz yükü bulunan borçları bulunuyor. Bu rakam bazı OSB'lerde milyonlarca dolara ulaşıyor. Getirelen düzenleme ise OSB'ler bu faiz yükünden kurtulmuş olacak. (Sabah)
Milliyet
1,336,920
Ekonomi
KOBİ'lerin kullandığı krediler 2010 yılı Eylül ayında 109 milyar TL'ye dayanırken, kredisi takibe düşen KOBİ sayısı 209 bini aştı. Son 1 yılda KOBİ'lere kullandırılan krediler 26 milyar 944 milyon TL artış gösterirken, krediye ulaşan KOBİ sayısındaki artış 82 bin 672'ye ulaştı. Eylül itibariyle takibe düşen kredi miktarında yüzde 6.5 gerileme yaşansa da, kredisi takibe düşen KOBİ sayısı son 1 yılda yüzde 9.6 arttı.Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu'nun (BDDK) açıkladığı Eylül ayı İnteraktif Bülteni'ne göre KOBİ'lere kullandırılan toplam nakdi kredi miktarı Eylül'de geçen yılın aynı ayına göre yüzde 33 artışla 108 milyar 638.3 milyon TL oldu. Geçen yıl Eylül sonu itibariyle KOBİ'lere kullandırılan kredi tutarı 81 milyar 694 milyon TL düzeyindeydi. Eylül itibariyle kredi kullanan KOBİ niteliğindeki müşteri sayısı geçen yılın aynı ayına göre yüzde 6.8 artarak 1 milyon 290 bin 462'ye yükseldi. Eylül itibariyle son bir yıllık dönemde KOBİ'lerin kullandıkları kredi 26 milyar 944.2 milyon TL tutarında, kredilerden yararlanan KOBİ sayısı ise 82 bin 672 adet arttı. Eylül ayı itibariyle 2009 yılı sonuna göre KOBİ'lere kullandırılan kredilerde 25 milyar 367 milyon TL'lik artış yaşandı. Kredilerden yararlanan KOBİ sayısındaki artış ise 9 ayda 61 bin 816'ya ulaştı. Böylece Eylül'de KOBİ kredileri 2009 yılı sonuna göre yüzde 30.5, kredi kullanan KOBİ sayısı ise yüzde 5 artış gösterdi.-MİKRO İŞLETME KREDİLERİ YÜZDE 22.5 ARTTI-Eylül ayı itibariyle mikro işletmelere kullandırılan krediler geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 22.5 oranında artarak 35 milyar 660 milyon TL'ye ulaştı. Anılan dönemde kredi kullanan mikro işletme sayısı yüzde 5 artışla 1 milyon 33 bin 592 oldu. Yıl sonuna göre ise mikro kredilerdeki artış yüzde 22.1 düzeyinde gerçekleşti.-KREDİ KULLANAN ORTA BÜYÜKLÜKTEKİ İŞLETME SAYISI YÜZDE 18.7 ARTTI-İşletmeler büyüdükçe, KOBİ'lerin bankacılık sektöründen aldığı krediler de arttı. Eylül ayı itibariyle kredi kullanan küçük işletme sayısı 2009 yılının aynı dönemine göre yüzde 13.3 artışla 177 bin 499'a, kullanılan kredi tutarı yüzde 34.8 artışla 28 milyar 953 milyon TL'ye ulaştı. Anılan dönemde kredi kullanan orta büyüklükteki işletme sayısı yüzde 18.7 artışla 79 bin 371, kullandırılan kredi miktarı ise yüzde 41.5 artışla 44 milyar 25 milyon TL oldu.-KREDİsi TAKİBE DÜŞEN KOBİ SAYISI YÜZDE 9.6 ARTTI-Batık kredileri nedeniyle bankaların kıskacına düşen KOBİ'lerin sayısı Eylül itibariyle geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 9.6 artışla 209 bin 254'e ulaştı. Her ne kadar takibe düşen kredi tutarında gerileme yaşansa da, son bir yılda 18 bin 326 KOBİ daha batık kredileri nedeniyle bankaların takibine alınmış oldu.-TAKİBE DÜŞEN KREDİ MİKTARI 6.3 MİLYAR TL-Son bir yıllık dönemde takibe düşen KOBİ kredileri, geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 6.5 azalışla 6 milyar 265 milyon TL düzeyine indi. Kredisi takibe düşen KOBİ sayısı ise son 1 yılda yüzde 9.6 arttı. Ancak ekonomide son dönemde yaşanan toparlanmanın yansımalarını ortaya koymak için 2009 yılı sonu verileriyle kıyaslama yapıldığında, batık kredileri nedeniyle bankaların takibine düşen KOBİ'lerin sayısı yüzde 2.8 artış gösterdi. 2009 yılı sonunda kredisi takibe düşen KOBİ sayısı 203 bin 553'tü. KOBİ'lerin takibe düşen nakdi kredileri ise Eylül itibariyle 2009 yılı sonuna göre yüzde 9.1 azaldı. Batık kredileri nedeniyle yılın ilk 9 ayında 5 bin 701 KOBİ'nin daha bankaların takibine düştüğü belirlendi. Kredisi takibe düşen KOBİ'ler içinde en büyük ağırlığı "krediye ulaşma imkanı en az olan" 177 bin 37 mikro işletme oluşturdu. Kredisi takibe düşen küçük ölçekli işletme sayısının 26 bin 41 olarak gerçekleştiği bu dönemde kredisi takibe düşen orta büyüklükteki işletmelerin sayısı ise bin 608 oldu. Eylül itibariyle mikro işletmelerde takibe düşen kredi tutarı geçen yılı sonuna göre yüzde 9.1 azalış gösterirken, küçük işletmelerde yüzde 12.6, orta büyüklükteki işletmelerde yüzde 4.4 azalış yaşandı.
Milliyet
1,338,093
Ekonomi
RA AAAkaryakıt dağıtıcıları ile tüketiciler arasında akaryakıt ticaretiyle ilgili aracılık hizmeti veren şirketlerin oluşmaya başlaması üzerine, Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu (EPDK) bir düzenlemeye giderek, bunların usul ve esaslarını belirledi.Buna göre, finansal aracılık hizmetinin petrol piyasası faaliyeti olarak kabul edilmemesine rağmen petrol piyasası ile ilgili olduğu, ilgili mevzuatta bu hizmetin verilmesini yasaklayan bir hükmün bulunmadığı, hizmetin piyasanın kayıt altına alınmasına ve gelişmesine katkı sağlayacağı tespitinde bulunan Kurul, söz konusu hizmetin petrol piyasası mevzuatı çerçevesinde icrasının izlenmesi, yönlendirilmesi ve denetlenmesi gerektiğine, bunun için de finansal aracılık hizmetleriyle ilgili olarak bir düzenleme gerektiğine karar verdi.Yapılacak bir düzenlemenin Kuruma, bu faaliyetleri izleme, yönlendirme ve denetleme imkânı sağlayacağı ve hizmet vermek isteyen şirketler ile hizmet almak isteyen lisans sahipleri için de yol gösterici olacağı değerlendirmesinde bulunun Kurul, bu kapsamda, kurul toplantısında "Petrol Piyasasında Elektronik Sistemlerle Kullanıcılara Yapılacak Akaryakıt Satışları İçin Sunulacak Finansal Aracılık Hizmetlerine İlişkin Usul ve Esaslara Dair Kararı" kabul etti.Karar uyarınca, dağıtıcı ve istasyonlu kategorili bayilik lisansı sahipleri, elektronik sistemlerle kullanıcılara yapılacak akaryakıt satışları için belirlenen yükümlülükleri yerine getiren sermaye şirketlerinden finansal aracılık hizmeti alabilecek.Böylelikle şirket ve akaryakıt tüketimi yüksek olan vatandaşlar nakit ya da kredi kartı kullanmadan, özel bir kartla akaryakıt temin edebilecek ve yakıt tüketimlerini kolay takip edebilecek.
Milliyet
1,322,659
Ekonomi
İMKB Bileşik Endeksi birinci seansta, önceki kapanışa göre 249,05 puan artarak 68.771,26 puandan kapandı.Hisse senetleri ortalama yüzde 0,36 değer kazandı.
Milliyet
1,332,674
Ekonomi
Türk Sanayici ve İşadamları Vakfı (TÜSİAV) Sektör Kurul Başkanı Salim Taşçı, yaptıkları bir araştırmanın, ev satın alanların binada kimin oturduğunu dahi sormadıklarını, komşuluk ilişkilerinin tarihe karıştığını ortaya koyduğunu söyledi. Salim Taşçı, 2 bin 100 kişi üzerinde yaptıkları araştırmaya göre, gecekondularda komşuluk bağlarının daha güçlü olduğunu, 8-10 dairelik binalarda komşuluğun eskisi gibi olmasa da sürdüğünü, ancak çok katlı binalarda komşuluğun tarihe karıştığını ifade etti. Taşçı, araştırmalarına göre, 8-10 dairelik binalarda karşı komşuyu soranların oranının yüzde 10, yan komşuyu soranlarının oranının yüzde 5 olduğunu söyledi. ve çok katlı binalarda ise bu oranın çok düştüğünü ifade eden Taşçı, "söz konusu binalarda 'kimlerin oturduğunu' soranların oranı yüzde 1, 'yan komşuyu' soranların oranı binde 5, 'karşı komşuyu' soranların oranı binde 1" dedi. Konut almak isteyenlerin, "binada kapalı ve açık garaj olup olmadığını" sorduğunu, yapı raporu dahi sormadığını belirten Taşçı, "Yapı denetim raporu, yakınlarda, hastane, yeşil alan, park, kütüphane, tiyatro ve sinema bulunup bulunmadığını soranların oranı yüzde 0. Kapalı açık garaj soranların oranı yüzde 75, yakınlarda okul olup olmadığını soranların oranı ise yüzde 25" diye konuştu.
Milliyet
1,338,987
Ekonomi
Sabancı Holding Yönetim Kurulu Başkanı Güler Sabancı, İngiliz Financial Times gazetesinin "Dünyanın Zirvedeki 50 İş Kadını" listesinde üçüncü sırada yer aldı.FT'nin bu yıl ikinci kez hazırladığı "Dünyada Zirvedeki 50 İş Kadını" listesi açıklandı.Buna göre, iş dünyasının zirvesindeki kadınların sıralandığı 50 kişilik listede, Güler Sabancı üçüncü sırayı alırken, PepsiCo'nun Üst Yöneticisi (CEO) Indra Nooyi birinci, Avon'un yöneticisi Andrea Jung ise ikinci sırada bulundu.Güler Sabancı geçen yıl aynı listede 5'inci sırada yer almıştı.Sabancı, İngiliz Financial Times (FT) gazetesinin düzenlediği "Zirvedeki Kadınlar" konulu konferansa katıldı. İngiltere'nin başkenti Londra'da Mandarin Otel'de yapılan konferansa aralarında Fransa Maliye Bakanı Christine Lagarde'ın da bulunduğu çok sayıda yetkili ve dünyanın önde gelen şirketlerinin kadın yöneticileri katıldı.Güler Sabancı konferansın ikinci oturumunda yaptığı konuşmada, Türkiye'nin bu yıl yüzde 7,5 büyüdüğünü söyleyerek, bankacılık sisteminin son ekonomik kriz karşısındaki direncini ve gücünü anlattı.Ekonomik krizde, çalışanlarla ve ekiplerle iletişime geçip, yüzlerce çalışanı dinlediklerini belirten Sabancı, "Krizi çözmek için verimlilik ve üretkenliğe geri dönmek gerekiyordu ve biz bunu başardık" dedi.Sabancı Holdingin portföyünün tüketicilere kaydığını ve yönetim kadrosunun yüzde 26'sının kadınlardan oluştuğunu belirten Güler Sabancı, "Türkiye'deki kadınların hırslı ve heyecanlı oldukları doğru. Gelişmekte olan bu ülkenin başarısının bir parçası olmak istiyorlar" dedi.-"KADINLAR CESARETLENDİRİLMELİ"- Akbank'ta çalışanların yüzde 53'ünün kadın olduğunu vurgulayan Güler Sabancı, "Bankamız, Türkiye'nin önde gelen bankalarından. Dolayısıyla, bankacılara daha fazla kadın çalıştırmalarını tavsiye ederim" diye konuştu.Kadınların cesaretlendirilmesi gerektiğini ifade eden Sabancı, sözlerini şöyle sürdürdü: "Ben, büyükannem tarafından cesaretlendirildim. Büyükannemin, 6 oğlu vardı, kızı yoktu. Küçük bir çocukken büyükannemin nasıl idare ettiğini gözlemledim. Farklılıkları idare etmek, yönetmek, sadece kadını, erkeği, ya da farklı kültürleri yönetmek değildir, her kişi farklıdır, dolayısıyla önemli olan hep birlikte birşeyler yaratabilmektedir." -"AKIL HOCAM AMCAMDI"- Güler Sabancı kendisine yol gösteren birinin olup olmadığının sorulması üzerine, amcası Sakıp Sabancı'yı kastederek, "Akıl hocam amcamdı. Bana inandı" dedi.Sakıp Sabancı'nın kendisine, "Sana kapıyı açabilirim ama kapıdan içeri girmek ve orada kalmak sana bağlı" dediğini anlatan Güler Sabancı, şirket yönetiminde yol göstericiliğin yardımcı ve yararlı olduğuna inandığını söyledi.Kariyerinde önemli bir değişim noktası yaşayıp yaşamadığı sorusuna karşılık da Güler Sabancı, iki kez yaşadığını belirterek, ilkinin 1994'te Sabancı Üniversitesi'nin kurulması kararı olduğunu, diğerinin ise 2004 yılında amcası Sakıp Sabancı'nın ölümüyle, holdingin başına geçmesi olduğunu kaydetti.