page_content
stringlengths
1
4.1k
metadata
dict
şuyordu. Kâh gûnbatm undan sonra, kâh şafaktan evvel. B ir­ kaç kez beynini toplam ak için gece koşularına çıktı. Dem ir gib i b ir dzdifripline şartlandırdı kendini. Fiziksel değil, zihin­ seldi seb eb i Koşarken, kendinden kaçıyordu. A rada, b ir başka koşucuyla tem poları tuttuğunda, beriki­ nin ne düşündüğünü m erak ederdi. B elki de hiçbir şey. Oysa Peri nadiren susturabiliyordu iç fısıltıların ı. Evhamlar, kor­ kular, kaygılar b ir örüm cek ağının narin iplikçikleri gibi ak­ lın ın içinde uçuşurken h ızın ı artırırdı. H er an yağm ura dö­ nüşebilen nem li havayı solurken düşünüyordu da, insan iste­ diği kadar naak olsun yurdundan, geçm işin hüzünlerini hep sırtında taşıyordu.151
{ "page": 149, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
Balıkçı Oxförd, 2000 Yeniler Haftası diyorlardı bu haftaya. Ekimde, ilk dönem tam anlamıyla başlamadan, çaylak öğrencilerin üniversite­ yi ve çevresini tanımalarına, yeni arkadaşlar -v e muhteme­ len yeni düşmanlar- edinmelerine; ürkekliklerini, bir mabet ağacının ilk donda bütün yapraklarını döküvermesi gibi hız­ la üstlerinden atmalarına yardım etmek amacıyla, bir dolu etkinlik ve eğlence sıkıştırılmıştı birkaç güne. Mangal par­ tileri, piknikler, hocalarla tanışma toplantıları, yemek yarış­ maları, öğleden sonra çaylan, danslar, karaokeler, hatta kı­ yafet balosu... Peri, birinci sınıflara has tişörtü sırtında, şaş­ kın şaşkın ortalıkta dolandı; birkaç öğrenci ve çalışanla uta­ na sıkıla sohbet etti. Zannediyordu ki onun dışındaki herkes kendinden emindi. Yakın zamanda üniversite, “elitist” algısını değiştirmek için “daha fazla çeşitlilik” karan almıştı. Bilhassa ekonomik açıdan dezavantajlı öğrencilere burs veriliyordu. Peri etrafta­ ki yüzleri taradığında, etnik, ırksal ve dini bir yelpaze göre­ biliyordu ama insanlann maddi durumlanm kestirmek çok daha zordu. Bu hummalı hareketliliğin altında kimi kızlarla kimi oğ­ lanların bakıştıklannı da fark etmişti. Hatta ileride duran bir oğlan onunla ilgileniyor gibiydi. Uzun boyluydu; kısacık kesilmiş san saçlan, geniş omuzlan ve muzaffer bir duruşu vardı; yüzücü ya da kürekçi olduğunu tahmin etti Peri.
{ "page": 150, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
153 "Aman, uzak dur” diye bir ses yükseldi. Peri arkasına döndüğünde daha önce hiç karşılaşmadığı, başörtülü bir kız gördü. "Üniversite kürek kulübünden, fazlasıyla popüler” dedi kız göz kırparak, tri badem gözlerine sürme çekmişti. "Balık av­ lamaya gelmiş.” “Efendim?” "Şu oğlandan bahsediyorum, her sene aynı şeyi yapıyor. Sonra da bir haftada kaç tane balığı ağıma düşürdüm diye övüne övüne dolanır ortalıkta. Geçen yılki rekorunu kırmaya çalışıyormuş, öyle duydum.” "Balık derken... kız öğrencileri mi kastediyorsun?” dedi Peri. "Evet ya! İşin tuhaf tarafı, bazı kızlar aptal balık muamele­ si görmekten şikâyetçi değiller.” Alaya bir tun yerleşti sesine. Peri dikkatle dinliyordu. "Buradakilere 'Feminizme kimin ihtiyacı var ? 9 diye bir sor bak” diye devam etti kız. “ Ne derler biliyor musun: H indis­ tan, Nijerya, Suudi Arabistan’daki kadınlara gerek, Ingilte- re’dekilere değil; biz bunları çoktan aştık!’ Hele Chcford’da hiç gerekmez, değil mi ya? Ama gerçek öyle değil işte. Burada kız öğrencilerin daha başarısız olduklarını biliyor muydun? Sınav sonuçlarında büyük bir cinsiyet farkı var. Oxford’da bi­ rinci sım f öğrencisi bir kadının, Mısır’daki bir köylü kadın kadar ihtiyacı var feminizme! Eğer bana hak veriyorsan di­ lekçemizi imzalar mısın?” Böyle dedi ve bir tükenmezkalem- le, üstünde "Oxford Feminist Timi” yazan bir tomar kâğıdı Peri’ye uzattı. “Pardon, sen feminist misin yani?” diye ihtiyatla sordu Peri. Hiç başörtülü bir feminist olabileceğine ihtimal vermemişti. "Tabii ki” dedi kız. "Müslüman feministim; bunun müm­ kün olmadığım düşünenler varsa o da onların sorunu.” Peri imzasını atarken eski erkek arkadaşı geldi aklına. Sa­ dece Avrupa edebiyatına değil, her türlü Batılı ideolojiye de
{ "page": 151, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
154 karşıydı, bilhassa feminizme! Bacılarımızı asıl mevzudan -ya ­ ni sın ıf mücadelesinden- uzaklaştırmak için uydurulmuş bir safsata. Ekonomik sömürünün bitmesi, her türlü ayrımcılığın sonunu getireceği için ayn bir kadın hareketine lüzum yoktu. Kadınların kurtuluşu proletaryanın kurtuluşuyla gerçekleşe­ cekti nasıl olsa. “Teşekkür ederim” dedi kız, kalemiyle kâğıtlarım geri alır­ ken. “Benim adım Mona, bu arada. Seninki ne?” “Peri.” “Tanıştığımıza sevindim ” dedi Mona. Gülümsemesi ışıl ışıldı. Mona Peri’ye M ısır asıllı bir Amerikalı olduğunu, New Jersey’de doğduğunu anlattı. On yaşındayken Kahire’ye ta­ şınmışlardı. Yıllar sonra orada tutunamayıp yeniden ABD’ye dönmüşlerdi. Oxford’da ikinci yılıydı bu, ama felsefeye daha fazla odaklanmak için bölüm değiştiriyordu. Annesi de kapa­ lıydı dediğine göre, ama büyük ablasının başı açıktı. “îki kız kardeş farklı tercihler yaptık hayatta.” “Yani diyorsun ki... başım örtmeyi kendin seçtin, ha?” “Annemler tabii ki bana seçim hakkı verdiler. Başörtüm şahsi kararım, inancımın ifadesi. Bana iç huzuru ve özgüven veriyor.” Yüzü gölgelendi. “Sırf bu yüzden kaç kez aşağılan­ dım bir bilsen.” Bu kızda kendi annesinin daha genç halini gördü Peri. Ay­ nı kararlılık, aynı adanmıştık. “Benim annem de kapalıdır” dedi usulca. “A? Sahi mi?” Bu konuda bir şeyler daha duym ayı bekle­ yen Mona’mn gözleri parladı ama Peri konuyu kapatmıştı bi­ le. Annesiyle arasının iyi olmadığını bir yabancıya itiraf et­ meye niyeti yoktu. “Peki, eminim görüşürüz yine. Ben her zaman bir şeyler için imza toplarım buralarda” dedi Mona. “Gel sen de gönüllü ol. Çözmek gereken öyle çok sorun var ki.”
{ "page": 152, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
155 Ayrılmadan önce el sıkıştılar - sertçe; Mona’mn tarzı buydu. Peri aynı gece güncesine şöyle yazdı: Bazı insanlar dün­ yayı değiştirmek istiyor, bazıları eşlerini ya da arkadaşları­ nı. Kendini değiştirmek isteyense çok az. Bana sorsalar, ben Tanrı’yı -T an rı algısın ı- değiştirmek istiyorum galiba. Ne muhteşem bir şey olurdu. Herkesin yararına. ♦ * * İstanbul’dayken, dışadönük bir hayat sürmeye zorlamıştı kendini Peri; bunda pek de başarılı olduğu söylenemezdi. Oy­ sa Oxford’da omuzlarındaki kültürel baskı kalktığından yal­ nızlığın tadını çıkarıyordu. Gerçi tantanadan uzak durması­ nın tek sebebi içedönüklüğü değildi. Birtakım etkinlikler (öğ­ renci odası çayları, hocalarla toplantılar) bedava olsa da, di­ ğerleri (vegan mini pastalar, şekerlemeler, vejetaryen pizza­ lar) için para harcamak gerekiyordu. Bütün bu hayhuydan uzak durması, kısıtlı bütçesi için daha hayırlı olacaktı. Bun­ lar yerine, yapılacaklar listesine odaklandı: Öğrenci kimliği­ ni almak, ders kitaplarını ucuza bulmak, bankada bir öğren­ ci hesabı açtırmak. Hayatta kalmanın en ucuz yolunu bul­ mak için çeşitli dükkân ve süpermarketlerdeki fiyatları kı­ yaslıyordu. Yeniler Haftası bütün eğlencesi ve neşesiyle sona erdiğin­ de buna sevinen tek öğrenci Peri’ydi herhalde. Akademik dö­ nem hemen başladı. Rahatlayan Peri, seminerlerden, ders­ lerden, okuma listelerinden ve ödevlerden oluşan bir rutine sarıldı dört elle. Ders çalışmak, tamamen yabancı bu ortam­ da tutunabileceği sağlam bir halattı. Şirin ardında havada asılı kalan bir parfüm kokusu bıra­ karak, değişik saatlerde gelip gidiyordu. Günlük hayatları­ nın, bilhassa akşamlarının ritimleri tamamen farklı, uyum­ suzdu. Ama kahvaltı ve öğle yemeklerini hemen her gün be-
{ "page": 153, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
156 raber yiyorlardı. Olanca benzemezliklerine karşın konuşacak çok şeyleri vardı. Arkadaşlıkları hızla pekişti. Bu arada Peri, Şirin’in sözünü ettiği ve sık sık hatırlattığı seminer dersini unutmamıştı. Felsefe Bolümü’nce «çılnn ders­ ler listesinde, bir sürü etkileyici ve karmaşık başlığın -Stoacı Psikoloji ve Epistemoloji; Platon’un Felsefeci Kralları, iyi Ha­ yat ve Asil Yalan; Aquinolu Tbmmaso: Ortaçağ’daki Kritikle­ ri ve Yandaşlan; Alman İdealizmi ve Kant Felsefesi- arasında buldu bahsi geçen dersi. Listenin sonuna doğru kısacık bir başlık göze çarpıyordu: TANRI. Yanındaki tanım şöyleydi: B u d ers, A ntikçağ’dan g ü ­ nüm üze, filolojid en şiire, m istisizm d en beyin bilim in e, D oğu felsefecilerin d en onların B a tılı em sa llerin e uzanan en va i çe­ şit kaynağa dayanarak, Tanrı d ed iğim izde neden ba h settiği­ m izi araştırır . Hocanın adı parantez içinde belirtilm işti: Profesör Ant- hony Zacharias Azur. Altında bir not vardı: D ik k a t: B u d ers size u ygu n olm a ya bilir . K a p a site sın ırlıd ır, önce p ro fesö rle konuşun! Peri ders tanımını ilginç buldu, üsluptaki kendini beğen­ mişlikse itici olduğu kadar davetkârdı. Biraz daha araştır­ mayı düşündüyse de ilk günlerin çılgın koşuşturması içinde kısa sürede unuttu. Şirin haklıydı galiba. Çok meşguldü Pe­ ri, “Tannanın beklemesi gerekecekti.
{ "page": 154, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
Siyah havyar İstanbul, 2016 Ana yemek mantarlı risotto ile fırında safranlı kuzuydu. Kenarlan ızgara sebzelerle süslenmiş, büyük gümüş tabak­ lar üstünde servis edildi. Üniformalı garsonlann fiyakalı bir şekilde gelip, dumanı tüten et öbeklerinin üstündeki kapak­ lan kaldınşlannda öyle teatral bir hava vardı ki, misafirler­ den bazılan alkışlama gereği duydular. Leziz yiyecekler ve şaraplarla keyiflenen konuklar giderek daha gürültücü ve daha cüretkâr oldular. “Dürüst olmak gerekirse, demokrasiye inanmıyorum” de­ di, şehrin dört bir yanındaki projelerden kallavi kârlar el­ de eden bir mimar. “Batılılar demokrasinin tek seçenek ol­ duğunu vaaz edip duruyorlar; yalancılar! Singapur'a bakın, tam bir başan hikâyesi. Demokrasi olmadan da olabiliyor­ muş pekâlâ. Çin. Rusya. Keza. Hız çağında yaşıyoruz. Yıldı- nm hızıyla karar almak gerek. Avrupa boş tartışmalarla va­ kit kaybederken Singapur almış başını gidiyor. Neden? Çün­ kü odaklanmışlar. Demokrasi gereksiz zaman kaybı. Para kaybı.” “Bravo sevgilim” dedi, yakında mimarla evleneceğe benze­ yen bir iç mimar. “Hep söylerim, bizim buralara demokrasi fazla. Kabul edelim Batı’da bile başa bela aslmda, ama bura­ lara hiç uymuyor!” işadamının kansı da hemfikirdi. “Düşünün, oğlum hukuk- işletme çift dal yapıyor. Kocamın binlerce çalışanı var. Ama
{ "page": 155, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
158 ailemizin toplam 0 3 0 1 üç! Bizim şoförün beş çocuğu var. Abisi Anadolu’nun ücra bir köyünde yaşıyor; adamın iki kansı, on bir çocuğu varmış! Hayatlannda tek kitap okuduklarım san­ mam ama oylanmız eşit. Avrupa’da halk eğitimli. Demokra­ si kimseye zarar vermiyor. Ortadoğu öyle değil ki. Cahillere eğitimlilerle eşit oy hakkı vermek, bebeğin eline kibrit tutuş­ turmak gibi. Bütün evi yakacaklar!” Top sakalını işaretparmağıyla sıvazlayarak lafa daldı mi­ mar. “Canım o kadar da ileri gitmeyelim. Seçim sandığından hepten vazgeçemeyiz. Böyle bir şeyi medeni dünyaya izah edemeyiz. Kontrollü, kısıtlı bir demokrasi olsa yeter. Güçlü bir lider yönetiminde, seçilmiş bürokratlar ve teknokratlar­ dan kurulu bir ekip. Baştaki kişi ne yaptığım bildiği sürece, otorite iyi bir şey. Yabancı yatırıma nasıl gelir yoksa?” Herkes dönüp masadaki tek Amerikalıya -şeh ri ziyaret eden bir fon yöneticisi- baktı. Sohbeti kulağına fisıldanan çe­ viriler yardımıyla takip etmeye çalışıyordu adam. Herkesin bakışlarım üzerinde hissedince huzursuzca kıpırdandı. “Kim­ se istikrarsız bir Ortadoğu istemiyor tabii. Washington’da buralara ne diyorlar biliyor musunuz? Çorba Doğu. Affedersi­ niz ama tam bir keşmekeş artık bu coğrafya.” Bazı misafirler kıkırdadı, diğerleri hafifçe yüz buruşturdu. Keşmekeş olduğu doğruydu ama onların keşmekeşiydi; onlar gönüllerince eleştirebilirlerdi ama zengin bir Amerikalı bunu yapmasa iyi olurdu. “Benim tezimi destekliyor” dedi mimar, ağzma doldurduğu risottonun arasında. “Eh, giderek herkes aynı kanaate varıyor” diye hak verdi banka yöneticisi. “Arap Bahan fiyaskosundan sonra aklı ba­ şında hiç kimsenin güçlü bir liderlik ve istikrarın faydalarım yadsıyacağım sanmam.” “Demokrasi passâ , geçti artık! Bunun bazılannı şoke ede­ ceğini biliyorum ama olsun varsın” dedi mimar. Görüşlerinin
{ "page": 156, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
159 kabul görmesi gururunu okşamıştı. “Şahsen ben iyi niyetli bir diktatörlüğe hayır demem.” “Sorun şu ki bizim gibi memleketlerde demokrasi, bir nevi havyar gibi; fazla lüks” dedi İstanbul’dan sonra Avrupa’da kli­ nikler açmış bir plastik cerrah. “Ortadoğu’ya pahalı geliyor.” “Avrupa bile inanmıyor ki artık demokrasiye” dedi meş­ hur gazeteci, bıçağım bir parça kuzu etine saplarken. “Avru­ pa Birliği desen dökülüyor.” “Rusya Ukrayna’da kaplan kesilince, süt dökmüş kedi gi­ bi oldular” dedi artık iyice havasım bulan mimar. “Bu yüzyıl, kaplanların yüzyılı. Biz de kaplana dönüşmek durumunda­ yız. Tabii, o zaman sevmezler adamı. Ama korkarlar, önem­ li olan da bu.” “Şahsen bizi AB’ye almadıklarına seviniyorum” dedi rek­ lamcı kadın. “Yoksa Yunanistan gibi olabilirdik.” Hafifçe ku­ lağını çekip parmağıyla masayı iki kez tıklattı. Şeytan kula­ ğına kurşun. “Yunanlar mı? Osmanlı geri gelse diye can atıyorlar; bizim yönetimimiz altında daha mutluydular” diye belirtti mimar gülerek. Ama Peri’nin yüz ifadesini görünce gülüşü yarım kaldı. Adnan’a dönüp göz kırptı. “Galiba karın şakalarımdan hoşlanmadı.” Bütün konuşmayı bir eli çenesinin altında dinleyen Adnan durgun bir tebessümle karşılık verdi adama. “Eminim öyle değildir” dedi nezaketen. Peri gözlerini tabağındaki yağı donmuş risotto topağına indirdi. Mimarın iğnelemelerini duymazdan gelebilirdi; tıp­ kı puro dumanı gibi, istenmeyen ama tahammül edilebilir bir tatsızlık addedebilirdi. Sineye çekebilirdi. Ama yıllar ön­ ce, Oxford Üniversitesi’ni bir skandalin ardından bıraktığın­ da, hayatta bir daha asla pasif olmayacağına dair söz vermiş­ ti kendi kendine. “Ama doğru” dedi Peri kocasına. “Biliyorsun ki sevmiyorum
{ "page": 157, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
160 böyle hamasi laflan. Demokrasiyi havyara, devletleri kapla­ na benzetmeler, aşın milliyetçi böbürlenmeler.” Uzun zaman­ dır ilk kez konuştuğu için bütün başlar ona dönmüştü. “De­ mokrasiden vazgeçemeyiz. Aynca diktatörlüğün iyi niyetlisi fi­ lan olmaz.” “Nedenmiş?” diye sordu mimar hemen. “Çünkü küçük ilah olmaz. Bilileri bir kez Tann’yı oynama­ ya başladı mı, er ya da geç işler çığırından çıkar.” Aklı, Profesör Azur’a gitti. Azur daha mütevazı olsaydı, kendisinin de öğrencileri gibi “basit bir fani” olduğunu kabul- lenseydi, farklı olur muydu onların hikâyesi? “Biraz gerçekçi ol” dedi mimar sertçe. “Burası senin sosye­ tik O xfonfın değil. Realpolitik konuşuyoruz. Komşularımıza bak: Suriye, İran, Irak! Öyle Finlandiya, İsveç, Danimarka değil. Ortadoğu’da asla İskandinav tarzı demokrasi olmaz.” “Olmayabilir belki” dedi Peri. “Ama hayal kurmaktan, ta­ lep etmekten, denemekten vazgeçemeyiz. Arzulamamıza en­ gel olamazsm.” “Arzu! Ne kelime ama! İşte şimdi tehlikeli sulara dalıyor­ sun” dedi mimar, avuçlarım masaya yapıştırıp öne doğru eği­ lerek. “Sen de, ben de insanın belli bir yaştan sonra arzula­ rından vazgeçtiğini bilecek kadar büyüdük.” “Aa, yaş konusunu açmaya ne gerek var canım” diye ara­ ya girdi işadamının kansı; ortamı yumuşatmaya çalışıyordu. Peri derin bir nefes aldı. “Düzgün, mütevazı, mazbut bir Türk kadım”ndan, kalkıp da cemiyet içinde arzunun savunu­ culuğunu yapması beklenmezdi; bunu biliyordu. Ama o düz­ gün, mütevazı, mazbut Türk kadınlan kulübünden istifa et­ mek istiyordu çoktandır. İstifası kabul edilmezse şayet, atıl­ maya da dünden hazırdı. “Eğer bana her türlü tutkuyu, arzuyu unutmam gereken bir yaşa erdiğimi; uluslann da tıpkı yorgun ev kadınlan gibi kaderlerine, diktatörlerine razı olup düş kurmaktan vazgeç-
{ "page": 158, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
meleri gerektiğini söylüyorsan, sana hiç katılmıyorum” dedi Peri. "Doğrusunu istersen, sana acınm.” Bir an kimse ne diyeceğini bilemeyince, neredeyse elle tu­ tulacak kadar koyu ve kesif bir sessizlik çöktü odaya, işa­ damı baktı ki durumu kurtarması gerek, çenesini kaldırıp omuzlarını dikleştirdi; sahnede öne çıkmaya hazırlanan bir Flamenko dansçısı gibi el çırparak şen bir sesle gürledi: "Ee, bir sonraki yemeğimiz nerede kaldı yahu?” M utfakla yemek odası arasındaki çarpma kapı itilerek açıldı; hizmetçiler koşuşturarak içeri girdiler.161
{ "page": 159, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
Sözlük O xförd, 2 0 0 0 Oxford’da puö’dan ve restorandan bol bir şey yoktu; ara­ larında öğrenci bütçesine uygun olanlar da çoktu, fakat Peri anne babasıyla beraber gittiği o ilk seferden sonra hiçbirinin kapısından içeri adım atmamıştı. Keza katılabileceği yüzden fazla kulüp ve topluluk vardı ama o, Feminist Timi de dahil olmak üzere hepsinden uzak durdu. Okumak, ders çalışmak, Şirinle ahbaplık etmek ve koşmak dışmda hiçbir şeye zaman ayırmak istemiyordu. Oğlanlar dahil. Aşk, duyguların, uzuv­ ların ve hormonların birbirine dolaştığı çetrefil bir düğümdü; ayrılmalar desen, ondan da beterdi. Karşılıklı romantik ham­ leler; öğle yemekleri, akşam yemekleri, yürüyüşler; incir çe­ kirdeğini doldurmayacak meseleler için edilen kavgalar, tek­ rar barışmalar. Zahmetli bir şeydi aşk. Benzer şekilde, arka­ daşlıklar da ilgi ve emek isterdi. Arada sırada, kanının kay­ nadığı bir öğrenci çıksa da karşısına, aradaki bağı derinleş­ tirme konusunda isteksiz davranıyordu hep. Yalnız, yabaniy­ di. Ttek bir slogan bulmuştu kendine: Çalış, çalış, çalış! Tüm okul hayatı boyunca başarıya alışkın olan Peri, ilk defa ortaya çıkan akademik zaaflarının fevkalade farkınday­ dı. Etütleri takip etme konusunda sıkıntısı yoktu. Ama semi­ nerlerdeki tartışmalara katılmak ve yazılı ödevler daha zor­ du. Anadili olmayan bir dilde kendini ifade etmek kolay de­ ğildi. Sürekli babasını özlüyor, onun kendisiyle gurur duyma­ sı için didiniyordu.
