page_content
stringlengths 1
4.1k
| metadata
dict |
---|---|
253
“Harika!” dedi Azur, ellerini ovuşturarak. “Gördüğüm ka
darıyla hepinizde özgüven patlaması var.”
Kemik gözlük çerçevesinin ardında ışıltılı gözleri, deli
ce çağlayan bir deredeki çakıl taşlarını andırıyordu. Ses to
nu, uzak ülkelerden geri dönmüş de maceralarım dostlarıyla
paylaşan bir kâşifınki gibi, dalga dalga yükseliyordu. Bu se
minere kaydolma cesaretini gösterdikleri için bütün öğrenci
leri kutladı. Sonuna kadar gitmeye azmedeceklerini umduğu
nu da söyledi. Konuşması o kadar rahat ve öyle hızlıydı ki ne
zaman şaka yapıp, ne zaman ciddi olduğunu anlamak zordu.
“Belki saymışsmızdır, sınıfta on bir kişisiniz - özellikle on
bir, çünkü on, mükemmel bir rakam ve mükemmellik sıkıcı
bir şey.” Hoşnutsuz bir ifadeyle etrafa bakındı. “Anlaşılan işi
miz var. Ne o öyle, ısırılmaktan korkar gibi sağa sola yayıl
mışsınız. Evet, hanımlar, beyler, zahmet olmazsa, ayağa kal
kar mısınız lütfen?”
Şaşıran öğrenciler söyleneni yaptılar eğlenerek.
“Ne kadar itaatkârsınız! Tann’mn gözündeki en yüksek
erdemmiş, öyle diyorlar. Şimdi sandalyelerinizi bir çember
oluşturacak şekilde dizmenizi istiyorum. Tann hakkında ko
nuşmak için en uygun geometrik şekil çemberdir zira.”
Farklı konuların, farklı oturma şekilleri gerektirdiğini
açıkladı Azur. Siyaset konuşmak için dağınık ve şekilsiz; sos
yoloji için düzgün bir üçgen; uluslararası ilişkiler içinse dik
dörtgen prizma. Ama Tann konuşulacaksa şayet, muhakkak
çember içre olmalıydı. Herkesin merkeze eşit uzaklıkta ola
cağı biçimde.
“Bundan sonra her hafta sınıfa girdiğimde sizi halka şek
linde bulmak istiyorum.”
Bu iş birkaç dakikalanna mal oldu. Sandalyelerini ve ayak-
lannı sürterek yeniden yerleştiler. Nihayet oturduklannda,
oluşturduktan şekil çemberden ziyade sıkılmış limonu andı
rıyordu, ama olsun. Her ne kadar tatmin olmasa da çabala | {
"page": 251,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
254
n için teşekkür etti Profesör Azur. Derken, kendilerinden, bil
hassa “genç insanlar için daha eğlenceli bir sürü şey varken"
neden Tann’yla ilgilendiklerinden bahsetmelerini istedi.
İlk konuşan Mona oldu. 11 Eylül trajedisinden sonra Ba-
tı’daki İslam algısından derin kaygı duyduğunu söyledi. Söz
cüklerini tane tane seçerek, genç bir Müslüman kadın olmak
tan gurur duyduğunu, dinini kalpten sevdiğini ve sahiplen
diğini ama neredeyse her gün bir sürü önyargıyla uğraşmak
zorunda kaldığını anlattı. “İslam’a dair hiçbir şey bilmeyen
insanlar benim dinim, peygamberim, inancım hakkında kal
lavi laflar ediyor, negatif konuşuyorlar" dedi. “Başörtüm hak
kında da" diye ekledi. Bu dersi almaya karar vermişti, çün
kü Yaradan’m doğası hakkında dürüst, önyargısız araştırma-
lara-tartışmalara katılmak istiyordu. Tann herkesi farklı ya
ratmıştı. Bunca çeşitliliğin bir sebebi vardı. Sözlerini şöyle
bitirdi: “Çeşitliliğe saygım var ama karşımdakinden de say
gı beklerim."
Mona’nın yanındaki genç adam, sıra ona geldiğinde sırtı
nı dikleştirdi. Adı Ed idi. Dinsiz bir aileden geldiği için Tan-
n konusuna temkinli ve tarafsız yaklaştığım söyledi. Bilimle
inancın bir araya gelebileceğine kaniydi ama dinin mantıkdı-
şı yanlanmn -k i pek çoktu- ayıklanması gerekliydi. “Babam
Yahudi, annem Protestan ama dindar değiller" diye ekledi.
“Sanırım, ben de Mona gibi, ama farklı bir açıdan, m odem
çağda kimlik ve inanç konusuyla ilgileniyorum. Gerçi dürüst
olmak gerekirse, Tann hiçbir zaman derdim olmadı."
“O zaman neden buradasın?" diye sordu kaslı, çopur yüzlü,
sanşm bir oğlan. Bir kurşunkalemi parmaklannm arasında
hızla çevirdi. “Buradaki herkesin Tann’yla bir meselesi var
sanıyordum.”
Peri, Ed’in başım kaldınp Profesör Azur^a baktığım, onun
da Ed’e belli belirsiz bir baş işareti yaptığım fark etti. Arala-
nnda sanki bir mes^j gitti geldi; Peri’nin çözemediği bir şifre. | {
"page": 252,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
255
Azur sarışın çocuğa döndü. “Normalde öğrencilerin bir
birlerinin fikirleri hakkında yorumda bulunmalarını bekler,
hatta bunu teşvik ederim. Ama henüz çok erken. Yumurta
dan çıkmaya çalışan civcivler gibiyiz. Başımızı bir uzatalım
hele kabuğumuzdan dışan. Sonra başlarız tartışmaya.”
Bir sonraki öğrenci, Olivia, belirgin bir Ispanyol aksanıy-
la konuşan alımlı bir kızdı. İri kahverengi gözleri, koyu, ipek
gibi saçlan vardı. Katolik bir ailede büyüdüğünü, her hafta
ayine gidecek kadar dindar olduğunu söyledi. Oxford Kato
lik Topluluğumda güzel dostluklar kurmuştu. Bununla birlik
te bakış açışım genişletmek istiyordu. “Bu dersi almak ilginç
v!ur diye düşündüm. Alıştığım çevrenin dışına çıkmak, başka-
lan Tann’ya nasıl: yaklaşıyor anlamak... O yüzden...” Cümlesi
ni tamamlamadı, sonunu başkalarının getirmesini bekler gibi.
“Sıra bende sanırım” diye atıldı sanşın çocuk; kalemi da
ha da hızlı çeviriyordu. “Adım Kevin. California’dan geliyo
rum, burslu.”
Kevin dedi ki, zaten her konuda haklı olan Ernest He-
mingway, kafası çalışan herkesin ateist olacağını söylediğin
de haklıydı. Mesela kendisi ateşli bir ateistti. “Bu zırvaların
hiçbirine inanmam, bu yüzden buradayım. Sizin Tann deyip
durduğunuz şey üstüne yapıcı tartışmalara girmek istiyo
rum. Gerçi eminim herkesin tepesini attınnm .”
Birileri öksürdü, ya tesadüfi ya tepkisel.
Ondan sonra konuşan oğlian kendini şöyle tanıttı: “Herke
se merhaba. Adım Avi. Oxford Şabat Topluluğu üyesiyim. Ay
rıca, Yahudi Kütüphanesinde yan-zamanlı gönüllü olarak ça
lışıyorum.”
Avi dedi ki, insanlığı üçüncü dünya savaşına savurmaya
yetecek kadar nefret ve husumet vardı şu an dünyada. Ta
rihin hayaleti dolanıyordu aramızda/ Yahudi soykırımında
ve ikiz Kulelerin yıkılmasında görüldüğü gibi, insanoğlu ak
la hayale sığmayan kötülükler yapmaya kabildi. Dinler ara- | {
"page": 253,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
256
sında gerçek bir diyalog yeşermeliydi. Tann korkusu, Homo
S apiens'in şiddet eğilimine karşı en güçlü caydıncıydı. Mo
dem çağda Tann’ya her zamankinden çok ihtiyaç vardı.
Avi bir şeyler daha söylemeye hevesli görünüyordu ama
yanındaki en eıjik , sabırsız H intli kız sözünü kesti. Adı
Sujatha’ydı. Doğu felsefesiyle Batılı muadili arasındaki fark
lardan bahsetti: “Bütün semavi dinler aynı bölgeden geliyor.
Aynı kökten. Kavga edip duruyorlar ama dışandan bakınca
aslında o kadar birbirlerine benziyorlar ki.*
Sujatha Hint felsefesinden hareketle bir slogan benimse
m işti: “Kendini nasıl gördüğün, bir müddet sonra hakika
tin olur.* Kimseyi kırmak istemiyordu ama semavi dinlerde
ki Tann fikrini haşin, yargılayın, mesafeli, uzak buluyordu.
“Ben, H er şey Tann’dıı' diyorum. Halbuki siz, H er şey Tan
nanındık diyorsunuz. O küçük iyelik eki büyük fark yaratı
yor.* Sujatha bu felsefi farklılıklar üzerine kıyasıya tartışma
yı dört gözle beklediğini ifade ederek sözlerini bitirdi.
Söz alan her öğrenciyle birlikte, Peri sandalyesinde biraz
daha aşağı kaydı, paniklemeye başladı. Keşke görünmez olup
buradan sıvışabilseydi. Profesör Anırtın öğrencilerini akade
mik liyakatlerine göre değil, kişisel hikâyelerine göre seçti
ğinden kuşkulanıyordu. Belli ki her öğrenci tek tek seçilmiş
ti. Sanki profesör sınıfta hem çeşitlilik hem çatışma olsun is
tiyordu. Zira bu kadar farklı kökenden gelen insanın uzlaş
ması zor, hatta neredeyse imkânsızdı. Belki de A zurW iste
diği buydu: çelişki! Belki de onlara laboratuvannda koşuştu
ran fareler gibi muamele ediyordu. Onlar fark etmeden, de
ney yapıyordu öğrencilerin üstünde. Eğer öyleyse, neyi deni
yor olabilirdi ki? Yeni bir Tann »igıgını mı?
Peri’nin canını sıkan başka bir şey daha vardı. Şayet et
rafındaki herkes minyatür bir Babil Kulesi oluşturmak için
özellikle seçilmişse, peki kendisi niye kabul edilmişti bu se
minere? Profesör Azur ne biliyor olabilirdi ki Peri hakkın | {
"page": 254,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
257
da? Neden onu deneyine dahil etmişti? Dr. Raymond’m sözle
ri zihninde yankılandı: A zur tu h af adamdır. D erslere yaklaşı
mı alışılm ışın dışındadır . H erkese iyi gelm eyebilir. Ö ğrencile
ri ikiye bölen bir ders bu. Bazılarının hoşuna giderken, bazı
larını mutsuz edebiliyor.
“Selam, ben Kamber” dedi kıvırcık saçlı bir kız; ne zaman
başını oynatsa bukleleri aşağı yukan hopluyordu. “Niye bu
dersi aldım? tki cevabım var: bir uzun, biri kısa.”
“Uzundan başla9 dedi Profesör Azur.
Kimber dedi ki, babası Mormon Kilisesinde rahipti. Tüm
ailesi, arkadaşları, akrabaları Mormon’du. Hayatına anlam
veren yegâne etken Tanriydı. O’nu daha iyi anlamak istedi
ği için bu dersle ilgilenmişti. Günümüz gençlerinin yalnızca
aşk meşkle, para pul, kariyerle ilgilenmesini son derece yan
lış buluyordu. Hayatta bundan fazlasının olması gerektiğine
inanıyordu. “Her birimiz bu dünyaya belli bir görev için gön
derildik. Ben kendiminkini anyonun.9
“Peki kısa yanıt neydi?9 diye sordu Azur.
Kimber kıkırdadı. “Bir arkadaşımla iddiaya girdim. Sizin
bu üniversitedeki notu en kıt ve en zor beğenen hoca olduğu
nuzu söyledi. Benim notlarım her zaman süper. Anaokulun
dan b eri Bu nedenle bunu bir meydan okuma kabul ettim.9
Dingin bir gülümseme geçti profesörün çehresinden. “Ha
kikat o kadar az bulunur bir cevherdir ki... Söylemesi bir
zevktir.9
Oturduğu yerde Peri dizeyi hatırladı. Kendi kendine mırıl
dandı: “Emily Dickinson.9
“Devam edelim. Sıradaki!9 diye seslendi Azur sınıfa.
Bir sonraki öğrencinin ismi Adam idi. Yuvarlak burun, gam-
zeli çene ve sanki sürekli bir şeylere hayret ediyormuş izlenimi
veren kalkık kaşlar. “Tann demek, sevgi demektir” dedi. “ Ya
şa, sev, öğren.’ Bu evrensel ilkeye inanıyorum.9 Anı yaşamak
gerektiğinden, yoga ve meditasyon tekniklerinden söz etti. | {
"page": 255,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
258
“Sıra bende mi? Adım Elizabeth” dedi yan taraftaki kız öğ
renci. “Doğma büyüme buralıyım, evden fazla uzaklaştığım
söylenemez. Benim Tann’yla bir alıp veremediğim yok ama
Tanrının erkek olarak algılanmağını sorguluyorum.0
Elizabeth dedi ki, insanlar doğayla ve ana tannça kültüyle
bağlanın yitirmişti. Tarih boyunca dişilik hep bastırılmıştı.
Bunun bedeli savaşlarla, dökülen kanlarla ve artan şiddet
le ödenmişti. Kadim dinlere, Şamanizm’e, Tibet Budizmi’ne
meraklı olduğunu söyledi. “Doğa anayla yeniden bağ kurma
mız gerek.” Küresel ısınmadan, çevre kirliliğinden bahset
ti. Bundan böyle Tann’yı erkek olarak düşünmeyi bırakıp,
O’ndan dişil bir enerji olarak söz edilmesi gerektiği konusun
da ısrarcıydı.
Böylece konuşmayan sadece iki öğrenci kalmıştı: Peri ile
yanındaki oğlan. Peri eliyle berikine işaret etti önce o konuş
sun diye ama o oralı olm adı.,
“Pekâlâ, adım Peri...”
“Ve o alıntı da Emily Dickinson’dandı, aferin bildin” diye
araya girdi Azur.
Peri yanaklarının kızardığının farkındaydı. Profesörün onu
kendi kendine mırıldanırken duymuş olabileceği aklından
geçmemişti. “İstanbul’dan geliyorum...” Ne söyleyeceğini unu
tup kekeledi; diğerleri gibi önemli felsefi şeyler söyleyeceğine
doğduğu şehirden bahsettiği için kendini aptal gibi hissetti.
“Şey... ben... neden burada olduğumdan emin değilim.”
“Bırak o zaman” dedi Kevin. “Böylece, on kişi oluruz. Mü
kemmel sayı!”
Bir kahkaha dalgası yayıldı. Peri bakışlarını yere indirdi. Bü
tün bu öğrenciler ilk bakışta çok farklı görünseler de işte hepsi
sular seller gibi konuşmuştu. Halbuki o bu kadar basit bir işte
bile tökezliyor, içinç kapanıyordu. Devam etmedi Sustu.
En son konuşan, Bruno adında bir oğlandı. Marksist olma
dığını belirtti. Ama dinin toplum lann afyonu olduğu huşu- | {
"page": 256,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
259
sunda Marx’a sonuna kadar hak veriyordu. Vaktiyle Enver
Hoca’nın dinle ilgili görüşlerini okuyup hayran kalmıştı. Ay
nı fikirdeydi.
“Delikanlı” dedi Azur, “başkalarından, özellikle kelimelere
meftun olan filozoflardan ve şairlerden alıntı yaparken dik
kat etmeliyiz. Marx’ın söylediği şuydu: Din, mazlumun iç çe
kişi, kalpsiz bir dünyanın kalbi ve ruhsuz koşulların ruhu
dur. Din halkın afyonudur .”
“Evet, evet. Aynı şey işte” diye yapıştırdı Bruno hemen; sö
zünün kesilmiş olmasından hiç hoşlanmamıştı. Sonra pat di
ye Mona’ya döndü. Yumruk yemeye hazırlanıyormuş gibi çe
nesini ileri uzattı. Söyleyeceklerinin bazılarının hoşuna git
meyebileceğim ama her zaman dobra dobra konuştuğunu id
dia etti. İslam’la bir derdi olduğunu söyledi. “Aslında bütün
tektannlı dinlerle derdim var ama Hıristiyanlık ve Yahudilik
reform gördü, İslam reform görmedi” dedi.
Bruno, İslam’ın kadınlara karşı tutumunun kabul edilebi
lir olmadığını; şayet kendisi kadın ve Müslüman olarak doğ
muş olsaydı bedbaht olacağını belirtti. “Herhalde terk eder
dim.” Bruno’ya göre değiştirilmediği takdirde İslam günü
müz dünyasına uygun değildi, ama hem kutsal kitap hem de
hadisler mutlak görüldüğü için bu koşullar altında değişim
beklemek imkânsızdı. “Değişim yasaksa o zaman bu dini na
sıl düzelteceğiz?”
Mona, Bruno’ya buz gibi bir bakış attı. Derhal çocuğun ağ
zının payını verdi: “Pardon ama kim sana benim dinimi dü
zeltmeye kalkma hakkını veriyor? Nereden çıkardın Müslü
man kadınların senin gibiler tarafından kurtarılmaya ihti
yaçları olduğunu?”
“Aman aman kavga etmeyin... Tamam harika; müthiş bir
başlangıç!” diyerek araya girdi Azur. “Fikirlerinizi belagatle
ifade ettiğiniz için hepinize teşekkür ederim. Fakat unutma
yın, konumuz din değil. Konumuz Tann felsefesi.” | {
"page": 257,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
260
Öğrencilerin oluşturduğu halkanın içinde bir çember çi
zerek yürüdü profesör. Hareketleri kendinden emin, konuş
m ası hararetliydi. "Burada İslamiyet, Hıristiyanlık, Yahu
dilik ya da Hinduizm üstüne fikir teatisinde bulunmak için
toplanm adık. Bu geleneklere zaman zaman değinebiliriz
ama asıl meramımız Tann felsefesinin nasıl geliştiğini anla
mak. Şahsi inançlarınızın araya girmesine izin veremezsiniz.
Kızdığınızı, sinirlendiğinizi fark ederseniz, lütfen Bertrand
Russell’ın şu sözünü hatırlayın: İnsan bir konuda ne kadar
az bilgili olursa o kadar çok duygusal olur.9
Semada büyükçe bir bulut, cılız güneşi perdeledi. Odada
ki ışık bir anda soluverdi. Azur'un gözleri o loşlukta ışıldadı.
"Anlaşıldı mı?9
"Evet9 diye yanıtladı öğrenciler hep bir ağızdan.
Ama birkaç saniye sonra alçacıktan bir ses duyuldu: “Eh...
hayır.9
Peri’ydi bu. Azur durdu. "Ne dedin?9
"Affedersiniz... yalnızca... yani... duygulan dikkate alma
nın yanlış bir şey olmadığım düşünüyorum.9 Konuşurken el
lerini fazla hareket ettiriyordu, kelimelere güvenmeyen tüm
insanlar gibi. “Aslında akıldan ziyade duygularımızla hare
ket ederiz. Öyle değil nü? Neden doğamızı hor görüyoruz?
Duygulan neden küçümsüyoruz?9 Profesörün ona kızmasın
dan endişe ederek başım kaldırdı.
Halbuki A zu /u n yüzünde sevecen bir ifade vardı. "Aferin,
İstanbullu kız, meydan okumaya devam et.9
Profesör dedi ki, üniversite dediğin ortam, öğrenm ek,
düşünm ek, gelişm ek ve anlam ak için kurulm uştu. Eğer
Oxford’da geçirecekleri yılların sonunda, hâl& üniversite
ye başladıktan ilk günkü fikirlere sahiplerse, yani durağan
ve aynı kalmışlarsa, ne demeye okuyorlardı buralarda? Hem
kendi zamanlarım, hem ailelerinin parasım boşuna harcamış
olurlardı. Kalkıp eve dönseler daha iyiydi "Değişmeye hazır | {
"page": 258,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
261
olun. Sadece taşlar, kayalar değişmez bu âlemde - tabii as
lında onlar bile değişir.”
Azur dedi ki, işte burada, dünyanın en eski üniversitesin-
deydiler. Oxford yüzyıllar boyunca sadece akademik çalışma
ların ve bilimsel araştırmaların değil, aynı zamanda teolojik
tartışmaların ve dini anlaşmazlıkların da kalbi olagelmişti.
Tann felsefesine merak duymak illa da “dindar” olmak demek
değildi. Bu konuyla hiç ilgilenmeyen bir sürü dindar olabile
ceği gibi, ilgilenen nice “liberal”, “laik”, “agnostik” insan vardı.
Kimse kimseyi kategorilere sokmaya çalışmamalıydı.
Azur dedi ki, herkes duymaya alıştığı şeyleri tekrar edi
yordu aslında. Ateist öğrenci ateizm perspektifinden, Mor-
mon öğrenci Mormon kültüründen, Hintli öğrenci Hint felse
fesinden, Müslüman öğrenci Islami açıdan vs. bakıyordu do
ğal olarak. Ama bunca farklı ses bir araya geldiğinde acaba
ortak bir dil yakalanabilir miydi? Tann felsefesi bütün farklı
lıktan kucaklayan bir şemsiye olabilir miydi?
“Şanslısınız! Tann konusunu konuşmak için doğru yerde
siniz!”
Böylece başladı ilk ders. Konuştukça tüm havası değişti
profesörün. O ana dek sakin ve oturmuş görünen yüz hatlan
belirgin şekilde hareketlendi. Ses tonu dikkatli ve ölçülü de
ğildi artık, ateşliydi, tutkuluydu. Nasıl da kendinden emin
di. Bu haliyle İstanbul’daki sokak kedilerini hatırlatıyordu
Peri’ye - insanlardan uzak duran, boynu bükük, ürkek pişi
leri değil de, hani şu en yüksek duvarlarda caka satarak ge
zinen, mahalleyi kendi krallığıymış gibi teftiş eden, başına
buyruk kedileri.
“Pekâlâ, şimdi size bir soru. Şayet Bronz Çağı’na sizi ışınla
mış olsaydım, o günkü insanlara Thnn’yı nasıl tanımlardınız?”
“Merhametlidir” dedi Mona. “Rahman ve rahimdir.”
“Kendi kendine yeter” diye ekledi Avi. “Kimseye muhtaç
değildir.” | {
"page": 259,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
262
“Erkek değildir ama erkek gibi tasvir edilir* dedi Elizabeth.
“Ne erkektir, ne kadın” dedi Kevin. “Yahu zaten banların
hepsi safsata.”
Profesör Azur eliyle işaret etti. “Hepiniz çaktınız/
“Nedenmiş?” diye iüraz etti Bruno.
“Çünkü Bronz Çağlandaki kıllı atalarınızla aym dili konuş
muyorsunuz. Tann’yı nasıl anlatırsınız bugünkü Tann mef
humunu hiç duymamış insanlara?” Bir tomar kâğıt ile boya
kalemlerini çıkardı. Herkese dağıttı. “Kelimeleri unutun. İm
gelerle açıklayın!”
“Ne?” diye tepki gösterdi Bruno. “Resim mi yapalım yani?
Çocuk muyuz yahu?”
“Keşke olsaydınız” dedi Azur. “Daha engin bir hayal gücü
nüz olurdu.”
Mona elini kaldırdı. “Hocam, İslam putlan yasaklar. Thn-
n ’nm resmini yapmayız biz. Yaradan’m algı sınırlanm a öte
sinde olduğuna inanırız.”
“Pekâlâ. Sen de, tam da şu söylediklerini çiz.”
Takip eden on dakika boyunca öğrenciler kaynaşıp durdu
lar, iç geçirip homurdandılar ama sonunda birtakım çizimler
çıkmaya başladı ortaya. Kimisi evrenin resmim yapmıştı: yıl
dızlar, galaksiler, meteorlar. Kimisi bir şimşekle delinmiş bir
öbek bulut. Onun üstündeydi Tann. Kimisi kollarım iki yana
açmış tsa Peygamber resmi çizmişti. Kimisi güneşin altında
altın gibi parlayan kubbeleriyle bir cam i Ya da fil başlı Hint
tanrısı Ganeşa. Dolgun memeli bir tanrıça. Kimisi karanlık
ta bir mum olarak resmetmişti. Herkes kendine göre görsel-
leştirmişti Tann’yı. Peri’yse, kısa bir tereddütten sonra önce
bir nokta çizdi, ardından bunu bir soru işaretine dönüştürdü.
“Süreniz doldu” dedi Profesör Azur. Yeni kâğıtlar dağıttı.
“Tanrinın ne olduğunu çizdiğinize göre, şimdi de ne olmadı
ğım çizin bakalım.”
“Nasıl yani?” | {
"page": 260,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
265
Azur kaşlarım kaldırdı. “Tepki göstermeyi bırak da işine
hak Bruno.”
Ne çizebilirlerdi ki? Kimisi san yılan gözleriyle bir iblis
resmetti. Ya da demirden bir korku maskesi. Kanlı bir bıçak.
Yangın. Yıkım. Cehennemden bir sahne... Thhaftır, Tann’nın
ne olmadığını tahayyül etmek, ne olduğunu tahayyül etmek*
ten daha zordu. Sadece Elizabeth’e kolay gelmişti bu iş. Bir
erkek çizd i
"Gösterdiğiniz işbirliği için teşekkür ederim” dedi Profesör
Azur. "Şimdi iki çizimi kaldınp yan yana tutabilir misiniz?
Herkese gösterin.”
Söyleneni yaptılar. Yan gözle birbirlerinin ne yaptığını in*
ödediler.
"Şimdi çizimleri kendinize çevirin. Tamam mı? Harika! Ta*
rih boyunca düzinelerce filozof, düşünür ve mistik tarafından
ortaya atılmış bir soruyu size soruyorum: Bu iki resim ara*
andaki ilişki nedir?”
"Ha?” Bu sefer sadece Bruno değildi itiraz eden.
"Ok çizim Tann’mn ne olduğu üzerineydi İkinci çizim ise
Tann’nın ne olmadığı üzerine. Soruyorum, birinci çizim ikin*
d çizim i kapsıyor mu, dışlıyor mu? Mesela, şayet Tann her
şeye kadirse, bu O’nun zayıflığı da kapsadığı anlamına mı
gelir? Tann mutlak iyi ise, kötülük O’na dahil olmayan dış*
sal bir güç müdür? İki resim çizdiniz. Bir kompozisyon yazın.
Cesur, cüretkâr, dürüst olun. Okumalarla destekleyin.”
Kimse tek kelime etmedi. Çizimleri yaparken işi hafife al
mışlardı. İki resmin ilişkisi hakkında kompozisyon yazma*
bıraım isteneceğini bilseler ağırdan alır, daha çok düşünür*
lerdi. Ama iş başa düşmüştü. Basit bir sorudan karmaşık bir
ödev çıkmıştı.
"Dönüp eski zaman filozoflanna bakın. Lütfen bugünün
tartışmalarından uzak durun. Yoksa gene kavga edersiniz.
Kendi zihninizden uzak durun.” | {
"page": 261,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
“Kendi zihnimizden uzak mı duralım?” diye tekrarladı Ke-
vin.
