page_content
stringlengths
1
4.1k
metadata
dict
253 “Harika!” dedi Azur, ellerini ovuşturarak. “Gördüğüm ka­ darıyla hepinizde özgüven patlaması var.” Kemik gözlük çerçevesinin ardında ışıltılı gözleri, deli­ ce çağlayan bir deredeki çakıl taşlarını andırıyordu. Ses to­ nu, uzak ülkelerden geri dönmüş de maceralarım dostlarıyla paylaşan bir kâşifınki gibi, dalga dalga yükseliyordu. Bu se­ minere kaydolma cesaretini gösterdikleri için bütün öğrenci­ leri kutladı. Sonuna kadar gitmeye azmedeceklerini umduğu­ nu da söyledi. Konuşması o kadar rahat ve öyle hızlıydı ki ne zaman şaka yapıp, ne zaman ciddi olduğunu anlamak zordu. “Belki saymışsmızdır, sınıfta on bir kişisiniz - özellikle on bir, çünkü on, mükemmel bir rakam ve mükemmellik sıkıcı bir şey.” Hoşnutsuz bir ifadeyle etrafa bakındı. “Anlaşılan işi­ miz var. Ne o öyle, ısırılmaktan korkar gibi sağa sola yayıl­ mışsınız. Evet, hanımlar, beyler, zahmet olmazsa, ayağa kal­ kar mısınız lütfen?” Şaşıran öğrenciler söyleneni yaptılar eğlenerek. “Ne kadar itaatkârsınız! Tann’mn gözündeki en yüksek erdemmiş, öyle diyorlar. Şimdi sandalyelerinizi bir çember oluşturacak şekilde dizmenizi istiyorum. Tann hakkında ko­ nuşmak için en uygun geometrik şekil çemberdir zira.” Farklı konuların, farklı oturma şekilleri gerektirdiğini açıkladı Azur. Siyaset konuşmak için dağınık ve şekilsiz; sos­ yoloji için düzgün bir üçgen; uluslararası ilişkiler içinse dik­ dörtgen prizma. Ama Tann konuşulacaksa şayet, muhakkak çember içre olmalıydı. Herkesin merkeze eşit uzaklıkta ola­ cağı biçimde. “Bundan sonra her hafta sınıfa girdiğimde sizi halka şek­ linde bulmak istiyorum.” Bu iş birkaç dakikalanna mal oldu. Sandalyelerini ve ayak- lannı sürterek yeniden yerleştiler. Nihayet oturduklannda, oluşturduktan şekil çemberden ziyade sıkılmış limonu andı­ rıyordu, ama olsun. Her ne kadar tatmin olmasa da çabala­
{ "page": 251, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
254 n için teşekkür etti Profesör Azur. Derken, kendilerinden, bil­ hassa “genç insanlar için daha eğlenceli bir sürü şey varken" neden Tann’yla ilgilendiklerinden bahsetmelerini istedi. İlk konuşan Mona oldu. 11 Eylül trajedisinden sonra Ba- tı’daki İslam algısından derin kaygı duyduğunu söyledi. Söz­ cüklerini tane tane seçerek, genç bir Müslüman kadın olmak­ tan gurur duyduğunu, dinini kalpten sevdiğini ve sahiplen­ diğini ama neredeyse her gün bir sürü önyargıyla uğraşmak zorunda kaldığını anlattı. “İslam’a dair hiçbir şey bilmeyen insanlar benim dinim, peygamberim, inancım hakkında kal­ lavi laflar ediyor, negatif konuşuyorlar" dedi. “Başörtüm hak­ kında da" diye ekledi. Bu dersi almaya karar vermişti, çün­ kü Yaradan’m doğası hakkında dürüst, önyargısız araştırma- lara-tartışmalara katılmak istiyordu. Tann herkesi farklı ya­ ratmıştı. Bunca çeşitliliğin bir sebebi vardı. Sözlerini şöyle bitirdi: “Çeşitliliğe saygım var ama karşımdakinden de say­ gı beklerim." Mona’nın yanındaki genç adam, sıra ona geldiğinde sırtı­ nı dikleştirdi. Adı Ed idi. Dinsiz bir aileden geldiği için Tan- n konusuna temkinli ve tarafsız yaklaştığım söyledi. Bilimle inancın bir araya gelebileceğine kaniydi ama dinin mantıkdı- şı yanlanmn -k i pek çoktu- ayıklanması gerekliydi. “Babam Yahudi, annem Protestan ama dindar değiller" diye ekledi. “Sanırım, ben de Mona gibi, ama farklı bir açıdan, m odem çağda kimlik ve inanç konusuyla ilgileniyorum. Gerçi dürüst olmak gerekirse, Tann hiçbir zaman derdim olmadı." “O zaman neden buradasın?" diye sordu kaslı, çopur yüzlü, sanşm bir oğlan. Bir kurşunkalemi parmaklannm arasında hızla çevirdi. “Buradaki herkesin Tann’yla bir meselesi var sanıyordum.” Peri, Ed’in başım kaldınp Profesör Azur^a baktığım, onun da Ed’e belli belirsiz bir baş işareti yaptığım fark etti. Arala- nnda sanki bir mes^j gitti geldi; Peri’nin çözemediği bir şifre.
{ "page": 252, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
255 Azur sarışın çocuğa döndü. “Normalde öğrencilerin bir­ birlerinin fikirleri hakkında yorumda bulunmalarını bekler, hatta bunu teşvik ederim. Ama henüz çok erken. Yumurta­ dan çıkmaya çalışan civcivler gibiyiz. Başımızı bir uzatalım hele kabuğumuzdan dışan. Sonra başlarız tartışmaya.” Bir sonraki öğrenci, Olivia, belirgin bir Ispanyol aksanıy- la konuşan alımlı bir kızdı. İri kahverengi gözleri, koyu, ipek gibi saçlan vardı. Katolik bir ailede büyüdüğünü, her hafta ayine gidecek kadar dindar olduğunu söyledi. Oxford Kato­ lik Topluluğumda güzel dostluklar kurmuştu. Bununla birlik­ te bakış açışım genişletmek istiyordu. “Bu dersi almak ilginç v!ur diye düşündüm. Alıştığım çevrenin dışına çıkmak, başka- lan Tann’ya nasıl: yaklaşıyor anlamak... O yüzden...” Cümlesi­ ni tamamlamadı, sonunu başkalarının getirmesini bekler gibi. “Sıra bende sanırım” diye atıldı sanşın çocuk; kalemi da­ ha da hızlı çeviriyordu. “Adım Kevin. California’dan geliyo­ rum, burslu.” Kevin dedi ki, zaten her konuda haklı olan Ernest He- mingway, kafası çalışan herkesin ateist olacağını söylediğin­ de haklıydı. Mesela kendisi ateşli bir ateistti. “Bu zırvaların hiçbirine inanmam, bu yüzden buradayım. Sizin Tann deyip durduğunuz şey üstüne yapıcı tartışmalara girmek istiyo­ rum. Gerçi eminim herkesin tepesini attınnm .” Birileri öksürdü, ya tesadüfi ya tepkisel. Ondan sonra konuşan oğlian kendini şöyle tanıttı: “Herke­ se merhaba. Adım Avi. Oxford Şabat Topluluğu üyesiyim. Ay­ rıca, Yahudi Kütüphanesinde yan-zamanlı gönüllü olarak ça­ lışıyorum.” Avi dedi ki, insanlığı üçüncü dünya savaşına savurmaya yetecek kadar nefret ve husumet vardı şu an dünyada. Ta­ rihin hayaleti dolanıyordu aramızda/ Yahudi soykırımında ve ikiz Kulelerin yıkılmasında görüldüğü gibi, insanoğlu ak­ la hayale sığmayan kötülükler yapmaya kabildi. Dinler ara-
{ "page": 253, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
256 sında gerçek bir diyalog yeşermeliydi. Tann korkusu, Homo S apiens'in şiddet eğilimine karşı en güçlü caydıncıydı. Mo­ dem çağda Tann’ya her zamankinden çok ihtiyaç vardı. Avi bir şeyler daha söylemeye hevesli görünüyordu ama yanındaki en eıjik , sabırsız H intli kız sözünü kesti. Adı Sujatha’ydı. Doğu felsefesiyle Batılı muadili arasındaki fark­ lardan bahsetti: “Bütün semavi dinler aynı bölgeden geliyor. Aynı kökten. Kavga edip duruyorlar ama dışandan bakınca aslında o kadar birbirlerine benziyorlar ki.* Sujatha Hint felsefesinden hareketle bir slogan benimse­ m işti: “Kendini nasıl gördüğün, bir müddet sonra hakika­ tin olur.* Kimseyi kırmak istemiyordu ama semavi dinlerde­ ki Tann fikrini haşin, yargılayın, mesafeli, uzak buluyordu. “Ben, H er şey Tann’dıı' diyorum. Halbuki siz, H er şey Tan­ nanındık diyorsunuz. O küçük iyelik eki büyük fark yaratı­ yor.* Sujatha bu felsefi farklılıklar üzerine kıyasıya tartışma­ yı dört gözle beklediğini ifade ederek sözlerini bitirdi. Söz alan her öğrenciyle birlikte, Peri sandalyesinde biraz daha aşağı kaydı, paniklemeye başladı. Keşke görünmez olup buradan sıvışabilseydi. Profesör Anırtın öğrencilerini akade­ mik liyakatlerine göre değil, kişisel hikâyelerine göre seçti­ ğinden kuşkulanıyordu. Belli ki her öğrenci tek tek seçilmiş­ ti. Sanki profesör sınıfta hem çeşitlilik hem çatışma olsun is­ tiyordu. Zira bu kadar farklı kökenden gelen insanın uzlaş­ ması zor, hatta neredeyse imkânsızdı. Belki de A zurW iste­ diği buydu: çelişki! Belki de onlara laboratuvannda koşuştu­ ran fareler gibi muamele ediyordu. Onlar fark etmeden, de­ ney yapıyordu öğrencilerin üstünde. Eğer öyleyse, neyi deni­ yor olabilirdi ki? Yeni bir Tann »igıgını mı? Peri’nin canını sıkan başka bir şey daha vardı. Şayet et­ rafındaki herkes minyatür bir Babil Kulesi oluşturmak için özellikle seçilmişse, peki kendisi niye kabul edilmişti bu se­ minere? Profesör Azur ne biliyor olabilirdi ki Peri hakkın­
{ "page": 254, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
257 da? Neden onu deneyine dahil etmişti? Dr. Raymond’m sözle­ ri zihninde yankılandı: A zur tu h af adamdır. D erslere yaklaşı­ mı alışılm ışın dışındadır . H erkese iyi gelm eyebilir. Ö ğrencile­ ri ikiye bölen bir ders bu. Bazılarının hoşuna giderken, bazı­ larını mutsuz edebiliyor. “Selam, ben Kamber” dedi kıvırcık saçlı bir kız; ne zaman başını oynatsa bukleleri aşağı yukan hopluyordu. “Niye bu dersi aldım? tki cevabım var: bir uzun, biri kısa.” “Uzundan başla9 dedi Profesör Azur. Kimber dedi ki, babası Mormon Kilisesinde rahipti. Tüm ailesi, arkadaşları, akrabaları Mormon’du. Hayatına anlam veren yegâne etken Tanriydı. O’nu daha iyi anlamak istedi­ ği için bu dersle ilgilenmişti. Günümüz gençlerinin yalnızca aşk meşkle, para pul, kariyerle ilgilenmesini son derece yan­ lış buluyordu. Hayatta bundan fazlasının olması gerektiğine inanıyordu. “Her birimiz bu dünyaya belli bir görev için gön­ derildik. Ben kendiminkini anyonun.9 “Peki kısa yanıt neydi?9 diye sordu Azur. Kimber kıkırdadı. “Bir arkadaşımla iddiaya girdim. Sizin bu üniversitedeki notu en kıt ve en zor beğenen hoca olduğu­ nuzu söyledi. Benim notlarım her zaman süper. Anaokulun­ dan b eri Bu nedenle bunu bir meydan okuma kabul ettim.9 Dingin bir gülümseme geçti profesörün çehresinden. “Ha­ kikat o kadar az bulunur bir cevherdir ki... Söylemesi bir zevktir.9 Oturduğu yerde Peri dizeyi hatırladı. Kendi kendine mırıl­ dandı: “Emily Dickinson.9 “Devam edelim. Sıradaki!9 diye seslendi Azur sınıfa. Bir sonraki öğrencinin ismi Adam idi. Yuvarlak burun, gam- zeli çene ve sanki sürekli bir şeylere hayret ediyormuş izlenimi veren kalkık kaşlar. “Tann demek, sevgi demektir” dedi. “ Ya­ şa, sev, öğren.’ Bu evrensel ilkeye inanıyorum.9 Anı yaşamak gerektiğinden, yoga ve meditasyon tekniklerinden söz etti.
{ "page": 255, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
258 “Sıra bende mi? Adım Elizabeth” dedi yan taraftaki kız öğ­ renci. “Doğma büyüme buralıyım, evden fazla uzaklaştığım söylenemez. Benim Tann’yla bir alıp veremediğim yok ama Tanrının erkek olarak algılanmağını sorguluyorum.0 Elizabeth dedi ki, insanlar doğayla ve ana tannça kültüyle bağlanın yitirmişti. Tarih boyunca dişilik hep bastırılmıştı. Bunun bedeli savaşlarla, dökülen kanlarla ve artan şiddet­ le ödenmişti. Kadim dinlere, Şamanizm’e, Tibet Budizmi’ne meraklı olduğunu söyledi. “Doğa anayla yeniden bağ kurma­ mız gerek.” Küresel ısınmadan, çevre kirliliğinden bahset­ ti. Bundan böyle Tann’yı erkek olarak düşünmeyi bırakıp, O’ndan dişil bir enerji olarak söz edilmesi gerektiği konusun­ da ısrarcıydı. Böylece konuşmayan sadece iki öğrenci kalmıştı: Peri ile yanındaki oğlan. Peri eliyle berikine işaret etti önce o konuş­ sun diye ama o oralı olm adı., “Pekâlâ, adım Peri...” “Ve o alıntı da Emily Dickinson’dandı, aferin bildin” diye araya girdi Azur. Peri yanaklarının kızardığının farkındaydı. Profesörün onu kendi kendine mırıldanırken duymuş olabileceği aklından geçmemişti. “İstanbul’dan geliyorum...” Ne söyleyeceğini unu­ tup kekeledi; diğerleri gibi önemli felsefi şeyler söyleyeceğine doğduğu şehirden bahsettiği için kendini aptal gibi hissetti. “Şey... ben... neden burada olduğumdan emin değilim.” “Bırak o zaman” dedi Kevin. “Böylece, on kişi oluruz. Mü­ kemmel sayı!” Bir kahkaha dalgası yayıldı. Peri bakışlarını yere indirdi. Bü­ tün bu öğrenciler ilk bakışta çok farklı görünseler de işte hepsi sular seller gibi konuşmuştu. Halbuki o bu kadar basit bir işte bile tökezliyor, içinç kapanıyordu. Devam etmedi Sustu. En son konuşan, Bruno adında bir oğlandı. Marksist olma­ dığını belirtti. Ama dinin toplum lann afyonu olduğu huşu-
{ "page": 256, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
259 sunda Marx’a sonuna kadar hak veriyordu. Vaktiyle Enver Hoca’nın dinle ilgili görüşlerini okuyup hayran kalmıştı. Ay­ nı fikirdeydi. “Delikanlı” dedi Azur, “başkalarından, özellikle kelimelere meftun olan filozoflardan ve şairlerden alıntı yaparken dik­ kat etmeliyiz. Marx’ın söylediği şuydu: Din, mazlumun iç çe­ kişi, kalpsiz bir dünyanın kalbi ve ruhsuz koşulların ruhu­ dur. Din halkın afyonudur .” “Evet, evet. Aynı şey işte” diye yapıştırdı Bruno hemen; sö­ zünün kesilmiş olmasından hiç hoşlanmamıştı. Sonra pat di­ ye Mona’ya döndü. Yumruk yemeye hazırlanıyormuş gibi çe­ nesini ileri uzattı. Söyleyeceklerinin bazılarının hoşuna git­ meyebileceğim ama her zaman dobra dobra konuştuğunu id­ dia etti. İslam’la bir derdi olduğunu söyledi. “Aslında bütün tektannlı dinlerle derdim var ama Hıristiyanlık ve Yahudilik reform gördü, İslam reform görmedi” dedi. Bruno, İslam’ın kadınlara karşı tutumunun kabul edilebi­ lir olmadığını; şayet kendisi kadın ve Müslüman olarak doğ­ muş olsaydı bedbaht olacağını belirtti. “Herhalde terk eder­ dim.” Bruno’ya göre değiştirilmediği takdirde İslam günü­ müz dünyasına uygun değildi, ama hem kutsal kitap hem de hadisler mutlak görüldüğü için bu koşullar altında değişim beklemek imkânsızdı. “Değişim yasaksa o zaman bu dini na­ sıl düzelteceğiz?” Mona, Bruno’ya buz gibi bir bakış attı. Derhal çocuğun ağ­ zının payını verdi: “Pardon ama kim sana benim dinimi dü­ zeltmeye kalkma hakkını veriyor? Nereden çıkardın Müslü­ man kadınların senin gibiler tarafından kurtarılmaya ihti­ yaçları olduğunu?” “Aman aman kavga etmeyin... Tamam harika; müthiş bir başlangıç!” diyerek araya girdi Azur. “Fikirlerinizi belagatle ifade ettiğiniz için hepinize teşekkür ederim. Fakat unutma­ yın, konumuz din değil. Konumuz Tann felsefesi.”
{ "page": 257, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
260 Öğrencilerin oluşturduğu halkanın içinde bir çember çi­ zerek yürüdü profesör. Hareketleri kendinden emin, konuş­ m ası hararetliydi. "Burada İslamiyet, Hıristiyanlık, Yahu­ dilik ya da Hinduizm üstüne fikir teatisinde bulunmak için toplanm adık. Bu geleneklere zaman zaman değinebiliriz ama asıl meramımız Tann felsefesinin nasıl geliştiğini anla­ mak. Şahsi inançlarınızın araya girmesine izin veremezsiniz. Kızdığınızı, sinirlendiğinizi fark ederseniz, lütfen Bertrand Russell’ın şu sözünü hatırlayın: İnsan bir konuda ne kadar az bilgili olursa o kadar çok duygusal olur.9 Semada büyükçe bir bulut, cılız güneşi perdeledi. Odada­ ki ışık bir anda soluverdi. Azur'un gözleri o loşlukta ışıldadı. "Anlaşıldı mı?9 "Evet9 diye yanıtladı öğrenciler hep bir ağızdan. Ama birkaç saniye sonra alçacıktan bir ses duyuldu: “Eh... hayır.9 Peri’ydi bu. Azur durdu. "Ne dedin?9 "Affedersiniz... yalnızca... yani... duygulan dikkate alma­ nın yanlış bir şey olmadığım düşünüyorum.9 Konuşurken el­ lerini fazla hareket ettiriyordu, kelimelere güvenmeyen tüm insanlar gibi. “Aslında akıldan ziyade duygularımızla hare­ ket ederiz. Öyle değil nü? Neden doğamızı hor görüyoruz? Duygulan neden küçümsüyoruz?9 Profesörün ona kızmasın­ dan endişe ederek başım kaldırdı. Halbuki A zu /u n yüzünde sevecen bir ifade vardı. "Aferin, İstanbullu kız, meydan okumaya devam et.9 Profesör dedi ki, üniversite dediğin ortam, öğrenm ek, düşünm ek, gelişm ek ve anlam ak için kurulm uştu. Eğer Oxford’da geçirecekleri yılların sonunda, hâl& üniversite­ ye başladıktan ilk günkü fikirlere sahiplerse, yani durağan ve aynı kalmışlarsa, ne demeye okuyorlardı buralarda? Hem kendi zamanlarım, hem ailelerinin parasım boşuna harcamış olurlardı. Kalkıp eve dönseler daha iyiydi "Değişmeye hazır
{ "page": 258, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
261 olun. Sadece taşlar, kayalar değişmez bu âlemde - tabii as­ lında onlar bile değişir.” Azur dedi ki, işte burada, dünyanın en eski üniversitesin- deydiler. Oxford yüzyıllar boyunca sadece akademik çalışma­ ların ve bilimsel araştırmaların değil, aynı zamanda teolojik tartışmaların ve dini anlaşmazlıkların da kalbi olagelmişti. Tann felsefesine merak duymak illa da “dindar” olmak demek değildi. Bu konuyla hiç ilgilenmeyen bir sürü dindar olabile­ ceği gibi, ilgilenen nice “liberal”, “laik”, “agnostik” insan vardı. Kimse kimseyi kategorilere sokmaya çalışmamalıydı. Azur dedi ki, herkes duymaya alıştığı şeyleri tekrar edi­ yordu aslında. Ateist öğrenci ateizm perspektifinden, Mor- mon öğrenci Mormon kültüründen, Hintli öğrenci Hint felse­ fesinden, Müslüman öğrenci Islami açıdan vs. bakıyordu do­ ğal olarak. Ama bunca farklı ses bir araya geldiğinde acaba ortak bir dil yakalanabilir miydi? Tann felsefesi bütün farklı­ lıktan kucaklayan bir şemsiye olabilir miydi? “Şanslısınız! Tann konusunu konuşmak için doğru yerde­ siniz!” Böylece başladı ilk ders. Konuştukça tüm havası değişti profesörün. O ana dek sakin ve oturmuş görünen yüz hatlan belirgin şekilde hareketlendi. Ses tonu dikkatli ve ölçülü de­ ğildi artık, ateşliydi, tutkuluydu. Nasıl da kendinden emin­ di. Bu haliyle İstanbul’daki sokak kedilerini hatırlatıyordu Peri’ye - insanlardan uzak duran, boynu bükük, ürkek pişi­ leri değil de, hani şu en yüksek duvarlarda caka satarak ge­ zinen, mahalleyi kendi krallığıymış gibi teftiş eden, başına buyruk kedileri. “Pekâlâ, şimdi size bir soru. Şayet Bronz Çağı’na sizi ışınla­ mış olsaydım, o günkü insanlara Thnn’yı nasıl tanımlardınız?” “Merhametlidir” dedi Mona. “Rahman ve rahimdir.” “Kendi kendine yeter” diye ekledi Avi. “Kimseye muhtaç değildir.”
{ "page": 259, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
262 “Erkek değildir ama erkek gibi tasvir edilir* dedi Elizabeth. “Ne erkektir, ne kadın” dedi Kevin. “Yahu zaten banların hepsi safsata.” Profesör Azur eliyle işaret etti. “Hepiniz çaktınız/ “Nedenmiş?” diye iüraz etti Bruno. “Çünkü Bronz Çağlandaki kıllı atalarınızla aym dili konuş­ muyorsunuz. Tann’yı nasıl anlatırsınız bugünkü Tann mef­ humunu hiç duymamış insanlara?” Bir tomar kâğıt ile boya kalemlerini çıkardı. Herkese dağıttı. “Kelimeleri unutun. İm­ gelerle açıklayın!” “Ne?” diye tepki gösterdi Bruno. “Resim mi yapalım yani? Çocuk muyuz yahu?” “Keşke olsaydınız” dedi Azur. “Daha engin bir hayal gücü­ nüz olurdu.” Mona elini kaldırdı. “Hocam, İslam putlan yasaklar. Thn- n ’nm resmini yapmayız biz. Yaradan’m algı sınırlanm a öte­ sinde olduğuna inanırız.” “Pekâlâ. Sen de, tam da şu söylediklerini çiz.” Takip eden on dakika boyunca öğrenciler kaynaşıp durdu­ lar, iç geçirip homurdandılar ama sonunda birtakım çizimler çıkmaya başladı ortaya. Kimisi evrenin resmim yapmıştı: yıl­ dızlar, galaksiler, meteorlar. Kimisi bir şimşekle delinmiş bir öbek bulut. Onun üstündeydi Tann. Kimisi kollarım iki yana açmış tsa Peygamber resmi çizmişti. Kimisi güneşin altında altın gibi parlayan kubbeleriyle bir cam i Ya da fil başlı Hint tanrısı Ganeşa. Dolgun memeli bir tanrıça. Kimisi karanlık­ ta bir mum olarak resmetmişti. Herkes kendine göre görsel- leştirmişti Tann’yı. Peri’yse, kısa bir tereddütten sonra önce bir nokta çizdi, ardından bunu bir soru işaretine dönüştürdü. “Süreniz doldu” dedi Profesör Azur. Yeni kâğıtlar dağıttı. “Tanrinın ne olduğunu çizdiğinize göre, şimdi de ne olmadı­ ğım çizin bakalım.” “Nasıl yani?”
{ "page": 260, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
265 Azur kaşlarım kaldırdı. “Tepki göstermeyi bırak da işine hak Bruno.” Ne çizebilirlerdi ki? Kimisi san yılan gözleriyle bir iblis resmetti. Ya da demirden bir korku maskesi. Kanlı bir bıçak. Yangın. Yıkım. Cehennemden bir sahne... Thhaftır, Tann’nın ne olmadığını tahayyül etmek, ne olduğunu tahayyül etmek* ten daha zordu. Sadece Elizabeth’e kolay gelmişti bu iş. Bir erkek çizd i "Gösterdiğiniz işbirliği için teşekkür ederim” dedi Profesör Azur. "Şimdi iki çizimi kaldınp yan yana tutabilir misiniz? Herkese gösterin.” Söyleneni yaptılar. Yan gözle birbirlerinin ne yaptığını in* ödediler. "Şimdi çizimleri kendinize çevirin. Tamam mı? Harika! Ta* rih boyunca düzinelerce filozof, düşünür ve mistik tarafından ortaya atılmış bir soruyu size soruyorum: Bu iki resim ara* andaki ilişki nedir?” "Ha?” Bu sefer sadece Bruno değildi itiraz eden. "Ok çizim Tann’mn ne olduğu üzerineydi İkinci çizim ise Tann’nın ne olmadığı üzerine. Soruyorum, birinci çizim ikin* d çizim i kapsıyor mu, dışlıyor mu? Mesela, şayet Tann her şeye kadirse, bu O’nun zayıflığı da kapsadığı anlamına mı gelir? Tann mutlak iyi ise, kötülük O’na dahil olmayan dış* sal bir güç müdür? İki resim çizdiniz. Bir kompozisyon yazın. Cesur, cüretkâr, dürüst olun. Okumalarla destekleyin.” Kimse tek kelime etmedi. Çizimleri yaparken işi hafife al­ mışlardı. İki resmin ilişkisi hakkında kompozisyon yazma* bıraım isteneceğini bilseler ağırdan alır, daha çok düşünür* lerdi. Ama iş başa düşmüştü. Basit bir sorudan karmaşık bir ödev çıkmıştı. "Dönüp eski zaman filozoflanna bakın. Lütfen bugünün tartışmalarından uzak durun. Yoksa gene kavga edersiniz. Kendi zihninizden uzak durun.”