-"KADINLARIMIZI İŞ HAYATINA NE KADAR ÇOK ÇEKERSEK BÜYÜMEYİ O KADAR SÜRDÜREBİLİRİZ"- Sabancı konferansın ardından, Türk gazetecilerin sorularını da yanıtladı.Konuşmasında bahsettiği Sabancı Holding'de çalışan kadınların yüzdesiyle ilgili bir soru üzerine Güler Sabancı, Sabancı grubunda 2006'dan 2010'a kadınların oranında yüzde 3'lük bir artış olduğunu kaydetti. Bankacılık ve sigortacılıkta kadınların oranının her zaman daha yüksek olduğunu belirten Sabancı, "Ama ortalamada, diğer işlerimizde de kadınların daha çok olmasını arzu ederim" dedi.Gelecek nesilden umutlu olduğunu söyleyen Sabancı, Türkiye'de son 4-5 yılda kadın sivil toplum örgütlerinde çok ciddi bir artış olduğunu ve fark yarattıklarını belirtti.Kamu sektöründe ve siyasette kadınların sayısının azlığından dolayı, dünya sıralamasında Türkiye'nin yerinin biraz düşük olduğunu kaydeden Sabancı, kadınların ekonomik alandaki katkılarının ise son yıllarda arttığını ifade etti.Sabancı, şöyle konuştu: "Kadınlarımızın ve kız çocuklarımızın insan hakları ve eğitim hakları konusu, çok önemli ve üstünde durmamız gereken bir konu. Dolayısıyla konferansta da onu söylemeye çalıştım, zaten araştırmalar da onu gösteriyor, bizim gibi büyümekte olan ülkelerde kadınların daha çok görev aldığını görüyoruz. İş dünyasında, ekonomik hayatta, büyüme potansiyeli olan ülkelerde, kadınlar daha çok rol almaya başladılar. Bu da çok memnuniyet verici. Ne kadar çok kadınlarımızı iş hayatına, ekonomik hayata çekebilirsek, o kadar Türkiye'nin bugün yaşadığımız iyi büyüme rakamlarını sürdürülebilir hale getirebiliriz." Güler Sabancı, "Kadınların iş hayatına katılımında başörtüsünün engel teşkil ettiğini düşünüyor musunuz?" sorusuna ise "Ben kızlarımızın üniversitede okuma haklarının herşeyin önünde olduğuna inananlardanım" yanıtını verdi.Konferansta "Ekonomik kriz döneminde ne yaptınız?" sorusunun kendisine yöneltildiğini de hatırlatan Sabancı, kriz döneminde en önemli sıkıntının, satış ekipleri gibi sahadaki çeşitli çalışanların belirsizlik yaşamaları olduğunu söyledi. Bu çalışanları dinlediklerini ve bunun da farkını gördüklerini kaydeden Güler Sabancı, ekonomik krizden en az etkilenen gruplardan biri olduklarını belirtti.-CHERIE BLAIR'DEN TÜRKİYE'YE BAYRAM MESAJI- Öte yandan FT'nin konferansına, İngiltere'nin eski Başbakanı Tony Blair'in eşi Cherie Blair de dinleyici olarak katıldı.Cherie Blair konferanstan ayrılırken A.A muhabirine, "Müslümanlar için böyle önemli bir zamanda, Londra'dan Türkiye'ye güzel ve müreffeh bir Kurban Bayramı geçirilmesi dileğimi gönderiyorum" açıklamasında bulundu.-GÜLER SABANCI DÜNYANIN ZİRVESİNDEKİ 3 İŞKADINI ARASINDA- Bu arada, Sabancı Holding Yönetim Kurulu Başkanı Güler Sabancı, Financial Times tarafından düzenlenen "Dünyanın Zirvedeki 50 İş Kadını (Top 50 Women In World Business)" listesinde üçüncü sırada yer alırken, gazete Sabancı'ya ilişkin bir tanıtım yazısına yer verdi.Yazıda, Güler Sabancı'nın sadece Türkiye'nin en büyük şirketlerinden birinin Yönetim Kurulu Başkanı olmadığı, ayrıca ülkenin siyasi, sosyal ve kültürel hayatında da önemli bir güç olduğu belirtildi. Yazıda, "Başında bulunduğu şirket; bankacılık ve sigortacılık, çimento, perakende, lastik, tekstil, enerji ve kimyasal maddeler gibi bir çok endüstriyi de kapsayan bir dev.İşle ilgili konuşurken ki akıcılığını; Türkiye;de eğitimin gelişimi, temiz enerji, şarap üretimi, Picasso, Mozart ve Osmanlı hat sanatından bahsederken de sürdürüyor" ifadelerine yer verildi.Yazıda, Güler Sabancı'nın hikayesi kadar konuşmasının da renkli olduğuna dikkat çekilirken, Sabancı'nın hikayesi kendi sözleriyle anlatıldı.-JÜRİ- Öte yandan, FT tarafından hazırlanan söz konusu listede seçimler, uluslararası iş dünyasının önde gelen temsilcilerinden oluşan bir jüri tarafından yapıldı.Jüride, "Dame Marjorie Scardino (Pearson), Ferdinando "Nani" Beccalli-Falco (GE International), Dame Clara Furse, Rachel Kyte (International Finance Corporation), Damien O;brien (Egon Zehnder), Jacob Wallenberg (Investor Group), Sari Baldauf (Nokia)." -LİSTEDEKİ İLK ALTI İSİM- Listede bu yıl ilk sırada yer alan isim Indra Nooyi (Pepsi Co CEO) oldu.Listede ikinci sırayı ise Andrea Jung (Avon CEO) aldı."Dünyanın Zirvesindeki 50 İş Kadını" listesinde bu sene üçüncü sırada yer alan Sabancı Holding Yönetim Kurulu Başkanı ve Murahhas Azası Güler Sabancı;nın ardından, dördüncü sırayı Irene Rosenfeld (Kraft CEO), beşinci sırayı Dong Ming Zhu (Gree Electric Appliances, CEO), altıncı sırayı ise Ursula Burns (Xerox, CEO) aldı.Bu yılki listede ayrıca; Zerox;un CEO'su Ursula Burns altıncı, Dupont'un CEO'su Ellen Kullman sekizinci, Yahoo'nun CEO'su Carol Bartz da yirminci sırada yer aldı.
Milliyet
1,331,993
Ekonomi
İstanbul Menkul Kıymetler Borsasında (İMKB) işlem gören hisse senetleri günlük bazda ortalama yüzde 0,23 oranında değer kazandı.İMKB 100 Endeksi, ikinci seansta 439,64 puan artarak 70.941,06 puandan kapandı. Hisse senetleri ikinci seansta ortalama yüzde 0,62 oranında yükseldi.İlk seanstaki 277,73 puanlık düşüş dikkate alındığında, borsa endeksi günün tamamında 161,91 puan arttı.Hisse senetleri günlük bazda ortalama yüzde 0,23 değer kazandı.
Milliyet
1,340,866
Ekonomi
ABD'li otomobil üreticisi General Motors (GM), iflastan çıkışından 2 yıldan kısa bir süre sonra dünyanın en büyük halka arzını gerçekleştirdi. Şirketin halka arz ettiği hisselerin değeri 23 milyar doları buldu.Halka arzın tamamlanmasıyla, şirkette ABD yönetiminin payı yüzde 61'den yüzde 33'e gerileyecek.Geçen yıl ABD yönetimi tarafından kurtarılan GM'nin bugünkü halk arzında hisse başına ortalama fiyat 33 dolar oldu.ABD yönetimi, şirketi 50 milyar dolarlık kurtarma paketiyle iflastan kurtarmıştı. GM, bu yıl başında 6,7 milyar dolarlık geri ödeme yapmıştı.Hazine yetkilisi Ron Bloom, hükümetin geri kalan hisseleri de mümkün olduğunca çabuk elinden çıkarmak istediğini ifade etti.
Milliyet
1,323,108
Ekonomi
Gülümhan GÜLTEN / VATANÖdenmemiş vergi, elektrik, doğalgaz, su, emlak vergisi gibi yaklaşık 300 kalem alacağında genel affa gitmeye hazırlanan hükümet borcuna sadık vatandaş sıkıntısı yaşıyor. CHP, "Borcunu düzgün ödeyenin suç ne?" diyerek düzenlemeye bir hüküm koymayı önerdi.Maliye Bakanı'nın da sıcak baktığı öneriyle borcuna sadık vatandaşların borçlarında kademeli olarak yüzde 10-15 indirim gündeme geldi Hükümet, beyaz bir sayfa açarak toplumun hemen her kesimiyle barışmayı amaçladığı af tasarısının ardından vergisini düzenli ödeyen vatandaşlara dönük bir indirim teşviğini gündeme aldı. Kamu alacaklarını en geniş şekilde kapsamına alan af tasarısı heyecan yaratırken, bir yandan da toplumda vergisini ve devlete olan yükümlülüklerini zamanında ödeyen vatandaşların da tepkisiyle karşılaştı. Her kesimle 'beyaz bir sayfa' açmak amacıyla yola çıkan hükümet, toplumun bu kesimlerini 'küstürebileceğini' farkedince dürüst vatandaşı ödüllendirecek bir düzenleme getirmeyi de masaya yatırdı.Af tasarısını, Meclis görüşmelerinde destekleyeceğini belirten CHP, borcunu düzgün ödemiş olan vatandaşın cezalandırılmaması için tasarıya bir hüküm koymayı önerdi. CHP milletvekili Mustafa Özyürek'in önceki gün Meclis Plan ve Bütçe Komisyonu görüşmelerinde 'Zamanında görevini yapmış olan, dürüst mükelleflerin vergilerinden yüzde 10-15 indirim yapılmalı' sözleriyle gündeme getirdiği konuya Maliye Bakanı Mehmet Şimşek de, sıcak baktığını ve üzerinde çalıştıklarını söyledi.Dün işaleminin çatı örgütü olan TOBB Sanayi ve Ticaret Şurası'nda Başbakan'ı ağırlayan Başkan Rıfat Hisarcıklıoğlu da konuyu Başbakan'a ileterek, "Vergi yükümlülüklerini zamanında yerine getirenleri ödüllendirmek için bazı indirimler getirilmesi son derece yerinde olur" önerisinde bulundu.Başbakan'ın herhangi bir yorum yapmadığı gözlenirken, son kararı Başbakan'ın tavrı belirleyecek. Vergi ve prim borçları başta olmak üzere devletin neredeyse hemen her türlü alacağına af getirecek olan Torba Yasa Tasarısı'nın en kısa sürede Meclis'e sunulması planlanıyor. Ancak trafik cezasından su borcuna kadar kapsamı geniş tutulan böyle bir yapılandırmanın, borçlarını düzenli olarak ödeyen "Mükellefler üzerinde olumsuz etkiye yol açtığını" dikkate alan ekonomi yönetiminde, "Bundan sonra vergisini primini ödeyecek insan bulamayız" endişesi yaşadığı belirtiliyor. Çalışmaya göre temel yaklaşım, "Borçlarını düzenli ödeyen mükelleflere bir tür 'ödül' sistemi tasarlanması" olacak.Örneğin vergisel yükümlülüklerini 3-5 yıllık dönemler itibarıyla düzenli ödeyen mükelleflerin 4. ve 6. yıllarda vergi yükünün yüzde 10-15 daha az ödemesi olanağı tanınması seçenekler arasında. Aynı şekilde işverenlere 1.5 - 2 puanlık bir prim indirimi uygulanması seçenekleri üzerinde çalışılıyor.2'den çok evi olanın listesi çıkartılıyor Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, geçen yıl 4'den fazla gayrimenkulü olan vatandaşların listesinin çıkartılarak onlara mektup gönderilmesi talimatı verdiğini belirterek, bu yıl da 2'den fazla gayrimenkulü olanların listesinin çıkartılmasını istediğini bildirdi.Bankalar Kanunu ile hakkında hüküm bulunana kovuşturulana da af Öncelikle vergi ve prim borcunun yeniden yapılandırılması ile yola çıkılan ancak daha sonra kapsamı 300 ayrı kaleme genişletilen barıştan, Bankalar Kanunu kapsamında hakkında kovuşturma bulunan ya da bu suçtan dolayı hüküm kurulan kişilerin de yararlanması talebi geldi. Kamu alacaklarının tahsili ile ilgili maddede yapılacak değişiklikle bunun sağlanabileceği vurgulanırken, söz konusu değişikliğin kapsamı ile ilgili şu öneride bulunuldu: "4389 sayılı Bankalar Kanunu'nun 22 nci maddesinin 3 üncü fıkrası ile, 5411 sayılı Bankacılık Kanunu'nun 160 ıncı maddesinin 1, 2 ve 3 üncü fıkralarında zikredilen zimmet suçundan dolayı haklarında soruşturma, kovuşturma bulunan ya da bu suçtan dolayı haklarında hüküm kurulan kişilerin Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu, bağlı bulundukları Vergi Daireleri, Sosyal Güvenlik Kurumu ve kamu bankalarına olan borçlarını işbu kanunun yürürlüğe girmesini takip eden bir sene içerisinde defaten ödemeleri durumunda; kovuşturmaya yer olmadığına, kamu davasının düşmesine veya hükmün bütün sonuçlarıyla birlikte ortadan kaldırılmasına karar verilir."Değişikliğin gerekçeleri ortaya konurken ekonomik suçlarda borçluların ödemeye teşvikinin kamu yararına olduğunun altı çizilirken, "Son yıllarda mukayeseli hukuktaki gelişmeler sonucu ceza hukukunda kabul edilen bir başka ilke de zararın giderilmesidir. Kaybolan kaynaklarının kamuya tekrar kazandırılması ve bunun için etkin tedbirlerin alınması gerekmektedir. Ekonomik suçlarda borçluların ödemeye teşvik edilmesi kamu yararınadır" denildi.Hisarcıkloğlu da Başbakan'a önerdi TOBB Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu dün beklenmedik bir çıkış yaparak, konuyla ilgili önlem alınması konusunu Başbakan'a önerdi. TOBB'un 6. Sanayi ve Ticaret Şurası'nda ağırladığı Başbakan Erdoğan'a dönük olarak Hisarcıklıoğlu af tasarısından duydukları memnuniyeti dile getirdi. Ardından da "vergi yükümlülüklerini zamanında yerine getiren mükellefleri ödüllendirmek ve teşvik etmek bakımından sosyal güvenlik primindeki 5 puanlık indirime benzer bir uygulamanın yapılması son derece yerinde olur" dedi. Bakan Mehmet Şimşek'in de af tasarısının bu kadar genişlemesinin ardından, dürüst mükellefin de ödüllendirilmesini savunduğu öğrenildi.CHP destek veriyor ama dürüstlere ödül istiyor Borçlara ilişkin yapılacak düzenlemeye CHP destek veriyor. Ancak CHP, bugüne kadar devlete olan borcunu düzgün ödemiş olan vatandaşın cezalandırılmaması için tasarıya bir hüküm koymayı önerdi. CHP milletvekili Mustafa Özyürek dün Plan ve Bütçe Komisyonu'nda 2011 bütçe görüşmeleri sırasında, "zamanında görevini yapmış olan, dürüst mükelleflerin vergilerinden yüzde 10-15 indirim yapılmalı" diyerek konuyu gündeme getirdi.