“O halde gelecek hafta için ödeviniz bu. Elinizden geleni
yapın, okuyun, araştırıp. Bakalım tarih boyunca filozoflar, bi
lim ve din insanları bu soruyu nasıl cevaplamış. Şaşırtın be
ni! Ama sizi uyarıyorum, beni etkilemek kolay değildir!” Böy
le buyurdu Azur. Dosyalarını, kalemlerini ve son kum tane
si de alttaki hazneye kayan kum saatini topladı. Çıkıp gitti.264 | {
"page": 262,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
Janus
Oxford, 2001
Hafta sonlan nice öğrencinin, hak ettikleri eğlence ve din
lenceye kavuşmak için p u b l ara, kulüplere gittiği saatlerde,
Peri kütüphanede kalıp, okumaya devam ediyordu. Arada
duyulan öksürükler, fısıltılar ve sayfa sesleri de kalmayınca
binaya mutlak bir sessizlik çöküyordu. Peri pencerelerden dı
şarıya, karanlığa bakıyordu ara sıra. Öteki öğrencilere ayak
uyduramadığı için hayıflansa da, kitaplarla çevrili olmayı se
viyordu. Başka hiçbir şeyin veremediği bir özgürlük duygu
su veriyordu bu ona. Bugünlerde okumalarının çoğu Profe
sör A zın la ilintiliydi. Derslere çok iyi hazırlanıyor, saatler
ce okuyordu. Sınıfta zekice, bilgece yorumlar yapmak, fikir
leriyle hocasını etkilemek istiyordu. Ama çekingenliği, utan
gaçlığı buna mâni oluyordu.
Masada, yeni satın aldığı Polaroid fotoğraf makinesi du
ruyordu. Dayanamayıp bunu edinm işti, çünkü koşarken
efsunkâr manzaralarla karşılaşıyordu: mercan rengi gündo-
ğumlan, eflatun günbatımlan, kırağı tutmuş çayırlar. Bu gü
zellikleri ölümsüzleştirmekti niyeti. Biraz pahalıya mal olmuş
tu makine ama değerdi. Ayrıca kitaplara da çok para harayor-
du, üstelik bir de yeni bilgisayar almayı planlıyordu. “Aman
ne yapayım1 ’ diye düşündü. “Daha fazla çalışırım, olur biter.*
Ayağa kalkıp bacaklarım esnetti. Etraf bomboştu. Ama ki
tap rafları arasında dolanırken, bir gölge fark etti. Hızla ar
kasına döndü. I h / u buldu karşısında. | {
"page": 263,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
266
“Selam. Seni korkutmak istememiştim.”
“Beni mi arıyordun?” diye sordu Peri kuşkuyla.
“Hayır... şey, aslında evet. Meraklanma, benden zarar gel
mez.” Troy sırıtarak Peri’nin elindeki kitabı işaret etti. “Aris
toteles okuyorsun. Sakın A zu/un dersi için deme.”
“Öyle” dedi Peri, kendini rahatsız hissederek.
“Sana o adamın şeytan olduğunu söyledim ama beni ciddi
ye almıyorsun.”
“Neden AzuıMan nefret ediyorsun?”
“Çünkü haddini bilmiyor. Sen bunu iyi bir şey sanıyorsun
ama değil. Hoca dediğin hoca gibi davranmalı. Ötesine geç
memeli.”
“Nasıl davranıyor ki?”
Troy iç geçirdi. “H erif Tann felsefesi öğretmiyor. Görecek
sin bak, Tann'yı oynuyor. Kendini Tann zannedip öğrencile
rinin hayatlanna karışıyor!”
“Gerçekten mi?” diye sordu ne diyeceğini bilemeyen Peri.
Troy, söylemek istediğinden fazlasını açık etmiş gibi bir
adım geri gitti. “Her neyse, gitmem lazım. Arkadaşlar bekli
yor; sen de bize katılmak ister misin?”
“Teşekkür ederim ama çalışm am gerek” dedi Peri. Bir
yandan da anlamaya çalıştı, dolaylı bir “çıkma teklifi” mi al
mıştı?
“Peki. Belki başka zaman ha? Hadi iyi bak kendine. Söyle
diklerimi düşün.”
Peri kütüphaneden çıktığında hava kararmıştı. Gökyüzü o
kadar yakın görünüyordu ki sanki uzansa tutup çekebilecek,
laciverdi bir şal gibi omuzlarına sarabilecekti. Yürürken ba
şım yukan kaldırdı. Yüzlerce yıllık sırlan koruyorlarmış gibi
binanın mazgallı siperlerinden aşağı bakan çirkin, ürkütücü
yaratık heykellerine baktı. Ürperdi nedense. Bu şehrin kadim
sokaklannda kim bilir ne anlaşmazlıklar, ne hikâyeler yaşan | {
"page": 264,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
267
mıştı. Ceketinin fermuarını çenesine kadar çekti; yakında ye
ni bir manto alması gerekecekti. Para biriktirmeliydi.
Bir köşeyi dönünce sıra dışı bir görüntüyle karşılaştı. Kal
dırımda yanan mumlar. Ellerinde mumlarla sessizce bekle
yen insanlar. Yan yana dizilmiş erkek fotoğrafları. Bir gece
anmasıydı bu. Yaklaşıp, yere yayılmış fotoğraf ve çiçekleri
gözleriyle taradı. Posterlerden birinde “S reb ren itsa yı unut
ma* yazıyordu.
Peri fotoğraflardaki ölülerin yüzlerine baktı: ufacık oğ
lan çocukları, babalar, kocalar, dedeler... İçlerinden biri abi
si Umut’a ne kadar benziyordu. Tutuklandığı günlerdeki ha
line. Burnunun direği sızladı. Başını çevirdiğinde, gece an
masını düzenleyen grubun başmda Mona’yı gördü. Nefti ba
şörtüsü başım, omuzlarım örtüyordu. O da Peri’yi görmüştü,
elinde bir mumla gülümseyerek yaklaştı.
Peri fotoğraflardaki yüzleri işaret etti. “Çok üzücü.”
“Üzücüden öte” dedi Mona. “Bir soykırım. Asla unutmama
lıyız.” Duraksayıp Peri’ye ilgiyle baktı. “Neden bize katılm ı
yorsun?”
“Şey, tabii” dedi Peri. Abisine benzettiği çocuğun fotoğrafı
nı aldı, elinde tuttu, kaldırımda yerini aldı. Uzaklarda gece
nin karanlığı bir nehir gibi kabardı.
“Yalnızca Müslüman öğrenciler mi yer alıyor bu etkinlik
te?” diye sordu Peri.
“Müslüman Öğrenci Birliği düzenledi ama her dinden, her
milletten öğrenci geldi destek vermek için. AzuTun semine
rinden insanlar da var. Bak, Ed şurada.”
Oradaydı gerçekten. Mona başka şeylerle meşgul olunca,
Peri Ed’in yanına gitti.
“Merhaba Ed.”
“Peri, selam.”
“Balkanlardan gelmediğin ya da Müslüman olmadığın hal
de bu anmayı desteklemen ilgimi çekti” dedi Peri. | {
"page": 265,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
268
"Evet, buradaki tek Yahudi benim galiba. Ya da yan-Yahu-
di” dedi Ed gülümseyerek.
"Bir şey sorabilir miyim sana. Tann seminerini neden alı
yorsun?”
"Azur yüzünden. Adam hayatımı değiştirdi.”
"Sahi mi?” dedi Peri. Ed*le profesörün arasındaki bakışma
yı hatırladı.
"Geçen yıl çok yardım etti bana. Kız arkadaşımdan ayrıla
caktım.”
"Ayrılma mı dedi?”
"Tam öyle değil. Öncelikle onu anlamaya çalışmamı tem
bihledi” dedi Ed. "Kız arkadaşımla ortaokuldan beri beraber
dik. Ama o çok değişti. Yeni arkadaş çevresi edindi. Artık onu
tanıyamaz olmuştum.” Ed bilim e bağlı kalmış, kız giderek
dindarlaşmıştı. Aralarında bir uçurum açılmıştı. "Neden bil
mem, Azuı'a akıl danıştım. B ir hahama filan da gidebilirdim
ama Azur doğru kişiymiş gibi geldi.”
"Ne dedi sana?”
"Öyle tuhaf şeyler dedi k i ‘Kırk gün boyunca kız arkadaşı
nı dinle; itiraz etmeden, yorum yapmadan. Bir ay, on gününü
onu anlamaya ada. Birini seviyorsan, bu o kadar da uzun bir
süre değil. Beraber Şabat yapın* dedi. ‘O anlatsın, sen dinle.”*
“Yaptın mı?”
"Yaptım. Acayip zordu. Asılsız kof laflar duyduğum zaman
-affedersin ama bütün o aşın dini konuşmalar bana öyle ge
liy o r- zihnim isyan ediyordu. Ama Azur dedi ki, "Filozoflar
yargılamaz, filozoflar anlamaya çalışır.*” Ed güldü. "Hepsi bu
değil.”
"Başka?”
"Kırk gün sonra, Azur beni çağm p "Aferin* dedi. "Şimdi sı
ra kız arkadaşında, bu sefer o seni anlamaya çalışacak. Kırk
gün boyunca sen ona neden dine inanmadığım anlatacaksın,
o dinleyecek.’ ” | {
"page": 266,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
269
"Yaptı mı bunu?”
"Tabii ki hayır.” Ed başını iki yana salladı. "Ayrıldık so
nunda. Ama Azur'un ne yapmaya çalıştığını kavradım. Sev
dim adamı.”
Ed’in coşkusunda, bir müridin ustasına duyduğu o ölçüsüz
güveni buldu Peri. Rahatsız oldu. "Ama biz filozof değiliz” de
di. “Öğrenciyiz.”
"Mesele de bu zaten. Diğer hocalar bize ya çocuk muamele
si yapıyorlar ya tepeden bakıyorlar - Azur hariç. O bizi kendi
siyle eşit görüyor, bu yüzden bizi zorluyor. Hangi mesleği se
çersek seçelim hepimizin birer filozof olabileceğine inanıyor.”
"Sıradan öğrencilerden çok fazla şey beklemek olmuyor
mu bu?”
Ed ona baktı. "Sen sıradan değilsin ki. Hiç kimse değil.”
Peri dudaklarım ısırdı. Niye böyle bir la f etmişti kendi de
bilmiyordu.
"Ne oldu? Beğenmiyor musun Azuı'u?” diye sordu Ed.
"Beğeniyorum, sadece...” Peri yutkundu. "Acaba bizim le
deney mi yapıyor diye kuşkulanıyorum. Bu da hoşuma git
miyor.”
“Deney mi? Yok öyle şey” dedi Ed. "Benim hayatımı değiş
tirdi. İyi yönde.”
Yağmur yağmaya başladı; şimdilik hafifçe çiseliyordu ama
her an sağanağa dönüşebilirdi. Gece anmasının ertelendiği
ilan edildi. Posterleri, mumlan, fotoğraflan kaldırdılar. Mo
na sağa sola koşturuyor, bir sürü sorumluluk üstleniyordu.
Peri, Ed’e elini uzattı. Ama Ed, Peri’yi usulca kendine çek
ti ve ona içtenlikle sanldı. "İyi bak kendine. Azur’a güven,
harikulade bir insan o. Keşke onun gibiler çoğalsa.”
Karanlıkta yapayalnız kalan Peri yurduna doğru yürüdü.
Yağmuru dert etmiyordu. Yüzyıllardır hararetli tartışmalara
tanıklık eden binalara baktı; ne kavgalar görmüşlerdi... hep
si de Ih n n adına. Niye, niye böyleydi? | {
"page": 267,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
Kim haklıydı acaba, Troy mu, Ed mi? Bir gecede profesörü
hakkında iki karşıt görüş dinlemişti ve işin tuhafı ona öyle
geliyordu ki her iki yorum da haklıydı. Gökteki aya benziyor
du Azur. Bir aydınlık yanı vardı; ışıl ışıl, davetkâr, efsunkâr.
Bir de ilk bakışta kendini ele vermeyen karanlık yanı.270 | {
"page": 268,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
Mazlumlar
İstanbul, 2016
L es Bonbons du H arem 'in sonuncusu henüz bitm işti ki,
bir köpek, kuyruğunu o narin gövdesinden beklenmeyen bir
enerjiyle sallayarak açık kapıdan içeri daldı. Uzun, sık kür
kü sonbahar yapraklan rengindeydi; kafası küçük, bakışla-
n içliydi.
“Ponpon, sevgilim, beni mi özledin?” dedi işkadım.
Köpeği yerden alıp kucağına koydu. Hayvan konukları
seyretti gözlerini kırpıştırarak; tilkiye benzeyen yüz hatlan-
na, her an husumete dönüşebilecek bir ifade yerleşmişti.
“Bu ülkenin değiştiği ne zaman dank etti kafama, bili
yor musunuz?” diye sordu işkadım konuklanna. “Geçen ay
Ponpon’u veterinere götürdüğümde.”
Işkadımnm anlattığına göre, normalde veteriner düzen
li olarak eve geliyordu. Ama adam birkaç hafta önce bacağı
nı sakatlamıştı ve eskisi gibi çalışmaya devam etse de ev ziya
retlerini yapamaz olmuştu. Kadın da Ponpon’u kolunun altına
sıkıştırıp kliniğe gitmişti. Eskiden köpek sahipleri neredeyse
birbirinin aynısı olurdu - modem, şehirli, laik, Batılılaşmış.
Muhafazakâr Müslümanlar köpekleri mekruh gördüklerinden
yaşam alanlarım onlarla paylaşmaya meraklı değillerdi.
“Vallahi hiçbir zaman anlamadım içinde köpek ya da resim
bulunan eve niye melek girmezmiş” dedi işkadım.
“Buhari’den bir hadis” dedi bu çevreye yakın zamanda da
hil olan kodaman medya patronu. Kar beyaz gömleği yaka | {
"page": 269,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
272
sızdı; ne sakal ne bıyık bırakmıştı, saçlarının her noktası ay
nı uzunlukta kesilmişti. Yemekteki herkesten farklı olarak,
yeni zuhur eden Islami burjuvazidendi o. “Alafranga burju
vazi9 olarak nitelendirdiği kesimle ahbaplık etmeye hevesli
olsa da başı kapalı olan karışım hiç getirmezdi bu yemekle
re. Arkasına yaslanarak, “Hadiste sözü edilen herhangi bir
resim değildir9 dedi. “Yalnızca portrelere karşı uyanr, putpe
restliği önlemek için.9
“Eh, o zaman biz yandık9 dedi işadamı. Gülerek kollarım
iki yana açtı, duvarlardaki tabloları işaret etti. “Hem köpe
ğimiz var, hem de bir sûra portre ve nü. Belki de bu gece taş
yağar başımıza!9
Adamın şaka yaptığım bildikleri halde konuklardan birka
çı huzursuzca tebessüm etti. Gerginliği hisseden Ponpon hır
layarak parlak dişlerini gösterdi.
“Şşşş, anneciğin burada9 dedi işkadım minyatür köpe
ğe. Sonra da kocasına döndü: “Sözümü kesmesen olmaz mı?9
Kızmak onu susatmıştı sanki, bardağındaki suyu kafasına
dikti. “Neyse işte, veterinere gittiğimde bekleme odasında
başörtülü kadınlar görünce şaşırdım, ayaklarının dibinde kö
pekleriyle! Chihuahualar, shih-tzular, kanişler. Benden da
ha meraklılar köpeklere! Belli ki dindar hatunlar değişiyor.9
“Ben öyle demezdim9 diye itiraz etti medya patronu. “Ba
kın, dindar Müslümanlar hiçbir zaman sizin sahip olduğu
nuz özgürlüklere sahip olmadılar. Alınmayın ama, on yıllar
dır sizin gibi modem elitlerden zulüm gördük biz.9
“Bu çok yanlı, tarihi çarpıtan bir yorum9 dedi Adnan.
“Velev ki doğru. Öyle olsa bile o günler geride kaldı. Artık bü
tün güç sizin elinizde9 diye atıldı CEO; aklından geçenleri söy
lemek istemiyormuş ama kendini tutamamış gibi sesi çatladı.
Medya patronu surat astı. “Katılmıyorum. Bir kez mazlum
olan hep mazlumdur. Siz maslıım olmanın ne demek olduğu
nu bilmezsiniz.9 | {
"page": 270,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
273
“Ay, hadi ama ya!” diye öne çıktı meşhur gazetecinin kız
arkadaşı. Alkol eşiği düşük olan genç kadın çakırkeyif görü-
nüyordu. “Senin kann değil mazlum olan! Sen de değilsin!
Ben mazlumum!” Parmağıyla göğsüne vurdu. “San saçlarım
la, mini eteğimle, makyajımla, kadınlığımla... asıl benim bu
rada kısılıp kalmış olan.”
Meşhur gazetecinin gözleri telaşla büyüdü. Kız arkadaşı
nın medya patronunun tepesini attıracağından ve onu işin
den edeceğinden korkarak kadına masanın altından tekme
atmaya çalıştı ama ayağı hedefine yaramadan boş yere sal
landı havada.
“Eh, hepimiz mazlumuz aslında” dedi ev sahibesi, gerilimi
azaltmaya çalışarak.
“Çok basit aslında” dedi plastik cerrah, “insanlar daha çok
para kazandıkça yeni yaşam tarzları edinmek istiyorlar. Be
nim bir sürü başı kapalı hastam var. tş kırışıklıklara, gıdıla
ra gelince bütün kadınlar aynı.”
işadam ı hemen başını salladı, “işte bu da benim teorimi
ispatlıyor: Sorunlarımızın tek çözümü kapitalizm! O cihatçı
fanatiklerin tek panzehiri serbest piyasadır. Eğer kapitalizm
kendi yolunda ilerleyebilse, en bağnazlan bile sisteme dahil
eder.”
Bunu söylerken, kapağının içinde Fidel Castro’nun res
mi olan, kök cevizden yapılmış şık bir puro kutusu açtı, göz
kırparak meşhur gazeteciye uzattı. “Bak bunlar az bulunur,
Beyrut Duty Free’sinden. Alın birer ikişer.”
Erkek konuklar, tedirginlikle ev sahibesine bakarak kutu
dan birer puro aldılar.
“Bakmayın siz kanm a” dedi işadamı. “Bu evde özgürlük
var. L aissez-faireV
Herkes güldü. Gürültüden rahatsız olan Ponpon öfkeyle
havladı.
Fırsattan istifade Peri bir sigara yaktı. Girişte gördüğü | {
"page": 271,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
274
hizmetçinin parmaklarının ucuna basarak etrafta dolaşıp,
sağa sola kul tablaları yerleştirdiğini fark etti. Ne düşünü
yordu acaba kadın onlar hakkında? Aynı evde, ev sahipleri ile
konuklan başka bir gerçeklik yaşıyordu, hizmetçiler ve ele
manlar bambaşka. Ne tuhaftı. Aynı çatı altında bile hikâye
katman katmandı.
“Neden sessizsin böyle Peririm?” diye sordu işkadım.
Peri daha yanıt veremeden kocasının öne eğildiğini gördü,
bir sır vermek istercesine. Kahvesini sütsüz, sert içerdi Ad
nan, ağzına bir parça şeker atarak. Şimdi, şeker dilinde erir
ken “Bazen Peri’nin romanlardaki insanları gerçek hayatta-
kilerden çok sevdiğini düşünüyorum” dedi.
“Ay ne şanslısın; kıskanıyorum seni” dedi iç mimar. “Ben
kitap okumaya hiç zaman bulamıyorum.”
“Yatak odasına ipler gerdi, sevdiği şiirleri iplere mandallı
yor, sabah kalkınca ilk iş bunlan okuyor” dedi Adnan.
Peri gülümsedi. Profesör Azmadan öğrendiği ritüellerden
biriydi bu da.
“Ah, ben de şiire bayılırım” dedi reklamcı kadın. “Her şe
yi bırakıp güneye çekilmek geliyor bazen içimden. Bir balıkçı
köyüne mesela. İstanbul ruhumuzu çürüttü!”
“Miami’ye gel; okyanus kıyısında bir ev aldık” dedi işadamı.
Karısı kaşlarını kaldırdı. “Şu adamın vurdumduymaz
lığına bakın! Sanat anlayışı sıfır. Biz edebiyat diyoruz, o
Miami’de emlak diyor. O ff ne yapacağım bununla!”
“Yine ne yaptım yahu?” diyerek protesto etti işadamı.
Kimse eleştirmedi adamı. Yüzüne karşı eleştirilemeyecek
kadar zengindi. Tam o sırada kapı zili çaldı, bir, iki, üç kere -
sıkıntı, özür ve sabırsızlık karışımı.
“Ah, nihayet.” İşkadım ayağa fırladı. “Medyum geldi!”
“Yaşasın!” diye ortak bir çığlık yükseldi.
Ponpon hiddetle havlayarak kapıya doğru koştu.
Ardından kopan hengâme esnasında, yakınlardan gelen | {
"page": 272,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
bir bipleme çalındı Peri’nin kulağına. Kocasının telefonuna
uzanarak ekrana baktı. Annesinden mesaj gelmişti. Peri’nin
tembihlediği gibi üstü kapalı değil, açık açık yazmıştı: “Nu
marayı buldum, TV dizimi kaçırdım.”
Altında Peri’nin talep ettiği bilgi vardı: “0044 1865...”
Şirin’in numarası! Soluğu kesildi Peri’nin. Nicedir kilitli
bir kasanın şifresi gibiydi rakamlar. Açtığı zaman içinde ne
bulacağım tahmin bile edemiyordu.275 | {
"page": 273,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
Rüya tabirdsi
Oxford, 2001
B ir sonraki derste Profesör Azur sınıfa eli kolu kitap do
lu geldi. Peşi sıra bir adam girdi içeri. Bir odacıydı bu ve için
de demir soba, siyah kâğıt tomarları, CD çalar ve uçaklarda
dağıtılanlara benzer küçük yastıklar bulunan bir el arabası
nı itiyordu.
“Bir tiyatro oyunu adeta her ders* diye düşündü Peri ken
di kendine. “O sahnede oyuncu, biz de seyircileriz*
Azur dalgın görünüyordu, gözleri bugün daha koyu bir to
na bürünmüştü - ormanlardan delidolu taşarak akan bir de
re gibi.
"Zahmet oldu Jim, müteşekkirim* dedi Azur odacıya.
"Ne zahmeti efendim.*
"Ders sonunda gelmeyi unutmazsın değil mi?"
Adam haşini, “elbette" anlamında salladı ve çıktı.
Azur, etrafında halka oluşturan merakh genç yüzlere bak
tı. "Herkes nasıl bakalım?"
Yanıtlar coşkulu bir koroya dönüştü.
"Süper! Eğer dün gece şu veya bu sebepten uykunuzu
alamadmızsa ve bu açığı kapatmak istiyorsanız -k i bunun
mümkün olmadığı bilimsel olarak ispatlanmıştır— işte size
fırsat. Şu yastıkları dağıtabilir misiniz lütfen?"
Her öğrenci bir yastık aldı. Bu arada profesör de sobayla
uğraşıyordu.
“Okulu ateşe mi vereceğiz hocam?" deyiverdi Kevin. | {
"page": 274,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
277
“Nasıl da bildin? Hayır, hiçbir şeyi yakmayacağız. Henüz
değil. Sahte soba bu.9
İçindeki kömürler kıpkırmızı kor halinde yanıyor gibi gö
rünürken buna inanmak zor olsa da, profesör haklıydı. Bu
bir elektrik sobasıydı.
“Pekâlâ hanımlar, beyler. Yastıklarınız elinizde. Şimdi var
sayalım, sıcak bir sobanız var, dışarısı da buz gibi. Uyumak
tan başka ne gelir elinizden?9
Öğrenciler birbirlerine baktılar.
“Koyun başlarınızı!9 diye emretti Azur.
Söyleneni yaptılar. Gözleri kuşkuyla kocaman açılmış hal
de, sopa yutmuş gibi dimdik oturan Peri hariç herkes.
“Bravo Peri! Sakın bana güvenme. Kim bilir, belki de yas
tıkların içini kızgın kedilerle doldurmuşundur.9
Peri kızardı, bu kez o da itaat etti.
Azur siyah kâğıtları çıkardı. Bir de bant rulosu. Camlan
kaplamaya başladı. Dışarının ışığından mahrum kalan oda
yan karanlığa gömüldü. Ardından CD çalan çalıştırdı. Müzik
değil, yanan bir şöminenin sesleri yayıldı odaya.
“Ne yapıyoruz hocam ya T diye sordu Kevin yine.
“Descartes’ın sıkça ziyaret ettiği bir yere gidiyoruz. Rüya
âlemine.9
Birisi alaycı alaya güldü ama grubun geri kalanı heyecan
lanmış görünüyordu.
“Anlatacağım şeyi yaşadığında Descartes yaklaşık sizin
yaşlanmzdaydı. Sizin de birer büyük filozof olma hayaliniz
var mı?9
“Tabii ya9 dedi Bruno pişkin pişkin.
Azur gözlerini devirdi. “Descartes’ın meşhur üç rüyasını
ziyaret edeceğiz, tikinde, genç filozof bir tepeye tırmanmak
tadır zar zor. Düşmekten korkar. Başaramamaktan. Hedefle
rine ulaşmak için çok çalışması gerektiğini bilir ama yüce bir
gücün -Tannanın?- yardımım arar.9 | {
"page": 275,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
2 7 S
Başı yastığında, gözleri yan kapalı dinliyordu Peri.
T a uzakta bir kilise görür - Tanrinın evi. Filozofun ayağı
nı yerden kesiveren ani bir rüzgâr onu kaptığı gibi oraya fır
latır.*
“Söyledim size, Tajnn’dan ümidinizi kesin, ateist olun di
ye* dedi Kevin.
Azur devam etti: “Descartes kalkıp üstünü başım silkeler.
Avluda yabana bir adam ona bir kavun uzatır - yabana bir
diyardan gelmiş bilinmeyen bir meyve. Gizem.*
“Hoppala!* diye mınldandı Peri’nin ya n ın d a oturan Ed. Ya
nında getirdiği teneke kutuyu açmış, içindeki ev yapımı ku
rabiyeleri sağa sola ikram ediyordu.
Azur devam etti: “Descartes ter içinde uyanır. Rüyayı bir
mesaj olarak yorumlar; ama Tann’dan mı, şeytandan mı?
Aklımıza zanlar, evhamlar, korkular nereden üşüşür; dışarı
dan mı, içeriden mi? Sahi nedir Tann; dış bir kuvvet mi, zih
nimizin bir ürünü mü? işte, tekrar uykuya daldığında, onu
ikinci rüyaya sürükleyen bu sorulardır.*
Azur ClYdeki ikinci kayda geçti. Şimşek ve yıldırım sesleri
doldurdu odayı. “Bir fırtına yaklaşmakta. 'Hayatta kötü şey
ler neden olur?’ diye sorar Descartes. T ann bunca fesada na
sıl izin verebilir?* diye düşünür; kafası kanşır. Yapayalnızdır.
Karanlık, asap bozucu bir rüyadır bu.*
“Peki ya üçüncüsü?* diye sordu Elizabeth.
“Aha, en önemlisi. Descartes bir sözlük görür. Çok sevi
nir, çünkü kelimelere âşıktır. Bir kitap ilişir gözüne. Cor-
pu s Poetarum . Rastgele bir sayfasını açar, Decimus Magnus
Ausonius’un bir şiirini bulur.*
“Kim?* dedi Bruno şaşkınlıkla.