{ "page": 160, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
163 Oxford’da başanlı olmak için İngilizcesini ilerletmesi ge­ rektiğine kanaat getirmişti. Tıpkı bir fidanın ağaca dönüş­ mek için yağmur damlalarına ihtiyaç duyması gibi, beyni de kendini ifade etmek için kelimelere muhtaçtı. Bir deste renk­ li, yapışkan kâğıt aldı. Üzerlerine, karşısına çıkan, ilk fırsat­ ta kullanmaya niyet ettiği kelimeleri yazmaya başladı - bü­ tün yabancılar gibi o da yeni kelime meraklısıydı. Bir keresinde bir derste yüksek sesle ödevini okuduğun­ da hoca küçümsedi üslubunu. Yerin dibine geçti Peri. Ona ze­ kice ve incelikli gelen cümleler, hoca için boş laftan ibaret­ ti. Moralini bozmadı gene de. Sözcük biriktirmeye, sözlük ça­ lışmaya devam etti. Çocukken ne zaman ailesiyle deniz ke­ narına gitse topladığı deniz kabuklarını, pembe mercanlan anımsatıyordu kelimeler ona - sayısız med-cezirden kalma güzellikler. Üstelik, deniz kabuklarının aksine kelimeler so­ luk alıp veriyordu, capcanlıydılar. * * * Yön duygusu kuvvetli olmadığı için, Peri ilk başlarda defa­ larca kayboldu. Sanki bir labirentti dar, eski sokaklar; daire­ ler çizdi durdu. Bu gezintilerden birinde bir kitapçı keşfetti. İsmi ilgisini çekmişti: iki Çeşit Akıl. Dükkânın ön tarafında­ ki eğri büğrü yer döşemeleri müşteriler yürürken gıcırdıyor­ du; her duvarda tavana kadar kitap raflan yükseliyordu; kö­ şedeki şöminenin içine eski Oxford resimleri yerleştirilmişti; ahşap bir merdivenle çıkılan üst kattaki iki küçük oda özen­ le seçilmiş felsefe, psikoloji, din felsefesi, bilim tarihi kitap­ larıyla doluydu. Duvarlarda çerçevelenmiş fotoğraflar, yer­ lerde müşterilerin oturabileceği pastel renkli minderler ve gün boyu bedava kahve veren bir kahve makinesiyle anında Peri’nin en sevdiği mekânlardan biri oldu burası. Burayı işleten çift (kadın Iskoç’tu, adam Pakistanlı) Peri’nin,
{ "page": 161, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
164 kitabevinin isminin nereden geldiğini bildiğini anlayınca şaşır­ dılar. Mevlânâ’nın bir şiirinin başlığıydı. Şiirin birkaç dizesi­ ni de anımsıyordu Peri: “Akü, iki çeşittir: Birincisi, kazanılan akıldır ... Sen, onu mektepte çocuk nasıl öğrenirse öyle öğrenir­ sin... Öbür aklın kaynağı ise candadır ... Sen, çeşmeyi gönlün­ de araF “Aferin” dedi kadın. “Ne zaman istersen buraya gelip kitap okuyabilirsin.” “Akimı beslemek için. Her iki çeşidini de!” dedi adam. Öyle de yaptı Peri. Kısa zamanda bir alışkanlık halini al­ dı bu. Kahvesini alıp bahşiş kutusuna 50 peni bırakıyor, min­ derlerden birine yerleşip, sırtı ağrıyana, bacaktan uyuşana kadar okuyor, okuyordu. Kitap seven insanlar için cennet­ ti Oxford. Değişik kütüphaneleri de ziyaret ediyordu. Ücra bir köşede bir oturma yeri bulur, okuyabileceğinden çok da­ ha fazla kitabı önüne yığar, gizlice bir paket kraker açıp başı­ nı sayfalara gömerdi. 1379’dan kalma muazzam bir salonda yemek yemek, onu en çok etkileyen şeylerden biriydi. Masalar okulun arması­ nı taşıyan gümüş takımlarla donatılır, yemekler beyaz ceket­ li görevlilerce servis edilirdi. Peri orada, etrafı cüppeli öğren­ cilerle ve okulun daha önceki rektörlerinin yağlıboya portre­ leriyle çevrili halde, antika meşe banklarda otururken, ken­ dini başka bir boyuta geçmiş gibi hissederdi. Okulun birçok kısmı yüzyıllardır değişmemişti. Peri, tarihe dokunmaya, bu “süreklilik hissi”ne haydıyordu. Çoğu zaman sadece raflarda­ ki kitapların baş döndürücü kokusunu içine çekmek için es­ ki kütüphaneye giderdi. Bodrum kata iner, dilediği kitapla­ ra ulaşmak için metal bir kolu çevirerek rafları hareket et­ tirirdi. Her biri bir mabet olan binlerce kitap arasında ken­ dini mutlu, huzurlu, noksansız hissederdi. Tuhaftır, o bilgi ummıınımn içindeyken aklına gelen temel düşünce ekseriya Tann olurdu.
{ "page": 162, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
165 Kimseye açıklayabileceğini sanmıyordu bu durumu. Zi­ ra ne dindardı, ne maneviyatı kuvvetli. O sadece meraklıy­ dı ve Tann bildiği/bilmediği en ilginç bulmacaydı. Bazen her­ hangi bir şeye inanıp inanmadığından kuşkuya düştüğü olu­ yordu. Bunlan kimseye itiraf edemiyordu. Kültürel olarak Müslüman’dı elbette. Ramazan aylan, bayramlan, tatlanyla içinden geldiği kültürün nice yanı yüreğim ısıtırdı. İslam, bir çocukluk anısı gibiydi Peri için - tanıdık ama bâr o kadar so­ yut, aşina ama uzak. Türkiye’de birçok insanın, ne anlama geldiklerini sorma­ dan anlamadan Arapça dualar ezberlemesi hep tuhaf gelmiş­ ti Peri’ye. O severdi kelimeleri. Üzerlerine titrerdi. Çatlamak üzere olan yumurtalarmış gibi şefkatle tutardı harfleri avuç- lannda; hayat dolu minik kalplerinin atışım teninde hisse­ derdi. Anlam lanın araştırır, etimolojilerini inceler, aynm la- n önemserdi. Oysa birçok inanan, duaları kuru kuruya ez­ berliyordu sadece. Gördükleri her Arapça yazıyı kutsal zan­ nedenler bile vardı. Düşünmekten ziyade taklit etmek, kur­ calamaktan ziyade yankılamak... “İmanın korunaklı bağnn- da, yanıtlar ancak sorulan terk ederek bulunur* diyorlardı. Halbuki Peri seviyordu soru sormayı, kafa yormayı. Güncesine şöyle yazdı: İnananlar ya m ila n sorulara tercih ed iyor; netliği kafa karışıklığına. A teistler d e ö yle bir bakım a. T u h a f ama T an n hakkında bilgim iz son derece sın ırlı old u ­ ğu halde ne kadar az insan kalkıp da m B ilm iyoru m n d iyeb i­ liyor. E trafım ız hep m çok bilen lerw le dolu. *E m in değilim , ka­ rarsızım , hâlâ a n yoru m 9 d iyen kim seye rastlam adım daha . B ir tek ben uanm galiba.
{ "page": 163, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
Melek O rfo rd , 2 0 0 0 Oxford’a geldiğinden beri Peri sık sık eve telefon ediyordu. Babasıyla rahat konuşabileceği saatlerde aramaya özen gös­ teriyordu. O günse telefonu annesi açtı. “Pericim...” dedi Selma hasretle, şefkatle ama çarçabuk de­ ğişti ses ton u .a Ahinin düğününe geliyorsun, di m iT “Evet, anne. Söz verdim ya.9 “Gelinimiz bir melek! öy le tatlı ki.” Kendini düğün hazırlıklarının heyecanına iyiden iyiye kaptırmıştı Selma. Peri’nin dikkatinden kaçmayan bir abar­ tıyla methediyordu müstakbel gelinini. Annesinin laflarını parlak kâğıtlara sanlı şekerlere benzetiyordu Peri. Ne var ki bu şekerlerin içinde nahoş bir tat gizliydi. Bütün o ağdalı öv­ gülerin altında, Peri’ye yönelik eleştiriler vardı. Gelinim sa­ na söylüyorum, kızım sen anla misali. Zira Peri’nin bir türlü olamadığı “ideal evlat”tı gelin: dindar, muhafazakâr, yumu­ şak huylu, itaatkâr. “Aman ne iyi, bir meleğimiz eksikti ailede” diye homur­ dandı Peri. “Sana ne oluyor ayol?” diye sordu Selma. “Hiç.” Selma iç geçirdi. “Kına gecesinde burada olmalısın.” “Anne, bunu daha önce de konuştuk. Sadece düğüne gele­ bilirim.” “Olmaz öyle. El âlem laf eder. Daha erken gelmen gerek.”
{ "page": 164, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
167 “Ya, bir anlasam kim bu ‘el âlem ? Niye bu kadar önemli onların fikirleri?9 “Abuk abuk konuşma” dedi Selma. “Konu komşunun diline mi düşeyim istiyorsun?” Peri gözlerini devirdi. Şu dünyada bir tek annesi onu böyle birkaç sözle altüst etmeyi başarabilirdi. Kan akışım hızlan- dırmak için kızının yüreğinin tam olarak nereden sıkılması gerektiğini bilen tek kişi Selma’ydı sanki. “Daha fazla ders kaçıramam” dedi Peri kesin bir tavırla. Konuşmaıun devamı iyi geçmedi. İki taraf da birbirini ben­ cillikle suçladı. Tatlan kaçtı. Peri telefonu kapattıktan sonra bir hüzün hissetti içinde; söylenen ve söylenemeyen her şey için» annesiyle arasında bir türlü düzelmeyen kınk çıkıklarla dolu bağ için... yapışkan, yoğun bir hüzün. ♦ * * O gece huzursuz uyudu. Karanlıkta bir ara uyandığında, beter bir migren atağının eşiğinde buldu kendini. Çekmecele­ re baktı ama ağn kesici yoktu. Şakaklarına masaj yaptı, bir içecek kutusunun metalsi soğukluğunu sancıyan gözüne bas­ tırdı; biraz olsun işe yaradı bu. Yatağına geri girdi, kıvrılıp yattı. Uykuya dalmayı beklemiyordu ama çok geçmeden rü­ ya görmeye başladı. Sıkılmış çamaşırları andıran eğri büğrü ağaçların oldu­ ğu bir bahçedeydi . Üzerinde rüzgârda uçuşan bir elbiseyle tek başına dolaşıyordu . Birden karşısına devasa bir meşe ağacı çıktı. Dalların birinde bir sepet asılıydı; içinde de bir bebek! Yüzünün yarısı koyu bir lekeyle kaplıydı. Peri bazı dalların yandığını fark etti dehşetle; yerden yükselen alevler ağacın gövdesini yalamaktaydı . Eline geçirdiği bir kovayla yakında­ ki bir dereden su çekmeye başladı . Ayaklarının dibinde çal -
{ "page": 165, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
168 kalarup anaforlar ya p ıyord u su la r. Yeniden başın ı kaldırıp baktığında bebek ağaçla d eğ ild i; bir ırm ağa dönüşm üş olan d ereyle sürükleniyordu. Korkunç ve geri dönüşü olm ayan bir hata ya p tığu u fark ederek b ir çığlık ottu B ir çığlık daha. Bir yerlerden tak tak sesler geliyordu; hafifçe ama ısrarla. Bunun da rüyanın bir parçası olup olmadığım tam anlaya­ madan, gözlerini açtı Peri. "Orda mısın? Şirin; ödümü koparttın” diyen bir ses geldi kapının diğer yanından. "İyi misin?" Peri yatakta oturup şaşkın şaşkın gözlerini ovaladı. "İyi­ yim” dedi; boğazı sonbahar yapraklan gibi kurumuş, dili da­ mağına yapışmıştı. Yan odadan duyulacak kadar yüksek ses­ le çığlık attığına i nallamıyordu. Utanmıştı. "Gözlerimle görmeden şuradan şuraya gitmem!” Peri ağır ağır yataktan kalkıp kapıyı açtı. Şirin’in üstün­ de şeftali renkli saten bir pijama vardı. Kaim bir krem taba­ kasıyla çevrelenmiş makyajsız gözleri her zamankinden da­ ha koyu ve küçük görünüyordu. "Korku filmlerindeki kadınlar gibiydin yahu!” dedi Şirin. "Hani şu vampir filan görünce kaçmak yerine dolaba sakla­ nan şapşal sarışınlar gibi çığlık attın.” "Uyandırdım seni, özür dilerim.” "Beni boş ver” dedi Şirin, kollarım dolgun göğsünde kavuş­ turarak. "Her zaman böyle kâbus görür müsün?” "Bazen...” dedi Peri. Başım yere eğdi; duvardan duvara ha­ lıda daha önce fark etmediği bir leke ilişti gözüne. "Saçma sapan rüyalar işte.” Tfekrar mı ediyor? "Öyle gibi, evet.” Şirin bir tutam saçını kulağının arkasına sıkıştırdı. "Valla ailemde yeteri kadar delilik gördüm; Allah biliyor ya, kendim de biraz kaçık sayılırım. Görünce anlarım.”
{ "page": 166, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
169 “Nasıl yani? Bana ‘deli’ mi diyorsun?” “Bağlamalık delisin demiyorum ama o duyduğum çığlık acayip bir şeydi. Eğer psikolojik sorunların varsa üzerine git­ melisin. Yüzleşmek en iyisi.” “Psikolojik sorunum falan yok benim!” “Ayyhhü!” Koşarken oka hedef olmuş yabani bir hayvan gi­ bi öfkeli ve acılı bir ses çıkardı Şirin. “İnsanların 'psikolojik’ sözünü duyar duymaz alınmasına deli oluyorum. Hemorroyi- tin olduğunu söylesem bu kadar tepki göstermezdin eminim.” “Hemoroidin” diye düzeltti Peri. “Her neyse işte” dedi Şirin. “Sözlük meraklısı olan sensin.” “Bak, gelip beni yoklaman büyük incelik. Ama iyiyim, ger­ çekten” dedi Peri. Pencereden giren ay ışığı yüzünün yansını aydınlatıyordu. “Abimin düğünü için eve gitmem gerek” diye ekledi. “Dersleri kaçıracağım diye stres yapıyorum. Ailevi so­ rumluluklar önde geliyor. O yüzden gerginim.” Şirin anlayışla başını salladı. “Tamam, git düğüne, ama döndüğünde biraz daha dışan çıkmalısın. Gençsin daha ya­ hu. Kukumav kuşu gibi akşamlan hep odanda, kütüphane­ de. Biraz eğlen, dağıt, stres at.” “Ben senin gibi değilim” dedi Peri alçak sesle. “Mutsuzluktan zevk alıyorum diyorsun yani.” Bu tartışmayı kazanamayacağını hisseden Peri, konuyu değiştirmek için aklına gelen tek çareye sanldı. “Bu arada, o sözünü ettiğin profesör var ya, seminerine baktım.” “Baktın m ı?” Şirin’in yanaklarına bir pembelik yayıldı. “Hoş adam değil mi?” dedi, ışıl ışıl bir yüzle. “Bilmem, tanışmadım; yalnızca ders listesindeki tanımı okudum.” “Ha!” dedi Şirin. “Ee? Nasıl buldun?” “İlginç görünüyor” dedi Peri. “Şey... notu nasıl? Kıt mı?” “Notu mu?” Ruhsuz bir kahkaha attı Şirin. “Zor bir seminer mi yani?”
{ "page": 167, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
Kapıya yöneldi Şirin. aSana dostça bir tavsiyede buluna­ yım mı? tranlı bir hatundan Türk kız kardeşine; maça-bir- sıfır-yenik-başlayanların-dayanışması kabilinden.” Peri başım kaldırıp baktı, meraklanmıştı. “Eğer bir gün Profesör Azurta tanışırsan, seminerine gir­ meye hak kazanırsan, sakın ola ‘ay ne ilginç’ gibi laflar et­ me. Hiç sevmez. ‘İlginç kelimesinde ilginçlikten eser yoktur' der.” Şirin bunu söyledikten sonra çıkıp gitti. Kapıyı arkasın­ dan kapatarak Peri’yi kâbusları, sırlan ve kimselere açmadı­ ğı depresyonuyla baş başa bıraktı.170
{ "page": 168, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
Kutlama O rfo rd , 2 0 0 0 Şirin’in yaş gönüydü. Yirmi yaşma giriyordu. T\ırf Tavera adlı, yüzlerce yıllık, salaş bir puö’da yapıyordu kutlamayı. Pe­ ri partiye geç kalmıştı. Kolunun altına sıkıştırdığı armağanla hızlı hızlı yürüdü. Arkadaşına ne alacağı konusunda bir hayli düşünüp kıvrandıktan sonra Şirin’in seveceğini tahmin etti­ ği bir şey bulmuştu: parlak, ışıl ışıl boncuklarla süslenmiş bir kot ceket Epeyce paraya mal olmuştu bu hediye ona. Duvarları meşe panelli, basık tavanlı mekâna girdiğin­ de, ılık bir nem sarmaladı Peri’yi. Nasıl da kalabalıktı içeri­ si! Şirin’in ne kadar popüler olduğunu bildiğinden büyük bir grup bekliyordu gerçi. Gürültücü arkadaşlardan oluşan bir güruh Şirin’in etrafını çevirmişti. Yanında yeni erkek arka­ daşı vardı. Şirin, bir önceki erkek arkadaşım -F izik Bölümü ikinci sı­ n ıf öğrencisi, akıllı, kibar bir oğlan - ilişkilerini saat çizelge­ sine göre planladığı için terk etmişti. “Haftalık programını gördüğüm an herifi şutlamaya karar verdim” demişti. Sabah dersleri, kütüphane, spor salonu ve etüt saatlerinin hepsi ka­ patılmıştı. 4.15-5.15 aralığında Şirin’in adı yazıyordu. Cu­ ma akşamlan ona ayrılmış bir aralık daha vardı. “Beni 7.30- 10.30 arasına sıkıştırdığına inanabiliyor musun Farecik? Ak­ şam yemeği, sinema, seks. Yok ya!” Peri bu laflan duyduğun­ da kızarmış, bocalamıştı. Şimdi bunlan düşünerek arkadaşı­ na doğru ilerledi.
{ "page": 169, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
172 "HeyPerü* Sedef pullu bluzu ve belini açıkta bırakan beyaz, dar kot pantolonuyla göz kamaştıran Şirin, hediyesini alıp, Peri’yi öptiL "Nerede kaldın yahu? Ş eref misafirini kaçırdın. Biraz önce çıktı.* "Kimden bahsediyorsun?” "Azur tabii ki!” dedi Şirin ışıldayan güzlerle. "Demin bura- daydı. Süperdi! Şöyle bîr uğrayıp kadeh kaldırdı ve gitti.” Şirin bir şeyler daha anlatmak ister gibiydi, ama birileri kızı kolundan çekiştirerek pastadaki mumlan söndürmeye götürdü. Ayakta içki içip yüksek sesle konuşan şamatacı tip- lerden hiçbirini tanımayan Peri etrafına bakındı. Tam o anda tanıdık bir suret görerek şaşırdı: Mona. Pantolon üstüne giy­ diği uzun kollu, haki tuniği ve aynı renkte başörtüsüyle köşe­ de bir masada oturmuş, suyunu yudumluyordu. "Selam Mona.* "Seni gördüğüme sevindim* dedi Mona; konuşacak birini bulduğu için rahatlamışa benziyordu. "Ş irinle ahbap olduğunuzu bilmiyordum* dedi Peri, Mo- na’nın yanına otururken. "Aslında arkadaş sayılmayız ama beni yaş gününe davet et­ ti, ben de düşündüm ki..* dedi Mona giderek alçalan bir sesle. Peri anlamıştı kızın tam olarak dile getirmediği hakikati. Şirin bu şehirdeki en popüler öğrencilerden biriydi. Böyle bi­ ri seni davet edince kolay kolay geri çeviremezdin. Zaten Mo­ na girişken, gözü pek kızdı. Bütün sıcakkanlılığı ve kendin­ den eminliğiyle, tam da ne bekleyeceğini bilmeden kalkıp gel­ mişti. Şimdiyse, bunca gürültücü, her an dağıtmaya hazır ti­ pin arasında rahat değildi ama bunu belli etmek istemiyordu. Şirinle arkadaşları büyük bir tantanayla eğlenirken, Mo­ na ile Peri kenarda oturup sohbet ettiler. Birer dilim doğum günü pastası yemeyi ihmal etmeden. Peri, Mona’nın, femi­ nizmin yanı sıra daha pek çok sosyal davayı desteklediği­
{ "page": 170, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
173 ni öğrendi: Bosna’ya Yardım Kulübü, Filistin Banş Kulübü, SufVTasavvuf Çalışmaları Kulübü, Göç Çalışmaları Kulübü, Oxford İslam Tbphıluğu. Bütün bu kulüplere üyeydi kız. Ço­ ğunda öncü bir rol alıyordu üstelik. Bir de müzik seviyordu, hip hop dinliyor, şarkı sözleri yazıyordu. "Vay canına, bunca etkinliğe nasıl zaman buluyorsun?” Mona omzunu silkti. "Mesele zamanı bulmakta değil, iyi organize etmekte . Allah niye bize beş vakit namazı farz kıldı? Sadece iman edelim diye değil, günlük hayatımızı en iyi şe­ kilde düzenlemek için.” Babasının kalp krizinden sonraki dindar döneminde bile beş vakit namaz kılmamış olan Peri dudaklarım büzdü. "Di­ ninle çok banşık görünüyorsun.” "Kendimle barışığım” dedi Mona. Daha çok şey anlattı Mona, kendine, geçmişine, hayalleri­ ne dair. Nice sonra geriden gelen kahkahalarla bölündü söz­ leri. Bilileri metrelik-bira yarışması için Şirin’in yeni erkek arkadaşına meydan okumuştu. 91 santimlik bardak tepele­ me birayla doldurulmuştu. Oğlan şimdi bunu olabilecek en hızlı şekilde içip bitirmek durumundaydı. Alkışlar, ıslıklar, bağırışlar yükseldi. Oğlan tam gaz koca içkiyi bitirmeyi başardı; gömleği sırılsıklam olmuştu. Gurur­ la sınttı. Tezahüratlar eşliğinde Şirin’in dudaklarına uzun ve ıslak bir öpücük kondurdu ama hemen ardından, kusmak için dışarıya koşması gerekti. Mona önüne baktı. "Ben artık gitsem iyi olur” dedi usulca. "Ben de seninle geleyim” dedi Peri. Aslında o, Mona gibi alkolden ya da öpüşmelerden rahat­ sız olmamışta. Peri’nin rahatsızlığı başka türdendi. Başkaları­ nın coşkusu karşısında oldum olası panikler, onlara ayak uy­ duramama korkusuyla bir kirpi gibi top olup, içine kapanırdı. Nedense kendini bildi bileli taşkın eğlencelerde hüzünlenildi. Böylece Peri ile Mona, hiç kimse fark etmeden puö’dan ay-
{ "page": 171, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
174 nldılar. Dolunay vardı. Taş Köprü’nün altından geçerek loş ara sokaklara daldılar. “Anlamıyorum” dedi Mona. “Şirin neden davet etti acaba beni?” Peri de aynı şeyi merak ediyordu aslında. “Yeni arkadaşlar edinmeyi seviyor.” Mona başım iki yana salladı. “Hayır, başka bir şey var. Tam ne olduğunu bilemiyorum. Birbirimizi epeydir tanırız ama be­ ni sevmediğini hissetm işindir hep... muhtemelen başörtüm yüzünden.” Şirin’in, annesine nasıl dik dik baktığım hatırlayan Peri bir şey demedi. “Eğer öyleyse, umurumda değil. Neden benimle arkadaş olmaya çalışıyor ki?” dedi Mona. Gururlu bir hiddet kapla­ mıştı yüz hatlarını. “Paranoyaklık mı ediyorum sence?” “Hayır” dedi Peri. “Yani evet, birazcık. Eminim iyi arkadaş olabilirsiniz.” “Bakalım, göreceğiz” dedi Mona. “Şirin bana Profesör Azuı'un seminerini almamı söylüyor.” “Sahi mi?” dedi Peri merakla. Bedeni, aklının henüz kav­ rayamadığı bir tehlikeyi hissetmiş gibi gerildi. “Bana da ay­ mamı yapıyor. Ha bire ‘Azuı'a g if diyor.” “Demek bir tek ben değilim...” dedi Mona; dikkati dağılmış­ tı. Sokağı işaret etti. “Her neyse, benim yurdum şu tarafta.” “Tamam, peki. İyi geceler.” “Sana da kardeş” dedi Mona. “Daha sık buluşmalıyız.” Böyle dedikten sonra Peri’nin elini iki eliyle birden tuta­ rak sertçe salladı. Böyleydi demek Mona’nın vedalaşma tarzı. Sımsıkı, hatta hafif erkeksi. Ne kadar sağlam olduğunu gös­ termek istiyordu belki de. Gecenin içinde gözden kayboldu. Bir kez daha düşünceleriyle baş başa kaldı Peri. İleride, karanlığın içinde, sokak lambalarının sodyum sansı ışığıy­ la aydınlanan birini fark etti; giysiler, kartonlar, naylon tor­
{ "page": 172, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
175 balarla tepeleme doldurulmuş pasb bir bebek arabasını iten bir dilenci kadındı bu; hiçbir yere varmayan o daimi yolcu­ lardan biri. Peri kadını dikkatle inceledi. Giysileri kirliydi ve bedenine yapışmıştı adeta nemli nemli; saçları kirden pasak­ tan keçe gibi olmuştu. Başka birtakım ayrıntıları da fark et­ ti Peri: avuçlarındaki nasırlan, sağ elmacıkkemiğindeki mor­ luğu, gözlerinin etrafındaki şişliği. İstanbul’da insan sürek­ li karşılaşırdı böyle perişan yüzlerle. Kimisi köşelere büzü­ lerek saklanırdı; kimi de yiyecek, para dilenirdi. Ama bu­ rada, Oxford’da, evsiz birini görmek tuhaftı; şehrin o zarif sükûnetiyle çok sert bir zıtlık teşkil ediyordu. Peri, kısa, kesik adımlarla yürüyen bu kadına doğru tuhaf bir çekim hissederek onu takip etmeye başladı. Rüzgârın yön değiştirmesiyle berbat bir koku doldurdu burun deliklerini, idrar, ter ve dışkı karışımı bir esans. Bu arada dilenci hayali biriyle kavga ediyor, kendi kendi­ ne bağırıyordu. Sesi gergindi. “Sana kaç kere söyleyeceğim?” diye bağırdı. Yanıt beklerken yüzü sertleşti. Keyifle kıkırda­ dı sonra, ama öfkenin nüksetmesi uzun sürmedi. “Hayır, pis­ lik herif.” Öyle bir mutsuzluk çöktü ki Peri’nin içine. Onu -gelece­ ği parlak bir Oxford öğrencisini- hayatta hiçbir şeyi olm a­ yan şu kaçık kadıncağızdan ayıran tam olarak neydi? Tbp- lumun kıyısında bir uçurum vardı belki de, insanların düş­ mekten korktuğu. Ya da bir yank. Hiç ummadan insan bir yakadan bir yakaya geçebilirdi. Dün “aklıselim” olan, yann “deli” damgası yiyebilirdi. Öylesine yakındı ki o uçuruma Pe­ ri. Biliyordu. Kadın aniden arkasma döndü; bakışları Peri’yi delip geç­ ti, “Beni mi arıyordun?” Nikotin lekeli dişlerini ortaya çıka­ rarak sesli sesli güldü. “Yoksa Tann’yı mı?” Peri’nin beti benzi attı. Ne yanıt vereceğini bilemeden ba­ şını iki yana salladı. Kadına doğru bir iki adım attı, avucunu
{ "page": 173, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
176 açarak hazırladığı paralan uzattı. Kadın çekip kaptı parayı, avım yutan kertenkele gibi hızla. Peri hemen arkasına döndü; yurduna doğru koşmaya baş* ladı; attığı her adımın kendisini dilenci kadından uzaklaştır* dığım umuyordu. Zira ikisinin de aynı dipsiz karanlığa, aynı katıksız deliliğe ait olduklarından emindi. a a a O gece geç saate kadar oturup kitap okudu Peri. Sabaha karşı dışardaki çimenliğe baksaydı şayet, kapılan çoktan ka­ panmış olan yurda anahtarıyla girmeye çalışan, bunu başa­ ramayınca dolgu topuklu ayakkabılarım çıkarıp, erkek arka­ daşının yardımıyla üç buçuk metrelik taş duvarın üstünden atlayan; bu esnada dar beyaz kot pantolonunu boydan boya yırtan; bir çiçek tarhının içine popo üstü düşen; sonra da kal­ kıp giriş katında rastgele bir öğrencinin odasının camım ça­ larak binaya giriş yapan; bütün bunlar olurken sürekli kıkır­ dayan ve eski bir Iran ezgisi mırıldanan zilzum a sarhoş ve dağıtmış vaziyetteki Şirini görebilirdi.