{ "page": 261, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
“Kendi zihnimizden uzak mı duralım?” diye tekrarladı Ke- vin. “O halde gelecek hafta için ödeviniz bu. Elinizden geleni yapın, okuyun, araştırıp. Bakalım tarih boyunca filozoflar, bi­ lim ve din insanları bu soruyu nasıl cevaplamış. Şaşırtın be­ ni! Ama sizi uyarıyorum, beni etkilemek kolay değildir!” Böy­ le buyurdu Azur. Dosyalarını, kalemlerini ve son kum tane­ si de alttaki hazneye kayan kum saatini topladı. Çıkıp gitti.264
{ "page": 262, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
Janus Oxford, 2001 Hafta sonlan nice öğrencinin, hak ettikleri eğlence ve din­ lenceye kavuşmak için p u b l ara, kulüplere gittiği saatlerde, Peri kütüphanede kalıp, okumaya devam ediyordu. Arada duyulan öksürükler, fısıltılar ve sayfa sesleri de kalmayınca binaya mutlak bir sessizlik çöküyordu. Peri pencerelerden dı­ şarıya, karanlığa bakıyordu ara sıra. Öteki öğrencilere ayak uyduramadığı için hayıflansa da, kitaplarla çevrili olmayı se­ viyordu. Başka hiçbir şeyin veremediği bir özgürlük duygu­ su veriyordu bu ona. Bugünlerde okumalarının çoğu Profe­ sör A zın la ilintiliydi. Derslere çok iyi hazırlanıyor, saatler­ ce okuyordu. Sınıfta zekice, bilgece yorumlar yapmak, fikir­ leriyle hocasını etkilemek istiyordu. Ama çekingenliği, utan­ gaçlığı buna mâni oluyordu. Masada, yeni satın aldığı Polaroid fotoğraf makinesi du­ ruyordu. Dayanamayıp bunu edinm işti, çünkü koşarken efsunkâr manzaralarla karşılaşıyordu: mercan rengi gündo- ğumlan, eflatun günbatımlan, kırağı tutmuş çayırlar. Bu gü­ zellikleri ölümsüzleştirmekti niyeti. Biraz pahalıya mal olmuş­ tu makine ama değerdi. Ayrıca kitaplara da çok para harayor- du, üstelik bir de yeni bilgisayar almayı planlıyordu. “Aman ne yapayım1 ’ diye düşündü. “Daha fazla çalışırım, olur biter.* Ayağa kalkıp bacaklarım esnetti. Etraf bomboştu. Ama ki­ tap rafları arasında dolanırken, bir gölge fark etti. Hızla ar­ kasına döndü. I h / u buldu karşısında.
{ "page": 263, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
266 “Selam. Seni korkutmak istememiştim.” “Beni mi arıyordun?” diye sordu Peri kuşkuyla. “Hayır... şey, aslında evet. Meraklanma, benden zarar gel­ mez.” Troy sırıtarak Peri’nin elindeki kitabı işaret etti. “Aris­ toteles okuyorsun. Sakın A zu/un dersi için deme.” “Öyle” dedi Peri, kendini rahatsız hissederek. “Sana o adamın şeytan olduğunu söyledim ama beni ciddi­ ye almıyorsun.” “Neden AzuıMan nefret ediyorsun?” “Çünkü haddini bilmiyor. Sen bunu iyi bir şey sanıyorsun ama değil. Hoca dediğin hoca gibi davranmalı. Ötesine geç­ memeli.” “Nasıl davranıyor ki?” Troy iç geçirdi. “H erif Tann felsefesi öğretmiyor. Görecek­ sin bak, Tann'yı oynuyor. Kendini Tann zannedip öğrencile­ rinin hayatlanna karışıyor!” “Gerçekten mi?” diye sordu ne diyeceğini bilemeyen Peri. Troy, söylemek istediğinden fazlasını açık etmiş gibi bir adım geri gitti. “Her neyse, gitmem lazım. Arkadaşlar bekli­ yor; sen de bize katılmak ister misin?” “Teşekkür ederim ama çalışm am gerek” dedi Peri. Bir yandan da anlamaya çalıştı, dolaylı bir “çıkma teklifi” mi al­ mıştı? “Peki. Belki başka zaman ha? Hadi iyi bak kendine. Söyle­ diklerimi düşün.” Peri kütüphaneden çıktığında hava kararmıştı. Gökyüzü o kadar yakın görünüyordu ki sanki uzansa tutup çekebilecek, laciverdi bir şal gibi omuzlarına sarabilecekti. Yürürken ba­ şım yukan kaldırdı. Yüzlerce yıllık sırlan koruyorlarmış gibi binanın mazgallı siperlerinden aşağı bakan çirkin, ürkütücü yaratık heykellerine baktı. Ürperdi nedense. Bu şehrin kadim sokaklannda kim bilir ne anlaşmazlıklar, ne hikâyeler yaşan­
{ "page": 264, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
267 mıştı. Ceketinin fermuarını çenesine kadar çekti; yakında ye­ ni bir manto alması gerekecekti. Para biriktirmeliydi. Bir köşeyi dönünce sıra dışı bir görüntüyle karşılaştı. Kal­ dırımda yanan mumlar. Ellerinde mumlarla sessizce bekle­ yen insanlar. Yan yana dizilmiş erkek fotoğrafları. Bir gece anmasıydı bu. Yaklaşıp, yere yayılmış fotoğraf ve çiçekleri gözleriyle taradı. Posterlerden birinde “S reb ren itsa yı unut­ ma* yazıyordu. Peri fotoğraflardaki ölülerin yüzlerine baktı: ufacık oğ­ lan çocukları, babalar, kocalar, dedeler... İçlerinden biri abi­ si Umut’a ne kadar benziyordu. Tutuklandığı günlerdeki ha­ line. Burnunun direği sızladı. Başını çevirdiğinde, gece an­ masını düzenleyen grubun başmda Mona’yı gördü. Nefti ba­ şörtüsü başım, omuzlarım örtüyordu. O da Peri’yi görmüştü, elinde bir mumla gülümseyerek yaklaştı. Peri fotoğraflardaki yüzleri işaret etti. “Çok üzücü.” “Üzücüden öte” dedi Mona. “Bir soykırım. Asla unutmama­ lıyız.” Duraksayıp Peri’ye ilgiyle baktı. “Neden bize katılm ı­ yorsun?” “Şey, tabii” dedi Peri. Abisine benzettiği çocuğun fotoğrafı­ nı aldı, elinde tuttu, kaldırımda yerini aldı. Uzaklarda gece­ nin karanlığı bir nehir gibi kabardı. “Yalnızca Müslüman öğrenciler mi yer alıyor bu etkinlik­ te?” diye sordu Peri. “Müslüman Öğrenci Birliği düzenledi ama her dinden, her milletten öğrenci geldi destek vermek için. AzuTun semine­ rinden insanlar da var. Bak, Ed şurada.” Oradaydı gerçekten. Mona başka şeylerle meşgul olunca, Peri Ed’in yanına gitti. “Merhaba Ed.” “Peri, selam.” “Balkanlardan gelmediğin ya da Müslüman olmadığın hal­ de bu anmayı desteklemen ilgimi çekti” dedi Peri.
{ "page": 265, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
268 "Evet, buradaki tek Yahudi benim galiba. Ya da yan-Yahu- di” dedi Ed gülümseyerek. "Bir şey sorabilir miyim sana. Tann seminerini neden alı­ yorsun?” "Azur yüzünden. Adam hayatımı değiştirdi.” "Sahi mi?” dedi Peri. Ed*le profesörün arasındaki bakışma­ yı hatırladı. "Geçen yıl çok yardım etti bana. Kız arkadaşımdan ayrıla­ caktım.” "Ayrılma mı dedi?” "Tam öyle değil. Öncelikle onu anlamaya çalışmamı tem­ bihledi” dedi Ed. "Kız arkadaşımla ortaokuldan beri beraber­ dik. Ama o çok değişti. Yeni arkadaş çevresi edindi. Artık onu tanıyamaz olmuştum.” Ed bilim e bağlı kalmış, kız giderek dindarlaşmıştı. Aralarında bir uçurum açılmıştı. "Neden bil­ mem, Azuı'a akıl danıştım. B ir hahama filan da gidebilirdim ama Azur doğru kişiymiş gibi geldi.” "Ne dedi sana?” "Öyle tuhaf şeyler dedi k i ‘Kırk gün boyunca kız arkadaşı­ nı dinle; itiraz etmeden, yorum yapmadan. Bir ay, on gününü onu anlamaya ada. Birini seviyorsan, bu o kadar da uzun bir süre değil. Beraber Şabat yapın* dedi. ‘O anlatsın, sen dinle.”* “Yaptın mı?” "Yaptım. Acayip zordu. Asılsız kof laflar duyduğum zaman -affedersin ama bütün o aşın dini konuşmalar bana öyle ge­ liy o r- zihnim isyan ediyordu. Ama Azur dedi ki, "Filozoflar yargılamaz, filozoflar anlamaya çalışır.*” Ed güldü. "Hepsi bu değil.” "Başka?” "Kırk gün sonra, Azur beni çağm p "Aferin* dedi. "Şimdi sı­ ra kız arkadaşında, bu sefer o seni anlamaya çalışacak. Kırk gün boyunca sen ona neden dine inanmadığım anlatacaksın, o dinleyecek.’ ”
{ "page": 266, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
269 "Yaptı mı bunu?” "Tabii ki hayır.” Ed başını iki yana salladı. "Ayrıldık so­ nunda. Ama Azur'un ne yapmaya çalıştığını kavradım. Sev­ dim adamı.” Ed’in coşkusunda, bir müridin ustasına duyduğu o ölçüsüz güveni buldu Peri. Rahatsız oldu. "Ama biz filozof değiliz” de­ di. “Öğrenciyiz.” "Mesele de bu zaten. Diğer hocalar bize ya çocuk muamele­ si yapıyorlar ya tepeden bakıyorlar - Azur hariç. O bizi kendi­ siyle eşit görüyor, bu yüzden bizi zorluyor. Hangi mesleği se­ çersek seçelim hepimizin birer filozof olabileceğine inanıyor.” "Sıradan öğrencilerden çok fazla şey beklemek olmuyor mu bu?” Ed ona baktı. "Sen sıradan değilsin ki. Hiç kimse değil.” Peri dudaklarım ısırdı. Niye böyle bir la f etmişti kendi de bilmiyordu. "Ne oldu? Beğenmiyor musun Azuı'u?” diye sordu Ed. "Beğeniyorum, sadece...” Peri yutkundu. "Acaba bizim le deney mi yapıyor diye kuşkulanıyorum. Bu da hoşuma git­ miyor.” “Deney mi? Yok öyle şey” dedi Ed. "Benim hayatımı değiş­ tirdi. İyi yönde.” Yağmur yağmaya başladı; şimdilik hafifçe çiseliyordu ama her an sağanağa dönüşebilirdi. Gece anmasının ertelendiği ilan edildi. Posterleri, mumlan, fotoğraflan kaldırdılar. Mo­ na sağa sola koşturuyor, bir sürü sorumluluk üstleniyordu. Peri, Ed’e elini uzattı. Ama Ed, Peri’yi usulca kendine çek­ ti ve ona içtenlikle sanldı. "İyi bak kendine. Azur’a güven, harikulade bir insan o. Keşke onun gibiler çoğalsa.” Karanlıkta yapayalnız kalan Peri yurduna doğru yürüdü. Yağmuru dert etmiyordu. Yüzyıllardır hararetli tartışmalara tanıklık eden binalara baktı; ne kavgalar görmüşlerdi... hep­ si de Ih n n adına. Niye, niye böyleydi?
{ "page": 267, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
Kim haklıydı acaba, Troy mu, Ed mi? Bir gecede profesörü hakkında iki karşıt görüş dinlemişti ve işin tuhafı ona öyle geliyordu ki her iki yorum da haklıydı. Gökteki aya benziyor­ du Azur. Bir aydınlık yanı vardı; ışıl ışıl, davetkâr, efsunkâr. Bir de ilk bakışta kendini ele vermeyen karanlık yanı.270
{ "page": 268, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
Mazlumlar İstanbul, 2016 L es Bonbons du H arem 'in sonuncusu henüz bitm işti ki, bir köpek, kuyruğunu o narin gövdesinden beklenmeyen bir enerjiyle sallayarak açık kapıdan içeri daldı. Uzun, sık kür­ kü sonbahar yapraklan rengindeydi; kafası küçük, bakışla- n içliydi. “Ponpon, sevgilim, beni mi özledin?” dedi işkadım. Köpeği yerden alıp kucağına koydu. Hayvan konukları seyretti gözlerini kırpıştırarak; tilkiye benzeyen yüz hatlan- na, her an husumete dönüşebilecek bir ifade yerleşmişti. “Bu ülkenin değiştiği ne zaman dank etti kafama, bili­ yor musunuz?” diye sordu işkadım konuklanna. “Geçen ay Ponpon’u veterinere götürdüğümde.” Işkadımnm anlattığına göre, normalde veteriner düzen­ li olarak eve geliyordu. Ama adam birkaç hafta önce bacağı­ nı sakatlamıştı ve eskisi gibi çalışmaya devam etse de ev ziya­ retlerini yapamaz olmuştu. Kadın da Ponpon’u kolunun altına sıkıştırıp kliniğe gitmişti. Eskiden köpek sahipleri neredeyse birbirinin aynısı olurdu - modem, şehirli, laik, Batılılaşmış. Muhafazakâr Müslümanlar köpekleri mekruh gördüklerinden yaşam alanlarım onlarla paylaşmaya meraklı değillerdi. “Vallahi hiçbir zaman anlamadım içinde köpek ya da resim bulunan eve niye melek girmezmiş” dedi işkadım. “Buhari’den bir hadis” dedi bu çevreye yakın zamanda da­ hil olan kodaman medya patronu. Kar beyaz gömleği yaka­
{ "page": 269, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
272 sızdı; ne sakal ne bıyık bırakmıştı, saçlarının her noktası ay­ nı uzunlukta kesilmişti. Yemekteki herkesten farklı olarak, yeni zuhur eden Islami burjuvazidendi o. “Alafranga burju­ vazi9 olarak nitelendirdiği kesimle ahbaplık etmeye hevesli olsa da başı kapalı olan karışım hiç getirmezdi bu yemekle­ re. Arkasına yaslanarak, “Hadiste sözü edilen herhangi bir resim değildir9 dedi. “Yalnızca portrelere karşı uyanr, putpe­ restliği önlemek için.9 “Eh, o zaman biz yandık9 dedi işadamı. Gülerek kollarım iki yana açtı, duvarlardaki tabloları işaret etti. “Hem köpe­ ğimiz var, hem de bir sûra portre ve nü. Belki de bu gece taş yağar başımıza!9 Adamın şaka yaptığım bildikleri halde konuklardan birka­ çı huzursuzca tebessüm etti. Gerginliği hisseden Ponpon hır­ layarak parlak dişlerini gösterdi. “Şşşş, anneciğin burada9 dedi işkadım minyatür köpe­ ğe. Sonra da kocasına döndü: “Sözümü kesmesen olmaz mı?9 Kızmak onu susatmıştı sanki, bardağındaki suyu kafasına dikti. “Neyse işte, veterinere gittiğimde bekleme odasında başörtülü kadınlar görünce şaşırdım, ayaklarının dibinde kö­ pekleriyle! Chihuahualar, shih-tzular, kanişler. Benden da­ ha meraklılar köpeklere! Belli ki dindar hatunlar değişiyor.9 “Ben öyle demezdim9 diye itiraz etti medya patronu. “Ba­ kın, dindar Müslümanlar hiçbir zaman sizin sahip olduğu­ nuz özgürlüklere sahip olmadılar. Alınmayın ama, on yıllar­ dır sizin gibi modem elitlerden zulüm gördük biz.9 “Bu çok yanlı, tarihi çarpıtan bir yorum9 dedi Adnan. “Velev ki doğru. Öyle olsa bile o günler geride kaldı. Artık bü­ tün güç sizin elinizde9 diye atıldı CEO; aklından geçenleri söy­ lemek istemiyormuş ama kendini tutamamış gibi sesi çatladı. Medya patronu surat astı. “Katılmıyorum. Bir kez mazlum olan hep mazlumdur. Siz maslıım olmanın ne demek olduğu­ nu bilmezsiniz.9
{ "page": 270, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
273 “Ay, hadi ama ya!” diye öne çıktı meşhur gazetecinin kız arkadaşı. Alkol eşiği düşük olan genç kadın çakırkeyif görü- nüyordu. “Senin kann değil mazlum olan! Sen de değilsin! Ben mazlumum!” Parmağıyla göğsüne vurdu. “San saçlarım­ la, mini eteğimle, makyajımla, kadınlığımla... asıl benim bu­ rada kısılıp kalmış olan.” Meşhur gazetecinin gözleri telaşla büyüdü. Kız arkadaşı­ nın medya patronunun tepesini attıracağından ve onu işin­ den edeceğinden korkarak kadına masanın altından tekme atmaya çalıştı ama ayağı hedefine yaramadan boş yere sal­ landı havada. “Eh, hepimiz mazlumuz aslında” dedi ev sahibesi, gerilimi azaltmaya çalışarak. “Çok basit aslında” dedi plastik cerrah, “insanlar daha çok para kazandıkça yeni yaşam tarzları edinmek istiyorlar. Be­ nim bir sürü başı kapalı hastam var. tş kırışıklıklara, gıdıla­ ra gelince bütün kadınlar aynı.” işadam ı hemen başını salladı, “işte bu da benim teorimi ispatlıyor: Sorunlarımızın tek çözümü kapitalizm! O cihatçı fanatiklerin tek panzehiri serbest piyasadır. Eğer kapitalizm kendi yolunda ilerleyebilse, en bağnazlan bile sisteme dahil eder.” Bunu söylerken, kapağının içinde Fidel Castro’nun res­ mi olan, kök cevizden yapılmış şık bir puro kutusu açtı, göz kırparak meşhur gazeteciye uzattı. “Bak bunlar az bulunur, Beyrut Duty Free’sinden. Alın birer ikişer.” Erkek konuklar, tedirginlikle ev sahibesine bakarak kutu­ dan birer puro aldılar. “Bakmayın siz kanm a” dedi işadamı. “Bu evde özgürlük var. L aissez-faireV Herkes güldü. Gürültüden rahatsız olan Ponpon öfkeyle havladı. Fırsattan istifade Peri bir sigara yaktı. Girişte gördüğü
{ "page": 271, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
274 hizmetçinin parmaklarının ucuna basarak etrafta dolaşıp, sağa sola kul tablaları yerleştirdiğini fark etti. Ne düşünü­ yordu acaba kadın onlar hakkında? Aynı evde, ev sahipleri ile konuklan başka bir gerçeklik yaşıyordu, hizmetçiler ve ele­ manlar bambaşka. Ne tuhaftı. Aynı çatı altında bile hikâye katman katmandı. “Neden sessizsin böyle Peririm?” diye sordu işkadım. Peri daha yanıt veremeden kocasının öne eğildiğini gördü, bir sır vermek istercesine. Kahvesini sütsüz, sert içerdi Ad­ nan, ağzına bir parça şeker atarak. Şimdi, şeker dilinde erir­ ken “Bazen Peri’nin romanlardaki insanları gerçek hayatta- kilerden çok sevdiğini düşünüyorum” dedi. “Ay ne şanslısın; kıskanıyorum seni” dedi iç mimar. “Ben kitap okumaya hiç zaman bulamıyorum.” “Yatak odasına ipler gerdi, sevdiği şiirleri iplere mandallı­ yor, sabah kalkınca ilk iş bunlan okuyor” dedi Adnan. Peri gülümsedi. Profesör Azmadan öğrendiği ritüellerden biriydi bu da. “Ah, ben de şiire bayılırım” dedi reklamcı kadın. “Her şe­ yi bırakıp güneye çekilmek geliyor bazen içimden. Bir balıkçı köyüne mesela. İstanbul ruhumuzu çürüttü!” “Miami’ye gel; okyanus kıyısında bir ev aldık” dedi işadamı. Karısı kaşlarını kaldırdı. “Şu adamın vurdumduymaz­ lığına bakın! Sanat anlayışı sıfır. Biz edebiyat diyoruz, o Miami’de emlak diyor. O ff ne yapacağım bununla!” “Yine ne yaptım yahu?” diyerek protesto etti işadamı. Kimse eleştirmedi adamı. Yüzüne karşı eleştirilemeyecek kadar zengindi. Tam o sırada kapı zili çaldı, bir, iki, üç kere - sıkıntı, özür ve sabırsızlık karışımı. “Ah, nihayet.” İşkadım ayağa fırladı. “Medyum geldi!” “Yaşasın!” diye ortak bir çığlık yükseldi. Ponpon hiddetle havlayarak kapıya doğru koştu. Ardından kopan hengâme esnasında, yakınlardan gelen
{ "page": 272, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
bir bipleme çalındı Peri’nin kulağına. Kocasının telefonuna uzanarak ekrana baktı. Annesinden mesaj gelmişti. Peri’nin tembihlediği gibi üstü kapalı değil, açık açık yazmıştı: “Nu­ marayı buldum, TV dizimi kaçırdım.” Altında Peri’nin talep ettiği bilgi vardı: “0044 1865...” Şirin’in numarası! Soluğu kesildi Peri’nin. Nicedir kilitli bir kasanın şifresi gibiydi rakamlar. Açtığı zaman içinde ne bulacağım tahmin bile edemiyordu.275
{ "page": 273, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
Rüya tabirdsi Oxford, 2001 B ir sonraki derste Profesör Azur sınıfa eli kolu kitap do­ lu geldi. Peşi sıra bir adam girdi içeri. Bir odacıydı bu ve için­ de demir soba, siyah kâğıt tomarları, CD çalar ve uçaklarda dağıtılanlara benzer küçük yastıklar bulunan bir el arabası­ nı itiyordu. “Bir tiyatro oyunu adeta her ders* diye düşündü Peri ken­ di kendine. “O sahnede oyuncu, biz de seyircileriz* Azur dalgın görünüyordu, gözleri bugün daha koyu bir to­ na bürünmüştü - ormanlardan delidolu taşarak akan bir de­ re gibi. "Zahmet oldu Jim, müteşekkirim* dedi Azur odacıya. "Ne zahmeti efendim.* "Ders sonunda gelmeyi unutmazsın değil mi?" Adam haşini, “elbette" anlamında salladı ve çıktı. Azur, etrafında halka oluşturan merakh genç yüzlere bak­ tı. "Herkes nasıl bakalım?" Yanıtlar coşkulu bir koroya dönüştü. "Süper! Eğer dün gece şu veya bu sebepten uykunuzu alamadmızsa ve bu açığı kapatmak istiyorsanız -k i bunun mümkün olmadığı bilimsel olarak ispatlanmıştır— işte size fırsat. Şu yastıkları dağıtabilir misiniz lütfen?" Her öğrenci bir yastık aldı. Bu arada profesör de sobayla uğraşıyordu. “Okulu ateşe mi vereceğiz hocam?" deyiverdi Kevin.