“Romalı şair, gramerci, retorikçi.* Azur parmağıyla Peri’yi
işaret etti. “Senin şehrini - o zamanki ism iyle Konstanti-
nopolis’i - ziyaret ettiğini biliyor muydun? İmparator Birinci
Constantinus’un oğluna ders verdi.* | {
"page": 276,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
279
Ausonius adını daha önce hiç duymamış olan Peri başını
iki yana salladı.
"Şiirin ilk dizesi şöyledir: Acaba hangi yoldan gitm eliyim
hayatta7* Azur duraksadı. "Sonra bir adam ortaya çıkar ve
Descartes’a şiir hakkında sorular sorar. Ama filozof yanıt ve
remez. Adam ona gülerek ortadan kaybolur. Descartes mah
cup olur. İnsan ne kadar çok okuyup öğrenirse öğrensin bil
dikleri nasıl da azdır, sınırlıdır. Kendinden şüphe eder; tıpkı
bütün akıllı insanlar gibi. Peki, şimdi bu rüyayı kim yorum
lamak ister?"
“Valla şu kavunu hiç beğenmedim, muzır geliyor kulağa!"
dedi Bruno. "Belki de Descartes gizli eşcinseldi, rüyadaki he
rif her kimse ona âşıktı."
"Belki." Azur iç geçirdi. "Ama belki de sözlük, bilgiyi ve bil
geliği temsil ediyordu. Şiir ise felsefeyi ve aşkı! Descartes,
Tann’nm kendisine bunların hepsini akıl yoluyla birleştire
rek ‘harikulade bir bilim’ yaratmasını öğütlediğine karar ver
di. Bu kanaat, bütün felsefesine ışık tuttu. Benim size sorum
şu: Siz de Tann’yı araştırmak için kendi kişisel harikulade
biliminizi yaratabilir misiniz? Herkesinki ayn olmalı. Kimse
leri taklit etmemelisiniz."
"Nasıl yapacağız bunu?" diye sordu Mona.
“Hezarfen olun" diye yanıtladı Azur. "Farklı disiplinleri
sentezleyim Merak ediyorsanız Tann’yı, ne olur yalnızca dine
odaklanmayın artık. Dinsel kavgalar ve çekişmeler insanlığı
böler, zihinlerinizi mühürler. Matematiğe, fiziğe, müziğe, res
me, şiire, dansa başvurun. Sanat özünde bir arayıştır. Tann
ilmi de arayıştır. Demek ki, Tann’ya inansanız da, inanmasa-
nız da konuya yaratıcılıkla yaklaşabilirsiniz."
Peri içinde bir heyecan dalgasının yükseldiğini hissetti.
Kendine has bir harikulade bilim yaratabilir miydi? Ne ka
dar şahane olurdu!
Azur dedi ki, "Rüyalanna bakınca düşünüyorum da acaba | {
"page": 277,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
280
filozof başkaları tarafından yargılanmaktan korkuyor muy
du? Bizim için o koskoca Renö Descartes! Oysa o belki de
kendisini küçük, fani, hatta bazen süfli buluyordu. Aranız
da kendini yeterince özel hissetmeyenler varsa, unutmayın,
Descartes bile böyle hissetmişti zaman zaman.”
Peri gözlerini indirdi. Azuı'un ne yaptığını anlıyordu; bu
yüzden ona hem hayranlık hem tepki duyuyordu. Evet, belli
ki profesör, Peri’nin özgüvenini geliştirmesine yardım etme
ye çalışıyordu. Odasında yaptıkları konuşmayı unutmamıştı.
Sözlerini bitirip CD’sindeki son parçayı çaldı Azur. “Beet
hoven. M issa SolemnifT dedi. “Bırakın kendinizi müziğe. Ha
di uykuya dalın yine!”
Başlan yastıklarında, müziğin tadını çıkardılar. Kimse ko
nuşmadı. Bitene kadar kimse kıpırdamadı.
“Seminer bitmiştir” diye duyurdu profesör.
Aynı anda kapıya hafifçe vuruldu. Azur o yöne doğru ses
lendi: “Jim, gel içeri. Her zamanki gibi dakiksin.”
Adam içeri girerek doğruca sobaya yöneldi.
“Pekâlâ millet? dedi Azur. “Bugünkü tartışmamızın ışığın
da, Descartes ve Tann üstüne bir inceleme yazın. Geçen ders
teki kompozisyonlardan hepiniz çaktınız bu arada, haberiniz
olsun. Bu sefer daha iyisini yapın. Yazmaya başlamadan önce
bol bol araştırın. Bilgi olmadan akıl yürütülmez, yürütülürse
zırvalık olur. Anlaşıldı mı?”
“Evet hocam” diye yanıtladı öğrenciler koro halinde.
♦ * *
Dışarı çıktığında başı zonkluyordu Peri’nin. Semboller, şi
irler, kontrolümüz dışındaki şeyler, zihnimizdeki karma
şa, iyi ile kötünün ikiliği, kaosa bir anlam verme gereksini
mi, rüyalara yerleştirilmiş şifreler ve hayatın rüya gibi olu
şu, genç bir filozofun yalnızlığı, kadim bir şiirin bugün hâlâ
anlamlı ilk dizesi: H angi yoldan gitm eliyim hayatta? | {
"page": 278,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
281
AzufHı dinlerken içinde bir şeyler hop etmişti; neredeyse
fark edilemeyecek kadar küçük ama derin bir çatlak açılmış
tı nıhıınun duvarında. Ketum kişiliğinin altında nasıl da aç
tı, hasretti, başım döndürecek biriyle tanışmaya. Azur hiç
susmasaydı keşke, günlerce anlatsaydı, ama Peri’ye, sadece
ona.
Azur, Tann’dan ve hayattan, inançtan ve bilimden bahse
derken, kelimeleri, minik pirinç taneleri gibi saçılıyordu et
rafa. Öylesine bereketli. Onun yanmdayken Peri kendini ek
siksiz hissediyordu. Başka bir yol daha vardı sanki. Bir öte-
diyar. Nalbantoğullannın çatısı altında büyürken içine hap-
solduğu kısırdöngüden çıkacak bir geçit arıyordu. Azurtın
yam adayken karm aşadan korkm uyordu. A kışkandı ha
yat. Çoğuldu insan. Hiçbir yönünü bastırması, gizlemesi ge
rekmiyordu. Azuı'un evreni, kaskatı ikiliklerin dışındaydı.
Rumi’nin dediği gibi, “iyi ile kötünün ötesinde” bir yer daha
vardı. Peri anladı ki, annesiyle babasının yıllar yılı ettikleri
kavgalarla üzülen, yıpranan ruhu, Azur'un yanında özgürdü,
mutluydu. Bunu kimselere itiraf edemese de içten içe biliyor,
hissediyordu hocasına tutulmakta olduğunu. | {
"page": 279,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
Pelerin
Oxford, 2001
“Yeni anlatılar -h er zaman çoğul- bulun* dedi Azur, sınıfın
ortasında volta atarak.
Profesör dedi ki, yakın zamana kadar en parlak düşünür
ler bile 21. yüzyılda dinin yeryüzünden silinip gideceğinden
emindiler. Halbuki inanç meselesi, tıpkı sahnelere dönen bir
diva gibi güçlü bir dönüş yapmıştı. O zamandan beri bu tar
tışma hiç dinmemişti. Üstelik mevcut asır, muhtemelen bir
öncekine göre demografik açıdan daha “dindar* olacaktı. Zi
ra tüm dünyada dindar kesim laiklere oranla daha fazla ço
cuk yapma eğilimindeydi. Ancak tüm bu dini, ekonomik, po
litik ve kültürel çelişkilerin ortasında ha bire ihmal edi
len bir mevzu vardı: Tanrı. Halbuki eski zamanlarda filozof
lar ve onların öğrencileri, dinden ziyade Tann fikriyle uğraş
mışlardı. Şimdilerde işler tersine dönmüştü. Atlantik’in her
iki yanında popüler hale gelen “teist-ateist tartışmalan* bile
Tann’nın olabilirliğinden ziyade, güncel politika ve din tar-
tışmalan üzerineydi. Hep aynı şeyleri konuştuğumuzdan ha
yal gücümüz daraltmıştı.
Peri diğer öğrencilerin, her kelimeyi yakalamaya çalışarak
not tuttuğunu görüyordu. Oysa o sadece dinlemek istiyordu.
“K.t.’den mustarip çok fazla kişi var” dedi Azur. “Ne oldu
ğunu bilen var mı?*
Kevin cesaretle atıldı. “Kaba İnsanlar?*
“Kadın Istisman?* diyerek lafa kanştı Eli zabeth. | {
"page": 280,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
283
Azur, bu yanıtlan bekliyormuş gibi gülümsedi. “Kesinlik
illeti” dedi.
Güneş nasıl İkarus’un kanatlanm eritirse, Kesinlik İlleti
de bilimsel merakı yok ederdi. Zira kesinlik keskinliği, kes
kinlik kibri, kibir körlüğü, körlük karanlığı ve karanlık da
daha fazla kesinliği getirirdi. Bu derste hiçbir şeyden emin
olmayacaklardı, hatta ders planından bile, zira o da her şey
gibi her an değişebilirdi. Bilgi okyanusuna ağlar atan balık
çılardı onlar. Nihayetinde bir küıçbalığı yakalamak da vardı,
eli boş dönmek de.
Azur dedi ki, bu seminerde herkes yolcuydu, yol arkada
şıydı; henüz bir hedefe varmadıktan gibi, belki de hiç vara
mayacaklardı. Yalnızca çabalıyor, anyorlardı. Bu dünyada
bariz olan tek şey vardı: Gayretkeşlik tem bellikten iyiydi,
coşku uyuşukluktan yeğdi Sorular yanıtlardan daha önemli,
merak etmek emin olmaktan üstündü.
Kesinlik îlleti’nden tamamıyla kurtulmak imkânsız da ol
sa, onu sırttan çıkanlabilen bir pelerin gibi tahayyül etmek
mümkündü. “Bundan sonra” dedi Azur, “herkesin sınıfa gir
meden önce kibir pelerinini çıkarm asını istiyorum .” Buna
kendisi de dahildi “Eski bir paltoymuş farz edin, çıkarıp as
kıya asm. Kapının dışına bir tane koydum bile. Dilerseniz çı
kıp bakabilirsiniz.”
Hocanın ciddi olduğunu anlamak öğrencilerin bir iki daki
kasını aldı, tik ayağa kalkan Sujatha oldu. Sınıfı boydan bo
ya geçip kapıyı açtı, koridora çıktı. Gerçekten orada bir as
kı olduğunu görünce yüzü aydınlandı. Sanki omuzlarında
bir ağırlık varmış gibi yaparak, hayali pelerini çekip çıkar
dı, kancalardan birine astı, muzaffer bir edayla geri döndü.
Diğer öğrenciler de birer birer tekrarladılar bu hareketi. Sıra
kendisine geldiğinde palto kancasının altındaki yazıyı okudu
Peri: EGO ASKISI.
Son olarak Profesör Azur dışarıya çıktı. Ellerini havada sal | {
"page": 281,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
284
layışına bakılırsa onun pelerini daha ağırdı. O da hareketi
tekrarlayıp sınıfa döndü. "Harika! Artık kendimizi egolarımız
dan kurtardığımıza göre -e n azından sembolik olarak— derse
başlayabiliriz.”
"Bunu neden yaptık şimdi?” diye sordu Bruno homurdana
rak.
"Ritüeller önemlidir, küçümsemeyin” dedi Azur. "Bizim de
kendi ortak ritüellerimiz olacak bu seminerde.”
Bir tahta kalemi alıp tahtaya şunu yazdı: KELİME OLA
RAK TANRI.
Bugün tanımladığımız anlamıyla medeniyet altı bin yaşın
daydı. Ama insanlar çok daha uzun samandır varlardı; 290
milyon yıllık kafataslan bulunmuştu. Kendimiz haklrmdaki
mevcut bildiklerimiz, ileride keşfedeceklerimizin yanında ga
yet ehemmiyetsizdi. Arkeolojik kanıtlar, insanların binlerce
yıl boyunca Tanrıyı ya da tanrıları farklı formlarda -b ir ağaç,
bir hayvan, bir doğa olayı ya da bir kişi olarak- düşündükle
rini ortaya koyuyordu. Derken, tarih akışının bir aafhaamda,
hayal gücü sıçraması yaşanmıştı. Elle tutulabilen, gözle görü
lebilen Tann fikrinden, "kelam olarak Thnn"*ya geçiş yapıl
mışla. O andan sonra artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.
Etrafına bakman Azur, yalnızca Peri’nin not almadığını
fark etti. "Buraya kadar tamam mı, İstanbullu kız?”
Profesörün delici bakıştan altında kızarmamaya çalışarak
sandalyesinde dik oturdu Peri. "Evet, hocam.”
Sanki bir şeyler daha söylemesini beklercesine Azur'un
açık, güven dolu bakıştan birkaç saniye daha oyalandı
Peri’nin yüzünde. "Eğer size Tann’nın şu kapının ardında ol
duğunu, onu göremeyeceğinizi ama sesini duyabileceğinizi
söylersem, Onun size ne demesini isterdiniz?”
"Beni sevdiğini duymak isterdim” dedi Adam.
"Evet, beni sevdiğini, benim de O nu sevdiğimi bildiğini”
dedi Kimber. | {
"page": 282,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
285
“Sevgi...” Başkaları da benzer hisler dile getirdi.
“Bana hak verdiğini. O’nun hakkındaki bütün bu konuş
maların deli saçması olduğunu bildiğini duysam fena olmaz
dı” dedi Kevin.
“İyi de Tann’nın sana bunu söyleyebilmesi için evvela var
olması gerekir” dedi Avi. “Kendi kendinle çelişiyorsun.”
Kevin’in suratı asıldı. “Ben yalnızca sizin şapşal oyununu
za katıldım.”
Şimdi sıra Mona’daydı. “Ben Allah’tan, cennetin gerçek ol
duğunu ve iyi insanların orada olacağını, sevgi ve barışın ye
şereceğini işitmek isterdim.”
Azur Peri’ye döndü; hem de öyle hızlı döndü ki Peri bakış
larım kaçıramadı.
“Peki ya sen Peri? Tann’nm sana, bizzat sana ne demesi
ni isterdin?”
“Benden özür dilemesini isterdim” dedi Peri. Kendi cevabı
na kendisi de şaşırmıştı.
“Özür dilemesini mi?” dedi Azur. “Ne için?”
“Bütün adaletsizlikler, haksızlıklar için...” diye yanıtladı
Peri.
Dışarıda, meşe ağacının yapraklarından biri rüzgârda son
kez süzülüp yere düştü. İçeride herkes öyle dikkat kesilmişti
ki sessizlik elle tutulacak gibiydi.
Azur dedi ki, “Gördüğünüz gibi, bugünkü tartışmamızda
iki farklı Tann algısı belirdi. Tabu ateist olduğu halde oyunu
muza katılan Kevin’e teşekkür ediyoruz. Neydi bu iki yakla
şım: Birincisi Tann’yı sevgiyle ilişkilendiriyor. Tann’yı arar
ken sevgi anyor. Sonra bir de Peri’nin tarzı var. Adalet arı
yor. Adalet bulamayınca kızıyor.”
Azur'un ses tonu sertleşti. “Lâkin adalet, karmaşık bir ke
limedir. Kime göre adalet, neye göre? Dünya tarihinin en ka
tı bağnazlan, fanatikleri, kendi kafalanndaki ‘adalet’ uğruna
en ağır adaletsizlikleri işlemişlerdir.” | {
"page": 283,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
286
Peri yutkundu. Azur’a kalbini açmıştı, o ise şimdi tüm
spotları Peri’ye çevirmiş, onu neredeyse potansiyel yobazlıkla
suçluyordu. Babasımn kızıydı o, her şey olurdu da yobaz ola
mazdı!
Azur bu sessiz protestoların hiçbirini duyamazdı. Parma
ğıyla Peri’yi işaret etti. aO çok yücelttiğin ‘adalet’ konusunda
dikkatli olsan iyi edersin. Senin gibi düşünenler dünyanın çi
visini çıkardı, baksana.”
Seminer birazdan sonlandı. Peri son birkaç dakikayı duy
madı. Aklı başka yerdeydi, başı zonkluyordu. Ne kadar incin
diğini belli etmekten korktuğu için ne hareket edebiliyor, ne
kimselere bakabiliyordu. Azur dahil herkes çıktıktan sonra,
sınıfta Mona’yla baş başa buldu kendini.
“Hey üzülme” dedi Mona, elini Peri’nin omzuna koyarak.
“Biliyorum, sana kaba davrandı. Boş ver profesörü, takma,
gerçekten.”
Peri gözlerinin dolduğunu hissederek başını önüne eğdi.
“Şirin hep onun ne kadar müthiş olduğunu anlatır. Ama o ka
dar...”
“Tepeden bakıyor bazen” dedi Mona.
Beraber dışan çıktılar. “Dersi bırak istersen” dedi Mona.
“Canını sıkıyorsa.”
“Evet” dedi Peri burnunu çekerek. “Galiba öyle yapacağım.”
* * *
Ertesi sabah Peri bir not daha buldu şahsi posta kutusunda.
Peri’ye,
Emily Dickinson ve Ömer Hayyam okuyan, her şeyi ciddiye
alan kıza... başkalarından ziyade kendiyle uğraşan, kendi ken
dinin en acımasız eleştirmeni olan kıza... herkesten gereksiz ye
re özür dileyip dururken, içten içe Tann’dan özür bekleyen kıza... | {
"page": 284,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
287
Muhtemelen benim korkunç biri olduğumu düşünüyorsun,
hatta belki de seminerimi bırakmayı planlıyorsun. Eğer şim
di vazgeçersen hakkımdaki şüphelerinde haklı olup olmadığını
öğrenemeyeceksin. Sırf hakikati arama arzusu bile yetmez mi
seni daha sebatkâr kılmaya?
Şakalarımı, zorlamalarımı mazur gör, yola devam et Peri;
kendini tanımak, kendini parçalamayı göze almak demektir.
Önce a ben*i parçalara ayırırız. Sonra aynı parçalarla yeni,
yepyeni bir benlik inşa ederiz. Vazgeçme!
Peri notu cebine koyup spor ayakkabılarını giydi, koşuya
çıktı. Derin soluklar alarak eşofman üstünün fermuarını çe
nesine kadar çekti. Nemli toprağın ve sonbaharın rayihaları
nı taşıyan sabah havasını yararak ilerlerken şöyle ağız dolu
su bir küiıir savurdu Azuı'a; o keskin sözcüklerin her biri tuz
tanesi gibi kaydı dilinde. Daha önce hayatında kimseye küf-
retmemişti - hoşuna gitti.
Ne kadar hafif hissediyordu insan kendini “hiç yapmam”
sandığı bir şeyi yapmayı göze aldığında. Esen rüzgârda pro
fesöre küfürler savura savura koştu, koştu, koştu. | {
"page": 285,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
Telesekreter
İstanbul, 2016
K onuklar m edyum un içeri girm esini beklerken heyecanlı
b ir sessizlik düştü m asaya. E v sahibesinin çınlayan sesiyle
adam ı karşılayışım duyabiliyorlardı açık kapıdan.
“Ah nerelerdesin? Gözümüz yollarda kaldı.”
“TVafik! Tam bir kâbus” deyiverdi, genizden bir erkek sesi.
"B ilm ez m iyiz” dedi işk ad ım . "G el şekerim , içerid e seni
görm ek için yanıp tutuşan insanlar var.”
B irkaç saniye sonra, üzerinde koyu renk pantolon, beyaz
göm lek ve başka bir çağa aitm iş gibi duran, altın rengi ve su
y eşili şal desenli brokardan b ir yelekle belirdi medyum. Yer
yer hafifçe uzam ış sakalı partiye gelirken yolda serpilm iş gi
b i görünüyordu. Küçük ve birbirine yakın gözleri, ince ve siv
ri b ir burunla vurgulanan k öşeli yüzü ve sanki sonradan ha
tırlanıp eklenm iş gibi duran çenesiyle av arayan sinsi b ir til
kiyi andırıyordu.
"N e çok konuk va rm ış!” d ed i adam içeri girer girm ez.
"E ğer hepiniz geleceğinizi okutm ak istiyorsanız, valla burada
kamp kurmam gerekecek.”
"Ay ne güzel, bizim eve yerleşirsin olur biter” dedi işkadım .
“Yalnızca hanımlar ilgilen iyor” dedi işadam ı oturduğu kö
şeden. Ona kalsa h içbir şey başkalarının fallarım dinlem ek
kadar sıkıcı olam azdı. Zaten o insanın kendi geleceğini ken
d isin in şek illen direceğin e in an ırd ı. K an sı saçm alık lan yla
m eşgulken, o da banka CEO’suyla baş başa konuşm ak isti | {
"page": 286,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
289
yordu aslında. Canım sıkan bir m esele vardı. “H anım lar siz
neden şöyle kanepelere geçm iyorsunuz? O rada daha rahat
edersiniz" önerisinde bulundu.
İşkadım , medyum ile kadınlan deri kanepelere doğru yön
lendirdi. H izm etçiye işaret etti. “Yeni konuğum uza bir..."
“Sıcak su yeterli" dedi medyum.
“B ir içki alm az m ısın? Vallahi darılın ın ."
“ V azifem i b itirin ce " d ed i m edyum k en din den em in b ir
edayla.
Bu arada erkekler odanın öbür köşesine, b ir sanat ensta-
lasyonunun -du dakları rujlu ve başı fesli, dev bir prehistorik
balık h eyk elin in - altına toplaşm ışlardı. N ihayet sosyetik ha
nım lardan kurtulduklan için artık gönül rahatlığıyla küfre
debilir, purolarının dumanını kaygısızca üfleyebilirlerdi. İşa
dam ı aynı hizm etçiye işaret etti. “E vladım , bize konyak-ba-
dem getir."
H erkesle birlik te m asadan kalkan P eri salonun ortasında
oyalandı. Bu tip durum larda hep olduğu gib i kendini arada
kalmış hissediyordu. İstanbul’daki sosyal toplantılarda sıkça
yaşanan bu cin siyet ayrışm asını sevm iyordu. M uhafazakâr
ortam larda bu ayrışm a o dereceye varırdı k i, evin farklı bö
lüm lerine alınan erkeklerle kadınlar bütün akşam ı birim le
riyle tek kelim e konuşmadan geçirebilirlerdi. Ç iftler mekâna
vardıklarında birbirlerinden ayrılır, gecenin sonunda kapı
dan çıkarken yeniden bir araya gelirlerdi. Liberal çevreler de
tam olarak m u af değildi bu anlam sız uygulam adan. Yemek
ten sonra, kadınlar birbirlerinin tesellisine ve tem inatına ih
tiyaç duyarcasına b ir köşede toplanırlardı. Ç eşitli konularda
çene çalarlardı: vitam inler, glûtensiz tarifler; çocuklar ve yaz
oku lları; pilates, yoga, fitn ess; kam uya m alum skandallar...
Ünlülerden «anki ahbaplarıym ış gibi, ahbaplanndansa sanki
ünlüym üşler gibi söz ederlerdi.
P eri’ye gelince, o, her ne kadar kon u lan daha iç karartıcı | {
"page": 287,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
290
olsa da erkek m uhabbetini kadınlarınkini tercih ederdi ekse
riya. Eskiden hiç düşünm eden gidip erkeklere katılır, o sıra
da hangi konuda laklak ediyorlarsa, dahil oluverirdi: ekono
m i, siyaset, futbol... E rkekler onu da y a n kendilerinden sa
yar, varlığından rahatsız olm azlardı. İh b ii o varken asla ko
nuşm adıktan b ir husus va rd ı: seks. B u arada P eri’ nin bu
davranışı diğer kadınların dikkatini çeker, sinirine dokunur
du. H atta bazı kadınların, onun kocalarının yanında oturm a
sından rah atsızlık duyduğunu şaşırarak fark etm işti P eri.
Zam anla bu küçük isyanım terk etm işti — terk ettiği nice is
yan gibi.
Oysa şu anda ne erkekler ne kadınlar arasında olm ak is
tiyordu; tek istediği yalnız kalm aktı. Iferasa çıktı. D enizden
yükselen serin m eltem le ürperdi. Yosun kokusu geldi burnu
na. Boğaz’ın karşısında, A nadolu yakasında, gökyüzü m avi
nin en koyu tonuna bürünm üştü. İncecik tülbent parçaları
nı çağrıştıran h a fif bir sis yükseliyordu sulardan. U zaklarda
bir tekne sefere çıkm aya hazırlanıyordu. B alıkçıları düşündü
Peri; avlarım ürkütm em ek için seslerini kısm ış, gözlerini n -
zık lan n ı çıkardıkları denize dikm iş, sert bakışlı, ketum ba
lıkçıları. Bir yanı o teknede, o sükûnetin içinde olm ayı istedi.
Tam o sırada, Peri’nin istek leriyle dalga geçer gibi, Avru
pa yakasında bir yerlerde polis sirenleri delip geçti havayı. O
orada durmuş m anzarayı seyrederken, şehr-i şehrin bir yer
lerinde b in leri dövülm üş, b ilile ri tartaklanm ış, birileri teca
vüze uğram ıştı... hepsi b ir an içinde. Ve evet — tam bu a n d a -
birileri de âşık oluyordu.
Sol avucunda kocasının telefon u vardı. Ş irin le konuşm a
yalı y ılla r olm uştu. N um arası değişm iş olabilird i. N um ara
doğru bile olsa Ş irin’in onunla konuşm ak isteyeceğin in ga
rantisi yoktu. Ama denem eli, ne olursa olsun vazgeçm em eliy
di. M adem ki açm ıştı bu akşam geçm işin kutusunu, içinden
çıkanlarla yüzleşm eliydi. | {
"page": 288,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
291
Telefonu kurcalarken kişiler listesin i taradı. Başparm ağı,
tam dık b ir ism in üstünde durakladı: M ensur. Yanında “ Ba
ba* yazıyordu. Ne tuhaftı halbuki düşününce. M ensur nasıl
Adnan’ın babası olabilirdi ki sırf Adnan Peri’yle evlendi diye?
E vlilik ritü elleri - eşinin ebeveyni otom atik olarak senin de
annen baban oluyordu; sanki bir başkasının senebesene b i
riktirdiği sevgiler, hüsranlar, gücenmeler, sürtüşm eler... hep
si bir günde ve bir im zayla başkasına aktarılabilirm iş gibi.
Ne kadar yapay, zorlam aydı evlilik dinam ikleri.
Dem ek kocası, ani ölüm ünden sonra M ensur’un adım sil-
m em işti telefonundan. B elki de yaşlanm anın ilk em aresiydi
bu - vefat etm iş dost ve akrabaları adres defterinden silm e
yerek sanal varoluşlarım devam ettirm elerine izin verm ek.
Belki silm eye kıyam adığım ızdan, belki de gün gelip bizim de
isim ve num aralarım ızın silin ecek ler arasına ek len eceğin i
bildiğim izden.
Çarçabuk annesinden aldığı num arayı tuşladı Peri. Bekle
di, tüm uluslararası görüşm elerden önce yaşanan o kısacık
boşluk.
“Peri, geliyor musun?* diye bir ses yükseldi.
Telefonu kulağına bastırarak arkasına döndü. Adnan, elin
de bir su bardağıyla kapının çerçevesine yaslanarak başını
uzatm ıştı. B abasının aksine kocasının içk ici olm adığını ve
asla da olm ayacağım bilm ek Peri’yi memnun etse de doğru
su bazen Adnan’ın dağıtm asını, kontrolü kaybetm esini isti
yordu.
“Herkes nerede olduğunu merak ediyor” dedi Adnan.
Tam o sırad a, ü lkeler ve den izler ötesin de, İn giltere’de,
m uhtemelen bundan çok farklı bir evde telefon çalm aya baş
ladı.
“Hemen geliyorum* dedi Peri.
Yüzü hafifçe gölgelenen Adnan başım salladı. “Peki canım .
Gecikme.* | {
"page": 289,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
292
P eri kocasının dönüp, şam ata ve neşesi artm ışa benzeyen
konuklara doğru yürüm esini seyretti. Saydı: Bir, iki, üç... B ir
tık. Şirin’in sesini duymaya hazırlanırken kalbi duracakm ış
gibi oldu. Onun sesiydi gerçekten, ama soğuk ve mekanik bir
versiyonu. Telesekreter.
“M erhaba, Ş irin’in telefonunu aradınız. M aalesef şu an
da evde değilim . Eğer bana güzel şeyler söyleyecekseniz, lüt
fen sinyal sesinden sonra adınızı ve numaranızı bırakın. Yok,
eğer tatsız şeyler söyleyecekseniz, sinyal sesinden önce konu
şun ki hiç duymayayım. Ha ha! B ir daha da aramayın!*
A nında kapattı P eri. T elesekreterlerden ve o sahte cana
yakınlıklarından nefret ederdi. Ama hem en yeniden tuşladı
num arayı. Bu kez mesqj bıraktı. “Selam Şirin... Benim, Peri.”
Sesindeki güçsüzlükten hoşlanm adı. “Benim le konuşm ak is
tem iyor olabilirsin, seni suçlayamam . Y ıllar geçti...” Yutkun
du, ağzı tebeşir kadar kuruydu. “A zu rla konuşm am gerek.
B eni affedip affetm ediğini ondan duymalıyım.”
B ir bip sesi duyuldu. Telefon kapandı.
P eri, ağzından dökülen sözcükleri hazm etm eye çalışarak,
öylece durdu kıpırdam adan. Nedense hafiflem iş hissediyor
du kendini. K aygılardan, k eşk elerden , bastırılm ış arzular
dan m üteşekkil b ir orkestra değildi zihni artık. Yapacağını
yapm ıştı. Şirin’i aram ıştı. Sonucu ne olursa olsun, göğüs ger
m eye hazırdı. G eceyi hissetti; dışında ya da etrafında değil,
içinde, bağrında. Göğsünde büyüyor, ciğerlerinde yanıyor, da
m arlarında dolaşıyordu gece. İnsanın uzun zam andır taşıdı
ğı b ir korkuyla yüzleşm esi kadar harikulade bir h afiflik h is
si yoktu. | {
"page": 290,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
Limuzin
Oxford, 2001
Şirin tekerlekli bir bavulu çekerek Peri’nin odasına daldı.
N oel tatili için ailesini görm eye Londra’ya dönüyordu. Her
kes evine gidiyordu; öğrenciler, hocalar, okul çalışanları. Dö
nem için ayırdığı bütçeyi epeyce aştığı için bilet alam am ıştı
Peri. Mecburen tatili Oxford’da geçirecek ti
"Benim le gelm ek istem ediğine em in m isin?” diye sordu Şi
rin, belki de onuncu kere.
"Tabii ki. Gayet iyiyim burada, meraklanm a” dedi Peri.
A slında tam da "burada” olm ayacaktı. O xford’da öğrenci
lerin tatillerde odalarım boşaltm aları gerekiyordu, çünkü b i
nalar konferans katılım cılarına tahsis ediliyordu. Peri gibi
okulda kalm ak durumunda olanlar için geçici altern atif yer
ler ayarlanıyordu okul taralından.
Şirin, Peri’ye doğru bir adım atarak gözlerinin içine baktı.
"Bak Farecik, ben ciddiyim. Eğer fikrini değiştirirsen ara. An
nem seninle tanışmak istiyor. Arkadaşlarım bize kalmaya gel
diklerinde çok m utlu olur, rahat rahat beni şikâyet edip, ço
cukluğumu filan anlatacak ya. Felaket bir aileyiz, birbirim izi
çiğ çiğ yeriz ama aile dışındakilere nazik davranırız, em in ol.
Seni iyi ağırlarız.”
"Teşekkür ederim. Çok yalnız hissedersem ararım , söz” de
di Peri.
"Pekâlâ. Unutma, döndüğümde yurttan taşm ıyoruz. Kendi
evim izi tutma zamanımız geldi artık.” | {
"page": 291,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
294
P eri, Şirin’in bu fik ri unutm asını bekliyordu, ama b elli ki
unutm am ıştı. İran asıllı kız tutturm uştu taşınalım diye. Sa
yısız Oxford öğrencisi aynı yollardan geçiyordu aslında: Baş
langıçta, yaşam ın nispeten daha kolay olduğu yurt hayatının
sam im i kucağına sığm ıyor; zam anla b u hayatı boğucu bula
rak kafa dengi arkadaşlarıyla ev tutm ak üzere yurttan ayrı
lıyorlardı. Zaten yurtlarda herkese yetecek kadar oda olm a
dığından bir müddet sonra öğrencilerin ayrılm ası norm al ka
bul ediliyordu.
Şu ana dek Şirin ne zaman bu konuyu açsa P eri kibar ama
k esin b ir tavırla reddetm işti. Am a Ş irin k eçi gün in atçıydı.
E m lakçılan geziyor, bulduğu evlerin, dairelerin fotoğraflarını
P eriy le paylaşıyordu. "M addi açıdan dert edecek b ir şey yok”
diyordu. Kirayı kendisi karşılayacaktı. Yalnızlıktan nefret etr
tiğ i ve asla tek başm a eve çıkam ayacağı için Pferi ona iy ilik
etm iş olacaktı teklifini kabul ederse. Yani kendini borçlu his
setm esi için bir sebep yoktu.
"B ir düşüneyim " dedi P eri ikircikli.
“D üşünecek b ir şey yok. Yurt hayatı acem ilere göre. Eve
çıkm ayı göze alam ayan ürkekler burada kahr b ir tek , b ir de
inek tipler."
"Ya da parası olm ayanlar."
"Para m ı?" dedi Şirin, nahoş b ir kelim e duym uşçasına su
ratım ekşiterek. "Takma sen kafana. O konuyu bana bırak."
Zamanla ortaya çıkm ıştı k i Ş irin in ailesi hayli varhkhydı.
E vet, İran’dan kaçm ışlardı ama m al m ülkten yana m km tılan
olm am ıştı. Peri’den tek beklenen, giysileriyle kitaplarım b ir
kaç kutuya doldurup bu yeni m aceraya atılm ağıydı.
"P ekâlâ tatlım , gitm em gerek " dedi Ş irin. P e riy i b ir par
füm bulutuna sararak ik i yanağından öptü . "M utlu y ılla r!
2002 için sabırsızlanıyorum ! H ayatım ızın en güzel y ıh olacak
gibi b ir his var içim de."
Peri masanın üstündeki su şişesini alarak arkadaşım ana | {
"page": 292,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
2 95
g irişe kadar geçird i. K apı görevlisi h a zır olda bekliyordu.
Adam cağız butun öğrencileri ismen tanıyordu. "İyi tatiller Şi
rin, seneye görüşürüz* dedi neşeyle ve ekledi: “Sana da Peri.*
Peri’y i selam larken adamın sesi daha da şefkatli çıkm ıştı.
M uhtem elen üzülüyordu onun için. E ve gitm eyen tek öğren
ciydi ne de d s a .
D ışan da sürücüsüyle bekleyen kuzguni siyah b ir lim uzin
vardı. Şirin, ayaklarında yüksek topuklu ayakkabıları, arka
sında pem be bavuluyla, çakıl taşlarının üstünde hafifçe sen
deleyerek yürüdü. Onu izlerken Peri k an şık h isler içindeydi.
Ş irin le aynı evi paylaşırsa arkadaşının güçlü karakteri karşı
sında hissettiği rahatsızlık daha da artabilirdi. Bu b ir riskti.
A ynca Şirin’e -y a da herhangi başka b irin e - borçlu kalm ak
istem iyordu. Ö te yandan er ya da geç yu rttan aynlm ası ge
rekecekti. H em , kendi evleri olm ası m uhteşem olm az m ıydı?
A raba uzaklaşırken Peri arkasından su döktü; Su gib i git,
su g ib i g el arkadaşım . | {
"page": 293,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
Kar tanesi
Oxförd, 2001
Y ılbaşı bütün coşkusuyla geldi O ıford ’a. İstanbul’da göre-
ce daha sakin ve sönük yen i y ıl kutlam alarına alışkın olan
Peri, hayret ve ilgiyle gözlem ledi teferruatlı hazırlıkları - pı
rıltılı ışık taklarıyla süslenen sokaklar, dükkân vitrinlerin i
dolduran k ed iyd ik eşyalar, karanlıkta ateşböoekleri gibi par
layan fenerleriyle N oel ilah ileri söyleyen korolar. Bunca tan
tanaya rağm en, öğren ciler olm ayınca Oxford durgunlaşm ış-
tı sanki. Y ılbaşı zamanı burada yalnız olm ak zordu. Peri gibi
norm alde yalnızlığı dert edinm eyen biri için bile. H er gün tek
başına, sadece üç m asası olan ufacık salaş bir Çin lokanta
sında kam ını doyurdu. Yem ekler genelde güzeldi ama arada
bir bozuk bir tat yakalıyordu. Belki de aşçı manik depresifti;
ruh halindeki savrulm alar yem eklere de yansıyordu.
K itapçıdaki yan-zam anlı işine geri dönmüştü. Dükkân sa
hipleri m üşteri çekm ek için vitrin i yeniden düzenlem esini is
tediler.
“Ç ılgın bir N oel ağacına ne dersiniz? Yasak kitaplarla süs
lenm iş9 dedi PerL Tıpkı m eyveleri yasaklanan B ilgi Ağacı gi
b i, onların ağacı da dünyanın bilum um köşelerinde sansüre
uğrayan eserleri taşıyacaktı dallarında.
“Harika!9 dedi dükkân sahipleri. Ibptan ona devrettiler bu
görevi.
B öylece Peri vitrin in orta yerin e güm üşi bir ağaç kurdu.
Dallarına kitaplar astı: A lis H arikalar Diyarında, 1984, Mad• | {
"page": 294,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
297
de 22, Cesur Yeni Dünya, Lady Chatterley’in Âşığı, Lolita, Çıp
lak Şölen, H ayvanlar Ç iftliği ... Kafka, B ertolt Brecht, Stefan
Zw eig, Jack London, Ömer Hayyam, Nâzım H ikm et, Fatüna
M ernissi... H er yere fosforlu kartlar serpiştirdi: “Yasaklandı”,
“Sansürlendi”, “Yargılandı”, “Yakıldı.” Yalnızca Türkiye'de ya
saklanm ış kitaplar listesi bile o kadar uzundu ki, bir orm anı
kaplardı herhalde.
Seneler evvelki bir yılbaşına gitti aklı: O n-on bir yaşında
olm alıydı. Babası M ensur tutup koca bir N oel ağacı getirm iş
ti eve. Dükkân ve süperm arketlerde süslem eler göze çarpsa
da, m ahalledeki ailelerin hiçbirinde böyle b ir ağaç yoktu.
A ğaç, kapıdan kurulacağı köşeye taşınana kadar, tıpkı yu
vasına dönüş yolunu bulm ak için yola ekm ek kırın tıları dö
ken m asal kahram anı gibi, plastik iğn elerin i saçtı yerlere.
M ensurla Peri büyük bir gayret ve ciddiyetle süslediler ağacı
- yaldızlı şeritler, sim li toplarla. Asacak ıv ır zıvırla n kalm a
yınca kendi süslerini yaptılar: boyanm ış cevizler ve kozalak
lar, şişe kapaklan, m antardan hayvanlar. U cuz ve uyumsuz
duruyordu ağaç ama sevm işlerdi gene de.
Akşam a doğru alışverişten dönen Selm a salonun orta ye
rinde bunu görünce surat astı. “Ne gerek vardı böyle b ir şe
ye?”
“Aa, yeni y ıl geliyor ya” dedi M ensur, olu r ya belki k an sı-
nın haberi yoktur diye.
“H ıristiyan geleneği bu” dedi Selm a. “M üslüm anlar böyle
şeyler yapm az.”
“H oppala. İk i tane süs astık diye dinden m i çıkarız? B ir
dam la keyfe hakkım ız yok mu?” M ensur gözlerin i devirdi.
“B ir ağaç süsledim diye Tann bizi terk m i edecek?”
“K endini (Tna sevdirm ek için hiçbir gayret gösterm iyorsun
ki bey, A llah neden sevsin seni? Nereni beğensin?”
Peri başım yere eğdi. Kendini suçlu hissetti. Babası, bu ça
m ı onu sevindirm ek için alm ıştı. H avadaki gerginlikten ken | {
"page": 295,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
298
dini sorum lu hissetti. İşleri düzeltm enin bir yolunu bulm ak
zorundaydı. Akim a b ir fik ir geldi! O gece uyumayıp herkesin
yatm asını bekledi çocuk; planım eylem e geçirm ek için gölge
gibi sessizce süzüldü.
E rtesi sabah N atban toğu llan salona girdiklerin de k ar
şıla rın d a esraren giz şek ilde süslenm iş b ir ağaç buldular.
Selma’m n tespihleri, porselen atlan, ince ince kesilip kurdele
yapılm ış ipek eşarplan sarkıyordu dallardan. Ağacın tepesin
de m inik bir cami tablosu vardı, yaranda da dikkatlice denge
lenm iş dualar, hadis kitabı.
“Bak, gördün m ü, H ıristiyan değil artık9 dedi Peri ışıl ışıl
b ir gülüm sem eyle. “M üslüm an yaptım ağacım ızı. Sevdin mi
annecim ?”
Selm a donakaldı. N e diyeceğini bilem edi. Belki de b ir şey
söyleyecek ti. Am a ark alan n d a dikilen ve h ayretle k ızın ın
yaptığı abideyi inceleyen M ensur aniden kıkırdam aya başla
dı. K ocasının kendisiyle alay ettiğini zanneden Selm a alındı,
h ızla ve hışım la odadan çık tı. Anne babasını m utlu etm eye
çalışan Pericik ortada kalakaldı.
Aradan seneler geçm işti. Am a hâlâ bilm iyordu Peri, o gün
çocuk kafasıyla kurduğu “tslam i Noel Ağacı9 hakkında anne
sinin ne düşündüğünü.
* * *
Y ılbaşından bir gün önce, Peri yine kitapçıda çalışıyordu.
K em iklerini ısıtm ak için orada bulunan yaşlı b ir kadından
başka m üşteri yoktu. Dükkân sahipleri bir arkadaşlarını zi
yarete gitm işlerdi; diğer çalışanlar da izinliydi.
Peri rafların tozunu alıp kahve yaptı, yerleri süpürdü, m in
derleri düzeltti, stoklan kontrol etti. Giderek daha da çok sev
diği bu m ekânda huzurluydu. İşleri bitince Azur\ın kitapla-
nndan birini alıp, bir koltuğa kıvrıldı. Profesörün bütün eser | {
"page": 296,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
29 9
lerini bulm uştu burada - dikkat çekici başlıkları ve geom et
rik desenli şöm izleriyle tam dokuz kitap. Rakamlara bakılırsa
satışları çok iyiydi. Şu anda okuduğu, A zurtın erken dönem
eserlerinden biriydi: Zihni K anşık Olanlara Rehber.
P eri’nin karşısın daki koltukta otu ran ya şlı kadın gözle
rin i kapadı, başı yana kaykıldı. Çok geçm eden uyuyakaldı.
Peri b ir battaniye bulup nazikçe üstünü örttü. Anadolu çam
larından dam layan reçine gib i zam k halinde uzayıp yavaş
lad ı zam an. E trafı okum ak istediği bunca kitapla sa n lı ve
elinde A zuı'un ya zıla n varken, kendini yıllardır hissetm edi
ği kadar m utlu h issetti P eri. E vet, profesöre hâlâ kızgın d ı
ama kitaplarına küsem ezdi. Ve dersi bırakm am ıştı. Bıraka-
m am ıştı.
K itaptan ancak b ir bölüm okuyup b itirm işti k i, dükkân
kapısı pirinç çanın şın gırtılan yla açıldı. Beraberinde buz g i
bi, sert bir rüzgârla b ir adam içeri girdi: P rofesör A zuı'un ta
kendisi! Uzun paltosu abanoz rengi, atkısı ise B udist keşiş
leri kıskandıracak kadar koyu bir safran rengiydi. Şıklığım ,
asi buklelerini zor zapt eden b ir fötr şapka tamam lıyordu.
“G irebilir m iyiz?” diye seslendi içeriye doğru.
Peri yerinden ok gibi Cırladı. İblaştan ayağı takıldı, az kal
sın düşüyordu. K apıya yaklaşınca A zur’un neden çoğul ko
nuştuğunu anladı. Profesörün yam nda sivri burunlu, siyah-
beyaz, uzun tüylü C ollie cinsi bir köpek vardı.
A zur şaşkınlıkla baktı. “M erhaba Peri. Bu ne sürpriz. Ne
arıyorsun burada?"
“K itapçıda çalışıyorum yan-zam anlı olarak."
“Şahane! Peki, Spinoza’yı ne yapayım ?"
“Pardon?"
“Köpeğim i” dedi Azur. “D ışarısı fazla soğuk da."
“Z aran yok, içeri getirebilirsin iz. S pinoza... kapıya yakın
bir yerde sizi beklese?"
Am a P rofesör Azur, arkasında köpeğiyle çoktan içeri gir | {
"page": 297,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
300
m işti bile. H er ik isi de başlan ın kaldırm ış dik yürüyorlardı,
iki M ısır hiyeroglifi gibi.
“E peydir gelm em iştim buraya” dedi A zur etrafı süzerek.
“D eğişm iş. Eskisinden daha büyük görünüyor - ve daha ay
dınlık.”
“Y eniden dü zen ledik, esk i m ob ilya la n a ttık ” dedi P eri.
Spinoza’nın etrafi koklayışım , sonra da en yum uşak m inderi
bulup bir güzel yerleşm esini seyretti.
Profesör Azur sesini kendine has şekilde yükseltip alçalta
rak başka konuya geçm işti bile. “Vitrindeki Yasak Ağaca ba
yıldım bu arada. M üthiş fikir.”
P eri gülüm sedi. Azur'a bunun kendi tasarım ı ve çalışm ası
olduğunu anlatm ak isterdi. Onun yerine aklına gelen ilk şeyi
söyleyiverdi: “Aradığınız belli b ir kitap var m ıydı?”
“Yok şu anda” dedi Azur. “Yayıncım gelip, okurlar için ye
dek kitap im zalam am ı söyledi. Ben de söz verdim yaparım
diye.” G özleri Peri’nin az önce oturduğu koltuğa kaydı. “Sen
m i okuyorsun?”
P eri ayaklarım yere sürttü huzursuzca. “E vet, daha yeni
başladım .”
A zur b ir yorum bekledi, am a Peri susuverdi; iletişim ku
rabilecekleri dili henüz keşfetm em iş gibiydiler. Sonunda Peri
m asayı işaret ederek “Otursanıza” dedi. “Ben de kitaplarınızı
getireyim im zalam anız için.”
Ne kadar da çok kopya vardı. Yedi eser stoktaydı, diğer ikisi
de sipariş edilm işti. Her bir kitaptan on-on beş kopya olunca
küçük bir kule inşa edecek kadar kitap çıkm ıştı. Profesör Azur
bir sandalye çekti, paltosunu attı, bir dolm akalem çıkardı ve
sebatla im zalam aya başladı. P eri hocasına bir kahve getirdi;
sonra da onu çaktırmadan izleyebileceği bir köşeye çekildi.
Y ığının yansına geldiği saman Azur durup soran gözlerini
Peri’ye dikti. “Yeni yılı neden ailenle kutlam ıyorsun?”
“G idem edim ” dedi P eri, sanki İstanbul hem en oracıkta, | {
"page": 298,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
301
kapının dışında bekliyorm uş gibi elin i savurarak. “Çok da
dert değil, Noel o kadar önem li bir şey değil bizim için.”
Uzun, içe işleyen bir bakış attı Azur. “T atili ailenle geçire-
m ediğine üzülmüyorsun yani, öyle m i?0
“Onu dem ek istemedim. Sadece yılın bu dönem i H ıristiyan
öğrenciler için daha önem li diyorum .0 D uraksadı. Yanlış bir
şey m i söylem işti acaba? Sözcüklerini hep dikkatle seçerdi,
buzda yürür gibi tem kinli ilerler, bastığı yüzeyi çatlatm ış m ı
diye durup durup kontrol ederdi.
Bu arada Azur dosdoğru baktı ona; ta için i görebiliyorm uş
gibi tu h af bir ışıltı vardı gözlerinde. “Annenle baban dindar
lar m ı?0
“Annem le küçük abim öyle0 dedi Peri. “Am a babam la bü
yük abim pek değiller.0
“A h, nasıl bölünm üş0 dedi A zur ilgiyle. “D ur tahm in ede
yim. Sen babana yakm am *
Yutkundu Peri. “Şey... evet, doğru.0
Azur başım sallayarak kitaplarına geri döndü.
“Pek, ya siz?0 diye sordu P eri, çekingen bir sesle. “A ileniz
le mi kutluyorsunuz?*
A zur duym am ış gibi kitaplarını im zalam aya devam etti.
Bir an, Collie’nin soluklan, yaşlı m üşterinin horultulan, sar
kaçlı saatin tik tak lan ve dolm akalem in kâğıdın üzerinde
ki hışırtısından başka ses duyulm adı dükkânda. A zuı'un çe
nesinin kasıldığını, gözlerinin dalgınlaştığını gözlem ledi Pe
ri. Tüm bedeni, hatta varlığı daima hareket halindeydi sa n k i
Profesörün yalım dayken ne geçm iş, ne gelecek vardı; yalnız
ca şim diki zaman; o da daha şim diden uçup gidiyordu zaten.
K ahvesinden bir yudum aldı Azur. “Benim ailem Spinoza
artık.*
A rtık. Bu kelim eyi söyleyiş şeklinden, P eri, dokunm am ası
gereken bir sırra değdiğini hissetti. “Ö zür dilerim .*
Dolm akalem durdu. “G el seninle bir anlaşma yapalım 0 de | {
"page": 299,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
302
d i Azur. “Benden şu ana dek o kadar çok a f diledin k i, bun
dan sonra, korkunç b ir şey bile yapsan özür duymak istem i
yorum . Söz mü?"
Y üreğinin göğüs kafesinde hızlandığım hissetti Peri. Öyle
akitler vardır k i bu âlem de hiç yapm am ak daha yeğdir. Öyle
de olsa tereddüt etm edi. “Söz."
“G üzel!" Azur kitap yığınının hepsini imzalamış halde aya
ğa kalktı. “Kahve için teşekkürler."
“Ü stlerine etiket yapıştırırım " dedi Peri. “İm zalı kitap eti
keti."
“H arika" dedi Azur gülüm seyerek. Köpeğine döndü. “Hay
di Spinoza!"
U zun saçlı profesörle uzun tüylü C ollie, yıllar süren dost
luğun m ükem m elleştirdiği b ir uyum la hareket ederek kapı
ya yöneldiler. A zur kapı-koluna uzanırken duraksayıp dön
dü, Peri’ye baktı. “Bak ne diyeceğim , birkaç eski arkadaş, bir
ik i m eslektaş ve asistanla b ir araya gelip yem ek yiyeceğiz;
asistanlardan biri akranın sayılır. Sevebilirsin. Yılbaşı gecesi
yaln ız olm am alısın. İngiltere tu h a f yerdir. Kendini aynı an
da hem özgür hem yalnız hissettirir insana. Bize katılm ak is
te m lisin ?"
P eri daha ne diyeceğini düşünem eden A zur not defterini
çıkarıp b ir sayfa koparm ış, adresi ve yem eğin saatini yazm ış
tı bile.
“A l. B ir düşün, baskı altında hissetm e kendini. Canın ister
se gel. H içbir şey getirm e. Ne çiçek, ne şarap, ne Türk loku
mu; sadece kendini getir."
K apıyı açıp d ışan çıktı. Kar yağm aya başlam ıştı. Taneler
rüzgârda am açsızca dönüp duruyordu; gökten düşmek yerine
döne döne yerden yükseliyorlarm ış gibi bir halleri vardı. Bir
kar küresinin içindeki şehri andırıyordu Ozford.
“H arikulade" diye m ırıldandı Azur.
“Ç ok güzel" diye onayladı Peri kapıdan, sessizce. Sonra hiç | {
"page": 300,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
30 3
beklenm edik b ir şey yaptı. Saat geç, hava soğuk, A zur g it
mek üzere, kendisi de üstünde kazağıyla kollarım göğsünde
kavuşturm uş tir tir titrem ekte olduğu halde, birden A zuı'un
kitabı hakkında konuşm aya başladı. Soluğu ağzından çıkar
ken yoğunlaşıp buhar oluyordu, kendini tutam ıyordu:
"Profesör, anlam adığım bir şey var. H ayatım ızın, sürebile
ceğim iz sayısız olası hayatlardan sadece b iri olduğunu söy
lüyorsunuz. Diyorsunuz ki derinden derine hepim iz bunu bi
liyoruz. Yani m utlu evliliklerde ve başarılı kariyerlerde b i
le her zaman bir kuşku var. Şüphe var. Başka b ir yol... baş
ka yollar -ç o ğ u l- seçm iş olsaydık hayatımızın nasıl olacağım
m erak ediyoruz. Kafam ızdaki Tann fikrinin de, b ir sürü ola
sı Tann algısından sadece b iri olduğunu söylüyorsunuz. Ya
ni İs te r teist, ister ateist olalım , T ann konusunda dogm atik
davranm anın âlem i yok’ diyorsunuz.”
"D oğru” dedi Azur, bakışlarını P eri’nin yüzünde gezdire
rek. K ızın b ir anda kendini bu kadar iyi ifade ediverm esine
şaşırm ıştı.
"Am a bu dünyada, benim annem gibi dine sığınan, orada
dayanm a gücü bulan bir sürü insan var. B ilhassa kadınlar.
O nlar Tann’ya ulaşm ak için salt tek yol olduğuna ve bu y o
lu da kendilerinin bildiğine inanıyorlar. Şim di bu insanlara,
'B aşka fik irlere de açık olun, kendi doğrularınızdan bu ka
dar em in olm ayın’ dem enin anlam ı var m ı? Sahip oldukları
yegâne korum ayı ellerinden mi alalım ? Tutunacağı bir in an a
olm asa delirirdi annem.”
"Araştırm adan, okumadan ezbere inanm ak; çoğulculuğun
değerini anlam ayıp kendi görüşünü T ann’ya uzanan yegâne
ya da en üstün yol sanmak yanılsam adır. M utlaklık ise zaaf
tır” dedi Azur. "M utlak ateizm ya da m utlak dindarlık. Benim
için, bunların ikisi de aynı derecede sorunlu. Benim görevim ,
inançsızlara bir doz inanç, inananlara ise b ir doz şüphecilik
aşılamak. Huduttan bulandırmak. Kategorileri sorgulamak.” | {
"page": 301,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
304
“Ama neden?*
A zu rW gözleri onu delip geçti. “Çünkü tektipçilik iy i bir
şey değil de ondan. Tfektipçiliğin olduğu yerden ne felsefe çı
kar, ne sanat.* B ir kar tanesi gelip şapkasına kondu, b ir di
ğeri de saçm a. “Bak, dindarlar eleştirel düşünce ve sorgula
m anın değerini anlam ıyor, bilim dünyasındaki pek çok aka
dem isyen de in an cın in san lar için önem ini kavrayam ıyor.
Bense yepyeni b ir dil peşindeyim . Bütün duyularım ın uyanık
olm asını severim ; hani şu m üthiş ahtapot gibi. Felsefeyi, şii
ri, sanatı, bilim i... harm anlayalım . İkilem leri kaldıralım . Ça
ğım ızda kafayı kim likler ve k u rallar ve ayrım larla o kadar
bozduk ki Tann felsefesinden uzaklaştık. Ya her şeyi yanlış
anlıyorsak?*
Ve söyleyecek başka bir şey kalmamışta. Azur elini kaldırdı
veda etm ek için, Peri de başını salladı. Adam ve köpek, önle
rinde uzanan karanlığa doğru yürüdüler. Peri m idesinde bir
zayıflık, soluğunda bir düzensizlik hissetti; esrarengiz b ir şe
yin kıyısında durm uştu. Hem heyecanlanıyor hem ürküyor-
du. K öşeyi dönene kadar baktı arkalarından. Sıradan b ir an
değildi bu. insan aşka teslim olduğu anı her zaman bilirdi. | {
"page": 302,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
Medyum
İstanbul, 2016
H avadaki pahalı parfüm kokularına k an şan kahve, kon
yak ve puro arom aları odaya döner dönm ez çarptı Peri’yi. Ak
lı hâlâ Şirin’in telesekreterine bıraktığı m esajdayken, birkaç
m etre ötesindeki m edyum u fark etti birden. Adam , yüzünde
halinden hoşnut bir gülüm sem eyle, grotesk bir O ryantalist
fantezideki sultan gibi, etrafi ona yaranm aya çalışan kadın
larla sa n lı halde bir koltuğa oturm uştu. Kahve falına bakıl
m asını sabırla bekleyen Am erikan fon yöneticisi de oradaydı.
P eri, sosyal davranış kurallarım hiçe sayarak erkeklerin
oluşturduğu çem bere yöneldi. Purolardan çıkan gri-m avi bir
bulut tabakasının altındaki grubun ortasına, kocasının kar
şısına yerleşti.
Adnan elin i Peri’nin omzuna koyup hafifçe sıktı. “Sıkıldın
m ı?” anlam ına gelen bir şifreydi bu aralarında. Peri de onun
elini iki kez sıktı. “İyiyim ” demekti bu da.
“Yazın bunu b ir kenara, Ortadoğu haritası yeniden çizile
cek” diyordu m illiyetçi mimar o esnada. “Büyük projeleri var
B atılı güçlerin.”
“Ah, M üslüm anların refaha erm esini istem ezler zaten” di
yerek lafa katıldı m uhafazakâr medya patronu.
“E vet, am a Türkiye artık aynı Türkiye değil” dedi mimar.
“U ysal kuzu değiliz. Avrupa’nın hasta adam ı hiç değiliz. B iz
den o kadar korkuyorlar ki ortalığı karıştırm ak için yapm a
yacakları şey yok.” | {
"page": 303,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
306
B elli k i m edya patronu da aynı fikirdeydi. "N asıl fesat çı
karacaklarını b iliyorlar; görünm ez b ir el düğm eye basıyor,
her şey yeniden alevleniyor, kan ve şiddet. H epim izin uyanık
olm ası gerek.”
E rkek k on u k lar dikkatle d in liyorlardı - k im isi başıyla
onaylayarak, kim isi sessizce. Bu tarz konuşm aları ciddiye al
mayan, kom plo teorilerinden hazzetm eyen Peri ayağa kalktı.
Odanın karşı tarafına geçerek kadınların grubuna yaklaştı.
Onu gören reklam cı kadın eğilip medyumun kulağına b ir
şeyler fısıldadı hem en. Adam kaşlarım çatarak söylenenleri
dinledi. Sonra başım kaldırıp Peri’ye baktı.
"Konuğunuz bize neden katılm ıyor?” diye sordu medyum ,
kucağında P on p on la yakın ın da oturan işk adım n a. İltifa t
duym aya ve ilg i görm eye alışm ış tüm insanlar gibi her kim
onunla ilgilenm ezse ona takılm ıştı zih n i Yani Peri’ye.
İşkadım hem en ayağa firladı. B ir eli Ponpon’un karnının
altında, diğeriyle Peri’y i tutarak onu nazikçe ama kararlılık
la şeref konuğuna doğru çekti.
"P eriy le tanışm ış m ıydınız?” dedi işkadım , m edyum a. "O
da sizin gibi geç kaldı bu akşam. G elirken yolda b ir kaza ge
çirm iş.”
"G eçm iş olsun. U cuz atlatm ışsınız anlaşılan” dedi adam ,
P erin in bandajlı eline bakarak.
"Önem li b ir şey değil...” dedi Peri.
"Bence bir hediyeyi hak etm işsiniz bunca badireden sonra.
B ir bakayım geleceğinizde ne var...” Ayağa kalkarken göz kır
parak ekledi: "Bedavaya.”
Adam ın iki yanında oturm uş, sıralarının gelm esini bekle
yen ik i konuk -ga zetecin in k ız arkadaşıyla reklam cı k a d ın -
pek hoşlanm adılar bu işten.
"Sizi m eşgul etm eyeyim . Bekleyenleriniz var” dedi Peri.
"Am an estağfurullah, ben herkes için geldim buraya.” B ir
şey söylem eyi planlam ış ama sonra kendine saklam aya ka | {
"page": 304,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
307
rar verm iş gibi bir gülümseme yayıldı adamın yüzüne.
“Gene de fala baktırmak filan istemiyorum” dedi Peri inatla.
Güldü adam, ama gözlerine sert bir ışıltı yerleşti. “Bu işi
yirm i beş yıldır yapıyorum . G eleceğini bilm ek istem eyen bir
kadınla tanışm adım henüz.”
“Peki ya geçm işi?” dedi reklam cı kadın, fırsattan istifade.
“Pek inanm am böyle şeylere” dedi Peri ani bir cesaretle.
“Sevmem de.”
“Anlıyorum ” dedi adam ve elini uzattı. “Gene de memnun
oldum tanıştığım ıza.”
Boş bulunan Peri neredeyse refleks olarak uzattı elini. To
kalaşmak yerine onu bileğinden yakaladı medyum, tuttu bir
kaç saniye. A ralarında b ir şey geçti sanki - b ir iğnelenm e
hissi, onlarca iğne aynı anda batmış gibi.
“Şarlatanlara inanm ayın” dedi adam . “Am a hakiki m ed
yum lara güvenin.”
“Ay, medyumumuz en iyisidir, diğerlerine benzem ez” diye
doğruladı işkadım .
“Belki başka bir zaman” dedi Peri, elini geri çekerek.
Daha bir adım uzaklaşm ıştı ki m edyum un sesi yetişti ar
kasından. “Birini özlüyorsun.”
Peri omzunun üstünden adama baktı. “Ne dediniz?”
Adam daha yakına geldi. “Sevdiğin birini. K aybettiğin bi-
♦ % nnnı.
Peri hızla toparladı kendini. “H erhalde aynı şey, dünyada
ki kadınların ve erkeklerin yan sı için geçerlidir.”
Sesinde sahte bir neşeyle kahkaha attı medyum. “Bu fark
lı am a.”
Farkında olm adan k ollan n ı göğsünün üstünde kavuştur
du Peri; bu adamla daha fazla temas kurmamaya kararlıydı.
“Bu kişinin ism inin ilk harfini görebiliyorum ” dedi m ed
yum, bir sır verecekm iş gibi sesini alçaltarak ama yine de bü
tün kadm lann duyabileceği şekilde. “A harfi.” | {
"page": 305,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
308
“E rkek isim lerin in çoğu A’y la başlar'* dedi P eri. “Bütün
dünyada.9
“H ım m . N e yapacağım b iliy o r m usunuz? S izi h erkesin
“Kızım koş!9 diye seslendi işkadım cıvıldar gibi. “B ize bir
kalem getir, acele et!9
R eklam a kadın hınzırca atıldı: “Madem eski hikâye, biz de
duysaydık.9
“E sk i oldu ğu n u kim söy led i?9 ded i m edyum , g özlerin i
P e rf den ayırmadan. “Canlı bu, taze, nefes ahyor. Geçm işi bu
günde yaşıyor.9
İçinde fırtınalar kopsa da, sakin durmayı başardı Peri. M
istediği, medyumun onu rahat bırakm ağıydı. Sadece o da de
ğ il, bütün bu kadınlar ve bütün bu erkekler ve bitm eyen kao
suyla bu devasa şehir... hepsinden uzak durmak istiyordu şu
an.
H izm etçi, elinde istenen cisim le, o kadar hızlıca belirdi k i,
gören de bu anı beklediğini sanırdı. Medyum gösterişli bir ta
v ırla , peçeteyi kıvırarak diğerlerin in görem eyeceği şekilde
için e b ir şeyler karaladı.
“Hediyem olsun9 dedi Peri’ye verirken.
“Peki, sağ olun.9
Gene teşekkür etm işti gereksiz yere. A zuı'un teorisini hak
lı çıkarm ak istercesine. Kadınlardan ayrıldı, terasa çıktı. De
nize baktı. B alıkçı teknesi çoktan gitm işti. M otorunu bağır
tarak b ir araba geçti yoldan, açık cam larından bangır ban
g ır m üzik saçarak. Kim gecenin bu kör saatinde, böyle yük
sek perdeden m üzik çalardı? N asıl b ir erkek (hep erkek olur
du zira bunu yapan sürücüler)? B ir insanın geceye ve uyuyan
şehre m eydan okum ak istercesin e, yabancı dilde b ir şarkıyı
k işisel m arşıym ış gün sonuna kadar açarak, boş yollarda h ız
yapm asına sebep olan neydi acaba?
M edyum un verdiği katlanm ış peçeteyi açtı. Oraya, buruş- | {
"page": 306,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
turulm uş yüzeye üç dişi figür çizilm işti - üç bilge maymun
m isali. Şirin, Mona, Peri ... Birinci ve İkincinin altında şunlar
yazılıydı: “Kötü bir şey gördü.* “Kötü bir şey duydu.* Üçüncü-
nün altında ise şu cümle vardı: “Kötü bir şey yaptı!*
Peri dikkatle baktı hayvana. B ir eli bandajlıydı. Evet, hiç
şüphe yoktu. Üçüncü maymun, kötülük eden maymun oydu.309 | {
"page": 307,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
# • 1 • • » • 1 • « | mDördüncü bolum | {
"page": 309,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
Tbhum
Oxford, 2001
Y ılın son gunû, P eri heyecandan yerin de duram adı. S a
bah koşuya çıktı am a b ir türlü tem po tutturam aym ca bırak
m ak zorunda k aldı. B ir şeyler okum ak için m asasına otur
duğunda, kelim eler kâğıdın üstünde karıncalar mîmıli gezin
meye başladılar. Konsantre olam adı. M idesi kazm ıyordu. Fa
kat gergin olduğu zam anlar gereğinden fazla yem eye m eyyal
olduğundan, oburluk etm ekten korktu. O yüzden sadece el
ma ve portakal atıştırarak günü geçiştirmeye ça lıştı. Sakin
leşm ek için radyo d in led i Dünya haberlerini, bölgesel haber
leri, politik tartışm aları, hatta Aztek İm paratorluğu hakkın
da bir BBC belgeselin i bile hatm etti. H içbiri kafasını d ağıt
maya yetm edi. Akşam ki yem eği düşünüp duruyordu. N e ola
caktı acaba, nasıl geçecekti?
Nihayet hazırlanm a vakti gelip çattı.
Norm alde makycy yapm ayan ve yapm ayı da bilm eyen ka
dınlara has b ir panik yaşadı ayna karşısında. M askara, si
yah göz kalem i, dudak parlatıcısı sürdü; o kadarla bırak tı.
Yüzünü inceledi; biçim li h atlan , dolgun dudakları ve iri göz
leriyle güzel k ızdı am a o gene gidip beğenm ediği yanlarına
odaklandı. Annesinden m iras aldığı burnu m esela. E ğer koz
m etik ürünlerle burnunu ince gösterm enin b ir yolu varsa bi
le, bu konuda en ufak b ir fikri yoktu. Şirin burada olsaydı on
dan tavsiye alabilirdi. Am a Şirin burada olsaydı, Peri m uhte
m elen AzuFun yem eğine gidiyor olm azdı. Y ılbaşı g ecesi y a l | {
"page": 311,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
314
nız kalm am alısın dem işti profesör, in şallah acıdığı için da-
vet etm em işti.
N e giyeceği konusu büyük dertti! Çok fazla seçeneği oldu
ğundan değil. B ir türlü karar verem ediğinden. E lindeki az
sayıda parçayla onlarca kom binasyon yapıp hepsini teker te
ker denedi. Siyah kot etekle bol bluz, bluzla kot pantolon, kot
pantolonla yeşil ceket... Ö ğrenci gibi görünm ek istem iyordu
ama öğrenci gibi görünm ek istem iyorm uş gibi görünm ek da
ha fenaydı, onu hiç istem iyordu. Yatağının üstünde tepelem e
b ir giysi yığını oluşturduktan sonra, nihayet kadife bir etek
ile kaşm iri andıran (am a kaşm ir olm ayan), gök m avisi bir
kazakta karar kıldı. K ıyafetini koyu mavi nazar boncukların
dan b ir kolyeyle tamamladı.
A zu r h içb ir şey getirm em esini tem bihlem iş olsa da, P e
ri annesinden m isafirliğe asla eli boş gidilm eyeceğini öğren
m işti. B ir pastaneden sekiz küçük turta aldı. K endi kendi
ne hayıflandı, büyükçe bir pasta alsa daha ucuza gelirdi hal
buki.
Durağa yürüyüp bekledi. Çok geçmeden otobüs geldi. Ama
Peri kıpırdam adı bile. Orada öylece durup otobüsün kapıları
nın açılıp kapanm asını seyretti. Sonra da gerisingeri odasına
döndü. Üzerindeki etekle kazağı değiştirdi. Onun yerine uzun,
siyah bir elbise ve kalın botlar seçti. Böylesi daha iyiydi.
* * *
Azur, şehrin hemen dışında, W oodstock Yolu’ndan yukarıya
doğru otobüsle yaklaşık yirm i dakikalık m esafedeki Godstow
köyünde oturuyordu. B aharda, kırların güm rah y eşilliğiy
le sarılm ış olurdu buralar. Port Ç ayırının ötesinde O rford’m
h ü lyalı k u leleri enfes b ir m anzara teşk il ediyor olm alıydı,
am a şim di karanlık bastırm ıştı. Peri otobüsten in diği esna
da kar yeniden yağmaya başladı; iri taneler saçlarına, manto | {
"page": 312,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
315
suna konuyordu. Görünürde başka ev olm am asına şaşırm adı.
Profesörün yabani bir yam olduğunu tahm in etm işti.
Sim etrik ceph eli, görkem li b ir taş evdi. T ıpkı sahibi gibi
evin de yaşm ı kestirm ek zordu. Geçm işi çalkantılı, hikâyeleri
bol b ir yere ben ziyordu . H er ik i yan ın da yapraksız m eşe
ağaçlan olan kıvrım lı yaya yolu boyunca, kaym am aya ça lı
şarak, dikkatlice yürüdü Peri. Rüzgâr içine işliyordu. T itre
di ama bunda soğuk kadar heyecanın da payı vardı. K aygıy
la dönüp otobüs durağına göz attı. A caba eve nasıl dönecek
ti gece vakti? Ama herhalde partide O xford’da oturan birile
ri olurdu, m isafirlerden biri onu arabayla bırakm a nezaketi
ni gösterirdi. A nnesi bir görse bu h allerin i, nasıl da ayıplar
dı! Derin bir soluk aldı. Gene aynı şeyi yapm ıştı: Zihni, endi
şeler ve evham lar yum ağıydı. Akşam daha başlam am ıştı bile
ama işte o şim diden, sonunu düşünüp kaygılanıyordu.
E vin giriş kat pencerelerinden taşan ışık sıcacık bal ren
giydi. P eri, pasta kutusunu göğsüne bastırarak kapıda du
rup, içeriden gelen gürültüye kulak verdi: neşeli bir m uhab
bet, kahkahalar, fonda dalgalanan m üzik.
Birdenbire bir h ışırtı duydu. Dönüp yola göz attıysa da ne
bir araba vardı ortada, ne de b ir b isik letli bu berbat hava
da. Bu arada, beyninin farklı bir bölüm ü onu sesin daha ya
landan geldiği hususunda uyardı. E trafa bakındı. B akışları
sağ taraftaki yüksek çalılığa takıldı. B ir karaltı! Donup kal
dı, kalp atışları hızlandı. Em indi artık. O rada b iri saklanı
yordu.
Panikle seslendi: "Kim var orada?”
Çalıların arkasından bir siluet çıktı. B ir adım attı.
"Troy! Sen m isin?”
Oğlan solgun ve mahcup görünüyordu.
"Tanrım , korkuttun beni” dedi Peri. "Beni takip mi ediyor
sun yoksa?”
"Seni değil şapşal!” dedi Troy; başıyla evi işaret etti. "Ben o | {
"page": 313,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
316
Azur iblisinin peşindeyim .” Duraksadı. "Senin ne işin var bu
rada?”
"D avet edildim ” dedi P eri. "D em ek hocayı gizlice gözetli
yorsun! Çok ayıp!”
"Söyledim sana, m ahkem eye vereceğim h erifi. D elile ih ti
yacım var.”
B u arada b ir kahkaha tu fan ı yükseldi içeriden. Troy he
men çalıların arkasına kaçtı. “N e olur kim seye söylem e bura
da olduğum u” diye yalvardı.
P eri kaşlarını çattı. “Bana bak, bunu yapm aya hakkın yok.
içe ri girip on dakika beklerim . Sonra geri gelip kontrol edece
ğim . E ğer o zam ana dek gitm em iş olursan, yem in ediyorum
A zu ı'a söylerim . B elki polis çağırır."
“Tamam, off!” dedi Troy, ellerin i havaya kaldırarak. "Ateş
etm e. Gidiyorum .”
P eri böylece oğlan ı b ıra k tı. N ilfam , züm rüt ve m enekşe
renklerde cam larla süslenm iş vitray panelli ön kapıya dön
dü. Ç erçevenin tam ortasın da b ir desen vardı: A zu ı'u n ofi
sinde -v e Şirin’in od asın d a- gördüğü şeklin aynısıydı. N eyin
sem bolüydü bu?
Çabucak zili çaldı. Kuş sesine benzer b ir tim çınladı. Öy
le ta tlı b ir kanarya yahut fusunkâr b ir bülbül çağrısı değil
de, kapıdaki bahtsız m isafiri uyaran b ir baykuş ötüşü gibiy
di. İçeriden gelen patırtı b ir an için kesildi, sonra aynı hızla
devam etti. V itraylı cam ın arkasında bir gölge belirdi. Yakla
şan ayak sesleri. Peri dudak parlatıcısın ı tazelem eyi düşün
dü ama geç kalm ıştı.
Kapı açıldı.
B ir kadın , g irişi kapatacak şek ilde d ik ild i. U zun boylu ,
kıvrak vü cu tlu , alım lı b ir sarışın d ı. Yüzünde, m uzaffer b ir
gülüm sem eyle P eri’y i tepeden tırnağa süzdü. Seksi olduğu
nun farkındaydı; bedenini saran gece m avisi askısız elbise,
kum saati gibi h atların ı ortaya çıkarıyordu. "Akadem isyen | {
"page": 314,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
317
olm adığı kesin” diye düşündü Peri. M avi kazağını değiştirdi
ğine sevindi. Nedense bu kadınla ortak hiçbir şeyi olsun iste
m iyordu. K ıyafetinin rengi bile olsa.
K itapçıya uğradığında, Azur, köpeği Spinoza’dan başka ai
lesi olm adığım söylem işti. Fakat bu bir sevgilisi olm adığı an
lam ına gelm iyordu. Yoksa k a n sı m ıydı bu sarışın? G erçi al
yans takm ıyordu Azur, ama her evli insan parm ağında yüzük
taşım ıyordu bu çağda. Profesörün hayatında birin in olabile
ceği daha önce neden gelm em işti ki aklına? Peri’nin yüzü bel
li belirsiz asıldı.
tfHoş geldin ! Ne kadar da genç ve gü zelsin ” dedi kadın.
Peri’nin elindeki kutuyu aldı. “Sen şu Türk kızı olm alısın.”
Tam o sırada, m inyatür b ir havan topu gibi taşıdığı a çıl
m am ış b ir şarap şişesiyle beliriverd i A zur. Ü zerinde ta rçı
ni, dik yakalı kazak ile yün-kaşm ir karışım ı bir ceket vardı.
Fransız entelektüeli Louis A lthussert andırıyordu - filozofun
tam da karısını boğmadan önceki halini.
“Peri, geldin dem ek!” dedi profesör sevinçle; alm parlıyor
du ışıkta. “Soğukta durmasana. Gel içeri, gel!”
Peşleri sıra m isafir odasm a yöneldi Peri. K oridor duvarları
boydan boya çerçevelenm iş fotoğraflarla kaplıydı. Dünyanın
farklı yerlerinden insan portreleri. H er ırktan, her m illetten.
Renkler öylesine canlı, suretler o kadar fevkaladeydi ki göz
lerini alamadı onlardan Peri. Sanki onun henüz keşfetm ediği
bir sırra vâkıfm ışçasına esrarengiz bir edayla bakıyordu fo
toğraflardaki suretler.
“Ne kadar etkileyici. Kim çekti?” diye m ırıldandı Peri.
Azur dönüp göz kırptı m uzipçe. “Ben.”
“Ya? Sahi mi? Ne çok seyahat etm işsiniz.”
“Eh biraz” dedi Azur inandırıcılıktan yoksun bir tevazuyla.
“Türkiye’ye de gittim , biliyor musun?”
“İstanbul’a mı?”
A zur başım ik i yana salladı. Hayır, hem en her turistin il | {
"page": 315,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
318
laki gittiği ya da bir gün gitm ek istediği İstanbul’u ziyaret et
m em işti. Başka yerleri dolaşm ıştı o. Dev tan n heykelleriyle
Nem rut Dağı’nda sabahlam ış, sarp bir yam aç üstündeki Sü-
m ela M anastın’na hayran kalm ış, Nuh’un gem isinin karaya
oturduğu A ğn D ağı’nda araştırm a yapm ış, civar köylülerle
sohbet etm işti... Peri, henüz hiçbirini görm ediği tüm bu yer
ler hakkında hocasının ona soru sorm asından endişelenerek
yutkundu. Ankara’nın doğusuna hiç geçmemiş nice Türk gen
ci gibi o da Türkiye’yi kendisinden daha fazla gezm iş bir ya
bancıyla karşılaşınca, ne diyeceğini şaşırıp bocalıyordu.
Oturma odasına girdiler. K arşılıklı iki duvar yerden tava
na kitaplıklarla kaplıydı. Bunların arasında bir grup şık in
san, ellerinde kadehleriyle ayakta durm uş, h a n i h a n i mu
habbet ediyorlardı.
Azur, konuklar arasından genç bir adama seslendi. “Dar-
ren, gelsene b i dakka. En çalışkan öğrencilerim den biriyle ta
nışm anı istiyorum .” O ğlanın onlara doğru seğirttiğini görür
görm ez ortadan kayboldu profesör. Gençleri baş başa bıraktı.
F izik Bölüm ü’nde yüksek lisans öğrencisiydi Darren. Na
zik ve terbiyeli tavırlarla sohbete koyuldu. Peri’nin “egzotik”
aksanm a iltifa t etti. Bunu söylerken onu övdüğünü zannedi
yordu besbelli. Halbuki aksam hakkında yorum duymak iste
mez insan, yabancı bir dili konuşmaya çabalarken.
O ğlan, Peri’ye ailesi ve geldiği çevreyle ilgili sorular sorsa
da, doğrusu kendinden bahsetm eye daha hevesliydi. Zekiy
di, azim liydi ve sevgiye fena halde susam ıştı. Peş peşe espri
ler patlatarak Peri’yi güldürm eye çalıştı. B ir yerlerde kadın
ların k en dilerin i güldürebilen erkeklerden hoşlandıklarını
okum uş olm alıydı. M izah anlayışı güdük olsa da tatlı çocuk
tu. “K ız arkadaşım incitm eyecek, hırpalam ayacak, rakip gibi
görm eyecek, ezm eyecek türden bir adam” diye düşündü Peri.
Gene de ar alarm da anlık bir kıvılcım dan öte bir çekim ola
m ayacağını, D arren’a asla gönül verm eyeceğini biliyordu . | {
"page": 316,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
319
Neden böyle olm ak zorundaydı? Bu kibar, cana yakın, yaşı
yaşm a uygun ve muhtemelen ona gayet iyi gelecek oğlanı ne
den çekici bulm uyordu? Onun yerine tutup hocası için -a s
la elde edem eyeceği, üstelik kendisinden yaşça büyük, baş
tan sona yanlış ve sakıncalı biri için - gizlice yanıp tutuşuyor
du. Yoksa mutlu olmak istem iyor muydu? Bunca kitaba, kon
feransa konu olan "m utluluk” niçin onun hayatında öncelik
li bir gaye değildi? Elbette bedbaht olm ak istem iyordu. Ama
kendisini m utlu edecek erkekleri tercih etm iyordu nedense.
Yoksa ne demeye Azur gibi imkânsız birine abayı yaksın ki?
Bir soluk aldı. Göz ucuyla etrafa baktı. Kendinden bekle-
uiediği, içinde taşıdığını dahi bilm ediği b ir cüretkârlık, baş
döndürücü bir parfüm gibi sarm aya başladı her yam nı. Bir
içsel değişim geçirdiğinin farkındaydı. D ışarıdan belli oluyor
muydu acaba dönüşm ekte olduğu? G özlerine yansıyor muy
du? Sosyal hayatın bütün o davranış ve düşünce k alıp ları
nın ötesinde incecik bir eşik vardı. O eşiği aşarsa ne olurdu?
Ya "nam uslu, m ütevazı, terbiyeli Türk k ız la n ” kategorisin
den kaçmak, kurtulm ak istiyorsa? Hayatında ilk defa bir çıl
gınlık yapm ayı diliyorsa? Özgürleşm ek. "îy i kızlar” ile "kötü
kızlar”ı ayıran o saçma sapan, yapay hudut çizgisine yaklaş
mak, yaklaşm ak... ve bir adım da hop diye karşı tarafa geç
mek! Sahi kim karar veriyordu neyin “ahlaklı” neyin "ahlak
sız” olduğuna? Annesinin bir gün olsun oğullanndan herhan
gi birine ahlak ve namus söylevleri çektiğini hatırlam ıyordu.
Ama kendisi, sırf kız evlat olduğu için, bu nutuklan ve ikaz-
la n defalarca dinlem işti. Keşke maruz kaldığı bütün öğreti
lerden silkinebilseydi. B ir geceliğine de olsa hafifleyebilsey-
di. Tbprağın bitip boşluğun başladığı yeri ayaklarının altında
hissetm ek ve birden kendini bırakıverm ek, ağırlıksız ve gam
sız ve "ahlaksız” olabilm ek, nasıl bir şeydi acaba?
"Yemek va k ti...” diye seslendi Azur az sonra odanın öteki
ucundan. Yüzünde baştan çıkarıcı bir gülüm sem e, elindeyse | {
"page": 317,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
b in lerin e saptayacakm ış gibi tu ttu ğu bir servis çatak vardı.
B ir an hocasıyla göz göze geld i Peri. N e tu h af, bu sefer ba
k ışla rım kaçırm adı. N e çılgın biriyd i, ne de cevval. N e ra d i
k a ld i, ne de devrimfci. A m a işte seyrüseferinin b ir n ok tasın
d a , yü reğin e b ir sıra d işilik tohum u düşm üş ve o fa rk etm e
den çim len m işti, şim di filizlen m eyi bekliyordu. H er daim h a
n ım h an ım cık , d en geli, tem k in li ve ölçülü davranan N azp e-
ri N alban toğlu ashnda sın ırla n , sın ırlarım aşm ak istiyordu.320 | {
"page": 318,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
Suçluluk
Chcford, 2001-2002
P eri, bir O rtaçağ oyununda dekor niyetin e kullanılabilecek
kadar devasa şölen m asasına doğru yürüdü herkesle beraber.
A ynı sofrayı, etrafında lordlar, leydiler ve şövalyelerle; üzerin
de çevrilm iş ku zular, tavu s ku şu dolm aları ve parlak jölelerle
canlandırabiliyordu gözünde. Yalnız şu anda ne güm üş takım
la r vardı, n e de a ltın ku palar; yalnızca sade tabak çanak.
M asanın ark asın d a, ön yüzeyi İta ly a n çin ileriyle k ap lı bir
şöm ine vard ı. Ü zerin d e ise siyah -b eyaz b ir fo to ğ ra f a sılıy d ı.
D ans eden alevlerin albenisine kapılan Peri gürül gürül yanan
a teşe y a k la ştı. O zam an gördü k i çin i k aroların h er birinde
fark lı b ir k arak ter vardı - çoğu erkek olm akla b irlik te birka
çı kadındı. Figürlerin giysileri başka çağlara a itti, ifadeleriyse
alabildiğine c id d i Peygam berlerin, nebilerin ve azizlerin ta s
virleriydi bunlar. K im ilerinin ad lan y a zılm ıştı: H azreti Süley
m an, A ziz Francesco, H azreti İbrahim , B uda, A zize Tferesa, R a-
m an an d a... F igürlerin b a zıla n su taşıyor, b a zıla n parşöm ene
yazıyor, öğrencileriyle konuşuyor ya da çölde tek başlarına yü
rüyorlardı. H erhangi b ir sıraya göre d izilm iş gibi görünm üyor
lard ı. O n la n öyle yan yan a bu lm ak ga rip ti. A d eta m uhabbet
halindelerdi. B u k u tsal şah siyetleri a y n a y n tah ayyü l etm ek
kolay, am a birlik te görm ek çarpıcıydı. P eri’nin gözleri H azre
ti M uham m ed’i arad ı, onun da dahil ed ilip edilm ediğini m e
rak etm işti. O radaydı, atm a binm iş, cennete doğru yükseliyor
du; yüzü görünm üyordu, eski İran m inyatürlerinde olduğu g i | {
"page": 319,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
322
bi başı kutsiyet gösteren alevlerle çevriliydi. K an atlı m elekler
eşliğinde M eryem  na ile çocuk Isa da oradaydılar, M eryem ’in
teni kar beyazıydı. H azreti M u sa da vardı çim karolarda; yer
de yılan a dönüşm üş değneği gösteriyordu parm ağıyla.
A zu r neden bu tasvirleri koym uştu acaba şöm inesinin çev
resin e? Ş ayet estetik bir tercih d eğilse, kendi dünya görüşü
nün bir dışavurum u m uydu? V e eğer öyleyse, tam olarak ne
ye inanıyordu bu adam ? Peri şu ana dek kitap larım okum uş,
k on u şm aların ı d in lem işti am a hocası h âlâ b ir m uam m aydı.
Z ih n in i kem iren soru lara y a n ıt bu lam ayın ca, şöm inenin ü s
tündeki fotoğrafa odaklandı.
B u , evin y ılla r evvel çek ilm iş bir fotoğrafıyd ı. O tobü s du
rağın d an bu raya yürürken gördüğü m eşe ağacı d a , k ıv rım
lı y a y a yolu da aynen duruyordu. Ç içek li b ir bahçe ile nere
deyse çatıya değiyorm uş gibi görünen ak pak b u lu tla r a ltın
da m ekân daha ufak görünüyordu; belk i de y ılla r içinde ekler
y a p ılm ıştı. B aharın bereketini ve doğanın leta fetin i gösterse
de fotoğraf, içinde b ir yerlerde hüzün ve durgunluk gizliy d i.
A zur\ın kim selere açm adığı b ir geçm işi olabileceğin i h isse t
ti. M erak etti. B irine âşık olm ak dem ek, tüm a rız a la n , sırla
rı, noksanlarıyla onu keşfetm eyi delice arzulam ak dem ekti.
A rtık bütün konuklar, ellerinde kadehleriyle, m asanın çev
resin e to p la n m ış, ev sa h ib in in h erk ese n ereye otu racağın ı
söylem esini bekliyorlardı.
“A zu r söylesene, n asıl yerleşelim ?” diye sordu, köşeli çene
li, çiroz b ir adam . Peri onun k u an tu m fiziğin d e m eşh u r b ir
isim olduğunu öğrenecekti daha sonra.
“A m an san ki ev sah ibi ken disi biliyorm uş g ib i! Sen elerdir
ta n ırım A zu r'u , h erk es k a fa sın a estiğ i gib i ta k ılır bu evd e”
dedi göbeği kayda değer bü yü klü kte b ir adam . Teoloji ve din
felsefe si profesörüydü. A zu r’un eski ah babı; onu en iy i ta n ı
yan lard an biriydi. Söylediği şeyi isp atlam ak için b ir sa n d a l
ye çekip oturdu. | {
"page": 320,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
323
O nu örnek alan diğerleri birer birer yerleştiler. P eri m asa
da b ir yer bulduğu an , D arren gelip yan m a oturdu. G üzel sa
rışın diğer tarafa kondu, Azur^a yakın.
Teoloji profesörü a rk a sın a y a sla n a ra k arka p lan d a h â lâ
çalm akta olan m üziğe k u lak verdi. Sonra kadehini k ald ırd ı:
“Â licen ap ev sah ibim izin şerefin e” dedi. “B u buz gibi gecede
sıkıntıdan patlayacak olan y a ln ızla n ve b ed b ah tla n b ir ara
ya getirdiği için kendisine teşekkür ediyoruz.”
D uvarlara gölgeler düşüren şam d an ın üzerinden bakarak
gülüm sedi Azur.
B u arada Peri birlik te yem ek yiyeceği k işilere göz a ttı: çe
ş itli d isip lin lerd en hocalar, a sista n la r, öğrenciler. İlk g eld i
ğin d e, bü tün bu in sa n la n n ortak b ir ö ze lliğ i olduğunu v a r-
sa ym ıştı: zekâ. “Azur^ım yak ın çevresinden old u k la n n a göre
seçm e ve nadir ve sıra dışı olm alılar” diye dü şünm üştü. A m a
galib a y a n ılm ıştı. O rtak n o k ta la n h ep sin in de yılb a şın ı y a l
nız k u tlam ak üzere oluşuydu. A zu r m ü d ah ale ed ip, ıssız bir
kum saldaki deniz kabuklarım toplar gibi top lam ıştı o n la n .
“E v sahibim ize kadeh kaldırm ak istem em in b ir sebebi da
ha var” diye devam etti y a şlı profesör. “B ak san ıza B ach çalı
yor h a bire. Şayet herkes günde on dakika Bach din lese, in a
nanların sayısı artar bu gezegende.”
A zu r kaşlarım kaldırdı. “H iç belli olm az. Senin de gayet iyi
bildiğin gibi, Bach karm aşık m üzisyendir. Teolojik m ayın ta r
la sı! în san a inanç aşılayabileceği gib i, kuşku da aşılar. K im i
si Bach dinleyerek T an n ’yı bulur, k im isi de bak m ışsın toptan
terk etm iş din d iya n n ı.”
G ülüm sedi m isafirler.
“L ütfen başlayın ” dedi A zu r ellerin i ik i yan a açarak.
B ir anda tüm kon u k ların ilg isi sofraya y ön eld i. M a sa n ın
ortasında üç büyük servis tabağı duruyordu. İlk in d e h aşlan
m ış fasulyelerden oluşan bir yığın vard ı, İkincisinde siyah pi
rinç p ila v ı, üçüncüsünde fın n d a n ar gib i k ıza rm ış koca b ir | {
"page": 321,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
324
h in d i. B ir sürahi de yaku t k ırm ızısı şarap. H epsi buydu. N e
sos v a rd ı, ne bah arat. G ayet y a lın d ı. P eri, annesini düşüne
rek kendi kendine gülüm sedi. Selm a in san ları böyle m üteva
zı b ir sofraya davet edeceğine ölürdü daha iyi. K ızm a başarılı
b ir yem ek davetinin sırrının “konuk başına ik i çeşit” olduğu
n u söylerd i. “D ört konuk için sek iz fark lı yem ek olm alı; beş
konuk için on .” B u gece sofrada on ik i k işiye, üç çeşit yem ek
düşüyordu. A nn esi görse dehşete kapılırdı.
K on u klar servis tabak larım elden ele geçirdiler. Sıra ken
d isin e geldiğinde, Peri bütün gün bir şey yem em iş olduğunu
h atırlayarak cöm ert porsiyonlar aldı.
İsim siz sa n şm A zu r'a doğru eğildi. “H epsin i kendin m i pi
şird in ?”
P eri keyiflendi. K adın böyle bir şey sorduğuna göre dem ek
k i k a n sı değildi.
“E v e t, bakalım beğenecek m isin ” dedi A zur. Ardından her
k ese h itap etti: “A fiyet olsu n .”
M u m la n n titrek ışığ ın d a , b ir yaz orm anının yeşilin e bü
rü n m ü ştü g ö zle ri; k irp ik lerin in u çla n n d a güm üşi ış ıltıla r
dan s ediyordu. P eri’nin şim diye kadar değil incelem ek, bak
m aya cesaret edem ediği d u d a k la n , içtiğ i şarap la neredeyse
ayn ı ton daydı. Profesörü öpm ek n a sıl b ir şey olurdu acaba?
D u d ak lan n ı dudağında h issetm ek ...
A zu r, Peri’nin b a k ışla n n ı fark etm iş gibi aniden başım çe
virerek k ıza b a k tı. S u çü stü yak alan m ışçasın a kızardı P eri.
H em en D arren ’a dönüverdi. Yem ek boyunca hocasına fa zla
bakm am aya çalıştı. A m a ne m üm kündü.
* * *
Sofraya gelen en son lezzet erik ta tlısıy d ı. A zu r hâlâ sıcak
olan ta tlın ın ü stü n e brandi gezdirerek bir kibritle ateşe ver
d i. Tüm yüzeyden m avi alevler yükseldi; h arla kıvrılarak coş | {
"page": 322,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
3 2 5
tu la r . B irk a ç s a n iy e sû re n b ir g ü rse l ş ö le n d i. A z u r u s ta h a r e
k e tle r le t a tlıy ı ıK H m lg rip , k n a a s o s u y la c ö m e rt b ir e r p a rç a
s e r v is e tti h o f c n e . B u g ö ste r iy i ta k d ir le iz le y e n k o n u k la r ilk
lo k m a la n m y e r y e m e » e v sa h ih in i iltifa tla r a b o ğ d u la r.
“Y em ek k ita b ı j a a a n a s e n y a h u , b ır a k fe ls e fe y i* d iy e ö n e
rid e b u lu n d u f a t p ro fe sö rü . "N e fis o lm u ş b u . N a s ıl y a p tın ?”
“E h , in a a n m ecbure n öğren iy o r* d iy e m ırıld a n d ı A n ır .
B u k e lim e le r A zn P ım f l ı r i h a y a tı h a k k m d a b ir ip u c u o ld u
P e ri’y e . D e m e k b e k â r d ı. B in le r in in k o n u y u d e şe c e ğ in i u m -
ıhıyım ılıı tim i» lm ıııı 1 »11 ip e ı l ı O n u n jn rm rı. A fgn n în tan ’ m
iş g a li ü s tü n e d a ld ıla r . B a z ı k o n u k la r ın B a ş b a k a n
T b n y B la iP d e n d u y d u k ta n m em n u n iy e ts iz liğ i d ile g e tir m e
s iy le m a sa d a k i o a y d e ğ iş ti. A m a k im s e g e r ilm e d i, s in ir
le n m e d i, s e s in i y ü k se ltm e d i. tn g i l i » W ta r tış ır k e n d e sa k in
d i. P e r i’ n in T ü r k iy e ’d e s iy a s e t k o n u şu lu r k e n g ö rm e y e a lış
k ın o ld u ğ u g e r g in lik le ilg is i y o k tu b u ra d a k i e n e r jin in . H a lb u
k i a n a v a ta n ın d a tanık o ld u ğ u p o litik ta r tış m a la r ş u ü ç IT n in
a b lu k a sı a ltın d a y a p d n d ı: h id d e t, h u s u m e t, h ü cu m . O y sa b u -
r, b ir b ir le
r in i k ıy a s ıy a d e ş t ir ip g e n e d e b e r a b e r k a d e h to k u ş tu r a b ili-
y o r la r d ı. Zihnî b u k ü ltü r e l k a r ş ıla ş tır m a la r a d a lıp g id in c e
masadaki knnnşmnnın nrnnn kaçırdı Birden herkesin han-
d iş in e baktığını g ü rü n ce n e d e n in i h e m e n k a v r a y a m a d ı b u
y ü zd e n .
n n söylü yord u k t a m ."
Ş ir in in “ ilg in ç * sü zcü ğü k o n u su n d a k i u y a r ıs ın ı h a tır la y a n
P e ri d ö n ü p h o c a sın a b a k tı. A m a A z u r , g ü z le r in i o n a d ik m iş ,
m e ra k la n e sö y le y e ce ğ im b e k liy o rd u .
“N e d e r s in iz ? T ü r k iy e A B ’y e k a b u l e d ile c e k m ı? * d iy e s o r
d u , k ısa ca k , b e y a z s a ç la n tu ta m tu ta m d ik le ş tir ilm iş b ir k a
d ın . Y s ş h p ro fe sö rü n k a m y d ı b u .
“Ö y le u m u yoru m ” d e d i P e ri. | {
"page": 323,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
326
aA m a T ü rk iye k ü ltü rel o la ra k Avrupa’y la uyum su z” diye
araya girdi sa n şın .
“Uyumsuz derken tam o la ra k neyi k a stettiğ in izi bilm iyo
rum ” dedi P eri; bir çatlak açılm ıştı ruhunda. B ir yandan, ü l
kesinde zoruna giden o kadar çok şey vardı k i, b u n lan açıkça
eleştirm ek geliyordu içinden. D iğer yandan, m em leketini bu
in san lara sevdirm ek istiyord u . Savunm acı bir hava gelm işti
ü stü n e. B ir sorum lulu k h issi. D ah a önce hiç k olek tif bir var
lığı tem sil ediyorm uş gibi h issetm em işti kendini.
ttP ek i, dini b ir engel olarak görm üyor m usun?” diye sordu
profesör. “T ü rk iye’n in İran g ib i olacağından endişe etm iyor
m usun?”
aO teh lik e h er zam an m evcu t, yob azlık korkunç bir şey”
dedi P eri. “ö t e yan dan , Iran b ir h afıza ve gelenek ü lk esi. B iz
T ürklerse unutm akta u stayız. H afızasız.”
aSence h an gisi dah a iy i?” diye sordu D arren. “H atırlam ak
m ı, unutm ak m ı?”
“İk isin in de a şırısı zararlı ta b ii” diye yan ıtlad ı P eri. “A m a
kendi adım a konuşm am gerek irse, geçm iş bir yüktür. K ü lfet
tir. Ş a y e t h içbir şey i d eğiştirem eyecek sek h atırlam an ın ne
faydası var?”
“Yalnızca gençlerin u n u tm ak gibi bir lüksü var” dedi y a şlı
profesör. “Yaşlandıkça an lar in san hafızanın kıym etini.”
Peri başım önüne eğdi. Tby b ir öğrenci gibi konuşm ak iste
m em işti. A k ıllı ve bilgece la fla r sa r f etm ekti n iyeti. N eyse ki
A zu r’un b aşım sallayarak ona k atıld ığım fark e tti. “E ğer se
çim yapm am gerekseydi, ben de hafızadan vazgeçm eyi tercih
ed ebilird im . Z a ten b ir an ev v el A lzh eim er olm ak için sab ır
sızlanıyorum .”
G üzel sa n şın , A zu ı'u n elin i tu ttu . “O nasıl söz öyle? A ğzın
dan y el a lsın !”
P eri k ısk a n çlık la g ö zlerin i kaçırdı. B u in sa n la n ta n ım ı
yordu; geçm işleri de, araların d ak i bağlar da ona yabancıydı. | {
"page": 324,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
327
Söylenm eden bırak ılan şeyleri, etrafın d an dikkatlice dolanı
lan k on u lan sezebiliyor am a kavrayam ıyordu.
Gece yan sın d an kısa süre önce, çay ve kahve servisinin ya
pıldığı esn ad a P eri tu valete g itti. E lle rin i yık ark en aynada
gördüğü y ü z, özgüvenli ve girişken davranm ayı b ir tü rlü be
cerem eyen b ir genç kadının yüzüydü. N e şe li olm ayı bilm edi
ği için hep kendisini suçlam ıştı. Böyle durduk yere m utsuzluk
üretebildiğine göre, m utlaka bir şeyi yan lış yapıyor olm alıydı.
A m a M u tlu lu k S m avı’m geçem em ek ken di k ab ah ati değildi
belki de. H üzünlü olm ak insanın kasten işlediği bir cürüm de
ğild i. B elki de doğuştan böyleydi o. illa k i m uthı olm aya çaba
lam ak daha uzun boylu olm aya çabalam ak kadar beyhudeydi.
D ön ü ş y o lu n d a , koridordaki on larca p ortren in a ra sın d a ,
olduğu yerde k alakalm asın a neden olan bir fotoğraf gördü.
R esim dek i k ad ın -y ü k s e k elm a cık k em ik leri, birbirin d en
h afifçe a y n k gözler, dolgun d u d a k la r- b elin e gevşek çe b ağ
lan m ış vişn eçü rü ğü bir eşarp dışında çıp la k tı. S a ç la n özen
siz bir topu zla top lan m ıştı; o m u zla n , c ila lı fild işin d en biblo
la r gib i beyaz ve p a rla k tı. M em eleri iri ve y u v a rla k , m em e
u ç la n koyu renk d aireler ortasın da b elirgin ve d ik ti; göbek
deliği h afifçe çık ık tı; bir eliy le b a ca k lan n ı örten k u m aşı tu
tuyordu, san k i h er an bırakm aya h azır gib i. Y ü zü n d ek i m ü -
tebessim ifad e, fotoğraf çektirm ekten k e y if ald ığın ı b elli ed i
yordu. Aynı zam anda fotoğrafçıyı iyi tanıdığını ele veriyordu.
S ersem leyen P eri, kendin i y asak b ir bölgeye adım atm ış
gibi h isse tti. D on akaldı. E vin derinlerinde b ir yerde bir sa a t
tik tak layıp duruyordu. A n iden irk ild i. S isin için d eki bebek
bu radaydı; ürkütücü bir yak ın lık ta. B ebek ona bir şey söyle
m eye çalışıyordu - resim deki kad ın la ilg ili bir esrar. K eder.
N e k ad ar da çok keder vardı bu portrenin etrafın d a. A caba
P eri k en d isi m i g etirm işti bu e n e ıjiy i, yok sa bu rada ondan
bağım sız bir hüzün küm esi m i vardı, em in olam adı. | {
"page": 325,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
3 2 *
“G it b u r a d a n !” d iy e fıs ıld a d ı P e r i, ip m U U b e b e ğ e .
H iç u ğ r a ş a m a y a c a k b anam la, Ş im d i d a ğ ü - M * b u r a d a h iç
d e ğ il.
S is in iç in d e k i b e b e k d u d a k la rım b ü k tü .
*Wa an latan ca ç»lışıyn<m»m ImnaT* «Udi Wwri H n r f y ga-
le m e s s in .* B ir a z d a h a p a r la y a c a k tı k i a rk a d a n b ir s e s iş it t i.
“K im in le k on u ş uyo r s u n ? "
P e r i g e r iy e d ö n ü n ce A z u r 'u k u ş u m d a b u ld u ; z e rd fa m h a
r e le r le p a rıld a y a n g ü d e r i h iç b ir ş e y i a ç ık etm iy o rdu.
“B e n ... ş u fo to ğ r a fa ta k ıld ım ” d e d i I V r i d u v a r ı g ö ste r e r e k .
Y a n g ö lle ş ö y le bâr b a k ıp , s is in iç in d ek i b e b e ğ in h a v a d a b u
h a r g ib i d a ğ ıla r a k k a y b o lm a y a b a ğ la d ığ ım g ö re re k r a h a tla d ı.
“K a n m ” d e d i A z u r .
P e r i ir k ild i. “K a r ın ız m ı?”
“ D ö rt y ıl ünce b a h a rd a v e la t e t t i.*
“A h , ço k i r i r d ile r im .”
“Y in e m i a f d iliy o rsu n ?” d iy e aordu A n ır , b a k ış la r ın ı fo to ğ
r a fta k i k a d ın d a n a y ın p k a r ş ıs ın d a d u ra n a ç e v ir e r e k . “ B ir
g ü n b u h u y u n d a n v a zg e ç e c e k sin d i m i . ”
“H ı h ı. H a t la n O rta d o ğ u ’ d a n sa n k i” d iy e ç a b u c a k e k le d i
P e ri k o n u y u sa v u ştu ra b ü m e k iç in .
“E v e t, b a b a sı C e za y ir liy d i. B e rb e ri, A z iz A u g u stin u s g ü n .”
“N a s ıl y a n i? A m a o H ır is tiy a n .”
A z u r o n a b a k tı, n e k a d a r g e n ç v e a c e m i o ld u ğ u n u d ü şü
n ü y o r o lm a lıy d ı, “"ta r ih in u c u b u c a ğ ı y e k . V a k tiy le B e r b e r i-
le r Y a h u d i, H ır is tiy a n , b a tta p a g a n d ı. I fe d e M ü slü m a n . G e ç
m iş , b u g ü n b iz e t u h a f g ö rü n en » m ı za m a n ın d a in s a n la r a g a
y e t d o ğ a l g e lm iş d e n e y im le rle d o lu .*
K e lim e le r , a u m la h iç b ir « h h n o lm a d ığ ı h a ld e , P e r i’ n in
iç in d e k e şfe d ilm e m iş b ir a la n a ç t ı. O n a k a ls a , sa d e c e g e ç m iş
d e ğ il, şim d ik i w m « n d a a k la m a n tığ a " f — P " d e n e y im le r
le d o lu y d u .
“S o lg u n g ö rü n ü y o rsu n ” d e d i A z u r . S e s i y u m u şa c ık tı. | {
"page": 326,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
329
İşte o zam an Peri ilk defa içini döktü hocasına. O rada dur
m u ş, az ötedeki konukların seslerin i d in lerk en , çocukluğun
dan beri, b ir tü rlü akıl erdirem ediği h a ld e, "gerçek ü stü şey
ler” y a şad ığın ı a n la ttı. B unu anne b a b a sıy la p a y la ştığ ın d a ,
babası "sa ç m a sapan b a tıl inanç” diyerek b aşın d an sa v m ış,
annesiyse içine cin girdiğinden korkup b ir hocaya götürm üş
tü onu. İk isi de derdine derm an olam am ıştı. O zam andan be
ri, kim selerle paylaşm am ıştı bunu.
H ayret içinde din ledi A zu r. "B u gerçeküstü deneyim h a k
kında yorum yapam am . A m a san a b ir şeyi n et olarak söyle
yebilirim : F arklı olm aktan korkm a.”
M isafir odasından bir anda yü k selen n eşeli seslerle k e sil
di sözleri.
"G ece y arısı old u !” dedi A zu r gü lü m seyerek . “B urada k a l
m asın , sonra m uhakkak uzun uzun konuşalım bu n u !”
P eri’ye y ak laşarak onu her ik i yan ağın d an öptü. "Y en i yı
lın ku tlu olsu n !”
Sonra da dönüp diğerlerini öpm eye g itti.
"M u tlu y ılla r hocam !” diye m ırıldandı Peri arkasın d an ; sı
caklığı h âlâ tenindeydi.
* * *
G ece y a n sın d a n k ısa süre sonra tü m kon u k lar a y n ld ıla r.
Peri ancak soğuğa adım atınca h a tırla d ı Troy’u . Y ü k sek ça
lıla ra doğru gergin b ir b ak ış a ttı. G eceden b aşk a h içbir şey
yoktu etrafta.
P eri’yle D arren’m dışın da h erk esin arab ası var gibi görü
nüyordu. G üzel sa n şın o n la n eve bırakm ayı te k lif etti.
O xford’a dönüş yolculuğu k ısa sürdü ve ak şam ın şam ata
sından sonra tu h a f bir sessizlik içinde geçti. B B C Radyo’d a,
G u stave F lau b ert’in aşk m ek tu p tan h ak k ın d a b ir program
vardı. A rabaya yağan şeh vet ve arzu yü k lü sözcükler, d in le | {
"page": 327,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
330
y en lerin yü reğin e b ir y a ln ızlık h issi çökm esine neden old u ;
h en ü z b aşlam am ış b ir a şk a özlem du yarcasın a. Sürücünün
ya n ın d a otu ran P eri, D arren ’ın b a k ışla rım üzerinde h isse
diyord u . A lm rn y a n donm uş cam a y a sla y a ra k , önünde u za
n an v e arabanın fa rla rıy la p arça parça aydınlanıp, ardından
y in e gece tarafın dan yu tu la n y o la d ik ti gözlerin i. A z u ı'u dü
şü n d ü . K onukların tab ak larım tepelem e doldurduklarım gö
rünce n a sıl gü lü m sed iğin i, k ah ve k u p asın ı ik i eliy le k avra
yarak yanağına dayayışım , gecenin sonunda herkesi uğurlar
ken kad ın ların m antolarım tu tu şu n u , sınıftakinden ne kadar
fa rk lı -d a h a az korkutucu ve şa şırtıcı derecede se v e c e n - ol
duğunu düşündü.
O xford’d a, P eri’y le D arren arabad an b irlik te in d iler. A k -
şam ü stü n ü n keskin soğuğu y erin i ku ru , keskin b ir ayaza bı
ra k m ıştı. Peri’n in geçici olarak kaldığı yere kadar durm aksı
zın konuşarak yürüdüler. B ir sok ak lam basın ın altın d a dur
d u lar. Ö p ü ştü ler. K a ra n lık ta b ir dah a. H e r seferin d e önce
k in d en cesu rca. Ş arap tan çok ak şam ın sarh oşlu ğu içindey
di P eri. “B elk i de” diye d ü şü n d ü kendi k en d in e, aŞ irin gibi
serseri m ayınların değil, esas benim gibi u slu , terbiyeli k ızla
rın esrik hallerinden korkm ak gerek. E sa s biziz beklenm edik
sürprizlerle dolu olan !”
“Yukarı gelebilir m iyim ?” diye sordu D arren usulca.
P eri oğlan ın sorusundaki h eyecan ı, bek len tiyi iş itti. A m a
sa y g ılıy d ı k a d ın lara k a r ş ı, b e lk i de an n esin d en öğren m iş
ti k a rşı cinse n a sıl davranm ası gerek tiğin i. “H ayır, gelem ez
sin ” dese ısra r etm eyecekti. D ü ş k ırık lığın a u ğrasa da kaba
la şm a d a n ken di yolu n a gid ecek ti. E rte si gü n k a rşıla şırla r
sa P eri’ye kibar d avran acak tı, P eri de ona. O ğlan ın bu baskı
k u rm ayan , özgür bırakan, olgun tavrı hoşuna g itti.
“E v et, gel” dedi, ani bir dürtüyle hareket ederek.
Sabahleyin kahredici b ir suçluluk h issiyle yatak tan kalka
cağının farkındaydı. Â şık olm adığı ve a sla olm ayacağı biriyle | {
"page": 328,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
yatm an ın p işm an lığı, babasının gü ven in i boşa çıkarm a kay
g ısın ın ve an n esin in en b eter korkusunu gerçek leştirm iş ol
m anın ağırlığına karışacaktı.
A m a onu rah atsız eden bir şey daha vard ı: D arren’m doku
n u şların a, öpüşlerine k arşılık verirken, başk a birinin h ayali
ni kuruyordu. Sevişirken, birlik te olduğu in şam d eğil; A zu ı'u
arzuluyor, onu düşlüyordu.
H an i derlerdi y a , in san y ılın ilk sa a tlerin d e kendin i n asıl
hissediyorsa senenin geri kalanında da aynı ruh h alin i korur.
B u l a f doğru olm asa isa b et olurdu. Z ira yen i y ılın bu ilk gü
nüne yüreğini ablukaya alan k arm ak arışık h islerle başlaya
caktı P eri.331 | {
"page": 329,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
Y alan
CMörd, 2002
Sonun da Ş irin ’in d avetin i k a b u l etm eye k a ra r veren -v e
b iraz D arren’d an u za k laşm a k is te y e n - P eri, ta til bitm eden
tren e a tla y ıp L ondra’y a g itti. Ö ğren cilerin ve çocuklu a ile
lerin vagonlara dolu şm asın ı sey re tti. O nun kom partım anın
da -y a n lış lık la birin ci s ın ıf b ile t a lm ış t ı- üç şık g iy im li, or
ta y a şlı adam ile kum ral saçların a m ükem m elen biçim veril
m iş b ir kadın vard ı. Sanki sen bu vagona ait değilsin dercesi-
ne soğuk bir edayla süzdüler Peri*yi-
K oltu k n um arasın ı bulup otu rd u . M eister E ckhart’m Mis
tik Yazılarina. göm üldü. Y an ın a a ld ığ ı gü n cesin e şöyle y a z
d ı: Ben Tanrı’yı hangi gözle görürsem Tann da beni o göz
le görür, öyle diyor Eckhart. Şayet ben Tann*ya katı bir şe
kilde yaklaşırsam, O da bana kaldıkla yaklaşır. Ben Tanrı’yı
sevgiyle görürsem, O da beni sevgiyle görür. Benim gözümle
Tanrinm gözü Bir.
K ısa süre sonra, bir görevli p lastik tepsiler içindeki kahval
tıla rla çeşitli içecekleri dağıtm ak için kullandığı servis araba
sın ı ta n gır tungur iterek kom partım an a gird i. P eri’ye y a k la
şınca ik i seçeneği olduğunu söyled i. M önü b ir: Jam bonlu pey
nirli kruvasan. M önü ik i: D om uz sosisli çap ılm ış yum urta.
Peri k aşlarım kaldırdı. "B a şk a b ir şey yok m u?”
"V ejetaryen m isin iz?” diye sordu görevli.
"H a y ır, m esele dom uz eti” dedi P eri.
A d am ın koyu , çökük g ö zleri k ısa cık b ir an k ızın yüzünde | {
"page": 330,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
333
gezin d i. P eri’nin b ak ışları adam ın y a k a k a rtın a k ayd ı: “A b
dullah” yazıyordu.
“B ir bak ayım , başka b ir şey b u la b ilir m iyim ” dedi ve k ay
boldu adam .
B ir dakika sonra görevli elinde b ir tavu k lu sandviçle belir
di. G ülüm seyerek Peri’ye u zattı. A dam cağızın ona kendi yiye
ceğini verm iş olabileceği, ancak o gittikten sonra Peri’nin aklı
na geldi. M uhtem elen öğle yem eğiydi. D ünyanın bilum um yer
lerinde dolaşırken, aynı dini ya da m illi kökenden geldiklerini
keşfeden yabancılar arasında d ayan ışm a ilm ek leri atdıverir,
bir yakınlık oluşurdu anında. E n küçük detaylarda -b ir gü lü ş,
oir b aş hareketi ya da b ir sa n d v iç te - ifad e bu lan b ir m uhab
b e t N e var ki Peri kendini sahtekâr gibi h issetti. A dam onu iyi
bir M üslüm an sanm ıştı m uhtem elen, am a öyle m iydi ki?
K ü ltü rel olarak M ü slü m an ’d ı, h iç şü p h esiz. D oğup içinde
y e tiştiğ i k ü ltü r buydu. F ak at b ild iğ i du a sa y ısı b ir elin par
m ak ların ı geçm ezdi. N e M ona gibi d in i vecibeleri yerin e ge
tirm e gereği duyuyordu, ne Ş irin gib i dinden ıra k olduğunu
açıkça cüm le âlem e beyan ed ebiliyord u . B e lk i de b ir y a fta ,
b ir dam ga, b ir aid iyet istem iyord u . İn an ç, k arm aşık konuy
d u ; soru lar sorm aya devam etm eliyd i. K a fa k arışık lığ ı sü re-
giden b ir sey a h a tti. E zeli ve ebedi. Şu h a y a tta durduğu b ir
yer v a rsa, o da şaşkın ların yan ıyd ı. B unu görevli A b d u llah ’a
söyleyecek olsa sandviçini geri ister m iydi acaba?
* * *
Peri küçükken, her K urban B ayram ı k avga p a tırtı kopar
dı evde. M ensu r kurban kesm eye hepten k arşıyd ı. B una h ar
canan paranın ihtiyaç sah ip lerin e v erilse dah a iy i olacağına
in an ıyord u . “B öylece hem açların k a m ı doyar, h em de h a y
v a n la r ölm ez” diyordu. V e ayn ı la fla n , döne döne h er sen e
tekrar ediyordu. | {
"page": 331,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
334
Selm a zerrece katılm ıyordu ona. “A lla h ta bunu kullarından
talep etm esinin ardında güçlü b ir sebep var, tab ii anlayana”
diyordu. “B ir zahm et K uran’ı okusan, sen de anlardın bey.”
“O kudum ” diye cevap verdi M en su r bir keresinde. “B u ko
nuda bir şeyler okudum yan i. G ene de aklım a yatm adı.”
“N eym iş aklına yatm ayan?” dedi Selm a kızarak.
“Şim di bu h u su s tüm sem avi dinlerde var. A m a yüce A lla h ,
H azreti İbrahim ’e oğlunu kurban etm esini söylem iyor ki tam
olarak. A dam yan lış an lam ış.”
“A d am diyem ezsin!”
“Ya pardon , la fın g e lişi. D in le am a h an ım , H azreti İb ra
h im , A lla h ta ona oğlunu öld ü rm esin i em rettiğin i işitm iyor.
R üyasında görüyor, değil m i? P eki ya rüyayı yan lış yorum la-
dıysa? R üya bu ! Bence m erham etli A lla h , İbrahim ’in vaziyeti
ne kad ar yan lış an lad ığım görüp, oğlunu kurtarm ak için ku
zu gönderiyor.”
S elm a iç geçirdi. “Seninle n e dem eye tartışıyorum . H uysuz
bir oğlan çocuğu gibisin . A lla h ’a şükür evlatlarım ı büyüttüm .
A m a sen hiç büyüm üyorsun.”
S elm a kendi ku rbanım sa tın alm ak için y ıl boyu para b i
rik tirird i. H ayvan bahçede tu tu lu r, kınalanır, kesilm eye gön
derilene kad ar b eslen ird i. Son ra da e ti konu kom şuya, fakir
fukaraya paylaştırılırd ı.
Y in e öyle b ir sen e -P e r i on üç yaşın d a filan d ı h e r h a ld e -
kom şular p aralarım b irleştirip bir boğa alm aya karar verdi
ler. A rd ın d a zifiri gölgesiyle, k u d retli ve heybetli bir hayvan
bekliyorlardı. G elen boğa kocam andı kocam an olm asına am a
gergin, h atta asabi görünüyordu.
G araja konunca hayvanın sık ın tısı katm erlendi ik i gün bo
yu n ca. G eceleri d ebelen m elerin i du yuyorlardı; kaçm aya ça
lışıyordu . B elk i de b aşm a gelecek leri sezm işti. Ü çüncü gü n ,
güneşe çık ard ık ları an , ellerin d en ku rtuldu. Tam h ız koşar
ken önüne çıkan ilk adam a sa ld ıra ra k yerlerd e sü rü k led i. | {
"page": 332,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
335
O layd an h a b e rsiz, yold an geçm ek te olan ad am cağız k en d i
sin i za r zor ku rtarıp bir çöp k u tu su n u n a rk a sın a sa k la n d ı.
Toplanan seyircilerden kah k ah alar yü k seld i. B irileri k u rtu
la n adam ın sırtım sıv a zla d ı. Ç ocuklar bü tün bu şa m a ta n ın
ne old u ğu n a bakm ak için koşup g eld iler. D u vara tırm an an
P eri, hayvanın sağa sola savrulan boynuzlarını ve tek başına
k alabalığı tarum ar edişini görebiliyordu.
K u rb a n lık k u zu ların ak sin e y ılm a z b ir sa v a şçıy d ı b oğa.
O nu dört yan d an sık ıştıra n yirm i adam a k a rşı m ü th iş b ir
m ücadele verd i. M en su r kan ter için d e, h a y v an ı, onu kova
layan gü ru h tan korum aya ça lıştıy sa da n a file. K im seye söz
geçirem edi. D erken boğa tam gaz otoyola fırla d ı ve bir anda
m etal can avarlard an oluşan b ir orduyla sa rılm ış h ald e b u l
du ken d isin i. H ayvana m ukayyet olm aları en az üç sa a tleri
ni a ld ı; sakin leştirici tüfekle vurm aları gerekti. Sonradan ba
zı kom şular çıkıp, sakinleştirici ilaçlardan dolayı etinin h elal
olm adığını söyleyecek oldu. A m a artık o noktada kim sede on
ların fikrine ku lak asacak hal k alm am ıştı.
“B u n asıl barbarlık tır yah u ” diye hom urdandı M ensu r eve
döndüklerinde. “D inim iz ‘K im seye zarar verm eyin’ der, h ay
van lar d ah il. Z avallı yaratık korku içinde öldü. İşkence e tti
ler hayvana. Yem em etini. M urdar old u .”
S elm a bir an hiçbir şey dem edi. “Y em e, bey. B elk i ben de
yem em .”
K avga çık m asın ı bekleyen P eri, an n esiyle b a b a sın ın b ir
kez olsu n ayn ı fik ird e old u k ların ı görerek şa şırd ı. O n ların
payı olan et fakir fukaraya dağıtıldı.
O akşam sofrada, Peri babasının rakı bardağını sıkça taze
lediğini gözlem ledi. “N e gündü am a, ha?” dedi M en su r dalgın
dalgın ; aklı başka yerde gibiydi. “S iz ikiniz yeni doğduğunuz
da böyle yorulm uştum en son. U ykusuz gecelerde.”
O esn ad a sürahiye uzanm ış bu lu n an P eri neredeyse suyu
üzerine dökecekti. “N e dem ek ‘siz ik in iz ?” | {
"page": 333,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
336
M en su r g a y riih tiy a ri elin i a ln ın a götürdü. A ğzın d an m ü
him b ir sır kaçırdığını fark eden birinin telaşı vardı yüzünde.
K on u şm aya devam edip etm em ekte kararsız k ald ı. “Y a, em i
nim hatırhyorsundur bir şeyler.”
“N a sıl şeyler?”
“B ir oğlancağız vard ı, senin ik izin . Y aşam adı.”
P eri’n in b ilin cin in d erin lerin d e b ir gölge k ıp ırd ad ı. “N e
den?”
“A h , b a lım , kurcalam a işte. H azin ki ne hazin . Ç ok zam an
geçti üstünden” dedi M ensur, am a sonra m erakına yenilerek
sordu: “G erçekten hatırlam ıyor m usun?”
“N ed en b ah settiğin i bilm iyorum k i baba.”
“G erçekten m i? N e tu h a f... B en hep bazı şeyleri h atırlad ı
ğım san d ım .”
B ab asın ın d ilin in altındaki e sra n keşfetm ek y ılla rım a la
caktı P eri’n in . K eşfettiğinde ise kahrolacaktı.
* * *
T ren n ih a y e t P ad din gton ista sy o n u n a v a rd ı. Ş irin , üze
rin d e d izlerin e k ad ar in en gü m ü ş rengi kü rk m an toyla, b i
le t otom atlarının yanında bekliyordu. Steplerden gelm iş vah
şi b ir yaratık gib i duruyordu şeh rin orta yerinde.
“B u g iy d iğin şey için kaç h a yvan öldürüldü acaba?” diye
sordu P eri.
“M era k e tm e , gerçek kürk d e ğ il” dedi Ş irin onu y a n a k la
rından öperken.
P eri ark ad aşın ın yüzüne d ik k atle b a k tı. “Y alan söylüyor
sun değil m i?”
“H a h !” dedi Ş irin . “İlk kez yakalad ın . Tebrikler; sen in adı
na sevindim F arecik. G özün açılıyor.”
P eri, Şirin ’in kendisine tak ıld ığım biliyordu. N e kadar gül
se d e, ark ad aşın ın sözlerinde b ir gerçeklik payı sezinleyerek | {
"page": 334,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
337
huzursuz old u : D em ek Ş irin ona daha önce yalan söylem işti,
m u h tem elen birden fa z la , am a ne h ak k ın d ayd ı bu y a la n lar
ve neden söylen m işti, henüz bilm iyordu.
O ak şam Ş irin ’in an n esiyle ta n ıştı. A rk ad aşın ın a n la ttık
larından yola çıkarak korkunç, boğucu, tahakküm perver bir
anne fig ü rü b e k le m işti. H e r şeye k a n şa n ve k ıza n b ir tip .
H albu k i k a rşısın d a olgu n , din gin ve soh betp erest b ir kadın
bu ld u. K ızıla boyadığı sa ç la n a çık tı, b ak ım lıyd ı. Sofrada şa
rap , balk on d a sig a ra içen ; zek i, z a rif, esp rili ve k ızın ın ak
sine son derece in a n çlı b ir k ad ın . M o lla la ra ve H um eyni re
jim in e ve a h la k z a b ıta la n n a rağm en , İra n ’dan ailecek k aç
m ak zorunda k a lm a la rın a rağm en , sü rgü n lerde çektiği tüm
zorlu klara rağm en dininden de, m em leketin den de soğum a-
m ıştı. Tam te rsin e itik a d ı p e k işm işti. K en d in e h as k u d retli
bir m an eviyatı vard ı. B undan dolayı kim selere hesap verm e
ye de n iyeti yoktu.
N e garip şeyd i, aynı evin çatısı alfanda b ile nesilden n esile,
k işid en k işiy e n a sıl da değişiyordu inanç m eselesi. A ynı h a
diseleri y a şay a n a ile fertleri bu tecrübelerden bam başka so
nuçlar çıkarıyor, a yn ı h a tıra la rı a slın d a h erk es fa rk lı h a tır
lıyordu. | {
"page": 335,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
Dansöz
Oxford, 2002
P eri cam ı açıp ten in i okşayan serin h avan ın tad ın ı çıkar
dı. N ih a y et ta til b itip , y u rt od asın a döndüğü için m u tlu ydu .
E lin d e b ir k ita p la y a ta ğ ın ü stü n e oturup d izlerin i kendine
çekti. A zu r bugünkü sem inerde tü m öğrencilerden "K a n t fel
sefesinde T a n n fikri9 üzerine b ir m akale okuyup yorum lam a
la rın ı iste m işti. Sadece teologlar d e ğ il, felsefen in h a ş a n ço
r a k la n N ietzsch e ve D arw in d e, K a n t’ta n çok e tk ilen m işti.
Ç ok yönlüydü A lm an filozof. P eri, K ant’ın tıp k ı İstan b u l gibi
olduğuna karar verdi: hercai, k atm an lı, k a n şık .
T evek k eli d eğ il, A zu r seviyord u K an t’ı. O da k a rm aşık tı.
İçinde b ir koro taşıyord u a d eta . P aneldeki kendinden em in
ta rtışm a c ı; gü n lü k h a y a tta sü rek li ilg i görm eyi seven b en -
m erk ezci a k a d e m isy e n ; s ın ıfta göz k o rk u ta n ceb eru t ho
ca; ofiste talep kâr E n gizisyon h âk im i; evinin m ahrem iyetin
de ise kibar, m üşfik ev sa h ib i... daha kaç d eğişik h a li vardı?
Peri’nin ak lı, yılbaşı yem eğine ve sonrasında olanlara g itti. O
günden beri kaçıyordu D arren ’d a n ; halbuki oğlan defalarca
aram ış, her seferinde daha en d işeli, h atta buruk m esajlar bı
rak m ıştı. H ak sızlık ediyordu ona Peri. A m a başka tü rlü dav
ranm ak ne içinden geliyordu, ne elinden. D ersleri ve kitapçı
daki y a n -za m a n lı işi olm asa odasına kapanır, in zivaya çeki
lirdi hepten; tabii zırt pırt k ap ışım çalm ak için bahaneler uy
duran Şirin ve düzenli olarak görüştüğü M ona olm asa.
A z u /a karşı h issettiğ i çekim yüzünden sem in erler ıstırap | {
"page": 336,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
339
verm eye başlam ışta. A dam ın her h arek etin i, h er sözünü oku
m aya çalışıyor, m uhtem elen ya n lış yorum luyordu. N esn el b ir
n azarla bak am az olm u ştu h ocasın a. H e r yerd e ila h i işa re t
ler gören bir kâhin gibi, en sıradan ve sü fli şeylerin içinde bi
le g izli m esajlar arıyordu. A zuz'u etkilem ek istiyordu , hem de
n asıl. O yüzden deli gibi okuyor, çalışıyordu. N e var k i sın ıfta
m idesi düğüm düğüm , su sp u s oturuyordu çoğu zam an . A ra
lard a diğer uca savru lu yordu . Ü stü n e b ird en cesa ret y a da
gözü dönm üşlük geliyor, itira z edip ta rtışıy o r, m eydan oku
yup sorguluyor, sonra yen id en se ssiz liğ e göm ü lü yord u . B ir
sarkaçtı artık ruhu. Savruluyordu.
H alb u k i b öyle şey lerin a sla k en d i b a şın a gelm eyeceğin i
zannederdi. K endinden y a şlı adam lara tu tu la n o saftirik kız
lard an değild i o. B öylelerin in , h ay a tla rın d a k i ek sik bab a fi
gürünün peşin de k oştu k larım sa n m ıştı. D em ek başk aların ı
ya rgıla m a k la h a ta y a p m ıştı. O n u A z u ı'a çeken şey in ne ol
duğunu kim selere -k e n d isin e b i le - açıklayabileceğini sanm ı
yordu. H ocasın a olan h islerin i b a şk a la rıy la p aylaşm aya n i
y eti yoktu za ten . Ç ocukluğundan beri tu ttu ğ u T a n n günce
si g ib i, sisin için d eki bebek g ib i, A zu r d a d ik k a tle korunan
bir sır haline gelm işti. K im se bilm ese d e, uyum adan önce eli
ne onun k itap ların d an b irin i a lm a y ı, fonda çalan m ü zik eş
liğ in d e, k a ra n lık ta , parm ağım profesörü n adın ın h arflerin
de dolaştırm ayı âdet edinm işti. G ün içinde A zu ı'u n binasının
yakın ların da takılıyor, belki oralardad ır diye köşelerden k a
çam ak b a k ışla r atıyordu. Sabah k ah vesin i onun sık ça g itti
ği kafeden almak için yolunu d eğiştiriyord u , am a b ir ik i se
fer onun geld iğin i görünce, tu v alete kaçıp sa k la n m ıştı. Tüm
bu gülü nç şeyleri yapıp du ru rken , b ir d iğer y a n ı, olan b ite
ni h oşn u tsu zlu k la seyrediyor, bunun b ir d e lilik m evsim i ol
duğunu ve yakında biteceğini um uyordu.
A rtık ne kendi düşüncelerine, ne de K a n t’ın k ilere tah am
m ü l ed eb ilen P eri, spor a y a k k a b ıla rım g iy erek gen e koşu | {
"page": 337,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
340
y a ç ık tı. S oğu ğa ra ğ m en b ir fe ra h lık , e se n lik va rd ı h a v a
d a ; iy im serlik ta n ele ri çiy k rista lle ri g ib i a sılıyd ı b oşlu k ta.
İstan b u l’dan bu şehre ilk taşın dığın da ona tu h a f gelen sessiz
liğe şaşırm ıyordu artık.
L ongw all Sokağı’n in k öşesin d e b ir telefon kulübesi gördü.
A rad a ik i saat fark olduğuna göre babası şim di evde, sofrada
olm alıyd ı. Ya y a ln ız, ya ahbaplarıyla.
M en su r hem en açtı telefonu. "A lo ?”
“B a b acım ... affed ersin , k ötü b ir zam anda m ı aradım ? M ü
sa it m isin?1 *
“P eri, canım * dedi M ensur. S esi titred i. “N e dem ek m üsait
m isin? N e zam an istersen ara evladım . Keşke daha sık araşan. *
a
B abasın ın üslubundaki şefk at soluğunu k esti Peri’nin.
“iy i m isin evladım ?*
“iyiyim * dedi P eri. “Annem n asıl?*
“O dasında. Seslenm em i iste r m isin?*
“Yok, başk a zam an konuşurum .* Yum uşak bir sesle ekledi:
“S en i çok özledim . *
“A h , ben i ağlatacaksın şim di.*
“B u sene yılbaşın d a evde olam adım diye berbat hissediyo
rum kendim i.*
“A m a n , y ılb a şı k im in u m u ru n da?* dedi M ensu r. “A n n en
gen e h in d i p işirip p ila v ın d ib in i tu ttu rd u . P atla m ış m ısır,
k esta n e, m andalina yedik. Tom bala oynadık; annen kazandı.
Televizyonda dansöz sey rettik ; ben seyrettim yan i, işte o ka
dar. Zaten dansözleri de a za lttıla r! G iderek dindarlaşıyor bu
toplu m . U su l u su l kayıyor dem okrasi altım ızdan. B ir dansöz
k eyfim iz vard ı, onu da çok görüyorlar yah u . Pabucum un ah
la k bekçileri. U la n göz b en im , gü n ah sa günah ben im , ne de
m eye denetliyorsunuz televizyonlarım ızı?*
Sözünü etm ediği şeyler de vard ı elb ette am a P eri yin e de
iş itti o n la n : M ensurcun y ılb a şı şerefin e k arısıyla kadeh to
k u ştu rm ak tak i ısra rım , dan söze el çırp m alarım , Selm a’ m n | {
"page": 338,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
341
bu n ların hiçbirinden hoşlanm ayıp su ra t a sışın ı, k avgaya tu
tu şm a la rım ... H epsini anladı.
S a n k i P e ri’n in a k lın d an geçen leri d u ym u ş g ib i, “B ir ik i
duble içtim tab ii” dedi M ensur. “N e d erler b ilirsin , n a sıl baş
la rsa öyle devam ederm iş yeni sene!”
Peri’n in k alb i sık ıştı.
“G elem ed in diye üzülm e” diye devam e tti M en su r. “D ah a
ku tlayacak çok yıllarım ız olacak. O ku l h er şeyden m ühim .”
Okul... Ü n iv ersite ya da fak ü lte d e ğ il, oku l. K en d ileri pek
e ğ itim li o lm a sa la r da eğitim e son u n a k a d ar in an an ve h er
şe y le rin i çocu k ların ın geleceğin e y a tıra n sa y ısız an a baba
için neredeyse ku tsal n iteliği olan o sih irli sözcük.
“A b im n a s ıl? ” diye sordu P eri. H a n g i a b isi old u ğu n u be
lir tm e y e g e re k d u y m a d ı. H a k a n o ld u ğ u b e lliy d i, çü n k ü
U m u t’ta n nadiren söz ed iyorlardı ve ettik lerin d e d e h er z a
m an fa rk lı b ir ses tonuyla.
“İy i, i y i B ebek bekliyorlar.”
“N e ? Sahi mir
“E vet” dedi M ensur, sesin i gururla yü k selterek . “O ğlan .”
H a sta n ed e k i o b erb at gecenin ü stü n d e n b ir y ıld a n fa z la
geçm işti am a an ısı h âlâ tazeydi. D ezen fek tan kokusu, duvar
lard ak i k a sv etli boya, gelin in avuç içlerin d ek i tırn a k iz le ri...
Ve şim d i F erid e bu izdivacın m eyvesini doğuracaktı. A n n esi
nin sözleri zihninde yan k ılan d ı: Çoğu evlilikler çatlak temel
ler üstüne inşa edildi.
“B abacım , ben böyle b ir şeyi asla y a p a m a m ...”
“N eyi?”
“B an a kötü davranan b iriyle evlen em em . Y a da e v li k ala
m am .”
M en su r u su lca ofladı - y a n iç çek iş, y a n h ak veriş. “A nnen
d e, ben de sen i çok seviyoruz” dedi; b ir an du rak sadı, ikisinin
ad ım ayn ı solu k ta söylem eye alışık d eğild i. “S en ne istersen ,
d estek leriz. Y eter k i m utlu o l.” | {
"page": 339,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
342
P eri’n in g ö zleri y a şa rd ı. N ed en se şefk a t k arşısın d a k in i-
ga n la şn tb . E li ayağm a dolanırdı.
‘‘N e old a canım ? A ğlıyor m usun?9
Soruyu duym azdan geldi P eri. “A m a b a b a ... ya bir gûn se
ni u tan dırırsam ? Reddeder m isin beni?9
“O n a sıl söz öyle? N e olu rsa olsu n , kendi kanım canım ev
la d ım ı n a sıl red d ed erim ?9 d ed i M en su r. Ş ak aya vurdu iş i,
çünkü m izah m erhem di. ‘D a m a t diye eve çem ber sa k a llı bir
yobaz getirm ediğin sürece ta b ii. B ak ona dayanam am ! H a bir
d e, şu dövm eli, k ıl yum ağı m üzisyenlerden b iriyle evlenm ez-
sin herhalde d i m i? N e diyorlardı onlara? S atan ist m i? M etal
ci m i? B enim için sakın cası yok , am a zavallı annenin yüreği
ne iner. Y ani tak u n yalı sofiı kadızade y a da m etalci sa ta n ist
olm adıktan sonra koca seçeneğin çok.9
P eri gü ld ü . B abasın ın ona ıslık çalm ayı, sakızdan balon şi
şirm eyi, ayçekirdeği kabuklarını dişleriyle çıtlatm ayı öğretti
ği zam a n la n h atırlad ı.
“C id den , kim m iş bu şa n slı oğlan ?9 diye sordu M ensur.
O son k elim e, “oğlan9 ak lın ı başın a getirdi Peri’n in . B aba
sın ın açısından, P eri sadece b ir oğlanı, yan i kendi yaşın da b i
rin i sevebilirdi. B ir b ilse hocasına gönlünü kaptırdığım !
“A m an , bir öğrenci iş te , ciddi b ir şey değil. Ciddi şeyler için
gencim dah a.9
“E lb e tte .9 R a h a tla m ıştı M en su r. “G elir geçer bunlar. Sen
derslerine odaklan.9
“M erak etm e, çok çalışıyorum .9
“A ferin san a. H a , b ir de bu ndan annene söz etm e. K ad ın
cağızı kaygılandırm anın âlem i yok .9
“T abii k i etm em .9
T elefon u k a p a ttık ta n son ra b ir sa a t koştu P eri. A y a k la n
bu zlu kaldırım taşların d a kayşa da yılm adı. K endini o kadar
zorladı k i yurda döndüğünde bald ırları zonkluyor, boğazı her
yu tk u n u şta acıyordu - berbat b ir gribe yakalan d ığın ın iş a - | {
"page": 340,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
netleri. H em en yatıp uyudu; rü yasın da h âlâ koşuyordu, elin
deyse Ş irin ’in yazıp m asasın a b ırak tığ ı ve yatm ad an hem en
önce okuduğu notu tutuyordu.
"Farecik, tam bize göre bir ev buldum ! Hazırlan, taşınıyo
ruz!” | {
"page": 341,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
Liste
İstanbul, 2016
“O lan ları duydunuz m u? F elak eti”
R e k la m a k ad ın d ı k on u şan . T u valete gitm ek için odadan
yıkm ış am a apar topar dönm üştü hem en.
“Yine ne olm uş?” dedi b irisi.
D ünyada ik i çeşit şeh ir v a rd ır: B irin cisi, yarın ın ve tak ip
ed en gü n lerin a şa ğ ı yukarı b irb irin in a y n ısı olacağım ta a h
h ü t ed en ler; b ir d e, bunun ta m te rsin i yap an , h er an şa şır
ta n , zorla y an , sa rsa n , hiçbir sü re k lilik v a a t etm eyen şeh ir
ler. B ugünün Istan bu lu bariz biçim de ikinci türdendir. H a bi
re telefon ların a, televizyona, in tern ete göz atm ak zorunda bı
ra k ır sa k in lerin i. G ene ne old u d iye. D erin derin dü şünm e
y e , tefekküre fırsa t yoktur, zam an ta zı gibi koşarken. B ir son
d ak ika haberinden bir başka son dakika haberine sıçrarken.
‘T m tte ı'd a gördüm” dedi re k la m a kadın. “Patlam a olm uş.”
“İstan b u l'd a m ı?” diye sordu b irisi. “N e zam an?”
Ü ç tem el soru , h er zam an b u sıra y la sorulurdu: N e? N ere
de? N e zam an ? N e : K orkunç b ir p atlam a olduğu b ild irilm iş
t i. N e re d e : T arih i y a rım ad ad a, en k a la b a lık m ah allelerd en
b irin d e. N e zam a n : D ört d ak ik a önce. P atlam a o k ad ar şid
d etliy d i k i olay m ah allin d ek i tü m b in aların ön yü zlerin d ek i
cam çerçeve k ırılm ış, yoldan geçen ya ya la r y aralan m ış, ara
ba alarm ları çalm aya b a şla m ış, b ir an için gökyüzü p a slı bir
kahverengiye dönm üştü.
İşk a d ım ön d e, k on u k ların çoğu ark ad a, h aberleri seyret | {
"page": 342,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
345
m ek için yukarıya çık tılar koşarak. P eri peşlerinden seğirtti
y a va ş, düşünceli ad ım larla. A ydınlık ve konforlu “televizyon
o d a sın d a buldu o n lan .
E kranda heyecanlı, acem i bir m uhabir -s a ç la n , pelerin ni
yetin e k u llan ıla b ilecek k ad ar u zu n ve gü r b ir k a d ın c a ğ ız -
m ikrofonu ik i eliyle k avram ış h ızlı h ızlı konuşuyordu. “K aç
ölü , kaç yaralı olduğunu henüz b ilem iyoru z am a durum iyi
görünm üyor. Tek bildiğim iz güçlü b ir bom ba olduğu. V alilik
ten yapılan açıklam aya g ö re...”
B om ba. B u k elim e nereden çık tığı b ilin m eyen zeh irli bir
dum an gibi odanın ortasında a sılı k ald ı. O an a dek konuklar
patlam anın ya doğalgaz kaçağından y a da a n z a lı b ir jen era
törden kayn aklan m ış olm asın ı d ilem işlerd i içlerin den . Ö yle
olsa olayın vaham eti değişm eyecekti ta b ii. A m a bom ba bam
başkaydı. Bom ba trajik bir kaza ya da doğal bir felak et d eğil;
k asıtlı şer, bilinçli kötülük dem ekti. H er nevi kaza bela ürkü
tücüydü, tam am . A m a in san ın in san ı gözün ü kırpm adan ö l-
dürebilm esi, işte o, karardığın en dibiydi.
Ö yle de olsa bom balarla -y a da bom ba ih tim a liy le - y a şa
m ayı öğren m işlerd i. O lan ca k u ra lsız lık la rın a ve korkunç
lu kların a rağm en, teröristlerin uyduğuna in an ılan birtak ım
davranış k a lıp la n vardı. G eceleri sald ırm azlardı m esela. N e
redeyse her seferinde, en tez zam anda en fazla sayıda in şam
h ed ef alabilecekleri ve ertesi günkü gazete m anşetlerine y eti
şebilecekleri gündüz saatlerin i tercih ed erlerd i. İstan b u l ge
celeri, her ne kadar başk a açılardan teh lik e li ya da tek in siz
olabilse de, bom ba ih tim alleri açısından güvenliydi. Ya da öy
le sanm ışlardı şim diye kadar.
B u yüzden sordu işk ad ım : “Bom ba m ı? B u saatte m i?”
“M u h tem elen te rö ristler tra fiğ e ta k ıld ı” diye esp ri y a p tı
kocası. “tstanbuTda hiçbir şey zam anında işlem iyor artık , A z
rail b ile .”
G ü ld ü ler - k ısa , k ey ifsiz k ık ırtıla r. F a cia la r y a şan ırk en | {
"page": 343,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
346
y a p ıla n şa k a la r in san a k en d isin i k irli, h a tta suçlu h isse tti
riyord u ; am a aynı zam anda korkuyu d ağıtıp , b elirsizliğ in o
d a y a n ılm a z a ğ ırlığ ın ı aza ltıy ord u . P eri, b ab asm ı düşündü.
M ensurcun hep dediği g ib i, böyle y a ra lı, a n z a lı m em lek ette,
m izah , m erhem di.
B u arada, televizyonda, m ah allelid en oluşan b ir kalabalık
to p la n m ıştı m uhabirin ark asın d a. E kranda görünm enin he
yecan ı ve kendileriyle röportaj yapılacağı um uduyla kadının
ağzından çıkan her kelim eyi can ku lağıyla dinliyorlardı.
D erken m ah alleyi yukarıdan gösteren helikopter kam era
sın ın görüntülerine dönüldü. B irbirin in ü stüne yap ılm ış ev
le r o kad ar dip dibeydiler k i, te k bir beton bloku andırıyorlar
d ı. D ah a d ik k atle b alon ca fa rk lılık la r görülebiliyordu am a.
Ö zellik le b ir b in a, y ılla r süren b ir iç savaştan çıkm ış gibi du
ruyordu. P atlam ış pencereler, yanm ış duvarlar, kırılm ış cam
lar. Tarum ar.
“E vdeydik çoluk çocu k ... ailecek televizyon seyrediyorduk;
gü m diye b ir ses duyduk, y er gök sallan dı9 dedi bir görgü ta
n ığ ı - k ısa boylu , tık n a z, p ija m a lı-fa n ila lı b ir adam . Sesinde
za r zor kontrol edebildiği b ir enerji vardı; daha dakikalar ön
ce sey rettiğ i kan ala şim d i k en d isi çıkm ış olm aktan , m ilyon
la rc a in sa n tarafın d an izlen iy o r olm aktan hem şaşk ın hem
h oşn u ttu .
“N e le r hissediyorsunuz? D u ygu ların ızı alab ilir m iyiz?” de
di m uhabir.
D u y gu la rım h a y a tı boyunca — h ele h erk esin önünde— ko
nu şm am ış adam gözlerini k ırpıştırd ı. G ene de kam eranın aş
k ın a tam an latm aya b a şla m ıştı k i ekranın a lt kısm ın dan ge
çen kırm ızı b an tta ölü sayısı ila n edildi.
B u arada yalıd a, konuklar, grubun geri kalanına haberleri
y etiştirm ek için birer birer salon a döndüler. “B eş ölü , on beş
y a ralı.”
“O sa y ı m a a le se f a rta b ilir. B a zı yaralıların durum u ağır | {
"page": 344,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
347
m ış” dedi, ofisi arayan ve gazeteden b ilg i a la n m eşhur gaze
teci.
M asad a m eze tabak larım n asıl elden ele verd ilerse, şim di
de k an ve d eh şet dolu b ilgi parçalarım ta k a s ediyorlardı. A y
nı veriler tek rar tekrar konuşuluyordu. Trajedi de tü ketilebi
lirdi h er şey gibi - hem bireysel olarak hem topluca.
M eşh u r gazetecin in k ız arkadaşı şöyle ciğer dolusu bir ne
fes a ld ı. “V ay b e. E vlerinde bom ba yap ıyorlarm ış dem ek” de
di. “D ü şü n sen ize. P arçalan bir araya getiriyorlar, bir tü r şey
tan i Lego gibi. D erken bum ! E llerin de patlıyor. İyi haber: Te
röristler o la y yerinde ölm ü ş. K ötü h ab er: Ü st k attak i kom şu
da h ayatım kaybetm iş. E m ekli öğretm enm iş adam cağız.”
“M u h tem elen coğrafya öğretm en i fila n d ır, za v a llım ” de
di işad am ı. “K adere b a k ... Senelerce sın av kâğıdı oku, iki ku
ru şu b ir a ra y a getirm eye u ğ ra ş, y ıp ra n m ış ta k ım elb iseler
giy, düzgün b ir vatan d aş olm aya ç a lış. N ih a y et em ekliye ay
rıl. V elilerin , öğrencilerin kaprislerinden yorgun argın. Sonra
k alk sın , bir öbek terörist a lt k ata ta şın sın ... bom ba yapım ına
b a şla sın ... A lla h topunun belasın ı v e rsin ... B u m ! Ö ğretm enin
sonu. Ö ğrencilerine d a ğ la n , vadileri öğretm ek yerine burala
rın n a sıl da zorlu , kanlı b ir coğrafya olduğunu a n la tsa daha
iyi ed erm iş!”
D iğ er k o n u k la r b a şla n y la o n a y la d ıla r. “Z o rlu , K a n lı b ir
C oğrafyada Ö lm en in E n P opüler O n Yolu” liste si çıkarm aya
b a şla d ıla r. 1) T rafik k a z a la n 2 ) K ap ağı açık b ırak ılan rögar
deliğinden içeri düşm ek 3 ) B alkon da otu ru rk en , aklın ca ta
kım ının zaferini k u tlayan holigan kurşununa kurban gitm ek
4 ) K aldırım da yürürken, frenleri patlayan b ir otobüsün altın
da kalm ak 5 ) Terör sa ld ırıla n 6 ) A zg ın h o ligan lara, terörist
lere ve rögar deliklerine kurban gitm e korkusunun neden ol
duğu stres kaynaklı h astalık lar...
B irileri yeniden konuşana kadar an lık b ir se ssizlik çöktü.
“B om bacıların kim olduğunu biliyor m uyuz?” diye sordu rek - | {
"page": 345,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
lam cı kadın. “M arksistler m iym iş? K ürtçüler m i? İslam cılar
mır
S in iri bozulan m im ar kıkırdadı. “Amma da çok seçeneği
m iz var. M emlekete bak!”
Peri kocasının hafifçe boğazım tem izlediğini fark etti. “So
run sadece terörün korkunçluğu değil” dedi Adnan. “Sorun,
bu tür haberlere alışm am ız. Y ann bu zam anlar kaç k işi ha
tırlayacak öğretm eni? B ir haftaya unutulup gidecek.”
Peri başım önüne eğdi; kocasının sözlerindeki keder yüre
ğine işlem iş, sönm ekte olan b ir ateşin közlerinde kalan har
gibi yakm ıştı içini.348 | {
"page": 346,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
Çakralar
İstanbul, 2016
uEm ekli öğretm en de unutulacak” dedi Adnan b ir kez da
ha. "H içbir şey şoke etm iyor bizi artık. H issizleştik. Uyurge
zer gibiyiz m illetçe.”
"H aksızlık etm iyor m usun şekerim ? Başka ne yapabiliriz
k i?” diye sordu işkadım . "A ksi takdirde delirird ik ! Topluca
kafayı yerdik!”
Bu sözler üstüne, m edyum, başım savurarak araya girdi.
"U lusların da insanlar gibi burçları var. Bu ülke ne zam an
doğdu? 29 Ekim ’de. Tipik b ir Akrep yani; M ars ve Plüton’un
etkisi altında. M ars kim ? Savaş tanrısı. Plüton kim ? Yeraltı
tanrısı. Gezegenler her şeyi anlatıyor, işim iz zor.”
"A strolojik lagalu ga” diye m üdahale e tti m uhafazakâr
m edya patronu. "H epim iz bir A llah’a inanırken ‘ta n n la ı' di
yerek ne demek istiyorsunuz? Anlayam adım .”
Medyum sırtını dikleştirdi. "Efendim , ben çok dini bütün
bir insanım bir kere! Demek istediğim , ulus olarak çakrala-
nm ız kapak. Ç akınlarım ızı açm adığım ız takdirde illaki ger
ginlik, şiddet olacak.”
"Bütün Ortadoğu’nun çakralan kapalı o zam an” dedi m eş
hur gazeteci.
"H iç şaşırmam” diye araya girdi işadam ı. "O rtadoğu’da he
riflerin bildiği tek ‘en eıji’ petrol; manevi eneıjiden eser yok.”
"P eki, sizin profesyonel görüşünüze göre hangi çakralan -
mız tıkalı?” diye sordu işkadım , kocasının sözlerini duym az
dan gelerek. | {
"page": 347,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
350
"İkinci ve dördüncü iyi çalışm ıyor” oldu medyumun yanıtı.
“A ltıncı tökezliyor ama asıl en fenası beşinci.”
D ışarıdan b ir m artı sesi duyuldu. P eri dudaklarım sık tı.
Doğrusu, onun da çığlık atası vardı.
“Pardon, nedir yan i beşin ci?” diye sordu reklam cı kadın,
m erak kumkuması.
“B eşinci, boğaz çakrasıdır” dedi medyum, sesini bir sır ve
rir gibi alçaltarak. “B astırılm ış düşünceler, ifade edilm eyen
arzular burada toplanır. Ağzm arkasında başlar; yem ek bo
rusuyla m ideye, oradan da tüm bedene baskı yapar.”
Birkaç konuk ellerini boyunlarına götürdü gayriihtiyari.
“Boğaz dem işken, benim de boğazım kurudu, çakram ı aç
mam lazım ” dedi işadam ı. “Kızım , bize viski getir.”
M edyum la fa devam etti: “U lusların ça k ra la n m açm ak
için b ir teknik var...”
“Yoksa adı dem okrasi m i?” diye sordu Peri araya girerek.
“Ben politika konuşmuyorum hanımefendi!” dedi medyum si
nirlenerek.
Akşam boyunca genelde sessiz sedasız oturm uş p la stik
cerrah saatine baktı. “Aman Tannm , geç olmuş. Sabah erken
uçağım var.” Seneler evvel Stockholm’e yerleşm iş olsa da, bu
radaki iş bağlantıları nedeniyle -v e dedikodulara bakılırsa,
m etresi iç in - sıkça gelip gidiyordu İstanbul’a.
“Oh, sen ne güzel basıp gideceksin yatın, buradaki keşm e
keşle uğraşm ak bize kalacak” dedi reklam a kadın iğn eli bir
ses tonuyla.
B öyleydi işte. Daha başka hayatlar kurm ak için ya b a n a
ülkelere gidenler hem küçümsenir, hem kıskanılır, hem sevil
m ez, hem yadırganırdı. M esele New York, Londra ya da Ro
ma gibi şehirlere göç etm ek değildi. Başka b ir yerde yaşam a
fik ri 9 nin kendisiydi geride kalanların ilgisin i çeken. Sık sık
farklı bir diyarın, altında yürünecek yepyeni b ir semanın öz
lem ini duyarlardı. Tbplumun pek çok kesim inden farklı ola | {
"page": 348,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
3 5]
rak, yem ektekilerin m addi durum ları m üsaitti “çekip g it
m eye” - en azından teoride. K ahvaltı ya da brunch yapar
ken, spor salonlarında ter döker ya da arabalarım sürerken,
yurtdışm a taşınm aktan bahsederlerdi. H em en her zam an
Batı’ydı bununla kastedilen. Yükselen deniz karşısında kum
dan kaleler gibi yavaş yavaş dağılan detaylı, kapsam lı plan
lar yaparlardı. Burada, alıştıkları kültürün bağrında, bildik
leri sokaklarda, aynı geçm işi ve mizah anlayışım paylaştıkla
rı insanlar arasında iyiydiler, rahattılar aslında. Akrabalar,
arkadaşlar, anılar, iş ve hayat bağlantıları dem irliyordu on
la n bu lim ana; rutinin verdiği güvenlik ve konfor hissi de ca-
D efalarca plan yapar, hayal kurar; defalarca bırakırlar
dı planların ve hayallerin ucunu. Ta ki b ir gün, b ir zam an
la r düşündükleri “G idelim buralardan” fikrin i hayata geçir
m iş biriyle karşılaşıncaya kadar. G ıcık olurlardı o kişiye. Ka
lanlar, hep kızardı gidenlere.
“İsveç de cennet sayılm az” dedi plastik cerrah, ortam ı yu
muşatmak için.
Kim seleri ikna edemeyen yavan bir gerekçe. Yann Avrupa’ya
dönecek, onlan sorunlanyla baş başa bırakacaktı. Onlar bura
da bölgesel istikrarsızlık, politik çalkantılar, bom balar ve ku
tuplaşm ış b ir toplum un yüksek tansiyonuyla uğraşırken, o
herhalde bir kafede oturmuş, kahvesini yudumluyor olacaktı.
Peri anlayışla gülüm sedi anında dışlanan plastik cerraha.
“Kalmak da kolay değil, gitm ek de.”
Z ira P eri biliyord u ki geride kalanlar, bütün zorluklara
karşın, k a lıcı ve sağlam dostlu klan n ve ah baplık lan n , ge
niş sosyal ağların, ailevi dayanışm anın keyfini de sürerlerdi.
H albuki tem elli göç edenler ya da göçm en ruhlar, aslında çok
daha yalnızdı; parçalan eksik yapbozlar gibi, hep yanm ...
“Ya tabii tabii! A lpler'de yaşam ak pek zor olsa gerek” dedi
alayla, gazetecinin attığı dirseklere rağm en hâlâ içm eye de
vam eden kız arkadaşı. | {
"page": 349,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
352
“A lpler İsveç’te değil, İsviçre’de” diyerek düzeltm ek istedi
birileri, ama m eşhur-gazetecinin-kız-arkadaşı duym adı bile.
K am ın ı daracık m ini eteğinin içine çekip sıkıştırarak ayağa
fırlad ı, tırnağı yenm iş işaretparm ağını tasarım cıya doğrult
tu. “Siz hepiniz firarisin iz! K orkaklar! Siz gidip rahat yaşı
yorsunuz Avrupalarda... Am erika'da... Avusturalya’da... Şeyle
uğraşm ak da bize kalıyor; fanatizm le ve köktencilikle ve sek-
sizm le ve otoriterlikle ve diktatörlükle ve köhnelikle ve ata
erk illik le ve alaturkalıkla...” P eş peşe sıraladığı kavram lar
kesm em iş, yenilerini arıyorm uş gibi etrafına bakındı. “Bura
da tehlikede olan benim özgürlüklerim ... Benim gibiler kuşa
tıldık, etrafım ız sarıldı, nefes bile alam ıyoruz.”
“Tehlike dem işken...” Ev sahibesi, m edyum a döndü. “Ha
yatım , sana evi muhakkak gösterm em lazım . Başım ıza gel
m edik kaza bela kalm adı, anlattım ya telefonda. Borular pat
la d ı, su ba stı, yıldırım düştü tepem ize. Ya gem iyi duydun
mu? G elip doğruca yalının içine giriverdi, aksiyon film i gibi!”
Kocasına şöyle bir göz attı, unuttuğu bir şey var m ıydı diye.
“Ağaç” dedi işadam ı, yardım sever bir tavırla.
“Ah evet, çatım ızın üstüne ağaç devrildi, daha neler! N a
zar m ı var dersin?”
“Ö yle görünüyor” dedi m edyum . “H izm etçilerin odalarını
kontrol ettirdiniz m i? içlerinden biri büyü yapmış olabilir.”
“H iiii! Gerçekten m i? C esaret edebilirler mi? En ufak şüp
heli bir şey bulalım , anında kapı dışarı ederim hepsini.” Ev
sahibesi elini kalbine götürdü, düzgün çarptığından emin o l
mak istercesine. “Nereden başlam ak istersin?”
“Bodrum dan. Evvela karanlık kuytu köşelere bakm ak ge
rek her zam an.”
Medyumla ev sahibesi yanından yürürken bir titreşim al
gıladı P eri. Ne olduğunu anlam ası için bir saniye daha geç
m esi gerekti: K ocasının telefonuydu. Benzi attı; az önce tuş-
ladığı num araydı bu. Şirin onu geri arıyordu. | {
"page": 350,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
Ötekinin yüzü
Orford, 2002
Bahçe kapısının dışında b ir taksi bekliyordu. îk i arkadaş
arabaya atladılar. Sessizlik hüküm sürdü, ta ki Peri sükûneti
bir hapşırıkla delene kadar.
“Seninle aynı eve taşındığım a hâlâ inanam ıyorum !” diye
hom urdandı Peri.
Ş irin yurt yönetim ini akadem ik y ıl ortasında taşınm ala
rı konusunda ikna etm eyi başarm ıştı. O önüne geçilm ez az
m iyle evi bulm ası da uzun sürm em işti. Ç içekten çiçeğe vız
layan bir balan sı çalışkanlığıyla, kirayı ve depozitoyu ödeyip
m ütevazı eşyalan n ı taşıyacak arabayı ayarlam ıştı. Her şeyi
o kadar eksiksiz organize etm işti k i, taşınm a günü geldiğin
de Peri’ye yalnızca m antosunu alıp kapıdan çıkm ak kalm ıştı.
“Sakin ol, göreceksin nasıl eğleneceğiz” dedi Şirin heyecan
la. “Üçümüz!”
P eri soluğunu tuttu. “Ne dem ek üçüm üz? Başka kim geli
yor?”
Yanıt verm eden önce yüz ifadesin i kontrol etm esi gereki
yorm uş gibi, çantasının içinden bir pudra kutusu çıkardı Şi
rin ve aynada kendisine baktı. “Mona da katılıyor bize.”
“N e? Ve bunu bana şim di mi söylüyorsun?”
“M adem ki ev paylaşıyoruz, üç kişi olm ak iki kişi olm aktan
iyidir.” Sırıtışına bakılırsa Şirin bile inanm ıyordu kendi söy
lediğine.
Peri surat astı. “Bana sorman gerekirdi.” | {
"page": 351,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |
354
“Ö zür dilerim , unuttum . Kafam çok m eşguldü.” Şirin’in se
si yum uşadı. "N e oldu, niye bozuldun ki? M ona’yı sevdiğini
sanıyordum .”
"E vet, ben seviyorum , ama sen sevm iyorsun. İkiniz hayat
ta geçinem ezsiniz!”
"Aynen!” dedi Şirin. "Zaten tam da bu yüzden bu serüvene
atılmam lazım .”
"Ne demek istiyorsun?”
Ş irin b ir açıklam a yapm adı. Taksiciye verdik leri adrese
varm ışlardı. Büyükçe cum balı pencereleri, yüksekçe tavanla
rı, ufacık bahçesiyle Victoria dönem inden kalma bir ev.
M ona, yanında çan talar v e k u tu larla, ön kapının basa
m aklarında bekliyordu. O nlara el sallayarak aşağı indi; ger
gin liği yüzünden okunuyordu. İşte o zam an P eri anladı ki
M ona -tıp k ı kendisi g ib i- Şirin’in oyununa gelm işti.
"M erhaba M ona” diye seslen d i Ş irin , taksin in parasın ı
ödeyip inince.
Ü çü kaldırım da durup ted irg in b ir şekilde selam ladılar
birbirlerin i. Uzun, kızıl-kah ve m antosu ve bej başörtüsüyle
M ona; bol m akyajlı yüzü, baldırlarım ancak örten kısacık el
bisesi ve yüksek topuklu çizm eleriyle Şirin; kot pantolonu ve
sade, m avi yağm urluğuyla P eri. A ralarındaki "tarz farkı” o
kadar belirgindi ki.
"B undan üç kopya daha y a p tırırız” dedi Ş irin , elin dek i
anahtarları şıngırdatarak. "İk isi bende durur, nasıl olsa biri
ni kaybedeceğim ya. Bana yedek gerek.”
Bunu söyleyerek kapıyı açtı, paldır küldür içeri daldı. Ar
dından Mona girdi, önce sağ ayağım atarak ve kıpır kıpır du
daklarıyla dualar okuyarak. u Bism ülaM rrahm am rrahim r
En son da Peri. G ribi k ötü leştiği için öksürüp hapşırarak
geçti eşikten. Evin fotoğraflarını daha önce görm esine ve içe
risi y a n m obilyalı olm asına karşın, ortalık boş göründü gözü
ne. Başka insanlarla aynı çatı altında yaşam ak, her gün on | {
"page": 352,
"source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf"
} |