Resource
stringclasses
2 values
DocID
int64
1.32M
1.44M
Class
stringclasses
8 values
Text
stringlengths
62
18.2k
Milliyet
1,341,359
Yazarlar
Alice TEŞEKKÜRLER CAN DÜNDAR CNN Türk'te Mehmet Yaşin'in hazırlayıp sunduğu 'Bayram Lezzetleri'nde Tarık Akan'ın ortaya attığı "Çalın Davullar türküsünü söyleyen Atatürk'e benziyor" iddiası, bir anda Kurban Bayramı'nın en ilginç tartışma konusu haline geldi."Tarık Akan özür diledi ve olay kapandı" diyenler olabilir, ama ben aynı görüşte değilim.Çünkü bir özürle kapanacak bir konu değil bu.Neden mi?İşte nedenleri:Tarık Akan, 'Bayram Lezzetleri'nde sadece "Sesi benziyor, gerçekse araştırılsın" demedi.Kanaatim o ki Akan'ın, Can Dündar ortaya çıkıp, 'acı gerçeği' açıklayıncaya kadar 'Çalın Davullar'ı söyleyenin Atatürk olduğuna inancı tamdı.Böyle düşünmese olayı; her haliyle buram buram kurgu ve gizem kokan şekilde anlatır mıydı?"Şeytan ayrıntılarda gizlidir" derler.O nedenle Tarık Akan'ın 'Bayram Lezzetleri'nde sarf ettiği şu sözlere dikkatinizi çekmek isterim:Bu olaydan alınacak derslerBir Alman, Atatürk'e ses kayıt cihazı getiriyor. Mustafa Kemal bunu çok seviyor. Akşamları kendisi ona şarkı söylüyor, dinliyor ve sonra kırıyor. Dinleyip kırdığı için bu plaklar hiç kimsenin eline geçmiyor. Sonra bir arkadaşı alıyor, ona da vermiyor. Sonra birisine geçiyor ve o plak, bu plak. Kaydın orijinalinin kimde olduğunu söyleyemem. Bana kayıt maille yollandı. Mailde Atatürk'e ait konuşma da var. Mustafa Kemal, her şeyi güzel yapar. İşte türküsünü de böyle güzel söylemiş." Akan'ın Kurban Bayramı'nda 'bomba etkisi' yapan bu açıklamalarından sonra TRT Haber'de ve NTV'de izlediğim uzmanlar da, Akan'ın Atatürk'e dair anlattıklarını doğruladı.Çünkü Atatürk'e ait anıların bir kısmı zaten bilinen şeylerdi.Mesele bu 'Çalın Davullar'ı söyleyenin Atatürk olup olmadığıydı.O ana kadar görüş beyan edenlerin çoğu, "Olabilir" dedi, sadece Kalan Müzik'in sahibi Hasan Saltık, onlara oranla daha temkinliydi. Saltık, "O zaman ev ortamında doğrudan plağa kayıt yapma gibi bir imkan yoktu. O dönem ev ortamında yapılan kayıtlardan da böyle ses çıkmaz. Bu bana stüdyo kaydı gibi geldi" dedi.Allah'tan Türkiye'nin Can Dündar gibi Atatürk konusunda uzman bir belgeselcisi var.Ne zaman ki Can Dündar devreye girdi ve önce TRT'ye, ardından da NTV'ye, 'Çalın Davullar'ı söyleyenin Atatürk değil, kameraman arkadaşı Murat Özcan olduğunu söyledi, işin rengi değişti.Can Dündar, sadece Tarık Akan'ı değil, hepimizi internetin kurbanı olmaktan kurtardı.Bu olaydan başta Tarık Akan olmak üzere, bu olayı araştırmadan, soruşturmadan 'flaş haber' diye ekrana getirenlerin de çıkaracağı dersler olmalı.Birincisi; 'sanal alem'den elimize geçen bu tür bilgileri, araştırmadan soruşturmadan, olduğu gibi yani ham haliyle yeni bir şeymiş gibi kamuoyuna sunmamak lazım... İkincisi; Tarık Akan'la Mehmet Yaşin, Çiçek Bar'dan da arkadaş... Kameralar kayıttayken konuşurken 'Çiçek Bar muhabbeti' rahatlığında olmamak gerekiyormuş demek ki!TSM, KANADA'DA DERS OLABiLiR Mi?Türk Sanat Müziği'nin Kanada'ya açılma ihtimali var mı?Zor, ama imkansız değilmiş demek ki...Dünyanın bir uçundan Türk Sanat Müziği'ni araştırmak üzere Türkiye'ye gelen Ryerson Üniversitesi Müzik Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Leslie Hall'in Anadolu Ajansı'na verdiği demeç bu anlamda umut verici.25 yıl önce geldiği Türkiye'de bir yıl konservatuvarda öğrenim gördüğünü vurgulayan Kanadalı öğretim üyesi, bu kez ziyaret nedenini ise şöyle açıkladı:"Türk Sanat Müziği benim için çok enteresan, farklı ve özel bir müzik. Hazırlayacağım raporun müzik profesörleri tarafından onaylanması durumunda Türk Sanat Müziği, Kanada'da ders olarak verilecek."Bundan daha güzel bir fırsat olabilir mi?Artık Kültür ve Turizm Bakanlığı mı olur, Başbakanlık Tanıtma Fonu mu, konservatuvarlar mı yoksa müzik şirketleri mi bilemem?Ama bildiğim bir şey var; o da birilerinin bir an önce Leslie Hall ile temasa geçip, onun Kanadalı profesörlerin onaylayacağı bir Türk Sanat Müziği Raporu hazırlamasına yardımcı olması...Fırsat ayağımıza kadar geldi çünkü...NiKAHA KAÇ KiLOMETRE VAR?Ali Sunal'ın uzatmalı aşkı ve 'Yaprak Dökümü'nün 'Leyla'sı Gökçe Bahadır, demiş ki, "Tabii ki Ali'yle evlenmek istiyorum. Evliliğe karşı biri değilim. O yolda ilerliyoruz sonuçta."Onu anladık da, nikah dairesi kaç kilometre sonra?
Milliyet
1,334,204
Yazarlar
Alice ELDE VAR EĞLENCE! 'Elde Var Hayat'ın 'gizli yetenekleri' sahneye çıktı  ve döktürdü. Ekipte sanat müziği okuyan da, rap söyleyen de, country müzik yapan da vardı. Çağrı Bingüller, oyuncularının bu yönlerinden dizide yararlanacak mı?Elde Var Hayat' dizisinin yemeğine giderken biri bana, "Acayip eğlenceli olacak" dese, ona vereceğim yanıt, "İyi misin?" olurdu.Çünkü genelde dizi yemekle sıkıcıdır. Hep beraber dizi izlenir.Dizi biter bitmez bir alkış tufanı kopar. Herkes birbirini kutlar, "Müthiştim şekerim", "Asıl sen süperdin" gibi komplimanlar birbirini izler. Şayet yemeğin verildiği yerde canlı müzik varsa, dizinin oyuncuları şarkıcıları dinlemekle yetinir, gecede başrolü kapmamaya özen gösterirler.BSK Yapım'ın TRT 1 için çektiği 'Elde Var Hayat'ın 13'üncü bölüm kutlama yemeği de öyle başladı, ama öyle bitmedi.Sadullah Şentürk'ün yönettiği dizinin 13'üncü bölümünün perdeden izlenmesinin ardından başlayan 'kutlama faslı' uzun sürmedi.Kandilli Paysage Restaurant'taki gecede canlı müzik başlayınca, yemeğin rengi de değişti.'Elde Var Hayat'ın kadrosundaki 'cevherler' birer birer ortaya çıktı.'Elde Var Hayat'; Emre Altuğ, Hande Subaşı, Adalet Çimen, Ahmet Kural, Serkan Kuru, Erdem Akakçe, Kerem Kupacı, Bala Atabek, Zeynep Zamire Kasapoğlu, Efe Kahraman ve İlayda Hoşgör'ün oynadığı bir dizi. Bu kadroda Emre Altuğ'dan başka şarkıcı var mı?Bildiğimiz yok, ama gerçek bizim sandığımız gibi değilmiş demek ki!Dizinin 'gizli yetenekleri' tek tek sahneye çıktı ve de döktürdü. 'Elde Var Hayat'ın ekibinden sanat müziği okuyan da çıktı, rap söyleyen de, country müzik yapan da.Hande Subaşı'dan coşturan potpuriEmre Altuğ, söylediği bir şarkıdan sonra sahneyi arkadaşlarına bıraktı.Altuğ, şarkıya başlamadan "Bir su rica edebilir miyim?" dedi. Altuğ'a su, yanı başındaki masadan değil, daha uzaktaki eşi Çağla Şıkel'den geldi.Altuğ'un ardından Hande Subaşı mikrofonu eline aldı. Bir dönem Show TV'de katıldığı şarkı yarışmasındaki performansıyla dikkatleri üzerine çeken Subaşı, önce nazlandı, ama söyledikçe açıldı.Subaşı, birbiri ardına söylediği şarkılarla ekip arkadaşlarına dakikalarca dans ettirdi.Subaşı'nın şarkı aralarında ha bire cep telefonuna bakması dikkatimi çekti.Sebebini sorduğum Subaşı, "Geçenlerde katıldığımız TV programı için Metin Abi (Özülkü) bu şarkıların notalarını bana SMS olarak atmıştı. Söylediğim şarkılardan müzisyen arkadaşların bilmedikleri çıkınca, onlara notaları göstermek durumunda kaldım" dedi.Akakçe, country müzİk yıldızı gİbİHande Subaşı'nın ardından sahneye çıkan Erdem Akakçe'nin çaldığı gitar ve söylediği şarkılar, 'Elde Var Hayat'ı, 'Elde Var Doyasıya Eğlence'ye dönüştürdü.Bilkent Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesi Tiyatro Bölümü mezunu Akakçe'nin müzisyenlik ve şarkıcılık yönünü biliyordum, ama Beyoğlu'nda çalıştığı yere gidip dinlememiştim onu. Önceki gece ' country yıldızı'nı aratmayan Akakçe'yi dinleyince şu kanaate vardım: Akakçe, müzisyenlik ve şarkıcılıkta da en az oyunculukta olduğu kadar başarılı.Öyle sanıyorum ki 'Elde Var Hayat'ın yapımcısı Çağrı Bingüller de, elindeki cevherlerin o gece farkına vardı.Bakalım bundan böyle Bingüller, oyuncularının bu yönlerinden dizide yararlanacak mı?
Milliyet
1,318,818
Yazarlar
Başbakan yüzde 42'nin neden hayır dediğini anlamak için 70 bin kişiye anket yaptırmıştı..Araştırmayı yapan Pollmark'ın yöneticisi, çıkan sonuçları anlatırken Başbakan iki yerde öyle tepki göstermiş ki..O tepki, Başbakan'ın düşünce sistemini.. Ülkeye bakışını..Hatta zaman zaman neden sinirli olduğunu çok iyi anlatıyor.. Çıkan sonuçlardan birincisi şu.. Düşük eğitim seviyesinde evetler fazlayken, eğitim seviyesi yükseldikçe hayırlar çoğalmış..Yani eğitim seviyesi arttıkça AKP'den kopuş artıyormuş..AKP'nin en fazla taraftarı okur- yazar olmayanlarla, ilkokul mezunları arasındaymış!..Başbakan bu sonuca şaşırmış.. Tepkisi şöyle..'Ak Parti eğitime bu kadar yatırım yaparken eğitimli kitleler neden AK Parti'nin aleyhine' diye sormuş..Başbakan şöyle düşünüyor herhalde.. Her kente üniversite açtım, neredeyse her ilçeye fakülte, yüksekokul kurdum okumuş yazmış kesim takdir etmeli!..Oyunu doğal olarak bana vermeli..* * *İkincisine geçelim..Hayırcılar içinde yüzde 66'lık kesim yaşam tarzının tehdit altında olduğunu düşünüyormuş.. Nefret duygusu içindeymişler..Başbakan bu sonuca da takılmış.. Şöyle düşünüyormuş; gecesini gündüzüne katan, çok yoğun çalışan, Türkiye için inanılmaz şeyler yapan bir lider var, bazıları hâlâ takdir etmiyor..  Bazıları sevmese bile hâlâ nefretle bakıyor..* * *Başbakan'ın medyaya kızması..Muhalefete çakması..Kendine protesto etmek isteyenlere öfkelenmesi, paylaması hep bu yüzden..Ben çalışıyorum, çabalıyorum birilerine yaranamıyorum..Hâlâ çıkıp eleştiriyorlar.. Hâlâ hakkımda konuşuyorlar diye düşünüyor..* * *Demek ki meselenin özü başka!..Başbakan o özü anlamadan yüzde 42'yi anlayamaz.. Zaten konuşmalarını dikkatle takip ediyorum, yüzde 42'yi kazanmaya yönelik tek bir cümle dahi etmiyor..Resepsiyon Toto'ya var mısınız!.Bu akşam olacakları şimdiden söyleyelim.. TV'ler hem Köşk'e hem de Genelkurmay Başkanı'nın resepsiyon verdiği orduevinin çevresine konuşlanacak..Kim geldi, kim gelmedi çetele tutulacak..CHP lideri Köşk'e çıkacak mı, çıkmayacak mı? Çıkmayacak deniliyor; yine de belli olmaz!..CHP'den kim katılacak, kim katılmayacak? Kim görevli gidecek, kim gönüllü gidecek?* * *Başbakan ne yapacak? Resepsiyona katılacak mı? Katılırsa kızıyla mı eşiyle mi?Emine Erdoğan Köşk'e çıkacak mı?Yüksek yargıya geçelim..Anayasa Mahkemesi Başkanı kesin katılır..Yargıtay Başkanı ne yapar?Danıştay Başkanı?En heyecanlısı askeri cephe.. Genelkurmay Başkanı'nın resepsiyonu 19.00'da başlıyor.. Köşk 19.30.. Biraz gecikerek de olsa Köşk'e çıkma ihtimali var..  20.30, 20.45 gibi..Belki de kapıda karşılama, el sıkma töreni bitince, Cumhurbaşkanı ve eşi davetlilerin arasına karışınca Köşk'e giderler.. Ne şişi yandırırlar ne kebabı!.Koşaner yeni Genelkurmay Başkanı oldu.. Üç yıl o görevde, ilk günden kırgınlık, alınganlık ister mi?Jandarma Komutanı Necdet Özel ne yapar? AKP'nin tutuğu isim deniliyor.. 2013'te Genelkurmay Başkanı olması planlanıyor..Şimdiden sakatlanmak istemez!...* * *Siz de kendinize Resepsiyon Toto listesi yapın.. Kendinize eğlence çıkarın..Demokrat Türkiye formülü!..Başbakan'ın danışmanları da böyle mi bilmiyorum ama akıl hocalığı yapmaya çalışan medyacıların önerileri feci..Eğitim seviyesi yükseldikçe hayır oylarının da yükselmesini bakın neye bağlamışlar..Diyor ki; Nasıl olur da eğitim düzeyi yükseldikçe, insanlar demokrasi düşmanı, hoşgörüsüz ve tutucu hale gelir?* * *Yani AKP yanlısıysan demokratsın..AKP'nin karşıtı bir çizgide durursan, hele hele eğitimliysen faşistsin!..Ölçüleri bu.. Eeee, ne yapmalıymışız..Başbakan'a öneriyor:Gençler Kemalist ideolojiye maruz kaldıkça demokrasiden uzaklaşıyor.. Eğitimden vazgeçmeyelim, hemen Kemalizm'den vazgeçelim..  * * *Madem okur-yazar olmayanlarla ilkokul mezunları daha demokrat, daha hoşgörülü, daha uzlaşmacı, liseliler de durumu idare ediyor.. O zaman uğraşmaya gerek yok, üniversiteleri yavaş yavaş lise seviyesine indirelim.. Zaten gidişat o yönde..Bu iş tamamlanana kadar da eğitimlilerin anasını belleyelim ki sesleri çıkmasın..Bu sayede demokrasi hızla geliversin!.. Memleketin tümü demokrat olsun!..
Milliyet
1,321,813
Yazarlar
.  Koleksiyonlarınızla fark yaratacağınıza inanıyorsanız  bu yarışmaya katılın. www.eibmodatasarimyarismasi. org 11. Uluslararası İzmir Kısa Film Festivali Başlıyorİzmir'in hatta Türkiye'nin uluslararası kategoride ödül veren tek Kısa Film Festivali olan  Uluslararası İzmir Kısa Film Festivali'nin onbirincisi 03-07 Kasım tarihleri arasında gerçekleşecek. İzmir Sinema Derneği tarafından T.C. Kültür Bakanlığı ve T.C. Başbakanlık Tanıtma Kurulu Fonu destekleriyle gerçekleştirilecek olan etkinlikte dünyanın dört köşesinden ünlü festivallere katılmış, pek çok farklı türde filmler İzmirli sinemaseverlerle buluşacak.Filmler 10 yıldır olduğu gibi yine ücretsiz izlenebilecek. Myroslav Slaboshpytskiy'in "Sağırlık" (Glukhota) filmiyle başlayacak festivalde yarışan kısa filmlerin dışında kurmaca, animasyon ve belgesel filmleri gösterimleri de yer alacak. 11. yılını 11 kişilik dev jürisiyle kutlayan; Tuna Kiremitçi, Ahmet Uluçay gibi pek çok ünlü yönetmene ilk ödülünü vermiş olan 11. Uluslararası İzmir Kısa Film Festivali'ni kaçırmayın. www.izmirkisafilm.org
Milliyet
1,334,151
Yazarlar
Kumbaracı50, 1'inci yaş gününü 'Altıdan Sonra Tiyatro'nun... - Asu Maro Asu Maro Parçalı Bulutlu O GÜNE KADAR BÜTÜN FiiLLER MÜŞTEREK Kumbaracı50, 1'inci yaş gününü 'Altıdan Sonra Tiyatro'nun orada çıkan ilk ürünü 'Fail-i Müşterek' ile kutladı "B ir gün herkes         15 dakikalığına insan olacak... O güne kadar tüm fiillermüşterek..." Son cümlesi benimle beraber geldi oyunun. En çok o kaldı, düşündürdü, kurcaladı, rahatsız etti... Tam da hedeflendiği gibi. Yiğit Sertdemir, sık sık 'en büyük sorununun oyun yazarı' olduğu tekrarlanan tiyatromuzun yıllardır çıkardığı en parlak isimlerden biri. Yönetmen ve oyuncu olarak da, ama en çok yazar olarak. O hem bir   İstanbul Şehir Tiyatroları oyuncusu, hem Altıdan Sonra Tiyatro'nun beyni, omurgası. Ve hayırlı bir iş için bir araya gelmekten    aciz toplumumuzun şaşırtıcı 'fail-i   müşterek'lerinden olan Kumbaracı50'nin temel taşlarından biri. Kumbaracı50, geçtiğimiz hafta birinci yaş gününü kutladı. Öncesinde de Altıdan Sonra Tiyatro'nun bu mekanda çıkardığı ilk ürün olan 'Fail-i Müşterek'i izledik. Görünüşte tek kişilik bir oyun; 'yazan - tasarlayan - aktaran: Yiğit Sertdemir'. Ama 'dış gözler' var, müziği, ışığı tasarlayanlar, videoları çekenler, bölümleri birbirine bağlayan röportajları yapanlar... Tek tek isimlerini yazacak yerim olmadığı için üzgünüm hakikaten, ama bu bir 'müşterek fiil', bunu söyleyebilirim. Ve neyin peşinde? Ortaklaşa yarattığımız, sessiz durarak, seyirci kalarak aslında bir parçası olduğumuz, 'fail-i meçhul' ilan edip rahatlamaya çalıştığımız cinayetleri, katliamları, darbeleri, depremleri bir bir gözümüze sokup huzurumuzu kaçırmayı. "Ben dahil kimse bu oyundan kendiyle hesaplaşmadan çıkmamalı" diyordu Sertdemir, Milliyet Sanat'ta Ece Baktıaya'ya verdiği röportajda. Öyle de oluyor. Her adımda soruyor, sorduruyor: "Bütün bunlar olurken  sen neredeydin?" Ve gene o röportajda dediği gibi "Her şey bir fail-i müşterek.   Burası da öyle... 'Fail-i müşterek'in müspet ellerde iyi amaçlar için kullanılması Kumbaracı50 gibi bir mekan yaratır; menfi                     ellerde kullanılması ise Kumbaracı50 gibi bir yeri kapatır." Söz buraya gelmişken, Yiğit Sertdemir'in oyunun son bölümünde sinir bozucu bir kişisel gelişim uzmanı kılığında karşımıza çıkarak, şubat ayında Özen Yula'nın 'Yala Ama Yutma' oyunuyla ilgili o mekanda yaşanan tatsızlıkları hatırlatması da anlamlı olmuş. Biriken topluluğunun sahnelediği oyun, şuursuz tepkilerin hedefi haline gelmiş, mesele, oyunun iptal edilip Kumbaracı50'nin yangın merdiveni eksikliği gerekçesiyle bir süre mühürlenmesine kadar varmıştı. Ben de bu vesileyle tekrar, 'eti ne budu ne' bir topluluk olan Biriken'in büyük bir cesaret ve kararlılıkla 'Yala Ama Yutma!'yı 10 gün önce iki kereliğine de olsa Garajistanbul'da seyirciyle buluşturduğunu hatırlatmak istiyorum. Belki 'müşterek bir fiil' daha işleyebilir, oyunun devam etmesini sağlayabiliriz...  G-Mall'a neler oluyor? İlk günden beri sinemaya gitmeyi en çok sevdiğim mekanlardan biri oldu G-Mall. Tiyatro Dot'un orada açılan şubesiyle daha da anlam kazandı. Bir tarafta en dört başı mamur spor merkezlerinden biri olan Mac, karşısında DotMarsta, yanında oyun ve film çıkışı gidip bir kadeh ya da fincan bir şey içebildiğiniz Good Mood... Yukarıda zaten şahane sinema salonları, arada yemek yemek isterseniz NumNum, bir de D&R. Daha ne olsun? Basbayağı hayat vardı orada. Bir süredir aynı canlılığı bulamıyordum zaten ama hiç bu hafta sonu olduğu kadar terk edilmiş görmemiştim G-Mall'u. Cumartesi öğlen seansına filme gitmek istedik, öncesinde buluşup bir kahve içmek. Good Mood kapanmış, kapısında bir haciz kağıdı. Eee tamam, NumNum var? Hayır, yok, 12'den önce açılmıyor. Sinemada sadece bir tane süperman var, aynı anda kahve yapıyor, bilet satıyor, mısır patlatıyor, yer gösteriyor. Onun dışında in cin top oynuyor. Girerken de böyle, çıkarken de. Ama telefonla rezervasyon yaptırmak istediğinizde görevlilerden "Yoğunluktan dolayı rezervasyon alamıyoruz" diye bir cevap alıyorsunuz. Dalga geçer gibi. Yazık değil mi, bu kadar güzel, merkezi bir yerin bu hale gelmesi? Çok rica ediyorum, silkinip eski haline dönsün.
Milliyet
1,318,959
Yazarlar
DEĞERLİ trafik dostları... Sabah trafiği tüm illerimizde olduğu gibi İzmir'de de yoğun. Özellikle Karşıyaka'dan Konak istikametine gidiyorsanız, yandınız. Sabahın erken saatlerinde yola çıkmalısınız. İşte bir pazartesi sabahı, geciktim ve yoğun trafiğe takıldım. Çok ilginçtir, Alaybey'i geçtiğimde köprü rampası tıkalı değildi. Daha doğrusu bu araç yoğunluğuna  rağmen trafik akıyordu. İşte bu düşünceler çerçevesinde Naldöken Köprüsü üst noktasına geldim. Bu nokta ise ştadyumun şeref tribünü gibiydi. Buradan geniş bir alanı ve tüm araç hareketlerini rahatça gözlemleyebilirsiniz. Hayretler içinde kaldım! Çünkü, köprü inişinde, beyaz şapkası ve beyaz eldivenleriyle zarif ve tempolu hareketler sergileyen biri dikkat zekiyordu. Araçların içindeki hareketlenmeler de gözden kaçmıyordu. Önce kendimi bir klasik müzik konserinde sandım. Çünkü uzaktan benzetebildiğim kadarıyla bu 'maestro'nun anlamlı ve ahenkli el hareketleri beni büyülemişti. Köprü inişinde görüntüler biraz daha netleşti. Kahramanımızın bulunduğu nokta; üç şerit Çiğli, iki şerit Karşıyaka ve bir şerit de Soğukkuyu istikametinden gelen altı şeridin kesişme noktası... İlginç ve bakmaya doyamadığım hareketleri altı ayrı şeritten gelen sürücülerle yolcular hayranlıkla izliyorlardı. Çünkü şef, bir eliyle araçların şeritlerinde ilerlemelerini ve devam etmelerini; diğer eliyle de emniyet kemeri takmalarını hatırlatıyordu. Yüzünde gülümseme ve kararlılık eksik olmayan bu şef; Komiser Mustafa Sarı'dan başkası değildi. Komiserim; anlamlı ve zarif hareketleriyle bir orkestra şefini andırırken, orkestranın kulaklarımıza hoş gelen müziğini sanki trafiğe aktarıyordu.Bir an; ülkemizin her köşesinde yapılan hız, emniyet kemeri, alkol gibi trafik denetimleri, hatta ağaç altlarına gizlenip 'plakaya ceza yazan' trafikçilerimiz geldi aklıma. Komiser Mustafa Sarı'nın güleryüzü ve telkin ettiği güvenin yanında; o görüntüler çok soğuk, çok itici geldi. Onun, bu 'halkla ilişkilerci' tavrının, 'trafik sağlığı' açısından çok daha faydalı olduğunu düşündüm. Haksız mıyım?
Milliyet
1,321,016
Yazarlar
BAYRAM ALTAY: Gerek Bağ-Kur gerekse SSK hizmet süresi toplamınız SSK'dan malulen emekli olabilmeniz için yeterli. Ancak SSK'ya malulen emeklilik talebinde bulunup alacağınız resmi sağlık kurulu raporuyla çalışma gücünüzün yüzde 60'ını kaybetmiş olduğunuza karar verilmesi halinde SSK'dan malulen emekli olabilirsiniz.MELİH ALGUR: Halen mevcut durumda isteğe bağlı Bağ-Kur sigortalısı olduğunuzdan kaymakamlıktan gelir testi yaptırmanıza gerek bulunmamaktadır. MUSTAFA GÜDEN: Basında çalışmanızdan dolayı sigortalılık başlangıç tarihiniz beş yıl geriye çekilmiş ancak basında çalıştığınız süreler için beş yılı geçmemek şartıyla fiili hizmet zammı süresi hizmet toplamına ilave edilerek yine beş yılı geçmemek üzere de emeklilik yaşınızdan indirim yapılır. Sizin sigortalı olduğunuz tarihteki yaş kriteri esas alındığından, bu durumda da 49 yaşa tabisiniz  ancak yaş kriterinden beş yıl düşerek  44 yaşında emekli olabilmeniz için çalıştığınız süre FH2 açısından yeterli değil, ayrıca 2014 yılına kadar prime esas kazançlarınızın yüksek olması emekli maaşınızı olumlu yönden etkileyecektir.GÜLAY SEVER: Babanızın askerlik ve yurtdışı borçlanma sürelerinin toplamı Türkiye'deki sigortalılık başlangıç tarihinden geriye doğru gideceğinden bu durumda da  47 yaşını doldurması halinde  SSK'dan emekli olabilecektir.RAFET YILMAZ: Askerlikte geçen sürelerinizi borçlanmanız halinde borçlanacağınız süre kadar sigortalılık başlangıç tarihiniz geriye gider ancak Bağ-Kur tarım sigortalılığınızı devam ettirerek Bağ-Kur'dan emekli olmak istiyorsanız SSK askerlik ve Bağ-Kur sigortalılığınızın toplamını dokuz bin güne tamamlamanız gerekmektedir. Ancak tarım Bağ-Kur sigortalılığınıza son vererek Bağ-Kur'dan sonra tekrar zorunlu SSK'lı olarak en az bin 260 gün (3 yıl 6 ay) sigortaya prim ödemeniz halinde Bağ-Kur'dan daha  önce ve avantajlı bir   şekilde emekli olabilirsiniz.ARZU KÖKSAL: 5225 gün ve   44 yaştan SSK'dan emekli olabileceksiniz. Günlerinizin dolmuş olması nedeniyle çalışmaya devam etmenizin size bir sakıncası olmayacaktır ancak maaş bağlanmasında prime esas kazanç toplamlarınızın ortalaması esas alınacağından prime esas kazanç tutarlarınız yüksek gösterilmesi halinde bağlanacak emekli maaşı da yüksek olacaktır.LEYLA ATAMAN: Sigortadan emekli maaşı almakta olduğunuzdan, Bağ-Kur emeklisi iken vefat eden babanızdan da yetim maaşı alamazsınız.FİLİZ TEKİNER: Annenizin isteğe bağlı Bağ-Kur sigortalısı olarak kayıt ve tescil yaptırarak en az 5 bin  400 gün prim ödemesi ve 25 yıllık sigortalı olması halinde emeklilik hakkını elde edebilecektir.
Milliyet
1,332,914
Yazarlar
HÜKÜMETİN genel seçim çalışmaları, muhalefetin kendi içindeki yarışları derken, 'Ege'de gözler nasıl enerjide olur?' diyeceksiniz... Enerji sektörüyle ilgilenen, geleceğini bu sektörde var olmaya ya da üretimini bu sektörün yan sanayisine kaydırmaya çalışan birçok kesim, lafı sözü bırakıyor, somut sonuçlarla ilgileniyor. Özellikle arada bir   gündemine getirilen, "Yenilenebilir Enerji Kanun Teklifi" ni dikkatle izliyor. Çünkü  bu teklif yasalaştığı takdirde arda yatırımları tetikleyecek, özellikle Ege Bölgesi'nde... Evet hızlı bir hareket başladı, lisanslar alındı ve firmalardan yatırım yapacaklarına dair haberler geliyor. Ancak bunların büyük bölümü başlamak için bu kanun teklifinin yasalaşmasını bekliyor.  Yatırımcılar devletin alım fiyatını görmeden yatırıma başlamak istemiyor. *  *  * Aslında Yenilenebilir Enerji Kanun Taslağı  yaklaşık iki yıldır hazırdı ve üstelik Meclis Enerji Komisyonu'nda iktidar muhalefet tüm üyelerin  anlaştığı ender tasarılardan biriydi. Ama bir türlü çıkmadı, çıkarılamadı. Bakan   müdahale etti, Meclis tatile girdi derken "uyuyan güzel" e dönüştü.  Enerjide ihtiyacın yaklaşık yüzde 70'ini dış alımla karşılayan 'de petrol ve endüstrisinin gücü bu tasarının bugüne yasalaşmasını sürekli erteledi. Hakkını vermek gerekiyor, bu yasa tasarısı için başta milletvekili Dr. Soner Aksoy olmak üzere çaba harcayan AKP'liler oldu. TBMM Enerji Komisyonu üyesi milletvekili Mehmet Ali Susam da gelişmeleri yakın  takip eden bir diğer siyasetçi. *  *  * 2008 itibariyle Türkiye'deki enerji üretiminde kurulu güç 41 bin 748 megavatt ve bu güç kömür, hidroelektrik ile  doğalgazdan oluşuyor. 'lerde durum biraz daha farklı. Hidroelektrik santrallerine sıcak davranan ve hatta sonrasında ölçüyü yakalamakta zorlanan Hükümet; rüzgar, güneş, ve biyoyakıtta ise tüm belirsizliklerin geleceğini bu tasarıya kilitledi.  HES hariç diğer enerji kaynakların  toplam gücü  ise yalnızca 375 megawatt. Bu kanun tasarısının öncelikli önemi, yenilenebilir enerjide "Devlet alım garantisi ve fiyatlarını" netleştirecek olması.  Ayrıca tasarı, bu alanda yeni bir oluşturacak önemli teşvikler taşıyor. Rüzgarda  76 bin megavatta ulaşan ruhsat taleplerinin yaklaşık 40 bin megavatlık kısmına ruhsat verildi. Ancak yatırımcılar yatırıma başlayamayınca, bu kez alınan lisanslar satışa sunulmaya, el değiştirmeye başladı. Yasa, devletin fiyat alım garantisini ortaya koyacak ve bu alana yatırım yapabilecek yan sanayi firmalarının oluşmasını da sağlayacak. Ayrıca atık yağlardan elektrik elde edilmesi gibi spesifik yatırımlar da başlayacak. *  *  *   OSB'ler, fabrikalar, oteller daha büyük sistemler kuracağı gibi, bireysel yatırımcıdan ve 'ye kadar farklı yelpazede yatırımcı profili oluşturulabilir.  , ve 'da sektör geliştirmek için yapılan teşviklerde "çatı üstü" gibi evsel ve küçük kullanımların alım bedelleri büyük santrallere nazaran çok daha büyük tutulmuştu. Dünyada enerji santrallerinde yatırım bedelinin  yüzde 20 -25'i öz sermaye ile yatırımcı, kalanı ulusal veya uluslararası finans kurumları tarafından karşılanıyor.  Ortalama 7 -8 yılda geri dönüşler hem yatırımcı hem de finansör firma için genel kıstas olarak görülüyor. Bu alandaki yatırımların 10 yıl altında geri dönüşümünü sağlayacak bir alım fiyat dengesi oluşturulması asıl vurucu nokta olacaktır.  Önemli olan bu süre içinde sektöre dayanma gücü sağlayabilecek şartları ortaya koyabilmek. Enerji politikası dediğimiz de zaten bu... HES'lerin dışındaki yenilenebilir enerji yatırımlarının yüzde 80'i Ege Bölgesi'nde gerçekleştirilecek. Ege'ye yapılan başvurularla beş yıl içinde yenilenebilir enerjide 10 milyar doları aşkın bir yatırım ve katmadeğer sağlanması mümkün. Neyse ki siyasetin toz dumanı arasında konunun sıkı takipçileri var. Bakalım çabalar ne kadar sonuç taşıyacak ?  Susam: Yasa pazarlık konusu olmamalı Ülkenin geleceği açısından, bu eşsiz önemde  konuyu  takip eden ender siyasetçilerden biri de, TBMM Enerji Komisyonu üyesi İzmir Milletvekili Mehmet Ali Susam oldu. Son günlerde parti içi gelişmelerden uzak duran Susam, enerjideki gelişmeleri yakın takip ediyor. Susam'a göre önemli olan, enerjide bu tasarıyla birlikte Devlet'in enerji politikasını dışa bağımlılıktan kendi kaynaklarına döndürmek. Elbette yenilenebilir enerjiyle ülkenin tüm enerji ihtiyacını karşılamak mümkün değil, ancak milyar dolarlık bir enerji ithalatından geri alınan  her pay, yan sanayii de oluşturulan katmadeğer ve istihdam, bu ülkenin eşsiz kazançları olacak. Bu nedenlerle kendilerinin ısrarcı oldukları net bir fiyat baremi olmadığını ancak, devletin alım fiyatlarını,"Doğal kaynakların kullanımını bir ülke politikasına dönüştürecek" şekilde dengelenmesi gerektiğini vurguluyor Susam. Yenilenebilir enerji kaynakları özellikle Ege'de ağırlıklı olunca, Mehmet Ali Susam da geçmişinde enerji sektörü deneyimi olmamasına karşın bu konuda yoğun çaba harcıyor. Susam, bu kez umutlu, şu an Meclis'e gelen tasarının bir hafta içinde yasallaşabileceğine inanıyor.
Milliyet
1,322,006
Yazarlar
TÜRKİYE ile Avrupa Birliği arasında kurulmuş "Karma Parlamento Komisyonu" TBMM'den ve AB Parlamentosu'ndan seçilen 18'er  üyeden oluşuyor.Komisyon'un başlıca iki görevi var.1- Türkiye-AB Ortaklık Konseyi'nin sunduğu yıllık faaliyet raporlarını incelemek.2- Türkiye-AB ortaklığına ilişkin konularda tavsiyelerde bulunmak.Komisyon yılda iki kez toplanıyor.Biri Türkiye'den, öteki AB'den iki "eşbaşkan" tarafından yönetiliyor.Acaba ve gerçekten...Eşbaşkanlardan Yaşar Yakış'ı kürsüde, ekranda, meydanda, gazete sayfalarında bu komisyonun eşbaşkanlığına yakışan bir çaba içinde gören; AB'nin her biri çifte standardın şahikası olan eylem  ve kararlarına karşı koyarken   gören var mı?Oysa Komisyon'un bir önceki AB'li Eşbaşkanı Joost Lagendijk, o kadar içimize girdi ki, sonunda "eniştemiz" oldu.Yerine gelen Helene Flautre ise "gideni aratacak" bir çaba içinde.*  *  *Nitekim Zaman Gazetesi'ne yaptığı son açıklamada, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun Çankaya'daki resepsiyona katılmamasını eleştirirken; hemen her konuda da akıl vermiş yine.Tamam.Kılıçdaroğlu o resepsiyona keşke ve bence de gitseydi.İyi de...Helene Hanım, bundan sana ne!Karar onun.İster gider, ister gitmez.Kemal Kılıçdaroğlu'nun keyfine kâhya mısın, yoksa kendini müstemleke valisi mi sanıyorsun?*  *  *Ayrıca senin muhatabın iktidar.Alınması gereken kararları almayan da o.Yapılmaması gereken  şeyleri yapan da o.Ve sen asıl Türkiye ile AB arasındaki "tıknefes" olmuş sürece bak.Türkiye'nin iyiliğini, demokratik gelişimini yürekten istiyorsan; sor bakalım iktidara:Tüm sorunların anası olan Siyasi Partiler ile Seçim yasalarını AB standartlarına ulaştırmak için, neden  tek adım atmadılar bugüne kadar?Türkiye ahalisinden, kendini temsil eden insanları seçme hakkı neden esirgeniyor; niçin önlerine isimlerini  dahi bilmedikleri adaylardan oluşan  "tek tip" listeler konuyor?Hangi milletvekili, hele iktidar partisinde liderin iradesine karşı çıkabiliyor, halkın hakkını savunabiliyor?Ah Helene Hanım.Aldım haberini Zeynel Lüle'den; fazla duygusalmışsın!Ama sen sen ol...Duygularını bu işe karıştırma.Benden söylemesi...Sonra çok üzülürsün, çok!Yuh size...BİR fidan Akın Kıvanç'a... Bir fidan Muammer Övünç'e... Bir fidan Ceyhan Gür'e... Bir fidan Şevket Bilgin'e... Bir fidan Nejat Türkeri'ye... Bir fidan Akın Simav'a... Bir fidan Sabri Suphandağlı'ya... Bir fidan Osman Öksüz'e... Bir fidan Özdemir Hazar'a... Bir fidan Zafer Alatay'a... Bir fidan Cezmi Zallak'a... Bir fidan Çetin Esen Kaftan'a... Bir fidan Şahap Mete'ye... Bir fidan Süha Aknur'a... Bir fidan Tunç Saruhanlı'ya dikilmişti  14 yıl önce.Epey büyümüşlerdi herhalde.Ve geçen gün kesildiler.Hem de bizzat Orman Müdürlüğü tarafından!Neden?Yapılacak "Gemi  Trafik Hizmetleri Merkez Binası ve Trafik  Gözetleme İstasyonu"na yer açmak için.İzmir Gazeteciler Cemiyeti'nin Hatıra Ormanı Bayraklı  Belediyesi sınırları içinde.Belediye Başkanı Hasan Karabağ diyor ki:"Önce bize başvurmak zorundalar. Ama haberimiz bile yok."Cemiyet Başkanı Atilla Sertel ise "Bu katliam İzmirli gazetecilerin ruhlarını incitmiştir" diyor.Olmaz Atilla, bunlar "ince sazdan" anlamaz!Alacaksın tokmağı eline...Vuracaksın denk  geldiği yere!Tek karelik tapınma!
Milliyet
1,323,901
Yazarlar
Küçük çocuklar dizilerde oynatılmamalı!Çocukların dizilerde oynatılması bir çocuk istismardır!Çocuk istismarı sadece çocukların cinsel ve fiziksel olarak istismar edilmesi değil, çocukların bir çıkar (reyting, para kazanma, vb.) elde etmek için dizilerde yaşına uygun olmayan rollerde oynatılarak ruh sağlıklarının bozulması da bir çocuk istismarı örneğidir.Çocuklar dizi setlerinde bir yetişkin gibi çalıştırılıyorlar!Birçok dizide çocuklar rolleri bir defalık kısa ve doğal figüran rollerde değil, düzenli çalışmayı gerektiren başroller oynatılıyor. Bu düzenli olarak bir yetişkin gibi çocukların çalıştırılması demektir. Çocukların belli bir yaş altında çalıştırılması kanunen yasakken 4 yaş gibi küçük çocukların bile dizilerde çalıştırılmasına nasıl izin veriliyor bunu sorgulamak gerekiyor. Bu durumda dizi yetkilileri de, çocukların aileleri de kanuni bir suç işlemiş oluyor ama cezalandırılmıyorlar. Tabi bu dizileri izleyerek reytinglerini artırdığımız için biz de bu suça ortak oluyoruz. Çocukların figüran oyuncu olarak birkaç defa, yaşına uygun doğal sahnelerde oynaması çocuğun gelişimini ve psikolojisini olumsuz etkilemeyecektir. Fakat düzenli olarak çocukların dizilerde kendi yaşlarına uygun olmayan sahnelerde oynaması çocukların yaşamında köklü değişikliklere neden olacağından çocukların psikolojilerini olumsuz etkileyecektir.Düzenli roller çocukların gelişimlerini olumsuz etkiliyor!Öncelikle çocukların düzenli bir rollerde oynaması tüm hayatları değiştiriyor. Çünkü bir çocuğun role hazırlanması, çekimlerin defalarca tekrarlanması çocuktan beklenmeyecek bir enerji, emek ve zaman istiyor. Dizide oynayan çocuk yeterince uyuyup dinleneceği, yaşıtlarıyla oyun oynayacağı, gelişimini artıracak aktivitelere katılacağı zamanı, rollerinin provası ve çekimlerine ayırmak zorunda kalıyor. Çocukların uyku, yeme alışkanlıkları değişiyor. Dolayısıyla bu çalışma temposu çocuğun doğal gelişim akışına engel olacak ve çocuğun fiziksel, duygusal, sosyal gelişimini olumsuz etkileyecektir.Dizi setleri çocuklara uygun değildir!Bunun yanı sıra çocuklar yaşlarına uygun olmayan set ortamında bulmak zorunda kalıyorlar. Sette çalışanlar argo konuşuyor, birbirlerine bağırıyor, sigara içiyor olabilir. Bu ortam çocuklara olumsuz model olur ve aynı zamanda yetişkinlerin ayni iş stresini çocukta yaşar.Oyunculuk çocukları okuldan soğutuyor ve davranış problemleri yaratıyor!Eğer çocuk okula gidiyorsa çocuğun okulda devamsızlık yapmasına, derslere ilgisinin azalmasına ve okuldan soğumasına neden oluyor. Aynı zamanda bu çocuklar okulda daha sadece dizide oynadığı için popüler olabilir ve dizi bitince azalan ilgi çocuğun depresyon yaşamasına neden olacaktır. Aynı zamanda bu geçici şöhret ve yüksek miktarda haçlık çocuğun psikolojik dengesini altüst edecek ve okulda davranış problemleri yaşamasına neden olacaktır. Örneğin arkadaşlarını küçümseme, okul başarısıyla değil, dizideki rolüyle hava atma gibi. Ailesine karşı gelme, alkol ve madde bağımlığı problemleri de ortaya çıkabilir.Yaşlarına uygun olmayan roller çocuklarda travmaya neden oluyor!Bunlar sadece çocuğun dizide düzenli bir rolle oynamasının sakıncaları. Rolünün içeriğine göre sakıncalar ikiye katlanıyor. Eğer çocuğun oynayacağı rol aile içi şiddeti içeriyorsa bu çocuğun her rolünde tekrar tekrar travma yaşamasına neden olur. Çünkü çocuklar gerçekle rolleri birbirinden ayırt edemez.‘'Öyle Bir Geçer Zaman ki" adlı dizide ‘'Osman" karakterini canlandıran 5,5 yaşındaki Emir Berke Zincidi' yi bunun en güncel örneği. Emir, bu dizide karışık ve trajik bir aile hikâyesinin oyuncusu. Ailenin sorunları o kadar ağır ki çocuğun buna anlam vermesi çok zor. Bu yaştaki bir çocuğun böyle bir rolle oynayıp da olumsuz etkilenmesini, travma yaşamasını hiç bir şey önleyemez. Dizi setinde pedagog bulunsa da, çocuk sette rol sırasında trajik karmaşaya maruz kaldığından travma yaşayacaktır. Bu dizi yetkilileri çekimlerin ayrı yaptığını, sonra montaj da birleştirildiğini açıklamışlar. Öyle bile olsa çocuk rol için hüngür hüngür ağlatılıyor, çığlık artırılıyor ve setteki karmaşayı gözlüyor. Küçücük bir çocuğun o kadar içtenlikle ağlaması nasıl sağlanıyor bu tartışılır. Ayrıca çocuk kendini dizi de izlediğinde kafası daha da karışacaktır. , “"Lütfen çocuklarınız bu şiddet sahnesini izlemesin" diye uyarı verilen bir sahnede küçücük bir çocuk karaman oluyor. En trajik yanı ise çocuğa bilerek travma yaşatıyoruz.Travmalar sonrası çocuklarda ruhsal bozukluklar ortaya çıkar!Travma sonrası bir çocukta çok ciddi semptomlar ve bozukluklar ortaya çıkar. travmatik roller gerçek olmasa da bir çocukta aynı travmalar yaratır. Çünkü soyut düşünce becerisi gelişmemiş ve duygusal gelişimi tamamlanmamış çocuklar iç dünyasında yaşananlara anlam veremezler ve aynı travmaları yaşarlar. Yani çocuklar yalandan rol için travma yaşamazlar. Travma gerçektir ve aynı olumsuzluklara neden olur.Travmanın etkileri çok erken de gözlenebildiği gibi bazı çocuklarda travmanın semptomları birkaç yıl sonra da ortaya çıkabilir. Çocuğun hayatında her şey yolunda gibi görünürken, birkaç yıl sonra davranış ve psikolojik sorunlar patlak vermeye başlar: altını ıslatma, kabuslar görme, yeme ve uyku düzensizlikleri, dalıp gitmeler, duygulanım bozuklukları, depresyon, içine kapanma, gelişimsel gerilik, obsesyon, post travmatik stres bozuklukları, fobiler, iletişim problemleri gibi bir çok sorun travma sonrası görülmektedir. Yetişkinlikte de kişilik bozuklukları, madde ve alkol bağımlılığı, kaygı bozuklukları, depresif duygu durumu, cinsel bozukluklar gibi birçok sorunlar ortaya çıkabilir.Küçük çocukların dizilerde oynamasına engel olunmalı!Bir dizide pedagogun sette olması hiç bir şey değiştirmeyecektir ve bir çözüm değildir. Asıl yapılması gereken pedagogun dizi yetkililerini ve aileyi bu tehlike için uyarması ve dizi yetkililerin de küçük çocukları yaşlarına uygun olmayan rollerde dizide oynatmamasıdır.Çocuklarımızı dizilerde bu rollerde oynatarak bilerek ateşe atıyor ve ruh sağlıklarıyla oynuyoruz. Lütfen bu dizileri izleyerek bu suça ortak olmayın. Sayın yetkililer çocukların kendi yaşlarına uygun olmayan rollerde oynamasına engel olmak için kanuni düzenlemeleri zaman kaybetmeden yaparak bu suça dur deyin. Eğer kanuni düzenlemeler yapılmazsa sadece bu dizide oynayan çocuklar değil, izleyici çocuklar da bundan çok zarar görecek ve psikolojisi bozuk bir toplumun oluşmasında katkıda bulunacağız.Çocuklarınızı dizilerde oynatmamanız dileğiyle,Pedagog Sevil Yavuz GümüşKurucu, Çocuk ve Ergen Psikolojisi Uzmanı, Filial ve Oyun TerapistParenting Skills & Counseling Center
Milliyet
1,335,292
Yazarlar
, Pazar| Pazar / Yazar Yazısı Mehmet Tez Hafif müzik hafif başka şeylerHani Twitter çoluk çocuk işiydi?14 Kasım 2010 Sosyal ağlar için "çoluk çocuk işi, saçmalık, teşhircilik" deniyordu, şimdi siyasetçiler Twitter'da mesaj verir oldu. Ne âlâ. Bir de "online" oy verme konusunu halletseler de "tıkla seç" dönemi başlasa Birkaç ay önce yıllardır görmediğim bir çocukluk arkadaşımla "N'aber nasılsın?" tadında ayak üstü lafladık. O zamanın gündemine göre "Sen nasıl 'ın karşısında olursun?" diye beni payladıktan sonra konu "yavşak" muhabbetinin çıktığı yer olan 'a geldi. "Facebook'ta var mısın?" diye sordum. "Facebook, Twitter, bunlar saçmalık, çoluk çocuk işi, sen de mi oralara takılıyorsun?" diye beni resmen kınadı. 'den 'in ardından 'nun da Twitter'ı kullanmaya başladığını ve sürekli tweet'lediğini görünce aklıma hemen bu arkadaşım geldi. Kendisi şu anda, Kılıçdaroğlu'nun yeni CHP'sinde aktif bir görevde. Partinin yeni yüzleri arasında olmaya gayret ettiğini de görüyorum. Başkanına acaba bu fikirlerini söyledi mi? Ya da acaba CHP'nin genç kuşak siyasetçileri sosyal ağlara böyle mi bakıyor hâlâ? Merak ediyorum. Bir hafta 'a gittim döndüm, herkes Twitter'da. Genel Başkanı de gelmiş. Hoşgelmiş. Gelir gelmez de rakamlı makamlı tweet'lere başlamış. Cumhurbaşkanı ve Başbakan'dan başka birçok politikacının da twitter hesabı var. Bu seçim kampanyaları aynı zamanda Twitter üzerinden de yapılacak. O belli oldu. Bakalım neler olacak? Bir de "online" oy verme konusunu halletse şu siyastçiler. Tıklayıp seçsek... Görün katılım nasıl artıyor. Unutmadan: Kılıçdaroğlu'nun sürekli gibi "... bir düşlüyorum" formatlı tweet'leri tamam da asıl olan bunları nasıl yapacaklar onu anlatmaları lazım. Yoksa her şey havada kalıyor. Twitter'dan takibe devam.  İTİRAF EDİYORUM -Stereo Total'in 1988'de Vanessa Paradis'yi meşhur eden "Joe Le Taxi" isimli şarkıya yaptığı cover'ı her dinlediğimde "İşte cool diye bir şey varsa bu olmalı" diye düşünüyorum. -Ekşi Sözlük eskiden de birilerinin birilerine "çaktığı" ama en azından bunu zekice yaptığı bir yerdi. Şimdiki yazar kalitesiyle ilan var ama eski tadı yok  sözlüğün. -iPad çok faydalı falan ama hâlâ kağıttan dergi okumanın tadını veremiyor. Belki zamanla... -'nin "Globally Yours" olan sloganını "Globally Late / Küresel geç" olarak değiştirmek istiyorum. - Bizim siyaset dünyasının ve gündemin önde gelen kişiliklerinin yer aldığı harbi bir "South Park" bölümü izlemek çok zihin açıcı bir deneyim olurdu. PAZAR ALBÜMÜ "Come Around Sundown"/ Kings of Leon Eğer çok büyük bir istisna yoksa, ben grupların ilk albümlerini sonra yaptıklarına tercih ederim. Daha karakterli ve daha az piyasa olurlar. O yüzden "Come Around Sundown" dinlediğim en iyi Kings of Leon albümü değil. Ama kötü mü? Kesinlikle hayır. Hatta belki de en büyük ticari başarıyı yakalayacak olanı. Neticede Caleb Followill'de bu ses oldukça, her şeye okey. Albümde "Pyro", "Radioactive" , "Birthday" gibi klasik Kings of Leon tarzını yansıtan şarkılar var. Ama benim favorim daha önce pek denemedikleri tarzda bir şarkı olan "Beach ". Bunu Kings of Leon en iyiler listeme ekledim. Bu albümü beğendiyseniz "Aha Shake Heartbreak"i (2004) dinlemelisiniz.  Gördüğüm en iyi plakçı ve 'da bir sürü plakçı gezdim, birçoğundan alışveriş yaptım. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim, gördüğüm en iyi plakçı ve müzik mağazası Amsterdam'daki Concerto. Burada uzun zamandır aradığım ve bulamadığım her şeyi buldum, tabiri caizse tam nokta atışı yaptım. Mesela Lalo Schifrin'in şahane nova albümü "Insansatez"in plağını burada buldum. Curtis Mayfield'ler, Serge Gainsbourg 'lar, en yeni LP'ler hepsi burada var ve gıcır gıcır. İkinci eller de öyle. Klasik bölümüne ise hiç girmedim, orada kim bilir ne hazineler vardı. Yolunuz düşerse uğramadan dönmeyin. Ben görmeyeli... -Tarkan'la dalga geçmek iyiden iyiye moda olmuş... - Twitter'ın muhabiri olmuş. Bence bu gerçek olsa çok iyi bir fikir olurdu. Gayet iyi yazıyor. -'un trafiği iyice delirmiş. Belediyenin kar mar yağdığında ya da aşırı sıcaklarda yaptığı gibi "İşiniz yoksa evden çıkmayın" düzeyine gelmiş. -Salih Memecan dansöz kedi çizmiş ve yine kimseyi güldürmeyi başaramamış. -Kaan Sezyum "Kemal Kılıçdaroğlu'nun oy vermemesi büyük sı.ıştır" dediği için katıldığı bir panelde Salih Memecan muamelesi görmüş. -Bir tweet'ime televizyondaki bir programda seslendirme (!) yapılmış: "30 Ekim 'un kurtuluşu".
Milliyet
1,326,238
Yazarlar
PKK'nın "eylemsizlik" kararının son bulacağı gün Taksim'deki "intihar saldırısı"nda 32 yurttaşımız yaralandı. "Canlı bomba" Çevik Kuvvet'i hedef almıştı; pazar günü giriştiği eylemden geriye parçalanmış bedeni ve masum insanların kan izleri kaldı.Son olarak Hakkâri Geçitli'deki mayın tuzağı, PKK'nın "ateşkes" sürecinde silahlı güçlerini neden sınır ötesine çekmediği konusunda eleştiri ve beklentilere yol açmıştı.Geçitli'den sonra uzun bir sessizlik dönemine girildi.O arada Aysel Tuğluk'un İmralı ziyareti gerçekleşti.Ve geçen hafta PKK'nın Kandil'deki lideri Murat Karayılan Radikal'den Ertuğrul Mavioğlu'na konuştu. Artık tek bir sivilin bile eylemlerden zarar görmeyeceği sözünü veriyor ve geçmişte yaşanan Mavi Çarşı benzeri olaylar nedeniyle "özür" diliyordu.Bu demecin mürekkebi kurumadan Taksim'deki "canlı bomba"nın onlarca kişiyi katletmeye çalışması düşündürücüdür. Kuşku vericidir.Diyarbakır'da KCK davasının görülmeye başlandığı bir ortamda Kürt sorunu, "anadilden özerkliğe" tüm boyutlarıyla tartışılırken PKK'nın silah bırakmasına ortam hazırlayacak "ılımlı" bir iklim Ankara'ya egemen olmaya başlarken, PKK Taksim'e "intihar eylemcisi" niye göndersin?!Nitekim demokratik Kürt hareketinin önde gelenleri Ahmet Türk başta olmak üzere saldırıyı kınadılar. PKK da olayı üstlenmedi.Aysel Tuğluk, Öcalan'ın avukatı olarak İmralı'ya ikinci kez giderken PKK da, "eylemsizlik" sürecini seçimlere dek uzatma mesajları veriyordu.2011 yazına kadar uzanacak bu geniş zaman dilimi, "barış" konusundaki niyet ve çalışmalara anlamlı bir süre kazandırıyor. PKK, Taksim'de olduğu gibi "kontrol dışı" eylemlerle siyasete şans tanıyan karar süreçlerine kendi eliyle zarar vermeyecektir.Kürt siyaseti şiddeti reddettiği sürece, Türkiye'deki "puslu hava"nın kimler tarafından yaratıldığı daha iyi anlaşılacak.Dünkü Milliyet'te Devrim Sevimay'ın KCK davası avukatlarından Reyhan Yalçıntaş Baydemir ile söyleşisi vardı. Kendi davasını hukuk dili ve insan hakları boyutuyla bu denli güzel anlatacak kadrolar yetiştirmiş bir hareketin, "silahlara veda etmesi" zamanının çoktan geldiğini bir kadın avukatın savunusundan çıkarabiliyoruz.Terör bundan böyle demokratik Kürt hareketine fayda sağlamaz, zarar verir!Çankaya'daki resepsiyonda BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ve arkadaşlarının Cumhurbaşkanı Gül ile yaptıkları söyleşi de demokratik çözümler konusunda umut vericiydi.Böyle bir ortamda PKK'nın Taksim'i kana bulaması pek akılcı gözükmüyor.İntihar saldırısı örgütü "olağan şüpheli" durumuna düşürüyor olsa da, "derin" güçlerin bu alandaki "zamanlama" ustalığını da gözardı edemeyiz.ABD ve NATO'nun "füze kalkanı" için Türkiye'yi gözüne kestirdiği bir ortamda bu coğrafyada "terör"ü bitirmek istemezler!
Milliyet
1,332,512
Yazarlar
İstanbul'da Galatasaray Lisesi'nin yan duvarının dibinden Karaköy'e inen Yeni Çarşı Caddesi üzerinde Galata Residence binasının alt katında açılan Münferit'e gittik, pek de memnun kaldık.Bu tür yerlerde başarının sırrı lokantanın sahibinin işini sevmesi ve işin başında olmasıdır. Münferit'i Ferit Sarper isminde genç bir İzmirli açmış. Daha önce tütün ticareti ile uğraşan babası ile birlikte İzmir'de Boğaziçi rakılarını üreten Ferit Sarper'in geçen yaz Bodrum Türkbükü'nde açtığı Bagno isimli İtalyan lokantasını da Milliyet Cumartesi'de anlatmış ve övmüştüm.Münferit'e gittiğimizde kapıda bizi lokantanın sorumlu yöneticisi Altuğ Kılıçarslan karşıladı. Lokantanın dekorundan etkilendim. Autoban'dan Seyhan Özdemir ile Sedef Açağlar'ın eseri imiş. Özgün, Art Deco ve Bauhaus rüzgarı taşıyan dekor çok güzel olmuş. Masaların büyük bölümü beyaz örtülü. Kaburga pamuk gibiydiMasamız ile ilgilenen Orçun Akyar içecek siparişlerimizi aldı. Şarap listesi zengindi ve şarap fiyatları benzer lokantalara göre yüksek değildi. Madem ki İzmirli bir gencin lokantasındayız. İzmir şarabı ve rakısı içelim dedik. Bir şişe Idol'ün Consensus şarabı ile bir küçük şişe (20 cc'lik) Sarper'lerin Beylerbeyi rakısını ısmarladık.Servis kızarmış Akhisar ekmeği ve de ançuvezli tereyağı ikramı ile başladı. Biz de yemek listesini incelemeye koyulduk.Masaya paylaşmak için porçini mantarlı ve trüf yağlı fırınlanmış beyaz peynir, lor peynirli pancar salatası, sirkeli salatalık, ördekten çerkeztavuğu ısmarladık. Sonra da uzun pişmiş dana kaburgayı paylaştık. Yediklerimizin hepsi lezzetli idi ama dana kaburga daha da farklı idi. Bir, hatta iki kişinin yiyemeyeceği büyüklükte ve pamuk gibi pişirilmiş bir kaburganın üzerindeki eti paylaştık. Tek kusuru yanında sebze veya patates bulunmaması idi. Ama üniversite mezunu servis görevlisi İrem Ada uyarımız üzerine bize kısa sürede patates hazırlattı.Lokantanın mutfağının sorumlusu Bolulu Nihat Doğutürk imiş. Fakat listenin ve yemeklerin hazırlanması ile işletme sahibi Ferit Sarper yakından ilgileniyormuş. Zaten bu ilgi de Münferit'in farkını oluşturmuş.Bizim gittiğimiz gece binanın içindeki ve zemin kat ile birinci kattaki bahçelerdeki masalar ve girişteki güzel bar tezgahının önündeki yerler dolu idi. Müşteri kesimi genelde 40 yaş dolayındaki genç erkek ve kadınlardan oluşuyordu. Canlı, renkli ve neşeli bir müşteri profili vardı. İstanbul'da şimdilik benzeri olmayan farklı bir lokantada farklı yemekler yemek isteyenlere tavsiye olunur.Mönüden seçmeler* Peynirler ve şarküteri çeşitleri (10 TL).* Soğuk tabaklar: Tarator, sirkeli salatalık, naneli fava, ördekten çerkeztavuğu, pirinç yufkasında kuzu söğüş, taze lor peynirli pancar salatası, tavuk ciğeri patesi (10-15 TL).* Sıcak tabaklar: Humuslu ızgara karides, tahin soslu tekir, midyeli siyah kuskus, mısır kremalı fener balığı, dana yanaklı marul sarması, porçini mantarı ve trüf yağı ile fırınlanmış beyaz peynir (14-24 TL).* Ana yemekler: Uzun pişmiş dana kaburgası, arpa şehriyeli dana yanağı, ızgara kuzu pirzolası, deniz mahsullü makarna tabağı (30-48 TL).