Milliyet
1,338,102
Ekonomi
KADİFE ŞAHİNÇin'de yaşayan Garanti Bankası'nın Çin Temsilcisi Noyan Rona, Turgut Özal'dan Cumhurbaşbakanı Abdullah Gül'e tüm devlet büyüklerinin resmi görüşmelerindeki Çince çeviriyi yaptı.Mesleği çevirmenlik olmayan Noyan Rona, Dışişleri Bakanlığı'nın göreve çağırması üzerine devlet büyüklerinin çevirisini üstleniyor ve bunun karşılığında yol ve konaklama ücretleri dışında kendisine bir ödeme yapılmıyor. Türkiye'nin Çin'le olan resmi görüşmelerinde çeviri sorumluluğunu üstlenen Rona, Garanti Bankası'nın Çin Temsilcisi. Dışişleri Bakanlığı'ndan devlet büyüklerinin Çin ziyaretleri sırasında çeviri için görev teklif edilen Rona, çalıştığı banka olan Garanti Bankası'nın üst yönetiminden izin alıyor. Gerek Türkiye gerekse de Çin'de günler süren yoğun programlarda Çince çeviri yapan Noyan Rona, ilginç deneyimler yaşamış.Çince'den Çince'ye çeviriRona, Çin tarafının yaptığı bir çeviri hatasında enflasyonun erezyon olarak aktarılmasına müdahale etmek zorunda  kaldığını anlattı.Bir Çin devlet adamının sokak Çincesi konuşması nedeniyle iki tercümanın görevlendirildiği bir resmi görüşmede de Rona, Çin devlet adamının sokak Çince'sinin bir Çinli tercüman tarafından diğer Çinli tercümanca resmi Çinceye çevrildiğini, daha sonra da kendisinin resmi Çinceyi Türk tarafına Türkçe olarak aktardığını belirtti.Noyan Rona'nın yaşadığı Çinlileri de şaşırtan ilginç olaylardan biri de Türkiye Cumhuriyeti 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in 1995 yılında Çin'de yaptığı resmi ziyaret sırasında gerçekleşmiş.9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Türkiye'de yaşanan yoğun gündemi Türk gazetecilerle resmi görüşmeler sırasında Çinliler'in önünde konuşunca Çinliler önce çevirileri dinledikçe şaşkınlığa uğramış, ardından kendilerini ilgilendirmeyen konuları iki saate yakın bir süre dinlemek zorunda kalınca uyumaya başlamışlar.Bu iki saatlik çevirinin kendisini çok yorduğunu ifade eden Garanti Bankası Çin Temsilcisi Noyan Rona, bazı devlet büyüklerinin Türkçeyi çok net ve güzel konuştuğunu bazılarının ise cümleleri düşük sesle yarım bırakarak çeviriyi zorlaştırdığını söyledi.Erdoğan net konuşuyorEn son Ekim ayında Türkiye'ye gelen Çin Halk Cumhuriyeti Başbakanı Wen Jiabao'nun resmi görüşmelerinde simultane çeviri yapan Rona, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın tane tane ve net konuştuğunu bu nedenle çevirisinin de daha kolay olduğunu belirtti. Rona, "Bazı devlet büyüklerimiz lafı ağzında yarım söylüyor, anlamanız zor olabiliyor" dedi.Ekim ayında Türkiye'ye gelen Çin Başbakanı Jiabao'nun resmi görüşmelerinde öne çıkan ancak dikkatlerden kaçan bir konunun iki ülke arasındaki mal alış verişinin artırılmasına yönelik olduğunu söyleyen Rona, önümüzdeki aylarda Türkiye ile Çin arasındaki mal alış verişini artırmaya yönelik 100 kişilik bir ekibin Türkiye'ye geleceğini söyledi.Rona, Çin'in Türk tahvili alacağını ancak bunun beklendiği kadar yüksek olmasını tahmin etmediğini söyledi.Şirketlere ücretsiz danışmanlık yapıyorTürkiye'nin bugün Çin'e bor, boraks, mermer, krom gibi madenler dışında, deri ürünleri, demir çelik, oto yedek  parça, makina aksamı, perde, fındık ve şarap da satmaya başladığını anlatan Noyan Rona, Garanti'nin Çin faaliyetleri hakkında şöyle konuştu:"Çin'de firma kurmak isteyen şirketlere Garanti olarak yardımcı oluruz. KOBİ paketlerimiz var. İhracatı teşvik programlarımız var. İhracat ve ithalatlarını destekliyoruz. Çin Temsilciliği olarak yer bulmaları ve insanlarla tanışmalarında yardımcı oluyoruz. Tanıtımlarını yapıyoruz. Çin'e ilgi duyan Türk firmalarına, Türkiye'ye ilgi duyan Çin firmalarına Garanti olarak yardımcı oluyoruz. Hiç bir ücret almadan danışmanlık yapıyoruz. Pazara yerleşmeleri, tanıtım yapmaları, Çin'e geldikten sonra virajlı yollardan ziyade daha doğru yollardan gitmelerine önayak oluyoruz."
Milliyet
1,331,243
Ekonomi
İstanbul Menkul Kıymetler Borsası Tahvil ve Bono Piyasası Kesin Alım Satım Pazarında işlem gören gösterge kağıdı 8 Ağustos 2012 vadeli tahvilin, bugün valörlü işlemlerinin saat 10.40 itibarıyla basit getirisi yüzde 7,86'ya, bileşik getirisi yüzde 7,64'e yükseldi.Bu tahvilin, aynı gün valörlü işlemlerinin cuma günkü kapanışında basit getirisi yüzde 7,85, bileşik getirisi yüzde 7,63 olmuştu.-DOLAR KOTASYONLARI- Bankalararası piyasada dolar kotasyonlarında alışta en düşük fiyat 1,4000 lira, en yüksek fiyat 1,4010 lira, satışta en düşük fiyat 1,4040 lira, en yüksek fiyat 1,4070 lira düzeyinde bulunuyor.-PARİTE- Uluslararası piyasalarda avro-dolar paritesi 1,3959, sterlin-dolar paritesi 1,6157, yen-dolar paritesi ise 81,18 düzeyinde seyrediyor.
Milliyet
1,321,866
Ekonomi
RA MilliyetErdoğan, dün TOBB İkiz Kuleler'de düzenlenen 6. Türkiye Ticaret ve Sanayi Şûrası'na katıldı. Türkiye'nin bu anlamda kendine yetme noktasına geldiğini ifade eden Erdoğan, şöyle konuştu:"Efendim üniversite bitirecek de ne olacak? Üniversiteli işsizler mi olacak' dediler. Olsun da üniversiteli işsiz olsun. ABD'de, Avrupa'da üniversiteli işsizler yok mu? Bunları zaman kendi içinde hallediyor. Bizde de zamanı geldiğinde halledecek. Geleceğe bu doğrultuda bakmak realist bir bakış açısı olmalı." Erdoğan, tüm sorunları bir günde, bir gecede çözmeyi arzu ettiklerini ifade ederek, "Elimizde de sihirli değnek yok" diye konuştu. Prim affı bayramdan önceBaşbakan Recep Tayyip Erdoğan, vergi-prim affı ile bunların yeniden yapılandırılmasına ilişkin çalışmanın bayramdan önce tamamlanarak af bekleyenlere müjde olarak açıklanması için talimat verdi. Erdoğan, "Bayramdan önce bitirmek isabetli olur. Hem de bayrama müjde olur. Bizim için çok önemli hem devlet hem de yapılandırmaya katılanlar kazanacak" dedi. Ticaret ve Sanayi Şûrası'nın ardından düzenlenen basın toplantısında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, üretimin üzerindeki yüklerin kaldırılmasına ilişkin olarak, "Bizim petrol kuyularımız yok. Bizim tek kaynağımız vergi. Eğer bu imkânları da biz tamamiyle yok kabul edersek o zaman memurunun maaşını veremeyen bir devlet konumuna düşeriz" diye konuştu.
Milliyet
1,328,151
Ekonomi
EKONOMİ SERVİSİDünyanın en büyük lüks imparatorluğu Louis Vuitton Moet Hennessy'nin (LVMH) tepesinde oturan Bernard Arnault, ipek eşarpları ve on binlerce euro'luk çantalarıyla ünlü Hermes'in tamamını ele geçirmek için pusuya yattı.Geçen ay Hermes'in yüzde 17 hissesini almayı başaran LVMH, iki yüz yıldır şirketin sahibi olan 220 kişilik Hermes hanedanını tek tek ikna ederek kalan yüzde 73 hisseyi de almak istiyor. Bunun farkına varan Hermes yönetimi, Arnault'dan satın aldığı hisseleri tekrar aile üyelerine satmasını istedi. Fransız Le Figaro gazetesine açıklama yapan Arnault ise, "Borsaya açık bir şirketin başı nasıl olur da bir yatırımcıdan hisselerini satmasını ister aklım almıyor. Biz Hermes hisselerini uzun vadeli yatırım olarak görüyoruz. Yaptığımız alım tamamen dostane. Hasmane tavır içinde olanlar, hisseleri satmamızı isteyenler" dedi.  Wall Street Journal gazetesinde yer alan habere göre LVMH'yi dünyanın en büyük lüks markasına dönüştüren Yönetim Kurulu Başkanı Arnault, bu konuda oldukça tecrübeli. Avrupa'da şampanya üreticisi ve modaevi sahibi birçok köklü aile varlıklarını bugün Fransa'nın en zengini olarak gösterilen Arnault'nun sabırlı ve inatçı manevraları sonucu LVMH'ye devretti. Üstelik kurt işadamı istediğini elde edene kadar yıllarca bekleyebilecek kadar da sabırlı. Örneğin LVMH, 1980'li yıllarda Fransız parfüm üreticisi Guerlain'in azınlık hisselerini almıştı. Sabırlı Arnault, aile içinde çıkan ayrılıklardan faydalandı ve 1994'te şirketin tamamı LVMH'nin kontrolüne geçti. 2 milyar dolara kapmıştıArnault, geçen ay borsada 251 dolardan işlem gören Hermes hisseleri için 115 dolar gibi oldukça iskontolu bir bedel ödemiş, toplam fatura 2 milyar doları bulmuştu. Arnault, o dönemde yaptığı açıklamalarda da Hermes'in yönetim kurulunda bir sandalye sahibi olmakla ilgilenmediğini belirtmişti. Ancak şimdi durumun değişmekte olduğu belirtiliyor. 'Genç kuşak vefakâr' JP Morgan'ın lüks ürünler analisti Melanie Flouquet LVMH'nin niyetiyle ilgili, "Şirket güçlü pozisyonda. Aile üyelerinin hisselerin bir kısmını ya da tamamını satmaya niyetli olduklarına dair işaretler verene kadar bekleyebilir" değerlendirmesini yaptı. Ancak Hermes hanedanının da Arnault'nun ataklarına karşı saldırıya geçmeye hazırlandığı belirtiliyor. Firmanın genel müdür yardımcısı ve aile üyesi olmayan Patrick Albaladejo ise, genç kuşak temsilcilerinin Hermes'e en az yaşı daha ileri üyeler kadar sahip çıktığı ve vefakâr olduğu  görüşünde. LVMH'de de aile kavgası sayesinde yönetimin tepesine kadar yükseldiForbes dergisine göre 27.5 milyar dolarlık servetiyle dünyanın en zengin 7. ismi olan Bernard Arnault, LVMH'deki yükselişini de aile içi kavgalara borçlu. Şirketi kontrol eden iki aile arasında 1980'li yıllarda yaşanan husumetten faydalanarak yönetimde yükselmeyi başarmıştı. 1987'de borsadaki çöküşten faydalanarak LVMH'nin yüzde 43 hissesinin sahibi oldu, babası Jean Leon Arnault'yu da şirketin denetim kurulunun başına getirdi. 1989'da Arnault artık LVMH'nin yeni CEO'su ve yönetim kurulu başkanıydı. Arnault, bundan üç yıl önce de Fransa'nın ünlü perakende grubu Carrefour'un kurucusu Halley ailesinin dağılması ve Yönetim Kurulu Başkanı'nın ayrılmasının ardından bu şirketin hisselerine 2 milyar dolar yatırım yaparak azınlık hissedarı oldu. Arnault bugün grubun yönetim kurulunda sandalye sahibi ve stratejisine yön veren az sayıda isimden biri. Üç aileden oluşan hanedan1837 yılında Thierry Hermes tarafından kurulan ve o dönemde sadece eyer üreten şirket, Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra torun Emile Hermes'in yönetimine geçti. Şirketin deri çanta ve seyahat aksesuarları üretimi de bu dönemde başladı. Bugünkü Hermes hanedanının temelini oluşturan üç aile, yani Puech, Dumas ve Guerrandlar ise Emile Hermes'in üç kızının yaptığı evliliklerle ortaya çıktı. Emile Hermes'in torunlarından Jean-Louis Dumas, beşinci kuşağın en ön planda olan temsilcisiydi. 28 yıl yönetim kurulu başkanı ve CEO olarak görev yapan Dumas, markanın bir lüks devine dönüşmesini sağladı. Bu dönemde şirket borsaya açıldı. 2006 yılında emekliye ayrılan Dumas'dan sonra şirketin başına profesyonel bir yönetici getirildi. Ancak CEO Patrick Thomas olsa da hanedanın birçok temsilcisi yönetici pozisyonunda. Bunlardan en önemlisi Emile Hermes Holding'in başındaki 74 yaşındaki Bertrand Puech. Karmaşık yapı saldırıdan koruyorAslında Hermes'te kontrolü ele geçirmek o kadar kolay değil. Şirketin aile bireylerinden oluşan dokuz kişilik bir denetim kurulu var. Limited ortaklık şeklinde yapılanan şirkette yönetici ortakların her birinin hissedarların aldığı kararların büyük kısmı üzerinde veto hakkı bulunuyor. Hermes'i kontrol eden Emile Hermes SARL adlı holding ise yalnızca doğrudan aileden isimlere açık. Aile bireylerinin bazıları belli bir vergi indirimi karşılığı ellerindeki hisseyi iki yıl boyunca kimseye devretmeme taahhüdünde bulunduğu anlaşmalar imzalamış durumda. Hermes hanedanı içinde yer alan her aile, elindeki hisseleri bir sonraki kuşağa ne zaman ve nasıl devredeceğine kendisi karar veriyor. Geniş ailenin bireyleri at yarışlarından yıllık galaya kadar çeşitli Hermes etkinliklerinde bir araya geliyor ve iletişimi koparmıyor. 2009'da 1.91 milyar euroluk ciro açıklayan Hermes'te de aile bireyleri bu karmaşık yapının kendilerini Arnault'nun pençesinden kurtaracağını umuyor.