{ "page": 174, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
Müzik kutusu İstanbul, 2016 Tatlılar gelmiş, kristal tabaklar içinde servis edilmişti: çi­ kolata kremalı, fındıklı mns pasta ve kaymaklı ayva tatlısı. Konuklar, yan iltifat, yan şikâyet yüklü bir koro halinde ko­ nuşmaya başladılar. “Ay, kesîn en az iki kilo aldım bu akşam* dedi reklam şir­ ketinin başındaki kadın, göbeğine hafifçe vurarak. “Aman dert etme, eve gidene kadar yakarsın* dedi işada­ mının kansı. “Siyaset tartışmaya devam edin yeter* dedi meşhur gaze­ teci. “Bu ülkede böyle formda kahyanız.” Hizmetçi yanında belirdiğinde, Peri kimseye duyurmama- ya çalışarak fısıldadı: “Çok minik bir parça ayva tatlısı ala­ yım, o kadar.” “Elbette hanımefendi” dedi hizmetçi; gönüllü bir suç ortağı gibi sesini alçaltarak. Ama ev sahibesinin keskin kulaklarından kaçmadı bu ko­ nuşma. Masanın ucundan seslendi: “Hayatta kabul etmem! Az evvel demokrasi üzerine görüşlerimize karşı çıkmana bo­ zulmadım ama pastamdnn tatmazsan külahtan değişiriz.” Peri razı oldu mecburen. Hem ayva tatlısından hem pas­ tadan aldı. Kadınların birbirlerini şişmanlatmaya neden bu kadar meraklı olduklarım hiçbir zaman anlamamıştı. “Kar­ şılaştırmak estetik ilkesi.” Kimileri, başkalarım şişmanlata­ rak zayıf kalıyordu. Belki de gereksiz yere kurcalıyordu. Şi­
{ "page": 175, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
rin olsa şöyle derdi muhtemelen: “inan bana Farecik, yete­ rince kurcalamıyorsun bile!* Tatmin olan ev sahibesi bir başka konuğa dönünce Peri şarap kadehini kavradı. Bu akşam her zamankinden fazla içiyordu ama kimse fark etmemişti, en başta da kendisi. Ma­ ziyi düşünmekten kendini alamıyordu. Üniversite yıllannı hatırlamamak için zihninde kurduğu barajda derin bir çat­ lak oluşmuştu. Şimdi o aralıktan hüzün sızıyordu içeri dam­ la damla. Bu arada, bunun neden olabileceği tehlike ve y ı­ kımın farkında olan bir başka yanı alarma geçmiş, her şey normale dönebilsin diye deli gibi tamir etmeye çalışıyordu çatlağı. “Hani medyum geliyordu bu akşam? Sormak istediğim şeyler var* dedi meşhur gazetecinin kız arkadaşı, sigara içen­ lere özgü boğuk sesiyle. Genç kadının neden gergin olduğunu bilmeyen yoktu. Gazetecinin eski karısıyla romantik bir ak­ şam yemeği yerken görüldüğüne ve çiftin yeniden bir araya geleceğine dair geçenlerde bir medya web sitesinde yayınla­ nan dedikodulardan rahatsızdı. “Geliyor* dedi işadamı. “Bir saat önce burada olacaktı ama trafiğe takıldı besbelli* “Hah, İstanbul’da hangi yolların açık olduğunu medyum­ lar bile bilemiyor* diye şaka yaptı Amerikalı serbest fon yö­ neticisi. “Bak göreceksin dostum, bu medyum bildiklerine benzemi­ yor* diye övündü işadamı yan İngilizce, yan Türkçe. “Finans krizini öngörmüş!* “Zaten uzmanlara güvenim iz kalmadı. En iyisi hepimiz medyumlara danışalım, olsun bitsin!* dedi reklama kadın. Peri, usulca izin isteyerek masadan kalktı. “Ah, hay Allah, konuşmalarımız seni sıktı mı yoksa?* dedi mimar. Küçük intikamların adamı olduğu için Peri’nin az ön­ ceki meydan okumasını affetmemiştL
{ "page": 176, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
179 Sakin bir ifadeyle baktı Peri adama. “Çocukları kontrol et­ mek için bir telefon açacağım.” “Elbette” dedi işadamı. “Üst kata çalışma odama çıksana. Kimse rahatsız etmez.” Peri kocasının cep telefonunu ödünç aldı. Geniş mermer merdivenleri çıkarak birinci kata ulaştı. Çalışma odasının kapısından içeri girmesiyle duraklaması bir oldu. Amma afi­ li yerdi burası. Yerden tavana kadar uzanan pencerelerden muhteşem bir Boğaz manzarası görünüyordu. Deri panel- li duvarlar, ahşap kaplama tavan, maun ve mermerden imal edilmiş masa, yumurta sarısı yüksek koltuklar, antika biblo­ lar ve pahalı tablolarla, bir çalışma alanından ziyade m üsrif bir mafya babasının oturma odasını andırıyordu. Bir köşedeki duvar, işadamının politikacılarla, şöhretlerle ve oligarklarla çekilmiş çok sayıda çerçeveli fotoğrafıyla do­ natılmıştı. Artık iktidarda olmayan bir Ortadoğu diktatörü­ nün porselen gülümsemesini fark etti Peri; gösterişli bir Be­ devi çadırının önünde bizim işadamıyla el sıkışıyordu. Bir başka fotoğrafta, doğduğu şehrin her yerini kendi fotoğrafla­ rıyla kaplatan ve yılın aylarından birine kendi, bir diğerine de annesinin adını veren bir Orta Asya otokratının demirden dökülmüş gibi görünen yüzü dik dik bakıyordu. Peri derin bir soluk aldı. Karanlık ilişkilerden akan paralarla yapılmış bu malikânede ne işi vardı? O an kendini, ırmaktaki akıntıyla yuvarlanan bir çakıl taşı gibi hissetti. Profesör Azur burada olsaydı, ne diyeceğini kestirebiliyordu: “Özgürlük yoksa aşk da yok. Özgür olmanınsa tek yolu var: Alışıp kanıksadığımız , kolayımıza gelen Ben’i terk edebilmek! Göze alabilir misin?” Kendi aklından kaçarcasma hızla tuşladı evinin numara­ sını. Çocukları görmeye gelmiş olan annesinin telefonu aç­ masını beklerken alnını cama dayadı, dışarıdaki manzarayı inceledi. Camın arkasında, gerçek olamayacak kadar parlak bir hilalin altında uzanıyordu şehr-i şehir - birbirlerine sır­
{ "page": 177, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
180 lar fisıldıyormuş gibi yana eğilmiş evler, dik tepelere tırma­ nan keskin virajlı sokaklar, kapılarını kapatan son kahveha­ neler ve isteksizce aynlan son müşteriler... Çantasını çalan çocukların ne yaptığım merak etti. Uyuyorlar mıydı acaba, eğer öyleyse aç mı girmişlerdi yatağa? Şu anda rüya görüyor­ lardı belki de; kim bilir kendisi de, peşlerinden koşturan deli bir kadın olarak o rüyaların içinde bir yerlerdeydi. Selma dördüncü çalışta açtı telefonu. “Yemek bitti mi?” “Daha bitmedi” dedi Peri. “Hâlâ buradayız. Oğlanlar iyi mi?” “Niye iyi olmayacaklarmış? Anneanneleriyle güzel vakit geçirdiler. Şimdi uyuyorlar.” “Yemek yediler mi?” Pes dercesine bir ses çıkardı Selma. “Hiç aç yatırır mıyım torunlarımı? Mantı yaptım, kurt gibi yediler. Zavallılar özle­ mişler belli.” Selma’nın mutfak yeteneklerini almamış olan Peri, anne­ sinin sesindeki azan işitmişti. “Teşekkür ederim” dedi. “Emi­ nim bayılmışlardır.” “Bir şey değil” dedi Selma. “Hadi sonra görüşürüz madem.” “Bir dakika!” Peri duraksadı. “Anne, senden bir şey isteye­ bilir miyim?” Bir hışırtı oldu. Peri annesinin daha iyi duyabilmek için te­ lefonu sol kulağına geçirdiğini anladı. Kocasının vefatından sonra gözle görülür şekilde yaşlanmıştı Selma. Bütün o kav­ galardan sonra, tuhaftır, Mensurcun yokluğunda çökmüştü. “Yatak odasında... ikinci ya da üçüncü çekmecede bir def­ ter olması lazım” dedi Peri tane tane. “Turkuaz renkli.” “Hani babanın sana verdiği.” Selma hep kıskanmıştı koca­ sıyla kızının arasındaki bağı. Mensurcun ölümü hislerini de­ ğiştirmemişti. Peri kendi deneyiminden biliyordu ki, ölüleri ve onların yaşayanlar üzerindeki etkisini kıskanmaya devam etmek mümkündü.
{ "page": 178, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
181 “Evet anne” dedi Peri. “Kilitli, ama en alt çekmecede bir anahtar var. Havluların altında. Arka sayfada bir telefon nu­ marası olacak. Yanında ‘Şirin’ yazıyor. Onu bana verebilir misin?” “Sabahı beklese olmaz mı?” dedi Selma. “Gözlerim eskisi gibi değil.” “Lütfen. Bir telefon görüşmesi yapmam gerekiyor” dedi Pe­ ri. “Bu gece.” “Pekâlâ, bekle biraz” dedi Selma iç geçirerek. “Bakalım, yapabilecek miyim.” “Ah, anne...” “Evet?” “Defteri sonra yine kilitler misin?” “Dur şimdi, adım adım gidelim” dedi Selma bezgince. “Ka­ rıştırma kafamı.” Peri, annesinin ahizeyi kenara bırakıp uzaklaşan adımla­ rını dinledi. Altdudağım kemirerek bekledi. Uzakta, ikinci köprünün ışıklan altında, yeşilimsi bir maviye bürünmüştü deniz. Camdaki yansımasını inceledi, kam ının biraz yağ bağ­ ladığını memnuniyetsizlikle fark etti. Yine de korktuğu gibi hızla yaşlanmamıştı daha. Yaşlanmanın farklı yollan vardı belki de. Kimilerinin önce bedeni soluyordu, kimilerinin zih­ ni, kimilerinin de ruhu. Beynimizde, hafızanın saklandığı kuytuda bir müzik kutu­ su vardı adeta - eski bir melodinin notalannitçalan, sın dö­ külmüş bir müzik kutusu. Unutmak istemediğimiz ama ha­ tırlamaya da cesaret edemediğimiz ne var ne yoksa buraya saklanmıştı. Stres ya da travma anlannda ya da bazen se­ bepsiz yere pat diye açılırdı kutu, her şey etrafa saçıhrdı. Pe­ ri şu anda yaşadığı şeyi aynen buna benzetiyordu. “Bulamadım” dedi Selma soluk soluğa kalmıştı. “Sonra bir kez daha bakar mısın, ne olur? Bulunca beni arar mısın?”
{ "page": 179, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
182 “Televizyon seyrediyordum” diye itiraz edecek oldu Selma «m » hemen uzlaşmacı bir tavır takındı. “Peki, e li ni yaparım.”Iıı;ı:^ ı Aralan eskisine göre çok daha iyiydi Sanki Mensur yok­ luğuyla onlan yakınlaştırmıştı, ölüm ünün yarattığı boşluk, paylaşılan bir alana, duygudaşlığa dönüşmüştü. "Bir şey daha” diye ekledi Peri. Tfelefonum çahndı. Adnan’a mesaj atabilirsin ama ona bir şey söyleme. Sadece ‘Evi ara’ yaz, ben seni ararım.” "Neler oluyor?” diye sordu Selma, sesinde bir kuşku tını­ sıyla. "Şirin, şu İngiltere’deki deli kız değil mi?” Peri yüreğinin hop ettiğini hissetti. "Niye konuşmak istiyorsun onunla?” diye sıkıştırdı Selma. "İyi bir kız değildi o. öy le arkadaş olmaz olsun.” A m a en iyi arkadaşım dı diye geçirdi Peri aklından, dilini tuttu. Ş irin , M ona ve ben. Üçüm ûzdük iş te : Günahkâr, İn a ­ nan ve Şaşkın. M ünkir , M üm in ve M ü tered d it "Çok zaman oldu” dedi Peri onun yerine. "Artık yetişki­ niz hepimiz. Kaygılanmanı gerektirecek bir şey yok. Eminim çoktan unutmuştur.” Söylediklerine kendi de inanmaya çalışsa bile hiçbirinin doğru olmadığım biliyordu. Şirin kolay kolay geçmişi geride bırakamazdı. Tıpkı Peri’nin bırakamadığı gib i
{ "page": 180, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
Bekâret kuşağı İstanbul, 2000 Peri rüzgârlı bir geç sonbahar günü vardı İstanbul’a, abi* sinin düğünü için. Doğduğu şehri çok özlemişti - burada ya­ şarken kendim ne kadar yalnız hissetmiş olursa olsun, uzak­ larda daha da yalnızdı. Bavulunu yere koyduğu an uzun bir "yapılacaklar üstesi’* buldu karşısında: ziyaret edilecek akra­ balar, «îiM M k armağanlar, bekleyen vazifeler. Peri şunu çok çabuk anladı ki, o yokken, Nalbantoğullan hanesindeki hava daha da ağırlaşmış, gerilim artmıştı. Ev­ deki gerginliğin bir sebebi, eskiden beri süregelen bildik me­ seleydi - annesi ile babasının arasındaki atışmalar. Ama yeni bir etken daha vardı: düğün hazırlıkları. Gelinin ailesi, b iri­ cik tuzlarına la yık , şatafatlı bir düğünde ısrar etmişti. Kira­ lanan salon son anda daha büyük bir mekânla değiştirilmiş­ ti; bu da daha fazla kişi davet edilmesi, daha fazla yemek si­ pariş edilmesi, neticede daha fazla para harcanması demekti. Yine de kimse tatmin olmamıştı. Aileler birbirlerine latif söz­ ler söyleyip iltifatlarda bulunsalar da, nezaket cilasının al­ tında yoğun bir hoşnutsuzluk vardı. Düğün gününün sabahı Peri, evi sarmalayan enfes koku­ larla uyandı. Mutfağa gittiğinde annesini, papatya desenle­ riyle kaph bir önlük giymiş vaziyette, üç değişik börek yapar­ ken buldu: ıspanaklı, peynirli, kıymalı. Selma insanüstü bir hızla hamur açıyı»', yumurta çırpıyor, bir yandan temizlik ya­ pıyı»; yavaşlayacak gibi de görünmüyordu.
{ "page": 181, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
184 Bu arada kızının geldiğini gören Mensur gözlerini gazete­ sinden -senelerdir okuduğu sol eğilimli günlük gazete- kal­ dırmadan homurdandı: “Pericim, söyle şu kadına, kendini boş yere helak ediyor!* “Pericim, esas sen söyle şu adama, bugün oğlu evleniyor, ama o hâlâ sandalyesinde oturmuş gazete okuyor" diye ya­ pıştırdı hemen Selma. “İnsan bir yardım eder!" “Neye yardım edeyim?" diye itiraz geldi hemen. “Hiçbir şe­ ye karıştırmıyor ki beni. Para harcamaya gelince, ver Men­ sur; karar almaya gelince, sus Mensur!” Peri iç geçirdi. “Çocuk gibisiniz ya; yorulmadınız mı didiş­ mekten?" Cevap vermek yerine babası gazete sayfasını hışırdata­ rak çevirdi, annesi oklavayı hışımla hamurun üstüne indirdi. Tampon bölge oluşturmak ister gibi aralarındaki bir sandal­ yeye oturdu Peri. “Ee?" ded i “Nasıldı kına gecesi?" Selma dudaklarım büzdü, cam gibiydi bakışları. “Kaçırdın. Orada olman gerekirdi." “Gelemeyeceğimi söylemiştim" dedi Peri. “Derslerim var­ dı." “Herkes seni sordu, haberin olsun. Arkamdan dedikodu ediyorlar, ‘Büyük oğul ortada yok, kız ortada yok; ne biçim aile bunlar?* diyorlar." Peri’nin abisi Umut, geleceğini söylediği halde son anda fikrini değiştirmişti. Hapisten çıktığından beri o küçük sahil kasabasında münzevi bir hayatı tercih ediyordu. Yüzünde, geçimini sağlamak için boyadığı deniz kabuklan kadar kırıl­ gan bir tebessümle, “evim" dediği kulübesinde turistler için ufak tefek şeyler yapıyordu. Geçmişte birkaç kez onu ziyare­ te gitmişlerdi. Her zaman kibardı ailesine karşı ama yaban­ cı, ulaşılmazdı bir o kadar da. İstanbul’a dönmeyi arzu etme­ diği aşikârdı. İki çocuklu, dul bir kadınla beraber yaşıyor­ du (Selma bundan hiç hoşlanmasa da ses etmiyordu). Kadın,
{ "page": 182, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
185 Umut’un ekseriya iyi olduğunu ama bazen “ruhsal sorunlar” yaşadığını söylüyordu; anlattığına göre Umut kollarında, ba­ caklarında, karnında kesikler açmıştı. “Kimseye zarar ver­ mez” diyordu kadın, “ama kendine bir şey yapar diye korku­ yorum.” Ne kadın açmıştı tam olarak ne kastettiğini, ne de Nalbantoğullan sormaya cesaret etmişti. Öyle bilgiler vardı ki bu dünyada, bilmemek daha emindi. “Anneciğim affedersin, gelebilecek olsam gelirdim ” dedi Peri, Selma’nm gönlünü almaya çalışarak; onunla kavga et­ meye niyeti yoktu. “Anlatsana, nasıldı?” “Ay, bildiğin kına gecesiydi işte, öyle ahım şahım bir şey değil” dedi Selma. “Ama karşılığında onlan pırlanta yağmu­ runa tutmamızı bekliyorlar, o ayn.” Selma, titiz bir muhasebeci gibi, Nalbantoğullannm cebin­ den çıkan her kuruşa karşılık, diğer ailenin ne kadar harca­ dığının; gelinin misafir listesine karşılık, damadın kaç kişi davet edeceğinin hesabını tutuyordu. Sanki aniden hayatla- nnın orta yerinde bir bakkal tartısı belirmişti; ailelerden bi­ rinin tartının bir kefesine koyduğu her ağırlık, diğer tarafça dengelenmek zorundaydı. Peri, annesinin bir yandan her şe­ yi mukayese edip yalanırken, bir yandan da gelinin annesiy­ le telefonda liseli kızlar gibi şakalaşıp kıkırdaşarak güle oy­ naya sohbet etmesini hayretle izliyordu. Ama masraflar bir yana, Selma gelininden memnundu. “Allah için, fevkalade bir hoca getirdiler kına gecesine” di­ ye devam etti. “Bülbül gibiydi sesi! Herkesi ağlattı. Kız ta­ rafı bizim yedi nesil ecdadımızdan daha dindar. Hocalardan, şeyhlerden geliyorlar.” Sözcükleri bastıra bastıra söylemişti ki kocasının kulağına gitsin. “Şahane!” diye karşılık verdi Mensur köşesinden. “Demek ki soylarında bir o kadar kâfir ve imansız var. Pericim, an­ latsana annene, ‘diyalektik yasası’ diye bir şey var herhalde. Yadsımanın yadsınması. Her ilke karşıtım yaratır, her karşıt
{ "page": 183, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
186 kendi dogmasını. Nerede fazla hacı hoca varsa, bir o kadar da günahkâr vardır illaki!” Selma kaşlarım çattı. “Peri, söyle şu adama, ipe sapa gel­ mez şeyler geveliyor yine.” “Baba, anne, kesin şunu lütfen” diye mırıldandı Peri bit­ kince. “Abim mutlu ya, iyi bir eş buldu ya, önemli olan bu.” Gerçi gelini yalnızca birkaç kez görmüştü. Gamzeli yanak­ ları, hafif hafif kırpıştırdığı ela gözleriyle alımlı bir genç ka­ dındı. Altın burma bileziklere düşkündü; biraz da utangaç. Başı örtülüydü. Peri sonradan öğrenmişti ki, kız başörtüsü­ nü, Dubai tarzı denilen şekilde bağlıyordu. Konuyu araştır­ mıştı. İstanbul tarzı meğer yuvarlak yüzlere daha iyi gidiyor­ muş; Dubai tarzı oval yüzlere, Körfez tarzı da köşeli yüzlere. Devasa bir “Islami moda endüstrisi” gelişmişti. Ya yeni orta­ ya çıkmış olmalıydı ya da daha evvel Peri’nin gözünden kaç­ mıştı. “Özel tasarım türbanlardan “haşema”lara, “tesettür pantolonlarına kadar başlı başına bir moda akımı ve para basan koskoca bir sektördü. Babasının da dahil olduğu kimi laik/modem tanıdıklarının aksine, Peri’nin örtülü kadınlarla bir alıp veremediği yoktu. Şu dünyada herhangi birine kılık kıyafetinden dolayı ayrım­ cılık yapılması fikri bile tamamen yabancı geliyordu ona. İn­ sanların kafalarının üstünde ne olduğundan ziyade içinde ne olduğuna önem veriyordu. Ama işte tam da bu noktada kim­ selere söyleyemediği bir husus vardı. Evet, bunu ana babası­ na açmamıştı, hatta kendine bile itiraf etmekte zorlanıyordu ama Peri gelini beğenmiyordu. Zira kızın okumakla, kitap­ larla hiç ilgisi yoktu. Eline kendiliğinden bir kitap almamış­ tı muhtemelen. Yan yana geldiklerinde onunla sohbet etmek­ te zorlanıyordu. Popüler televizyon dizilerine ya da kalça-ba- sen-eriten-diyetler gibi Peri’nin zerrece ilgilenmediği konu­ lara meraklıydı kızcağız. Tabii doğrusunu söylemek gerekir­ se, müstakbel kocası da gelinden daha az cahil değildi. Zaten
{ "page": 184, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
187 Peri, abisi Hakan’ı da küçümsüyordu içten içe. Küçük abisiy­ le en son ne zaman şöyle kafa kafaya verip doğru dürüst bir şeyler konuştuklarım hatırlamıyordu bile. Şayet Peri’ninki bir nevi “entelektüel züppelik” ise, sade­ ce gençlere yönelikti. Zira bilgi ve habere ulaşma konusun­ da genç nesil kadar şanslı olmayan yaşlıları hep ayn tutu­ yordu. Onlara asla kızmıyordu. Ama kendi akranlarının, he­ le ki dergi-kitap alabilecek durumda olup da okumayanların, hatta klasik romanlara mobilyalarıyla uyumlu dekoratif eşya muamelesi yapanların sığlıklarına tahammül edemiyordu. “Eğer bir gün âşık olursam, kesin o kişinin beynine âşık olacağım” diye söz verdi kendisine. “Tipi ya da konumu umu­ rumda değil, varsa yoksa aklı, zekâsı, birikimi.” ♦ * * Düğün için kiralanan mekân, Boğaz’a nazır lüks bir ote­ lin salonuydu. Saten masa örtüleri, ipek çiçekler, yaldızlı de­ vasa fiyonklar giydirilmiş sandalyeler, kemerlerle ve şeker­ den el yapımı yapraklarla süslenmiş sekiz katlı bir pasta ve ortada ha bire renk değiştiren kristal bir ağaç. Peri, bunca şatafatın annesiyle babasının ceplerinde koca bir delik açtı­ ğının farkındaydı. Aldığı kısmi bursa rağmen, Oxford’daki masrafları -h ele liranın sterlin karşısında değer kaybettiği hesaba katıldığında- zaten epeyce yük oluyordu aile bütçe­ sine. İngiltere’ye döner dönmez yan-zam anlı bir iş bulmaya karar verdi. Çok geçmeden konuklar gelmeye başladılar. Her iki tara­ fın akrabaları, komşuları -v e “çağırmazsak ayıp olur” kate- gorisindekiler- koca salona sıralanmış süslü masalara yer­ leştiler. Yeni evliler gergin görünüyordu; damat herkese el sallıyor, gelinse hep yere bakıyordu; biri fazlasıyla taşkın, beriki fazlasıyla sessizdi. Gelin, gümüş sırma ve parlak do-
{ "page": 185, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
188 re taşlarla işlenmiş fildişi rengi taftadan, dantelli, uzıın kollu bir gelinlik giymişti; katalogda “klas, göz kamaştırıcı teset­ tür gelinlik” diye tarif edilm işti bu model. Zarifti ama biraz kalıncaydı kumaş; spotların altında daha şimdiden ter dökü­ yordu kızcağız. Siyah smokini içindeki damat sıcaklayınca ceketini çıkardı. Gelin için böyle bir seçenek yoktu. Konuk­ lar birer birer yanlarına gelerek genç çifti tebrik ettiler; al­ tınlar ve lira, dolar, avro cinsi banknotlar taktılar. Kızın ge­ linliği kısa sürede o kadar çok para ve altınla kaplandı ki, fo­ toğraf çektirmek için ayağa kalktığında çılgın bir heykeltıraş elinden çıkma tuhaf bir heykel gibiydi. Bu arada am atör bir m üzik grubu bir kenarda çalıyor­ du. Anadolu türkülerinden sevilen Beatles şarkılarına uza­ nan bir yelpazeden seçmişlerdi melodilerini. Araya ne kadar • uyumsuz olsa da kendi parçalarından bir ikisini de sıkıştır­ maktı niyetleri. Ne de olsa rock grubuydular, para için çalı­ yorlardı düğünlerde. Kız tarafının itirazlarına rağmen salo­ nun bir köşesinde alkol servisi yapılıyordu. Mensur inat et­ miş, eğer şarap-rakı olm azsa oğlunun en mutlu gününde bulunmamakla tehdit etm işti herkesi. Konukların çoğu al­ kolsüz içeceklere meyletse de barın yerini keşfedenlerin sa­ yısı hiç de az değildi. Bu bölgeye ilk ayak basanlardan biri de gelinin amcası olmuştu üstelik. Adam kadehleri öyle hız­ la deviriyordu ki bu gidişle zilzum a sarhoş olacaktı; gecenin, Mensurcu en keyiflendiren ayrıntılarından biri buydu. Peri diz boyu, mavi-yeşil bir elbise giymişti. Kuaför ona öy­ le koca bir topuz yapmıştı ki kafasının ağırlık merkezi değiş­ mişti. Şimdi konuklarla tek tek konuşması, bol bol gülümse­ mesi gerekiyordu. Kaçacak delik arıyordu. Bir yandan çocuk­ ları sevip yaşlıların ellerini öper, akranlarının gevezelikleri­ ni dinlerken, genç bir adamın gözlerini dikmiş ona baktığını fark etti. Canı sıkıldı, rahatsız oldu. Delikanlı ha bire süzü­ yordu Peri’yi. Öyle uzaktan, nazikçe beğenisini ifade eden ve
{ "page": 186, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
189 orada da duran, geri çekilen bir bakış değildi bu. Talep eden, ısrar eden, hükmeden bir bakıştı. Ne kadar saldırgan, na­ sıl da kabaydı. Göz göze geldiklerinde Peri hoşnutsuzluğunu belli etmek için kaşlarım çattı. Ama delikanlı sanki karşılık almış gibi küstahça gülümsedi ve bakmaya devam etti. Yanm saat sonra Peri tuvalete giderken aynı genç adam birden yolunu kesti. Kolunu Peri’nin geçişini engelleyecek şe­ kilde duvara dayadı. “Tam bir peri gibisin” dedi. “Annenler ismini doğru koymuş besbelli.” Peri kanımn tepesine sıçradığını hissetti; kelim eler pal­ dır küldür dökülüverdi ağzından. “Yahu kim verdi sana böy­ le konuşma hakkını? Gözlerini diktin bakıyorsun saatlerdir, ne hakkın var?” Delikanlı afallamıştı, gözlerini kırpıştırdı. Kolunu zar zor indirdi. Az önce yüzünü kaplayan o kendinden emin sırıtışın yerini bariz bir husumet almıştı. “Kibirlidir demişlerdi senin için, dinleseymişim. Oxford’a gidiyorsun diye bizi beğenmi­ yorsun!” “Ne alakası var bunun Oxfordla?” “Küstah kaltak” diye fısıldadı adam, kısık ama Peri’nin duyabileceği bir sesle. Sonra da yürüyüp gitti. Kalakaldı Peri. Sarsılmış ve afallamış halde bir başma di­ kildi. Ne kadar kolay mekik dokuyordu ifrat ile tefrit arasında insanlar - ama bilhassa bu topraklardaki erkekler. Doğu di­ yarında erkek kalbi, tıpkı sarkaç ucundaki küre gibi bir uçtan bir uca savruluyordu. Abartılı hayranlık ile abartılı hor gör­ me arasında gidip geliyordu; daha dün “tutku” olan duygular anında “nefret”e dönüşüyordu. Hep “taşkınlık” üzerine kuru­ luydu erkeklerin karşı cinsle münasebetleri. Deli divane aşın âşık oluyor, aşın arzuluyor, kendi istedikleri olmazsa bu sefer de aşın tepki verip nefret ediyorlardı - hep ama hep aşınydı. Salona geri döndüğünde, gelinle damadı herkesin dört göz­ le beklediği danslarını ederken buldu Peri. Her yandan üst­
{ "page": 187, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
190 lerine abanan düzinelerce gözün baskısı altında, baston yut­ muş gibi dik sırtları ve kaskatı elleriyle, birbirlerine doğru dürüst dokunmadan tutunarak beraberce salınıyorlardı; ay­ nı hipnotizmanın içine sıkışıp kalmış iki uyurgezer gibiydi­ ler. Aralarında en ufak bir çekim olmadığını o an fark etti Pe­ ri. Üzüldü. Demek bu da bir aşk evliliği değildi - daha nice­ leri gibi. Peri’nin içinde sakladığı kadınla olması beklenen kişi ara­ sında bir uçurum açılıyordu. Geldiği çevreyle seçmeyi istedi­ ği yaşam tarzı arasında kapanmaz bir mesafe vardı. Ama ka­ rarlıydı. O böyle bir gelin olmayacaktı. Annesinin hayatını tekrarlamayacaktı. “Belki de asla buralardan biriyle evlenmemeliyim” diye düşündü aniden. Bu fikir öyle tuhaf ve tersti ki ona öğretilen her şeye, birileri ne düşündüğünü gözlerinden okur diye kor­ karak bakışlarım yere indirmek zorunda kaldı. Evet, kocası­ nı farklı bir kültürden seçecekti. Ne kadar uzak olursa o ka­ dar iyi. Bir Eskimo en iyisi! Aqbalibaaqtuq adında biri. Ana babasmm tepkilerini hayal ederek gülümsedi. Babası Eskimo damadını iki tek atmaya davet ederdi herhalde; ba­ lık kafası çorbası, fok etinden yeni mezelerle. Bu arada anne­ si adamı Müslüman yapmakta ısrar ederdi tabii. Sünnet de ettirirlerdi. Aqbalibaaqtuq olurdu Abdullah; sonra abisi Ha­ kan, Eskimo’yu alır, dışarı çıkarırdı, yol yordam öğretmek için; hele bir de kahvehanelerde yanlış tiplerle vakit geçirir­ se, başlardı o da çok geçmeden buralı erkeklerin nicesi gibi davranmaya; sırf pipisi olduğu için ayrıcalıklar, öncelikler ta­ lep etmeye. Peri ile Aqbalibaaqtuq’un kutup aşkı, ataerkil ge­ leneklerin hararetine dayanamaz, erir giderdi. Gece yansını geçe düğün noktalandı. Kalan konuklar bi­ rer birer veda edip orkestra üyeleri de toplanıp çıkınca geriye sadece yakın aile fertleri kaldı. Ertesi sabah, yeni evliler bir haftalık halayına çıkacaklardı. Akdeniz kıyısında, harem-se-
{ "page": 188, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
lamlık plajları, SPA’lan ve diskolarıyla bilinen ve bu yüzden epeyce tartışma konusu olan, lüks bir otele gideceklerdi. Ama bu geceyi, hem Selma çok ısrar ettiği için, hem de ko­ laylık olur diye, Nalbantoğullannın evinde geçireceklerdi. Gelinin şehrin diğer yanında yaşayan annesiyle babası da davet edilmişti. Böylece, ellerinde çantalar, sepetler ve ipek­ ten bir buketle, hep beraber doluştular minibüse. Yılın bu vakti için beklenmedik derecede soğuktu hava; bora, intikam peşindeki mağdur bir ruh gibi vuruyordu camlara. Minibüs yağmurun kayganlaştırdığı sokaklarda hızla iler­ lerken, Peri gelinin annesinin çantasından kırmızı bir kurde­ le çıkarıp kızının beline bağladığını fark etti. Bekâret kuşağı. Peri usulca iç çekti. Gene de fazla üzerinde durmadı; yanmda oturan abisiyle akşam hakkında sohbet etmeye çalıştı. Ama ketumdu Hakan. Alnı hafifçe terlemişti, yorgun ve gergin gö­ rünüyordu. Peri de çok geçmeden sustu, düşüncelere daldı.191
{ "page": 189, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
Hastane İstanbul, 2000 Eve vardıklarında, yeni evlilere ebeveyn yatak odası veril­ di, gelinin ana babasıysa Peri’nin odasına yerleştirildi. Böyle- ce Selma’yla Mensuba oğullarının odasında yatmaktan ve yıl- lar sonra ilk kez aynı yatağı paylaşmaktan başka seçenek kal­ mamıştı. Peri ise oturma odasındaki kanepede idare edecekti. Peri dişlerini bile firçalayamadan, başını yastığa koyar koymaz, bir yorgunluk dalgasının üstüne çöktüğünü hisset­ ti. Uykuyla uyanıklık arasında, uzak mırıltılar -son ışıklar da kapatılmadan önce havada uçuşan birkaç kelim e- çalındı kulağına. Birisi dua ediyordu. Kim olduğunu tahmin etmeye çalıştı ama ne yaşı vardı duyduğu sesin, ne de cinsiyeti. Belki de düş görmeye başlamıştı. Koridordaki camili minareli du­ var saatinin ninni gibi gelen tik taklarını dinleyerek, göğsü her solukta inip kalkarak, öylece dalıp gitti. Bir saat sonra -belk i daha fazla- sıçrayarak uyandı. Bir ses duyduğunu sandı ama emin olamadı. Dirseğine dayana­ rak doğruldu, kaskatı ve hareketsizdi. Kulak kesilmiş bek­ lerken, o mu karanlığı dinliyordu, karanlık mı onu, bilemedi bir an. Soluğunu tutarak kalp atışlarım saydı: üç, dört, beş... Ses yine geldi. Birisi ağlıyordu. Hıçkırıklar arasında, fırtı­ na öncesi ortalıkta dolanan karasineklerin vızıltısını andıran sabit bir mırıltı duyuluyordu arkadan. Derken bir kapı açıl­ dı, sertçe kapandı; şayet cereyan değilse tek bir sebebi olabi­ lirdi: bir öfke patlaması. Kötü bir şeyler olduğunu sezse de, kendi kendine geçeceği
{ "page": 190, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
193 umuduyla geri yattı. Ama sesler daha da arttı. Fısıltılar yük­ selip bağırtı oldu, ayak sesleri koridor boyunca yankılandı ve fondaki hıçkırıklar yakarışlara dönüştü. “Ne oluyor yahu?” dedi Peri yataktan kalkarken; korkulu sesi ondan önce ulaştı evin derinliklerine. Annesiyle babasının yattığı odaya vardı. Selma kalkmış­ tı, yüzü kâğıt gibi beyazdı. Babası ellerini arkasında kenet­ lemiş, ileri geri volta atıyordu. Abisi Hakan yanlarındaydı; parmaklarının arasında yanan sigarasından arada derin ne­ fes alıyordu. Peri onlara bakarken bu insanların hiçbirini ta- nımıyormuş gibi tuhaf bir hisse kapıldı; aile fertlerinin kılığı­ na girmiş yabancılar vardı sanki karşısında. “Neden herkes ayakta?” diye sordu Peri. Abisi öfkeyle baktı ona; kısılmış gözleri bıçak sırtı gibi in­ cecikti. “Sen karışma. Odana git!” “Ama...” “Git dedim!” Peri bir adım geriledi. Daha önce Hakan’ı hiç böyle görme­ mişti. Öteden beri kolay hiddetlenen bir tip olsa da abisi, bu sefer öfkesi kontrolsüz ve şiddetliydi. Oturma odasına döneceğine ebeveyn yatak odasına yönel­ di; aralık kapıdan, üzerinde geceliğiyle yatağın kenarında oturmuş ağlayan gelini gördü; koyu renk saçlan omuzlarına dökülmüştü. Annesi bir yanında, babası bir yanındaydı. “Yemin ederim ki doğru değil” dedi gelin hırıltılı bir sesle. Tükenmiş görünüyordu. “O zaman neden böyle bir şey söylüyor?” diye sordu anne­ si hiddetle. “Ona mı inanıyorsun, kendi kızma mı?” Anne bitmeyecek gibi gelen bir an boyu sustu. “Doktor ne derse ona inanırım.” Peri, sanki transa girmiş gibi, ağır ağır idrak etti az önce duyduğu seslerin nedenini. Abisi, gelinin bakire olmadığına
{ "page": 191, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
194 kanaat getirerek öfkeyle fırlamıştı yatak odasından. “Ne doktoru?” diye sordu gelin; kızarmış, korku dolu göz­ leriyle pencereden dışarıya, şehre doğru baktı. Ay bulutların arkasından bir anlığına süzüldü; kesif karanlıkta gümüşi bir para gibi parladı, tekrar yok olmadan evvel. “Bu işin asbm öğrenmenin tek yolu bu” dedi kadın, ayağa kalkarken; elinden tutup çekerek kızım da kaldırdı yataktan. “Anne yapma lütfen” dedi gelin; alçacıktı sesi, bir inci ta­ nesi kadar ufak. Ama kadının dinlemeye niyeti yoktu. “Git mantolarımızı al” dedi kocasına. Hemfikir olduğu için değil, alışkanlıktan başım salladı adam. Kan beynine sıçrayan Peri, annesiyle babasının yanına koşturdu. “Baba, durdur onlan. Hastaneye gidiyorlar!” Pamuklu pijam alan içindeki Mensurcun yüzünde kaybol­ muş bir ifade vardı. Bir tiyatro oyununda aniden sözlerini unutuvermiş bir oyuncuydu sanki, dili dolanmıştı. Bir kızma baktı, bir de o esnada önlerinden geçen gelin ile anne babası­ na. Yıllar önce, polisin evlerini bastığı gece üzerine çöken ça­ resizliğin aynısını hissediyordu. “Durun biraz sakinleşelim” dedi Mensur. “Başkalarım bu işe karıştırmaya hiç gerek yok. Biz bir aileyiz artık.” Gelinin annesi elini sallayarak savuşturdu bu laflan. “Eğer suç kızımdaysa kendim veririm cezasını. Ama Allah biliyor ya, eğer oğlunuz yalan söylüyorsa, pişman ederim bu yaptığına.” “Lütfen... öfkeyle kalkan zararla oturur demiş atalanmız” dedi Mensur. “Bırak ne yaparlarsa yapsınlar” diyerek araya girdi Ha­ kan; sigara dumanlan kıvnldı burun deliklerinden. “Ben de öğrenmek istiyorum gerçeği. Ne tür bir kadınla evlendiğimi bilmeye hakkım var.” Peri ağzı bir kanş açık bakakaldı abisine. “Nasıl böyle bir şey dersin?”
{ "page": 192, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
195 “Kes sesini!” dedi Hakan, ağzından çıkan kelimelerin sert­ liğine uymayacak kadar duygusuz, dümdüz bir sesle. “Bu işe karışma dedim sana.” * * * Çok geçmeden en yakındaki hastanede bir bankın üstüne dizilmiş oturuyorlardı hepsi. Gelin hariç. Seneler boyu unutmayacaktı o geceyi Peri: kayıp bir kıta­ nın haritasını andıran tavandaki çatlaklar, hemşirelerin be­ ton zemin üstünde tıkır tıkır yankılanan ayak sesleri, dezen­ fektan ve ne kadar dezenfektan kullanılırsa kullanılsın yok ol­ mayan kan ve enfeksiyon kokulan, duvarların türbe yeşili ile yosun yeşili arasında karar kılamamış boyası, bir harfi düş­ müş “Acil Servi” tabelası... Bu alakasız detaylara bakarken hep aynı düşünce zihnini oyuyordu: Aslında şu anda o muaye­ ne odasında yatan kendisi olabilirdi! Evet, şayet okumaya de­ vam etmek yerine evlenmiş ya da evlendirilmiş olsaydı, koca­ sı (ya da onun ailesi) bu tür saçmalıktan ciddiye alsaydı, böyle bir hastanede benzer bir muamele görmesi muhtemeldi. Peri, gerdek gecesi krizlerini daha önce işitmişti ama bu tür şeylerin başkalanmn -ücra köylerde, kasabalarda yaşa­ yanların ya da taşra âdetlerini şehre taşıyanların- başına geldiğini varsaymıştı hep. Gecenin kör bir saatinde bekâret muayenesine bulaşacak bir aile değildi onunkisi. Öyle zan­ netmişti bunca zaman. Çocukluğundan beri ahileriyle eşit muamele görmüş, hatta biraz kayınlm ıştı. Anne babası ta­ rafından baş tacı edilmiş, sevilip şımartılmıştı. Yine de, her pencerede tüller arkasında izleyen, yargılayan gözler olduğu­ nu çabuk öğrenmişti. Küçük bir mahallede büyüdüğü için aş­ maması gereken sınırlan, ne giyilip ne giyilmeyeceğim, ya­ bancıların yanında nasıl oturulacağını, akşam dışan çıkınca eve kaçta dönüleceğini bellemişti. Yani ekseriya. Lise yıllannda, sınıf arkadaşlannm çoğunun başını döndü­
{ "page": 193, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
1 9 6 ren isyan ve itaatsizlik ruhu uzun sûre Peri’yi etkilememişti. Akranları bir yandan tabulan devirir, bir yandan birbirleri­ nin kalplerini kırarken, o sakin bir hayat sürmüştü. Ama lise sonda işler değişm işti Aşık olmuştu Peri. Ve bu kısa ama ce­ sur aşk, o göne dek koruduğu sınırlan yıkıp geçmişti. Avrupa edebiyatı okuduğu için kendisine la f eden o solcu sevgilisiy­ le yatmıştı. Bir değil, birkaç kez. Oğlan istediği için değil, en başta kendi istediği için. Tabii bunların hiçbirini ana baba­ sı bilmiyordu. Ailenin “sevgili kızı* konumu meğer ne kadar uçucuydu. Ne çok isterdi şimdi ayağa kalkabilmeyi; abisine ve gelinin ailesine veryansın edebilmeyi. Yapmadı. Yapama­ dı. İkiyüzlü hissetti kendini. Kendisi ne bakire ne evli olduğu halde burada oturmuş bir başka genç kadının bekâret mua­ yenesinin sonucunu bekliyordu; -mış gibi yapıyordu. “Niye bu kadar uzun sürdü yahu? Bir sorun mu var aca­ ba?* dedi gelinin babası. Bunu söylerken ayağa fırlamış, son­ ra hemen geri oturmuştu. "M rii ki yok* diye çıkıştı karısı. Kadın o kadar gergindi ki, nöbetçi doktor iki kez gelip sesini alçaltmasını söylemek zo­ runda kalmıştı. Bir saat geçti; ya da onlara öyle geldi. Nihayet doktor ha­ nım göründü. Miyop gözleri gözlüğünün ardında alev alevdi. Gizlemeye gerek duymadığı bir tiksintiyle süzdü onlan. Yap­ tığı şeyden nefret ettiği ve bunu yapmaya mecbur ettikleri için onlardan daha da çok nefret ettiği aşikârdı. “Madem merak ediyorsunuz, söyleyeyim, kız bakire* dedi doktor. “Bazılan kızlık zarsız doğar, bunu biliyor muydunuz? Bazı kızlık zarlan cinsel birleşmede yırtılmaz. Keza bazdan da basit bir fiziksel faaliyet esnasında, sporda, hatta koşar­ ken yürürken yırtılmış olabilir. İlla da iki damla kan bekle­ mek akl», bilime, tıbba aykm .” Matımı» yapıyordu; geline yaşattıktan utanan hiç olmazsa bîr nebzesini onlara tattırmak istiyordu.
{ "page": 194, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
197 “Genç bir kadının psikolojisini mahvettiniz. Eğer onun iyi­ liğini düşünüyorsanız, bir terapiste götürmenizi tavsiye ede­ rim. Hadi şimdi gidin artık. Gerçekten derdi tasası olan has­ talarımız var. Sizin gibiler sadece zaman kaybettiriyorsunuz bize. Yazık!0 Başka bir şey söylemeden arkasını dönüp gitti. Tam bir da­ kika boyunca kimse konuşmadı. Sonunda sessizliği un ufak eden, gelinin annesi oldu. “Allahım sen büyüksün0 diye bağırdı kadın. “Kızıma kara çalmaya çalıştılar. Ama yüce Allahım suratlarına şamar in­ dirdi, ‘Siz bir bakireyi nasıl lekelersiniz? Gonca gülü nasıl kirletirsiniz?9 Oh olsun!0 Peri, babasının başım önüne eğdiğini gördü gözünün ucuy­ la; sanki “Yer yanlsa da içine girsem0 der gibi beton zemine dikmişti gözlerim. “Oğlunuzmuş beceremeyen, duydunuz mu? O erkek gibi erkek olmayınca kızımın elinden ne gelir? Asıl sizin oğlunuzu alıp bir yerlere götürmeniz lazımmış!0 “Hanım, sakin ol0 diye mırıldandı kocası. Tedirgin, utan­ mış görünüyordu. Adamın müdahalesi kadını daha da öfkelendirdi. “Neden­ miş? Onlar bize neler etti. Eden bulur, bey! Eden bulur!0 Tam o sırada, koridorun aşağısında bir kapı açıldı ve ge­ lin göründü. Ölçülü, telaşsız adımlarla onlara doğru yürüdü. Annesi bir anda ileri fırlayarak sanki yas tutar gibi dizlerini dövmeye başladı. “Gonca gülüm0 dedi. “Sana nasıl kıydılar? Sana atmaya çalıştıkları çamurlarda kendileri yuvarlanırlar inşallah kuzum!0 Gelin, annesini duymazdan gelerek çıkışa doğru ilerledi kararlılıkla. Nalbantoğlu ailesinin -v e bacaklarım bankı tit­ retecek kadar şiddetle sallayan dam adın- önünden geçerken çenesini dimdik tuttu, dönüp kimsenin yüzüne bakmadı. Pe­ ri, kızın manikürlü, kınalı ellerini ve keskin, mor çiziklerle
{ "page": 195, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
198 oyuk oyuk olmuş avuçlarını gördü. Bu berbat gecede tanık ol­ duğu hiçbir şey onu bu ayrıntı kadar etkilemeyecekti. Genç bir kadının bekâret muayenesi sırasında tırnaklarını avuçla­ rına gömerek açtığı izler... "Feride... bekle ne olur* dedi Peri aniden, ilk kez adıyla hitap ediyordu kıza. O güne dek hep ya "o", ya "gelin" ya da "sen" olmuştu Peri için. Feride biraz yavaşlaşa da ne durdu, ne arkasına baktı. Dos­ doğru yürüdü; peşinde anne babasıyla otomatik kapılardan çı­ kıp, gözden kayboldu. Peri içinin öfkeyle dolup taştığım hissetti - bencilliği ve kendine güvensizliği yüzünden bu felakete neden olan abisi­ ne; gidişatı durdurmak için yeterince gayret etmeyen ana ba­ basına; bir insanın değerini bacak arasında arayan yüzlerce yıllık bu k of ve karanlık geleneğe; ama en çok da kendisiney- di öfkesi. Feride’ye yardım etmek için bir şeyler yapabilirdi ama yapmamıştı. Hep böyle oluyordu. A şın gerilim anların­ da, tam da harekete geçip çaba göstermesi gerekirken, adeta donuyor, uyuşuyordu. Hisleri, birer birer söndürülen ampul­ ler gün küretiyordu. Düğün için kiralanan minibüsle eve dönerken yalnız kal­ mıştı Nalhantoğullan. Hakan arabayı kullanıyordu; Mensur arkaya geçmiş, Peri ise annesinin yanına oturmuştu. "Şimdi ne olacak?" diye sordu Peri endişeyle. "Hiçbir şey olmayacak inşallah" dedi Selma. "Çikolatamı­ zı, çiçeğimizi, takılarımızı alıp, özür dilemeye gideceğiz. Ger­ çi hastaneye gitme fikri bizden çıkmadı ama neyse. Artık eli­ mizden geleni yapacağız gelinimizi geri almak için." Peri bir an düşündü. "Bu kadar korkunç bir başlangıçtan sonra yürür mü ki o evlilik?" Sehna’nın çehresinde çarpık bir tebessüm belirdi; yüzünün yansı bir sokak lambasının ışığıyla alev alevdi, yansıysa göl­ gede. "Ah Pericim, çoğu evlilikler bundan daha çatlak temel­
{ "page": 196, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
199 ler üstüne inşa edildi, inan bana. Bir şeydk olmaz inşallah.*" Peri hayretle, belki de ilk kez dikkatle baktı annesine. Ve işte o kısacık anda, ürpertici bir huzursuzlukla, ana babası­ nın evliliğinin aslında göründüğü gibi olmayabileceği şüphe­ si düşüverdi aklına. Sanki bir badire atlatmışlardı kankoca. Birçok badire. Bugünkü hallerinin sebepleri geçmişin dehliz­ lerinde sakhydı. Aklı, büfede -görülm eyecek bir yerd e- duran çerçeveli fo­ toğrafa gitti. Annesiyle babasının stüdyoda çekilmiş düğün fotoğrafıydı bu. Kaskatı, gülümsemeden, rahatsız bir poz içinde hapsolmuş gibi duruyorlardı. Arkalarında yabani orki­ deler, uçuşan kazlardan oluşan saçma bir fon vardı. Annesi, o zamanlar daha örtülü olmayan başına yapma papatyalardan örülmüş bir taç takmıştı; çiçeklerin plastik güzelliği en az çif­ tin mutluluğu kadar sahteydi. Peri düşüncelerinden sıyrıldı. Annesinin elini yakala­ dı, hafifçe sıktı. Selma da kızının elini tuttu, sımsıkı. Ok de­ fa birbirlerine böyle yakınlaşmışlardı. Her zaman saplantı­ lı, aşın takıntılı ve gereksiz yere gözü yaşlı biri olarak gör­ düğü bu kadının kendine ait içsel bir direnci olabileceği gel­ di Peri’nin aklına. Kızının içinden geçenleri sezmişçesine, “İmanlı insanım ben” dedi Selma. “Allah’a sığımnm. Başımıza gelenlerin bir nedeni var mutlaka. Biz bilmesek de O biliyor.” Yanaklarındaki pembelikten, gözlerindeki kıvılcımdan an­ nesinin samimiyetini görebiliyordu Peri. Selma öyle içten bir teslim iyetle yaklaşıyordu ki inanca, âciz değil adeta daha güçlü çıkıyordu. Evet, doğru, din hep erkekleri kayırıyordu. Ama annesi gibi imkânları sınırlı kadınlara ekstra bir me­ tanet ve kudret de veriyor olabilir miydi acaba? Ertesi gün, Peri, aklında yanıtlarını bulamadığı birbirinden çetrefil soru­ larla İngiltere’ye döndü.