Milliyet
1,328,564
Yazarlar
RALILARIN RADYO TERCİHLERİNİ ETKİLEDİKLERİNİ SÖYLEDİ Ankara'ya yeni bir ses oldunuz, tanışmayanlara radyonuzu nasıl anlatırsınız ?Ankara yayın merkezli radyomuz Türkçe pop müzik ağırlıklı yayınlarla birlikte,  yabancı  müziğin en güzel örneklerine de yayınlarımızda  yer veriyoruz. Dikkat ettiğimiz en önemli konu, yayınlanan şarkıların dinleyicilerin geneli tarafından beğeni kazanmış ve hit şarkılar olması. Teknik altyapı olarak da birçok ulusal radyoyu geride bırakacak yapıya sahibiz. Radyoda bizi ilk defa dinleyen bir dinleyicimiz, ses kalitemizi hemen hissedebilir. Ankara'da bu kalitede, bu müzik tarzıyla yayın yapan ilk radyoyuz diyebilirim. Gün boyu dinleyicilerin radyoyu sıkılmadan dinlemelerini sağlıyoruz.Kaç yayıncınız var,  ne tarz  programlar hazırlıyorsunuz?Öncelikle programcılarımızı seçerken büyük bir özen gösteriyoruz. Müzikal kalitemize yakışır programcı arkadaşlarımız var, ama bütün saatlerimizi programcılarla doldurmadık.Sabah gazete haberleri, gün içinde de Serhat Diker ve Erkut Aktaş yayın yapıyor, haftasonu DJ Ömer Aral remix şarkıları hazırlıyor. Genele bakarsak ağırlıklı müzik yayını var. Özellikle konuşma sürelerini sınırlı mı tutuyorsunuz?Müzik ağırlıklı programlar var, ama sadece şarkı anons etmiyoruz. Programcılarımızı belli bir kalıba sokmanın doğru olduğuna inanmıyorum. Zaten hepsi kendi dalında profesyonel yayıncılar... Birçok ulusal radyoda görev almış kişiler, konuşma dozunun ne kadar  olması gerektiğini de çok iyi biliyorlar. Genel olarak söyleyebiliriz ki ne format yayını yapıyoruz, ne de çok uzun konuşarak şov programları yapıyoruz. İkisinin arsında bir  çizgimiz var.Her radyo istasyonunu birbirinden ayıran özellikler vardır.   Peki sizce radyonuzun tercih  edilme sebebi sizce nedir?En büyük sebeplerinden biri biz dinleyicilerimizle en samimi arkadaşları gibi bir diyalog kuruyoruz. İnternetten her yere sesimizi duyuruyoruz. Frekansımızın olmadığı bölgelerden gelen dinleyici sayımızın fazlalığı bizi motive ediyor.  Bunu şöyle açıklayabiliriz, herkes albüm yapıyor ve müzik severlerin beğenisine sunuyor, biz de yayın listemizi albüm hazırlıyormuş gibi titizlikle hazırlıyor ve insanların beğenisine sunuyoruz. Kimin albümü güzel olduysa insanlar da haklı olarak onu tercih eder. Her yönümüzle bu farklılığı taşıyoruz fark etmek için radyoyu açıp biraz dinlemeleri gerekir.Ankaralı dinleyicilerinizle birlikte buluşma günleri düzenliyor musunuz?Etkinliklerde basın sponsoru oluyoruz ve elimizden geldiğince özellikle sanat ve kültürel etkinliklere destek olmaya çalışıyoruz.Dinleyici profiliniz nedir?Dinleyici profilimizin yüzde 70'ini gençler oluşturuyor. Sokağa çıktığımızda birçok yerde radyomuzun cıngılını duyabiliyoruz. Aldığımız tek negatif eleştiri neden başka illerde frekansımızın olmayışı... Kendimizi yenilemek için sürekli yeni projeler üretiyoruz ve daima daha iyisini yakalamak için uğraşıyoruz.'ANKARA RADYO KONUSUNDA GELİŞMİŞ BİR ŞEHİR'Ankaralı dinleyicilerin en büyük özelliği nedir? Ankara radyoculuk konusunda çok gelişmiş bir metropol. Dinleyicilerin zevk ve tercihleri çok önemli. Çünkü; birçok alternatife sahipler ve ayırt etmeyi çok iyi biliyorlar. Samimiyet en büyük olgu... O enerjiyi radyodan aktaramazsanız, ne çalarsanız çalın dinletemezsiniz. Özellikle programcıların yapmacık konuşmaları, tavırları dinleyiciler tarafından çok tercih edilmiyor.
Milliyet
1,318,809
Yazarlar
Cumhuriyet, Türk kadınına, sosyal ve kültürel alanlarda, eğitimde, hukukta, aile içinde, çalışma hayatında, toplumsal yaşamda ve siyasette erkeklerle eşit haklara sahip olmasının yolunu açtı. Türk kadınının siyasi haklara sahip olma mücadelesi Cumhuriyet'in ilanıyla başladı -  1923 yılında Nezihe Muhittin başkanlığında bir grup kadın "Kadınlar Halk Fırkası" kurmak istedi. O zamanki Anayasa kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanımadığından partinin kuruluşuna izin verilemedi. -  1924'te Tevhidi Tedrisat Kanunu ile kızların eğitimde eşit haklara sahip olması sağlandı. -  Mustafa Kemal'in desteği ile Türk kadınına 1930 yılında belediye seçimlerinde, 1933 yılında muhtar ve köy heyeti seçimlerinde 1934 yılında milletvekili seçimlerinde seçme ve seçilme hakkı tanındı. -  1935 yılındaki seçimler sonucu TBMM'ye 18 kadın milletvekili girdi. -  1936 yılında kadınlara iş hayatında erkeklerle eşitlik sağlamak amacıyla iş mevzuatında ilk düzenleme yapıldı. Günümüzde Türk kadını her alanda erkeklerle eşit bir yaşam imkânına sahip. Kadınlarımız elde ettikleri hakların kıymetini bilmelidir. Aile baskısı, mahalle baskısı, koca baskısı, hoca baskısı ile bu haklarından feragat etmemelidir. Kadınlar sahip oldukları hakları kullanmaz, iyi eğitim görseler bile evlerine kapanırlarsa, üretimin, sosyal hayatın ve politikanın dışında kalırlarsa, çağdaş kadın olmak iddiasını kaybederlerse, Türkiye ileriye değil geriye gider. (Cumhuriyet'in 87'nci yılında bir soru: Acaba kadınlarımız neden Nezihe Muhittin'in gerçekleşemeyen girişimini sonuçlandırmayı düşünmezler? Neden bir "Kadınlar Partisi" kurmak istemezler?)
Milliyet
1,342,784
Yazarlar
Sosyalist hareketin saygın isimlerinden, eski TİP Genel Sekreteri Nihat Sargın da yaşama veda etti.Türkiye İşçi Partisi'nde adı Behice Boran'la birlikte anılan Sargın, 12 Eylül askeri darbesiyle yurtdışına çıkmış, Avrupa'da 7 yıl süren "politik göçmenlik"ten sonra TBKP (Türkiye Birleşik Komünist Partisi) yöneticisi olarak eski TKP Genel Sekreteri Nabi Yağcı (Haydar Kutlu) ile birlikte yurda olaylı bir dönüş yapmışlardı.Nihat Sargın, "Dönüşten Özgürlüğe 900 Gün" adlı kitabında Türkiye'ye dönüş serüvenini ve "TBKP davası"nı anlatır.28 Kasım 2006 yılında imzalayarak göndermiş kitabını Sargın; kapağında kırmızı karanfillerle özgürlüğe merhaba diyen, yüzündeki buruk tebessümü yansıtan bir fotoğrafı var. Yurda dönüşü de bir kasım ayında gerçekleşmişti.Kutlu ve Sargın, üç yıl süren bir mücadelenin sonunda 1980 darbesinin politik sürgünlerine dönüş yolunu açarken TCK'nın 141, 142. maddelerinin kaldırılmasında öncü rol oynadılar.Geriye bakınca, 1987-90 yılları arasında geçen "900 gün"de bile ülkenin demokrasi yolunda ne denli ağır ilerlediği görülecektir.TİP ve TKP, 1987 yılında birleşme kararı alıyorlar. Kutlu ve Sargın'ın TBKP adıyla "legal" siyasete ve Türkiye'ye dönüş kararını açılayacakları Brüksel'deki basın toplantısından birkaç gün sonra Behice Boran yaşamını kaybediyor. Boran, askeri cunta tarafından yurttaşlıktan çıkartıldığı için cenazesinin Türkiye'ye gönderilmesinde çıkabilecek sorunlar tartışılıyor. Beklenmedik şekilde TBMM'deki törene izin veriliyor.Nihat Sargın, Behice Hanım'la ilgili şu notu düşmüş kitaptaki resimaltına: "Boran'ı ülkeye uğurluyoruz, hepimizden önce gidiyor Türkiye'ye, cenazesiyle dahi hesap sormaya ve cuntayı bir kez daha sarsmaya."TBMM'deki törene Erdal İnönü ve Bülent Ecevit de katılmışlar.İstanbul'da ise 25 bini aşkın kalabalık uğurlamış Boran'ı. Darbeden önceki son 1 Mayıs'ta sıkıyönetim altındaki İstanbul'da Behice Boran ve arkadaşları sokağa çıkıp işçi sınıfı bayramının engellenmesine karşı koymuşlardı.Nihat Sargın 1987 sonbaharında Türkiye'ye dönüş kararı almalarında, siyasi yasakların kalkmasının, Özal'ın AB başvurusunun ve ülkede giderek yükselen demokratik muhalefetin önemini vurgular.Buna rağmen başlarına gelmedik iş kalmıyor.Kutlu ve Sargın'ın uçakla Ankara'ya geldikleri günü çok iyi anımsıyoruz.Gözaltına alındılar. Ve 19 gün emniyette kaldılar.İşkence gördüler.Nihat Sargın DAL Grubu'nda "Filistin Askısı"na çekildiğini anlatır kitabında.O dönem için yüz karası sayfalar.TBKP davası başladıktan sonra da çile bitmedi. "Ölüm orucu"na başladılar. Serbest kaldıklarında 1990 yazına gelinmişti. TBKP tabelasını 4 Haziran'da partiye astılar.Türkiye'nin demokratikleşme mücadelesinde Nihat Sargın'ın emeği büyüktü.Saygıyla anıyoruz.
Milliyet
1,336,669
Yazarlar
Dünya Sağlık Örgütü'ne göre, 2030 yılında şeker hastalığına bağlı ölümler ikiye katlanacak. Türkiye'de  26 bin kişinin üzerinde yapılan araştırmanın sonuçlarına göre, diyabetli insan oranı 13 yıl içinde neredeyse 2 kat artmış. Şeker hastalığındaki artışta, kilo ve hareketsiz yaşam tarzının yanında şekerle tatlandırılmış içecekler de önemli rol oynuyor Diyabet, salgın gibi hızla artarak tüm insanlığı tehdit eden en önemli hastalıklardan biri. Kısa adı WHO olan Dünya Sağlık Örgütü'nün rakamlarına göre, 2030 yılında şeker hastalığına bağlı ölümler ikiye katlanacak. Ölen insanların sadece yüzde 20'si zengin ülkelerin, büyük çoğunluğu az gelişmiş veya gelişmeke ülkelerin vatandaşları. Ülkemizde de durum hiç iç açıcı değil. Türkiye'nin çeşitli bölgelerinden 26 bin kişi üstünde yapılan araştırma sonuçlarına göre, diyabetli insan oranı 13 yıl içinde neredeyse 2 kat artmış. Uzmanlar bu artışın devam edeceğini söylüyorlar.Şeker hastalığı sıklığında görülen yükselişin birçok nedeni var. Başta artan kilolarımız ve hareketsiz yaşam tarzımız geliyor. Üstünde durulan nedenlerden biri de şekerle tatlandırılmış içecekler. Bu ay içinde yayımlanan bir bilimsel makalede bu konuda yapılmış, 300 binden fazla insanı içeren 11 araştırma bir araya getirilip incelendi. Her gün bu içeceklerden 1-2 porsiyon içenlerde diyabet riskinin yüzde 20-25 oranında arttığı görüldü. Diyabet teşhisi konmasa da vücutta şeker kullanım sürecinin bozulduğu ve kalp ve damar hastalıklarının görüldüğü metabolik sendromun da hemen hemen aynı oranda arttığı saptandı. Hızlı emilen şeker zararlıŞekerli içeceklerin içinde acaba zararlı bir madde mi var ki bu olumsuzluklar ortaya çıkıyor diye araştıran bilim insanları, şekerin cinsi ve miktarının ve bu şekerlere vücudumuzun verdiği cevabın sorumlu olduğu sonucuna vardılar.Karbonhidratlı bir besin, örneğin bir dilim ekmek yediğimizde, mide ve bağırsağımızda parçalanıp sindirilen ekmekten çıkan karbonhidratlar bağırsaklardan emilip kana geçer. Kan dolaşımının karaciğere getirdiği karbonhidrat parçacıkları glukoza çevrilir. Birazı depolanıp birazı da kana verilir. İçinden geçen kanda glukozun artmış olduğunu gören pankreas, insülin salgılayarak cevap verir. İnsülini yanına alan karbonhidrat dokulara girip enerji hammaddesi olarak kullanılmaya hazır hale gelir. Hayati önemi olan insülin salınımının ve kullanımının sağlıklı bir düzeyde kalması şarttır. Bu düzeni bozulursa tüm organları, özellikle de kalp ve damarları ilgilendiren problemler baş gösterir.Glisemik indeksi yüksek besinler, kan şekerini hem hızlı hem de fazla yükseltirler. Bu da pankreasın fazla insülin salgılamasına yol açar.  Böylece oluşan anormal durum vücuttaki birçok dengeyi altüst eder. Damar sertliğinin hızla ilerlemesine yol açar. Damar duvarında oluşan yangı, kalp krizi ve inme oluşumunu kolaylaştırır. Glisemik indeksi düşük besinler yendiğinde ise kan şekeri ve insülin düzeyleri daha geç ve daha az yükselir, vücudun hassas dengeleri bozulmaz.Yediğimiz birçok besinin içinde karbonhidrat vardır. Mercimek, fasulye veya kepek ekmeği gibi besinlerdeki karbonhidratları parçalarına ayırmak kolay değildir. Karmaşık karbonhidrat denilen bu besinlerin mide ve bağırsaklarda parçalanıp emilmeye hazırlanmaları kurabiye, beyaz ekmekteki veya kolalı içeceklerdeki karbonhidratlara göre daha uzun süre alır. Kana geçtikten sonra da kan şekerinin ve ona cevap olarak insülinin yükselmesi hem daha yavaş hem de daha hafiftir. Bunlar glisemik indeksi düşük besinlerdir. Şekerlendirilmiş içeceklere dikkatKolalı içecekler, şeker katılmış meyve suları, enerji içecekleri gibi şekerlendirilmiş içecekler şişmanlamaya yol açmalarının yanı sıra diyabet ve yüksek tansiyon hastası olma riskini de artırır. Bilim insanları önce, kaloriden zengin şekerli içecekleri çok tüketenlerin şişmanladığı ve bu nedenle diyabet ve metabolik sendromun ortaya çıktığı sonucuna vardılar. Bu içeceklerin bol şeker içerdiği, doyurucu etkilerinin az olduğu ve diğer besinlerle alınan kalorilerde bir kısıtlama yapmadan tüketildikleri düşünülürse varılan sonuç akla yatkın.Lakin, vücut ağırlığı hesaba katılarak yapılan istatistikler, artan kiloların her şeyi açıklamaya yetmediğini gösterdi. 2004 yılında ünlü JAMA tıp dergisinde yayımlanan, yaklaşık 90 bin kadının 24 yıl süreyle izlendiği bir araştırma bu konuda aydınlatıcı bilgiler veriyor. Günde 1 porsiyondan fazla şekerle tatlandırılmış içecek tüketenlerde kalp damar hastalığı riski yüzde 35 oranında artıyor. Kilo artışı ve şeker hastalığı hesaba katılıp istatistiki hesaplar tekrar yapılınca bile olumsuz etki biraz azalsa da devam ediyor. Kısacası şekerli içeceklerin şişmanlatıcı etkilerinden bağımsız başka olumsuz etkileri de var.Glisemik indeks yüksekse kaçınınŞekerle tatlandırılmış içeceklerde bolca fruktoz ve glukoz şekerleri bulunur. Birçoğunda bol fruktoz içeren mısır şurubu vardır. Bir teneke kutu kolalı içecekte 40 gram şeker bulunur. Sağladığı 140 kalorinin hemen tümü içerdiği şekerden kaynaklanır.Tatlandırılmış içeceklerdeki şekerler glisemik indeksi yüksek, bağırsakta kolay çözülüp hemen emilen, kan şekerini ve insülin düzeylerini çok ve çabuk yükselten maddelerdir. Vücutta şeker kullanımının bozulmasına, dokuların insüline direnç göstermelerine yol açarlar. Bu da kendi başına damar sertliğinin oluşmasında ve ilerlemesinde önemli rol oynar. Özellikle fazla kilolu ya da şişman olanlarda bu olumsuz etkiler daha belirgindir.Şekerli içeceklerin ve birçok hazır besinin içinde bulunan mısır şurubundaki fruktozun ayrıca zararlı etkileri olduğuna dair veriler var. Karaciğerde kolayca yağa dönüştürülen fruktozun çok tüketildiğinde kanda damar sertliği yapan yağları yükselttiği, iyi kolesterolü azalttığı ve kan basıncını yükselttiği biliniyor. Şekerli içeceklerin tansiyonu yükselttiği de biliniyor.Tatlı içince tatlı yemek istiyoruzŞekerle tatlandırılmış içeceklerin tüketimi genel olarak beslenme tarzımızı da etkiler. Katı besinler açlığımızı giderir ve doyurucu etkileri vardır. Oysa içecekleri aç olmadan hatta susamamışken bile içeriz.  Şekerli içecekler zaman içinde besinlerde aradığımız tatlara da etki eder. Özellikle çocukların tatlı olmayan ama doyurucu ve besleyici özellikleri yüksek olan sebze, meyve, baklagiller gibi besinler yerine glisemik indeksi yüksek besinlere rağbet etmelerine katkıda bulunur.  Ne yapmalı?Her gün bir porsiyon içildiğinde bile diyabet ve metabolik sendrom riskinin arttığı, kilo almanın kolaylaştığı göz önüne alınırsa şekerlendirilmiş içeceklere temkinli yaklaşmamızda yarar var. Günlük kalori alımımızda azaltma yapmadan her gün bir teneke kutu kola içecek olursak bir yılın sonunda 5 kilo alacağımızı, diyabet ve yüksek tansiyon riskimizin de artacağını unutmamalıyız.
Milliyet
1,334,179
Yazarlar
NE Ki ŞiMDi BU? H&M HEYECANINDAN UTANMAK Hasretle beklenen H&M mağazası, altı gün rötarla açıldı. Kalabalık, izdiham, yüzlerce liralık alışveriş...  Diğer tarafta da bu heyecanla dalga geçenler var. "Görmemişin H&M'i olmuş, Chanel muamelesi yapmış!" diyorlarTürkiye'de bu işler böyle yürür: U2 gelir, radyolar döndüre döndüre 'With or Without You' çalar. Gazeteler çarşaf çarşaf Bono biyografisi yayınlar. Bıkıp usanmadan okuruz, dinleriz.Picasso'nun 'eskizlerinden' sergi açılır, kimileri dalga geçer: "Dersin ki Guernica Tablosu geldi, ne diye bu kadar büyüttüler!" derler. Ama meraklıyızdır. Otobüslere doluşuruz, müzenin önünde yüzlerce kişilik kuyruklar oluştururuz. Eskiz de olsa, dünya gözüyle bir 'Picasso' görebilmek için...Bir yıldır hasretle beklenen H&M mağazası da, altı gün rötarla açıldı nihayet. Yine aynı coşku... Kalabalık, izdiham, yüzlerce liralık alışveriş... İnsanlar mutlu. Daha az paraya, daha kaliteli giyinebilecekler. Tasarım giysilere, ulaşılabilir fiyat politikasıyla sahip olacaklar.Ama öteki taraf yine alay ediyor... Bilmemnerenin   Collezione'u gibi bir şeymiş H&M. Yurt dışında alt sınıf hep bu markadan giyinirmiş. Neymiş yani bu kadar büyütülecek olay? H&M, Louis Vuitton muymuş ki? Görmemişin H&M'i olmuş, Chanel muamelesi yapmış! Üstelik varoşların alışveriş merkezinde açılmış mağaza! Kim gidermiş ki oraya? Falan filan...O zaman itiraf edelimAnlayacağınız, kimileri bu heyecanı, 'acınası eziklik' olarak tanımlıyor. Gazetelerin 'Beyaz Türk' dediği kesim, H&M açılıyor diye duyulan coşkudan tiksiniyor, utanıyor. Onlara göre H&M, 10 dolara yurt dışından zırt pırt kazak pantolon filan aldıkları, burada da "Şekerim bak bunu da 50 dolara Londra'dan aldım" diye hava atabilecekleri bir mağaza. (Ki artık yapamayacaklar)Çünkü onlar U2 konseri izlemek isterlerse, İrlanda'ya giderler. H&M'den bir kazak almak isterlerse üşenmeyip uçağa atlarlar. Picasso sergisi görmek isterlerse, 'cool' memleketleri gezerken yarım saatçik uğrayıverirler. Ve çok tuhaf bir şekilde, orta sınıfın her küçük 'şeyi' hasretle bekleyişinden de alçakça utanırlar. Duymak istedikleri buysa, itiraf edelim: Görmemişin H&M'i oldu diye çok mutluyuz. Forum İstanbul'u da artık 'daha çok'   seviyoruz.Sait Hoca fenomeni Acun Ilıcalı'nın komik isimli programı 'Yok Böyle Dans', tam bir durum komedisi. İzlerken eğlenmek bir kenara, bazen ciddiyetle üzülüyorum. Öncelikle Acun Ilıcalı'nın korkunç İngilizcesi için, sonra da Metin Arolat ve Defne Joy Foster'ın bir türlü dengeyi tutturamadıkları 'tuhaf samimiyetleri' için... Bır bır bır konuşmak, hiçbir yarışmacıyı elenmekten kurtaramadığı gibi, seyirci için de feci can sıkıcı olabiliyor. Ya o Tanem Sivar'ın yerini doldurmaya çalışan sunucu hanıma ne demeli? "Şimdiğ puanlarığ göreleaıamm" gibi bir şeyler söylüyor sürekli ama tek kelimesi doğru dürüst çıkmıyor ağzından.'Yok Böyle Dans' tüm bunların dışında, sadece iki kişi için bile izlenebilir: Birincisi, cesareti ve kendine güveniyle Bedük (favorim). İkincisi, kafasını hafifçe sola yatırarak yarışmacılara iltifat eden eski balet Sait Sökmen... Bilgisiyle ve yürekliliğiyle ("Bakmayın siz Tan Sağtürk'ün söylediklerine!" diye postayı koydu geçen hafta), tabii bir de ince esprileriyle tüm seyircileri tavladı şimdiden.BAŞKA BiR AÇIDAN VIRGINA WOOLF Kitaplarını okumuş, yeğeni Quentin Bell'in yazdığı şahane biyografisini çoktan yalayıp yutmuş olanlar için bir Virginia Woolf hikayesi daha: Sel Yayıncılık'tan çıkan 'Vanessa ve Virginia'.Bu sefer Woolf'un hep suskun kalan kardeşi Vanessa Bell konuşuyor. İngiliz Edebiyatı profesörü Susan Sellers dillendiriyor...Woolf ailesinin hikayesine, bir de Vanessa Bell açısından bakmak isteyenlere...
Milliyet
1,324,170
Yazarlar
CHP'de Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu ile Genel Sekreter Önder Sav'ın "hesaplaşacağı" biliniyordu. Hesaplaşma beklenenden erken geldi.Kılıçdaroğlu, CHP'ye genel başkan seçilmişti ama, "Önder Sav'ın vesayeti altında" görünümü veriyordu. Genel başkanlık koltuğuna Önder Sav'ın desteğiyle oturmuştu. Bu süreçte Sav'a karşı hiçbir koşul öne sürmemişti. Sav da Kılıçdaroğlu'nu genel başkan seçtirmiş, ancak Parti Meclisi'ni istediği isimlerden oluşturarak yerini sağlamlaştırmıştı. Bir başka deyişle yeni Genel Başkan, kuşatılmış halde çalışıyordu.Lider olabilmesi için bu kuşatmayı yarması ve kendi yönetimini kurması gerektiğini biliyordu. Sabırlı davranarak uygun zamanı gözlüyordu.Tüzük olayı, kavgayı erken patlattı. CHP'de dün yaşananlar Kılıçdaroğlu'nun liderlik mücadelesi olarak okunmalıdır.Gürsel Tekin tercihiKılıçdaroğlu'nun genel başkan seçildiği mayıs kurultayından bu yana yaşanan "Gürsel Tekin sorunu" aslında Kılıçdaroğlu, Sav sorunuydu. Tekin, bu çatışmanın sembolü haline gelmişti.CHP'yi dünkü kaosa sürükleyen kriz de yine "Gürsel Tekin" nedeniyle patladı, diyebiliriz.Önceki akşam, "Kılıçdaroğlu ve Sav uzlaştı, tüzük kurultayı" yok haberi gerçeği tümüyle kavramıyordu. Uzlaşılan, yeni MYK'nın oluşturulmasıydı. Ancak isimler üzerinde tek tek anlaşma sağlanmamıştı. Beklenti Genel Sekreter Önder Sav'ın "örgütten sorumlu birinci genel başkan yardımcısı" olarak görevlendirilmesiydi.Ancak Kılıçdaroğlu'nun kafasında başka bir isim vardı: Gürsel Tekin...Kılıçdaroğlu, yeni listeyi Sav'a danışmadan oluşturmuştu. Gürsel Tekin'i, "örgütten sorumlu genel başkan yardımcısı", Önder Sav'ı ise, "seçim ve hukuk işlerinden sorumlu genel başkan yardımcısı" olarak listeye yazmıştı.İşte ipler, bu nedenle koptu. Sav, Kılıçdaroğlu'nun Gürsel Tekin tercihi karşısında, Kılıçdaroğlu'na bayrak açtı.Ecevit örneğiKurmayları Kılıçdaroğlu'na "Bülent Ecevit" örneğini vererek, Önder Sav'ı yeni yönetime almaması ve yeni bir yönetim belirlemesini önerdiler. Liderliğini göstermesinin tam zamanı olduğunu belirttiler. Bülent Ecevit'in, CHP'den kopmaları göze alarak yeni yönetimini oluşturduğunu, kendisinin de CHP'den kopmaları göze alarak aynı yöntemi izlemesini öğütlediler.Kılıçdaroğlu'nun düşüncesi de bu yöndeydi. Kararını verdi. Yeni bir yönetim oluşturdu, Önder Sav ve arkadaşlarını yönetim dışında bıraktı.Kurultay ne olacak?Kılıçdaroğlu, yeni MYK'yı açıkladı, ancak kurultay çağrısı yapmadı. Bu tutum Kılıçdaroğlu'nun, Sav'ın delegelere hâkimiyetinden kaygı duyduğu biçiminde yorumlandı. Bu düşünceden hareketle olacak ki, Kılıçdaroğlu, CHP'li tabana ve kamuoyuna hitap eden bir konuşma yaptı. Gücünü halktan aldığını vurguladı. Önder Sav'ı partide korku imparatorluğu kurmak ve koltuğa ömür boyu yapışmakla suçladı. Değişim mesajı verdi. Delege dışındaki CHP'lilerden alacağı güçle delegeyi etkilemeye yöneldi.Kılıçdaroğlu'nun liderlik hamlesinin sonuçlanması için mutlaka kurultaydan geçmesi gerekiyor. Kılıçdaroğlu'nun "yeni CHP" diyerek yine Ecevit'in liderleşmesi sürecini anımsatan söyleminin kurultayca onaylanması gerekiyor.Kılıçdaroğlu, bu mücadeleyi kazanırsa, o zaman liderliğini ilan etmiş olacak. Bunu başarırsa yeni bir yönetimle yeni CHP'den söz etmesi mümkün.Baykal: "Çok üzücü"CHP'nin bir önceki lideri Deniz Baykal, gelişmeleri nasıl görüyor? Baykal, CHP'de yaşananları evinden izledi. Baykal'la dünkü görüşmemizde manzarayı nasıl gördüğünü sordum. Şu yanıtı verdi: "Çok üzgünüm. Çok üzücü bir tablo. Seçimle giderken böyle bir tablo ortaya çıkmamalıydı. Benim için önemli olan CHP'dir. CHP'nin böyle göbeğinden çatlamış bir görüntü vermesi bana acı veriyor. Bu süreçte parti parçalanmamalı, CHP'nin gövdesi mutlaka korunmalı. Türkiye'nin buna ihtiyacı var."Kılıçdaroğlu'na tavsiyeBaykal, Kılıçdaroğlu'na referandumdan hemen sonra kurultayı toplamasını, yeni tüzüğü yürürlüğe koymasını ve yeni bir Parti Meclisi seçilmesini önermişti. Baykal'la Kılıçdaroğlu arasındaki bu sohbet, referandum öncesinde Antalya mitingine birlikte giderken uçakta geçti. Baykal, kurultayı toplamaz, tüzüğü yürürlüğe koymaz ve yeni bir Parti Meclisi seçilmezse, yaşanabilecekler konusunda Kılıçdaroğlu'nu uyarmıştı.Kemal Bey'e destekBaykal, çeşitli vesilelerle yaptığı açıklamalarda, "Kemal Bey'e destek olmak gerekir. Seçimlere giderken genel başkan sorunu yaşanmamalı. Parti bir karar verdi, genel başkan seçti, şimdi onu desteklemek gerekir" çağrılarında bulunmuştu.
Milliyet
1,326,475
Yazarlar
Türkiye'deki tutukluluk sorununa ilişkin olarak yazdığım kaçıncı yazı olduğunu bilmiyorum. Ama insanlar cezaevlerinde hukuka aykırı olarak tutulup çürümeye mahkûm edildikleri, tutuklama bir koruma önlemi değil, bir ceza niteliği taşıdığı sürece yazmayı sürdüreceğim. Çünkü bu sorun çözülmedikçe, Türkiye'de ne özgürlükten ne de hukuk devletinden söz etmek olanağı var.Tutukluluktan söz ederken iki temel ilkeyi göz önünde bulundurmak gerekir. Birincisi, temel kural yargılamanın tutuksuz yapılması. Tutuklama bu kurala istisna. Sanığın masumluk karinesinden yararlandığı unutulmamalı. İkincisi, tutuklamaya itiraz ve bu itirazla ilgili yargı kararının ana davadan bağımsız bir süreç olması. O nedenle atılan suçun ağırlığı, niteliği gibi gerekçeler tutuklamanın sürmesini haklı göstermez. Aynı nedenle, tutuksuz olarak yargılanmak da, davanın mahkûmiyetle sonuçlanmayacağı anlamına gelmez.AİHM'nin pek çok sayıdaki kararı, Türkiye'de tutukluluk kurumunun iyi çalışmadığını, insanların haksız yere özgürlüklerinden yoksun bırakıldıklarını göstermekte. Cahit Demirel/Türkiye (2009) kararında, AİHM, Türkiye'de yargılama sisteminden ve yasadan kaynaklanan "yaygın ve sistematik" bir sorun bulunduğuna işaret ediyor. Sorunun, mahkemelerin tutukluluğun devamına karar verirken "sucun niteliği, kanıtların durumu, dosyanın içeriği" şeklinde soyut, klişe bir gerekçe kullanmalarından; teminatla salıverme, yurtdışına çıkma yasağı gibi başka koruma önlemlerini dikkate almamalarından; tutukluluğun hukuka uygunluğunu incelerken çekişmeli bir duruşma yapmamalarından kaynaklandığını belirtiyor. Türk Hükümeti'nden bu durumun düzeltilmesi için gereken önlemleri almasını istiyor.AİHM'nin kararları çok açık. Bu kararları Anayasa'nın 90 maddesi ile birlikte okumak gerekir. 90 madde, AİHM kararları ile yasalar arasında bir çelişki varsa AİHM kararlarının esas alınmasını öngörüyor. Başka bir deyişle, Türkiye'de AİHM kararları yasalardan önce geliyor.Böyle olunca, yargıçların tutukluluğun sürdürülmesine karar verirken AİHM kararlarındaki ilkeleri göz önünde bulundurmaları Anayasa'nın bir gereği.  Yargıçlar, bu anayasal yükümlülüğü yerine getirmiyorlar. Getirseler, belki de Prof. Haberal, Mustafa Balbay, Tuncay Özkan, KCK tutukluları ve daha pek çok kişi tutuksuz yargılanacak. Türkiye, cezaevlerinde hükümlüden çok tutuklu bulunması gibi, Avrupa'da eşi görülmedik bir durumdan kurtulacak.Ceza Muhakemesi Kanununa, AİHM kararlarına, Anayasa'ya aykırı olarak karar vermekte ısrar eden yargıçlara karşı nasıl bir yaptırım uygulanabilir? Prof. Haberal, tutuksuz yargılanma taleplerinin gerekçesiz ve soyut bir şekilde ret edilmesi nedeniyle 9. Özel Yetkili Mahkeme yargıcı hakkında açtığı davayı kazandı. Yargıtay bu yargıçların CMK'yı ihlal ettikleri gerekçesiyle 1500'er TL tazminat ödemelerine karar verdi. Karar temyiz edildi. Kesinleşmesi için Hukuk Genel Kurulu'nun kararı bekleniyor. Ama bu konuda asıl sorumluluk yeni HSYK'ya düşüyor. HSYK'nın tutuklama kararlarındaki yanlış tutumları mahkeme kararı ile saptanan yargıçlarla ilgili nasıl bir işlem yapacağı bağımsızlığının ve tarafsızlığının göstergesi olacak.Bunun yanında, Hükümet'in, CMK 100/3 maddeden katalog suçları çıkaran bir yasa değişikliğini Meclis'e göndermesi gerekiyor. Katalog suçlara giren devlet güvenliğine karşı islenen suçlar gibi suçlarda, Mahkeme, sanığın kaçması ya da kanıtları yok etmesi kuşkusunu uyandıran somut olayların varlığını aramadan tutukluluğu uzatabiliyor. Bu suçlarda suç islendiğine dair kuvvetli kuşku tutukluluğun sürmesi için yeterli.  Oysa AİHM'ye göre, tutukluluğun uzatılabilmesi için mutlaka kaçma, kanıtları yok etme, yeniden suç isleme kuşkusunu haklı gösterecek somut verilerin bulunması gerekiyor. Süre uzadıkça suç islendiğine dair kuvvetli kuşku yetersiz görülüyor. AİHM,  suçlar arasında ayırım yapmıyor. CMK 100. maddeden katalog suçların çıkarılması, maddenin AİHM kararlarına uyum sağlaması bakımından gerekli.Bugünlerde Fransa, AİHM kararlarına uyum sağlamak için gözaltına ilişkin yasa hükümlerini değiştiriyor. Gözaltında ifade alınırken avukatın bulunması yeterli görülmüyor. Tasarlanan değişiklikle, kuşkulunun avukat yardımından yararlanması, avukatına danışması olanağı da tanınıyor.Başka ülkeler AİHM'ye uyum sağlamak için yasalarını değiştirirken, Türkiye, bireyin özgürlüğünü ilgilendiren son derece ciddi bir konuda, bu hukuk ve insan hakları ayıbından kurtulmak için gereken önlemleri neden almıyor?
Milliyet
1,328,568
Yazarlar
YÖK Genel Kurulu, rektör seçimlerinde üniversitelerin yaptıkları tercihleri yine altüst etti. Türbana özgürlük bildirisine imza atanlar üst sıralara çıktı, laik demokratik cumhuriyet anayasasına saygı gösteren profesörler alt sıralara düşürüldü.Mersin Üniversitesi'nde 58 oyla 5. sırada yer alan Prof. Tuba Yelken 1. sıraya yerleştirildi. 71 oyla 4. sırada yer alan Prof. Halil Kumbur 2. sıraya getirilirken, 146 oyla birinci olan mevcut Rektör Prof. Kemalettin Suha Aydın, 3. sıraya konuldu. Celal Bayar Üniversitesi'nde en yüksek oyu alan mevcut Rektör Prof. Semra Öncü yerine Türbana Özgürlük Bildirisi'ne imza atan Mehmet Pakdemirli, 2. sıradan birinci sıraya taşındı. Kars Kafkas Üniversitesi'ndeki seçimlerde en yüksek oyu alan mevcut Rektör Prof. Abamüslüm Güven'in yerine yine türban bildirisine imza atan 2. sıradaki Prof. Sami Güven yerleştirildi. Kocaeli Üniversitesi'nde de mevcut Rektör Prof. Sezer Komsuoğlu en yüksek oyu aldı ancak bildiriyi destekleyen Prof. Nurettin Abut birinci sıraya alındı. Muğla Üniversitesi'nde en yüksek oyu alan ve bildiriye imza atan Prof. Mansur Harmandar'ın yeri değiştirilmedi.* * *Üstünlerin hukukundan hukukun üstünlüğüne geçiyoruz... İleri demokrasi... Değişim, dönüşüm gibi mavallar ile geldiğimiz nokta işte burası...Adaylar ikiye ayrılıyor; bir imza ile iktidar yandaşlığına adaylık koyanlar veya buna tenezzül etmeyenler...İlim, bilim, liyakat, ciddiyet önem arz etmiyor.Bir biçimde kapıkulluğunu ispatlamak yeterli... İşte hukuk, işte adalet, işte üniversite... Taksim bombasını PKK'nın taşeron örgütü TAK üstlenmiş.Bomba Kazlıçeşme'de patlasa KAZ mı üstlenecekti?* * *Oktay Ekşi, Basın Konseyi'nden istifa etmeyince AA ve TRT üyelikten çekilmiş.AA ve TRT iktidar düdüklüğünü itiraf etmiş. Haldun ErtemSahte belge düzenleyen Deniz Feneri Noteri'ni  "zamanaşımı" kurtarmış.Söz konusu Deniz Feneri olunca kurtarıcı hemen bulunuyor.Fahrettin Fidan Alkışlara dikkat...Kemal Kılıçdaroğlu sürekli alkışlanıyor şu sıralar... Alkış, hem moral hem gurur vericidir...Ancak alkışlayanlar kimler? Ve beklentileri neler?Bu sorunun yanıtı alkışlardan daha önemli... Yeniçağ'ın değerli yazarı Selcan Taşçı hanım, medyada Kılıçdaroğlu'nu öven yazılardan alıntılar yapmış...O alkışlayanların gördükleri ya da bekledikleri Kemal Bey imajı şöyle:"Atatürk ve ilkeleriyle bağını koparmış, AB'nin dümen suyunda, terörle müzakereye açık..."Böyle bir kimlik sağın hoşuna gider.. AKP'yi ve ikinci cumhuriyetçileri memnun eder... Ama Kemal Bey'in hırçın CHP atının üstünde tutunmasını sağlayamaz... Kürtçe savunma...Diyarbakır'da devam eden KCK davasında Kürt sanıklar Kürtçe konuşmakta ısrar ediyor. Mahkeme izin vermiyor. Bu yüzden dava tıkanıyor.Profesör Baskın Oran, Lozan Antlaşması'na göre Türkçeden başka dil konuşanların mahkemede kendi dilleriyle savunma yapabileceğini söylüyor.Odatv'de yayımlanan yorumda ise o maddelerin sadece "Gayrimüslim azınlıklar"ı kapsadığı hatırlatılıyor, Oran'ın cehaletinden söz ediliyor.Aydınlık 24 Ekim tarihli sayısında Doğu Perinçek'in bu konuda bir inceleme yazısı yer aldı.Diyor ki Perinçek:"Kürtçe olarak basit bir cinayet veya yaralama olayını anlatabilirsiniz. Ancak Kürtçe, yargılama dili olarak yetersizdir. Kaldı ki, savunma yalnız konuşarak yapılmaz; yazacak ve mahkemeye vereceksiniz. Kürtçe yazmayı acaba yüzde kaçı biliyor. Diyelim yargılanan Kürtlerimizden biri Kürtçeyi çok iyi biliyor. Peki diğer yargılanan arkadaşları onun ne dediğini anlayabilecek mi? Türkçeye çevrilirse anlarlar. Çünkü Türkiye Kürtlerinin ortak anlaşma dili, Kürtçe değil, Türkçedir."Perinçek, Silivri  4 No.lu Cezaevi'nin berberi Muzaffer Bey'in Elazığ Baskilli Kürt olduğunu, ancak ne Diyarbakır, ne Tunceli, ne Van, ne Urfa'nın Kürtçesini anladığını, kendi ağzından ifadelerle ekliyor. Perinçek şöyle devam ediyor:"Bekaa'yı da gördüm, üç gün kaldım. Abdullah Öcalan da sık sık belirtir, PKK'nın Bekaa kampında eğitim ve yargılama dili Kürtçe değil, Türkçedir.Bekaa kampının mevcudu 600 kişiydi. Bu kadar az sayıda insan arasındaki ortak dil bile Kürtçe olamıyorsa, milyonlarca Kürdün yargılama ve eğitim dili nasıl Kürtçe olacak?" Soru: CHP ne zaman iktidara yürür?Yanıt: Partililer Parti Meclisi ya da MYK koltuğunu değil de bakanlık koltuğunu hedeflediği zaman...Gülhan ElmasKenan Evren'in maaşı aylık 11.400 TL'den 12.300 TL'ye yükseltilmiş...Darbecilerden hesap sorulacaktı... Demek maaşın hesabı soruldu, az görülüp zam yapıldı...Cenk Aras
Milliyet
1,338,583
Yazarlar
Sabah ve atv karikatüristi Salih Memecan, CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu'nu göbek dansözü olarak çizdiği için kendini liberal sanan bazı kişiler tarafından sertçe eleştirildi.Memecan, neden Kılıçdaroğlu'nu böyle 'aşağılayıcı' biçimde çizmişti? Neden 'bütün' karikatürleri muhalefete yönelikti ve neden Erdoğan'ı eleştiren karikatür hiç çizmiyordu? Bu eleştirileri yapanlar önemli bir ayrıntıyı unutmuştu: Memecan'ın, Sabah ve atv'de çizdiğini... Bu kuruluşların, AKP taraftarı ve hatta, Erdoğan'ın damadının yönettiği bir şirketin malı olduğunu... Ayrıca hiçbir yayın organının, yorumlarında (ki karikatür de bir yorumdur) tarafsız olmak gibi bir yükümlülüğü yoktur. Medya kuruluşlarının çoğu, bir partiyi veya ideolojiyi destekler. Bizde de, başka ülkelerde de bağımsız yayın bulmak neredeyse olanaksızdır.Dünya, şu veya bu siyasi partiyi destekleyen yayınlarla doludur. Londra'da çıkan 'Spectator' bunlara iyi bir örnektir. Bu dergi fanatik bir bağlılıkla Muhafazakârları destekler. İngiltere'de hiç kimse, gülünç duruma düşmek istemediği için, Spectator'u (ve karikatüristlerini) "Muhafazakâr" diye eleştirmez. Memecan da, gerek çizdiği kurum, gerekse kendi dünya görüşü çerçevesinde, isterse bütün karikatürlerinde muhalefeti yerden yere vurucu olabilir. Bunda gazetecilik ahlakı veya kuralları açısından mahsur yoktur. Ne çizeceği onun irade ve yorumuna kalmıştır. 'Dengeli olmak' gibi bir sorumluluğu da yoktur.Burada yanlış olan karikatür değil, karikatür nedeniyle yapılan eleştirilerdir.Bu yanlışların en büyüğünü yapan da, CHP Genel Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin'dir. İşte, Deniz Baykal'ın istifa ettiği gün televizyon ekranlarında gözyaşı döktüğünü unutamadığım Tekin'in Memecan'la ilgili sözleri: Dansözlük şerefsiz bir iş değil..."Dansözlük, kamu kaynakları kullanılarak elde edilmiş televizyonlarla, gazetelerle o olanağı sağlayanlar karşısında kıvırmak, majestelerinin eteklerine tutunarak çengilik yapmaktır. Öyle anlaşılıyor ki, aynaya bakmışlar ve kendilerini çizmişlerdir."Tekin'e göre, Memecan'ın Kılıçdaroğlu'na yönelik karikatürü "basın özgürlüğüyle asla bağdaşmayacak, haddini çok çok aşmış, seviyesiz, çirkin bir saldırı" imiş. Basın özgürlüğüyle asla bağdaşmayacak, haddini çok çok aşmış, seviyesiz, çirkin bir saldırı, karikatürde değil, Tekin'in sözlerindedir.Sabah ve atv'nin, kamu bankalarından sağlanan kredilerle, Başbakan'a yakın bir işadamına satıldığı doğrudur. Ne var ki bunda ne Memecan'ın, ne de başka herhangi bir Sabah ya da atv çalışanının kusuru vardır. Ayrıca, dansözlük de şerefsiz bir iş değildir. Herhangi birini dansöz olarak karikatürize etmenin, ne haddini aşmayla, ne seviyeyle, ne de basın özgürlüğü ile bir ilgisi vardır. Tekin, bu sözleri ile medyaya ve özellikle karikatüristlere karşı beslediği tahammülsüzlükle uluslararası bir ün kazanan Erdoğan'a ne kadar yaklaştığının herhalde farkında değil.Farkında olmadığı bir başka şey ise, "yeni" CHP'nin, bu şekilde düşünen insanlarla tesis edilemeyeceğidir.Karikatürünün çizilmesine tahammül edemeyenler politikacı olmasın. Kimin ne çizdiğine karışanlar da, kendilerini demokrat diye tanımlamasın.
Milliyet
1,322,007
Yazarlar
BÖLGE Temsilcimiz Bülent Zarif, "Modanın kalbine gitmeye hazır mısın?" diye sorunca. Aslında anlamıştım renklerin ısıttığı bir dünyanın beni beklediğini...İtiraf etmem gerekir ki. Doğrusu böylesini tahmin etmiyordum...Geçen hafta Alman moda devi Hugo Boss'un Stuttgart Metzingen'deki merkezinin kapıları açıldı benim de aralarında olduğum Türk gazetecilere... Hiç üretim yapılmamasına rağmen onlarca dönüm üzerine kurulmuş, yeşillikler içinde dev bir kampus.Tam 2 bin 500 kişi çalışıyor. 500'ü ise üzerlerine titrenen tasarımcılar... Sadece önümüzdeki yılın değil, şimdiden 3-5 sene sonrasının modasını işte onlar belirliyor...Kimi Hint asıllı, kimi Honduras... Hepsi, modanın okulu olarak görülen Londra'dan sonra Hugo Boss'un tasarım fabrikasında kendisini bulmuş.Her köşesinde hayal kurulan, renklerle ve kumaşlarla oldukça şık bir oyun oynanan bir yerdi. Dünya sosyetesini büyüleyen koleksiyonlarla ve 2015'te bizleri nelerin beklediğini bugünden görmenin şaşkınlığıyla rüya gibi, benzersiz bir yolculuktu...Böyle bir dünya devinin pek kimseye açılmayan tasarım üssünde dolaşırken, İzmirli olmanın ayrıcalığını yaşadım. Çünkü modanın kalbine İzmir öyle bir girmiş ki, adeta aşka dönüşmüş.Hugo Boss'un İzmir Ege Serbest Bölge'deki tesisi gözbebeği. Rakamlar da zaten bunu gösteriyor. Dünya genelindeki takım elbise üretiminin yüzde 40'ı, gömleklerin yüzde 45'i, kadın kıyafetlerinin de yüzde 65'inin İzmir'de yapılıyor olması, İzmir'den gelenlere o insanı kışkırtan moda merkezinde ayrı bir yer sunuyor.CEO Claus-Dietrich Lahrs'la konuşurken bile bunu hissediyorsunuz. Daha önce Cartier ve Loreal gibi dünya devlerinin kaptan köşkünde bulunan Lahrs, İzmir'e ve İzmirli ekibine övgü yağdırıyor.Sürekli seyahat edip neredeyse her kıtadaki fabrikalarını gezen Alman CEO,  İzmir'de kendini daha mutlu hissettiğini, Ege'nin bu güzel köşesinde yakaladıkları başarıyla gurur duyduklarını dile getiriyor her fırsatta. "Toplam 9 bin çalışanımızdan 2 bin 500'ü merkezimizde. Geriye kalan 6 bin 500'ünün de 3 bin 500'ü İzmir'de" diyor.Yıllık cirosu 1.6 milyar Euro olan bir devin, dünya sosyetesine sattığı kıyafetlerin etiketinde "Made in Turkey" yazması...Çin rüzgarının tufana dönüştüğü, bizim tekstilcilerin ve konfeksiyoncuların bile ülkelerine sırtlarını dönüp Uzakdoğu'ya koşa koşa gittiği bir dönemde bence çok şey anlatıyor!..Başarının arkasında o var"Moda devinin İzmir aşkında" en büyük pay hiç şüphesiz Türkiye CEO'su Dr. Sezai Kaya'nın...1998'de İzmir fabrikasını kurarken 750 kişiyle yola çıkmış. Geçen 12 yılda çalışan sayısını 3 bin 500'e yükseltmiş. Bugün tedarikçilerin de Türk olması için mücadele eden, modada Türkiye'nin ve Türkler'in de bulunması için öncülük eden bir isim o...Hugo Boss'un merkezinde ekibiyle birlikte dik yürüyen, özel bir sevgi ve saygı gören Sezai Kaya, daha yapacakları çok şey olduğunu söylüyor. "İzmir ekibi olarak bilgimiz ve işgücü kalitemizle üretimde böyle bir yer alarak Çin'in önüne geçtik. Aslında İzmir, Hugo Boss nezdinde Çin'e karşı büyük bir savaş verip kazandı" diyor.Bu başarıya nasıl ulaşıldığını, Hugo Boss'un İzmirli çalışanlarından önceden de biliyordum. Sezai Kaya'yla konuşunca daha iyi anladım. Dünya markası Hugo Boss'ta İzmir'in öne çıkmasının arkasında insana verilen değer var. Sezai Kaya'nın yönetim anlayışının tam merkezinde sadece ama sadece insan bulunuyor. Çalışanlarına her türlü imkanı sunan Kaya'nın, 200 bin Euro harcayarak kurduğu, güzellik merkezinden spor salonuna her türlü etkinliği yapmaya imkan tanıyan sosyal merkezi anlatırken gözlerinin içi gülüyor."Şarap kulübümüzle keyifli bir hafta sonu geçireceğiz. Sonra balıkçılık kulübündeki arkadaşlarla birlikte olacağız" derken büyük heyecan duyuyor. İş arkadaşları için 20'nin üzerinde sosyal kulüp kuran, onlara hak ettikleri değeri veren, karşılığını da başarı ve sevgi-saygı olarak alan Sezai Kaya'dan da öğrenilecek çok şey olduğunu düşünüyorum.Modanın kalbini fethetmek öyle hiç de kolay değil. Gittim, gördüm, alkışlıyorum...
Milliyet
1,331,095
Yazarlar
Kocaman, sıkça sarı-lacivertlilerde 6-7 yıllık birikmiş "oyuncu odaklı düzen problemi" ile uğraştığından söz ediyor. Bu düzeni kırmak kolay olmuyor, önce Şampiyonlar Ligi'ne, sonra Avrupa Ligi'ne veda ediliyor. Hocanın ismi defalarca tartışmaya açılıyor, bu güvensiz ortamda Alex "hocanın bütün görüşlerini paylaşmadığını" beyan ediyor. Hatta internet sitesinden Fenerbahçe'den ayrılmayı ilk kez bu kadar ciddi düşündüğünü de deklare etmekten geri durmuyor... Neyse ki alınan iyi sonuçların ardından Kocaman kritik eşiği atlatıyor, bazı futbolcularla aşılamayan güven köprüsü meselesi birinci sayfadan mecburen düşüyor. Alex de eski mutlu ve iyi günlerine bir u dönüşü yapıyor. *  *  *G.Birliği geçen sezonu saygı duyulan bir futbol ve fena olmayan bir puanla bitiriyor. Doll Almanya'dan gelen teklifler ve yönetimle yaşadığı uyumsuzluklara rağmen Ankara'da çalışmaya devam ediyor, ama belli ki onun Başkent'te kalmasından herkes mutlu değil... 2010-11'in ilk 8 haftasında takımın performansı bir türlü düzelmiyor, kulaktan kulağa hocayla oyuncular arasında sorun olduğu yayılıyor. Bu arada Bilal de kadro dışı kalıyor. Söylenenlere göre disiplin ağır, futbolcular mutsuz... Hoca nihayet gönderiliyor; yardımcısı Zumdick aynı düzen, aynı on bir ve aynı taktikle göreve devam ediyor. Sonuç garip: Manisa karşısında şahane bir galibiyet, Kayseri'ye karşı inanılmaz bir fizik kalite. Sanki ilk 8 hafta oynayan oyuncular gitmiş, yerlerine çok daha fazla koşan, çok daha fazla mücadele eden ikizleri gelmiş!*  *  *G.Saray, Ankaragücü'ne kaybediyor; maç sonunda Servet kendisine ne kadar güvenilirse o kadar oynadığını açıkça beyan ediyor. Hafta içinde Rijkaard gönderiliyor, Hagi geliyor... F.Bahçe ve Antalya maçlarında inanılmaz bir mücadele, ekstra efor... Ama futbolda sadece arzu ve efora değil, kaliteye de ihtiyaç duyulduğundan olsa gerek; 3 maç sonunda atılan 2 gol ve kazanılan 4 puan var!Şimdi merak ediyorum... Servet, Trabzon maçı performansını neye borçlu, Hagi'nin güvenine mi? Eğer öyleyse, Galatasaray yine hoca mı değiştirecek? Futbolcu performanslarıyla güven arasında bu denli yüksek bir korelasyon olabilir mi? Tabii ki futbolda hoca-oyuncu arasındaki güven köprüsü performansı belirleyen önemli faktörlerden biridir, ama birincisi sayılabilir mi? Güveni azalan oyuncu kötü koşabilir mi? Eforunun yüzde ellisini vermeye hakkı olabilir mi?Servet-Rijkaard meselesi, bir Türk futbolu meselesidir... Ve buna benzer onlarca öykü daha yaşanmadan üstünde bolca konuşulmalıdır, tartışılmalıdır.Kayseri Stadı nasıl dolar?Gençlerbirliği müsabakası sonrası kamuoyunun ortak görüşü şu: Kayseri şampiyonluğa oynuyor, ama şehirliler takımlarına ilgi göstermiyorlar. Hava alanında karşılaştığımız iki Kayserili futbolcu, Beşiktaş maçında bile tribünlerin dolmadığından şikayet ediyor. Kayserili oyuncular, zirve yarışı yaptıkları diğer beşliye göre en büyük dezavantajlarının bu olduğunu söylüyorlar.Kayseri Kadir Has Stadı, uluslararası turnuvalara ev sahipliği yapabilecek düzeyde inşa edilmiş mükemmel bir spor kompleksi... Ama, mesela bir Euro 2020 müsabakası için yeterli sayılabilecek 32 bin kapasite, bir Süper Lig maçı için fazla geliyor. Kayseri'nin sıradan sayılabilecek bir iç saha maçında, Gençlerbirliği önünde tribünler yarı yarıya dolu. Yani içeride 15 bin civarında taraftar var. On beş bin kişiyi küçümsememek lazım, bu sayı aslında Galatasaray ya da Beşiktaş'ın ortalama taraftar sayısı civarında... Ama bu 15 bin kişi Kadir Has'ta çeşitli tribünlere ve katlara dağıldığı için az gözüküyor, stadyumu dolduramıyorlar.Oysa Kadir Has Stadı inşa edilirken üst tribünler sempatik bir mekanizmayla açılır/kapanır yapılabilseydi; stadın kapasitesi (isteğe bağlı) 16 bine düşürülebilir olacak, bu sayı da lig maçları için yeterli gelecekti... İşin mühendislik detayını bilmiyorum, belki halen o tribünleri açılır/kapanır yapma ihtimali vardır. İsviçre'de, Avusturya'da böyle statlar var, kentin takımı oynadığında kapasite 20 binlere düşürülüyor, bir uluslar arası müsabakada 40 binlere çıkarılıyor. Şimdi Kayseri'ye yeni bir stat inşası gündemde... Kadir Has'ın minimize edilmiş hali olarak tanımlanan, kompakt bir stat bu. Belli ki Erciyesspor ve Kayserispor'un yerleri ayrılacak, (şu anda gayet bozuk olan) zemin de daha az yorulmuş olacak. Belki bu yeni projenin yapımı sırasında Kayseri'nin âkil adamları, Kadir Has Stadı tribünleri üzerinde de küçük bir oynama yaparlar.