{ "page": 274, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
277 “Nasıl da bildin? Hayır, hiçbir şeyi yakmayacağız. Henüz değil. Sahte soba bu.9 İçindeki kömürler kıpkırmızı kor halinde yanıyor gibi gö­ rünürken buna inanmak zor olsa da, profesör haklıydı. Bu bir elektrik sobasıydı. “Pekâlâ hanımlar, beyler. Yastıklarınız elinizde. Şimdi var­ sayalım, sıcak bir sobanız var, dışarısı da buz gibi. Uyumak­ tan başka ne gelir elinizden?9 Öğrenciler birbirlerine baktılar. “Koyun başlarınızı!9 diye emretti Azur. Söyleneni yaptılar. Gözleri kuşkuyla kocaman açılmış hal­ de, sopa yutmuş gibi dimdik oturan Peri hariç herkes. “Bravo Peri! Sakın bana güvenme. Kim bilir, belki de yas­ tıkların içini kızgın kedilerle doldurmuşundur.9 Peri kızardı, bu kez o da itaat etti. Azur siyah kâğıtları çıkardı. Bir de bant rulosu. Camlan kaplamaya başladı. Dışarının ışığından mahrum kalan oda yan karanlığa gömüldü. Ardından CD çalan çalıştırdı. Müzik değil, yanan bir şöminenin sesleri yayıldı odaya. “Ne yapıyoruz hocam ya T diye sordu Kevin yine. “Descartes’ın sıkça ziyaret ettiği bir yere gidiyoruz. Rüya âlemine.9 Birisi alaycı alaya güldü ama grubun geri kalanı heyecan­ lanmış görünüyordu. “Anlatacağım şeyi yaşadığında Descartes yaklaşık sizin yaşlanmzdaydı. Sizin de birer büyük filozof olma hayaliniz var mı?9 “Tabii ya9 dedi Bruno pişkin pişkin. Azur gözlerini devirdi. “Descartes’ın meşhur üç rüyasını ziyaret edeceğiz, tikinde, genç filozof bir tepeye tırmanmak­ tadır zar zor. Düşmekten korkar. Başaramamaktan. Hedefle­ rine ulaşmak için çok çalışması gerektiğini bilir ama yüce bir gücün -Tannanın?- yardımım arar.9
{ "page": 275, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
2 7 S Başı yastığında, gözleri yan kapalı dinliyordu Peri. T a uzakta bir kilise görür - Tanrinın evi. Filozofun ayağı­ nı yerden kesiveren ani bir rüzgâr onu kaptığı gibi oraya fır­ latır.* “Söyledim size, Tajnn’dan ümidinizi kesin, ateist olun di­ ye* dedi Kevin. Azur devam etti: “Descartes kalkıp üstünü başım silkeler. Avluda yabana bir adam ona bir kavun uzatır - yabana bir diyardan gelmiş bilinmeyen bir meyve. Gizem.* “Hoppala!* diye mınldandı Peri’nin ya n ın d a oturan Ed. Ya­ nında getirdiği teneke kutuyu açmış, içindeki ev yapımı ku­ rabiyeleri sağa sola ikram ediyordu. Azur devam etti: “Descartes ter içinde uyanır. Rüyayı bir mesaj olarak yorumlar; ama Tann’dan mı, şeytandan mı? Aklımıza zanlar, evhamlar, korkular nereden üşüşür; dışarı­ dan mı, içeriden mi? Sahi nedir Tann; dış bir kuvvet mi, zih­ nimizin bir ürünü mü? işte, tekrar uykuya daldığında, onu ikinci rüyaya sürükleyen bu sorulardır.* Azur ClYdeki ikinci kayda geçti. Şimşek ve yıldırım sesleri doldurdu odayı. “Bir fırtına yaklaşmakta. 'Hayatta kötü şey­ ler neden olur?’ diye sorar Descartes. T ann bunca fesada na­ sıl izin verebilir?* diye düşünür; kafası kanşır. Yapayalnızdır. Karanlık, asap bozucu bir rüyadır bu.* “Peki ya üçüncüsü?* diye sordu Elizabeth. “Aha, en önemlisi. Descartes bir sözlük görür. Çok sevi­ nir, çünkü kelimelere âşıktır. Bir kitap ilişir gözüne. Cor- pu s Poetarum . Rastgele bir sayfasını açar, Decimus Magnus Ausonius’un bir şiirini bulur.* “Kim?* dedi Bruno şaşkınlıkla. “Romalı şair, gramerci, retorikçi.* Azur parmağıyla Peri’yi işaret etti. “Senin şehrini - o zamanki ism iyle Konstanti- nopolis’i - ziyaret ettiğini biliyor muydun? İmparator Birinci Constantinus’un oğluna ders verdi.*
{ "page": 276, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
279 Ausonius adını daha önce hiç duymamış olan Peri başını iki yana salladı. "Şiirin ilk dizesi şöyledir: Acaba hangi yoldan gitm eliyim hayatta7* Azur duraksadı. "Sonra bir adam ortaya çıkar ve Descartes’a şiir hakkında sorular sorar. Ama filozof yanıt ve­ remez. Adam ona gülerek ortadan kaybolur. Descartes mah­ cup olur. İnsan ne kadar çok okuyup öğrenirse öğrensin bil­ dikleri nasıl da azdır, sınırlıdır. Kendinden şüphe eder; tıpkı bütün akıllı insanlar gibi. Peki, şimdi bu rüyayı kim yorum­ lamak ister?" “Valla şu kavunu hiç beğenmedim, muzır geliyor kulağa!" dedi Bruno. "Belki de Descartes gizli eşcinseldi, rüyadaki he­ rif her kimse ona âşıktı." "Belki." Azur iç geçirdi. "Ama belki de sözlük, bilgiyi ve bil­ geliği temsil ediyordu. Şiir ise felsefeyi ve aşkı! Descartes, Tann’nm kendisine bunların hepsini akıl yoluyla birleştire­ rek ‘harikulade bir bilim’ yaratmasını öğütlediğine karar ver­ di. Bu kanaat, bütün felsefesine ışık tuttu. Benim size sorum şu: Siz de Tann’yı araştırmak için kendi kişisel harikulade biliminizi yaratabilir misiniz? Herkesinki ayn olmalı. Kimse­ leri taklit etmemelisiniz." "Nasıl yapacağız bunu?" diye sordu Mona. “Hezarfen olun" diye yanıtladı Azur. "Farklı disiplinleri sentezleyim Merak ediyorsanız Tann’yı, ne olur yalnızca dine odaklanmayın artık. Dinsel kavgalar ve çekişmeler insanlığı böler, zihinlerinizi mühürler. Matematiğe, fiziğe, müziğe, res­ me, şiire, dansa başvurun. Sanat özünde bir arayıştır. Tann ilmi de arayıştır. Demek ki, Tann’ya inansanız da, inanmasa- nız da konuya yaratıcılıkla yaklaşabilirsiniz." Peri içinde bir heyecan dalgasının yükseldiğini hissetti. Kendine has bir harikulade bilim yaratabilir miydi? Ne ka­ dar şahane olurdu! Azur dedi ki, "Rüyalanna bakınca düşünüyorum da acaba
{ "page": 277, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
280 filozof başkaları tarafından yargılanmaktan korkuyor muy­ du? Bizim için o koskoca Renö Descartes! Oysa o belki de kendisini küçük, fani, hatta bazen süfli buluyordu. Aranız­ da kendini yeterince özel hissetmeyenler varsa, unutmayın, Descartes bile böyle hissetmişti zaman zaman.” Peri gözlerini indirdi. Azuı'un ne yaptığını anlıyordu; bu yüzden ona hem hayranlık hem tepki duyuyordu. Evet, belli ki profesör, Peri’nin özgüvenini geliştirmesine yardım etme­ ye çalışıyordu. Odasında yaptıkları konuşmayı unutmamıştı. Sözlerini bitirip CD’sindeki son parçayı çaldı Azur. “Beet­ hoven. M issa SolemnifT dedi. “Bırakın kendinizi müziğe. Ha­ di uykuya dalın yine!” Başlan yastıklarında, müziğin tadını çıkardılar. Kimse ko­ nuşmadı. Bitene kadar kimse kıpırdamadı. “Seminer bitmiştir” diye duyurdu profesör. Aynı anda kapıya hafifçe vuruldu. Azur o yöne doğru ses­ lendi: “Jim, gel içeri. Her zamanki gibi dakiksin.” Adam içeri girerek doğruca sobaya yöneldi. “Pekâlâ millet? dedi Azur. “Bugünkü tartışmamızın ışığın­ da, Descartes ve Tann üstüne bir inceleme yazın. Geçen ders­ teki kompozisyonlardan hepiniz çaktınız bu arada, haberiniz olsun. Bu sefer daha iyisini yapın. Yazmaya başlamadan önce bol bol araştırın. Bilgi olmadan akıl yürütülmez, yürütülürse zırvalık olur. Anlaşıldı mı?” “Evet hocam” diye yanıtladı öğrenciler koro halinde. ♦ * * Dışarı çıktığında başı zonkluyordu Peri’nin. Semboller, şi­ irler, kontrolümüz dışındaki şeyler, zihnimizdeki karma­ şa, iyi ile kötünün ikiliği, kaosa bir anlam verme gereksini­ mi, rüyalara yerleştirilmiş şifreler ve hayatın rüya gibi olu­ şu, genç bir filozofun yalnızlığı, kadim bir şiirin bugün hâlâ anlamlı ilk dizesi: H angi yoldan gitm eliyim hayatta?
{ "page": 278, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
281 AzufHı dinlerken içinde bir şeyler hop etmişti; neredeyse fark edilemeyecek kadar küçük ama derin bir çatlak açılmış­ tı nıhıınun duvarında. Ketum kişiliğinin altında nasıl da aç­ tı, hasretti, başım döndürecek biriyle tanışmaya. Azur hiç susmasaydı keşke, günlerce anlatsaydı, ama Peri’ye, sadece ona. Azur, Tann’dan ve hayattan, inançtan ve bilimden bahse­ derken, kelimeleri, minik pirinç taneleri gibi saçılıyordu et­ rafa. Öylesine bereketli. Onun yanmdayken Peri kendini ek­ siksiz hissediyordu. Başka bir yol daha vardı sanki. Bir öte- diyar. Nalbantoğullannın çatısı altında büyürken içine hap- solduğu kısırdöngüden çıkacak bir geçit arıyordu. Azurtın yam adayken karm aşadan korkm uyordu. A kışkandı ha­ yat. Çoğuldu insan. Hiçbir yönünü bastırması, gizlemesi ge­ rekmiyordu. Azuı'un evreni, kaskatı ikiliklerin dışındaydı. Rumi’nin dediği gibi, “iyi ile kötünün ötesinde” bir yer daha vardı. Peri anladı ki, annesiyle babasının yıllar yılı ettikleri kavgalarla üzülen, yıpranan ruhu, Azur'un yanında özgürdü, mutluydu. Bunu kimselere itiraf edemese de içten içe biliyor, hissediyordu hocasına tutulmakta olduğunu.
{ "page": 279, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
Pelerin Oxford, 2001 “Yeni anlatılar -h er zaman çoğul- bulun* dedi Azur, sınıfın ortasında volta atarak. Profesör dedi ki, yakın zamana kadar en parlak düşünür­ ler bile 21. yüzyılda dinin yeryüzünden silinip gideceğinden emindiler. Halbuki inanç meselesi, tıpkı sahnelere dönen bir diva gibi güçlü bir dönüş yapmıştı. O zamandan beri bu tar­ tışma hiç dinmemişti. Üstelik mevcut asır, muhtemelen bir öncekine göre demografik açıdan daha “dindar* olacaktı. Zi­ ra tüm dünyada dindar kesim laiklere oranla daha fazla ço­ cuk yapma eğilimindeydi. Ancak tüm bu dini, ekonomik, po­ litik ve kültürel çelişkilerin ortasında ha bire ihmal edi­ len bir mevzu vardı: Tanrı. Halbuki eski zamanlarda filozof­ lar ve onların öğrencileri, dinden ziyade Tann fikriyle uğraş­ mışlardı. Şimdilerde işler tersine dönmüştü. Atlantik’in her iki yanında popüler hale gelen “teist-ateist tartışmalan* bile Tann’nın olabilirliğinden ziyade, güncel politika ve din tar- tışmalan üzerineydi. Hep aynı şeyleri konuştuğumuzdan ha­ yal gücümüz daraltmıştı. Peri diğer öğrencilerin, her kelimeyi yakalamaya çalışarak not tuttuğunu görüyordu. Oysa o sadece dinlemek istiyordu. “K.t.’den mustarip çok fazla kişi var” dedi Azur. “Ne oldu­ ğunu bilen var mı?* Kevin cesaretle atıldı. “Kaba İnsanlar?* “Kadın Istisman?* diyerek lafa kanştı Eli zabeth.
{ "page": 280, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
283 Azur, bu yanıtlan bekliyormuş gibi gülümsedi. “Kesinlik illeti” dedi. Güneş nasıl İkarus’un kanatlanm eritirse, Kesinlik İlleti de bilimsel merakı yok ederdi. Zira kesinlik keskinliği, kes­ kinlik kibri, kibir körlüğü, körlük karanlığı ve karanlık da daha fazla kesinliği getirirdi. Bu derste hiçbir şeyden emin olmayacaklardı, hatta ders planından bile, zira o da her şey gibi her an değişebilirdi. Bilgi okyanusuna ağlar atan balık­ çılardı onlar. Nihayetinde bir küıçbalığı yakalamak da vardı, eli boş dönmek de. Azur dedi ki, bu seminerde herkes yolcuydu, yol arkada­ şıydı; henüz bir hedefe varmadıktan gibi, belki de hiç vara­ mayacaklardı. Yalnızca çabalıyor, anyorlardı. Bu dünyada bariz olan tek şey vardı: Gayretkeşlik tem bellikten iyiydi, coşku uyuşukluktan yeğdi Sorular yanıtlardan daha önemli, merak etmek emin olmaktan üstündü. Kesinlik îlleti’nden tamamıyla kurtulmak imkânsız da ol­ sa, onu sırttan çıkanlabilen bir pelerin gibi tahayyül etmek mümkündü. “Bundan sonra” dedi Azur, “herkesin sınıfa gir­ meden önce kibir pelerinini çıkarm asını istiyorum .” Buna kendisi de dahildi “Eski bir paltoymuş farz edin, çıkarıp as­ kıya asm. Kapının dışına bir tane koydum bile. Dilerseniz çı­ kıp bakabilirsiniz.” Hocanın ciddi olduğunu anlamak öğrencilerin bir iki daki­ kasını aldı, tik ayağa kalkan Sujatha oldu. Sınıfı boydan bo­ ya geçip kapıyı açtı, koridora çıktı. Gerçekten orada bir as­ kı olduğunu görünce yüzü aydınlandı. Sanki omuzlarında bir ağırlık varmış gibi yaparak, hayali pelerini çekip çıkar­ dı, kancalardan birine astı, muzaffer bir edayla geri döndü. Diğer öğrenciler de birer birer tekrarladılar bu hareketi. Sıra kendisine geldiğinde palto kancasının altındaki yazıyı okudu Peri: EGO ASKISI. Son olarak Profesör Azur dışarıya çıktı. Ellerini havada sal­
{ "page": 281, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
284 layışına bakılırsa onun pelerini daha ağırdı. O da hareketi tekrarlayıp sınıfa döndü. "Harika! Artık kendimizi egolarımız­ dan kurtardığımıza göre -e n azından sembolik olarak— derse başlayabiliriz.” "Bunu neden yaptık şimdi?” diye sordu Bruno homurdana­ rak. "Ritüeller önemlidir, küçümsemeyin” dedi Azur. "Bizim de kendi ortak ritüellerimiz olacak bu seminerde.” Bir tahta kalemi alıp tahtaya şunu yazdı: KELİME OLA­ RAK TANRI. Bugün tanımladığımız anlamıyla medeniyet altı bin yaşın­ daydı. Ama insanlar çok daha uzun samandır varlardı; 290 milyon yıllık kafataslan bulunmuştu. Kendimiz haklrmdaki mevcut bildiklerimiz, ileride keşfedeceklerimizin yanında ga­ yet ehemmiyetsizdi. Arkeolojik kanıtlar, insanların binlerce yıl boyunca Tanrıyı ya da tanrıları farklı formlarda -b ir ağaç, bir hayvan, bir doğa olayı ya da bir kişi olarak- düşündükle­ rini ortaya koyuyordu. Derken, tarih akışının bir aafhaamda, hayal gücü sıçraması yaşanmıştı. Elle tutulabilen, gözle görü­ lebilen Tann fikrinden, "kelam olarak Thnn"*ya geçiş yapıl­ mışla. O andan sonra artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Etrafına bakman Azur, yalnızca Peri’nin not almadığını fark etti. "Buraya kadar tamam mı, İstanbullu kız?” Profesörün delici bakıştan altında kızarmamaya çalışarak sandalyesinde dik oturdu Peri. "Evet, hocam.” Sanki bir şeyler daha söylemesini beklercesine Azur'un açık, güven dolu bakıştan birkaç saniye daha oyalandı Peri’nin yüzünde. "Eğer size Tann’nın şu kapının ardında ol­ duğunu, onu göremeyeceğinizi ama sesini duyabileceğinizi söylersem, Onun size ne demesini isterdiniz?” "Beni sevdiğini duymak isterdim” dedi Adam. "Evet, beni sevdiğini, benim de O nu sevdiğimi bildiğini” dedi Kimber.
{ "page": 282, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
285 “Sevgi...” Başkaları da benzer hisler dile getirdi. “Bana hak verdiğini. O’nun hakkındaki bütün bu konuş­ maların deli saçması olduğunu bildiğini duysam fena olmaz­ dı” dedi Kevin. “İyi de Tann’nın sana bunu söyleyebilmesi için evvela var olması gerekir” dedi Avi. “Kendi kendinle çelişiyorsun.” Kevin’in suratı asıldı. “Ben yalnızca sizin şapşal oyununu­ za katıldım.” Şimdi sıra Mona’daydı. “Ben Allah’tan, cennetin gerçek ol­ duğunu ve iyi insanların orada olacağını, sevgi ve barışın ye­ şereceğini işitmek isterdim.” Azur Peri’ye döndü; hem de öyle hızlı döndü ki Peri bakış­ larım kaçıramadı. “Peki ya sen Peri? Tann’nm sana, bizzat sana ne demesi­ ni isterdin?” “Benden özür dilemesini isterdim” dedi Peri. Kendi cevabı­ na kendisi de şaşırmıştı. “Özür dilemesini mi?” dedi Azur. “Ne için?” “Bütün adaletsizlikler, haksızlıklar için...” diye yanıtladı Peri. Dışarıda, meşe ağacının yapraklarından biri rüzgârda son kez süzülüp yere düştü. İçeride herkes öyle dikkat kesilmişti ki sessizlik elle tutulacak gibiydi. Azur dedi ki, “Gördüğünüz gibi, bugünkü tartışmamızda iki farklı Tann algısı belirdi. Tabu ateist olduğu halde oyunu­ muza katılan Kevin’e teşekkür ediyoruz. Neydi bu iki yakla­ şım: Birincisi Tann’yı sevgiyle ilişkilendiriyor. Tann’yı arar­ ken sevgi anyor. Sonra bir de Peri’nin tarzı var. Adalet arı­ yor. Adalet bulamayınca kızıyor.” Azur'un ses tonu sertleşti. “Lâkin adalet, karmaşık bir ke­ limedir. Kime göre adalet, neye göre? Dünya tarihinin en ka­ tı bağnazlan, fanatikleri, kendi kafalanndaki ‘adalet’ uğruna en ağır adaletsizlikleri işlemişlerdir.”
{ "page": 283, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
286 Peri yutkundu. Azur’a kalbini açmıştı, o ise şimdi tüm spotları Peri’ye çevirmiş, onu neredeyse potansiyel yobazlıkla suçluyordu. Babasımn kızıydı o, her şey olurdu da yobaz ola­ mazdı! Azur bu sessiz protestoların hiçbirini duyamazdı. Parma­ ğıyla Peri’yi işaret etti. aO çok yücelttiğin ‘adalet’ konusunda dikkatli olsan iyi edersin. Senin gibi düşünenler dünyanın çi­ visini çıkardı, baksana.” Seminer birazdan sonlandı. Peri son birkaç dakikayı duy­ madı. Aklı başka yerdeydi, başı zonkluyordu. Ne kadar incin­ diğini belli etmekten korktuğu için ne hareket edebiliyor, ne kimselere bakabiliyordu. Azur dahil herkes çıktıktan sonra, sınıfta Mona’yla baş başa buldu kendini. “Hey üzülme” dedi Mona, elini Peri’nin omzuna koyarak. “Biliyorum, sana kaba davrandı. Boş ver profesörü, takma, gerçekten.” Peri gözlerinin dolduğunu hissederek başını önüne eğdi. “Şirin hep onun ne kadar müthiş olduğunu anlatır. Ama o ka­ dar...” “Tepeden bakıyor bazen” dedi Mona. Beraber dışan çıktılar. “Dersi bırak istersen” dedi Mona. “Canını sıkıyorsa.” “Evet” dedi Peri burnunu çekerek. “Galiba öyle yapacağım.” * * * Ertesi sabah Peri bir not daha buldu şahsi posta kutusunda. Peri’ye, Emily Dickinson ve Ömer Hayyam okuyan, her şeyi ciddiye alan kıza... başkalarından ziyade kendiyle uğraşan, kendi ken­ dinin en acımasız eleştirmeni olan kıza... herkesten gereksiz ye­ re özür dileyip dururken, içten içe Tann’dan özür bekleyen kıza...
{ "page": 284, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
287 Muhtemelen benim korkunç biri olduğumu düşünüyorsun, hatta belki de seminerimi bırakmayı planlıyorsun. Eğer şim­ di vazgeçersen hakkımdaki şüphelerinde haklı olup olmadığını öğrenemeyeceksin. Sırf hakikati arama arzusu bile yetmez mi seni daha sebatkâr kılmaya? Şakalarımı, zorlamalarımı mazur gör, yola devam et Peri; kendini tanımak, kendini parçalamayı göze almak demektir. Önce a ben*i parçalara ayırırız. Sonra aynı parçalarla yeni, yepyeni bir benlik inşa ederiz. Vazgeçme! Peri notu cebine koyup spor ayakkabılarını giydi, koşuya çıktı. Derin soluklar alarak eşofman üstünün fermuarını çe­ nesine kadar çekti. Nemli toprağın ve sonbaharın rayihaları­ nı taşıyan sabah havasını yararak ilerlerken şöyle ağız dolu­ su bir küiıir savurdu Azuı'a; o keskin sözcüklerin her biri tuz tanesi gibi kaydı dilinde. Daha önce hayatında kimseye küf- retmemişti - hoşuna gitti. Ne kadar hafif hissediyordu insan kendini “hiç yapmam” sandığı bir şeyi yapmayı göze aldığında. Esen rüzgârda pro­ fesöre küfürler savura savura koştu, koştu, koştu.
{ "page": 285, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
Telesekreter İstanbul, 2016 K onuklar m edyum un içeri girm esini beklerken heyecanlı b ir sessizlik düştü m asaya. E v sahibesinin çınlayan sesiyle adam ı karşılayışım duyabiliyorlardı açık kapıdan. “Ah nerelerdesin? Gözümüz yollarda kaldı.” “TVafik! Tam bir kâbus” deyiverdi, genizden bir erkek sesi. "B ilm ez m iyiz” dedi işk ad ım . "G el şekerim , içerid e seni görm ek için yanıp tutuşan insanlar var.” B irkaç saniye sonra, üzerinde koyu renk pantolon, beyaz göm lek ve başka bir çağa aitm iş gibi duran, altın rengi ve su y eşili şal desenli brokardan b ir yelekle belirdi medyum. Yer yer hafifçe uzam ış sakalı partiye gelirken yolda serpilm iş gi­ b i görünüyordu. Küçük ve birbirine yakın gözleri, ince ve siv­ ri b ir burunla vurgulanan k öşeli yüzü ve sanki sonradan ha­ tırlanıp eklenm iş gibi duran çenesiyle av arayan sinsi b ir til­ kiyi andırıyordu. "N e çok konuk va rm ış!” d ed i adam içeri girer girm ez. "E ğer hepiniz geleceğinizi okutm ak istiyorsanız, valla burada kamp kurmam gerekecek.” "Ay ne güzel, bizim eve yerleşirsin olur biter” dedi işkadım . “Yalnızca hanımlar ilgilen iyor” dedi işadam ı oturduğu kö­ şeden. Ona kalsa h içbir şey başkalarının fallarım dinlem ek kadar sıkıcı olam azdı. Zaten o insanın kendi geleceğini ken­ d isin in şek illen direceğin e in an ırd ı. K an sı saçm alık lan yla m eşgulken, o da banka CEO’suyla baş başa konuşm ak isti­
{ "page": 286, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
289 yordu aslında. Canım sıkan bir m esele vardı. “H anım lar siz neden şöyle kanepelere geçm iyorsunuz? O rada daha rahat edersiniz" önerisinde bulundu. İşkadım , medyum ile kadınlan deri kanepelere doğru yön­ lendirdi. H izm etçiye işaret etti. “Yeni konuğum uza bir..." “Sıcak su yeterli" dedi medyum. “B ir içki alm az m ısın? Vallahi darılın ın ." “ V azifem i b itirin ce " d ed i m edyum k en din den em in b ir edayla. Bu arada erkekler odanın öbür köşesine, b ir sanat ensta- lasyonunun -du dakları rujlu ve başı fesli, dev bir prehistorik balık h eyk elin in - altına toplaşm ışlardı. N ihayet sosyetik ha­ nım lardan kurtulduklan için artık gönül rahatlığıyla küfre­ debilir, purolarının dumanını kaygısızca üfleyebilirlerdi. İşa­ dam ı aynı hizm etçiye işaret etti. “E vladım , bize konyak-ba- dem getir." H erkesle birlik te m asadan kalkan P eri salonun ortasında oyalandı. Bu tip durum larda hep olduğu gib i kendini arada kalmış hissediyordu. İstanbul’daki sosyal toplantılarda sıkça yaşanan bu cin siyet ayrışm asını sevm iyordu. M uhafazakâr ortam larda bu ayrışm a o dereceye varırdı k i, evin farklı bö­ lüm lerine alınan erkeklerle kadınlar bütün akşam ı birim le­ riyle tek kelim e konuşmadan geçirebilirlerdi. Ç iftler mekâna vardıklarında birbirlerinden ayrılır, gecenin sonunda kapı­ dan çıkarken yeniden bir araya gelirlerdi. Liberal çevreler de tam olarak m u af değildi bu anlam sız uygulam adan. Yemek­ ten sonra, kadınlar birbirlerinin tesellisine ve tem inatına ih­ tiyaç duyarcasına b ir köşede toplanırlardı. Ç eşitli konularda çene çalarlardı: vitam inler, glûtensiz tarifler; çocuklar ve yaz oku lları; pilates, yoga, fitn ess; kam uya m alum skandallar... Ünlülerden «anki ahbaplarıym ış gibi, ahbaplanndansa sanki ünlüym üşler gibi söz ederlerdi. P eri’ye gelince, o, her ne kadar kon u lan daha iç karartıcı
{ "page": 287, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
290 olsa da erkek m uhabbetini kadınlarınkini tercih ederdi ekse­ riya. Eskiden hiç düşünm eden gidip erkeklere katılır, o sıra­ da hangi konuda laklak ediyorlarsa, dahil oluverirdi: ekono­ m i, siyaset, futbol... E rkekler onu da y a n kendilerinden sa­ yar, varlığından rahatsız olm azlardı. İh b ii o varken asla ko­ nuşm adıktan b ir husus va rd ı: seks. B u arada P eri’ nin bu davranışı diğer kadınların dikkatini çeker, sinirine dokunur­ du. H atta bazı kadınların, onun kocalarının yanında oturm a­ sından rah atsızlık duyduğunu şaşırarak fark etm işti P eri. Zam anla bu küçük isyanım terk etm işti — terk ettiği nice is ­ yan gibi. Oysa şu anda ne erkekler ne kadınlar arasında olm ak is­ tiyordu; tek istediği yalnız kalm aktı. Iferasa çıktı. D enizden yükselen serin m eltem le ürperdi. Yosun kokusu geldi burnu­ na. Boğaz’ın karşısında, A nadolu yakasında, gökyüzü m avi­ nin en koyu tonuna bürünm üştü. İncecik tülbent parçaları­ nı çağrıştıran h a fif bir sis yükseliyordu sulardan. U zaklarda bir tekne sefere çıkm aya hazırlanıyordu. B alıkçıları düşündü Peri; avlarım ürkütm em ek için seslerini kısm ış, gözlerini n - zık lan n ı çıkardıkları denize dikm iş, sert bakışlı, ketum ba­ lıkçıları. Bir yanı o teknede, o sükûnetin içinde olm ayı istedi. Tam o sırada, Peri’nin istek leriyle dalga geçer gibi, Avru­ pa yakasında bir yerlerde polis sirenleri delip geçti havayı. O orada durmuş m anzarayı seyrederken, şehr-i şehrin bir yer­ lerinde b in leri dövülm üş, b ilile ri tartaklanm ış, birileri teca­ vüze uğram ıştı... hepsi b ir an içinde. Ve evet — tam bu a n d a - birileri de âşık oluyordu. Sol avucunda kocasının telefon u vardı. Ş irin le konuşm a­ yalı y ılla r olm uştu. N um arası değişm iş olabilird i. N um ara doğru bile olsa Ş irin’in onunla konuşm ak isteyeceğin in ga­ rantisi yoktu. Ama denem eli, ne olursa olsun vazgeçm em eliy­ di. M adem ki açm ıştı bu akşam geçm işin kutusunu, içinden çıkanlarla yüzleşm eliydi.