{ "page": 197, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
İstanbul, 2016 Telefonu kapatır kapatmaz hızla yemek inananına döndü Peri. Annesinden Şirinin telefim numarasını alamadığı için düş kırıklığına uğramıştı. Gerçi ona ne diyeceğine, doğru söz­ cükleri bulsa bile Şirin’in dinleyip dinlemeyeceğine dair en ufak fikri yoktu. Geçmişte, Örfim i Üniversitesini bıraktık­ tan sonra birkaç kez aramıştı Şirini. Ama skandalin üzerin­ den az zaman geçmişti. Aralarında açılan yara henüz tazey­ di. Şirin onunla konuşmak istememişti. Bunca sene sonra af­ fetmiş miydi, bilmiyordu Peri. Yemek salonuna girdiğinde reklamcı kadını içki dolabının yanında dikilirken buldu. Belli ki onu bekliyordu. “Sen yokken kardeşim i aradım* dedi kadın; dudakla­ rı gülümsese de gözleri donuktu. “Onunla aynı zamanlarda Ozford’da bulunman ilgisini çekti. Eminim, ikinizin ortak ta­ nıdıkları vardır.* Peri aynı ciddiyetle karşılık verdi. “Ozfbrd büyük bir yer.* Kadın duymazdan gelerek devam etti: “Ona şu skandala karıyın hocayla çekilmiş bir fotoğrafının olduğunu söyledim. Çok şaşırdı* Soluğunu tuttu Peri. Yüzü dingin kalsa da, bakışları kay­ gısını açık ediyordu. “Profesörün adı neydi? Kardeşim söyledi ama unuttum.* “Azur” dedi Peri usulca; isminin harfleri dudaklarını yaktı ateşten damlalar gibi.
{ "page": 198, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
201 “Hah, aynen! TVıhaf bir isim olduğunu biliyordum!* Söyle­ diğini vurgulamak istercesine parmaklarını şıklattı. "Şeyy, kardeşim merak etti... sana sormamı istedi, Azuı'un öğrenci­ si miydin?” “Hayır, profesörü pek tanımazdım* dedi Peri hiç duraksa­ madan. “Fotoğraftaki kızlar öğrencileriydi. Ben sadece onla­ rın arkadaşıydım. Zaten koptuk gittik.* “Yaa, öyle mi?” dedi kadın; hayal kırıklığı belli olsa da işin peşini bırakmaya razı değildi. “Faeebook’u dene. Ben bütün üniversite arkadaşlarımı öyle buldum vallahi, hatta ilkokul- dakileri bile. Nohutlu pilav günlerimiz filan oluyor...* İşgalci bir düşman ordusu gibi özel hayatını ve geçm işi­ ni yağmalayan bu can sıkıcı kadından kurtulmak hevesiy­ le başını salladı Peri. AzuFun ismini -başarılarını, ödülleri­ ni, kitaplarını, fotoğraflarım, söyleşilerim - kaç kez internet­ ten bulup okumuştu halbuki. Tabii skandali da. Her şey ora­ da yazılıydı. Bir daha silinmemek üzere işlenmişti sanal or­ tama. Bunların hiçbirini anlatmayacaktı tabii ki kadına. “Kardeşim dedi ki, bu profesörün dersini alan bir Türk kı­ zı varmış o zamanlar. Bütün şehrin diline düşmüşler. Öyle diyor.* Aralarında soğuk bir hava esti. “Ne demek istiyorsun?* di­ ye sordu Peri; sesi de, bedeni de kaskatı. “Hiiiç, sadece merak ettim* dedi reklama kadın pişkin piş­ kin. Berduş geldi bir an Peri’nin gözünün önüne. Sıska bede­ ni, insanın içine işleyen gözleri, egzamalı elleri, Bally kokla­ yışıyla. Ayrıcalıklı konumuna ve parasına rağmen, bu kadın da ondan daha az bağımlı değildi. Kendi hayatından bir sü­ reliğine kaçabilmek için, başka insanların mahremiyetini de­ şiyor; sırlar ve dedikodularla dolu bir torbanın içine burnunu sokup soluyor, soluyordu. “Keşke sana anlatabileceğim daha ilginç şeyler olsaydı*
{ "page": 199, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
202 dedi Peri; “ilginç” kelimesi kısacık bir an duraklattı onu. “Sı­ radan bir öğrenciydim ben, öyle skandallara filan karışmak için fazla sessiz sedasız bir tiptim.” Reklama kadın, sahte bir empatiyle dudaklarım büzdü. “Kardeşinle bir daha konuştuğunda, başka biriymiş der­ sin.” “Ah, tabu ki.” Böylece masaya döndüler. Yemeğin geri kalanı boyunca ka­ dınla göz temasından kaçmdı Peri. Ona yalan söylediği için kötü hissetmiyordu kendini. Geçmişini bir yabancıya, hele de dedikodular ve skandallar peşinde koşan akbaba-türünden- bir-yabanaya, ifşa edecek değildi. Tam olarak yalan da sayılmazdı aslına bakılırsa. Ne de ol­ sa bugün olduğu kadından çok farklı bir Peri’ydi gençliğinde. Değişmişti. Bir zamanlar, Profesör Azur isminde bir adamın önce öğrencisi, sonra da felaketi olan kız o değildi de başka­ sıydı sanki...
{ "page": 200, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
Akşam koşusu O rford, 2000 Okula döner dönmez Peri derslerine gömüldü. Bekâret muayenelerinin yaşandığı bir ortamdan kalkıp, çiftlerin ra­ hatça el ele dolaşıp öpüştükleri, cinselliğin tabu olmadığı bir yere gelmek kafa karıştırıcıydı. Zaten onun kafası hep ka­ rışıktı ya! Sabahlan, alıştığı orta şekerli, bol köpüklü Türk kahvesine benzemeyen filtre kahvesini alırken insanlan in­ celerdi. Yüzlerinde dalgın ifadeler, ellerinde kitap defterleriy­ le bir binadan diğerine koşturan öğrencilere ve hocalara ba­ kar, “içlerinden kaçı dünyanın başka yerlerinde hayatın neye benzediğini biliyor acaba?* diye merak ederdi. Oxford’m -y a da herhangi bir yerin - arzın merkezi olduğunu zannetmek ne kadar kolaydı. Çarşamba günü, akşam karanlığı çökerken kütüphane­ den çıktı. Neredeyse üç saattir okuyordu; beyni tıka basa bir sürü düşünceyle doluydu. Bazen bütün okuduklarını, duyup gördüklerini zihnindeki mahzenlerde topluyonnuş gibi geli­ yordu Peri’ye; orada incelenip elden geçiriliyor, sonsuza dek saklanacakları bölümlere yönlendiriliyorlardı. Yani insa­ nın, kendi beyninin tam olarak ne bildiğini bilmemesi pekâlâ mümkündü. •• Koşuya çıkmaya karar verdi. Ödünç aldığı kitapları bıra­ kıp, ayakkabılarını değiştirmek üzere odasına uğradı. Sonra temposunu yavaş yavaş artırarak Hollywell Sokağı’ndan aşa­ ğı koşmaya başladı. Yüzüne çarpan meltemden hoşnuttu.
{ "page": 201, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
204 Karanlıkta göz kırpışlan andıran reflektörleriyle bisiklet­ liler geçti. İnsanlar her yere -dükkânlara, restoranlara, ders­ le re - bisikletle gidiyorlardı; hele kıdemli bocalan, rüzgârda uçuşan cüppeleriyle, bisiklet üstünde görmek PerTnin en ho­ şuna giden manzaralardan biriydi O da bir bisiklet edinmiş­ ti ama birkaç kez üzerinde dengesini kaybetmişti. Öğrenme­ si gereken şeylerden biriydi bu da — tıpkı muthı olmak gün. Her zamanki rotasından çıkarak, «umum terk edilmiş hissi veren sokaklar ve yollar boyunca koştu, tmınsîz kış bitkileri­ nin kokusunu içine çekerek bir köşeyi döndü. Aniden durdu, soluk soluğaydı. Kendini duvardaki bir posterle burun buru­ na buldu. O ziord Ü niversitesi sunar: TANKI TARTIŞMASI Profesör Robert Fovrler, Profesör John Peter ve Profesör A. Z. Azur Çağımızın en parlak dimağlarının bu müthiş tartışmasını Peri’nin güzleri kocaman açıldı. A. Z. Azur. ŞirinTu bayıldı­ ğı profesör buydu işte. Posterde yazan gün, saat, yere baktı. Bugündü. Saat beşte. Doğa Tarihi MüzesTnde. Panel çoktan başlamıştı. Mekân, en azından bir kilomet­ re uzaktaydı. Yetişse bile bileti yoktu. Bilet bulma ihtimali varsa bile üstünde para yoktu! Velhasıl içeri nasıl gireceği­ ne dair hiçbir fikri olmamasına rağmen hemen oracıkta ka­ rar vererek yönünü müzeye doğru çevirdi, derin bir nefes ahh ve başladı son sürat koşmaya. Öylesine hevesli ve kararlıydı Azur denen bu adam kimin nesiymiş anlamaya.
{ "page": 202, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
Üçüncü yol Oxförd, 2000 Peri, dağılmış saçlan ve alnında boncuk boncuk ter dam­ lalarıyla hedefine ulaştığında güneş, ardında kehribar rengi basık bir gökyüzü bırakarak çoktan batmıştı. “Bir bilim ka­ tedrali9 olarak tasarlanmış görkemli neo-goflâk binaya soluk soluğa yaklaştı. Qxford’da mimari iki kategoriye ayrılıyordu: hatırlayan ve hayal eden. Doğa Thrihi Müzesi aynı anda hem hatırlayıp hem hayal edebilen eserlerdendi. Çakıl taşlarını ezerek yürürken, binayı hayranlıkla seyretti Peri. Ana girişte, sırtlarında parlak mavi gömlekler ve yüzlerin­ de sıkılmış ifadelerle, biri kız, biri oğlan, iki görevli öğrenci duruyordu. “Tartışmayı izlemek için geldim* dedi Peri, nefesini topar­ lamaya çalışarak. “Biletin var mı?* diye sordu oğlan. Kızd saçlı, kepçe kulak­ lı, sırık gibi bir tipti. Çenesi biraz çıkıktı. “Ee... hayır* dedi Peri kaygıyla. “Cüzdanım da yanımda değil.” “Olsa da fark etmezdi.” Başım iki yana salladı oğlan. “Haf­ talar önce tükendi biletler.* Kendini tutamadı Peri. “Ya, ama ta buraya kadar koştum!* Kız, Peri’nin içtenlikle verdiği bu yanıt karşısında anlayış­ la gülümsedi “İnan ki bitmek üzere zaten, geç kaldın.* Bir umut ipliğine tutunarak, “Büç değilse bir göz atabilir miyim?” diye sordu Peri. Kız omuz silkti. İtiraz etmedi. Ama oğlan izin vermedi.
{ "page": 203, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
206 “Olmaz, kurallara aykırı" dedi, beklenmedik şekilde kendi­ ni otorite konumunda bulan ve bundan sonuna dek faydalan­ maya kararlı birinin çıkara ses tonuyla. “Tartışmanın tamamı kaydediliyor. Daha sonra ücretsiz gösterimi olacak" dedi kız. Peri tatmin olmamıştı. Yine de başını salladı. “Peki, teşek­ kürler." Arkasını döndü. Lambaların solgun ışığında somurturken, hayal kırıklığına uğramış bir çocuğu andırıyordu. Birisi ona içeri girmeyi neden bu kadar çok istediğini sorsa verebilece­ ği tek yanıt vardı: sezgi, içinden bir ses, bunca zaman aklı­ nı kurcalayan sorulardan önemli bir kısmının bu panelde ele alındığını söylüyordu. Bu sezgiden cesaretle, anayola doğru gitmek yerine oyalandı; bir yan kapı bulmak ümidiyle bina­ nın etrafında dolandı. Omzunun üstünden girişe doğru tek­ rar baktığında beklenmedik bir şey fark etti: Görevli kız ar­ tık orada değildi. Öteki görevli oğlan ise birkaç saniye bekle­ di, sonra binaya girip gözden kayboldu. Peri ani bir dürtüyle harekete geçti. Kapının korumasız kalmasından faydalanarak müzeye girdi. Her zaman kural­ lara riayet ederdi halbuki. Birden deli cesareti gelmişti üze­ rine. içeride dikkatle ilerledi; görevli oğlamn her an bir köşe­ den atlayıp onu dışan atmasından korktuğu için bütün du­ yulan tetikteydi. Ama kimse yolunu kesmedi. TANRI TAR­ TIŞMASI yazan işaretleri izleyerek kısa 6ürede kendini bü­ yük, kalabalık bir salonda buldu. Öğrencilerden ve akademisyenlerden müteşekkil bir izle­ yici topluluğu sıkışık sıralarda pürdikkat oturmuş, bakışla­ rını sahnedeki dört kişiye dikmişlerdi, içlerinden biri BBC’de çalışan tanınmış bir gazeteciydi; tartışmanın moderatörlüğü- nü üstlenmişti. Diğer üçü konuşmacıydı. Peri onlan dikkatle inceledi; hangisinin Profesör Azur olduğunu o kadar çok me­ rak ediyordu ki! Başladı dinlemeye.
{ "page": 204, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
207 ilk profesörün -zek i bakışlı, çekik gözlü, cılız bir adam - başı keldi. Galiba ne zaman hoşuna gitmeyen bir şey duysa hafif kırlaşmış sakalım çekiştiriyordu. Gri takım elbise, pem­ be kareli gömlek, kırmızı pantolon askısı, ince gülümseme­ sinin altından ara sıra kaçıveren hafif kavgacı ve nobran bir hali vardı. En yaşlıları olan diğer profesörün yüzü yayvan, yanakla­ rı al, saçlan seyrekti. Heyecanlandığında içine çekmeyi unut­ tuğu koca bir göbeği vardı. Üzerindeki kızıl-kahve ceket ada­ ma ya dar geliyor ya sıkıntı veriyor olmalıydı, zira kambur oturuşundan ve dağınık bakışlarından rahatsızlık okunuyor­ du. Sahneye çıkıp Tann tartışmaktansa torunlarıyla evde za­ man geçirmeyi tercih edecek tonton bir dede izlenimi bırak­ mıştı Peri’de. Üçüncü konuşmacı ise diğerlerinden ayn olarak moderatö- rün solunda tek başına oturuyordu. Sanya çalan kahverengi dalgalı saçlan omuzlanna dökülüyordu; iri, neredeyse hey­ betliydi burnu. Çenesi köşeli, alm genişçeydi. Saklı bir gü­ lümsemeyle seyircileri süzerken, gözlük camlannın ardında uzak yıldızlar gibi ışıldıyordu gözleri. Yaşım kestirmek zorsa da, fiziği ve duruşu diğerlerinden daha genç olduğunu ele ve­ riyordu. Peri, Şirin’in anlata anlata bitiremediği profesörün bu olduğundan emindi. “Muhteşem bir tartışma dinledik. Kışkırtıcı, düşündürü­ cü fikirler duyduk. Kendim ve herkes adına konuşmacılan- mıza teşekkür ediyorum” dedi nihayet moderatör. Yorulmuş bir hali vardı. Akademik kibarlık cilasının altında gerginlik­ ler yaşandığını sezen Peri, kendisi gelmeden önce neler ko­ nuşulduğunu merak etti. “Şimdi söz hakkını dinleyicilere verme zamanı. Bazı temel kuralları hatırlatayım: Sorularınızı kısa ve öz tutun. Lüt­ fen seyyar mikrofonu bekleyin, konuşmaya başlamadan ön­ ce kendinizi tanıtın.”
{ "page": 205, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
208 Bir heyecan kıpırtısı, tıpkı bir buğday tarlasını yalayıp ge­ çen esinti gibi yayıldı salona. Birkaç el derhal fırladı havaya; cesur ve atak olanlar belliydi. Bk sözü bir erkek öğrenci aldı. Kendini kıaara tanıttıktan sonra, Antik Yunan ve Eski Bosna’dan başlayıp Ortaçağ’a ka­ dar uzanan bir tarih ve felsefe incelemesine girişti. Her za­ man çıkardı böyleleri. Soru sormaktan ziyade kendi nutukla­ rını atmaya hevesli birkaç seyirci olurdu. Oğlan Rönesans’a vardığında dinleyenler huzursuzlanmaya başlamıştı; gaze­ teci araya girdi. "Ihmam da, soru sormaya niyetiniz var mı, yoksa bize vaaz mı vereceksiniz?" Kahkahalar yükseldi. Öğrenci kızardı; nihayet -h â lâ bir soru sormamış halde- mikrofonla vedalaşabildi. Tabii gönül­ süzce. Ayağa kalkan bir sonraki kişi siyah cüppeli bir din ada­ mıydı; belki bir Anglikan rahibiydi, Peri onlan birbirlerinden ayıramıyordu. Paneli dinlemekten keyif aldığım ama ilk ko­ nuşmacıya katılmadığını söyledi. Dinin özgür tartışmaların önünde engel teşkil ettiği savı doğru değildi, Hıristiyan kili­ sesinin tarihi karşıt örneklerle doluydu. Oxford da dahil ol­ mak üzere, Avrupa’daki birçok üniversitenin tohumlan teo­ loji üzerinden atılmıştı. Yani dini kurumlar üniversitelere ev- rilmiştL Ateistlerin kendi görüşlerini belirtmeye haklan var­ dı ama gerçekleri saptırmamak şartıyla. Peri anladı ki kel kafalı, sakallı profesör ateistti. Onunla din adamı arasında kısacık bir tartışma geçti. Profesör, dinin özgür tartışmanın yandaşı olmak bir yana, ezeli düşmanı olduğunu söyledi. Spinoza hahamların öğretilerini sorguladığında kim­ se filozofun akhna övgüler yağdırmaınışti; aksine, onu sinagog­ dan ihraç etmişlerdi. Aynı davranış kahhı Hıristiyanlık ve İs­ lam tarihlerinde de mevcuttu. Kendini bilime ve açık fikirlili­ ğe adamış biri olarak dinin sultası altına girmeye niyeti yoktu. Mikrofona ıranan bir sonraki dinleyici orta yaşh, zarif bir
{ "page": 206, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
209 kadındı. İhrih boyunca dini otoriteler tarafından yargılanan Doğulu ve Batılı filozoflardan örnekler verdi; bilim ile dînin katiyen yan yana duramayacağım söyledi. O da ikinci profe­ söre verdi veriştirdi. Peri anladı ki tonton görünümlü konuş­ macı, dindar bîr akademisyendi Ateist meslektaşı kadar güçlü bir hitabet yeteneği olmasa da, yoğun bir İrlanda aksamyla konuşan ve her kelimeyi tadı çıkarılmamı gereken leziz bir yiyecekmiş gibi ağzında dolaştı­ rıp vurgulayan ikinci profesörün yumuşak ama bezgin bir üs­ lubu vardı. Din ile bilim arasında kan uyuşmazlığı olmadığı­ nı iddia etti. Kendi alanlarında mahir kimi bilim insanları­ nın, özel hayatlarında son derece inançh olduklarım biliyor­ du. D anrinln de kendini ateist olarak görmediğini sözlerine ekledi. Günümüzde “sarsılmaz ateist* olarak yüceltilen bir­ çok bilim insanı aslında teistti. Bn arada, boş bir koltuk bulamayan Peri bir duvara yas­ lanmıştı. Saçlan alnına dökülen ve avucunu çenesine daya­ mış halde oturan, her konuşmayı dikkatle dinleyen Azuı'u inceliyordu. Bu konumda uzun süre kalamayacaktı profesör. Zira bir sonraki soru ona yöneltilecekti. Ön sıradan genç bir kadın ayağa kalktı. Geriye attığı omuzlan ve tavandan vuran ışığın altında parlayan simsiyah atkuyruğuyla dimdik duruyordu Arkadan bakınca bile he­ men tanımıştı Peri on u Şirin’di bu! “Profesör Azur, ben kendimi özgür, bağımsız bir ruh adde­ diyorum. İçine doğduğum dinle, kültürle-biçbir zaman barı­ şık olamadım. Din konusunda ahkâm kesenlerin ukalalığına dayanamıyorum. Hahamların, rahiplerin, imamların emin tavrından da hoşlanmıyorum. Basmakalıp laflar bana göre değiL Pardon «m «t hiç işim olmaz. Sizin kitaplarınızda öfke­ mi ve eleştirilerimi anlayan bir ses buluyorum. Hassas konu­ lara tf»w»«mqn önyaıgısız bakabiliyorsunuz. Eserlerinizi ya­ zarken aHmızda nasd bir okuyucu vaı?”
{ "page": 207, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
210 Azur kadifemsi bir tebessümle başını yana eğdi. Sesi din­ gin; jestleri vurgulu, akıcı ve boldu. Ama Peri, profesörün söylediklerinin çoğunu kaçırdı. Zira tam o esnada mavi bir gömlek ilişti gözüne. Dışarıda gördüğü kızıl saçlı, kepçe ku­ laklı görevliydi bu. Öğlanm kendisini aradığından korkarak duvara doğru iyice büzüştü. Oysa genç adam, yüzünde su gö­ türmez bir husumet ifadesiyle, ters ters sahneye bakıyordu; gözünü özellikle bir konuşmacıya dikmişti: Azuı'a! Şirin oturur oturmaz aynı oğlan ileri atılarak mikrofonu kızın elinden kaptı. Aralarında tuhaf bir gerilim yaşandıysa da Peri bulunduğu yerden tam olarak anlayamadı. “Profesör Azuı'a benim de bir sorum var!” diye bağırdı oğlan. Azur'un yüzü karardı. Başını ağır aksak sallayışından genç adamı tanıdığı anlaşılıyordu. “Dinliyorum Troy” dedi buz gi­ bi bir sesle. “Profesör, ilk kitaplarınızdan birinde, sanırım İkiliği J&rm’da, ne ateistlerle ne teistlerle tartışmaya girmek istedi­ ğinizi yazmıştınız. Ama şimdi bakıyorum da tam da bunu ya­ pıyorsunuz! Yoksa karşımda bir klon mu var? Ne değişti? O zaman mı yanılmıştınız, yoksa şimdi mi hata yapıyorsunuz?” Soğuk bir özgüvenle baktı Azur oğlana. “Sözlerimi eleşti­ receksen evvela doğru alıntı yapmalısın. Ateistlerle ve teist­ lerle asla tartışmam demedim. Benim dediğim...” Tek kaşı­ nı kaldırdı hınzırca. “Kimsenin yanında var mı kitap? Ne de­ miştim bakayım.” Kahkahalar patladı. M oderatör hemen bir kitap uzattı. Azur aradığı sayfayı çabucak buldu, “işte burada!” Usulca boğazım temizleyerek -hem de bunu teatral bir şekilde yapa­ ra k - okumaya başladı: “Katı teistlerin de, katı ateistlerin de Kesinliğin Egemen­ liğimi terk etmeye hazır olmadığını defalarca görmüşsünüz - dür. Bu iki kesim arasındaki anlaşmazlık , tekerrürden iba­ retti r. Birbirlerine aynı lafları döne döne tekrar eder durur ­
{ "page": 208, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
211 lar. Bu bir nakaratlar döngüsüdür. Tanrı’nın var olup olma­ dığı tartışması kadar gereksiz , anlamsız ve sığ pek az tartış­ ma mevcuttur. Buna tartışma denemez aslında " Azur, kita­ bı kapatmadan önce boynunu uzatarak seyircileri taradı göz­ leriyle. Gerisini aklından okudu. “Entelektüel bir tartışma­ ya girmek âşık olmak gibidir. Öyle ki bittiğinde değişirsiniz, başka bir insan olursunuz. Karşınızdaki kişi de değişir tabii. Eğer fikrinizi gözden geçirmeye hazır değilseniz, kimseyle hiçbir konuda tartışmaya girmeyin. Sadece değişime açık in­ sanlar gerçek anlamıyla münazara edebilir. Yoksa egolarımız zihnimizi kapatır, illaki haklı olma arzusuyla konuşanlar as­ la diyalog kuramazlar. Geçmişte söylediğim buydu, şimdi de aynısını söylüyorum.” Yer yer alkışlar yükseldi dinleyicilerden. Moderatör atıldı: “Korkarım zamanımız bitmek üzere. Dinleyicilerden son bir soru alalım.” Yaşlı bir adam ayağa kalktı. “Saygıdeğer hocalarım ıza Tann üzerine yazılmış en sevdikleri şiir hangisidir diye sor­ sam... inanıp inanmamalannın bir önemi yok.” Dinleyiciler heyecanla kıpırdandılar oturduklan yerde. “Benim en sevdiğim şiir, gününe göre değişir” dedi ateist profesör. Lord Byron’ın Prometheus’ undan birkaç dize okudu. “Şiir ezberleme konusunda hiç iyi değilimdir” dedi dindar profesör. O da T. S. Eliot’tan birkaç dize aktardı, hatırlayabil- diğince. Sıra ona geldiği halde bir süre sessiz kaldı Azur. “Benim­ ki Acem diyannm kadim şairi Hafız’dan” dedi. O kadar alçak sesle konuşuyordu ki, pek çok dinleyici gibi, Peri de onu du­ yabilmek için öne eğildi. Ben Tanrı’dan o kadar çok şey öğrendim ki Artık kendimi ne Hıristiyan, ne Hindu, ne Müslüman, ne Budist, ne Musevi addediyorum...
{ "page": 209, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
212 Hakikat bana o kadar çok açddı ki Artık kendimi ne erkek, ne kadın, ne melek, Ne de hatta sa f bir ruh sayıyorum ... Azur bu mısraları okurken gözlerini kaldırıp, seyircilerin üstünden ötelere baktı. O an Peri çok tuhaf bir hisse kapıldı. Sanki bu sözler, bu dizeler kendisi için sarf edilmişti. O ka­ dar çok evhamı, endişesi, korkusu vardı ki ileride ne olacağı­ na dair, bugünü yaşayamıyordu bile. Moderatör belli etmemeye çalışarak saatine göz attı. “Ko­ nuşmacıların her birinden son bir cümle alacak kadar zama­ nımız kaldı. Baylar, görüşlerinizi birer cümleyle özetlemenizi istesek ne dersiniz?” Ateist profesör şöyle dedi: “Ben bilinen bir alıntıyı tekrar­ layarak bitirmek istiyorum: Din, karanlıktan korkanlar için uydurulmuş bir peri masalıdır .* “O halde, ateizm de aydınlıktan korkanlar için uydurul­ muş bir peri masalıdır* diye karşılık verdi dindar Katolik profesör, İrlanda aksanıyla rleri hafifçe bastırarak. Bütün başlar Azuı'a döndü. “Ben peri masallarım severim* dedi haylaz bir ifadeyle. “Meslektaşlarımın her ikisi de ya­ nılıyor. Biri inancı yok etmek istiyor, diğeri kuşkuyu. Anla­ yamadıkları şey şu ki, insanın insan olmak için hem inanca hem kuşkuya ihtiyacı var. Onlar mutlaklık arıyor, bense di­ yorum ki mütereddit olmak nimettir. Mutlaklık donuk zihin­ lerin eseridir. Arayışlar ve kafa karışıklıkları ise zekâ belir­ tisidir. Bir mutlaklıktan bir başka mutlaklığa, bir katılıktan bir başka katılığa savrulmak zorunda değiliz. Bir üçüncü yol daha var! İkilemlerin ötesinde bir başka diyar. Orada buluşa­ biliriz.* Azuı'un söylediklerinin yeni bir tartışmayı ateşlemesinden endiy>lep«>ıı moderatör hemen atıldı: “Vb tam bu noktada, de­ ğerli konuklarımıza teşekkür ederek panelimizi bitirmek is-
{ "page": 210, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
tiyonım .” Bu etkinliğin gerek Ingiliz, gerek Ozford tartışma geleneklerine mükemmel bir örnek olarak samimi, sansürsüz geçtiğini ekledi. “Konuşmacılarımızı sıcak bir alkışla uğurla­ yalım." Dinleyiciler uzun süre alkışladılar. Derken nihayet sesler dindi. Profesörlerle konuşmaya hevesli olanlar önlere doğru geçmeye çalışırken, diğer dinleyiciler de aralarında fisıldaşı- yorlardı. Geri kalanlarsa çıkışa doğru yönelmişlerdi. Peri sağda solda konuşulanlara kulak kabartarak güruhla birlikte ağır ağır ilerledi. Tam salondan çıkmadan önce arka­ sına dönerek sahneye bir bakış firlattı. Daha yaşlıca iki pro­ fesör birkaç tanıdıkla sohbet etmekteydi, moderatör notları­ nı evrak çantasına tıkmakla meşguldü. Dördüncü koltuğun, yani Azuı'unkinin önünde ise hayranlarından oluşan uzunca bir kuyruk vardı. Peri kalabalıktan göremese de biliyordu ki Şirin de aralanndaydı.213
{ "page": 211, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
Tehlike ikazı lstanbuMDxford, 2001 ilk dönem, nasıl geçtiğini bile anlayamadan bitmişti. Yıl­ başı tatili için eve dönen Peri, babasının sağlığının kötüleş­ tiğini ve annesinin temizlik merakının saplantı düzeyine sıç­ radığım fark etmemiş gibi davrandı. Yılbaşı gecesi, baba kız televizyon karşısında oturdu, bir yandan kestane yiyip, bu­ yandan dansöz seyrettiler - Mensur’un geleneksel yeni yıl kutlama biçimi. Selma her zamanki gibi erkenden odasına çekildi - uyumak için değil, dua etmek için. Umut da, Ha­ kan da evden ayrıldıklarından bir tek ikisi kalmışlardı, baba- kız; tıpkı eski günlerdeki gibi. Aralarındaki sessizliğin ken­ dine özgü bir dili varmış gibi konuşmadan oturdular. Sadece ikisine has o eski alışkanlıkları özlemişlerdi - deniz kıyısın­ da miskin yürüyüşleri, menemen yapmayı, penceredeki kak­ tüsün yanı başındaki portatif masada tavla oynamayı.. Bir hafta sonra Ozford’a döndü Peri. İstanbul’a art arda iki kez seyahat etmek bütün parasım bitirdiğinden, yan-za- manlı bir iş bulmaya kararlıydı. Aklında bir şey daha vardı: Profesör Azur ile tanışmak!
{ "page": 212, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
215 aldı. Metal çerçeveli gözlüğü ve her daim zor bir denklemi ka­ fasında çözmeye çalışıyormuş gibi dalgın bir hali olan Dr. Ray- mond kısa boylu, asık çehreli bir adamdı. Denetimindeki her öğrenciyi entelektüel kaynaklarını en mükemmel şekilde kul­ lanmasını sağlayacak programı bulmaya teşvik ettiğini söyler­ d i Öğrenciler ona bu yüzden Bay Teşvik lakabım takmışlardı. Dr. Raymond Peri’ye ikinci yılında hangi dersleri alması gerektiği konusunda uzun uzun nasihat verdi. Çok da esnek­ lik söz konusu değildi aslında, tzin verilen birkaç seçmeli dı­ şında program neredeyse sabitti. “Almak istediğim bir ders daha var. Herkes harika olduğu­ nu söylüyor” dedi Peri. “Yani herkes değil de bir arkadaşım öyle diyor.” “Peki, hangi dersmiş bu?” diye sordu Dr. Raymond, gözlü­ ğünü çıkarırken. Yıllar içinde öğrencilerin birbirlerini yanlış yönlendirdiğine defalarca tanık olmuştu. Birine “harika” ge­ len ders, bir diğerini perişan edebiliyordu. Zaten gençler ha bire fikir değiştirmekte mahirdi. En sevdikleri beş şarkı her hafta nasıl farklıysa, dersler hakkındaki fikirleri de öylesine oynaktı işte. Dönem başında göklere çıkardıkları bir dersi dö­ nem sonunda yerin dibine batırabiliyorlardı. Okuldaki yirmi üç yıllık hocalığı sonunda öğrenci takımına fazla seçenek ver­ memenin daha doğru olduğuna kanaat getirmişti. Seçenek ve kafa karışıklığı yapışık ikizler gibiydi. Danışmanının aklından geçen düşüncelerden habersiz, Peri devam etti: “Tann üzerine bir seminer. Profesörün adı Azur. Tanıyor musunuz?” Dr. Raymond’ın gülümsemeye sabitlenmiş dudakları nere­ deyse algılanamayacak kadar küçük bir hareketle aşağı kıv- nldı. Rahatsızlığını ele veren tek şey, bir kaşının hafifçe se­ ğirmesi oldu. “Tanıyorum tabii; tanımayan var mı ki?” Peri bir an durakladı. Ingilizler üstü kapalı konuşmakta us­ taydı - bir sürü kültürel kod, çöz çözebilirsen. Türkler gibi öf­
{ "page": 213, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
216 keyi öfkeyle, kıskançlığı kıskançlıkla, hiddeti hiddetle ifade et­ miyorlardı ki. Hayır, onların konuşmaları katman katmandı. Bu arada Dr. Raymond, hassas bir konuyu irdelemenin en usturuplu yolunu arıyordu. Yeniden konuştuğunda her söz­ cüğü dikkatle seçti, tane tane söyledi. Tıpkı somurtkan bir çocuğa hayatın nahoş gerçeklerini izah eden bir baba gibi. “Bak Peri, bu seminerin senin için doğru tercih olacağından emin değilim.” “Ama seçmeli listesinde olduğu sürece ilgimi çeken herhan­ gi bir dersi alabileceğimi söylemiştiniz; bu ders de listede.” “Hımm... Bana bu dersi niçin almak istediğini anlatabilir misin?” “Dersin konusu önemli benim için... ailevi nedenlerle.” “Ailevi nedenler mi?” “Evet, Tann tartışmalı bir konu evimizde. Ya da din demek daha doğru. Annem ve babam zıt görüşlere sahipler. Bense bu konuyu bilimsel ve akademik açıdan çalışmak istiyorum. Tarafsızca.” Dr. Raymond gırtlağım temizledi. “Dünyanın en büyük ki­ tap koleksiyonuna sahip olmak gibi bir şansımız var burada; Tann baklanda dilediğin kadar okuyabilirsin.” “Ama bunu uzman bir profesör rehberliğinde yapmak da­ ha iyi olmaz mı?” Dr. Raymond bu soruyu yanıtlamak istemedi. “Burada söz konusu olan profesör... eee... Azur... son derece bilgili, dona­ nım lı... ama öğretme teknikleri, alışılm ışın biraz dışında. Yani öğrencileri ikiye bölen bir ders bu: Bazılan çok seviyor ama bazılan da aşın mutsuz oluyor. Sonra bana gelip şikâyet ediyorlar.” Peri kıpırdamadan oturuyordu. Tuhaftır, danışmanının is­ teksizliği onun merakım daha da artırmıştı; artık iyice he­ vesliydi bu dersi alma konusunda. “Unutma ki bu küçük bir sınıf. Azur az sayıda öğrenciyi ka­
{ "page": 214, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
217 bul eder; sonra da onlardan bütün seminer serisini iki dönem içinde bitirmelerini bekler. Çok çalışmak gerek.” “Çalışmaktan imtina etmem” dedi Peri. Dr. Raymond iç geçirdi. “Peki, gidip Azurfa konuş, dersin yazılı tanımını göstermesini talep et.” Usulca ekledi: “Tabii eğer bir ders tanımı varsa.” “Ne demek istiyorsunuz hocam?” Dr. Raymond duraksadı, genelde güleç olan yüzünde bir huzursuzluk dolaştı. Derken, Ozford’da bunca yıl daha evvel hiç yapmadığı bir şeyi yaptı: tik kez bir öğrencinin yanında bir meslektaşının arkasından olumsuz konuştu. “Bak, Profe­ sör Azur biraz sıra dışı, tuhaf biri olarak bilinir. Kurallara uy­ maz. Öğrencileri zorlar. Onun gibi ‘dâhilerin’ sıradan insanla­ rın kural ve kaidelerine uyması gerekmediğim düşünür.” “Peki...” dedi Peri merakla, “doğru mu?” “Ne doğru mu?” “Gerçekten dâhi mi?” Dr. Raymond alaycılığının yanlış anlaşıldığım fark etti. “İroni yapmak istedim.” “Şaka yani? Anlıyorum...” “Acele etme, sakin ol” dedi Dr. Raymond. Gözlüğünü yeni­ den takarak konuşmanın bittiğim işaret etti. “Önce bir bak bakalım, ders tanımım nasıl bulacaksın. Tereddüt edersen gel yine konuş benimle, başka bir seçenek buluruz. Daha uy­ gun bir ders.” Yalnızca duymak istediğini duyan Peri ayağa fırladı. “Te­ şekkür ederim hocam!” Peri çıktıktan sonra danışmam dudaklarım büzerek dü­ şünceli düşünceli durdu. Çenesi gerilm iş, burun delikleri açılmış, parmaklan çenesinin altında kenetlenmiş halde ha­ reketsizce oturdu. Sonunda, elinden geleni yaptığına karar vererek omuzlarım silkti. Eğer o şapşal kız başından büyük işlere kalkışırsa bunun tek suçlusu kendisiydi.
{ "page": 215, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
Gençlik İstanbul, 2016 “Anne ben artık gitmek istiyorum.” Deniz, Peri’nin arkasında belirmişti birden. Arkadaşı da yanındaydı, tki ergen sıkılm ış görünüyorlardı. Büyüklerin dünyasına dahil olmaya can atmakla beraber, yan odadan konuşmalara kulak kabartmaktan bunalmışlardı. “Selim bizi eve götürecek” dedi Deniz, izin istemiyor, yalnızca haber veriyordu anne babasına. Diğer kız da geliyordu, o da kendi ebeveynini haberdar et­ mişti. Planlarım yapmışlardı çoktan. “Peki tatlım” dedi Peri. Yıllardır yanlarında çalışan şoför­ leri Selim’e güveni tamdı. “Siz ikiniz önden gidin o zaman; babanla ben de fazla gecikmeyiz.” Konuklar gülümseyip gözlerini devirdiler. Ergen çocukları olanlara tamdık gelen konuşmalardı bunlar. “Ciao, kızlar!” dedi reklamcı kadın, oturduğu köşeden. “Hadi size dışarıya kadar eşlik edeyim kızlar” dedi Peri, sandalyesini geri iterek. Adnan ayağa kalktı. “Sen otur hayatım. Ben yapanm.” Göz göze geldiklerinde Adnan’ın çehresine sevgi dolu bir ifade yayıldı. Polaroid konusundaki kızgınlığı geçmişti. Ka­ patmıştı meseleyi; bu konuda başarılıydı Adnan; Peri’nin ak­ sine mazinin peşini bırakmayı bilirdi. Sorumluluk almayı se­ verdi. Böyleydi mizacı. Serinkanlı, makul bir adamdı; sorun çözmeyi sever, çözemediğinde nasıl idare edeceğini bilirdi.
{ "page": 216, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
219 Perimden ne kadar farklıydı. Peri için mazi sivrisinek ısınğı gibiydi; kaşıya kaşıya yara yapardı. Adnan ise tamir etmeye meyyaldi; kırık parçalan onanrdı - kınk insanlan da. Yoksa bana niye meyletsin diye düşündü Peri, bana karşı hissettiği çekim başka nasıl açıklanır? Kocasıyla kızı yanından geçerlerken Peri ayağa kalktı. Bazı konukların bunu yakışıksız bir hareket olarak görece­ ğini, hatta edebe aykın bulacağını bildiği halde Adnan’ı du- daklanndan öptü. "Teşekkür ederim tatlım.” Bazen kocasına küçük, sıradan şeyler için teşekkür ederken aslında çok da­ ha büyük şeyler için teşekkür ettiği hissine kapılıyordu Pe­ ri. Evet, kocasına minnettardı, onu karşısına çıkaran kade­ re de. Sayesinde skandaldan sonra kendini, bedenini ve ru­ hunu toparlamıştı. Ama “şükran” ile “aşk”ın aynı şey olmadı­ ğının pekâlâ farkındaydı. Teşekkür borçlu olsa da kocasına, âşık değildi işte. “Beni dinle Farecik, iki tür erkek vardır: kırıp dökenler ve tamir edenler. Birinci gruptakilere sırılsıklam abayı yakar, âşık oluruz ama ikinci gruptakilerle evlenir, yuva kurarız .” Ne tuhaftır ki hayat, Şirin’in teorisini haklı çıkarmıştı. Gözlerinde şefkatle kızına döndü Peri. Tam ona sarıla­ cakken kızının yüzünde Anne, lütfen yapma, bu insanların önünde olmaz mesajı gördü. “Seni seviyorum” dedi Peri alçak sesle. Deniz bir an duraksadı. “Ben de seni. Elin nasıl?” Peri kenarlarında kurumuş kan olan bandajı çevirdi, “iyi. Yarına bir şeyi kalmaz.” “Sakın bir daha böyle şeyler yapma” diye fısıldadı Deniz, sanki o endişeli anne, Peri’yse haylaz kızıymış gibi. Sonra ko­ nuklara dönüp, “Herkese iyi geceler!” dedi neşeli bir şekilde. ‘Yeter artık sigara içmeyin. Hiç iyi örnek olmuyorsunuz!” “iyi geceler'’ diye yanıtladı çeşitli seslerden oluşan bir koro. “Ah, gençlik!” dedi işadamının kansı, çocuklann arkasın-
{ "page": 217, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
220 dan. “Nasıl isterdim zamanı geri sarabümeyi. Altmışlı yaşlar yeninin kırklı yaşlarıymış, falan filan... hepsi yalan. Gençlik gibisi yok.9 “Ama hızlı yaşlanmak Doğu’ya özgü bir olay9 dedi meş­ hur gazeteci. “Batıklara baksanıza. Kırış k ın ş, ak saçlılar hâlâ yurtchşına çıkıp turistik gezi yapıyorlar. Sürüler halin­ de Ayasofya’yı gezen ya da Efes’in taşlarında kuş gibi seken Amerikalı dedeleri görünce utanıyorum vallahi. Dünyayı ge­ zen yetmişlik bir Ortadoğulu turist hiç görmedim.9 “Kendi adına konuş9 dedi işadamı. “Gencim ben.9 Karısına dönüp göz kırptı. Ama işadamının kansı telefonunda mesaj yazmakla meş­ guldü. Başım kaldırdığında yüzü ışıldıyordu. “Müjde! Med­ yum on dakikaya burada. Şimdi haberleştik.9 “Harika9 dedi reklamcı kadın, arkasına yaslanıp Peri’ye gülümseyerek. “Soracağımız çok şey var. Çocuklar da gittiği­ ne göre artık muzır konuşabiliriz. Bundan sonra sansür yok, sır »aklamak yok! Her şey ortaya çıksın!9
{ "page": 218, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
Renkli yabancı Oxford, 2001 Daha önce hiç çalışmamıştı Peri. İş aramak için bakınma­ ya nereden başlayacağını kestiremiyordu. Ama ders progra­ mının yoğunluğuna ve haftada sadece belli bir sûre çalışma­ sına izin veren öğrenci vizesinin getirdiği kısıtlamalara rağ­ men kendine bir iş bulmakta kararlıydı. Bu yüzden kalkıp, her konuda -h atta bilmediği konularda b ile - bir fikri olan hayat ve eneıji dolu arkadaşının kapısını çaldı. "İş deneyimlerini sıralayan bir özgeçmiş yazmalısın” şek­ linde görüş bildirdi Şirin. "Ama hiç deneyimim yok k i” "Eh, uydur o zaman bir şeyler! İstanbul’daki bilmem ne pizzacısmda garsonluk yapıp yapmadığını kim kontrol ede­ cek?” "Yalan söyle mi diyorsun yani?” Şirin gözlerini devirdi. "Ah, kelimeler nelere kadir! Öyle söyleyince feci geliyor kulağa. Hayal gücünü kullan, tek söy­ lediğim bu. Biyografine makyaj yap. Makyaja da karşı oldu­ ğunu söyleyecek değilsin herhalde!” Kısacık bir an için iki kadın -b iri boyalı, diğeri tamamen kozmetiksiz- birbirlerinin yüzlerine baktılar. Sessizliği Şirin bozdu. "Sana yardım etsem iyi olacak.” * * *
{ "page": 219, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
222 Ertesi sabah erken bir saatte, kapısının altından içeri atıl­ mış bir zarf buldu Peri. Besbelli Şirin onun için bir CV ha­ zırlamıştı bile. Ama ne CV! Okumasıyla arkadaşının odasına yönelmesi bir oldu; kapıyı açık bulunca içeri daldı. “Bu ne? Ben bunların hiçbirini yapmadım!” Hâlâ yatakta, başı yastığın altında gömülü haldeki Şirin’den boğuk bir yanıt geldi: “Ahhh. Biliyordum, hiçbir iyilik cezasız kalmaz.” “Şey... yardımın için teşekkür ederim” dedi Peri. “Ama be­ nim İstanbul’un en uçuk kaçık bannda garsonluk yaptığımı yazmışsın - kundaklanana kadar! Bir de Osmanlı elyazmala- n çalışmışım! Hadım ağalan ve saray soytarıları üzerine uz­ manlaşmışım. Ha, bir tane daha: Yazlan zengin bir ailenin akvaryumundaki ahtapota bakmışım!” Bu sefer somon rengi ipek pijamalan içinde doğrulup otur­ du Şirin; aynı renkteki göz bandını alnına kaldırdı. “O son kısımda biraz uçmuş olabilirim.” “Sadece o kısımda mı? Bu uydurmacanın iş bulmama nasıl bir faydası olacak?” “Bak bunlan yazmamın sebebi seni daha... ‘renkli bir ya­ bancı’ haline getirmek. İnan bana, okumuş yazmış Ingiliz- ler çokkültürlülüğe bayılırlar. Çokkültürlülük ne demek pe­ ki? Çokrenklilik demek. Senin, benim gibi tiplerin azıcık eksantrik olmasını beklerler. Eğer yabancılar biraz heye­ can -v e güzel yem ekler- getirmeyeceklerse kim ister onlan İngiltere’de?” Peri sesini çıkarmadı. “Söylesene, sence ortalama bir İngiliz senin ülken hakkın­ da ne bilir? Onlara sorsan Türkiye’de herkes ya yunuslarla yüzüp kalamar yiyordur ya da çarşaf giyip Islami sloganlar atıyordur.” Kafası bir imge seliyle dolup taşan Peri gözlerini kırpıştırdı. “Demek istediğim, ya cici bir imaj var kafalannda -güneş,
{ "page": 220, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
223 deniz, kumsal, Türk konukseverliği- ya da kasvetli bir imaj: köktendinciler, Geceyarısı Ekspresi . En eğitimliler bile klişe- lerden m uaf değil.” Şirin duvardaki lavaboda yüzünü yıka­ mak için ayağa kalktı. "İster beğen ister beğenme, benden duydukların acı gerçekler. Kültürel kalıplan alıp, onlarla eğ­ leniyorum, fena mı? Her şeyle eğlendiğim gibi.” Böylece elinde uydurmaca özgeçmişi, yollara düştü Pe­ ri. Önce dükkân camlanna yapıştınlmış "Eleman Aranıyor” ilanlan var mı diye bakındı. Yoktu. Cesaretini toplayarak bir pastaneye girip yetkili kişiyle konuştu. Kibarca reddedildi. Sonra anne babasıyla gittikleri pub*da denedi şansım. Sonuç aynıydı. Uğradığı üçüncü yer en sevdiği kitapçıydı. Sahipleri Peri’nin sorusu karşısında şaşırmış görünmediler. Öğrenciler her zaman gelip yan-zamanlı iş var mı diye sorarmış meğer. "Daha önce herhangi bir yerde çalıştm mı?” dedi adam. Peri tereddüt etti. Onlan kandırmaya içi elvermedi. “Kor­ kanın hayır. Ama kitaplan sevdiğimi biliyorsunuz.” Kadın gülümsedi. "Şanslı günündesin! Önümüzdeki birkaç hafta için bize yardımcı olabilecek bililerini anyorduk. Son­ rası için söz veremeyiz. Belki ara ara, işler çoğaldığında gene gelir çalışırsın. Ne dersin?” “Mükemmel!” dedi Peri; kulaklanna inanamıyordu. Kitapçıdan çıkarken bir kenarda, babasının en sevdiği şair olan Ömer Hayyamin R ubailerini gördü. Bu eski, gü­ zel, resimli baskıyı almadan edemedi. Dışanda yağmur atış­ tırmaya başlamıştı. İncecik, ılık damlalar moralini yükselt­ ti. Gülümsedi; CV’sini kitabın arasına koyup saatine baktı. Bir sonraki derse bir saat vardı. İşte o zaman karar verdi gi­ dip Profesör Azur^la tanışmaya ve şu meşhur Tann dersinin programım almaya.
{ "page": 221, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
Üçüncü bölüm
{ "page": 223, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
îskete Oxford, 2001 Profesör Azur’u nerede bulacağını kestiremeyen Peri, onun izini İlahiyat Bölümü’nde sürebileceğini tahmin etti. Madem Tanrı üzerine bir ders veriyordu, orada olması gerekirdi her­ halde. Böylece yola koyuldu. Ortaçağdan kalma bu görkemli bina, Oxford’daki en eski yapılardan biriydi. Birleşik kemerleri, oymalı ahşap kapılan ve payandalanyla, uzaktan bakıldığında bir mimarlık şahe­ serinden ziyade hülyalı bir ressamın fırçasından çıkmış zarif bir suluboya tabloyu andınyordu. Sanki o kadim taşlar yüz­ yıllarca süren rehavetten sıkılmıştı da, sıra dışı bir şeyler ol­ masını diliyordu. Bir beklenti asılıydı havada. Adeta. Peri içeri girdi usulca. On beşinci yüzyıldan kalma tonoz­ lu tavan göz kamaştıncıydı. Dikey pencerelerin aydınlattığı uzun koridorda, yerde bağdaş kurmuş, okuduğu kitaba dalmış bir öğrenci dışında kimsecikler yoktu. Peri’nin ayak seslerini duyunca başını kaldırıp baktı bu oğlan. Yüz hatlan pencere­ den vuran eğimli ışıkta bir an silinir gibi olduysa da hızla net­ leşti - kepçe kulaklar, kızılımsı saçlar, çilli yanaklar. Troldü. “Tanrı Tartışm asının kapısında Peri’yi durduran, sonra da içeri girip, Azur’a laf sokmaya kalkan görevli öğrenci. “Hey, merhaba” dedi Peri ihtiyatla. “Aa, n’aber?” Oğlan, Peri’yi hemen tanımıştı. “Geçen gün müzedeydin. Orada mı çalışıyorsun?” diye sor­ du Peri.
{ "page": 225, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
228 ‘Tok ya, o gün gönüllüydüm. Ben de sefil bir öğrenciyim, senin gibi.” Peri, tartışma salonuna biletsiz sızdığı için paylanmaktan korktu ama oğlan ya o gün bir şey fark etmemişti ya da şimdi konuyu açmak istemedi. Onun yerine, Peri’ye nereli olduğu­ nu, ne okuduğunu sordu. Dostane, hatta cana yakın davranı­ yordu. Ordan burdan konuşup, biraz sohbet ettiler. “Profesör Azuı'u arıyorum” dedi Peri az sonra, muhabbet durakladığında. “Odası nerede biliyor musun?” T ro/u n yüzü bir an ifadesizleşti. Tekrar konuştuğunda, se­ si sönmüş bir balon gibi boştu. “Buralarda bulamazsın. Hem niye arıyorsun ki o herifi?” Sorgulanmayı beklemeyen Peri kem küm etti. “Şeyy... fi­ kirleri ilgimi çekti de.” “Aman sakın bana, Tann dersini almayı düşündüğünü söyleme.” “Niye ki?” diye sordu Peri. “Nesi var?” “Nesi yok ki?” dedi Troy. “O adam hoca kılığına girmiş bir kurt!” “Pek sevmiyorsun, ha?” “Azur beni seminerinden attı. Utanmaz. Dava açtım. Mah­ kemeye kadar yolu var.” “Vay canına!” dedi Peri. Öğrencilerin hocalanndan resmen şikâyetçi olabileceklerini bilmiyordu. “Şey... Dersten atılma­ na üzüldüm.” Troy kaşlannı çattı. “Herkes o herife hayran ama ben deği­ lim. Bana sorarsan Azur şeytanın ta kendisi. Mefisto! Biliyor musun kim Mefisto?” “Tabii ki, FausV tan.” Nedense bir Türk kızının Goethe okumuş olmasına hem şaşırmış hem sevinmişti Troy. “Bak, sen iyi birine benziyor­ sun ama yabancısın; bu herifin ne deli kaçık olduğunu anla­ mazsın. Beni dinle. Azuı'dan uzak dur!”
{ "page": 226, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
229 “Uyarın için sağ ol" dedi Peri. Aralarında limoni bir hava esti. “Ama kendi kararımı kendim veririm.” Omuzlarını silkti Troy. “Tamam, tercih senin. Odası kendi okulunda. Merton Sokağı. Öndeki avlulu bina, soldan üçüncü kapı. Zaten girişte bir isim üstesi göreceksin.” Peri tekrar teşekkür etti. Oğlanın, “şeytan” diye nitelen­ dirdiği birinden bahsedişindeki heyecan gözünden kaçma­ mıştı. Bu Troy sanki hem hayran hem düşmandı Azuı'a. Bazı insanlar herkesin beğendiği kişileri otomatik olarak küçüm­ semeye koşullandırırlar kendilerini. İllaki farklı olmak is­ terler. Farklı görünmek! Bazı insanlar da takıntılı nefretler­ den beslenirler. Bu yüzden işte, gıcık oldukları tipleri içten içe önemser, yüceltir, hatta aslında severler. Sevgiye ve hay­ ranlığa bulaşmış nefret kadar tuhaf duygu yoktur bu âlemde. ♦ * * Profesör AzuFun odası am avutkaldınmlı yılankavi bir so­ kaktaydı. Peri bal rengi Gotik bir kemerin altından geçti. Bi­ nayı kolayca buldu. Dış duvarın her iki yanına tebeşirle kü­ rek yarışlarının sonuçlan yazılmıştı. Bir panoda hocalann isimleri okunuyordu: Prof. T. J. Patterson, Prof. G. L. Spen- cer, Prof. M. Litzinger... ve derken, Profesör A. Z. Azur. Ze­ mini taş kaplı, karanlık, dar koridor boyunca ilerledi. Orada, sağda, üst sövesi yıllann ağırlığıyla eğrilmiş bir kapı vardı; hafifçe aralıktı ve üzerine raptiyeyle bir kâğıt tutturulmuştu. Profesör A Z. Azur Görüşme saatleri: Salı 10.00-12.00 / Cuma 14.00-16.00 Teori: Bir sorunuz/sorununuz varsa, benimle görüşme saat­ lerinde konuşabilirsiniz. Karşı-teori: Sorunuz/sorununuz acil/ mühimse, başka günler/saatlerde odama uğramanıza mâni ola­ mam ama sizi göreceğime söz de veremem. Dikkat! Durumunuza teori mi yoksa karşı-teori mi daha uy­ gun, iyi düşünün!
{ "page": 227, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
230 G ünlerden ne sa lı ne cum a olduğu için , başka b ir zam an gelm esi daha doğruydu. Öte yandan, nottaki m uğlaklıktan ce­ saret alm ıştı. Kapıyı tıklattı. İçeride hüküm süren m utlak ses­ sizlikten, yanıt verecek kim se olm adığım tahmin etm işti. B ir kez daha vurdu em ip olm ak için. Odanın derinliklerinden, b ir âdemoğlundan ya da havvakı zindan çıkamayacak kadar naze­ nin bir ses geldi. Peri, vücudu yay gibi gergin, dikkatle kulak verdi. B ir kez daha m utlak sessizliğe gömülmüştü etraf. B ir merak dalgası sardı içini, hani şu ulaşamadığımız şeyle- re karşı duyduğumuz keşfetm e arzusu. İçeriye şöyle bir bakıp geldiği gibi usulca ayrılmaya karar v en ü Kapıyı hafifçecik it t i Gördüğü m anzara karşısında donakaldı. Enfes b ir bahçeye bakan, yüksek giyotin pencereden içeri dökülen safran rengi ışık altında, kitaplardan, elyazm alanndan ve gravürlerden oluşan kuleler vardı her tarafta. Duvarlar, yerden tavana ka­ dar tıka basa kitaplıklarla kaplıydı. Tıpkı İstanbul m ahalle­ lerindeki çam aşır ipleri gibi karşılıklı raflar arasına gerilm iş, odanın ortasından b ir sağa b ir sola, çaprazlam a geçen ip le­ re m andallarla notlar, haritalar asılm ıştı. Kapının tam karşı­ sında, kiraz ağacından, aslan ayaklı, antika bir çalışm a m a­ sası vardı; onun da her santim etrekaresi kitaplarla kaplıydı. Sayfaların arasından gözüken kırm ızı kâğıt parçalan , adeta dil çıkan yordu. K oltuk, kanepe, sehpa, hatta yerdeki e l do­ kum ası halının üstüne cilt cilt kitaplar yığılm ıştı. P eri h iç bu kadar çok yazılı eseri böyle sıkışık halde bir arada görm em iş­ ti. Eğer dünyada kitaba ve kelam a adanm ış bir tapm ak var­ sa herhalde burası olm alıydı. Am a Peri’nin olduğu yerde hainkulınagına neden olan şey ne kitapların çokluğu ne de odanın karışıklığıydı. İçeride ha­ pis kalmış bir kuş vardı! San-yeşil tüyleri ve çatal kuyruğuyla bir iskete. Yan açık pencereden içeri dalm ış olm alıydı zavallı. Daha az evvel kaybettiği özgürlüğü yana yakıla arıyor, telaş­ la kanat çırpıyordu. Peri birkaç m ütereddit adım aüp, soluğu-
{ "page": 228, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
231 m ı tuttu. Avuçlarını çukurlaştırıp uzatarak, olabilecek en yu­ muşak şekÜde yakalamaya çalıştı bu nazik yaratığı. Ama onun varlığından dehşete düşen kuş delirm iş gibiydi. Panik içinde daireler çizerek b ir köşeden diğerine fırlıyor, zam an zam an açık pencereye yaklaşsa da çıkış yolunu bir türlü bulamıyordu. Peri, Hayyam’ın R ubailerini bir kitap yığınının üstüne bıra­ kıp, eski, ağır pencereyi biraz daha açmaya çalıştı. Ama yukarı­ da b ir vida sıkışm ış olm alıydı, bir türlü kıpırdamıyordu. Bütün gücüyle oynatmaya çahşta. Gürültüden ödü kopan kuş, Peri’nin yanından hızla uçarak kendini cama fırlattı - uçsuz bucaksız gökyüzü öyle yakın ama aynı zamanda nasıl da uzaktı. Çarp­ manın etkisiyle titreyerek, sersem lem iş halde bir rafın üstüne kondu. Peri şefkatle baktı bu narin canlıya; onun bu yaban a ortamda yaşadığı korku ve dehşeti o kadar iyi anlıyordu ki. A cilen bir şeyler yapm alıydı. Etrafa bakandı. G özleriyle sa­ ğ ı solu tararken, esrarengiz b ir rayiha yakaladı. Bam bu b ir kâse içindeki greyfurtların tatlım sı ekşim tırak kokusu kitap­ lasın kokusuna karışıyordu. Onun da ötesinde bir esans daha vardı. Bronz b ir kap içinde yanan, üzerinde bir parm ak kül oluşm uş b ir tütsü çubuğu. N ihayet m etal b ir m ektup açacağı buldu. Sivri ucuyla pen­ cereyi tutan kancalan gevşetti. Çerçeveyi kurtanp, pencereyi yarıya kadar açm ayı başardı. Şim di bütün yapm ası gereken, kuşu bu tarafa yöneltm ek, özgürlüğüne kavuşturm aktı. K a­ zağım çıkararak havada sallam aya başladı. “Yeni moda b ir dans m ı bu ? 9 diye sordu bir ses aniden. Boş bulunan P eri havaya sıçradı. A rkasına döndüğünde, girişte durm uş, kolunu kapıya dayam ış halde Profesör A zuru gördü. Dudaktan eğlendiğini belli eden bir tebessüm le k ıvn l- m ış, onu seyrediyordu adam . Yakından bakınca kum ral saç­ larında, sırm a ip lik ler gibi altın ton lar olduğu fark ediliyor­ du. Bugün gözlük takm am ıştı. Ve m avi-yeşil gözleri o kadar parlaktı ki...
{ "page": 229, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
232 “Ö zür dilerim ” dedi hem en P eri; bunu söylerken adam a doğru b ir adım atm ış, derhal geri çekilm işti. “B öyle izin al* m adan içeri dalmak istem ezdim .” “O zam an niye yaptın?” diye sordu A zur; sahiden m erak etm iş gibiydi. “Şeyy, bir kuş gördüm .” “Ne kuşu?” P eri sağına soluna baktı telaşla. Kuş falan yoktu etrafta! İskete sırra kadem basm ıştı. “Eee, şey... biz konuşurken pen­ cereden çıkıp gitm iş olm alı.” B ir an hiçbir şey söylem edi Azur. Sanki b ir zam anlar oku­ duğu ve şim di hatırladığı bir kitaba bakar gibi süzdü Peri’yi. “A m berdi bu arada” dedi. “Efendim ?” “A z evvel baktığın tütsüden bahsediyorum . Perşem beleri am ber yakanm . H aftanın h er günü fark lı bir tütsü. Am ber sever m isin?” B u konuda zerre kadar düşünm üşlüğü olm ayan P eri k i­ barca başını salladı. “Eski Roma’da kadınlar üstlerinde am ber taşırdı. Kim i ta­ rihçiler, güzel kokusu için diyorlar, kim ileri de diyor ki cadı­ lardan, ifritlerden korunmak için .” Peri’nin gözleri büyüdü. Troy’un uyarılan geldi akim a. Ne tu h af adam dı bu Azur. “Yoksa korkar m ısın?” diye sordu profesör, kızın rahatsızlı­ ğını hissederek. “Am berdeh mi?” “Cadılarda^!” “Tabii ki hayır” dedi Peri çabucak. A zur onu tütsüyü ince­ lerken görddyse, kuşu da görecek kadar uzun zam andır bu­ rada olm alıydı; içinden bir ses böyle söylüyordu Peri’ye. “Ger­ çekten çok özür dilerim odanıza m üsaade alm adan girdiğim için.
{ "page": 230, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
233 Azur saatine baktı. “Üç dakikada iki, demek ki dakika ba­ şına ortalaman 0,6.” “Pardon?” “Ne sıklıkta özür dilediğini hesaplıyorum.” Peri’nin yanakları kızardı. Gerçekten de oldum olası çok özür dilerdi - randevusuna azıcık geç kalsa, yolda yürürken birine gayriihtiyari yaklaşsa, kaldırımda önündeki yayayı sollasa, süpermarkette alışveriş arabası bir başkasınınkine değecek gibi olsa... Hep özür diliyordu; sıkça, kolayca, bolca. Kimse ondan özür dilemese de karşılığında. “Bak sana bir hipotez” dedi Azur, gözlerinin önüne düşen saçlarını arkaya savurarak. “Gereksiz yere özür dileyen in­ sanlar gereksiz yere teşekkür etmeye de meyyal olur.” Peri yutkundu. “Bence fazla özür dileyen tipler hayatla baş etmeye çalışan kaygılı, endişeli tiplerdir sadece. Kimseye zarar vermezler, kendilerinden başka. Diğer insanlara ayak uydurmak için ellerinden geleni yaparlar, ama aradaki far­ kın kapanmayacağını da bilirler.” “Nasıl bir farkmış bu?” diye sordu Azur. “Sanki aslında buraya ait değilmişim gibi” dedi Peri ve anında pişman oldu bunu söylediğine. Ne demeye anlatıyor­ du bunları bir yabancıya, üstelik bir hocaya? Azur, Peri’nin yanmdan geçerek masa başına oturdu, bir kâğıda bir şeyler karaladı, sonra da tutup çamaşır ipine mandalladı. “Demek diğer öğrencilerden farklı olduğunu dü­ şünüyor, onların seni dışlamasından endişeleniyorsun?” “Öyle bir şey demedim” diye itiraz etti Peri. Duymazdan geldi Azur. “Söyle bakalım, Oxford’a uygun ol­ madığını, burada kotaramayıp çuvallayacağını sana düşün- dürten nedir?” Bu sefer kulaklarına kadar kızardı Peri. “Öyle bir şey de demedim!” Vücudundaki her kas gerilmiş, kaskatı olmuştu. Bakışlarım Acem halısına indirdi. Çocukluğunda bahçede yı-
{ "page": 231, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
234 kadıklan kilimleri anımsadı. Derken itiraf etti. "Burada in­ sanlar zeki, eğitimli. Ben çok farklı bir ortamdan geliyorum. Ayak uyduramazsam..." “Ya ne olur?" diye sordu Azur. Babamı düş kırıklığına uğratırım . Cebindeki son kuruşa, yüreğindeki son takate kadar bana inanan, beni destekleyen tek insanı ... Söylemedi tabii bunlan. Yuttu laflan. Sustu. “Sence sen zeki değil misin?" dedi Azur. “Öyleyim ama çok çalışmam gerek. Diğer öğrenciler kolay­ ca uyum sağladı üniversite hayatına. Oysa benim için, ya­ ni benim gibiler için mesele daha kanşık" dedi Peri; buraya ne için geldiğini ancak hatırlamıştı. “Aslmda ben Tann semi­ neriniz hakkında detay almak için gelmiştim. Dr. Raymond doğrudan size sormamı söyledi de." “Dr. Raymond demek? Uy!" Profesörün tarzından, Peri’nin akademik damşmanını tut­ madığı belliydi. Ama Azur konuyu deşmedi. Onun yerine ma­ sanın üzerindeki bir notu buruşturup top yaptı, usta bir ha­ reketle çöp kutusuna attı. Basket! “Gelecek dönem için düşü­ nüyorsun herhalde" dedi. “Ne yazık ki ders dolu; bir de yedek listesi var." Bunu beklemiyordu Peri. Ulaşamayacağını duyunca daha da can atar olmuştu Azur'un dersini almaya. “G erçi..." diye mırıldandı Azur, kızın yüzündeki hüsranı görünce. “Bir öğrenci dersi bırakacak. Yani bir yer açılabilir." Peri’nin çehresi aydınlandı. Ama bu öğrencinin Troy oldu­ ğunu tahmin edince bir huzursuzluk gölgesi düştü hevesinin üstüne. “Bir oğlan vardı..." “Evet... asabi bir oğlan" dedi Azur. “Öfkeli, dediğim-dedik, kibir-küpü tiplerle Tann konuşulmaz. Tann’yı ancak müte­ reddit, mütekâmil, mütefennin, mütevazı ve mürtefi insan­ larla konuşabilirsin."
{ "page": 232, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
235 Bu kadar çok eski kelimeyi bir arada işitince afallayan Pe­ ri sustu kaldı. Çalışma masasınm arkasından başını kaldırdı Azur. aŞimdi söyle bakalım sen bu semineri neden almak is­ tiyorsun?" “Çünkü benim ailemde inanç, din, Tann filan, yani bu ko­ nular hep tartışma çıkanrdı. Herkes çok duygusal, tepkisel. Annem ile babam o kadar zıt fikirlere sahip ki..." “Annenle baban burada değiller ama. Ben sana soruyorum." Peri şaşırdı. Ne demeliydi şimdi? “Şey... benim kafam bi­ raz kanşık. Genelde inançlı insanlar meraksız oluyor. Sorgu­ layan insanlar da inançsız oluyor." “Kafa kanşıklığı nimettir" dedi Azur. “Meraksa kutsaldır. Merak etmeyen insan gelişemez. Gelişemeyen insan yerinde sayar." Dışanda bir kuş öttü. “Belki de esaretten kurtardığım is­ ketedir" diye düşündü Peri. Ne kadar tehlike dolu olsa da öz­ gürlük her zaman güzeldi. Dikkati dağıldığı için o esnada pro­ fesörün uzanıp, Ömer Hayyam kitabım aldığım fark etmedi. “Oo! Bakalım ne varmış burada? Rubailer 'in eski bir bas­ kısı, ha?" dedi Azur. Daha Peri herhangi bir tepki veremeden, kitabı açmıştı bile. Pat diye içinden bir sayfa düştü. Şirinin Peri için hazırladığı uydurmaca özgeçmiş! “Ay, o yalnızca..." diye atıldı ama arkasını getiremedi Peri. Profesör Azur kâğıdı yerden aldı. Başladı okumaya. “Bak sen! Demek ahtapot bakıcılığı yaptın ha?" Peri donup kaldı. “Esrarengiz yaratıktır ahtapot, aşın zekidir” dedi Azur. “Sadece beyninde değil tüm vücudunda nöronlar var. Gerçi sen zaten biliyorsundur bunu." Kabul etm ekten başka seçeneği olm ayan Peri başıyla onayladı. “Uzun zaman herkes zannetti ki bir beyin ne kadar büyük­ se onu taşıyan varlık da o kadar akıllıdır. Ne kadar cinsiyetçi
{ "page": 233, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
236 bir yaklaşım! Erkeklerde kadınlardan daha fazla beyin doku­ su var, malum. Sandılar ki erkekler daha zeki. Halbuki işte şu muhteşem ahtapot ortaya çıkıp bütün o köhne teorileri al­ tüst etti. Altı koluyla - sekiz değil bu arada; bacakları da sa­ yıyorlar yanlışlıkla. Mesele büyük, hantal bir beyne sahip ol­ mak değil. Mesele karmaşık bir nöronlar ağma sahip olmak.” Peri şöyle bir irkildi. Yoksa bu sözlerde kendisine üstü ka­ palı bir mesaj mı gizliydi? “Karmaşadan korkma” diyen bir mesaj. Her halükârda AzuPu dinlemenin hoşuna gittiğini fark etti. “Yaşı ilerledikçe zekâsı da arttığı için, eğer ömrü daha uzun olsaydı dünyanın en zeki yaratığı olurdu muhtemelen ahtapot. Halbuki büyük filozof Aristoteles’e göre ahtapotlar salaktır. Peki bu bize Aristoteles’e dair ne anlatıyor?” Peri tuhaf bir hisse kapıldı. Sanki bu konuşma artık ahta­ potlar ve filozoflar hakkında değil, kendisi ve profesör hakkın­ daydı. Bir yorum yapma gereği duydu. “Demek ki Aristoteles yeterince dikkat etmemiş, ahtapotun derinliğini görememiş.” Azur gülümsedi. “Haklısın... Peri” dedi, özgeçmişte yazan isme göz atarak. “Tıpkı Aristoteles’in ahtapotu gibi, Tann da keşfedilmeyi bekleyen bir muamma.” “İyi ama orada ‘inanç’ devreye giriyor” dedi Peri. “Ahtapo­ ta inanmamız gerekmiyor, var olduğunu biliyoruz. Oysa Tan- n söz konusu olunca, var mı, yok mu, bunda bile fikir birliği yapamıyoruz daha.” Azur kaşlarım kaldırdı. “Benim dersimin inançla, dinle ala­ kası yok. Biz bilgiyi anyoruz. Öğrencilerim arasında her din­ den insan olduğu gibi dinsizler de var. Kimseye ayrımcılık yapmam! Yeter ki bilgisiz, cahil olmayalım.” “Peki dersinizi kimler alabilir?” “Önyargılardan annm ış olanlar. Zihni, yüreği kâinatın cümle seslerine ve renklerine açık olanlar. Sorulan cevapla­ ra yeğleyenler. Seyyahlar. Göçebe ruhlar. Hep yolda, arayış
{ "page": 234, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
237 halinde olanlar. Bir türlü bir yere varamayan, bir limana de­ mir atamayanlar. Kibirden nasibini almamışlar.” Peri’ye söy­ lediklerini hazmetme imkânı tanımak istercesine bir an dur­ du Azur. “Benim seminerim meraklı zihinlerin buluştuğu bir penah. Hepimiz farklı çevrelerden geliyoruz ama ortak bir noktamız var. Eleştirel düşünebilmek. Genel geçer kalıplara itibar etmemek. Okumayı, düşünmeyi, felsefeyi, araştırmayı sevmek. Senin inançlı olup olmaman beni zerre kadar ilgi­ lendirmiyor. Benim seminerimde yegâne günah tembelliktir.” Peri, ihtiyatla sordu: “Peki ya ders planı?..” “Ah, ders planı!” diye gürledi Azur. “Akademik ortam do­ ğaçlamadan nefret eder. Öğrenci milletine bir ay, hatta bir sene evvelden ne okuyacaklarını söylemek gerek, yoksa pa­ niklerler! Ne saçma!” Bunları söylerken bir çekmeceyi açıp içinden bir ders planı çıkardı. Bunu Rubailer 'in araşma koydu, Peri’ye uzattı. “Bu­ yur al, çok lazımsa” dedi. CV’yi kendine sakladı. “Teşekkür ederim” diye mırıldandı Peri; ama elindeki do­ kümanın, tıpkı Şirin’in onun için hazırladığı özgeçmiş gibi gerçeklikten uzak olduğuna dair bir şüphe vardı içinde. “Ha bir de şunu söyleyeyim gitmeden” dedi Azur. “Sadece kafası kanşık ve meraklı değil, kendine hayatı zorlaştıran bi­ rine benziyorsun. Bunlar seni mutlu etmeyebilir ama Tann felsefesine dalmak isteyenler için aslında iyi özellikler.” Peri bunun derse kabul edildiği anlam ına geldiğinden emin olmasa da müteşekkir bir ifadeyle başını salladı, kapıyı yavaşça kapatarak ayrıldı. Avluyu geçerken geri dönüp bina­ ya baktı; isketeyi tuzağa düşüren pencereyi tespit etmeye ça­ lıştı. Nice sonra camlardan birinin ardından belli belirsiz bir gölge geçti. Kayarcasma. Akarcasına. Profesör Azur'un silue­ tini seçti. Ama kim bilir belki de sadece hayal etmişti.
{ "page": 235, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
258 D E R S PLA N I T an n ’nm zih n in e/ zihnim izdeki Tainn ’ ya g iriş Perşembe günleri 14.00-16.30 DERSİN TANIMI H aftalık sem inerlerden oluşan bu derste, dünyanın her köşe­ sinde sayısız insan için tem el önem arz eden ama ne yazık ki or­ ta k b ir dil ve ortak bir anlayış g e liştirilm e y e n bazı sorular ü ze­ rinde d u raca ğız. A m a cım ız, yen i, tarafsız, bilim sel bir tartışm a üslubu.yakalam ak; bunun için gereken entelektüel kavram larla zih n im izi donatm ak; her türlü bağnazlıktan, katılıktan arınm ış, ö zgü r bir tartışm a ortam ı kurm ak. Ders kapsam ında ö ğren cile­ rin bol bol okum alan, araştırm a yapm alan ve en önem lisi, kendi fikirlerine yakın olm ayan yazar ve filozofların da görüşlerine ka­ fa yorm alan beklenir. Bu ders herhangi bir dini öne çıkarm az, hiçbir inancı kayır­ m az, kim senin propagandasını yapm az. M üslüman, H ıristiyan, Yahudi, H indu, Zerd ü şt, B udist, Taoist, Tib e t Budisti, M orm on, Bahai, agnostik, ateist, m istik, hatta kendi kişisel akım ınızı baş­ latm ak üzere o la b ilirsin iz. Bu derste eşit sö z h akkın ız var. S e ­ m iner odasında daire şeklinde otururuz ki herkes m erkeze eşit uzaklıkta olsun. DERSİN HEDEFLERİ ı . Tanrı felsefesiyle ilgili konularda em pati, bilgi, idrak ve bil­ geliği, yani sophos'v öne çıkarm ak;
{ "page": 236, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
239 2. ö ğ re n cile rin kendilerine benzem eyen, kendileri gib i d ü ­ şünm eyen öğrencilerle iletişim kurabilm esini sağlam ak; 3. Yalnızca felsefe ya da ilahiyat alanlarında değil; psikoloji, sos­ yoloji, siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler için de büyük anlam ı olan bir konu üstüne eleştirel ve bilimsel düşünmeyi teşvik etmek; 4. Evrensel, kucaklayıcı bir dil yakalam anın yollarını aram ak; 5. B asm akalıp te krarla rd a n , ce h a le tte n , fa n a tizm d e n , t a ­ h am m ü lsü zlü kten de, "Am an başkaların ı g ü ce n d irm e y e y im ' korkusundan da uzak durmak; 6. Kısacası, okum ak, düşünm ek, öğrenm ek, kendim izi g e liş­ tirm ek... DERS MATERYALİ H er öğrencinin kişisel okum a listesi kararlılığın a, ça lışk a n lı­ ğına ve akadem ik perform ansına göre belirlenecektir. Fik irle ri­ nizle, inançlarınızla çelişen m ateryalleri okuyup üzerinde yorum yapm aya hazır olun (örneğin ateist öğrencilere m ütedeyyin y a ­ zarların kitapları verilebilir; te ist öğrencilereyse ateist düşünür­ lerin eserleri vs.). Sadece sizin gibi düşünen / konuşan insanlan okuyorsanız, okum uyorsunuz dem ektir. DEĞERLENDİRME Konuş! Sınıftaki tartışm alara katılın. Getir! Yazılı ödevleri aksatm ayın. Otur! Final sınavını kaçırm ayın. Gel! Ne olursa olsun derse devam edin. BU SEMİNERDEN NE BEKLEMELİ Konum uz Tanrı olduğu için, başı o lm ad ığı gib i, m uhtem elen bir sonucu da olm ayan ucu açık bir ders bu. Bu deneyim den ne
{ "page": 237, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
240 kadar ö ğre n e ce ği ve buradan nerelere gid eceği tam am en ö ğ ­ renciye kalm ış. ı . Turnalar: O rta yüksekliklerde uçm aktan tatm in olm ayan, hocaları da dahil herkesten daha yukarıya çıkm aya çalışanlar. Ek okum alar talep eder, soruları sorgular, zorluklardan yılm az, dağ geçitlerinin üstünden uçar giderler. 2. Baykuşlar: Turnalar kadar hırslı olm asalar da baykuşlar bü­ yük düşünürlerdir. Yü zlerce sayfayı yalayıp yutm ak yerine, elle­ rindeki m ateryale odaklanıp iyice derinleşm eyi tercih ederler. Dersten kuşku duyar, okum alardan kuşku duyar, hocadan kuşku duyar, hatta kendilerinden bile kuşku duyarlar. Sem inere katkı­ ları derin ve benzersiz olacaktır. 3. A kkarın lı Ebabiller: Belki turnalar kadar azim li ya da b ay­ kuşlar kadar derin ve ciddi değillerdir ama ak karınlı ebabiller en u zağa uçarlar. D ers, hatta okul bittikten sonra daha uzun süre bu konuda okum aya, düşünm eye devam ederler. 4. K ızılgerd an lar: M inim um la yetinen, entelektüel zen gin lik­ ten ziyade ders sonunda alacaktan notla ilgilenen, yüzeysel dü­ şünm enin ötesin e geçm eyen ve geçm ek istem eyen ürkek, is­ te ksiz kızılgerdanlar m uhtem elen bu sem inerden en az fayd ala­ nacak olanlar. Yin e de iyi not alabilirler tabii. SINIF İÇİ DAVRANIŞ KURALLARI Bu ders, araştırm ayla d esteklen ip , açık görü şlü lü kle sunu­ lan bütün fikirlere açıktır. D iğer derslerin aksine, sınıfta bir şey­ ler yem ek sorun te şkil etm ez. H atta, yiye ce k (dozunda olsun; ab artm ayın) ve içe ce k (alkolsü z olsun; b eyin lerin iz a yık o lm a­ lı) getirm enizi bilhassa teşvik ediyorum , çünkü hem m oral verir, hem de insan “ekm eğini, suyunu" p aylaştığı birine kolay kolay düşm anlık hissedem ez. Y iye ce ğin izi sın ıf arkadaşlarınızla, ö zel­ likle karşıt görüşlü olanlarla paylaşın! Deneyin. H içbir öğrencinin dersim de zorbalık etm esine, nefret dili kul-
{ "page": 238, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
lanmasına izin vermem. Başka öğrencilere (ve tabii ki hocaya) karşı kaba, art niyetli hareketler hoş görülmez. Alınganlığa da yer yok. Bu dersi almakla, ifade özgürlüğünü, kişisel hassasi­ yetlerinizin üstünde tutacağınıza dair bir akit yapmış oluyorsu­ nuz. Eğer katılmadığınız fikirler duymaya tahammülünüz yok­ sa, özgür bir tartışma yapamayız. Gücendiğinizi hissettiğinizde -ki bu gayet insani bir his- bilge bir şairin öğüdünü anımsayın: "Her zahmete kızar kinlenirsen, cilalanmadan nasıl parlayacak aynan?"1 Şayet Tanrı'yla ilgili her şeyi zaten bildiğinizi, hatmettiğini­ zi düşünüyorsanız, farklı fikirlerle ilgilenmiyorsanız, lütfen bu dersten uzak durun. Zaman -benimki ve sizinki- kıymetlidir. Bu seminer, arayanlar için. "Her sabah yeniden öğrenci olmaya razı olanlar"2 için. Eğer bütün bunlar size sıkıcı ve lüzumsuz geliyor­ sa şunu hatırlayın: "İnsanın gerçekleştirebileceği en yüksek ey­ lem, anlamak amacıyla öğrenmektir, çünkü anlamak demek öz­ gürleşmek demektir."3
{ "page": 239, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
Pazarlama stratejisi İstanbul, 2016 Kolalı siyah üniformaları, tertemiz beyaz önlükleri ve bir­ birinin aynı ifadeleriyle iki hizmetçi, içlerinde truffle, çikola­ ta toplan bulunan kristal tabaklarla çıkageldiler. “Millet, muhakkak deneyin! Bunlar benim bebeklerim” de­ di işadamının kansı. Gazetelerde yazılıp çizilm işti. İşadamı iflas eden bir çi­ kolata fabrikasını satın almıştı. Evlilik yıldönümü armağa­ nı olarak kansmı üretim ve pazarlamanın başına getirmişti. Kadın fabrikanın adım daha fiyakalı olsun diye “atölye”ye çe­ virmiş, markayı da u Les Bonbons du Harem” olarak değiştir­ mişti. Şimdiyse heyecanla seslendi etrafa: “Bunlardan bir ta­ ne tadan, parmaklannı yer valla.” Konuklar, dantelli kâğıt altlıkların üstüne özenle dizilmiş çikolata toplarını merakla incelediler. “Dünya şehirlerinin isim lerini verdik” dedi ev sahibesi. “Şunun içinde ahududu likörü var, adı Amsterdam. Bu ba­ dem ezmeli, Madrid. Berlin, biralı-zencefilli. Londra, yıllan­ mış viskili. Görüyorsunuz, hiçbir masraftan kaçınmıyoruz.” “Doğru söze ne denir! On sekiz yıllık single malt diye tut­ turdu! Batıracak beni.” Konuklar gülüştüler. Kocası da olsa, lafına karışılmasından hoşlanmayan ev sa­ hibesi devam etti: “Ben artık işadamının kansı değilim, kendi ayaklan üstünde duran bir işkadınıyım. Bana böyle seslenin!”
{ "page": 240, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
243 Konuklar alkışladılar. Cesaret bulan işkadım devam etti: “Venedik, vişne likörlü. Milano’yu Amaretto’yla yaptık. Zürich, konyak ve çarkıfelek meyvesi. Ve Paris, o la la, şampanya!” “Pazarlama stratejini de anlatsana hanım” dedi işadamı. “İki ayrı şekilde kutulama yapıyoruz. Biri alkollü, biri Ye- şilaycılar için. Avrupa’ya, Rusya’ya alkollü çikolata ihraç edi­ yoruz, Ortadoğu’ya alkolsüzleri. Zekice, değil mi?” “Şu ‘helal’ çikolataların da adlan var mı?” diye sordu meş­ hur gazeteci, “Elbette.” İşkadım diğer kristal tabağı işaret etti. “Kurma­ lı olan Medine. Dubai, hindistancevizli. Amman, karamel-fin- dıklı. Şu pembede gülsuyu var, adı Isfahan.” “Peki İstanbul?” diye sordu mimar. “A-ha; onu nasıl unuturuz!” dedi işkadım. “İstanbul zıtlık­ lar üstüne kurulu: Vanilyali puding ile iri çekilmiş karabiber yan yana!” Konuklar bir yandan gevezelik edip bir yatıdan çikola­ ta toplarmı mideye indirirken, hizm etçiler sıcak içecek ser­ visine başladılar. Kadınların çoğu çay ya d a papatya çayım tercih etti; erkeklerin çoğu ise kahve - espresso, Americano. Masada Türk kahvesi isteyen tek kişi, Amerikalı fon yöneti­ cisi oldu. Her şeyi yöresel usullere uygun yapma hevesiyle atıldı adam: “Birisi kahve falıma bakabilir mi?” “Hiç dert etme” dedi işkadım İngilizce. “Medyum neredey­ se gelir artık!” “Ay çok sabırsızlanıyorum” dedi gazetecinin kız arkadaşı. “Medyumla biraz baş başa kalmaya ihtiyacım var.” Peri etrafındaki kadınlara göz attı. Otorite korkusu, koca korkusu, boşanma korkusu, sınıf-düşerim korkusu, düzehim- bozulur korkusu, terörizm korkusu, kalabalık korkusu olan kadınlardı bunlar; evleri her zaman pırıl pırıl, kafalar! gele­ cekten ne bekledikleri konusunda gayet netti. Hayatlarının er­
{ "page": 241, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
244 ken bir döneminde “babayı ikna etme sanatTnı hatmedip “ko­ cayı ikna etme sanatlına geçiş yapmışlardı. Uzun zamandır evli olanlar fikirlerini daha bir cesaretle ve yüksek sesle ifade etseler de çizgiyi aşmamaları gereken noktalan iyi bilirlerdi. Peri, kendi adına, onların kaygılarım paylaşmıyordu; ba­ basından da korkmamıştı, kocasından da; Tann’ya gelince, O’ndan da korkmamaya kararlıydı. Zira korkuyla yaklaşmak istemiyordu! Peri’nin huzursuzluğunun kaynağı bambaşkay­ dı. Kendisiydi, kendi karanlığıydı. “Aa, ne ballı medyum ya! Bütün güzel kadınlarla özel se­ ans mı yapacak? Hayatta izin vermeyiz !9 dedi işadamı. He­ men arkasından fısıldadığı uygunsuz espriye erkek konuklar kahkahayı basarken, kadınlar duymazdan geldiler. Peri, Şirin’in herkesin içinde nasıl rahatlıkla küfrettiği­ ni hatırladı. Bu memlekette, iki tür kadın vardı: ağzım boza­ bildiler (azınlık) ve ağzım asla bozmayanlar (çoğunluk). Da­ vetteki üst sınıfa mensup hanımlar ikinci gruba dahildiler. İngilizce ya da Fransızca konuştukları zamanlar hariç! Baş­ ka dillerde uygunsuz sözcükler kolayca dökülürdü dudakla­ rından. Yabancı dilde küfretmenin sakıncası yoktu nedense. Anadillerinde söylemeyi akıllarının ucundan geçirmeyecekle­ ri açık saçık bir küfrü İngilizce olunca zerre kadar suçluluk duymadan kullanıveriyorlardı. Öte yandan, küfürlü konuşmak erkeklere serbestti; onlar da gani gani üretirdi, üstelik her zaman öfkeyle ya da hiddet­ le değil. Sövüp saymanın erkek kültüründe “buluşturucu” bir rolü vardı. Onlan birbirine bağlayan bir zamktı. “Bu arada, henüz isim bulamadığımız bir truffle var 0 de­ di işkadım. “Şeri ve limon kabuğu rendeli. Pericim, bu akşam bana fikir verdin. Oxford olsun ismi!” Bunu dedikten sonra ayağa kalkıp tabaklara bakındı işkadım. “Hah, burada işte !0 Parmaklanın zarifçe kıvırarak çikolata topunu Peri’ye ikram etti. “Denesene.”
{ "page": 242, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
Peri, herkesin bakışları altında topu ağzına attı, tik anda­ ki ta tlılığ ın altın da keskin b ir narenciye ek şiliği çarptı da­ m ağına; insanı hem baştan çıkarıyor hem yanıltıyordu; tıp ­ kı Profesör Azur gibi.245
{ "page": 243, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
Boş sayfa İstanbul, 2001 "Sen yokken yeni kom şular taşındı. Düzgün, nam uslu b ir aile 9 dedi Selm a. "Seninle y a şıt bir oğu llan var. N asıl a k ıllı bir çocuk, görsen; yakışıklı, terbiyeli . . . 9 "A n laşıldı. Bana gene m ünasip bir koca buldun 9 diye ho­ m urdandı Peri. O xford’daki ilk yılım bitirm iş, yaz tatilin i İstanbul’da ge­ çiriyordu . A nnesi ikide b ir şu ya da bu genç adam dan bah ­ sedip duruyordu. B elli k i Selm a’nın nazarında Peri’nin eğ iti­ m i, entelektüel b ir uyanıştan ya da um ut vaat eden bir kari­ yerin önkoşulundan ziyade, evlilik planlannda kısa bir erte­ lem eden ibaretti. "Kızı rahat bırak 9 dedi Mensur. “Kafasını karıştırm a. Ders­ leri var.” "Am an canım , bu oğlan da gayet iyi eğitim li 9 diye itiraz et­ ti Selm a. "Ü niversiteye gidiyor. Şimdi nişanlanır, okulları b i­ tince evlenirler. Kaybedeceği ne var ki ? 9 "H iiiç! Yalnızca özgürlüğüm , gençliğim , akıl ve ruh sağlı­ ğım 9 dedi Peri. “Aynı baban gibi konuşm aya başladın 9 dedi Selm a. “Bunu mu öğretiyorlar üniversitede? Ben senin m utluluğun için d i­ yorum . 9 Konu kapanm ıştı - şim dilik. ♦ * *
{ "page": 244, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
247 Yaz tatili göz açıp kapayıncaya kadar bitti. Salma münasip bir damat adayı aramaya devam ettiyse de planlarım kendi­ ne sakladı. Peri, evinden uzaklarda okuyan tüm gençler gi­ bi, ailesinin tuhaflıklarım bir gözlemci gözüyle seyretti. Hem sevgi ve hasretle, hem de kapanmayan bir mesafeyle. Böylece yaz mevsimi sonlandı. Oxford’a dönmeden önce bi­ raz alışveriş yapmak isteyen Peri, ılık bir İstanbul günü ev­ den çıktı. İngiltere’de kılık kıyafet daha pahalı olduğundan te­ mel ihtiyaçlarım buradan götürmek daha akılhcaydı. Taksim yakınlarında otobüsten inip yürüdü. Cihangir'de gençlerin ta­ kıldığı bir kahvenin önünde bir kalabalığın toplandığını gör­ dü. Kaldırımda durmuş, açık kapıdan içerideki televizyona ba­ kıyorlardı. Geniş omuzlu bir adam ellerim alnına koymuştu, kaşları çatıktı. Atkuyruklu bir kız şoke olmuş gibi görünüyor­ du, vücudu kaskatıydı. Meraklanan Peri onlara doğru ilerledi. Derken televizyon ekranına takıldı gözleri: Bir uçak, mas­ mavi gökyüzünde süzüldükten sonra bir gökdelene çarpıyor­ du. Ağır çekimde tekrar tekrar gösteriliyordu aynı sahne; her seferinde daha az gerçek görünüyordu oysa. Binadan duman bulutlan yükseliyordu. Kâğıtlar uçuşuyordu havada amaç­ sızca, ipini kopartmış uçurtmalar gibi. Cisimler firlıyordu bi­ nanın pencerelerinden. Bunlarının bazılarının cisim filan de­ ğil, ölüme atlayan insanlar olduğunu anladığında nutku tu­ tuldu Peri’nin. "Am erikalılar...” diye söylendi yan tarafta duran adam. “Başkalarının işlerine burnunu sokarsan olacağı budur.” "Dünyayı yönettiklerini sandılar1 ’ dedi gümüş halka küpe­ li bir kadın. “Şimdi anladılar Hanya’yı Konya’yı. Onlarda he­ pimiz gibi fani.” Çevresindeki konuşmalardan rahatsız oldu Peri. Komplo teorileri. Ne kadar da meraklıydı herkes teoriler üretmeye, daha henüz paylaşmamışken bir başkasının acısını. Halbu­ ki o ekrana baktığında “Amerikalılar”, “Ruslar”, “filancalar*,
{ "page": 245, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
248 “b erik iler” değil, hayatları tarum ar olm uş masum insanlar görüyordu. K afasında uğuldayan sorularla, yürüyüp uzak­ laştı oradan. Ş irin ’i aram alıyım diye düşündü kendi kendine. A rkadaşının özgüvenli sesini duym a ihtiyacıyla bir ankesör- lü telefon buldu. “Şirin... benim Peri.” “Selam Farecik. Ne boktan dünya, ne korkunç di mi?” “İnanamıyorum olanlara” dedi P e ri “D ünyanın çiv isi çık tı” dedi Ş irin , neredeyse bağırarak. “N eden, çünkü birtakım bağnaz m ahluklar A llah ’ın adını kullanarak şiddet ve terör saçıyor. Böyle din m i olur! Bu yüz­ yıl kafayı yem iş. Dünya daha da beter olacak, göreceksin.” Peri o esnada telefonun altına sakız yapıştırılm ış olduğu­ nu fark etti - kim , niye yapardı k i böyle b ir şey? U facık bir kötülük, ama kötülük yine de. “Felaket. N asıl olur böyle bir şey ? 0 “Eminim herkes bunu tartışıp duracak. Aylarca, hatta y ıl­ larca. G azeteciler, uzm anlar, akadem isyenler. Am a aslında konuşacak bir şey yok. D inler insanları kutuplara ayırıyor: "bizden olanlar-bizden olm ayanlar', ‘cennetlikler-cehennem - likler.’ İşte bunun sonucu tahamm ülsüzlük, onun sonucu nef­ ret ve şiddet.” “Am a bu tespit haksızca değil m i? K arıncayı bile incitm e­ yecek bir sürü dindar insan var. Bu korkunçluğun sebebi din değil.” “B iliyor m usun F arecik, bugün benim kafam da seninki kadar k an şık . D erhal A zur'la konuşm am lazım , yoksa d eli­ receğim .” P eri’nin içi hop etti. “A zu rta m ı görüşeceksin? Am a daha dönem başlam adı.” “Bana ne? Yann Oxford’a gidiyorum . Orada olduğunu b ili­ yorum ya. K apışm a dayanırım . Hadi biletin i değiştir, sen de erken gel.”
{ "page": 246, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
24 9 Peri bu teklifin üzerinde durmadı. Hop diye bu saatte bi­ let bulsa bile aradaki fiyat farkını karşılayamazdı ki. Böyley- di zengin taifesi. Herkesin kendi yaşam standartlarına sahip olduklarını sanacak kadar kopuklardı gerçeklerden. Eve döndüğünde annesiyle babasını kendisi kadar şaşkın vaziyette, televizyon karşısında buldu. Ekranda tekrar tek­ rar aynı dehşet sahneleri gösteriliyordu. “Fanatikler dünyayı ele geçiriyor” dedi Mensur. İçmeye er­ ken başlamıştı bu akşam. Düşünceliydi. Durgundu. Kızının Oxford’a gitmesi hususunda ilk kez tereddüt ediyordu. “Bel­ ki de seni yurtdışına göndermemeliyiz; artık hiçbir yer gü­ venli değil.” “Kader...” dedi Selma. “Eğer görünmez mürekkeple alnına yazıldıysa, ister burada ol, ister Çin-i Maçin’de, fark etmez. Miadı dolan gider.” Mensur bulmaca çözmek için kullandığı tükeıimezkalemi kaptı. Alnına kambur kumbur rakamlarla “ 1 0 0” yazdı. “Ne yapıyorsun?” diye sordu Selma. “Kaderimi değiştiriyorum! Yüz yaşma kadar yaşayacağım.” Selma, kocasının saygısızlığından utanarak başım iki ya­ na salladı. Peri onun cevaben ne söylediğini duyacak kadar kalmadı yanlarında. Annesiyle babasımn kavgalarını dinle­ yecek sabrı yoktu. Kesif bir yalnızlık hissine kapılarak odasına gitti; günce­ sini çıkardı. Yazacak makul bir şeyler bulmaya çalıştıysa da bir türlü yapamadı. Bugün olmayacaktı. Kafasında dinle, inançla, Tann’yla ilgili o kadar çok soru vardı ki. Nasıl olu­ yordu da Tann, O’nun ismini kullanarak hem de, insanın in­ sanı katletmesine izin veriyordu? Sayfaya bakakaldı, oradaki boşluğun bir benzerini kendi içinde duydu. Şirin Azurta görüştüğünde, profesör ona ne diyecekti aca­ ba? Ne konuşacaklardı? Camdan içeri uçuveren iskete gibi gizlice o odaya girip sarf ettikleri her kelimeyi dinlemeyi ne
{ "page": 247, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
çok isterdi. Doğrusu onun da soracakları vardı. Hem de çok. Belki de Şirin bu semineri almasında ısrar etmekte haklıy- dı. Peri’nin acilen Tann üzerine okumaya ihtiyacı vardı. Yü­ ce bir varlıkla ilgili yepyeni hakikatler keşfetmek için değil, kendi içindeki belirsizliklerle yüzleşmek, esas kendini keşfet­ mek için.
{ "page": 248, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
Çember Oxford, 2001 Yeni dönemin ilk haftası. Peri, Tanrının Zihnine /Zihinde­ ki Tann’ya Giriş dersinin ilk buluşması için hazırlandı. Öğ­ renci posta kutusunda Profesör AzuıMan gelen bir zarf bula* lı yalnızca birkaç gün olmuştu. İçindeki kartta, sağa doğru al­ çalan eğimle yasalmış bir not vardı, besbelli aceleye gelmişti: Sevgili Bayan Nalbantoglu, Eğer Tann semineriyle hâlâ ciddi ciddi ilgileniyorsan, ders­ ler önümüzdeki perşembe saat tam 14.00’te başlıyor! Dilersen yanında amber getirebilirsin. Ama gereksiz özür dilemeler ge­ tirme. Ahtapot sizi bekler. A. Z. Azur Notu okuduğundan beri derslerinden ve kitapçıda yan-za- manlı işinden kafasını kaldıramamıştı. Şimdi, göğsüne sıkıca bastırdığı defteriyle seminer odasına doğru koştururken kay­ gılıydı. * * * Odaya girince dokuz öğrenci saydı: dört oğlan, beş kız. Aralannda Mona’yı bulunca şaşırdı. Mona da Peri’nin varlı­ ğına bir o kadar şaşırmış görünüyordu.
{ "page": 249, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }
252 Peri öteki öğrencileri şöyle bir süzdü; tedirgin gülümseme­ lerine, birbirlerine fazla sokulmadan kibar kibar oturuşları­ na bakılırsa, gergin ve heyecanlı olan bir tek kendisi değildi. Bazı öğrenciler düşüncelerine dalıp gitmişken, kimileri de al­ çak sesle laflıyor ya da ders tanımım -kim bilir kaçm a k ez- okuyorlardı; bir oğlan başını bloknotunun üstüne koymuş, uyukluyordu. Peri cam kenarında bir sandalyeye çöktü. Dışarıdaki, yap­ raklan yakut ve altın rengi ışıltılar saçan koca meşe ağacı­ na baktı. Tuvalete gidecek vakit olup olmadığım merak etti. Ama geri geldiğinde seminerin başlamış olmasından çekine­ rek yerinden kıpırdamadı. Sema bulutlanmıştı, henüz erken olduğu halde akşam çökmüş gibiydi. Tam saat başında kapı açıldı. Profesör Azur elinde bir yı­ ğın dosya, bir kutu boya kalemi ve bir kum saatiyle içeri gir­ di. Üzerinde, dirsekleri deri yamalı, lacivert, fitilli kadife bir ceket vardı. Tertemiz gömleğinin ütüsü kusursuzdu ama kra­ vatı, sanki bağlamaya üşenmiş gibi gevşekti. Saçlan karman çormandı. Ya güçlü rüzgâra karşı yürümüştü ya da gayriihtd- yari parmaklanyla saçlarım kanştırmak gibi bir huyu vardı. Her şeyi bir çırpıda masanın üstüne bıraktı. Kum saatini kürsünün üstüne koydu ve hemen çevirdi; kum taneleri, kut­ sal bir seyahate çıkan hacı kafilesi misali başladılar üst haz­ neden alttakine akmaya. Tahtanın önünde dikildi Profesör Azur. Uzun boylu, ince yapılıydı. Bir seslenişle sınıftaki uyu­ şuk havayı altüst etti. “Herkese merhaba! Şalom aleyhem! Selamünaleyküm! Ba­ rış sizinle olsun! Namaste! Jai jinendra! Sat nam! Sat sri akaal! Merak edenler için söyleyeyim, selamlarımı herhangi bir öncelik sırasıyla söylemedim.” “Alohd ” dedi birisi yanıt kabilinden. Başkaları da sesini yükseltti. Selamlar ve kahkahalar bir­ birine karıştı.
{ "page": 250, "source": "/content/downs/Elif afak_Havvann Kz.pdf" }