Milliyet
1,342,764
Yazarlar
Üniversite radyoları denilince birçoğumuzun aklına ilk başta öğrencilerin hazırladığı, üniversite etkinliklerinin, haberlerinin verildiği radyolar gelir ve sadece üniversitedeki öğrencilerin o radyoları dinlediğini düşünürüz. Bu, üniversite radyosunu yakından tanıyıncaya kadar peşinizden gelen bir düşüncedir. Görünmeyeni görmeye, dinleyicilerin duymadığını öğrenmek için İstanbul Teknik Üniversitesi'nin kapısını çaldık ve İTÜ Radyosu'nu ziyaret ettik. Tesadüf ki radyonun Yayın Koordinatörü A. Süha Çalkıvik'in ders zamanına denk geldik ve ders niteliğinde bir sohbet ettik. Öğretim Görevlisi A. Süha Çalkıvik ve öğrenci arkadaşların sadece internetten dinlenebilen bir üniversite radyosunda ellerindeki sınırlı imkânlarla ve ticari kaygı gütmeden, reklamsız, ama büyük bir heyecanla  'deli işi' olan radyoda neler yaptığını ve Elektrik - Elektronik Fakültesi'nde bulunan radyoya, bu bölümü okuyanların dışında diğer birçok bölümden öğrencilerin katıldığını öğrendik.  Öğrencilerin gelecek telaşesi,  teknik üniversitelerin yoğun ders programlarının yanında hayata tutunabilmek için radyoda farklı bir dünyanın içine girdiğini ve hevesle hazırladıkları programlarla arşivlerden seçtikleri müzikleri dünyanın bir ucundaki dinleyenlerle de paylaştığını ve müziğin tadına vardıklarını da öğrendik. İlk üniversite radyosu olarak 1945 yılında yayına başlayan ve 1998 yılından itibaren internet yayınına geçen  İstanbul Teknik Üniversitesi Radyosu (İTÜ), Klasik Batı Müziği ağırlıklı olmak üzere Rock ve Caz müziğinin seçkin örneklerine de yayınlarında yer veriyor. Uzun yayın hayatı ve tecrübeleriyle üniversite radyoları arasında ailenin babası gibi olan radyo, diğer üniversite radyolarına da destek veriyor. İTÜ Radyosu'nu  www.radyo.itu.edu.tr adresinden dinleyebilirsiniz... KLASİK BATI MÜZİĞİ, TÜRK SANAT MÜZİĞİ, ROCK, CAZ, BLUES, OPERA GİBİ MÜZİĞİN SEÇKİN ÖRNEKLERİNİ ÖĞRENCİLERİYLE BİRLİKTE HAZIRLAYAN İTÜ RADYOSU, İNTERNET YOLUYLA DÜNYANIN BİRÇOK YERİNDEN DİNLENİYOR"Eğitimi ağır  bölümlerde okuyan öğrenciler bu işi gönüllü yapıyor ve tek kuruş kazanmıyor.  Diğer radyolardaki eğlenceli vitrin kısmında yer almayıp, tozlu raflardan müzik sunuyor..."Uzun zamandır    İTÜ Radyosu'ndasınız... Süha Çalkıvik: 15 yıldır. İTÜ Radyosu'nu çocukluğumda klasik müzik yayınlarıyla hatırlıyorum. Radyonun Yayın Koordinatörüyüm... Üniversitenin Sinema Radyo Televizyon dallarında da hocayım. Radyomuza katılan arkadaşlara fonetik diksiyon dersleri veriyorum.  Elektrik- Elektronik Fakültesi'ndeki bir radyo olarak öğrencilerinize radyonun tekniğini öğretirken, onlar teknikten öte diğer büyülü halini de keşfediyor... Öğrencilerin kendi kablolarını, mikrofonlarını, devrelerini yapmalarının yanı sıra, ürettikleri, bitirme tezlerini yaptıkları, müziği ve radyoculuğu deneyerek keşfettikleri bir laboratuvar. Teknik bölüme emanet olan bir radyonun teknik anlamda kalitesi nasıl?İddialıyız. En yüksek kalitede yayın yapan radyoyuz. Müzik kalitesi açısından da öyle, dinlerken bekleme gibi sorunlar yok, CD kalitesindeyiz..Bazı öğrenciler mezun olduktan sonra  frekans alıp şirketleşerek radyolarını dinleyicileriyle buluşturuyor... TRT dışında kamu kuruluşlarının havada yasa gereği yayın yapması mümkün değil. Anonim şirket olmanız gerekir. Frekans almak hiç mantıklı değil, burada gönüllü olan arkadaşlar gönüllü çalışmamış olacak, ticari kaygılar ön planda olacak. Reklam ve muhasebe departmanınız olacak vs...  Buradakilerin heyecanı var. Biz piyasa müziği yapmıyoruz ki...  Sadece internetten dinlenebiliyorsunuz, geri dönüşleri incelediğinizde ilginç sonuçlarla karşılaşıyor musunuz?En son istatistiklerimize göre Afrika Kıtası'nın neredeyse tamamında dinlenilmişiz, tüm ülkelerden dinleyici almışız. Bizi kamçılayan  e-postalar geliyor. Çılgın işidir radyoculuk, buradaki insanlar bir kat daha deli. Çünkü; bu işi gönüllü yapıyor ve tek kuruş para kazanmıyor. Eğitimi ağır olan  bölümlerde okuyor.Diğer radyolardaki eğlenceli vitrin kısmında yer almayıp, tozlu rafları temizleyerek de sıkılmadan    vakit geçiriyor.Popüler olma kaygınız yok mu?Biz reklam almıyoruz, popüler olma sorunumuz da yok. Çaldığımız eserlerden ticari bir kaygı gütmediğimiz için, eserlerin sahipleri de bizden telif hakkı istemiyor. Biz çok sesli yayıncılıkta iddialı bir radyoyuz. Arşivinize, öğrencilerin dışında kimlerin katkısı oluyor?Seçkin müzikler sunduğumuzdan dolayı dünyanın her yerinden bize CD geliyor.  Gümrükten sürekli bize CD geliyor. Viyana'dan bir plak şirketi her zaman CD yolluyor. Niye yolluyor? Çünkü; biz eseri namuslu çalıyoruz... Konsolosluklar destek oluyor. Brezilya'dan Arp sanatçıları CD'lerini gönderiyor. Bu arada arşiv odamızda 1400 kadar taş plağı dijital ortama aktarıyoruz. Klasik Müzik birçok radyonun sadece özel programlarında yer alıyor... Bu konuda biz tekiz. TRT bile klasik müzik saatlerini çok azalttı. Klasik müzik dinleyicisi zor bir dinleyicidir. Beğenilerini karşılamak zordur, bunu başarıyoruz ...  Öğrencileriniz bir anlamda  radyoda müziği de öğreniyor... Biz burada kitaplık da oluşturduk. Çok sesli müzik ne demek öğreniyorlar. Radyonun yazılı belgelerini klasörlüyoruz. Öğrenci arkadaşlar da internetten arşiv bölümünden programlarını örneğin   canlı yayınlanmış  diksiyon dersini dinleyebiliyor.  Eskiyle yeniyi birleştirmek gibi misyonumuz da var.  Radyomuza yurtdışından gelen mektuplar bir yana yurtiçinden de birçok mektup geliyor.Yıllar önce Van'dan gelen bir mektupta "Şu saatte Beethoven'ı çaldınız, köy kahvesinden dinledik, tekrar istiyoruz diye..."  yazıyordu... Etkinlik projeleri var mı?Önümüzdeki günlerde sürpriz projelerimiz var.  Bizim gibi maddiyat gütmeyen seçkin kulüplere, festivallere, projelere duyuru anlamında desteğimiz oluyor.  Tiyatro topluluklarıyla beraber radyo tiyatrosu gibi projelerimiz var. Mühendislik öğrencilerini  radyocu olarak nasıl buluyorsunuz?Sosyal Bilimler okuyanlardan çok daha geniş programlar yapıyorlar. Aldıkları matematik ve fizik eğitimi onların perspektifini genişletiyor.  Çünkü onlar kalıplara girmez, yaratıcıdır.  Kolay beğenmezler ki, daha uç şeylerle ilgilenir.
Milliyet
1,326,463
Yazarlar
Önceki günkü CHP tablosu içler acısıydı..  Çok ağır suçlamalar.. Havada uçuşan yumruklar.. Acayip bir kargaşa..Dün anladım ki bu sahneleri gören yüzde 42'nin içi acımış..Suratlar asıktı, moraller bozuk..Mağlubiyet duygusu benliklerini sarmış, gözlerinde ışık kalmamış..Asıl şimdi yenildik dedi biri.. Anladım ki..Yüzde 42 kızgın, kırgın..Yüzde 42 umutsuz, şaşkın, çaresiz..Yüzde 42 üzgün..Seçime giderken sırası mıydı diyorlar, gırtlak gırtlağa gelmenin zamanı mıydı?Hadi, yüzde 42'nin tümü demeyelim.. Yüzde 32 diyelim..Az mı?  Belki de sırasıydı.. Dün de yazdım; tamirat için, kaportayı düzeltmek için, motoru yenilemek için zaman var..Büyük yarışa, genel seçime daha yedi ay var..*Peki, CHP'de yaşananlara ne diyeceğiz? İhtilal mi?İhtilal diyemeyiz..Niye? İhtilal genel başkana karşı yapılır, genel başkan ihtilal yapar mı?Yapar!..CHP'de yaşananların başka izahı olabilir mi? CHP'de yaşananlar başka hangi partide yaşanır?*Ankara'dan değil, Ankara dışından bakınca manzara şu..CHP iç çekişmelerden yorulmadı ama..Yüzde 42 yoruldu.. *Ne olacak derseniz?CHP yeni yönetimiyle seçime gider gidemez, kurultay olur olmaz bilemem.. Kılıçdaroğlu da bilemez Sav da..Çünkü, siyasette rüzgârın yönü çok sık değişir; çoğu zaman nereden eseceği belli olmaz..Bildiğim şudur..Büyük çatırtılar her zaman büyük kopuşları getirmez..Büyük çatırtılar bazen büyük kenetlenmeleri, büyük sıçrayışları, büyük hamleleri de getirebilir..    Halk vefat etti!Yaşasın cumhur..Öldü diyecektim ama sert olur dedim..Vefat etti daha yumuşak....Kelime olarak tabii ki..Yeni moda cumhur ya.. Cumhur aşağı cumhur yukarı..Denilen şu; cumhur yıllarca Köşk'teki resepsiyonlara giremedi.. Bu yıl Köşk'ün kapıları cumhura da açıldı, Cumhuriyet  29 Ekim'de cumhurla kucaklaştı..Böyle deniliyor ama bu iş nasıl oldu ben anlamadım..Misal; Cumhurbaşkanı'nın davet listesini çıkarın.. Bundan önceki yıllardaki davet listeleriyle karşılaştırın..Yüzde 99 aynıdır.. Parti başkanları, yöneticileri, bakanlar, milletvekilleri, yüksek yargı organlarının temsilcileri, üst düzey bürokratlar, meslek odaları başkanları, komutanlar, genel yayın yönetmenleri, ünlü yazarlar, ünlü sanatçılar, ünlü sporcular falan..Yani, ülkenin elit takımı.. (Dikkatinizi çekerim; tüm milletvekilleri eşleriyle gitse bin kişi eder..) Eee.. O zaman..Cumhur nerede!..*Bizim mahalledeki bakkal amca hâlâ bakkal amca olarak orada oturuyor.. Manav da, garson da, taksici de, marangoz da, işçi de, memur da, köylü de yerli yerinde.. Kimsenin Köşk'e çıktığı, kırmızı halıdan geçerek Cumhurbaşkanı'nın elini sıktığı, meyve suyunu veya içkisini kapıp salona yayıldığı falan yok..Yok da yine de küçük bir fark var..Eskiden halktılar şimdi cumhur oldular..Cumhur aşağı, cumhur yukarı.. Sıkıysa yollasınlar!Türban meselesinde son durum şuymuş..Türbanlı öğrenciler derse girmek isterse öğretim üyesi tutanak tutacak, öğrenciye imzalatacak veya şahitlere imzalatacak, o tutanağı YÖK'e yollayacaktı..YÖK'e henüz böyle bir tutanak gitmemiş..Ama 15-20 türbanlı öğrenci şikâyet dilekçelerini YÖK'e iletmiş.. Bu durumu nasıl yorumlayalım..    Hocalar türbana destek verdikleri için tutanak tutmuyor mu, yoksa biraz sıkıysa tutsunlar vaziyeti mi var..Tutulsa bile sıkıysa YÖK'e yollasınlar durumu..Hangisi!.. 1 milyon evde kaos varO kadar çok arayan oldu ki fikri takip zaruri oldu..Yedinci sınıf öğrencilerinin dramından söz ediyorum.. 1 milyon evde kaos var.. Danıştay  durdurma kararı aldı.. Sınav var mı yok mu belli değil..11-12 yaşındaki çocuk ne yapsın!Sınav varmış gibi gece gündüz çalışsın mı, enerjisini seneye mi bıraksın..Söyleyen yok!Veliler arıyor, ne olacak?Bakan'a sorun diyeceğim ama ortada bu konuya bakan yok.. Bakan'dan çıt yok.. Soru:Bu hafta sonu kaçı dershaneye gider, kaçı test çözer, kaçı bir şey olmamış gibi ders çalışır..Cevap:Hiçbiri..
Milliyet
1,332,787
Yazarlar
Hasretle beklenen H&M mağazası, altı gün rötarla açıldı. ... - Gülüm Dağlı Gülüm Dağlı NE Ki ŞiMDi BU? H&M HEYECANINDAN UTANMAK Hasretle beklenen H&M mağazası, altı gün rötarla açıldı. Kalabalık, izdiham, yüzlerce liralık alışveriş...  Diğer tarafta da bu heyecanla dalga geçenler var. "Görmemişin H&M'i olmuş, Chanel muamelesi yapmış!" diyorlar Türkiye'de bu işler böyle yürür: U2 gelir, radyolar döndüre döndüre 'With or Without You' çalar. Gazeteler çarşaf çarşaf Bono biyografisi yayınlar. Bıkıp usanmadan okuruz, dinleriz. Picasso'nun 'eskizlerinden' sergi açılır, kimileri dalga geçer: "Dersin ki Guernica Tablosu geldi, ne diye bu kadar büyüttüler!" derler. Ama meraklıyızdır. Otobüslere doluşuruz, müzenin önünde yüzlerce kişilik kuyruklar oluştururuz. Eskiz de olsa, dünya gözüyle bir 'Picasso' görebilmek için... Bir yıldır hasretle beklenen H&M mağazası da, altı gün rötarla açıldı nihayet. Yine aynı coşku... Kalabalık, izdiham, yüzlerce liralık alışveriş... İnsanlar mutlu. Daha az paraya, daha kaliteli giyinebilecekler. Tasarım giysilere, ulaşılabilir fiyat politikasıyla sahip olacaklar. Ama öteki taraf yine alay ediyor... Bilmemnerenin   Collezione'u gibi bir şeymiş H&M. Yurt dışında alt sınıf hep bu markadan giyinirmiş. Neymiş yani bu kadar büyütülecek olay? H&M, Louis Vuitton muymuş ki? Görmemişin H&M'i olmuş, Chanel muamelesi yapmış! Üstelik varoşların alışveriş merkezinde açılmış mağaza! Kim gidermiş ki oraya? Falan filan... O zaman itiraf edelim Anlayacağınız, kimileri bu heyecanı, 'acınası eziklik' olarak tanımlıyor. Gazetelerin 'Beyaz Türk' dediği kesim, H&M açılıyor diye duyulan coşkudan tiksiniyor, utanıyor. Onlara göre H&M, 10 dolara yurt dışından zırt pırt kazak pantolon filan aldıkları, burada da "Şekerim bak bunu da 50 dolara Londra'dan aldım" diye hava atabilecekleri bir mağaza. (Ki artık yapamayacaklar) Çünkü onlar U2 konseri izlemek isterlerse, İrlanda'ya giderler. H&M'den bir kazak almak isterlerse üşenmeyip uçağa atlarlar. Picasso sergisi görmek isterlerse, 'cool' memleketleri gezerken yarım saatçik uğrayıverirler. Ve çok tuhaf bir şekilde, orta sınıfın her küçük 'şeyi' hasretle bekleyişinden de alçakça utanırlar. Duymak istedikleri buysa, itiraf edelim: Görmemişin H&M'i oldu diye çok mutluyuz. Forum İstanbul'u da artık 'daha çok'   seviyoruz. Sait Hoca fenomeni  Acun Ilıcalı'nın komik isimli programı 'Yok Böyle Dans', tam bir durum komedisi. İzlerken eğlenmek bir kenara, bazen ciddiyetle üzülüyorum. Öncelikle Acun Ilıcalı'nın korkunç İngilizcesi için, sonra da Metin Arolat ve Defne Joy Foster'ın bir türlü dengeyi tutturamadıkları 'tuhaf samimiyetleri' için... Bır bır bır konuşmak, hiçbir yarışmacıyı elenmekten kurtaramadığı gibi, seyirci için de feci can sıkıcı olabiliyor. Ya o Tanem Sivar'ın yerini doldurmaya çalışan sunucu hanıma ne demeli? "Şimdiğ puanlarığ göreleaıamm" gibi bir şeyler söylüyor sürekli ama tek kelimesi doğru dürüst çıkmıyor ağzından. 'Yok Böyle Dans' tüm bunların dışında, sadece iki kişi için bile izlenebilir: Birincisi, cesareti ve kendine güveniyle Bedük (favorim). İkincisi, kafasını hafifçe sola yatırarak yarışmacılara iltifat eden eski balet Sait Sökmen... Bilgisiyle ve yürekliliğiyle ("Bakmayın siz Tan Sağtürk'ün söylediklerine!" diye postayı koydu geçen hafta), tabii bir de ince esprileriyle tüm seyircileri tavladı şimdiden. BAŞKA BiR AÇIDAN VIRGINA WOOLF  Kitaplarını okumuş, yeğeni Quentin Bell'in yazdığı şahane biyografisini çoktan yalayıp yutmuş olanlar için bir Virginia Woolf hikayesi daha: Sel Yayıncılık'tan çıkan 'Vanessa ve Virginia'. Bu sefer Woolf'un hep suskun kalan kardeşi Vanessa Bell konuşuyor. İngiliz Edebiyatı profesörü Susan Sellers dillendiriyor... Woolf ailesinin hikayesine, bir de Vanessa Bell açısından bakmak isteyenlere... Gülüm DağlıNE Ki ŞiMDi BU?H&M HEYECANINDAN UTANMAKÇağdaş ErtunaSon durumBen de dans yarışmasındaydımMehveş Evin Ne kadar İstanbullusun?Ali EyüboğluAliceELDE VAR EĞLENCE!Cadde'deki Hayalet--YABANCI FiLM HAYRANLIĞI MI,AL SANA!Hakan KırkoğluMüneccimbaşıÇABA iÇERiSiNDEYiZDilara Koçakİyi YaşamTAM TAHILLAR KARIN YAĞLARINDAN KURTARIYORSina KoloğluReyting canavarı'NEW YORK'TA BEŞ MiNARE' TV'DE iLK HANGi KANALDA?MUAZZEZ ABACIGhettoSaat: 22.00Fiyat: 45 - 90 TL Tel: 0 212 251 75 01CEM ADRİANBeyoğlu Hayal KahvesiSaat: 22.30Fiyat: 35 TL Tel: 0 212 244 25 58YOL PROJECT PLAYSİstanbul Jazz CenterSaat: 21.30Fiyat: 25 - 30 TL Tel: 0 212 327 50 50LOU RHODESBabylonSaat: 21.30Fiyat: 35 TL Tel: 0 212 292 73 68ŞEYTANCA ŞEYLERKulis Oda SahnesiSaat: 20.30Fiyat: 25 - 30 TL Tel: 0 216 467 33 32
Milliyet
1,338,582
Yazarlar
'de yaptığı konuşmanın metni dağıtıldı. Kılıçdaroğlu konuşmasında (1) İstihdamsız büyüme ve de (2) "Dışa kanama" diye adlandırdığı, sıcak paraya ödenen faiz ve yabancı sermayeye ödenen kâr transferleri konularını öne çıkarmış. Sosyalist Enternasyonal, sosyal demokrat, demokrat sosyalist ve işçi sınıfı partilerinin ortak olduğu uluslararası bir örgüttür... Örgüte Türkiye'den sadece CHP üyedir. Bu örgüt, İkinci Dünya Savaşı bitince Avrupa'daki sosyalist eğilimdeki partilerin başlattığı uluslararası bir fikir hareketinin sonunda 1946'da kuruldu. Örgüt içindeki her partinin üye sayısı ne olursa olsun bir oyu vardır ve kararlar oybirliğiyle alınır. En yüksek organ kongredir. Bütün üye partilerin temsilcilerinden oluşan daha alt düzeydeki konsey de her yıl toplanır ve örgütün güncel siyasi konulardaki politikalarını belirler. İstihdam yaratmayan büyümeKılıçdaroğlu, işte bu örgütün 15-16 Kasım'da yapılan "konsey" toplantısına katıldı ve konuşmayı bu toplantıda yaptı.Kılıçdaroğlu diyor ki;- 2000'li yıllardan sonra başta ABD olmak üzere, gelişmiş ülkelerde ortaya çıkan aşırı finansallaşma eğilimi sonucu, üretim ile para arasındaki bağ koptu. Üretimi aşan finansal şişkinlik krize yol açtı.- Başta ABD olmak üzere gelişmiş ülkeler krizin neden olduğu durgunluktan çıkmak için piyasaya para akıttı. Son olarak ABD piyasaya 600 milyar dolar daha sürme kararı aldı.- Bu paralar gelişmiş ekonomilerden gelişmekte olan ekonomilere doğru hareket eden bir sıcak para akımına neden oluyor.- Sıcak para gelişmekte olan ülkelere girince, ülke paraları değerleniyor. Ülke paraları değerlenince (döviz ucuzlayınca) ülkeler daha çok ithalat yapıyor. Daha çok ithalat üretken sektörleri öldürüyor. İşsizliği artırıyor.- İthalata dayalı canlanma, ülkelerde "istihdam yaratmayan büyüme"yi ortaya çıkarıyor.- Sıcak para giren ülkeler sıcak paraya ya faiz ya da kâr payı ödüyor. Aşırı faiz ve kâr payı, sıcak paranın girdiği ülkeden dışarıya kaynak transferine, "dışa kanamaya" yol açıyor.Bu sözler Paris'te kalmamalı- Günümüzde sıcak paranın 2 faturası var: (1) istihdamsız büyüme, (2) Dışa kanama.- Bu gelişmenin faturasını emekçiler, çiftçiler, emekliler, esnaf ve işsizler, kısacası geniş halk kesimi ödüyor.- Bunlar yetmemiş gibi şimdi de başka ABD ve sanayileşmiş ülkeler olmak üzere küresel çapta, iç talebi canlandırmaya değil de ihracata dayalı büyüme arayışları, durgunluk tehlikesini ve korumacılık eğilimlerini güçlendirmeye başladı.- Durgunluk tehlikesi ve korumacılık eğilimi etkisinde ülkeler (1) Düşük ücrete ve (2) Düşük sosyal haklara dayalı rekabet politikalarını benimser oldu.- Halbuki esas olan iç talebin genişletilmesi, bunun için emekçilerin satın alma güçlerinin yükseltilmesi, gelir dağılımının düzeltilmesi, sosyal politikaların geliştirilmesidir. Bunları düşünecek olan, yapacak olanlar ise sosyalist partilerdir.- İşte bunun içindir ki insana öncelik veren sol yönetimlerin iktidara geçmesi, iktidarda olanların güçlenmesi gerekir.Bu özet anlatımdan sonra kısa bir değerleme yapılmak gerekirse, "Nefis bir konuşma." Çok doğru "değerlendirmeler..." İyi de... Netice? Netice önemli. Neticeye, bunları halka anlatmak ile ulaşılır. Bunlar konuşmada kalmamalı, Paris'te kalmamalıdır.Kılıçdaroğlu ve CHP'liler bunları halka anlatamaz ise, bu konuşmadaki teşhis ve değerlendirmeler hiçbir işe yaramaz.
Milliyet
1,338,554
Yazarlar
NE Ki ŞiMDi BU? BAYRAM EŞiTTiR 'TATiL' O DA EŞiTTiR 'KARNAVAL' Günümüzün postmodern 'bayram' anlayışında, tatili fırsat bilip seyahate çıkmak veya evde pineklemek daha çok tercih ediliyor. Birincisini seçenler çoktan aldı başını gitti; ikinci gruptakiler için birkaç önerim varBayram, çocukken bir karnavaldır. Büyüdükçe 'mecburiyet'e, daha da büyüdükçe 'mahcubiyet'e dönüşür. Şimdi beni bana bıraksalar; deseler ki, "Al sana dokuz gün tatil!" (bunu kimse demiyor), yapacağım şeyler yine bana bir 'karnaval'ı hatırlatır. Önce, geçen bayramdan kalma 'mahcubiyetler'i, 'mecburi' telefonlarla telafi ederim. Ardından asıl 'bayram şenliği'mi başlatırım. Ne yazık ki 'dokuz gün sevinci'ni yaşayamıyorum bu bayram. Ama 'evde pineklemeyi seçenler' için güzel önerilerim var. Beni dinlerseniz ruhani olarak 19 gün tatil yapmış gibi hissedebilirsiniz.FiLM iZLEYiN 1- New York, I Love You Aralarında Fatih Akın ve Natalie Portman gibi isimlerin de yer aldığı 11 yönetmenden New York üzerine bir güzelleme. Bu 'güzelleme'lerden epey sıtkım sıyrıldı gerçi. O şehri seviyorum, öbürüne hayranım, bu çok iyi değil filan... Fakat izlemeye değer. 2- Death at a Funeral Bir cenaze töreni ne kadar komik geçebilir? Tahmin edemeyeceğiniz kadar çok! Bu tatilde veya başka bir zaman mutlaka izleyin.3- Meet the Fuckers 2000 yılında çekilen 'Meet The Parents' komedisinin devam filmi 'Meet the Fuckers', en az ilki kadar eğlenceli. 'İzlediğim en komik filmler' listesi yapsaydım bu film çok rahat ilk üçe girerdi. Tam bayramlık.KiTAP OKUYUN 1- Bir de Baktım Yoksun: Yekta Kopan'ın şaşırtıcı bir biçimde çok satan öykü kitabı, yine şaşırtıcı bir biçimde son derece sevildi. "Şaşırtıcı" diyorum çünkü; 'Türkiye'de öykü kitabı satmaz' diye bir yargı vardır ve ne yazık ki doğrudur. Bu kitabın kaderi farklı oldu, çok da iyi oldu. Herkesin rahatlıkla okuyabileceği, sürükleyici ve merak uyandırıcı bir kitap. İçinde birbirinden güzel altı öykü var. Hepsinin ortak noktası, 'babalar ve çocukları'. 2- Shakespeare Olmak: Nihayet doğru dürüst bir Shakespeare biyografisi Türkçeye çevrildi. Bunun için Can Yayınları'na şükran borçluyuz. 400 sayfalık kitabı bu tatilde okuyup bitirmenizi beklemiyorum ama en azından elinizin altında olsun, kütüphaneniz şenlensin. Kaliteli bir çalışma.3- Bohemya'da Skandal: Polisiye edebiyatının üç muhteşem yazarı; Edgar Allan Poe, Gilbert K. Chesterton ve Arthur Conan Doyle'dan üç öykü. Minikler kapınızı çalıp şeker isterken rahatlıkla bitirebilirsiniz. 96 sayfa ve okuması çok zevkli. MÜZiK DiNLEYiN 1- Grinderman: Bence 'dünyanın en çekici adamı' olan Nick Cave'i, bu grubun içinde yeniden görmek / duymak çok iyi gelmişti. Cave dinlemek her zaman, her koşulda iyi gelir zaten. 'Grinderman' onun yan projesi. İlk albümü dinlemeye doyamamıştık, ikincisi geldi. Adı da çok yaratıcı: 'Grinderman 2'. Epey iyi şarkılar var. Akşamüstü saatlerinde dinlenebilir.2- Ceylan Ertem: Anima grubundan tanıdığımız Ceylan Ertem solo çalışmaya karar verdi ki, gayet iyi yapmış bence. Sesi çok güzel bir hanım. Yaklaşık 100 yıldır dinlediğimiz 'Fikrimin İnce Gülü', 'Gönül Dağı' gibi şarkıları yeniden yorumlaması pek çekici değil ama objektif olalım: Başarılı. 3- The XX: Bu grubun üyeleri birbirlerini 11 yaşından beri tanıyormuş. Şu anda 20 yaşındalar. Böyle deyince insan gotik metal yapan bir grup ergenle karşılaşacağını sanıyor ama tam tersi... Şarkıları bünyede antidepresan etkisi yaratıyor. Acayip huzurlu ve rahatlatıcı. İlk albümleri; Rolling Stone dergisinin hazırladığı '2009'un en iyi albümleri' listesinde 11'inci sıradaydı. İkinci albümleri de ilkini aratmıyor. BURALARA GiTMEYiN Taksim, Ortaköy, Bakırköy ve Kadıköy Entelektüel bir sosyal analiz yapma niyetinde değilim ama söyleyeceğim... Muhtemelen ulaşım ücretsiz olduğu için, çok sık dışarıya çıkamayanlar, bu günlerde kendilerini sokağa atıyor. Önümüzdeki altı gün boyunca, elele tutuşan genç kızlar meydanlarda olacak. Kültür çatışmasının sağanak halinde yaşanacağı bölgeler arasında başta Taksim ve Ortaköy geliyor. Bakırköy ve Kadıköy ise zorunlu olmadıkça çıkılmaması gereken semtler.
Milliyet
1,326,255
Yazarlar
ÖNCE Taksim meydanındaki terörist saldırı... İki gündür TV ekranlarındaki yorumları izledim. 'Büyük teoriler' kurarak izah etmeye çalışanları hayretle dinledim. "Ergenekon yaptırdı" diyenler oldu! Zaten Ergenekon'la PKK arasında irtibat varmış falan... BDP çevreleri ise "derin devlet" imasında bulunuyorlardı; bu eylemin "savaş lobisinin provokasyonu" olduğunu söylüyorlardı...Böyle büyük komplo teorilerinden hareketle tekil bir olayı izaha kalkmak yanlıştır! Çünkü bu düşünce tarzında, "olay"ın bulgularına bakılmıyor, aksine, zihindeki bir teori "olay"a etiket gibi yapıştırılıyor!Halbuki bilim alanında olduğu gibi "soruşturma" alanında da doğru tek metot, "delillerden sonuca gitmek"tir. "Sonuç"a bakarak teoriler kurgulamak, siyasette cazip ve etkilidir ama boştur, zırvadır.Dünyada da böyle...PKK, belli ki, terörle sonuç alamayacağını görüyor ama terörden vazgeçmek için siyasi ödünler almak istiyor. Karayılan'ın Radikal'de Ertuğrul Mavioğlu'na söyledikleri açıktır:"Biz devleti mağlup edemeyiz, devlet de bizi yok edemez."Peki, Karayılan gibi bir teröristin sözüne inanılabilir mi?Haklı bir soru ama kırk yıldır yaşananlara uyuyor.İrlanda ve Bask sorunlarında da böyle oldu. Uzun ve kanlı bir çatışma sürecinden sonra, satrançta "pat" (sonuç alamamak) denilen tıkanmaya benzer bir durum ortaya çıktı: Devlette ve toplumun çoğunluğunda demokratik açılımların gerekliliği konusunda bir eğilim gelişti... Terör örgütlerinde ve dayandığı etnik kesimde de terörün bırakılması, demokratik metotlara yönelinmesi fikri güçlendi...Türkiye'de de böyle bir gidiş göze çarpıyor. Nitekim devletin de örgütün de üslubu eskisi gibi değildir... Örgütün "eylemsizlik" kararları sıklaşmaktadır... Daha önemlisi, Güneydoğu'dan artık daha bir cesaretle ve yoğunlukla yükselen sesler "eylemsizliğin sürdürülmesi" için PKK'ya manevi baskı yapmaktadır.Emine Ayna gibi kin kusan "siyasi komiser"ler itibar kaybederken, vekillikleri düştüğü halde Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk gibi ılımlı isimlerin itibar görmesi de yeni sürecin önemli bir işaretidir.Demokrasinin genişletilmesi talebi de yoğunlaşmaktadır aynı zamanda...Böyle bir süreçte "seçimlere kadar eylemsizlik" kararının açıklanmasında bir sürpriz yoktur; "zamanın ruhu"na uygundur.Türkiye'nin çekim gücüBu tabloda, Taksim'deki menfur terör eylemi, PKK'nın merkezi kararından ziyade PKK içinde 'otonom' kişilerin veya grupların yaptığı bir terör eylemi olarak gözüküyor.Yine dünyada örnekleri görüldüğü gibi, bu 'otonom' eylemlerin yayılması ihtimali vardır ve fevkalade tehlikelidir; süreci tamamen sabote edebilir. Onun için bunların yakalanıp adalete teslim edilmesi, heveslilerine göz açtırılmaması şarttır.Aynı zamanda PKK'nın da bu tür 'otonom' grupları kınaması, hatta iç cezalandırma mekanizmasını işletmesi gerekir!Terörün gündemden çıkarılması inişli çıkışlı bir "uzun ince yol"dur; demokratik açılımlarla paralel yürür. Özeti "dağda kurşun sıkmamak, düz ovada siyaset yapmak"tır!O aşamaya varabilirsek, sonrası için bizi aynı bayrak altında bir arada tutacak faktör Türkiye'nin ekonomik, demokratik ve kültürel cazibesi olacaktır. Ben bu alanlarda Türkiye'nin sahip olduğu çekim gücünün milli bütünlüğümüzü sürdüreceğine inanıyorum.
Milliyet
1,334,188
Yazarlar
Hakan Kırkoğlu hkirkoglu@ttmail.com Müneccimbaşı ÇABA iÇERiSiNDEYiZ Gün hızlı ve mücadeleci bir tonda ilerleyeceğe benziyor. Duygularımızı bir kenara koyma eğilimindeyiz ancak kendi duygusal ihtiyaçlarımıza da özen gösterebilmeliyiz. Özellikle hemen öğleden sonra saatlerinde bilinçli bir şekilde, kendimizi daha iyi anlamaya çalışmalıyız. Böylece pek çok şeyden ders çıkarabileceğiz. Duygusal alanda yetersizlik hissi yüzünden günü kendimize ve başkalarına zindan etmekten kaçınmalıyız. Olumsuz duygulardan ve bizi kısıtlayan koşullardan kurtulmaktayız. Günün geç saatlerinde enerjimizi boş yere harcamak ve kendimizi yıpratmak yerine, kendi iç dünyamıza dönmeye çalışmak çok daha yararlı olacak.
Milliyet
1,343,665
Yazarlar
Süleymaniye Camii, bayram sabahı Başbakan'ın da katıldığı bayram namazıyla açıldı. Kentin dört bir yanı günler önceden afişlerle donatılmıştı. Afişlerde büyük harflerle "Süleymaniye'de Bayram Sabahı" sözleri okunuyor altında ise Başbakan'ın namazı Süleymaniye'de kılacağı bildiriliyordu. Başbakan namazdan sonra cemaatle caminin içinde bayramlaştı. Manzara ekranlardan halka aktarıldı. Böylece bayram sabahı siyaset ile din, ticaret ile ibadet kucaklaştı, sarmaş dolaş oldu...Süleymaniye'de bayram tabii Yahya Kemal'i ve ünlü dizelerini çağrıştırıyordu:"Artarak gönlümün aydınlığı her saniyedeBir mehabetli sabah oldu Süleymaniye'de."* * *Yahya Kemal deyince bu büyük şairin kimi tebessüm yaratan halleri de hatıra gelmiyor değil... Mesela üstad vakti zamanında reklam metni de yazmıştır... Kavaklıdere şaraplarının reklamında şu kafiyeli slogan yer almıştır:"Biz veda etmek üzereyiz kedereGetir ahbaba bir Kavaklıdere"Yahya Kemal Beyatlı Bedii Faik reklamlarda üstadın imzasını da görünce dayanamamış bir eleştiri yazısı kaleme almıştır. Ancak Yahya Kemal, Bedii Faik'e muhabettini yıllarca esirgememiş, çevresi bu durumu şu sözlerle izah etmiş:- Üstad gazete okumaz da...Kavaklıdere reklamı Üstad'ın maddi sıkıntı içinde olduğu şeklinde yorumlanmış ve Pakistan Büyükelçiliği'ne atamasında etken olmuş...Yıllar sonra müzevirin biri Yahya Kemal'e Bedii Faik'in eleştiri yazısından söz etmiş, Üstad o tarihten sonra Bedii Faik'le selamı sabahı kesmiştir. Bedii Faik, üstadın o reklamla ilk kez devlet parası dışında gelir elde ettiğini de söz arasına sıkıştırır... Duyulmak istenenBir sosyal demokrat partiden duyulması beklenen vaatler nelerdir? İşte internette dolaşan bir mesajdan özet:"Gıdadan ve kitaptan KDV kalkacak. Şehirlerdeki fazla nüfus köylere taşınacak, bunlara bedava konut ve toprak verilecek, tarım desteklenecek.Hazine topraklarının imara açılması ile isteyene 20 yıl taksitle alt yapısı hazır arsa verilecek. Ovaların betonlaşması durdurulacak. Güneydoğu Türkiye'nin hayvancılık merkezi olacak, üniversite harçları kalkacak. YÖK kaldırılacak.Et ve Balık Kurumu yeniden kurulacak. Askerlik süresi 8 aya inecek, ordu mevcudu 300 bine düşürülüp sağlanan kaynaklar ülkenin kalkınması için harcanacak...Kredi kartı soygunu son bulacak. İlk işimiz dokunulmazlıkları kaldırmak olacak. Milletvekili maaşları yarı yarıya düşürülecek,ve asgari üçretin katları olarak belirlenecek. Makam araçlarının % 90'ı geri alınacak. Herkes işine toplu ulaşım araçları ile gidecek.Türkiye şeyhler ve tarikatlar cumhuriyeti olmaktan kurtulacak... Köy enstitüleri yeniden açılacak, gecekondu üniversiteler kapatılacak.Türklerin 10 yıl sonra gavur ellerinde işçi olarak çalışmasına gerek kalmayacak... Tarzanca yabancı dille yapılan eğitime son verilecek. Sanayi ve sanayiciye destek olunacak. Van Gölü turizm merkezine dönüştürülecek...Belediyelerde rüşvet son bulacak. Hukuk sistemi halkın vicdanını rahatlatan şekilde baştan düzenlenecek.Devletteki soygun bitecek. PKK 1 yıl içinde tasfiye olacak.Elektrik, doğalgaz, benzin ucuzlayacak.IMF soygunu bitecek..." Füze...Lizbon'dan gelen haber mutlu bir tonda aktarılıyor:"Füze kalkanı konusunda anlaşmaya varıldı."Bizim kamuoyunu sakinleştirmek için hükümet kimi şartlar öne sürmüştü.Mesela antlaşmada "İran" adından söz edilmemesini istemiştik.Bu isteğimiz kabul edilmiş!.. Ne var ki, minare kılıfına sığmıyor.Associated Press Ajansı dün kalkanın İran'a karşı kurulduğunu açık açık bildirmekteydi...CHP Milletvekili Onur Öymen diyor ki:"Esas sorulması gereken bu sistemin kullanılmasında Türkiye'nin rolünün ne olacağıdır. Tetikte kimin parmağı olacaktır? Ülkemizi hedefleyen bir saldırı halinde bu sistemin kullanılacağının garantisi var mıdır? Türkiye sistemin kullanılmasının kendi güvenliği açısından büyük sakınca doğuracağı durumlarda bunu engelleyebilecek güce sahip olacak mıdır?"Onur Öymen bu soruları kendi adına soruyor ama CHP sormuyor. CHP yönetimi bu konularla ilgisiz. Nedense önemli tüm konularda direksiyonu AKP'ye bırakmış durumdalar. Soru: Kılıçdaroğlu'nun lider olduktan sonraki kimi icraatları bize neyi öğretti?Yanıt: Baykal'ın neden ve kimler tarafından bertaraf edildiğini...Haldun Ertem Köy...Kadıköy'de Balon İskelesi adı verilen mevkide derme çatma bir çarşı kurulmuş... İçinde ızgara balıktan kestane kebaba, elmadan armuta, incikten boncuğa akla ne gelirse satılıyor. Etrafa pis kokular yayılıyor. Manzara pejmürde... Girişte bir tabela okunuyor:"Kahramanmaraş günleri"Daha önce de başka bir festivalin adı vardı aynı yerde.Festivallerin adı değişiyor... Bu derme çatma ve herhangi bir kültürle ilgisiz çarşı varlığını sürdürüyor.Kadıköy Belediye Başkanı Selami Öztürk yakınıyor:- Birileri dernekleri dolaşıyor. Onlar adına festival yapacağını söyleyerek bağış karşılığı isimlerini kullanma izni istiyor. Alanı aldıktan sonra derme çatma dükkânları birtakım satıcılara kiralıyor. İki haftada bir festivalin adı değişiyor, satıcılar değişmiyor. Burayı Anakent kiralıyor. Şikâyet ediyoruz, dikkate alınmıyor. Trafikte son 7 günlük bilanço 113 ölüymüş.Yani? Beraber öldük biz bu yollardaaa...* * *Türkiye, Lizbon zirvesinde her istediğini almış.Erdoğan isteyecek de yabancılar vermeyecek! Mümkün mü?Fahrettin Fidan * Kürt okurumuz yazıyor:  "Kürt sorunu deyip duruyorsunz... Biz bu ülkeye sorun mu olduk? Şuna terör sorunu deyiniz, doğrusu odur..."
Milliyet
1,318,975
Yazarlar
Öcalan Kandil'den ne istiyor?İmralı'da Öcalan'la yapılan görüşmeler, 16 Ekim'de bitti. Oysa bugün ateşkesi uzatması bekleniyordu. Peki Öcalan'ın 'eylemsizlik ve Kuzey Irak'a çekilme' talepleri Kandil'de kabul görüyor mu?01 Kasım 2010 'da Öcalan'la yapılan görüşmeler, 16 Ekim'de bitti. Oysa bugün ateşkesi uzatması bekleniyordu. Peki Öcalan'ın 'eylemsizlik ve Kuzey 'a çekilme' talepleri 'de kabul görüyor mu? Bu satırların kaleme alındığı saatlerde, Pazar sabahı 'i kana bulayan saldırının failleri henüz yakalanmış değildi. Tabii ki herkesin aklına ilk gelen olağan şüpheli, . Örgütün  tek taraflı olarak ilan ettiği , dün bitti. Ancak zamanlama yine de  garip. 'ın bugün avukatlarıyla yapacağı görüşmede ateşkesi yeniden uzatması bekleniyordu.  Tam ateşkesi uzatmayı planlayan, uzlaşma sinyali veren, hatta "Sivillerin ölümünden özür dileriz" diyen örgüt, neden yeniden şiddet için kolları sıvamış olabilir?  Bu patlama eylemsizlik sürecini sabote etmek için provokasyon maksatlı olabilir mi? Peki eylemi tamamen PKK?dışı güçler yapmış olabilir mi? Yoksa daha önceki kanlı şehir eylemlerinin sorumluluğunu üstlenen PKK, iki arada bir derede elini güçlendirmek ve "Buradayım. Ayaktayım" mesajı vermek için mi düzenlemişti bu eylemi? İmralı'da görüşmeler  Bu soruların yanıtı, PKK içindeki hava ve son aylarda İmralı'yla yapılan temaslarda. Devletin bazı birimleri, bir süredir Abdullah Öcalan'la temas halinde. Bu siyaseten de, PKK'nın silahı bırakabilmesi için de gerekli bir adım. İmralı'daki 16 Ekim'de kesilen görüşmelerde, Öcalan'ın talepleri arasında, devlet cephesinde uzun vadede makul sayılabilecekler de var, "silahı bırakan gerillalardan kentlerde öz savunma birlikleri oluşsun" gibi siyaseten çok "uçuk" olanlar da. Makul sayılabilecek talepler, Kürt kamuoyunun anayasal beklentileri, eğitimde açılımlar, kültürel adımların devamı ve genel affa giden yol. Bütün bunlar silahların susması durumunda geniş kamuoyu tarafından da kabul görebilecek maddeler. Fakat Öcalan kendisiyle İmralı'da yapılan görüşmelerin 16 Ekim'de kesilmiş olmasından rahatsız. Son bir aydır devam eden ateşkes sürecinde ne İmralı, ne de örgütün Kandil'deki yönetim kadrosu, devletten umduğu yumuşama sinyalini görmedi. Kürt cephesinde beklenen davasında bir adım, Öcalan'ın hapishane koşullarında bir iyileşme, operasyonların durması ya da anayasada değişiklik yapılacağına dair bir beyandı. Güvenlik güçleri ve devletin diğer birimleri ise, böyle silahların gölgesinde bir pazarlığa açık değil. "Devlet tehdit altında adım atmaz" diyor haklı olarak. Ateşkesin uzaması, güven ortamının pekişmesi, Kürt meselesine yönelik adımların makul bir zamanlama çerçevesinde atılması gerektiğine inanıyorlar. "Kuzey Irak'a çekilin" Yine de Abdullah Öcalan'ın bugün görüşeceği avukatı 'a ateşkesin yeniden uzatılması yolunda bir işaret vermesi bekleniyor. PKK lideri İmralı'daki temasların devam etmesi, ateşkesin gerekirse 2011'de seçimlere kadar sürmesini istiyor. Ancak bu konuda Kandil'deki örgüt yöneticilerini ikna etmesi o kadar kolay değil. Öcalan geçen ay 'a mektup yazarak, eylemsizlik sürecinin devam etmesi ve silahlı PKK güçlerinin sınırları dışına Kuzey Irak'a çekilmesini istedi. Öcalan örgütün en önemli lideri ve sembol ismi olsa da, Kandil'deki PKK yönetimini ikna etmesi her zaman kolay olmuyor. Karayılan bu hafta Radikal'de Ertuğrul Mavioğlu'na verdiği röportajda "Öcalan'ı asla boşa düşürmeyiz" diyor ve İmralı'nın mektubuna yanıt verdiğini söylüyordu. Ancak üst düzey kaynaklar, Karayılan ve diğer PKK yöneticilerinin Öcalan'ın istediği hızlı "geri çekilme" sürecine isteksiz olduğunu, karşılığında somut adım görmek istediğini belirtiyor.  Şahinler mi yaptı?Karayılan bir yana; örgüt içinde ve Rıza Altun gibi isimler, daha sertlik yanlısı bir tutum içinde. Eylemsizlik sürecine kuşkuyla bakıyor. Bu durumda Taksim'deki saldırının,  eylemsizliği baltalamak amacıyla şahinler tarafından yapılmış olma ihtimali de yok değil. Önümüzdeki günlerde "Bu eylemi kim yaptı?" sorusunun cevabı  PKK'nın dağdan inme sürecinin akıbetini de belirteyecek. Tuğluk: Birileri mesaj veriyor Dün Taksim'deki patlama da 32 kişi yaralanmamış olsa, bugünkü en önemli konumuz Aysel Tuğluk olacaktı.  Siz bu gazeteyi elinize aldığınız saatlerde genç kadın 7 saatlik İmralı seyahati için çoktan  'ya doğru yola çıkmış olacak, elindeki poşetlerde müvekkili Abdullah Öcalan'a güncel kitaplar ve gazete küpürleri götürecek, muhtemelen hemen ardından Öcalan'ın ateşkesin uzatılması yönündeki kararını kamuoyuna duyuruyor olacaktı. Aysel Tuğluk'la geçen hafta yine güneşli bir sabahı Yıldız Parkı'nda buluşmuştuk. Yanında siyaseten kader birliği yaptığı de vardı. Siz yasaklı olmalarına bakmayın. Aslında bu iki isim, Kürt hareketi içinde silahsız, demokratik çözümü savunanları temsil ediyor. Tuğluk'un sert yüz hatlarının ardında aslında uzlaşmacı bir siyasetçi var. Bu yüzden de önümüzdeki bir yıl içinde PKK'nın dağdan inmesi yolunda makul adımlar atılacaksa, Tuğluk ve Türk bu süreçte kilit roller üstlenecek. Ancak pazar sabahı patlayan bomba, bütün hesapları altüst etti tabii. Tuğluk geçen haftaki sohbetimizde, Öcalan'la İmralı'da süregelen müzakerelerin kesilmiş olmasından kaygılıydı. Bir adım, bir işaret bekliyordu. Ancak yine de Abdullah Öcalan'la bugün yapacağı toplantıdan ateşkesin uzatılması yönünde bir tutum geleceği beklentisi içindeydi. Dün Taksim olayıyla ilgili yorumlarını almak için aradım. Şaşkın, üzgündü. "Tabii detay bilmiyoruz" diye söze başladı, "Ama bu tarz süreçlere kaygıyla yaklaşmak lazım . Provokasyon amaçlı, tahrik amaçlı eylemler olabilir. Bu bana Geçitli'deki eylemler gibi provokasyon amaçlı eylemleri anımsattı. Olay, eylemsizlik beklentisi varken yaşandı. Belki de eylemsizliği engellemek için yapıldı. Bunlar tesadüf değil; birbirlerine mesaj veriyorlar. Ama barışta ısrar etmek lazım..." Hanefi Avcı: 15 günde hayatımı altüst ettilerRadikal'de 'in "'den mektup alma tedirginliği" başlıklı bir yazı kaleme aldı. Cüneyt, hepimizin başına gelen ikilemi anlatmış. Silivri'de hâlâ yatan gibi, Hanefi Avcı gibi bir düşünce suçlusundan bir mektup alıyorsunuz. Yazsanız bir türlü, yazmasanız bir türlü: "Yayınlarsanız biliyorsunuz ki hakkınızda iftira dolu haberler başlayacak. Yayımlamazsanız, bu sefer bir gazeteci olarak vicdanınız kanayacak." Dün de Avcı'dan gelen 4 sayfalık mektup o kategoridendi. Avcı mektubunda, daha önce avukatına ifade ettiği gibi 'deki ofisinde bulunan kasetlerin kendisine ait olmadığını madde madde detaylandırarak anlatmış. Önemli bir mektup. Makamından 31 Ağustos'da ayrıldığını, kasetlerin o boşalttığı ofiste 28 gün sonra bulunduğunu, zaten odasını toplarken tutanak tutturduğunu, arama kararının esrarengiz bir biçimde değil İstanbul'daki özel yetkili mahkeme tarafından verildiğini, yanında çalışanların şahidi olabileceğini anlatıyor. 1995'de fiilen İstanbul istihbaratta dinleme faaliyetlerinden uzaklaştırıldığını, zaten de sürecinde 'de yargılandığı için "Her zaman ev ve iş yerimde arama yapılabileceği düşüncesiyle" bu konularda dikkatli olduğunu söylüyor. Mektupta birkaç detay daha ilgimi çekti. Bunlardan biri, kaset teknolojisinin külüstürlüğüne dair. Avcı diyor ki, "Yüzlerce kaset 1-2 cm'lik bellekle dijital olarak kaydedilebildiği günümüzde 15-16 yıllık 24 kasedi il il yanımda taşımam makul değil." Gerçekten Avcı gibi delisi bir adam, bu kadar kasedi taşıyacak olsa, herhalde torbada değil "flashdisk" denilen ufak USB belleklere koyardı. Avcı'nın "Bu kasetlerdeki 52 kişinin kimler olduğu nasıl tespit edilebilmiştir?" sorusu da ilginç. Kasetlerdeki , gibi tanınan şahsiyetleri bir kenara bırakırsanız, diğer isimlerin nasıl hemen tanındı?? Acaba kasetler devletin dinleme arşivinden mi?
Milliyet
1,328,585
Yazarlar
ÖNCEKİ akşam TV'de bayan bir profesör "Atatürk Kemalizm'e karşı çıktı" diyordu! Yakın tarih üzerine çalışmaları da bulunan bu profesöre göre:"Atatürk, Kemalizm olmasın, sürekli değişim olsun diye devrimcilik ilkesini kabul etmişti... Miras olarak dogma bırakmamıştı."Vesaire...Ama Kılıçdaroğlu'nun türbanla üniversiteye gidilebileceğini söylemesi Atatürkçülüğe aykırıydı!Dinlerken kendi kendime "hani dogma yoktu" dedim tabii...Atatürk elbette Kemalist'ti... Bekledim ki, konuklardan CHP tarihini iyi bilen Tarhan Erdem bir şeyler söylesin. Erdem bu konuya girmedi...Kemalist AtatürkŞüphesiz Atatürk Kemalist'ti. 1930'larda Atatürk istemeseydi "Kemalizm" yapılabilir miydi?! CHP'nin 1935 programına "Kemalizm" yazılabilir miydi?!Kaldı ki, Atatürk, 1937'de el yazısıyla yazdığı "program çalışmaları" adlı on sayfalık metinde aynen şöyle diyor:"Partinin güttüğü bütün bu esaslar 'Kamalizm prensipleri'dir."O vakit 'dil devrimi' fırtınası estiği için Türklerin atasının adının Arapça Kemal değil, Türkçe 'Kamal' olduğuna karar verilmişti, onun için "Kamalizm" deniliyordu.Reisicumhur Atatürk de 4 Şubat 1935'ten itibaren resmi yazışmaları "Kamal Atatürk" yazarak imzalıyordu.Atatürk "Devrimcilik" ilkesini de "Kemalizm" çerçevesinde düşünmüştür. Bırakın liberal görüşleri, Kemalizm'e sol yorum getirmek isteyen Kadro dergisini de Atatürk kapattırmıştır nitekim.Böyle farklı teorik çalışmalar uygun bulunmadığı için, 6 Ok da döneminin siyasi öncelikleriyle sınırlı kalmıştır. O yüzden tamamı 1930'lar dünyasının kavramlarından oluşmuştur.Elbette bugünkü dünyanın kavramları farklıdır. "Bilim"in tanımı bile değişmiştir.Ecevit CHP'nin bu 'ideolojik' niteliği yüzünden, değişimin kavranması zorlaşmış, değişim girişimleri "karşı devrim, sapma, ilkelerden taviz" gibi suçlamalarla karşılaşmıştır.İsmet İnönü'yü bile "karşı devrimci, tavizci" falan diye suçlayan bir dogmatizm...Bugün de Önder Sav, Kılıçdaroğlu'na "CHP'nin omurgasını eğmek... İlkeleri yozlaştırmak" gibi suçlamalar yapıyor.Bu katılık yüzünden, altmış yıllık CHP tarihindeki tek başarılı değişim, Ecevit'in 1970'lerdeki "Ortanın Solu" hareketidir. Tarihçi Orhan Koloğlu'nun Kim Bu Ecevit adlı kitabını okuyun, statükocu kafaların Ecevit'i bile "ilkelerden ödün veriyor, Atatürk'e ihanet ediyor" diye suçladıklarını görürsünüz.1998'de bile bu kafa Ecevit'i "Gülen'in müridi" diye suçlayabilmiştir! (Hürriyet, 13 Nisan 1998)Ecevit'in başarısı bu statükocu engelleri aşabilmekti. Karizmatik kişiliğiyle kitleleri etkilediği gibi, Tek Parti mirasını sorgulayarak, Atatürk devrimlerinin "üst yapı devrimleri" olduğunu söyleyerek, "inançlara saygılı laiklik" diyerek fikir planında da açılım yapmıştı. Halk da bu kavramlarda "yeni CHP"yi hissetti ve oy verdi.Rahmetli Ecevit'in elbette eleştirilecek görüş ve davranışları vardı. Ama Atatürk ve Devrimcilik adlı kitabı bugün bile CHP'nin halkla nasıl barışabileceğine ışık tutacak niteliktedir.Dilerim Kılıçdaroğlu bunu başarır.NOT: CHP'nin değişim sancılarını ve Ecevit'in rolünü pazar akşamı saat 22.00'de CNN Türk'te tarihçi Hakkı Uyar ve CHP Genel Başkan Yardımcısı Hurşit Güneş'le tartışacağız.
Milliyet
1,336,541
Yazarlar
Reyting canavarı YOUTUBE 60 YILLIK TV KANALINDAN DAHA ÇOK YAYIN YAPIYOR AFP ajansının haberine göre Youtube Ürün Yöneticisi Hunter Walk bir açıklama yapmış. Türkiye'de 'sorun' yaşayan sitenin rakamları vallahi acayip. Walk, sitenin büyüklüğünü anlatmak için şu örneği veriyor; "ABD'nin en çok izlenen üç televizyon kanallarının 24 saat, bir hafta, bir sene , 60 yıl tüm yayınlarının toplamı Youtube'un 30 gündeki yayın akışı kadar olamaz."Youtube'a dakikada 35 saatlik görüntü geliyormuş. Günde eklenen görüntü 50 bin saati buluyormuş. Günde yaklaşık 2 milyar video. Aylık kullanıcı sayısı ise 500 milyon kişi. YURT DIŞINA İLK HANGİ DİZİ GİTTİ?Bu konuda Osman Sınav Habertürk'te konuştu. 'Deli Yürek' dizisi Kazakistan'da izlenme rekoru kıran ve ilk yurt dışına giden diziymiş. Yani bu yolu açan dizi 'Deli Yürek'miş. 113 bölüm, 6 yılda 12 kez yayınlanmış.'1 KADIN 1 ERKEK ARANIYOR' BİTTİ'1 Kadın 1 Erkek' Türkmax'ta yayınlandı, ama sesi hayli gür çıktı. Sonra  Turkmax'ta '1 Kadın 1 Erkek Aranıyor' yarışması geldi. Ama sanırım beklenen olmadı. Yarışmanın ömrü kısa sürdü..OKURDANMAÇ TARİHLERİ KARIŞMAMIŞİnci Arslan bir konuya açıklık getirmiş:"Merhabalar, 'Çocuklar Duymasın Maçlar Karıştı' başlıklı yazınızda maçların karıştığını yazmışsınız. Evet Berke ve Duygu maça gidiyor ancak bu, hafta sonu için konuşuluyor. Hatırlarsanız arkadaşının doğum günü vardı aynı zamana denk geliyordu. Yani maç 10 Kasım'da değil, bence bir yanlışlık yok."FANLARI "ÇAKIL TAŞLARI BAŞKA  KANALA GİTSİN" DİYOR İzleyicileri kendi dizilerinin peşini bırakmıyor. Öyle kolay teslim olmuyor. Benzer durum bu hafta ekrana veda etmeye hazırlanan 'Çakıl Taşları'nda da oldu. Bu konuda Epey elektronik posta aldım. Çoğu, dizinin Fox'ta olmasa da başka bir kanalda yayınlanmasını istiyor. Bunlardan birini sizinle paylaşıyorum:"Çakıl Taşları adlı gençlik dizisi bize birçok şey kattı. Biz gerçek aşkı onlardan öğrendik. Biz dostluğun ne demek olduğunu ilk defa bu kadar net gördük. Biz ilk defa televizyon başında yapılan saçma sapan küfürlere değil de gerçekten komik olan şeylere gülmeyi onlardan öğrendik. Eğer biz onlardan bu kadar çok şey öğrendiysek dizimizi bu kadar kolay harcayamazlar."
Milliyet
1,334,183
Yazarlar
Reyting canavarı 'NEW YORK'TA BEŞ MiNARE' TV'DE iLK HANGi KANALDA? Sinemada gişe rekoruna giden tantanası bol 'New York'ta Beş Minare' filminin hangi kanalda yayınlanacağı merak ediliyor. Film önce Digitürk'ün Türkmax kanalında yayınlanacak. Bu anlaşma daha senaryo aşamasında yapılmış platformla. Peki sonra çok izlenen kanalların hangisinde yayınlanacak film? Tahmin ettiğim gibi Show TV'de. Ben önce Show TV, sonra ATV sonra da Kanal D diye tahmin ediyordum. Filmin yayın hakkının oldukça pahalı olduğu kulağıma geldi.  500 bin dolardan bahsediliyor. Ama sanırım Show TV'ye bu kadara gitmemiştir. Ne de olsa platformla Show TV kardeş sayılır!Filmin TV'de yayın tarihi şu an belli değil. Ama bu yıl sonu olabilir. Ve izlenme oranına göre Show TV, filmi ekrana getireceği sıklığı belirler. DANS YARIŞMASI MAHALLEMİZİ ZİYARET EDERSE! Dans etmeyi böyle kucaklayarak sevdiğimiz söylenemez. Tango mesela Batman'da sorun teşkil etmişti. Şöyle bir baksak kaç şehirde dans atölyesi var? Ya da kaç şehrimizde dans merkezlerinin 'd'si yer alır? Hani televizyon eğitecekti ya. Show TV'nin Acun Iılıcalı imzalı dans yarışmasına buradan bakalım. "Ahlaklarını yitirmişlerin gösterisine hayır" diyeceklerin çoğunlukta olduğu bir toplumun içindeyiz. Ya da 'dans etmenin hayalini' içinde bastırmışların. Yarışma başlayınca kaç evde kanal değiştiriliyor? Kaç evde "Adamlarla kadınlar örf ve adetlerimizi çiğniyor" diyerek başka kanala geçiliyor? Kaç gazetenin yazıişleri toplantılarında 'televizyonda rezalet' haberi yapmak için can atan gazeteciler var? Kadınlarla erkerlerin dans etmesinin soru işaretinde tıkanan kaç 'muhafazakar' kadın yazar var? İşte tüm bu soruların toplamına karşı bu yarışma bir direniş aslında. Eğlence dünyasının 'sıradan' örneğinin ötesine geçen. Kendi içinde eleştirme hakkını saklı tuturak bütün olarak bir de buradan bakalım isterseniz. REHBERiMTV'DE SİNEMA ŞÖLENİBu akşam bir sinema şöleni var televizyonlarda. Seçmek size düşüyor. Ama gerçekten bu akşam seçim zor;COEN KARDEŞLER'DEN BİR KÜLT:?'ORADA OLMAYAN ADAM"Orada Olmayan Adam' televizyona fazla takılmayan ama iyi işler olunca da açanlar için kesin takip edilmesi gereken bir film. Joel ve Ethan Coen'in yazıp yönettiği 2001 yapımı kara filmde, Billy Bob Thornton başrolde. Diğer rolleri  James Gandolfini, Tony Shalhoub ve Scarlett Johansson ile Coen Kardeşler'in sürekli oyuncuları olan Frances McDormand, Michael Badalucco ve Jon Polito paylaşıyor. (Bilgi 'Vikipedida'dan alınmıştır.) Filmin ilham kaynağı, Coen Kardeşler'in 'The Hudsucker Proxy'yi çekerken gördükleri bir posterdi. Bu posterde 1940'ların değişik saç kesimleri yer alıyordu. Filmde 1949'da geçen öyküye ilişkin olarak Joel Coen, tanınan yazar James M. Cain'in eserlerinden 'yoğun şekilde etkilendiklerini' söyledi. Filmin konusunun genelinde ve bazı detaylarda da Albert Camus'nün dışavurumcu romanı 'Yabancı'nın izleri görülüyor. (TNT/20.00)BİR ROMANIN SİNEMA HİKAYESİ: 'CAPOTE' Ünlü yazar Truman Capote (Philip Seymour Hoffman) 1959 yılının sonlarına doğru New York Times'ta, Kansas'ın tanınmış çiftçi ailelerinden Clutterlar'ın dört ferdinin öldürüldüğüne dair bir haber okur. Kasabada cinayetlerin nasıl bir etki yarattığını araştırmak üzere Kansas'a gider. Tam beş dalda aday gösterilen film, Philip Seymour Hoffman'a en iyi erkek oyuncu dalında Oscar kazandırmıştı. Gecenin kuşkusuz bir başka önemli filmi. (Sinema TV / 21.00 )'ÜÇ MAYMUN'U MERAK EDENLERE Pek çok festivalde ödüllendirilen Nuri Bilge Ceylan'ın son filmi,  Cannes Film Festivali'nde ona En İyi Yönetmen Ödülü'nü getirmişti.  (CNBC-E / 22.00)
Milliyet
1,340,100
Yazarlar
Alice TÜRK SiNEMASININ UNUTULAN YILDIZLARI Gama Holding, kuruluşunun 50'inci yılı nedeniyle güzel bir kitap çıkardı. 'Türkiye'ye Enerji Verenler' adlı bir eser yayınlamayı akıl edenleri ve bunun hayata geçmesine katkısı olanları kutluyorum.'Türkiye'ye Enerji Verenler', ağustos ayından bu yana satışta.Satışından elde edilecek gelirin Türk Eğitim Vakfı'na bağışlanacağı kitap, Türkiye'ye en büyük enerjiyi veren Atatürk ile başlıyor. O yıllardan 1990'lara kadar sanayiden tiyatroya, edebiyattan sinemaya, müzikten modaya Türkiye'de imzasını atmış insanları tanıtıyor.Bu tür çalışmaların şöyle riskleri var: Ne kadar özen gösterirseniz gösterin, ne kadar titizlenirseniz titizlenin, yine de kategorisinde isim yapmasına rağmen hakkını teslim etmediğiniz insanlar olur.Onlar Türkiye'ye enerji vermedi mi?'Türkiye'ye Enerji Verenler' kitabının diğer kategorilerde unuttukları insanlar var mı bilmiyorum.Ama kitabın 'Türk sinemasına  ve Türkiye'ye enerji veren aktörler' bölümünde unutulanların  olduğunu söyleyebilirim.Kitabı hazırlayanlar; Ayhan Işık, Göksel Arsoy, Ediz Hun, Cüneyt Arkın, Fikret Hakan, Kadir İnanır ve Kemal Sunal'ın   hakkını teslim etti.Ancak bu bölümde Yılmaz Güney ile Tarın Akan nedense es geçildi. Türk sinemasının 'Çirkin Kralı'na dair tek satır göremedim 246 sayfalık kitapta.Tarık Akan'ın adı ise sadece bir yerde var. O da Ediz Hun'un tanıtıldığı bölümde.Orada da, "130 filmde oynayarak, Türkan Şoray, Kadir İnanır, Gülşen Bubikoğlu, Tarık Akan, Ayhan Işık ve Belgin Doruk gibi o da Hülya Koçyiğit ile Türk sinemasının unutulmaz ikilisini oluşturdu"              deniliyor.Madem ki Gülşen Bubikoğlu ve Tarık Akan, 'Türk sinemasının unutulmaz ikilisi' arasına girdiğini kabul ediyorsunuz, o zaman niye onları 'Türkiye'ye Enerji Verenler' arasına almıyorsunuz?'Beyazperdenin Efsane Kadınları' arasında Belgin Doruk, Filiz Akın, Fatma Girik, Hülya Koçyiğit ve Türkan Şoray var, ama Gülşen Bubikoğlu yok.Olacak şey mi?Değil, ama oldu.LÖSEMiLi ÇOCUKLARA YARDIM ELİ UZATMAKShow TV'de ekrana gelen 'Canlı Para'da kızıyla yarışıp  150 TL kazanan Antalyalı Çetin Bey, canlı yayında verdiği sözü tutup, kazandığı paradan lösemili çocuklara ne kadar yardım yapacak bilmiyorum.Zira yarışmacı, kazanacağı paranın bir kısmıyla lösemili çocuklara yardım yapacağını söyledi, ama herhangi bir oran ya da rakam telaffuz etmedi.'Canlı Para'dan 150 TL kazanarak ayrılan yarışmacı, o paradan lösemili çocuklara bir kuruş vermese de olur.Çünkü Çetin Bey, son günlerde sıkça ekranlarda yayınlanan tanıtım filminde lösemili çocuklar adına, hasta yatağından uzattığı elini tutsun diye insanlara çağrı yapan lösemili çocuklar için o kadar güzel ve etkileyici sözler sarf        etti ki.Çetin Bey, etkileyici ses tonuyla, destek bekleyen lösemili çocukların elini öylesine sıkı tutacağını söyledi ki, bana çok içten ve samimi geldi.Yarışmacının canlı yayında söylediği o sözlerin, lösemili çocuklara yapacağı maddi yardımdan daha büyük katkı sağlayacağı kanaatindeyim.Çetin Bey'in yaptığı o konuşmanın, o tanıtım filminden daha etkili olduğu ve o an  Show TV'yi izleyenleri bam telinden vurduğunu söylemeliyim.HİÇ KİTAP OKUMAYAN ÜNLÜ REKLAMCI KİM?Şimdilerde Show TV'de yayınlanan 'Yetenek Sizsiniz'de jüri üyesi olarak izlediğimiz ünlü reklamcı Ali Taran'ın renkli ve farklı bir kişiliği olduğunu biliyordum.Nereden mi?Çektiği reklam filmlerinden, yaptığı açıklamalardan. NTV'nin kurban bayramı için hazırladığı sohbet programları sayesinde, Ali Taran'ın bilmediğim bir yönünü daha öğrenmiş oldum.NTV'deki 'Bayram Sohbetleri'nde Acun Ilıcalı, 'Yetenek Sizsiniz'de birlikte çalıştıkları Ali Taran'ı konuk etti.Acun Ilıcalı'nın sorularını içtenlikle yanıtlayan Ali Taran, sohbetin bir yerinde hiç kitap okumadığını söyledi. Taran, "Bu övünülecek bir şey değil, ama bunu söylemek cesaret işi" dedi.Taran'ın kitap okumama gerekçesi de ilginçti.Şimdiye kadar çektiği bir dizi reklamla Türkiye'de gündem oluşturmayı başaran Ali Taran'ın hiç kitap okumama gerekçesi de şu: "Yeni bir proje üretirken başkalarının fikirlerinden etkilenmemek için."
Milliyet
1,335,312
Yazarlar
Ne olmuş yani hep yapılan şey..  Çok önemli değil, iş rutin.. Zaten daha önce de oluyordu.. Bunun altında başka şeyler aramayın.. * Klasik laflar böyle sıralanır.. Bir meseleyi önemsizleştirmek için kullanılan beylik cümlelerdir.. Neredeyse.. Neredeyse değil genellikle meselenin asli unsurları değil de niye böyle işler oluyor diye soranlar, sorgulayanlar suçlanır.. Münafıklıkla tabii.. Yine durduk yerde iktidara çatma veya çakma vesilesi bulmakla tabii.. * Oysa o önemsenmeyen önemsenmemesi istenen meselenin altında rejimin niteliği, demokrasinin olup olmadığı, meclisin işlevi gibi temel konular yatmaktadır.. Ne olmuş yani dedikleri şeyler aslında rejimi törpülemektedir.. Farkında olsalar da olmasalar da!.. * Ne mi oldu da bu satırları yazdım.. Olan bitene 'demokrasi' gözlüğüyle bakarsanız dehşete kapılırsınız.. 80'e yakın AKP milletvekili (hepsi olmasa bile büyük çoğunluğu) hacca gitmeden önce imzalayıp arkadaşlarına bırakmış.. Kullansınlar diye.. Çeşit çeşit.. Kabul yazanı da var, ret yazanı da.. Ama, adam zaten vekil.. Vekilin bir başka vekile 'vekâlet'  vermesi görülmüş mü? Vekilin vekili olur mu? Olmaz.. Demek ki; ya oradasındır ya değilsindir.. Meclis'te değilken Meclis'teymiş gibi oy kullanırsan hile olur.. Hadi hilecik diyelim!.. * Hacca giderken bile hileye teşne olmak nasıl açıklanır bilemem ama     Grup Başkanvekili  Muharrem İnce, güzel söylemiş.. Ya oyları geçersiz, ya hacları geçersiz demiş..  * Efendim basit bir ikili anlaşma maddesi, zaten muhalefet de karşı değil, formalite yerine getirildi, zamandan kazanıldı.. Mazeret değil.. Bildiğim şudur; depo oy Meclis'in değerini düşürür.. Milletvekilini önemsizleştirir.. Demokrasiyi zedeler.. Dikta rejiminin kapısını aralar.. O zaman milletvekilleri Meclis'e girdikleri gün yüzlerce, binlerce kabul veya ret diyen oy pusulası imzalayarak parti yönetimine versinler; olsun bitsin.. Biraz ironi oldu ama galiba gerçek durumda bu.. * Özetle.. Ya hacı olmaları sakatlandı.. Ya da milletvekili olmaları sakata bindi.. Milletten aldığı yetkiyi gözü kapalı devreden, milletten aldığı yetkiyi önemli görmeyen, boş pusulaya imza atan, hileye başvuran vekil, vekil kalabilir mi?  Konuşulması gereken budur.. * Meclis'te son günlerde yaşananlar bu kadar değil.. Bir başka hileye daha tanık olduk.. Bir başka oylamada da mükerrer oy skandalı yaşandı.. (Burada parantez açalım.. Elektronik sistemle oy kullanamayanlar pusulaya imza atarak oy kullanıyor.. Nedense bazı vekiller her konuyu biliyorlar, her konuda yeterliler ama şu elektronik oylamayı bir türlü beceremiyorlar.. Böylece hileye zemin hazırlanıyor.) Bazı milletvekilleri hem elektronik oy kullanmış hem de pusulayla oy vermiş.. İki kere oy kullanmış.. Hile yapmış.. Yediririm diye düşünmüş.. Bunu yapan bir, iki kişi değil 41 milletvekili.. İçlerinde kim var biliyor musunuz? Dürüstlük konusunda sözü kimseye bırakmayan Başbakan Yardımcısı .. O da çaktırmadan iki kere oy kullanmış!.. Niye mi? Kabul oyları fazla çıksın diye!.. * Arınç'a sormak lazım bu yaptığının hakla, hukukla bir ilgisi var mı? Varsa ilgisi nedir? Kendi bu hileye niye başvurmuştur? Mükerrer oy kullanması alışkanlık mıdır? * Biliyorum cevap vermeyecektir.. Cevap da  beklemiyorum zaten.. öncesi kimseyi sıkmak istemiyorum.. Sadece durum tespiti yaptım.. Bu hadiseler demokrasinin neresine oturuyor derseniz ben bir yerine sığdıramadım.. Pardon.. Belki de ileri demokrasilerde böyle oluyordur.. O bahsi bilmiyorum.. * İyi pazarlar..
Milliyet
1,322,032
Yazarlar
Bu yazıyı yazarken, ABD'deki ara seçimlerin sonuçları henüz kesinleşmiş değil; ama bütün işaretler Demokratların 475 sandalyeli Temsilciler Meclisi'nde çoğunluğu Cumhuriyetçilere kaptırdıkları, Senato ve eyalet meclislerinde de bir hayli kan kaybettikleri yönünde.Bu Başkan Barack Obama ve başında bulunduğu Demokrat Parti için ciddi bir darbe. Diğer bir deyişle bu ara seçimdeki trend halkın geniş bir kesiminin Obama'ya artık eskisi gibi güvenmediğini ve destek vermediğini gösteriyor.İki yıl önce Obama'nın "Değişim" sloganıyla iktidara gelmesi, ABD'de ve bütün dünyada büyük umutlar, yüksek beklentiler yaratmıştı. Ara seçimlerin sonucu Başkan'ın ekonomide, sosyal alanda ve dış politikada attığı adımların toplumun muhafazakâr kesimindeki Cumhuriyetçileri olduğu kadar, kendisine destek vermiş olan daha liberal kesimleri de düş kırıklığına uğrattığını gösteriyor.* * *Obama yönetiminin eski popülaritesini kaybetmesinin başlıca nedeni kuşkusuz, ekonomik krizin  -alınan tüm tedbirlere rağmen- yarattığı büyük tahribattır. Obama'nın küresel kriz döneminde işbaşına gelmesi, belki de onun talihsizliği...Obama dış politikada da yeni fikirlerle işe başladığı halde (Ortadoğu'da olduğu gibi) ne İsa'ya ne Musa'ya yaranabildi.Obama şimdi kendi politikalarına karşı çıkan daha muhafazakâr bir Kongre ile çalışmak zorunda kalacak.Türkiye açısından bu, ABD ile ilişkilerde zaman zaman ciddi sıkıntılar yaratacak. İran ve İsrail konularında zaten Türkiye'ye karşı bozuk çalan Kongre, şimdi yönetimi daha ağır baskı altında tutacak. Örneğin Türkiye'ye silah satışlarında sorun çıkarabilir. Ermeni soykırım tasarısı  yeniden gündeme gelebilir. Yönetimin atadığı yeni büyükelçinin onaylanması işlemi bloke edilebilir.Kısacası bu seçimlerden sonra Obama için daha zor bir dönem başlıyor. Türkiye için de... AB ile al-verTürkiye-AB ilişkilerinde en kötü senaryo, AB'nin önümüzdeki ay Türkiye'nin Kıbrıs Rumlarına limanları açmaması halinde, katılım müzakerelerini kesmesi, yani süreci askıya almasıdır. Gerçi müzakereler çok yavaş ilerliyor -hatta hiç ilerlemiyor- ama sürecin askıya alınması, ilişkileri koparabilir.Fakat böyle bir senaryo gerçekleşmeyecek. Sürecin devamını sağlayacak bir formül bulunacak. Yetkili bir AB kaynağına göre bu konuda yoğun çalışmalar yapılıyor.Aslında Türkiye, yılsonuna kadar verilen mühlet içinde limanları açmak için AB'nin de KKTC'ye karşı uyguladığı ambargoya son vermesini, onunla direkt ticaret yapmasını şart koşmuştu. Avrupa Parlamentosu'nun Hukuk Komisyonu bunu reddetti; ama anlaşılan Ankara ile Brüksel arasında hem limanların açılmasını, hem doğrudan ticaretin başlamasını sağlayacak bir formül üzerinde temaslar yapılıyor.* * *Bu nasıl bir formül olabilir? Türkiye başta bir veya iki limanını açabilir. AB de direkt ticaret için Ercan havaalanını kullanabilir. Bu gerçekleşirse, Rum yönetiminin de Türkiye-AB müzakerelerinde bazı fasıllar üzerinde koyduğu engeli kaldırması gerekir. O da bütün paketin değil, fasılların bir kısmının müzakeresine yeşil ışık yakabilir.Şimdi bütün bu temaslar BM Genel Sekreteri'nin Kıbrıs Türk ve Rum lideriyle yapacağı görüşmelere yakın bir tarihe rastlıyor. Bu da kuşkusuz tesadüf değil. Kıbrıs meselesinde ilerleme ve normalleşme, Türkiye-AB ilişkilerine de aynı olumlu havayı getirebilir. Hoşa gitsin veya gitmesin, gerçek şu ki, ikisi arasında bir nevi al-ver ilintisi var...
Milliyet
1,338,575
Yazarlar
) eşimin doğum günüydü, bu vesileyle Kumbahçe plajı kenarındaki bir meyhaneye gittik. Saat 24'ü biraz geçince meyhaneden kalkıp barlar sokağına girdik, müzikli bir yerde oturabilmek için. Bodrum'da tatil nedeniyle müthiş bir kalabalık varken barlar sakağı boş ve sessizdi. Bilirsiniz barlar sokağına girildiğinde adım başı bar var ve müzik sesi gelirdi. Oturabilecek müzikli bir yer bulamadan sokağın sonlarına vardık. Sahibi arkadaşım olan ve canlı müzik yapan bir barın önünden geçerken, kapının eşiğinde oturduğunu görüp selamlaştık. Buyur etti içeriye ama müzik yapamıyoruz, bu gece bile açamadık dedi. Nedeni de saat 23.59'dan sonra müzik sesi yasakmış. Denetim varmış, 5 bin TL ceza yazıyorlarmış.Nasıl yorumlanır bilemem ama Bodrum'da dün gece durum buydu."* * *Yorum yapmayacağım..Maalesef bunların hepsi yaşandı Dün dilerim bunlar olmaz demiştim.. Haberleri izledim ki hepsi olmuş..Maalesef; caddelerde boğa da kovalandı, inek de, koyun da..Maalesef; kurbanlık koyunları yine arka bacaklarından sürüye süreye götürdük..Maalesef; insanlar kurban keseceğim diye kendini kesti, orasını burasını yaraladı..Maalesef; hastanelere yine hücum vardı..Maalesef; kaçan bir angusu arabasıyla takip eden adam tabancasına sarıldı..Maalesef; kurban kesimi çocuklara film gibi izlettirildi..Maalesef; belediyelerin onca imkânına rağmen yine evinin kapısına kestiği kurbanı asıp derisini yüzenler görüldü..Kısaca; geçen bayram ne olduysa bu bayram da oldu..Bitlisliler bir sinema için daha ne yapsın?Mahsun Kırmızıgül son filmine New York'ta Beş Minare adını Bitlis'te Beş Minare  türküsünden esinlenerek verdi..Bununla da kalmadı, bazı sahneleri Bitlis'te çekti.. Ama şöyle bir durum var; filmi herkes izliyor, Bitlisliler izleyemiyor.. Niye mi?Çünkü; Bitlis'in merkezinde sinema yok.. 25 yıl önce dört tane varmış şimdi hiç yokmuş!.. Belediye Başkanı Alaydın önümüzdeki yıl AVM yapılacak sinema salonuna kavuşacağız müjdesini vermiş..Sizce; Bitlis ileriye mi gitmiş, geriye mi?* * *Bitlis'in siyasi tercihine baktım..2007 genel seçiminde yüzde 58.7 ile AKP demiş.. 2009 yerel seçiminde yüzde 43.1 ile yine AKP demiş.. Referandumda yüzde 89.5'le evet vermiş. (Bitlis merkez)Bu tabloya bakınca insan soramadan edemiyor..Bitlis bir sinema için daha ne yapsın.. İZİN:   Birkaç gün buralardan uzaklaşacağım.. Pazartesi görüşmek üzere..
Milliyet
1,328,587
Yazarlar
Cumartesi akşamı arkadaşlarla bizim sitenin cafesinde oturuyoruz...Cafenin televizyonunda da Lig TV açık... Çünkü birazdan maçın ikinci devresi başlayacak.Yaşları 13 ile 19 arasında değişen bir grup genç, içeri girdi ve "FOX'u açın... FOX'u açın" dedi vededikleri de oldu...Ne de olsa "Ataerkil" aile yapısından "Çocukerkil" bir hayata geçtik çünkü...Çocuklar kanalı değiştirdiğinde FOX'ta reklamlar vardı.Reklamlar bitti, çocukların "İzleyelim" dediği dizi başladı.O da ne?"Öğretmen Kemal"...Çocuklara sormadan edemedim, "Nedir bu dizide sizi bu kadar çeken?" diye...Verdikleri yanıt ne olsa beğenirsiniz?"Biz de özel kolejlerde okuduk, ama bizim okullarımızda 'Öğretmen Kemal'deki gibi süper minili kızlar yoktu..."Bu yanıtı aldıktan sonra sonuna kadar seyrettim diziyi ve şu kanaate vardım:"Çocuk aklı, ama çocuklar haklı.""Öğretmen Kemal" dizisinde Bülent Emin Yarar'ın dışındaki oyuncuların alayı "no name"... Gel de şimdi "yıldızsız" bir diziye "süper mini"ler sayesinde böylesine süper bir ilgi yaratan yapımcı Birol Güven,  yönetmen Hamdi Alkan ve senarist Caner Güler'in hakkını teslim etme!'Çakıl Taşları' 'mıcır' oldu!FOX'un gençlik dizisi "Çakıl Taşları" can çekişiyor...Dizinin fanatik izleyicileri, "Çakıl Taşları"nın salı gününden cumaya kaydırılmasından şikayetçiydi."Dizimizin günü değişti, reytingi düştü" diye dert yanıyorlardı...FOX yönetimi, bu şikayetleri duymuş olacak ki, dizinin yayın gününü yine değiştirdi.FOX ekranından izleyicilere salı akşamı "Merhaba" diyen dizi, önce cumaya, sonra da perşembeye gitti..."Perşembe'nin gelişi, çarşambadan belli olur" derler...Bu kez de öyle oldu...Gün değişimi "Çakıl Taşları"nı neredeyse "mıcır"a çevirdi...Bu hafta perşembe akşamı dizinin 15'nci bölümü ekrana geldi, ama reytingleri diyor ki, "Yolcudur Abbas, bağlasan durmaz"...Tims'in çektiği, Türkü Duran, Melike Emiroğlu, Ümit İbrahim Kantarcılar, Özgün Karaman, Kaan Yıldız, Ayşe Nil Şanlıoğlu, Eylem Yıldız gibi gençlerin yanı sıra Yılmaz Gruda, Asuman Dabak, Bülent Bilgiç, Serhat Özcan ve Hakan Bilgin gibi deneyimli oyuncuların rol aldığı "Çakıl Taşları"na gerçekten de yazık oldu... Cine5, yine atağa kalktı!Günlerdir Cine5'in durumunu anlatmak için uygun bir söz arıyordum ve sonunda buldum:"Atsan atılmaz, satsan satılmaz..."Bu kadar mı "kısmetsiz" olur bir kanal?Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu'nun (TMSF), Erol Aksoy'dan alacakları nedeniyle Cine5'e el koymasının üstünden yıllar geçti.TMSF, defalarca Cine5'i satışa çıkardı, ama bugüne kadar "iştahlı bir müşteri" bulamadı.Hal böyle olunca da, TMSF'nin "Marka değerini yükseltelim, öyle satalım" diye yaptığı planların ve atakların hiçbiri tutmadı.TMSF, bu ay sonuna doğru Cine5'i bir kere daha satışa çıkaracak.TMSF'nin "Bir kısmı peşin, kalanı taksitle" planı bakalım bu defa tutacak mı?"Ha satıldı, ha satılacak" durumundaki bir televizyon kanalı için ileriye yönelik bir yatırım yapmak da, haliyle olanaksız.Korkmaz'la Arıcı'nın işi zorGerçi buna rağmen TMSF'nin Cine5'in başına atadığı yöneticiler arasından "televizyonculuk" oynayıp kurumu zarara uğratanlar çıkmadı mı?Çıkmaz olur mu?"Siyasetle gelen siyasetle gidiyor" ama verdikleri hasarı tamir etmek zaman alıyor.Cine 5 Yönetim Kurulu Başkanı Turan Korkmaz ile Cine5 Medya Grup Başkanı Hayrettin Arıcı, hafta içinde Plaza Otel'de televizyon eleştirmenlerine verdikleri yemekte, satılana kadar Cine5'te yapacaklarını anlattı.Korkmaz ve Arıcı'nın anlattıklarından anladığım şu:Cine 5, yine yeniden "yeni bir sayfa" açtı ve bütçesine uygun "az masraflı, düşük bütçeli" programlarla kendi çapında bir atağa kalktı."Soner Olgun İyi Bayramlar", "Kadınları Anlama Kılavuzu", "Cine Sinema", "Aksiyon Fırtınası", "90+3", "Aktüel TV", "Canan Barlas'la Bire Bir", "Riccon'la Beden Dili", "Derin Mevzu", "Sıfır Noktası", "Pınar'ın Kelebek Etkisi", "Yıldızlar Gece Parlar" ve "Nurçak Bey'le Sanat Gündemi" gibi yapımlar Cine5'in yeni silahları...Kendisini satın alacak yatırımcı çıkana kadar bakalım Cine5, bu yapımlarla "izleyici pastası"ndan istediği payı alacak mı? Gülay Özdem, göze mi geldi?Gülay Özdem, Kanal 24'te program sunarken hiç kimse hakkında, "Erkek seyircilerin yeni gözdesi" şeklinde "gaza getiren haberler" çıkmıyordu...Gülay Özdem ne zaman ki NTV'ye transfer oldu ve gece yarılarına doğru ekrana çıkıp haber sunmaya başladı, "gaza getiren haber ve yorumlar" başladı...Çünkü Gülay Özdem gelene kadar NTV'de gece haberlerini Banu Güven sunuyordu...NTV'de gece haberlerini Banu Güven gibi "albenisi olan" güzel bir kadından izlemeye ve dinlemeye alışmış olanlar, gidenin yerine gelen "yeni çıtır"ı çok sevdi...Özge Uzun'u "en güzel bacaklı spiker" yapıp gaza getirenlerin yeni gözdesi artık Gülay Özdem'di...Uzun'un sunduğu haberlerden çok bacaklarıyla ilgilenenlerin Gülay Özdem'i gaza getirmesi de uzun sürmedi...Sanal dünyanın verdiği bu "ara gazı" bir de baktık ki, Gülay Özdem'i NTV'den uçurup Habertürk'e kondurdu...Anaaa, o da ne?"Erkek seyircilerin yeni gözdesi" Özdem, "1 Gün" adlı programı sunmak için anlaştığı Habertürk'te iki gün kaldıktan sonra, "Bana verilen sözler tutulmadı" deyip ayrıldı...Gülay Özdem'e gerçekten yazık oldu...Gülay Özdem'i "ekranların en çekici kadını" ilan edip gaza getiren "erkek seyirciler" neredesiniz hani?Çıkın ortaya da gösterin gücünüzü...Gözlerinizle yediniz kızı!
Milliyet
1,336,668
Yazarlar
GİDECEK Mİ, yoksa kalacak mı? diye akıbeti tartışılan AKP İzmir İl Başkanı Ömür Kabak, sık sık CHP'li belediyelerin (özellikle Büyükşehir) yaptığı ihalelerin kime verildiğini ve belediye şirketlerinin yönetim kurulu üyelerinin kimler olduğunun açıklanmasını istiyor.Kabak'ın bu talebi, aynı zamanda sosyal demokrasinin 'Saydamlık' ilkesi...Yani...Hesap verebilirlik ve şeffaflık...AKP'nin sevgili il başkanının bu çağrısına hak vermemek mümkün değil.Yerden göğe kadar haklı...Ancak...Geçtiğimiz aylarda bu sütunlarda "Talkım verip salkım yutanlar" başlığı altındaki yazımda hangi il yöneticisinin, hangi ihaleleri aldığını sorduğumuzda sevgili Kabak, gazeteye kadar gelmiş ve il yöneticisi olduktan sonra hiç bir arkadaşının ihale almadığını ve nüfuzunu kullanmadığını söylemişti.Oysa...CHP İzmir Milletvekili Bülent Baratalı'nın soru önergesine Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım'ın verdiği yanıt Kabak'ı yalanladı.Nasıl mı?İzmir'de Karayolları 2. Bölge Müdürlüğü sorumluluğunda yapılan ihaleler sorulmuş.Ve geçen yıl kavşak düzenlemesiyle sinyalizasyon ihale işini kim almış biliyor musunuz?Hemen söyleyeyim.AKP İzmir İl Yönetim Kurulu üyesi Fırat Aytekin'in sahibi olduğu Aytekin Alm. İnşaat. Sanayi ve Ticaret Ltd. şirketi...Adı geçen şirket, toplam değeri bir milyon 361 bin 60 lirayı bulan tam 25 adet iş almış. Ne diyelim?Hayırlı işler...* * *Yine Baratalı'nın soru önergesine Sağlık Bakanı Recep Akdağ'ın verdiği yanıtta; İzmir'de bakanlığına bağlı hastanelerin bilgisayar, bilgi işlem, santral gibi teknik altyapı ve donanımlarının yenilenmesi için açılan ihale ve doğrudan temin yoluyla toplam 3 milyon 939 bin 136 liralık alım yapıldığı açıklanmış.Ancak...İhaleyi kime verdiklerini açıklamamış sayın Bakan.Acaba...Bu ihaleleri de AKP İzmir il yönetimindeki Fatih Yıldırım'ın ortağı olduğu ELFA Bilgisayar almış olmasın?!...Şimdi, sevgili Kabak'a düşen, partisinin İzmir il ve ilçe yönetimlerindeki isimlerden kim, hangi kamu kurum ve kuruluşundan doğrudan temin ya da ihale yoluyla iş almış, hemen açıklamalıdır.İhaleci, iş bitirici parti yöneticilerini açıkladıktan sonra da Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu'na şöyle seslenmelidir:"Ey Kocaoğlu, ben ihaleci parti yöneticilerimi açıkladım. Sen de şirketlerin yönetim kurulu üyelerini ve kaç para aldıklarını, ihale alan parti yöneticilerini açıkla."Aksi takdirde; AKP'nin meşhur "Durmak yok, yola devam" sloganını, "Durmak yok, cepleri doldurmaya devam" diye değiştirmek benim için 'farz' olacak.Mezara kadar vekilliğe son verilsinCHP Genel Başkan Yardımcısı Alaattin Yüksel'in 'Belediye başkanları milletvekili adayı olmasın' önerisi büyük yankı uyandırdı.Çok sayıda partili Yüksel'in bu önerisine destek verdi."Madem milletvekilliğine talip olacaklar, neden belediye başkan adayı oldular. Artık her koltuğa talip olma devrine son verilsin" dediler.Ve yeni bir öneri getirdiler:"Hep yeni insanlar siyasete girmiyor diye yakınılıyor.Nasıl girelim ki?... Öyle milletvekilleri var ki; üç-beş dönemdir parlamentoda.Bu şekilde vekillerin sayısı CHP'de de, AKP'de de oldukça fazla.Neredeyse 25-30 yıldır vekillik yapan var.Partiler, buna da bir sınırlama getirmeli.Örneğin; iki veya üç dönemden fazla vekillik yapılamaz diye tüzüğe madde konulsun.Parlamentoya yeni isimler gelsin."Ne dersiniz.Hangi parti bu öneriye 'evet' der sizce?HAFTANIN SÖZLERİ-Siz siyasi parti misiniz, yoksa kasap mı? (Başbakan R. Tayyip Erdoğan)-Birilerinin hevesi kursağında kaldı, onu çok iyi biliyorum. 'Acaba kavga mı olacak, dövüş mü olacak, birbirlerine mi girecekler?' Yok öyle bir şey. (CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu)-Hezeyan ruh sağlığı bozuk insanların ifadeleri olarak ifade edilmektedir. Bu sözü Sayın Başbakan'a iade ediyorum. MHP'nin sayın genel başkanına dil uzatılmıştır. MHP'liler olarak o dili koparacağız. (TBMM MHP Grup Başkanvekili Mehmet Şandır)-Evren yargılanır ya da yargılanamaz diyemem. (Adalet Bakanı Sadullah Ergin)-Türkiye'de birkaç yerdeki belediyeciliği Türkiye halkının tercihiymiş gibi göstermek siyasetteki cahillikten başka bir şey değildir. (Büyükşehir Belediye Meclisi AKP Grup Başkanvekili Yusuf Kenan Çakar)- İzmir Büyükşehir Belediyesi'nde korku imparatorluğu yok, sevgi imparatorluğu var. Her gün denetçileri, müfettişleri saldırtan insanlar asıl korku imparatorluğu yaratmak istiyor. (Büyükşehir Belediye Meclisi CHP Grup Başkanvekili Sırrı Aydoğan)Asıl kurban kim?YARIN Kurban Bayramı...Geçen yıl 250 ile 450 lira arasında değişen kurbanlık koçlar, bu yıl 500 ile 900 liraya alıcı buldu.Kurbanlıkların yüzde yüz zamlandığı, buna karşın sayıları yedi milyonu aşan emeklinin maaşına ise sadece 40 ile 90 lira zam yapıldığı ülkemde, sizce asıl kurban kim dersiniz?Yine de herkesin Kurban Bayramı'nı kutlar, sağlık ve mutluluk içinde nice bayramlar görmenizi dilerim. (Ç.B.)
Milliyet
1,343,658
Yazarlar
Özgür Şef ozgur@ozgursef.com _ Lezzet ayrıntıda gizlidir Herkes yemek yapabilir, ama çok az kişi iyi yemek yapabilir. İyi yemek yapabilmek için ilk gereken; kendine güven ve tecrübedir. Yani kötü yemek yapmaktan korkmayın, yaptığınız her başarısız deneyim sizi ustalığa bir adım daha yaklaştırır.Tarzımızı yaratalımİkinci önemli nokta teknik. Ayrıntılarla kendi tarzınızı yaratmanız gerekir. Teknik kısmında Amerikayı yeniden kesfetmeye gerek yok, şeflerin geliştirdiği teknikleri seyrederek, okuyarak, sorarak öğrenmeniz yeterli olacaktır. Bugün size bu tekniklerden birkaçını aktaracağım; daha doğrusu birkaç saat mutfakta geçirerek bir ay boyunca yapacağınız yemeklere katacağımız sos ve lezzet artırıcılar hazırlayacağız. Önce tereyağ ile başlayalım; bir kilo kadar doğal tereyağını bir karıştırma kabına alın ve oda sıcaklığında yumuşayana kadar bekletin. Diğer tarafta bir bağ kadar taze kekik ve biberiyenin kullanabileceğiniz yapraklarını ayırın, 6, 7 diş sarımsağı ayıklayın ve baharatlarla mikserde püre gibi olana kadar çekin. Eğer mikser çekmekte zorlanırsa içine birazcık dışarıda beklettiğimiz tereyağından ekleyin. Şimdi sıra kuru baharatlar ile tereyağını yoğurmaya geldi. Bir yemek kaşığı kadar köri ya da zerdeçalı dışarıda yumuşamış tereyağına ilave ederek mikser ile karıştırın. Sarımtırak bir renk almış olması gerekiyor. Mikserde püre haline getirdiğiniz baharatları da içine ilave ederek yine mikser ile çırpmaya devam edin. Son olarak istediğiniz kadar tuz ekleyin. Tezgahın üzerine bir streç yayın, içine iki kaşık tereyağ koyun ve rulo yaparak sarın. Yaptığınız ruloları buzdolabının dondurucu kısmına koyun. Onu yaptığımız tencere yemeklerinde lezzet ve kıvam verici olarak ya da başka sosların yapımında kullanacağız.Az yağ kullanınPeki bir güveç yemeği nasıl yapacaksınız? Dikkat etmeniz gereken ilk nokta, yemeği yaparken az yağ kullanın çünkü lezzet vericimiz de yağdan oluşuyor. Güvecimiz pişti. Fırından aldığımız anda derin dondurucudan çıkardığımız tereyağdan keserek içine atıyoruz. Sonunda nereden geldiği belli olmayan mükemmel bir aroma oluşacak ve tabii ki yemeğimizin sosu da bağlanmış yani koyulaşmış olacak.Şimdi sihirli sosla size öyle bir et sosu tarifi vereceğim, ki artık restoranlarda     yemeyeceksiniz. Yaptığımız tereyağından iki kaşık kadar kesip kısık ateşte tavaya atın. Erimeye başlayınca bir dilim rokfor peynirini içine rendeleyin. Tereyağı tam eriyince içine bir çay bardağı kadar krema ekleyin ve krema koyulaşana kadar          kaynatın. İşte bu sos herkesin restoranlarda bayılarak yediği meşhur 'Cafe de Paris' sosudur. Her şefin kendine has bir 'Cafe de Paris' sosu vardır. Ben size en sade ve basitleştirilmiş şekliyle yaptım. Siz denedikçe kendinizden bir şeyler ekleyeceksiniz ve bir süre sonra kendinize has bir sosunuz olacak. Önümüzdeki hafta et sularıyla ilgili deneylerimiz olacak.
Milliyet
1,341,355
Yazarlar
Hakan Kırkoğlu hkirkoglu@ttmail.com Müneccimbaşı MADDİ KAZANÇLAR VAR Bugün parasal konulara zaman ayırabilir ya da kazançlı olabilecek işlerle ilgilenebiliriz. En azından hayattan daha fazla destek alabileceğimiz koşullar var. Öğle saatlerinden itibaren kalıcı ve somut şeyler üzerinde duracak ve aceleci davranmak istemeyeceğiz. Hayatın güzel yönlerine zaman ayırabilir, zevklere de yönelebiliriz.   Zevklere aşırı kaçabileceğimiz bir günde olduğumuz için yediklerimize dikkat etmeliyiz. Abartılı yaklaşımlar içinde olabilir ve dikkatsiz davranarak elimizdekileri çarçur edebiliriz. Bencil olmamalı, başkalarıyla daha fazla şey paylaşmaya bakmalıyız.
Milliyet
1,347,022
Yazarlar
Fenerbahçe Ülker Euroleague'de dün akşam üçüncü periyottaki etkili oyunu ile Lietuvos Rytas'ı rahat geçti diyebiliriz. Rytas takımındaki tanıdık yüzler karşılaşmayı çok ilginç bir havaya sokarken Fenerbahçe Ülker'i ne yaptığını ve istediğini bilen, doğru rotasyonlarla kenardan gelen adamların müthiş katkılarıyla izlenmesi güzel bir basketbol takımına dönüştürdü.Rytas El-Amin'in sokak basketbolu, Jasikevicius'un tek adamlık gösterisi, Gecevicius'un tek başına sayı yükünü üstlenmesi ve Cemal Nalga'nın ekstra motivasyonu ile takım oyunun çok uzağındaki görüntüsü ile Rytas'ın Fenerbahçe'ye rakip olamayacağı daha ilk periyotta ortaya çıkmıştı.Gecevicius'un 34.45, Jomantas'ın 32.57 dakika sahada kaldığı, Fenerbahçe'de en fazla zaman alan oyuncunun 27.37 ile Ukiç olduğu göz önünde bulundurulursa ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılacaktır.Fenerbahçe Ülker'in yıllardır büyük bir özlemle beklenilen bir Euroleague takımı olma yolunda önemli mesafeler kat etmiş olduğunu her karşılaşmada biraz daha iyi ayırt edebiliyoruz.Göze çarpan en belirgin özellik takımdaki bütün oyuncuların rotasyonu desteklercesine hemen her pozisyonda görev alabiliyor oluşudur.Pota altı Uzunlarından Oğuz Savaş'ın boyalı alan dışından da şut tercihleri yapabildiğinin altını çizelim. Ukiç bu takımın ilk beşteki oyun kurucusuyken, Greer, Emir ve zaman zaman Kinsey bu görevi rahatlıkla üstlenebilmektedir.Bu saydığımız oyuncuların tamamı üç sayı çizgisinin gerisinden etkili atışlar yapabilirken, Mirsad, Oğuz, Lavrinoviç, ve Tomas'ın da oyunun sıkıştığı bölümlerde uzun mesafeli şut tercihlerini kullanabiliyorlar.Ömer Onan'ın ne kadar etkili bire bir savunma yaptığını hep konuşuyoruz ancak buna Ukiç, Tomas ve Kinsey'i de eklememiz gerekiyor.Ömer Aşık ve Semih'ın NBA'ye transfer olmasından sonra yerli uzun olarak tak kalan Oğuz Savaş'ın her karşılamada maçın belli bir bölümünde devreye girip sorumluluk alıyor olması takımı çok fazla rahatlatan bir eylem oluyor. İlk yarı Oğuz Savaş'ın peş peşe gelen sayıları ile Fenerbahçe Ülker rahatladı ve maçı kazanacağını rakibine hissettirdi.Spahija'nın da Tanjeviç'den daha farklı bir rotasyon deniyor. Periyot içinde iyi oynayan oyuncunun sahada kalmasını istiyor. Hatta biraz da zorluyor. Gününde olmadığı çok açık olan oyuncuları zorlamıyor. Örneğin bu karşılaşmada Ömer Onan (20.33), Preldzic (13.01) ve Tomas (20.43) kenarda oturan oyuncular oldular. Eli ısınmış basketbolculardan sonuna kadar yararlanıyor. Rakip takımın momentumu eline alma anlarında oyuna müdahalesi de hep doğru zamanlarda oluyor.Pazar günü çok zor bir derbiden çıktıktan sonra Çarşamba gecesi yine zor bir Euroleague deplasmanından önemli bir galibiyet alan Fenerbahçe Ülker basketbol takımı başarı öyküsünü yazmaya devam ediyor.Şimdi herkes takıma yeni katılacak olan Amerikalıyı merakla bekliyor.Bursaspor için özel not:Avrupa Kupaları'nda ilk defa mücadele ediyor olabilirsiniz, tecrübesiz de olabilirsiniz. Daha önünüzde çok yol olduğunu... Ancak nereden başlanması gerektiğini doğru ortaya koymak gerekiyor. Futbolda elbette her türlü sonuç ve skor var. Bursaspor'un İspanya'daki tarihi farkını anlamak çok kolay değil. Sindirebilmek de. Herkes bulunduğu yere göre mücadele etmeyi bilmeli. Başka söze gerek yok sanırım. http://twitter.com/uzaygokerman
Milliyet
1,328,598
Yazarlar
Kayseri sezon başında gayet iyi bir kadro yaptı. Şota'nın Badstuber'i Hasan Ali oldu, Selim Teber'i de Schweinsteiger misali iki yönlü bir merkez oyuncuya dönüştürdü. Ama 13-14 iyi oyuncunun yanına tecrübeli alternatifler konulamadı. İleri dörtlüden Cangele, Troisi ve Furkan eksik olunca sahada yürüyen Ali Bilgin'i Şota gönül rahatlığıyla kulübedeki yirmilikler Semih ve Ömer'le değiştiremedi. Kayseri'nin kötü 45 dakika sonrasında oyuncu değişikliği yapamamasının nedeni de sanırım bu. Ama Gürcü Hoca'nın takımının bu sezon diğer büyüklerden bir farkı var: Mağlup duruma düştüklerinde (kulübeye bakmadan, 11'e müdahale etmeden) iyi reaksiyon verebiliyorlar. Sivas maçını döndürdüler, Kasımpaşa maçını döndürdüler, G.Birliği'ne karşı da penaltıyı kaçırmasalar 3 puan alabilirlerdi. Sivas ve Kasımpaşa'ya nispeten G.Birliği duran topları daha iyi savununca bir ekstra gol bulunamadı, orta ikili Selim-Abdullah da rakibin süratli Hurşut-Serkan silahı nedeniyle ileriye fazla gidemeyince oradan da bir ekstra pozisyon üretimi olmadı. Sonuçta neticeyi de özel yetenek Mehmet Eren belirledi... * * *Gençlerbirliği'ndeyse Türkiye'de bu sezon çokça konuştuğumuz, hatta (korkarım) kanıksamaya başladığımız acayip bir gelişim söz konusu: Hoca değişiyor, futbolcular daha çok istemeye, daha çok koşmaya başlıyorlar! Zumdick (zaten Doll'ün de eski yardımcısı olduğu için) selefiyle aynı sistemle (4-2-3-1) ve hemen hemen aynı oyuncularla oynuyor. Ama Kocaman'ın yakındığı gibi, Rijkaard-Hagi örneğinde olduğu gibi, takım performansları bazen değişen sistem ya da değişen 11'le ilgili değil, tamamen artan futbolcu isteğiyle ilgili oluyor... Türkiye'de düzenin böyle yürüdüğünü çözen futbolcular artık hocaları göndermeye muktedir olduklarının farkındalar. Şu anda Zumdick'i değiştirmek için pusuda olan bir zihniyet iktidarda olduğu sürece de, galiba bu garip futbolcu tavrı da müstahak sayılır...
Milliyet
1,339,809
Yazarlar
Ne kafamı toplayabiliyorum, ne elim klavyeye uzanıyor; uyuşmuş bir haldeyim! Nedeni belli: Geçen gün canım sıkılıyordu, oturdum pc başına, açtım bir dizinin bölümlerini, aralıksız izledim! Canımın sıkıntısı geçti! Canım neye sıkılmıştı, bulamadım gerçi... ****** Yıllar önce televizyon izlerken beynimin ve yüreğimin seslerini duymadığımı ve içinde bulunduğum gerçeği kavramama engel olduğunu fark ettiğim anda televizyon izleme işine son vermiştim. Bazı karakterlerin yerine kendimi koymaya, tartışma programlarında ortalık kızışmaya başlayınca keyfimden tırnaklarımı yemeye falan başlamıştım! Hoş, nadir zamanlar dışında hep iyi bir fırsatım olmuştur tırnaklarım ile dişlerimin buluşması konusunda! En komik anılarımdan biridir: O dönemler çalıştığım büyük bir şirketin genel müdürü ile bizim ofis içinde bir işi kotarmaya çalışıyoruz ekip olarak... Çok ciddi bir beyin fırtınası! Dayandığım masamın üzerine oturdum, neredeyse on parmağım ışık hızıyla birer birer tırnak kesim işleminde... Aynı anda rast gele bir masanın kenarına tüneyen genel müdürün de tırnakları dişlerinde! Hem fikir üretiyor, hem bir yandan dişlerimizle kopardığımız tırnaklarımızı karşılıklı olarak “tüff" sesi eşliğinde ortama saçıyoruz!... Bakın böyle çözümleyebiliriz, tüfff! Şuradan problem çıkmaz, değil mi, tüff!.. ****** Çözmem gereken bir sürü problemim varken televizyon karşısında birilerinin demek istediğim şeyleri söylemesi üzerine mutlu olduğum, hüzünlendiğim, hatta ağladığımı anladığımda ayrımına vardım ki televizyon izlerken ben “ben" olamayacaktım! İzlemediğim yıllar boyu ciddi anlamda kendimi tanıdım! Problemlerimi saptayıp, çözümlerine ulaştım... Kötü giden bir evliliği televizyon ile uyuşturmanın resmen bir kaçış olduğunu anladım, mesela! Neyi, neden demek istediğimi ve neden diyemediğimi buldum... Neden bazı sabahlar ağlayarak uyandığımın yanıtını da... Becerilerimin ayırtına vardım!.. Her boş vakitte becerilerimin dök beni ortaya diye çığlık attığına da tanık oldum! ****** Televizyon yerine haberleri gazetelerden takip ettim, tv dizilerini de gazetelerden öğrendim; bir iş arkadaşım espri yapmıştı, sonra da “Şeyy, Gülgün Hanım, bilmezsiniz tabii ki siz şimdi bu dizi karakterini..." Yok, biliyorum, dedim, basından takip ediyorum! “Şeyy, Gülgün Hanım, basın yerine televizyondan izleseniz daha kolay olmaz mı?" ****** Dedim ya geçen gün bir dizinin epey bir bölümlerini izledim, şöyle kafam dağılsın dedim, her bir bölüm sonunda merakıma yenildim! Kolay iş de aynı zamanda, indir indir izle!... Ohhh, yaslan büyük ekran pc'nin karşısındaki koltuğuna, istediğinde durdur git tuvaletine, Maia havlayınca duymadığım yer mi var, sar az biraz geriye... Ne derdim vardı, canım neden sıkılıyordu, vallaha hatırlamıyorum! Asıl merakım o kıza ne olacak acaba? ****** Bir kez daha test edilip onaylanmıştır ki: Çok acınız varsa televizyonu aralıksız izleyin; kesinlikle uyuşturuyor! Sıkıntınız varsa pek tavsiye etmem, anlık değilse eğer... Ciddi sıkıntıların nedenlerini bulma, çözümlerini saptama ve uygulama süreçlerine engel oluyor zira! İçsel yolculuğunuza başlamak, becerilerinizin ayırtına varmak ve kendi gücünüzü ortaya koymak istiyorsanız, olabildiğince uzak durunuz derim... ****** Çok severek yazı yazan biri olarak minik bir örnek vereyim: Yedi yaşında melek olan kız kardeşimin doğum günü bugün... Sizleri pek üzmeden anlatacağım kıssadan hisselerim vardı: Yüreğim ve kalemim yetmedi! Biraz bayram arifesi olmasından, en çok da uyuşmamdan! ****** Yine de... Biliyor musunuz, gece sabaha dönmüş durumda... Israr ve inatla uyuşukluğumu atmaya çalışmaktayım... Tarafımca tekrar test edildi ve onaylandı: Sizi bilmem ama beni acayip uyuşturup, uyutuyor; oysa yaşamı kendi gözümden, yüreğimden algılamak çok daha hoş! Biraz fazla acılı bölümleri olsa da, finali mükemmel!..
Milliyet
1,322,297
Yazarlar
Vederson oynadığı pozisyona göre biraz daha içe doğru ilerlerken topu Obertan'a kaptırması değil de tecrübesiz bir oyuncu gibi ters kanada kadar rakibini kovalaması biraz sonra gelecek golün habercisiydi. Onun Obertan'a yaptığı yalancı baskı ve kovalamaca kademedeki diğer arkadaşlarının ataletini arttırırken kendi bölgesinin de boşalmasına neden oluyordu.Artık havasından mıdır suyundan mıdır nedir bilinmez Vederson'un yaptığı hatalar zinciri eskiden sahalarımızda sıklıkla görülürdü. Topu kaptıran oyuncu artık neyi ispat edecekse rakibin peşine takılır gider, boşalttığı alandaki koridor da büyük tehlikeye yaratırdı.İşte bu nedenle modern futbolda alan savunması yapılıyor, adam adama markaj tamamen mazide kalmış bir hatıra oluyor.Fletcher'in ustaca yaptığı gol vuruşunun yeri ile Insua'nın yaklaşık on dakika sonra kaleciye teslim ettiği vuruşun yapıldığı nokta hemen hemen aynıydı. Fletcher sağ ayağı ile kalecinin uzanamayacağı sağına güzel bir vuruş yaparken, Insua bu sefer sol ayağı ile kalecinin üzerine çok zayıf bir şut çıkardı.İşte bu bizim ülkemizdeki futbolun kalitesi ve niteliğiyle İngiltere'nin arasındaki farkın net göstergesiydi.Maç boyunca Manchester United'lı futbolcular mümkün olduğunda görev yerlerinde kalarak ve basit oynamaya gayret gösterirken; Bursaspor'lu meslektaşları aşırı motive oldukları karşılaşmada en kolay hareketleri bile zorlaştıran bir anlayışla sahaya çıkmışlardı.Yanlış anlaşılmasın, 3-0 yenilgiye karşın Bursaspor'un gerçekten çok iyi mücadele ettiğini söyleyeceğim. Özellikle ilk yarı rakip alanda yapılan pres görülmeye değerdi. Ancak Bursaspor büyük efor sarf edip yorulurken rakip sadece basitçe tek paslarla topu çevirmekten başka bir şey yapmadı. Zaman zaman ortada sıçan görüntüsü de böylesi oyunun göstergesiydi.Ertuğrul Sağlam elindeki en iyi kadro ile sahadaydı ve bu tertip yapacağının en iyisini sonuna kadar ortaya koydu.Tahminlerin ve önceki üç karşılaşmanın aksine fazlasıyla da gol pozisyonuna girildi. Ancak gol vuruşu yapacak ayaklar bu beceriden yoksundular.Ortaya çıkan farklı skorun nedeni 1-0'dan sonra oluşan konsantrasyon eksikliği, motivasyonun azalmasıydı.Dört maçta sıfır galibiyet, gol ve puan çizgisi lineer olarak diğer iki maçta da devam edeceğe benziyor. Bir ihtimal Ranger'la içeride puan almasıdır.Bursaspor için ilk defa katıldığı bu turnuvanın iyi bir tecrübeye dönüştüğünü görüyoruz. Bugün iyi futbolla bunun sinyallerini verdi.Taraftarın ikinci golden sonra maçı bırakıp gösteri yapması da görsel bir şölendi. İngilizler bu taraftarı gördükçe Türkiye'de insanların futboldan bir başka keyif aldığı yanılgısına düşüyor olmalıdır. Gerçeği bir bilseler...uzaygokerman@gmail.com
Milliyet
1,331,082
Yazarlar
ABD'de Başkan Obama'nın danışmanları ve FED (Amerikan Merkez Bankası) yetkilileri krizin başından beri piyasaya para akıtarak ekonomiyi canlandırma arayışındalar.Piyasaya para akıtanların 2 farklı bekleyişi var.-Piyasaya akan parayı bankalar tüketiciye, üreticiye, yatırımcıya kredi olarak kullandıracak. Böylece talep (harcama) artacak. Talep artışını karşılamak için ABD'de üretimde, istihdamda bütünü ile ekonomide büyüme başlayacak.- Fazla miktarda dolar basılınca, doların değeri düşecek. (Dolaylı olarak dolar devalüe edilmiş olacak.) Böylece Amerika'nın ihracat gücü artacak. Amerika daha çok ihracat, daha az ithalat yapacak. Bu sayede Amerikan ekonomisinde üretim artışı ve büyüme hızlanacak.FED, 2008- 2010 arasında tahvil alım programı kapsamında piyasaya 1 trilyon  750 milyar dolar para çıkardı.Geldik 2010 yılının sonlarına... Acaba piyasaya salınan 1 trilyon 750 milyar dolar işe yaradı mı? Amerika'da tüketici, üretici, yatırımcı bu parayı kullanarak daha çok tüketti, daha çok üretti, daha çok yatırım yaptı mı? Değeri düşen dolar sayesinde ihracat artarken ithalat yavaşladı, dış ticaret açığı küçüldü mü? Neticede ABD ekonomisinde büyüme başladı mı?Buhar olup gider mi?Federal Hükümet'in yayınladığı göstergelere göre bugüne kadar  piyasaya salınan paralar işe yaramamış.Milli gelir rakamlarına göre, ekonomide büyüme pek hem de pek yavaş. Hissedilmeyecek ölçüde olmuş. Özel tüketim bir türlü canlanamıyor. Özel yatırımlar 2008 yılının gerisinde kalmış.Dolar değerinin düşürülmesine rağmen ihracat artmıyor. İthalatta pek az daralma var. Dış ticaret açığı azalmıyor. Bütün bunların sonunda işsizlik oranı yüzde 10'un altına düşürülemiyor.Ve bütün bunlara rağmen FED ekonomik büyümeyi desteklemek amacıyla 2011 yılı Haziran ayı sonuna kadar piyasaya 600 milyar dolar daha akıtmaya karar verdi.ABD ekonomisinde toparlanma hızının hâlâ yavaş olduğuna dikkat çekilerek, FED'in kredi musluklarının açılmasını teşvik etmek ve işsizlikle boğuşan ekonomiyi desteklemek için ayda ortalama 75 milyar dolar tutarında yeni hazine bonosu ve tahvil alımı gerçekleştireceği açıklandı.Bugüne kadar piyasaya salınan  1 trilyon 750 milyar dolar buhar olup gitti. Bakalım 600 milyar dolar ne işe yarayacak?
Milliyet
1,345,017
Yazarlar
Lezzet ayrıntıda gizlidir Herkes yemek yapabilir, ama çok az kişi iyi yemek yapabilir. İyi yemek yapabilmek için ilk gereken; kendine güven ve tecrübedir. Yani kötü yemek yapmaktan korkmayın, yaptığınız her başarısız deneyim sizi ustalığa bir adım daha yaklaştırır.Tarzımızı yaratalımİkinci önemli nokta teknik. Ayrıntılarla kendi tarzınızı yaratmanız gerekir. Teknik kısmında Amerikayı yeniden kesfetmeye gerek yok, şeflerin geliştirdiği teknikleri seyrederek, okuyarak, sorarak öğrenmeniz yeterli olacaktır. Bugün size bu tekniklerden birkaçını aktaracağım; daha doğrusu birkaç saat mutfakta geçirerek bir ay boyunca yapacağınız yemeklere katacağımız sos ve lezzet artırıcılar hazırlayacağız. Önce tereyağ ile başlayalım; bir kilo kadar doğal tereyağını bir karıştırma kabına alın ve oda sıcaklığında yumuşayana kadar bekletin. Diğer tarafta bir bağ kadar taze kekik ve biberiyenin kullanabileceğiniz yapraklarını ayırın, 6, 7 diş sarımsağı ayıklayın ve baharatlarla mikserde püre gibi olana kadar çekin. Eğer mikser çekmekte zorlanırsa içine birazcık dışarıda beklettiğimiz tereyağından ekleyin. Şimdi sıra kuru baharatlar ile tereyağını yoğurmaya geldi. Bir yemek kaşığı kadar köri ya da zerdeçalı dışarıda yumuşamış tereyağına ilave ederek mikser ile karıştırın. Sarımtırak bir renk almış olması gerekiyor. Mikserde püre haline getirdiğiniz baharatları da içine ilave ederek yine mikser ile çırpmaya devam edin. Son olarak istediğiniz kadar tuz ekleyin. Tezgahın üzerine bir streç yayın, içine iki kaşık tereyağ koyun ve rulo yaparak sarın. Yaptığınız ruloları buzdolabının dondurucu kısmına koyun. Onu yaptığımız tencere yemeklerinde lezzet ve kıvam verici olarak ya da başka sosların yapımında kullanacağız.Az yağ kullanınPeki bir güveç yemeği nasıl yapacaksınız? Dikkat etmeniz gereken ilk nokta, yemeği yaparken az yağ kullanın çünkü lezzet vericimiz de yağdan oluşuyor. Güvecimiz pişti. Fırından aldığımız anda derin dondurucudan çıkardığımız tereyağdan keserek içine atıyoruz. Sonunda nereden geldiği belli olmayan mükemmel bir aroma oluşacak ve tabii ki yemeğimizin sosu da bağlanmış yani koyulaşmış olacak.Şimdi sihirli sosla size öyle bir et sosu tarifi vereceğim, ki artık restoranlarda     yemeyeceksiniz. Yaptığımız tereyağından iki kaşık kadar kesip kısık ateşte tavaya atın. Erimeye başlayınca bir dilim rokfor peynirini içine rendeleyin. Tereyağı tam eriyince içine bir çay bardağı kadar krema ekleyin ve krema koyulaşana kadar          kaynatın. İşte bu sos herkesin restoranlarda bayılarak yediği meşhur 'Cafe de Paris' sosudur. Her şefin kendine has bir 'Cafe de Paris' sosu vardır. Ben size en sade ve basitleştirilmiş şekliyle yaptım. Siz denedikçe kendinizden bir şeyler ekleyeceksiniz ve bir süre sonra kendinize has bir sosunuz olacak. Önümüzdeki hafta et sularıyla ilgili deneylerimiz olacak.
Milliyet
1,335,302
Yazarlar
Atmosferde yayılan kelimelerimin arasında en fazla ... - PUCCA - PUCCA - AYNISININ LACiVERTi ARTIK ZAYIFLAMAM LAZIM Atmosferde yayılan kelimelerimin arasında en fazla kullandıklarım karşıma çıksa kesinlikle "Artık zayıflamam lazım" birinci olacaktır İncecik bir kız olsam bile yuvarlak hatlarım sayesinde hep lömbür lömbür gözüküyorum. Kendimden geçip açlık grevine girdiğim anlarda bile, her bir yanım erimişti de basenlerim ve yanaklarım kalmıştı, sapı tasarım ödülüne layık lolipop gibi duruyordum. Baktım bu iş olmuyor, sal kızım dedim kendini, önemli olan iç güzellik diye götürdüm kebabı, böreği. "Heyyo! Tombik de mutluyum, memelerim var en azından, hayat bana güzel" diyerek balık etlerimle sağda solda fink atarken, kuaförün söylediği bir söz tokat etkisi yarattı bende. Erkek arkadaşım olmadığı için          bütün hıncımı sevgili saçlarımdan çıkar-tıyorum bu sıralar. Garibanları kuş gibi yaptım ama hâlâ usanmadım, oynayacak yer aramak için kuaföre gittim. Afili de bir yer. Sana karakter testi falan yapıyor, ardından uygun saçı söylüyor, kendini ellerine bırakıyorsun adamın. Kuş olsan nereye uçarsın, ıssız ada üç şey gibi abuk subuk sorular sorup özgürlükçü bir         kadın olduğum sonucuna ulaştı. Saçımı da Gülben Ergen stili şeklinde kesmeye karar verdi. Düşün artık o derece                özgürlükçüymüşüm... Hah işte, böyle saçımı keserken klişe kuaför geyiklerinden bahsediyordu ama ben çoğunu anlamıyordum. Zaten ben bu kuaförlerin inatla konuşma olayını anlamıyorum. Be adam, fön makinesini tutmuşsun kulağıma, vın vın vınnn, duymuyorum seni yahu. Hayatın anlamını anlatmıyorsan sus bari de orada zırt          pırt "Hııı? Neee? Anlamadım..." diye girmeyeyim araya. Kuaför anlattıkça anlatıyor, "Saçların yıpranmış, kime kestirdin? Çok kötü makas izleri var... Ay bunlara proteinli, fil spermli, portakal özlü, fiyatı senden fazla bir ürün gerek. Ayyy... Sen haftaya bir daha gel ense tarafını düzeltelim, neden saçlarını boyadın? Sana bebek sarısı çok güzel gider, bla bla bla..." Aç günler beni bekler Ne dese "He" deyip geçiyorum, alıştım artık zaten bir tanesi beğense ve o dünya parası olan ürünlerinden önermese havalara uçacağım. Böyle böyle konuşurken bir şey söyledi; "Doğumdan sonra olur böyle" Baktım aynadan aval aval. "Ne doğumu?" "Yeni doğum yapmadınız mı?" Bir sinirlendim, "Ne doğumu yahu?" diye hırsla döndüm. "Aaa ben bu kiloları ondan sanmıştım" deyince şah damarım pıt pıt atmaya başladı. Sen bu cesareti nereden buluyorsun be adam, ben senin  ağzını burnunu kırmaz mıyım, kafanı gözünü patlatmaz mıyım, sarı doreler içinde seni boğmaz mıyım? "Ya sabır" diyerek sesimi çıkartmadım ama nasıl içim içimi yiyor. Bir şey demem lazım bu şuursuz andavala. "Sen kimsin de bana içinde kilo geçen bir cümle sarfedersin. O kadar kişilik testi yaptın da, bunu nasıl gözden kaçırdın?" diyerek burnumdan soludum. Kesimi bitirmesini beklerken aynada kendimle yüzleştim. Allahım, ay parçası gibi olmuş resmen suratım. Bisiklet pompasıyla şişim şişim şişirmişler mübarek. Kollar desen "Hayde bre pehlivan" diye güreş tutuşsak biriyle kimse yadırgamaz. Gurur duyduğum göğüslerim de sağ olsunlar hava yastığı gibi olmuş. Herhangi bir kaza anında göğüs kafesimi çok güzel koruyabilecek kıvamdalar. İnsanın burnu şişmanlar mı? Yahu burnum bile şişmiş sanki, tam anlamıyla bir İran kedisi kıvamında oturuyorum sandalyede. "Pucca eski günlerimize dönüyoruz, aç günler         bizi bekler" diye ağlamaya başladım içten içe. Kuaför saçımın arkasını aynayla            gösterirken "Bırak bırak ben bakarım, zaten çirkin yaptın." Bir de "Sabah ceset mi yedin ne yaptın? Ekşi ekşi kokuyorsun" deyip gittim kasaya. Ne yapayım yahu, bana şişko diyen adamdan bir şekilde intikamımı almak zorundaydım. Yıkansın   dursun, boş boş keselesin kendini, acaba kokuyor muyum diye düşünsün şimdi. Yazının Norma'sı:         Çocukken benim için sadece iki saç modeli vardı. Biri Bendeniz modeli düz-küt.   Diğeri de, Eda Özülkü  modeli olurdu. PUCCA -AYNISININ LACiVERTiARTIK ZAYIFLAMAM LAZIMMehveş Evin Bebek'te makaron savaşlarıSina KoloğluReyting canavarıYOUTUBE 60 YILLIK TV KANALINDAN DAHA ÇOK YAYIN YAPIYOREDA TAŞPINAR.DANS NE ZOR ŞEYMiŞARI MAYAHalis Kurtça Kültür MerkeziSaat: 13.00Fiyat: 25 TL Tel: 0 216 357 28 36ADEM OLDU HAVVAKulis Oda SahnesiSaat: 15.00Fiyat: 25 - 30 TL Tel: 0 216 467 33 32WWE - SMAKCKDOWN!Abdi İpekçi ArenaSaat: 18.00Fiyat: 60 - 270 TL Tel: 0 212 679 74 20KABİNEGarajistanbulSaat: 20.30Fiyat: 20 - 30 TL Tel: 0 212 292 73 68ŞİRİNLERBahçelievler Kültür MerkeziSaat: 15.00Fiyat: 15 TL Tel: 0 212 441 36 81
Milliyet
1,326,477
Yazarlar
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya'nın, CHP'nin yeni MYK'sını tescil etmesi Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu'nu rahatlattı ve elini güçlendirdi. Başsavcılık, partinin yeni yönetiminin Kılıçdaroğlu'nun belirlediği MYK olduğunu ve parti siciline işlendiğini açıklayarak, hukuki tartışmaya nokta koymuş oldu.İbre Kılıçdaroğlu'na dönüyorÖnceki gün Parti Meclisi'nin (PM) 59 üyeyle toplanması ve 56'sının Genel Sekreter Önder Sav'ın istediği doğrultuda tüzük kurultayı için oy kullanması, Kılıçdaroğlu açısından bir handikap oluşturuyordu. CHP lideri, bu gelişmeye karşın yeni MYK'sını açıkladı ve listesinde Önder Sav ve arkadaşlarına yer vermeyerek, yeni bir dönem başlattığını ilan etti.Partide iki yönetimli bir tablo oluştu. Bu görüntü dün akşama doğru Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nın açıklamasıyla ortadan kalktı.Bu durum, dün sabahtan itibaren Kılıçdaroğlu'na doğru gözlenen yönelişi hızlandıracaktır. Öğle saatlerinde PM üyelerinden 20 civarındaki ismin, imzasını çekerek Sav'ın yanından Kılıçdaroğlu cephesine geçmesi önemli bir işaretti. Bu yöneliş, bugün daha da belirgin hale gelecektir.Kılıçdaroğlu'nun, milletvekilleri ve PM üyeleriyle yaptığı görüşmeler, Sav cephesini zayıflatmış görünüyor.Baykal'ın çağrısıCHP'nin bir önceki lideri Deniz Baykal da kuşkusuz gelişmeleri yakından izliyor. Baykal'ı arayan çok sayıda milletvekili, il ve ilçe başkanı da var.Baykal, partinin bölünmüş görüntüsünden rahatsız. Dünkü görüşmemizde, CHP'lilere şu çağrıyı yaptı:"CHP bir aile olduğunu hatırlamalı ve sorunu aile içinde çözmeli."Baykal, "Uçan kuşa ihtiyacımız olduğu şu dönemde" diyor, "Parti gövdesinin parçalanması, mahkeme kapılarına sürüklenmesinin hiç sırası değil, önümüzde seçim var; sorunları aile meclisi içinde çözüp tek vücut olarak seçimlere hazırlanmalıyız." Baykal, "sorun aile içinde çözülmeli" derken neyi kastediyor? Yakın çevresinden aldığım izlenime göre Baykal, çıkan sorunları sonuçta partinin en üst karar organı olarak kurultayın çözmesi gerektiğine inanıyor. Partinin bu tartışmaları geride bırakıp, seçimlere yoğunlaşması için kurultayın yeni bir PM seçerek partiyi rahatlatması gerektiği düşüncesinde. Bu yapılmadıkça hukuki ve siyasi tartışma, çekişmelerin devam edeceği, bu ortamda Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu'nun rahat çalışamayacağı saptamasında bulunduğu duyumları geliyor.Ağır sözler edilmemeliBaykal'ın yakın çevresine yaptığı değerlendirmeye göre, tartışmaların ağır sözlerle sürdürülmesi partiye zarar veriyor. Tartışmaların kırıcı olmaması, sonuçta parti yararının ön planda tutulması gerektiği konusunda kendisini arayanları uyarıyor. Demokratik bir ortam içinde herkesin görüşünü dillendirmesinin doğal olduğunu, ancak üsluba dikkat edilmesi gerektiğini vurguluyor.Kurultay olasılığıYargıtay Başsavcılığı'nın kararından sonra PM'nin aldığı tüzük kurultayı kararının geçerli olup olmadığı da tartışılacak. Kılıçdaroğlu, kendisinin katılmadığı PM toplantısında karar alınamayacağını açıklamıştı.Kılıçdaroğlu, ayrıca PM üyeleriyle görüşerek durumu izah etti. Bu gelişme karşısında CHP'de kurultay olasılığı var mı? PM kararı geçersiz sayılacaksa geriye Önder Sav ve arkadaşlarının delegelerden imza toplayarak kurultay kararı aldırmaları seçeneği kalıyor. İbre Kılıçdaroğlu'na dönerken, Sav ve arkadaşlarının kurultay için yeterli imzayı toplayıp toplamayacakları merak konusu.
Milliyet
1,340,099
Yazarlar
Türkiye ve Hollanda, milli formaları içindeki eskimiş oyuncuların yerine yeni isimler arayışı içindeydiler dünkü özel müsabakada.Özellikle Milli Takımımız, Almanya ve Azerbaycan önündeki şok yenilgiler sonrası öyle bir gençleşme harekatına hem gelecek zamanlar adına hem de 2012'deki gruptan çıkış mucizesinin takibi açısından adeta zorunluydu. Bütün bu gerçekler açıkça ortada. Yalnız Milli Takımımız'ın dün Hollanda önünde de olduğu gibi defansif ağırlıkta bir anlayışa doğru özellikle ilk yarıda ezilip - büzülmeleri oldukça can sıkıcıydı... Nedense bu ezeli bir hastalık milli formamızda. Zaten mazide bıraktığımız ve kazandığımız önemli maçlara bakarsanız ne zaman orta alanda tutunup, cesaretle çıktıysak bu maçlar hep lehimize bitmişti.* * *Dün gece de öyleydi. İkinci yarıda yine bireysel hatayla yediğimiz gol sonrası birden bire orta alanda daha ciddi top kullanıp, karşı ataklara çıkmaya başladık. İyi de bu cesaretli harekata geçmek için ille de gol yemeyi beklemek mi gerekmekteydi? İkinci yarıda Kazım, Burak ve Engin'le yakalayıp, enayice kaçırdığımız gol pozisyonları yine de Milli Takım'ın hücum ağırlıklı bir tempo yakalaması sonucunda doğmaktaydı. Kazım'ın sol ayağıyla dışarı attığı gol sayısında, gözleriniz mi yaşlanır yoksa kahkahalarla gülmek mi gerekir takdiri sizlerin olsun... Özetle ay-yıldızlı kadronun yenilenme çalışmalarını saygı ile selamlamak lazım. Ancak Avrupa'da eğitim almış yeni gençlerle bizdeki bozuk düzenin içinden yetişip, alnının akıyla milli formaya ulaşmış layık isimleri harmanlamak ve ortaya komple bir bütünlük çıkarmak elbette zaman işidir. Dileriz işler iyi gider de 2012 elemelerinde bir mucize yaratarak devam edebiliriz milli forma yolculuğuna.
Milliyet
1,321,821
Yazarlar
Ayvalık Uluslararası Müzik Akademisi (AIMA) 1988 yılından bu yana üst düzey müzik eğitimi veriyor. Müzikte uzmanlık kursları, (master class) ustalık programları düzenliyor. Bugüne kadar 36 yabancı müzik hocası Ayvalık'a gelmiş. 41'i yabancı, 540 öğrenciyi ustalığa hazırlamış. AIMA ustalık eğitimi yanında Ayvalık yöresindeki genç müzik meraklılarının keman, piyano gibi müzik aletlerini çalmayı öğrenmelerini de sağlıyor. AIMA, bağışla kurulmuş. Bağışla yaşıyor. Tınçay ve Haluk Barutçuoğlu, deniz kenarında, bahçe içindeki 3 katlı evlerini müzik okulu olarak kullanılmak şartı ile Dr. Nejat Eczacıbaşı Vakfı'na bağışlamış. İşte Prof. Filiz Ali'nin kaptanlığında kurulan AIMA bu binada faaliyetini sürdürüyor. Önceki pazar, Prof. Filiz Ali ve Dr. İlke Boran ile akademiye gittim. Eski Rum binalarının arasından geçerek akademinin demir bahçe kapısından girerken binanın içinden dışarıya taşan keman sesi ile büyülendim. Sese doğru ilerledim. Büyük salonda bir genç adam tek başına Brahms'ın keman konçertosunu çalıyordu. Bizi görünce kemanı bıraktı. "Kimsiniz, kimlerdensiniz? Ailenizde müzikle ilgilenen var mı idi? Nerede eğitim gördünüz?" diye sordum. İsmail Başaran (1988) "Babam aşçıdır. Bizim evde müzik ile ilgilenen yok. Ben Bursa'da üniversitede burslu olarak keman eğitimi gördüm. Şimdi İzmir'de Yaşar Üniversitesi'nde lisansüstü (Master) programına devam ediyorum. Pazar günleri, çocuklara keman dersi vermek için Ayvalık'a geliyorum" dedi. Bir süre sonra ders alacak 10-12 yaşında kızlar, erkekler ellerinde kemanları gelmeye başladı. Sanat desteksiz gelişemiyorAkademideki piyanoların üzerlerindeki küçük pirinç levhalar dikkatimi çekti. Piyanoları müzik severler bağışlamış. Birinin üzerinde Cahit Kayra ustanın yakında kaybettiği eşi Gönül Kayra'nın piyanosu olduğu yazıyordu. Piyanonun yanındaki duvara da Gönül Kayra'nın fotoğrafı asılmıştı. Duygulandım. Prof. Filiz Ali, "AIMA'nın tek kaynağı müzik severlerin bağışları. Yoksa bu akademi yaşayamaz" diyor. Yakında "Ayvalık Kültür ve Sanat Vakfı" kuruluyormuş. Bina bu vakfa devredilecekmiş. Turizm Bakanı da Ayvalık'taki "Taksiyarhis" kilisesini, müzik etkinlikleri için İstanbul'daki Aya İrini gibi kullanılmak üzere akademiye tahsis etme sözünü vermiş. Ümit ve Cem Boyner, akademinin kuruluşundan bu yana Cunda'daki evlerini belli dönemlerde akademinin ustalık programlarına tahsis ediyormuş. Öğrenciler evde ve bahçesinde ders görüyormuş. Yazıyı bitirmeden Ayvalık için akademinin önemini de anlatayım. Ayvalık 1773 yılında Cezayirli Hasan Paşa'nın fermanı ile bağımsız yönetim bölgesi oldu. 1922'ye kadar devam eden bağımsızlık döneminde Ayvalık zeytinyağı ve sabun fabrikaları ve yılda 600 geminin uğradığı limanı ile Ege'nin en zengin yerleşim bölgesi haline geldi. Yunanistan'dan din adamları, akademisyenler, sanatçılar Ayvalık'a göç etti. Ayvalık kültür ve sanatta öne çıktı. Şehirde kurulan Ayvalık (Kidonia) Akademisi, felsefe, fizik-kimya, mantık, matematik, heykel, resim dallarında 600 öğrencisi ile Doğu'nun en büyük akademisi olarak ün saldı. 1922 yılında "mübadele" ile Rumlar Ayvalık'ı terk edince akademi kapandı. Ressam Orhan Peker 1983 yılında Teoman Madra, Aykut Kazancıgil ve Cornelius Bischoff ile birlikte "Ayvalık'ta plastik sanatlar, müzik ve mimarlık konularında ve daha sonra da fotoğraf, sinema, grafik sanatlar, seramik alanlarında faaliyet gösterecek bir yaz akademisi" kurulmalıdır diye bir beyanname yayınladı. Eski Yunan Akademisi binasının bu amaçla kullanılması düşünülüyordu. Olmadı. Eski Yunan Akademisi binası şimdilerde bir ilkokul binasının eklentisi olarak kullanılıyor.
Milliyet
1,341,557
Yazarlar
Yangın mavisine/Rüzgarda asi, Körsem/Senden gayrısına yoksam Bozuksam/Can benim, düş benim, Ellere nesi? Nazım'ın şiirleriyle serpildik, İlhan'ın şiirleriyle gülümsedik... Arif hem doğuydu, hem biz! Belki de o yüzden en çok Ahmed Arif'in şiirlerinde ağladım! Şiir ezberlerdik, biz, bir zamanlar... Hani, kimse ezberle demezdi, marka tişört giymek gibiydi o zamanlar, ezberden okuduğun şiirler kalitendi! Kalite olsun diye de yapmazdık bunları ama, ne bileyim, öylesine işte... İçimize dokunurdu bir şeyler ve dokunanlara karşı bir sevgi beslerdik... Kitaplarımızın arasında o yüzden el yazısı ile “Armut dersem saklan sevgilim/ Elma dersem koş bana/ Elma... Elma.... Elma... yazardık... Hani, hoşlandığımız gence “Elma" desek, koşacaktı bize! “Giderayak işlerim var bitirilecek, giderayak. Ceylanı kurtardım avcının elinden ama daha baygın yatar ayılamadı. Kopardım portakalı dalından ama kabuğu soyulamadı. Oldum yıldızlarla haşır neşir ama sayısı bir tamam sayılamadı. Kuyudan çektim suyu ama bardaklara konulamadı. Güller dizildi tepsiye ama taştan fincan oyulamadı. Sevdalara doyulamadı. Giderayak işlerim var bitirilecek, giderayak." Derken ölümden dem vururduk, “Hastayım, öleceğim mi demek yerine?" “Giderayak işlerim var bitirilecek..." derdik, mesela, birbirimize... Ahmed Arif, nasıl diyeyim, bir tutkuydu bende... Nazım nasılsa... Ama, Nazım'dan fazla dokunan bir yanı vardı... “Haberin var mı taş duvar? Demir kapı, kör pencere, Yastığım, ranzam, zincirim, Uğrunda ölümlere gidip geldiğim Zulamdaki mahzun resim. Görüşmecim yeşil soğan göndermiş Karanfil kokuyor cigaram Dağlarına bahar gelmiş memleketimin.." O zamanlar ayırtında değildim, şimdi anlıyorum: Tam o dönemlerde bir iflas durumu yaşamıştık, kitap almaya para ayırmak olamazdı, kimse dememişti, iç sesim demişti işte... Nazım'ın çok kitapları vardı, hatta parası olanlar bile o dönemlerde alamazdı, yasaklılardı! Arif'in bir taneydi kitabı, ölümünden sonra bir ikincisi derlendi... O kitabı almak yerine, ödünç aldığımda tamamını geçirmiştim beyaz sayfalara, el yazımla! Nazım'ın kitapları elime geçtikçe okur, notlar alır, tamamını el yazım ile kopyalamayı düşünmezdim, hangi birine yetişebilirim ki diye mi düşünürdüm... Beyaz kağıtlara el yazısı ile yazılmış şiirleri bilmem kaç kere okudum odamda, sesli sesli... Kendi emeğime mi ağladım, gün geldi, safiyane gücüme mi gülümsedim, hem güçlü, hem duygulu idim! “Terketmedi sevdan beni, Aç kaldım, susuz kaldım, Hayın, karanlıktı gece, Can garip, can suskun, Can paramparça... Ve ellerim, kelepçede, Tütünsüz, uykusuz kaldım, Terketmedi sevdan beni..." Çok kitap okurduk o aralarda... Kitaplarımızı paylaşırdık, tartışırdık... Sanıyorduk ki, biliyor musunuz, bizler Türkiye'yi kurtaracaktık!...... Bizler, özellikle kızlar ancak elbette ki erkekler, bir geçiş döneminin tanıklarıydık! Ev hanımı anneler tarafından büyütülmüş gençlerdik, omuzlarımıza yük almıştık, gençtik, güçlüydük, ailelerimiz tarafından destekleniyorduk! Kendimizi özel hissediyorduk! Daha ne olsundu! Pablo Neruda'dan bir kitap armağan ediyordu, mesela, sevgilimiz, ilk sayfaya özel birkaç satır karalayarak ve birlikte okuyorduk, bize uyan dizeleri vurgulaya vurgulaya... Şarkılar söylüyorduk arkadaşlar arasında “Başın öne eğilmesin!"...Ardından “Odam kireç tutmuyor kumunu karmayınca / Sevda baştan gitmiyor sarılıp yatmayınca... Aşık olduğumuz adamlarla evlendik... Türkü söylediklerimizle... Sistemi eleştirdiklerimizle... Her şey pek güzeldi, hoştu, ancak roller konusu hoşlukları bozdu! Hem biz kadınlar, hem bizi seven erkekler, hem de aileler şaşaladı! Çalışan kadın mıydık, eş miydik, anne miydik? Vefalı evlat mıydık?...... Bir dönemin tanıklığıdır bu, bir anlamda boşanmalara tanık olmasıdır da Türkiye'nin! Bir çok anne kıyamamıştır, mesela oğluna, tuvaleti sen mi temizliyorsun yoksa!... O saatten sonra o tuvalet adam tarafından temizlenmemiştir, oysa en çok da tuvaleti kirleten erkeklerdir! Ev kadını anneler, özellikle erkek annesi iseler, müdahil olmuşlardır duruma! Çalışan kadını anlayabilmeleri için, kendi kızlarını gözlemlemeleri gerekir! Ancak kendi kızları çalışacak, evlenecek, çocuk doğuracak da, kızının o yorgun hali karşısında kocası ayaklarını sehpaya uzatarak birasını yudumlayacak! Kızı da yemek hazırlamak, çocukla ilgilenmek için koşturup duracak!...... “Yangınlar, Kahpe fakları, Korku çığları Ve irin selleri, aç yırtıcılar, Suyu zehir bıçaklar ortasındasın. Bir cana, bir başa kalmışsın vay vay! Pusatsız, duldasız, üryan Bir cana bir de başa Seher vakti leylim -leylim Cellat nişangahlar aynasındasın. Oy sevmişem ben seni..." “Bilmezler nasıl aradık birbirimizi / İki yitik hasret/ İki parça can..."... “Çarpmış, Paramparça etmiş, Kara sütü, kara sevdayla seni... Ve kara memelerinde dişlerin asi, Karadır, upuzun yattığın gece, Felek, ah ettirir, boynun kıl-ince... Cihanlar, çocuklar, kuşlar içinde Sızlar bir yerlerin Adsız ve kayıp Sızlar, usul-usul, dargın Ve kan tadında bir konca, Damıtır kendini mısralarınca... De be aslan karam, De yiğit karam, Hangi kalemin yazısı, Zorlu yazısı, Belanda? Anadan doğma nişan mı, Sütlü barut damgası mı, Bir gece parçası mı kaburgandaki? Kız kakülü, ne hal eylermiş teni, Ellerin, deli hoyrat, Ellerin, susuz, yangın. Ellerin ooooy alarga... De be aslan karam, De yiğit karam, Hangi güzelin diş yeri, Mavi diş yeri, Sevdanda? Vurmuş, Demirlerin çapraz gölgesi, Alnın galip ve serin. Künyen çizileli kaç yıldız uçtu, Kaç ayva sarardı, kaç kız sevişti, Gelmemiş, kimselerin... De be aslan karam, De yiğit karam, Hangi zehirin meltemi, Saran meltemi, Hülyanda? Hakikatlı dostun muydu, Can koyduğun ustan mıydı, Bir uyumaz hasmın mıydı, "Ooooof" de bunlar olsun muydu? De be aslan karam, De yiğit karam, Hangi kahpenin hançeri, Saklı hançeri, Yaranda?...... Böyleydi işte bu haller, bir şeyler söylemek istememiz de belki hep bu yüzden......... Hani, “bizim zamanımız" derler ya, hani yeğ tutarlar, yeğlik bir hali yok benimkinin, tutanlara da pek hoş gözle bakmam zati, bir dönemin anısınaydı bu, naçizane... En çok da Ahmed Arif'e......... Bir dönemin şahitliğidir, kendi gözümden...Hoşluğudur...Eleştirisi de olabilir, gün gelir, yaşam durağan değil ki, durağanlığımızdan böbürlenelim!Tam tersi, durağan olmayan bir yaşam içinde kalıyorsak aynı yerde yıllar içinde, gelişemeyen duygu ve düşüncelerimizi öncelikle incelememiz gerekir! İhanet değildir bu! Asıl ihanet, pencereni dar tutmaktır, tam açılamayan her bir pencere nesillere aktarılamayan doğruları saklamaktadır!...... Amma büyük laf etmişim!Ama, yanlış da dememişim!......... “Sus, kimseler duymasın, Duymasın, ölürüm ha. Aymışam yarı gece, Seni bulmuşam sonra. Seni, kaburgamın altın parçası. Seni, dişlerinde elma kokusu Bir daha hangi ana doğurur bizi? Ruhum... Mısra çekiyorum haberin olsun."
Milliyet
1,332,510
Yazarlar
Bir süre önce Bedensel Engelliler Spor Federasyonu Başkanı Haber-Türk'e bir açıklama yaparak, "Bu yıl İngiltere'de yapılan Dünya Tekerlekli Sandalye Basketbol Şampiyonasından önce biz de Türkiye Engelliler Spor Yardım ve Eğitim Vakfı Başkanı Yavuz Kocaömer'den sandalye istedik. Zira o dönemde Acun Ilıcalı aracılığıyla 10 trilyon para toplanmıştı. Ancak bize bir yardım gelmedi" dedi. 1- Bedensel Engelliler Spor Federasyonu, (TESYEV) Türkiye Engelliler Spor Yardım ve Eğitim Vakfı'ndan son 2 yılda hiçbir zaman Milli Takım için sandalye istememiştir. (Varsa yazılı müracaatlarını ortaya koyarlar.) Tam tersine TESYEV kulüplere bedelsiz olarak spor sandalyelerini dağıtırken, federasyon Nisan 2010 tarihinde kulüplere bir yazı yazarak, malzeme temininin kendi federasyonlarının statü gereği ana görevlerinden biri olduğu, dernek ve vakıflardan istenen bilgileri vererek sandalye talebinde bulunmalarının doğru olmadığını bildirmiştir. 2- Bahsedilen 15 Mart 2009'daki Acun Ilıcalı ile yapılan "Engelleri Kaldıralım" kampanyasında 10 Milyon değil 3 milyon 50 bin Lira toplanmıştır. Bununla bugüne kadar 31 spor kulübüne 141 adet basketbol sandalyesi, 56 sporcuya ortez ve protez bedelsiz olarak taktırılmış, eğitim bursu, bilgisayar yardımlarıyla birlikte kampanyadan 1 milyon 30 bin lira engelli spor kulüplerine ve sporcularına destek olarak verilmiştir. Kampanyaların denetimi Uluslararası Denetim Şirketi KPMG tarafından yapılmaktadır. TESYEV'in hesapları da senede en az bir defa ilgili Devlet Kurumları tarafından denetlenir. TESYEV sadece bedensel engellilere değil, tüm engelli gruplarına yalnız spor alanında değil, eğitim ve sağlık yardımı konularında da destek veren bir sivil toplum örgütüdür.Soruyoruz Şimdi soruyoruz, statüsü gereği, ana görevi olduğunu belirten federasyon son 2 senedir hangi spor kulüplerine hangi malzeme yardımlarını yapmıştır? Belgeleri ile açıklarlarsa biz de sütunlarımızda kamuoyu ile paylaşırız.
Milliyet
1,334,174
Yazarlar
Bu şehirde yaşam kalitesini artıran bir kurum say desen... - Ferhan İstanbullu Ferhan İstanbullu Spot YILBAŞI HEDiYENiZE KARAR VERDiNiZ Mi? "Bu şehirde yaşam kalitesini artıran bir kurum say" deseniz, aklıma ilk İKSV gelir. İKSV şimdi de tasarım dükkanıyla yılbaşı arifesinde şehri renklendiriyor İKSV binasının giriş katında yer alan, tasarımdan sanattan keyif alanların ilgileneceği pek çok farklı ürün barındıran İKSV Tasarım Mağazası, bir yaşına yenilenen bir koleksiyonla girdi. Aralık kapıya dayandı gibi. Uzun bayram tatilinden sonra kasım su gibi akıp geçer. Yeni yıl için eş dost, yakınlar için hediye arayanların mutlaka İKSV Tasarım'a uğrayıp bakması lazım. Burada Türk ressamların eserlerinden alıntıların uygulandığı kristal, porselen, ipek gibi malzemelerden bilumum ürünler, hem genç hem de uluslararası ödüllü koleksiyonlar bir araya getirilmiş. Mağazada ürünleri bulunan tasarımcılar arasında Aida Pekin, Deniz Toraman, Ela Cindoruk ve Nazan Pak, Leyla Taranto, Oya Akman, Tan Oral gibi isimler var. Ayrıca Dali, Picasso gibi dünyaca ünlü ressamların müze mağazalarından oluşan bir seçki ve Andy Warhol, Karim Rashid gibi tasarımcıların özgün ürünleri de İKSV Tasarım'da bulunuyor. BİR YILDA NELER DEĞİŞTİ?  İKSV Tasarım'da yeni sezonda New York'taki Modern Sanat Müzesi'nin (MoMa) yeni koleksiyonu yerini alıyor. Türk tasarımcılardan Camekan'ın 'Rüya' adını verdiği cam çalışması ve mini heykelleri, Özlem Peker'in Cihangir evleri ve kedilerini stilize ettiği tabak çalışmaları, Evrim Yavuz'un yeni yastıkları, Selin Sarpkan'ın el yapımı kağıt tabloları, Toz Design'ın koza koleksiyonu bu yenilikler arasında yer alıyor. Bir de İstanbul şekerleri markasıyla akide şekerleri mini kutularda sunuluyor.   İKSV Tasarım'da ayrıca Türk Sanatçılar ve Türk Tasarımcılar Koleksiyonu, Devrim Erbil imzalı İstanbul panoları, Ara Güler imzalı sınırlı fotoğraflar ve Nusret Nurdan Eren'in doğa fotoğrafları satışa sunuluyor. Bir de İKSV Sınırlı Baskı Özel Koleksiyonu hazırlamışlar. Koleksiyoner ruhlular Can Yücel'in şiirleriyle Burhan Uygur'un resimlerini buluşturan 'Rengahenk' adlı kitabı ve Ergin İnan'ın Mevlana'nın eserlerinden esinlenerek oluşturduğu 'Mevlana Celaleddin Rumi: 99 Şiir, 99 Resim' adlı kitap gibi projeleri çok beğenecek. Gezdim gördüm, rahatlıkla söyleyebilirim ki ilginizi çekecek, bütçenize denk gelecek, üstelik bu kadar zevkli seçenek arasından bir şey bulamazsanız hiçbir yerde bulamazsınız! Aklıma takıldı...  Pazar günü Maçka Parkı'ndaydım. Çocuklu bir arkadaşımla birlikte... Ne güzel, iki adım ötede yollar, kaldırımlar birbirine girmişken burası vaha gibi.. Yine de park bomboş, o güzel gözlemeleri yapan meşhur kafe dışında... Maçka Parkı nasıl kurtulur diye düşünüyoruz. Hafta sonu eğitmenler ücretsiz spor yaptırsa mesela... Aerobik, yoga, Thai Chi gibi... Nike, pekala bu işin sahibi olabilir! Nişantaşı bitki örtüsü neye karşılık gelir(!) bilemem ama keşke bir botanik bahçe yaratılabilse. Tek gerekmeyen sıra sıra yiyeceklerin yan yana sıralandığı pis pazar görüntüsü! Yanlış anlaşılmasın, Maçka Parkı'nda bu sefillik yok, sadece Feshane'yi  göreli beri bu kötü format aklımdan çıkmıyor!
Milliyet
1,346,012
Yazarlar
Uzun bir Berlin gecesi... 'nin kurucu, çekirdek kadrosundan. 1956 doğumlu. 'Kürtlük'le belki de ilk tanışması 1970'lerin başında olur. , Tahran'la 'ı uzlaştırıp Molla Mustafa Barzani'yi yarı yolda bırakınca, gazete manşetlerinde gördüğü Kürt sözcüğü kendi iç dünyasında çakan bir ilk kıvılcımdır. 1976'da 'ni kazanıp 'ya gelir ama okumak niyetiyle değil. Apo adını duymuştur. Cebeci'de, Siyasal Bilgiler Fakültesi'nin karşısındaki bir fotoğrafçıdan 'ı nerede bulabileceğini öğrenir. SBF yurduna gelir, Apo'yla tanışır. Çok heyecanlanır. Yoksul Kürt köylülerinin hallerini, "'da devrim"e ilişkin fikirlerini anlatır. Öcalan, "Bizim istediğimiz adamsın" der. PKK'nin çekirdek, 'kurucu kadrosu'na böylece katılır. 'te Bucaklar'la hesaplaşma derken öncesi yakalanır. Kürtçülük'ten, bölücülükten cezasıyla noktalanan mahkumiyetle birlikte Askeri Cezaevi cehennemi ile tanışır. Orada yaşadıklarını anlatırken, sanki olağan şeylermiş gibi anlatıyor, yüzünde en ufak bir kıpırtı olmaksızın, gayet sakin bir üslupla...  21 yıl hapis yatar. Kesintisiz 21 yıl. Diyarbakır'dan başlar, , , 'yla devam eder. Demir parmaklık arkasındayken PKK'nin yönetici çekirdeği içinde olmayı sürdürür. Birlikte yıllar boyu hapis yattıkları Sabri Ok'la 1990'ların sonlarında devletle, askerle PKK arasındaki gizli görüşmeleri yürütürler. Kendileriyle görüşen subayların konuya gayet iyi vakıf olmaları dikkatini çeker. Bu arada tabii askerin bilgisi dahilinde, cep telefonları aracılığıyla cezaevinden haberleşirler dağla, kendi deyişiyle 'Önderlik'le... 2000'lerin başında hapisten çıkarlar. Sabri Ok askere gider.  Kendisi memleketine, Siverek'e gitmez, ne olur ne olmaz diye... 1978'de ayrıldığı Ankara'ya gider, Cebeci'ye, ve Hukuk Fakültesi'ne uğrar. Apo'yla tanıştığı, PKK'nin kurucu kadrosuna katıldığı yılları andıktan sonra 'ya atar kapağı. Yine Sabri Ok'la buluşurlar, PKK'nin 'daki çekirdek kadrosu içinde... Almanya'da da bir süre hapisliği vardır. Bugün bile düzenli aralıklarla gidip imza vermesi gerekir karakola... Saklamıyor, onda da iyimser beklentiler oluşmuş barış konusunda. Ama 'ye güvenemiyor. 'nin Baykal'dan kurtulmuş olmasını barış açısından hayırlı bir gelişme olarak görüyor. Kılıçdaroğlu'nun dilini ve konusundaki tutumunu -bazı kuşkuları olmakla birlikte- olumlu karşılıyor. Fethullahçı hareketi sert bir dille eleştiriyor. Devletle, askerle Ak Parti hükümeti tahlilleri ilginç. Devleti, hükümete göre barışa daha yatkın gören bir bakış açısı... Öcalan'ın avukatları aracılığıyla 'dan yaptığı tahliller gibi... Barış konusunda uluslararası konjonktürün iyi olduğunu, Ak Parti hükümetinin, Başbakan Erdoğan'ın biraz daha cesur olması gerektiğini belirtiyor. Bugünlerde dağdan silah seslerinin pek duyulmadığını, operasyonlardan da fazla ses seda gelmediğini olumlu gelişmeler olarak söylüyor. Şu cümlelerinin altını özellikle çiziyorum: "Biz yaşadığımız bütün acılara rağmen Türklere yine iyi bakmaya devam ediyoruz. İçimizde kin, nefret duyguları yok. Bunları çoktan aştık. Çünkü bizler yıllar yılı birlikte yaşadık Türklerle... Ama bizden sonra gelen kuşaklar bizden bayağı farklı... Onlarda, iç dünyalarında bir kopuş var Türklere karşı...  Ve unutmayın, bizler, yani kurucu kadrolar olarak hâlâ direksiyondayız, etkimizi sürdürüyoruz. Barış için bir şanstır bu." Bu sözlerin sahibi Muzaffer Ayata. Barışı içtenlikle isteyen herkesin bu sözlere kulak vermesinde yarar var.
Milliyet
1,340,092
Yazarlar
Dinç Bilgin'in, sekiz yılı aşkın bir süredir devam eden banka hortumlama davasından beraat etmesi için şartlar oluştu. Ama acaba beraat edebilecek mi? Bilgin, sahibi olduğu Etibank'ın içini, "bir daha geri dönmemek üzere boşalttığı" iddiası ile yargılanıyor. Mahkeme kayıtlarından öğrendiğime göre, Bilgin'in Etibank'tan kullandığı krediler, faizler hariç, 372 milyon dolar idi. Kredilere karşı, o zamanki değeri 324 milyon dolar tutarında mal ipotek edilerek teminat gösterilmişti. Banka battıktan sonra, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu, (TMSF) Bilgin'in bütün mal varlığına el koydu ve tümünü sattı. Satışlardan elde edilen 1 milyar 400 küsur milyon dolar, alınan kredinin neredeyse dört misli mertebesindeydi. Ve Bilgin'in, hem devlete, hem de piyasaya olan borçlarının tamamını karşılamaya yetip artmıştı. Nitekim TMSF, bayramdan önce, "Biz alacaklarımızı aldık" diyerek davadan çekildi.  Gelgelelim maraton dava devam ediyor. Mahkeme, 3 Aralık'ta yeniden toplanacak ve beklenmedik bir gelişme olmazsa kararını açıklayacak.Sorun sadece borç meselesi değilKonuştuğum bazı hukukçulara göre, Bilgin'in mal varlığının satışından elde edilen gelirin, kamunun ve hatta piyasanın alacaklarının tamamına yetiyor olması, suç isnadını "hukuki geçerlilik açısından ortadan kaldırıyor."Mahkeme, tabii, aynı kanaatte olmayabilir.Ama sorun sadece borç ve alacak meselesi değil. Hatta adalet veya adaletsizlik de değil. Bir de hukuki cesaret, bağımsızlık boyutu var. Bu gibi sansasyonel davalarda mahkemelerin karar vermesi zor. Beraat kararı vermesi daha da zor. Yargıçlar ve savcılar, siyasilerin gözlerinin üzerlerinde olduğunu biliyorlar. Ayrıca kamu baskısını da yoğun bir şekilde hissediyorlar. Biliyorlar ki, karar sanığın lehine de, aleyhine de olsa üzerine çok spekülasyon yapılacak.Sabah ve atv'nin sahibi olarak Dinç Bilgin, 2000 ekonomik krizi ve AKP öncesi Türkiye'sinin en güçlü kişilerinden biri idi. Gazeteler ve gazete patronları, o günlerde, siyaset üzerinde, AKP'nin iktidara gelmesinin ardından hızla kaybedecekleri bir güce sahiptiler. Başbakanlara ne yapıp ne yapmaması gerektiğini söyleyebiliyorlardı. Hatta yakın kurmaylarını kabineye sokan patronlar dahi vardı. Pek çoğu, sahip oldukları bu gücü kullanarak ekonomik pastadan olabildiğince büyük bir pay koparmaya çalışıyordu. Bilgin'in, sonradan elinde patlayan Etibank'ı alması da böyle bir güç gösterisinin sonucuydu.O günkü medyanın veya o medyanın bir bölümünün başka bir özelliği, derin devletin ve başka çıkar çevrelerinin maşası olmaya yatkınlığı idi. Türk halkı bu yüzden birçok uydurma haber okudu, kandırıldı. O günlerin Dinç Bilgin'i, bu nehirde kendini akıntıya bırakmıştı. Bugün ise, o Bilgin'e biraz istihza ile bakan, dersini almış, nedamet getirmiş, hatta kadere boyun eymiş bir Bilgin var. Hiçbir zaman bankasını hortumlamak gibi niyetinin olmadığını söylüyor ama gazete patronu olarak kendisinde pek çok kusur buluyor.Hem kendini, hem de o zamanın medyasını eleştirerek "Yaptık" diyor. "Yapmadık mı?"
Milliyet
1,326,780
Yazarlar
Beşiktaş'ın Porto deplasmanındaki kazancı Dragao Stadı'ndan çıkardığı ve gruptan çıkmayı büyük ölçüde garantilemesini sağlayan bir puandan ziyade ikinci yarıdaki etkili oyun, Nihat'ın attığı müthiş golle moral bulması ve hepsinden önemlisi Guti'nin ortalarda görünmediği bir doksan dakikada Gutisiz de oynayabileceğini göstermesi oldu.Siyah beyazlıların bu sene sansasyonel bir başlangıç yaptığı ve takip eden haftalarda ani bir düşüş yaşadıkları dönemlerindeki kadrosu incelendiğinde ortaya çıkan grafiğin Guti'nin oynama grafiği ile paralel olması siyah beyazlılar için önemli bir soruna işaret ediyordu: tek futbolcuya bağımlı olmak.Fakat Porto karşısında bu sene ilk kez bu durumun değiştiğine, Beşiktaş'ın Gutisiz de atak organize edebildiğine ve gol pozisyonuna girebildiğine şahit olduk. Guti'nin iyi bir maç çıkarmadığı doksan dakikada Nihat ve Holosko'nun İspanyol oyuncunun görevine soyunmaları ve bu görevi layıkıyla yerine getirmeleri bir taraftan temsilcimizi güçlü rakibi karşısında avantajlı bir duruma taşırken diğer taraftan da siyah beyazlılara ilerleyen maçlar için önemli bir moral kaynağı oldu.Sonuçta her ne kadar Beşiktaş'ın kaleci, savunmada yapılan hatalar ve her maça farklı bir on birle çıkma gibi sorunları olsa da tek futbolcuya bağımlılık tüm bunlardan önemli ve ilk olarak çözülmesi gereken sorun. Bu nedenle Porto karşısında alınan beraberlikten bağımsız olarak Gutisiz oynayabilmeyi başarmak siyah beyazlılar için deplasmanda bir puan kazanmaktan öte yarınlar ile ilgili umutlanabilme anlamı da taşıyor.Fenerbahçe Destan YazdıDün gecenin sevindirici bir diğer olayı da Fenerbahçe Ülker'in Barcelona'yı 69-61 mağlup etmesiydi. Barcelona'yı herhangi bir spor dalında Barcelona'da mağlup etmek takımlarımız için hayali bile zor bir durumken bunu gerçekleştiren Fenerbahçe Ülker'in başarısı ile ne kadar övünsek azdır.Deplasmandan güzel haberlerle dönen her iki temsilcimize de teşekkürler.
Milliyet
1,340,089
Yazarlar
HÜKÜMETİN bayram hediyesi olarak sunduğu kamu borçlarının affı sevincin yanında öfke de yarattı. İzmir, vergi kaçağının en düşük olduğu kentlerden biri. Kayıtdışı ekonominin pek çok kente  göre daha az olmasının İzmir'in rekabet gücünü azaltıp gelişme hızını olumsuz etkilediği düşünülür. Genellikle vergilerini düzgün ödeyen İzmir iş dünyasının maliyetleri vergi kaçıranlara göre çok daha yüksek olduğundan, pazar payları yıllardır içten içe kemirildi. O nedenle vergi affı gündeme geldiğinde Ege Bölgesi Sanayi Odası haklı olarak "Vergisini düzgün ödeyenler de mükafatlandırılsın" çağrısı yaptı. Sanayi Odası çok haklı. Bugüne kadar vergisini, trafik cezasını, sigorta primini düzgün ödeyenlerin hepsi de kendini aldatılmış, enayi yerine konmuş hissediyor. Devlete olan   güvenin yeniden sağlanması, vatandaşlarını aldatılmışlık duygusundan kurtulabilmesi  için hükümetin mutlaka bir  şeyler yapması gerekiyor. EBSO'nun önerisi geçmiş yıllarda vergilerini düzenli ödeyenlerin vergi oranlarının düşürülmesi şeklindeydi. Bunun için son 3 yılda düzenli vergi ödeyenler için 3 puan, son 10 yılda düzenli vergi ödeyenler için 4 puan, 10 yıldan daha uzun süreli düzenli vergi ödeyenler için 5 puan vergi indirimi uygulanması istenmişti. Benzer uygulama diğer kamu borçlarını düzgün ödeyenler için de yapılabilir.  Aslında mali  affa karşı çıkmak da fazla mümkün değil. Geçmişteki hükümetlerin yanlış politikaları nedeniyle yüksek enflasyonlu yıllar ve üst üste gelen ekonomik krizler kayıt dışına kaçışı hızlandıran en önemli nedenlerdi. Yüksek enflasyon karları erittikçe ayakta kalabilmek için vergi kaçırmak özellikle küçük ölçekli işletmeler için kaçınılmaz hale geldi. Zaman içinde Türk ekonomisinin neredeyse yarısı kayıt dışına taşındı. Hükümetlerin sadece yakalayabildiklerinden vergi  alma politikaları ve yüksek  oranlı vergi uygulamaları ise  kayıt dışına kaçışı daha da hızlandırdı. Yıllarca biriken borçlar yüksek faiz cezaları ile iyice ödenemez hale gelince sistemin yürüyebilmesi için  aflar olağan hale geldi. Seçim yılında tarihin en büyük affını yapan hükümetin vergi gelirlerini oya çevirmesi de tabii ki işin bir başka boyutu. Sonuç olarak yıllardır kangren olmuş sorunların çözümü için borcun yeniden yapılandırılması gerekebilir. Ama İzmir gibi büyük çoğunluğu işini düzgün yapan vatandaşlardan oluşan kentlerin saf  durumuna düşmemesi için EBSO Bşkanı Ender Yorgan-cılar'ın önerdiği ödül sistemi uygulanarak kamuoyunun vicdanı rahatlatılmalı.Sasalı Doğal Yaşam Parkı'na mutlaka gidinUZUN bayram tatillerinin yararı uzun zamandır ertelenen işlerin yapılması için fırsat yaratması. Açıldığından beri bir türlü göremediğim Sasalı'daki Doğal Yaşam Parkı'nı bu tatilde ziyaret edebildim. Doğrusu bugüne kadar gidişlerimi   hep ertelediğim için de   hayli hayıflandım. Birbirinden güzel hayvanları ve muhteşem bahçe düzenlemeleri ile gerçek bir  doğa cenneti yaratılmış Sasalı'da. Tropikal alandan Afrika savanlarına kadar dünyanın dört bir yanındaki doğayı tüm renkleri ve canlılarıyla birlikte İzmir'e getiren bu muhteşem proje Büyükşehir Belediyesi için gerçekten büyük bir prestij. Bölümden bölüme gezerken ziyaretçiler en az üç saatin nasıl geçtiğini anlayamıyor bile. Anıt mezarı bile yapılan İzmirlilerin sevgilisi Pak Bahadır Fil'den sonra doğal parkın yeni yıldızı bence tartışmasız sevimli zürafa. Boynunu uzatarak kendini neredeyse zorla sevdiren sevimli zürafa sadece çocukların değil büyüklerin de sevgilisi olmuş. Tüm ihtişamıyla kendisine ayrılan geniş alanda dolaşan, koşan Bengal kaplanı ve tarih öncesinden fırlayıp gelmiş yaratıklar gibi tonlarca ağırlıklarıyla her adımlarında etrafı titreten su aygırları ise Sasalı'nın yüzlerce hayvanı arasında en unutulmazlar  olarak hafızalara kazınıyor.Benim gibi Doğal Yaşam Parkı'na gitmeyi bugüne kadar erteleyenler ilk fırsatta ziyaret etsin, hiç pişman olmayacaklar.
Milliyet
1,343,668
Yazarlar
Dilara Koçak bilgi@mezurasaglik.com.tr İyi Yaşam BAYRAM SONRASI NASIL BESLENMELi? Kurban bayramında çok fazla kırmızı et tükettiyseniz bir hafta boyunca etten uzak durup tahıl, beyaz et ve sebze ağırlıklı beslenmekte fayda var. Aşağıdaki bir haftalık liste karbonhidrat, protein, yağ ve lif açısından dengeli bir örnek. Uygulamak isterseniz günlük hayatınıza uygun olacak şekilde ufak değişikliklerle size yol gösterici olabilir.SiZiN DiYET LiSTENiZ HANGiSi?Her pazar, sizlerle farklı konuda örnek bir diyet listesini paylaşıyorum. Siz de hikayenizi yazıp gönderirseniz size uygun programı bu sayfalardan okuyabilirsiniz.
Milliyet
1,326,439
Yazarlar
BEKLENEN oldu diyemeyeceğiz, CHP'de yaşanan sürtüşmenin ötesine geçerek, ayrışma noktasına varacağını tahmin etmek o kadar da kolay değildi.   Gelişmeler, genel sekreterin yetkileriyle ilgili olmasının çok ötesine geçti.  Bugüne kadar parti içi ve dışı politikada kendisine seçenek üretmekten çok frenleme görevi yükleyen, elitist duran, daha çok "Varlığımızı koruyalım" anlayışındaki bir gücün, Baykal'a karşı hıncını gizleyerek statükoyu yıkan, reformist, görkemli zafer görüntüsü sona erdi.CHP'de yeni bir dönemin perdesi açıldı. * * *Tarihin ince cilvesine bakın ki reformist (!) kanat, olaylar kırılma noktasına çıkınca, tarihe ve CHP'nin köklerine can simidi gibi sarılıyor şimdi. Yıllardır ne diyorduk; CHP değişmeli...CHP statükoyu kırmalı, çoğulcu, katılımcı, özgürlükçü olmalı, sokağa çıkmalı, sokağın sesini dinlemeli, nabzını tutmalı...Deniz Baykal'ın sürpriz istifası ardından referandum sürecinde Kılıçdaroğlu'nun yönetimindeki CHP, tüm bu sarsıntıları yaşarken bile ezberlerin bozulmasını isteyen bir görüntü sergilemeye çabaladı. Yüzde 10 seçim barajının düşürülmesi, üniversitelerde türban yasağının kaldırılmasından yana tavır alması ezberlerin bozulmasının ilk işaretleriydi ama "varlığımı korumalıyım" eksenli anlayışın "İpler bizim elimizde" tavırlarıyla oluşan gerilim bir yerde patlayacaktı ve patladı. Kılıçdaroğlu ve Sav'ın altı ay süren yolculukları sona erdi. CHP Genel Merkezi'nde çarşamba öğleden sonra eteklerdeki tüm taşlar ortalığa döküldü.  * * *Geçmişin derin deneyimine sahip, yıllardır CHP'yi tapınak şovalyesi tarzıyla korumakla muktedir olan Sav'ın kılıcı Kılıçdaroğlu tarafından düşürüldü. Kılıçdaroğlu, aslında ilk kez liderliğini ilan etti. Kılıcı yere düşen Sav'ın bir süre hamleleri devam etse de sonuç alıcı olacağını düşünmeyenlerdenim.İzmir'den Alaattin Yüksel ve Oğuz Oyan'ın Genel Başkan Yardımcısı olmasıyla yaşanan değişim başta İzmir'de kendini hissettirecek. Bu isimlerin partiye yön veren konuma yükselmesiyle birlikte Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu'nun İzmir yerel siyasetinde eli daha da güçlendi. Kocaoğlu'nun İzmir CHP yönetiminde kendisine söz hakkı tanımayanlara karşı artık sessiz kalmasını kimse beklememeli. Sav cephesinde ise manevraların nereye varacağını şimdilik kestirmek zor. Ancak İzmir tüm bu manevralara direnebilecek bir güç elde etti şimdi.  Alaattin Yüksel'in Türkiye'deki Yerel Yönetimlerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı'na getirilmesi, geneldeki hiçbir manevrayı beklemeden yerelde CHP'yi yeniden şekillendirmeye yetecektir. Özüne bakarsanız, yaşananlar bu noktaya gelmeden önce bile, İzmir'de bir değişim yaşanması için çekmecedeki kağıtlar üzerinde denklemler kurulmuş bekliyordu.   İl Başkanı Rıfat Nalbantoğlu'nun milletvekilliği adaylığı için aralık ayında olası istifası üzerine yapılan hesaplar şimdi yenilenecek. Çünkü tüm yerel yönetimlerin örgütlenmesinin başına getirilen bir güç, İzmir'deki yerel yönetimlerle uyum içinde çalışacak bir yönetim getirmeden yola koyulmayacaktır. * * *İzmir'de değişim kesin ama esas olan CHP'nin topyekün yaşayacağı değişim. Sokağa inebilen, varoluş amacının toplumsal refahı artırmaktan ve taban ilişkisinden doğduğunu keşfeden, ezilmişlerin umudu bir konuma yükselebilen, cumhuriyeti varış değil, çıkış noktası yapabilen bir CHP için bugün yaşananlar, tarihi günlerdir. Eskiler "Durgun su, bakteri üretir" derler.               Dipten gelen dalgayla başlayan bu çalkalanmanın; demokratik, çoğulcu, özgürlükçü, yenilikçi, çözüm odaklı, katılımcı bir yönetim anlayışının egemen olduğu, topluma umut veren bir parti örgütlenmesiyle sonlanmasını diliyorum.Fransız Tatil Köyü satılmasınGeçen gün hazine arazilerinin İzmir'deki satışlarına yönelik yazdığım ve bir yerinde eski Fransız Tatil Köyü'nün satışına, daha doğrusu satılamayışına değindiğim yazıyla ilgili, Burhan Özfatura aradı. Genel olarak arazilerin SİT'le ilgili sorunlarını konuştuk ve Başkan (Yanında uzun süre basın danışmanı olarak çalışmanın etkisi ama daha çok insanlığıyla, vizyonuyla yürekten 'Başkan' olarak seslendiğim ender insanlardan biridir) kamuoyunda Fransız Tatil Köyü olarak bilinen Club Med Foça Tatil Köyü'ne yönelik farklı bir öneri getirdi.  Özfatura'ya göre burası satılmamalı.Çünkü ya çok ucuz fiyatlara gidecek ya da satın alan doğal güzelliğini bozacak bir yapılaşmaya yönelecek. 141 bin 380 metrekare alana sahip bu doğa cennetinin Kültür ve Turizm Bakanlığı eliyle modernleştirilerek yerli ya da yabancı firmalar aracılığı ile işletilebileceğini söyleyen Özfatura, "Aksi takdirde burası ya satılamaz ya da rantçıların eline düşer" diyor. Eski bir defterdar olmasının da etkisiyle konuya oldukça hakim olan Özfatura'nın önerisini umarım Bakanlık hayata geçirebilir. Zaten uzun süredir yazık olan bu doğa cennetine daha fazla yazık olmasın.
Milliyet
1,344,996
Yazarlar
SADECE FUTBOL ARKADAŞI DEĞiL SANATÇIYIM Arif Özgülüş... TRT Müzik'te program yapıyor. Bana bu konuda bir bülten geldi. Bu bültenin daha girişinde 'Başbakan ile futbol arkadaşlığı' kimliği ön plana çıkarılan Arif Özgülüş'un daha sonra TRT Müzik'te yaptığı programla ilgili bilgi veriliyordu. Belli ki, ilgi çekmesi için böyle bir metin hazırlanmıştı. Ben de köşeme taşıdım. Sonunda "Neden sanatı ön planda değil?" diye de sordum. Bu akşam 20.30'da TRT Müzik'te 'Meşk Zamanı' programıyla ekrana gelecek Özgülüş uzun bir elektronik posta yollamış, onu paylaşıyor ve yorumu sizlere bırakıyorum:"Ben 30'uncu sanat yılı ödülümü CRR Konser Salonu'nda geçen hafta aldım. Kültür ve Turizm Bakanlığı Devlet Korosu sanatçısı ve İTÜ Devlet Konservatuarı Şan Bölümü'nü bitirdim. Neden bu ülkede hakiki sanatçılar değer görmez acaba? Siz de yazınızın sonunda 'Sanatı neden ön planda olmaz?' demişsiniz. Siz sanatçı ve sanattan anlıyorsunuz. O zaman sadece 'Başbakan'ın futbolcu arkadaşı' yazıp yapılan hizmeti az da olsa izleyip yorum yapsa idiniz. Herkes daha dikkatli yazardı. Neyse sizi programıma davet ediyorum, canlı yayında 15 eser okuyorum. Benzeri olmayan bir canlı yayın, konservatuardan gençler ve amatör korolar katılıyor.Belki beni 'Meşk Zamanı' nda izlersiniz. Sanatçı farkını görürsünüz.   Siz gerçek bir sanatçı - yazarsınız... Gerçek sanatçıyı kimseye kötülemezsiniz... Tabii Başbakan'ın futbolcu arkadaşıyım, basın hep bunu yazdı, derslerime geldi yazdı, koroya geldi yazdı, konserime geldi yazdı. Zaten bunu   bilmeyen yok .""Sanatım ve hocalığımla çok seviliyorum"Özgülüş ne kadar çok sevildiğini ise şöyle anlatıyor; "Şu bilinmeli: Sanatım, hocalığım ve insanlığımla çok seviliyorum. Facebook ve internette 2 - 3 bin arkadaşım var. Sevenlerim çok. Sanatı sanat için yapan bir hoca ve devlet sanatçısıyım. 30'uncu yılımda beni ancak siz anlarsınız..."'YAHŞİ CAZİBE'NİN SEVMEDİĞİ ÜÇ ŞEYDizide Kemal'in (Hakan Yılmaz) patronu Hulusi, çalışanlarıyla konuşurken devamlı cümleye "Sevmediğim üç şey var" diye başlıyor. Sezai Aydın'ın canlandırdığı patron Hulusi'nin 'Sevmediği üç şey' izleyicinin dikkatini çekmiş anlaşılan. Peki dizideki karakterler ve senarist Gani Müjde'nin hayatta sevmediği üç şey neler?Bankamatik sırasında şifremi seyredenGani Müjde şöyle sıralıyor: Masada tuzluk sandığım şeyin karabiberlik çıkması... Bankamatikten para çekerken arkada bekleyenin manzara seyreder gibi şifremi seyretmeye çalışması, 'Yahşi Cazibe' televizyonda gösterilirken eve misafir gelmesi.Çerez tabağında leblebinin kalmasıAslıhan Gürbüz (Cazibe), "Çerez tabağına uzandığımda sadece leblebilerin kalması, barların kadın tuvaletlerindeki sıranın hiç bitmemesi, geç kalmak üzereyken el uzattığım taksinin arka koltuğundaki müşterinin görünmemesi" demiş.Lugano'nun kendini ringde sanmasıHakan Yılmaz'ın (Kemal) listesi de ilginç: Kocaman adamların dolma parmaklarıyla iPhone telefonda mesaj yazmaya çalışması... Diego Lugano'nun kendini sahada değil de ringde sanması...  Kocaman çantasının içinden çalan telefonunu çıkarana kadar kullandığı telefonun modelinin eskimesine sebep olan kadınlar...Vatan hainlerini sevmiyorHande Katipoğlu (Simge) ise çocuk tacizcileri, vatan hainleri ve maskeli insanları hiç sevmiyormuş...'AŞK-I MEMNU' MUHAFAZAKAR KANALDA DA PRiM YAPIYOR!Samanyolu Televizyonu'nun 'Ergenekon soslu' dizisi 'Kollama'nın bize gelen basın bülteninde konu özetinin yanı sıra yapım ekibi de yerini alıyor. Dizinin yönetmeni Barış Yöş. Metinde yönetmenin ismi yazılmış. Parantez içinde 'Aşk-ı Memnu'nun ikinci yönetmeni' yazıyor. Boşuna yazılmıyor tabii ki. Dizinin şöhreti bir başka. İçeriği kanala uymasa da yönetmeninin bu kartvizitini sunmak rahatsız etmiyor! Belirteyim, 'Aşk-ı Memnu' çekim olarak gayet başarılı bir diziydi. Buna imzasını atan ekipte yer alması, yönetmenin dizi dünyasındaki kariyeri açısından önemli. Sonuçta, Samanyolu da bunu biliyor... Muhafazakarlık başka, pazarlama başka!
Milliyet
1,318,817
Yazarlar
Ne yazacağımı düşünmeden otururum klavye başına, severim de bu hallerimi, bana da sürpriz olur zira; Aaa ruh halim buymuş demek ki! Ancak ilk defa bu gece sevmedim bu halimi! Tıbbi bilgiye ihtiyacım var, gecenin kör saatinde aranmaz ki kimse... Gündüz olsa, akşam saati ya da, aç bir telefon, sor soracaklarını doktor arkadaşlarından birine... Google ne güne duruyor dedim demesine ama bulamadım, nafile... Neyse... Kafama takılan soru şu: Gerçekten de üç yaşlarında bir çocuğa tecavüz edilebilir mi? Edilirse iç organları parçalanmaz mı? O çocuğun bedensel olarak sağlıklı yaşama oranı nedir? Psikolojik açıdan etkilenmesi değil sormak istediklerim, onu tahmin etmek, empati yapmak hiç de zor bir şey değil! Üç yaşınıza dönün ve böyle bir şey yaşasaydınız ne hissederdiniz diye düşünün! Bedenen mümkün olup olmayacağını öğrenmek istiyorum! ****** Haber de mi okumuyorsun a kadın demeyin, o haberleri okuduğum için sorguluyorum! Üç yaşında bir kız ya da erkek çocuğu... Kim nasıl yapar, neden yaparın sorgulamasında değilim şu an; bu çocukların organları ne olur? Bu gece bütün derdim bu! Bir haber vardı gündemde, sekiz yaşında bir erkek çocuğu üç yaşından itibaren dedesi, dayısı ve dayısının arkadaşı tarafından tecavüze uğruyormuş! Anne de buna son vermek adına okuldaki temizlikçiyi suçlamış, falan... Dedim ya, nedenleri, niçinleri konu dışı bırakıyorum bu gecelik; soruyorum üç yaşından beri tecavüze uğrayan bir çocuğun bedensel zararları nelerdir? Aynı duruma maruz kalan kaç çocuk yaşar? Yani, belki çocuk büyütmüş bir anne olarak olaya ölümcül bakıyorum, bilemiyorum! ****** Konuyu bu kadar irdelememin altında bir de şu var elbet: Gerçekten oluyor mu böyle şeyler? Sekiz, on, on iki yaşlarındaki çocuklardan söz etmiyoruz; üç yaştan bahsediyoruz! Kolu, bacağı, poposu minicik olan yavrulardan!.. Mantığım almıyor! İçimden bir ses dürtüp duruyor; gerçekten mi yani? ****** Yarın doktor dostlardan, yorum ile katılanlar olursa onlardan öğreneceğiz işin bedensel tarafını, lakin kimse kusuruma bakmasın ki bu gece bu haberlerin gerçek olup olmama durumları beynimi kemiriyor! Nasıl anlatsam... Şey gibi... İzmir'de mesela ücret karşılığı başını kapayanların var olduğu biliniyor... “Nereye gidiyor bu toplum?" dedirtmenin, “İdam geri gelmeli!" diye çığırtmaların ayyuka çıktığı konulardan biridir tecavüz; hele ki mini minnacık bir çocuğa aile büyükleri tarafından uygulanıyorsa!.. Yani, bu tarz haberlerin bir bölümü İzmir'deki türban meselesi gibi olabilir mi? Kim ne kazanacak demeyin, İzmir'deki amaç ile ilişkilendirin... ****** Toplumun ahlaksal çöküşü dinsel yetersizlik ile bağdaştırılıyorken, bu tarz haberler halkı galeyana getirmez mi? Bu galeyan prim yapmaz mı? Prim yaptığında işe yaramaz mı? Ne bileyim, çocuğunu kurtarmak için okulun temizlikçisine iftirada bulunandan her şeyi beklerim! Buradan yola çıkarsak, amacı uğruna her türlü materyali kullananların da olabileceğini kabul ederim! Ne fena... Öküzün altında buzağı aramazdım ben aslında!... Ne olduysa şu birkaç yıl içinde oldu... Benim mi içim fesatlaştı, yaşananlar mı bu kaygıyı yarattı? Paranoya deryasında yüzmeye başladım! Yalnız mıyım? Cıkkss... Hiç sanmıyorum! ****** “Ne oluyor bize!" feryatlarından sonra neler olabilir; bir düşünelim bakalım... Türban feryatlarından örneklersek, ilköğretimde yerini almaya başladı; Cumhuriyetin 87. kuruluş yıldönümünde bunu yazmak ağrıma gidiyor; Atam affet! Kamu denetçiliği falan derken, ahlak zabıtası filan... Parklarda öpüşmek zaten yasak! İki bira da içemezsin, etraftaki aileler rahatsız olur! Şey, çarpık ilişkiler nerelerden çıkıyor, bunu da bir araştırmak gerek!Yani... En kapalı kesimlerden gelen tüyler ürperten haberler doğruysa birileri kesin yanlış yolda! Birileri mesai karşılığında bu haberlere konu oluyorsa, Türkiye Cumhuriyeti kesin bir çıkmazda! ****** Hayranlığımı ifade edecek yeterli kelime bulamadığım sevgili Mustafa Kemal Atatürk; bir “Mustafa Kemal Krallığı" da kurabilirdin, “Mustafa Kemal Sultanlığı" da... Adı imparatorluk da olabilirdi, Mustafa Kemal Cumhuriyeti de... Mesela, yerinde olsa bazıları, hangi adı, hangi yönetim biçimini tercih ederlerdi? Mesele budur aslında! Keşke... Keşke sahip olduğun vizyona, öngörüne ve cesaretine sahip olabilseydim; bir miktar dahi olsa! Seni anlıyorum! Bu yüzden de her geçen gün hayran oluyorum; ama yetemiyorum! Yapabildiğim yazmak, konuşmak... Karalayanlara edebim yetip de “Şişşt! Kimsiniz ki siz!" demeye çalışıyorum, kibarca, kendi dillerinden konuşmadıkça anlaşamıyoruz artık! Böyle bir ikilemdeyiz... Anlaşma dili biraz amiyane olmaya başladı da... Uysak bir türlü, uymasak başka... ****** İlk kez bu yıl armağanın Türkiye Cumhuriyeti'nin kutlanmasında türbanlı hanımlar yer alacak... Yok, yabancımız değiller, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı'nın eşi, Başbakan'ın eşi yada kızı, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin bakanları, milletvekillerinin eşleri, falan... Ne mi düşünüyorum? Atam, keşke yaşasaydın diyenlere acayip kızıyorum! Bir rahat bırakmıyorlar! Oysa olabilecek her şeyi söyledin, anlayıp, uygulayamıyorsak bize ayıp!.. ****** Üzgünüm elbette, canım sıkılıyor... Türkiye Cumhuriyeti yıllar ve yıllar önce çok daha medeniyken, bu görüntüler elbette istenmeyen şeyler! Lakin, size diş bilemiş din tacirleri uyumuyorlar! Öyle bir bilenmişler, öyle nefret tohumlarını biriktirip de yeşertmişler! Tabii, elinizi cebinize sokup da mağrur bir eda ile Amerika'ya karşı duruşunuz var ya; bizler gurur duyup alkışlarken, bazı kişiler erinip yandaş olmayı tercih edebiliyorlar! Hem de dediğiniz gibi, düşmanın nereden geleceği belli olmuyor! Yurt içi ve dışı fark etmiyor! Yine de... Yaşadığım sürece armağanın armağanımdır! ****** Sen, siz mefhumları karıştı, saygıdan “siz" demek gerekirken, yakınlıktan “sen" diyebiliyor insan... Mustafa Kemal Atatürk'ün Türkiye Cumhuriyeti'nde böyle bir problem olmaz; böyle problemler ancak Oriental kültüründe olur; örneklerini de görüyoruz!... ****** Bu kadar uzun yazının tamamını okuduysanız, itiraf etmenize gerek yok; siz de Atatürk'ün Türkiye Cumhuriyeti'ne hayransınız! Bayramımız kutlu olsun!
Milliyet
1,318,966
Yazarlar
Hoş bir fıkra vardır, çapkın koca, yatakta başka bir kadınla basılınca, yavuz hırsız misali feryat etmiş:"Kim bu kadını yanıma koydu? Böyle şaka olmaz!"Bazı olaylar ya da uygulamalar ortaya çıkınca herkes de bir şaşkınlık:"Nereden çıktı bu?"Hrant Dink'in katili Ogün Samast'ın çocuk mahkemesinde yargılanmasına karar verilince herkes şaşkın:"Nerden çıktı bu?"Mahkemenin hâkimi de elindeki kanunu göstermiş olmalı:"Buradan çıktı!"Hani "polis amcaları"na taş atan yaramazlar için çıkarılan kanun vardı ya, o kanun işte!* * *Peki bu kanun çıkarılırken, kimse bunun Ogün Samast gibilerine de uygulanacağını görememiş mi, anlamamış mı?Kanun 18 yaşından küçük olanların çocuk mahkemelerinde yargılanacaklarını belirtiyor. Ogün Samast da, cinayeti işlediğinde 18 yaşından küçük olduğuna göre...Peki, bu kanun nerede görüşülüp, kabul edildi?Meclis'te!Bunun farkında olan milletvekili, hukukçu, avukat yok muydu?Meclis görüşmeleri gizli olmadığa göre...Allah'ın bir kulu da, bir hukukçusu da, bir bilim adamı da bunu söylememiş mi?Sonra kanun uygulamaya başlayınca kıyamet koptu... Kanun çıkarken sus, çıktıktan sonra konuş!* * *"Sözüm Meclis'ten dışarı!" diye bir deyim vardı, bizim sözümüzde, CHP milletvekili Ali Rıza Öztürk'ün dışındakileredir, çünkü o geleceği görmüş, Adalet Alt Komisyonu raporuna "karşı oyu"nun gerekçesini yazmıştır:"Kanun tasarısı, teklifi ve komisyon metnini yukarıdaki açıklamalar ışığında değerlendirdiğimizde; AKP hükümetinin, çocukların sorunlarını çözmek gibi bir derdi olmadığı, sırf  'toplantı ve gösteri yürüyüşlerine katıldı ve polise taş attı' diye çok ağır cezalar alan çocuklarla ilgili toplumda oluşan duyarlılık ve tepkiler sonucu her konuda olduğu gibi bu konuda da çocukların sorunlarını çözermiş gibi yaptığı açıktır. Çünkü AKP hükümetinin amacı, gerçekten bu çocukların sorunlarını çözmek olsaydı; salt bu çocukların sorunlarının ve toplum vicdanını sızlatan cezalar almasının nedenlerini tespit ederek; o sorunları  çözmeye ve nedenleri ortadan kaldırmaya yönelik çözümler önerirdi. Oysa AKP hükümetinin önerilerinin, çocukların sorunlarını çözmekten daha çok, büyüklerin sorunlarını çözmeye yönelik olduğu açıktır. AMAÇ KAMUOYUNDA 'TAŞ ATAN ÇOCUKLAR' DİYE ANILAN TERÖR SUÇUNA SÜRÜKLENEN ÇOCUKLARIN SORUNLARINI ÇÖZMEK Mİ? YOKSA TAŞ ATAN ÇOCUKLARIN SORUNLARINI ÇÖZER GİBİ GÖZÜKEREK SİLAH KULLANAN, MERMİ ATAN BÜYÜKLERİN SORUMLULUKLARINI AZALTMAK MI?"Ali Rıza Öztürk ne demiş:Tasarıdan şüphelenmiş "Yoksa sizin niyetiniz başka mı?"  demiş...Daha ne desin!* * *Ama şimdi o gün susanlar seslerini, itirazlarını kuşkularını söylemeyenler kıyameti koparıyor:"Hrant'ın katilini kurtaracaklar!"O tarihte nerelerdeydiniz?Tasarı komisyonda görüşülürken, Meclis'te kabul edilirken...Hemen her işimiz böyle...Suçlu mu arıyorsunuz hazır: "Sanık, çocuk mahkemesinde yargılanacaktır!" diyen hâkim!Hâkimin suçu kanunu uygulamak...* * *Necip Fazıl, birlikte yargılandıkları birine sormuş:"Mahkeme nasıl geçti?""Öyle bir sustum ki ne demek istediğimi anladılar!" Necip Fazıl'ın tepesi atmış:"Bari, şu ilahi suskunluğunu plağa aldırsaydın!"Biz de kaydedilecek öyle suskunluklar var ki!Bu da onlardan biri...
Milliyet
1,324,988
Yazarlar
150 bine yakın öğrenciye daha üniversiteli olma şansı yaratacak ek yerleştirme için kurallar resmen açıklandı. Kayıt yaptırmasalar da birinci yerleştirmede bir yükseköğretim kurumuna yerleştirilenler, ek kontenjandan yararlanamayacak. Tercih sayısı ise geçen yıla göre yüzde 50 arttı YAZININ TAMAMI VE KPSS EĞİTİM BİLİMLERİ DENEME SINAVI MİLLİYET'TE
Milliyet
1,336,671
Yazarlar
Bu daha önce yapıldı- "This has been done before"... Bedri Baykam'ın bir eserine, belgesel ve kitabına adını verdiği bu slogan, aynı zamanda postmodern bir alaycılık içeriyor. Malum, her şey yapıldı, tüketildi... Yeni yapılacak ne kaldı? Ne var ki Baykam'ın logosu haline gelen bu slogan, çağdaş Türk sanatında gerçek oldu. Nasıl mı?Sanatçı Halil Altındere, Yahşi Baraz'ın ilginç bir videosunu yapmış. Türkiye'nin en önemli, en saygın sanat eksperlerin-den sayılan galerici Baraz'ı, kafasına bir adet Burhan Doğançay resmi geçirilmiş halde resmetmiş... Malum, Yahşi Bey, Türk çağdaş resim piyasasında görüşleriyle bir eserin fiyatını uçurabilecek, bir başkasını düşürebilecek kadar güçlü bir isim. Hatırlarsanız geçen yıl, Burhan Doğançay'ın ilk kez Galeri Baraz'da sergilenen "Mavi Senfoni"si de Türk resim tarihinde satış rekoru kırmıştı.  Altındere, Milliyet'e resmin mesajını şöyle açıklamış: "Sanatçılar artık galerilerle değil, müzayede evleriyle hareket etmek istiyor. Burada Doğançay ve Baraz'a karşı bir küçümseme yok. Onları onurlandıran bir jest bu bence. Türkiye'de sanatın parayla imtihanına işaret ediyorum...Halil Altındere'nin "Portrait of a Dealer"ı (Bir Sanat Eksperinin Portresi) şimdiden Contemporary İstanbul'un "bombası" olarak lanse edildi... Ancak Altındere'nin bu tablosunun tıpa tıp benzeri, üstelik aynı mesajla, üç yıl önce Viyana'da sergilendi... Uluslararası şöhrete sahip fotoğraf sanatçısı Erwin Wurm, Avusturya'daki Dorotheum müzayede evinin yıldönümü için özel bir performans hazırlamıştı. Ve Dorotheum'un klasik eser eksperi Dr. Peter Wolf'un kafasına bir Rönesans tablosu geçirerek "sanat ve para" ilişkisine dikkat çekmişti.  Aynısı yapıldıBenzerlik dikkat çekici değil mi? Dr. Wolf, kendi ülkesinde tıpkı Yahşi Baraz gibi ünlü bir sanat eksperi. Eserlerinde her daim ciddiyetle, toplumsal normlarla dalga geçen Wurm'un ünlü "One Minute Sculptures-Bir Dakikalık Heykeller" serisi ise dünya sanat literatüründe yer alıyor. Dr. Wolf'un sanat piyasasıyla ilişkisini de "bir dakikalık heykeller" gibi hicvetmiş.  Yahşi Baraz, bu piyasanın en değerli ve tecrübeli isimlerinden. Halil Altındere, yenilikçi ve muzurluğuyla bilinen önemli bir sanatçı. Biri Erwin Wurm'un işini kaçırsa, diğeri elbet yakalardı. Hiç olmadı Avrupa'daki sanat akımlarını inceleyen dostlarının gözünden kaçmış olamaz. Kusura bakmayın ama, bu durumda iki kareye bakıp "tesadüfün böylesi" demek pek mümkün değil. Çünkü bu daha önce yapıldı."MAMOSTE" YALNIZYazar, sosyolog, düşünce adamı İsmail Beşikçi, bugün her önüne gelenin pek rahat konuştuğu Kürt sorunu hakkında yazı ve araştırmaları yüzünden hayatının 17 yılını cezaevinde geçirdi. Bu süreçte "akıl almaz" işkencelere maruz kaldığı da söylenir.Son olarak "terör örgütü propagandası" yapmaktan 1.5 ila 7 yılla yargılanıyor... Suçu, "Çağımızda Hukuk ve Toplum" dergisine yazdığı yazıda "Kürdistan" ifadesini kullanmak, Kandil'i Q ile yazmak.Cuma günü Beşikçi'ye destek için BDP'li Ufuk Uras, gazeteci Ferai Tınç, TGC Başkan Yardımcısı Turgay Olcayto ve Ankara Düşünceye Özgürlük Girişimi üyeleri mahkeme salonuna gitti. Haricinde, Kürtlerin deyimiyle "Mamoste"ye (Hoca) sahip çıkılmadı. Birkaç gazetede haber olmanın dışında, Beşikçi'yi kıymetli sütununa taşıyan köşe yazarı da yok. Basın özgürlüğü konusunda bol miktarda konuşan, yazan, çizenlere soru: Neden sadece sizden olanı, sizin gibi düşüneni koruyup bu ülkenin en önemli düşünürlerinden birini yalnız bırakıyorsunuz? ŞÜPHELİ LİMONATACan Dündar'ın hazırladığı "Bir Ölümün Anatomisi" programında bir kez daha Semra ve Ahmet Özal'dan Turgut Özal'a suikast iddialarını dinledik. Daha doğrusu bitmek bilmeyen şüpheler silsilesini... Şüpheli limonatalar, şüpheli programlar, şüpheli fotoğraflar... Ancak her detayın altında bir bit yeniği arandıkça meseleler çözüleceğine daha da karmaşıklaşıyor. Özallar bu ölümün gerçekten çözülmesini istiyorsa, lütfen kendilerine teslim edilen saç tutamını gerekli mercilere versin. Ve eğer merhumun kabri açılacaksa, bir an evvel açılsın... Rivayetler üzerinden tartışma yapmak kimseye bir şey kazandırmıyor.
Milliyet
1,335,300
Yazarlar
Laduree Bebek'te şube açtı, makaron savaşı bu küçük ama z... - Mehveş Evin Mehveş Evin Bebek'te makaron savaşları Laduree Bebek'te şube açtı, makaron savaşı bu küçük ama zengin semtte kızıştı. Baylan ve Divan vitrinlerini makaronla süsler oldu. Kilosu 100 TL'ye satılan Fransız bezeleri Beyaz Türklerin geçici hevesi mi?  Hangi dergiyi, hangi eki açsam makaron dosyasıyla karşılaşıyorum. Makaronun tarihi, Frankofil haller, bu yumuşacık kurabiyelere övgü düzmeler. Türkiye'de kaç kişinin umurunda? Olsun, olsun. Hem ismi, hem de görüntüsü hoş! Selahattin Duman ne güzel yazdı geçenlerde, "Müjdeler olsun Fransız makaronu  Bebek'te" diye. Duman, Fransa'da makaronun  satıldığı ve daha ziyade turistlerin üşüştüğü 'Laduree'den bahsetmiş ve Fransa'da birkaç kutu makaronun bir bademcik ameliyatına bedel olduğunu çıtlatmış. Ve Bebek Baylan'daki fiyatın, Fransa'dakinin üçte biri olduğunu yazmış. Duman'ın yazısını okurken Laduree'nin Bebek'te açtığı şubenin tanıtım dosyacığı geldi. Öyle şık bir sunumu var ki zannedersiniz Louis Vuitton. Sloganı da pek Fransız, pek iddialı: "Laduree için iştah bir günah değil, felsefedir!" Evet, öyledir tabii. Ayrıca her şeyin gösteriş olduğu bir dünyada bir kutu makaron almak, 300 gram acıbadem kurabiyesinden çok daha havalıdır. Şeker ve fiyat koması  Geçenlerde yolum Bebek'e düştü. Baylan'a makaron teftişi için girdim. Son derecede kibar bir bey, sormadan ikram etti. Şeker renkli bu kurabiyeciklerden bir adet kahveli, bir adet limonlu  yuvarladım. Lezizdi evet, ama fazlasıyla tatlı.  Hele aç karna şeker komasına sokabilir. Asıl fiyatını öğrenince komaya girebilirsiniz! 100 TL. Evet, bir kilo Fransız kurabiyesinin bedeli bu. Gerçi Baylan'da poğaça da 7 TL'ye  satılıyor. Altı üstü poğaça işte, pastaneden taş çatlasa 2 TL'ye satın alabileceğiniz bir hamur işi. Fakirin kahvaltısını bile lükse çevirmek bize mahsus olsa gerek. Makarona dönelim. Havası tamamen Fransız olmasında ve çocukların aklını başından alacak bonibon renklerinde. Haricinde, ne abartılacak bir gurmelik olay var ortada, ne de fiyat politikasını haklı çıkaracak bir lezzet bombardımanı. Maksat "Ay şekerim hadi makaron yiyelim"  demekse söyleyecek bir şey yok tabii. Türk                 burjuva özentiliğine de bu yaraşır.    SON BASKI SÖZ VE MÜZİK VE MUHSİN: Radikal'in başarılı foto muhabiri Muhsin Akgün'ün 11 yılda çektiği konser fotoğraflarından oluşan, koleksiyonluk bir kitap 'Söz ve Müzik: İstanbul'. Bu şehire gelmiş pop, rock ve klasik müzik starlarının sahnedeki anlarını kim Muhsin'den iyi yakalayabilir ki? Çok uğraştım, sonunda kitaptaki favorimi buldum: Marilyn Manson. Yok yok, Jethro Tull. Yoksa Leonard Cohen mi? Bimiyorum, hepsi.    MERAL TAMER'İN KİTABI: Masama bıraktığı 'Aşkolsun Kanser' kitabına şöyle bir not düşmüş: "Kanser bahane. Kendimi yazdım." Allah Allah, kim kanser bahane der ki? Ama söz konusu Meral Hanım ise her şey mümkün! Kanserden ziyade annesiyle ve kendi anneliğiyle hesaplaşmasını yalın bir dille yazması ilgimi çekti. Eline sağlık. MEMLEKENT DERGİSİ: Altıncı sayının   kapak konusu Japonya. Dergi kare boyutlu, baskısı da içeriği de benzerlerinden farklı. Mizanpajı şık, okunması kolay, görseli kuvvetli. Sadece turistik bilgiler değil, tarih, mimari, tasarım, edebiyatla ilgili ilginç yazılar var. Oturup bir günde zevkle okunur. ŞŞŞŞT! KONSER VAR! Lamb grubunun ex solisti Lou Rhodes, çarşamba gecesi Babylon'daydı. Bu hüzünlü fakat güçlü sesi dinlemek için kapıya geldiğimizde konser başlamıştı. Birisi elimize "Bu bir sessiz konserdir" yazılı flyer tutuşturdu. Gerçekten de içeride ruhani bir sessizlik hakimdi, şaşırdım. Herkes put gibi sahneyi izliyor, müziğin tadını çıkarıyor. Konuşmak zorunda olanlar kulaktan kulağa fısıldıyor. Her daim gürültü kaynağı olan bar- dan bile az ses geliyor. Sessiz konser uygulaması, Tindersticks konserinden sonra ortaya çıkmıştı. Müziğin dinamiğine ve müzisyenin isteğine göre de uygulanıyor. Geç bile kalındı, ama isabet oldu. Türklerin böyle ortamlarda çeneyi tutması zor, uyarı pekala işe yarıyor.    PUCCA -AYNISININ LACiVERTiARTIK ZAYIFLAMAM LAZIMMehveş Evin Bebek'te makaron savaşlarıSina KoloğluReyting canavarıYOUTUBE 60 YILLIK TV KANALINDAN DAHA ÇOK YAYIN YAPIYOREDA TAŞPINAR.DANS NE ZOR ŞEYMiŞARI MAYAHalis Kurtça Kültür MerkeziSaat: 13.00Fiyat: 25 TL Tel: 0 216 357 28 36ADEM OLDU HAVVAKulis Oda SahnesiSaat: 15.00Fiyat: 25 - 30 TL Tel: 0 216 467 33 32WWE - SMAKCKDOWN!Abdi İpekçi ArenaSaat: 18.00Fiyat: 60 - 270 TL Tel: 0 212 679 74 20KABİNEGarajistanbulSaat: 20.30Fiyat: 20 - 30 TL Tel: 0 212 292 73 68ŞİRİNLERBahçelievler Kültür MerkeziSaat: 15.00Fiyat: 15 TL Tel: 0 212 441 36 81
Milliyet
1,335,306
Yazarlar
, Pazar| Ekonomi / Yazar Yazısı Güngör Uras Olayların içindenSadaka Taşları Zimem Defterleri14 Kasım 2010 Ekonomi denilen şey hep almak değildir. Almasını kadar, vermesini de bilmektir. Şimdilerde hemen her köşe başında bir /Bankamatik kulübesi var. Parasını olan, bankamatiğe uğrayarak parasını alıyor. İyi de parası olmayan ihtiyaç sahipleri ne yapacak? Eski 'lular (gerçek İstanbul'lular) bunu düşünmüş. Bugün ATM/Bankamatik kulübelerinin bulunduğu köşelere  "Sadaka Taşları" oturtmuş. Yeni İstanbul'lular ise o Sadaka Taşları'nı yerlerinden sökmüş. Kaldırım taşı yapmış. Onların yerine de ATM/Bankamatik Makineleri'ni yerleştirmiş. İhtiyaç sahiplerine allah rızası için verilen mala, paraya  sadaka denir. Müslümanlar için sadaka farzdır. Sadaka gizli verilir. Kur-an'da "Eğer sadakaları gizler ve gizlice fakirlere verirseniz; işte bu sizin için daha hayırlıdır" (el-Bakare, 271) buyurusu vardır. Sadakanın gizli verilmesi ile sadakayı veren riyadan kurtulur. Sadaka alanın da şeref ve haysiyeti rencide edilmemiş olur.    Vermesini bilmek gerek İşte bu nedenledir ki eski İstanbul'lular şehrin hemen her köşesine bir 'Sadaka Taşı' dikmiştir. Bu taşlar mermerden yapılır. Bir buçuk-iki metre yüksekliğindedir. Üst kısımlarının ortasına çanağa benzer bir oyuk açılır, sadaka verenler parayı buraya bırakırlar. İki metrelik taşların yanında, tepesine rahatça ulaşılabilmesi için birkaç basamak bulunur. İhtiyaç sahipleri  gecenin geç saatlerinde taşın yanına para almaya gelir ama bırakılan meblağın tamamını değil, ihtiyaçları olduğu kadarını alır. Medeniyetimizde Toplumsal Dayanışma ve Sadaka Taşları konusunda bir yayını olan Nidayi Sevim (Kitap dostu Yayınları, 2009, 160 sayfa 10TL) İstanbul'da 25 kadar sadaka taşını tesbit ettiğini belirtmektedir. Ne yazık ki İstanbul'da bugün yaşayanlar bu taşlardan habersiz ve de taşlar işlevlerini yitirmiş durumda. Vermenin bir 'raconu' var Yazıyı bitirmeden kısaca "Zimem (Borç) Defteri"nden de söz etmek istiyorum. Eski İstanbul'da varlıklı kişiler özellikle bayram önceleri kendi yaşadıkları semtin dışındaki fakir semtlerde, bakkalın, manavın tenha zamanlarını seçerek:  -  "Zimem defteriniz var mı?" diye sorarlardı, "Zimem defteri", o esnaftan borcunu yani veresiye mal alan mahalle sakinlerine ait hesap defteridir. Borçluların adının ve  borcunun miktarının yazılı olduğu defterdir. Bakkal, manav Zimem Defteri'ni açar, varlıklı kişi gücüne göre defterin tamamında yazılı borcu veya bir kısmını  öderdi.  -  "Silin borçlarını, Allah kabul etsin" derdi. Borçtan kurtulan, borcunu ödeyenin kim olduğunu, borçları ödeyen, kimleri borçtan kurtardığını bilmezdi.
Milliyet
1,325,029
Yazarlar
Geniş bir açıyla Irak yazısı yazmama; Erbil'de Irak Kürt Bölge Yönetimi (IKBY) Başbakanı Behrem Salih ve Eğitim ve Kültür Bakanı Safin Dizayee ile yaptığım temaslar yol açtı.Ayağımın tozuyla katıldığım TÜSİAD Yüksek İstişare toplantısında işadamlarıyla yaptığım sohbetler, Irak'tan beklentileri daha netleştiriyordu.Erbil cephesini ayrıntılı olarak aktarmıştım; bugün yalnızca Behrem Salih'in "Türk firmalarıyla yaptığımız ortaklıklar sayesinde Kürdistan bu kadar ilerleyebildi. Gelişmemizde Türk firmalarının katkıları çok büyük; artık kimse Kürtlerle Türkler arasında yeni tesis edilen bu iyi ilişkiyi manipüle edemez" cümlesini hatırlatmakla yetineceğim.Dizayee'nin ise Nabucco Doğalgaz Boru Hattı Projesi'ne ilişkin yorumunun, bölgesel enerji politikalarını anlamamıza yardımcı olacağını düşünüyorum. Dizayee, "Ortadoğu'da petrol ve doğalgaz kaynakları İslami yönetimlerin elinde. Enerji vahası; Nabucco hattına verilecek Kürdistan gazını Türkiye'nin Avrupa'ya taşıması ile laik yönetimlerin istikrarına kavuşacak" diyordu.Buraya bir nokta.Barzani'ye iade-i ziyaret Amerika'nın Irak'ı işgal etmesiyle ortaya çıkan Federe Kürt Bölgesi'ne ilk Türk yatırımları enerji alanında gerçekleşmiş ve Kerkük-Yumurtalık Boru Hattı öne çıkarılmıştı. Irak'ın petrol ve gelir paylaşım yasalarının çıkmasıyla birlikte yatırımlar fiili olarak işlerlik kazanabilecek.Sınır komşuluğundan gelen yakın ilişkiler nedeniyle Erbil ile Türkiye arasında müteahhitlik ve ticaret hacmi ise 7-8 milyar dolara ulaşmıştı. Gerek Türkiye, gerekse de IKBY tarafı, ikili ticaret hacminin 20 milyar dolara çıkmasını, gerçekleşmesi mümkün bir hedef olarak ortaya koyuyor.Peki bugüne kadar özel sektör eliyle gelinen bu noktanın sıçramasına ne yol açacak? Elbette ki Türkiye'nin IKBY'ye uyguladığı açılım politikaları... Barzani'nin Ankara'ya gelmesinin bir kırılma noktası olduğunu vurgulamama gerek var mı? Nihayet Barzani'nin beklediği büyük adım da 14 Ekim'de TÜSİAD'ın iadeyi ziyareti ile atılacak. Zira Kürt yönetimi Türkiye'den büyük yatırımlar bekliyor.Büyük ihaleler bekleniyorTÜSİAD'ın geçtiğimiz günlerde İstanbul'da yaptığı YİK toplantısında işadamlarından Erbil ziyareti ile ilgili görüşlerini öğrenmeye çalıştım.Ümit Boyner başkanlığında geniş bir heyet Erbil'e gitmek konusunda hevesli. Örnek vermek gerekirse Sedat Alaoğlu gibi yatırım ve ticari ilişkileri olmasa da "meraktan" dolayı Erbil'e gitmek isteyenlerin yanı sıra, Başkan Yardımcısı Haluk Dinçer gibi "Bizim için riskli bir yer" diyenler de yok değil.Bugüne kadar Erbil'de en büyük ihaleyi Makyol-Cengiz konsorsiyumu almış, 400 milyon doların üzerinde bir ihaleyle Erbil uluslararası havaalanı inşaatını teslim etmişti. İkinci büyük ihale de Erbil'i kuzey doğusuna bağlayan Kora-Şaklava-Kandil Otoyol Projesi de 180 milyon dolara Yüksel İnşaat'ta kalmıştı. Yüksel İnşaat Yönetim Kurulu üyesi Emin Sazak'tan "Sırada daha büyük ihaleler var; Irak hükümetinin kurulması bekleniyor" bilgisini alıyorum.Boru fabrikası kuracaklarErbil'de yapılan doğrudan sermaye yatırımlarından çok fazla örnek veremem. 14 Ekim'de resmi açılışı planlanan Koç Holding'in Divan Oteli'nin maddi değerinin yanında simgesel anlamı çok daha güçlü.Geçtiğimiz yıl Mustafa Koç'un Erbil'e yaptığı gizli ziyaret, yerel halk arasında efsaneye dönüşmüş durumda.TÜSİAD salonunda yatırıma hevesli tek işadamı Karamancı Holding'in patronu Fatih Karamancı olduğunu söyleyebilirim. Karamancı "Boru yatırımı yapabiliriz" diyor. Karamancı Holding'in kanalizasyon ve izale hatlarında kullanılan boru üretimini yapan Süperlit Boru Sanayi'nin Düzce ve Romanya'da fabrikaları bulunuyor. Süperlit'in Güney Doğu ile birlikte 70 milyon euro yatırımla Suudi Arabistan, Libya ve Rusya'da fabrika açma girişimleri olduğunu açıklanmıştı. Bu vizyona Erbil'in de eklendiğini öğrenmiş olduk.
Milliyet
1,318,815
Yazarlar
İzmir'imizin önde gelen alışveriş merkezi Agora, kuruluş yılı 2003'ten bu yana öncülüğünü  üstlendiği yenilikçi projelerden birine daha ev sahipliği yaptı. Moda ve eğlencenin buluştuğu "Agora Fashion Fest" ziyaretçilerine cıvıl cıvıl, renkli, hareketli, eğlence, neşe dolu bir gece yaşattı... Çeşitli orkestraların, değişik müzik türlerini sunduğu gecede DJ-Party, Perküsyon, Saksafon Show, Mini Defile, Kokteyller, İkramlar ve Dans Gösterileri  yapıldı.Saat 17.00'de başlayan etkinlik 24.00'e kadar, hızını hiç düşürmeden ziyaretçileri eğlencenin tüm renkleriyle buluşturdu. Avrupa ve Amerika'da moda ve perakende dünyasında, markalararası güçbirliği yaparak, sektöre hareketlilik kazandırmak için uygulanan "Fashion Fest"lerin İzmir'deki öncüsü Agora oldu.Özel indirimler  Bir ay gibi kısa sürede hazırlıkları tamamlanan bu özel gecenin ekim ayına yetiştirilmesi çabasında, mağazaların içinde bulunduğumuz sezon süresince bu festivali gerçekleştirmek istemeleri etken olmuş. Agora; bünyesindeki ulusal ve uluslararası markalarıyla, bu özel organizasyonda ziyaretçilerine yeni sezon ürünlerini, çok özel indirimlerle satın alabilme fırsatı da verdi.Aileleriyle bu festivale katılan çocuklar da büyükleri gibi çok eğlenceli vakit geçirdiler. 15 hostes tarafından gece boyu devamlı ikram edilen pop-corn'lar en çok çocukları sevindirdi. Food-Court'taki çocuk mönüleriyle dilediklerince karınlarını doyuran çocuklardan bir kısmı, soluğu Agora'nın büyük oyun parkında alırken, diğer kısmı da B&G Store'daki yüz boyama alanına katıldı. Palyaço gösterisi ise her zaman olduğu gibi yine çocukların gözdesiydi.Firmalar hediye dağıttıAgora Fashion Fest, çok kısa sürede hazırlanılmış olmasına rağmen, her türlü ayrıntının düşünülmüş olduğu bir organizasyon olmuş. Mağazaların her birisi, kendi konsepti gereği birer etkinlik düzenlemiş. Mesela Sephora ve Body Shop'ta makyaj uygulama teknikleri gösterilmiş. Mudo City, mini defile düzenlerken, Pub&Restaurant'ta şarap tadımı yapılmış. Stephanel Mağazası, kokteylle misafirlerini ağırlarken, Damat gece boyu müşterilerine kravat hediye etti. Tommy Hillfiger, Swatch  ve Roman Mağazaları ise herkesi hediyeleriyle sevindirdi. Forever New'deki DJ-Party ise mükemmeldi.Ne güzel şey alışveriş... İyi hissetmek için, sevdiklerinizi sevindirmek için, sevginizi ifade etmek için, beğendiğiniz için, bazen bir yeri, bir ânı hatırlamak için... Bazense hatırlanmak için birşeyler alırız... Sıcacık bir tebessüm için... Ama hep güzel duygularla alırız ya da aldıktan sonra güzelleşir hissettiklerimiz. Böyle pırıl pırıl, hoş bir mekanda, güzel müzikler eşliğinde, cıvıl cıvıl bir gecede, bize hissettirdiklerin için teşekkürler Agora...Zeynep Tunuslu ile moda sohbetleriÜnlü modacı Zeynep Tunuslu, giyim dünyasındaki son trendler, yeni sezon renkleri ve kendi tasarımları ile ilgili "Fashion Fast" kapsamında bilgiler verdi. Ziyaretçilerden yoğun ilgi gören Zeynep Tunuslu, gece boyunca kendisine yöneltilen soruları cevapladı ve  misafirlerine slayt gösteriyle, moda dünyası hakkında aydınlatıcı bilgiler aktardı.Bu haftanın kampanyaları- Kervan Mağazalarında sadece üç gün süresin ce, yeni ürünlere özel indirimler.- M&S bay-bayan iç giyim ürünlerinde, dilediğiniz iki ürünü alın; 2. ürüne yüzde 50 daha az ödeyin. (Son hafta)- GAP ve Banana Republic'te yüzde 20 indirim.- Sheraton Çeşme'de 29 Ekim Bayramı'nda üç gece konaklayan herkese Amsterdam Mövenpick Otel'de iki gece üç gün (KLM uçak dahil) hediye...- Demsa Group, Mothercare 10. yıl fırsatları 30 Kasım'a kadar devam ediyor.- Mudo'da 125 TL ve üzeri alışverişlerde (mobilya dahil) Exclusive Kart sahiplerine yüzde 25 indirim.- Assortie'de uygun fiyatlara sonbahar aksesuar trendini yakalayın...- Goldaş'ta Damask desenleri takıya dönüştü... Görülmeye değer.- Boyner ve YKM'de, Eastpak çantalarını arayın... Tatilde tüm yükünüzü taşısın.- Moda tasarımının ünlü markası Süleyman Demirel, 2011 kış trendlerini ön plana çıkaran tasarımlarını tamamladı... Kaçırmayın.- New York'ta Beş Minare filminin biletleri vizyondan önce Cinecity Sinemalarında satışta.Etkinlikler"Umut Dolu Yolculuk"Konak Belediyesi tarafından "Güzel Karadeniz ve Geleceğe Umut Dolu Yolculuk" konulu konferans 31 Ekim saat 15.00'te  Dr. Selahattin Akçiçek Eşrefpaşa Kültür Sanat Merkezi Avni Anıl Sahnesi'nde.AKM'de 55. Yıl Resim SergisiEge Üniversitesi Atatürk Kültür Merkezi'nde 55. Yıl Etkinlikleri kapsamında açılacak resim sergisi 31 Ekim'e kadar görülebilir.Atatürk'ün fotoğraflarıEge Üniversitesi Atatürk Kültür Merkezi Sanat Galerisi'nde Ahmet Gürel ve Hanri Benazus tarafından "Atatürk Aramızda" adlı fotoğraf sergisi gerçekleştirilecek. Sergi 31 Ekim'e kadar açık."Dersimiz Atatürk" filmiEge Üniversitesi tarafından bu yıl ikincisi düzenlenecek "Cumhuriyet ve Atatürk Günleri" kapsamında "Dersimiz Atatürk"filmi gösterilecek. Etkinlik 1 Kasım'da saat 17.30'da EÜ Kütüphane ve Dokümantasyon Daire Başkanlığı Seminer Salonu'nda."Bir Bağımsızlık Savaşı Destanı""Cumhuriyet ve Atatürk Günleri" kapsamında "Bir Bağımsızlık Savaşı Destanı" adlı film gösterilecek. Etkinlik 2 Kasım'da saat 17.30'da EÜ Kütüphane ve Dokümantasyon Daire Başkanlığı Seminer Salonu'nda."Atatürk ve Rekreasyon"EÜ Meslek Yüksek Okulu Sergi Alanı'nda "Atatürk ve Rekreasyon Etkinlikleri" fotoğraf sergisi açılacak. Etkinlik 1-8 Kasım tarihleri arasında düzenlenecek.
Milliyet
1,332,859
Yazarlar
Her yıldönümünde olduğu gibi... Bugün de gazeteler yine "Atam izindeyiz","Seni özlüyoruz","Emanetini yaşatacağız" gibi manşetlerle çıkacak... Atatürk bir günlüğüne usulen övülecek ancak bu manşetler hoş ve boş birer temenni olarak kalacaktır. Ertesi günden itibaren  Atatürk hangi yolu göstermişse ters istikamette yol alınacaktır... Belki bir iki gazete doğruyu söyleyecek, "Affet bizi Atam" gibi başlıklar atacaklar.. O kadar... Öldüğü günden başlayarak mirası çiğnenmiş... " benim karakterimdir" diyen, ulusal onuru her şeyin üzerinde tutan o müstesna adamın ülkesi emperyalistlerle işbirliği yapanların yönetimine girmiştir. Artık karakterimiz okyanus ötesi ne derse onu yapmaktır. Muhtaç olduğumuz dolarlar nereden geliyorsa onların dediği olmaktadır... Ülkenin tersaneleri ne kelime, 'in derelerine kadar girilmiştir. Satılmadık banka, tesis, liman kalmamıştır. Uzaktan o aziz adamın 10. Yıl Nutku duyuluyor: - Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli, Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan 'dir.... O parlak ve coşkulu nutuk şöyle sonlanıyor: "Ne mutlu Türküm diyene!" Ve artık bu ülkede "Türküm" demek bile mesele oluyor... Neyse ki... Zamanı geriye çevirmek isteyenlerle çağa yetişmek isteyenlerin kavgasını Türkiye her koşulda sürdürüyor... En ağır görev Cumhuriyet meşalesini devralacak gençlere düşüyor... "Cumhuriyeti bizler kurduk sizler yaşatacaksınız", diyor Atatürk... Evet gençler, umut sizdedir...   Mısırlının fesi... Amerikalı akıl hocamız görevlisi Graham Fuller diyor ki: "Atatürk'ün düşünceleri çağı için son derece güçlü düşüncelerdi. Ama Türkiye artık ulusal kimliğini, yörüngesini, dünyadaki rolünü, hatta 'ın günlük yaşamdaki yerini yeniden düşünmelidir. Türkiye demokrasi ile İslam'ı yaşatacak modern bir formül bulsa ve dünyasına olağanüstü bir entelektüel öncülük yapmış olur. İslam dünyası için geleceğin modeli olur bu..." (Cumhuriyet 26 şubat 1990) Yalnızca Fuller değil.. Henze'den Huntington'a tüm 'li akıl hocaları bize yıllardır "Kemalizmi ve Atatürk'ü unutun, ılımlı İslam'a yönelin, böylece 'nun lideri olun" düşüncesini sokuşturuyor. Sonuç mu? Dün gazetelerde yayımlandı. Dışişleri Bakanı , korumalarının silahları nedeniyle Abu Dabi Havaalanı'nda iki saat bekletilince fena halde sinirlenmiş... Restini çekmiş: - Benden ve heyetimden en üst düzeyde özür dilenmediği takdirde ülkenizi terk edeceğim... bu olayı, "Ayağına getirtip fırçasını attı" başlığıyla vermiş. Ayağa getirtilen kim? Dışişleri Bakanı mı? Hayır. Bakanlık Müsteşarı mı? Hayır. Ya kim? Havaalanının güvenlik amiri! Bakan havaalanında 2 saat güvenlik amirinden başka muhatap bulamıyor. Atatürk zamanında Ortadoğu'da itibarımız bu muydu? Büyükelçisi bir davette fesini çıkarmadığı için olanları tarih yazar... Atatürk fesi garsonun tepsisiyle vestiyere yollamıştır. Osmanlıcıların biraz daha tarih okuması gerekiyor.   'ın Genel Başkanlığı'nın son zamanlarında , hukukçu milletvekillerinden oluşan bir heyeti her hafta Silivri'ye gönderir... Duruşmaları onlar aracılığıyla izler... Doğrudan bilgi alırdı. 'nun Genel Başkan olmasıyla bu uygulama her nedense sona erdi. Arkadaşımız Fahrettin Fidan, dün CHP'nin çiçeği burnunda Genel Sekreteri Süheyl Batum'la Meclis'te sohbet ederken bir ara bu durumu hatırlatınca aldığı yanıt şu oldu: "CHP olarak bizim Silivri'yi gündemimizden çıkarmamız diye bir şey kesinlikle söz konusu olamaz. O uygulamayı en kısa zamanda yeniden başlatacağız. Üstelik bu defa daha büyük katılımla yapacağız bunu. Örneğin ben de milletvekili arkadaşlarımla beraber Silivri'ye gideceğim."   Cemaatler devlette kadrolaşabilmek için birbirleriyle mücadele ediyormuş. Bakalım mücadeleyi kim kazanacak; Atatürk'ün kurduğu Cumhuriyet'i ilerde hangi koruyacak! Haldun Ertem   Dua - Yüksek Hattı'nın birleşmesi için son panel serimi geçtiğimiz günlerde Polatlı yakınlarında yapıldı. 'ın da katıldığı "serim töreni"nin programı Genel Müdürü 'ın imzasını taşıyan basın açıklamasıyla gazetelere duyuruldu. Program aynen şöyleydi; -  Karşılamalar. -  Konuşmalar. -  Sayın Bakan'ın konuşması. -  Plaket sunulması. -  Son panelin serimi. -  DUA. -  Bitiş.   Ergin, " yargılanabilir diyemem" demiş. Referandumda istediğini aldı ya... Artık doğruları konuşabilir! Fahrettin Fidan   Türban bir üniversiteye "Türbanlı öğrenciyi zabıt tutarak sınıfa alın" yazısı gönderdi. Diğer üniversiteler bu yazıyı fırsat bilip türbanlılara kapıları açtı. Bir üniversite öğretim üyesine sorduk: - Türbanlıları sınıfa alıyor musunuz? - Evet - Zabıt tutuyor musunuz? - Hayır... - Neden? - Çünkü zabıt tutanların YÖK'çe fişlendiğini öğrendik...   İnsan, yüzü kızaran ve yüz kızartıcı işler yapan tek hayvandır. Mark Twain
Milliyet
1,347,010
Yazarlar
Bayram sonrası rehavetinizi atın! Dokuz  gün boyunca eş-dost gönlünüzü eğlendirmeyi bildiniz, şimdi sıra geldi beyninizi beslemeye. İlk adım, bu    perşembe açılacak Contemporary Istanbul fuarı...Efsane bir tatildi geçen haftaki, geçti bitti. Pazartesi itibarıyla tatil sarhoşu bedenler işbaşı yaptı, işyerlerinde takvimde seneyenin tatillerini hesaplayanlar çoktu. (Dokuz gün tatilin ardından önümüzdeki yıl 23 Nisan'da bile tatil yok diye hayıflananlar da vardı!) Peki şimdi neyi bekleyeceğiz? Yılbaşını. Yeni yıla kiminle, nerede girileceğini... Ne diyelim, keşke Allah insana başka tasa vermese! Tatilde iyi dinlendiğinizi varsayarak bu hafta neler yapabileceğinize bir göz gezdirdim. Haftanın tartışmasız en önemli olayı, 25 Kasım'da açılacak olan Contemporary Istanbul sanat fuarı... Türkiye'nin en büyük çağdaş sanat etkinliği olan fuar, hatırlarsanız en çok yüksek rakamla satılan eserleriyle haber oluyor. Ama ben fuarı, rakamlardan önce çağdaş sanatla ilgili her kuşaktan sanatçının neler yaptığını görebilmek için gezmeniz gerektiğini hatırlatayım! Yine de paradan, rakamlardan bahsetmek isteyenler için bu da benden bir bukle: Sergilenen eserlerin toplam değeri 50 milyon TL imiş. Sanatçı Ahmet Güneştekin'in 'Güneşe Açılan Kapılar' adlı eseri en yüksek rakama; 3.5 milyon TL'ye satılacakmış. Bu yıl fuara neredeyse Türk galerilerin sayısına denk sayıda yabancı galeri katılıyormuş. Fuar da 28 Kasım'a dek Lütfi Kırdar Sergi Sarayı'nda izlenebilecekmiş.Kutluğ Ataman sergisi kaçmaz!Kutluğ Ataman'ın İstanbul Modern'deki 'İçimdeki Düşman' adlı sergisini de ufuk açıcı rotamız dahilinde mutlaka görmeli.   Uluslararası şöhrete sahip sinemacı ve video sanatçısı Kutluğ Ataman'ın ilk retrospektif sergisi bu... Sergide sanatçının 11 video enstelasyonunu izlemek mümkün. Bence bu sergiye bir değil birkaç sefer gitmek en ideali. Zira herbiri belgesel niteliğinde 11 videoyu sindire sindire izlemek mümkün olmayacaktır.Cuma Kanyon'da Organikanyon pazarından şahane sebzeyi meyveyi, marketlerdeki futuristik fiyatlı organik reyonlarla alakası olmayan makul fiyatlara alabiliyorsunuz. Ne yazık ki sadece cuma günleri Naylon torba yerine çocukluğumuzun pazar filelerini veriyor oluşlarını da ayrıyeten seviyorum.Bu aralar ne moda?Modacı Zeynep Erdoğan'ın eğlenceli ve kişilikli tasarımları beğeni topluyor. Kendisi bu aralar nelerin moda olduğunu yorumladı: l Bol paça pantolon         l İipek gömlek l Gömlek elbiseler l Desenli her şey l Minimüzikhol-cihangir l Altın takılar l Karaköy balıkçısı l Yuvarlak çerçeveli gözlükler l Deri etek
Milliyet
1,334,157
Yazarlar
Reyting canavarı DiZiLER BAYRAM TATiLiNDE Önümüzdeki hafta bayram nedeniyle çok izlenen diziler bayram tatiline girecek. ATV bayram haftasına denk gelen hafta, çok izlenen üç dizisini yayınlamıyor, onun yerine yerli filmleri ekrana getirecek. Örneğin pazartesi günü 'Ezel'in yerine 'Ejder Kapanı' ve 'Gecenin Kanatları' filmleri yer alacak. Kenan İmirzalıoğlu'nun başrolünü oynadığı 'Ejder Kapanı', yorumlarda 'en iyi yerli polisiyelerden biri' olarak değerlendirilmiş. 'Kuzuların Sessizliği'ne acayip benzediği de bir dip not.'Kurtlar Vadisi Pusu' da yokÖnümüzdeki hafta perşembe günü de 'Kurtlar Vadisi Pusu'nun yeni bölümü yayın akışında görünmüyor. Yerine Rasim Öztekin'in başrolünü üstlendiği 'Gelecekten Bir Gün' adlı yerli film görünüyor. 'Bitmeyen Şarkı'nın yerine 'Eşrefpaşalılar'  Bülent İnal ve Bergüzar Korel'in rol aldığı 'Bitmeyen Şarkı' dizisi de bayram haftası ekrana gelmeyecek. Yerine 'Eşrefpaşalılar' filmi var. Yani önümüzdeki hafta bol yerli film izleyeceğiz! REHBERiM'LALE DEVRİ'NDE AKSİYON VAR  Dizinin basın bülteninde bu akşam yayınlanacak bölümde bir sahneden bahsediliyor; son sahne olduğu belirtiliyor. Bu bölümde dublörlük yapan Eren Ermiş araba çarpışma sahnesiyle ses getirecek. Silivri'de yerel bir gazetede çalışan Ermiş, bu işi de yapıyor. Bu sahne için tam 12 kez kendisine araba çarpmış. Her seferinde hiç bir şey olmamış gibi ayağa kalkmış. Çekimler tam beş saat sürmüş. (SHOW TV / 22.45)UZUN BİR ARADAN SONRAAyşegül Aldinç'ten ses çıkmıyordu. 'O Kız' isimli single çalışmasıyla "Hoşbulduk" dedi. Kenan Erçetingöz'ün '60 Dakika' programına konuk oluyor. Duyduğuma göre, televizyonla da ilgileniyormuş. Ben hep söyledim, mutlaka bir program yapmalı Aldinç. Onun da deli dolu havası vardır (BLOOMBERG HT / 22.00)KLASİK MÜZİK DÜNYASI PEK KAPALIDIRFazıl Say konuşucunca klasik müzik dünyasını aralar bizim medya. Ama haber olarak polemik olarak vs. ilgi alanı dışındadır. Oralarda da epey tantana olur. Borusan Kültür Sanat Genel Müdürü Ahmet Erenli'nin sohbeti bu anlamda önemli. Sanatçı kaprisleri ve ciddi sorun yaşanılan isimler. Festivaller arasında rekabet ne durumda? Gülin Yıldırımkaya ile   'HT Gündem'de bu ketum dünyayı anlama şansınız olabilir.  (BLOOMBERG HT / 19.10)FİLM İLGİNÇ AMA ANLAMAK ZOR'Zodiac' filmi Kanaltürk'te. Bir seri katilin çözülemeyen davası. Ve bir şehir efsanesi olması. Labirentlerin, bilmece kutularının içinde yüzmeyi seven polisiye meraklıları için kaçırılmaz bir film. (23.30)HATIRLATMA10 Kasım yani yarın için bir film önerim var. Fox'ta 'Dersimiz Atatürk' filmi oynayacak. 'Mustafa' ve 'Veda' da aynı akşam bilmem yayınlanır mı? Hatta mesela bir kanal üç filmin yapımcıları ve senaristleri ile bir program yapsa...
Milliyet
1,323,904
Yazarlar
A Milli Takım Teknik Direktörü Guus Hiddink'in Trabzonspor-Gençlerbirliği maçını izlerken (şakayla karışık) Jaja'yı, Türk vatandaşı yapmakla ilgili bir şeyler söylediği konuşuluyor. Aslında Hiddink'i anlıyorum, milli takımın büyük bir santrfor problemi var ve Jaja çok özel bir oyuncu... Ama sadece birkaç ay önce Türkiye'ye gelmiş, muhtemelen tek kelime Türkçe konuşamayan Jaja'nın (hadi itiraf edelim, makyavelist bir anlayışla, işgüzarca) vatandaş yapılması içimize asla sinmeyecektir.Lâkin Jaja esprisini konuştuğumuz şu günlerde, gayet ciddi başka bir örnek var önümüzde: Bobo, 4-4-2 Türkiye dergisine verdiği röportajda Türk vatandaşı olmak istediğini söylemiş. (Bobo, daha önce Brezilya'nın İrlanda maçı kadrosuna çağırıldı fakat hiç oynamadı)2010-2011, Bobo'nun Türkiye'deki beşinci sezonu... Hayatının çok önemli bir bölümünü, 20-25 yaş aralığını İstanbul'da çalışarak geçirdi. Bu ülkeye geldiğinde vatandaşlığa başvursaydı, şu sıralarda Türk pasaportuna hak kazanmak üzereydi. Sanırım bir miktar Türkçe konuşuyor, tahmin ediyorum vatandaşlık için yasayla belirlenmiş koşullarımız neyse onlarla ilgili gelişmeye hazır durumda. İyi bir işçi, centilmen, çalışkan ve sportmen... Bir bakıma, Türk vatandaşı olmasından memnuniyet duyduğum Mehmet Aurelio ile benzer özelliklerde. Ülkeye bilimsel, teknolojik, ekonomik, sosyal, sportif, sanatsal olağanüstü hizmeti geçen ya da geçeceği düşünülenler için yasada bir özel durum söz konusu. Bu konularda ilgili bakanlıklarca haklarında gerekçeli teklifte bulunulan kişiler, Türk vatandaşı olabiliyorlar. Ben bu istisnanın (Türkiye'ye nasıl bir olağanüstü hizmeti geçtiğini/geçeceğini anlamadığım) Mert     Nobre için kullanılmasına tepkiliyim. Ama Bobo'nun bu tarz bir hizmeti olabileceğini düşündüğümü de itiraf etmek zorundayım. Bobo, tek santrfor oyununun sözlük tanımı gibi: Kuvvetli, çalışkan, son vuruşları iyi. Takım oyununa yatkın, istikrarlı, problemsiz. Daha 25 yaşında ve eğer Rogerio değil Ragıp olursa 6-7 sene milli forma giyebilecek durumda...Ragıp Devrim Bobo, benim kulağıma sempatik geliyor. Türkçe öğrenen, İstiklâl Marşı'nı milli takım arkadaşlarıyla birlikte okuyan, Atatürk Türkiye'sini araştıran/bilen, hayatının geri kalanında bu ülkeye hizmet etmeyi düşünen bir Bobo, o yasadan faydalanmayı bence hak eder. Eğer Bobo'yla konuşulur, düşüncesinde samimi olduğuna inanılırsa; Hiddink, Özgener ve Bakan Özak'ın bu konuyu değerlendirmeleri dileğiyle... Beşiktaş neden 15 kişiydi?Mâlumunuz, UEFA Avrupa Ligi üçüncü grup maçında Porto'yu ağırlayan Beşiktaş, sakat oyuncu sayısının çokluğu nedeniyle sahaya ancak 4 yedekle (toplam 15 futbolcuyla) çıkabildi. Avrupa Ligi gruplarında mücadele eden takımlar, ilk müsabakadan önce 25 kişilik oyuncu listesini UEFA'ya bildiriyorlar, dolayısıyla maçlar sırasında A listesine oyuncu ekleme şansları yok. Ama B listesi futbolcularının (yani 1989 ve üstü doğumlu, altyapı eğitiminin iki yılını o takımda geçirmiş oyuncuların) sınırı yok. Her müsabaka öncesinde, ilk düdüğe 24 saat kalana kadar sınırsız B listesi oyuncusunu UEFA kadrosuna eklemeniz mümkün... Ve Beşiktaş teknik ekibi, Porto 18'ine sadece Ali Kuçik'i eklemeyi uygun gördüler.Oysa o sırada A2 takımda yer alan (ve milli takımlara gitmemiş) oyunculardan üçünü daha Porto 18'ine ekleseler, sanırım o futbolcular için hayatlarının en güzel tecrübelerinden biri olurdu.Ali Kuçik'e profesyonel takımda forma şansı veren Schuster, neden üç A2 oyuncusunu daha Porto 18'ine almadı, doğrusu anlayamadım.Volkan'la Sercan, Barça'yı izler mi?Türkiye'de genç teknik adamların ve genç futbolcuların dünya futbolunu iyi takip ettiklerini biliyorum. Eminim Ertuğrul Sağlam da, Volkan'la Sercan da kendi idman ve maçlarından artan zamanlarında büyük ligleri izliyorlardır.Volkan'la Sercan da seyretmişlerdir, pazar gecesi oynanan Barcelona-Sevilla maçı birer küçük ders içeriyordu her iki önemli yıldızımız için...İspanya'nın iki devini karşı karşıya getiren maçın 4'üncü dakikasında Messi'nin attığı golde kale çizgisi üstündeki Villa'nın topa değmediğini göstermek için çabası mesela... Cuma gecesi bariz ofsayttaki Sercan da topa değmediğini gösteren bir jest yapsa, Insua yüzde yüzlük bir pozisyona girecekti. (Tabii o pozisyonda bayrağı Sercan topa değmeden kaldıran yardımcı hakemin de bol bol Avrupa liglerini izlemesinde fayda var!)24'teyse Villa süper bir gol attı, ama o pozisyonda benim esas dikkatimi çeken Messi'nin basit pasıydı. Sağ taç çizgisinde kazandığı topla iki rakibinin adeta içinden geçen, süper çalımla ceza alanına yönelen Messi'nin, topu kendisinden çok da avantajlı pozisyonda olmayan Villa'ya vermesi derslikti. Herhalde dünyada Messi kadar bencillik yapmayı hak eden başka bir oyuncu yoktur; ama bu adam harika bir çalımdan sonra dahi egoist davranmıyor, kendisiyle hemen hemen paralel pozisyonda olan Villa'ya topu aktarabilecek iradeyi gösteriyor. Volkan Şen'in çoğu zaman gösteremediği iradeyi...Galiba büyük futbolcu olmak için sadece yetenek yetmiyor. Ofsayt kuralını bilmek, takım oyuncusu olmak ve iradeli davranmak da en az yetenek kadar önemli meziyetler... Youtube yetmezÇağ dışı uygulama nihayet kalktı, youtube.com yasaklı siteler listesinden çıktı.Yetkililere teşekkürlerle birlikte bir de rica: Yabancı bahis reklâmları olduğu gerekçesiyle birtakım önemli spor siteleri de uzun zamandır kapalı... Mesela ciddi bir futbol istatistik kaynağı olan soccerway.com gibi... Soccerway kadar mühim olmasa da spor neticeleri için faydalanılan xscores.com gibi.Dileğimiz, bu global bilgi kaynaklarına ulaşımın da bir an önce açılması.
Milliyet
1,336,661
Yazarlar
Gülen fenomeni, Amerikan medyasında da yavaş yavaş ilgi uyandırmaya başlıyor. Bu hafta ABD'nin önemli siyasi dergilerinden The New Republic'daki 6 bin kelimelik Fethullah Gülen makalesi yayımlandı...Suzy Hansen'in makalesi için cemaatle ilgili 'Amerikan medyasında çıkan en kapsamlı yazı' diyebiliriz. Hansen, 'Global İmam' isimli makalesinde Teksas'dan Adana'ya cemaati anlatıyor...Artvin'den İzmir'e, Türkiye'de Fethullah Gülen'in ismini duymamış kimse yoktur herhalde. Seveni de sevmeyeni de Gülen hareketinin Türkiye'de ciddi bir sosyal olgu ve siyasal güç haline geldiğini teslim ediyor.O kadar ki, artık Ankara'da siyasi sohbetlerde insanlar uzun uzadıya hareketin ismini anmaktansa kısaca 'cemaat' diyor. Kim yapmış? Cemaat. Hangi cemaat? The cemaat.Tabii madalyonun bir görünen bir de görünmeyen yüzü var. Cemaatin Gülen hayranları tarafından desteklenen okulları, yayınları, sivil toplum örgütlerinin yanında bir de kimsenin tam olarak bilemediği bir karar verme mekanizması ve iç hiyerarşisi var. Pek az kişi buralarda ne olduğunu bilebiliyor.Ancak konumuz bunlar değil. Konumuz, Amerika'da neler olduğu. Fethullah Gülen 1999'dan beri ABD'de yaşıyor. Zaman zaman kendisini ziyaret eden gazeteciler veya yandaşları aracılığıyla Türk kamuoyuyla düzenli olarak iletişim halinde.Oysa, Washington'da yaşayan üç-beş Türkiye uzmanını saymazsanız, Amerika'daki sıradan vatandaş Pensilvanya'da Fethullah Gülen diye birinin yaşadığından haberdar değil.Garip çünkü aslında Amerikalılar sabahtan akşama kadar İslam'ı, kendi aralarında yaşayan Müslümanları ya da İslam coğrafyasının sorunlarını tartışıyorlar. Herhangi bir gazeteyi açın, İslam coğrafyasıyla ilgili en azından 3-4 haber, bir kaç makale görürsünüz. Gülen hareketinin de ABD'de sessiz ama gittikçe yaygınlaşan vakıf okulları, sivil toplum kuruluşları, hatta Washington'da think-tank ve lobi kuruluşları var.Fakat Amerikan merkez medyasında Gülen hareketiyle ilgili şu zamana kadar sadece 2 ciddi yazı çıktı. Bunlar, Mavi Marmara krizi sırasında Gülen'in Wall Street Journal ve New York Times'a verdiği (ve hükümetin keskin İsrail karşıtı söylemine ciddi ayar veren) röportajlardı.Ancak, belli ki Gülen fenomeni, Amerikan medyasında da yavaş yavaş ilgi uyandırmaya başlıyor. Son aylarda bir değil bir kaç yabancı gazeteciden 'Gülen'le ilgili bir şeyler yapmak istiyorum ama tam nasıl yapabileceğimi çözemedim' lafını duydum. Yabancılar bu hareketin matruşka yapısını anlamaya çalışıyor. Duyduğum kadarıyla birkaç önemli dergi ve gazete, konuyu son dönemde gündemine almış; ancak hareketin yarı-açık yarı-kapalı, yarı-merkezi yarı-dağınık yapısından dolayı anlatım zorluğu çekerek henüz düğmeye basmamış.İşte bu yüzden bu hafta ABD'nin önemli siyasi dergilerinden The New Republic'daki 6 bin kelimelik Fethullah Gülen yazısını ilgiyle okudum. Suzy Hansen'in makalesi, cemaatle ilgili 'Amerikan medyasında çıkan en kapsamlı yazı ' diyebiliriz.İstanbul'da yaşayan genç gazeteci Hansen, 'Global İmam' isimli makale için Teksas'dan Adana'ya cemaatin farklı boyutlarını anlatıyor. Ciddi anlamda 'sokak gazeteciliği.' İdeolojiden, Türkiye'deki önyargılardan uzak, düz bir gazetecilik ve açıkçası bizde şu zamana kadar yapılan bir çok makale ve yorumdan daha doyurucu. Yazıda Gülen'in yaşadığı Pensilvanya'daki Altın Nesil kampının detayları da var; Anadolu'da işadamlarından okullara bağış kampanyasından sahneler de. Hanefi Avcı olayı ve şeffaflık tartışmaları da var, cemaatin Ak Parti hükümetiyle ilişkisi de.Hansen 'in 6 bin kelimede yaptığını burada özetlemek imkansız.  (Merkalıları www.tnr.com 'a bakabilirler) Ancak yazıda dikkatimi çeken bazı unsurları paylaşıyorum.Teksas'daki anneler nasıl bakıyor?* Hansen, Afganistan'daki Türk okulunu ardından da Teksas'daki Türkçe Olimpiyatları'nı ziyaret ediyor. Teksas'da siyah ve Latin Amerikalı gençlerin folk dansları yapıp Türkçe şiirler okuduğu sahneler renkli. ABD'deki vakıf okullarının ismi ve bağlı oldukları kuruluşlar var. Çoğu Uyum, Manolya, Turkuaz, Gökküşağı, Dostluk, Kozmos, Zirve gibi soyut hoş-beş kavramlar üzerine kurulu isimler.* Gülen okullarının Amerika yüzü ve hareketin genç nesil ABD temsilcilerinin hikayeleri son derece ilginç. Bana sanki daha liberal, daha Amerikalılar gibi geldi. En azından gazetecilerle daha rahat konuşuyorlar. Hareket son 10 yılda Amerika'da o kadar hızlı yayılmış durumda ki, yazıyı okurken 'Acaba gelecek nesillerde 'Amerikalı Gulenistler' ve Türkiye'dekiler arasında siyasi farklar oluşur mu?' diye düşündüm.* Hansen, Teksas'da getto'daki siyah çocuklara da eğitim veren Gülen okulunda üç anneye 'Bu okulun Türk işadamları tarafından kurulduğunu biliyor musunuz?' diyor. Collee O'Brian ağır bir Texas aksanıyla 'Aaa hiç düşünmedik ' diyor. Anneler okuldan son derece memnun. Ancak, Amerika'da mantar gibi biten Gülen okullarına karşı bazı yerel medya organlarında hafif bir rüzgar da başlamış.* Adana'da cemaatin Senegal ve Kongo'da okul açmak için işadamlarıyla yaptıkları organizasyonu ilgiyle okudum. Kongo'yla ilgili belgesel gösteriminden ödül töreni ve TUSKON tarafından organize edilen akşam yemeğine kadar dört dörtlük bir alan çalışması. Türkiye'de siyaset artık tabanda yapılıyor. Greenpeace'den CHP'ye kadar tabanda etkin olmak isteyen tüm siyasi gruplar bu örgütlenme yapısını iyi çalışmalı.* Yazı Gülen cemaati açısından 'yıldızlı pekiyi'den ibaret değil. Yazar, bir noktada hareketin siyasi gücü ve 'paralel toplum' iddiasından rahatsız olmaya başlıyor. Ergenekon davasının ardında cemaat olduğu iddialarının kanıtlanamaz olduğunu, ancak birçok kişinin buna inandığını belirtiyor. Konuştuğu üst düzey bir Amerikalı yetkili, cemaatin özellikle polis içindeki gücünden söz ediyor. Oradan da şeffaflık konusundaki sıkıntıları dile getiriyor.Finansal profil çizememiş* Hansen  'Global İmam ' başlıklı New Republic yazısında Gülen Hareketinin dünyanın çeşitli yerlerindeki taraftarlarının sayısını 5 milyon olarak veriyor. Ancak, aylar süren araştırma sonrasında harekete finansal bir profil çizmekte zorlanıyor.* Gülen'in yaşadığı Pensilvanya Saylorsburg'daki Altın Nesil kampında kayak şalelerine benzeyen evler, bir ortak mekan, göl ve ufak bir ormanlık var. Ziyareti sırasında muhabire kamp müdürü Bekir Aksoy eşlik ediyor. O gün kampın çeşitli yerlerindeki ziyaretçiler arasında egzersiz yapan Türkler, ziyarete gelen işadamları, bir gazeteci ve gölde balık tutmakla meşgul New York Musevi Teoloji Semineri'nden bir profesör var.* Tükçede Gülen terminolojisi problemli. Cemaat, kendisi için 'gönüllüler hareketi' sözünü tercih ediyor. Gülen'i destekleyenlere ise 'Fethullahçı ' ya da 'mürid' denmesinden rahatsızlar;  'gönül verenler' diyorlar. Ancak, ingilizcede mesele daha basit. Gülen'i destekleyenlere 'Gulenist' deniyor.nHansen yazısında  'Bu insanlar neden kampı ziyaret ediyor?' ve 'Gülen'in müridleri üzerinde ne kadar etkisi var?' sorularına cevap arıyor. Dönüş yolunda Bekir Aksoy'a, Gülen'in ziyaretine gelenlere ne yapmalarını söyleyip söylemediğini soruyor. Aksoy, 'Hiçbir zaman söylemez; tavsiye eder' diyor: 'Şöyle anlatayım. Eğer elinde doktora olan bir adam Hocaefendi'yi görmeye gelir ve Hocaefendi kendisine Kuzey Kutbu'nda bir köyde okul açmasının iyi olabileceğini söylerse, o adam ertesi gün valiziyle buradadır.'* Doğrudan harekete organik olarak bağlı kurum ve kuruluşlarla ilgili çok şey öğrendim. 1983 yılında kurulan Kaynak holding, 15 ülkede teknolojiden inşaata kadar bir çok sektördeymiş. Gülen'in kasetleri, geçmişte NT isimli zincirde satılırmış; bugün Türkiye genelinde 110 NT varmış. Doktorasını cemaat üzerine yapmış sosyolog Joshua Hendrick, hareketin ana fikri ekseninin Akademi olduğunu söylüyor.* Zaman, Aksiyon ve Samanyolu, Feza Medya Grubu'ndaymış. Bank Asya ve TUSKON ise 'Gülen'den alınan ilhamla' kurulmuş. University of Houston'dan sosyolog Helen Ebaugh, Gülenist'lerin maaşlarından yüzde 5 -20 arasında bir miktarı hareketin hayır projelerine harcadığını anlatıyor. Yılda 3.5 milyon dolar veren de çok cüzzi katkılarda bulunanlar da varmış.* Cemaatin 100 ülkede 1000 okulu var deniyor ancak yazar bir türlü gittiği okulları kimin yaptırdığını öğrenemiyor. Aldığı cevap her zaman  'Bir hayırsever' ya da 'Bir Türk işadamı' oluyor.
Milliyet
1,345,006
Yazarlar
SARKOZY'DEN TV ŞOV Geçen salı günü Fransa'da üç kanal birden Sarkozy ile yapılan canlı söyleşiyi yayınladı. Soruları seçilen üç gazeteci sordu. 12.3 milyon kişi programı izledi. Claire Chazal, David Pujadas ve Michel Denisot, soruları soran gazetecilerdi. Claire Chazal TF1'de 1991 yılından beri bulunuyor ve Fransız televizyonunun parlak isimlerinden. Pujadas France 2'nin ana haber bültenini sunuyor. Michel Denisot ise Canal Plus'ta 2004 yılından beri 'Le Grand Journal' bültenini sunuyor. Denisot, televizyon gazeteciliğinin yanı sıra, kanalın ve bağlı bulunduğu tüm yayınların genel müdürü. 1995 yılında seçim öncesi Nicolas Sarkozy ile yaptığı geniş söyleşiyi kitap haline getirdi. Yani Sarkozy Fransa'nın en ünlü, etkili üç gazetecisi ile karşı karşıya geldi. Bu üç kanal arasında en fazla izlenme payını TF1 almış. Onu sırasıyla FR2 ve Canal Plus takip etmiş. 10 Fransız'dan dördü bu programı izlemiş. Program en çok izlenen zaman dilimi 20.15 ile 21.40 arasında yayınlanmış. Bu bir olay. Siyaset ve televizyon üzerine yazılacak tarihte yerini alacak bir örnek. Tepkiler; 'Saray seçtiği üç gazeteci ile şov yaptı' şeklinde. Haberin yorumu benim haddimi aşar. Onu köşe yazarlarımız yaparlar. Fransız toplumu da bir değişim içinde. Sol muhalefetin güçlü olduğu ülkelerden birinde bir başkan kendi gazetecilerini toplayıp üç televizyon kanalında birden ortak yayın yaptırıyorsa bunun bir açıklaması olması lazım.Bizde nasıl oluyor?Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın gözyaşlarını tutamadığı ATV'deki Fatih Öner Çıtak'ın sunduğu 'Başbakan İle Özel', sanırım en çarpıcı örneklerden biri. 18 Eylül 2009'da ekrana gelmişti. 7.2'lik bir izlenme payı olmuştu. En çok izlenen 29'uncu programdı. Yine aynı kanalda 2010'da Mehmet Barlas, Süleyman Yaşar ve Hasan Bülent Kahraman'ın yönelttiği soruları yanıtlayan Başbakan'ın katıldığı 'Gündem Özel', 9.4 izlenme payıyla günün en çok izlenen 13'üncü programı olmuş.MERAK ETTİM'Karadağlar'ın fragmanındaki müzikle Sezen Aksu'nun 'Işık Doğudan Yükselir' albümündeki 'Yeniliğe Doğru' parçasının benzediğini yazmıştım. Dizinin yapımcısı Fatih Aksoy aradı. Konuyla ilgili bir bilgisi yok. Yapımcının, müzik  çalıntı mı değil mi diye araştırma yapacak hali yok. Dizinin müzikleri Kıraç'a ait. Ben kimseyi suçlamıyorum. Sadece iki parçayı dinledim,        "Bu kadar mı benzer?" diye kendime sordum.LANET OLSUN VE DOSTUM Bayram vesilesiyle romantik komedi ve aksiyon durumları var Digitürk sinema kanallarında. Hikaye eski ama duydukça takıntı yaptı. Şu yerli dublajımız. "Lanet olsun" ve "Dostum" laflarının yer almadığı bir film izlemek nasip olmadı. Dublajlarımızın, bu iki sözcükten kurtarılmasını istiyorum.
Milliyet
1,336,667
Yazarlar
HİÇ dikkatimi çekmemişti. Hiç aklıma gelmemişti. Hiç düşünmemiştim.Hiç. Hiç. Hiç.Ta ki, Doğan Hızlan'ı okuyana dek.Diyordu ki:"Gazetelerde bazı köşe yazarlarını, onların yazılarını görünce, edebiyatın herkese lazım olduğu görüşünde ısrar ediyorum. Şinâsi'nin bir edebiyat tanımı vardır. Edebiyatın edep kökünden geldiğini anlatır o  tanımda. Acaba edebiyatın bu   yanı unutuluyor mu?"Madem bir soru var orta yerde.Bir de cevap gerekir o halde:"Evet."Unutuluyor Doğan Bey.Dahası da var.Edep gitmiş, bitmiş zaten.Edepsizlik ise moda olmuş adeta.Prim yapıyor.İş yapıyor.Rağbet onlara.Kimi köşeler bu yüzden "layığını buluyor" hızla.* * *Kendi payıma övünç nedenimdir.1984 yılından bu yana neredeyse her gün bir köşede yazarım.Bazen sert bulmuşlardır yazdıklarımı.Bazen kavgacı.Bilirim.Bir dönem yazılarım hukuk servislerinde masaya yatırılırdı:- Neresinden yakalasak da, haklasak bu adamı?Lâkin hiçbir zaman, hiçbir şey bulamadılar.Yakalayamadılar.Haklayamadılar.Çünkü sert olsam da bazen ve hatta kavga etsem de kıyasıya "edepsizlik" yapmamaya özen gösterdim daima.* * *Ara sıra oluyor tabii.Şeytana uyuyorum ben de.İki lafın belini kırıyorum!O zaman bile inanın bir lezzet arıyorum seçtiğim sözcüklerde, kurduğum cümlelerde.Kim farkına varıyor, kim hissediyor o satırlarda gizli musikiyi...Yazdıklarımın çoğu kez anlatmak istediğimden çok derdi, heyecanı, umudu sinesinde barındırdığı ne   kadar kavranıyor?Bilemem.Fakat ben her gün beste yaparcasına, şiir yazarcasına dokunuyorum ya tuşlara...Bu kadarı da "şimdilik" yetiyor bana.Tek İzmirli...Cafesiyaset adlı internet sitesinde yapılan bir değerlendirmede "en" dikkat çeken milletvekilleri seçilmiş.Daha da dikkat çeken şey, bütün iyi "en"ler AKP'lilere pay edilmiş.Birkaç örnek vermek gerekirse...En çok gazete okuyan: AKP Yozgat Milletvekili Bekir Bozdağ.En çok fıkra anlatan: AKP Osmaniye Milletvekili Durdu Mehmet Katsal.En genç ve güzel: AKP İstanbul Milletvekili Özlem Piltanoğlu Türköne.En baba giyinen: AKP Mersin Milletvekili Kürşad Tüzmen.En fazla ziyaretçi kabul eden: AKP Mersin Milletvekili Ali Er.Meclis kurallarına en çok uyan: Bayındırlık Bakanı ve AKP Samsun Milletvekili Mustafa Demir.En iyi hatip: AKP İstanbul Milletvekili Necat Birinci. (Başbakan'a ayıp etmişler!)En medyatik: AKP Samsun Milletvekili Suat Kılıç.İstisna yok mu?Var.En şık giyinen: BDP Muş milletvekili Sırrı Sakık. (Zaten bu konuda ulusal mutabakat var!)Listede İzmirli yok mu?Var.En kavgacı: MHP İzmir Milletvekili Oktay Vural.İyi ki de var.Çünkü o da olmasa meydan tümüyle AKP'ye kalırdı!Tek karelik dansöz!
Milliyet
1,335,290
Yazarlar
, Pazar| Pazar / Yazar Yazısı İlber Ortaylı .Hukuk eğitiminde kilit tarih14 Kasım 2010 Ankara Hukuk Mektebi gibi kurumların sayısının artması gerek 5 Kasım 1925'te Ankara Hukuk Mektebi törenle açıldı. Daha evvel 1900'de İstanbul'da Osmanlı Darülfünün'u (üniversitesi) teşkil edildiğinde Sultan II. Mahmud devrinden kalan Hukuk Mektebi bu üniversiteye dahil edilmişti. Aynı yıl Selanik'te bir hukuk mektebi kuruldu, Beyrut ve 'da hukuk mektepleri açıldı. Alman neo-klasik tarzındaki Konya Hukuk Mektebi binası bugün Hukuk Fakültesi Dekanlığı olarak hizmet vermektedir. Ankara Hukuk Mektebi eski bir kuruluş geleneğini takip etti, Tanzimat döneminde kurulan yüksekokullar ya Maarif-i Umumiye Nezareti'nin, ya da İstanbul Ticaret mektebi örneğinde olduğu gibi Ticaret ve Meadin Nezareti'nin bir-iki odasında kurulur, birkaç sene nezaretin içinde idare ederler, sonra ayrı bir binaya taşınırlardı. Ankara Hukuk Mektebi'ni de o günkü Adliye Vekâleti'nin bir iki odasında eğitime geçirdiler. Bu okul bugün Opera'nın karşısında 'nın arkasında kalan bir binadır. 1934'e kadar bu binanın içinde genişledi ve Adliye Vekâleti yeni inşa edilen Ankara Adliyesi binasına taşınınca da tamamen o binada kaldı. 1934'te bütün üniversitede bir ıslahat görüldü. Ankara Hukuk Mektebi de fakülte derecesinde yeniden Cebeci mıntıkasında inşa edildi. İki yıl sonra da yanı başında Cebeci ortaokulu olarak düşünülen binaya İstanbul'daki Mekteb-i , Siyasal Bilgiler Okulası  (Atatürk'ün verdiği isim ve tabir budur) nakledildi. İki okulun hocaları ekseriyetle müşterekti. Fakat talebesi bir arada ders görmemiştir.  Ne kitap vardı ne de hoca 5 Kasım tarihi bizim hukuk eğitimimizde dönüm noktasıdır. Yeni Kanun-u Medeni'yi bir an evvel yürürlüğe koymak için bir hazırlık yapmıştır. Hazırlığın başında hukuk eğitiminin düzenlenmesi gelmektedir. Ankara Hukuk Mektebi bir yıl sonra yürürlüğe girecek yeni kanunların ve hukuk inkılâbını uygulayacak kadroları oluşturacaktı. Bu nedenle İstanbul'daki hukuk mektebinin aksine burada batı üniversitelerindeki hukuk müfredatının okutulması planlanmıştır. Ne var ki plan ve istek yetmiyor. Ne neşriyat vardı, ne kitap ne de yeterince hoca. Nihayet adliye vekili Mahmud Esat Bey'in ve bir-iki arkadaşının herkese hocalık yapacağını düşünmek mümkün değildi. O yıllarda sonradan hukuk profesörü olarak göreceğiniz bazı gençler mesela Tahsin Bekir Bey (Balta), Yavuz Bey (Abadan) ve bazıları dışarıya tahsile yollanmıştır. İşler ağır gidiyordu. Hukuk mektebini birincilikle bitiren merhum hocamız Coşkun Üçok "Mezun oldum fakat prensip ve kurumlardan öylesine haberim yoktu ki ancak 'dan Willy Andreas Schwartz gelince, asistanlığımda ondan bir sürü şeyi öğrenmem ve hukuk zihniyetine girmem mümkün oldu" demişti. Almanya'dan gelenler kurtardı İlk anda 1933 reformundan sonra Almanya'dan kaçan ve sığınanların üniversitemizde hukuk eğitimine girmeleri büyük fayda oldu. İstanbul'un dışında Ankara'da da W. A.  Schwartz, Paul Koschaker ve bilhassa Ernst Hirsch gibi büyük bir hocanın öğretmesi fakültenin niteliğini ve eğitimin yönünü değiştirdi. Ernst Hirsch'in hatıratında Hamide Topçuoğlu, İlhan Akipek, Çoşkun Üçok gibi o zamanki asistan sonraki büyük hocaların övgüyle sözü geçer. Ankara Hukuk Fakültesi, hukuku dalında olduğu gibi entelektüel hayatta bir kazanç olan Kudret Ayiter hocayı da yetiştirmiştir. Dünyadaki nadir örneklerden olan özgün hukuk devrimini yaptık ama hukuk eğitimine aynı önem ve titizlikle yanaşamadık. Sorunumuz, hukukçu kadroların yetişmesinde niteliğin temin edilememesidir. Nitekim teşkilatına ve bir sürü hukuk fakültesi açılmasına rağmen az sayıda başarılı öğrenciye nitelikli eğitim verme işinde ve Galatasaraylılar, 'nın Bilkent'i gibi kurumlar öncülük yaptılar. Bugün bu tip hukuk fakültelerinin sayıları artıyor, artması da gerek. 5 Kasım 1925'in hukuk eğitimimizde önemli bir tarih olarak benimseneceğini ümit edelim.
Milliyet
1,332,836
Yazarlar
1- 'nda cumartesi günü "" üzerine bir panel yapıldı. Gazeteci Okay Gönensin, ifade özgürlüğü önündeki engelleri etraflıca anlattı, engellerden birinin de basında dayanışma bilincinin yokluğu olduğunu söyledi, çeşitli örnekler verdi. Öteki konuşmacılar (TGC) Başkanı , Türkiye Yayıncılar Birliği Genel Sekreteri Metin Celal ve gazeteci de dayanışmanın önemini vurguladılar. 2- Gazeteciler Federasyonu'nun(EFJ) belirlediği "Gazetecilik İçin Ayağa Kalk" günü nedeniyle 5 Kasım'da, 23 meslek örgütü Güven Park'ta bir bildiri okudu. Ertesi gün Şükran Soner, bu eylemin medyada yer almayışını eleştirdiği yazısında dedi ki: "Biz söküğünü dikemeyen terziden farklı olarak sadece kendimize zarar vermekle kalmıyoruz. Biz gazetecilik mesleğini, gazetecinin özgürlüğünü savunamadığımızda, bu ülkede yaşayan milyonların en yaşamsal insan haklarını savunamamalarında tetikçi rolünü oynamış oluyoruz." 3- Basın Senatosu Başkanlık Divanı olarak, 3 Kasım'da yaptığımız basın açıklamasında: "Araştırmacı gazetecilerin özgürce görev yapmalarının adeta bir kampanya halinde engellenmeye çalışıldığını" belirterek şöyle dedik: "Ne yazık ki, birbirini ihbar eden, meslektaşlarına ağır suçlamalar yöneltenlere rastlanıyor. Bu bunalım ortamında, özgür basın sindirilmek ve hatta çökertilmek tehlikesiyle karşı karşıyadır. İktidarın ve bazı egemen çevrelerin tek sesli basın istedikleri anlaşılmaktadır." olayına da kuramsal olarak şöyle değindik: "Yargı yoluyla çözülmesi mümkün olacak sorunlar, hukuk bir yana bırakılarak, bir yok etme kampanyasına dönüştürülmektedir. Basına her vesileyle gözdağı verilmekte, insaf ve vicdan ötesi her türlü baskılarla basını, muhalefeti sindirme kampanyası uygulanmaktadır." Bu açıklama da öteki iki eylem gibi, Cumhuriyet ve Evrensel dışındaki gazetelerde yer almadı. Okay Gönensin'e katılmak ve okurlarımızla paylaşmak istedik. Bir kitap Uluslararası Nasrettin Hoca Gülmece Öyküsü Ödülü'nün sahibi Nurettin İğci'nin yeni kitabında güncel olayları gırgırlayan 27 öykü yer alıyor. Öfkenizi bastırmaya bire bir. (Bağırsaklar Ferman Dinlemez, Bu Yayınevi, tel: 0532 694 27 87)  Bir şiir Murathan Mungan diyor ki: "Hangi dağın/ konuşmaya ihtiyacı vardır/ susmaktan yapılmış kendini" (Gelecek, Metis Yayınları, 2010)
Milliyet
1,331,068
Yazarlar
SORARLAR bazen:"Politika nasıl bir şeydir?"Cevaplamak zor.Çünkü her kişiye, her olaya özgü bir cevabı var bu sorunun.Yine de en kısa cevap şu olabilir:"Acayip."Gerçekten de politika "acayip" bir şey.Bazen 53 yıl, koskoca bir hikâyedir.Bazen bir gün, çok uzun zaman!Kimi ömrü boyunca uğraşır.Orta halli bir ilçede partisinin yönetim kurulu üyesi olamaz.Kimi de beş on dakika içinde...Büyük bir partinin en üst yönetim organında buluverir kendini.Şaka yapmıyorumSöylediklerim size acayip gelse de bir gerçek.*  *  *Bakın şimdi.CHP'deki malum kavga gürültünün yaşandığı gün, partinin internet sitesinde yeni MYK listesi yayımlandı.Bu listedeki iki isme dikkat."Kadın örgütlenmesi ve kadın kollarından sorumlu" Genel Başkan Yardımcısı Gülsüm Bilgehan..."Gençlik örgütlenmesi ve genlik kollarından sorumlu" Genel Başkan Yardımcısı Gökhan Günaydın...Daha önce Genel Sekreter Yardımcısı olarak görev yapan bu iki isim, yeni yapılanmada yer almayacaklarını bildirince ne oldu?Liste beş on dakika sonra değişti.Ve o ana kadar isimleri çoğu CHP'li tarafından dahi bilinmeyen iki kişinin adı yeni listeye yazıldı:"Kadın örgütlenmesi ve kadın kollarından sorumlu" Genel Başkan Yardımcısı Didem Engin..."Gençlik örgütlenmesi ve gençlik kollarından sorumlu" Genel Başkan Yardımcısı M. Zeki Gündüz...*  *  *Didem Engin hoş bir genç hanım.Son genel seçimde CHP'den milletvekili adayı olmuş, çok iyi eğitim almış, üç yabancı dil bilen, başarılı bir işkadını.Biraz araştırınca, başka bilgilere de ulaşmak mümkün hakkında.İlginçtir, M. Zeki Gündüz hakkında ise dişe dokunur bir bilgi bulamadım.Ama kesin olan...Didem Engin ile Zeki Gündüz bugün "CHP Genel Başkan Yardımcısı" sıfatıyla politika sahnesine çıktılar.Dedim ya:Politika acayip bir iş.O makamlara ulaşmak için çoğu kez bir ömür yetmez.Bazen de, işte böyle...Beş dakika yeter!Cevap aranıyor!Konya'da bir toplantı düzenlendi geçen hafta:Gelişen Kentler Zirvesi.İzmir'den giden var mıydı oraya?Bilmem.Gittilerse ne konuşuldu, İzmir adına ne söylendi; merak ederim.Eğer gidilmediyse, neden gidilmedi; onu da merak ederim.Fakat toplantıda konuşan Toplu Konut İdaresi Başkanı Erdoğan Bayraktar'ın şu sözlerine tüm kalbimle iştirak ederim:"Eğer biz ülkemizde marka kentler ve cazibe merkezileri oluşturmazsak Marmara ve Ege bölgesindeki sıkıntıları çözemeyiz. Bugün İzmir'deki sorunlar çok büyük. İstanbul ve Marmara aynı şekilde."Ve zaten aksini söyleyen de yok.Teşhis "tamam" yani.Sorun, tedavide.Onu bilen var mı?Aslında bilmek de yetmez.Gereğini yapan var mı?Cevap lütfen. Tek karelik darısı başımıza!
Milliyet
1,328,583
Yazarlar
Başlık "Türkiye, gençlerinin arasına duvar örüyor" da olabilirdi, "Postmodern bir Berlin Duvarı çalışması" da... Neden mi?Birkaç gün önce Dicle Üniversitesi, kaynayan tencereye döndü. Ancak patlayan olaylar, klasik bir öğrenci-polis çatışması değildi. Habere göre öğrenciler, Fen Edebiyat Fakültesi ile Diş Hekimliği  arasında örülen "duvarı" yıkmaya kalkmış, polis müdahale etmişti. Dikkatinizi çekerim: Fakültelerin arasına duvar örülmüş! Değil Türkiye'de, dünyanın hiçbir yerinde böyle bir uygulama yok... Üniversitelere alenen sivil polislerin yerleştirildiği, YÖK'ün halen varlığını sürdürdüğü yüksek eğitim anlayışımıza bir de fiziki engel eklemeyi başardık ya, bravo bize!Peki üniversitenin duvar örmesindeki amaç ne olabilir? "Duvar değil bariyer" başlıklı açıklamada "Öğrencilerimize daha modern, daha düzenli ve özgür kampus oluşturmak için bir düzenleme yaptık" denmiş. Anlayacağınız, özgürlük yolu duvarlarla örülüyor!   Dicle'deki öğrenci ve bazı öğretim görevlileri aynı fikirde değil. Duvarların, eylem olduğunda fakülteler arası "hareketliliği engellemek" için yapıldığını söylüyorlar. "Potansiyel suçlu" muamelesi görmek istemedikleri için Sur Belediyesi'ne beş bin imzayla başvurmuşlar. Endişe kalkmıyorSur Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş, yasal prosedürü izleyeceklerini söyleyip şöyle konuşuyor: "Dünyada ülkelerin arasında sınırlar kalkarken fakültelerin arasına duvar koyuluyor. Endişe ne olursa olsun, duvar endişeyi ortadan kaldırmıyor. Bu zihniyet, açık fikirden korkan zihniyettir."  Dicle Üniversitesi, Diyarbakır'da toplam 27 bin dönüm alana sahip. Fakültelerin arasında en az birer kilometre mesafe var. Bu muazzam büyüklükteki araziyi kontrol etmekte zorlanan yönetim, araziye giriş çıkışa bile gişeler koymuş. Diyarbakırlı bir dostum, köylerine bu yoldan ulaşmak isteyen insanların gişede polisler tarafından sorgulandığını anlattı. Rektörlüğün, araziyi kontrol altında tutma çabası ilk etapta anlaşılır gelebilir. Peki insanların hareket özgürlüğünü kısıtlama yetkisi var mı?Berlin Duvarı mantığıDiyarbakır Ticaret Odası Başkanı Galip Ensarioğlu'nun söyledikleri, aslında her şeyi özetliyor: "Üniversite ile şehrin arasındaki duvarların yıkılması, şehrin ve toplumun bir parçası haline gelmesi gerektiğini düşünüyoruz. Aksine, üniversite kendi içinde duvar örüyor."Yetkililer hâlâ şunu anlamakta zorlanıyor: Üniversite, modern şehrin ayrılmaz bir parçasıdır. Berlin Duvarı yıkıldıktan 21 yıl sonra, fakülteler arasında hareket etme özgürlüğünün bile kısıtlandığı bir dünya anlayışının savunulur hiçbir tarafı yok. Hele "modernleştirme" bahanesiyle yeni engeller yaratmak gerçekten komik. Asıl genç beyinleri duvarların arasına hapsetmekten korkun.HER NABZA GÖRE HÜLYAPerşembe gazetelerinin çoğunda Hülya Avşar'ın yeni imaj çalışması birinci sayfadan verilmişti. Yılların Avşar'ı işi biliyor tabii. Her gazeteye ayrı görsel servis edilmiş. MİLLİYET: Gazetemin "genç kız gibi" başlığını uygun gördüğü fotoğrafta saçlar 70'lerin disko havasında kabarık, krepeli ve kaküllü. Hakikaten genç kız gibi, ama sadece saçı. HÜRRİYET: Daha yumuşak, hafif dalgalı saçlı bir Hülya hanım. En "açık" fotoğraf da Hürriyet'e uygun görülmüş, sırt ve omuz dekolteli.SABAH: Çok daha taşralı bir poz ve hal. Saçlar kıvırcık, renk ve kıyafet seçimi korkunç. HABERTÜRK: HT'de küt saçlıyız, daha bir oturaklıyız. Hem modern kesimli saç, hem de yanağın üzerine serpiştirilmiş "aynalar." Sahi,  ne onlar?   VİŞNE SUYU&HAMSİCHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, Önder Sav'la çarpıştığı çarşamba gününün sonunda eşiyle yemeğe gitmiş. Fotoğraf altı: Stres attı. Masanın göbeğinde şahane bir hamsi tabağı. Peki bardaktaki kırmızı sıvılar ne? Mekânın "alkolsüz" olduğu belirtilmiş, yani iki seçenek var: Kılıçdaroğlu çifti hamsiyle ya şalgam ya da vişne suyu içiyor...
Milliyet
1,345,995
Yazarlar
, Perşembe| Güncel / Yazar Yazısı Melih Aşık Açık PencereSuskunluk dramı25 Kasım 2010 AKP'nin değişikliğine "evet" oyu kullanan Yeni Genel Başkanı , projesine "hayır" diyor... Meseleyi net ve doğru çizgilerle ortaya koyan Şener bu konuda ufuk açıyor. Bakınız hangi noktaların altını çiziyor: "Füze Kalkanı, sadece bir savunma sistemi değildir. Kitle imha silahlarına karşı aktif savunmayı da içermektedir. Yani taarruzi maksatlı kullanımını da içermektedir. Lizbon Zirvesi'nde hedef ülkenin isminin zikredilip zikredilmemesinin hiçbir önemi yoktur. Hedef bellidir. Hedef 'dur. Bazı ülkeleridir. Füze Kalkanı Projesi'nin Türkiye'nin güvenliğiyle hiçbir ilgisi yoktur. Bu proje Türkiye'yi tarafı olmadığı bir çatışmanın 'savaş alanı' haline getirmektedir. Füze kalkanı Türkiye'nin bağımsız inisiyatifini yok etme anlamına gelmektedir. Mevcut iktidarın siyaseten böyle bir kararı alma hakkı yoktur. Bu ülkenin geleceğini, hareket ve karar özgürlüğünü yok etme hakkı yoktur. Konuyla ilgili olarak, suskundur, siyaset suskundur, sivil toplum kuruluşları suskundur, basın suskundur. Demokratik bir toplumun gerekleriyle ilgili tüm mekanizmaların siyasi iktidar tarafından tahrip edildiği bir Türkiye manzarası yaşıyoruz. Başbakan Erdoğan'ın Türkiye'yi sürüklediği yer işte burası. Bir ülkenin başına böyle bir suskunluk ortamından daha büyük felaket gelemez."   * sınavında içilecek şekere, kalemden saate kadar her şeyi verecekmiş... Türban konusunda açıklama yapmadılar; acaba türbanı da onlar mı verecek? Yurdagül   Sahhaf kimdir? Türkçe âşığı Kemal Kırar dostumuzla sohbet ederken söz "sahaf" sözcüğüne geliyor... Kimi yerde "sahaf" yazar kimi yerde "sahhaf".. Aradaki fark nedir? Kemal Bey diyor ki: - Birbirinin müştakı olan (aynı kökten gelen) "sahhaf" ve "sahaf"ın anlamları elbet farklıdır. Mesela, "sahhaf" sadece elden düşme/ kitap alıp satanlara değil, aynı zamanda, "Çoğu kimse tarafından değeri bilinmeyen, kenarda köşede kalıp unutulmaya veya yok olmaya yüz tutmuş her türlü matbu ve yazma eseri hayata döndüren ve aynı zamanda bu işi sadece ticari kaygı gütmeden, gönüllü bir kültür hizmeti olarak da gören kişi"dir. Sahaf ise, bu seçkin kültür hizmetinin verilmesi, yani mesleğin ismidir. Bir bilgicik: Malumunuz "hat sanatı"nı ustaca tatbik edenlere "hattat", "oymacı-mühürcü-klişeci"lere de "hakkak" denmektedir. * * * Söz arasında önümüzdeki cumartesi günü (27 Kasım) Simurg tarafından düzenlenecek müzayedenin bilgilerini de aktarıyor Kemal Bey... Lamartine Caddesi Lion Otelinde 15.00'te yapılacak müzayedede Hüseyin Türkmenoğlu'nun kütüphanesi satışa çıkıyor... Kimdir bu zat? Öğreniyoruz: "Ege âşığı bir beyefendisi olan merhum Hüseyin Türkmenoğlu, ömrü boyunca Ege'nin tarihi, arkeolojisi, mimarisi ve nümismatik ile ilgili kitaplar topladı. Yemek kültürü üzerine inanılmaz bir bilgi birikimi vardı. Koleksiyoner olarak ilgi alanı para koleksiyonculuğu idi. Para ve madalya kitapları da Simurg tarafından açık artırmaya çıkarılmaktadır." Katalog www.simurg.com.tr adresinde...   Zorlu 'in 'da kuracağı nikel tesisi ile ilgili kaygılarımızı belirtmiştik dün. Önümüzde kötü bir Sardes örneği vardı çünkü. Holding Başkanı Ahmet Zorlu, dün gönderdiği açıklamada kaygılarımızı giderici bilgiler veriyor. Diyor ki: "Manisa'da gerçekleştireceğimiz nikel yatırımı konusunda çevreye azami önem göstererek hareket etmekteyiz. Bu projede, maliyeti daha yüksek olmasına rağmen 'kapalı sistem' denilen ve çevresel etkileri en aza indirecek bir yöntemle çalışmalarımızı yürütüyoruz. Ayrıca hiçbir yasal zorunluluğumuz olmamasına rağmen, nikel madeninin çevresine 200 bin adet çam fidanı dikiyoruz..." Ahmet Bey Lüleburgaz fabrikasındaki arıtma tesisinin de çevreye olan hassasiyet sonucu kurulduğunu, tesisten çıkan atık suda bugün balıkların dahi yaşadığını, fabrika çevresinde de 25 bin ağaçtan oluşan küçük bir orman oluşturulduğunu kaydediyor. Teşekkürle...   Fransızlar kediye kedi diyormuş ya... Bizde öyle bir zorunluluk yok... Yeri geliyor ayıya , köpeğe yalaka, kaza enayi, koyuna saf diyebiliyoruz... * * * , AKP'yi cami inşaatlarında yapmakla suçlamış. Koskoca adamlar, camilerden pabuç çalacak değillerdi herhalde! Haldun Ertem   Balyoz Hükümet üç generali görevden aldı... Olayı Balyoz davasının avukatlarından Hüseyin Ersöz şöyle yorumluyor: "Bu karar Personel Kanunu'nun 65. maddesine dayandırılmakla beraber temelde 'masumiyet karinesinin ihlali' anlamına geliyor. Bakanlığın tasarrufu ile görevden alınan bu kişiler hakkında bir yargı kararı bulunmadığı gibi sanıkların ifadesi dahi alınmış değildir. Duruşmalar 16 Aralık'ta başlayacaktır. Bu durumda alınan karar yargıya müdahale anlamına gelmektedir. Hükümet bu kararıyla sanıkların suçlu olduğuna dair kuvvetli kanaate sahip olduğunu ihsas ediyor. Yargı ister istemez bu karardan olumsuz yönde etkilenecektir."   "Silahlı mücadele miadını doldurdu" diyen , 'yi bölmüş. Neye niyet neye kısmet... Türkiye'yi bölmek isterken kendileri bölündü! Fahrettin Fidan   Destek Başbakan Erdoğan'ı ziyareti sırasında protesto eden 18 öğrenci hakkında mahkeme 15'er ay verdi. Bugün 12.30'da İTÜ Kampüsü'nde düzenlenecek barışçı protestoya TTB, , , 'in yanısıra Pınar Sağ, Yavuz , Nejat Yavaşoğulları, Ezel Akay, Onur Akın, Erdal , Bülent Ortaçgil gibi sanatçılar da destek verecek.
Milliyet
1,321,817
Yazarlar
EN zor zamanlarında en yakın arkadaştı onlar. Gece gündüz. Onun canı acıdıysa diğerinin de acıdı. Ellerinden düşürmediler birbirlerini. Hatta ameliyatın kapısına kadar birlikte gittiler. Zaten yarendi o, yarasına eren. Hemşire, doktor ablaları, ağabeyleri Halil'in koluna iğne yaptıklarında Halil "Yaren" e iğne yapıyordu, "Sakın ağlama acımayacak" diyerek... Bir süre kolunda sıkı bağlı plastik bir ince boru ile dolaştı Yaren Bebek. Halil'le birlikte günlerce serum aldılar. Kanser, şeker hastalığı ,böbrek yetmezliği gibi kronik hastalığı olan çocukların tedavi sürecinde kullanılıyor "Yaren Bebek" ve çocuklar onları istedikleri gibi boyayabiliyorlar. Kimisi "Yaren" ine iğne yapıyor, kimi başını sarıyor...  Doktor ve hemşireler uygulayacakları tedavileri önce Yaren bebek üzerinde anlatıyor sonra onlar yaren bebeklerine anlatıyorlar.  Kendilerine ne yapılıyorsa aynısını bebeklerine yapıyorlar; damar yolu açıyorlar, iğne yapıyor,  kan alıyorlar, tedavi süreci Yaren Bebek'le birlikte geçiriliyor. "Yaren Bebekler" özel kumaştan yapılıyor.  Ağır hastalık geçiren çocuklar her oyuncakla oynayamıyorlar, bebeklerin hijyen olması üzerinde mikrop barındırmaması gerekiyor. Halil Can'ın da vardı Yaren Bebeği...   Hastalıklarının ne kadar ağır olduğunu bilen,  yaşananları derinden izleyen  bizlerin içi kan ağlarken, onlar birbirleriyle mutluydular.  Olmadı, Halil Can kurtulamadı...  * * * Behçet Uz Çocuk Hastanesi Vakfı (BUVAK), yaren bebekleri özel olarak yaptırıyor. BUVAK Vakıf Başkanı Dr.Ülkü Karlı, Müdür İlknur Varhanlı, isteyen hayırseverler adına bu bebekleri ürettirerek Ege'deki tüm hastanelerdeki hasta çocuklara hediye ediyorlar. Müthiş güzel bir işe imza atıyorlar. Halil gitti ama geride bu kentte, bu bölgede onbinlerce ağır hastalıkla boğuşan çocuk var.  Çok küçük rakamlara onlara bir "Yaren" göndermek mümkün. Bayramlarda, özel kutlamalarda, yılbaşlarında ne zaman isterseniz, kaç adet isterseniz.Hiçdeğilse, yaşlarına göre çok ama çok ağır acılarını paylaşacakları bir yarenleri olsun... Sakıpağa'nın kuru madde isyanıBİR aile şirketinin; yerelden kabuğunu kırmaya çalışarak ulusal marka olmasının tipik mücadelesini veriyor Sakıpağa Ailesi...  Kurumsallaşmaya çalışıyorlar, özkaynakla büyümeye dikkat ediyorlar, bazen dev markalara dönüşmüş rakiplerinden ürküyorlar, bir ara şirketlerini satmaya çalışıyor, sonra da elleriyle yarattıkları bu markaya kıyamıyorlar.Balkan göçmeni Sebahattin Sakıpağa geçmişin ağır emeğe dayalı zor günlerinin tanığı, oğlu ve diğer iyi eğitim alan dördüncü kuşak temsilciler ise sanayileşmenin, seri üretimin peşinde koşturuyorlar. Sebahattin Sakıpağa ve iki kardeşi; babaanneyle, dedenin önce evde ardından küçük mandırada geceli gündüzlü mücadele verdikleri ortamda büyümüşler.  1923'te başlayan yoğurtçuluk 1923'te mübadil olarak geldiklerinde Sakıp Ağa en iyi bildiği işe yoğurtçuluğa başlamış.  Yaşı eskiler iyi bilir, ben hayal meyal dedemin mahallesinden hatırlıyorum. Yoğurt satıcıları, omuzlarındaki çubuğun iki kefesinde, mahalle aralarında bağırarak yoğurt satarlardı. Böyle başlamış Sakıpağa da ve 1939'da Karşıyaka çarşısındaki dükkanı açmışlar.  Bugün altmışbeş yaşını geçen üçüncü kuşak Sebahattin Sakıpağa özellikle babaannesinin saatlerce kazanı karıştırmasını, ağır işlerin çoğunu sırtlanmasını unutamıyor. Şimdi Menemen'de kahvaltı salonu ve satış mağazasının arkasındaki fabrikayla ülkenin önde gelen perakende mağazalarına mal veriyorlar. Kendileri bile inanmakta güçlük çekiyor ama bugün Ülker, Danone, Pınar gibi devlerle rekabet edebilir seviyeye geldiler. Sakıpağa firmasını Türkiye'de ekonomi gazeteciliğinin duayeni, ağabeyimiz Güngör Uras'la ziyaret ettik. Üretim yerlerini ziyaretlerimde; yanımdaki arkadaşlar bana hep  'Şimdi yine herşeyi soracaksınız değil mi' diye takılırlar... Güngör Hoca'yı görmeliler asıl. O yaşta işine karşı titizliği, detayları sorgulaması, matematikçi gibi rakamlarla çalışması bana, "Boşuna Güngör Uras olunmuyor" dedirtti bir kez daha...  Sebahattin Sakıpağa sorularımızı içtenlikle yanıtladı... Sütleri nereden temin ediyor sunuz? Tire- Ödemiş ağırlıklı olmak üzere 150 kilometrelik bir alanda Ege'nin sütlerini topluyoruz. Üretimi 200 litreyi geçen üreticilere soğutma kazanlarını biz veriyoruz. Belli merkezlerde küçük laboratuarlarımız var. Burada antibiyotik ve yağ testlerini yapıtırıyoruz. Neden özellikle  antibiyotik ve yağ değerlerine  baktırıyor sunuz? Antibiyotik çok tehliklidir bizim için. Antibiyotik verilen hayvanlardan aldığımız sütlerden ürün yapamayız. Köylerde 'Akşam sütünün kaymağı hanıma aittir' denir. Bu nedenle yağ oranına da bakarız. Ne kadarlık sütten ne kadar yoğurt üretiliyor ?Kimin ürettiğine bağlı...Yani genellikle ne kadar üretiliyor?Bu sorunun yanıtı bazı üreticilere göre değişiyor çünkü. Normal şartlarda 100 lt.sütten 65 lt. yoğurt çıkarmalısın. Ama yoğurdun içindeki su miktarını artıran aklı evveller türedi. 16 şubat 2009 yönetmeliği ile yoğurtta yüzde 12 kuru madde mecburiyeti kalktı. 100 litre  90 kilo yoğurt almaya çalışanlar arttı.  Yoğurda su tutucu katkı maddeleri ekliyorlar. Üstelik  yaptıkları yasal oluyor... Yasal hile. Ne yazık ki ülkenin önde gelen bazı üreticileri de dahil buna. Tüketici kandırılıyor. Bir gün bir uzmanı fabrikaya çağırarak 'Bu katkı maddeleri ne diye bize anlat' dedik, "Bari siz bilmeyin" dedi. Ege'de tüketici sizi tanıyor, ulusal pazarda nerede siniz? Toplam markalı yoğurt pazarında yüzde 3 payımız var. İstanbul'da çok yakında Migros ve Tansaş'larda olacağız. Şimdi Ankara ve Antalya'ya yayılmaya başlıyoruz. Yoğurdun yanında kaşar ve krem peyniri ile ayran da üretiyoruz. Dondurmaya başladık. Butik üretim yaparken yoğurtta bazı değerleri korumak daha kolay, şimdi volüm hızla arttacak. Ya genç kuşak rekabette başarı için kuru madde oranlarıyla oynarsa, nasılsa yasal bir engel de yok....  Dedemin babaannemin emeği  var bu yoğurtta. Çocuklarımıza  vasiyet verdik. 'Bu katkı  maddelerini kullanacağınıza kepenk kapatın' dedik.Genç Sabancı'lar satın almak istediSabancı Holding bünyesinden ayrılan Sabancı ailesi fertlerinin kurduğu Esas Holding, geçtiğimiz yaz Sakıpağa Süt Ürünleri'ni satın almak istemişti. Uzun süre görüşme yaptıklarını söyleyen Sebahattin Sakıpağa şirketin önce yüzde 50'sini istemelerine sıcak baktıklarını ancak daha sonra Ali Sabancı'nın oranı yüzde 80'lere çıkarmak istediğini söylüyor. Satış rakamı 28 -30 milyon TL arasında geçerken, Sakıpağa Ailesi kendi kurdukları  firmada küçük ortak olarak kalmak istemediği için satıştan vazgeçilmiş. Ülkenin potansiyeli iyi sezen, güçlü gruplarından birinin ısrarcı bir alıcı olması ise onlara doğru yolda olduklarına dair hırs vermiş.  Tabi Ali Sabancı'yı firmanın adı da oldukça cezbetmiş olmalı.  Dikkat! Protein rakamına bakınTüketici kuru madde oranının korunduğunu nasıl anlayacak?Kuru madde azalınca protein de azalıyor. Ambalajdaki etiketi dikkatli okumak gerekiyor. Protein oranı kesinlikle yüzde 3'ün üzerinde olmalı.  Bu konu sizi çok üzmüş anlaşılan...Bizim sektörümüz minimal karlar üzerine kurulu. Sudan para kazanmanın bir şekline dönüştürdüler yoğurdu. . Sütaş'la birlikte veriyoruz bu kavgayı ve vermeyi de sürdüreceğiz.  İki yıl önce süt fiyatlarında oynamalar olmuş hatta bu durum et fiyatlarını fırlatmıştı. Şimdi durum nasıl ?Fiyatlar oturdu sayılır ama verim düştü. Eskiden bizim kara inekler günde 7-8 litre süt verirdi ama sütün kuru maddesi de yağ oranı da yüksekti. Şimdi inekler 30 litre süt verse de içindeki değerler düştü.
Milliyet
1,321,004
Yazarlar
Güneşin yüzünü daha az gösterdiği bu aylarda, güneşsizliğe bağlı olarak vücudumuzda D vitamini açısından bir eksik olabilir. Güneşli saatlerde 20-25 dakika kadar açık havada güneşin enerjisini almak D vitamini ihtiyacımızı karşılaşmamıza yardım edecektir. Ancak mutlaka açık havada bulunmak gerekir. Evde ve özellikle cam arkasında güneşten faydalanmaya çalışmanın hiçbir faydası olmayacaktır. Çünkü, cam D vitaminini süzen bir yapıya sahiptir. Kış aylarında başlayan balık mevsimi de omega 3 yağ asitlerini almamızı sağlarken, D vitamini açısından da tercih edilmesi gereken önemli bir besindir. Haftada 2 kere balık yemek kalp sağlığınızı korumaya yardım ederken, kemiklerimizin de güneşin eksikliğini ( D vitamini yetersizliği ) daha az hissetmesine sağlayacaktır.Kış hastalıklarından korunmak, savunma kalelerimizi güçlendirmek için de A ve C vitamininden yeterli beslenmek gerekir ki kış sebzeleri ve meyveleri de bu konuda bize oldukça cömert davranmıştır. Narenciye ( portakal, mandalina, greyfurt ) , havuç, kivi, lahanagiller ( karnabahar, lahana, brokoli, Brüksel lahanası ) , yeşil yapraklı sebzeler ( maydanoz, tere, ıspanak ) A ve C vitamininden zengin besinlerdir. Meyve sularından çok meyveyi direkt yemek C Vitamininden daha fazla yararlanmamızı sağlar. Greyfurt suyunun bazı ilaçlarla beraber alınması ilacın işlevini azaltıp artırabildiği için özellikle hipertansiyon, diabet veya depresyon hastalıkları için ilaç kullananlara bu ilaçları greyfurt suyuyla almamaları konusuna dikkat etmeliler. Salata ve sebze yemeklerini ana öğünlerimizde mutlaka bulundurmalı, günde 2-3 porsiyon mevsim meyvelerinden tüketmeye özen göstermeliyiz. Sebze yemeklerini pişirirken C vitamini kaybını azaltmak için, sebzeleri önce yıkayıp sonra doğramak, büyük parçalar halinde doğramak, haşlama sularını dökmemek, düdüklü tencerede pişirmek, taze olarak tüketmek gerekir. Magnezyum, selenyum ve çinko da bağışıklık sistemimizde etkili minerallerdir. Magnezyum ve çinko buğdayın embriyo kısmında bol miktarda bulunur bu yüzden beslenmemizde tam tane ekmeklerini tercih etmek, Çinko ve selenyumu bol içerdiği için balığa soframızda sıkça yer vermek, yağlı tohumlar ( fındık, ceviz, keju) hem omega 3 kaynağı hem de antioksidan mineraller açısından zenginliği açısından beslenmemizde yer almalıdır.Kış aylarında metabolizmanızı destekleyecek besin takviyeleri için tıklayın!Yazın sıcaklar nedeniyle rahatlıkla içtiğimiz suyu kışın da ihmal etmemiz gerekir, su vücudumuzdaki bütün metabolik reaksiyonların temel direğidir. Kışın su kaybımız daha az olduğu için susama hissimiz azalır ancak su ihtiyacımızı yine de karşılamalıyız. Soğuk hava nedeniyle kışın favori içecekleri genelde sıcak içeceklerdir, sıcak içecek olarak kafein- tein içeriği yüksek olduğundan dolayı çay- kahveyi değil de bitki çaylarını tercih edebiliriz. Kuşburnu çayı C vitamini içerdiği için, rezene gaz sorunlarına iyi geldiği için ve su ihtiyacımızı karsılaşmaya yardımcı olduğu için Çay - kahve yerine bunları tercih edebiliriz. Ihlamur, nane, kekik, zencefil kışın keyifle içilebilecek lezzetlere sahiptir.Soğuk kış günlerinde bağışıklık sisteminizi kuvvetlendirecek zengin aktar ürünlerine göz atmaya ne dersiniz?
Milliyet
1,326,245
Yazarlar
Kur savaşlarının önleneceği yönünde sözler verilse de, kaçınılmaz olarak "kur savaşları"nın yaşanacağı anlaşılan dünya ekonomisinde, bunun nedenlerini irdeleyebilmek için aşağıdaki tabloya bakmak gerekiyor.CIA-The World Factbook'tan alınan ve karşılaştırabilmek için bir araya getirilen tablonun birinci sütununda, 2010 yılı başı itibariyle ülke Merkez Bankalarındaki döviz rezervlerinin ABD doları bazında, milyar dolar olarak toplamı yer alıyor. Döviz rezervleri tanımı içinde, ülkenin altın rezervi ve IMF nezdindeki Özel Çekme Hakları da bulunuyor. Yani, o ülkenin ödemeler dengesi finansmanında kullanabileceği, özel banka ve kişi döviz varlıkları dışındaki tüm varlığı. Görüldüğü gibi, Çin, Japonya, Rusya ve Suudi Arabistan dışında, Tayvan, Singapur ve Hong Kong gibi finans merkezlerinde de büyük rezerv birikimi var. Gelişmiş Avrupa ülkelerinin döviz rezervleri ise, oransal olarak düşük. Büyük döviz rezervi tutan ülkeler, rezervlerinin önemli bir oranını neredeyse hiç faiz alamadıkları Amerikan tahvillerine yatırmışlar. Dövizlerinin bir bölümü de, yine neredeyse faizsiz olarak yabancı bankalarda tutuluyor."Kur savaşları"nın nedenini anlayabilmek için, sadece döviz rezervlerine değil, ülke devletlerinin kamu borçlarına ve cari açıklarına da bakmak gerekli. İkinci tabloda, ülkelerin milyar dolar olarak devlet borçları, kendi paraları ile ödenmesi gereken bölümü düşülmek suretiyle yer alıyor. Devletlerin kendi paraları cinsinden aldıkları borçlar, gereğinde para basılarak ödenebileceği için rakama katılmamış. Ülkelerin özel sektör borçları da bu rakamlara dahil değil. Anlaşılan o ki, genel anlamda günümüz dünyasında kamu borçları sıkıntılı seviyelerde değil. Yani sıkıntı, döviz rezervleri ve cari işlemler dengelerinde.Üçüncü tabloda yer alan ülke cari işlemler açık veya fazlaları, geçerli pariteler kullanılarak hesaplanmış ve bu hesaplamada "satın alma gücü paritesi" düşünülmemiş. Görüldüğü gibi, bazı ülkelerde büyük cari işlemler fazlası varken, diğer bazı ülkelerde ciddi açıklarla karşılaşılıyor.Büyük döviz rezervi olan ülkelerin cari işlemler fazlası verdikleri ve bu nedenle de döviz rezervlerini her yıl daha da arttıracakları anlaşılıyor. Bu haliyle tablo, "kur savaşları"nın nedenini çok açık ortaya koyuyor. Anlatacak fazla bir şey yok!
Milliyet
1,336,533
Yazarlar
-- 'SAY' FANATiZMi! Böylesine özel bir sanatçıya, bir büyük dehaya sahipken, onun kıymetini bilmek yerine medyada nasıl devamlı üzüp yıpratabiliyoruz? Neymiş efendim siyasi görüş açıklamış, Atatürkçü görünmüş. Sanatçının siyaset konuşması yasak mıdır?Fazıl Say'ın, 10 Kasım'daki 'Atatürk'ü Anma Konseri'ne yetişebilmek için bir kanat takıp uçmadığım kaldı, ama tüm çabama rağmen 10 dakika geciktim. En kötü ihtimalle bulduğum yere oturur kıyıdan köşeden de olsa dinlerim dedim amaaa... Fazla Pollyanna'ymışım, bırakın kıyıyı köşeyi, insanların balık istifi halinde dayandığı kapılardan içeri girmek imkansızdı. İçeri sığmayanlar için barkovizyon kurulan dev salon bile tıklım tıklımdı. Boynum bükük, ben de oradan dinlemeye başladım konseri, tabii kanlı canlı Fazıl Say dinlemenin yerini tutmadı, ama buna da şükür! Onun müziğiyle bu keşmekeş hayattan çok uzaklara daldım gittim, sanki bulutlarda geziyor gibi yükseklere taşıyor dinleyenin ruhunu. Say'ın o konsantrasyonunu, o kendinden geçerek çalışını gördükçe tüylerim diken diken oldu, gözlerimden pıtır pıtır yaşlar süzüldü. Hani "anlatılmaz yaşanır" derler ya, Fazıl Say konseri işte tam da böyle bir şey!Siyaset konuşabilirKendime geldiğim bir ara düşündüm de; böylesine özel bir sanatçıya, bir büyük dehaya sahipken (pardon deha da demeyecektik değil mi!!) onun kıymetini bilmek yerine medyada nasıl devamlı üzüp yıpratabiliyoruz? Neymiş efendim siyasi görüş açıklamış veya Atatürkçü görünmüş. Sanatçının siyaset konuşması yasak mıdır? Ama öte yanda 'sanatçı' tanımını hak etmeyenleri de göklere çıkarmakta üstümüze yoktur! İşte buna çıldırmamak mümkün değil! Neyse ki, medyadaki bu kırıcı hava halka yansımıyor, insanlar salonlardan taşarak veriyor ona hakkını, herkes var gücüyle alkışlıyor, ayaklara fırlıyor büyük bir sevgi ve hayranlıkla...ÖNCE HOSTESLER PLiZZ!Uçakta cep telefonu kullananlarla ilgili yazdığım yazının daha mürekkebi kurumadan yurt dışından dün gelen kardeşimin anlattıkları yine beni benden aldı. Olay şu: İniş sırasında kardeşimin yanındaki yolcunun telefonu çalmaya başlıyor, kapatma zahmetini göstermemiş yani! Peki ya telefonu açıp "Heee uçağın g.... yere değdi şimdi" diye geniş geniş konuşmaya başlamasına kaç puan? Yüzlerce kişinin canını tehlikeye atabilecek kadar rahat! Üstelik onca anonsa rağmen! Hostesler de çok yakında olmalarına rağmen hiçbir uyarıda bulunmamışlar, buna son uçak yolculuğumda ben de şahit olmuştum. Bu uyarıları yolcular birbirlerine yaptıklarında tartışma çıkabiliyor. Haliyle durumun hosteslerin gözünden kaçmaması lazım. Hele iniş ve kalkışta elektronik cihaz kullanmak en risklisi! Hadi ben hayaletim uçar giderim de maksat size bi'şey olmasın!KADINLARA MÜJDE!Deneyimli haber spikeri ve programcısı Özge Özsağman TV8'de 'Haberin Öznesi Kadın' adıyla yeni bir programa başlamış. İlk defa bir kadın programı sunduğu için merak ettim, izledim. İlişkiler, aldatma, cinsellik ve hamilelik gibi kadınlarla ilgili her konu uzmanlarıyla tartışılıyor. Üstelik görmeye alışkın olduğumuz türden ağlamalar, zırlamalar, türlü sömürü ve rezaletler görmüyorsunuz yayında. Özsağman, güçlü duruşuyla kadını güzel temsil ediyor, güler yüzüyle ağır konuları yumuşatıyor. Kanallarda öyle başarısız insanları 'zorlama kadın programı sunucusu' olarak görmeye başladık ki gerçek bir televizyoncuyu izlemek fark yaratıyor. KAPIMDAKİ FISTIK!Yeni taşındığımın evimin bulunduğu bina son derece kalabalık ve silme genç insan dolu, eğlenceyi siz düşünün! Yeniyim ya, ilgi üzerimde tabii, geçen gece kapımın önünde bir koşturmaca, bir fısıltılar, yerimden kalkıp da bakmaya üşendim valla! Sabah kapıyı bir açtım hemen önüne bir adet 'fıstık' bırakmışlar. Güzel jestti doğrusu, ince zekayı beğendim!
Milliyet
1,330,281
Yazarlar
Henüz ligin altıncı haftasında Bucaspor'u bırakıp Eskişehirspor'a "transfer" olan Teknik Direktör Bülent Uygun'u "ayıptır, günahtır" diye eleştirmiştim ya... Yolculara "gel gel" yapıp ilk lodosta gemiden atlayan kaptana benzetmiştim ya...Hata etmişim!Hele Süper Lig'e tamamen altyapı ve öz kaynaklarıyla çıkan Bucaspor'u 26 transferle "hovardalık rekortmeni" yapmasını kınamam. Lig atlayan futbolculara yazık ettiğini, Bucaspor'un denenmiş ve başarılı olmuş sistemini mahvettiğini yazmam. Ve sonra da pılısını pırtısını toplayıp Eskişehir'e uçmasının ancak "rezalet" ile açıklanabileceğini söylemem. Tam bir hata...Bülent Hoca'nın ekranlardan verdiği cevapta altını çizdiği gibi "Köşesine sıkışmış adamların saçma yorumlarından biri"!"Bilgisizlik"!Haklı. Özür dilerim.Ben ne bileyim Bülent Uygun'un aslında futbolcu transferinden para kazanan bir menajerlik şirketine ortak olduğunu!Kendisi çok iyi gizlemiş, düne kadar medya da uyanamamış. Meğer "iş"miş yaptığı...Meğer "ne kadar transfer o kadar para"ymış.Hiç olmazsa "mantıklı" bir sebep ortaya çıktı da Bülent Uygun'un durup dururken saçmalamadığını anladık. Bu arada... Hem hocalık hem menajerlik ayıp mı?.."La ilahe illallah"!.. Eleştirmesini de, övmesini de biliriz !Gazeteci, mesleğin doğası gereği "muhalif"tir. Ama körü körüne değil. Bakın size İstanbul'un Bahçelievler Belediye Başkanı Osman Develioğlu'nu öveceğim şimdi. Evime 30-40 kilometre mesafedeki Bahçelievler'in otomobil yollarından başka bir şeyden yararlanmasam da, sayın Develioğlu'nun partisine oy atmasam da "helal olsun" diyeceğim.Neden?.. Çünkü İstanbul'un ilçelerini inceledim ve bu kadar spor yatırımı görmedim:6 yılda 16 spor salonu, 4 spor kompleksi yapılmış Behçelievler'de.Hürriyet ve Siyavuşpaşa Mahalleleri'nde de iki spor kompleksi hizmete açılmak üzere.Hani parklarda spor aletleriyle çalışıyor ya vatandaşlar; o ilk Behçelievler'de başlamış ve şu anda 51 adet açık spor bahçesi halkın hizmetinde.800 lisanslı sporcu sayısı 6 yılda 24 bine ulaşmış.Gazeteciler unutulmamış. Nezih Alkış, Togay Bayatlı, Attila Gökçe, Cem Atabeyoğlu, Necmi Tanyolaç, Kahraman Bapcum, Orhan Ayhan, Turgay Şeren, Sami Özey, Doğan Koloğlu, İslam Çupi, Kenan Onuk, Kazım Kanat, Namık Sevik isimleri parkların üzerinde. Ve sporcular...Rıdvan Dilmen, Şenol Güneş, Ziya Doğan, Hakan Şükür, İbrahim Kutluay, Harun Erdenay. Ve vefa...Hasan Doğan, Muhsin Yazıcıoğlu parkları.Bizim gibi "cezalandırılan" bir belediye sınırlarındaysanız kıymetini anlarsınız. Bahçelievler Belediyesi'ne helal olsun, diğerlerine örnek olsun.
Milliyet
1,321,815
Yazarlar
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün 29 Ekim resepsiyonunda en çok merak edilen konu, Genelkurmay Başkanı Org. Işık Koşaner ve kuvvet komutanlarının gelip gelmeyeceğiydi...Kapıların açılması beklenirken konukların çoğu bu konuyu konuşuyordu. Saat 19.30'da açılması beklenen kapılar açılmayınca, acaba komutanlar mı bekleniyor sorusu dillendirildi. Kapılar 20 dakika gecikmeyle açıldığında, komutanların gelmeyeceği anlaşılmıştı...Türbanlı sayısı azdıGül'ün tek ve eşli davetinde resepsiyon salonunda nasıl bir tablo oluşacağı da merak ediliyordu.Gül'ün ilk kez bu yıl verdiği eşli ve tek resepsiyonda türbanlı konuk sayısı çok değildi. Başı açık konukların sayısı daha fazlaydı. Ayrıca türbanlı konuklar arasında hiç kimse "türbanın zaferi" havasına da girmemişti. Salona türban hâkim değildi.Takım elbise çoğunluktaEski yıllara göre smokinli konuk sayısı da azdı. Çoğunluk takım elbiseyi tercih etmişti. Özellikle işadamları, gazeteciler ve milletvekillerinin çoğunluğu takım elbise giymişlerdi. Önceki yıllarda smokinli görmeye alıştığımız birçok isim takım elbiseliydi. Erkek konukların smokin ve takım elbise tercihlerinin siyasal konjonktürden etkilendiği izlenimi vardı.CHP yoktuBir diğer merak konusu CHP'den kaç milletvekilinin katılacağıydı. Salonda CHP'li yoktu denilebilir. CHP milletvekillerinden sadece Ahmet Tan ve Harun Öztürk vardı. Onların da ortak özelliği DSP kökenli oluşlarıydı. MHP lideri Devlet Bahçeli ve yakın kurmayları ile DSP lideri Masum Türker ve kurmayları tam takım katılmışlardı.Erdoğan'ın heyecanıBaşbakan Recep Tayyip Erdoğan, bütün konuklarla yakından ilgilendi. Gazetecilerle şakalaştı.Başbakan, yatırımlardan söz ederken heyecanlanıyor. Hidroelektrik santralları, İstanbul-İzmir otoyolundan söz ederken, 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel gibiydi. Bir mühendis kadar rakamlara hâkimdi. İstanbul-İzmir otoyolunun temel atma töreninden söz ederken, müteahhitlerle nasıl pazarlık yaptığını detayıyla anlattı. Projeyi 7 yılda bitiririz dediler, itiraz ettim, dedi. Bir gün önce gece oturdum hesapladım, 7 yıl uzun, 5 yılda rahat rahat biter diye, hesabı önlerine koydum, diye devam etti.İkizdere santral projesini anlatırken müteahhidi de oradaydı. Doğaya zarar verilmediğini, kumanda tesislerinin dağın içine doğayla uyumlu biçimde gömüldüğünü detayıyla anlattı. Çine Menderes Barajı'nın gövde olarak dünya beşincisi olduğunu anlatırken de gururluydu. Artık su akarken biz bakmayacağız, yapacağız, enerjiye dönüştüreceğiz, paraya dönüştüreceğiz, ekonomiye katacağız, diye heyecanla konuşmasını sürdürdü.Gül'ün hoşgörüsüCumhurbaşkanı Abdullah Gül de konukların tebriklerini kabul ettikten sonra salona katıldı. Bütün salonu gezerek tüm konuklarla sohbet etmeye çalıştı.Tek ve eşli resepsiyon davetinin doğru yöntem olduğundan emin görünüyordu. Komutanların katılmaması konusunda, "Türkiye realitesi burada" demekle yetindi. Bu konuda fazla konuşmak istemedi.BDP lideri Selahattin Demirtaş ve BDP'li milletvekilleri, ayrılmadan önce Cumhurbaşkanı Gül'ün yanına geldiler. "Sizi görmeden gitmek istemedik" diyerek, sohbete başladılar. Cumhurbaşkanı Gül, kucaklayıcı, hoşgörülü bir üslupla sohbet etti. Demirtaş ve BDP'li milletvekilleri, Türkiye'yi bölmek, Türkiye'den ayrılmak istemedikleri konusunda Cumhurbaşkanı Gül'ü ikna etmeye çalıştılar. Kürtçenin okullara girmesi, eğitim dili olması konusunda da ikna edici olmaya çalıştılar.Cumhurbaşkanı Gül, Demirtaş ve arkadaşlarını sabırla ve dikkatle dinledi. Bir taahhütte bulunmadı. Çok dikkatli bir üslupla BDP'lileri yanıtladı ve nazik bir şekilde uyarmayı da ihmal etmedi. Her şeyin konuşulabildiğine dikkati çekti, sorunların diyalogla çözülebileceğini söyledi, ancak, "şiddet, kan, ölüm, oluru olmaz yapıyor" diyerek, sorunların çözümünde asıl engelin terör olduğu mesajını verdi.
Milliyet
1,318,806
Yazarlar
TRT Belgesel'de yeni bir program başladı... "Beyaz Sayfa" adında bir canlı sohbet programı bu...Sunucusu da televizyon izleyicilerinin TRT 1'in sabah programından tanıyacakları Sabiha Akdemir...Bir gitarla bir neyin canlı müzik icra ettikleri programda TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin hakkında bilmediğim birçok şeyi öğrendim."Beyaz Sayfa" ekibi programına konuk ettikleri TRT Genel Müdürü için "mini biyografi" mahiyetinde bir film hazırladı.O filmde İbrahim Şahin'in golf tutkunu olduğu, hatta Golf Federasyonu Başkanlığı yaptığı belirtiliyordu.Gerçi Şahin, "Başkan Vekilliği yaptım, başkanlık değil" diyerek küçük bir düzeltme yaptı, ama olsun.Şahin'in golf tutkusunun nereden kaynaklandığını ve nasıl bir oyuncu olduğunu öğrenemedim.Kaymakamlık günlerinden Ulaştırma Bakanlığı Müşavirliği'ne, oradan TRT Genel Müdürlüğü'ne uzanan meslek serüvenini TRT Belgesel'de anlatan Şahin, bir ara ağlamaklı oldu.Çünkü stüdyoda icra edilen parça, Şahin'in bir dönem aynı masayı paylaştığı, şu anda hayatta olmayan "kaderine boğun eğmiş bir adam" dediği mesai arkadaşı "Seyfi Baba"nın bilgisayarının fon müziğiydi...Sabiha Akdemir, özel televizyonlarda görev yapan sunuculardan olsa İbrahim Şahin'in üstüne üstüne gider, TRT Genel Müdürü'nü canlı yayında ağlatır bu da her yerde haber olurdu.Akdemir, Genel Müdürü'nün ağlaması için bir çaba sarf etmeyince İbrahim Şahin'in bilinmeyenlerini gün ışığına çıkaran o sohbet de, "aramızda" kaldı!'Aylarca Nejat Alp'i dinledim'Stüdyodaki müzisyenler bir ara "Haydar Haydar"ı çalınca İbrahim Şahin, bu eserle ilgili anısını şöyle anlattı:"Dil kursu için İngiltere'ye göndermişti bizi devlet... Her birimiz bir ailenin yanına yerleştik. Yanımda götürdüğüm valizden bir kaset çıkmıştı. Nejat Alp'in kaseti... Başka bir şey olmadığı için aylarca onu dinlemiştim. O kasetteki son şarkı da 'Haydar Haydar'dı. Böyle bir anısı var bende bu şarkının."İş yoğunluğu yüzünden kitap okumaya vakit ayıramamaktan dert yanan TRT Genel Müdürü, bir hafta sonu eve kapanıp; Alexandre Cavelius'un Bosnalı bir kızın yürek burkan, tüyler ürperten gerçek yaşam öyküsünü yazdığı "Leyla" adlı kitabından çok etkilendiğini ve bunun dizisini yaptırmak istediğini anlattı.Devlette görev yaptığı hiçbir dönemde makama sunulan ev ve cep telefonu, lojman gibi imkanlardan yararlanmadığını, aynı özeni TRT Genel Müdürlüğü'nde de gösterdiğini anlatan Şahin, makamlarla bağının "Her an ceketini alıp gidecekmiş gibi" olduğunu söyledi.23 Kasım'da TRT Genel Müdürlüğü koltuğunda üçüncü yılını dolduracak olan Şahin, "Bu süre içinde galiba bu ikinci bir programa konuk oluşum. Ali Ağaoğlu'nun reklamındaki gibi yüzüm eskimesin diye çıkmıyorum" dedi. Tesadüfün bu kadarı!atv'nin yayından kaldırdığı "Şen Yuva" dizisi artık FOX'ta...Dizi hangi günler yayında?Cuma..."Şen Yuva"nın başrol oyuncusu kim?Altan Erkekli.Yeri gelmişken Altan Erkekli'nin "Şen Yuva"daki tiplemesinin müthiş olduğunu da belirtmeliyim. Helal olsun vallahi, süper bir tip yaratmış Erkekli...Peki Altan Erkekli'nin başka bir dizisi yok mu?Var...TRT 1'de ekrana gelen "Yerden Yüksek"...Onun yayın günü ne?Cuma...FOX'un onca gün varken Altan Erkekli'nin başrolünü paylaştığı bir diziyi, yine Altan Erkekli'nin oynadığı bir dizinin gününe koyması "tamamen tesadüf" olabilir mi?Altan Erkekli, Altan Erkekli'ye karşı...Altan Erkekli'nin başrolünü oynadığı "Yerden Yüksek"in bir başka talihsizliği de şu:"Yerden Yüksek" dizisini "Geniş Aile"nin senaristleri Kamuran Süner ve Cüneyt İnay yazıyor...Bu haftaya kadar iki dizinin yayın günleri aynı olmadığı için bir sorun olmuyordu.Ancak Star TV, "Geniş Aile"yi getirdi aynı senaristlerin yazdığı TRT 1'deki "Yerden Yüksek"in karşısına koydu. Nilüfer Akbal'a TRT Şeş boykotuNereden bakarsanız bakın ilginç bir durumdur Kürtlerin, Kürt şarkıcılara yaptığı...Kürtçe yayın yapan bir televizyon yıllardır Kürtlerin beklediği bir hizmet değil miydi?Özel sektör bu anlamda ciddi bir yatırım yapmayınca devreye devlet girdi ve TRT Şeş adında 24 saat Kürtçe yayın yapan bir kanal açıldı. Böyle bir kanalda kimler program yapar?Kürtçe bilenler...TRT'nin, TRT Şeş'te program yaptırdığı Rojin, uğradığı "mahalle baskısı" yüzünden o işi çoktan bıraktı, ama Doğu ve Güney Doğu Anadolu'nun birçok yerinde hâlâ ambargolu...Sebep ne mi?Devletin kurduğu bir Kürt kanalında program yapmış olması.Rojin'den sonra Kürtlerin aforozuna uğrayan bir sanatçı da Nilüfer Akbal oldu...Sabah'tan Mahmut Övür, TRT Şeş'te program yaptığı için Nilüfer Akbal'ın, Rojin gibi Kürtlerin boykotuna uğradığını yazdı.TRT 6'da program yapanları, "Devletle işbirliği yapıp halkına ihanet etti" diye damgalayıp "kara liste"ye alanlar bu denli etkin olduğu sürece, demek ki, "Halklar arasında kardeşlik" hikâye...  'Sakarya Fırat'ın neresi sakıncalı?BDP'nin, "İnsanlar bunları izledikten sonra sokakta karşılarına çıkan ilk Kürt'ün boğazına sarılırlar" diyerek RTÜK'e şikayet ettiği dizilerden "Sakarya Fırat"ın yaratıcısı Osman Sınav'la konuşuyoruz.Sınav, BDP'lilerin "Sakarya Fırat"a haksızlık ettiği görüşünde...Neden mi?Nedenleri şöyle:İzleyenler bilir; 15 yıldır Osman Sınav'ın çektiği her dizide bir "bilge - akil adam" vardır.BDP'nin RTÜK'e şikayet ettiği "Sakarya Fırat"taki "akil adam" ise Kürt bir dede...Osman Sınav'ın, "Ben Kürdüm, ben misafirperverim, dağa asker babası kaldırmak da ne oluyor?" diyen bu Kürt dedeye yüklediği misyon belli...Dizinin bir diğer başkahramanı "Osman Kanat" ise bir Kürt kızına aşık...Bu Kürt kızı, başarılı bir avukat "Nihan Tekindaş"...Avukatın ablası dağda "Osman Kanat"ı vurmuş, yani araya kan girmiş..."Osman Kanat", "Nihan"dan vazgeçmiyor ve "Asıl barış, biz ilişkimize inanırsak sağlanacak. Terör bittiğinde araya kan girecek, ama biz aşkımıza sahip çıkarsak, gerçekten terör o gün bitecek" diyor.Osman Sınav, böyle bir konunun işlendiği yani, temelinde; bölücülük ve teröre, aşkı kullanarak, kişiler arasındaki dengeleri koruyarak karşı çıkan "Sakarya Fırat"ın niye şikayet edildiğine anlam veremiyor.Sınav, "Şimdi bu diziyi takip eden biri hangi gerekçeyle yolda Kürt görse boğmaya kalksın? Tam tersi olması gerekmez mi? Bu yorumlar izlemeden yapıldıysa durum çok aciz, şayet izlenip yapılıyorsa da oldukça cahilce" demekte haklı mı, haksız mı?
Milliyet
1,347,019
Yazarlar
DAHi DOKTOR iŞ BAŞINDA Yüzüne asit atılan İngiliz model ve sunucu Katie Piper'ın hayata dönme savaşını Channel 4 belgesel haline getirdi. Piper'a son müdaheleye yapan Prof. Dr. Onur Erol için meslektaşları "Plastik cerrahinin dehasısınız" diyorEstetik cerrahide dünyanın en iyileri arasında kabul edilen Prof. Dr. Onur Erol, erkek arkadaşı tarafından asit atılınca bütün yüzü yanan İngiliz model ve sunucu Katie Piper'i geçen ocak ayında ameliyat etmişti. Bütün dünyada yankı bulan ve Oprah Winfrey'in programına taşıdığı bu vahim olayı hatırlarsınız...Geçirdiği 30 ameliyattan sonra İngiliz doktoru M. Jawad'ın önerisiyle Türkiye'ye gelerek ameliyat olan Katie Piper'in hayata dönme savaşı İngiliz televizyon kanalı Channel 4 tarafından da belgesel haline getirildi. Piper'a son müdaheleyi Türk cerrah Onur Erol'un yapmasını isteyen Dr. Jaward ise onu dünya cerrahlarını buluşturan uluslararası tıp kongrelerinden, verdiği ders ve konferanslardan tanıyor ve çok güveniyordu.Yeterince takdir ediyor muyuz?..Onur Erol yüzü tamamen yanan Katie'ye son yıllarda uyguladığı mikro yağ         enjeksiyonu ve z-plasti yöntemiyle çözüm bulmuş; 'insanın kendi kanından büyüme hormonu elde edip yağ dokusuna katarak enjekte etme' metoduyla... Ve uzun zamandır yüzüne kavuşmak için mücadele veren genç kadın bir Türk cerrah sayesinde hayata döndü.Ülkemizi yıllardır tüm dünyada başarıyla temsil eden mucize doktor son olarak, İspanya Sevilla'da gerçekleşen Uluslararası Rinoplasti Kongresi'nde 'burun estetiği cerrahisi ve kendi geliştirdiği burun estetik ameliyatı tekniği' konularında üç konferans verdi. Onur Erol'u İspanya'ya davet eden doktorun "Bana göre siz plastik cerrahinin dehasısınız" dediğini duyunca bunları hatırladım. Türkiye'nin dünya çapında saygı gören böyle doktorlara sahip olması ne kadar gurur verici değil mi? HAFTANIN ALBÜMÜ 'VIRGIN'DEN...Virgin Radio yılın en çok istek alan dans hitlerini bir albümde topladı. 'Virgin Club Mixed by Dj Tarkan' beni kalbimden vurdu, dans müziğini sevenlerin de bayılacağına eminim. Lady Gaga'dan Inna'ya, David Guetta'dan Shaggy'e kadar birçok sevilen yabancı ismi bir arada bulacağınız albümde, yaptıkları müziklerle dünya çapındaki bu yıldızlarla yarışan Türk müzisyenlerin parçaları da yer alıyor. Türkiye'nin önemli aranjör ve prodüktörlerinden Volga Tamöz'ün yabancı radyolarda bir numaraya kadar yükselen şarkısı 'Forget', her işiyle fark yaratan Bedük'ten 'On The Floor' ve başarılı Dj Hüseyin Karadayı'dan 'Be With You' parçalarını da bu albümde dinleyebilirsiniz. Fazla söze gerek yok, 'Virgin Club Mixed by Dj Tarkan' arşivlere eklenmeli! Haydi kop kopp!BÜLENT ERSOY İSTİSMARI!Bülent Ersoy'un bir dönem kocası olmaktan başka hayatta hiçbir varlık göstermemiş olan Armağan Uzun boşanmalarının üzerinden üç yıl geçmesine rağmen hâlâ Ersoy'un üzerinden reklam yaparak var olma çabasını sürdürüyor. Ve bunu yaparken de tüm hayatını müziğe adamış, Türkiye'nin saygı duyduğu büyük bir usta hakkında utanmazca konuşmaya devam ediyor. Medya artık bu adamı ortalığa çıkarıp Bülent Ersoy istismarı yapmasına izin vermemeli! Bunu yaptıkça kötü alışkanlık sürüp gidiyor...
Milliyet
1,325,796
Yazarlar
Ailenizle çok yakın olabilirsiniz. Hatta küçüklüğünüzden beri hayatınızdaki her şeyi onlarla paylaşmak ve her yaşadığınız sıkıntıda onların sunduğu güvenli limana sığınmak âdetiniz olabilir. Her konuda fikirlerine güvenip onlardan akıl alıyor ve gösterdikleri şefkatle kendinizi iyi hissediyor olabilirsiniz. Ama eşinizle yaşadığınız problemleri ailenize ASLA aktarmayın. Ailenizin yaşadığınız ve ağlayarak aktardığınız problemler karşısında objektif kalabilmesi ve yansız, yargılayıcı olmadan size akıl vermesi ve hatta sizi sadece dinlemesi çok zordur. Kaç yaşına gelirsek gelelim, biz onların biricik çocuğuyuz ve bizim üzülmemiz onları da üzer ve yaralar. Dolayısıyla taraf tutmadan, eşi de olsa, çocuğunu üzen kişiye sinirlenmeden dinlemeleri çok zordur. Her ne kadar iyiliğimizi de isteseler, bizi korumak amacında da olsalar, objektif olmayan tutumlar özellikle yaşadığımız sorun nedeniyle, içinde bulunduğumuz duygusal süreçte zarar verici olabilir ve sorunun hacmini büyütebilir. Ailelerimize koşarak "eşim bana bunu yaptı" dediğimizde ki zaten genelde haklı olduğumuz inancıyla yanlı olarak anlatmamak mümkün değildir, bu noktaya gelene kadar olan olayları, eşimizin neden bu şekilde davrandığını ailemiz pek sorgulamaz. Onlar için sonuç önemlidir ve nihayetinde gelinleri ya da damatları, çocuklarına bu şekilde davranmış veya üzecek sözü söylemiştir. Hâlbuki bu sözün bir cümle gerisinde, biz eşimizin damarına basacak bir şey söylemiş ve onu kışkırtmış olabiliriz. Ya da hareketlerimizle eşimizi çileden çıkartmış ve istemeden bizi kırmasına sebebiyet vermiş olabiliriz. Hatta onun hareketi, tamamen kendini savunmadan kaynaklanmış olabilir. Ama aileler genelde bizim onlara aktardığımız, eşimizin tek başına kabahatli olduğunu kanıtlayan son harekete ve son cümleye takılırlar. Elbette hiçbir aile, çocuğunun yuvasının yıkılmasını, hele pire için yorgan yakmasını hiç istemezler. İlk tepkileri koruma içgüdüsü ile gelişse bile daha sonra yılların tecrübesiyle aklıselimliği ele alır ve yapıcı davranmaya çalışırlar. Burada en azından birçok aile demeliyim, çünkü bir hareket ya da tek cümle yüzünden çocuğunu istemediği halde eşinden ayırmaya zorlayan çok aile de gördüm maalesef. Büyük bir ihtimalle, artık bu bardağın taşma noktası değilse, siz sakinleşir ve eşinizle barışmaya karar verirsiniz. Çektiğiniz üzüntüden sonra barışmanın heyecanı ve tazelenmesiyle, eşinizi çoktan affetmişsinizdir. Hoş zaten sakin sakin düşününce, siz de hatalısınızdır canım, çok üstüne gidip zorla sinirlendirmişsinizdir. Sizin de ettiğiniz lafın yenilir yutulur tarafı yoktur zaten. Netice itibariyle bunun için yuva mı yıkılır? Siz onu affetmişsinizdir, o da sizi. Artık her şey yolundadır. Ama aileniz ASLA affetmez. Hiçbir anne baba, çocuğunun üzülmesine kıyamaz ve çocuğunu üzen insan onun eşi bile olsa, affetmez. Belki çocuğunun hatırına, ya da çocuğunun hayatında ek bir sorun çıkartmamak adına susar veya durumdan habersizmiş ya da olayı unutmuş gibi davranır. Ama bu olay hep akıllarında kalacaktır ve su yüzüne çıkamasa da en azından duydukları saygı ve sevgi azalacaktır. Bu da bir şekilde davranışlarına yansıyacak, sizin ve eşinizin üzerinde yeni bir sorun bulutu olarak zaman zaman gölgesi üzerinize vuracaktır. SevgilerYeşim Varol Şen Yaşam Koçu ve Evlilik Danışmanıyesim@duruyasam.com
Milliyet
1,331,093
Yazarlar
Haftanın maçı olağanüstü bir tempo ziyafetiyle heyecan dalgalarına kilitliyordu seyredenleri. Bordo-mavili takımın da beklemediği bir takım birlikteliğini maçın gündemine yerleştiren sarı-kırmızılı taraftı. Oyun alanındaki yayılışları ve sahada bol paslı top hakimiyetini de kurarak, sahiplenmekteydiler bu zorlu deplasman yarışmasını. Galatasaray'ın bu garantiye dayalı oyun tarzı nedeniyle Trabzonspor'un geçmiş haftalardaki varlığı bir türlü giremiyordu maçın gündemine. Orta alandaki top kayıpları ve hızlı kanat değiştirme özellikli oyun tarzıyla ünlünen Trabzon'un yarışmanın gündemine yerleşmekteki gecikmesi ve genel görüntüdeki yavaş tempo, bordo-mavili takımı oyundan düşürüyor ve Karadeniz ekibi evinde oynamanın avantajlarını da pek kullanamayarak ilk yarıda hafif kalıyordu...Evet iki takım da bir kaç heyecan yaratan atağa çıkıp, tribünleri ayağa kaldıracak pozisyonlar yaratıyorlardı ama doğrusu buram buram gol havası kokan bir hücum organizasyonu pek görünmüyordu oyunun ilk perdesinde. İkinci yarıda da maçın disiplin ve taktikten taviz vermeyen tarafı Galatasaray'dı. Orta alanda Ayhan bir virtüöz gibi toplar taşıyor, mükemmel verkaçlarla Trabzon defansının kapılarını açabilmek için bütün ustalıklarını kullanıyordu.Rakibin defansif sistemini bir türlü kıramadıklarını gören Güneş çok da doğru bir zamanda Yattara'yı oyuna alıyordu... Güneş'in, Yattara kartını açması gerçekten de oyunda kırılma noktasını yaratıyordu. Attığı çalımlarla sağ çizginin altını, üstüne getiren Yattara oyunun kaderini değiştiriyor, Jaja da ısrarlı atak slalomları yaratmaya başlayınca oyundaki kördüğüm çözülüyordu. İşte bu değişim sonrası peş peşe gelmişti Trabzon'un hayati sayılacak ve liderliği de getiren gol sayıları.Bu sonuca Trabzon gururla sevinecektir tabii. Sonuç ise golü atanın hanesine puanları yazar. Ancak Galatasaray'ın lig boyunca çok korkulu bir ekip olarak yoluna devam edeceği de tartışılmamalıdır.
Milliyet
1,347,027
Yazarlar
İÇiMiZE CANAVAR KAÇTIĞININ KANITI Ta oralara kadar git, 'Castro ölmeden Küba mutlaka görülmeli' buyur, etrafında göreceğin o kadar çok şey olsun, sen git tatilin keyfini çıkaracağına sanki çok önemli bir görevmiş gibi Tuğba Coşkun ve Önder Fırat'a kilitlen. Yazık. Ta Küba'ya kadar gideceksin. Hayır, Bodrum'daki Küba da değil bu. Saatlerce uçacaksın Havana'ya adım atacaksın ve hiç istemediğin halde tatilde görüntülenip gazetelere manşet olacaksın. Bu ne kadar talihsizlik olarak gözükse de artık hepimizin içine bir canavar kaçtığının da kanıtı. Ne hale geldik, inanamıyorum. Hayır, kimseye ahlak dersi verecek değilim. İki yetişkin insan istediğini yapar, kime ne? Beni rahatsız eden şey başka. Fotoğrafları bir paparazzi çekmediğine, fotoğrafta yer alanlar da kendi resimlerini gazetelere dağıtmadıklarına göre bu büyük magazincilik aynı şehirde tatil yapan birinin işi. Ta oralara kadar git, "Castro ölmeden Küba mutlaka görülmeli" buyur, etrafında bakacağın göreceğin o kadar çok şey olsun, sen git tatilin keyfini çıkaracağına sanki çok önemli bir görevmiş gibi Tuğba Coşkun ve Önder Fırat'a kilitlen. Yazık. Hani bu iki isim çok ünlü starlar olsa, yani Mehmet Ali Erbil'le Sezen Aksu'yu birlikte yakalasalar bir derece. Ama Tuğba Coşkun ve Önder Fırat gibi eş durumundan ünlü olmuş iki kişiyle niye uğraşırsın ki? Mehmet Ali Erbil "Beni ve çocuğumu enayi yerine koydular" diye çıkıp açıklama yapmış. Cengiz Semercioğlu "Şimdi bütün kadınlar 'İyi oldu Mehmet Ali'ye' diyecek" diye yazdı. Haksız değil. Yine de böyle bir durumda kimseye iyi olmuş denmez. Ama aynı şeyleri daha önce başkasına yaşatmış biri olarak çıkıp böyle bir açıklama yapmasın. Gerek yok. Olan olmuş. Yeni moda: işbirliği Lanvin for H&M çılgınlığından sonra artık iyi tasarımların da uygun fiyatlara alınabileceğini gördük. Alber Elbaz'ın bu koleksiyonu sizi heyecanlandırdıysa şimdi sırada size aynı heyecanı yaşatacak iki özel koleksiyon daha var. Bugün Amy Winehouse for Fred Perry koleksiyonunun tanıtımı yapılıyor. Nerede mi? Tünel'deki Bilstore'da. Amy Winehouse ve Fred Perry, ikisi de heyecan verici markalar. Koleksiyonun da öyle olacağına eminim.Diğer işbirliği daha farklı. GAP ve Valentino. Valentino son yıllarda daha geri planda bir markaydı. Ama GAP için yaptıkları bol fırfırlı tasarımlar görülmeye değer. Fiyatlar da son derece makul. Koleksiyonu şimdiden internette görebilirsiniz ama mağazalarda bulmak için ilkbahar - yaz sezonunun açılmasını beklemek zorundayız.İstanbul'a kimler geliyor?- Elle Style Awards 3 Aralık'ta. Ödül töreninin şerefine 'Gossip Girl'de Jenny Humphrey diye tanıdığımız, Madonna'nın Macy's için hazırladığı koleksiyonun da modeli olan Taylor Momsen İstanbul'a geliyor. Tabii gönül isterdi ki Chuck Bass rolüyle tanıdığımız Ed Westwick gelsin. Ama ne yapalım, Jenny'yle de idare ederiz. -  Las Vegas'taki 'O' şovuyla herkesi büyüleyen Cirque du Soleil, Şubat'ta Pozitif sayesinde ilk defa İstanbul'a geliyor. Daha önce Cirque du Soleil'de çalışmış birkaç akrobat getirip 'Cirque du Soleil'i getirdik' diyenler oldu. Oysa şimdi ilk defa geliyorlar. Tabii Las Vegas'taki sahneler ve dekorlar gibi olamaz. Ama yine de satışa çıkar çıkmaz bilet alıp bu gösteriyi kaçırmamak lazım.  - 'Contemporary İstanbul'u düzenleyen Ali Güreli müjdeyi vermiş, yakında İstanbul'un da 'Affordable Art Fair'i olabilir. Bu sanat fuarındaki çalışmaların fiyatı en fazla 5000 TL'ye kadar çıkacakmış. Böylece sanat daha alınabilir olacak.
Milliyet
1,331,489
Yazarlar
Marco Polyanna AZiZ PAUL YÜRÜYÜŞÜ Bu seferki yürüyüş turumuz Antalya'nın doğusuna, İsa'dan sonra belki de Hristiyanlığın yayılmasına en çok katkısı olan, Aziz Paul'un Türkiye'de gezdiği, iki bin senelik antik şehirlere uzanıyorAziz Paul'un Hristiyanlığı yaymak için dolaştığı yerler, Türkiye'de son dönemlerde yerli ve yabancı yürüyüş severlerin gözde rotalarından birini oluşturuyor. Uzun süredir Türkiye'de yaşayan Cate Clow isimli bir İngiliz gezgin, bizzat kendisi yürüyerek bu parkuru hazırlıyor, hatta 'St. Paul Trail' adında kitabını da çıkarıyor. Antalya'nın 10 kilometre doğusu  Perge'den başlayan rota, Eğirdir Gölü'nün kuzey doğusuna kadar yaklaşık 500 kilometrelik bir yürüyüş parkuru oluşturuyor. Tabii bir kerede yürümek imkansız, biz 4-5 günlük turlar halinde yürüdük bölgeyi.Doğa ve tarih iç içeBu seferki bölüm, Heraklia'nın harabelerinden başlıyor ve Sylos Manastırı'na kadar devam eden yürüyüş yoluyla birleşerek Latmos Dağları'na kadar uzanıyor. Yürüyüş sırasında civarda yaşayan halkın ahşap ve eski taş evlerinin arasından geçiyor ve onların gündelik hayatlarına katılma fırsatı bulabiliyoruz. Turumuz aynı zamanda başlıca Yunan/Roma şehri olan Heraklia'yı da kapsıyor. Rotamız çoğunlukla eski antik yolları ve volkanik kaya ile tepeliklerle süslü Roma zamanında kullanılan eski göç yollarını takip ediyor. Bunların dışında Bafa Gölü'nün muhteşem manzarası, doğal bitki örtüsünde  yetişen çiçekleri ve kuşları yürüyüşümüzü zenginleştiriyor.Bodrum Milas Havaalanı'nda bizi bekleyen minibüsle bir saat kadar yolculuktan sonra, turumuz sırasında kalacağımız Kapıkırı   Köyü'nde (Antik Heraklia) Selene Pansiyon'a ulaşıyoruz. Genelde yürüyüşlerde çoğunlukla köy evlerinde ve her gece farklı yerlerde kaldığımız için, bu sefer hep aynı yerde    kalmak büyük lüks oluyor.Selene Pansiyon Sabah yerel tatların da olduğu   mükellef kahvaltıdan ve kısa bir araba yolculuğundan sonra yazlık çay bahçelerine varıyor, zeytinlikler arasından yürüyoruz. Yürüyüş sırasında birkaç antik Bizans harabesine rastlıyoruz. Öğle yemeğimizi Bafa Gölü kıyısında Ceri'nin restoranında yiyoruz. Volkanik kayalıklarda yürümek zaman zaman zorlaşıyor.Üçüncü gün pansiyondan yürüyüşe başlıyoruz. İki buçuk saat yürüyerek Roma öncesi döneme ait Pınarcılar Yolu'na varıyoruz. Öğlen keyifli bir piknikten sonra Aziz Paul'un ayak izlerini takip ederek, yaklaşık bir buçuk saat kadar eski yollardan yürüyoruz ve günümüze kadar kalabilmiş olan iki bin senelik Sylos Manastırı'na geliyoruz. Maalesef hiç bir koruma yok, doğa ve insanların tahribatına açık olarak öylece duruyor manastır ve kilise.Dördüncü gün rotamız, Gökkaya Köyü. Tüm gün Bafa Gölü'nün muhteşem manzarasını seyrederek yürüyoruz. Yürüyüş altı saat sürüyor ve Ekizce Adası'nda bitiyor. Burada teknemiz bizi bekliyor ve gün ışığının en güzel olduğu saatlerde, durgun suda kayaların yansımalarını seyrederek Bafa Gölü'nde harika bir yolculukla günümüzü bitiriyoruz.Kıpkırmızı renkli yosun gibi kayalıkları kaplayan bitki yolumuzu renklendiriyor, gölün mavisi ve kayaların gri-siyahlığı içerisinde farklı bir tablo oluşturuyor.Son gün, minibüsle Karahayıt'a gidiyor, buradan Yediler Manastırı'na yürüyoruz. Yol üzerinde M.Ö. dört bin yılından kalma, yani tam altı bin yıllık duvar resimleriyle karşılaşıyoruz. Yedi saatlik yürüyüşten sonra Gölkaya'ya dimdik bir iniş yapıp göle varıyoruz. Sıcak ve yorgunluk bizi    cesaretlendiriyor ve kendimizi göl  sularına atıyoruz. Minibüsle pansiyonumuza dönüyoruz. Acele toparlanıp, İstanbul'a dönmek üzere havaalanına gidiyoruz. Sylos Manastırı Aziz Paul hakkındaHristiyanlığın özellikle Yunan ve Roma topraklarında yayılmasına öncülük eden Aziz Paul, hiç bir zaman İsa ile karşılaşma fırsatı bulamadı. Seyahat ettiği 20 yıl boyunca insanlara anlattıklarını mektuplar haline getirdi, bu mektuplar daha sonra İncil'de de yerini buldu. Tarsus'da Musevi ve Roma İmparatorluğu'nun bir ferdi olarak doğdu. Seyahatlerini yürüyerek veya gemiyle yaptı. 20 yılda üç büyük tur yaptı, Kıbrıs, Antalya'nın doğusu dahil, kuzeye Konya'ya kadar gitti. Batı'da Malta dahil İtalya'ya kadar uzandı ve Roma'da öldü. AJANDA1'inci gün: İstanbul-Bodrum THY 20.45 uçağıyla gidiş.  Kapıkırı'na varış.          (1 saat) Selene Pansiyon'da konaklama.2'nci gün: Dört saat yürüyüş, öğlen Ceri'nin restoranında yemek.3-4-5'inci günler: Yürüyüş, tüm seyahat boyunca Selene Pansiyon'da konaklama.5'inci gün: Bodrum-İstanbul THY 21.30 dönüş.Tur Şirketi : Middle Earth Travel, Atıl Cücee-mail: info@middleearthtravel.comTel: +90 384 271 25 59          Fax: +90 384 271 25 62En az 6, en fazla 12 kişi. Kişi başı 410 euro, transferler, konaklama, yemekler, rehberlik hizmeti dahil.
Milliyet
1,335,308
Yazarlar
Beberuhi'ye sormuşlar:   -Sence tatilin gidişiyle, dönüşü arasında ne fark vardır? Beberuhi: -Gidiş, demiş; gelinle güveyin nikâhlanmaya gidişine benzer; ne iyi ediyoruz da, evleniyoruz, diye. -Ya peki dönüş? -O da, davasından çıkışa benzer; sanki neden evlendik, diye. * * * depreminin 11'inci yıl dönümünde; evi yıkılan mal sahiplerine tanınan büyük avantajların, oralarda oturan kiracılara da biraz yansıtılması için açılan davada, karar olumlu çıkmış. * * * 11 yıl önce, yıkıntılar ortasında evsiz barksız kalan kiracılar da, nihayet sevinmeye başlamışlar: -Mahkeme kararıyla sonunda bize de, bazı arsalar tahsis edilecek, diye. * * * Ne demişler: -Geç olsun da, güç olmasın. * * * Bir de Düzce depreminde felakete uğrayanlara sormak gerek: -Nelerin hem güç olduğunu, hem de geç dahi olmadığını? * * * Siyasetçilerin arasında, Osmanlı mutfağındaki yemeklerin adları da tartışılıyormuş. Biri: -İmambayıldı'nın adını değiştirmek gerek, diyormuş; hiçbir imam, dünya nimetlerine bayılmaz; o, her zaman inançlarının nimetlerine layık olmaya çalışır. * * * Bir başkası: -Vezirparmağı diye tatlı da olmaz, diyormuş; "Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda çağdaş uygarlık düzeyine varma" çabalarına aykırı. * * * "Vezirparmağı" tatlısının adını; nihayet "ataparmağı" diyerek değiştirmek, uygun görülmeye başlanmış: -Böyle bir tatlı adını, isteyen istediği gibi algılayabilir, deniyormuş; gelişmekte olan demokrasiye çok daha uygun bir ad. * * * Ancak "kadınbudu", "dilberdudağı", "kadıngöbeği" adları konusunda; -tıpkı "başörtüsü, türban" konusunda olduğu gibi-  bir karara varılamamış. * * * Kimi: -Biz erkek milletiz, diyormuş; kadınbudunu, erkekbudu yapalım; dilberdudağıyla, kadıngöbeğini de; erkekdudağı'yla, erkekgöbeği. * * * Kimi: -Tatlı adlarını cinsellikten ayrı tutmak gerekir. En iyisi bir tanesine "peçeliköfte", bir tanesine "dudakların dudağı", bir tanesine de sadece "ballıgöbek" demek; daha yerinde olur, diyormuş. * * * Tüm tartışmalar gibi, bu tartışma da halen devam ediyormuş. Genel seçimlerden sonra, bir karara bağlanması öngörülüyormuş. * * * Tatilcilerden kalantor bir göbekli, indiği otelde büyük bir itibarla karşılanmış. Otel müdürünün bizzat kendisi, en lüks odalardan birine buyur etmiş havalı tatilciyi: -Bu odanın manzarası da harikadır, demiş; pencerenizden baktığınızda hem plajla denizi görürsünüz, hem de sol taraftaki ağaçlıklı koruyu... * * * Kalantor tatilci, yatağın üstündeki süslü örtüyü çekip, yastıklara bir bakınca ne görsün; bir tahtakurusu... Otel müdürüne, tahtakurusunu göstererek: -Bu da ne, diye bağırmış. * * * Otel müdürü: -Minicik bir tahtakurusu, demiş; üstelik de ölmüş, hiç önemi yok onun. * * * Ertesi sabah, otelden hemen ayrılan havalı müşteri;   Bir gecelik hesabı öderken de, otel müdürüne: -Tahtakurusunun çok kalabalık oldu ve sabaha dek de sürdü, demiş. * * * Turizmcilerin söylediğine göre de: -Kaşınmayı göze almadan, tatile çıkmamak gerekiyormuş. * * * Hüsnü Kalafat'dan da bir fıkra: Temel Reis bir eczaneye girmiş: -Hey uşağum da, niyegara ya da viyagora ilacı var midur sende, diye sormuş. * * * : -Var emice, demiş. -Kaç paradur da? -40 lira emice. -Ha uşağım 10 liraluk verepilur musun pana? -Emice 10 liraluk verurum da, öyle çok bir işe yaramaz. -Yok uşağım yok; pen çok bişey istemeyrum; şöyle rahat işeyacak kadar elime gelsun yeter. * * * Rıfat Ilgaz'dan bir şiirle bitirelim yazıyı: Bilmeyecekler Geride kalanlara ne bırakacağım, Çocuklarıma, Onların da çocuklarına? Olsa olsa 'den payıma düşeni... Beş on evlek yer gökyüzünden. Ne vermek istedimse sağlığımda, Ne veremedimse, Gizlenip kaçışlardan. Biliyorum bu yüzden Yokluğumu çekmeyecekler, Hep yaşıyormuşum gibi gelecek onlara Biraz ötelerde, uzaklarda. Babamız diyecekler, dedemiz, Dur durak bilmezdi, Dert nedir, tasa nedir bilmezdi... Neyi bildiğimi bilmeyecekler.
Milliyet
1,347,028
Yazarlar
TAZMiNAT DAVASI SEKiZ YIL SÜRER Mi? Yasal süreç bittiğinde ve yargı Deniz Akkaya'yı haklı gördüğünde, dava açıldığında henüz portakalda vitamin olan kızı Ayşe, ilkokula başlamış, belki de bitirmiş olacak. Tazminat davası bu kadar yıl sürer mi?Deniz Akkaya'nın, bir işadamının kendisiyle birlikte olmak için 300 bin TL teklif ettiğini açıklaması üzerine, "İşadamı ekonomiyi bilir, kimseye değerinden fazla vermez" diyen İTO eski Başkanı Mehmet Yıldırım hakkında açtığı tazminat davasında mahkeme kararını vermiş ve Yıldırım'ı 15 bin TL tazminata mahkum etmiş. İnanılır gibi değil. Böyle düşünmemin sebebi, Yıldırım'ın tazminata mahkum olması ya da tazminatın miktarı değil, mahkemenin bu kararı tam sekiz yıl sonra vermesi.Mahkeme kararını verdi de, yargı süreci bitti mi?Bitmedi. Çünkü Kadıköy 6'ncı Asliye Hukuk Mahkemesi, Akkaya'nın açtığı tazminat davasını reddetmişti.Akkaya, karara itiraz edince, Yargıtay 4'üncü Hukuk Dairesi, yerel mahkemenin verdiği kararı üç yıl önce bozmuştu. İkincisinde dava Kadıköy 2'nci Asliye Hukuk Mahkemesi'nde görüldü ve bu kez mahkeme, tazminata hükmetti. Yıldırım'ın da bu kararı 15 gün içinde temyiz etme hakkı var. Bir üst mahkemenin bu davayı gündemine alıp, karar vermesi de en az 1-2 yıl sürer.Üst mahkeme, bu kararı da bozarsa - ki ihtimal dahilinde, etti mi sana birkaç yıl daha. Akkaya, Yıldırım hakkında 100 bin TL'lik tazminat davası açtığında, Türk parasının üstünden henüz dokuz sıfır atılmamıştı. Akkaya daha anne olmamıştı.Tüm yasal süreç bittiğinde ve yargı Akkaya'yı haklı gördüğünde, dava açıldığında henüz portakalda vitamin olan kızı Ayşe, ilkokula başlamış, belki de bitirmiş olacak. Bir tazminat davası bu kadar yıl sürer mi? Neticede, yargı kusursuz bir cinayeti aydınlatmıyor ki! Yıldırım'ın Akkaya için söylediklerinde tazminatı gerektirecek bir şey var mı, yok mu?Adalet mi şimdi bu?KEŞKE HER KONUDA BÖYLE ARAŞTIRMALAR YAPILSA! Radikal'in "O taşı niye attın?" manşeti, son aylarda okuyunca mutlu olduğum haberlerden biriydi. Bu haberin beni bu denli mutlu etmesinin iki sebebi vardı.Birincisi, bir valiliğin böyle bir projeye maddi destek verip, madalyonun arka yüzünü de görmemize olanak sağlamasıydı.İkincisi de Mersin Valiliği ve Mersin Üniversitesi İletişim Fakültesi işbirliğiyle yapılan 'Taş Atan Çocuk Fenomeni: Mersin'in Banliyölerinde Öfke Patlaması Projesi'nin başındaki kişinin, eski mesai arkadaşım Doç. Dr. Nurdan Akıner'in olması. Milliyet'in magazin servisini yönettiğim dönemde, şimdilerde Mersin Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü Başkanı Doç. Dr. Nurdan Akıner, magazin muhabiriydi bizde.Muhabirlikle birlikte yüksek lisans eğitimini sürdürdü ve sonunda gazeteci değil, akademisyen olmayı seçti. Yıllar sonra da hedeflediği yere geldi. Akıner'in, taş atan çocuklardan 250'siyle ve aileleriyle, ev ortamında bir araya gelerek gerçekleştirdiği, 'Etnik kimlik ekseninde ötekileştirilenlerin Mersin'in banliyölerindeki öfke patlamaları; çocuklarla devletin arasındaki uçurumun nedenleri' araştırmasının ortaya koyduğu sonuçlar bize, o çocukların o taşları niye attığını açık ve net bir şekilde gösterdi.Akıner'in Mersin Üniversitesi öğrencileriyle yaptığı bu çalışmanın ortaya koyduğu bilimsel verileri değerlendirip  değerlendirmemek artık devletin işi.Türkiye'yi yönetenler, 81 ile üniversite açmakla övünüyor.Elbette ki övünülecek bir şey bu.Türkiye'yi yönetenler, toplumsal konularda böylesine araştırmalar yapmaları için üniversitelere maddi destek sağlasa ve yapılacak bilimsel çalışmalar önümüzü aydınlatsa daha iyi olmaz mı? Son günlerde Türkiye'nin en çok tartıştığı şey ne?ABD'liler yapıyor, biz yapamıyoruzTelevizyon dizilerinin toplumu olumsuz yönde etkileyip etkilemediği veya 'Fatmagül'ün Suçu Ne?' dizisi yüzünden Türkiye'de tecavüzlerin artıp, artmadığı. Bu konuda sıcağı sıcağına yapılmış bir araştırma olmadığı için Haydar Dümen gibilerin ağzına bakıyoruz ki, acaba ne diyecek bu 'seks uzmanı'? Haydar Dümen diyor ki, "Arttı"...Papatya falı mı bu? Arttı, artmadı, arttı, artmadı. 'Koyunun olmadığı yerde keçi, Abdurrahman Çelebi' durumu.Oysa Mersin Valiliği'nin yaptığı gibi devlet maddi destek verse ve üniversiteler sokağa çıkıp, bu konuyu araştırsa ve ortaya çıkacak rapora göre gereken yapılsa daha iyi olmaz mı?Türkiye'de onca üniversite var, ama hâlâ bilim adına konuşanlar bile Amerikalıların, TV'de yayınlanan programların toplumu ne kadar etkilediği konusundaki araştırmalarını kaynak göstererek açıklama yapıyor.Mersin Valiliği'ni, Mersin Üniversitesi'ni ve Nurdan Akıner ile bunu manşete taşıyan Radikal'i kutluyorum. Devlet - üniversite işbirliğinde bu tür sosyal içerikli araştırmaların sürmesini umuyor ve bekliyorum.
Milliyet
1,343,661
Yazarlar
Reyting canavarı YÖNETMENLER ÇARPIŞACAK Kanal D 'Şüphe' dizisini ocak ayında       'Yaprak        Dökümü'nün yerine koyuyor. Bu demektir ki, bol magazinlik  malzeme. Fox TV de iddialı bir diziyi aralıkta ekrana sürüyor; 'Kirli Beyaz'. Bu dizi dünyasının iki 'çok iş yapan' yönetmenin de rekabeti olacak. Abdullah Oğuz ve Faruk Teber. Peki kim önde gider? Şimdi Kanal D 'dizilerin izlendiği kanal' ve 'Yaprak Dökümü' yerine konulacak bir dizinin burada boşluk yaratma şansı yok. Demek oluyor ki 'izlenmesi için gereken tüm şartlar' sonuna kadar zorlanacak. Büyük bir servete sahip bir aile. Şaşalı yaşantılar, entrikalar... Faruk Teber'in 'Hanımın Çiftliği', 'Hatırla Sevgili', 'Kırık Kanatlar' en bildik çalışmaları. Teber imzasını 'öylesine' atmaz. Fox da yavaş yavaş, izleyicinin 'dizileri izlenir' kanalı olmaya başladı. Kanal D'nin yaptığım iş mutlaka tutmalı iddiası nedeniyle 'fazla tahammülüm olmaz' diyeceği bir handikabı var. Fox daha çok dayanabilir dizinin tutması için.BURCU KARA VE SELİN DEMİRATARBana göre 'daha çok popüler olacak' kategorisine girmek için bir sınav olacak her ikisi için de.  Selin Demiratar 'Şüphe' ile epey habere konu olur. Burcu Kara dizi dünyasının en sessiz ve bulaşılmayan isimlerinden. Onun için de 'Kirli Beyaz' iddialı dizilerinden biri olmak zorunda.EĞİTİM PROGRAMINI DERSANE YAPAR MI?TV 8'de bir eğitim programı başladı. Eğitim konusu bizde "Hangi okulu kazansak da gelecek kurtulsa?" ile sınırlıdır. Çünkü bu veriliyor, sistem bunu istiyor. Öyle olunca 'dersane' ön plana çıkıyor. Kabul ediyorum. Ama bir programın tümü 'bir dersanenin ismi' ile yapılıyorsa burada durmak lazım. Verilecek bilgiler, öneriler vs. bunu yapacak olan isimler konunun uzmanı olabilir. Yılların deneyimi vardır. Ama bir dersanenin tekelinde olması doğru değildir. Dersane sponsor olabilir, orada çalışan isimler katılabilir. Ama eğitim programı dersane halini alıyorsa burada bir sorun var demektir.DİZİNİN YAKIŞIKLISI HANGİ LİSELERİ TAVLAYACAK?'Dizideki kişiler ve olaylar hayal ürünüdür' diye başlayan bir dizi var; 'Kollama'. Pek de hayal ürünü olmadığı karakterlerden, ismi değiştirilen 'Erkenkondu'dan anlaşılıyor. Son bölümde Murat vardı. Çok yakışıklı bir genç. Yani seyreden genç kızlar kesin vurulmuşlardır. İşte o komiserimiz Necip Bey'in kızı Nurbanu'yu fena halde kafa kola almıştı. Murat aslında bu özelliğini Erkenkondu için kullanmaktadır. "Vatanı ve milleti için koşanları zaaflarından vuramadığımızda alternatif yollar deneriz!" Böyle söyleniyor dizide ve Murat'ın 'kızı baştan çıkarmasının önemi' kendisine anlatılıyor. Başarırsa büyük bir ödül onu bekliyor; "Askeri liselerde öğrencileri tavlayarak Erkenkondu'ya kazandıran kızlar gurubunun sorumlusu yapacağız seni" diyorlar. Tabii Murat'ın ağzı kulaklarında. Dizi görüldüğü üzere hayli 'hayal ürünü' değil mi?
Milliyet
1,341,344
Yazarlar
Ligde çıkış arayan Bochum, dış sahada puan alamayan ve son sıraya demirleyen rakibi Ingolstadt'ı yener. Süper Lig'de Beşiktaş, Serie A'da ise Milan diğer favoriler 122 Altach-Admira                   1İç sahada namağlup unvanını sürdüren tek takım olan Altach, rakibi Admira'yı yenerek zirveye iyice yaklaşmak istiyor. Konuk ekip ise son maçında sahasında beklenmedik bir yenilgi aldı. Ayrıca Palla gördüğü kırmızı kart nedeniyle bu zorlu müsabakada forma giyemeyecek. İki takım arasında oynanan karşılaşmalarda Admira'nın üstünlüğü bulunuyor. Ancak, liderlik yarışından uzaklaşmak istemeyen Altach bu kez kazanmaya mecbur.148 Bochum-Ingolstadt  1Hertha Berlin deplasmanından yenilgiyle dönen Bochum, taraftarı karşısında bunu telafi etmek istiyor. Ingolstadt ise tepetakla olmuş durumda. Çıktığı 12 maçta tek galibiyet alan konuk ekip, dış sahada 5'te 0 yaptı ve 11 gol yedi. Ev sahibi için bu bir final maçı. Kaybederlerse zirve ile aralarında bir uçurum olacak. Kazanırlarsa moral bulacaklar. Bochum üç puanı alarak hedefine ulaşır.247 Beşiktaş-Konya  1Gençlerbirliği galibiyetiyle kara bulutları dağıtmayı başaran Beşiktaş, Bursaspor ve Fenerbahçe'nin de haftayı puansız kapamasıyla üst sıralara yaklaştı. Ancak Quaresma takıma dönerken, Bobo'nun sakatlığı teknik heyeti sıkıntıya soktu. Konyaspor'da ise işler hiç yolunda gitmiyor. Son maçta sadece Manisaspor'u mağlup edebilen konuk ekip alt sıralardan kurtulma mücadelesi veriyor. Beşiktaş, moralsiz rakibi karşısında saha avantajını iyi kullanır ve üç puana ulaşır.283 Milan-Fiorentina  1Serie A'da liderlik koltuğundaki Milan'da tam bir bayram havası esiyor. Özellikle ezeli rakip Inter karşısında alınan galibiyet futbolcularda moral patlaması yaşattı. Ev sahibi takımda Abate kırmızı kart cezası nedeniyle forma giyemeyecek. Fiorentina ise iç sahada topladığı puanlarla ayakta kalmaya çalışıyor. Dış sahada ise etkili olamıyorlar. Taraftarı karşısında ligin en golcü takımlarından biri olan Milan, galibiyet serisini üç maça çıkarır.