{ "page": 288, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
291 Telefonu kurcalarken kişiler listesin i taradı. Başparm ağı, tam dık b ir ism in üstünde durakladı: M ensur. Yanında “ Ba­ ba* yazıyordu. Ne tuhaftı halbuki düşününce. M ensur nasıl Adnan’ın babası olabilirdi ki sırf Adnan Peri’yle evlendi diye? E vlilik ritü elleri - eşinin ebeveyni otom atik olarak senin de annen baban oluyordu; sanki bir başkasının senebesene b i­ riktirdiği sevgiler, hüsranlar, gücenmeler, sürtüşm eler... hep­ si bir günde ve bir im zayla başkasına aktarılabilirm iş gibi. Ne kadar yapay, zorlam aydı evlilik dinam ikleri. Dem ek kocası, ani ölüm ünden sonra M ensur’un adım sil- m em işti telefonundan. B elki de yaşlanm anın ilk em aresiydi bu - vefat etm iş dost ve akrabaları adres defterinden silm e­ yerek sanal varoluşlarım devam ettirm elerine izin verm ek. Belki silm eye kıyam adığım ızdan, belki de gün gelip bizim de isim ve num aralarım ızın silin ecek ler arasına ek len eceğin i bildiğim izden. Çarçabuk annesinden aldığı num arayı tuşladı Peri. Bekle­ di, tüm uluslararası görüşm elerden önce yaşanan o kısacık boşluk. “Peri, geliyor musun?* diye bir ses yükseldi. Telefonu kulağına bastırarak arkasına döndü. Adnan, elin­ de bir su bardağıyla kapının çerçevesine yaslanarak başını uzatm ıştı. B abasının aksine kocasının içk ici olm adığını ve asla da olm ayacağım bilm ek Peri’yi memnun etse de doğru­ su bazen Adnan’ın dağıtm asını, kontrolü kaybetm esini isti­ yordu. “Herkes nerede olduğunu merak ediyor” dedi Adnan. Tam o sırad a, ü lkeler ve den izler ötesin de, İn giltere’de, m uhtemelen bundan çok farklı bir evde telefon çalm aya baş­ ladı. “Hemen geliyorum* dedi Peri. Yüzü hafifçe gölgelenen Adnan başım salladı. “Peki canım . Gecikme.*
{ "page": 289, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
292 P eri kocasının dönüp, şam ata ve neşesi artm ışa benzeyen konuklara doğru yürüm esini seyretti. Saydı: Bir, iki, üç... B ir tık. Şirin’in sesini duymaya hazırlanırken kalbi duracakm ış gibi oldu. Onun sesiydi gerçekten, ama soğuk ve mekanik bir versiyonu. Telesekreter. “M erhaba, Ş irin’in telefonunu aradınız. M aalesef şu an­ da evde değilim . Eğer bana güzel şeyler söyleyecekseniz, lüt­ fen sinyal sesinden sonra adınızı ve numaranızı bırakın. Yok, eğer tatsız şeyler söyleyecekseniz, sinyal sesinden önce konu­ şun ki hiç duymayayım. Ha ha! B ir daha da aramayın!* A nında kapattı P eri. T elesekreterlerden ve o sahte cana yakınlıklarından nefret ederdi. Ama hem en yeniden tuşladı num arayı. Bu kez mesqj bıraktı. “Selam Şirin... Benim, Peri.” Sesindeki güçsüzlükten hoşlanm adı. “Benim le konuşm ak is­ tem iyor olabilirsin, seni suçlayamam . Y ıllar geçti...” Yutkun­ du, ağzı tebeşir kadar kuruydu. “A zu rla konuşm am gerek. B eni affedip affetm ediğini ondan duymalıyım.” B ir bip sesi duyuldu. Telefon kapandı. P eri, ağzından dökülen sözcükleri hazm etm eye çalışarak, öylece durdu kıpırdam adan. Nedense hafiflem iş hissediyor­ du kendini. K aygılardan, k eşk elerden , bastırılm ış arzular­ dan m üteşekkil b ir orkestra değildi zihni artık. Yapacağını yapm ıştı. Şirin’i aram ıştı. Sonucu ne olursa olsun, göğüs ger­ m eye hazırdı. G eceyi hissetti; dışında ya da etrafında değil, içinde, bağrında. Göğsünde büyüyor, ciğerlerinde yanıyor, da­ m arlarında dolaşıyordu gece. İnsanın uzun zam andır taşıdı­ ğı b ir korkuyla yüzleşm esi kadar harikulade bir h afiflik h is­ si yoktu.
{ "page": 290, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
Limuzin Oxford, 2001 Şirin tekerlekli bir bavulu çekerek Peri’nin odasına daldı. N oel tatili için ailesini görm eye Londra’ya dönüyordu. Her­ kes evine gidiyordu; öğrenciler, hocalar, okul çalışanları. Dö­ nem için ayırdığı bütçeyi epeyce aştığı için bilet alam am ıştı Peri. Mecburen tatili Oxford’da geçirecek ti "Benim le gelm ek istem ediğine em in m isin?” diye sordu Şi­ rin, belki de onuncu kere. "Tabii ki. Gayet iyiyim burada, meraklanm a” dedi Peri. A slında tam da "burada” olm ayacaktı. O xford’da öğrenci­ lerin tatillerde odalarım boşaltm aları gerekiyordu, çünkü b i­ nalar konferans katılım cılarına tahsis ediliyordu. Peri gibi okulda kalm ak durumunda olanlar için geçici altern atif yer­ ler ayarlanıyordu okul taralından. Şirin, Peri’ye doğru bir adım atarak gözlerinin içine baktı. "Bak Farecik, ben ciddiyim. Eğer fikrini değiştirirsen ara. An­ nem seninle tanışmak istiyor. Arkadaşlarım bize kalmaya gel­ diklerinde çok m utlu olur, rahat rahat beni şikâyet edip, ço­ cukluğumu filan anlatacak ya. Felaket bir aileyiz, birbirim izi çiğ çiğ yeriz ama aile dışındakilere nazik davranırız, em in ol. Seni iyi ağırlarız.” "Teşekkür ederim. Çok yalnız hissedersem ararım , söz” de­ di Peri. "Pekâlâ. Unutma, döndüğümde yurttan taşm ıyoruz. Kendi evim izi tutma zamanımız geldi artık.”
{ "page": 291, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
294 P eri, Şirin’in bu fik ri unutm asını bekliyordu, ama b elli ki unutm am ıştı. İran asıllı kız tutturm uştu taşınalım diye. Sa­ yısız Oxford öğrencisi aynı yollardan geçiyordu aslında: Baş­ langıçta, yaşam ın nispeten daha kolay olduğu yurt hayatının sam im i kucağına sığm ıyor; zam anla b u hayatı boğucu bula­ rak kafa dengi arkadaşlarıyla ev tutm ak üzere yurttan ayrı­ lıyorlardı. Zaten yurtlarda herkese yetecek kadar oda olm a­ dığından bir müddet sonra öğrencilerin ayrılm ası norm al ka­ bul ediliyordu. Şu ana dek Şirin ne zaman bu konuyu açsa P eri kibar ama k esin b ir tavırla reddetm işti. Am a Ş irin k eçi gün in atçıydı. E m lakçılan geziyor, bulduğu evlerin, dairelerin fotoğraflarını P eriy le paylaşıyordu. "M addi açıdan dert edecek b ir şey yok” diyordu. Kirayı kendisi karşılayacaktı. Yalnızlıktan nefret etr tiğ i ve asla tek başm a eve çıkam ayacağı için Pferi ona iy ilik etm iş olacaktı teklifini kabul ederse. Yani kendini borçlu his­ setm esi için bir sebep yoktu. "B ir düşüneyim " dedi P eri ikircikli. “D üşünecek b ir şey yok. Yurt hayatı acem ilere göre. Eve çıkm ayı göze alam ayan ürkekler burada kahr b ir tek , b ir de inek tipler." "Ya da parası olm ayanlar." "Para m ı?" dedi Şirin, nahoş b ir kelim e duym uşçasına su­ ratım ekşiterek. "Takma sen kafana. O konuyu bana bırak." Zamanla ortaya çıkm ıştı k i Ş irin in ailesi hayli varhkhydı. E vet, İran’dan kaçm ışlardı ama m al m ülkten yana m km tılan olm am ıştı. Peri’den tek beklenen, giysileriyle kitaplarım b ir­ kaç kutuya doldurup bu yeni m aceraya atılm ağıydı. "P ekâlâ tatlım , gitm em gerek " dedi Ş irin. P e riy i b ir par­ füm bulutuna sararak ik i yanağından öptü . "M utlu y ılla r! 2002 için sabırsızlanıyorum ! H ayatım ızın en güzel y ıh olacak gibi b ir his var içim de." Peri masanın üstündeki su şişesini alarak arkadaşım ana
{ "page": 292, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
2 95 g irişe kadar geçird i. K apı görevlisi h a zır olda bekliyordu. Adam cağız butun öğrencileri ismen tanıyordu. "İyi tatiller Şi­ rin, seneye görüşürüz* dedi neşeyle ve ekledi: “Sana da Peri.* Peri’y i selam larken adamın sesi daha da şefkatli çıkm ıştı. M uhtem elen üzülüyordu onun için. E ve gitm eyen tek öğren­ ciydi ne de d s a . D ışan da sürücüsüyle bekleyen kuzguni siyah b ir lim uzin vardı. Şirin, ayaklarında yüksek topuklu ayakkabıları, arka­ sında pem be bavuluyla, çakıl taşlarının üstünde hafifçe sen­ deleyerek yürüdü. Onu izlerken Peri k an şık h isler içindeydi. Ş irin le aynı evi paylaşırsa arkadaşının güçlü karakteri karşı­ sında hissettiği rahatsızlık daha da artabilirdi. Bu b ir riskti. A ynca Şirin’e -y a da herhangi başka b irin e - borçlu kalm ak istem iyordu. Ö te yandan er ya da geç yu rttan aynlm ası ge­ rekecekti. H em , kendi evleri olm ası m uhteşem olm az m ıydı? A raba uzaklaşırken Peri arkasından su döktü; Su gib i git, su g ib i g el arkadaşım .
{ "page": 293, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
Kar tanesi Oxförd, 2001 Y ılbaşı bütün coşkusuyla geldi O ıford ’a. İstanbul’da göre- ce daha sakin ve sönük yen i y ıl kutlam alarına alışkın olan Peri, hayret ve ilgiyle gözlem ledi teferruatlı hazırlıkları - pı­ rıltılı ışık taklarıyla süslenen sokaklar, dükkân vitrinlerin i dolduran k ed iyd ik eşyalar, karanlıkta ateşböoekleri gibi par­ layan fenerleriyle N oel ilah ileri söyleyen korolar. Bunca tan­ tanaya rağm en, öğren ciler olm ayınca Oxford durgunlaşm ış- tı sanki. Y ılbaşı zamanı burada yalnız olm ak zordu. Peri gibi norm alde yalnızlığı dert edinm eyen biri için bile. H er gün tek başına, sadece üç m asası olan ufacık salaş bir Çin lokanta­ sında kam ını doyurdu. Yem ekler genelde güzeldi ama arada bir bozuk bir tat yakalıyordu. Belki de aşçı manik depresifti; ruh halindeki savrulm alar yem eklere de yansıyordu. K itapçıdaki yan-zam anlı işine geri dönmüştü. Dükkân sa­ hipleri m üşteri çekm ek için vitrin i yeniden düzenlem esini is­ tediler. “Ç ılgın bir N oel ağacına ne dersiniz? Yasak kitaplarla süs­ lenm iş9 dedi PerL Tıpkı m eyveleri yasaklanan B ilgi Ağacı gi­ b i, onların ağacı da dünyanın bilum um köşelerinde sansüre uğrayan eserleri taşıyacaktı dallarında. “Harika!9 dedi dükkân sahipleri. Ibptan ona devrettiler bu görevi. B öylece Peri vitrin in orta yerin e güm üşi bir ağaç kurdu. Dallarına kitaplar astı: A lis H arikalar Diyarında, 1984, Mad•
{ "page": 294, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
297 de 22, Cesur Yeni Dünya, Lady Chatterley’in Âşığı, Lolita, Çıp­ lak Şölen, H ayvanlar Ç iftliği ... Kafka, B ertolt Brecht, Stefan Zw eig, Jack London, Ömer Hayyam, Nâzım H ikm et, Fatüna M ernissi... H er yere fosforlu kartlar serpiştirdi: “Yasaklandı”, “Sansürlendi”, “Yargılandı”, “Yakıldı.” Yalnızca Türkiye'de ya­ saklanm ış kitaplar listesi bile o kadar uzundu ki, bir orm anı kaplardı herhalde. Seneler evvelki bir yılbaşına gitti aklı: O n-on bir yaşında olm alıydı. Babası M ensur tutup koca bir N oel ağacı getirm iş­ ti eve. Dükkân ve süperm arketlerde süslem eler göze çarpsa da, m ahalledeki ailelerin hiçbirinde böyle b ir ağaç yoktu. A ğaç, kapıdan kurulacağı köşeye taşınana kadar, tıpkı yu­ vasına dönüş yolunu bulm ak için yola ekm ek kırın tıları dö­ ken m asal kahram anı gibi, plastik iğn elerin i saçtı yerlere. M ensurla Peri büyük bir gayret ve ciddiyetle süslediler ağacı - yaldızlı şeritler, sim li toplarla. Asacak ıv ır zıvırla n kalm a­ yınca kendi süslerini yaptılar: boyanm ış cevizler ve kozalak­ lar, şişe kapaklan, m antardan hayvanlar. U cuz ve uyumsuz duruyordu ağaç ama sevm işlerdi gene de. Akşam a doğru alışverişten dönen Selm a salonun orta ye­ rinde bunu görünce surat astı. “Ne gerek vardı böyle b ir şe­ ye?” “Aa, yeni y ıl geliyor ya” dedi M ensur, olu r ya belki k an sı- nın haberi yoktur diye. “H ıristiyan geleneği bu” dedi Selm a. “M üslüm anlar böyle şeyler yapm az.” “H oppala. İk i tane süs astık diye dinden m i çıkarız? B ir dam la keyfe hakkım ız yok mu?” M ensur gözlerin i devirdi. “B ir ağaç süsledim diye Tann bizi terk m i edecek?” “K endini (Tna sevdirm ek için hiçbir gayret gösterm iyorsun ki bey, A llah neden sevsin seni? Nereni beğensin?” Peri başım yere eğdi. Kendini suçlu hissetti. Babası, bu ça­ m ı onu sevindirm ek için alm ıştı. H avadaki gerginlikten ken­
{ "page": 295, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
298 dini sorum lu hissetti. İşleri düzeltm enin bir yolunu bulm ak zorundaydı. Akim a b ir fik ir geldi! O gece uyumayıp herkesin yatm asını bekledi çocuk; planım eylem e geçirm ek için gölge gibi sessizce süzüldü. E rtesi sabah N atban toğu llan salona girdiklerin de k ar­ şıla rın d a esraren giz şek ilde süslenm iş b ir ağaç buldular. Selma’m n tespihleri, porselen atlan, ince ince kesilip kurdele yapılm ış ipek eşarplan sarkıyordu dallardan. Ağacın tepesin­ de m inik bir cami tablosu vardı, yaranda da dikkatlice denge­ lenm iş dualar, hadis kitabı. “Bak, gördün m ü, H ıristiyan değil artık9 dedi Peri ışıl ışıl b ir gülüm sem eyle. “M üslüm an yaptım ağacım ızı. Sevdin mi annecim ?” Selm a donakaldı. N e diyeceğini bilem edi. Belki de b ir şey söyleyecek ti. Am a ark alan n d a dikilen ve h ayretle k ızın ın yaptığı abideyi inceleyen M ensur aniden kıkırdam aya başla­ dı. K ocasının kendisiyle alay ettiğini zanneden Selm a alındı, h ızla ve hışım la odadan çık tı. Anne babasını m utlu etm eye çalışan Pericik ortada kalakaldı. Aradan seneler geçm işti. Am a hâlâ bilm iyordu Peri, o gün çocuk kafasıyla kurduğu “tslam i Noel Ağacı9 hakkında anne­ sinin ne düşündüğünü. * * * Y ılbaşından bir gün önce, Peri yine kitapçıda çalışıyordu. K em iklerini ısıtm ak için orada bulunan yaşlı b ir kadından başka m üşteri yoktu. Dükkân sahipleri bir arkadaşlarını zi­ yarete gitm işlerdi; diğer çalışanlar da izinliydi. Peri rafların tozunu alıp kahve yaptı, yerleri süpürdü, m in­ derleri düzeltti, stoklan kontrol etti. Giderek daha da çok sev­ diği bu m ekânda huzurluydu. İşleri bitince Azur\ın kitapla- nndan birini alıp, bir koltuğa kıvrıldı. Profesörün bütün eser­
{ "page": 296, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
29 9 lerini bulm uştu burada - dikkat çekici başlıkları ve geom et­ rik desenli şöm izleriyle tam dokuz kitap. Rakamlara bakılırsa satışları çok iyiydi. Şu anda okuduğu, A zurtın erken dönem eserlerinden biriydi: Zihni K anşık Olanlara Rehber. P eri’nin karşısın daki koltukta otu ran ya şlı kadın gözle­ rin i kapadı, başı yana kaykıldı. Çok geçm eden uyuyakaldı. Peri b ir battaniye bulup nazikçe üstünü örttü. Anadolu çam ­ larından dam layan reçine gib i zam k halinde uzayıp yavaş­ lad ı zam an. E trafı okum ak istediği bunca kitapla sa n lı ve elinde A zuı'un ya zıla n varken, kendini yıllardır hissetm edi­ ği kadar m utlu h issetti P eri. E vet, profesöre hâlâ kızgın d ı ama kitaplarına küsem ezdi. Ve dersi bırakm am ıştı. Bıraka- m am ıştı. K itaptan ancak b ir bölüm okuyup b itirm işti k i, dükkân kapısı pirinç çanın şın gırtılan yla açıldı. Beraberinde buz g i­ bi, sert bir rüzgârla b ir adam içeri girdi: P rofesör A zuı'un ta kendisi! Uzun paltosu abanoz rengi, atkısı ise B udist keşiş­ leri kıskandıracak kadar koyu bir safran rengiydi. Şıklığım , asi buklelerini zor zapt eden b ir fötr şapka tamam lıyordu. “G irebilir m iyiz?” diye seslendi içeriye doğru. Peri yerinden ok gibi Cırladı. İblaştan ayağı takıldı, az kal­ sın düşüyordu. K apıya yaklaşınca A zur’un neden çoğul ko­ nuştuğunu anladı. Profesörün yam nda sivri burunlu, siyah- beyaz, uzun tüylü C ollie cinsi bir köpek vardı. A zur şaşkınlıkla baktı. “M erhaba Peri. Bu ne sürpriz. Ne arıyorsun burada?" “K itapçıda çalışıyorum yan-zam anlı olarak." “Şahane! Peki, Spinoza’yı ne yapayım ?" “Pardon?" “Köpeğim i” dedi Azur. “D ışarısı fazla soğuk da." “Z aran yok, içeri getirebilirsin iz. S pinoza... kapıya yakın bir yerde sizi beklese?" Am a P rofesör Azur, arkasında köpeğiyle çoktan içeri gir­
{ "page": 297, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
300 m işti bile. H er ik isi de başlan ın kaldırm ış dik yürüyorlardı, iki M ısır hiyeroglifi gibi. “E peydir gelm em iştim buraya” dedi A zur etrafı süzerek. “D eğişm iş. Eskisinden daha büyük görünüyor - ve daha ay­ dınlık.” “Y eniden dü zen ledik, esk i m ob ilya la n a ttık ” dedi P eri. Spinoza’nın etrafi koklayışım , sonra da en yum uşak m inderi bulup bir güzel yerleşm esini seyretti. Profesör Azur sesini kendine has şekilde yükseltip alçalta­ rak başka konuya geçm işti bile. “Vitrindeki Yasak Ağaca ba­ yıldım bu arada. M üthiş fikir.” P eri gülüm sedi. Azur'a bunun kendi tasarım ı ve çalışm ası olduğunu anlatm ak isterdi. Onun yerine aklına gelen ilk şeyi söyleyiverdi: “Aradığınız belli b ir kitap var m ıydı?” “Yok şu anda” dedi Azur. “Yayıncım gelip, okurlar için ye­ dek kitap im zalam am ı söyledi. Ben de söz verdim yaparım diye.” G özleri Peri’nin az önce oturduğu koltuğa kaydı. “Sen m i okuyorsun?” P eri ayaklarım yere sürttü huzursuzca. “E vet, daha yeni başladım .” A zur b ir yorum bekledi, am a Peri susuverdi; iletişim ku­ rabilecekleri dili henüz keşfetm em iş gibiydiler. Sonunda Peri m asayı işaret ederek “Otursanıza” dedi. “Ben de kitaplarınızı getireyim im zalam anız için.” Ne kadar da çok kopya vardı. Yedi eser stoktaydı, diğer ikisi de sipariş edilm işti. Her bir kitaptan on-on beş kopya olunca küçük bir kule inşa edecek kadar kitap çıkm ıştı. Profesör Azur bir sandalye çekti, paltosunu attı, bir dolm akalem çıkardı ve sebatla im zalam aya başladı. P eri hocasına bir kahve getirdi; sonra da onu çaktırmadan izleyebileceği bir köşeye çekildi. Y ığının yansına geldiği saman Azur durup soran gözlerini Peri’ye dikti. “Yeni yılı neden ailenle kutlam ıyorsun?” “G idem edim ” dedi P eri, sanki İstanbul hem en oracıkta,
{ "page": 298, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
301 kapının dışında bekliyorm uş gibi elin i savurarak. “Çok da dert değil, Noel o kadar önem li bir şey değil bizim için.” Uzun, içe işleyen bir bakış attı Azur. “T atili ailenle geçire- m ediğine üzülmüyorsun yani, öyle m i?0 “Onu dem ek istemedim. Sadece yılın bu dönem i H ıristiyan öğrenciler için daha önem li diyorum .0 D uraksadı. Yanlış bir şey m i söylem işti acaba? Sözcüklerini hep dikkatle seçerdi, buzda yürür gibi tem kinli ilerler, bastığı yüzeyi çatlatm ış m ı diye durup durup kontrol ederdi. Bu arada Azur dosdoğru baktı ona; ta için i görebiliyorm uş gibi tu h af bir ışıltı vardı gözlerinde. “Annenle baban dindar­ lar m ı?0 “Annem le küçük abim öyle0 dedi Peri. “Am a babam la bü­ yük abim pek değiller.0 “A h, nasıl bölünm üş0 dedi A zur ilgiyle. “D ur tahm in ede­ yim. Sen babana yakm am * Yutkundu Peri. “Şey... evet, doğru.0 Azur başım sallayarak kitaplarına geri döndü. “Pek, ya siz?0 diye sordu P eri, çekingen bir sesle. “A ileniz­ le mi kutluyorsunuz?* A zur duym am ış gibi kitaplarını im zalam aya devam etti. Bir an, Collie’nin soluklan, yaşlı m üşterinin horultulan, sar­ kaçlı saatin tik tak lan ve dolm akalem in kâğıdın üzerinde­ ki hışırtısından başka ses duyulm adı dükkânda. A zuı'un çe­ nesinin kasıldığını, gözlerinin dalgınlaştığını gözlem ledi Pe­ ri. Tüm bedeni, hatta varlığı daima hareket halindeydi sa n k i Profesörün yalım dayken ne geçm iş, ne gelecek vardı; yalnız­ ca şim diki zaman; o da daha şim diden uçup gidiyordu zaten. K ahvesinden bir yudum aldı Azur. “Benim ailem Spinoza artık.* A rtık. Bu kelim eyi söyleyiş şeklinden, P eri, dokunm am ası gereken bir sırra değdiğini hissetti. “Ö zür dilerim .* Dolm akalem durdu. “G el seninle bir anlaşma yapalım 0 de­
{ "page": 299, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
302 d i Azur. “Benden şu ana dek o kadar çok a f diledin k i, bun­ dan sonra, korkunç b ir şey bile yapsan özür duymak istem i­ yorum . Söz mü?" Y üreğinin göğüs kafesinde hızlandığım hissetti Peri. Öyle akitler vardır k i bu âlem de hiç yapm am ak daha yeğdir. Öyle de olsa tereddüt etm edi. “Söz." “G üzel!" Azur kitap yığınının hepsini imzalamış halde aya­ ğa kalktı. “Kahve için teşekkürler." “Ü stlerine etiket yapıştırırım " dedi Peri. “İm zalı kitap eti­ keti." “H arika" dedi Azur gülüm seyerek. Köpeğine döndü. “Hay­ di Spinoza!" U zun saçlı profesörle uzun tüylü C ollie, yıllar süren dost­ luğun m ükem m elleştirdiği b ir uyum la hareket ederek kapı­ ya yöneldiler. A zur kapı-koluna uzanırken duraksayıp dön­ dü, Peri’ye baktı. “Bak ne diyeceğim , birkaç eski arkadaş, bir ik i m eslektaş ve asistanla b ir araya gelip yem ek yiyeceğiz; asistanlardan biri akranın sayılır. Sevebilirsin. Yılbaşı gecesi yaln ız olm am alısın. İngiltere tu h a f yerdir. Kendini aynı an­ da hem özgür hem yalnız hissettirir insana. Bize katılm ak is­ te m lisin ?" P eri daha ne diyeceğini düşünem eden A zur not defterini çıkarıp b ir sayfa koparm ış, adresi ve yem eğin saatini yazm ış­ tı bile. “A l. B ir düşün, baskı altında hissetm e kendini. Canın ister­ se gel. H içbir şey getirm e. Ne çiçek, ne şarap, ne Türk loku­ mu; sadece kendini getir." K apıyı açıp d ışan çıktı. Kar yağm aya başlam ıştı. Taneler rüzgârda am açsızca dönüp duruyordu; gökten düşmek yerine döne döne yerden yükseliyorlarm ış gibi bir halleri vardı. Bir kar küresinin içindeki şehri andırıyordu Ozford. “H arikulade" diye m ırıldandı Azur. “Ç ok güzel" diye onayladı Peri kapıdan, sessizce. Sonra hiç
{ "page": 300, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
30 3 beklenm edik b ir şey yaptı. Saat geç, hava soğuk, A zur g it­ mek üzere, kendisi de üstünde kazağıyla kollarım göğsünde kavuşturm uş tir tir titrem ekte olduğu halde, birden A zuı'un kitabı hakkında konuşm aya başladı. Soluğu ağzından çıkar­ ken yoğunlaşıp buhar oluyordu, kendini tutam ıyordu: "Profesör, anlam adığım bir şey var. H ayatım ızın, sürebile­ ceğim iz sayısız olası hayatlardan sadece b iri olduğunu söy­ lüyorsunuz. Diyorsunuz ki derinden derine hepim iz bunu bi­ liyoruz. Yani m utlu evliliklerde ve başarılı kariyerlerde b i­ le her zaman bir kuşku var. Şüphe var. Başka b ir yol... baş­ ka yollar -ç o ğ u l- seçm iş olsaydık hayatımızın nasıl olacağım m erak ediyoruz. Kafam ızdaki Tann fikrinin de, b ir sürü ola­ sı Tann algısından sadece b iri olduğunu söylüyorsunuz. Ya­ ni İs te r teist, ister ateist olalım , T ann konusunda dogm atik davranm anın âlem i yok’ diyorsunuz.” "D oğru” dedi Azur, bakışlarını P eri’nin yüzünde gezdire­ rek. K ızın b ir anda kendini bu kadar iyi ifade ediverm esine şaşırm ıştı. "Am a bu dünyada, benim annem gibi dine sığınan, orada dayanm a gücü bulan bir sürü insan var. B ilhassa kadınlar. O nlar Tann’ya ulaşm ak için salt tek yol olduğuna ve bu y o­ lu da kendilerinin bildiğine inanıyorlar. Şim di bu insanlara, 'B aşka fik irlere de açık olun, kendi doğrularınızdan bu ka­ dar em in olm ayın’ dem enin anlam ı var m ı? Sahip oldukları yegâne korum ayı ellerinden mi alalım ? Tutunacağı bir in an a olm asa delirirdi annem.” "Araştırm adan, okumadan ezbere inanm ak; çoğulculuğun değerini anlam ayıp kendi görüşünü T ann’ya uzanan yegâne ya da en üstün yol sanmak yanılsam adır. M utlaklık ise zaaf­ tır” dedi Azur. "M utlak ateizm ya da m utlak dindarlık. Benim için, bunların ikisi de aynı derecede sorunlu. Benim görevim , inançsızlara bir doz inanç, inananlara ise b ir doz şüphecilik aşılamak. Huduttan bulandırmak. Kategorileri sorgulamak.”