Milliyet
1,335,833
Ekonomi
Türk 'dan yapılan açıklamada, Türk Telekom müşterilerinin, kampanya ile ev telefonlarından, sevdikleri ile akşam 7 ve sabah 7 saatleri arası bedava konuşacakları belirtildi. Açıklamada, özellikle bayram gibi konuşma trafiğinin yoğun olduğu dönemlerde müşterilerinin iletişim giderlerinden tasarruf etmelerine destek sağlamayı hedefleyen Türk Telekom'un, tüm müşterilerini şehiriçi ve şehirlerarası ayrımı olmaksızın bedava konuşturduğu kaydedildi. 7;'en 7'ye Bedava kampanyasında Türk Telekom'un bireysel müşterileri, sabit hatlarından akşam 7'den sabah 7'ye kadar yaptıkları şehiriçi ve şehirlerarası aramalar için herhangi bir ücret ödemeyecek. Kampanyada 3 bin dakikalık adil kullanım limiti uygulanacak. Kampanya, herhangi bir başvuru veya taahhüt gerektirmiyor.
Milliyet
1,331,576
Ekonomi
Hazine Müsteşarlığı, 10 yıl vadeli avro cinsinden tahvilin artırımı için 3 bankaya yetki verdi.Hazine Müsteşarlığı'ndan yapılan duyuruya göre, 2011 yılı dış borçlanma programının ön finansmanı amacı ile avro cinsinden 18 Mayıs 2020 vadeli tahvilin artırımı (reopening) için, bugün BNP Paribas, Deutsche Bank ve HSBC;ye ortak lider bankalar olarak yetki verildi.
Milliyet
1,327,378
Ekonomi
UEFA Avrupa Ligi L Grubu'nda Portekiz'in Porto takımıyla yaptığı maçtan 1-1 beraberlikle ayrılan Beşiktaş'ın İstanbul Menkul Kıymetler Borsası'nda (İMKB) işlem gören hisseleri günün ilk yarısında yükseldi.İMKB'de dünkü kapanışta 9,58 liradan işlem gören Beşiktaş Futbol Yatırımları hisseleri bugün ilk seansı 10,24 liradan tamamladı. Hisseler düne göre yüzde 6,89 oranında değer kazandı.
Milliyet
1,338,113
Ekonomi
EKONOMİ SERVİSİING Bank'tan yapılan açıklamada, bu kapsamda ilk fon olarak, ING Bank Koruma Amaçlı Şemsiye Fon'a bağlı B tipi yüzde 100 Anapara Koruma Amaçlı 1. Alt Fon ile anapara kaybetme riski olmadan, 1 yıllık dönemi sonunda döviz sepetinin yükselişine yüzde 75 oranında katılım payı imkânı sunduğu belirtildi.ING?Bank'tan yapılan açıklamada, böylece yüzde 50 dolar/TL yüzde, 50 euro/TL'den oluşan döviz sepetinde yükseliş bekleyen, ancak Türk lirası bazında anaparasını riske atmadan alternatif getiriler arayan yatırımcıların, cazip katılım payıyla kendileri için çok uygun bir ürünle buluşmuş oldukları kaydedildi.
Milliyet
1,323,372
Ekonomi
İstanbul Menkul Kıymetler Borsasında (İMKB) işlem gören hisse senetleri günlük bazda ortalama yüzde 0,12 oranında değer kazandı.İMKB 100 Endeksi, ikinci seansta 166,63 puan azalarak 68.604,63 puandan kapandı. Hisse senetleri ikinci seansta ortalama yüzde 0,24 oranında geriledi.İlk seanstaki 249,05 puanlık artış dikkate alındığında, borsa endeksi günün tamamında 82,42 puan yükseldi.Hisse senetleri günlük bazda ortalama yüzde 0,12 değer kazandı.
Milliyet
1,331,578
Ekonomi
Avrupa Merkez Bankası'nın Euro Bölgesi için geliştirdiği modele dayalı olarak 3 aylık tahminlerin yapıldığı Ernst&Young Eurozone Forecast (EEF) raporuna göre, ekonomik krizin etkileri asıl şimdi başlıyor.Raporda, 2010 yılının ikinci çeyreği şaşırtıcı büyüme rakamları ortaya koyduğu, ancak bu durumun fazla uzun sürmeyeceği ve sorunların daha yeni başladığı belirtildi.Bölgenin büyüme oranının yüzde 1,5 olduğu kaydedilen raporda, işsizliğin 2011 ortalarına kadar 16,3 milyonun üzerine çıkarak pik yapacağı vurgulandı.Büyümede 2011 beklentisinin ise yüzde 1,4 ile genel eğilimin altında kaldığı kaydedildi.Ernst&Young Eurozone Forecast (EEF) raporunda, Euro Bölgesi için tahminlerin revize edildiği ve 2010 yılı için bölgenin büyüme oranı tahmininin yüzde 1,5 olarak açıklandığı dile getirilen açıklamada, "Bu sonuca özellikle Alman ekonomisinin ikinci çeyrekteki performansı ile gelindiği, 2011 için büyümenin genel eğilimin altında yani yüzde 1,4 olacağı ifade ediliyor. Rapor, Euro Bölgesi'nde işsizliğin 2011 yılı ortalarına kadar süreceği ve 16,3 milyonun üzerine çıkarak pik yapacağını ortaya koyuyor" denildi.Bölgenin ikinci çeyrekteki büyümesini bir süre daha sürdüreceğine değinen EEF ekonomi danışmanları, açıklanmış harcama kesintileri ve vergi artışlarının olumsuz etkilerinin net bir şekilde görüleceğini söylediği ifade edilen raporda, ABD'nin kriz sonrası toparlanmasının hala yavaş seyretmesinin, bölgede ihracatın da öngörüldüğü gibi hızlanmasının önünde engel teşkil ettiği belirtildi.Güçlü ve sağlam ekonomiye sahip Almanya'nın bile bölgeyi negatif faktörlerden koruyamayacağı öngörülen raporda, "Bölgede bulunan şirketlerin endişeli yaklaşımları sürecektir" ifadesine yer verildiği, özellikle Güney Avrupa ülkelerinin ihtiyati tasarruf tedbirlerini yüksek düzeyde tutmaya devam edeceklerine dikkatin çekildiği bildirildi.Raporda, temmuz ayı son döneminde yapılan stres testlerinden çıkan sonucun bankacılık sektörü için olumlu sinyaller verdiği anımsatılarak, kötü dönemi atlatamayan az sayıda bankanın olduğu ve Avrupa bankalarının artırması gereken ek sermayenin, beklenene oranla daha az seviyede gerçekleştiği vurgulandı.-"BÖLGENİN DURGUNLUK ÖNCESİ DÖNEME ULAŞMASI 2015 YILINI BULACAK"- Tüm bu gelişmelere rağmen, Euro Bölgesi bankalarının kredi standartlarını daha geriye çektiklerini ortaya koyan rapora göre, bu durum kısmen fonlara ulaşmada zorlanmalarına, kısmen de süregelen belirsizliklere neden oldu.Bankacılık sektöründeki tutum, bölgedeki banka borçlarına bağlı yaşayan firmaların iyiye gidişine engel oldu. EEF raporu, bu gerilimin bir müddet daha devam edeceğine işaret ediyor. Raporda şöyle denildi: "Bölge hükümetleri hala harcama kesintileri ve bazı durumlarda vergi artışı politikalarına devam ediyor. EEF raporu tahmini, bu mali ölçütlerin gayrisafi yurtiçi hasıla büyümesine engel oluşturacağı ve gelecek yıl yüzde 1 düşüşe neden olacağı yönünde. 2010 yılının nötr bir seyir izlediği belirtilen raporda, 2009'a göre ise yüzde 1'lik bir olumlu artışı ortaya koyuluyor.Euro bölge ekonomisi aynı zamanda ürün kaynaklı bir enflasyon ile boğuşuyor. Enflasyon oranlarının görece şekilde daha düşük olmasına rağmen, özellikle zayıf ekonomik koşullar için öngörülenin üzerinde olması sebebiyle, bölgedeki hane ve şirketlerin alım gücünü düşürüyor.Avrupa Merkez Bankası para politikasını normalize etmek üzere zorlu görevle yine karşı karşıya kalacak. EEF raporu tahminine göre, banka 2011 yılı ortasına kadar faiz oranlarını aynı düzeyde tutacak ve aynı zamanda daha fazla likidite sağlamaya devam edecek." Ernst&Young Avrupa, Ortadoğu, Hindistan ve Afrika Bölgesi Başkanı Mark Otty, rapor sonuçlarını şöyle yorumladı: "2010'un ikinci çeyreğindeki nispeten daha olumlu tahminlere rağmen Avrupa şirketleri hala kısa ve orta vade görünümleri konusunda karamsar yaklaşım içindeler. Çoğunun kısa ve orta dönem planları içinde yatırımlar ve işe alımlar görünmüyor. Öyle ki bölgenin iş etkinliğinde durgunluk öncesi döneme ulaşması dahi 2015 yılını bulacaktır."
Milliyet
1,346,845
Ekonomi
EKONOMİ SERVİSİTürkiye'nin satın alma gücü paritesine göre milli geliri, Devlet Planlama Teşkilatı'nın (DPT) yazısı üzerine dün itibariyle toplamda 171.1 milyar dolar, kişi başına ise 2.354 dolar artırılarak düzeltildi. Dünkü Resmi Gazete'de yayımlanan düzeltmeyle Bakanlar Kurulu'nun 2011 Yılı Programı'nda yer alan satın alma gücü paritesine göre kişi başı gayri safi yurtiçi hasıla (GSYH) 15.392 dolara, toplam GSYH de 1.119 trilyon dolara yükseltilmiş oldu. Bu yükselişte, daha önce OECD tarafından hesaplanan satın alma paritesinde yapılan yüzde 18'lik düzeltme etkili oldu. Ekim sonunda açıklanan programda, 2010 yılı için 1.159 olarak belirlenen satın alma paritesi (dolar/TL), 0.982'ye indirildi. Parite, bir doların satın aldığı malın Türkiye'de kaç lira ile satın alındığı göz önüne alınarak hesaplanıyor. Eski hesaba göre 1 doların satın aldığı mal, Türkiye'de 1.159 lira idi. Yeni hesaplamaya göre ise 0.982 liraya mal oluyor. Oyak Yatırım ekonomisti Gülay Elif Girgin, "Çok önemli bir gelişme değil. Anlaşıldığı kadarıyla tamamen teknik bir hata yapılmış. Bir revizyon değil. Yanlış bir hesaplama yapılmış. Matematiksel bir sorun olmuş. Belki satın alma paritesini hesaplarken, ki bu örneğin ABD'deki et fiyatlarıyla Türkiye'deki et fiyatları arasındaki fark gibi birçok kalemde satın alma gücü farkı dikkate alınarak hazırlanır, bir eksiklik oldu" diye konuştu.  Bir başka ekonomist de, "Satın alma gücü paritesinde hemen her yıl düzeltme yapılabiliyor. Bu çok şaşırtıcı bir durum değil. Daha önceki yıllarda parite 0.8, 0.9 civarındaydı. Yani başta 1.159 olarak hesaplanmış olması sıradışıydı. Belki uzmanların kalem kalem yaptığı hesaplamada bir kayma ya da hata olmuş olabilir. Matematiksel bir hata düzeltilmiş oldu" dedi. Düzeltmeye göre, 2011 için belirlenen satın alma paritesi de değiştirildi. Bu oran, daha önceki hesaplamada 1.211 olarak açıklanmıştı. Düzeltmeyle 1.025'e çekildi. Böylece 2011 için öngörülen satın alma gücüne göre toplam GSYH 181.8 milyon dolar artarak 1.003 trilyon dolara yükseldi. Yeni hesaplamaya göre 2011'de kişi başına düşen satın alma gücüne göre GSYH'nin de 13.653 dolar yerine 16.126 dolara yükseldi. Düzeltme  gerekçesiParite, ülkeler arasındaki fiyat düzeyi farklılaştırmasını ortadan kaldırmaya yönelik bir para birimi dönüştürme oranı. Buna göre, yapılan eski hesapta 1 doların satın aldığı mal, Türkiye'de ancak 1.159 liraya satın alınabiliyordu. Yeni hesaplamaya göre ise aynı mal 0.982 liraya mal oluyor. Bu düzeltmeyle Türkiye'nin satın alma gücü yüzde 18 oranında artmış oluyor. Dünya sıralamasında bir basamak yükseldiTürkiye, satın alma gücü paritesine göre GSYH'de yapılan düzeltme sonrası bu kategoride Endonezya'yı geçerek 15. sıraya yükseldi. Endonezya'nın satın alma gücü paritesine göre GSYH'si 1.027 trilyon dolar. Türkiye'yi Endonezya'nın ardından Avustralya, İran ve Tayvan izliyor.
Milliyet
1,329,992
Ekonomi
Kazakistan Ulusal Atom Şirketi Başkanı Vladimir Şkolnik, Fransız şirketi AREVA ile nükleer yakıt üretmek için fabrika kuracaklarını söyledi. Ust-Kamenogorsk'ta kurulacak şirkette hisselerin yüzde 51'inin Kazakistan'a yüzde 49'unun Fransa'ya ait olacağını bildiren Şkolnik, 2014 yılında faaliyete geçecek fabrikada yıllık 400 ton nükleer yakıt üretileceğini ifade etti.
Milliyet
1,346,849
Ekonomi
PERAKENDE - EYLEM TÜRKAlışveriş merkezlerinde (AVM) geleneksel esnafın da yer alabileceğinin İstinye Park ve Kentpark gibi örneklerle kanıtlandığını söyleyen Jones Lang LaSallle Türkiye Başkanı Avi Alkaş, "Meslek loncaları modernize edilerek artık bir arada oldukları mağaza karması anlayışı yerleşti" diyor. Bu anlayışın AVM'leri daha cazip hale getirdiğini belirten Alkaş, AVM'lerde yer alan markaları Çağdaş Kasap, Şahane Baklava, Miş Miş Kuruyemiş, Uzmanlar Manav, Esnaf Lokantası,?Fazıl Bey'in Türk?Kahvesi, Aydoğanlar ve Pazarım Mantı olarak dile getiriyor. Sınır ticaretinin modern alışverişe dönüştüğünü vurgulayan Alkaş, şöyle devam ediyor: "Komşu ülkeler, Türkiye'yi tercih ediyor. Çünkü, markalı ürünlere ilgi artıyor. Öyle ki, Suriye Halep'teki Shahba Mall yetkilileri, Sankopark'a, 'Halep'e artık otobüs göndermeyin, müşterimizi almayın' demiş. Türkiye'deki AVM'lere Irak ve İran'dan da büyük ilgi var." 'Planlamalar değişiyor'AVM'lerdeki gelişmeleri de paylaşan Alkaş,  "AVM'ler şeffaflaştı ve açık havayla buluşmaya başladı. Planlamalar değişti. Kafeteryalar bina dışına taşınıyor. Yiyecek içecek bölümleri balkonlaştırılıyor. Teraslar önemli hale geliyor. Son dönemde mimari gelişmeler de çok önem taşıyor.   Amaç, müşterinin kendini daha iyi hissetmesi" diyor. Shopping Fest hazırlığı sürüyorShopping Fest hazırlığının sürdüğünü belirten Avi Alkaş,  "Bu organizasyon için Turizm Bakanlığı, Türkiye İhracatçılar Meclisi, Alışveriş Merkezleri ve Perakendeciler Derneği, Birleşmiş Markalar Derneği ve Alışveriş Merkezi Yatırımcıları Derneği ortak bir çalışma içinde. Mart - Nisan döneminde gerçekleştirilecek proje için ilk kez kamu ve özel sektör bir arada."Erbil Family Mall 15 Aralık'taKuzey Irak'taki Family Mall'un 15 Aralık'ta açılacağını söyleyen Avi Alkaş, "Türk perakendecileri sınır ötesine taşınmak için yakın coğrafyayı zorluyor. Özellikle Kuzey Irak'ta büyük hareketlilik yaşanıyor" diyor. Alkaş, Erbil Family Mall'da 38 Türk markasının yer alacağını belirtiyor.Bu markaların bazıları ise şunlar: "LC Waikiki, YKM, Kiğılı, Koton, Mado, Bisse, Panço, Flo, Aydınlı Grup, Rodi Mood." Silk&Cashmere de Çin'de mağaza açacakÇin'de kaşmir ürettirip, dünyaya satan Silk&Cashmere'in kurucusu ve CEO'su Ayşen Zamanpur, önümüzdeki yıl mayıs ayında burada mağaza açacak. Şimdiden mağaza için iki kişiyi istihdam ettiklerini belirten Zamanpur, eylül ayında Zürih'te açtıkları mağazaya da işaret ederek,  "Yurtdışında satış noktalarını artıracağız" diyor.Sıfırdan kurup bugünlere getirdiği Silk&Cashmere'in Emylon Ticaret Okulu'nda vaka çalışması olarak okutulacağını söyleyen Zamanpur, "Emylon Ticaret Okulu dekanı tarafından bizzat dört farklı dilde doküman istendi" diyor. Türkiye'de de eğitim kurumlarında halen vaka çalışması olarak okutulduklarını da belirten Zamanpur, "Çeşitli üniversitelerde başarı öykümüz altı kez örnek vaka ve 11 kez de yüksek lisans tezi çalışmasına konu oldu" diyor ve şöyle devam ediyor: "Dünya Girişimcilik Forumu tarafından gelecek yıl 19 dilde yayımlanması planlanan eğitim kitapçığında da Silk&Cashmere dünyada önde gelen girişimcilik örneği olarak yer bulacak." 'Sosyal medya ağında çok iyiyiz' Sosyal medya pazarlama ağlarında uzun süredir yer aldıklarını söyleyen Ayşen Zamanpur, hangi ağlarda yer aldıkları ve gösterdikleri performansı ise şu sözlerle anlatıyor: "IPhone'a giren Türk markaları arasında yerimizi aldık. Silk&Cashmere'in katıldığı bu uygulama listesinde, dünyaca tanınmış birçok marka da bulunuyor. IPhone kullanıcıları, App Store bölümündeki Life Style menüsünden seçerek uygulamayı telefonlarına indirebiliyorlar. Sadece bir kere indirilmesi yeterli olan uygulama, kullanıcılara sürekli kullanım olanağı sunuyor. Uygulamanın içinde kullanıcıların en ince ayrıntısına kadar inceleyebileceği, yalın çizgi ve rafine zarafetiyle Silk&Cashmere koleksiyonları, güncel kampanyalar ve Silk&Cashmere haberleri bulunuyor. Blog, Twitter ve Facebook sayfaları ile sosyal ağlarımızı birbirine bağlayarak daha kullanışlı hale getirdik. Sosyal medya katkılı internet satışlarımız çok iyi gidiyor."Oğlu pazarlamada göreve başladıAyşen Zamanpur kısa bir süre önce eğitimini tamamlayan oğlu Ferhat Zamanpur'un da Silk&Cashmere'de göreve başladığını belirterek, "Ferhat, pazarlama bölümümüzde çalışmaya başladı. Çok güzel projeler üretiyor" diyor. 256 bin euro'ya platin saat satıyorLüks tanımına giren saat markalarının sayısının gün geçtikçe arttığını söyleyen IWC Türkiye/ İsrail Bölge Müdürü Aylin Aydın "Bugün 50'ye yakın lüks saat markası Türkiye'de faaliyet gösteriyor. Pazarın yaklaşık 50 milyon euro civarında olduğunu söylemek yanlış bir tahmin olmayacaktır" diyor. Türkiye'de, iş, spor ve sanat dünyasından çok sayıda saat tutkunu isim olduğunu belirten Aydın, şöyle devam ediyor:"IWC, saat tutkunlarından en fazla pay alan markalardan biri olma özelliğine sahip. Türkiye'de markamızın ciddi tutkunları mevcut. Öyle ki 2 ile 9 adet arası IWC saati olan müşterilerimiz var. Bazı müşterilerimiz her 'limited edition' saatimize sahip olmak istiyor. Pilot saatlerimizin St. Exupery limited edition'ları gibi."Kırmızı altınIWC'de 3 bin euro ile 180 bin euro arasında saat bulabilmenin mümkün olduğunu kaydeden Aydın, şu bilgileri veriyor: "Portuguese serimizin en değerli parçası, kırmızı altın olarak ürettiğimiz Portuguese Grand Complication, bir saatin sahip olabileceği en üstün kalite, mekanizma ve özelliklere sahip. Fiyatı, 180 bin euro. Orjinal Grand Complication'ın platin olarak üretilen modelinin fiyatı ise 256 bin euro."Aylin Aydın, IWC Schaffhausen'ın hikayesini de şöyle anlatıyor: "Öykü, 27 yaşındaki Amerikalı saat ustası Florentine Aristo Jones'un 1868'de Boston'dan kalkıp Schaffhausen'a yerleşmesiyle başlıyor. Hedefi, Amerika'nın otomasyon konusundaki uzmanlığını, İsviçre'nin teknik yeteneğiyle bir araya getirmek. Ve 142 yıllık köklü geçmiş, bunu başardığını da ortaya koyuyor. " Kevin Spacey de markaya tutkunAylin Aydın, 142 yaşında ve dünyanın dört bir yanında 1200'e yakın satış noktasında vitrinlere sunulan markanın dünya çapında tutkunları olduğuna dikkat çekiyor ve ekliyor: "Dünyaca ünlü IWC saat tutkunları arasında Kevin Spacey, Jean Reno, Boris Becker, Paulo Coelho, Luis Figo, Ronan Keating, Tony Parker, John Malkovich, Cate Blanchett, Tim Jeffries gibi isimler var." HAFTANIN KULİSİKemerburgaz'a lüks alışveriş adası geliyorİstanbul'un en yeni ve en modern banliyölerinden biri olan Kemerburgaz Göktürk'te yapılaşma sürecinin sonuna yaklaşılırken bölge, yepyeni bir projeye ev sahipliği yapmaya hazırlanıyor: Lüks alışveriş adası. Kemerburgaz Göktürk'ün en gözde caddesi, İstanbul Caddesi üzerinde gerçekleşecek projede Country Life, Kurt GMG, Neo Vista, Gökmahal'in ortak bir projeye imza atacağı konuşuluyor.Halihazırda 30 bin kişinin yaşadığı bölge nüfusunun kısa süre içinde 80 bine ulaşacağı tahmin ediliyor. Yetkililer projeyi, 'Organize bir Bağdat Caddesi' olarak nitelendiriyorlar.İçinde 3 kilometreyi bulan gezi yollarının olacağı projenin Kuzey İstanbul'un İstinye Park'ı, Kanyon'u olabileceği belirtiliyor. Bu amaçla lüks markalarla görüşmeler yapılacak ve bu markalar bir araya getirilerek Göktürk'te lüks bir alışveriş adası oluşturulacak. Projenin 9 bin 500 metrekarelik bölümünün inşaatını ise Keleşoğlu ve Metal Yapı firmaları üstlenmiş.Yetkililer, "Bu projenin Kanyon gibi kenar bölümleri açık olacak. İstinye Park gibi her dükkan kendi mimarisini yapacak. Buna tek bir proje demek yanlış olur. Bu bir projeler bütünü. Alışveriş adasının içine alışveriş merkezleri, gezi alanları ve rezidanslar yapılacak. Ayrıca 30 bin metrekare lüks mağaza alanı olacak" diyor. Avcılar'a Pelikan geldi150 milyon dolarlık yatırım değerine sahip olan Pelican Mall Alışveriş ve Yaşam Merkezi, 17 Aralık'ta kapılarını açarak Avcılar'ı hareketlendirmeye hazırlanıyor. Keleşoğlu, Kameroğlu ve Gül inşaat tarafından projelendirilen Pelican Mall Alışveriş ve Yaşam Merkezi, Türkiye'nin önemli mimarlık ofislerinden Tabanlıoğlu Mimarlık tarafından projelendirildi. Yüzde 95'i kiralanmış durumda olan projede restoranlardan kafelere, tekstilden elektronik ve kozmetiğe kadar geniş bir yelpazede oluşturulan marka karması  dikkat çekenler arasında. Dört katta ortalama 100 mağazanın hizmet vereceği AVM, 100 bin metrekarelik inşaat alanına sahip. Kiralanabilir alan ise 34 bin metrekare olarak kurgulandı. AVM, 3 milyon kişiyi hedef alıyor.
Milliyet
1,325,372
Ekonomi
İngiltere Merkez Bankası, faiz oranlarını değiştirmedi.Banka Yönetim Kurulu, bugün yaptığı toplantıda, yüzde 0,5 olan faiz oranlarını sabit tutma kararı verdi. Böylece, faiz oranları 20 aydır üst üste değiştirilmemiş oldu.Öte yandan, banka, 200 milyar sterlin (323 milyar dolar) büyüklüğündeki varlık satın alma programının büyüklüğünü de değiştirmedi. Ancak birçok ekonomist hala para arzının artırılması için parasal genişleme programının yeniden başlatılacağına inanıyor.
Milliyet
1,325,970
Ekonomi
EKONOMİ SERVİSİBeyin avcısı şirketi Heidrick & Struggles Yönetici Ortağı Ayşegül Dicle Aydın, Türkiye'deki şirketlerin yetenek tüketicisi ve muhafazakâr nitelikte olduğunu söyledi. Heidrick & Struggles Yetenek Modellemesi Araştırması'nda şirketlerin "yetenek avcısı", "yetenek okulu", "yetenek tüketicisi" ve "muhafazakâr" olarak sınıflandırıldığı bilgisini veren Aydın,  Türkiye'deki şirketlerin yönetici rotasyonu yapmadığı ve eğitim vermediği için yetenek tükettiğine dikkat çekti. Aydın, "Türkiye ve Avrupa'dan 85 CEO ile yapılan araştırma gösterdi ki rotasyon bir risk. Ama bu riski almayan şirket ölmeye mahkum... Türkiye'deki şirketler yetenek öldürmede başarılı. Sürekli eğitim, yöneticiye yatırımda çok zayıf. Ancak Türkiye'de yer alan uluslararası şirketler Avrupa'dan daha bile güçlü" diye konuştu.'Türk CEO'lar 5 milyon dolar alıyor'Türkiye'deki CEO'lrın son 10 yılda çok hızlı bir gelişim gösterdiğini ifade eden Aydın şöyle konuştu: "Birçok Türk şirketin yabancı ortağı var bu Türk CEO'larını çok geliştirdi. Maaş olarak da batıdaki CEO'lara yaklaşıldı. Örneğin cirosu 500 milyon dolar ve üstü şirketlerin CEO'ları Türkiye'de 1 milyon ile 5 milyon dolar kazanıyorlar. Büyük şirketlerimiz dünya maaş ortalamasını yakaladı." Yeni Muhtar Kentler geliyorGelecek 10 yıl içinde yeni Muhtar Kentlerin yolda olduğunu ifade eden Aydın, "Yurtdışında çok ciddi atamalar göreceğiz. Akaryakıt, bankacılık, ilaç sektöründe sessiz ve derinden çalışan ve çok önemli mevkilerde olan Türkler var. Takip ediyoruz" dedi.Kendi şirketinin bir amacının da yurt dışında yaşayan Türk yöneticileri tekrar Türkiye'ye getirmek olduğunu belirten Aydın, "Ters beyin göçü için çalışıyoruz, bir projemiz var. Bu da geçmişe göre artıyor. Heidrick & Struggles şirketinde müşterilere bir mail yollayacağız. Dünyadaki Türk çalışan yönetici listesi oluşturacağız" dedi. 'Liderlik danışmanlığına talep arttı'Heidrick & Struggles Türkiye'nin liderlik danışmanlığı verdiğini ifade eden Aydın, "Bir yıl gibi bir kısa sürede ciromuzun yüzde 20'si liderlik danışmanlığı işinden oluştu. Çok ciddi bir talep var. Sadece bu konuda hizmet veren yeni bir ofis açacağız. Heidrick & Struggles globalde ise 400 milyon dolar cirosu var. 2015 yılına kadar liderlik danışmanlığı ile birlikte ciroyu 1 milyar dolara çıkarma hedefi var" dedi.
Milliyet
1,326,848
Ekonomi
Quote dergisi tarafından belirlenen "Hollanda;nın en zengin 500 kişisi" listesinde Türk işadamı Celal Oruç, 85 milyon avroluk servetiyle 316. sırasında yer aldı.Orro Enerji;nin sahibi Celal Oruç, geçen yılki listede 355. sırada bulunuyordu. Dergide yer alan habere göre, Türk işadamının servetinde 2009 yılında yüzde 19,7;lik bir artış oldu.Enerjinin yanı sıra finans, telekom ve emlak sektöründe de yatırımları bulunan 1960 doğumlu Celal Oruç, Hollanda;ya işçi olarak gelen bir ailenin çocuğu. Oruç, 25 yıldır bu ülkede yaşıyor.Çeşitli sektörlerde iş yaptıktan sonra 1988 yılında telekom piyasasına girmeye karar verdiğini belirten Oruç, AA muhabirine yaptığı açıklamada, kurduğu Ortel Mobile;in kısa sürede büyük bir pazar payına ulaştığını söyledi.Telekom sektöründeki liberalleşmeyi çok iyi bir şekilde değerlendirdiklerini belirten Oruç, başarılı olmalarının altında yatan en önemli etkenin “azim" olduğunu ifade etti.Oruç, daha çok etnik pazara hitap eden 1 milyonu aşkın müşteri potansiyeline sahip Ortel;in hisselerinin tamamını, iki sene önce Hollanda Kraliyet Telekom şirketi KPN;e sattığını söyledi.Şu anda daha çok enerji ve finans alanında yoğunlaştıklarını belirten Oruç, Hollanda;nın yanı sıra Türkiye;de de yatırımlara hız verdiklerini kaydetti.Oruç, Hollanda;da bir banka kurmak için çalışmalar yaptıklarını da anlattı.Türkiye;de özellikle gayrimenkul alanında yatırım düşündüklerini ifade eden Oruç, Hollanda;nın en zenginleri listesinde yer almasının, bu ülkede yaşayan Türk toplumu için de son derece önemli olduğunun belirtti. Oruç, "Toplumda göçmenlerin bu ülkeye yük oldukları yönünde bir görüş hâkim. Ama biz topluma yük değil; tam tersine büyük bir katkı yapıyoruz. Listede yer almamız bunun en iyi göstergesi. Göçmen çocuklarının çalışmaları halinde önlerinin açık olduğunu da belirtmek isterim. Büyük imkanlar var bunu değerlendirmemiz lazım"dedi.
Milliyet
1,323,702
Ekonomi
BESTE ÖNKOL Spang, Japonya'nın yanı sıra Hong Kong'taki açılışlarında 2 hafta süren ve her gün 2 bin kişiden oluşan kuyruk olduğu anlattı. Tüm dünyadaki koleksiyonlarını İstanbul'a da yansıttıklarını dile getiren Spang, "Mağazanın konseptinden çalan müziklere kadar hepsi bizim diğer ülkelerdeki yüzümüzü oluşturuyor. Dünyada yeni uyguladığımız halı konseptini Türkiye'de Türk halılarından oluşturduk. Bir de İsveçli illüstrasyon sanatçısı mağaza içinde özel bir duvar hazırladı" dedi. Uygun metrekarede mağaza arayışlarını sürdürdüklerini ileten Spang, "İstanbul Forum'un ardından, İstinye Park, Forum Marmara ve Sapphire'de mağaza açacağız. Bağdat Caddesi ise bizim 'amiral gemimiz' olacak" diye konuştu.
Milliyet
1,337,845
Ekonomi
İSTANBUL Reuters Şirketten İMKB'ye gönderilen ve KAP'ta yer alan açıklamada, bu satışa aracılık etmek üzere Standard Ünlü Menkul Değerler'in yetkilendirildiği ve gerekli işlemlerin yürütülmesi için genel müdürlüğün yetkili kılınmasına karar verildiği belirtildi. Açıklama sonrasında Adana Çimento hisseleri yüzde 3.10 yükselişle 5.32 TL'den, Çimsa hisseleri ise yüzde 1.43 düşüşle 10.35 TL'den kapandı.
Milliyet
1,332,708
Ekonomi
Her geçen gün hayatımızı sarıp sarmalayan sosyal ağlar artık sadece eğlence ve iletişim için kullanılmıyor. Yeni trend sosyal ağlar üzerinde iş aramak. Genç nüfus arasında yüzde 20'ye dayanan oranları dikkate alındığında bu eğilim 'de de tutacak gibi görünüyor. İnsan kaynakları sitelerinin ortaya çıkmasıyla birlikte kapı kapı dolaşıp CV bırakma devri sona ermişti. Sosyal medyanın devreye girmesiyle de insan kaynakları siteleri 'out' olmaya başladı. Artık iş ve eleman talepleri sosyal ağlar üzerinden yapılıyor. İş bulmak için şansınızı artırmak istiyorsanız iyi bir CV'den çok sosyal ağlarda aktif bir takipçi listesine ihtiyacınız var. İş arayanlar sosyal ağlarda buluşuyor Kullanıcı sayıları her geçen gün artan , ve Friendfeed iş aramak için de en çok kullanılan sosyal ağlar haline geldi. Twitter üzerinde paylaşılan iş ilanlarını şehirlere ve sektörlere göre listeleyen www.kariyertwit.com'da şimdiye kadar 'dan 2 bin 778, 'dan ise 663 iş ilanına yer verilmiş. Çoğu www.secretcv.com'dan alınan ilanlar arasında mağaza müdüründen CNC operatörüne kadar pek çok pozisyon bulmak mümkün. İş ilanlarının Twitter üzerinde yayınlandığı bir hesap da www.twitter.com/isbul. Bu hesabı da 945 Twitter kullanıcısı takip ediyor. Twitter'ın yanı sıra iş aramak için kullanılan bir diğer sosyal ağ da Friendfeed. Site üzerinde Türkçe olarak açılan hesaplardan www.friendfeed.com/jobsff bin 987, www.friendfeed.com/isservisi 651, www.friendfeed.com/ff- 459 ve www.friendfeed.com/insan-kaynaklari ise 974 kullanıcı tarafından takip ediliyor. İş talebi dalga dalga yayılıyor Web 2.0 teknolojisiyle birlikte hayatımıza giren sosyal ağların artık sadece iletişim ve eğlence için değil bilgiye ulaşmak ve yaymak adına da önemli bir platform olduğunu belirten sosyal danışmanı Ercüment Büyükşener, eğitimli piyasasında işsizlik oranının son derece yüksek olduğu Türkiye'de sosyal ağların iş aramak için kullanılmasının kaçınılmaz olduğunu söylüyor. Büyükşener, "Twitter'da ya da Facebook'da yazdığınız 'şu şartlarda iş arıyorum' cümlesi onlarca arkadaşınızın 'beğen' butonuna basması veya kendi profillerinde paylaşması sayesinde o kişilerin takipçilerine ulaşabiliyor. İş arama sürecine sizinle birlikte üyesi olduğunuz sosyal ağlardaki takipçilerinizi ve onların takipçilerini de katmış oluyorsunuz. Bunu suya atılan bir taşa benzetmek mümkün. Her dalga bir sonrakini yaratıyor ve neticede iş talebiniz hiç tahmin etmediğiniz Işverenlerin önüne gelebiliyor" diyerek, sosyal ağlarda iş aramanın klasik iş arama yöntemlerine göre çok daha avantajlı olduğunu belirtiyor. Herkes kendi göbeğini kendisi kesecek Sosyal medyanın gelecek 10 yılda iş görme süreçlerinin belirleyici faktörü haline geleceğini ifade eden Fütüristler Derneği Başkanı Ufuk Tarhan da klasik kariyer sitelerinin ve İK süreçlerinin artık işlevini kaybetmeye başladığını söylüyor. İş ve eleman arayanların mevcut kurgulardan memnun olmadığını belirten Tarhan, "Sosyal ağlardaki profil bilgileri yeni gerçeğimizdir. Burada herkes kendi göbeğini kesecek. Kendi işini, bağlantılarını kendi yaratacak. Bu da ancak kişilerin sosyal ağlarda olması, dikkat çekmesi ve aranır hale gelmesi ile mümkün" diye konuştu. Şirketler sosyal ağlara erişimi engelliyor Türkiye'de pek çok şirketin bir Facebook sayfası açmayı sosyal medyayı kullanmak olarak algıladığını dile getiren Ufuk Tarhan, "Bunlar elbetteki yeterli değil. Henüz emekleme safhasında bile değiliz. Pek çok kurumda sosyal ağlara erişim kapalı zaten. İK'cılar da daha yeni yeni çalışanları, personel adaylarını sosyal ağlarda gözlemeye başlıyor" dedi. Geleceğin işgünü piyasası sosyal ağlarda Çok yakın bir gelecekte şirketlerin hızla sabit ücretle çalışan ve hem işlevlerini hem de verimliliklerini yitirmiş kadrolarını tasfiye etmeye başlayacağını kaydeden Tarhan, İK uzmanlarının çok sıkı bir 'becerikli eleman' portföyüne sahip olması gerekeceğini, bu tür bağlantıların da sosyal ağlardan sağlanabileceğini söylüyor. Twitter'da nasıl iş buldum Sosyal medya uzmanı Taci Yalçın, Twitter aracılığıyla nasıl iş bulduğunu şöyle anlatıyor: "Bir süredir sosyal medya alanında iş arıyordum. Her sabah search.twitter.com adresine girip iş alanımla ilgili tweetleri taramaya başladım. Kariyer sitelerinde CV oluşturup beklemek yerine bu şekilde Twitter üzerinde paylaşılan ilanları daha hızlı bulabiliyordum. İki hafta kadar önce bir reklam ajansının ilanını içeren tweet'I gördüm ve ardından firmayla temasa geçtim. İlk görüşmede işe kabul edildim." Twitter'a özel özgeçmiş Sosyal ağlar üzerinde iş arama trendi hızlı girişimcileri de bu alana yöneltti. merkezli www.twtjobs.com ile Twitter'da özgeçmiş oluşturmak ve iş aramak mümkün. Dijital temiz kağıdı almayan işe giremez İşe başvurularda bugüne kadar savcılıktan temiz kağıdı almak gerekiyordu. Ancak artık 'dijital dünya'daki sabıka kaydı artık daha önemli. Bazı şirketler bu amaçla online itibar yönetimi yapıyor. üzerinde itibar yönetimi hizmeti veren Atıf Ünaldı, genelde kullanıcıların bir krizle karşılaşmadığı sürece sosyal medyadaki olumsuz imajlarının farkına varmadığını belirtiyor. Ünaldı, "Mutlaka sosyal ağlarda yerimizi almalı ve online dünyadaki kimliğimizi korumalıyız. 'Ben Facebook'ta, Twitter'da yokum' demek çare değil" diyor. 'Dijital temiz kâğıdı' nasıl alınır? 1- Belli aralıklarla kendi adınızı gibi popüler arama motorlarında aratın. Arama için http://addictomatic.com gibi bloglar, Twitter, ve Friendfeed gibi sosyal medyaya özel olarak hazırlanmış arama motorlarını da kullanabilirsiniz. 2- Sosyal ağlarda neleri paylaştığınıza, hangi gruplara dahil olduğunuza dikkat edin. Bu ortamların eşiniz, işvereniniz ya da kamu görevlileri gibi herkesin erişimine açık olduğunu, paylaşıma sunduğunuz şeylerin yıllar sonra bile internette erişime açık olarak yer alacağını unutmayın. 3- Sosyal medyada seçici davranın. Mail kutularımıza hemen her gün yeni bir sosyal ağın daveti düşer. Özellikle sahte mail adresi yaratmanın son derece yaygın olduğu günümüzde arkadaşlarınızdan gelse dahi gönderilen her daveti kabul etmeyin. 4- Sosyal ağlarda hakkınızda olumsuz yorumlar, fotoğraflar, haberler var ise öfkeyle hareket etmek yerine serinkanlı davranın. Türkiye kaynaklı web siteleri için site yöneticileri ile temasa geçin. Adınız kullanılarak açılan sahte hesaplar için bilişim suçları büro amirliklerine başvurun.  (Volkan Şahin / Radikal)
Milliyet
1,344,407
Ekonomi
İstanbul Büyükşehir Belediyesinin İSKİ, İETT ve bağlı 25 şirketiyle birlikte 18 milyar 54 milyon 984 bin TL olarak belirlenen 2011 tahmini konsolide bütçesi, aralarında Dişişleri, İçişleri, Adalet, Milli Savunma, Sağlık ve Ulaştırma Bakanlığının da bulunduğu 12 bakanlık ile Cumhurbaşkanlığı, TBMM ve Anayasa Mahkemesinin bütçelerini geride bıraktı.AA muhabirinin aldığı bilgiye göre, İstanbul Büyükşehir Belediyesinin 2011 yılı tahmini bütçesi bir önceki yıla göre yüzde 6,35 artışla 6 milyar 700 milyon TL olarak belirlendi. Belediyenin bağlı kuruluşlarından İSKİ'nin bütçesi 3 milyar 256 milyon 532 bin TL, İETT'nin 1 milyar 800 milyon 445 bin TL ve bağlı 25 şirketin 6 milyar 298 milyon 7 bin TL olarak belirlendi. Böylece İstanbul Büyükşehir Belediyesinin tahmini konsolide bütçesi 18 milyar 54 milyon 984 bin TL olarak öngörüldü.İstanbul Büyükşehir Belediyesinin tahmini konsolide bütçesi, bütçe ödenek teklifi 17 milyar 226 bin 763 bin 630 TL olan Sağlık Bakanlığı, 16 milyar 975 milyon 986 bin 900 TL olan Milli Savunma Bakanlığı, 8 milyar 398 milyon 387 bin TL olan Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, 4 milyar 303 milyon 639 bin 500 TL olan Adalet Bakanlığı, 2 milyar 252 milyon 16 bin TL olan İçişleri Bakanlığı, 1 milyar 171 milyon 14 bin 700 TL olan Dışişleri Bakanlığı, 1 milyar 848 milyon 428 bin TL olan Ulaştırma Bakanlığı, 1 milyar 214 milyon 635 bin TL olan Kültür ve Turizm Bakanlığı, 921 milyon 344 bin TL olan Çevre ve Orman Bakanlığı, 588 milyon 555 bin TL olan Bayındırlık ve İskan Bakanlığı, 479 milyon 989 bin TL olan Sanayi ve Ticaret Bakanlığı ile 106 milyon 51 bin TL olan Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığını geride bıraktı.Büyükşehir Belediyesinin bütçesi, bakanlıkların yanı sıra 116 milyon 900 bin TL olan Cumhurbaşkanlığının, 512 milyon 935 bin TL olan TBMM'nin, 655 milyon 923 bin TL olan Başbakanlığın ve 16 milyon 326 bin TL olan Anayasa Mahkemesi Başkanlığı, Yargıtay, Danıştay, Sayıştay, MİT Müsteşarlığı ile MGK Genel Sekreterliğinin tahmini bütçelerini de geçti. İstanbul Büyükşehir Belediyesinin bütçe olarak geçtiği Genel Bütçeli İdareler ve Bakanlıkların bütçe büyüklükleri şöyle:         GENEL BÜTÇELİ İDARELER                   BÜTÇE (TL)         ----------------------                   -----------         Cumhurbaşkanlığı                         116.900.000         TBMM Başkanlığı                          512.935.000         Başbakanlık                              655.923.000         Anayasa Mahkemesi Başkanlığı              16.326.000         Yargıtay                                  76.418.000         Danıştay                                 101.172.500         Sayıştay                                 128.835.500         MİT Müsteşarlığı                         665.568.000         MGK Genel Sekreterliği                    13.640.400         BAKANLIKLAR         --------------         Adalet Bakanlığı                       4.303.639.500         Milli Savunma Bakanlığı               16.975.986.900         İçişleri Bakanlığı                     2.252.016.000         Dışişleri Bakanlığı                    1.171.014.700         Bayındırlık ve İskan Bakanlığı           588.555.000         Sağlık Bakanlığı                      17.226.763.630         Ulaştırma Bakanlığı                    1.848.428.000         Tarım ve Köyişleri Bakanlığı           8.398.387.000         Sanayi ve Ticaret Bakanlığı              479.989.000         Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı      106.051.000         Kültür ve Turizm Bakanlığı             1.214.635.000         Çevre ve Orman Bakanlığı                 921.344.000
Milliyet
1,329,083
Ekonomi
Türkiye'nin toplam limon üretiminin yüzde 70'inin karşılandığı Mersin'de, bu yıl bol rekolteye bağlı olarak düşen fiyatlar üreticiyi üzdü. Limonu satamayan üreticiler, ürünlerini yatağa alarak önümüzdeki aylarda talep yükseldiğinde satışa sunmaya hazırlanıyor.Mersin'in Silifke ilçesi Ziraat Odası Başkanı Mahire Can, AA muhabirine yaptığı açıklamada, bu yıl elverişli iklim koşulları sayesinde kaliteli ürün almanın yanı sıra rekoltenin de yüksek olduğunu ancak, oluşan fiyatların üreticiyi memnun etmediğini bildirdi.Hasatı yapılan limonu ne pazarda ne de dalında satabilen üreticilerin çareyi ürünü yatağa almakta bulduğunu ifade eden Can, "Tarlalardan toplanıp özel yöntemlerle paketlenerek önümüzdeki aylarda satışa sunulmak üzere saklanan limonun daha iyi para getireceğini umut ediyoruz. Çİftçi, yatak limon satışıyla küçük de olsa kar etme hayali kuruyor" dedi.Can, ihracatta ton başına 75 dolar teşvik uygulandığını, ancak bunun yetersiz kaldığını ve en az 150 dolara çıkarılması gerektiğini de savunarak, "Her yıl gübreye, tarım ilacına, mazota ve işçiliğe zam yapılıyor. Ancak hasadına yeni başlanan limon fiyatları gittikçe düşüyor" diye konuştu.Balıkçı teknelerinde kullanılan mazottan ÖTV ve KDV alınmadığı ifade eden Can, bu uygulamanın çiftçiyi de kapsamasını beklediklerini kaydetti.
Milliyet
1,343,291
Ekonomi
Bu dönemde Avrupa ülkelerine doğrudan yatırım için giden yerli sermaye yüzde 15.7 azalırken, Körfez ülkelerine doğrudan yatırım için giden Türk sermayesi yüzde 177 arttı.
Milliyet
1,327,115
Ekonomi
Ulaştırma Bakanlığının Yap-İşlet-Devret (YİD) modeli ile ihale edilen İstanbul Boğazı'na Karayolu Tüp Tünel Geçişi ve Zafer Bölgesel Havaalanı projeleri gelecek hafta YPK onayına sunulacak.YPK onayının ardından ana sözleşmeleri imzalanacak her iki projenin temellerinin de bu yıl sonuna kadar atılması planlanıyor.AA muhabirinin Ulaştırma Bakanlığı yetkililerinden aldığı bilgiye göre, Hazine Müsteşarlığı, İstanbul Boğazı Karayolu Tüp Tünel Geçişi Projesine ilişkin görüşünü oluşturdu ve DPT'ye gönderdi.Proje için gelecek hafta Hazine Müsteşarlığı, DPT, Ulaştırma Bakanlığı ve Maliye Bakanlığı yetkililerinin katılımıyla toplantı yapılacak. Burada son şekli verilecek projenin gelecek hafta YPK onayına sunulması bekleniyor. Daha sonra ihaleyi kazanan firma ile ana sözleşmenin imzalanması ve yıl sonuna kadar İstanbul Boğazı'na yapılacak tüp tünelin temelinin atılması planlanıyor.Ulaştırma Bakanlığının diğer "dev" projesi olan Zafer (Kütahya-Afyonkarahisar-Uşak) Bölgesel Havaalanında da son aşamaya gelindi. Buna göre, YİD modeliyle ihale edilen proje konusunda da Ulaştırma Bakanlığı yetkilileriyle Hazine Müsteşarlığı arasındaki görüşmeler olumlu sonuçlandı.Böylece Ulaştırma Bakanlığı, Karayolu Tüp Tünel Geçişi Projesi ile birlikte Zafer Bölgesel Havaalanı Projesini de gelecek hafta YPK onayına sunacak.Onayın ardından ihaleyi kazanan şirket ile ana sözleşmesi imzalanacak bu projenin temelinin de Aralık ayında atılması öngörülüyor.Ulaştırma Bakanlığı, İstanbul trafiğine çözüm olarak görülen 3. köprü projesi için de ihale çalışmalarını hızlandırdı. Bakanlık, YİD modeliyle yaptırılacak 3. köprü için Aralık ayında ihale ilanına çıkmayı planlıyor.Bu arada Ankara ve İstanbul'da yarım kalan metroların tamamlanması işinin Ulaştırma Bakanlığına verilmesinin de gelecek hafta yapılacak Bakanlar Kurulunda ele alınması bekleniyor.-DÜNYANIN EN DERİN TÜNELLERİ BOĞAZ'A YERLEŞTİRİLECEK- İstanbul'un iki yakasını denizin altından birleştirecek ve sadece lastik tekerlekli araçların geçebileceği yeni tüp tünelin yapım ihalesini, Yapı Merkezi ile Güney Kore'den SKEC-SAMWHAN-HANSIN-NAMKWANG-KUKDONG şirketlerinden oluşan TKJV Türk-Kore Ortak Girişimi 4 yıl 7 ay yatırım, 25 yıl 11 ay 9 gün işletme süresi olmak üzere toplam 30 yıl 6 ay 9 gün sözleşme süresiyle kazanmıştı.Ulaştırma Bakanlığı, daha önce tünelden geçiş ücretlerini maksimum tek yön için 4, çift yönlü ise KDV hariç 8 dolar olarak belirlemişti.Proje kapsamında Marmaray'dan daha derine yerleştirilecek tüneller, derinlikleri itibariyle dünyada ilk olma özelliği taşıyacak.Karayolu Boğaz Tüp Tünel Geçişi Projesi, Avrupa yakasında, Florya-Sirkeci Sahil Yolu'nun (Kennedy Caddesi) Kazlıçeşme mevkisinden başlayarak, Anadolu tarafında Ankara Devlet Yolu'nun Göztepe Kavşağı mevkisinde bitecek.Boğaz'ın altından geçen tünel, iki katlı ve ikişer şeritli olacak.Katlardan birisi giden araçlara, diğeri ise gelen araçlara ayrılacak. Sadece hafif araçlar tünelden geçiş yapabilecek, ağır vasıtalar tüneli kullanamayacak.Proje, denizin altından geçen yaklaşık 3,3 kilometrelik bölümüyle her iki yakadaki mevcut yollara bağlanacak. Geçiş 2,1 kilometrelik bölümü delme tünel olmak üzere toplam 5,4 kilometre uzunluğunda tünelden oluşacak. Proje kapsamında ayrıca, Avrupa ve Anadolu tarafında havalandırma şaftları, Avrupa yakasında ücret toplama gişeleri, tünel işletme binası inşa edilecek.-TÜRKİYE'NİN İLK BÖLGESEL HAVAALANI- Kütahya, Afyonkarahisar ve Uşak illerinin arasına yapılacak Zafer Havaalanı, bölgesel özellik taşıyacağı için de Türkiye'de ilk olacak.Zafer (Kütahya-Afyonkarahisar-Uşak) Bölgesel Havaalanı'nın ihalesinde, IC İçtaş İnşaat tek teklif veren firma olmuş ve İhale Komisyonunun talebi üzerine 32 yıl olan işletme süresi teklifini 29 yıl 11 aya çekmişti.İşletme süresi dışında olmak üzere, tesisin yapım süresi ise 36 ay olarak belirlenmişti. Gelecek ay başlanması planlanan havaalanı inşaatının 2 yılda tamamlanması öngörülüyor.
Milliyet
1,329,491
Ekonomi
Bakan Dinçer, Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu'nun (TİSK) Bolu Koru Otel'de düzenlediği "Sendikal Hak ve Önündeki Engellerin Kaldırılması" konulu toplantıya katıldı.Toplantıdan önce gazetecilerin sorularını cevaplayan Dinçer, emekli maaşlarına yapılan zammı yılbaşında uygulayacaklarını belirti.Dinçer, "En düşük emekli maaşında yıllık yüzde 21'lik bir artış temin edildi. En düşük alanlara en yüksek oranda maaş artışı sağlandı. Daha yüksek oranda alanlara da düşük oranda, yaklaşık enflasyon oranında, başka bir ifadeyle 4 4 artış sağlandı" dedi.Son dönemlerde emekli olabilmek için gün sayısını tamamlamış, ancak yaş nedeniyle emekli olmayanların sağlık hizmeti alma konusunda sorunlar ortaya çıktığını ifade eden Dinçer "Biz bunları telafi edecek bir düzenleme yapıyoruz.Gününü doldurduğu halde emekli olamayanların da sağlık hizmetini alabileceği bir düzenleme yapıyoruz. Bunla ilgili kanun tasarısı düzenlememiz var. Yakında meclise sevk edeceğiz" diye konuştu.-PRİM BORÇLARININ YAPILANDIRILMASI- Ekonomik şartları göz önünde bulundurarak prim borçlarının yeniden yapılandırılmasıyla ilgili çalışmalar yürüttüklerini kaydeden Dinçer, "Ekonomimiz istikrara kavuştukça ve geliştikçe şartlar da daha olumlu hale geliyor. Biz de bunu göz önüne alacağız. Düşen enflasyon, düşen faiz oranlarını hesap ederek, alacaklarımızın tahsili konusunda yeni bir düzenleme yapılıyor" dedi.Ekonomik krizde bazı işletmelerin olumsuz etkilendiğini hatırlatan Dinçer şunları kaydetti: "Onların da şartlarını daha kolaylaştırmak için fırsat vermek istiyoruz.Bu açıdan bakıldığında işte faiz oranları güncellenecek, cezalar güncellenecek.Ama bu arada geçmiş dönemden birikmiş olan cezalar, idari para cezaları, gecikme cezaları veya tecil faizleri gibi suçları da gözden geçiriyoruz. Onları da yine kamunun reel alacaklarını feda etmeden, reel olarak alacağımızı koruyarak tahsil etmenin yönüne gideceğiz. Orada da birtakım indirimler yapacağız."
Milliyet
1,329,991
Ekonomi
Türk Eczacıları Birliği Merkez Heyeti ve Türkiye'nin 81 bölgesinde örgütlü 53 Bölge Eczacı Odası Başkanı tarafından Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun Tasarısı'nın Anayasa Komisyonu'ndan geçtiği haberleri üzerine ortak bir açıklama yapıldı. Kanun tasarısı hakkındaki görüş ve endişelerinin ilgili kurum ve kuruluşlarla defalarca paylaşılmış olmasına rağmen tasarının TBMM Genel Kurul Gündemine gelmeye hazır hale getirildiği belirtilen açıklamada Kanun Tasarısı'nın 11. maddesinde öngörülen reçetesiz ilaçların topluma yönelik tanıtımının önünün açılmasının açıkça mevcut yasal mevzuata aykırı olduğuna dikkat çekildi.İlacın herhangi bir meta, hastaların da müşteri olmadığı vurgulanan açıklamada "Meslek etiğimize dayanarak ilacın reklamının yapılmasının olası risklerini ve tehlikelerini biliyoruz. Türk Eczacıları Birliği Merkez Heyeti ve 53 Eczacı Odası olarak, hem kanunlara aykırı hem sağlık otoritesinin hem de sağlık profesyonellerinin karşı olduğu, bu sağlıksız girişimden bir an evvel geri dönülmesini istiyoruz" denildi. İlaç fiyatı artacakİlacın reklamının yapılması sonucu hem toplum sağlığının olumsuz olarak etkileneceği, hem de reklamın getireceği maliyetin ilaç fiyatlarına yansıyacağı için ilaç harcamalarının da artacağı kaydedilen açıklamada "Ayrıca, tüketimi teşvik edici olarak yapılacak reklam sonucu gereksiz ve hatalı ilaç kullanımı da artış gösterecektir. Bu durum kuşkusuz, hemen hemen her gün radyo, televizyon veya gazetelerde hatalı ve gereksiz ilaç kullanımı ile ilgili son derece üzücü haberler ile karşılaştığımız bir ortamda ilaçta reklamın nelere mal olacağının göstergesidir" diye belirtildi.
Milliyet
1,327,612
Ekonomi
Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Moody's'den gelen açıklamada, açık ve borçta bozulma olursa kredi notunun baskılanabileceği uyarısında bulunuldu.Yapılan açıklamada 2011 için en büyük zorluğun seçim harcamaları olduğunu belirtildi.Türkiye'nin faiz dışı fazlayı ve uluslararası rezervleri arttırması gerektiğini kaydeden Moody's dış şoklara karşı Türkiye'nin borç seviyesini düşürmesi gerektiği uyarısında bulundu.Kredi derecelendirme kurluşundan yapılan açıklamada Türkiye'nin mali temellerini güçlendirmesi halinde notunun artabileceğine de yer verildi. (Gazeteport)
Milliyet
1,343,311
Ekonomi
tarihli verileri itibarıyla, toplam kredi kartı borcu 41 milyar 589 milyon liraya ulaşırken, bu tutarın yüzde 9.5'i, yani 3 milyar 990 milyon lirası batık durumda. Haziran 2009'da açıklanan yeniden yapılandırma yasasına rağmen, son bir yılda kredi kartında batık tutarı sadece 218 milyon TL azaldı. Kasım 2009'da 4 milyar 208 milyon lira olan kredi kartı batık tutarı, 5 Kasım 2010 itibarıyla 3 milyar 990 milyon liraya düştü.EN FAZLA BATIK 2009'DA Tüm yıllar itibarıyla bakıldığında kredi kartı borcunu ödemeyen kişi sayısı toplamda 1 milyon 446 bine ulaşırken, 2010 yılında kredi kartı ödemeyen kişi sayısı 389 bin 475 oldu. Yıllar itibarıyla borç ödemeyen kişi sayısı incelendiğinde en fazla borç ödememenin, krizin derinleştiği 2009 yılında gerçekleştiği gözleniyor. 2009'da toplam 499 bin 220 kişi kredi kartı borcunu ödemeyerek batık durumuna düştü. (Rahim Ak / Habertürk)
Milliyet
1,331,998
Ekonomi
MİMARİ yapısıyla Dolmabahçe Sarayı, Kuleli Askeri Lisesi görünümünde tasarlanmış, Kız Kulesi ve Galata Köprüsü'nün benzerleriyle İstanbul'un mükemmel bir minyatürünü andıran 1.5 milyar dolar maliyetli Mardan Palace Oteli, 'Dünyanın En İyi Lüks Oteli', 'Dünyanın En İyi Spa Oteli' ve 'Dünyanın En İyi Royal Suite' ödüllerini aldı.İngiltere'nin başkenti Londra'da, 'turizmin oscarları' olarak da adlandırılan World Travel Awards 2010'un sahipleri belli oldu. 1000'den fazla adayın yarıştığı World Travel Awards 2010'da yüzbinlerce seyahat profesyonelinin web sitesinden gerçekleştirdiği oylama sonucu Antalya'da bulunan Mardan Palace, 'Dünyanın En İyi Lüks Oteli', 'Dünyanın En İyi Spa Oteli' ve 'Dünyanın En İyi Royal Suite' ödüllerini aldı. Londra'da düzenlenen gala gecesinde Mardan Palace'ın ödüllerini, Mardan Palace CEO'su Natik Abbasov ve Otel Genel Müdürü Cumhur Özen birlikte aldı.Antalya'nın Kundu bölgesinde, Akdeniz'in en ünlü sahillerinden biri olan Lara sahilinde, Rus asıllı Azeri işadamı Telman İsmailov tarafından yaptırılan ve 180 bin metrekarelik alanda konumlanan Mardan Palace'ın yapımı için 10 bin metrekare altın, 500 bin kristal kullanılmıştı. Kapılarını 2009'un Haziran ayında birçok Hollywood yıldızının katılımıyla açan otelin en ucuz oda fiyatı 485 Euro, en pahalısı ise 16 bin Euro.AST 1989 Group'un Türkiye'deki en önemli turizm yatırımı olan Mardan Palace, mimari yapısıyla Dolmabahçe Sarayı, Kuleli Askeri Lisesi görünümünde tasarlanmış Anadolu Yakası, Avrupa Yakası, Kız Kulesi ve Galata Köprüsü ile İstanbul'un mükemmel bir minyatürünü andırıyor. Otelin ana giriş kapısı, Dolmabahçe Sarayı'nın giriş kapısıyla aynı mimari özellikleri taşıyor. Antika mobilyalarla dekore edilen 2800 metrekarelik lobinin 21 metre yüksekliğindeki cam tavanı, geleneksel saray motifleriyle, el süslemeleriyle bezenmiş.KIZ KULESİ'NİN HER KATI BİR DÜNYA MUTFAĞIİstanbul Boğazı şeklinde tasarlanmış, 16 bin metrekarelik dünyanın en büyük otel açık yüzme havuzlarından biri olan havuzun tam ortasında, ihtişamlı yapısıyla Kız Kulesi yükseliyor. 1998 yılında gerçekleştirilen restorasyon sonrasındaki görünümüyle aynı olan 7 katlı kulenin her katında, farklı bir ülkenin mutfağından örneklerin sunulduğu restoranlar ve cafe-bar'lar yer alıyor. Otelin en çarpıcı detaylarından bir diğeri ise tarihte Leonardo da Vinci tarafından çizilmiş, ancak uygulamaya geçirilememiş olan Galata Köprüsü, köprü havuzun iki yakasını birbirine bağlıyor.7500 metrekare büyüklüğündeki lüks Mardan SPA'sı, 546 odası, Ana Restoran'ın yanı sıra, dünyanın farklı ülkelerinden örnekler sunan toplam 24 restoran ve barı, nadide şarapların bulunduğu Şarap Mahzeni, ünlü sanatçılara ve gruplara ev sahipliği yapan amfitiyatrosu, 1200 ve 800 kişilik iki ayrı büyük balo salonu, ileri ses ve görüntü teknolojisi ürünleriyle donatılmış 50 ile 150 kişilik farklı seçeneklerde tasarlanmış 17 toplantı salonu ve 18 kişilik sinema salonu ile hizmet veriyor. Ayrıca otelin lobisinde yer alan tarihi Kapalıçarşı'dan esinlenilerek tasarlanmış 'Kapalı Çarşı Alanı' da birbirinden ünlü dünya markalarıyla konuklara keyifli alışveriş imkanı sunuyor.1.5 YILDA ONBİRİNCİ ÖDÜLMardan Palace Otel'in 16 bin metrekarelik açık yüzme havuzu, Mardan SPA Merkezi, dünyanın farklı ülkelerinden lezzetlerin sunulduğu restoran ve cafe-barlarıyla Türkiye'de pek çok ilki bir araya getirdiğini belirten Basın Halkla İlişkiler Müdürü Songül Altun, henüz 1.5 yıldır açık olmasına rağmen 11'inci kez ödül sahibi olduklarını söyledi.
Milliyet
1,337,853
Ekonomi
tarihinde yine  İngiltere'nin başkenti Londra'da gerçekleştirilecek olan Uluslararası Gayrimenkul Ödülleri gala ve ödül töreninde bu kez tüm dünyada finallere kalmaya hak kazanan en iyi projeler ile yarışacak olan Autopia, 'Dünyanının En İyi Projesi' olarak seçilmede kendine oldukça büyük şans tanıyor.
Milliyet
1,319,294
Ekonomi
Hükümetin uzun süredir üzerinde çalıştığı kamu alacaklarının yeniden yapılandırılmasına ilişkin düzenlemenin içeriği netleşmeye başladı. Vergi ve SSK prim borçları başta olmak üzere 300'ü aşkın kalemde kamu alacaklarının yeniden yapılandırılması planlanıyor. Düzenlemeyle Maliye 50 milyar liralık gelir bekliyor. Bunun 10 milyar TL'si vergi alacağı, 40 milyar lirası da diğer alacaklardan oluşuyor. Ekonomi yönetimi yeni bir 'Varlık Barışı'nın da üzerinde duruyor. Yeniden yapılandırmanın kapsamına Emlak Vergisi, su ve elektrik borçları, trafik cezaları gibi kalemlerin yanı sıra tarımsal sulama birliklerinin alacaklarının da eklenebileceği ifade ediliyor.Taksitlerin 12 aydan başlayacağı yapılandırmadan 'üst kurul'lara borcu olanlar da istifade edebilecek. Torba Kanun Taslağı'nın içerisine eklenecek bir madde ile, Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu, Sermaye Piyasası Kurumu, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu gibi üst kurullara borcu olanlara da bir şans tanınması planlanıyor. Çalışmalar hakkında bilgi veren üst düzey bir ekonomi yetkilisi, toplamda 300 kalemde borç yapılandırması üzerinde durduklarını belirterek, "Anaparalar sabit olmak kaydıyla tüm kamu alacaklarının yeniden yapılandırılması üzerinde çalışıyoruz. 2011 yılı için tertemiz bir sayfa açıyoruz. Elektrik borçları için özel sektör ile de görüşmeler yürütülüyor." dedi.İhtilaflı alacakların da yeniden yapılandırmanın kapsamı içerisine girebileceği belirtiliyor. Kamu alacaklarına ilişkin düzenlemenin içerisine Varlık Barışı'nın süresinin uzatılmasına yönelik bir maddenin de eklenebileceği ekonomi kulislerinde konuşuluyor. Edinilen bilgilere göre yasa kapsamında beyanda bulunan ancak parasını getirmeyenlere ilave bir şans tanınırken, bu sayede ekonomiye ek kaynak sağlanacak. Yasa kapsamında 5,2 milyar lira getireceğini beyan eden işadamı Ali Türkan'a da yeni bir şans tanınmış olacak. Bundan önceki Varlık Barışı'ndan büyük miktarda gelir elde ettiklerini aktaran üst düzey bir ekonomi yetkilisi, benzer bir uygulamanın yeniden gündeme gelebileceğini aktardı.VERGİ İNCELEMESİNE DÖRT YILLIK AF Yasal düzenlemenin içerisine girecek önemli konuların başında ise matrah artışı düzenlemesi geliyor. Ekonomi yönetimi, matrah artışı ile ilave 10 milyar liralık gelir hedefliyor. Buna göre 2006 yılında yüzde 30'dan başlamak üzere 2009 yılı için beyanların yüzde 15 oranında artırılması halinde firmalar vergi incelemesinden kurtulacak. Matrah artışında 2006'dan başlamak üzere dört yıllık dönem için yüzde 30, yüzde 25, yüzde 20 ve yüzde 15'lik oranda beyanların artırılması öngörülürken, asgari matrah artırımı üzerinde de duruluyor. Matrah artışından önemli miktarda gelir beklediklerini aktaran üst düzey bir ekonomi yetkilisi, şirketlerin bu uygulamaya sıcak bakacaklarını bildirdi. Aynı yetkili, "Birçok şirket herhangi bir sıkıntısı olmasa dahi matrah artışı yaparak vergi incelemesinden kurtulmak isteyecektir. Çünkü işadamı, her zaman kafasının rahat olmasını ister." diye konuştu.Kaynak: Zaman Gazetesi
Milliyet
1,331,582
Ekonomi
İMKB 100 Endeksi birinci seansta, önceki kapanışa göre 277,73 puan azalarak 70.501,42 puandan kapandı.Hisse senetleri ortalama yüzde 0,39 değer kaybetti.
Milliyet
1,332,698
Ekonomi
Kemal Derviş G20 zirvesi öncesi Financial Times gazetesine bir analiz yazdı.EKONOMİ SERVİSİ gazetesine bir makale yazan Derviş, 'in son kararının değerli para ve genişleyen cari açık sorunlarıyla karşı karşıya olan , Güney , ve gibi gelişmekte olan piyasalara sermaye akışını artıracağı uyarısında bulundu. Derviş, 'İnancınızı koruyun: G20 savaşı durdurabilir' başlıklı yazısında perşembe günü Güney 'nin başkenti 'de başlayacak G20 zirvesinde, kur savaşlarına son verecek bir ekonomik işbirliğinin sağlanabileceğini söyledi. G20 maliye bakanlarının Gyeongju'da cari açıkları sınırlama ve ödemeler dengesi fazlaları için anlaşmaya vardığını hatırlatan Derviş, ancak FED'in alım kararının doların değerinin düşeceği ve sıcak paranın gelişmekte olan ülkelere hücum edeceği korkularını alevlendirdiğini belirtti.  Liderler birbiriyle yakınlaşmalı G20 zirvesinde liderlerin uzlaşması durumunda, uluslararası ekonomik işbirliğine yönelik önemli bir adım atılabileceğini belirten Derviş, zirveyle ilgili bir analiz yaptı. Artık piyasaların odak noktasının faizden cari açığa kaydığını belirten Derviş, şunları yazdı: "'in ticaret fazlası düşük seviyelerine inerse, dünya Çin'in kur politikaları hakkında endişelenmekten vazgeçer. Ayrıca böyle bir anlaşma - Çin gerilimini azaltır. 'nin gücünün artırılmasına yönelik çağrılar, G20 süreci ile IMF arasındaki bağı güçlendirir. Normalde IMF'ye çok fazla önem vermeyen G7 ülkeleriyle birlikte IMF hakkında şüpheleri bulunan gelişmekte olan ülkeler, kurumun küresel ekonomide daha fazla rol üstlenmesini istiyor. Son olarak, G20'yi değerlendirirken sadece mevcut toplantılara değil, sürece odaklanmak gerekli. Bu süreçte birbiriyle yakınlaşan liderler, problemler konusunda daha yakın işbirliğine girebilecek."