id
float64
5
2.32M
poem
stringlengths
16
104k
rating
float64
0
10
title
stringlengths
1
80
poet
stringlengths
4
32
13,395
Yağmurlar dindiği zaman Geleceksin Ki karanlık ölümdür. Işığım söndüğü zaman Güleceksin Ki karanlık ölümdür. Karanlığımda dişlerin Parıldar ki Yine görüneceksin Kuraklığımda düşlerin Işıldar ki Yine arınacaksın. Bekliyeceğim elbette Gelişini Yaşamak başka nedir; İsterse ta kıyamete İlle seni Ki bu aşk başka nedir. Bütün ömrümüz onunla Böyle geçti; Toprakla gök arası, Varla yok arası öyle; Derken uçtu. Dranas yalvarası: Tanrım merhamet et kula.
6
Balad
Ahmet Muhip Dıranas
null
Hasretin kançanağı gözlerinde oturuyorsun; seni soruyorum hiçbir şey bilmiyorsun… Hep bir çağlayan gibi senin sevdana aktım; sen ise sularını kaçıran bir nehir gibi uzaktın... Tükenişi bir aşkın, bir nehrin tükenişine benzer. Ne deniz olabildin, ne nehir kalabildin... Kendin ol, kendin ol… Sen buysan başkası ol! Buysan kederden öleceğim, başkası olursan de kimi seveceğim? /Ne Diyarbakır anladı beni ne de sen; oysa ne çok sevdim ikinizi de bir bilsen.../
null
Bir Nehrin Tükenişi
Yılmaz Odabaşı
2,116,166
yorgunsun hoşgelmişsin kara gece nöbetinden hoşgelmişsin yat uyu yerin hazır hak etmişsin uykuyu helal olsun uykun bahtiyar sağlığın ama bir uzak iskelede başka olurken deniz sakla uykunu biraz o uzak iskeleye bak sakın telaşlanma bitiverdi iki aylık bir çocuğun kendisi bir şey değil bir çocuğun iki aylık tanrısı bitiverdi iki aylık bir çocuğun kendisi haydi kalk, sakla biraz haydi kalk haydi dedim açıp sonsuz bir camı bir uzak iskeleye şimdi tam sırasıdır her şey hazırken böyle şimdi bunu gömelim nasılsa girdi bu karaşafak aramıza haydi şimdi ölüm vakti değil aramızda ölüm ki bir olağan acının anısıdır şimdi anıya yer yok aramızda ne güzel uyurduk biz kavgasız gürültüsüz bir yara bile olsa şuramızda buramızda sular gibi karışık olan uykumuzda senin kara gecen paslı benim çocuğum ölü bir uzun yaşamayı beygirler gibi koştuğumuzda hatırlarsın uzakta koştuğumuzda sayılara vurdular bizi haydi kalk haydi kalk yoruldum bir patlıcan nasıl büzülürse bostanda durup da olmayı beklerken haydi kalk haydi kalk dedim senden aldım kendimden ölümü bir güzel ezberledim anladım yorgunsun kara gece nöbetinden çocuk öldü ben yoruldum ölüm nöbetinden saatimi kurdum, saatini de kurdum haydi kalk haydi kalk şimdi bunu gömelim. neden öldü ben burdaydım sen ordaydın belki de bahar filan vardır erzincanda ne bilelim haydi kalk trenler kalkıyor duyuyorum biliyorum yorgunsun her geceden, biriken her geceden haydi kalk şimdi bunu gömelim haydi kalk bitiverdi haydi kalk yorgun güzelim haydi kalk hadi artık öldüm biliyor musun hadi kalk İzmirlere filan gidelim
6
Hadi İzmir'e
Turgut Uyar
71,401
Gurbet elde bir hal geldi basima, Aglama gözlerim Mevlâ kerimdir. Derman arar iken derde düs oldum, Aglama gözlerim Mevlâ kerimdir. Hüma kusu suya düstü ölmedi, Dünya Sultan Süleyman'a kalmadi. Dedim yâre gidem nasip olmadi, Aglama gözlerim Mevlâ kerimdir. Kagida yazarlar ufak yazilar, Anasiz olur mu körpe kuzular. Yürek yaralidir, ciger sizilar, Aglama gözlerim Mevlâ kerimdir. Pir Sultan Abdal'im böyle buyurdu, Ayrilik donlari biçti giydirdi. Ben ayrilmaz idim felek ayirdi Aglama gözlerim Mevlâ kerimdir.
8
Gurbet Elde
Pir Sultan Abdal
6,044
Bir karanlık geliyor yokluğunun ardından Ne zaman güneş batsa bu son gecem diyorum Vazgeç yalan dünyanın köhne saltanatından Yetişir bunca keder, bunca elem diyorum Her şey sağır içimde ne şiir ne musiki Dünyadan bezginliğim dünyalar kadar eski Öylesine çözülmüş, öyle dağılmışım ki Be ne bitmez ayrılık bu ne özlem diyorum Beni çağırdığını bir defa duyabilsem Avuçlarımda ateş, yorgun gözlerimde nem Asarak denizleri bir gün kapına gelsem Başımı duvarlara vurup ölsem diyorum
7
Bir Gün Kapına Gelsem
Ümit Yaşar Oğuzcan
20,715
Aman efendim, aman! Galiba Âhir Zaman! Manzarası yurdumun, Tufan gününden yaman! Göz görmez aydınlıkta; Asümanedek duman. Yer dumanmış ne çıkar, Duman dolu âsüman. Türk evi delik deşik; Yıkı dökük hânüman. Duraksız itiş kakış; Süresiz karman-çorman. Anne çocuk doğurur, Köpek soyundan azman. Beyinler zıpzıp kadar, Mideler koskocaman. Aziz fikir buğdayı, Katıra mahsus saman. Boş lâf, hep dalga dalga; Uçsuz bucaksız umman. Hayvanlık orkestrası: Eşek, birinci keman. Orman keleş, nebat kel; Nebat adamlar orman. Midelerde ihracat, Günde beş milyon batman. Milli servet matbaa, Bilmem kaç milyar harman. Yangın evinde satranç; Plân, reform ve uzman. Tam bir buçuk asırdır, Maymunlardan eleman. Bizdeki hale nispet Maymun taklitten pişman. Hangi yol Türke uygun, Hangi parti tercüman? Çıkamaz meydanlara; Camide mahpus iman! Silah küfrün belinde, Küfrün elinde, ferman. Cehle sorarsan ilim; Zehre sorarsan, derman. Rahmet, meçhul kelime; Bilinmez isim, Rahmân. Kutsal kitaptır fuhuş; Ahlâk, okunmaz roman. Tarih, kontra gerçeğe; Hürriyet hakka düşman. Millete kasdedenin İsmi milli kahraman. Yere batsın bu dünya, Bu dünyadan hayr uman! Genç adam, at yorganı! Sana haram, uyuman! Aman, efendim aman! Efendim, aman, aman!
8
Aman!
Necip Fazıl Kısakürek
1,893,700
Bölük pörçük duygular Ve sevdanın karmaşasında Karanlık bir labirent içinde Gire çıka çıkmaz sokaklara Seni arıyorum. Yerimde durmanın Ümitsiz olmanın İşe yaramayacağını biliyorum Karanlığın ortasında,görmeden Kafamı duvarlara vura vura Yolumu unutmadan Ümidimi kaybetmeden Deneye yanıla Seni arıyorum.
6
Seni arıyorum.
Alaaddin Külcüoğlu
5,156
Bir cümbüştür kopsa da, gece, yakamozlarda; Münzevi balıklarız ayrı kavanozlarda...
6
Kavanoz
Necip Fazıl Kısakürek
331,754
Ey genç adam, bu düstur sana emanet olsun: Ötelerden habersiz nizama lanet olsun! .. 1975
7
Emanet Olsun
Necip Fazıl Kısakürek
60,979
güneşse güneş benim beyoğlubeyler topraksa toprak benim beyoğlubeyler birşey var anlamadığım bu sabahlarda eski saraylarda bu yeni saltanatlar saksılarda çiçek diye kızgın namlular demirin kömürün petrolün kalleşliği birşey var anlamadığım bu sabahlarda kayguysa kaygu benim beyoğlubeyler bayramsa bayram benim beyoğlubeyler ya siz kimsiniz kentlerin göbekleri suların en kadını kadının en körpesi sofraların padişahı birşey var anlamadığım bu yasaklarda ben güldükçe neden karartılır ışıklar duvarlar yükseltilir köpekler kışkırtılır kundakta bebek suçlu tarlada tohum birşey var anlamadığım bu yasaklarda umutsa umut benim beyoğlubeyler savaşsa savaş benim beyoğlubeyler ya siz kimsiniz bu kokmuşlar mezarlığı imamlar sofrası bu omuzlardan omuzlara bu korku tapınakları akşamla kargalarla nargilelerle leblebici bakkalbaşı minder minder üçotuzüç birşey var anlamadığım bu yezit yalanlarda yarınsa yarın benim beyoğlubeyler barışsa barış benim beyoğlubeyler ya siz kimsiniz kimsiniz ey şimdi müzelerde yerleri belli eski beyler yeni beyler bey eskileri
7
Kokmuşlar Mezarlığı
Hasan Hüseyin Korkmazgil
38,305
Deli ediyorlar maviyi dalların uçlarında tomurcuklar Tek durmuyorlar hiç Kıpır da kıpır rüzgarda Salıncak sallanıyorlar Mavi Bey de tirşe gözleriyle Şekva ediyor bana Bişey söyle diyor şu yumurcaklarına Bense bakıyorum yattığım yerden şaşkın şaşkın Baharın gelişine
6
Şaşkın Şaşkın
Can Yücel
5,171
Perdeler, hep perdeler... Her yerde, her yerdeler. Pencerede, kapıda, Geçitte, kemerdeler... Perdeler, hep perdeler... Ya benim sevdiklerim, Simdi nerde, nerdeler? Onu bomboş perdenin; İçerde, içerdeler! Perdeler, hep perdeler... Gönülde asil perde; Onu hangi göz deler? Surat maske altında, Sis altında beldeler. Perdeler, hep perdeler... Perdeye doğru akın; Atlılar, piyadeler. Yollar, yönler dolaşık; Değişik ifadeler. Perdeler, hep perdelere. Bir tohumda bin gömlek. Giyim fideler. Kalbiler dilini yutmuş; Bangır bangır mideler. Perdeler, hep perdeler... Son noktada son perde; Çevrilmiş seccadeler. Orada işte işte, Ölümden azadeler! Perdeler, hep perdeler...
6
Perdeler
Necip Fazıl Kısakürek
41,971
Önce çaresizlik çaldı kapıları Sonra yoksulluk Bütün aşina çehreler silindi aynalardan Bir anda boşaldı dünya Yapayalnız kaldık Tez tükendi umut ekmeği Bitiverdi suların hayali Çevirdik derin bir karanlığa gözlerimizi Sen ey büyük yalnızlık Bir sen terketmedin bizi
6
Büyük Yalnızlık
Ümit Yaşar Oğuzcan
14,454
Bu kent öldürüldü diyorlar Kurşuna dizildi bir gece yarısı Hayaletler geziniyormuş şimdi Sokak aralarında ve caddelerde Baykuş tüneği olmuş alanlar Ve yarasalar uçuşuyormuş... Silah ve esrar kaçakçıları Altın çağını yaşarlarken Artıyormuş bir yandan da Kumarhaneler,meyhaneler Borsa oyunları hileli iflaslar Birbirini kovalayıp dururken Nasıl çıkmışsa pek bilinmiyor Yaygınmış şimdilerde rus ruleti İntiharların sayısı bilinmiyor Çoğalıp duruyormus fahişeler Ve artık bunların hiç biri Olay bile sayılnıyormuş şimdi Bu kent öldürüldü diyorlar Bahar gelmez artık buraya Bir kent nasıl öldürülür göz göre göre Ben inanmıyorum kim ne derse desin Sodon ve Gomore efsanelerde kaldı Yaşanan bir başka tarih şimdi Şöyle bir dokunsak toprağa yalın ayak Duyacağiz belki tarihin akışını Baharda gecikebilir unutmayalım Böyle okuduk tarihin kitaplarından Hele vakit gelsin,sevda dal versin Uzanacağiz bir sabah çiçekli bir ağaca Unutmayalım aşkın sımsıcaklığını Suskun bekleyişlerini varoşların Kitapları,fabrikaları unutmayalım Unutmayalım dağların öyküsünü Zincirlerini kırmasını bilir bir kent Aovrayı unutmayalım Kışlık saray ne kadar dayanabilir Hayatı kollamasını bilenlere Ölüm suretini gezdiren serseriler Sızıp kalacaklar birazdan Ve bir tül gibi yırtılırken çevren Bu kent yeniden yaşanacaktır Bir kent nasıl öldürülür göz göre göre Ben inanmıyorum kim ne derse desin.
7
Bu Kent Öldürüldü Diyorlar
Ahmet Telli
108,624
Bizim içtiğimiz dolu Doluların dolusudur Ela gözlü mestaneler Şah Ali'nin kuzusudur Ol Şahtan gelen gaziler Gönül mürşidin arzular Bu gün de bayramdır bize Her gün de bayramdır bize Hak bize nasibin verdi Lokmanların hasın verdi Yezid'e cevr-ü cefasın Mümine safasın verdi Alçacık yemiş dalı Altında yeşil halı Ver muradımı benim Ya Muhammet ya Ali Yezitler aralandı ya Müminler sıralandı ya On iki imam, Şah Ali Bu yolda paralandı ya Kırmızı geyen gelsin Yezid'i kıran gelsin On sekiz bin alemin Nasibin veren gelsin Pir Sultan'ım der gaziler Yazıldı nurdan yazılar Durdu analı kuzular Mürşit de pirin arzular
10
Bizim İçtiğimiz Dolu
Pir Sultan Abdal
5,159
Ben artık ne şairim, ne fıkra muharriri! Sadece, beyni zonk zonk sızlayanlardan biri! Bakmayın tozduğuma meşhur Bâbıâlide! Bulmuşum rahatımı ben de bir tesellide. Fikrin ne fahişesi oldum, ne zamparası! Bir vicdanın, bilemem, kaçtır hava parası? Evet, kafam çatlıyor, gûya ulvî hastalık; Bendedir, duymadığı dertlerle kalabalık. Büyük meydana düştüm, uçtu fildişi kulem; Milyonlarca ayağın altında kaldı kellem. Üstün çile, dev gibi gelip çattı birden! Tos! ! ! Sen, cüce sanatkârlık, sana büsbütün paydos! Cemiyet, ah cemiyet, yok edilen ruhiyle; Ve cemiyet, cemiyet, yok eden güruhiyle... Çok var ki, bu hınç bende fikirdir, fikirse hınç! Genç adam, al silâhı; iman tılsımlı kılınç! İşte bütün meselem, her meselenin başı, Ben bir genç arıyorum, gençlikle köprübaşı! Tırnağı, en yırtıcı hayvanın pençesinden, Daha keskin eliyle, başını ensesinden, Ayırıp o genç adam, uzansa yatağına; Yerleştirse başını, iki diz kapağına; Soruverse: Ben neyim ve bu hal neyin nesi? Yetiş, yetiş, hey sonsuz varlık muhasebesi? Dışımda bir dünya var, zıpzıp gibi küçülen, İçimde homurtular, inanma diye gülen... İnanmıyorum, bana öğretilen tarihe! Sebep ne, mezardansa bu hayatı tercihe? Üç katlı ahşap evin her katı ayrı âlem! Üst kat: Elinde tesbih, ağlıyor babaannem, Orta kat: (Mavs) oynayan annem ve âşıkları, Alt kat: Kızkardeşimin (Tamtam) da çığlıkları. Bir kurtlu peynir gibi, ortasından kestiğim; Buyrun ve maktaından seyredin, işte evim! Bu ne hazin ağaçtır, bütün ufkumu tutmuş! Kökü iffet, dalları taklit, meyvesi fuhuş... Rahminde cemiyetin, ben doğum sancısıyım! Mukaddes emanetin dönmez dâvacısıyım! Zamanı kokutanlar mürteci diyor bana; Yükseldik sanıyorlar, alçaldıkça tabana. Zaman, korkunç daire; ilk ve son nokta nerde? Bazı geriden gelen, yüzbin devir ilerde! Yeter senden çektiğim, ey tersi dönmüş ahmak! Bir saman kağıdından, bütün iş kopya almak; Ve sonra kelimeler; kutlu, mutlu, ulusal. Mavalları bastırdı devrim isimli masal. Yeni çirkine mahkûm, eskisi güzellerin; Allah kuluna hâkim, kulları heykellerin! Buluştururlar bizi, elbet bir gün hesapta; Lafını çok dinledik, şimdi iş inkılâpta! Bekleyin, görecektir, duranlar yürüyeni! Sabredin, gelecektir, solmaz, pörsümez Yeni! Karayel, bir kıvılcım; simsiyah oldu ocak! Gün doğmakta, anneler ne zaman doğuracak? 1947
8
Muhasebe
Necip Fazıl Kısakürek
9,707
Erimek belirsizce herşeyde, Karışmak sulara yıldızlara, Sinmek kokusuna mor menekşenin, Yanmak damar damar, nefes nefes, Yaşamak tükene tükene.
7
Erimek
Bedri Rahmi Eyüboğlu
33,906
Anlamak yok çocuğum, anlar gibi olmak var; Akıl için son tavır, saçlarını yolmak var..
7
Anlamak
Necip Fazıl Kısakürek
298,670
40 Neden servi ve süsen tarihte geçer? Neden özgür insanlar onları seçer? Biri on dili varken, susar devamlı, Biri yüz eli varken, sanma el açar!
7
40 Nolu Rubai
Ömer Hayyam
20,121
bir bahar daha dönüp gidecek kapıdan bir bahar daha sensiz yaşanacak demek bir bahar daha insanlar asılacak şafakta ben en çok şafakları ağlarım
5
Bahar Ağrısı
Nevzat Çelik
47,604
Yeni aya karşı dua ederdi Ağlardı kesilen zeytin dalına Ağlardı evliya kıssalarına Saksıda taşırdı kışın baharı Korkuyu sevinci yayan gözleri Kitaba gözlüktü derin gözleri Anamın en kutsal barınağıydı Esli alfabeyi candan severdi Toprağa dosttu ölüme hazır Taşırdı soyunu gövdesi gibi Bir destan büyüttü namustan aşktan Midenin harama düşmanlığından
7
Babamın Gazeli
Mehmet Akif İnan
45,579
Hayat soğuk, yağmurlu ve vurdumduymaz bir İstanbul gecesiydi... Ve gece yağan yağmur hep ürkütürdü beni. Yağmur değil yalnızlığımdı pencereleri damla damla yalayan, yıllarımı dolduran sensizlikti... Hep bir yanı yarımlık, hep senden uzaktalık, hayattaki tek 'kimse'mden yoksunluk, yani kimsesizlikti. Bir kavuşma mucizesine inanma yolunda harcanmış bir hayatın ansızın sonuna gelme, ve o mucizeyi yaşayamadan bir başına ölme korkusuydu yağmur…Yine yağmur yağıyor, yine gece... Yine İstanbul... Ve sen kollarımın arasından sıyrılıp kalkıyorsun yataktan. Nereye gidiyorsun sevgilim? Sadece sana sarılarak uyuduğumda nefes alabiliyordum. Beni kollarına aldığında, yüzümü masumiyetinin yurduna, o kimsesiz boynuna dayadığımda, kokunu kalbimle soluduğumda... Uykun benim cennetimdi. Çünkü cennet sadece ikimizin olabildiği yerdi benim için. Ne sana aşık kadınlar, ne sevdiklerin, ne geçmişin, ne yarının...Uykunda sadece ikimiz vardık. Aşkıma dar gelen sevgi sözcüklerine ihtiyacım yoktu orada. Sana sevgimi anlatmaya, ispat etmeye ihtiyacım yoktu artık. Aşkımızın kokusuydu sana beni anlatan, sana seni anlatan.... Beni gerçekliğin o soğuk, o köpüklü dalgalarıyla yutan ve alıp alıp senden ötelere savuran hayatın dışındaki tek kaçış tünelimdi uykun. Önce kolunu çekerdin başımın altından, sonra sırtını dönerdin. Usulca sarılırdım sana arkandan, seninle ya da sensiz geçen yılların hasretiyle... Ardından yavaş yavaş kollarımın arasından sıyrılırdın...Yıllardır taşımaktan yorulmadığım hasretin, tenimden tenime akan o ateş, ağır gelirdi bedenine... Uyuyamıyorum, nefes alamıyorum, lütfen sarılma, derdin... Yatağın bir ucuna sığınmış bedeninden kovulmak, hayatından kovulmak gibiydi benim için. Sığındığım, soluk aldığım tek cennetten kovulmak gibiydi. Beni uykunda terk etmen, gerçek hayatta terk edişinden bile ağır gelirdi. Yanıbaşındaki sensizlik, o rutubetli evimdeki, o baştan ayağa sen olan evimdeki unutulmuşluğumdan çok daha ağır gelirdi. Seni kaybetme korkusu öyle işlemişti ki hücrelerime...Yataktan doğrulduğun anda bu korkuyla açılırdı gözlerim. Bilinçaltım konuşurdu benim yerime... Su içmek ya da tuvalete gitmek için kalktığın asla aklıma gelmezdi. Gittiğini düşünürdüm yalnızca... O saatte kendi evini terk edip, nereye gidebileceğini sorgulamadan, sadece beni o sonsuz hiçlikte, o en masum rüyada, cennetimizde, uykumuzda bir başına bırakıp, kaybolacağından korkardım. Bana hep aynı soruyu sorduran bu yüzyıllık korkuydu işte: Nereye gidiyorsun sevgilim? Beni yeniden hayatın içinde, gerçeklerin ortasında bir başına mı bırakıyorsun? Beni yeniden unutuluş sürgünlerine mi gönderiyorsun? Nereye gidiyorsun sevgilim? Oysa seni uyutmayan içindeki o yangınlı hesaplaşmaydı. Gece iner, aşıklar, yüzler, bedenler, anılar kaybolurdu; sadece ikimiz kalırdık. Ve sen uykunda sevgimle hesaplaşmaya dalardın. Cennette cehennemi hatırlardın. Dönüp geriye bakıyorum da, sanki yıllar değil yüzyıllar geçmiş aramızdan... Aramızdan ayrılıklar, ihanetler, kayboluşlar, vazgeçişler, yeniden bulmalar, korkular, yalnızlıklar, savrulmalar geçmiş. Ve bu ilişki ne çok biçim değiştirmiş... Seni yollarca, şehirlerce uzağından sevdim. Seni kelimelerce, şiirlerce yakınından sevdim. Seni dünya üzerinde sanki ilk kez benim için kalemi eline alıp da yazdığın mektuplarca sevdim. Seni umutsuzca, beklentisizce, hayallerce sevdim uzağından. Hayatımı öyle olduğu gibi bıraktım. Şehrine geldim, ama kalbine giremeden sevdim. Neydik biz o yıllarda hiç düşündün mü? Neydik birbirimiz için sevgili? Geldim. Bana destek olacak, sırtımı vereceğim bir aşkın yoktu arkamda. Kendime yeni bir hayat kuracağım yalanını, kendim dahil, sen dahil herkese söyledim. Oysa tek istediğim seninle birlikte bir hayattı. Öyle cesaretsizdim ki karşında ve öyle açık sözlüydün ki bana karşı, ancak iddiasız bir sığınmacı olabildim hayatında. Hayatına iltica etmek isteyen bir yürek sürgünü... Bir aşk meczubu sadece... Dürüstlük kimi zaman yalanlardan çok daha acımasızmış, sevgili... Gerçeğin buzdan ülkesinde yapayalnız kalan yürek, hayatta kalabilmek için yalanları bile özleyebilirmiş kimi zaman... Bana aksini ispat etmek için elinden geleni yaptığın o yıllarda, buzlar ülkesinde biraz olsun ısınabilmek için, aslında beni sevdiğin yalanına inandırmıştım ben de kendimi... Aşkıma kapalı bir kapının önüne bırakılmış yaralı bir kuş gibiydim. İnanacak, bir ibadet gibi yaşayacak tek şeyimdi senin aşkın. Karşılıksız, güvensiz, sessizce yaşanan bir aşk... Nasıl da hoyrattın bana karşı... Kalbinde değil miydim gerçekten? Neydik biz söylesene? O yıllarda senin neyindim ben sevgili? Can yoldaşın mı? Yol arkadaşın mı? Dostun mu? Sevgilin mi? ..Sonra bir gün geldi ve unutuldum. Ve bu sorular birer birer bıçak gibi saplandı yüreğime ve yüreğimde yanıtlarını buldu. Unutuluş hepsinin acımasız cevabı oldu. Sonrası dipsiz bir karanlık... Sonrası çaresiz bir çıldırış... Hayata karışmamak için tek kalkanım, tek sığınağımdı aşkın. Tek silahımı yitirdim ve hayata teslim oldum. Aldı beni savurdu başka bedenlere, parçası olamadığım o kırık dökük öykülere... Kırgınlık kimlik değiştirdi ve vazgeçiş oldu benim için. Unutmanın en ağırı unutamadan unutmaktır. Seni sonsuza kadar kaybetmek kimlik değiştirdi ve unutmak oldu benim için. Seni unuttuğum yalanıyla hayatı kandırmaya çalışınca hayat hiç olmadığı kadar acımasız tokatlar indirdi yüzüme... Sonrası dipsiz karanlık... Sonrası hatırlamaya bile dayanamadığım düş yıkımları... Sonrası kesif, karanlık ve rutubetli bir kuyu... Koskoca bir boşluk... Sonrası 'yalnızlık' kelimesine sığmayacak kadar derin bir yalnızlık... Kaç zaman sonra bilmiyorum, bir gün geldi ve beni yeniden hatırladın. Yokluğumda kendine kurduğun hayat, beni yasak bir ilişki haline getirdi bu kez de... Ve bu ilişki bir kez daha kimlik değiştirdi. Seni, bir başkasıyla birleştirdiğin hayatına uzaktan bakarak, kalbimi kıskançlığın lanetli hırsına teslim ederek, kısıtlı zamanlarda, gizli saklı buluşmalarda, o doyumsuz kaçamaklarda sevmeyi de öğrendim... Hasretinin o tarifsiz kokusu burnumu sızlatırken yapayalnız uyumayı da öğrendim. Yağmurlu İstanbul gecelerinde o baştan ayağa sen olan evimde kaderimle kıyasıya yaşamayı da öğrendim, sevgili... O zamansız unutuluşun ardından yeniden hatırlanmanın sevinci, seni paylaşmaya boyun eğmenin ve hep gizliliğin gölgesinde kalacak olmanın acısına büründü. Uykunda soluğunun bir başka soluğa karıştığını bilerek geçirdiğim sayısız gecelerde, gururumu parça parça bölüp aşkıma kurban verdim. O tarifsiz ağrıyı uyuşturmak için ruhumdan, kimliğimden, kadınlık onurumdan vazgeçtim. Her şeye rağmen direnebilmek için kendimden vazgeçtim. Geriye dönüş kapılarını sonsuza kadar kapatmış oldum böylece. Ruhumdan kendimi kovup, tüm hücrelerime sadece aşkını yerleştirdim. İşte o andan itibaren, sensizlik artık bensizlik oldu sevgili... Nasıl da telaşlı, nasıl da soluk soluğa yaşardık o kaçamak anları... Aşkımızın en karanlık, en gerçek, ama en yoğun anlarıymış onlar... Sensiz geçen gecelerde yüreğimde biriken kıskançlığın, öfkenin, kırgınlığın ve hasretin hummalı karanlığı, sana kavuştuğum anlarda sevinçten çıldırmanın eşiğinde tarifsiz bir hazza dönüşürdü... Nasıl da ateşliydi sevişmelerimiz... Sana yeniden dokunmak, sanki bulutlara öpücükler kondurmak gibiydi... Huzurla huzursuzluk, hasret ve kavuşma, aşk ve öfke, merhamet ve acımasızlık, kırgınlık ve bağışlama her şey ama her şey sevgimizin taşkın sularında birbirine karışırdı. İki kalbin bir ömre sığdırabileceği tüm duyguları biz o kısacık anlarda soluk soluğa yaşardık... Sonra hayatını değiştirdin. Yeniden özgürlüğüne kavuştun. Ve bu ilişki bir kez daha biçim değiştirdi. Yıllardır bir savruluş halinde aramızdan akıp giden aşkımız, nihayet dingin, doygun ve emin bir sığınak bulmuştu kendine. O savruk yıllar bile koparamamıştı ya bizi birbirimizden, artık hiçbir şey bu aşkı yıkamazdı. İhanetlerin, unutuluşun, hayatın sınavından geçmişti aşkımız. Tam da birbirimizi hayattan çok uzakta, dokunulmaz bir boyutta sevdiğimize inanmaya başlamışken, dudaklarından dökülen o lanetli cümle korkularımı yeniden uyandırdı, geçmişi zamandan koparıp aramıza soktu yeniden: 'Varlığın artık bana acı vermiyor...' Ah sevgilim, ayrılık trenini çoktan kaçırmadık mı biz? Bulup bulup kaybetme oyunlarını çoktan tüketmedik mi? O dünyevi aşk oyunlarından, kıskandırmalardan, kaçamaklardan çoktan vazgeçmedik mi? Birbirimizi en ağır ihanetlerde sınamadık mı? Anlamadın mı artık, varlığım sana acı vermek için değil... Sadece seni sevmek için yaşadım ben! Senin için bir ilişkide girilebilecek bütün kimliklere bürünmedim mi? Önce aşkla değil kalbinin boşluğuyla tutunduğun bir can yoldaşıydım... Yüreğin bir başkasına kapılarını açtığında hayatından dışlanıp unuttuğun oldum sonra... Başka hayatlarda, başka ilişkilerde seni unutmaya çalışırken, belki de aslında sadece seni ararken kıskançlıktan deliye döndüğün oldum... Kalbime geri dönmek istediğinde gururumun gemilerini yakıp, metresin oldum... Vicdanın oldum senin... Merhametin oldum... Pişmanlığın oldum... Hazzın en sıradışı boyutlarını seninle paylaşan fahişen oldum... Arkadaşın oldum... Kardeşin oldum... Sevgilin oldum... Söylesene kaç kez biçim değiştirdi bu ilişki? Kaç kez kimlik değiştirdim seni sevebilmek için... Anlamadın mı artık, varlığım sana acı vermek için değil. Sadece seni sevebilmek için yaşadım ben... Hala seninle geçireceğim anların telaşıyla tüketir gibi yaşıyorum sensiz geçen günlerimi. Yıllar geçti, hala seni görecek olmanın kalp çarpıntılarıyla, yalnız senin için giyiniyorum en güzel giysilerimi. Sen güzel bulasın diye geçiyorum aynaların karşısına. Seninle geçen zaman bir daha tekrarı olmayan, doğaçlama bir melodi gibi benim için... Sanki birlikte yazılmış kaderimizin sayılı dakikalarından an çalıyorum. Öylece karşında oturup seni seyretmeyi, sana yemek hazırlamayı, seninle sohbet etmeyi, dostlarını ağırlamayı, seninle birlikte uyumayı, yani paylaştığımız ne varsa hepsini bir daha asla okuyamayacağım bir şiiri kelime kelime içime sindirir gibi, soluk soluğa hissederek yaşıyorum... Öyle birikmişsin ki içimde... Seni yaşamakla tüketmem, seni sıradanlaştırmam mümkün değil. İçime çektikçe çoğalıyorsun... Şimdi varlığım her geçen dakika daha da daralan gizli bir çember örüyor etrafına. Her geçen gün biraz daha uzaklaşıyor, biraz daha kanıksıyorsun beni... O peşini bırakmayan yaralı geçmişin aramıza korku duvarları örüyor. Hayatını tüm kalbimle kucakladığımı hissettiğim anda ansızın yüzünde beliren o eski kaygıların alıp seni benden çok uzaklara, derinlere, yalnızlık kuyularına sürüklüyor. Yeni isimler, yeni aşk öyküleri, başka yüzler, başka bedenlerle kaçış planları yapıyorsun kendine... Gece ansızın seni uyandıran, kolunu başımın altından çeken, seni yatağın ucuna kadar götüren, uykunu bölüp ayağa kaldıran ve bana hep o aynı soruyu sorduran bu korkular değil mi...: 'Sevgilim nereye gidiyorsun? ' Sevgilim nereye gidiyorsun? Orada ne var? Benliğini kıstırdığın duvarların arkasında soğuk, uçsuz bucaksız bir yalnızlıktan başka ne var? Neden kaçıyorsun? Neden bu aşkı sonsuzluğa, özgürlüğe, daha önce hiç yaşamadığın sınırsızlığa bir kapı olarak görmüyorsun? Ben senden gitme ihtimalini hiçbir zaman çalmaya yeltenmedim ki... Sevgim seni tüketmek değil, çoğaltmak içindi... Sevgim dünyanın yaşanılası bir yer olduğuna inanman, inanmamız içindi... Yüreğimizin çok derinlerinde yaşayan o iki masum çocuğun soluk alabilmesi için bir gökyüzüydü sevgim... Ben senin kanatlarını hiçbir zaman çalmadım ki... Öyle çok reddedildim ki, öyle çok unutuldum ki senin tarafından, sensiz kalmak yüreğimi ezen tek korku artık. Öyle ki hayatım yalnız bir korku halinde ayakta duruyor şimdi... Korkumu gerçeğe büründürdüğün anda yıkılıp gideceğim. Her şeyi tükettim. Hayata tutunmak adına ne varsa her şeyi yaktım seni sevebilmek için... Tüm sabrımı, kendime ve insanlara güvenimi, sevginin hayatın tek harcı olduğuna olan inancımı... Artık senden başkasına verecek enerjim, sevgim ve hayatla hesaplaşacak bir benliğim kalmadı. Geriye dönüp sığınacak bir kendim kalmadı... Şimdi bana varlığımın sana acı vermediğini söylüyorsun. Gitmemi istiyorsun, sonra yeniden gelmemi... Ve sonra yeniden gitmemi... Beni sensizliğin o dipsiz çukuruna önce sarkıtıp, sonra yeniden gün ışığına çıkarıyorsun. Sevgimi, yokluğumu hissettiğin yerde bulmak istiyorsun. Aşkımın benliğini ve hayatını ele geçirmesinden duyduğun o sebepsiz korkuyu yenmek için, bana seninleyken tekrarı olmayan bir şiiri hatırlatan zamanın, sana benimleyken gösterdiği monoton ve tüketici yüzünü yok etmek için oynadığın bir oyun bu belki de... Beni deliliğin sürgünlerine yollayıp, sonra yeniden kalbine çağırıyorsun. Korkuyu beklemenin telaşı korkunun kendisinden çok daha ürkütücü biliyor musun? İşte bu yüzden sensizliğin karanlık kuyusuna kendi ellerimle bırakıyorum kaderimi. Korkuyu beklemekten vazgeçiyorum, ama asla seni sevmekten değil, sevgili... Sana veda etmeden kayboluşa karışmam da aslında sadece bunun için... Madem varlığım acı vermiyor sana, madem ki ancak yokluğumda sevgimi hissedebiliyorsun, öyleyse yokluğumla kal sevgili... Madem ki yokluğumla daha mutlusun, o halde yokluk benim bu aşk için büründüğüm son kimlik olsun...
8
Özledim
Cezmi Ersöz
2,110,906
I Ben her akşam dolaşırdım bu yeşil sahilde, Aşinalar gibi karşımda gülümserdi sular; Nazlı rüzgar konuşur anladığım bir dilde, Sevdiğim şarkıyı söylerdi hafiften korular. Yaz kış, öterdi ağaçlar bu derin maviliği, Uhrevi beldeler üstünde güneş parlardı; Bir havari gibi her gün denizin inlediği Kayalıklarda gezen ince kadınlar vardı. Sisli enginleri ruhumda duyup dinlerken Dolaşan kızları toplardı deniz şen sesine, Ayrı bir yüz düşünürdüm bu güzelliklerden El ederken sarışın şaireler beldesine. Gülmek isterdi uzaktan bana bir gölge, niye? Tanımazdım onu, esmer mi veyahut sarı mı? Belki bir gün gelerek toplar o mabude diye, Dağıtırdım deli rüzgarda uzun saçlarımı. Gezerek sessiz adımlarla nefessiz kımda Geçirirdim bu hararetli yaz akşamlarını; Bazı bir şüphe parıldardı sönük ruhumda, Her güzel yüzde arardım bir ilahi kadını. II Bir hazan akşamı indimdi yeşil sahile ben, Vardı kumral sular üstünde beyaz bir yelken. Daralan omzuma bir yaşlı sedir oldu kaya, Gözlerim daldı uzaklardaki mermer saraya. Ufkun üstünde güneş secde eden bir iklil. Tutuşan körfeze çizmişti alevden bir Nil. Gölgeler cenneti olmuştu bütün karşıki yar, Gölgelenmişti kayıtsız uyuyan genç adalar. Silinirken güneşin yorgun ufuklardan izi Bir kürek darbesi titretti o baygın denizi. Geri döndümdü düşerken yere boynumdaki şal; Kayalıklarda yanaşmıştı uzun bir sandal. Geçti bir gizli nefes gölgeli sahillerden... Sandalın taşlara yaslandığı tenha yerden. İndi şarkın sarışın kızlarının en genci; Arkadan bir köle, munis ve uzun bir zenci. Kumlar üstünde, çakıllarda denizden sessiz, Yürümekteydi bu parlak ve karanlık iki iz. Solgun alnında kımıldardı yürürken saçlar, Belli, çalak idi bir yavru geyik ruhu kadar. Ben o hummalı bakışlarla sararken geçeni, "Kim bu vahşi" demek ister gibi süzmüştü beni. O zaman kalbimi bir gizli günah etti esir, Sardı etrafımı gökten boşalan bir zincir. Önce kalbimde beyaz elleri bir sisli kışın; Sonra karşımda o sultan, o ilahi sarışın... Bir alev şarkısı halinde geçerken o peri, Kül olup kaldı hayalimde onun nağmeleri. Sanki vurmuştu benim alnıma çöllerdeki sam, Kumların üstüne düşmüştü yılan başlı asam. III Bütün eşyaya hazan indi, sular dermansız. Şimdi bir gölgeyi bekler, gezerim ben yalnız. Gördüğüm manzara, akşamları, kalbimde bir ok; Gece, kalbim gibi, evlerde ışık yok, ses yok. Mavi bir sis çiziyor bahçeler üstünde sabah, Geziyor gölgeli sahilde hazin bir seyyah.
9
Şarkın Sultanları
Faruk Nafiz Çamlıbel
46,528
Uğrunda dertlere düştüğüm sevgili Bir başkasına tutulmuş o da dertli Derdimin dermanı kendi derdinde Hekim hasta olunca kime gitmeli?
8
Uğrunda Dertlere Düştüğüm
Ömer Hayyam
59,703
Mitralgözüyle karşı tepelerden Biçtikçe siyah başaklarını gecenin Horull uykularımıza kasteden O tezayaklı eşkıya Suyolcu Memet Pehlivan Vadesi doldukta Güneş müfrezelerinin yaylım ateşiyle Vuruldu şafakta Yatıyor şimdi Rahmet okusak da okumasak da Kanlar içinde upuzun Dere boyunda Eski dölyatağına dönüyor sanki YAĞMUR
5
Okuyana Rahmet
Can Yücel
31,711
Bir bakışki açıyor gönül muammasını, İki sevdalı kalbin en gizli yarasını, Bir bakış ki kudreti hiç bir lisan da yoktur, Bir bakış ki bazen şifa, bazen zehirli oktur. Bir bakış, bir aşığa neler anlatır, Bir bakış, bir aşığı saatlerce ağlatır Bir bakış, bir aşığı aşkından emin eder, seven insanlar daima gözleriyle yemin eder.
8
Gizli Bakışlar
Faruk Nafiz Çamlıbel
334,362
Nisbetleri bozuldu,yedi ses,yedi rengin; Mart kedisinin dili,bizimkinden çok zengin... 1974
7
Bozulan Nispet
Necip Fazıl Kısakürek
2,292,350
"şunları bir araya toplayayım. Bir güzel muhabbet edelim" diye düşündüm. Mutfak işinden de anlarım. Donattım sofrayı. Bayağı uğraştım. Hepsinin, ayrı ayrı ne yemekten, ne içmekten hoşlandığını iyi bilirim. Bayağı da para gitti. Birinin yediğini öbürü yemez. Ötekinin içtiğini beriki içmez. Dört kişilik sofra kurdum. Mumları da yaktım. Bak hepsi, Erick Satie severdi. Hatırladım. Müziği de ayarladım. Geldiler. 20 yaşında ben, 35 yaşımda ben, 40 yaşımda ben ve bugünkü ben dördümüz. Birden yirmi yaşımı, otuz beş yaşımın karşısına oturttum. Kırk yaşımın karşısına da, ben geçtim. Yirmi yaşım, otuz beş yaşımı tutucu buldu. Kırk yaşım ikisinin de salak olduğunu söyledi. Yatıştırayım dedim. "Sen karışma moruk" dediler. Büyük hır çıktı. Komşular alttan üstten duvarlara vurdular. Yirmi yaşım kırk yaşıma bardak attı. Evin de içine ettiler. Bende kabahat. Ne çağırıyorsun tanımadığın adamları evine...
9
Davet
Can Yücel
null
(Sensizlikle flört etmeyi sen değil, sensizlik bilir; sesi ses, sessizliği sensizlik bilir…) Korkma, sana aşkı öğretmeyen kendinin ellerinden tut! Çok ağrımış kendinin, siyah ve ayaz kendinin. Hep avuttuğum düşler için bana bir gül ver... Bak, Palandöken dağlarında karlar erimiş, teknelerle kol kola bir bahar sulara inmiş; dağlar için, sular için bana bir gül ver. Bir gül ver söküldüğüm günler için -ve önce kendinin ellerinden tut.- Kendimin ellerinden tutunca, içimden nehirler gibi akmak geliyor; yollara çıkmak, yolculuklara bakmak geliyor. Geberesiye içip salaş meyhanelerde, buralardan böyle ceketsiz kaçmak geliyor… Tutunca kendimin ellerinden, pusulasız gemilerde yatmak; yaşlı ve şefkatli bir azizenin koynunda sabaha dek kıpırtısız susmak geliyor… Sevgilim, iyi insan, tutunca ellerimden, ömrümün içinden akmak geliyor... (Sessizlik sensizliği ezbere bilir; sensizlik her şeyi bilir...) Korkma, sana aşkı öğretmeyen kendinin ellerinden tut; sonra bana aşkı öğretmeyen kendimin ellerinden... Bak, yıllarım sırılsıklam/ yağmurlar giymiş, günlerin avlusuna yeni yeni çocuklar inmiş; dağlar için, sular için bana bir gül ver. Avuttuğum düşler için bana bir gül. Bir gül pusulasız gemiler, sökülmüş günler için... (Ben bütün yeşillerimi inatçı ayazlara çaldırdım; sen kendinin ellerinden tut ve kendine benim için bir gül ver.) Kendine bir gül(ü) ver
null
Kendine Benim İçin Gül Ver
Yılmaz Odabaşı
1,069,987
Altıok'un simgesi oldu artık faşo/fiş Anladım bir çukurda son bulacak bu gidiş Takiye çarşaf çarşaf filizlendi Deniz’de “Tombala vekil”dedir kavgalaşmak dişe diş. 24.11.2008
5
Takiye
Abdurrahim Karakoç
68,003
Kemler iyi göremez Gamlanma gönül gamlanma Bin kaygu bir borç ödemez Gamlanma gönül gamlanma Koyun meler kuzu meler Sular hendeğinde dolar Ağlayanlar bir gün güler Gamlanma gönül gamlanma Yiğit yiğidin yoldaşı At yiğidin öz kardaşı Sağlık her şeyin başı Gamlanma gönül gamlanma Naçar Karac'oğlan naçar Pençe urup göğsün açar Kara gündür gelir geçer Gamlanma gönül gamlanma
8
Gamlanma Gönül
Karacaoğlan
96,557
Bıyıkların Hakikatli mermerde Algın karanfil Bakışların Yalnız hayatın değil İşçilik bedeli tarihin de Ağzında Filtreli Şanlı Haziran Üstünde İdris Nebi gibi Biçtiğin hülle Doğumun T.Ö. Yani Tariş'ten Önce Ölümün Bilinmiyor. Söylence
5
Bir Büst İçin 50 Yıl Sonra Söylenmiştir
Cemal Süreya
60,184
sen mapusta solan gülsün her yanın duvar SEN AĞLAMA KAN OLUR BANA O YAŞLAR sen hayatın küskünüsün acının suskunu sen yayalada bir baharsın, tarlada rüzgar içimde sana dair bembeyaz bir sevda var sen torosta yağan karsın tarlada rüzgar SAKIN ESME TOZ OLUR KAPANIR YOLLAR sen eylemin yangınısın hayatın cılgını tenimde sana dair ürpertiler var sen munzurda akan çaysın yaylada bahar SEN GÜLÜNCE GÜL AÇAR YİNE O DAĞLAR sen sevincin dudağısın sevdanın sapağı sazımda sana dair esintiler var
8
Beyaz Sevda
Yusuf Hayaloğlu
29,963
Şurada bir kapı olmalı Senin ölümsüzlüğüne açılan Bir kapı olmalı şurada Bulabilsem Kollarımın bütün gücüyle vuracağım Er geç sesimi duyuracağım sana Başımı soğuk demirlere dayayıp Adını söyleyeceğim mahşer gününe kadar Dağlara taşlara güzelliğini haykıracağım Ve bütün yaratıklara Rüzgarın söylediği bir masal gibi Seni anlatacağım Dünyaya ilk gelişimiz değil bu Yüz binlerce yıl önce Bir de taş devrinde gelmiştik Senin için vahşi hayvanlar vurmuştum o zaman Pars dişlerinden bir gerdanlık yapmıştım boynuna Nice mağara duvarlarına güzelliğini kazımıştım Nasıl hatırlamazsın O zaman da gökyüzü bu kadar mavi Ormanlar yemyeşildi O zaman da Yalnız karanlıktan korkar Güneşi tanrı bilirdik Bunca yüzyıllardır İnan Hiçbir şey değişmedi yeryüzünde Belki biz değiştik Sevgilerimizi söyleyemez olduk Göremez olduk nice güzellikleri Yalanı öğrendik Utanmayı öğrendik İnandık sonraları Bütün yaratıklardan üstün olduğumuza Büyük zekamız Önce kafesi, zinciri, zulmü icat etti İyilik güzellik ve doğruluk adına Hiçbir şey kalmadı inandığımız Aradan bin yıllar geçip Atom parçalanıncaya kadar Zaten paramparça olmuştu insanlığımız Böylece bir karanlığa düştük Karanlık bizi başka bir karanlığa götürdü Sarnıçlardan, dehlizlerden, girdaplardan geçtik Sana yaklaşmak için Dallarından gün ışığı geçmeyen ormanlara düştük Aramızdaki demir kapı belki hiç açılmayacak Senin ışığını görmeden kapanacak gözlerimiz Karanlık aman vermiyor Hangi kapıyı aralasak gece Ne yapsak çaresiz Kokunu getiren rüzgar da olmasa Bir manası kalmayacaktı yaşamanın Şimdi hiç değilse Hayaliyle avunmadayız Zaman içinde bir başka zamanın İnsan çırpındıkça bir bataklığa saplanıyor Yaşadıkça ölüme Çaresiz olmak bir şey değil Çaresizliğini kabullenmek zor geliyor insana Aynaya bakıyorum Bir beyazlık, bir boşluk Hani benim yüzüm Dudaklarım, ellerim hani Halbuki gözlerim de görüyor Kör değilim Fakat sen varsın içimde Yakan, kör eden bir karanlığın var senin Nefes, nefes yaşadığımız Avuç, avuç içtiğimiz bir karanlığın var Kahrolası zamanın ortasında Büyük bir fırın yanıyor besbelli Alevleri asırlık çınarlar gibi Büyük bir fırın yanıyor Görüyor musun Şimdi bütün ihtirasların sustuğu saatteyiz Elini sürdüğün her şey yok olabilir Her şey eriyebilir şu anda Bu varlığın yokluğa yaklaştığı andır Zayıf ellerin bu anda bütün yaratıklardan güçlü Bu an iri gözlerinde her şey yüce Ne insanlar fani Ne dünya ölümlü Al beni de erit ateşinde gözbebeklerinin Erit beni Ruhumu aşkının potasında yak Kahrolsun bu karanlıklar Bu mesafeler Bu zaman Ben seni istiyorum Ya seninle yaşamak Ya da sende yok olmak
9
Karanlıkta Erimek
Ümit Yaşar Oğuzcan
64,177
Bende tarçın sende ıhlamur kokusu Yürürüz başkentin sokaklarında Bir nehir şu tutuk konuşan cumartesi Üstünde iki yonga: Çarşamba, bir de cuma Ayrılık lafları etme sevgilim Önümüz Temmuz önümüz Ağustos nasıl olsa Kolkola yürüyoruz tek tük öpüşüyoruz Sonra ayrılıyoruz korkuyoruz da Kimi zaman neden kalabalığın içinde duruyoruz da Kimi zaman bir köşe arıyoruz en sapa İşimiz mi yok, şu Akay'a sapalım istersen İstersen garson girelim ilkyazın gazinosuna Börekçi! diye bağır istersen şurda Kısmet çıkar -sanırım- Emek'te oturan kıza Abiler! Abiler! diye bir şey satayım ben Mendilim kalmamış kağıt peçete yok mu çantanda? Üç peseta gibi bir paraya dondurma yemiştim Madrid'te yemiştim, ve çatılardan kanguru akıyordu Londra'da Seversin mi beni, doğru söyle ama? - Sigara? Ne eflatun etin var, yanarca mı yanarca İnan Selimiye'nin minareleri gibisin Her seferinde başka yoldan çıkılır nirvanaya
7
Roman Okudum Seni Düşündüm
Cemal Süreya
108,843
Eğer dost ırmağın gözün ararsan Serçeşme'den gelir suyun durusu Ali Muhammet'tir Muhammet Ali İkisi de bir elmanın yarısı Ali'm engür ezdi kırklar da içti Kırkı da mest oldu kendinden geçti Muhabbetin kapısını kim açtı Cümlesi de bir ikrarın çerisi Ali'm yola gider menzili keser Sofi nerde olsa yalanı basar Bir kale yaptırmış on iki hisar Sor nedendir duvarının örüsü Dört kapısı vardır kırk da dükkanı Üçyüz altmış altı gevher madeni On yedi kişidir alıp satanı Cümlesinin sarrafıdır birisi O kalenin bedenine kuş konar Kanadı üstünde kandiller yanar Pir Sultan Abdal'ım secdeye iner Aşık oldum gitmez benzim sarısı
6
Eğer Dost Irmağın
Pir Sultan Abdal
1,175
Sımsıcak konuşurdun konuşunca ırmak gibi rüzgar gibi konuşurdun yayla kokuşlu çiçekler açardı sanki çiğdemler güller mor menevşeler açardı Sımsıcak konuşurdun konuşunca Hâlâ koynumda resmin Dağları anlatırdın ve dostluğu bir ceylan gibi sekerdi kelimeler Sesini duymasam çölleşirdi dünya dağlar yarılır ırmaklar kururdu bulutlar çökerdi yüreğime Hâlâ koynumda resmin Gün akşam olur elinde kitaplar ve bir demet çiçekle çıkıp gelirdin bir kez bile unutmadın 'merhaba' demeyi ve en yanık türküleri nasıl da söylerdin bir dostun vurulduğu gün Hâlâ koynumda resmin Kaç mevsim kırlara çıkıp çiçekler topladık mezarlar için Belki ürküttük tarla kuşlarını belki kurdu kuşu ürküttük ama aşkı ürkütmedik hiç Hâlâ koynumda resmin Ve hâlâ sımsıcak durur anılar sımsıcak ve biraz boynu bükük Ne varsa yaşanmış ve paylaşılmış yasak bir kitap gibi durmaktadır ve firari bir sevda gibi Şimdi duvarlarda resmin (1981)
8
Hâlâ Koynumda Resmin
Ahmet Telli
15,322
Önce ellerini gördüm; nasıl aydınlıktı öyle Yıllardan bir yıl, vakitlerden bir akşam Kovdu çevremden bütün kötülükleri Önce ellerin Önce ellerini gördüm, tuttum, bırakmam Bilmezdim eskiden ben bu şafakları Öğrendim nasıl da güzelmiş yeryüzü Bir mutluluk yayılır avuçlarından Önce ellerin Benim dinlediğim ellerinin türküsü Yağmur mu yağan öyleyse dinle Islandım, üşüdüm senden uzakta, beni bırakma Tut ki sensizlik bir ölüm başka türlü Önce ellerin Önce ellerin geliyor aklıma Bir büyük resim çiziyorum gökyüzüne, seyret Şu bulut ellerin işte, mutlu, serin, beyaz Ne güç bu rengi bulmak, bu rengi vermek sana Önce ellerin Ellerin bir duygudur anlatılmaz Gün olur hüzünlü bir musikidir duyduğum Ellerinde keman telleri, piyano tuşları Öyle bir yaşamaksın ki hiç yaşamamak Önce ellerin Önce ellerin sonra bu gözyaşları Dupduru yeraltı nehirleri gibi Öyle aydınlık gülüşün kadar Her şey bir gün çekilir, biter ve ölür Önce ellerin Ve yokluğumuzda sonra ellerin yaşar Ellerin anlatır sabahın olduğunu Ellerin yoksa bil ki gece ve karanlık Mevsimler onlarla değişiyor görüyor musun? Önce ellerin Anlasana ellerindeyim artık.
8
Önce Ellerin
Ümit Yaşar Oğuzcan
47,305
Kaç kere yaşadım ben bu romanı Ne zaman sevdimse ayrılık vardı Hep kendim kuruttum gözyaşlarımı Ne zaman sevdimse yalnızlık vardı Sen de git bırak git beni düşünme Kader de, hayat de boşver üzülme Alıştım hasretin her türlüsüne Ne zaman sevdimse ayrılık vardı Alıştım kaderin her cilvesine Ne zaman sevdimse yalnızlık vardı Yaşamadım gitti gönül tadında Nelerden vazgeçtim senin uğrunda Seni de kaybettim yol ortasında Ne zaman sevdimse karanlık vardı Ne zaman sevdimse pişmanlık vardı
7
Ne Zaman Sevdimse
Ahmet Selçuk İlkan
4,218
Oraya varmak mı? İkimiz mi? Hemen mi? Dur, bekle beni, geliyorum En güzel yerinden öpeceğim Bilmem dudakların mı? Gözlerin mi? Önce sesindi beni çağıran aşka Sonra bakışların, ellerin oldu Ve bir sabah başladı ömrümde, nasıl Gördüğüm bütün sabahlardan başka Frenleri patladı içimde özlemin Ben bu aşkı dizginleyemem artık En iyisi gelmen bana, gel ama hiç gitme Varalım doyulmaz tadına bitişikliğin. Bak ellerin de üşümüş, ama kalbim sımsıcak Titreme, korkma; artık yanımdasın Hiç bırakma bu çocuksu hâlini, ne güzel Ne güzel seninle bir aydınlık olmak Söyle, bir daha söyle, benim de, seninim de Yaklaş uyandır beni bir ölüm uykusundan Sarın maviliğime, bu bizim gökyüzümüz Baksana,bir evren çalkalanıyor içimde Oraya varmak mı demiştin? En yüceye İkimiz miydi? Hemen miydi? Bak nasıl seninle bir bütün olduk şimdi Nerde miyiz? Oradayız işte
6
İkimiz mi Hemen mi
Ümit Yaşar Oğuzcan
32,417
Kemal'in gemisinde gitti sarıldığım umutlar İsyanım şimdi Hamit'in Makber'indedir! Ağlasam sesimi duyar mı mısralarında Orhan Veli? Dokunabilir mi gözyaşlarıma inceden? YA Cahit! Bir teselli verir mi Yaş Otuzbeş'inden? İşte eteklerimde bir yığın gümüş yaprak İşte Haşim bakıyorum semaya ağlayarak! İçimde çaresizliğin binbir ahı İçimde en korkunç yalnızlıklar Fikret'im bu gecenin de olur mu sabahı? Bir el var sonsuzluğa alıyor beni Bir el var çekiyor beni anılardan Ya o karanlığı bölen sesler Uğultular, akisler, gölgeler Nerdesin? Nerdesin? Tecer! Bak! Bu resme nasıl imrenmedetim Sanırım ki gülüyor! Hani o saadetten bile yoksunum şimdi sen kadar Ama öyle ya Akif'im Değil yalnız dostlara, sevgililere, analara Daha nicelerine kucak açar bu topraklar! Yummak ne çare elleri göğe doğru Söyle hangi gerçekte bunca yalan var? Acımı binlerce şiirin anlatamaz Ümit Yaşar! Ama gel gör ağlayamıyorum gönlümce Gel gör şuramda nasıl bir yara kanar Zira; boş değil bu ağıt bu şarkılar 'Ağlarsa anam ağlar, gayrısı yalan ağlar... '
5
Ölüm Neden Soğuksun Öyle?
Ahmet Selçuk İlkan
104,441
Sarı edik geymiş goncu kısarak Gidiyor da birim birim basarak Anası huri de kızı beserek Emirler'den bir kız indi pınara Sarı edik geymiş goncu dizinde Arzumanım kaldı ala gözünde Böyle güzel m'olur köylü kızında Emirler'den bir kız indi pınara Meles gömlek geymiş vücudu nazik Kollarını sıkmış altun bilezik Aşnası kötüdür ceylana yazık Emirler'den bir kız indi pınara Karac'oğlan der ki n'olup n'olmalı Keten gömlek geymiş kolu sırmalı Anasın öldürüp kızın almalı Emirler'den bir kız indi pınara
6
Sarı Edik Geymiş Goncu Kısarak
Karacaoğlan
null
İYİ Kİ BU DÜŞTESİN nehirler yarışır, çağıldar gözlerinde o nehirler benim nehirlerimdir aşk ki azar azar benim yerimdir üşüyorsam, sokaktaysam, yalnızsam gözlerin ey yâr benim evimdir /vurulup düştükçe, düştükçe seni sevmekten caymayacağım gece insin, el ayak çekilsin gelip kapında ağlayacağım! / iyi ki bu sestesin dünyayı ısıtan nefestesin bir haydut gibi gezinirim kapında kalbimde tutuşan ateştesin… II rüzgârlar savrulur, uğuldar gözlerinde o rüzgârlar benim rüzgârlarımdır aşk ki azar azar benim yerimdir suskunsam, bozgunsam, bulutsuzsam gözlerin ey yâr benim evimdir iyi ki bu düştesin her sabah ışıyan güneştesin iyi ki yoksuluz bulutlar gibi soğuyan dünyada sımsıcak fırınlar gibi /vurulup düştükçe, düştükçe sana koşmaktan caymayacağım gece insin, el ayak çekilsin gelip kapında ağlayacağım! / Yılmaz odabaşı
null
İyi ki bu düştesin
Yılmaz Odabaşı
null
“Beni yalnızlığımla vurdular o gece vakti Kalbimi suyla yudular o gece vakti Öldüğümü bile söylemediler…” -A. Erhan- Ben şu kısa boylu hayatta uzun boylu kederlerle acırım. Yorar beni şu telaş, şu karmaşa. Bir sığınak aranırken şu uğultuda, bir aşk gelir, bir yara. Bir yara… Bir yara daha! Eski bir aşk, yeni bir ayrılıktır her zaman. Bunu kuşlar sorar, yıldızlar da anlatır. Kimse bilmez be canım, bir yara bir ömrü nasıl kanatır… Ben seni hep ayrılıkla anmışım Titreyen ellerimle günlerin buğusuna adını… Hep adını yazmışım. Bir aşk gelmiş bir yara. Bir yara…Bir yara daha! Eski bir aşk, yeni bir ayrılıktır her zaman. Bunu kuşlar sorar, yıldızlar da anlatır; kimse bilmez be canım bir yara bir ömrü nasıl kanatır…
null
Bir Aşk Yara
Yılmaz Odabaşı
13,373
Anlaşmak diye birşey yoktur aslında dillerin ve yüzlerin altında başıboş zamanlar dolaşır sokaklarda bir kıç,bir penis,bir çocuk-köpek gibi dolaştığım zamanlar varlığımı koruyabilmek için masaların altında ellerimi, ayaklarımı parçaladığım zamanlar Zamanlar haindir,zamanlar muhbir İki karanlık orman birbiriyle anlaşsa ne olur, anlaşmasa Güvenmek diye birşey yoktur aslında dillerin ve yüzlerin altında başıboş korkular dolaşır bense korkumu ölümümün altına sakladım hep korkumun kokusunu aldılar kaçtım kovaladılar İki karanlık orman birbirine güvense ne olur, güvenmese Sevmek diye birşey yoktur aslında dillerin ve yüzlerin altında başıboş yalnızlıklar dolaşır uydurulmuş anılar,sahte öyküler,hiç kullanmadığım yerlerimi bıraktım onlar yine de son kapıma dayandılar kapının ardı karanlık deniz denizde masum,tetikteki sızım,son inancım gördüler onu Artık şimdi o karanlık denizde 'binlerce hiçkimseyim' İki karanlık orman birbirini sevse ne olur, sevmese
6
İki Karanlık Orman Birbirini Sevse Ne Olur, Sevmese
Cezmi Ersöz
257
Uğuldayan ve hep uğuldayan bir orman kadar üşüyorum şimdi yanlış rüzgârlar esiyor dallarımda yanlış ve zehirli çiçekler açıyor Kanımda kocaman gözleriyle bir çığlık Su ve ses kadar beklediğim ne kaldı geride, bilmiyorum uzanıp uyumak istiyorum gölgeme ve sarınmak o kocaman gözlerin uğuldayan rüzgârlarına Bir acıyı yaşarım ve zehrinden çiçekler üretirim kömür karası uçurum kadar bir yalnızlık yaratırım kendime, atlarım Anısı yoktur küçük rüzgârların Yapraklarım yok artık kuşlarım yok büsbütün viran oldu dağlarım ezberimdeki türküler de savrulup gitti ömrümün karşılığı kalmadı sesimde sesimde yalnız ormanların gümbürtüsü Yanlış, daha baştan yanlış bir şiirdi bu, biliyorum ve belki ömrümüzün yakın geçmişi bu kadar doğruydu ancak, kimbilir Kalbim unut bu şiiri
8
Kalbim Unut Bu Şiiri
Ahmet Telli
6,056
Umudum, heyecanım bitmez pınardı bitti Gençliğim deli dolu esen rüzgardı, gitti Neydi o sarhoşluklar, dünyaya bos vermeler O bir başka mevsimdi, bir ilkbahardı gitti Tadı, rengi değişti birer birer her şeyin En mutlu, en doyulmaz yaşantılardı, gitti Çektiler ellerini elimden sevgililer Bir zaman bu gönülde kimler yaşardı, gitti Hani hiç bitmeyecek sandığım güzellikler Ne sevinçler, gülüşler ve neler vardı, gitti Kalakaldım böyle ben ortada paramparça Her gelen yüreğimden bir şey kopardı, gitti Hey benim doyamadığım deli fişek gençliğim İçimde bir zamanlar bir kor yanardı, bitti
7
Giden Gençliğe
Ümit Yaşar Oğuzcan
680,570
Kahrın sesi rüzgârı ağlatırsa içinde Gecenin omzuna koy titreyen düşlerini Ordadır âh çıbanı Ân gelip patlayacak yanardağlar ve ölüm Sen şimdi muallâkta bir vezir-i azam mı Yedikule bekleyen hünkâr mısın ülkende Kan revan yürüyüşler Nehir kokan bir mendil bırakmışsın göklere Bekliyorsun; bir tohum, bin bir umut ve sonsuz Bekliyorsun; gelecek haber güvercinleri Bekliyorsun; sokaklar dirilecek yeniden Bekliyorsun vefakâr perileri, cinleri Kendi parmaklarınla kafes yaptın kendine Avuçlarında Bâbil; mahkûmusun bozkırın Yılanlar arasından geçmelisin her akşam Ardın sıra kırılan kandillerin mahşeri Sonra bir dağ başında Sonra bir uçurumda Sonra zehir damıtan bir şehrin ortasında En ıssız günlerini yaşıyorsun kederin Bekliyorsun; baktığın her nokta kül ve ateş Bekliyorsun; su yüzlü güzelin dermanını Bekliyorsun; aykırı doğacak çölde güneş Bekliyorsun bir kahrın yaldızlı fermanını Hani o son durakta saray açıldı birden İki bembeyaz gülün yaprağıydı her sütun Başını yasladığın pervazlarda çiçekler Baygın kokularıyla sarmıştı denizleri Çığlıklar fırtınası İpek duruşlu suna Susturulan bir devin iniltilerinde kan Şimdi darağacında kuşku, sihir ve isyan Bir köşeye çekilmiş emanet bekliyorsun Hatıralar yurduna ihanet bekliyorsun Sanma ki pencereler sana meftun olacak Öteden hummalı bir işaret bekliyorsun
6
Bekliyorsun Bir Kahrın Yaldızlı Fermanını
Nurullah Genç
2,371
Ilkin ELIFBA'ydi Sonra ALFABE oldu Derken ABeCe Simdi de A.B.D.
6
Metamosmoris
Can Yücel
20,522
Bir çift yaprakmış dalında yumuşacık Tutmuşum, tutmuşum ellerinden senin Düşmüşüz yavaşça bir sakin derenin İçindeymişik, yeşilmişik, sazmışık Balıklar gibiymiş sessiz ve karanlık, Yüzermiş saçların, yüzermiş nefesin Susarmışız öyle, bir sakin derenin İçindeymişik, yeşilmişik, sazmışık
6
Suda
Can Yücel
16,367
Güneşim, ayım geldi. Gözüm, kulağım geldi. Gümüş bedenlim geldi. Altın madenim geldi. Başımın sarhoşluğu geldi. Gözümün nuru geldi. Başka bir şey dilediysen işte o başka bir şeyim geldi. Yolumu vuran geldi. Tövbemi bozan geldi. gümüş bedenli güzel kapımdan ansızın çıkageldi. Ey eski dostum benim, bak bugün dünden çok iyi, Dün ondan bir haber almıştım, hemen sarhoş olmuştum. Dün gece onu mumla aramış durmuştum. Bak bugün bir demet gül gibi yol uğrağıma geliverdi. Şarap içmeliyim şarap, ş,imşekler saçmalı aklım, bunun tam vakti. Kuş olmalıyım, uçmalıyım, kolum, kanadım geldi. Bir anda aydınlık içinde dünya. Bir anda dünya sabahlar gibi. İşte bağırmanın tam zamanı şimdi. İşte kükremenin tam zamanı. Benim koca arslanım geldi.
8
Geldi
Mevlana Celaleddin Rumi
2,376
Asli mi? Belki. Odalik mi? Asla! Ne Matisse'den ne de Ciragan Sarayindan! Bir sobaydi allah tarafindan o deli hatun Upuzun saclariyla bir demir-dokum... Yaktikca kendini nefsinle nefesimle Yandikca dusistandan dusurdugum odun Isinirdi oda, isinirdi ev, isinirdi acun O da, ben de, yanyana ve yana yana Seviserek olmeyi ogrendik sonunda Ondan simdi boyle ortalik duman Baksana baharlar yagiyor ustumuze agaclardan Asli varsa onun Ki kerem edin ki var O sobaysa Ben de ona yanginim yangin
6
Yangın Var
Can Yücel
116,788
Gel seninle ahd ü peyman edelim Ne sen beni unut ne de ben seni İkimiz de bir ikrarı güdelim Ne sen beni unut ne de ben seni Aman kaşı keman elinden aman Sürdük sefasını etmedik tamam Ehl-i irfan içre olduğum zaman Ne sen beni unut ne de ben seni Hem saza mailim hem de sohbete Hem sana mailim hem de devlete Aşkın ile düştüm diyar gurbete Ne sen beni unut ne de ben seni Yarimin cemali güneşte mahı Sana aşık olan çekmez mi ahı Getir ant içelim Kelamullahı Ne sen beni unut ne de ben seni Gitme dilber gitme yüzün göreyim Al yanaklarına kurban olayım Bir emanetim var sana vereyim Ne sen beni unut ne de ben seni Abdal Pir Sultan'ım çektiler dara Düşmüşüm aşkına yanarım nara Bakın ey erenler şu giden yara Ne sen beni unut ne de ben seni
8
Ne Sen Beni Unut
Pir Sultan Abdal
3,383
Bizdik o hücumun bütün aşkıyle kanatlı; Bizdik o sabah ilk atılan safta yüz atlı. Uçtuk Mohaç ufkunda görünmek hevesiyle, Canlandı o meşhur ova at kişnemesiyle! Fecrin daha bir ülkeyi parlattığı gündü; Biz uğruna can verdiğimiz yerde göründü. Gül yüzlü bir afetti ki her pusesi lale; Girdik zaferin koynuna, kandık o visale! Dünyaya veda ettik, atıldık dolu dizgin; En son koşumuzdur bu! Asırlarca bilinsin! Bir bir açılırken göğe, son def'a yarıştık; Allaha giden yolda meleklerle karıştık. Geçtik hepimiz dört nala cennet kapısından; Gördük ebedi cedleri bir anda yakından! Bir bahçedeyiz şimdi şehitlerle beraber; Bizler gibi ölmüş o yiğitlerle beraber. Lakin kalacak doğduğumuz toprağa bizden Şimşek gibi bir hatıra nal seslerimizden!
7
Mohaç Türküsü
Yahya Kemal Beyatlı
19,050
Gönül kurşun yemiş yaralı ceylan Döndüğü noktadan bin yıl uzakta. Yürek ateş düşmüş kuru bir harman Yandığı noktadan bin yıl uzakta. Ne nişan bozulur, ne düşer tetik Zaman kanlı tezgâh,acılar mekik Umut yavrusunu yitiren keklik Konduğu noktadan bin yıl uzakta. Şans ne ki? Bir doğar, ölür bin kere En güzel arzular kalır mahşere Sevginin meyvesi dalından yere İndiği noktadan bin yıl uzakta. Çıkar oyunbazlar ikbâl katına Tepeler dağları alır altına Dostluk sürücüsü vefa atına Bindiği noktadan bin yıl uzakta. Esasta her canlı mutlak bir ceset Dünyamız soluyan ufak bir ceset Evren teneşirde çıplak bir ceset Yunduğu noktadan bin yıl uzakta. (Dosta Doğru)
7
Noktada Zaman
Abdurrahim Karakoç
1,150,959
Gönül güvercinim döner havada Konacak korkusuz dal arar durur Dilim tutup yorulursun diyemem. ..... Umudum ceylandır engin ovada Sağ-salim geçecek yol arar durur Aman gitme vurulursun diyemem. ..... Yaralı şahindir sevgim yuvada Kırık kanadına tel arar durur Yere düşer serilirsin diyemem. ..... Çırpınır gözyaşım kulpsuz kovada Karışıp akacak sel arar durur Topraklara karılırsın diyemem.. ..... Garip bülbül olur aklım rüyada Susuz steplerde gül arar durur Boş hayale sarılırsın diyemem. ..... Yüreğim balıktır kızgın tavada Duvarda, tavanda göl arar durur Ölür ölür dirilirsin diyemem. ..... Saklanır bedenim kırık aynada Girmiş okyanusta sal arar durur Desem amma... darılırsın... diyemem.
6
Desem Amma
Abdurrahim Karakoç
1,998
Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak! Haykırsam, kollarımı makas gibi açarak: Durun, durun, bir dünya iniyor tepemizden, Çatırdılar geliyor karanlık kubbemizden, Çekiyor tebeşirle yekûn hattını âfet; Alevler içinde ev, üst katında ziyafet! Durum diye bir lâf var, buyrunuz size durum; Bu toprak çirkef oldu, bu gökyüzü bodurum! Bir şey koptu içimden, şey, her şeyi tutan bir şey, Benim adım Bay Necip, babamınki Fazıl Bey; Utanırdı burnunu göstermekten sütninem, Kızımın gösterdiği, kefen bezine mahrem. Ey tepetaklak ehram, başı üstünde bina; Evde cinayet, tramvay arabasında zina! Bir kitap sarayının bin dolusu iskambil; Barajlar yıkan şarap, sebil üstüne sebil! Ve ferman, kumardaki dört kıralın buyruğu; Başkentler haritası, yerde sarhoş kusmuğu! Geçenler geçti seni, uçtu pabucun dama, Çatla Sodom-Gomore, patla Bizans ve Roma! Öttür yem borusunu öttür, öttür, borazan! Bitpazarında sattık, kalkamaz artık kazan! Allahın on pulunu bekleye dursun on kul; Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul. Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa; Yaşasın, kefenimin kefili karaborsa! Kubur faresi hayat, meselesiz, gerçeksiz; Heykel destek üstünde, benim ruhum desteksiz. Siyaset kavas, ilim köle, sanat ihtilâç; Serbest, verem ve sıtma; mahpus, gümrükte ilâç. Bülbüllere emir var: Lisan öğren vakvaktan; Bahset tarih, balığın tırmandığı kavaktan! Bak, arslan hakikate, ispinoz kafesinde; Tartılan vatana bak, dalkavuk kefesinde! Mezarda kan terliyor babamın iskeleti; Ne yaptık, ne yaptılar mukaddes emaneti? Ah, küçük hokkabazlık, sefil aynalı dolap; Bir şapka, bir eldiven, bir maymun ve inkılap. (1947)
9
Destan
Necip Fazıl Kısakürek
8,275
Bir adamı öldürmenin tam sırası kurşunlarla Çocuğunu öpüp kapıya çıktığında Ey kanatılmış çiğnenmiş bahar günü Birden bir cığlıkla kapatır yüzünü Ezik bir gül gibi çığlık, yitik bir umut gibi Boğmak boğma bir telle bir insan olmanın sevincini Kederli yağmur, usulca düşen akşama Çığlık. Bir çocuk yüzü. Dayalı cama...
5
Çığlık
Ataol Behramoğlu
23,461
Bu kentte sorular yasaklanmıştır böyle diyorlar fısıldarcasına ve ürkek ve diyorlar ki gidip anlatılsın bir kez çare düünsün tarih denilen bilici Gidip anlatılsın beklenen yolculara aşklar küllenmeden ve beynimizi büsbütün kemirmeden veba yetişsin durmadan yolu gözlenen Bu kentin sorusunu yanıtla ey yanılmaz olan kahret ya da ışıklandır ve de ki: -Siz ki yangın yıllarından geliyorsunuz umuda bağlanmak umutsuzluktur ancak Ve sen ey bilici, de ki: -Bu masal çok anlatıldı önceleri çocuklar da susturuldu her defa karartıldı evlerin bütün ışıkları -Ve direnmeyi bilmiyorsanız kül olun savrulun dağlara taşlara belki hayat yeniden fışkıracaktır o zaman bu kentin ışıksız varoşlarından Bir sfenksten söz ediliyor durmadan yakınmış kahredilmesi
6
Kül Olan
Ahmet Telli
60,861
Sivil ölümden konuşuyoruz dağılan neftilikler arkadaşlar Makedonyalı kalın usta marangozlar. Kapaklanır bir adam daha kaçıncı, aktığımızı görünce ters çevrilmiş kente karşı işte onun denizlerine delikanlı kotaklarımızı çıkarmış ve ırmaktır. Erkek ölümden konuşuyoruz yeni ormanlardan dahi 'dikeni seven gülüne katlanır bir kadın'dan. Haramiler ki kırkın üstünde artık sayıları bir küçük tabut tabakada gezdirirler ölüleri fakfon burunlarına çekmek üzre, ince çağrışımlıdır. Ey orta ikiden ölerek ayrılan çocuklar! aslında başlayan askerler tabiatta hala tramvaydan Sirkeci'de mi inerler? süsüne kaçılmamış bir cenaze törenine gitmek için.
4
Orta İkiden Ayrılan Çocuklar İçin Şiirler
Ece Ayhan
23,899
Benim yalnızlığım köpek yalnızlığı Sürer bütün sokakları boyunca dünyanın Nereye varsam Orada yalnızlığı beni bekler bulurum Her sabah evler boşalır Bir sel akar sokaklardan caddelere Ben kendi içimde kaybolurum Ne gidecek yerim vardır ne bekliyenim Gökyüzü saltanatım, dünya soframdır benim Zamanlar geçer, mevsimler değişir Değişmez benim kaderim Görür yüzüme bakanlar ilk aldanmışlığımı Söyler köpek yalnızlığımı gözlerim Ne zaman ellerin elime değse İnsan yüreğim o zaman çarpar Yalnızlık bir o zaman terk eder beni Tutar eşsiz gözlerin dağınık saçlarımdan O ışıktan dünyasına sürükler beni Ellerin bir bir ayıklar Eski halimden ne kalmışsa Doldurur sevgiyle, umutla, aşkla Suyum çekilmişse, içim boşalmışsa Verdiğin mutluluktan, sunduğun aydınlıktan Bir anda değişir bakışlarım Çözülmüş bir yumağı Yeniden sarmaya başlarım Işıkların demet demet Denizlerin dalga dalga gelir üstüme Yokluğun ölüme Varlığın aşka çağırır bir yandan Bilirim biraz sonra gideceksin Saatleri durduramam İnsanları öldüremem Ne çare ben de güçsüzüm bir yerde Kadere karşı duramam Ve işte çirkin alınyazım Sensizliğe mahkum eder İşte o zaman Yıkılmış bir şehirdir kalbim İçinde baykuşlar öter Dünyaya gelişimin Kırkıncı yılına bir basamak kala Bütün basamakların çöktüğünü hissederim Dünyaya gelişimin Kırkıncı yılına bir basamak kala O kırk kuruş etmez kaderim Her adım başında beni bir kere boğmaya başlar Gözbebeklerim sönmeye Ellerim soğumaya başlar Taşlar yağar üstüme gökyüzünden Uzun, sivri iğneler saplanır tenime Bir kere daha içim isyanla dolar Bir kere daha lanet ederim dünyaya geldiğime Kapını açık tut, pencereni kapatma Yarın evinin önünden ben geçeceğim O zaman Duvarların ağladığını duyacaksın İlk çağırışımda gel İkincisinde çok geç olabilir Ve ben ilk çağırışında geleceğim İkincisinde çok geç olabilir Kimbilir nasılım ve nerdeyim Bulursan ne olur beni bırakma Bulamazsan aradığın yerdeyim Hani o toprakla denizin kesiştiği Kumların üzerine yorgun gölgelerin düştüğü Sevenlerin ürkek adımlarla buluştuğu o yerde Yoksul rıhtımlarda köhne gemiler Benden bir parça koparıp gider Ben hep böyle yarım, ben böyle kırık dökük Ne olur beni bırakma bulunca Ve ilk çağırışımda gel Sarsın krallığım yeryüzünü bir uçtan bir uca Elini uzatsan tutacaksın Yakındayım Baksan göreceksin Görsen seveceksin Aradığın benden başkası değil Farkındayım Benim yüreğim değil Kayan bir zamandır avuçlarından Uzat ellerini susadım Güzelliğin Bir eski şarap gibi sızıyor parmak uçlarından Gel diyorum İlk çağırışımda gel Gel ki Aydınlığında Bütün geceler gündüz olsun Dinle, uzak bir saat onikiyi çalıyor Ne güç anlamıyor musun Bir ömür boyu arayıp da seni bulmamak Ben yokluğunda böyle yok, böyle yoksun Ben yokluğunda böyle paramparça Sensiz olmak hiç olmamak (İstanbul, 1965)
7
Köpek Yalnızlığım
Ümit Yaşar Oğuzcan
14,903
Ömrümün en güzel senelerini Alıpta gittiniz bu şehir ve sen Gönlümün en masum ümitlerini Çalıpta gittiniz bu şehir ve sen Döktüğüm yaşlara aldırmadınız Giden gençliğime acımadınız Düştüğüm yerlerden kaldırmadınız Basıpta gittiniz bu şehir ve sen Beni iyi tanır bu kaldırımlar Bu kuytu köşeler bu taş sokaklar Sizlerden bir ömür alacağım var Çalıpta gittiniz bu şehir ve sen Beni tanır bu kaldırımlar Bu kuytu köşeler bu taş sokaklar Sizlerden bir ömür alacağım var Çalıpta gittiniz bu şehir ve sen Bağlayıp durdunuz hep ellerimi Delik deşik ettiniz seven kalbimi İçimde dağ gibi hayallerimi Yıkıpta gittiniz bu şehir ve sen Biriniz sağırdı duvardan bile Biriniz kalpsizdi taşlardan bile Bütün acıları dizip önüme Yakıpta gittiniz bu şehir ve sen Kimsesiz yalnızdım kollarınızda Herşeyi kaybettim yollarınızda Şimdi bir hesap var aramızda Vermeden gittiniz bu şehir ve sen Ben yine yaşarım içimde yasla Ya siz neylersiniz bu ihtirasla Bir daha dönmek mi buraya asla İçimde bittiniz bu şehir ve sen
8
Bu Şehir Ve Sen
Ahmet Selçuk İlkan
104,562
Ala gözlerini sevdiğim dilber Göster cemalini görmeğe geldim Şeftalini derde derman dediler Gerçek mi sevdiğim sormaya geldim Gündüz hayallerim gece düşlerim Uyandıkça ağlamaya başlarım Sevdiğim üstünde uçan kuşların Tutup kanatların kırmaya geldim Senin aşkların gülmez dediler Ağlayıp yaşını silmez dediler Seni bir kez saran ölmez dediler Gerçek mi efendim sormaya geldim Senin işin yiyip içmek dediler Yaran ile konup göçmek dediler Göğsün cennet koynun uçmak dediler Hak nasip ederse görmeye geldim Mail oldum senin ince beline Canım kurban olsun tatlı diline Aşık olup senin hüsnün bağına Kırmızı güllerin dermeye geldim Karac(a) oglan der ki işin doğrusu Gökte melek yerde huma yavrusu Söyleyim ben sana sözün doğrusu Soyunup koynuna girmeğe geldim
6
Sevdiğim Dilber 2
Karacaoğlan
104,372
Ala gözlü benli dilber Koma beni el yerine Altın kemerin olayım Dola beni bel yerine Hicine gönlüm hicine Yiğide ölüm geçine As beni zülfün ucuna Sallanayım tel yerine Gel kız karşımda dursana Şu benim halim sorsana Zülfünden bir tel versene Koklayayım gül yerine Karac(a) oglan der nolayim Kolun boynuma dolayım Nazlı yar kölen olayım Kabul eyle kul yerine Ala gözlü benli dilber Usul söyle söz ederler Gönül suyun akıtırlar Gözlerimi buz ederler
8
Ela Gözlü Benli Dilber 1
Karacaoğlan
42,815
Potasyum siyanür içerek ölmeliyim Her uzvum ıstırap içinde kıvranmalı Ve mosmor ellerim kapıya uzanmalı Bir kapı kadar büyük kimsesizliğim Ölüm anımda kapanmalı yüzüme Bir sigara olmalı dudaklarımda Saatim bir yanımda, o bir yanımda Hala inanmalı ölümsüzlüğüme Fakat ben öleceğimi bilmeliyim Derin uğultusu içinde zamanın Sonunda yaşamak denilen maceranın Daha başındaymış gibi ölmeliyim
5
Potasyum Siyanür
Ümit Yaşar Oğuzcan
104,961
Seherden uğradım dostun köyüne Hoş geldin sevdiğim in dedi bana Tomurcuk memesin verdi ağzıma Yorgunsun sevdiğim em dedi bana Benim yârim gelişinden bellidir Ak elleri deste deste güllüdür İbrişim kuşaklı ince bellidir İnce bellerimi sar dedi bana Benim yârim bana yalan söylemez Söylerse de gıybetimi eylemez El yanında ikrarını söylemez Elleri uyut da gel dedi bana Mestine de deli gönül mestine Aşık olan gül gönderir dostuna Telli mahramasın attı üstüme Terlisin sevdiğim sil dedi bana Karacaoğlan sırrın kime danışır Siyah zülfü mah yüzüne kıvrışır Ayrılanlar elbet bir gün kavuşur Ağlama sevdiğim gül dedi bana
6
Seherden Uğradım Dostun Köyüne 1
Karacaoğlan
637,093
sokakta sâde bir 'âmîn! ' sadâsıdır gidiyor: mahalle halkı birikmiş, imam duâ ediyor. basık bir ev; kapının iç yanında bir tâbût, başında çınlayan âvâzı dinliyor, mebhût; denildi: 'fâtiha! '; âmîni kestiler bu sefer, göğüsler inledi, derken, açık duran eller, hazîn alınları bir kerre okşayıp indi; deminki zemzemeler bir zaman için dindi. duyuldu sonra imâmın nidâ-yı mağmûmu, diyordu: - söyleyin allâh için şu merhûmu, nasıl bilirsiniz ey müslümanlar? - iyi biliriz! -yarın huzûr-i ilâhîde toplanıp hepiniz, bu yolda hüsn-i şehâdet edersiniz ya? - evet! - imâm efendi, helâllık da iste, merhamet et... - helâl edin hadi öyleyse şimdi hakkınızı. - helâl edin hadi bekletmeyin adamcağızı! cemâatin yüreğinden kopup 'helâl olsun! ' nidâ-yı saffeti, birden cenâze, ah-ı derûn, misâli uğradı evden; fezâda yükseldi içerde başladı bir cûş-i nevhadır şimdi; baş örtüsüyle kadınlargözüktü pencereden: -bıraktın öyle mi, en sonra kardeşim, bizi sen! -yıkıldı dostlar evim, barkım... ah gitti kocam! .. -dayım melek gibi insandı; ben nasıl yanmam! -tamam otuz senedir komşuyuz da bir kerre, kızıp da 'ey! ' demiş insan değildi, hemşîre! -zavallı remziye! boynun büküldü evlâdım... -babam ne oldu? -baban... öldü. -etme ayşe hanım, bu söylenir mi ya? hicrân olur zavallı kıza... ayol, şu öksüzü bir parçacık avutsanıza... açın da cumbayı etrâfa baksın ağlamasın... göründü cumbada baktım ki tombalak, sanşın, sevimli bir küçücek kız... beiinde ancak var. donuk yanakları üstünde parlayan yaşlar, zavallının eriyen ruh-i bî-günâhı idi. benim o mersiye yâdımda ağlıyor ebedî. sefine pâre ki sırtında mevc-i bî-hissin, yüzer... önünde ademden nişâne bir engin, çeker durur onu sâhil-cüdâ açıklarına; bakar mı bir taşın üstünde durmuş ağlıyana? cenâze dûş-i cemâatte çalkalandıkça, o tahta pâreye benzerdi, düşmüş emvâca. nasıl duyar ki uzaklarda inleyen kadını? nasıl görür ki yetîmin huruş eden yaşını? bu hây ü hûy-i kıyâmet-nümûn içinde söner, samîm-i hilkati sûzân eden enîn-i beşer. değilmiş öyle geniş nâlenin hudûdu meğer: sokak bitip dönülürken kesildi mâtemler. o tahta pâre-i câmid, o iğbirâr-ı samût, güzer-gehindeki eşbâhı bir mehîb sükût içinde haşr ederek dalgalarla seyrediyor; zemîne bakmıyor artık semâ deyip gidiyor. bu mahmilin neye sık sık değişsin efrâdı? suâli fikre büyük bir hakîkat anlattı: evet bekâ ezecek cism-i zâr-ı fânîyi, vücûd çekmiyecek ömr-i câvidânîyi, bu bâr-ı müdhişin altında titreyip dizler, dayanmıyor üç adımdan ziyâde dûş-i beşer! ağır ağırgidiyorken cenâze kâfilesi, nihâyet oldu musallâ birinci merhalesi. çıkınca üstüne son minberin hatîb-i memât, açıldı dîde-i im'âna perde perde hayât. ******* senin en son serîrindir şu bî pervâ uzanmış taş; ki nermin hâb-gâhından çıkar, bir gün vurursun baş! elinden yok halâs imkânı, mâdâme'l-hayât uğraş... o, mutlak sedd-i râhındır, aşılmaz.. muktedirsen aş! ' musallâ: müncemid bir mevcidir eşk-i yetîmânın; musallâ: ahıdır, berceste, mâtem-zâr-ı dünyânın; musallâ: minber-i teblîğidir dünyâda, ukbânın; musallâ-: ders-i ibrettir durur pîşinde, irfânın. bu minberden iner nâsûta en müdhiş hakîkatler, bu yerden yükselir lâhûta en hâlis kanâ'atler. civârından geçer zulmette bî pâyan hayâletler: kefen-ber-dûş geçmişler, kalan üryan sefâletler! babam, kardeşlerim, evlâdım, annem... belki bunlardan muazzez bildiğim kıymetli birçok yâr-ı can el'ân bu taştan atfeder zanneylerim dünyâya son im'ân... benim rûhum bu heykelden duyar hâmûş bin efgân! serîr-i saltanatlar devrilir, alt üst olur dünyâ; müşeyyed bürc ü bârülar düşer bir bir, bu taş hâlâ, zamânın dest-i tahrîbiyle, durmuş, eyler istihzâ; bütün mevcûda hâkim bir adem timsâlidir gûyâ. namaz kılındı; duâ bitti. kârban, yoluna düzüldü taht-ı memâtın girip birer koluna. yarım sâat henüz olmuştu. yolcular durdu; demek ki; komşusu dünyânın âhiret yurdu. cenâze indi omuzdan yavaş yavaş, sonra, sokuldu servilerin ortasında bir çukura, atıldı üstüne üç beş kürek kemikli çamur kabardı toprağın altında bir an, bir ur! evet, çıban, ki yatan duymuyorsa dehşetini, dönün de arkadakinden sorun fecâ'atini· sükûn içinde uyurken şu bir yığın toprak ilel'ebed o küçük rûh çırpınıp duracak! ...
8
Âhiret Yolu
Mehmet Akif Ersoy
21,332
Ustuste, altaltalar, Bende gokler ve yollar. Gokler, kat kat mavilik. Yollar kol kol servilik. Yollar nereye gider? Ve ne dusunur gokler? Goklerin bir sirri var, Onu ariyor yollar. Gokler su da titriyor, Yollar suda bitiyor. Goklerin yuzu yerde, yollarinki yerde. Bu yollarda izimiz, Bu goklerde gizlimiz. Yollar, beni vardirin! Gokler, tutup kaldirin!
7
Yollar ve Gokler
Necip Fazıl Kısakürek
23,460
Her şeyi bitirdik bir yalan gibi Bu aşkı yarına götüremedik Ne günler yaşadık bir roman gibi Ne yazık sonunu getiremedik Önce evet dedik bu hayır neden Biz aşkla başladık bu gurur neden Ümitler sendendi arzular benden Ne yazik sonunu getiremedik Şimdi sen yolcusun meçhul yollara Şimdi ben yolcuyum başka kollara Ne desek boş artık geçen yıllara Ne yazık sonunu getiremedik Bu aşkı yarına götüremedik Ahmet Selçuk İLKAN
6
Her Şeyi Bitirdik
Ahmet Selçuk İlkan
59,681
Korkacak bir şey yok hesap tamam Sıram geldi mi hatta güleceğim Kendimi hazırladım biliyorum Önce turgut arkasından ömer haybo Daha sonra varujan sonra nureddin Sonra ben değilsem demokrat toni Sonra o değilse mutlaka benim Kendimi hazırladım biliyorum Aysel'in gölgesine saklandım Hep susamışım su içiyorum
5
Geç Kalmış Ölü
Attila İlhan
6,104
Bütün mesele İçmek ya da içmemek değil İçince küçülmemek Küçülünce içmemek
9
To Be Or Not To Be
Ümit Yaşar Oğuzcan
1,239,953
Yılan yürümesine nazire yapma çocuk Olacaksan kendin ol, aslından kopma çocuk Kesinlikle doğru ol, doğru yollarda yürü Aklın varsa çığır aç, çığırdan sapma çocuk.
7
Nasihat
Abdurrahim Karakoç
57,932
Budur benim çabam, bu: adanmak özlem çekerek dolaşmaya günler boyu. Güçlenip genişlemek derken, binlerce kök salarak kavramak hayatı derinden- ve ortasından geçerek acının olgunlaşmak hayatın ta ötesinde ta ötesinde zamanın! ..
7
Budur Benim Çabam
Rainer Maria Rilke
48,045
Adına aşk koyduğun o büyük boşluğa Ben koca bir hayat sığdırdım… Beni sevmemene isyan edip kaçmak, Sende aradıklarımı hayatla doldurmaya çalışmak, ruhumun en büyük yanılgısıydı… Hayat bana acımasız yüzünü Sevgini inkar ettiğim zamanlarda gösterdi… Ve şimdi asıl olmam gereken yerde, Hayata başladığım yerde, Kalbindeyim… Vazgeçilmez oluşunun sırrı bu işte: Senin olmadığı n yerde ne olduğunu bilmiyorum
7
Senin Olmadığın Yerde
Cezmi Ersöz
null
I Yağmur dalgın bir efkâr giyinir Ekim’de. Kumrular sokağı‘*nda çekilmiş bir diş gibi kalırım; çekilmiş bir diş gibi Diyarbakır’dan... Ağrırım, bağırırım aldırmaz! İlle de gökkuşağı giyinir gökyüzü her Ekim’de... II Kumrular sokağı bir kente uzayıp gider. Gökkuşağım, ayrılığım, ömür ki eskir ve aşka uzayıp gider… Tırmalarken göğsümü sabrın sancısı, yalnızlığın kül tadıyım; bakarım, yağmur utanmaz bulutundan, hasretin üvey adıyım… III Kumrular sokağında efkârın adıyla bir akşamüstü; gövdesine tutunmuş dal, dala tutunmuş serçe, telaşlı, o da kendince… Sonra aşklarda kül, camlarda perde; usulca harlanır sevişmeler de... IV Kumrular sokağında andlara hep bol geldim, küfürlere dar. Dönüp baktım, ne göreyim, yağmalamış gençliğimi yargıçlar! Desene Sivas’ın kırık sazıyım, kendimin ayazıyım, kalbimde ölü çocuklar… Tufanlar ardımda ve buruşuk anılar. Nedense hiç uslanmamış bozgunlar... V Oysa haklı ve haksız bütün kitaplar yazılmıştır. Susuşlar eskimiş, küfürler edilmiştir. Biliyorum, yalnızlıktan öte dostun yok insan; insan ki bozuk paralarda bozgundur, yenilmiştir. /Şimdi bilekleri kesik bir intihardır yaşam…/ VI Düştüğü yerde tanımazken kendi suyunu yağmur; biliyorum, aynı dalda gül bile anlamaz dikenini. Anlasana, anlatamaz kimse yıkımını başka yıkıma. Cudi’de napalm, Datça’da ıssız koylara, New york Şırnak’a anlatılmaz. Her gün yanar söner yanar söner kasvetimle bin ateş; ölüm, dirilere anlatılamaz... VII Bilirsiniz her sokağın bozuk bir sicili vardır ve utancı sokakların, günleri şehvete fedâ eden şizofren babalardır. Gözlerinde yalnızlığı bir hançer gibi saklayan kadınlardır. Sonrası sokakların, bozkırlardır, hani bir ak tay düşüyle uzayıp gider ve rüzgârların ıslığıyla göklere teğet geçer. Oysa kumrular sokağı bir kente uzayıp gider; gökkuşağım, ayrılığım, ömür ki eskir ve aşka uzayıp gider… VIII Daha sevginin herkesten şikayeti var. Daha herkes kendi sanıklığıyla kör, tanıklığıyla yargıç. Bu yüzden söz, bitmiştir... Gökyüzü mü? O, kırgındır, kirletilmiştir… *Kumrular sokağı: Ankara’da bir sokak.
null
Kumrular Sokağı Şiirler
Yılmaz Odabaşı
23,299
Ama kızım, diyorum ki Biraz istekli olsun sesin: Ete bürünürse severim ruhu Ve eti ruh doluysa severim Azaltamaz masumluk coşkuyu asla Hem daha güzel doyar insan açken. Severim erdemin arkası varsa Ve erdemliyse bir arka. Tanrı kuğuya bindiğinden beri Fena olur bazı kızların içi Zevkle katlansalar da acıya: Duymak ister Tanrı kuğunun türküsünü
6
Aşk Dersi
Bertolt Brecht
55,009
'Bu gece sende kalabilir miyim? ...' Lokalden henüz çıkmış, sokağın köşesindeki küçük büfeden sigara ve bira alıyordum. Eve mi dönecektim? Aslında hiçbir yere gitmek istemiyordum. Eskiden nedense hep benim gibi insanların gittiği yerlerden incinmiş, yaralanmış dönerdim evime. Evim yaralarımı sardığım yerdi. Şimdiyse evim her gün biraz daha yabancılaşıyor bana. Evimde yaralarım iyileşmiyor artık... Beni evine götür ne olur, çok üşüyorum... Dönüp baktım; genç, zenci bir kadın vardı yanımda. Soğuktan titreyen kalın alt dudağını dişleriyle eziyordu. Bütün bedeniyle üşüyordu. Bütün tarihiyle. Sanki bir tek gözleri üşümüyordu. Hesap soran, insanın ta içine saplanan, bütün yalanlara doymuş olan gözlerden kimse kaçamazdı... Omuzunda çuval bezinden yapılmış büyükçe bir çanta vardı... Eski moda çizmeleri çamurlanmıştı. Üzerinde tek göz alıcı ve en yeni şey boynundaki gökkuşağı rengindeki fularıydı... Gözlerinden kendimi zor alıp: 'Daha önce hiç tanıştık mı, kim olduğumu biliyor musunuz? ' diye sordum... Simsiyah yüzünde sıcacık bir gülümseme dolaştı. Gözlerindeki keskin hüzün bir an yumuşadı. Dişleri titreyen alt dudağını serbest bıraktı: 'Hayır tanımıyorum sizi, hiçbir yerde de tanışmadık...' Sesinde sanki bir alay gizliydi. Anlamıştım tanıdığını. 'Peki, neden ben? Neden benim evimde kalmak istiyorsunuz? ' Durdu, o yalana doymuş gözleriyle içime bir kez daha baktı. Omuzundaki çantayı hafifçe düzeltti ve vurgulayarak: 'Çünkü sen diğerlerine göre bana daha az zarar verirsin...' Üşüme sırası bendeydi. 'Daha az zarar öyle mi? ' Sanki şu bugüne dek hayatıma giren bütün kadınları simgeliyordu bu siyah derili kadın. Sanki onlar adına konuşuyordu. Daha az zarar verirsin, derken, onlar adına çok eski ve belki de hiç ödenmeyecek bir sitemi dile getiriyordu. Onlar adına üşüyordu, üşütüyordu. Seni tanımıyorum derken, hayatıma giren bütün kadınlardan sakladığım o karanlık, o gizli yanıma dokunmak istiyordu... Onu yargılıyordu... Sevdiğim, hayatıma giren kadınların neredeyse hiçbiri egemen, burjuva sınıfından değildi. Hiçbiri güçlü, korunaklı, varlıklı olmak istememişti. Hiçbiri bu hayatta iyi ve güçlü bir yer edinmek derdinde değildi. Sevmekti asıl hırsları, asıl dertleri. Sevmekte kaybolmak isterlerdi. Sevildiklerini hissettiklerinde onlar için zaman hep sonsuz şimdiki an'dı... Ruhları ve bedenleri zenciydi... Uyumsuzdular ve derilerini koruyan hiçbir kalkan, hiçbir yapay deri yoktu. Belki de hepimiz zenci doğuyorduk, kimimiz uyum sağlıyor, güçleniyor, kazanıyor, kazandıkça siyah derisinin üzeri beyaz, parlak, güvenli bir deriyle örtülüyordu... Ailesi hakkında hiç bir şey öğrenemedim. Söylemiyordu. Ailesiyle olan bütün bağlarını koparmıştı. 'Merak et, ' diyordu sadece. 'Merak et.' İstanbul'da doğmuştu. Okuduğu üniversiteyi yarım bırakmıştı. Geçinmek için çalışmak zorunda kalmıştı hep. Geçinmek... Bütün tutkularını, arzularını, düşlerini gölgelemişti, bastırmıştı. Geçinmek. Ev kirası ödeyebilmek, karnını doyurmak, ayakkabı almak, mavi kart çıkartabilmek... Geçinmek! .. Bu kelime, kronik bir hastalık; acımasız bir kabus gibi yıllarca başka bir şey düşünmesine izin vermemişti... Apartmanın merdivenlerini çıkarken adımlarına, ayaklarına baktım göz ucuyla. Öyle yavaş, neredeyse ürkek denilebilecek bir şekilde çıkıyordu ki merdivenleri, uzun süre hep yabancı evlerde konakladığı hemen belli oluyordu... Onu sokaklardan kurtarıp, bir gece de olsa misafir eden birine minnetini ödemeye önce merdivenleri olabilecek en sessiz adımlarla çıkarak ödüyordu sanki... Evime girdik. Salona, odalara tedirgin bakışlarla baktı; 'Evde kimse yok, doğru söyledin değil mi? ' diye sordu... Emin olunca salonun duvarındaki fotoğraflara bakmaya başladı. İçi pembe, dışı siyah ve soğuktan şişmiş olan ellerini, bir yere çarparlar, bir şey düşüp kırılır endişesiyle arkadan birbirine kenetlemişti. Mutfağa gidip, bira şişelerini açtım ve tabaklara kuruyemiş doldurdum. Bunları salondaki sehpaya bıraktım sonra da teybe bir kaset koydum... Bütün bunlar benim için çok sıradan şeylerdi. Evimin olması, evimde rahatça içki içebilmem, müzik dinleyebilmem, misafir ağırlamam... O ise beni şefkat dolu hayranlıkla, gizemli bir merakla izliyordu... Bir ara; 'İnsanın kapısını açıp girebildiği bir evi olması nasıl bir şey? ' diye sordu... Ne diyeceğimi bilememiştim o an... Evsiz kaldığım günleri, arkadaş evlerinde gecelediğim geceleri, otel odalarını çoktan unutmuştum, öylesine sıkıntılı, çekilmez günlerdi ki, aslında unutmak istemiştim... O ise yıllardır hep başkalarının evinde kalıyor, kendine bir ev tutamıyordu. Çünkü sürekli bir işi olamıyordu hiçbir zaman. Çok kısa sürelerde yayınevlerinde, pazarlama şirketlerinde çalışmıştı. Onun deyişiyle, bu kadar beyaz işsiz genç varken, bir siyaha, bir zenciye bu şehirde kim sürekli iş verirdi... İçine girilmeyecek evlerin kiraları elli milyondan başlıyordu. Depozit, iki, üç aylık peşin para istemeleri de cabası... Üstelik hiç eşyası da yoktu. Bütün her şeyi, dahası evi sırtında taşıdığı o çuval bezinden çantasının içindeydi... Bütün gün gazete ilanlarında iş arıyor, akşam olunca da umutlarını bir sonraki güne erteleyip kafelerde, barlarda, köşebaşlarında kendisine 'az zararı' dokunabilecek birini bulmaya ve onun evine o gecelik davet ettirmeye çalışıyordu... İçinde boğulmuş ıstırapların kanı, içinde sahici acıların kıvılcımları olan gözleri insanın ruhunu ne kadar didik didik edip okumaya çalışsa da sonuçta o da yanılıyordu... 'Az zararı' dokunur diye kendisini davet ettirdiği ya da çağrıldığı erkeklerin evlerindeki kadınların çoğunlukla kendilerine ait bir evleri olmuyordu, sandığından daha büyük, daha derin zararları oluyordu ona... Tahmin ettiğim gibi 'az zararı' dokunmak sözü onun dilinde gizli bir alayla çıkıyordu... Böyle insanlar derisinin rengi yüzünden onu ruhu olan bir insan olarak görmüyorlardı: Yarı hayvandı, ya da ruhsuz bir cinsel objeydi onların gözünde... Bir kere hemen hepsi onunla zorla da olsa yatmak istiyorlardı... O da içini acıtsa da, bedeni buz kesse de bu tekliflere çok da direnmiyordu zaten. Sokaklarda tecavüz edilirken öldürülmekle kıyasladığında bunu artık daha katlanılır bulmaya başlamıştı... Sevişmeyi çaresiz kabul ettiğini anladıkları anda kimi erkeklerin inanılması güç, akıldışı, iyilikleriyle, jestleriyle karşılaşıyordu... Ama çoğu boşaldıktan, işini bitirdikten sonra birdenbire garip bir acımasızlığa, gaddarlığa bürünüyordu... Aynı insanda bu iki zıt duygunun nasıl olup bir arada bulunduğuna her defasında ürpererek şaşırıyordu... Bazıları onu ruhu olan, iğrenme duygusu olan bir insan olarak görmediği için tuvalete kapısını örtmeden giriyor, bazısı yakın bir erkek arkadaşını; 'Şu an evimde zenci bir kız var, istersen gel, hep söyler dururdun, bir de sen dene, ' diye telefonla evine çağırıyordu... Çoğu kez uğradığı aşağılanmalar o çok derin olan tahammül sınırını bile aştığında, sırtında taşıdığı evi olan çantasını alıp o evi terk etmek istediğinde derisi siyah olan birinin kanayan gururundan kendisine hakaret payı çıkartan kimileri tarafından kıyasıya dövülüyordu... Derisi siyah olduğu için evine gittiği, yatağına girdiği erkekler içlerinde taşıdıkları hastalıklı, iğrenç, zayıf, sapkın, ahlakdışı, sakat saydıkları ve taşımaktan korktukları bütün duygularını, her eğilimlerini ona yansıtıyor, onda görüyor bu yüzden kişiliğini ve gururunu biraz olsun korumak için yaptığı davranış bu insanlarda akıldışı bir vahşete, inanılması güç bir gaddarlığa neden oluyordu... Bunları uzun zamandır kimseyle paylaşmamıştı. Beni biraz olsun tanıdığı için adeta zincirlerinden boşanmışcasına, bir duygu patlaması halinde, hatta zaman zaman benim varlığımı bile unuturcasına anlatıyordu... Bazen kendisine benim yerime soru soruyor, benim yerime kendi yanıtlıyordu... Yaşadığı eziyetler onu bu dünyadan kopartıyordu. Kendisine, içindeki o çok gizli yuvasına gizleniyordu... Artık bencilleştiğinden ya da kendine kilitlenmiş olduğundan değil, acıların durmaksızın üzerine yağmasından bazen her şey onda başlıyor yine onda bitiyordu... Böylesi anlarda yanındakini bir an unutup kendisiyle konuşması bu yüzdendi... O kendisiyle gözyaşlarıyla konuşurken bir ara kalkıp yatağını hazırlamaya başladım, ayrı yatak hazırladığımı görünce çok şaşırmıştı, o insanın içini acıtan kocaman gözleriyle beni bir süre izledikten sonra; 'Birlikte yatmayacak mıyız, içime girmeyecek misin? ' diye merak, öfke ve düş kırıklığıyla harmanlanmış, kırık bir ses tonuyla sordu... Evet, bana bütün yaşadıklarını, acılarını, uğradığı aşağılanmaları geçirebiliyordu bu an. Başarmak istediği buysa başarıyordu işte... Bütün sevdiğim kadınlardan gizlediğim ve garip bir korkuyla savunduğum karanlık yanıma dokunabiliyor, onun kapısını öfkeyle zorluyordu... Vahşetim, çaresizliğim, köleliğim ismimin arkasına sakladığım ve görülmesinden korktuğum, utandığım bütün duygularım, bütün korkularım, bütün saplantılarım o gizli yerdeydi işte... Ve o bunu çok iyi biliyordu. Beni bu hayatta, şu birkaç saat önce tanıdığım kimsesiz, işsiz, evsiz, bu itilmiş siyah derili kadın kadar gerçekten tanımak isteyen kimse çıkmamıştı karşıma... O bugüne dek sevip bağlandığım ve hep 'az zarar' verdiğini düşündüğüm ve bununla kendimi avuttuğum bütün kadınların ortak ruhu, ruhlarının toplamıydı sanki... Kendisini kaybetmişcesine ve yıllar öncesinden, bütün geçmişimi bilircesine bakıyordu bana... Birden fermuarını çözdü, pantolonunu aşağıya indirdi. Sonra da külodunu çıkarttı. Beni nasıl aşağılayacağını biliyordu, ama öfkesini kontrol edemiyordu da: 'Hadi gel, gir içime, hadi hakkındır, beni evine aldın ya, beni o soğuk sokaklardan kurtarıp getirdin ya buraya, gir içime hadi...' diye bağırmaya başladı... Karanlık yerimin bu denli zorlanması öfkeden deliye döndürmüştü beni. Ona tam, 'Yeter artık, yeter, bitir bu oyunu, ' diye bağırırken, cinsel organının çevresinde, kasıklarında, karnının altında derin sigara yanıklarını fark ettim... İşte o an da öfkem gülünç geldi bana, gülünç ve acınası... O ise adeta acıyla kıvranarak ve soluk soluğa, kendiyle konuşmaya devam ediyordu. 'Gir içime, ama sigara söndürme oramda, duyarlı yazarsın ya sen de içime gir, hadi...' Yıllardır biriktirdikleri dökülüyordu ağzından. Yavaşça koluna girdim. Yatağına kadar götürdüm. Hatırladığı her şey onu bitkin düşürmüştü. Pijamasını giydirdim. Üzerini örttüm, gözyaşlarını sildim... 'Hadi içime gir, içime girmiyorsan, gömleklerini ütülerim, bulaşıklarını yıkarım istersen, ' diyen dudaklarını susturdum. Yüzünü hiçbir zaman unutmamak için ona bütün benliğimle, ruhumla baktım. Sevdiğim kadınlara verdiğim bütün o 'az zarar'lar onun yüzünde kaskatı, tesellisi imkânsız bir acıya, acının gerçek, sahici imgesine dönüşmüştü. Eğildim ve o acıyı öptüm, dudaklarım parçalansın, bu acı beni ne yapacaksa yapsın ve ben artık böyle kalmalıyım, diye öptüm... Odama çekildim sonra. Ben de onun kadar bitkin düşmüştüm. Sıkıntılı bir uykuya daldım. Sabah uyandığımda ilk fark ettiğim yanımdaki yastığın üzerindeki en yeni ve en gözalıcı şeyi olan fularıydı... Yastığa boylu boyunca uzatmıştı gökkuşağı rengindeki fularını. Yanımda küçük bir de not vardı: 'Her şey için sağ ol. Giderken uyandırmaya kıyamadım. Seni daha fazla rahatsız etmek istemiyorum. Hem yazarların herkesten daha çok yalnızlığa ihtiyacı vardır. Senden ricam, biraz daha umutlu, iyimser şeyler yaz. Benim gibi insanların buna çok ihtiyacı var...'
6
İçime Gir ama Sigaranı Söndürme / Düşülke
Cezmi Ersöz
52,602
Sonra o gider sesini yıkardı Telefonda saatlerce seviştiğinden O diye biri vardı galiba Ağzı da iyice vardı galiba Gece çiçeklerinden bir orman Pejmürde atlar pahasına Bira içerken saçları uzun Parmakları korkunç ve kalabalık Bir gece Aksaray'da hiç unutmam Yüzümü ellemisti galiba Denize doğru gittikçe artan Bir yüz benim yüzümdü olsa olsa Yakasında kocaman bir düğme Sevinci bitiştirince acıya Ayıran kuşkuyu inançtan Yağmurun yağması iyidir Bir çerkez mızıkası gibi rengarenk İki adet kuş çantasında
5
Yağmurun Yağması İyidir
Cemal Süreya
1,067,015
Benden selâm söyle Hırçın Dede'ye Yazıktır, yoğurdu yola dökmesin... Hem akla zarardır, hem de mideye Şahlanıp Zemzem'e Kola dökmesin. Zirveye yükselmek pak niyet ister Hem tevazu hem de ciddiyet ister Yalanı anlarsa halk diyet ister Sağdan tırtıklayıp sola dökmesin. Sabreylesin sabır eziyet değil Korkutmak, ürkütmek meziyet değil Vaziyeti makbul vaziyet değil Şaşırıp çorbayı küle dökmesin. Hırçın Dede belki çığırdan çıkar Cehennemi sıvar, cenneti yıkar Huy beller huzurdan/sükûndan bıkar Telaşla sirkeyi bala dökmesin... Şov yaparak küçültmesin kadını Tarih ”yalancıdır” yazar adını Değiştirmez ırmakların tadını Aman ha şekeri sele dökmesin. Zaman böyle, hiç kimseye yâr olmaz Muza nar aşısı yapsan nar olmaz Hayalden, rüyadan asla kâr olmaz Hayatı remile, fala dökmesin... İpsala'nın farkı mı var Şırnak'la? Ne kazanmış hatır/gönül kırmakla? Buralardan kum toplayıp tırnakla Götürüp Sina'da çöle dökmesin... Deniz midir, derya mıdır ha bu su Yeğlemesin damla damla kâbusu Sularımız memleketin namusu Götürüp Fırat'ı Nil'e dökmesin. Kan değil, çiçeği koklasın biraz Ve kendi kendini yoklasın biraz Aldığı haberi saklasın biraz Ne duyarsa hemen dile dökmesin. Gün olur ki kapalıdan korkar O Gün olur ki sopalıdan korkar O Amma her an kipa'lıdan korkar O Sakın yaptıkların rol'e dökmesin. Duydum aklı çarşaflara dolaşmış İstismarı mongolyaya ulaşmış Yüzüne attığı çamur bulaşmış Söyleyin katranı güle dökmesin. Tevir/tüvür huy katıyor huyuna Sırtlan postu giydiriyor koyuna Müslüman’ın gusül-abdest suyuna Palavra katmasın, hile dökmesin. Ölçsün laikliğin boy ve posunu Geçmişine 'uslamlasın' 'us'unu Elindeki devrimcilik sosunu Şaşırıp çuvala-çula dökmesin. Yanlışları, hataları savunsun Bizi değil, öteleri savunsun Savunursa çeteleri savunsun Memleketi hâlden hâle dökmesin... 19.11.2008 Ankara
8
Hırçın Dede'ye
Abdurrahim Karakoç
21,951
En ayıp sözcüklerle soyardım bedenini, Düşlerimin teriyle kirletir, En sabırsız, en iştahlı, en yabancı yanımla girer, Arzularımın kanıyla kirletirdim onu. Oysa kötülendikçe, kirlendikçe yüreğinden Işımaya başlayan Hissettiğim en kırılgan bedendi seninkisi Biterdi sonra her şey... Asıl serüveni başlardı bedeninin, Çekilir bir köşeye seyrederdik... Ayıp, kirli, kötü Ne varsa, Teninin içindeki pencerelerde yanan kutsal bir muma dönüşürdü... Çekilir bir köşeye seyrederdik
6
Tenindeki Kutsal Mum
Cezmi Ersöz
96,017
Kimi, boşlukta sızar asude; Kimi, bekler gecelerden seheri.. Farkı yoktur gecenin gündüzden, Ne çıkar yanmasa ufkun feneri Tunç taslarda içerler kaderi Bu ecel şerbetinin bekrileri. Kim bilir, belki giden yolcuların Bu sefer son seferi Sisli gözlerde cihetler silinir, Kimsenin kimseden olmaz haberi Ne semavatı görürler, ne yeri Bu ecel şerbetinin bekrileri. İçlerinden biri vardır ki aba Bilerek sırtına çekmiş kederi Yolda lakin onu dimdik yürütür Belde imanının altın kemeri Gecenin, gölgelerin şaheseri Bu ecel şerbetinin bekrileri. Seslenir da’veti bir meçhulün; Bir nida der: İleri! Ki nihayet bir ilahi gecenin Kapısından süzülürler içeri Ve aşarlar o karanlık kemeri Bu ecel şerbetinin bekrileri
6
Kubbe-i Hadra
Arif Nihat Asya
29,979
Bu düzenli yaşamalar olmasa diyorum Bu sabah kahvaltıları demli çaylar Kızarmış ekmek dilimleri Sonra giyinmek bir şey umarak aynalardan Sonra düşmek yollara son otobüse yetişmek Sonra çalışmak akşama kadar Sigara dumanları beylik konuşmalar Dört yanın taştan heykellerle dolu Kime seslenirsen sağır Ne yana bakarsan bir beyaz duvar Sonra kulaklarında bu şehrin uğultusu Alabildiğine bir bezginlik yüreğinde Sonra o geçmek bilmeyen saatler Sonra akşam Sonra paydos Sonra yalnızlık Sonra keder Bir gece başımızı alıp gitsek diyorum Bir deniz kenarı mı olur Bir dağ başı mı olur Kaçsak bu kalabalıktan Bir yer bulsak kendimize Düzenli yaşamalardan uzakta Bir yanımızda şehrin ışıkları Bir yanımızda kucak dolusu yıldızlar Orada hiç yemesek hiç uyumasa Hiç düşünmesek yarını Sonra unutsak sıkıntısını günlerin Gecenin karanlığını Sonra bıraksak kendimizi sevgiye erdemliğe mutluluğa Her nefes alışta duysak yaşadığımızı Sonra kaybolsak bu özgürlükte Bu hazda Bu derin aydınlıkta Sonra sabah Sonra paydos Sonra kurtuluş Sonra ölüm
7
Sonra
Ümit Yaşar Oğuzcan
1,788,745
Atlarla. Uzun bacaklı evrensel atlar Bunlarla gelişiyor sevdamız anlatılmaz Çocuklarla, kuşlarla, ağaçlarla. Büyüyen, uçan, dal budak salan. Yalnız aşkta rastlanan o seçkin nokta. Sen kadınsın ya büsbütün soyunuyorsun Sana vergi, atılacak her şeyi kolayca çıkarıp atmak Öptüğün gibi dünyanın bütün adamlarını bu arada beni Uzanıp öpüyorsun ya atları çırılçıplak Ne oluyorsa işte o zaman oluyor. Sen ağzını ilave edince atlara Birdenbire oluyor bu, şaşırıyoruz Korkunç bir güzellik halkların havasında Birden ötesine geçiyoruz varmak istediğimizin Ayır ayırabilirsen hangimiz kadın, hangimiz erkek.
6
Atlarla
Cemal Süreya
237,143
ELDE VAR İNSAN Ne varsa gördüğün hayattan yana Bulan da insan ahh- yıkan da insan Bu dünyada başka suçlu arama Yapanda insan ahh bozan da insan Bir düşün yıllarca taptıklarını Uğrunda hesapsız yaptıklarını Bir topla bir çıkar aldıklarını Verende insan ahh- çalan da insan Sen bensin -ben senim yabancımız yok Kendimizden başka yalancımız yok Ne acı kimseye inancımız yok Seven de insan ahh söven de insan www.ahmetselcukilkan.net
7
Elde Var İnsan
Ahmet Selçuk İlkan
80,473
Nuh'un gemisine bühtan edenler, Yelken açıp yel kadrini ne bilir? O Süleyman kuş dilini bilirdi, Her Süleyman dil kadrini ne bilir? Arap atlarında olur fırkalar, Kimi sarhoş yürür, kimi ırgalar. Zibilliğe inip konan kargalar, Has bahçede gül kadrini ne bilir? Dünya benim diye zenginlik satan, Helâl ekmeğine haramlar katan, Sonradan sonraya beğliğe yeten, Zalim olur, il kadrini ne bilir? Karac'oğlan der ki: Belim büküldü, Ağzımın içinde dişim döküldü, Nuh Nebî'nin haddesinden çekildi, Saz çalmayan tel kadrini ne bilir?
8
Nuh'un Gemisine Bühtan Edenler
Karacaoğlan
32,424
Yorgun bir hasretle dönersen bir gün Beni burda değil kalbinde ara! .. Ne kadar yıkılmış olsan da o gün Beni bende değil kendinde ara! .. Saçında beyazlar taradığın gün Maziyi yeniden aradığın gün Hıçkıra hıçkıra ağladığın gün Beni gözyaşında gözünde ara.
8
Ara
Ahmet Selçuk İlkan
735,245
Siyaset meslek olur, insanlar keneleşir Büyükler fil-gergedan, küçükler süneleşir Ruhlara perçinlenen kelepçeler çözülmez Günler uzar ay olur, haftalar seneleşir..
7
Maalesef
Abdurrahim Karakoç
39,295
Kuşlar mı ki çok şey denildi şair dilinden Yüzlercesini suladık gölgesinde sevdanın dokuduk gönül yumağında renklerini Gizimizi bildiler de ihanetlerini görmedik hiç ılık bir öpüştü türküleri Kuşlar mı ki şimdi çok uzak yüksekte öpsen büyüyemezsin ki ihanet ettik türkülerine baharın
6
Kuşlar
Ahmet Telli
108,829
Döndün mü benden yüzü dönesi Verdiğin ikrara saldım ben seni İkrarı boynuna kement olası Verdiğin ikrara saldım ben seni Zemheride yağan karlar erimez Aşk atına binen gönül farımaz İkrar birdir iki yere verilmez Verdiğin ikrara saldım ben seni İkrar verdim ikrarıma güderim İkrarsız dilberi ya ben n'iderim Varıp bir ikrarlıya şefaat ederim Verdiğin ikrara saldım ben seni İkrar verir ikrarından dönücü Arayıp da kendi gibisin bulucu Bak sonunda gelsin hakkın kılıcı Verdiğin ikrara saldım ben seni Uzun yaylana da çıkmayım derdim Soğuk sularını içmeyeim derdim Serden geçip senden geçmeyim derdim Verdiğin ikrara saldım ben seni Pir Sultan Abdal'ım ahirim aman Münkirin göynünden gitmesin güman Şefaat etmesin o ahir zaman Verdiğin ikrara saldım ben seni
6
Döndün Mü Benden Yüzü Dönesi 1
Pir Sultan Abdal
7,216
Az dikkat etsene memedim Sokaklardan toplayıp attığın Taş değil yüreğin
6
1 Mayıs
Nevzat Çelik
522,514
Haste-dilem,cefakeşem Ah nidem nidem nidem Yaktı beni firag-u gam Ah nidem nidem nidem Yaktı beni çü hasretin Firkat ü can ü zahmetin Olmasa ger inayetin Ah nidem nidem nidem Hecr ile yandı bu ciğer Derdile can neler çeker Sabır gerek yahut seher Ah nidem nidem nidem Milket-i dilde şah idem Derdile nice ah idem Gözyaşını güvah idem Ah nidem nidem nidem Gerçi bügün NESİMİ'yem Haşemi'yem,Kureyşi'yem Bir sanemin esiriyem Ah nidem nidem nidem
6
Haste-Dilem, Cefakeşem
Kul Nesimi
44,386
Aşiret çocuğuyam adım Küheylan Kızılca kıyamet yaylasında doğmuşam Koyaklarda kartal uçurmuşam, kurt kovalamışam, adam vurmuşam Onursuz yaşanmaz demişem Rezil rüsva etmemişem kendimi böceklere Yavri yavri Bu yüzden dik bakaram adamın yüzüne Bu yüzden böyle hoyrat kalmışam Asi bir Küheylanam Anam rüzgar, babam gurbet Bin yıldır bu koğuştayam Diz çöktürmez beni hasret Seni sevmişem Bir kekliğin sesini üzmekten sakınır gibi Seni sevmişem Gururlu dağ çiçeklerini göğsüme takınır gibi Ben sazımı kılçadırların boynuna asıpta öyle gelmişem buraya Yavri yavri Ölürsem iradi ölürem Harlanmış bir kılıca alnımla dokunur gibi Asi bir Küheylanam Gözlerini benden ayırma Kırılıp düşerem sonra kimse bakmaz yarama Bana ne getirmişen Cico Karda çürümüş sümbül soğanlarımı Yoksa tozkaldıran taylarımı Dargeçitlerdemi kanatmışan O göçebe sevdamızın yamacına Şimdi kimler konmada söyle Yavri yavri Söyle kınalı kuzun nerde Onu hangi soysuzun sürüsüne katmışan Asi bir Küheylanam Mahmuz vurma döşüme Delerem bu duvarları delerem Jandarma kavuşmaz peşime Benki dipsiz uçurum boylarında Paramparça olmuş ölmemişem Benki huysuz nehir yataklarında Yaralarımı çamurla sıvamışam Nasıl sığaram düşündünmü Şu altı adımlık tosbağa voltasına şimdi Yavri yavri Dağları çıldırtan öykümü Ben bu demirlere dişlerimle yazmışam Asi bir Küheylanam El süremezler yeleme Bırak yırtılayım bırak, gem vurma benim dilime Hüznün duvarlarında Sıvası dökülmüş bir yer vardır bilirmisen Yavri Bilirmisen çiçekler çentik çentiksolar Bu gevur ölüsü akşamlarda Bırak gözyaşlarımın açtığı çukurlar öylece betonda kalsın Donansın peşime bi metelik etmez bu sırtlan adımları.Donansın Yavri yavri Şapkam namusumdur Koma buralarda koma Tespihim dağılmasın Asi bir Küheylanam Kesmez beni bu acılar Beni vursada bu puştlar Ancak sırtımdan vururlar
8
Asi Bir Küheylan
Yusuf Hayaloğlu
50,762
Yavaş sessiz senin buyruğunda toplanır altın yavaş sessiz Yavaş sessiz senin buyruğunda dağılır buğday yavaş sessiz Yavaş sessiz senin buyruğunda bölünür halkın ekmeği Seninle hızla kararır bozulur ipek seninle hızla Hızla düğümlenir bulanır su seninle Körlenir seninle hızla emeğin tarihi Ve seninle yavaş yavaş çıkar bakıra kuvarsa tunca yavaş yavaş Acının uzun uzun yazılan adı.
6
Acının Adı
İlhan Berk
311,851
İşte gidiyorsun Merdivenlerde bir ölüm sessizliği Kül rengi yağmurlar sokaklarda Üzerinde en çok sevdiğim ceketin En acısı Unut gitsin der gibi ıpıslak kirpiklerin Ve ilk defa Bu kadar aceleci Ellerin ayakların gözlerin Söylenecek ne varsa bitti -doğrudur- Artık bu saatler Kanadı kesik bir sevdanın Kalemi kırık bir aşkın Ve sayfaları yanık bir romanın sonudur…. İşte gidiyorsun Ellerinle açtığın bütün kapıları kapayarak Hayat verdiğin odalardan gölgeni de alarak Ve sürgüne verip bütün düşlerimi Dağ gibi bir adamı yakarak Anlıyorum bu suskunluk Bir aşkın açılmamış son mektubudur Geride bıraktığın Saksıda bir gelin çiçeği Masada küskün bir anahtar Yüreğimde parmak izlerin Ve cevapsız yüzlerce sorudur İşte gidiyorsun Dikerek gözlerime o mağrur bakışlarını Yıllardır düşlediğin zaferi kutlayarak Ve masum bir veda gibi sokulup Ellerinle yüreğimi parçalayarak Tarihte bugün Aylardan Eylül Günlerden hüzün Saatlerden ondur Sen kazanmayı Ben kaybetmeyi seçtim Anlıyorum Bu ikimiz için artık sondur İşte gidiyorsun Ve biliyorsun Birazdan sol yanıma düşeceğim Yaramın olduğu yana Vurduğun yere yani Ne de olsa ayrılık acıdır zordur İşte karşında Ağır yaralı bir adam Bir avuç gözyaşı Ve ihanet makamında bir şarkı Suç mahallinde Senden kalan son delil budur Git hadi git vazgeçilmezim Şunu bil ki Dünyada bütün mezarlıklar Senin gibi vazgeçilmezlerle doludur… ('Erkekler Hep Yalnız Ağlar' kitabından) www.erkeklerhepyalnizaglar.com ww.ahmetselcukilkan.com.tr
7
İşte Gidiyorsun
Ahmet Selçuk İlkan
2,010,751
Hak cihana doludur Kimseler Hakk'ı bilmez Onu sen senden iste O senden ayrı olmaz Dünyaya inanırsın Rızka benimdir dersin Niçin yalan söylersin Çün sen dediğin olmaz Ahret yavlak ıraktır Doğruluk gey yaragtır Ayrılık sarp firaktır Hiç varan geri gelmez Dünyaya gelen göçer Bir bir şerbetin içer Bu bir köprüdür geçer Cahiller onu bilmez Gelin tanış olalım İşi kolay kılalım Sevelim sevilelim Dünyaya kimse kalmaz Yunus sözün anlarsan Ma'nisini dinlersen Sana bir amel gerek Bunda kimesne kalmaz
10
Hak Cihana Doludur
Yunus Emre
59,702
Su istemeye geldiler çocuklar Kumsalda çimerken farımışlar Mayolarıyla geldiler En arkada sarışın şipşirin Olsun olsun dört yaşında bir oğlan Güler su veriyor onlara Ben de olsam onlara daha ne verebilirim ki Musluktan taşan su seslerine karışan O cıvıl cıvıl seslerini cankulağıylan Dinlemekten başka?
6
Bu Kadarcık
Can Yücel
285,404
Olamıyorsan Mecnun Leyla'dan ırak Seni sende, dünyayı dünyada bırak. Aşk yolunda yürüme izni çıkarsa, Yürümeli gözsüz ve dilsiz bir çırak! (Hayyam'ın Türkçe Yüzü-Türkçe Yeniden Yazan-Yalçın Aydın Ayçiçek-Can Yayınları)
7
14 Nolu Rubai
Ömer Hayyam
1,226
Bir kızın kocaman gözlerinde gördüm bulutların dağlara sessizce çöküşünü Çocuksu susuşları gördüm, kırılan sevinci Ve kalbimi puslu yamaçlardaki pusulara saldım çobanlar çoktan inmişlerdi ovaya bense yapayalnız bir ağaçtım doruklarda Harelenen sularda bir yanık kokusu ve uzun boyunlu bir kızın gülümseyişi Işık zamana bağlı zamansa onun kocaman gözleridir artık Anladım tarih de yazılmaz bir aşkın sayfalarına düşmüyorsa gün Yalnızdım, yapraklarım dökülmüştü bir bir deryalara savrulup çöllere düşmüştü Bir duman tütüyor yine hangi kent yandı hangi sokakta vuruldu sevgilim Bir demet menekşe bir avuç toprak burkulan bir yürek miyim hep Sesimde bir yanma bir kekrelik uzayıp giden bir çöl yalnızlığı Gazeteleri okumuyorum başım dönüyor sulanmamış çiçekler gibi kuruyor her şey her şey bir yolculuğun hüznünü taşıyor gidip de gelmemek üzere bütün yüzler Puslu yamaçlarda bir çakal gölgesi bir dağ suskunluğu yürüyor kentlere yenilen biz miyiz yoksa aşklar mı bir kızın kocaman gözlerinde görüyorum savrulan küllerini ömrümüzün Bu kenti ayrılıklar yıkacak birgün biliyorum Ölümden şikâyeti yok ölüp gidenlerin ama bir kızın kocaman gözlerinde yangınlar çıkıyor Acılar dehşetli kinlendiriyor beni Kabarıp duruyor içimde, kabarıp duran bir okyanus yurdumu arıyorum batık bir tekne değilim yurdumu arıyorum kızgın küller ortasında
8
Savrulan Külleri Ömrümüzün
Ahmet Telli
6,942
Anladım işi, sanat Allah'ı aramakmış; Marifet bu, gerisi yalnız çelik-çomakmış...
7
Sanat
Necip Fazıl Kısakürek
20,597
Cahit ki bu hasta düzende sağlıklı bir kanserdi Cahit ki haksızlığa karşı üreyen höcrelerdi. Yorgun develer gibi çöktüğü Dormen şölenlerinde bile 'Siz paranızı, ben kendi kendimi yerim,' derdi. Cahit zaten azalarak yaşayanlardan değil Çoğalarak ölenlerdendi
6
Cihat İçin Cahit
Can Yücel