{ "page": 301, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
304 “Ama neden?* A zu rW gözleri onu delip geçti. “Çünkü tektipçilik iy i bir şey değil de ondan. Tfektipçiliğin olduğu yerden ne felsefe çı­ kar, ne sanat.* B ir kar tanesi gelip şapkasına kondu, b ir di­ ğeri de saçm a. “Bak, dindarlar eleştirel düşünce ve sorgula­ m anın değerini anlam ıyor, bilim dünyasındaki pek çok aka­ dem isyen de in an cın in san lar için önem ini kavrayam ıyor. Bense yepyeni b ir dil peşindeyim . Bütün duyularım ın uyanık olm asını severim ; hani şu m üthiş ahtapot gibi. Felsefeyi, şii­ ri, sanatı, bilim i... harm anlayalım . İkilem leri kaldıralım . Ça­ ğım ızda kafayı kim likler ve k u rallar ve ayrım larla o kadar bozduk ki Tann felsefesinden uzaklaştık. Ya her şeyi yanlış anlıyorsak?* Ve söyleyecek başka bir şey kalmamışta. Azur elini kaldırdı veda etm ek için, Peri de başını salladı. Adam ve köpek, önle­ rinde uzanan karanlığa doğru yürüdüler. Peri m idesinde bir zayıflık, soluğunda bir düzensizlik hissetti; esrarengiz b ir şe­ yin kıyısında durm uştu. Hem heyecanlanıyor hem ürküyor- du. K öşeyi dönene kadar baktı arkalarından. Sıradan b ir an değildi bu. insan aşka teslim olduğu anı her zaman bilirdi.
{ "page": 302, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
Medyum İstanbul, 2016 H avadaki pahalı parfüm kokularına k an şan kahve, kon­ yak ve puro arom aları odaya döner dönm ez çarptı Peri’yi. Ak­ lı hâlâ Şirin’in telesekreterine bıraktığı m esajdayken, birkaç m etre ötesindeki m edyum u fark etti birden. Adam , yüzünde halinden hoşnut bir gülüm sem eyle, grotesk bir O ryantalist fantezideki sultan gibi, etrafi ona yaranm aya çalışan kadın­ larla sa n lı halde bir koltuğa oturm uştu. Kahve falına bakıl­ m asını sabırla bekleyen Am erikan fon yöneticisi de oradaydı. P eri, sosyal davranış kurallarım hiçe sayarak erkeklerin oluşturduğu çem bere yöneldi. Purolardan çıkan gri-m avi bir bulut tabakasının altındaki grubun ortasına, kocasının kar­ şısına yerleşti. Adnan elin i Peri’nin omzuna koyup hafifçe sıktı. “Sıkıldın m ı?” anlam ına gelen bir şifreydi bu aralarında. Peri de onun elini iki kez sıktı. “İyiyim ” demekti bu da. “Yazın bunu b ir kenara, Ortadoğu haritası yeniden çizile­ cek” diyordu m illiyetçi mimar o esnada. “Büyük projeleri var B atılı güçlerin.” “Ah, M üslüm anların refaha erm esini istem ezler zaten” di­ yerek lafa katıldı m uhafazakâr medya patronu. “E vet, am a Türkiye artık aynı Türkiye değil” dedi mimar. “U ysal kuzu değiliz. Avrupa’nın hasta adam ı hiç değiliz. B iz­ den o kadar korkuyorlar ki ortalığı karıştırm ak için yapm a­ yacakları şey yok.”
{ "page": 303, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
306 B elli k i m edya patronu da aynı fikirdeydi. "N asıl fesat çı­ karacaklarını b iliyorlar; görünm ez b ir el düğm eye basıyor, her şey yeniden alevleniyor, kan ve şiddet. H epim izin uyanık olm ası gerek.” E rkek k on u k lar dikkatle d in liyorlardı - k im isi başıyla onaylayarak, kim isi sessizce. Bu tarz konuşm aları ciddiye al­ mayan, kom plo teorilerinden hazzetm eyen Peri ayağa kalktı. Odanın karşı tarafına geçerek kadınların grubuna yaklaştı. Onu gören reklam cı kadın eğilip medyumun kulağına b ir şeyler fısıldadı hem en. Adam kaşlarım çatarak söylenenleri dinledi. Sonra başım kaldırıp Peri’ye baktı. "Konuğunuz bize neden katılm ıyor?” diye sordu medyum , kucağında P on p on la yakın ın da oturan işk adım n a. İltifa t duym aya ve ilg i görm eye alışm ış tüm insanlar gibi her kim onunla ilgilenm ezse ona takılm ıştı zih n i Yani Peri’ye. İşkadım hem en ayağa firladı. B ir eli Ponpon’un karnının altında, diğeriyle Peri’y i tutarak onu nazikçe ama kararlılık­ la şeref konuğuna doğru çekti. "P eriy le tanışm ış m ıydınız?” dedi işkadım , m edyum a. "O da sizin gibi geç kaldı bu akşam. G elirken yolda b ir kaza ge­ çirm iş.” "G eçm iş olsun. U cuz atlatm ışsınız anlaşılan” dedi adam , P erin in bandajlı eline bakarak. "Önem li b ir şey değil...” dedi Peri. "Bence bir hediyeyi hak etm işsiniz bunca badireden sonra. B ir bakayım geleceğinizde ne var...” Ayağa kalkarken göz kır­ parak ekledi: "Bedavaya.” Adam ın iki yanında oturm uş, sıralarının gelm esini bekle­ yen ik i konuk -ga zetecin in k ız arkadaşıyla reklam cı k a d ın - pek hoşlanm adılar bu işten. "Sizi m eşgul etm eyeyim . Bekleyenleriniz var” dedi Peri. "Am an estağfurullah, ben herkes için geldim buraya.” B ir şey söylem eyi planlam ış ama sonra kendine saklam aya ka­
{ "page": 304, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
307 rar verm iş gibi bir gülümseme yayıldı adamın yüzüne. “Gene de fala baktırmak filan istemiyorum” dedi Peri inatla. Güldü adam, ama gözlerine sert bir ışıltı yerleşti. “Bu işi yirm i beş yıldır yapıyorum . G eleceğini bilm ek istem eyen bir kadınla tanışm adım henüz.” “Peki ya geçm işi?” dedi reklam cı kadın, fırsattan istifade. “Pek inanm am böyle şeylere” dedi Peri ani bir cesaretle. “Sevmem de.” “Anlıyorum ” dedi adam ve elini uzattı. “Gene de memnun oldum tanıştığım ıza.” Boş bulunan Peri neredeyse refleks olarak uzattı elini. To­ kalaşmak yerine onu bileğinden yakaladı medyum, tuttu bir­ kaç saniye. A ralarında b ir şey geçti sanki - b ir iğnelenm e hissi, onlarca iğne aynı anda batmış gibi. “Şarlatanlara inanm ayın” dedi adam . “Am a hakiki m ed­ yum lara güvenin.” “Ay, medyumumuz en iyisidir, diğerlerine benzem ez” diye doğruladı işkadım . “Belki başka bir zaman” dedi Peri, elini geri çekerek. Daha bir adım uzaklaşm ıştı ki m edyum un sesi yetişti ar­ kasından. “Birini özlüyorsun.” Peri omzunun üstünden adama baktı. “Ne dediniz?” Adam daha yakına geldi. “Sevdiğin birini. K aybettiğin bi- ♦ % nnnı. Peri hızla toparladı kendini. “H erhalde aynı şey, dünyada­ ki kadınların ve erkeklerin yan sı için geçerlidir.” Sesinde sahte bir neşeyle kahkaha attı medyum. “Bu fark­ lı am a.” Farkında olm adan k ollan n ı göğsünün üstünde kavuştur­ du Peri; bu adamla daha fazla temas kurmamaya kararlıydı. “Bu kişinin ism inin ilk harfini görebiliyorum ” dedi m ed­ yum, bir sır verecekm iş gibi sesini alçaltarak ama yine de bü­ tün kadm lann duyabileceği şekilde. “A harfi.”
{ "page": 305, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
308 “E rkek isim lerin in çoğu A’y la başlar'* dedi P eri. “Bütün dünyada.9 “H ım m . N e yapacağım b iliy o r m usunuz? S izi h erkesin “Kızım koş!9 diye seslendi işkadım cıvıldar gibi. “B ize bir kalem getir, acele et!9 R eklam a kadın hınzırca atıldı: “Madem eski hikâye, biz de duysaydık.9 “E sk i oldu ğu n u kim söy led i?9 ded i m edyum , g özlerin i P e rf den ayırmadan. “Canlı bu, taze, nefes ahyor. Geçm işi bu­ günde yaşıyor.9 İçinde fırtınalar kopsa da, sakin durmayı başardı Peri. M istediği, medyumun onu rahat bırakm ağıydı. Sadece o da de­ ğ il, bütün bu kadınlar ve bütün bu erkekler ve bitm eyen kao­ suyla bu devasa şehir... hepsinden uzak durmak istiyordu şu an. H izm etçi, elinde istenen cisim le, o kadar hızlıca belirdi k i, gören de bu anı beklediğini sanırdı. Medyum gösterişli bir ta­ v ırla , peçeteyi kıvırarak diğerlerin in görem eyeceği şekilde için e b ir şeyler karaladı. “Hediyem olsun9 dedi Peri’ye verirken. “Peki, sağ olun.9 Gene teşekkür etm işti gereksiz yere. A zuı'un teorisini hak­ lı çıkarm ak istercesine. Kadınlardan ayrıldı, terasa çıktı. De­ nize baktı. B alıkçı teknesi çoktan gitm işti. M otorunu bağır­ tarak b ir araba geçti yoldan, açık cam larından bangır ban­ g ır m üzik saçarak. Kim gecenin bu kör saatinde, böyle yük­ sek perdeden m üzik çalardı? N asıl b ir erkek (hep erkek olur­ du zira bunu yapan sürücüler)? B ir insanın geceye ve uyuyan şehre m eydan okum ak istercesin e, yabancı dilde b ir şarkıyı k işisel m arşıym ış gün sonuna kadar açarak, boş yollarda h ız yapm asına sebep olan neydi acaba? M edyum un verdiği katlanm ış peçeteyi açtı. Oraya, buruş-
{ "page": 306, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
turulm uş yüzeye üç dişi figür çizilm işti - üç bilge maymun m isali. Şirin, Mona, Peri ... Birinci ve İkincinin altında şunlar yazılıydı: “Kötü bir şey gördü.* “Kötü bir şey duydu.* Üçüncü- nün altında ise şu cümle vardı: “Kötü bir şey yaptı!* Peri dikkatle baktı hayvana. B ir eli bandajlıydı. Evet, hiç şüphe yoktu. Üçüncü maymun, kötülük eden maymun oydu.309
{ "page": 307, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
# • 1 • • » • 1 • « | mDördüncü bolum
{ "page": 309, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
Tbhum Oxford, 2001 Y ılın son gunû, P eri heyecandan yerin de duram adı. S a­ bah koşuya çıktı am a b ir türlü tem po tutturam aym ca bırak­ m ak zorunda k aldı. B ir şeyler okum ak için m asasına otur­ duğunda, kelim eler kâğıdın üstünde karıncalar mîmıli gezin­ meye başladılar. Konsantre olam adı. M idesi kazm ıyordu. Fa­ kat gergin olduğu zam anlar gereğinden fazla yem eye m eyyal olduğundan, oburluk etm ekten korktu. O yüzden sadece el­ ma ve portakal atıştırarak günü geçiştirmeye ça lıştı. Sakin­ leşm ek için radyo d in led i Dünya haberlerini, bölgesel haber­ leri, politik tartışm aları, hatta Aztek İm paratorluğu hakkın­ da bir BBC belgeselin i bile hatm etti. H içbiri kafasını d ağıt­ maya yetm edi. Akşam ki yem eği düşünüp duruyordu. N e ola­ caktı acaba, nasıl geçecekti? Nihayet hazırlanm a vakti gelip çattı. Norm alde makycy yapm ayan ve yapm ayı da bilm eyen ka­ dınlara has b ir panik yaşadı ayna karşısında. M askara, si­ yah göz kalem i, dudak parlatıcısı sürdü; o kadarla bırak tı. Yüzünü inceledi; biçim li h atlan , dolgun dudakları ve iri göz­ leriyle güzel k ızdı am a o gene gidip beğenm ediği yanlarına odaklandı. Annesinden m iras aldığı burnu m esela. E ğer koz­ m etik ürünlerle burnunu ince gösterm enin b ir yolu varsa bi­ le, bu konuda en ufak b ir fikri yoktu. Şirin burada olsaydı on­ dan tavsiye alabilirdi. Am a Şirin burada olsaydı, Peri m uhte­ m elen AzuFun yem eğine gidiyor olm azdı. Y ılbaşı g ecesi y a l­
{ "page": 311, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
314 nız kalm am alısın dem işti profesör, in şallah acıdığı için da- vet etm em işti. N e giyeceği konusu büyük dertti! Çok fazla seçeneği oldu­ ğundan değil. B ir türlü karar verem ediğinden. E lindeki az sayıda parçayla onlarca kom binasyon yapıp hepsini teker te­ ker denedi. Siyah kot etekle bol bluz, bluzla kot pantolon, kot pantolonla yeşil ceket... Ö ğrenci gibi görünm ek istem iyordu ama öğrenci gibi görünm ek istem iyorm uş gibi görünm ek da­ ha fenaydı, onu hiç istem iyordu. Yatağının üstünde tepelem e b ir giysi yığını oluşturduktan sonra, nihayet kadife bir etek ile kaşm iri andıran (am a kaşm ir olm ayan), gök m avisi bir kazakta karar kıldı. K ıyafetini koyu mavi nazar boncukların­ dan b ir kolyeyle tamamladı. A zu r h içb ir şey getirm em esini tem bihlem iş olsa da, P e­ ri annesinden m isafirliğe asla eli boş gidilm eyeceğini öğren­ m işti. B ir pastaneden sekiz küçük turta aldı. K endi kendi­ ne hayıflandı, büyükçe bir pasta alsa daha ucuza gelirdi hal­ buki. Durağa yürüyüp bekledi. Çok geçmeden otobüs geldi. Ama Peri kıpırdam adı bile. Orada öylece durup otobüsün kapıları­ nın açılıp kapanm asını seyretti. Sonra da gerisingeri odasına döndü. Üzerindeki etekle kazağı değiştirdi. Onun yerine uzun, siyah bir elbise ve kalın botlar seçti. Böylesi daha iyiydi. * * * Azur, şehrin hemen dışında, W oodstock Yolu’ndan yukarıya doğru otobüsle yaklaşık yirm i dakikalık m esafedeki Godstow köyünde oturuyordu. B aharda, kırların güm rah y eşilliğiy­ le sarılm ış olurdu buralar. Port Ç ayırının ötesinde O rford’m h ü lyalı k u leleri enfes b ir m anzara teşk il ediyor olm alıydı, am a şim di karanlık bastırm ıştı. Peri otobüsten in diği esna­ da kar yeniden yağmaya başladı; iri taneler saçlarına, manto­
{ "page": 312, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
315 suna konuyordu. Görünürde başka ev olm am asına şaşırm adı. Profesörün yabani bir yam olduğunu tahm in etm işti. Sim etrik ceph eli, görkem li b ir taş evdi. T ıpkı sahibi gibi evin de yaşm ı kestirm ek zordu. Geçm işi çalkantılı, hikâyeleri bol b ir yere ben ziyordu . H er ik i yan ın da yapraksız m eşe ağaçlan olan kıvrım lı yaya yolu boyunca, kaym am aya ça lı­ şarak, dikkatlice yürüdü Peri. Rüzgâr içine işliyordu. T itre­ di ama bunda soğuk kadar heyecanın da payı vardı. K aygıy­ la dönüp otobüs durağına göz attı. A caba eve nasıl dönecek­ ti gece vakti? Ama herhalde partide O xford’da oturan birile­ ri olurdu, m isafirlerden biri onu arabayla bırakm a nezaketi­ ni gösterirdi. A nnesi bir görse bu h allerin i, nasıl da ayıplar­ dı! Derin bir soluk aldı. Gene aynı şeyi yapm ıştı: Zihni, endi­ şeler ve evham lar yum ağıydı. Akşam daha başlam am ıştı bile ama işte o şim diden, sonunu düşünüp kaygılanıyordu. E vin giriş kat pencerelerinden taşan ışık sıcacık bal ren­ giydi. P eri, pasta kutusunu göğsüne bastırarak kapıda du­ rup, içeriden gelen gürültüye kulak verdi: neşeli bir m uhab­ bet, kahkahalar, fonda dalgalanan m üzik. Birdenbire bir h ışırtı duydu. Dönüp yola göz attıysa da ne bir araba vardı ortada, ne de b ir b isik letli bu berbat hava­ da. Bu arada, beyninin farklı bir bölüm ü onu sesin daha ya­ landan geldiği hususunda uyardı. E trafa bakındı. B akışları sağ taraftaki yüksek çalılığa takıldı. B ir karaltı! Donup kal­ dı, kalp atışları hızlandı. Em indi artık. O rada b iri saklanı­ yordu. Panikle seslendi: "Kim var orada?” Çalıların arkasından bir siluet çıktı. B ir adım attı. "Troy! Sen m isin?” Oğlan solgun ve mahcup görünüyordu. "Tanrım , korkuttun beni” dedi Peri. "Beni takip mi ediyor­ sun yoksa?” "Seni değil şapşal!” dedi Troy; başıyla evi işaret etti. "Ben o
{ "page": 313, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
316 Azur iblisinin peşindeyim .” Duraksadı. "Senin ne işin var bu­ rada?” "D avet edildim ” dedi P eri. "D em ek hocayı gizlice gözetli­ yorsun! Çok ayıp!” "Söyledim sana, m ahkem eye vereceğim h erifi. D elile ih ti­ yacım var.” B u arada b ir kahkaha tu fan ı yükseldi içeriden. Troy he­ men çalıların arkasına kaçtı. “N e olur kim seye söylem e bura­ da olduğum u” diye yalvardı. P eri kaşlarını çattı. “Bana bak, bunu yapm aya hakkın yok. içe ri girip on dakika beklerim . Sonra geri gelip kontrol edece­ ğim . E ğer o zam ana dek gitm em iş olursan, yem in ediyorum A zu ı'a söylerim . B elki polis çağırır." “Tamam, off!” dedi Troy, ellerin i havaya kaldırarak. "Ateş etm e. Gidiyorum .” P eri böylece oğlan ı b ıra k tı. N ilfam , züm rüt ve m enekşe renklerde cam larla süslenm iş vitray panelli ön kapıya dön­ dü. Ç erçevenin tam ortasın da b ir desen vardı: A zu ı'u n ofi­ sinde -v e Şirin’in od asın d a- gördüğü şeklin aynısıydı. N eyin sem bolüydü bu? Çabucak zili çaldı. Kuş sesine benzer b ir tim çınladı. Öy­ le ta tlı b ir kanarya yahut fusunkâr b ir bülbül çağrısı değil de, kapıdaki bahtsız m isafiri uyaran b ir baykuş ötüşü gibiy­ di. İçeriden gelen patırtı b ir an için kesildi, sonra aynı hızla devam etti. V itraylı cam ın arkasında bir gölge belirdi. Yakla­ şan ayak sesleri. Peri dudak parlatıcısın ı tazelem eyi düşün­ dü ama geç kalm ıştı. Kapı açıldı. B ir kadın , g irişi kapatacak şek ilde d ik ild i. U zun boylu , kıvrak vü cu tlu , alım lı b ir sarışın d ı. Yüzünde, m uzaffer b ir gülüm sem eyle P eri’y i tepeden tırnağa süzdü. Seksi olduğu­ nun farkındaydı; bedenini saran gece m avisi askısız elbise, kum saati gibi h atların ı ortaya çıkarıyordu. "Akadem isyen
{ "page": 314, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
317 olm adığı kesin” diye düşündü Peri. M avi kazağını değiştirdi­ ğine sevindi. Nedense bu kadınla ortak hiçbir şeyi olsun iste­ m iyordu. K ıyafetinin rengi bile olsa. K itapçıya uğradığında, Azur, köpeği Spinoza’dan başka ai­ lesi olm adığım söylem işti. Fakat bu bir sevgilisi olm adığı an­ lam ına gelm iyordu. Yoksa k a n sı m ıydı bu sarışın? G erçi al­ yans takm ıyordu Azur, ama her evli insan parm ağında yüzük taşım ıyordu bu çağda. Profesörün hayatında birin in olabile­ ceği daha önce neden gelm em işti ki aklına? Peri’nin yüzü bel­ li belirsiz asıldı. tfHoş geldin ! Ne kadar da genç ve gü zelsin ” dedi kadın. Peri’nin elindeki kutuyu aldı. “Sen şu Türk kızı olm alısın.” Tam o sırada, m inyatür b ir havan topu gibi taşıdığı a çıl­ m am ış b ir şarap şişesiyle beliriverd i A zur. Ü zerinde ta rçı­ ni, dik yakalı kazak ile yün-kaşm ir karışım ı bir ceket vardı. Fransız entelektüeli Louis A lthussert andırıyordu - filozofun tam da karısını boğmadan önceki halini. “Peri, geldin dem ek!” dedi profesör sevinçle; alm parlıyor­ du ışıkta. “Soğukta durmasana. Gel içeri, gel!” Peşleri sıra m isafir odasm a yöneldi Peri. K oridor duvarları boydan boya çerçevelenm iş fotoğraflarla kaplıydı. Dünyanın farklı yerlerinden insan portreleri. H er ırktan, her m illetten. Renkler öylesine canlı, suretler o kadar fevkaladeydi ki göz­ lerini alamadı onlardan Peri. Sanki onun henüz keşfetm ediği bir sırra vâkıfm ışçasına esrarengiz bir edayla bakıyordu fo­ toğraflardaki suretler. “Ne kadar etkileyici. Kim çekti?” diye m ırıldandı Peri. Azur dönüp göz kırptı m uzipçe. “Ben.” “Ya? Sahi mi? Ne çok seyahat etm işsiniz.” “Eh biraz” dedi Azur inandırıcılıktan yoksun bir tevazuyla. “Türkiye’ye de gittim , biliyor musun?” “İstanbul’a mı?” A zur başım ik i yana salladı. Hayır, hem en her turistin il­
{ "page": 315, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
318 laki gittiği ya da bir gün gitm ek istediği İstanbul’u ziyaret et­ m em işti. Başka yerleri dolaşm ıştı o. Dev tan n heykelleriyle Nem rut Dağı’nda sabahlam ış, sarp bir yam aç üstündeki Sü- m ela M anastın’na hayran kalm ış, Nuh’un gem isinin karaya oturduğu A ğn D ağı’nda araştırm a yapm ış, civar köylülerle sohbet etm işti... Peri, henüz hiçbirini görm ediği tüm bu yer­ ler hakkında hocasının ona soru sorm asından endişelenerek yutkundu. Ankara’nın doğusuna hiç geçmemiş nice Türk gen­ ci gibi o da Türkiye’yi kendisinden daha fazla gezm iş bir ya­ bancıyla karşılaşınca, ne diyeceğini şaşırıp bocalıyordu. Oturma odasına girdiler. K arşılıklı iki duvar yerden tava­ na kitaplıklarla kaplıydı. Bunların arasında bir grup şık in ­ san, ellerinde kadehleriyle ayakta durm uş, h a n i h a n i mu­ habbet ediyorlardı. Azur, konuklar arasından genç bir adama seslendi. “Dar- ren, gelsene b i dakka. En çalışkan öğrencilerim den biriyle ta­ nışm anı istiyorum .” O ğlanın onlara doğru seğirttiğini görür görm ez ortadan kayboldu profesör. Gençleri baş başa bıraktı. F izik Bölüm ü’nde yüksek lisans öğrencisiydi Darren. Na­ zik ve terbiyeli tavırlarla sohbete koyuldu. Peri’nin “egzotik” aksanm a iltifa t etti. Bunu söylerken onu övdüğünü zannedi­ yordu besbelli. Halbuki aksam hakkında yorum duymak iste­ mez insan, yabancı bir dili konuşmaya çabalarken. O ğlan, Peri’ye ailesi ve geldiği çevreyle ilgili sorular sorsa da, doğrusu kendinden bahsetm eye daha hevesliydi. Zekiy­ di, azim liydi ve sevgiye fena halde susam ıştı. Peş peşe espri­ ler patlatarak Peri’yi güldürm eye çalıştı. B ir yerlerde kadın­ ların k en dilerin i güldürebilen erkeklerden hoşlandıklarını okum uş olm alıydı. M izah anlayışı güdük olsa da tatlı çocuk­ tu. “K ız arkadaşım incitm eyecek, hırpalam ayacak, rakip gibi görm eyecek, ezm eyecek türden bir adam” diye düşündü Peri. Gene de ar alarm da anlık bir kıvılcım dan öte bir çekim ola­ m ayacağını, D arren’a asla gönül verm eyeceğini biliyordu .
{ "page": 316, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
319 Neden böyle olm ak zorundaydı? Bu kibar, cana yakın, yaşı yaşm a uygun ve muhtemelen ona gayet iyi gelecek oğlanı ne­ den çekici bulm uyordu? Onun yerine tutup hocası için -a s ­ la elde edem eyeceği, üstelik kendisinden yaşça büyük, baş­ tan sona yanlış ve sakıncalı biri için - gizlice yanıp tutuşuyor­ du. Yoksa mutlu olmak istem iyor muydu? Bunca kitaba, kon­ feransa konu olan "m utluluk” niçin onun hayatında öncelik­ li bir gaye değildi? Elbette bedbaht olm ak istem iyordu. Ama kendisini m utlu edecek erkekleri tercih etm iyordu nedense. Yoksa ne demeye Azur gibi imkânsız birine abayı yaksın ki? Bir soluk aldı. Göz ucuyla etrafa baktı. Kendinden bekle- uiediği, içinde taşıdığını dahi bilm ediği b ir cüretkârlık, baş döndürücü bir parfüm gibi sarm aya başladı her yam nı. Bir içsel değişim geçirdiğinin farkındaydı. D ışarıdan belli oluyor muydu acaba dönüşm ekte olduğu? G özlerine yansıyor muy­ du? Sosyal hayatın bütün o davranış ve düşünce k alıp ları­ nın ötesinde incecik bir eşik vardı. O eşiği aşarsa ne olurdu? Ya "nam uslu, m ütevazı, terbiyeli Türk k ız la n ” kategorisin­ den kaçmak, kurtulm ak istiyorsa? Hayatında ilk defa bir çıl­ gınlık yapm ayı diliyorsa? Özgürleşm ek. "îy i kızlar” ile "kötü kızlar”ı ayıran o saçma sapan, yapay hudut çizgisine yaklaş­ mak, yaklaşm ak... ve bir adım da hop diye karşı tarafa geç­ mek! Sahi kim karar veriyordu neyin “ahlaklı” neyin "ahlak­ sız” olduğuna? Annesinin bir gün olsun oğullanndan herhan­ gi birine ahlak ve namus söylevleri çektiğini hatırlam ıyordu. Ama kendisi, sırf kız evlat olduğu için, bu nutuklan ve ikaz- la n defalarca dinlem işti. Keşke maruz kaldığı bütün öğreti­ lerden silkinebilseydi. B ir geceliğine de olsa hafifleyebilsey- di. Tbprağın bitip boşluğun başladığı yeri ayaklarının altında hissetm ek ve birden kendini bırakıverm ek, ağırlıksız ve gam­ sız ve "ahlaksız” olabilm ek, nasıl bir şeydi acaba? "Yemek va k ti...” diye seslendi Azur az sonra odanın öteki ucundan. Yüzünde baştan çıkarıcı bir gülüm sem e, elindeyse
{ "page": 317, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
b in lerin e saptayacakm ış gibi tu ttu ğu bir servis çatak vardı. B ir an hocasıyla göz göze geld i Peri. N e tu h af, bu sefer ba­ k ışla rım kaçırm adı. N e çılgın biriyd i, ne de cevval. N e ra d i­ k a ld i, ne de devrimfci. A m a işte seyrüseferinin b ir n ok tasın ­ d a , yü reğin e b ir sıra d işilik tohum u düşm üş ve o fa rk etm e­ den çim len m işti, şim di filizlen m eyi bekliyordu. H er daim h a­ n ım h an ım cık , d en geli, tem k in li ve ölçülü davranan N azp e- ri N alban toğlu ashnda sın ırla n , sın ırlarım aşm ak istiyordu.320
{ "page": 318, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
Suçluluk Chcford, 2001-2002 P eri, bir O rtaçağ oyununda dekor niyetin e kullanılabilecek kadar devasa şölen m asasına doğru yürüdü herkesle beraber. A ynı sofrayı, etrafında lordlar, leydiler ve şövalyelerle; üzerin­ de çevrilm iş ku zular, tavu s ku şu dolm aları ve parlak jölelerle canlandırabiliyordu gözünde. Yalnız şu anda ne güm üş takım ­ la r vardı, n e de a ltın ku palar; yalnızca sade tabak çanak. M asanın ark asın d a, ön yüzeyi İta ly a n çin ileriyle k ap lı bir şöm ine vard ı. Ü zerin d e ise siyah -b eyaz b ir fo to ğ ra f a sılıy d ı. D ans eden alevlerin albenisine kapılan Peri gürül gürül yanan a teşe y a k la ştı. O zam an gördü k i çin i k aroların h er birinde fark lı b ir k arak ter vardı - çoğu erkek olm akla b irlik te birka­ çı kadındı. Figürlerin giysileri başka çağlara a itti, ifadeleriyse alabildiğine c id d i Peygam berlerin, nebilerin ve azizlerin ta s­ virleriydi bunlar. K im ilerinin ad lan y a zılm ıştı: H azreti Süley­ m an, A ziz Francesco, H azreti İbrahim , B uda, A zize Tferesa, R a- m an an d a... F igürlerin b a zıla n su taşıyor, b a zıla n parşöm ene yazıyor, öğrencileriyle konuşuyor ya da çölde tek başlarına yü­ rüyorlardı. H erhangi b ir sıraya göre d izilm iş gibi görünm üyor­ lard ı. O n la n öyle yan yan a bu lm ak ga rip ti. A d eta m uhabbet halindelerdi. B u k u tsal şah siyetleri a y n a y n tah ayyü l etm ek kolay, am a birlik te görm ek çarpıcıydı. P eri’nin gözleri H azre­ ti M uham m ed’i arad ı, onun da dahil ed ilip edilm ediğini m e­ rak etm işti. O radaydı, atm a binm iş, cennete doğru yükseliyor­ du; yüzü görünm üyordu, eski İran m inyatürlerinde olduğu g i­
{ "page": 319, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
322 bi başı kutsiyet gösteren alevlerle çevriliydi. K an atlı m elekler eşliğinde M eryem  na ile çocuk Isa da oradaydılar, M eryem ’in teni kar beyazıydı. H azreti M u sa da vardı çim karolarda; yer­ de yılan a dönüşm üş değneği gösteriyordu parm ağıyla. A zu r neden bu tasvirleri koym uştu acaba şöm inesinin çev­ resin e? Ş ayet estetik bir tercih d eğilse, kendi dünya görüşü­ nün bir dışavurum u m uydu? V e eğer öyleyse, tam olarak ne­ ye inanıyordu bu adam ? Peri şu ana dek kitap larım okum uş, k on u şm aların ı d in lem işti am a hocası h âlâ b ir m uam m aydı. Z ih n in i kem iren soru lara y a n ıt bu lam ayın ca, şöm inenin ü s­ tündeki fotoğrafa odaklandı. B u , evin y ılla r evvel çek ilm iş bir fotoğrafıyd ı. O tobü s du­ rağın d an bu raya yürürken gördüğü m eşe ağacı d a , k ıv rım ­ lı y a y a yolu da aynen duruyordu. Ç içek li b ir bahçe ile nere­ deyse çatıya değiyorm uş gibi görünen ak pak b u lu tla r a ltın ­ da m ekân daha ufak görünüyordu; belk i de y ılla r içinde ekler y a p ılm ıştı. B aharın bereketini ve doğanın leta fetin i gösterse de fotoğraf, içinde b ir yerlerde hüzün ve durgunluk gizliy d i. A zur\ın kim selere açm adığı b ir geçm işi olabileceğin i h isse t­ ti. M erak etti. B irine âşık olm ak dem ek, tüm a rız a la n , sırla ­ rı, noksanlarıyla onu keşfetm eyi delice arzulam ak dem ekti. A rtık bütün konuklar, ellerinde kadehleriyle, m asanın çev­ resin e to p la n m ış, ev sa h ib in in h erk ese n ereye otu racağın ı söylem esini bekliyorlardı. “A zu r söylesene, n asıl yerleşelim ?” diye sordu, köşeli çene­ li, çiroz b ir adam . Peri onun k u an tu m fiziğin d e m eşh u r b ir isim olduğunu öğrenecekti daha sonra. “A m an san ki ev sah ibi ken disi biliyorm uş g ib i! Sen elerdir ta n ırım A zu r'u , h erk es k a fa sın a estiğ i gib i ta k ılır bu evd e” dedi göbeği kayda değer bü yü klü kte b ir adam . Teoloji ve din felsefe si profesörüydü. A zu r’un eski ah babı; onu en iy i ta n ı­ yan lard an biriydi. Söylediği şeyi isp atlam ak için b ir sa n d a l­ ye çekip oturdu.
{ "page": 320, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
323 O nu örnek alan diğerleri birer birer yerleştiler. P eri m asa­ da b ir yer bulduğu an , D arren gelip yan m a oturdu. G üzel sa­ rışın diğer tarafa kondu, Azur^a yakın. Teoloji profesörü a rk a sın a y a sla n a ra k arka p lan d a h â lâ çalm akta olan m üziğe k u lak verdi. Sonra kadehini k ald ırd ı: “Â licen ap ev sah ibim izin şerefin e” dedi. “B u buz gibi gecede sıkıntıdan patlayacak olan y a ln ızla n ve b ed b ah tla n b ir ara­ ya getirdiği için kendisine teşekkür ediyoruz.” D uvarlara gölgeler düşüren şam d an ın üzerinden bakarak gülüm sedi Azur. B u arada Peri birlik te yem ek yiyeceği k işilere göz a ttı: çe­ ş itli d isip lin lerd en hocalar, a sista n la r, öğrenciler. İlk g eld i­ ğin d e, bü tün bu in sa n la n n ortak b ir ö ze lliğ i olduğunu v a r- sa ym ıştı: zekâ. “Azur^ım yak ın çevresinden old u k la n n a göre seçm e ve nadir ve sıra dışı olm alılar” diye dü şünm üştü. A m a galib a y a n ılm ıştı. O rtak n o k ta la n h ep sin in de yılb a şın ı y a l­ nız k u tlam ak üzere oluşuydu. A zu r m ü d ah ale ed ip, ıssız bir kum saldaki deniz kabuklarım toplar gibi top lam ıştı o n la n . “E v sahibim ize kadeh kaldırm ak istem em in b ir sebebi da­ ha var” diye devam etti y a şlı profesör. “B ak san ıza B ach çalı­ yor h a bire. Şayet herkes günde on dakika Bach din lese, in a­ nanların sayısı artar bu gezegende.” A zu r kaşlarım kaldırdı. “H iç belli olm az. Senin de gayet iyi bildiğin gibi, Bach karm aşık m üzisyendir. Teolojik m ayın ta r­ la sı! în san a inanç aşılayabileceği gib i, kuşku da aşılar. K im i­ si Bach dinleyerek T an n ’yı bulur, k im isi de bak m ışsın toptan terk etm iş din d iya n n ı.” G ülüm sedi m isafirler. “L ütfen başlayın ” dedi A zu r ellerin i ik i yan a açarak. B ir anda tüm kon u k ların ilg isi sofraya y ön eld i. M a sa n ın ortasında üç büyük servis tabağı duruyordu. İlk in d e h aşlan ­ m ış fasulyelerden oluşan bir yığın vard ı, İkincisinde siyah pi­ rinç p ila v ı, üçüncüsünde fın n d a n ar gib i k ıza rm ış koca b ir
{ "page": 321, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
324 h in d i. B ir sürahi de yaku t k ırm ızısı şarap. H epsi buydu. N e sos v a rd ı, ne bah arat. G ayet y a lın d ı. P eri, annesini düşüne­ rek kendi kendine gülüm sedi. Selm a in san ları böyle m üteva­ zı b ir sofraya davet edeceğine ölürdü daha iyi. K ızm a başarılı b ir yem ek davetinin sırrının “konuk başına ik i çeşit” olduğu­ n u söylerd i. “D ört konuk için sek iz fark lı yem ek olm alı; beş konuk için on .” B u gece sofrada on ik i k işiye, üç çeşit yem ek düşüyordu. A nn esi görse dehşete kapılırdı. K on u klar servis tabak larım elden ele geçirdiler. Sıra ken­ d isin e geldiğinde, Peri bütün gün bir şey yem em iş olduğunu h atırlayarak cöm ert porsiyonlar aldı. İsim siz sa n şm A zu r'a doğru eğildi. “H epsin i kendin m i pi­ şird in ?” P eri keyiflendi. K adın böyle bir şey sorduğuna göre dem ek k i k a n sı değildi. “E v e t, bakalım beğenecek m isin ” dedi A zur. Ardından her­ k ese h itap etti: “A fiyet olsu n .” M u m la n n titrek ışığ ın d a , b ir yaz orm anının yeşilin e bü ­ rü n m ü ştü g ö zle ri; k irp ik lerin in u çla n n d a güm üşi ış ıltıla r dan s ediyordu. P eri’nin şim diye kadar değil incelem ek, bak ­ m aya cesaret edem ediği d u d a k la n , içtiğ i şarap la neredeyse ayn ı ton daydı. Profesörü öpm ek n a sıl b ir şey olurdu acaba? D u d ak lan n ı dudağında h issetm ek ... A zu r, Peri’nin b a k ışla n n ı fark etm iş gibi aniden başım çe­ virerek k ıza b a k tı. S u çü stü yak alan m ışçasın a kızardı P eri. H em en D arren ’a dönüverdi. Yem ek boyunca hocasına fa zla bakm am aya çalıştı. A m a ne m üm kündü. * * * Sofraya gelen en son lezzet erik ta tlısıy d ı. A zu r hâlâ sıcak olan ta tlın ın ü stü n e brandi gezdirerek bir kibritle ateşe ver­ d i. Tüm yüzeyden m avi alevler yükseldi; h arla kıvrılarak coş­
{ "page": 322, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
3 2 5 tu la r . B irk a ç s a n iy e sû re n b ir g ü rse l ş ö le n d i. A z u r u s ta h a r e ­ k e tle r le t a tlıy ı ıK H m lg rip , k n a a s o s u y la c ö m e rt b ir e r p a rç a s e r v is e tti h o f c n e . B u g ö ste r iy i ta k d ir le iz le y e n k o n u k la r ilk lo k m a la n m y e r y e m e » e v sa h ih in i iltifa tla r a b o ğ d u la r. “Y em ek k ita b ı j a a a n a s e n y a h u , b ır a k fe ls e fe y i* d iy e ö n e ­ rid e b u lu n d u f a t p ro fe sö rü . "N e fis o lm u ş b u . N a s ıl y a p tın ?” “E h , in a a n m ecbure n öğren iy o r* d iy e m ırıld a n d ı A n ır . B u k e lim e le r A zn P ım f l ı r i h a y a tı h a k k m d a b ir ip u c u o ld u P e ri’y e . D e m e k b e k â r d ı. B in le r in in k o n u y u d e şe c e ğ in i u m - ıhıyım ılıı tim i» lm ıııı 1 »11 ip e ı l ı O n u n jn rm rı. A fgn n în tan ’ m iş g a li ü s tü n e d a ld ıla r . B a z ı k o n u k la r ın B a ş b a k a n T b n y B la iP d e n d u y d u k ta n m em n u n iy e ts iz liğ i d ile g e tir m e ­ s iy le m a sa d a k i o a y d e ğ iş ti. A m a k im s e g e r ilm e d i, s in ir ­ le n m e d i, s e s in i y ü k se ltm e d i. tn g i l i » W ta r tış ır k e n d e sa k in ­ d i. P e r i’ n in T ü r k iy e ’d e s iy a s e t k o n u şu lu r k e n g ö rm e y e a lış ­ k ın o ld u ğ u g e r g in lik le ilg is i y o k tu b u ra d a k i e n e r jin in . H a lb u ­ k i a n a v a ta n ın d a tanık o ld u ğ u p o litik ta r tış m a la r ş u ü ç IT n in a b lu k a sı a ltın d a y a p d n d ı: h id d e t, h u s u m e t, h ü cu m . O y sa b u - r, b ir b ir le ­ r in i k ıy a s ıy a d e ş t ir ip g e n e d e b e r a b e r k a d e h to k u ş tu r a b ili- y o r la r d ı. Zihnî b u k ü ltü r e l k a r ş ıla ş tır m a la r a d a lıp g id in c e masadaki knnnşmnnın nrnnn kaçırdı Birden herkesin han- d iş in e baktığını g ü rü n ce n e d e n in i h e m e n k a v r a y a m a d ı b u y ü zd e n . n n söylü yord u k t a m ." Ş ir in in “ ilg in ç * sü zcü ğü k o n u su n d a k i u y a r ıs ın ı h a tır la y a n P e ri d ö n ü p h o c a sın a b a k tı. A m a A z u r , g ü z le r in i o n a d ik m iş , m e ra k la n e sö y le y e ce ğ im b e k liy o rd u . “N e d e r s in iz ? T ü r k iy e A B ’y e k a b u l e d ile c e k m ı? * d iy e s o r ­ d u , k ısa ca k , b e y a z s a ç la n tu ta m tu ta m d ik le ş tir ilm iş b ir k a ­ d ın . Y s ş h p ro fe sö rü n k a m y d ı b u . “Ö y le u m u yoru m ” d e d i P e ri.
{ "page": 323, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
326 aA m a T ü rk iye k ü ltü rel o la ra k Avrupa’y la uyum su z” diye araya girdi sa n şın . “Uyumsuz derken tam o la ra k neyi k a stettiğ in izi bilm iyo­ rum ” dedi P eri; bir çatlak açılm ıştı ruhunda. B ir yandan, ü l­ kesinde zoruna giden o kadar çok şey vardı k i, b u n lan açıkça eleştirm ek geliyordu içinden. D iğer yandan, m em leketini bu in san lara sevdirm ek istiyord u . Savunm acı bir hava gelm işti ü stü n e. B ir sorum lulu k h issi. D ah a önce hiç k olek tif bir var­ lığı tem sil ediyorm uş gibi h issetm em işti kendini. ttP ek i, dini b ir engel olarak görm üyor m usun?” diye sordu profesör. “T ü rk iye’n in İran g ib i olacağından endişe etm iyor m usun?” aO teh lik e h er zam an m evcu t, yob azlık korkunç bir şey” dedi P eri. “ö t e yan dan , Iran b ir h afıza ve gelenek ü lk esi. B iz T ürklerse unutm akta u stayız. H afızasız.” aSence h an gisi dah a iy i?” diye sordu D arren. “H atırlam ak m ı, unutm ak m ı?” “İk isin in de a şırısı zararlı ta b ii” diye yan ıtlad ı P eri. “A m a kendi adım a konuşm am gerek irse, geçm iş bir yüktür. K ü lfet­ tir. Ş a y e t h içbir şey i d eğiştirem eyecek sek h atırlam an ın ne faydası var?” “Yalnızca gençlerin u n u tm ak gibi bir lüksü var” dedi y a şlı profesör. “Yaşlandıkça an lar in san hafızanın kıym etini.” Peri başım önüne eğdi. Tby b ir öğrenci gibi konuşm ak iste­ m em işti. A k ıllı ve bilgece la fla r sa r f etm ekti n iyeti. N eyse ki A zu r’un b aşım sallayarak ona k atıld ığım fark e tti. “E ğer se­ çim yapm am gerekseydi, ben de hafızadan vazgeçm eyi tercih ed ebilird im . Z a ten b ir an ev v el A lzh eim er olm ak için sab ır­ sızlanıyorum .” G üzel sa n şın , A zu ı'u n elin i tu ttu . “O nasıl söz öyle? A ğzın ­ dan y el a lsın !” P eri k ısk a n çlık la g ö zlerin i kaçırdı. B u in sa n la n ta n ım ı­ yordu; geçm işleri de, araların d ak i bağlar da ona yabancıydı.
{ "page": 324, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
327 Söylenm eden bırak ılan şeyleri, etrafın d an dikkatlice dolanı­ lan k on u lan sezebiliyor am a kavrayam ıyordu. Gece yan sın d an kısa süre önce, çay ve kahve servisinin ya­ pıldığı esn ad a P eri tu valete g itti. E lle rin i yık ark en aynada gördüğü y ü z, özgüvenli ve girişken davranm ayı b ir tü rlü be­ cerem eyen b ir genç kadının yüzüydü. N e şe li olm ayı bilm edi­ ği için hep kendisini suçlam ıştı. Böyle durduk yere m utsuzluk üretebildiğine göre, m utlaka bir şeyi yan lış yapıyor olm alıydı. A m a M u tlu lu k S m avı’m geçem em ek ken di k ab ah ati değildi belki de. H üzünlü olm ak insanın kasten işlediği bir cürüm de­ ğild i. B elki de doğuştan böyleydi o. illa k i m uthı olm aya çaba­ lam ak daha uzun boylu olm aya çabalam ak kadar beyhudeydi. D ön ü ş y o lu n d a , koridordaki on larca p ortren in a ra sın d a , olduğu yerde k alakalm asın a neden olan bir fotoğraf gördü. R esim dek i k ad ın -y ü k s e k elm a cık k em ik leri, birbirin d en h afifçe a y n k gözler, dolgun d u d a k la r- b elin e gevşek çe b ağ­ lan m ış vişn eçü rü ğü bir eşarp dışında çıp la k tı. S a ç la n özen­ siz bir topu zla top lan m ıştı; o m u zla n , c ila lı fild işin d en biblo­ la r gib i beyaz ve p a rla k tı. M em eleri iri ve y u v a rla k , m em e u ç la n koyu renk d aireler ortasın da b elirgin ve d ik ti; göbek deliği h afifçe çık ık tı; bir eliy le b a ca k lan n ı örten k u m aşı tu ­ tuyordu, san k i h er an bırakm aya h azır gib i. Y ü zü n d ek i m ü - tebessim ifad e, fotoğraf çektirm ekten k e y if ald ığın ı b elli ed i­ yordu. Aynı zam anda fotoğrafçıyı iyi tanıdığını ele veriyordu. S ersem leyen P eri, kendin i y asak b ir bölgeye adım atm ış gibi h isse tti. D on akaldı. E vin derinlerinde b ir yerde bir sa a t tik tak layıp duruyordu. A n iden irk ild i. S isin için d eki bebek bu radaydı; ürkütücü bir yak ın lık ta. B ebek ona bir şey söyle­ m eye çalışıyordu - resim deki kad ın la ilg ili bir esrar. K eder. N e k ad ar da çok keder vardı bu portrenin etrafın d a. A caba P eri k en d isi m i g etirm işti bu e n e ıjiy i, yok sa bu rada ondan bağım sız bir hüzün küm esi m i vardı, em in olam adı.
{ "page": 325, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
3 2 * “G it b u r a d a n !” d iy e fıs ıld a d ı P e r i, ip m U U b e b e ğ e . H iç u ğ r a ş a m a y a c a k b anam la, Ş im d i d a ğ ü - M * b u r a d a h iç d e ğ il. S is in iç in d e k i b e b e k d u d a k la rım b ü k tü . *Wa an latan ca ç»lışıyn<m»m ImnaT* «Udi Wwri H n r f y ga- le m e s s in .* B ir a z d a h a p a r la y a c a k tı k i a rk a d a n b ir s e s iş it t i. “K im in le k on u ş uyo r s u n ? " P e r i g e r iy e d ö n ü n ce A z u r 'u k u ş u m d a b u ld u ; z e rd fa m h a ­ r e le r le p a rıld a y a n g ü d e r i h iç b ir ş e y i a ç ık etm iy o rdu. “B e n ... ş u fo to ğ r a fa ta k ıld ım ” d e d i I V r i d u v a r ı g ö ste r e r e k . Y a n g ö lle ş ö y le bâr b a k ıp , s is in iç in d ek i b e b e ğ in h a v a d a b u ­ h a r g ib i d a ğ ıla r a k k a y b o lm a y a b a ğ la d ığ ım g ö re re k r a h a tla d ı. “K a n m ” d e d i A z u r . P e r i ir k ild i. “K a r ın ız m ı?” “ D ö rt y ıl ünce b a h a rd a v e la t e t t i.* “A h , ço k i r i r d ile r im .” “Y in e m i a f d iliy o rsu n ?” d iy e aordu A n ır , b a k ış la r ın ı fo to ğ ­ r a fta k i k a d ın d a n a y ın p k a r ş ıs ın d a d u ra n a ç e v ir e r e k . “ B ir g ü n b u h u y u n d a n v a zg e ç e c e k sin d i m i . ” “H ı h ı. H a t la n O rta d o ğ u ’ d a n sa n k i” d iy e ç a b u c a k e k le d i P e ri k o n u y u sa v u ştu ra b ü m e k iç in . “E v e t, b a b a sı C e za y ir liy d i. B e rb e ri, A z iz A u g u stin u s g ü n .” “N a s ıl y a n i? A m a o H ır is tiy a n .” A z u r o n a b a k tı, n e k a d a r g e n ç v e a c e m i o ld u ğ u n u d ü şü ­ n ü y o r o lm a lıy d ı, “"ta r ih in u c u b u c a ğ ı y e k . V a k tiy le B e r b e r i- le r Y a h u d i, H ır is tiy a n , b a tta p a g a n d ı. I fe d e M ü slü m a n . G e ç ­ m iş , b u g ü n b iz e t u h a f g ö rü n en » m ı za m a n ın d a in s a n la r a g a ­ y e t d o ğ a l g e lm iş d e n e y im le rle d o lu .* K e lim e le r , a u m la h iç b ir « h h n o lm a d ığ ı h a ld e , P e r i’ n in iç in d e k e şfe d ilm e m iş b ir a la n a ç t ı. O n a k a ls a , sa d e c e g e ç m iş d e ğ il, şim d ik i w m « n d a a k la m a n tığ a " f — P " d e n e y im le r­ le d o lu y d u . “S o lg u n g ö rü n ü y o rsu n ” d e d i A z u r . S e s i y u m u şa c ık tı.
{ "page": 326, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
329 İşte o zam an Peri ilk defa içini döktü hocasına. O rada dur­ m u ş, az ötedeki konukların seslerin i d in lerk en , çocukluğun­ dan beri, b ir tü rlü akıl erdirem ediği h a ld e, "gerçek ü stü şey ­ ler” y a şad ığın ı a n la ttı. B unu anne b a b a sıy la p a y la ştığ ın d a , babası "sa ç m a sapan b a tıl inanç” diyerek b aşın d an sa v m ış, annesiyse içine cin girdiğinden korkup b ir hocaya götürm üş­ tü onu. İk isi de derdine derm an olam am ıştı. O zam andan be­ ri, kim selerle paylaşm am ıştı bunu. H ayret içinde din ledi A zu r. "B u gerçeküstü deneyim h a k ­ kında yorum yapam am . A m a san a b ir şeyi n et olarak söyle­ yebilirim : F arklı olm aktan korkm a.” M isafir odasından bir anda yü k selen n eşeli seslerle k e sil­ di sözleri. "G ece y arısı old u !” dedi A zu r gü lü m seyerek . “B urada k a l­ m asın , sonra m uhakkak uzun uzun konuşalım bu n u !” P eri’ye y ak laşarak onu her ik i yan ağın d an öptü. "Y en i yı­ lın ku tlu olsu n !” Sonra da dönüp diğerlerini öpm eye g itti. "M u tlu y ılla r hocam !” diye m ırıldandı Peri arkasın d an ; sı­ caklığı h âlâ tenindeydi. * * * G ece y a n sın d a n k ısa süre sonra tü m kon u k lar a y n ld ıla r. Peri ancak soğuğa adım atınca h a tırla d ı Troy’u . Y ü k sek ça­ lıla ra doğru gergin b ir b ak ış a ttı. G eceden b aşk a h içbir şey yoktu etrafta. P eri’yle D arren’m dışın da h erk esin arab ası var gibi görü­ nüyordu. G üzel sa n şın o n la n eve bırakm ayı te k lif etti. O xford’a dönüş yolculuğu k ısa sürdü ve ak şam ın şam ata­ sından sonra tu h a f bir sessizlik içinde geçti. B B C Radyo’d a, G u stave F lau b ert’in aşk m ek tu p tan h ak k ın d a b ir program vardı. A rabaya yağan şeh vet ve arzu yü k lü sözcükler, d in le­
{ "page": 327, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
330 y en lerin yü reğin e b ir y a ln ızlık h issi çökm esine neden old u ; h en ü z b aşlam am ış b ir a şk a özlem du yarcasın a. Sürücünün ya n ın d a otu ran P eri, D arren ’ın b a k ışla rım üzerinde h isse­ diyord u . A lm rn y a n donm uş cam a y a sla y a ra k , önünde u za ­ n an v e arabanın fa rla rıy la p arça parça aydınlanıp, ardından y in e gece tarafın dan yu tu la n y o la d ik ti gözlerin i. A z u ı'u dü­ şü n d ü . K onukların tab ak larım tepelem e doldurduklarım gö­ rünce n a sıl gü lü m sed iğin i, k ah ve k u p asın ı ik i eliy le k avra­ yarak yanağına dayayışım , gecenin sonunda herkesi uğurlar­ ken kad ın ların m antolarım tu tu şu n u , sınıftakinden ne kadar fa rk lı -d a h a az korkutucu ve şa şırtıcı derecede se v e c e n - ol­ duğunu düşündü. O xford’d a, P eri’y le D arren arabad an b irlik te in d iler. A k - şam ü stü n ü n keskin soğuğu y erin i ku ru , keskin b ir ayaza bı­ ra k m ıştı. Peri’n in geçici olarak kaldığı yere kadar durm aksı­ zın konuşarak yürüdüler. B ir sok ak lam basın ın altın d a dur­ d u lar. Ö p ü ştü ler. K a ra n lık ta b ir dah a. H e r seferin d e önce­ k in d en cesu rca. Ş arap tan çok ak şam ın sarh oşlu ğu içindey­ di P eri. “B elk i de” diye d ü şü n d ü kendi k en d in e, aŞ irin gibi serseri m ayınların değil, esas benim gibi u slu , terbiyeli k ızla­ rın esrik hallerinden korkm ak gerek. E sa s biziz beklenm edik sürprizlerle dolu olan !” “Yukarı gelebilir m iyim ?” diye sordu D arren usulca. P eri oğlan ın sorusundaki h eyecan ı, bek len tiyi iş itti. A m a sa y g ılıy d ı k a d ın lara k a r ş ı, b e lk i de an n esin d en öğren m iş­ ti k a rşı cinse n a sıl davranm ası gerek tiğin i. “H ayır, gelem ez­ sin ” dese ısra r etm eyecekti. D ü ş k ırık lığın a u ğrasa da kaba­ la şm a d a n ken di yolu n a gid ecek ti. E rte si gü n k a rşıla şırla r­ sa P eri’ye kibar d avran acak tı, P eri de ona. O ğlan ın bu baskı k u rm ayan , özgür bırakan, olgun tavrı hoşuna g itti. “E v et, gel” dedi, ani bir dürtüyle hareket ederek. Sabahleyin kahredici b ir suçluluk h issiyle yatak tan kalka­ cağının farkındaydı. Â şık olm adığı ve a sla olm ayacağı biriyle
{ "page": 328, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
yatm an ın p işm an lığı, babasının gü ven in i boşa çıkarm a kay­ g ısın ın ve an n esin in en b eter korkusunu gerçek leştirm iş ol­ m anın ağırlığına karışacaktı. A m a onu rah atsız eden bir şey daha vard ı: D arren’m doku­ n u şların a, öpüşlerine k arşılık verirken, başk a birinin h ayali­ ni kuruyordu. Sevişirken, birlik te olduğu in şam d eğil; A zu ı'u arzuluyor, onu düşlüyordu. H an i derlerdi y a , in san y ılın ilk sa a tlerin d e kendin i n asıl hissediyorsa senenin geri kalanında da aynı ruh h alin i korur. B u l a f doğru olm asa isa b et olurdu. Z ira yen i y ılın bu ilk gü ­ nüne yüreğini ablukaya alan k arm ak arışık h islerle başlaya­ caktı P eri.331
{ "page": 329, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
Y alan CMörd, 2002 Sonun da Ş irin ’in d avetin i k a b u l etm eye k a ra r veren -v e b iraz D arren’d an u za k laşm a k is te y e n - P eri, ta til bitm eden tren e a tla y ıp L ondra’y a g itti. Ö ğren cilerin ve çocuklu a ile ­ lerin vagonlara dolu şm asın ı sey re tti. O nun kom partım anın­ da -y a n lış lık la birin ci s ın ıf b ile t a lm ış t ı- üç şık g iy im li, or­ ta y a şlı adam ile kum ral saçların a m ükem m elen biçim veril­ m iş b ir kadın vard ı. Sanki sen bu vagona ait değilsin dercesi- ne soğuk bir edayla süzdüler Peri*yi- K oltu k n um arasın ı bulup otu rd u . M eister E ckhart’m Mis­ tik Yazılarina. göm üldü. Y an ın a a ld ığ ı gü n cesin e şöyle y a z­ d ı: Ben Tanrı’yı hangi gözle görürsem Tann da beni o göz­ le görür, öyle diyor Eckhart. Şayet ben Tann*ya katı bir şe­ kilde yaklaşırsam, O da bana kaldıkla yaklaşır. Ben Tanrı’yı sevgiyle görürsem, O da beni sevgiyle görür. Benim gözümle Tanrinm gözü Bir. K ısa süre sonra, bir görevli p lastik tepsiler içindeki kahval­ tıla rla çeşitli içecekleri dağıtm ak için kullandığı servis araba­ sın ı ta n gır tungur iterek kom partım an a gird i. P eri’ye y a k la ­ şınca ik i seçeneği olduğunu söyled i. M önü b ir: Jam bonlu pey­ nirli kruvasan. M önü ik i: D om uz sosisli çap ılm ış yum urta. Peri k aşlarım kaldırdı. "B a şk a b ir şey yok m u?” "V ejetaryen m isin iz?” diye sordu görevli. "H a y ır, m esele dom uz eti” dedi P eri. A d am ın koyu , çökük g ö zleri k ısa cık b ir an k ızın yüzünde
{ "page": 330, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
333 gezin d i. P eri’nin b ak ışları adam ın y a k a k a rtın a k ayd ı: “A b­ dullah” yazıyordu. “B ir bak ayım , başka b ir şey b u la b ilir m iyim ” dedi ve k ay­ boldu adam . B ir dakika sonra görevli elinde b ir tavu k lu sandviçle belir­ di. G ülüm seyerek Peri’ye u zattı. A dam cağızın ona kendi yiye­ ceğini verm iş olabileceği, ancak o gittikten sonra Peri’nin aklı­ na geldi. M uhtem elen öğle yem eğiydi. D ünyanın bilum um yer­ lerinde dolaşırken, aynı dini ya da m illi kökenden geldiklerini keşfeden yabancılar arasında d ayan ışm a ilm ek leri atdıverir, bir yakınlık oluşurdu anında. E n küçük detaylarda -b ir gü lü ş, oir b aş hareketi ya da b ir sa n d v iç te - ifad e bu lan b ir m uhab­ b e t N e var ki Peri kendini sahtekâr gibi h issetti. A dam onu iyi bir M üslüm an sanm ıştı m uhtem elen, am a öyle m iydi ki? K ü ltü rel olarak M ü slü m an ’d ı, h iç şü p h esiz. D oğup içinde y e tiştiğ i k ü ltü r buydu. F ak at b ild iğ i du a sa y ısı b ir elin par­ m ak ların ı geçm ezdi. N e M ona gibi d in i vecibeleri yerin e ge­ tirm e gereği duyuyordu, ne Ş irin gib i dinden ıra k olduğunu açıkça cüm le âlem e beyan ed ebiliyord u . B e lk i de b ir y a fta , b ir dam ga, b ir aid iyet istem iyord u . İn an ç, k arm aşık konuy­ d u ; soru lar sorm aya devam etm eliyd i. K a fa k arışık lığ ı sü re- giden b ir sey a h a tti. E zeli ve ebedi. Şu h a y a tta durduğu b ir yer v a rsa, o da şaşkın ların yan ıyd ı. B unu görevli A b d u llah ’a söyleyecek olsa sandviçini geri ister m iydi acaba? * * * Peri küçükken, her K urban B ayram ı k avga p a tırtı kopar­ dı evde. M ensu r kurban kesm eye hepten k arşıyd ı. B una h ar­ canan paranın ihtiyaç sah ip lerin e v erilse dah a iy i olacağına in an ıyord u . “B öylece hem açların k a m ı doyar, h em de h a y ­ v a n la r ölm ez” diyordu. V e ayn ı la fla n , döne döne h er sen e tekrar ediyordu.
{ "page": 331, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
334 Selm a zerrece katılm ıyordu ona. “A lla h ta bunu kullarından talep etm esinin ardında güçlü b ir sebep var, tab ii anlayana” diyordu. “B ir zahm et K uran’ı okusan, sen de anlardın bey.” “O kudum ” diye cevap verdi M en su r bir keresinde. “B u ko­ nuda bir şeyler okudum yan i. G ene de aklım a yatm adı.” “N eym iş aklına yatm ayan?” dedi Selm a kızarak. “Şim di bu h u su s tüm sem avi dinlerde var. A m a yüce A lla h , H azreti İbrahim ’e oğlunu kurban etm esini söylem iyor ki tam olarak. A dam yan lış an lam ış.” “A d am diyem ezsin!” “Ya pardon , la fın g e lişi. D in le am a h an ım , H azreti İb ra­ h im , A lla h ta ona oğlunu öld ü rm esin i em rettiğin i işitm iyor. R üyasında görüyor, değil m i? P eki ya rüyayı yan lış yorum la- dıysa? R üya bu ! Bence m erham etli A lla h , İbrahim ’in vaziyeti ne kad ar yan lış an lad ığım görüp, oğlunu kurtarm ak için ku­ zu gönderiyor.” S elm a iç geçirdi. “Seninle n e dem eye tartışıyorum . H uysuz bir oğlan çocuğu gibisin . A lla h ’a şükür evlatlarım ı büyüttüm . A m a sen hiç büyüm üyorsun.” S elm a kendi ku rbanım sa tın alm ak için y ıl boyu para b i­ rik tirird i. H ayvan bahçede tu tu lu r, kınalanır, kesilm eye gön­ derilene kad ar b eslen ird i. Son ra da e ti konu kom şuya, fakir fukaraya paylaştırılırd ı. Y in e öyle b ir sen e -P e r i on üç yaşın d a filan d ı h e r h a ld e - kom şular p aralarım b irleştirip bir boğa alm aya karar verdi­ ler. A rd ın d a zifiri gölgesiyle, k u d retli ve heybetli bir hayvan bekliyorlardı. G elen boğa kocam andı kocam an olm asına am a gergin, h atta asabi görünüyordu. G araja konunca hayvanın sık ın tısı katm erlendi ik i gün bo­ yu n ca. G eceleri d ebelen m elerin i du yuyorlardı; kaçm aya ça­ lışıyordu . B elk i de b aşm a gelecek leri sezm işti. Ü çüncü gü n , güneşe çık ard ık ları an , ellerin d en ku rtuldu. Tam h ız koşar­ ken önüne çıkan ilk adam a sa ld ıra ra k yerlerd e sü rü k led i.
{ "page": 332, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
335 O layd an h a b e rsiz, yold an geçm ek te olan ad am cağız k en d i­ sin i za r zor ku rtarıp bir çöp k u tu su n u n a rk a sın a sa k la n d ı. Toplanan seyircilerden kah k ah alar yü k seld i. B irileri k u rtu ­ la n adam ın sırtım sıv a zla d ı. Ç ocuklar bü tün bu şa m a ta n ın ne old u ğu n a bakm ak için koşup g eld iler. D u vara tırm an an P eri, hayvanın sağa sola savrulan boynuzlarını ve tek başına k alabalığı tarum ar edişini görebiliyordu. K u rb a n lık k u zu ların ak sin e y ılm a z b ir sa v a şçıy d ı b oğa. O nu dört yan d an sık ıştıra n yirm i adam a k a rşı m ü th iş b ir m ücadele verd i. M en su r kan ter için d e, h a y v an ı, onu kova­ layan gü ru h tan korum aya ça lıştıy sa da n a file. K im seye söz geçirem edi. D erken boğa tam gaz otoyola fırla d ı ve bir anda m etal can avarlard an oluşan b ir orduyla sa rılm ış h ald e b u l­ du ken d isin i. H ayvana m ukayyet olm aları en az üç sa a tleri­ ni a ld ı; sakin leştirici tüfekle vurm aları gerekti. Sonradan ba­ zı kom şular çıkıp, sakinleştirici ilaçlardan dolayı etinin h elal olm adığını söyleyecek oldu. A m a artık o noktada kim sede on­ ların fikrine ku lak asacak hal k alm am ıştı. “B u n asıl barbarlık tır yah u ” diye hom urdandı M ensu r eve döndüklerinde. “D inim iz ‘K im seye zarar verm eyin’ der, h ay­ van lar d ah il. Z avallı yaratık korku içinde öldü. İşkence e tti­ ler hayvana. Yem em etini. M urdar old u .” S elm a bir an hiçbir şey dem edi. “Y em e, bey. B elk i ben de yem em .” K avga çık m asın ı bekleyen P eri, an n esiyle b a b a sın ın b ir kez olsu n ayn ı fik ird e old u k ların ı görerek şa şırd ı. O n ların payı olan et fakir fukaraya dağıtıldı. O akşam sofrada, Peri babasının rakı bardağını sıkça taze­ lediğini gözlem ledi. “N e gündü am a, ha?” dedi M en su r dalgın dalgın ; aklı başka yerde gibiydi. “S iz ikiniz yeni doğduğunuz­ da böyle yorulm uştum en son. U ykusuz gecelerde.” O esn ad a sürahiye uzanm ış bu lu n an P eri neredeyse suyu üzerine dökecekti. “N e dem ek ‘siz ik in iz ?”
{ "page": 333, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
336 M en su r g a y riih tiy a ri elin i a ln ın a götürdü. A ğzın d an m ü­ him b ir sır kaçırdığını fark eden birinin telaşı vardı yüzünde. K on u şm aya devam edip etm em ekte kararsız k ald ı. “Y a, em i­ nim hatırhyorsundur bir şeyler.” “N a sıl şeyler?” “B ir oğlancağız vard ı, senin ik izin . Y aşam adı.” P eri’n in b ilin cin in d erin lerin d e b ir gölge k ıp ırd ad ı. “N e ­ den?” “A h , b a lım , kurcalam a işte. H azin ki ne hazin . Ç ok zam an geçti üstünden” dedi M ensur, am a sonra m erakına yenilerek sordu: “G erçekten hatırlam ıyor m usun?” “N ed en b ah settiğin i bilm iyorum k i baba.” “G erçekten m i? N e tu h a f... B en hep bazı şeyleri h atırlad ı­ ğım san d ım .” B ab asın ın d ilin in altındaki e sra n keşfetm ek y ılla rım a la ­ caktı P eri’n in . K eşfettiğinde ise kahrolacaktı. * * * T ren n ih a y e t P ad din gton ista sy o n u n a v a rd ı. Ş irin , üze­ rin d e d izlerin e k ad ar in en gü m ü ş rengi kü rk m an toyla, b i­ le t otom atlarının yanında bekliyordu. Steplerden gelm iş vah­ şi b ir yaratık gib i duruyordu şeh rin orta yerinde. “B u g iy d iğin şey için kaç h a yvan öldürüldü acaba?” diye sordu P eri. “M era k e tm e , gerçek kürk d e ğ il” dedi Ş irin onu y a n a k la ­ rından öperken. P eri ark ad aşın ın yüzüne d ik k atle b a k tı. “Y alan söylüyor­ sun değil m i?” “H a h !” dedi Ş irin . “İlk kez yakalad ın . Tebrikler; sen in adı­ na sevindim F arecik. G özün açılıyor.” P eri, Şirin ’in kendisine tak ıld ığım biliyordu. N e kadar gül­ se d e, ark ad aşın ın sözlerinde b ir gerçeklik payı sezinleyerek
{ "page": 334, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
337 huzursuz old u : D em ek Ş irin ona daha önce yalan söylem işti, m u h tem elen birden fa z la , am a ne h ak k ın d ayd ı bu y a la n lar ve neden söylen m işti, henüz bilm iyordu. O ak şam Ş irin ’in an n esiyle ta n ıştı. A rk ad aşın ın a n la ttık ­ larından yola çıkarak korkunç, boğucu, tahakküm perver bir anne fig ü rü b e k le m işti. H e r şeye k a n şa n ve k ıza n b ir tip . H albu k i k a rşısın d a olgu n , din gin ve soh betp erest b ir kadın bu ld u. K ızıla boyadığı sa ç la n a çık tı, b ak ım lıyd ı. Sofrada şa­ rap , balk on d a sig a ra içen ; zek i, z a rif, esp rili ve k ızın ın ak­ sine son derece in a n çlı b ir k ad ın . M o lla la ra ve H um eyni re­ jim in e ve a h la k z a b ıta la n n a rağm en , İra n ’dan ailecek k aç­ m ak zorunda k a lm a la rın a rağm en , sü rgü n lerde çektiği tüm zorlu klara rağm en dininden de, m em leketin den de soğum a- m ıştı. Tam te rsin e itik a d ı p e k işm işti. K en d in e h as k u d retli bir m an eviyatı vard ı. B undan dolayı kim selere hesap verm e­ ye de n iyeti yoktu. N e garip şeyd i, aynı evin çatısı alfanda b ile nesilden n esile, k işid en k işiy e n a sıl da değişiyordu inanç m eselesi. A ynı h a­ diseleri y a şay a n a ile fertleri bu tecrübelerden bam başka so­ nuçlar çıkarıyor, a yn ı h a tıra la rı a slın d a h erk es fa rk lı h a tır­ lıyordu.
{ "page": 335, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
Dansöz Oxford, 2002 P eri cam ı açıp ten in i okşayan serin h avan ın tad ın ı çıkar­ dı. N ih a y et ta til b itip , y u rt od asın a döndüğü için m u tlu ydu . E lin d e b ir k ita p la y a ta ğ ın ü stü n e oturup d izlerin i kendine çekti. A zu r bugünkü sem inerde tü m öğrencilerden "K a n t fel­ sefesinde T a n n fikri9 üzerine b ir m akale okuyup yorum lam a­ la rın ı iste m işti. Sadece teologlar d e ğ il, felsefen in h a ş a n ço­ r a k la n N ietzsch e ve D arw in d e, K a n t’ta n çok e tk ilen m işti. Ç ok yönlüydü A lm an filozof. P eri, K ant’ın tıp k ı İstan b u l gibi olduğuna karar verdi: hercai, k atm an lı, k a n şık . T evek k eli d eğ il, A zu r seviyord u K an t’ı. O da k a rm aşık tı. İçinde b ir koro taşıyord u a d eta . P aneldeki kendinden em in ta rtışm a c ı; gü n lü k h a y a tta sü rek li ilg i görm eyi seven b en - m erk ezci a k a d e m isy e n ; s ın ıfta göz k o rk u ta n ceb eru t ho­ ca; ofiste talep kâr E n gizisyon h âk im i; evinin m ahrem iyetin­ de ise kibar, m üşfik ev sa h ib i... daha kaç d eğişik h a li vardı? Peri’nin ak lı, yılbaşı yem eğine ve sonrasında olanlara g itti. O günden beri kaçıyordu D arren ’d a n ; halbuki oğlan defalarca aram ış, her seferinde daha en d işeli, h atta buruk m esajlar bı­ rak m ıştı. H ak sızlık ediyordu ona Peri. A m a başka tü rlü dav­ ranm ak ne içinden geliyordu, ne elinden. D ersleri ve kitapçı­ daki y a n -za m a n lı işi olm asa odasına kapanır, in zivaya çeki­ lirdi hepten; tabii zırt pırt k ap ışım çalm ak için bahaneler uy­ duran Şirin ve düzenli olarak görüştüğü M ona olm asa. A z u /a karşı h issettiğ i çekim yüzünden sem in erler ıstırap
{ "page": 336, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
339 verm eye başlam ışta. A dam ın her h arek etin i, h er sözünü oku­ m aya çalışıyor, m uhtem elen ya n lış yorum luyordu. N esn el b ir n azarla bak am az olm u ştu h ocasın a. H e r yerd e ila h i işa re t­ ler gören bir kâhin gibi, en sıradan ve sü fli şeylerin içinde bi­ le g izli m esajlar arıyordu. A zuz'u etkilem ek istiyordu , hem de n asıl. O yüzden deli gibi okuyor, çalışıyordu. N e var k i sın ıfta m idesi düğüm düğüm , su sp u s oturuyordu çoğu zam an . A ra ­ lard a diğer uca savru lu yordu . Ü stü n e b ird en cesa ret y a da gözü dönm üşlük geliyor, itira z edip ta rtışıy o r, m eydan oku­ yup sorguluyor, sonra yen id en se ssiz liğ e göm ü lü yord u . B ir sarkaçtı artık ruhu. Savruluyordu. H alb u k i b öyle şey lerin a sla k en d i b a şın a gelm eyeceğin i zannederdi. K endinden y a şlı adam lara tu tu la n o saftirik kız­ lard an değild i o. B öylelerin in , h ay a tla rın d a k i ek sik bab a fi­ gürünün peşin de k oştu k larım sa n m ıştı. D em ek başk aların ı ya rgıla m a k la h a ta y a p m ıştı. O n u A z u ı'a çeken şey in ne ol­ duğunu kim selere -k e n d isin e b i le - açıklayabileceğini sanm ı­ yordu. H ocasın a olan h islerin i b a şk a la rıy la p aylaşm aya n i­ y eti yoktu za ten . Ç ocukluğundan beri tu ttu ğ u T a n n günce­ si g ib i, sisin için d eki bebek g ib i, A zu r d a d ik k a tle korunan bir sır haline gelm işti. K im se bilm ese d e, uyum adan önce eli­ ne onun k itap ların d an b irin i a lm a y ı, fonda çalan m ü zik eş­ liğ in d e, k a ra n lık ta , parm ağım profesörü n adın ın h arflerin ­ de dolaştırm ayı âdet edinm işti. G ün içinde A zu ı'u n binasının yakın ların da takılıyor, belki oralardad ır diye köşelerden k a ­ çam ak b a k ışla r atıyordu. Sabah k ah vesin i onun sık ça g itti­ ği kafeden almak için yolunu d eğiştiriyord u , am a b ir ik i se­ fer onun geld iğin i görünce, tu v alete kaçıp sa k la n m ıştı. Tüm bu gülü nç şeyleri yapıp du ru rken , b ir d iğer y a n ı, olan b ite­ ni h oşn u tsu zlu k la seyrediyor, bunun b ir d e lilik m evsim i ol­ duğunu ve yakında biteceğini um uyordu. A rtık ne kendi düşüncelerine, ne de K a n t’ın k ilere tah am ­ m ü l ed eb ilen P eri, spor a y a k k a b ıla rım g iy erek gen e koşu­
{ "page": 337, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
340 y a ç ık tı. S oğu ğa ra ğ m en b ir fe ra h lık , e se n lik va rd ı h a v a ­ d a ; iy im serlik ta n ele ri çiy k rista lle ri g ib i a sılıyd ı b oşlu k ta. İstan b u l’dan bu şehre ilk taşın dığın da ona tu h a f gelen sessiz­ liğe şaşırm ıyordu artık. L ongw all Sokağı’n in k öşesin d e b ir telefon kulübesi gördü. A rad a ik i saat fark olduğuna göre babası şim di evde, sofrada olm alıyd ı. Ya y a ln ız, ya ahbaplarıyla. M en su r hem en açtı telefonu. "A lo ?” “B a b acım ... affed ersin , k ötü b ir zam anda m ı aradım ? M ü­ sa it m isin?1 * “P eri, canım * dedi M ensur. S esi titred i. “N e dem ek m üsait m isin? N e zam an istersen ara evladım . Keşke daha sık araşan. * a B abasın ın üslubundaki şefk at soluğunu k esti Peri’nin. “iy i m isin evladım ?* “iyiyim * dedi P eri. “Annem n asıl?* “O dasında. Seslenm em i iste r m isin?* “Yok, başk a zam an konuşurum .* Yum uşak bir sesle ekledi: “S en i çok özledim . * “A h , ben i ağlatacaksın şim di.* “B u sene yılbaşın d a evde olam adım diye berbat hissediyo­ rum kendim i.* “A m a n , y ılb a şı k im in u m u ru n da?* dedi M ensu r. “A n n en gen e h in d i p işirip p ila v ın d ib in i tu ttu rd u . P atla m ış m ısır, k esta n e, m andalina yedik. Tom bala oynadık; annen kazandı. Televizyonda dansöz sey rettik ; ben seyrettim yan i, işte o ka­ dar. Zaten dansözleri de a za lttıla r! G iderek dindarlaşıyor bu toplu m . U su l u su l kayıyor dem okrasi altım ızdan. B ir dansöz k eyfim iz vard ı, onu da çok görüyorlar yah u . Pabucum un ah­ la k bekçileri. U la n göz b en im , gü n ah sa günah ben im , ne de­ m eye denetliyorsunuz televizyonlarım ızı?* Sözünü etm ediği şeyler de vard ı elb ette am a P eri yin e de iş itti o n la n : M ensurcun y ılb a şı şerefin e k arısıyla kadeh to­ k u ştu rm ak tak i ısra rım , dan söze el çırp m alarım , Selm a’ m n
{ "page": 338, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
341 bu n ların hiçbirinden hoşlanm ayıp su ra t a sışın ı, k avgaya tu ­ tu şm a la rım ... H epsini anladı. S a n k i P e ri’n in a k lın d an geçen leri d u ym u ş g ib i, “B ir ik i duble içtim tab ii” dedi M ensur. “N e d erler b ilirsin , n a sıl baş­ la rsa öyle devam ederm iş yeni sene!” Peri’n in k alb i sık ıştı. “G elem ed in diye üzülm e” diye devam e tti M en su r. “D ah a ku tlayacak çok yıllarım ız olacak. O ku l h er şeyden m ühim .” Okul... Ü n iv ersite ya da fak ü lte d e ğ il, oku l. K en d ileri pek e ğ itim li o lm a sa la r da eğitim e son u n a k a d ar in an an ve h er şe y le rin i çocu k ların ın geleceğin e y a tıra n sa y ısız an a baba için neredeyse ku tsal n iteliği olan o sih irli sözcük. “A b im n a s ıl? ” diye sordu P eri. H a n g i a b isi old u ğu n u be­ lir tm e y e g e re k d u y m a d ı. H a k a n o ld u ğ u b e lliy d i, çü n k ü U m u t’ta n nadiren söz ed iyorlardı ve ettik lerin d e d e h er z a ­ m an fa rk lı b ir ses tonuyla. “İy i, i y i B ebek bekliyorlar.” “N e ? Sahi mir “E vet” dedi M ensur, sesin i gururla yü k selterek . “O ğlan .” H a sta n ed e k i o b erb at gecenin ü stü n d e n b ir y ıld a n fa z la geçm işti am a an ısı h âlâ tazeydi. D ezen fek tan kokusu, duvar­ lard ak i k a sv etli boya, gelin in avuç içlerin d ek i tırn a k iz le ri... Ve şim d i F erid e bu izdivacın m eyvesini doğuracaktı. A n n esi­ nin sözleri zihninde yan k ılan d ı: Çoğu evlilikler çatlak temel­ ler üstüne inşa edildi. “B abacım , ben böyle b ir şeyi asla y a p a m a m ...” “N eyi?” “B an a kötü davranan b iriyle evlen em em . Y a da e v li k ala­ m am .” M en su r u su lca ofladı - y a n iç çek iş, y a n h ak veriş. “A nnen d e, ben de sen i çok seviyoruz” dedi; b ir an du rak sadı, ikisinin ad ım ayn ı solu k ta söylem eye alışık d eğild i. “S en ne istersen , d estek leriz. Y eter k i m utlu o l.”
{ "page": 339, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
342 P eri’n in g ö zleri y a şa rd ı. N ed en se şefk a t k arşısın d a k in i- ga n la şn tb . E li ayağm a dolanırdı. ‘‘N e old a canım ? A ğlıyor m usun?9 Soruyu duym azdan geldi P eri. “A m a b a b a ... ya bir gûn se­ ni u tan dırırsam ? Reddeder m isin beni?9 “O n a sıl söz öyle? N e olu rsa olsu n , kendi kanım canım ev­ la d ım ı n a sıl red d ed erim ?9 d ed i M en su r. Ş ak aya vurdu iş i, çünkü m izah m erhem di. ‘D a m a t diye eve çem ber sa k a llı bir yobaz getirm ediğin sürece ta b ii. B ak ona dayanam am ! H a bir d e, şu dövm eli, k ıl yum ağı m üzisyenlerden b iriyle evlenm ez- sin herhalde d i m i? N e diyorlardı onlara? S atan ist m i? M etal­ ci m i? B enim için sakın cası yok , am a zavallı annenin yüreği­ ne iner. Y ani tak u n yalı sofiı kadızade y a da m etalci sa ta n ist olm adıktan sonra koca seçeneğin çok.9 P eri gü ld ü . B abasın ın ona ıslık çalm ayı, sakızdan balon şi­ şirm eyi, ayçekirdeği kabuklarını dişleriyle çıtlatm ayı öğretti­ ği zam a n la n h atırlad ı. “C id den , kim m iş bu şa n slı oğlan ?9 diye sordu M ensur. O son k elim e, “oğlan9 ak lın ı başın a getirdi Peri’n in . B aba­ sın ın açısından, P eri sadece b ir oğlanı, yan i kendi yaşın da b i­ rin i sevebilirdi. B ir b ilse hocasına gönlünü kaptırdığım ! “A m an , bir öğrenci iş te , ciddi b ir şey değil. Ciddi şeyler için gencim dah a.9 “E lb e tte .9 R a h a tla m ıştı M en su r. “G elir geçer bunlar. Sen derslerine odaklan.9 “M erak etm e, çok çalışıyorum .9 “A ferin san a. H a , b ir de bu ndan annene söz etm e. K ad ın ­ cağızı kaygılandırm anın âlem i yok .9 “T abii k i etm em .9 T elefon u k a p a ttık ta n son ra b ir sa a t koştu P eri. A y a k la n bu zlu kaldırım taşların d a kayşa da yılm adı. K endini o kadar zorladı k i yurda döndüğünde bald ırları zonkluyor, boğazı her yu tk u n u şta acıyordu - berbat b ir gribe yakalan d ığın ın iş a -
{ "page": 340, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
netleri. H em en yatıp uyudu; rü yasın da h âlâ koşuyordu, elin ­ deyse Ş irin ’in yazıp m asasın a b ırak tığ ı ve yatm ad an hem en önce okuduğu notu tutuyordu. "Farecik, tam bize göre bir ev buldum ! Hazırlan, taşınıyo­ ruz!”
{ "page": 341, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
Liste İstanbul, 2016 “O lan ları duydunuz m u? F elak eti” R e k la m a k ad ın d ı k on u şan . T u valete gitm ek için odadan yıkm ış am a apar topar dönm üştü hem en. “Yine ne olm uş?” dedi b irisi. D ünyada ik i çeşit şeh ir v a rd ır: B irin cisi, yarın ın ve tak ip ed en gü n lerin a şa ğ ı yukarı b irb irin in a y n ısı olacağım ta a h ­ h ü t ed en ler; b ir d e, bunun ta m te rsin i yap an , h er an şa şır­ ta n , zorla y an , sa rsa n , hiçbir sü re k lilik v a a t etm eyen şeh ir­ ler. B ugünün Istan bu lu bariz biçim de ikinci türdendir. H a bi­ re telefon ların a, televizyona, in tern ete göz atm ak zorunda bı­ ra k ır sa k in lerin i. G ene ne old u d iye. D erin derin dü şünm e­ y e , tefekküre fırsa t yoktur, zam an ta zı gibi koşarken. B ir son d ak ika haberinden bir başka son dakika haberine sıçrarken. ‘T m tte ı'd a gördüm” dedi re k la m a kadın. “Patlam a olm uş.” “İstan b u l'd a m ı?” diye sordu b irisi. “N e zam an?” Ü ç tem el soru , h er zam an b u sıra y la sorulurdu: N e? N ere­ de? N e zam an ? N e : K orkunç b ir p atlam a olduğu b ild irilm iş­ t i. N e re d e : T arih i y a rım ad ad a, en k a la b a lık m ah allelerd en b irin d e. N e zam a n : D ört d ak ik a önce. P atlam a o k ad ar şid ­ d etliy d i k i olay m ah allin d ek i tü m b in aların ön yü zlerin d ek i cam çerçeve k ırılm ış, yoldan geçen ya ya la r y aralan m ış, ara­ ba alarm ları çalm aya b a şla m ış, b ir an için gökyüzü p a slı bir kahverengiye dönm üştü. İşk a d ım ön d e, k on u k ların çoğu ark ad a, h aberleri seyret­
{ "page": 342, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
345 m ek için yukarıya çık tılar koşarak. P eri peşlerinden seğirtti y a va ş, düşünceli ad ım larla. A ydınlık ve konforlu “televizyon o d a sın d a buldu o n lan . E kranda heyecanlı, acem i bir m uhabir -s a ç la n , pelerin ni­ yetin e k u llan ıla b ilecek k ad ar u zu n ve gü r b ir k a d ın c a ğ ız - m ikrofonu ik i eliyle k avram ış h ızlı h ızlı konuşuyordu. “K aç ölü , kaç yaralı olduğunu henüz b ilem iyoru z am a durum iyi görünm üyor. Tek bildiğim iz güçlü b ir bom ba olduğu. V alilik ­ ten yapılan açıklam aya g ö re...” B om ba. B u k elim e nereden çık tığı b ilin m eyen zeh irli bir dum an gibi odanın ortasında a sılı k ald ı. O an a dek konuklar patlam anın ya doğalgaz kaçağından y a da a n z a lı b ir jen era ­ törden kayn aklan m ış olm asın ı d ilem işlerd i içlerin den . Ö yle olsa olayın vaham eti değişm eyecekti ta b ii. A m a bom ba bam ­ başkaydı. Bom ba trajik bir kaza ya da doğal bir felak et d eğil; k asıtlı şer, bilinçli kötülük dem ekti. H er nevi kaza bela ürkü­ tücüydü, tam am . A m a in san ın in san ı gözün ü kırpm adan ö l- dürebilm esi, işte o, karardığın en dibiydi. Ö yle de olsa bom balarla -y a da bom ba ih tim a liy le - y a şa ­ m ayı öğren m işlerd i. O lan ca k u ra lsız lık la rın a ve korkunç­ lu kların a rağm en, teröristlerin uyduğuna in an ılan birtak ım davranış k a lıp la n vardı. G eceleri sald ırm azlardı m esela. N e­ redeyse her seferinde, en tez zam anda en fazla sayıda in şam h ed ef alabilecekleri ve ertesi günkü gazete m anşetlerine y eti­ şebilecekleri gündüz saatlerin i tercih ed erlerd i. İstan b u l ge­ celeri, her ne kadar başk a açılardan teh lik e li ya da tek in siz olabilse de, bom ba ih tim alleri açısından güvenliydi. Ya da öy­ le sanm ışlardı şim diye kadar. B u yüzden sordu işk ad ım : “Bom ba m ı? B u saatte m i?” “M u h tem elen te rö ristler tra fiğ e ta k ıld ı” diye esp ri y a p tı kocası. “tstanbuTda hiçbir şey zam anında işlem iyor artık , A z­ rail b ile .” G ü ld ü ler - k ısa , k ey ifsiz k ık ırtıla r. F a cia la r y a şan ırk en
{ "page": 343, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
346 y a p ıla n şa k a la r in san a k en d isin i k irli, h a tta suçlu h isse tti­ riyord u ; am a aynı zam anda korkuyu d ağıtıp , b elirsizliğ in o d a y a n ılm a z a ğ ırlığ ın ı aza ltıy ord u . P eri, b ab asm ı düşündü. M ensurcun hep dediği g ib i, böyle y a ra lı, a n z a lı m em lek ette, m izah , m erhem di. B u arada, televizyonda, m ah allelid en oluşan b ir kalabalık to p la n m ıştı m uhabirin ark asın d a. E kranda görünm enin he­ yecan ı ve kendileriyle röportaj yapılacağı um uduyla kadının ağzından çıkan her kelim eyi can ku lağıyla dinliyorlardı. D erken m ah alleyi yukarıdan gösteren helikopter kam era­ sın ın görüntülerine dönüldü. B irbirin in ü stüne yap ılm ış ev­ le r o kad ar dip dibeydiler k i, te k bir beton bloku andırıyorlar­ d ı. D ah a d ik k atle b alon ca fa rk lılık la r görülebiliyordu am a. Ö zellik le b ir b in a, y ılla r süren b ir iç savaştan çıkm ış gibi du­ ruyordu. P atlam ış pencereler, yanm ış duvarlar, kırılm ış cam ­ lar. Tarum ar. “E vdeydik çoluk çocu k ... ailecek televizyon seyrediyorduk; gü m diye b ir ses duyduk, y er gök sallan dı9 dedi bir görgü ta ­ n ığ ı - k ısa boylu , tık n a z, p ija m a lı-fa n ila lı b ir adam . Sesinde za r zor kontrol edebildiği b ir enerji vardı; daha dakikalar ön­ ce sey rettiğ i kan ala şim d i k en d isi çıkm ış olm aktan , m ilyon­ la rc a in sa n tarafın d an izlen iy o r olm aktan hem şaşk ın hem h oşn u ttu . “N e le r hissediyorsunuz? D u ygu ların ızı alab ilir m iyiz?” de­ di m uhabir. D u y gu la rım h a y a tı boyunca — h ele h erk esin önünde— ko­ nu şm am ış adam gözlerini k ırpıştırd ı. G ene de kam eranın aş­ k ın a tam an latm aya b a şla m ıştı k i ekranın a lt kısm ın dan ge­ çen kırm ızı b an tta ölü sayısı ila n edildi. B u arada yalıd a, konuklar, grubun geri kalanına haberleri y etiştirm ek için birer birer salon a döndüler. “B eş ölü , on beş y a ralı.” “O sa y ı m a a le se f a rta b ilir. B a zı yaralıların durum u ağır­
{ "page": 344, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
347 m ış” dedi, ofisi arayan ve gazeteden b ilg i a la n m eşhur gaze­ teci. M asad a m eze tabak larım n asıl elden ele verd ilerse, şim di de k an ve d eh şet dolu b ilgi parçalarım ta k a s ediyorlardı. A y­ nı veriler tek rar tekrar konuşuluyordu. Trajedi de tü ketilebi­ lirdi h er şey gibi - hem bireysel olarak hem topluca. M eşh u r gazetecin in k ız arkadaşı şöyle ciğer dolusu bir ne­ fes a ld ı. “V ay b e. E vlerinde bom ba yap ıyorlarm ış dem ek” de­ di. “D ü şü n sen ize. P arçalan bir araya getiriyorlar, bir tü r şey­ tan i Lego gibi. D erken bum ! E llerin de patlıyor. İyi haber: Te­ röristler o la y yerinde ölm ü ş. K ötü h ab er: Ü st k attak i kom şu da h ayatım kaybetm iş. E m ekli öğretm enm iş adam cağız.” “M u h tem elen coğrafya öğretm en i fila n d ır, za v a llım ” de­ di işad am ı. “K adere b a k ... Senelerce sın av kâğıdı oku, iki ku­ ru şu b ir a ra y a getirm eye u ğ ra ş, y ıp ra n m ış ta k ım elb iseler giy, düzgün b ir vatan d aş olm aya ç a lış. N ih a y et em ekliye ay­ rıl. V elilerin , öğrencilerin kaprislerinden yorgun argın. Sonra k alk sın , bir öbek terörist a lt k ata ta şın sın ... bom ba yapım ına b a şla sın ... A lla h topunun belasın ı v e rsin ... B u m ! Ö ğretm enin sonu. Ö ğrencilerine d a ğ la n , vadileri öğretm ek yerine burala­ rın n a sıl da zorlu , kanlı b ir coğrafya olduğunu a n la tsa daha iyi ed erm iş!” D iğ er k o n u k la r b a şla n y la o n a y la d ıla r. “Z o rlu , K a n lı b ir C oğrafyada Ö lm en in E n P opüler O n Yolu” liste si çıkarm aya b a şla d ıla r. 1) T rafik k a z a la n 2 ) K ap ağı açık b ırak ılan rögar deliğinden içeri düşm ek 3 ) B alkon da otu ru rk en , aklın ca ta ­ kım ının zaferini k u tlayan holigan kurşununa kurban gitm ek 4 ) K aldırım da yürürken, frenleri patlayan b ir otobüsün altın ­ da kalm ak 5 ) Terör sa ld ırıla n 6 ) A zg ın h o ligan lara, terörist­ lere ve rögar deliklerine kurban gitm e korkusunun neden ol­ duğu stres kaynaklı h astalık lar... B irileri yeniden konuşana kadar an lık b ir se ssizlik çöktü. “B om bacıların kim olduğunu biliyor m uyuz?” diye sordu rek -
{ "page": 345, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
lam cı kadın. “M arksistler m iym iş? K ürtçüler m i? İslam cılar mır S in iri bozulan m im ar kıkırdadı. “Amma da çok seçeneği­ m iz var. M emlekete bak!” Peri kocasının hafifçe boğazım tem izlediğini fark etti. “So­ run sadece terörün korkunçluğu değil” dedi Adnan. “Sorun, bu tür haberlere alışm am ız. Y ann bu zam anlar kaç k işi ha­ tırlayacak öğretm eni? B ir haftaya unutulup gidecek.” Peri başım önüne eğdi; kocasının sözlerindeki keder yüre­ ğine işlem iş, sönm ekte olan b ir ateşin közlerinde kalan har gibi yakm ıştı içini.348
{ "page": 346, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
Çakralar İstanbul, 2016 uEm ekli öğretm en de unutulacak” dedi Adnan b ir kez da­ ha. "H içbir şey şoke etm iyor bizi artık. H issizleştik. Uyurge­ zer gibiyiz m illetçe.” "H aksızlık etm iyor m usun şekerim ? Başka ne yapabiliriz k i?” diye sordu işkadım . "A ksi takdirde delirird ik ! Topluca kafayı yerdik!” Bu sözler üstüne, m edyum, başım savurarak araya girdi. "U lusların da insanlar gibi burçları var. Bu ülke ne zam an doğdu? 29 Ekim ’de. Tipik b ir Akrep yani; M ars ve Plüton’un etkisi altında. M ars kim ? Savaş tanrısı. Plüton kim ? Yeraltı tanrısı. Gezegenler her şeyi anlatıyor, işim iz zor.” "A strolojik lagalu ga” diye m üdahale e tti m uhafazakâr m edya patronu. "H epim iz bir A llah’a inanırken ‘ta n n la ı' di­ yerek ne demek istiyorsunuz? Anlayam adım .” Medyum sırtını dikleştirdi. "Efendim , ben çok dini bütün bir insanım bir kere! Demek istediğim , ulus olarak çakrala- nm ız kapak. Ç akınlarım ızı açm adığım ız takdirde illaki ger­ ginlik, şiddet olacak.” "Bütün Ortadoğu’nun çakralan kapalı o zam an” dedi m eş­ hur gazeteci. "H iç şaşırmam” diye araya girdi işadam ı. "O rtadoğu’da he­ riflerin bildiği tek ‘en eıji’ petrol; manevi eneıjiden eser yok.” "P eki, sizin profesyonel görüşünüze göre hangi çakralan - mız tıkalı?” diye sordu işkadım , kocasının sözlerini duym az­ dan gelerek.
{ "page": 347, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
350 "İkinci ve dördüncü iyi çalışm ıyor” oldu medyumun yanıtı. “A ltıncı tökezliyor ama asıl en fenası beşinci.” D ışarıdan b ir m artı sesi duyuldu. P eri dudaklarım sık tı. Doğrusu, onun da çığlık atası vardı. “Pardon, nedir yan i beşin ci?” diye sordu reklam cı kadın, m erak kumkuması. “B eşinci, boğaz çakrasıdır” dedi medyum, sesini bir sır ve­ rir gibi alçaltarak. “B astırılm ış düşünceler, ifade edilm eyen arzular burada toplanır. Ağzm arkasında başlar; yem ek bo­ rusuyla m ideye, oradan da tüm bedene baskı yapar.” Birkaç konuk ellerini boyunlarına götürdü gayriihtiyari. “Boğaz dem işken, benim de boğazım kurudu, çakram ı aç­ mam lazım ” dedi işadam ı. “Kızım , bize viski getir.” M edyum la fa devam etti: “U lusların ça k ra la n m açm ak için b ir teknik var...” “Yoksa adı dem okrasi m i?” diye sordu Peri araya girerek. “Ben politika konuşmuyorum hanımefendi!” dedi medyum si­ nirlenerek. Akşam boyunca genelde sessiz sedasız oturm uş p la stik cerrah saatine baktı. “Aman Tannm , geç olmuş. Sabah erken uçağım var.” Seneler evvel Stockholm’e yerleşm iş olsa da, bu­ radaki iş bağlantıları nedeniyle -v e dedikodulara bakılırsa, m etresi iç in - sıkça gelip gidiyordu İstanbul’a. “Oh, sen ne güzel basıp gideceksin yatın, buradaki keşm e­ keşle uğraşm ak bize kalacak” dedi reklam a kadın iğn eli bir ses tonuyla. B öyleydi işte. Daha başka hayatlar kurm ak için ya b a n a ülkelere gidenler hem küçümsenir, hem kıskanılır, hem sevil­ m ez, hem yadırganırdı. M esele New York, Londra ya da Ro­ ma gibi şehirlere göç etm ek değildi. Başka b ir yerde yaşam a fik ri 9 nin kendisiydi geride kalanların ilgisin i çeken. Sık sık farklı bir diyarın, altında yürünecek yepyeni b ir semanın öz­ lem ini duyarlardı. Tbplumun pek çok kesim inden farklı ola­
{ "page": 348, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
3 5] rak, yem ektekilerin m addi durum ları m üsaitti “çekip g it­ m eye” - en azından teoride. K ahvaltı ya da brunch yapar­ ken, spor salonlarında ter döker ya da arabalarım sürerken, yurtdışm a taşınm aktan bahsederlerdi. H em en her zam an Batı’ydı bununla kastedilen. Yükselen deniz karşısında kum­ dan kaleler gibi yavaş yavaş dağılan detaylı, kapsam lı plan­ lar yaparlardı. Burada, alıştıkları kültürün bağrında, bildik­ leri sokaklarda, aynı geçm işi ve mizah anlayışım paylaştıkla­ rı insanlar arasında iyiydiler, rahattılar aslında. Akrabalar, arkadaşlar, anılar, iş ve hayat bağlantıları dem irliyordu on­ la n bu lim ana; rutinin verdiği güvenlik ve konfor hissi de ca- D efalarca plan yapar, hayal kurar; defalarca bırakırlar­ dı planların ve hayallerin ucunu. Ta ki b ir gün, b ir zam an­ la r düşündükleri “G idelim buralardan” fikrin i hayata geçir­ m iş biriyle karşılaşıncaya kadar. G ıcık olurlardı o kişiye. Ka­ lanlar, hep kızardı gidenlere. “İsveç de cennet sayılm az” dedi plastik cerrah, ortam ı yu­ muşatmak için. Kim seleri ikna edemeyen yavan bir gerekçe. Yann Avrupa’ya dönecek, onlan sorunlanyla baş başa bırakacaktı. Onlar bura­ da bölgesel istikrarsızlık, politik çalkantılar, bom balar ve ku­ tuplaşm ış b ir toplum un yüksek tansiyonuyla uğraşırken, o herhalde bir kafede oturmuş, kahvesini yudumluyor olacaktı. Peri anlayışla gülüm sedi anında dışlanan plastik cerraha. “Kalmak da kolay değil, gitm ek de.” Z ira P eri biliyord u ki geride kalanlar, bütün zorluklara karşın, k a lıcı ve sağlam dostlu klan n ve ah baplık lan n , ge­ niş sosyal ağların, ailevi dayanışm anın keyfini de sürerlerdi. H albuki tem elli göç edenler ya da göçm en ruhlar, aslında çok daha yalnızdı; parçalan eksik yapbozlar gibi, hep yanm ... “Ya tabii tabii! A lpler'de yaşam ak pek zor olsa gerek” dedi alayla, gazetecinin attığı dirseklere rağm en hâlâ içm eye de­ vam eden kız arkadaşı.
{ "page": 349, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
352 “A lpler İsveç’te değil, İsviçre’de” diyerek düzeltm ek istedi birileri, ama m eşhur-gazetecinin-kız-arkadaşı duym adı bile. K am ın ı daracık m ini eteğinin içine çekip sıkıştırarak ayağa fırlad ı, tırnağı yenm iş işaretparm ağını tasarım cıya doğrult­ tu. “Siz hepiniz firarisin iz! K orkaklar! Siz gidip rahat yaşı­ yorsunuz Avrupalarda... Am erika'da... Avusturalya’da... Şeyle uğraşm ak da bize kalıyor; fanatizm le ve köktencilikle ve sek- sizm le ve otoriterlikle ve diktatörlükle ve köhnelikle ve ata­ erk illik le ve alaturkalıkla...” P eş peşe sıraladığı kavram lar kesm em iş, yenilerini arıyorm uş gibi etrafına bakındı. “Bura­ da tehlikede olan benim özgürlüklerim ... Benim gibiler kuşa­ tıldık, etrafım ız sarıldı, nefes bile alam ıyoruz.” “Tehlike dem işken...” Ev sahibesi, m edyum a döndü. “Ha­ yatım , sana evi muhakkak gösterm em lazım . Başım ıza gel­ m edik kaza bela kalm adı, anlattım ya telefonda. Borular pat­ la d ı, su ba stı, yıldırım düştü tepem ize. Ya gem iyi duydun mu? G elip doğruca yalının içine giriverdi, aksiyon film i gibi!” Kocasına şöyle bir göz attı, unuttuğu bir şey var m ıydı diye. “Ağaç” dedi işadam ı, yardım sever bir tavırla. “Ah evet, çatım ızın üstüne ağaç devrildi, daha neler! N a­ zar m ı var dersin?” “Ö yle görünüyor” dedi m edyum . “H izm etçilerin odalarını kontrol ettirdiniz m i? içlerinden biri büyü yapmış olabilir.” “H iiii! Gerçekten m i? C esaret edebilirler mi? En ufak şüp­ heli bir şey bulalım , anında kapı dışarı ederim hepsini.” Ev sahibesi elini kalbine götürdü, düzgün çarptığından emin o l­ mak istercesine. “Nereden başlam ak istersin?” “Bodrum dan. Evvela karanlık kuytu köşelere bakm ak ge­ rek her zam an.” Medyumla ev sahibesi yanından yürürken bir titreşim al­ gıladı P eri. Ne olduğunu anlam ası için bir saniye daha geç­ m esi gerekti: K ocasının telefonuydu. Benzi attı; az önce tuş- ladığı num araydı bu. Şirin onu geri arıyordu.
{ "page": 350, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
Ötekinin yüzü Orford, 2002 Bahçe kapısının dışında b ir taksi bekliyordu. îk i arkadaş arabaya atladılar. Sessizlik hüküm sürdü, ta ki Peri sükûneti bir hapşırıkla delene kadar. “Seninle aynı eve taşındığım a hâlâ inanam ıyorum !” diye hom urdandı Peri. Ş irin yurt yönetim ini akadem ik y ıl ortasında taşınm ala­ rı konusunda ikna etm eyi başarm ıştı. O önüne geçilm ez az­ m iyle evi bulm ası da uzun sürm em işti. Ç içekten çiçeğe vız­ layan bir balan sı çalışkanlığıyla, kirayı ve depozitoyu ödeyip m ütevazı eşyalan n ı taşıyacak arabayı ayarlam ıştı. Her şeyi o kadar eksiksiz organize etm işti k i, taşınm a günü geldiğin­ de Peri’ye yalnızca m antosunu alıp kapıdan çıkm ak kalm ıştı. “Sakin ol, göreceksin nasıl eğleneceğiz” dedi Şirin heyecan­ la. “Üçümüz!” P eri soluğunu tuttu. “Ne dem ek üçüm üz? Başka kim geli­ yor?” Yanıt verm eden önce yüz ifadesin i kontrol etm esi gereki­ yorm uş gibi, çantasının içinden bir pudra kutusu çıkardı Şi­ rin ve aynada kendisine baktı. “Mona da katılıyor bize.” “N e? Ve bunu bana şim di mi söylüyorsun?” “M adem ki ev paylaşıyoruz, üç kişi olm ak iki kişi olm aktan iyidir.” Sırıtışına bakılırsa Şirin bile inanm ıyordu kendi söy­ lediğine. Peri surat astı. “Bana sorman gerekirdi.”
{ "page": 351, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
354 “Ö zür dilerim , unuttum . Kafam çok m eşguldü.” Şirin’in se­ si yum uşadı. "N e oldu, niye bozuldun ki? M ona’yı sevdiğini sanıyordum .” "E vet, ben seviyorum , ama sen sevm iyorsun. İkiniz hayat­ ta geçinem ezsiniz!” "Aynen!” dedi Şirin. "Zaten tam da bu yüzden bu serüvene atılmam lazım .” "Ne demek istiyorsun?” Ş irin b ir açıklam a yapm adı. Taksiciye verdik leri adrese varm ışlardı. Büyükçe cum balı pencereleri, yüksekçe tavanla­ rı, ufacık bahçesiyle Victoria dönem inden kalma bir ev. M ona, yanında çan talar v e k u tu larla, ön kapının basa­ m aklarında bekliyordu. O nlara el sallayarak aşağı indi; ger­ gin liği yüzünden okunuyordu. İşte o zam an P eri anladı ki M ona -tıp k ı kendisi g ib i- Şirin’in oyununa gelm işti. "M erhaba M ona” diye seslen d i Ş irin , taksin in parasın ı ödeyip inince. Ü çü kaldırım da durup ted irg in b ir şekilde selam ladılar birbirlerin i. Uzun, kızıl-kah ve m antosu ve bej başörtüsüyle M ona; bol m akyajlı yüzü, baldırlarım ancak örten kısacık el­ bisesi ve yüksek topuklu çizm eleriyle Şirin; kot pantolonu ve sade, m avi yağm urluğuyla P eri. A ralarındaki "tarz farkı” o kadar belirgindi ki. "B undan üç kopya daha y a p tırırız” dedi Ş irin , elin dek i anahtarları şıngırdatarak. "İk isi bende durur, nasıl olsa biri­ ni kaybedeceğim ya. Bana yedek gerek.” Bunu söyleyerek kapıyı açtı, paldır küldür içeri daldı. Ar­ dından Mona girdi, önce sağ ayağım atarak ve kıpır kıpır du­ daklarıyla dualar okuyarak. u Bism ülaM rrahm am rrahim r En son da Peri. G ribi k ötü leştiği için öksürüp hapşırarak geçti eşikten. Evin fotoğraflarını daha önce görm esine ve içe­ risi y a n m obilyalı olm asına karşın, ortalık boş göründü gözü­ ne. Başka insanlarla aynı çatı altında yaşam ak, her gün on­
{ "page": 352, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }