text
stringlengths 26
37.5k
|
---|
# 'Auschwitz'siz Alman kimliği olmaz'
Holokostun sembolü olan Auschwitz toplama kampı bundan 70 yıl önce kurtarılmıştı. Almanya Cumhurbaşkanı Joachim Gauck, parlamentoda yaptığı konuşmada, Auschwitz'siz bir Alman kimliği olmayacağını söyledi.
Almanya Cumhurbaşkanı Joachim Gauck, Alman Parlamentosu'nda Nazilerin toplama kampı Auschwitz'in kurtarılışının 70'inci yıldönümü nedeniyle düzenlenen törende bir konuşma yaptı.
Konuşmasında Almanya'nın mültecilerin ve insan haklarının korunması konusunda ahlaki bir sorumluluk taşıdığını belirten Gauck, milyonlarca Yahudi'nin öldürüldüğü insanlık suçlarının hatırlanmasının Almanlara bir görev verdiğini ifade etti.
"Bize söylenen şu: İnsancıllığını savun ve muhafaza et. Her insanın hakkını savun ve muhafaza et" diye sözlerini sürdüren Gauck, Auschwitz'siz bir Alman kimliğinin olmayacağını vurguladı.
**"Almanya tarihiyle yüzleşti"**
Ahlaki sorumluluğun sadece anmaktan ibaret olmadığını kaydeden Gauck, "Almanya'yı kendi evi olarak gören herkes ülkemizin hangi yolda gideceği konusunda sorumluluk taşıyor" diye sözlerini sürdürdü. Gauck, savaş sonrası Almanya'da birçok kişi Nazi rejimini hatırlamaktan kaçınırken, Federal Cumhuriyetin adım adım tarihinin önemli bir parçasını oluşturan suçlarla yüzleştiğini ifade etti.
Almanya'nın vatandaşlarının ve ulusların barışçıl ve eşit haklarla bir arada yaşamasının güvenilir bir ortağı olduğunu söyleyen Cumhurbaşkanı Gauck, Almanları gelecekte de farklı kültürler ve dinlerle birlikte yaşamaya çağırdı.
**Auschwitz kurbanları da katıldı**
Gauck'un konuşmasından önce törene katılanları selamlayan Alman Parlamentosu Başkanı Norbert Lammert, Almanya'nın bu 'korkunç tarihi'nden sonradan doğanların sorumlu olmadığını ancak bu konuda nasıl davranılması gerektiğini bilmeleri gerektiğini kaydetti. Nazi kurbanlarının anıldığı törene Auschwitz'den sağ kurtarılanlar da katıldı.
Almanya'da anma günü vesilesiyle resmi binalarda bayraklar yarıya indirildi.
**1 milyon kişi öldürüldü**
Bugün Polonya topraklarındaki Auschwitz toplama kampında tutulan kişiler, 27 Ocak 1945 tarihinde Rus askerleri tarafından kurtarılmıştı. Kampta çoğunluğu Yahudi olmak üzere, Sinti, Roma, Sovyet savaş esirleri ve hakkında siyasi soruşturma açılanlarla birlikte 1 milyon 300'den fazla kişi bulunuyordu. Kampta 1 milyondan fazla kişi de endüstriyel bir sistem içinde öldürülmüştü.
Soykırımın bir sembolü haline dönüşen kamp, 1979 yılında UNESCO'nin dünya kültür mirası listesine alındı. Almanya da 1966 yılından beri Auschwitz'in kurtarılışının yıldönümünde Nazi kurbanlarını anıyor. |
# Kuzey Kore çözüm önerilerini reddetti
Kuzey Kore nükleer programı yüzünden oluşan kriz sürecinde ABD’yle müttefiklerinin bir çözüm önerisini dolaylı olarak reddetti. Dolayısıyla ABD, Güney Kore, Japonya, Çin, Rusya ve Kuzey Kore’nin katılımıyla Çarşamba başlaması beklenen görüşmelerin yapılmayacağı belli oldu.
Devlet gazetesi "Rodong Sinmun"da yayınlanan bir yorumda, ABD’nin Kuzey Kore’nin sunduğu paket çözümü kabul etmediği, bunun yerine nükleer silah programının tümden durdurulmasını istediği yer alırken, resmi olarak yapılan açıklamalarda Kuzey Kore, ABD’yi geciktirme taktiklerine başvurmakla suçladı.
Kuzey Kore geçtiğimiz hafta içinde Washington yönetimine gönderdiği bir mektupta, enerji yardımları karşılığında nükleer programını dondurmayı önermişti. Bunun yanında Amerika’nın Kuzey Kore’yi terörizmi destekleyen ülkeler listesinden alarak, siyasal ve ekonomik ambargonun kaldırılması talep edilmişti.
Öte yandan ABD, Japonya ve Güney Kore, Kuzey Kore’ye götürdükleri bir öneri paketinde, güvenlik garantisi karşılığında bir dizi koordineli adım talep etmişti. Bunların arasında Pyöngyang hükümetinin nükleer tesislerini kapatması ve Çin’le Güney Kore’nin denetimlerine izin vermesi de bulunuyordu. Bu talepler, ABD‘nin isteği üzerine Çin tarafından Kuzey Kore yönetimine iletilmişti geçen haftalarda. Ancak Kuzey Kore Devlet Başkanı Kim Jong İl, çok taraflı görüşmelere önayak olacak bu talepleri geri çevirmişti.
Çok taraflı görüşmeler yapılmıyor **
Amerika Birleşik Devletleri, Güney Kore, Japonya, Çin, Rusya ve Kuzey Kore’nin katılması öngörülen çok taraflı görüşmelerin bu Çarşamba günü başlaması bekleniyordu. Tüm bu gelişmelerden sonra bu görüşmelerin yapılmayacağı belli oldu.
Amerikan önerisinin geri çevrilmesinin Washington’dan geçtiğimiz hafta yapılan sert açıklamalarla da ilgisi olduğu tahmin ediliyor. Çin Başbakanı Wen’in Washington ziyareti sırasında Amerikan Başkanı Bush Kuzey Kore’nin isteklerini geri çevirmişti. Bush, Kuzey Kore’nin nükleer programını dondurmasının anlamı bulunmadığını, Amerika’nın programın tümüyle sona erdirilmesi talebi bulunduğunu söylemişti.
Tüm bu gelişmeler, geçtiğimiz aylarda Pyöngyang yönetimiyle Washington arasında yaşanan ılımlı havanın geçmişe karışmış olduğunu gösteriyor. Taraflar ikinci tur görüşmelerden önce kendi taleplerine zemin aramaya başladı. Böylece Çin’in arabulucu olarak katıldığı görüşmelerde yeni engeller oluştu. Saddam Hüseyin’in yakalanmış olması, iki tarafta da bulunan sert tavırlara destek olacak. Ancak yine de bir umut ışığı bulunmuyor değil: BM‘nin açlık uyarısı karşısında ABD, Kuzey Kore’ye 60 bin ton gıda yardımı göndermeyi düşünüyor. |
# Basına özgürlük çağrısı
Bugün Dünya Basın Özgürlüğü Günü. 2011 yılında onlarca gazeteci yaşamını yitirdi. Meslek örgütleri temel bir insan hakkı olan ifade özgürlüğüne saygı gösterilmesi çağrısında bulunuyor.
Gazetecilerin korkmadan ve devlet baskısı olmadan çalışabilmelerinin siyasetçilerin görevi olduğunu kaydeden Avrupa Konseyi Genel Sekreteri Thorbjörn Jagland, medya kurumlarının da ekonomik çıkar için hükümetler üzerinde nüfuzlarını kullanmaması gerektiğini belirtti.
Alman Gazeteciler Birliği’nden, "Avrupa’nın Unutulmuş Kısmında Kaliteli Gazetecilik" başlıklı bir etkinlik düzenleyen Michael Klehm de birçok Balkan ülkesinde ve Türkiye’deki sorunların kökenlerini şöyle sıralıyor: "Medyadaki mülkiyet dengeleri, siyasetin basına baskısı ve yetersiz yasalar. Özellikle basın mensuplarının hakaret ettikleri gerekçesiyle açılan davalar var. Gazeteciler, hatta toptan medya kurumları hakkında soruşturmalar yürütülüyor ve aşırı para cezaları veriliyor. Bu da sanık sandalyesine oturanların varlıklarını tehdit ediyor. Böyle bir şey Almanya’da düşünülemez bile."
**"Arap baharı krizlere yol açtı"**
Ancak para cezalarının da ötesinde, dünyanın birçok ülkesinde gazetecilerin can güvenliği de tehlikede. 2011 yılında en az 66 gazetecinin öldürüldüğünü belirten Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün Almanya Yönetim Kurulu Sözcüsü Michael Rediske, özellikle Rusya, Pakistan, Meksika ve Honduras gibi ülkelerde çok sayıda gazetecinin hayatını kaybettiğine dikkat çekiyor. Rediske, Arap dünyasında basının durumunun ise ülkeden ülkeye değiştiğini ifade ediyor. Tunus'un genel olarak riskli olmadığını, Suriye’deki durumun ise birkaç yıl önce Irak’ta olduğu kadar tehlikeli hale geldiğini belirten Rediske sözlerini şöyle sürdürüyor: "Arap Baharı, birçok krizin patlak vermesine neden oldu. Gazetecilerin yerinde olup haber yapmaları gerek. Ancak özellikle hükümetler, basının görev yapmasını engelliyor. Suriye’de çok sayıda gazeteci çatışmalarda hayatını kaybetti. Bir süre önce büyük umut veren Mısır ise, şimdi basın özgürlüğü konusunda geriledi, zira askerî yönetim yeni sıkıyönetim yasaları çıkardı ve basın özgürlüğünü yine kısıtladı." |
# Orlando Bloom evlendi
Ünlü aktör Orlando Bloom, 27 yaşındaki Victoria’s Secret modeli Miranda Kerr ile evlendi. Kerr, balayı için tanıtımlarında yer aldığı firmanın defilesine çıkmaktan da vazgeçti.
Yüzüklerin Efendisi filmiyle yakaladığı başarıyı Karayip Korsanları serisiyle devam ettiren Orlando Bloom, sonunda hayatının kadınını da buldu. Sanatçı, 27 yaşındaki Victoria’s Secret modeli Miranda Kerr ile evlendi.
Kerr’in tanıtımlarında görev aldığı David Jones firması, Avustralya basınına yaptığı açıklamada evliliği doğruladı. Firma yetkilileri, ünlü modelin, firmanın 3 Ağustos’ta gerçekleştirilecek ilkbahar/yaz kreasyonlarının tanıtımında da yer almayacağını bildirdi.
Orlando Bloom, Karibik Korsanları serisinde Will Turner'i canlandırmıştı
Miranda Kerr, yaptığı yazılı açıklamada, "Bunu bir süredir planlamaya çalışıyorduk. Ne yazık ki balayı için tek uygun zaman David Jones’un defilesinin olduğu ana denk geldi" dedi.
**En çok kazanan modeller arasında**
**Kerr ile 2007 yılından beri birlikte olan 33 yaşındaki Bloom, bir süre öncesine kadar evlenecekleri yönündeki haberleri reddediyordu. Ancak Bloom'un sözcüsü, bir ay önce yaptığı açıklamada çiftin nişanlandığını duyurmuştu.**
**Avustralyalı Kerr, geçtiğimiz mayıs ayında, son 12 ay içindeki tahmini 4 milyon dolarlık kazancıyla, Forbes’in en çok kazanan 10 model listesinde dokuzuncu sırada yer almıştı.** |
# Akşener: Protokolde bizi rahatsız edecek bir şey yok
Millet İttifakı'nın içindeki en güçlü ikinci parti olan İYİ Parti'den, Zafer Partisi ile imzalanan protokole destek geldi. İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, Zafer Partisi lideri Ümit Özdağ ile Millet İttifakı'nın Cumhurbaşkanı adayı ve CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu arasında imzalanan protokol için "Hayırlı olsun" dedi.
Özdağ ve Kılıçdaroğlu, partilerinin genel başkanları sıfatıyla imzaladıkları protokolü bugün düzenledikleri basın toplantısıyla kamuoyuna açıklamış ve Zafer Partisi, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin 28 Mayıs'taki ikinci turunda Kılıçdaroğlu'nu destekleyeceğini beyan etmişti.
Kılıçdaroğlu ve Özdağ’ın üzerinde anlaştığı ve yedi temel ilkeden oluşan protokolü değerlendiren Akşener, "Sayın Kılıçdaroğlu ile Sayın Özdağ’ın imzasının olduğu bir metin yayımlandı. O metinde bizleri rahatsız edecek bir şey yok. Ama iki siyasi partinin genel başkanları olarak yayımlandı. Millet İttifakı’nın ortaya koyduğu çeşitli mutabakat metinleri var, onlarla ters düşen bir madde yok içinde. Sayın Kılıçdaroğlu’nun yetkisi vardı, o yetkiyi yerine getirdi. Hayırlı uğurlu olsun"diye konuştu.
Henüz resmi bir açıklama olmamasına rağmen Zafer Partisi'nin İçişleri Bakanlığı gibi bazı bakanlıkları alacağı yönündeki söylentilerin hatırlatılması üzerine Akşener, "Herhangi bir yorumum yok. Biz henüz bakanlıklar konusunu hiçbir şekilde, Millet İttifakı’nın bileşenleri olarak, bir araya gelip konuşmadık. Ama bildiğim bir şey var. Seçimlere biz iki parti, ayrı ayrı olarak girdik. Alınan oy ve milletvekili sayısına göre önce CHP sonra İYİ Parti seçimden sonra bu konuda görevlendirmeler yapacak" ifadelerini kullandı. |
# Bush'un terör yasası onaylandı
ABD Başkanı Bush’un üzerinde çok konuşulan terör yasa tasarısı, önündeki son engel olan Senato’dan da geçti. Bush’un imzalamasıyla yasa yürülüğü girecek. Ayrıca telefon dinlenmesine yasal statü kazandıran yasa tasarısı da Temsilciler Meclisi’nde kabul edildi.
Bush, yeni yasa tasarısı ile alternatif sorgu yöntemlerini meşrulaştırmaya çalışmakla suçlanıyor.
Tartışmalı terör yasa tasarısı, ABD Temsilciler Meclisi’nden sonra Senato’da da onaylandı. Terör zanlılarına muameleyi düzenleyen terör yasa tasarısı, Senato’da 65’e karşı 34 oyla kabul edildi. Muhalefetteki Demokrat Parti üyelerinin çoğunluğu tasarıya karşı oy kullandı. Yasanın yürürlüğü girebilmesi için ABD Başkanı George Bush tarafından imzalanması gerekiyor.
Yeni yasa tasarısı, terör zanlılarına muamelenin ve sorgu yöntemlerinin çerçevesini çiziyor. Tasarı, terör zanlılarının sivil mahkemeler yerine askeri komisyonlarda yargılanmasına olanak tanıyor. Yasa, zanlıların "olağandışı ve acımasız" şekilde cezalandırılmasını yasaklamakla birlikte, "olağandışı ve acımasız" kavramlarına açıklık getirmiyor. Sorgulanacak şüpheliler için standartlar getiren yasa tasarısı sayesinde, Guantanamo üssünde tutulan yüzlerce kişi, yıllar süren mahkumiyetlerinin ardından askeri komisyonlarda yargılanabilecek.
**Hukuka aykırı**
Geçen Haziran ayında ABD Yüksek Mahkemesi, Guantanomo üssünde tutulan terör zanlılarının yargılandıkları askeri komisyonların, ABD Anayasası ve uluslararası hukuka aykırı olduğunu ilan etmiş, "Bush'un yetkilerini aştığına ve özel savaş suçları mahkemeleri kurarak Cenevre Anlaşmaları’nı ihlal ettiğine" hükmetmişti. Bu karar üzerine terör yasasında değişiklik yapma ihtiyacı doğmuştu.
ABD Başkanı Bush, yeni terör yasasının önde gelen savunucularından. Ancak Bush, yeni yasa ile alternatif sorgu yöntemlerini meşrulaştırmaya çalışmakla suçlanıyor. Nitekim Bush kısa bir süre önce, CIA’in gizli merkezlerde zanıları sorguladığını itiraf etmişti. İnsan hakları savunucuları, alternatif sorgu metotlarının, kötü muamele ve işkenceye denk düştüğünü ileri sürüyor.
**Telefonlar dinlenebilecek**
Ayrıca ABD Temsilciler Meclisi, Başkan George Bush'un telefonların dinlenmesi programına yeni kısıtlamalarla yasal statü verebilecek bir yasa tasarısını onayladı. Cumhuriyetçilerin, Kasım’daki Kongre seçimleri öncesinde Demokratların teröristlerle mücadele edip etmeyeceği konusunda bir sınav olarak gördüğü yasa tasarısı Temsilciler Meclisi’nde yapılan oylamada 191'e karşı 232 oyla kabul edildi. Cumhuriyetçi Parti çoğunluk lideri John Boehner, oylamadan sonra yaptığı açıklamada, "Güçlü ulusal güvenlik siyasetlerine Demokratların mantıksız muhalefetinin Amerikan halkı için büyük endişe kaynağı olması gerektiğini" ifade etti.
Terörizmle insan hakları pahasına mücadele edilemeyeceğini belirten Demokratlar, Temsilciler Meclisi’nde kabul edilen bu tasarının başkana çok fazla güç vereceği eleştirisinde bulunuyor. Yeni yasa uyarınca Bush, Temsilciler Meclisi ve Senato istihbarat komisyonlarına ve Kongre liderlerine bilgi verdiği; saldırı olacağına inandığı takdirde telefonları dinlenmesi ve elektronik postaların izlenmesini istemek için yetkili olabilecek.
Temsilciler Meclisi, İran'a yaptırımlarla ilgili bir yasa tasarısını da onayladı. Sözlü yapılan oylamayla kabul edilen tasarıyla, İran'ın nükleer silah geliştirmesine yardımcı olabilecek her türlü girişimin önüne geçilmesi amaçlanıyor. |
# Fransa ve İspanya'da orman yangınları
Fransa'nın Marsilya kentinde meydana gelen yangında 360 hektar ormanlık alan yok oldu. Yangının kundaklama sonucu çıktığı tahmin ediliyor. Yangın İspanya'ya da sıçradı.
Marsilya'nın güneydoğusundaki Calanques bölgesinde meydana gelen yangının salı sabahın ilk saatlerinde kontrol altına alındığı açıklandı. 900'ün üzerinde itfaiye görevlisinin katıldığı yangın söndürme çalışmaları sonrası ilk belirlemelere göre kundaklama şüphesi üzerinde duruluyor.
Yangının rüzgârın yönü nedeniyle belirli yerlerde yeniden başladığı ancak yangın söndürme uçaklarının devreye girdiği belirtildi. Fransız hükümet yetkilileri, itfaiye ekiplerinin yangının komşu Cassis kenti ve deniz istikametine ilerlemesini engellemeye çalıştığını açıkladı. Meteorolojiden yapılan açıklamada ise olası şiddetli rüzgar nedeniyle ülkenin güneyindeki ormanlık alanlarda da yangın tehlikesine karşı uyarıda bulundu.
**Yangın İspanya sınırına ilerledi**
Marsilya'da başlayan yangının, İspanya sınırındaki Perpignan'a kadar yayıldığı bildirildi. Yerel yetkililerin verdiği bilgiye göre pazartesi akşam saatlerinde yangın bu bölgede devam etti. İspanya'da pazar gününden bu yana Costa Blanca'da yangınlar devam ediyor.
İspanyol medyası, bölgedeki yaklaşık bin 400 kişinin tahliye edildiğini duyurdu. Bölgede yer alan Javea ve Benitatxell'de yaklaşık 800 hektarlık alanın yandığı bilgisi verildi. İspanya'da da yangının kundaklama ile başladığı şüphesi üzerinde duruluyor. Polisin şüpheliyi aradığı belirtilirken operasyona 370 itfaiyeci, 220'den fazla asker ve 20 uçağın katıldığı belirtildi. |
# Gözlemevi: Afrin'den 150 bin sivil kaçtı
Suriye İnsan Hakları Gözlemevi Afrin'den yüzbinlerce sivilin kaçtığını bildiriyor. TSK, Afrin'de hastane vurulduğu iddiasını yalanlarken, Almanya'da insan hakları savunucuları NATO ve hükümete Afrin çağrısı yaptı.
Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Özgür Suriye Ordusu ile birlikte Afrin'de yürüttüğü operasyon nedeniyle Çarşamba gününden bu yana 150 binin üzerinde sivilin bölgeden kaçtığı bildirildi.
Suriye İnsan Hakları Gözlemevi'nin (SOHR) yaptığı açıklamaya göre, cumayı cumartesiye bağlayan saatlerde bölgede yoğun çatışmalar yaşandı. Verilen bilgiye göre Afrin'in güneyinde, YPG ya da Esad'a bağlı birliklerin kontrolündeki bölgeye kaçış koridoru bulunuyor.
AFP haber ajansına konuşan Suriye İnsan hakları Gözlemevi Başkanı Rami Abdül Rahman, son günlerde 150 binin üzerinde sivilin söz konusu güney koridoru üzerinden Afrin'den kaçtığını belirtti. Afrin'de çatışmalar öncesinde yaklaşık 350 bin kişinin yaşadığı tahmin ediliyor.
Türk Silahlı Kuvvetleri'nden yapılan açıklamada ise Afrin'den çıkmak isteyen sivillere koruma sağlanacağı açıklandı. Cuma günü yapılan açıklamada, Afrin'e havadan bildiriler dağıtıldığı belirtildi. Bildirilerde, "Afrin'i terk etmek isteyenler, Türk askerlerinin koruma garantisi altındadır", "Türk ordusunun tek hedefi YPG'dir" ve "Türkiye'nin adaletine güvenin, Türk Silahlı Kuvvetleri'ne güvenin" yazdığı aktarıldı.
**Suriye İnsan Hakları Gözlemevi: Afrin'de hastane vuruldu**
Afrin'de yoğun çatışmalar sürerken Suriye İnsan Hakları Gözlemevi, Cuma günü Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Afrin'deki en önemli hastaneyi vurduğunu öne sürdü.
Hastanede aralarında iki hamile kadının bulunduğu 16 sivilin yaşamını kaybettiği iddia edildi.
Afrin'de hastane vurulduğu iddiasına Türk Silahlı Kuvvetleri'nden yalanlama geldi. TSK, Twitter hesabı üzerinden Afrin'deki hastanenin 17 Mart 2018 tarihine ait olduğu belirtilen görüntülerine yer vererek "yalan haber" yapıldığını yazdı.
**NATO'ya ve hükümete çağrı**
TSK'nın Afrin'de hastane vurduğu iddiası sonrasında Almanya'da insan hakları savunucuları, NATO ve Alman hükümetine çağrı yaptı.
Almanya merkezli Tehdit Altındaki Halklar Topluluğu tarafından cumartesi günü Göttingen kentinde yapılan açıklamada, Almanya ve NATO devletlerinden, NATO müttefiki Türkiye'den "en kısa sürede savaş suçu işlemesine son vermesini" talep etmesi istendi. |
# Windows 7 satışa çıkıyor
Microsoft’un resmen 22 Ekim’de piyasaya çıkacak yeni işletim sistemi Windows 7 için yarından itibaren siparişler alınmaya başlanıyor. Kullanıcı, 50 Euro’ya sistemin "home Premium" versiyonuna sahip olacak.
Windows 7, öncekilere oranla daha az enerji tüketme iddiasında. Birden fazla dokunmalı arayüzleri destekleyen Windows 7, ev ağı kurmada kolaylık sağlıyor. Microsoft'un Başkanı Steve Ballmer, yeni sistemi anlatırken, "Windows 7 şimdiye dek piyasaya çıkarılan Windows işletim sistemlerinin en iyisi" ifadesini kullanıyor.
Ballmer, kullanıcıların Vista'daki sorunlarla bu işletim sisteminde karşılaşmayacakları görüşünde. Ballmer, "Buna tüm doğru içerikleri koyduk. Yalınlık, güvenilirlik ve hız... Doğruyu elde etmek için çok çalıştık ve becerdik" sözleriyle Windows 7'ye olan inancını dile getiriyor.
Microsoft'un yeni işletim sistemi öncekilere oranla daha çabuk açılıp kapanırken, daha az güvenlik alarmı verecek. Yeni sistemle çalışan dizüstü bilgisayarlar daha az enerji tüketecek, böylece batarya ömrü uzayacak.
Her bilgisayarda çalışacak
Windows 7 günümüzün vazgeçilmezleri arasında yer alan cep telefonu, dijital fotoğraf makinesi gibi cihazlarla daha uyumlu çalışacak.
Windows 7, Vista'nın aksine, çok az işlem gücüne sahip bilgisayarlarda da çalışabilecek. 1 GB RAM ve 1 GHz hıza sahip işlemci, Windows 7 için yeterli olacak.
Windows 7'nin güncellenmiş bir görev çubuğu, yeni hareketli masaüstü efektleri, içeriğe duyarlı mönüsü ve gösterişli bir masaüstü arama özelliği olacak.
Microsoft, yazılım stratejisini bir süredir üçlü sisteme yöneldi. Bir başka ifadeyle, işletim sistemi hem kişisel bilgisayarlarda hem TV'lerde hem de cep telefonlarında çalışabiliyor. Windows 7, bu stratejinin bir parçası olarak geliyor. |
# Opel'in satışında son dakika pürüzü
Aylardır ekonomi dünyasının gündeminden düşmeyen Alman otomotivcilik kuruluşu Opel’in satışıyla ilgili pürüzler tam olarak ortadan kalkmadı. AB, Almanya hükümetine, satışın rekabet açısından sakıncalı olduğunu bildirdi.
Sahibi Amerikan General Motors’un iflas edip yeni ad altında yeniden kurulmasıyla satışı gündeme gelen Opel'in otomotiv tedarikçisi Magna ile Rusya’nın en büyük bankasına devredilmesi üzerinde anlaşma sağlanmıştı. Ancak Avrupa Birliği (AB) Komisyonu son anda Almanya hükümetine, satışın rekabet açısından sakıncalı olduğunu bildirdi. Berlin yönetimi, Opel’i satın alacak olan Magna şirketiyle Rus bankası Sberbank’a milyarlarca Euro’luk destek garantisi vermişti.
AB Komisyonu’nun rekabetin korunmasından sorumlu üyesi Neeli Kroes
**"Avrupa'nın oyun kuralları belli"**
**AB Komisyonu’nun rekabetin korunmasından sorumlu üyesi Neeli Kroes Opel şirketinin satışı için Almanya hükümeti tarafından 4,5 milyar Euro’luk mali yardım taahhüdünde bulunulmasını, "Avrupa'nın oyun kurallarına" uymadığını söylerken oldukça dikkatli bir ifade kullandı. Kroes, Almanya Ekonomi Bakanlığı’na gönderdiği yazıda ilk incelemelerden, federal hükümet tarafından taahhüt edilen devlet garantisinin ön şarta bağlandığının ve Opel’i almak isteyen Manga ve Sberbank’a tanınan garantinin Belçikalı yatırım şirketinden esirgendiği izleniminin doğduğunu dile getirdi. Komisyon üyesi ‘bu izlenimi doğrulayan kanıtlardan değil de sadece birtakım işaretlerden' söz ediyor Oysa Almanya Maliye Bakanı Peer Steinbrück Ağustos ayında kamuoyuna satış şartlarını şöyle açıklamıştı:**
**"Federal hükümetin destek garantisinin yalnızca Magna şirketine ve o şirketin yatırım konseptine verildiğini Opel’i satacak olan Amerikalıların bilmesi gerekir."**
**AB: Tek şirkete garanti olmaz**
**Komisyon üyesi Kroes ise bu garantinin sadece tek bir şirkete verilemeyeceği görüşünde. Bayan Kroes devlet garantisinin böyle bir ön şarta bağlanmasının ve Magna'dan Almanya'daki Opel tesislerinin kurtarılmasına ağırlık verilmesini istemesinin devlet yardımları ve iç pazar kurallarıyla bağdaşmadığı kanaatinde. Belçika gibi dış ülkelerdeki Opel tesislerinin gözden çıkarılmasını doğru bulmadığını belirten rekabetten sorumlu Komisyon üyesi bir ay kadar önce Avrupa Parlamentosu’nda yaptığı konuşmada bu hususa dikkat çekmişti. Kroes, "Almanya hükümetinin Opel adaylardan sadece biri için özel ön şartlar öne sürüp sürmediği, sürdüyse, bu şirketin Opel ile ilgili planlarını neden avantajlı bulduğunu merak ediyorum" demişti.**
**AB Komisyonu üyesi Kroes satış işlemine Berlin yönetiminin karışmamasını, satışa Opel’in sahibi olan GM’in karar vermesini ve 4,5 milyar Euro’luk devlet garantisinin Opel’in satılacağı her şirkete tanınmasını talep ediyor.**
AB Komisyonu'nun Sanayiden Sorumlu Komiseri Günter Verheugen
**"Endişeye gerek yok"**
**AB Komisyonu'nun Sanayiden Sorumlu Komiseri Günter Verheugen ise, Opel'in Kanada-Avusturya ortaklığındaki Magna şirketine satışıyla ilgili herhangi bir sorun yaşanacağına inanmadığını söyledi. Verheugen, "incelemelerin sürecin başlangıcında yapılmasının doğal olduğunu" ve "Opel için ekonomik açıdan mantıklı bir çözümün bulunmasının şart olduğunu" söyledi.**
**Almanya Ekonomi Bakanı Karl-Theodor zu Guttenberg Birlik Komisyonu'ndan gelen yazıyı değerlendirirken, son aylardaki açıklamaların yanlış anlaşılmalara yol açmış olabileceğini ve önümüzdeki günlerde kaygıları dağıtıp mutabakat sağlayacaklarından emin olduğunu belirtti. Brüksel’den gelen müdahale üzerine önümüzdeki haftaya ertelenen Opel satış anlaşmasının 15 Ekim’de imzalanması öngörülmüştü.** |
# Buğra Kavuncu hakkında soruşturma başlatıldı
İYİ Parti Milletvekili Ümit Özdağ'ın iddiaları yargıya taşındı. İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Gülen yapılanması ile bağlantısı olduğu iddia edilen Buğra Kavuncu hakkında soruşturma başlattı.
İYİ Parti İstanbul Milletvekili Ümit Özdağ'ın Gülen yapılanmasıyla bağlantılı olduğunu iddia ettiği İYİ Parti İstanbul İl Başkanı Buğra Kavuncu hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma başlatıldığı bildirildi.
Kavuncu'nun avukatı Alper Akdoğan, soruşturma iddialarını doğrulayarak bugün başsavcılığa giderek ifade vermeye hazır olduklarını ve Buğra Kavuncu'nun, Ümit Özdağ hakkında suç duyurusunda bulunmasından sonraki gün 22 Ekim'de soruşturmanın başlatıldığını belirtti.
Buğra Kavuncu, sosyal medya hesabı Twitter üzerinden de "Geçen hafta yaptığımız suç duyurusunda, savcılık makamına verilemeyecek bir hesabımız olmadığını belirtmiştik. Bu doğrultuda İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hakkımda soruşturma başlatıldığını memnuniyetle öğrendim. Bu sabah avukatlarım, Savcılık makamına ifade vermek üzere hazır olduğumu ve davet beklediğimi de bildirdiler. Yüce Türk yargısına yardımcı olmak ve iftiralara cevap vermek için hazırım" şeklinde paylaşım yaptı.
Buğra Kavuncu da 21 Ekim'de partililerle birlikte Çağlayan'daki İstanbul Adalet Sarayı'na giderek Ümit Özdağ hakkında suç duyurusunda bulunmuştu. İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener de suç duyurusu öncesinde yaptığı açıklamada Kavuncu'nun suç duyurusunda bulunarak Özdağ'ın iddialarını ispatlaması için bir imkan sunacağını söylemişti.
Özdağ, katıldığı bir televizyon programında Kavuncu ile ilgili olarak partinin kuruluş aşamasında Meral Akşener'i "Bu arkadaşın FETÖ'cü sivil toplum örgütünde bağı olduğuna dair bilgi var, bunu kurucu yapmayalım" diyerek uyardığını söylemişti. Özdağ bu uyarısının ardından Kavuncu'nun kurucu yapılmadığını, ancak daha sonra Akşener'i tekrar uyarmasına rağmen Kavuncu'nun İstanbul İl Başkanı olduğunu ifade etmiş ve Kavuncu'nun eski MİT mensubu Enver Altaylı'nın yeğeni olduğunu söylemişti.
Enver Altaylı, Türkiye'de Gülen yapılanması ile bağlantılı olduğu gerekçesiyle "silahlı terör örgütü yöneticiliği" ve "casusluk" suçlamalarından tutuklu bulunuyor. |
# Gül’ün Babacan desteğinin zamanlama ve anlamı
Abdullah Gül uzun yıllardır koruduğu suskunluğunu neden şimdi bozdu? Gezi’ye neden destek açıkladı? Gazeteci Murat Yetkin, Gül’ün açıklamalarını DW Türkçe için değerlendirdi.
Önceki Cumhurbaşkanı Abdullah Gül 18 Şubat’ta Karar gazetesinde yayınlanan mülakatıyla Ali Babacan’ın kurma hazırlığında olduğu partiye ilk açık desteğini verdi. Bu, aynı zamanda Gül’ün uzun zamandan bu yana kamuoyu önüne ilk çıkışıydı. Cumhurbaşkanlığı süresinin bitiminin ardından Adalet ve Kalkınma Partisine (AKP) yeniden kayıt yaptırmayan Gül, bu mülakatla yalnızca Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan liderliğindeki AKP ile arasındaki bütün kapıları kapatmakla kalmadı, karşısında saf tutmuş oldu.
Zaten Gül, Karar yazarlarının sorularına verdiği yanıtlarda; günümüz Türkiye'sine dair hemen hemen her konuda -yani sadece genel olarak değil, özel olarak her bir konuda da- Erdoğan gibi düşünmediğini ve tutum almadığını göstermiş.
Bunların başında, bütün yürütme yetkilerinin tek elde toplandığı mevcut Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi yerine parlamenter sisteme dönülmesi gerektiğini söylemesi geliyor. Gül’ün "TBMM bugüne kadar hiç bu kadar önemsizleştirilmemişti. Bunun noksanlığını Türkiye hissediyor" sözleri önemli. Bu çıkışıyla Gül, CHP, İYİ Parti, HDP ve Gelecek Partisi ile aynı "parlamenter sistem" zemininde buluşmuş oluyor. Bu çerçevede HDP’yi dışlayıcı tutum takınmadığı ve Kürt sorununu artık ulusal bir sorun olduğunu söylemesi de önemli.
**Gezi’de yol ayrımı ve Suriye**
Gül’ün bu mülakatta Erdoğan’ı her halde en rahatsız edecek -parlamenter sistemle birlikte- ikinci çıkışı da Gezi protestoları ve davası konusunda söyledikleri olmuştur. "Gezi onurumuzdur" demesi gerçi sosyal medyada kendisinin o dönemde Cumhurbaşkanı olduğunu hatırlatan sert eleştiriler aldı. Öte yandan Gül ve Erdoğan arasında kamuoyuna yansıyan ilk ciddi görüş ayrılığının da Gezi Parkı protestoları konusundaki tutum farkından kaynaklandığı unutulmamalı.
Gül’ün mülakatının yayınlandığı gün, Gezi Parkı davasında Osman Kavala dahil bütün sanıklara beraat kararı çıkması iyi bir tesadüf oldu. Gül, tutuklu yargılanmanın uygulamada kurala dönüşmesine son verilmesini, Türkiye’yi rahatlatacak adımların ilk sırasında sayması da bu çerçevede dikkat çekiyordu.
Gül'ün, ilk yıllarında kendisinin de Cumhurbaşkanı olarak karar mekanizmasının başında bulunduğu Suriye siyasetine sert eleştiriler yöneltmesi bir başka konu; bu konuda gazeteci meslektaşların eleştirel yaklaşımı da dikkatten kaçmıyor. Gül’ün işlerin daha da kötüye gidişinde dönüm noktası olarak ABD’nin Türkiye’den desteğini çekmesi ve Rusya’nın 2015’ta Suriye’ye yüklenmesine "çıkış stratejisi olmadan" yakalanmış olunmasını göstermesi ağır bir suçlama. O dönemde Gül’ün görev süresi bitmiş, Erdoğan (2014 Ağustos ayında) Cumhurbaşkanı seçilmiş, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu da Başbakan olmuştu.
Gül’ün şu anda Türkiye’nin en ciddi sorunları arasında bulunan hayat pahalılığı, işsizlik gibi ekonomik sıkıntılara özel olarak değinmemesi bir eksiklik sayılabilir. Acaba Karar yazarları sorup yanıt mı alamadı, yoksa sormadılar, Gül de Ali Babacan’ın esas iddialı olduğu ekonomi konusunu özel olarak açmadı? O kısmını bilemiyoruz.
**Neden şimdi konuştu?**
Gül'ün Babacan’a bu kadar açık destek vermek için neden böyle bir zamanı uygun bulduğu, siyaset kulislerinde konuşulan konulardandı.
Öncelikle, Babacan’ın parti kuruluş tarihini birkaç defa ertelemesi zihinlerde bir belirsizliğin doğmasına yol açtı. AK Parti içinden ve dışından, yollarını Babacan ile birleştirme eğilimindeki bazı siyasetçiler, mesafeli durmaya başladı. Gül’ün çıkışı "Endişe etmeyin, sorun yok, ben de bu gemideyim" anlamını taşıyor. Yani Gül, Babacan’la birleşme cesareti kırılmış olanlara cesaret veriyor.
İkincisi, hem içeride, hem dışarıdaki siyasi çevrelere, kendisinin Babacan ile birlikte olduğunu resmen duyuruyor, tabanda ve tavanda mevcut bir hareket olacağı mesajını vermek istiyor. Bu ilgiye son zamanlarda katıldığım bütün uluslararası toplantılarda Türkiye’den havadis almak isteyenlerin Suriye ve Libya’nın yanı sırsa, Kavala ve Babacan’dan haber sormuş olmaları bu ilginin canlı olduğunu gösteriyordu.
Nihayet bir süredir Babacan ve ekibiyle parti program taslağı üzerinde birlikte çalıştığı bilinen Gül’ün çıkışı Babacan’ın partisinin kuruluşunun artık yakın olduğunun işaret ediyor. Nitekim parti kaynakları mart başında partinin kuruluşunu tamamlayacağı tahmininde bulunuyor. |
# AKP ve MHP Grubu'nun Cumhurbaşkanı adayı Erdoğan
Adalet ve Kalkınma Partisi TBMM Grubu, 14 Mayıs seçimlerinde Recep Tayyip Erdoğan'ın Cumhurbaşkanı adayı olarak gösterilmesine ilişkin grup kararı aldı. Toplantı basına kapalı olarak yapıldı.
AKP Grup Başkanı İsmet Yılmaz konuyla ilgili yaptığı açıklamada "Anayasa'nın 101'inci maddesine göre, Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu'nun 7'nci ve 8'inci maddesine göre, Siyasi Partiler Kanunu'nun 27'nci maddesine göre ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Ak Parti Grup İç Yönetmeliği'ne göre Cumhurbaşkanımız, Ak Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ı bugün Ak Parti Grubu tarafından Cumhurbaşkanı adayımız olarak bildirilmesine grup toplantısına katılan bütün milletvekillerinin oy birliğiyle karar verilmiştir" dedi. Yılmaz, "Yüksek Seçim Kurulu'na ne zaman götürmeyi planlıyorsunuz?" sorusuna "Önümüzdeki hafta inşallah" yanıtını verdi.
## MHP Grubu'nun adayı Erdoğan
AKP Grubu'nun ardından MHP TBMM Grubu da Recep Tayyip Erdoğan'ın Cumhurbaşkanı adayı olarak gösterilmesine ilişkin grup kararı aldı.
MHP Grup Başkanvekili Erkan Akçay, "Cumhurbaşkanı adayımız belli, kararımız net. Cumhurbaşkanı adayı olarak, Sayın Erdoğan'ı aday olarak gösterdik" açıklamasını yaptı.
Yüksek Seçim Kurulu'nun açıkladığı seçim takvimine göre siyasi partilerce YSK'ya yapılacak adaylık başvuruları 19 Mart Pazar günü başlayacak. Başvurular, 23 Mart Perşembe günü saat 17.00'de sona erecek.
Cumhurbaşkanı aday listesi, 31 Mart Cuma günü Resmi Gazete'de yayımlanarak kesinleşecek. Aynı gün cumhurbaşkanı seçimi için propaganda dönemi de başlamış olacak. 13 Mayıs Cuma günü seçim propagandası sona erecek. |
# Irak’taki protestolar "Kürt Baharı"na mı işaret ediyor?
Irak’ta protestoların şiddeti artarken, "Kürt Baharı" benzetmesi yapılıyor. Yerel halk düşen petrol fiyatları ve salgın nedeniyle bu sefer durumun farklı olduğunu belirtiyor.
Geçtiğimiz on gün içinde Irak’ın en güvenli bölgelerinden biri olarak görülen Süleymaniye’de on kişi yaşamını yitirdi, birçok kişi de yaralandı. Binalar yakıldı, sokağa çıkma yasağı ilan edildi, internet kesildi.
Aralık ayının başından bu yana Irak'ın kuzeyindeki özerk Irak Kürdistan Bölgesi'nde yaşayanlar hükümet karşıtı protesto gösterileri yapıyorlar. Protestolar, yerel yönetimin nisan ayından bu yana kamu görevlilerinin maaşını tam olarak ödememesi üzerine başladı. Uygulanan gösteri yasağına rağmen protestolar devam ediyor.
Söz konusu protestoların şiddeti geçen haftadan bu yana arttı. Politikacıları yolsuzluk, görevini kötüye kullanma ve adam kayırmacılıkla suçlayan göstericiler bazı siyasi partilerin merkezlerini de ateşe verdi. Güvenlik güçlerinin protestoculara karşı biber gazı ve plastik merminin yanı sıra gerçek mermi de kullandığı ve birçok kişiyi gözaltına aldığı bildirildi. Çıkan olaylarda, cuma sabahı itibariyle biri 16 yaşında bir çocuk olmak üzere 10 kişinin öldüğü ve 65 kişinin de yaralandığı belirtiliyor. Ayrıca gazetecilerin tacize uğradığı ve sosyal medya sitelerinin engellendiği bildiriliyor.
Yaşanan olaylar nedeniyle Süleymaniye’de sokağa çıkma yasağı ve seyahat yasağı ilan edilirken, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin (IKBY) Başbakanı Mesrur Barzani yaptığı konuşmada "yabancı güçleri" protestolara sızmakla suçladı. Süleymaniyeli olan Irak Cumhurbaşkanı Berham Salih ile Birleşmiş Milletler (BM) Irak Misyonu ve Fransa ile İngiltere'nin temsilcileri de gelişmelerle ilgili endişelerini dile getirdi.
Maaşların ödenmemesi karmaşık ve uzun süredir devam eden siyasi sorunların bir yansıması. Irak’ın ulusal gelirinin neredeyse tamamı petrol satışından elde ediliyor. Erbil merkezli bölgesel Kürt yönetiminin petrol satışlarından gelen fonları ulusal hazineye aktarması gerekiyor. Buna karşılık Bağdat merkezi yönetiminin ise Kürtlere ulusal bütçeden pay vermesi ve bununla maaşların ödenmesi öngörülüyor.
Ancak bu anlaşma böyle işlemediği için her iki taraf diğerini suçluyor. Bağdat, Erbil’in petrol anlaşmalarından yan gelir elde ettiğini iddia ederken, Erbil Bağdat’ın fonları siyasi nedenlerle tuttuğunu söyleyerek mevcut ödeme problemlerinden merkezi yönetimin sorumlu olduğunu öne sürüyor.
Öte yandan Kürtler arasında da siyasi güç mücadelesi mevcut. Erbil'deki Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) ve Süleymaniye'deki Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB)’ni kendi askeri gücüne sahip ve bu kuvvetler geçmişte pek çok kez birbirleriyle çatıştı. İki parti arasında derin görüş ayrılıkları mevcut ve Bağdat ile ilişkiler de bunlardan biri.
Çarşamba günü KDP ve KYB üst düzey yetkililerinin dahil olduğu bir heyet Bağdat'a görüşmeye gitti. Irak Cumhurbaşkanı Yardımcısı Kürt Kubat Talabani basına yaptığı açıklamada heyetin anlaşma yapmadan dönmeyeceğini söyledi. Ancak Bağdat ve Irak Kürt yönetimi arasındaki anlaşma ve suçlamalar yıllardır devam ediyor. Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nde protestolar da ilk kez yapılmıyor. Yerel halk ve uzmanlar bu sefer protestoların farklı olduğu görüşünde.
İş gücüne katılan yeni bir nesil var ve genç erkekler iş bulamıyor. Yerel bir gazeteci olan Zanko Ahmad bu kişilerin protestolara katıldığını belirterek, "Sokaktakilerin çoğunluğu gençler. Birçoğu kamu görevlisi dahi değil. Son seçimlerde gençler kızgınlıklarını sandıkta göstermişti. Ancak şimdi etkili bir muhalefet partisi yok. Öfkelerini siyasi parti merkezlerini ve yetkililerin evlerini yakarak gösteriyorlar" şeklinde konuşuyor.
Irak'ta özel sektöre ait şirketler yok denecek kadar az. Devlet en büyük işveren konumunda. Bağdat hükümetinin bütçesi, yüzde 80 oranında maaşlar ve sosyal yardımların karşılanması için kullanılıyor. Koronavirüs salgını da yerel ekonomilerin üzerindeki baskıyı arttırıyor. Süleymaniye'deki Bölgesel ve Uluslararası Araştırma Enstitüsü'nde görev yapan Zmkan Ali Salim "Protestocular sisteme güvenini kaybediyor. Ebeveynlerinin eve ekmek getirmekte zorlandığını görüyor. Elit kesim ve kendileri arasındaki uçurumu anlıyorlar ve çok çok kızgınlar" diyor.
Bazılarının "Kürt Baharı" diye tanımladığı bu protestolar Bağdat'ta devam eden protestolar gibi daha büyük bir hareketin başlangıcı olabilir mi? Bölgede yaşayanlar şu ana kadar protestoların KYB tarafından kontrol edilen Süleymaniye ile sınırlı kaldığını belirtiyor. Protestoları KDP tarafından kontrol edilen Erbil ve Dohuk'a da genişletme çağrıları yapılıyor. Bu gerçekleşirse etkisinin daha ciddi olacağı belirtiliyor. Salim, "Ancak şimdilik bu hareket spontane ve lidersiz. Genişleyebilir veya ölebilir" diyerek sağlık ve güvenlik birimlerinde çalışanların maaşlarının ödenmeye başladığını belirtiyor. Ancak Salim, protestocuların taleplerinin maaş ödemelerinin artık ötesine geçtiğine de dikkat çekiyor. |
# İttifakı "Siyasi Komisyon" şekillendirecek
6 muhalefet partisinin ortak metinde uzlaşmasının ardından gözler Millet İttifakı’na çevrildi. 6 parti, bu doğrultuda ittifakın ilke ve esaslarının belirlenmesi için Siyasi Komisyon kurma hazırlığına başladı.
Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem hedefiyle geçen yıl Ekim ayından bu yana üzerinde çalıştıkları ortak metin üzerinde uzlaşan ve bu metni 28 Şubat'ta düzenlenen törenle kamuoyuna ilan eden 6 muhalefet partisi, ittifak çalışmalarına hız verdi. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin değiştirilmesi hedefiyle aynı çatı altında bir araya gelen 6 muhalefet partisinden DEVA ve Gelecek partilerinin Millet İttifakı’na katılıp katılmayacağına ilişkin tartışmalar sürerken bu konuda önemli bir hazırlığın da başladığı öğrenildi. Muhalefet partilerinin yetkililerinden edinilen bilgiye göre bu doğrultuda birden fazla komisyon kurulması yönünde karar alındı ve hazırlıklara başlandı. Kurulması kararlaştırılan ve öncelik verilecek olan komisyonlar arasında Siyasi Komisyon, Seçim İşleri Komisyonu ve Ekonomi Komisyonu bulunuyor.
İttifakın ilke ve esaslarını belirleyecek
Siyasi Komisyon'un çalışma alanı, genişlemesi hedeflenen ittifakın ilke ve esaslarının belirlenmesi üzerine olacak. Gelecek ve DEVA partilerinin, bu yöndeki talepleri kamuoyuna yansımış, ortak metin hazırlanma sürecinde de bir süre kriz yaşandığı iddiaları gündeme gelmişti. Krizin aşılmasının ardından da ortak metinde uzlaşılmış ve kamuoyuna ilan edilmişti. Hazırlıkları devam eden Siyasi Komisyon'da partilerin siyasi işlerle ilgili genel başkan yardımcılarının görev alması bekleniyor. Bu arada komisyon, ittifakın ilke ve esasları üzerinde çalışırken ittifak kararı için bir yandan da AKP’nin TBMM’ye getirmeyi hedeflediği Seçim Yasası beklenecek.
Ekonomi ve Seçim Güvenliği Komisyonları
6 partinin ortak çalışma kararı aldığı komisyonlardan birisi de Ekonomi Komisyonu olacak. Partilerin ekonomi kurmaylarının görevlendirileceği komisyon, ittifakın ekonomiye ilişkin yol haritasını şekillendirecek olan ilkeler üzerinde çalışacak. Seçim Güvenliği Komisyonu da, olası bir seçim ittifakında sandık güvenliği, örgütler arasındaki iş birliği konuları üzerine çalışma yürütecek. Öte yandan genel başkanların 6’lı buluşması da ayda bir kez olmak üzere devam edecek. Önümüzdeki günlerde DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın ev sahipliğinde düzenlenecek buluşmalar, Demokrat Parti Genel Başkanı Gültekin Uysal’ın ev sahipliğindeki toplantıyla sürecek.
CHP-HDP arasında Semra Güzel çatlağı
Öte yandan Millet İttifakı’na yönelik "HDP’nin yok sayıldığı" eleştirileri sürerken, bu konuda bir çatlak da HDP’li milletvekili Semra Güzel’in dokunulmazlığının kaldırılmasına yönelik oylamada yaşandı. TBMM Genel Kurulu’ndaki oylama sırasında söz alan HDP Batman Milletvekili Mehmet Rüştü Tiryaki, AKP, MHP, İYİ Parti ile birlikte CHP’nin de grup kararı almış olmasını eleştirdi. Yapılan oylamada ise 111 CHP’li milletvekili oylamaya katılmazken 24 CHP’li milletvekili "Evet" oyu verdi. CHP'nin bu konudaki grup kararı, bir süredir Millet İttifakı’nın ortak adayı konusunda "Yerel seçimlerdeki gibi kayıtsız şartsız destek olmayacak" yönünde açıklamalar yapan HDP’de tepkiyle karşılandı. |
# 'Tsipras reformları benimseyemedi'
Alman basınında mültecilerle ilgili endişeler ve Yunanistan'a ilişkin yorumlar öne çıkıyor. Frankfurter Allgemeine Zeitung, Tsipras'ın reformları hala kabullenemediği gerekçesiyle eleştiriyor.
**General Anzeiger** gazetesi, Almanya'nın gündeminden düşmeyen mülteci sorunu ile ilgili şu yorumu okuyucuları ile paylaşıyor:
"Mülteci akını böyle devam ederse yaz mevsimi bittiğinde eldeki çadırlar yetersiz kalacak. Eyalet yönetimleri ve belediyeler, bu durumda, çaresizliklerinden dernek binalarını, okulları ve spor salonlarını kullanmak durumunda kalabilir. Daha şimdiden birçok kişi, mülteciler için gösterilen insani çabalara zar zor tahammül ediyor. Şayet yerel yönetimlerin yaratıcılığı daha da zorlanırsa ne bu ülkede yaşayan insanlara ne de mültecilere yarayacak bir toplumsal tartışmaya sürüklenebiliriz."
**Frankfurter Allgemeine Zeitung**, Yunanistan Başbakanı Aleksis Tsipras'ı, ülkesinde uygulanmaya başlanan reformlarla ilgili takındığı tavırdan dolayı şu yorumla eleştiriyor:
"Tsipras hala reformları benimseyemedi. Bir kez daha inanmadığı bir anlaşmayı uygulamaya koymaya zorlandığından söz etti. Şayet ekonomik reformları hayata geçiren ülkelerden bir ders almak gerekirse, toplumu kalıcı şekilde dönüştürmenin yolu ancak, siyasi sınıfın modernleşme sürecinin arkasında durmasından ve bunu inanarak uygulamasından geçer. Tsipras bunun tam tersini yapıyor. Konuşmaları ile bir kuşatılmışlık algısı yaratıyor ve ülkesini şantaj kurbanı gibi gösteriyor. Beş yıldan bu yana kriz içinde yaşayan pek çok Yunan'ın hissiyatına bu tanımlama uygun düşüyor olabilir. Ancak büyük oranda iflas etmiş bir devleti yeniden ayağa kaldırmak için bu tavır yeterli değil."
Yunanistan'da artan erken seçim olasılığı da **Nürnberger Zeitung** 'un sayfalarına taşıdığı konular arasında:
"Henüz hiçbir şey ve hiç kimse kurtulmuş değil. İktidardaki Syriza partisi bölünme ile karşı karşıya. Peki sonra? Avrupa Birliği'ne üye ülkelerin bazı başkentlerinde sol protest Syriza ne kadar antipatik olsa da, bu parti şu an Yunanistan'ın sunabileceği en büyük siyasi istikrar faktörü. Yeniden seçime gitmek şu durumda bir fayda sağlamayacaktır. Büyük ihtimalle aşırı sağ ve sol partiler güçlenecek ve belki eskiden hükümeti kuran solda Pasok, sağda Yeni Demokrasi oylarını biraz arttıracaklardır. Yani tam da on yıllarca ülkeyi kötü yöneterek ekonomik iflasa sürükleyen partiler."
Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Barack Obama, ilk başkanlık döneminden önceki en büyük seçim vaatlerinden olan Guantanamo üssünün kapatılmasını hayata geçirmek için girişimlere başladı. **Münchner Merkür** gazetesi konuyu şöyle değerlendiriyor:
"Başkan bu kez ciddi. Öyle de olmak zorunda. Çünkü söz konusu olan bırakacağı miras. Ve artık kaybedecek bir şeyi olmadığından beri parlamaya başlayan görev süresinin bilançosu söz konusu. Obama'nın Guantanamo'yu kapatma planları hiçbir zaman boş bir vaat olmadı. Burasının, süper güç Amerika Birleşik Devletleri'nin karanlık ve korkutucu yanının sembolü olduğunu biliyordu. Ancak karşısında sürekli ordu, gizli servisler ve kongredeki Cumhuriyetçiler vardı. Bu durum şu an da değişmiş değil. Başkan'ın kalan 18 aylık görev süresi bir güç savaşına sahne olacak. Obama'nın hedefleri açık ve net ancak başarı şansı ne yazık ki düşük." |
# Volkswagen: Türkiye ile anlaşma henüz sonuçlanmadı
Alman otomotiv devi Volkswagen DW Türkçe’ye yaptığı açıklamada, yeni fabrikayla ilgili olarak Türkiye ile görüşmelerin nihai aşamada olduğunu, ancak resmi bir açıklama için tarihin henüz kesinleşmediğini bildirdi.
Alman otomotiv devi Volkswagen (VW), Manisa'da bir şirket kurduğuyla ilgili haberlerin Türk kamuoyuna yansıması sonrasında, anlaşmanın henüz sonuçlandırılmadığını duyurdu.
DW Türkçe'nin konuyla ilgili sorusunu yanıtlayan Volkswagen Kurumsal İletişim Direktörü Dr. Marc Langendorf, Türkiye ile görüşmelerin nihai aşamada olduğunu, şu an itibarıyla daha fazla bilgi vermelerinin mümkün olmadığını belirtti. Langendorf, resmi bir açıklama için henüz saptanmış bir tarih bulunmadığını da sözlerine ekledi.
**Manisa'da şirket**
VW'nin Manisa'da 943 milyon 500 bin TL sermayeli "Volkswagen Turkey Otomotiv Sanayi veTicaret AŞ" unvanlı şirket kurduğu Çarşamba günü kamuoyuna yansımıştı.
Yeni kuracağı fabrika için Türkiye ve Bulgaristan arasında seçim yapması beklenen ve aylardır görüşmeler yürüten şirketin Türkiye seçeneğine sıcak baktığı Alman medyasına son aylarda sıklıkla yansımıştı. Skoda Superb, Seat ve VW Passat modellerinin üretilmesi öngörülen fabrikanın Manisa'da kurulacağı da kamuoyuna yansıyan bilgiler arasındaydı.
Türkiye Ticaret Sicili Gazetesinde Çarşamba günü yer alan, Manisa Ticaret Sicili Müdürlüğü'nün 2447 sayılı ilanına göre şirketin merkezi, Manisa iline bağlı Yunusemre ilçesinde Keçiliköy Organize Sanayi Bölgesi Mahallesi olarak bildirildi.
**Son 22 yılın en büyük otomotiv yatırımı**
VW'nin Manisa'da kuracağı fabrika, son 22 yılda Türkiye'de yapılacak en büyük otomotiv yatırımı olacak. Fabrika, yıllık 400 bin araç üretim kapasitesine sahip olacak. İnşasının 2020 yılı sonu, üretimin ise 2022 yılında başlaması planlanan tesisin yaklaşık 4 bin yeni istihdam yaratması bekleniyor. Yatırımın toplamda 1 milyar euro, yani yaklaşık 6,3 milyar TL'ye mal olacağı hesaplanıyor.
Fabrika, İzmir Limanı, Aliağa Nemrut Limanı ve yapılması planlanan Çandarlı Limanı'na yakınlığı ile ihracatta önemli avantaj sağlayacak.
Alman grup, geçtiğimiz aylarda da Türkiye'deki Ford Otosan fabrikalarında hafif ticari araç üretilmesi konusunda anlaşmaya varmıştı. Türkiye'de en son büyük otomotiv yatırımları 1997 yılında Toyota ve Honda tarafından gerçekleştirilmişti.
Gerek Alman gerekse Türk medyasında, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bizzat araya girip VW’ye önemli teşvik avantajları vaat ettiğine dair haberler yer almıştı. Ağustos ayı başında ise Cumhurbaşkanlığı kararıyla, sıfırdan fabrika kurup en az 100 bin adetlik kapasiteye ulaşan firmalara, kapasitenin yüzde 15’i kadar gümrüksüz otomobil ithalat izni verilmişti.
**AP milletvekillerinden uyarı**
Öte yandan Avrupa Parlamentosundan (AP) bir grup parlamenter, Alman otomotiv devi Volkswagen'ın (VW) yeni fabrikasını Türkiye'de kurma planlarına karşı AB Komisyonu'nu harekete geçmeye çağırmıştı. Komisyon'a sunulan ve AP'deki farklı gruplara üye yedi parlamenterin imzasını taşıyan dilekçede, VW'nin Türkiye'de kurması söz konusu olan fabrikanın devlet teşvikleriyle ilgili AB kurallarına uygunluğunun incelenmesi talep edilmişti.
Dilekçede imzası bulunan parlamenterlerden Alman Yeşiller partisi üyesi Reinhard Bütikofer, "Fabrika için yapılan yer seçiminde Türk devletinin bütçesinden 40 bin araçlık garanti ile 400 milyon euroluk cömert teşviğin belirleyici olduğu görülmektedir. Türkiye Gümrük Birliği çerçevesinde AB pazarına serbest erişim karşılığında, devlet teşvikleri ile ilgili AB düzenlemelerine uyma taahhüdünde bulunmuş, ancak yasalarını bu alanda hâlâ AB hukukuna uyarlamamıştır. Türkiye'de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yönetimi altında hukukun üstünlüğü, medya özgürlüğü ve demokrasi alanlarında giderek daha da kötüleşen durum göz önüne alındığında, VW yönetiminin kararı ciddi endişeye yol açmaktadır" ifadelerini kullandı.
Türkiye'nin AB Devlet Teşvikleri Hükümlerine göre herhangi bir şirkete veya girişimciye sağlanacak teşvik ve kolaylıklarla ilgili öncelikle AB'yi bilgilendirmesi gerikiyor. Ancak Ankara VW ile ilgili şimdiye dek bu yönde bir adım atmadı. |
# Berlusconi de gidiyor
Silvio Berlusconi, Papandreu'nun ardından Euro Bölgesindeki borç krizine kurban giden bir başka lider oldu. Parlamentoda çoğunluğu kaybeden Berlusconi, istifasını bir koşula bağladı.
Silvio Berlusconi
Temsilciler Meclisi’ndeki bütçe oylamasında 630 milletvekilinden 308'i "evet" oyu verdi. Berlusconi hükümeti, böylece 316 milletvekilinin oyunu gerektiren mutlak çoğunluğa ulaşamadı.
Demokrat Parti lideri Pierluigi Bersani, oylama sonucunun hükümetin artık çoğunluğa sahip olmadığını kanıtladığını kaydetti. Muhalefet Berlusconi'nin istifasını istedi.
Başbakan Silvio Berlusconi, oylama sonrası Cumhurbaşkanı Giorgio Napolitano ile bir araya geldi. Görüşme sonrası Cumhurbaşkanlığı'ndan yapılan açıklamada, Berlusconi'nin Cumhurbaşkanı'na, Meclis'te gelecek hafta ele alınması planlanan ekonomik istikrar paketinin kabul edilmesinden sonra istifasını sunacağı bildirildi.
Açıklamada, "Bu görev tamamlandıktan sonra Başbakan, istifasını Cumhurbaşkanı'na sunacak. Cumhurbaşkanı Napolitano, istifanın ardından yeni hükümetin kurulması için siyasi gruplarla müzakerelere başlayacak" ifadeleri kullanıldı.
Söz konusu ekonomik istikrar paketinin onaylanmasının günlerce sürebileceği belirtiliyor. Euro Bölgesi liderleri, İtalya'nın dev borç yükünün azaltılması ve büyümenin teşvik edilmesi için acil ekonomik reformlar yapılmasını talep etmişti. |
# ‘Yurt dışında seçimlere katılım düşük’
Türkiye’deki cumhurbaşkanlığı seçimleri için yurt dışında oy verme işlemleri başladı. YSK Başkanı Sadi Güven, katılımın çok düşük kaldığını açıkladı.
Türkiye’deki cumhurbaşkanlığı seçimleri için yurt dışında oy verme işlemleri başladı. YSK Başkanı Sadi Güven, randevu sayısının çok az olduğunu ve katılımın çok düşük kaldığını belirterek, vatandaşları gümrüklerde oy kullanmaya çağırdı. Yüksek Seçim Kurulu (YSK) Başkanı Sadi Güven, yurt dışında yaşayıp cumhurbaşkanlığı seçimi için randevu alan Türk vatandaşı sayısının, seçmen kütüklerinde 2 milyon 798 bin 709 kişi bulunmasına rağmen 248 bin 287 olduğunu belirterek, "Bayramın ikinci günü itibarıyla gümrüklerde 42 bin 208 kişinin oy kullandığını öğrendim. Vatandaşlarımızın daha fazla itibar etmelerini, anayasal haklarını kullanarak sandığa gitmelerini istiyorum" dedi.
Yurt dışında birinci turda 2 milyon 798 bin 709, ikinci tura kalınması durumunda ise 2 milyon 801 bin 445 kişinin oy kullanabileceğini belirten Güven, yurt dışında oy kullanabilmek için mutlaka randevu alınması gerektiğine dikkati çekerek, şöyle devam etti:
"Randevu almayanların, bulunduğu ülkede oy kullanması mümkün olmayacak. Sadece randevu aldıkları gün oy kullanabilecekler. Yurt dışında 31 Temmuz-3 Ağustos arasında 4 gün oy kullandıracağız. Bazı ülkelerde 4, bazılarında 3, bir bölümünde iki ve bir gün oy kullanılabilecek. Randevu almayanların randevularını sistem otomatik verdi. Randevu almayanlar, nerede, hangi gün oy kullanacaklarını www.ysk.gov.tr adresine girmek suretiyle öğrenebilir. Randevu gününü kaçıranlar, gümrüklerde oy kullanabilecek. Daha önce gümrüklerde sandık kurduğumuz yer sayısı az iken bu kez 42 yerde sandık kurduk. Eskiden yurt içi giriş çıkışlarda oy kullanılabilirken şimdi gümrüklerin dışına sandıkları koyduk.
Yurtta izinlerini geçiren vatandaşlarımız, oylarını izinli oldukları sürede 10 Ağustos'a kadar kullanabilecek."
**'Odalar 4 kilitle açılıp kapanıyor'**
Yurt dışı seçmenlerin oy verme işlemlerine ilişkin güvenlik önlemlerine de değinen Güven, konsolosluklarda beşer kişiden Saklama Kurulları oluşturduklarını dile getirerek, "Her bir kurulda, konsolos, kıdemli memur, önceki seçimde en çok oy alan üç siyasi parti olan AK Parti, CHP ve MHP'den birer temsilci bulunduğu belirtti ve ekledi:
"Buradan gönderdiğimiz malzemeleri saklıyorlar. Malzemelerin bulunduğu odalar 4 kilitle açılıp kapanıyor. Oy kullanılacağı zaman sandıkları götürüp teslim edecekler. Orada da aynı siyasi partilerin temsilcileri ve iki memur olacak. Oy kullanma işlemi bittikten sonra torbalar konsolosluklara getirilip yine saklanacak. Saklama Kurulları, seçim bittikten sonra oy torbalarını buradan göndereceğimiz uçağa teslim edecek. Uçaklarda, Türkiye'de YSK'da temsilci bulundurma hakkına sahip 5 partinin temsilcisi ve memurlarımız olacak. Konsolosluklardan teslim edilen oy torbalarını alacaklar. 4x4 bayrak yarışı gibi her siyasi parti temsilcisi, yurt dışında oyların kullanımından Türkiye'ye getirilmesine kadar elden ele teslim etmek suretiyle güvenli şekilde naklini sağlayacak. Dolayısıyla çok güvenli şekilde oyları dünyadan toplayacağız." |
# Pahalı petrol, ekonomik canlanmaya engel
Ham petrol fiyatı haftalardır artıyor. Deutsche Welle, tırmanan fiyatların ekonomik konjonktürü ve istihdam piyasasını nasıl etkileyebileceğini araştırdı.
Ham petrol fiyatının artışı uzmanları endişelendiriyor
Avrupa Merkez Bankası açısından yüksek oranda pahalanan petrol fiyat istikrarı ve konjonktür için tehlike oluşturuyor. Merkez Bankası Başkanı Jean-Claude Trichet hammadde fiyatlarındaki artış yüzünden enflasyonun %2 sınırını aşabileceğini söylüyor. Uluslararası Enerji Ajansı yeni bir petrol krizi yaşanabileceği uyarısında bulunuyor. Ajans Başkanı Claude Mandil fiyatlardaki anormal artışın global ekonomik canlanmayı tehlikeye düşürebileceğinden söz ediyor. Ham petrolün varil fiyatı 40 dolar sınırına yaklaşırken Alman muhalefet partileri ve otomobil kulüpleri Başbakan Gerhard Schröder’i kriz zirvesine davet ediyorlar
Peki petrol fiyatı neden bu kadar ani fırladı? Petrol İhrrac Eden devletler Teşkilatı OPEC varil fiyatını 22 ila 28 dolar koridorunda tutmak istiyordu. Hamburg’daki dünya ekonomisi araştırma enstittüsünün hammadde ve konjonktür uzmanı Jörg Hinze şöyle diyor: "OPEC fiyat koridorunu çoktan terketti. Ham petrrol fiyatı iki yıldır 30 dolar yakınlarında seyrediyor. Hızla tırmanışa geçmesinin nedeni de başta Çin olmak üzere Asyya ülkelerinin talebi arttırmaları ve Amerikan rafinerilerinde kapasite sıkıntısı çekilmesi."
Spekülatör harekete geçiyor
Artan fiyatlar, arttışın süreceği düşüncesiyle fiyat pokerinden zengin olmak isteyen spekülatörleri de harekete geçiriyor. Piyasadan petrol toplayarak talebi daha da ateşliyor ve fiyatların artmasını sağlıyorlar. Uzmanlar ham petrolün her varilinde dört ila beş dolarlık sppeküllasyon payı olduğunu tahmin ediyorlar: "Buna Irak ve Ortadoğu krizleriyle, Suudi Arabistan’ın terör eylemlerine sahne olabileceği endişesi de ekleniyor."
Normal olarak ham petrolün kalıcı şekilde pahalanacağından endişe etmeye gerek yok. Çünkü OPEC hiç bir zaman üretim kotalarına sadık kalmamış, petrol fiyatı yükseldiğinde OPEC üyeleri de petrolden daha fazla para kazanmak için piyasayı ham petrole boğarak fiyatların yeniden makul düzeye inmesine yardımcı olmaşlardı. Ekonomist Hinze bu kez durumun farklı olduğunu söylüyor: "Şimdi de petrol arzı hedeflenen miktarın üzerinde. Ama OPEC yüksek fiyat-düşük arz yönteminin daha kârlı olduğunu anlamışa ve geçmişteki hatalarından ders almışa benziyor.
İhracatçı ülkenin geliri artar
Jörg Hinze pahalı petrolün ekonomik canlanmayı tehlikeye atabileceği görüşünde: "Petrol fiyatı her zaman konjonktüre yansır. Varil başına bir dolarlık artış bile ihracatçı ülkelere gelir transfer edilmesi anlamına gelir. Bir dolarlık pahalanma ihracatçı ülkelere 1,5 milyar dolar havale etmek demektir."
"Varil fiyatının altı dolar artarak vardığı 37 dolarlık ddüzeyin kalıcı olması Almanya’nın ham petrol faturasını dokuz milyar euro kabartır" diyen ekonomi uzmanı sözlerini şöyle sürdürüyor: "Bu da dokuz milyar euroluk satın alma gücü kaybı demektir. Özel tüketim gücü azalır, maliyetler artar. Kâr marjının daralması yatırımları frenler."
Uzman büyüme hızını düşürrecek olan bu olumsuz gelişmenin istihdam piyasasına yansımakta gecikmeyeceğini de dile getiriyor: "İkinci ana sorun dda zaten bu. Halihazırddaki büyüme hızı tahminlerinden önemli istihdam artışı beklemiyoruz. Petrol fiyatı düşmezse Almanya’da işsizliğin azalmasını boşuna bekleriz." |
# Yıldırım: Kararı kabul etmemek hukuk devletine nezaketsizliktir
AKP İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Binali Yıldırım, YSK'nın İstanbul için gerekçeli kararının bağlayıcı olduğunu belirterek "Kararı kabul etmiyorum diye çıkışlar, hukuk devletine nezaketsizliktir" dedi.
AKP İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Binali Yıldırım, Yüksek Seçim Kurulu'nun (YSK) seçimlerin tekrarlanması kararına ilişkin gerekçeli kararını değerlendirdi. Yıldırım, YSK'nın 250 sayfalık gerekçeli kararının, savundukları iddiaları desteklediğini söyledi.
Gaziosmanpaşa Bağlarbaşı Caddesi'nde basın mensuplarının sorularını yanıtlayan Binali Yıldırım "Bizim baştan beri söylediğimiz yolsuzluklar, oy kaydırmaları, oylarla ilgili her türlü düzensizlik yaşanmıştır. YSK kararı da bunu teyit etmiştir, onaylamıştır" dedi.
**"250 sayfalık gerekçeli kararı okumadım"**
Binali Yıldırım 250 sayfalık gerekçeli kararı okudunuz mu sorusuna "Verilen kararı doğru bulup bulmamak bizim lüksümüz değil" yanıtını verdi. YSK'nın verdiği kararın herkesi bağladığını, kararın da seçimin yenilenmesi olduğunu dile getirdi. Yıldırım, "YSK'nın verdiği karar herkesi bağlayacaktır. Dolayısıyla karar verilmiştir. Verilen karar da seçimin yenilenmesidir. Kararı kabul etmiyorum diye çıkışlar, hukuk devletine nezaketsizliktir" diye konuştu.
250 sayfalık gerekçeli kararı okumadığını söyleyen Binali Yıldırım, sayfaların büyük bir kısmının zaten kendi dilekçeleri olduğunu hatırlattı. "Bu tür kararlarda sonuç okunur. Sonuç da daha önce kamuoyuna açıkladığımız konuları teyit eden niteliktedir" şeklinde yanıt verdi.
Kararın 7'ye karşı 4 oyla alınmasına yönelik ise Yıldırım, her kararın tam mutabakat ile verilmesi gerekmediğini söyledi. Yıldırım "Mahkeme kararı verilmiştir" dedi. |
# Verheugen'den Türkiye değerlendirmesi
AB Komisyonu’nun yayınladığı, aday ülkelerle ilgili ilerleme raporu Türkiye – AB ilişkilerini yeniden gündeme taşıdı. AB Komisyonu Başkan Yardımcısı Günter Verheugen Türkiye’nin üyeliği için çarpıcı açıklamalar yaptı.
AB Komisyonu Başkan Yardımcısı Günter Verheugen
Hırvatistan’ın en geç 2012 yılında AB üyesi olabileceği belirtilen geçen hafta yayınlananı Komisyon raporunda Türkiye için ise yine gerekli reformların hızla tamamlanması ve Kıbrıs’ın resmen tanınması taleplerine yer verildi. Birlik Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso Avrupa Parlamentosu’nda çoğunluğu oluşturan muhafazakâr partiler grubunda yaptığı konuşmada, önümüzdeki dönemde Avrupa’nın daha ne kadar genişleyebileceğinin tartışmaya açılmasının kaçınılmaz olduğunu söyledi. AB Komisyonu Başkan Yardımcısı, Alman politikacı Günter Verheugen Avrupa’nın çeyrek asır sonra nasıl bir görünüm alacağı kestirilemediği için, şimdiden dış sınırlarının belirlenemeyeceği görüşünde.
AB Komisyonu Başkan Yardımcısı Günter Verheugen ve Başbakan Tayyip Erdoğan (2007)
Deutschlandfunk radyosuna mülakat veren Verheugen, önce Avrupa’nın sınırlarından neyin kastedildiğini bilmek gerektiğini belirttikten sonra sözlerini şöyle sürdürdü:
"Avrupa Birliği’nin, bir daha değişmemek üzere nerede sona erdiği kesin bir şekilde tanımlanacaksa, o zaman bunun çok zor olduğunu teslim etmemiz gerekir. Bu konuşmayı 25 yıl önce yapmış ve Birliğin uzun vadedeki meselelerini tartışmış olsaydık, Avrupa’nın birkaç yıl sonra çehresini değiştireceğini herhalde tahmin edemezdik. 25 yıl sonrasını düşündüğümüzde de Avrupa’nın 25 yılda nasıl değişeceğini kestiremeyiz. Bu nedenle uzun vadeli tahminleri beğenmiyorum. Avrupa’nın, demokrasi, özgürlük, hukuk devleti ve refah gibi istikrar unsurlarını garanti altına almadaki en önemli aracın genişleme olduğu ortada. Ama şartların yerine gelip gelmediğine münferit olarak karar verilmelidir."
**" Türkiye zaten imtiyazlı ortağımız "**
**AB Komisyonu'nun sanayiden sorumlu üyesi Günter Verheugen Deutschlandfunk radyosunun, ‘Türkiye’ye tam üyelik yerine imtiyazlı ortaklık önerilmesinin ne sakıncası olabilir, bu yöntem ilerde, Polonya’nın çekinceyle baktığı Ukrayna’ya da uygulanamaz mı?’, şeklindeki sorusunu ise şöyle yanıtladı:**
**"Bu tezle aşinalığım var. Türkiye zaten imtiyazlı ortağımız. Türkiye, AB’ne diğer üçüncü ülkelerden çok daha sıkı bağlı. Aramızda gümrük birliği var. Türkiye’ye, şimdikini aşacak ama tam üyeliğin altında kalacak daha ne verebiliriz, bilmiyorum? İmtiyazlı ortaklığın pratikteki anlamını bana şimdiye kadar kimse izah edebilmiş değil. Soru şu: Türkiye’ye şimdiye kadarkinden fazla daha ne verilebilir? Üstelik Türkiye de bununla yetinmek niyetinde değil. Bize yıllar önce söz verdiniz, başlatılmasına 27 üyenin oy birliğiyle karar verdiği müzakereler sürüyor, biz niye vazgeçelim?', diyor.**
**"Türkiye'nin stratejik önemine paha biçilemez"**
**Avrupa Birliği Komisyonu’nun Sosyal Demokrat Parti’li Alman üyesi Günter Verheugen, Türkiye’nnin tam üyelik süreciyle ilgili tahminlerini de şöyle özetledi:**
**"Tam üyelik, sürecin son aşaması olmalı. Çünkü sona ancak, Türkiye reform sürecini tamamladığı ve hürriyet, demokrasi ve hukuk devleti gibi ortak değerlerimizin ilk kez dünyanın Müslüman nüfus çoğunluklu bir ülkesinde gerçekleştirildiğini kanıtladığı zaman varılabilir. Batılı demokrasilerle İslam ülkeleri arasındaki ilişkilerin uyum içinde şekillendirilmesine büyük katkıda bulunacağından bu bizim için çok önemlidir. Bizim Türkiye’ye, Türkiye’nin bize olduğundan daha fazla ihtiyacımız var. Stratejik önemine paha biçilemez. Enerjiden değil bütün bölgenin güvenliğinden söz ediyorum. Türkiye’nin batılı devletler topluluğuna bağlanma dışında bir yol izlemesi ne demektir, biliyor musunuz? Böyle bir riski göze alamayız. Ama dediğim gibi önce Türkiye’nin şartları tam anlamıyla yerine getirmesi gerekir. Avrupa Birliği açısından büyük stratejik öneme sahip olması, Türkiye’nin üyelik şartlarının yumuşatılmasına gerekçe oluşturamaz."** |
# Bundesliga'da son perde
Alman 1'inci futbol ligi Bundesliga'da 2009-2010 sezonu Bayern Münih'in şampiyonluğuyla tamamlandı. Bavyera ekibi, geçen hafta pratikte garantilediği şampiyonluğu, ligin son maçında resmiyete döktü.
Bayern Münih'in şampiyonluğuyla tamamlanan Alman 1'inci futbol ligi Bundesliga'da 2009-2010 sezonunun son haftası, Avrupa kupalarında mücadele edecek takımların yanı sıra ligden düşecek ikinci takım ve baraj maçlarını kimin oynacağının belirlenmesi açısından da önemliydi.
Bayern teknik direktörü Louis van Gaal, şampiyonluk coşkusunu futbolcularıyla yaşadı.
**Bayern ve diğerleri**
**Alman futbolunda "Bayern ve diğerleri" şeklindeki ayrım hiç bu sezonki kadar bariz olmamıştı. Sezona yeni bir hoca ve yeni bir sistemle başlayan ve ilk maçlarda istenilen performansı gösteremeyen Bayerin Münih, haftalar ilerledikçe ideal tertibini buldu ve gerçek kimliğine büründü. Hollandalı teknik adam Louis van Gaal önce memleketiyle özdeşleşen klasik 4-3-3 dizilişini oturtmaya çalıştı. Ancak daha sonra iki ön liberolu 4-4-2 sistemine dönmek zorunda kaldı. Bu sistemin kilit oyuncusuysa Hollandalı sağ açık Arien Robben oldu. Gerek Bundesliga ve Federasyon Kupası maçlarında gerekse Şampiyonlar Ligi'nde attığı ve attırdığı birbirinden kritik gollerle takımını sırtlayan isim olan Robben'e zaman zaman eski Galatasaraylı Franck Ribery de ayak uydurunca ortaya müthiş kanat bindirmeleri yapan bir takım çıktı.**
Hollandalı sağ açık Arien Robben, Bayern'in başarısında kilit isimlerden biri oldu.
**Sezon öncesi Stuttgart'tan 35 milyon euroluk rekor fiyata transfer edilen Mario Gomez özellikle ligin ikinci yarısında yedek kulübesinin müdavimi olurken, Bayern'in gol yollarındaki en önemli isimleri, Hamburg'dan bedavaya alınan Hırvat Iviça Oliç ve alt yapıdan gelerek Milli Takım'a kadar yükselen Thomas Müller oldu. 36'lık delikanlı Hans-Jörg Butt'un kaledeki müthiş performansı da Bayern'in 22'inci lig şampiyonluğuna katkı sağlayan bir diğer önemli faktör oldu.**
**Sezonun son maçında Hertha Berlin'i deplasmanda 3:1 mağlup ederek 70 puanla şampiyonluk kupasını kaldıran Bayern Münih'in teknik direktörü Louis van Gaal, zorlu bir sezonun ardından mutlu sona ulaştıkları için çok mutluydu. Van Gaal duygularını şöyle dile getirdi: "Bu tabii ki harkulâde. Bu başarıya nasıl ulaştığımız önemli. En iyi savunma bizde, en iyi hücum hattı bizde. En fazla puanı da biz topladık. Şampiyonluğu sonuna kadar hakettik. Takımımla gurur duyuyorum. Sanırım şimdi biraz kutlama yapabiliriz."**
Ligi ikinci sırada tamamlayan Schalke'de Kevin Kuranyi (solda), gelecek sezon için Rusya'nın Dinamo Moskova takımı ile anlaştı.
**Schalke sürprizi**
**Sezon öncesinde yapılan tahminlerde "Bayern şampiyon olur" diyen otoritelerin sayısı hayli fazlaydı. İlk beşle ilgili tahminler de aşağı yukarı tuttu. Ama bu tahminler içinde adı hiç geçmeyen bir takım vardı ki, tüm otoriteleri şaşkına çevirdi. Gırtlağına kadar borca batan ve yıldız futbolcu transferi yapmak bir yana, elindeki bazı futbolcularla da yollarını ayırmak zorunda kalan Schalke, Felix Magath'ın yönetiminde 65 puanla ligi ikinci sırada tamamlayarak büyük bir sürpriz yaptı. Sezonun son maçında Mainz deplasmanında golsüz berabere kalan Schalke, Şampiyonlar Ligi'ne doğrudan katılmaya da hak kazandı.**
**Kuranyi Dinamo Moskova'ya gitti**
**Bu arada Schalkeli Kevin Kuranyi de Schalke formasıyla son maçına çıktı. Bu sezon 18 gole imza atmasına rağmen Alman Milli Takımı Teknik Direktörü Joachim Löw tarafından Güney Afrika 2010 kadrosuna alınmayan başarılı forvet, toplam 18 milyon euro karşılığında Rus Dinamo Moskova ekibiyle üç yıllık sözleşme imzaladı. Kuranyi ile Fenerbahçe ve Beşiktaş'ın da ilgilendiği söyleniyordu.**
**W.Bremen Şampiyonlar Ligi'ne tutundu**
**Şampiyonlar Ligi mücadelesi veren bir diğer takım da Werder Bremen'di. Sezonun ortalarına doğru girdiği duraklama dönemini kolay atlatan kuzey ekibi, daha sonra müthiş bir yükselişe geçerek 3'üncü sıraya kadar tırmandı. Cumartesi günü Hamburg'la kendi evinde 1:1 berabere kalan Bremen, 61 puana ulaştı ve sıralamadaki yerini korudu. Thomas Schaaf'ın talebeleri böylece Şampiyonlar Ligi ön eleme maçı oynamaya hak kazandı. Hamburg'un golü Hollandalı ünlü santrfor Ruud van Nistelrooy'dan gelirken, Bremen'in Perulu golcüsü Claudio Pizarro, bu maçta attığı golle Bundesliga'daki toplam gol sayısını 133'e çıkardı. Pizarro böylece Giovanni Elber'in "Bundesliga'da en fazla gol atan yabancı futbolcu" rekorunu de egale etmiş oldu.**
Son hafta maçında Hamburg ile 1:1 berabere kalan W.Bremen ligi 3'ncü sırada tamamlayarak Şampiyonlar Ligi ön eleme maçı oynamaya hak kazandı.
**Yeşil-beyazlı ekibin teknik direktörü Thomas Schaaf, bu sezon takımının gösterdiği performanstan genel olarak memnun olduğunu söyledi. Schaaf; "Bundan birkaç hafta önce birileri çıkıp da 'lig üçüncülüğü için mücadele edeceksiniz' deseydi, buna sadece güler geçerdik. Ama ilerleyen haftalarla birlikte bu hedefe kilitlendik ve başaracağımıza inandık. Nitekim bunun için gerekli sonuçlar almasını da bildik. Sergiledikleri üst düzey performans ve konsantrasyondan dolayı oyuncularımı yürekten tebrik ediyorum." şeklinde konuştu.**
**Hamburg'da hâyâl kırıklığı**
**Bayern'den sonra Bundesliga'nın en pahalı kadrosuna sahip olan ve "ilk üç" hedefiyle yola çıkan Hamburg içinse geride kalan sezon tam bir hayal kırıklığıyla sonuçlandı. İngiliz temsilcisi Fulham'e yarı finalde elenerek, kendi stadında oynanacak olan UEFA Avrupa Ligi finalini son anda kaçıran Hamburg, Bundesliga'yı da ancak 7'inci sırada tamamlayabildi ve Avrupa kupalarına katılmayı başaramadı. Genç teknik direktör Bruno Labbadia ile sezona fırtına gibi giren ve liderliğe kadar yükselen Hamburg, ligin ikinci yarısında büyük bir düşüşe geçti. İki hafta önce Labbadia'nın görevine son vererek kötü gidişe dur demek isteyeyen Hamburg'un bu hesapları da tutmadı ve kuzey ekibi, vasat takımlar arasında yer almaktan kurtulamadı. Hamburg şimdi yeni bir teknik direktör ve kadroda yapacağı kapsamlı revizyonla yeniden büyük hedefler peşinde koşmaya çalışacak.**
Mönchengladbach ile 1:1 berabere kalan Leverkusen, ligi dördüncü sırada tamamladı.
**Leverkusen ve Dortmund UEFA Avrupa Ligi'ne..**
**Bayer Leverkusen'se hayal kırıklığı yaşamaktan kıl payı kurtuldu. Uzun süre ligi lider olarak götüren ancak tıpkı geçen sezon olduğu gibi ligin sonu yaklaştıkça bocalamaya başlayan Bayer ekibi, Borussia Mönchengladbach deplasmanında elde ettiği 1:1'lik beraberliğin ardından sezonu 59 puanla dördüncü sırada bitirdi ve UEFA Avrupa Ligi'ne katılmaya hak kazandı.**
**Geçen sezon Avrupa kupalarına katılma rüyasından son saniyede uyanmak zorunda kalan Borussia Dortmund ise bu sezon işi daha sıkı tuttu ve 57 puanla ligi 5'inci sırada tamamlayarak Avrupa vizesi aldı. Genç teknik direktör Jürgen Klopp'un öğrencileri, gerçi Freiburg deplasmanında 3:1 yenilerek sezonu biraz buruk kapattı ancak sezon boyu oynadıkları güzel futbolla taraflı tarafsız herkesin beğenisini kazanmayı başardı.**
Hoffenheim deplasmanından elde ettiği 1 puanla Avrupa Ligi vizesi alan bir diğer takım da Stuttgart oldu.
**Düşme korkusundan Avrupa Ligi'ne**
**Sezonun ilk yarısını düşme hattında tamamlayan, ancak İsviçreli teknik adam Christian Gross'un gelmesiyle toparlanan Stuttgart, son haftalardaki başarılı futbolunun karşılığını aldı. Hoffenheim'la 1:1 berabere kalarak ligi 55 puanla 6'ıncı sırada tamamlayan Stuttgart, Almanya'yı UEFA Avrupa Ligi'nde temsil edecek son takım olmaya hak kazandı.**
**Bu arada bir veda haberi de Stuttgart cephesinden verelim... Uzun yıllar Alman Milli Takımı'na da başarıyla hizmet eden, İngiltere'de Arsenal formasıyla sayısız başarılara imza atan, önceki yıllarda Schalke ve Borussia Dortmund formalarını giyen 40 yaşındaki "ihtiyar delikanlı" Jens Lehmann, aktif spor kariyerine son noktayı koydu. Başarılı kaleci bundan böyle spor yorumcusu olarak görev yapacak.**
**Wolfsburg'a 'gol krallığı' tesellisi**
**Geçen sezonu sürpriz bir şekilde şampiyon olarak tamamlayan Wolfsburg, bu sezonun en büyük hayal kırıklıklarından biri oldu. Son maçta Frankfurt'u 3:1 yenerek sezonu 50 puanla 8'inci sırada tamamlayan Wolfsburg'un tek teselli kaynağı, rakip fileleri toplam 22 kez havalandıran Boşnak forvet Edin Dzeko'nun gol krallığını kazanması oldu.**
Hertha Berlin'den sonra Lige veda eden bir diğer takım Bochum' oldu. Nürnberg ise Ausburg ile baraj maçı oynayacak. Hannover maçı sonrası Bochum'lu oyuncular çok üzgündü.
**Bochum küme düştü**
**Ligin üst sıralarındaki heyecan kadar alt sıralardaki mücadele de nefesleri kesti. Başkent ekibi Hertha Berlin'in küme düşmesi geçen hafta kesinleşmişti. Ateş hattındaki iki takımın karşı karşıya geldiği maçta Bochum, kendi evinde Hannover'e 3:0 yenilerek 28 puanda kaldı ve Bundesliga'ya veda eden ikinci takım oldu. Son iki hafta takımı devralan eski futbolcu Darius Wosz, iyi mücadele ettiklerini ama bunun ligde kalmaları için yeterli olmadığını söyledi. Wosz; "Arzulu olmak tek başına yeterli olmuyor. Varınızı yoğunuzu ortaya koymanız gerekiyor. Ne yazık ki bunu başaramadık. Hannover üç kez kalemize geldi ve hepsinde de gol atmayı başardı. Taraftarlarımız son günlerde bize büyük bir destek verdi. Böyle oynayıp onları üzdüğümüz için taraftarlarımızdan özür diliyoruz" diye konuştu.**
**Nürnberg baraj maçı oynayacak**
**Köln'ü 1:0 yenen Nürnberg ise 31 puanla sezonu 16'ıncı sırada tamamlayarak ligde kalma umudunu baraj maçlarına taşıdı. İkinci ligi üçüncü sırada tamamlayan Augsburg'la yapılacak iki maç sonunda gelecek sezon Bundesliga'da hangi takımın mücadele etmeye hak kazanacağı belli olacak.**
**İkinci lide ilk iki sırayı elde ederek Bundesliga'ya doğrudan yükselmeyi başaran iki köklü kulüp Kaiserlautern ve St. Pauli'nin önümüzdeki sezon lige yeni bir renk katacaklarını da şimdiden söyleyebiliriz.** |
# 26.06.2009 - Avrupa basınından özetler
Michael Jackson’un ani ölümü ve Almanya’da İslam tartışması, bugünkü Avrupa basınında öne çıkan yorum konularını oluşturuyor.
Roma'da yayımlanan sol liberal **La Repubblica gazetesi ünlü pop yıldızı Michael Jackson'un ani ölümünü yorum sütunlarına taşıyor:**
"Jackson'un şöhret dolu geçen kariyeri, durdurulamayan ve gözle görülür biçimde inişe geçti, masalları andıran hayatı bir kâbusa dönüştü. Michael Jackson'un hikayesi alışılmışın dışında ve aynı zamanda sanat hayatı ile gündelik hayatın çok az noktalarda birbiriyle karşılaştırılabileceğini göstermesi açısından da korkunç. Birkaç ay önce Londra'da bir dizi konser vereceği açıklanmış ve biletlerin birkaç gün içinde satıldığı duyurulmuştu. Jackson bu konserlerle 'Popun Kralı' tahtının sahibi olduğunu bir kez daha göstermek istiyordu ama şimdi bu tahtı boş kaldı."
Bir başka İtalyan gazetesi, Milano'da yayımlanan muhafazakar **Corriere della Sera gazetesi ise "Elveda Michael Jackson" başlıklı yorumunda şu görüşlere yer veriyor:**
"İşte dünyanın en popüler müziği kendi hükümdarlarını böyle öldürüyor: Son örnek, Michael Jackson... Müzik dünyasının bir yeteneği daha kendinden önceki birçok sanatçı gibi şimdi morgdaki dolaplardan birinde. Tıpkı blues müziğinin ünlü yeteneği Janis Joplin gibi. O da yalnızlığın pençesinde bir şişe bourbon şisesi ile kendisine enjekte ettiği aşırı dozda uyuşturucudan ölmüştü. Tıpkı Jim Morrison, Jimi Hendrix, Kurt Cobain gibi. Rockun acı veren yolunda son durakta geriye kalan boşa giden yetenek ve gözyaşları. Elveda Michael."
Bugünkü gazetelerde yer bulan bir başka konu ise Berlin'de dün yapılan 4. İslam Konferansı Zirvesi. Alman hükümetinin Müslümanlarla daha iyi diyalog için hayata geçirdiği girişim, Alman gazetelerinde geniş yer buluyor.
Frankfurter Allgemeine Zeitung'un konuyla yorumu şöyle: **
"Almanya’da ilk kez politik açıdan böylesine önemli bir düzlemde Müslümanlar ve sorunları hakkında bizzat onlarla konuşuldu. Burada yaşayan, yarıya yakını da Alman vatandaşı olan 4 milyon 300 bin Müslüman’ın tamamı bu konferansta temsil edilmese de İçişleri Bakanı Wolfgang Schäuble’nin dediği gibi, 'Almanya’nın kapısının Müslümanlara açık olduğu' duygusunun hissettirilmesi gerekir. Diğer yandan konferansta yapılan tartışmalar, hiçbir ayrım yapılmaksızın 'Müslüman’ diye nitelendirilen ve Almanya’ya sonradan gelen Müslümanlar arasında ne kadar büyük görüş ayrılıkları ve farklılıklar olduğunu gösterdi. Hükümetin Müslümanlarla ilgili konularda muhatap bulunması yönünde üç yıl önce koyduğu hedefe ulaşılamadı. Konferansın sonu bu nedenle umutlu bir başlangıç anlamına geldi."
Aachener Zeitung ise Alman hükümetinin Müslümanlarla daha iyi diyalog kurulması amacıyla başlatılan girişimin başarılı ilerlediği görüşünde: **
"İslam Konferansı’nda bazı görüş ayrılıkları ile hata ve yanılgıların yaşandığı tespitinde bulunmak zor olmadığı gibi gerekli de. Ancak İslam Konferansı, Müslümanlarla ilişkilerde önemli ilerlemeler sağlanmasına katkı sağladı. Çok kültürlü bir yapıya sahip olan Alman toplumunun daha fazla Müslüman öğretmen, polis, gazeteci, politikacı ve sosyal hizmet görevlisine ihtiyacı var. Hiç kimsenin dini inançlarından vazgeçmesi gerekmiyor. Ancak Almanya’da yaşayan herkes, hayatını dini inançları şekillendirse bile, özgürlük ve kişisel karar verme gibi değerler söz konusu olduğunda, bunun inançlarıyla çelişmemesine özen göstermelidir. Bu, elbette Katolikler için de geçerli." |
# Sahanda yumurta yasağı
Dünyanın en sıcak noktası olarak bilinen Death Valley (Ölüm Vadisi), tuhaf bir yasakla gündemde.
Death Valley Milli Parkı ABD'nin batısında, Kaliforniya Eyaleti'nde yer alıyor. Mojave Çölü'nde yer alan park, 56 dereceyi bulan kavurucu sıcağıyla meşhur.
Death Valley'e gelen yalnızca çölün güzelliklerine tanık olmakla yetinmek istemiyor; gelmişken bir de asfaltta sahanda yumurta yapıyorlar.
Ancak olayın kontrolden çıkarak çevreyi kirleten bir geleneğe dönüşmesi üzerine park yönetimi devreye girdi. Park yönetimi, "Sahanda yumurta isteyen tavasını da yanında getirsin. Yoksa bu tür girişimlere izin verilmeyecek" açıklamasını yaptı.
Vatandaşlar ise Death Valley Milli Parkı yönetimini suçladılar. Park yönetiminin bölgeye turist çekmek amacıyla hazırladığı bir videoda asfalt üzerinde sahanda yumurta pişirildiğine dikkat çekildi. |
# AIDS alarm veriyor
BM AIDS ile Mücadele Programı UNAIDS tarafından Londra'da açıklanan yıllık raporda, AIDS hastalığının tüm çabalara rağmen hızla yayılmaya devam ettiği belirtildi. Raporda, dünya üzerinde HIV virüsü taşıyanların sayısı 38 milyon olarak tahmin ediliyor...
AIDS hastalığı, dünyayı tehdit eden en büyük tehlikelerden biri olarak görülüyor...
Dünyanın tüm bölgelerinde hastalığa yakalananların sayısının arttığına değinilen raporda, sadece geçtiğimiz yıl 5 milyondan fazla insanın AIDS virüsü kaptığı belirtiliyor. Hastalığın en fazla görüldüğü bölge sıralamasında ise Afrika ülkeleri başı çekmeye devam ediyor. Ancak Doğu Avrupa ve Asya ülkelerinde görülen AIDS vakalarındaki artış da endişe verici boyutlara ulaşmış durumda.
Birleşmiş Milletler AIDS ile Mücadele Programı UNAIDS yetkilileri, eldeki bilgilerin son derece güçlü bir veri tabanına dayandığını, bu nedenle de şimdiye kadarki en geniş kapsamlı ve güvenilir AIDS raporunun hazırlandığını belirtiyorlar. Rapora göre HIV virüsü taşıyan insan sayısı dünya genelinde 38 milyon olarak tahmin ediliyor.
Maddi yetersizlik **
AIDS mücadeleyi zorlaştıran en önemli konu ise maddi kaynakların yetersizliği. Sadece gelecek yıl, bu hastalıkla mücadele için 12 milyar dolarlık bir bütçeye ihtiyaç duyuluyor. AIDS araştırmalarının pahalı olması, bugüne kadar ilaç fiyatlarına da olumsuz yansıdı. Yıllardan buyana AIDS ile dünya çapında mücadele konusunda angaje olan politikacılardan biri olan Federal Alman Ekonomik İşbirliği Bakanı Heidemarie Wieczorek-Zeul da bu durumdan duyduğu rahatsızlığı her fırsatta dile getiriyor.
İlaç endüstrisine, gelişmekte olan ülkelerle biraya gelme çağrısı yapan Wieczorek-Zeul, özellikle Afrika’daki AIDS hasatalarının yaşamlarını kurtarmak için, ilaçların çok düşük fiyatlarla hatta bedava olarak nasıl temin edilebileceğinin yollarının aranması gerektiğini vurguladı.
İlaç fiyatları düştü **
UNAIDS raporunda, Alman Bakanı hayli memnun edecek bir ifade de yer alıyor. Buna göre, son bir yılda maliyetlerdeki artışlara rağmen, AIDS ilaçlarının fiyatlarında belirgin bir gerileme oldu. BM AIDS ile Mücadele Programı Direktörü Peter Piot, araştırma masraflarındaki artışın en büyük nedeni olarak ise HIV virüsünün yayılmasında ilaç ve tıbbı gereçlerin rolünün küçümsenmesini gösteriyor.
Nitekim son yıllarda bu konu üzerinde daha titiz bir şekilde duran araştırmacılar, sterilize araç-gereç kullanımaya özen gösteriyorlar. Ayrıca bu ölümcül virüsle ilgili araştırmalar yapan doktor ve bilim adamlarının bizzat HIV’den korunması için alınan önlemler de maliyet artışını körükleyen bir başka faktör.
Doğu Avrupa ve Asya
’da yayılıyor **
UNAIDS’in raporuna göre, dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 60’nın yaşadığı Doğu Avrupa ve Asya’daki yeni AIDS vakalarının sayısı hızla artıyor. Uyuşturucu bağımlılarının kullandıkları steril olmayan iğne ve şırıngalar, bu yayılmayı daha da çabuklaştırıyor. Sözkonusu bölgelerde, bundan 10 yıl önce HIV virüsü taşıyanların sayısı 160 bin dolayındayken, bugün itibariyle bu sayısı 1 milyon 300 bine ulaşmış durumda. Bu bölgede en fazla artışın ise Rusya’da ktesbit edildiği belirtiliyor.
Ancak hastalığı yaygın olduğu alan dikkate alındığında, hala durumun en vahim olduğu bölge Afrika kıtası. Özellikle Sahra’nın güneyindeki ülkelerde AIDS, artık gündelik hayatın bir parçası. BM raporunda, "kara kıtanın kara talihi" olmaya devam eden hastalıktan yaklaşık 25 milyon kişi muzdarip. Afrika’da AIDS hastalığı en çok kadınlarda görülmekle birlikte, bu oran ülkeden ülkeye farklılık arzediyor. Güney Afrika’da kadınların yüzde 20’si, Kenya ve Mali’de ise yüzde 45’i HIV virüsü taşıyor.
Bir başka sorunlu bölge olan Latin Amerika’da ise AIDS daha çok uyuşturucu bağımlıları ve eşcinsellerde görülüyor. Fuhuş olayının yaygın olduğu Karayip ülkelerinde de hastalık hızla yayılıyor. Haiti’de nüfusun yüzde 5,6’sı virüs taşıyıcısı. ABD ve Batı Avrupa’da da hastalık en çok eşcinseller arasında görülüyor. Raporda, Kuzey Afrika ve Ortadoğu ülkeleriyle ilgili sağlıklı verilerin mevcut olmamasından dolayı, bu bölgelerdeki AIDS oranının kesin olarak tespit edilemediği beliritiliyor.
Brezilya, Uganda ve Tayland’da gerileme **
UNAIDS’in raporunda, Brezilya, Uganda ve Tayland gibi ülkelerde ise HIV taşıyıcılarının sayısında gerileme olduğu bildiriliyor. AIDS araştırmalarına hükümetler tarafından giderek daha fazla pay ayrıldığının vurgulandığı raporda, hastalıkla mücadele için angaje olan politikacıların sayısındaki artışın memnuniyet verici olduğu kaydediliyor. |
# SZ: Biden'ın "soykırım" açıklaması bir dönüm noktası
Süddeutsche Zeitungsütunlarında yer alan yorumda, Biden'ın "soykırım" açıklaması bağlamında nesnellik ve siyasi gereklilikler arasındaki farka değiniliyor:
"Biden'ın açıklaması, halihazırda acınası vaziyette olan ABD-Türkiye ilişkilerini daha da geriyor: Ankara yüksek teknoloji Rus silahları alırken, Washington Türkiye'yi gelecek onyılların en önemli Batı menşeli savaş uçağı programından kovuyor. Amerikalılar Suriye'de, Türkiye'deki PKK'ya yakın olan Kürt milisleri destekliyor. Ülkelerinde PKK militanları karşısında terörle mücadele savaşı veren Türkler ise bunun karşısında öfkeden köpürüyor. Objektif bakıldığında Biden, soykırım kelimesini kullanmakta tartışmasız olarak haklı. Ancak siyaseten bakıldığında, Biden'ın bir NATO müttefiği ve bölgesel güç olarak Türkiye'nin artık uluslararası ortamda her fırsatta sorun çıkaran ülke olmaktan çıkmasını bir şekilde sağlaması gerekiyor."
**Stuttgarter Zeitung** 'da yer alan yorumda ise, söz konusu adım çerçevesinde Biden'ın "Türkiye'nin Batı'yı kaybetmekte olduğu" mesajı verdiği değerlendirmesinde bulunuluyor:
"ABD Başkanı Biden'ın Ermeni soykırımıyla ilgili açıklaması, ABD ile Türkiye arasındaki ilişkiler için bir dönüm noktası. Cumhurbaşkanı Erdoğan şu ana dek, Türkiye'nin süper güç ABD'nin bile Türkiye'yi kızdırmamaya dikkat edeceği, Batı için vazgeçilmez olduğu varsayımıyla hareket etmişti. Ancak bu değişti. Biden, Ankara'ya Türkiye'nin ABD'ye ABD'nin Türkiye'ye duyduğundan daha fazla ihtiyaç duyduğunu açıkça ifade etmek istiyor. Biden hükümeti, Erdoğan’ı, sınırlar çizilmesi gereken bir otokrat olarak görüyor. Biden şu mesajı veriyor: Türkiye, Batı'yı kaybediyor. Böylece oyunun kuralları da değişiyor."
İsviçre'de yayımlanan **Neue Zürcher Zeitung** 'da ise, Türkiye'nin Erdoğan yönetimi altında giderek "otoriterleşmesi ve saldırganlaşmasının", Biden'ın açıklamasının önünü açtığı değerlendirmesi yapılıyor:
"Çok sayıda devlet ve hükümet başkanı, Türk hükümetinin duyduğu hassasiyeti dikkate aldıkları için, geçmişte Ermenilerin yaşadıklarıyla ilgili açıklamalarda bulunurken birtakım duyarlı sapmalara imza attılar. Ancak bu, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yönetimi altında Türkiye'nin giderek artan biçimde otoriterleşmesi ve saldırganlaşması ile birlikte değişti. Çatlakların büyümesinin ardından bugün sayısız hükümet ve meclis Ermeni Soykırımı'nı tanıdı… 'Fikir ayrılığı' ifadesi, Washington ile Ankara arasındaki ilişkilerin durumunu anlatmakta yetersiz kalıyor. İlişkiler, Batı'nın gözünde insan haklarını yalnızca sistematik biçimde ihlal etmekle kalmayan, Avrupa'ya karşı da mülteci anlaşmasının sırtında acımasız bir güç politikası izleyen Erdoğan'ın giderek daha da fazla otoktratikleşmesi karşısında geriliyor. Buna ek olarak Erdoğan hiç çekinmeden Moskova ile flört ediyor. Nitekim bunu da Ruslar, NATO ve AB'nin güç kaybetmesi çerçevesinde büyük bir memnuniyetle karşılıyor."
Berlin'de yayımlanan **Tagesspiegel** gazetesi sütunlarında, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın güçlü ortaklara ihtiyacı olduğu değerlendirmesi yapılıyor:
"Türk-Amerikan kavgasının sonuçlarından biri, Erdoğan'ın AB'ye yüzünü daha çok dönmesi olabilir. Türkiye Cumhurbaşkanı'nın, kendisinin siyasi izolasyondan çıkmasına yardımcı olacak güçlü ortaklara daha önce hiç olmadığı kadar ihtiyacı var. Erdoğan‘ın AB nezdinde yaptığı en yeni sempati toplama atağı, Biden'dan daha fazla sonuç verebilir. Ancak Avrupalılar, Gümrük Birliği'nin genişletilmesi için önkoşul olarak, Türkiye'nin Yunanistan ve Kıbrıs Cumhuriyeti'ne karşı iyi hâl sergilemesini masaya koyuyor. Biden'ın attığı adım, Türkiye'yi siyasi gerçeklikler zeminine geri döndürmeye katkı sağlayabilir."
Sol eğilimli Macar gazetesi **Nepszava'** da yer alan yorumda ise, Biden'ın attığı adımın Trump döneminden kopuşla bağlantısı mercek altına alınıyor:
"Biden, seçim vaadini yerine getirerek, Ermenilere basit bir jestten daha fazlasını yaptı, tabi bir soykırım bağlamında ne kadar bir jestten bahsedilebilecekse… Tarihi ve dünyaya yönelik bu jest, Amerika'nın Donald Trump'ın ardından izleyeceği yörüngeye ilişkin niyetinin sinyalini verdi. Şuraya dikkat: Bu yalnızca bir niyet ve hayallere kapılmamamız gerekiyor. Trumpizm, Trump'ın başarısızlığa uğramasıyla dünyadan yitip gitmedi. Trump dönemi, yalnızca Avrupa demokrasisinin değil, Amerikan demokrasisinin de popülist milliyetçilik karşısında ne kadar kırılgan olduğunu gösterdi." |
# Formula-1 ekonomik sıkıntıda
Formula-1 dünya otomobil şampiyonasında heyecan, Pazar günü Avustralya’nın Melbourne pistinde başlıyor. Tüm zamanların en iyi otomobil yarışçısı sayılan Michael Schumacher pistlerin yıldızları oldukça çok da para kazanırken, Formula-1 serüvenine atılan ekipler ekonomik durgunluğun da etkisiyle kemerleri sıkmak zorundalar...
Formula -1 heyecanı Avusturalya'da bu pazar başlıyor
Formula –1‘de bir zamanlar, "motorun ne kadar güçlü, cebin ne kadar doluysa kazanma şansın o kadar artar" denirdi. Ama altın devir çoktan kapandı ve Formula-1 dünyasının taçsız kralı Bernie Ecclestone krizden çıkış yolu aramak zorunda kaldı. Ünlü bir otomobil dergisinin yazarlarından Oliver Zils, milyarlarca dolar yutan Formula-1’in içinde bulunduğu durumu anlatırken şunları söyledi:
"Formula-1 kabuk değiştiriyor. Bu yüzden de kendine yeni bir çehre, yarışlar için de yeni pistler arıyor. Avrupa’da sigara reklama yasaklanıyor, televizyon reytingi ve seyirci sayısı azalıyor. Formula-1 de Avrupa’dan uzaklaşıp Şanghay ve Bahreyn gibi yeni yarış yerleri buldu. Avusturya’da artık yarış yapılmayacak. Avrupa’daki diğer klasik yarış pistlerinin durumu da sallantıda. Eskiler gidecek ve muhtemelen önümüzdeki sezon heyecan başka kentlerde yaşanacak."
Sigara **reklamlarının yasaklanması**
Dünya şampiyonası takviminde İstanbul, Hindistan ve Güney Kore gibi isimlerle karşılaşacağız. Otomobil yarışlarının beşiği sayılan İngiltere ve İtalya’daki pistler ıssız kalacak. 2005 yılında yürürlüğe girecek olan AB’ndeki sigara yasağı sponsor arayışındaki ekipleri kara kara düşündürüyor. Sigara üreticilerinin Formula-1’e yılda 270 milyon euro yatırdıklarını anlatan Zils şöyle devam etti:
"Artık hemen hemen her branştan sponsor var. Ama sigara reklamları hala en büyük gelir kaynağı. Philipp Morris reklam piyasasından çekilince Ferrari sıkıntıya düşebilir. Şanghay pistinin en önemli sponsoru olan Marlboro reklam bütçesini de Avrupa dışına kaydıracaktır."
Ama reklam yasağı koymayan pistlere açılmak Formula-1'in bütün dertlerine çare olmayacak. Sabit giderleri iki milyar Euro‘yu bulan on ekip de yoğurdu üfleyerek yemek zorunda. Zils, "Bu sezon iki günlük yarış süresince motor değiştirmek yasak. 2005’te aynı motorla iki yarış tamamlama mecburiyeti geliyor. 2006 yılında da ancak altı yarışta bir motor değiştirilebilecek. Büyük bir tasarruf potansiyeli. Çünkü tek bir motorun maliyeti 300 bin euroyu buluyor" diyor.
Maliyetlerin düşürülmesi **
gerekiyor
Maliyetlerin düşürülmesi şart. Çünkü otomotivcilikteki kriz sürüyor. Ama büyük markalar reklam yaptıkları için dünyanın en çok seyredilen otomobil yarışlarından çekilmeyi göze alamazlar. Zils şöyle devam etti:
"Spor modelleriyle para kazanan Mercedes, BMW ve Ferrari gibi markalar Formula-1‘de kazanmak için yarışıyorlar. Kaybedince imajları da bozuluyor. Jaguar gibi diğer markalar ise kazanmaya değil, Formüla Bir’de yarışmaya, teknik düzeylerini ve bu işi becerebildiklerini göstermeye ve potansiyel müşterileri ile iletişim kurmaya önem veriyorlar." |
# “Gazze patlamaya hazır bomba”
İsrail’in çekilmesinin ardından Gazze Şeridi, bağımsız bir Filistin devletinin beşiği olmaktan çok uzak. Hamas ve El Fetih arasındaki kanlı iktidar çekişmesi, İsrail’in ablukaları ve ekonomik kriz nedeniyle ümitleri tükenen Gazzeliler ile Alman Radyolar Birliği’nden Bettina Marx konuştu.
Gazze Şeridi'nde yaşayan 1,4 milyon insanın dış dünya ile bağlantıları kesilmiş durumda.
Gazze Şeridi’nde kaos ve yoksulluk giderek artıyor. 1,4 milyon insanın, dış dünya ile bağlantıları kesilmiş durumda. Filistin lideri Mahmud Abbas, iktidardaki Hamas hükümeti ile ulusal birlik hükümeti kurarak, Filistini bu darboğazdan çıkarmayşı hedefliyordu. Ancak halkın ve bölgenin içinde bulunduğu dehşet verici şartlara rağmen Hamas ve Abbas’ın partisi El Fetih ortak bir siyasi programda anlaşamadı.
Filistin’deki önemli gazeteler için çalışan gazeteci Eşref El Ayrami’ye göre, ulusal birlik hükümetinin kurulamamasının suçlusu Hamas. Ayrami, "Hamas, iki devlet prensibini kabul etmeye yanaşmıyor. Hamas hareketi, Arap ülkelerinin inisiyatifini ve Filistin devletini 1967 sınırları içinde tutarak, İsrail’i tanımayı reddediyor. Sürekli muğlak açıklamalar yaparak, sanki programlarına bağlılarmış izlenimi yaratmaya çalışıyorlar," diyor.
Hamas ve El Fetih masa başında anlaşamazken, iki hareketin yandaşları sokaklarda birbirleriyle kanlı çatışmalara giriyor. El Ayrami, iç savaş tehlikesinin her geçen gün arttığını iddia ediyor: "Kriz büyüyecekmiş gibi görünüyor. Bunu engellememiz lazım, başka çözüm yolu yok. Hepimiz aynı teknedeyiz. Eğer ulusal birlik hükümeti kurulması için insanlar sokağa dökülüp gösteriler yapmazsa, inisiyatifler başlatıp hükümete baskı yapmazsa, bölge, sonu iç savaşa kadar gidebilecek gelişmelere gebe."
**"İsrail yine işgal etsin"**
Filistinli genç bir iş adamı ve yayıncı olan Sami Abdül Şafi ise ulusal birlik hükümetinin tüm sorunları çözebilecek tılsımlı değnek olmadığını savunuyor. "Filistinlilerin Gazze Şeridi’ne kısılıp kaması durumunda ulusal birlik hükümetinin de eli kolu bağlı olcağına dikkat çeken Şafi, "Burada ne yaparsak yapalım, İsrail, Gazze Şeridi’nin sınırlarını açmadıkça, hiçbir şey olmayacak. İsrail’e değil ama Batı Şeria ve Doğu Kudüs’e sınırların açılması gerek. Havalimanımıza, açık kontrol noktalarımıza ihtiyacımız var. Bunlar olmadan ümit yok ve hangi hükümet gelirse gelsin, bu değişmeyecek," diyor.
Şafi, Gazze Şeridi’nde yaşayan ve dünya ile bağları kopuk Filistinlilerin, ekonomiyi canlandırmak, kendilerine bir gelecek inşa etmek için bir şansları olmadığını vurguluyor. Hatta Şafi, özerk yönetimin kendini feshetmesinin ve İsrail’in işgal gücü olarak yeniden Filistinlilerin sorumluluğunu almasının daha yararlı olabileceğini ileri sürüyor. Bu düşüncesinin nedenini ise şöyle açıklıyor: "Bence bu çok da gerçek dışı bir düşünce değil. Ama bu İsrail için bir felaket olur, çünkü İsrail, kendisinin yoksulluğa ittiği bir halkın yükünü üstlenecek ve ektiğini biçecektir." |
# Merkel: AB dürüst ortak
Türkiye Başbakanı Erdoğan, Alman mevkidaşı Angela Merkel ile Berlin'de bir araya geldi. Ortak basın toplantısı düzenleyen iki lider, Türkiye’nin AB üyelik süreci, PKK, Suriye gibi konularda mesajlar verdi.
Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Alman mevkidaşı Angela Merkel ile düzenlediği basın toplantısında AB üyelik süreci, öne çıkan konular arasındaydı. Erdoğan, Merkel’in 2013 yılı Şubat ayında Türkiye’yi ziyaret edeceğini açıkladı.
Erdoğan, AB'yi Türkiye'yi oyalamaması konusunda uyarırken, Almanya Başbakanı Angela Merkel, AB'nin dürüst bir müzakere ortağı olduğunu söyledi. AB Komisyonu'nun Türkiye ile ilgili İlerleme Raporu'nda değindiği sorunlara atıfta bulunan Merkel, temelde açıklığa kavuşturulması gereken sorular bir yana müzakerelerin devam edeceği güvencesini verdi.
**"Müzakereler ucu açık başladı"**
Başbakan Angela Merkel’in lideri olduğu Hrıstiyan Demokrat Birlik'in (CDU) Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğine sıcak bakmadığı biliniyor. Parti, Türkiye’ye tam üyelik yerine imtiyazlı ortaklık verilmesinden yana. Ancak Alman hükümeti, Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki müzakerelerin "ucu açık" olarak devam ettirilmesinden yana bir tutum sergiliyor. Bir gazetecinin "Bu durum bir çelişki yaratmıyor mu?" şeklindeki soruyu yanıtlayan Merkel, partisinin bakış açısının değişmediğini, ancak buna rağmen Türkiye ile müzakerelere "ucu açık" olarak başlandığı söyledi. Hükümetlerin değişmesine rağmen, alınan kararların değişmediğini vurgulayan Merkel, dolayısıyla Türkiye ile müzakerelere devam edileceğini dile getirdi. İmtiyazlı ortaklık kavramını kullanmaktan kaçınan Merkel, partisi Hrıstiyan Demokrat Birlik içinde Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne tam üyeliğinin istenmediğini işaret etti. Merkel, Başbakan Erdoğan’ı kast ederek "Bu konuda aynı görüşleri paylaşmasak da, bu gerçekle yaşamayı ve ilişkilerimizi geliştirmeyi öğrendik" dedi.
**"Güney Kıbrıs'ın AB'ye alınması hataydı"**
Recep Tayyip Erdoğan, Kıbrıs sorununa da değinerek, AB'nin 2004 yılında Güney Kıbrıs'ı AB üyeliğine kabul etmesinin bir hata olduğunu ve bu hatanın giderek büyüdüğünü ifade etti. Erdoğan Merkel'in de bunun bir hata olduğunu kendisine söylediğini belirtti, ancak Merkel bu ifadeye tepki vermedi.
Erdoğan Fransa’ya da yüklendi ve Türkiye’nin ‘üye adayı’ statüsüne rağmen AB zirvelerine artık çağırılmamasından Fransa’yı sorumlu tuttu. Erdoğan, aradaki görüş ayrılıklarına rağmen gerek eski Başbakan Gerhard Schröder, gerekse Angela Merkel yönetiminde Almanya'dan hep destek gördüklerini de söyledi.
Erdoğan salı günü yaptığı açıklamada da Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100’üncü yıldönümüne denk gelen 2023 yılında AB üyeliğine karar verilmemesi durumunda AB’nin Türkiye’yi kaybedebileceği uyarısında bulunmuştu.
**Merkel'den PKK ile mücadele taahhüdü**
Erdoğan'ın Almanya gezisi öncesinde dile getirdiği PKK'ya destek eleştirisi de basın toplantısının gündemindeydi. Almanya Başbakanı Angela Merkel, Almanya’da da terör örgütü olarak sınıflandırılan PKK’ya karşı mücadelede Türkiye’ye yoğun destek taahhüdünde bulundu.
PKK’nın terörist faaliyetlerinin engellenmesi için Almanya’nın her şeyi yapacağını kaydeden Merkel, bunun, PKK’nın Almanya toprakları üzerinden eylemler planlaması durumunda da geçerli olduğunu söyledi. Almanya Başbakanı, bu bağlamda iki ülke içişleri bakanlıkları müsteşarları arasında görüşmelerin sıklaşacağını belirtti.
Erdoğan, PKK ile mücadele konusunda destek sözü vermesinden dolayı Merkel’e teşekkür etti. Bu konuda işbirliğinin şart olduğunu ifade eden Erdoğan, Avrupa Birliği’nin de bu mücadeleye destek vermesini istedi.
**"Türkiye'nin güvenliğinden sorumluyuz"**
Suriye'deki siyasî ve insanî kriz de basın toplantısında öne çıkan konular arasındaydı. Suriye konusunda Almanya'dan destek isteyen Erdoğan, Suriyeli mültecilerin durumuna da değinerek, "Küresel barışın arzulandığı bir dönemde bu tabii ki engellememiz gereken bir felakettir" diye konuştu.
Erdoğan "Almanya-Rusya ilişkileri, Almanya-Çin Halk Cumhuriyeti ilişkilerinin daha da hassasiyetle sürdürülmesi, bu süreçte inanıyorum ki önem arz ediyor" dedi.
Merkel de Suriye’deki durumun Türkiye açısından gerçek bir yük oluşturduğunu kaydederek Alman federal hükümetinin Türkiye'ye insanî alanda yardım teklifinde bulunduğunu kaydetti. Türkiye’nin Suriye ile ilişkiler konusunda itidalli tutumunu öven Merkel, "Türkiye’nin güvenliği konusunda sorumluluk hissediyoruz" diye konuştu.
Erdoğan BM’ye de Suriye'nin kuzeyinde oluşturulacak bir uçuşa yasak bölge konusunda anlaşmazlığı aşma çağrısında bulundu ve konunun BM Güvenlik Konseyi’nde ele alınması ve karara bağlanması gerektiğini söyledi.
**Türkiye - İsrail ilişkileri**
Merkel ile yaptığı görüşmede İsrail - Filistin sorununun yanı sıra Türkiye - İsrail ilişkilerinin gündeme geldiğini belirten Erdoğan, Mavi Marmara olayı sonrasında İsrail ile ilişkilerin normalleşebilmesi için ancak taleplerinin yerine getirilmesi gerektiğini vurguladı.
İsrail’in özür dilemesini, olayda hayatını kaybedenlerin yakınlarına tazminat ödemesini ve Gazze’ye yönelik ambargonun kaldırılmasını istediklerini belirten Erdoğan, bunların gerçekleşmemesi halinde ilişkilerin normalleşmeyeceğini belirtti.
**"Çifte vatandaşlıkimkânı yeniden tanınsın"**
Erdoğan, Almanya'da yaşayan yaklaşık 3 milyon Türk kökenliye çifte vatandaşlık imkânı sağlanmasını da istedi ve Türk vatandaşları ya da Türk kökenli Alman vatandaşlarının bu imkâna sahip olmasını arzuladığını ifade etti. Erdoğan aynı zamanda Türkiye’de yaşayan 50 bin Alman vatandaşına da Türk vatandaşlığı için müracaat etmeleri çağrısında bulundu ve bunun iki ülke arasındaki ekonomik ilişkilere katkı açısından da değerlendirilmesi gerektiğini söyledi.
**İkili ilişkiler**
Türkiye ile Almanya arasındaki ilişkilerde önümüzdeki aylarda hareketli günler yaşanması bekleniyor. Başbakan Erdoğan, kasım ayı sonunda Türkiye - Almanya Stratejik Konseyi adlı bir sürecin başlatılacağını söyledi. Bu çerçevede, Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Berlin’de Alman mevkîdaşı Guido Westerwelle ile bir araya gelmesi planlanıyor. Erdoğan, kasım ayı sonunda başlatılacak sürecin başbakanlar düzeyinde devam ettirileceğini kaydetti.
Önümüzdeki yılin şubat ayı sonunda ise Almanya Başbakanı Angela Merkel’in Türkiye’yi ziyaret etmesi bekleniyor. Erdoğan, Merkel’in ziyareti sırasında İstanbul’da kurulması planlanan Türk-Alman Üniversitesi’nin temellerinin atılmasını temenni ettiklerini söyledi. Erdoğan, benzer bir üniversitenin Almanya’da da kurulmasını istediklerini, sözlerine ekledi.
**© Deutsche Welle Türkçe**
*Haber: Jülide Danışman / Beklan Kulaksızoğlu *
*Editör: Başak Özay / Hülya Köylü *
*Erdoğan'ın Berlin'deki basın toplantısında yaptığı açıklamaları aşağıdaki linkten dinleyebilirsiniz. * |
# Öğretmenini öldürüp intihar etti
ABD’nin Nevada eyaletindeki ortaokulda 13 yaşındaki bir öğrenci tarafından silahlı saldırı düzenlendi. Saldırıda matematik öğretmeni hayatını kaybetti.
ABD bir kez daha okulda silahlı saldırı olayıyla sarsıldı.
Nevada eyaletinde 13 yaşlarında olduğu belirtilen öğrenci, yarı otomatik bir silahla okulda etrafa rastgele ateş açtı.
Saldırıda öğrencileri korumaya çalışan matematik öğretmeni Michael Landsberry hayatını kaybederken, iki öğrencinin de ağır yaralanarak hastaneye kaldırıldığı bildirildi. Saldırganın daha sonra silahı kafasına doğrultarak intihar ettiği açıklandı.
Saldırının meydana geldiği Sparks kenti Polis Şefi Yardımcısı Tom Robinson, saldırının bir haftalık tatilin ardından okula dönen öğrencilerin derse başlamaya hazırlandıkları sırada düzenlendiğini açıkladı.
Sparks Belediye Başkanı Geno Martini, hayatını kaybeden 45 yaşındaki Landsberry'nin Afganistan'da görev yaptıktan sonra ordudan emekli olduğunu ve ortaokulda öğretmenlik yaptığını söyledi.
Öğrencinin silahı nereden bulduğu henüz bilinmiyor. ABD, geçen yıl da Connecticut eyaletindeki Newtown kentinde okulda düzenlenen silahlı saldırıyla sarsılmıştı. Adam Lanza adlı genç, 14 Aralık'ta önce annesini başından vurarak öldürmüş, daha sonra Sandy Hook İlkokulu'nu basmıştı. Lanza, 20'si çocuk 26 kişiyi öldürdükten sonra intihar etmişti. |
# İsrail ile Lübnan yeniden savaşır mı?
Sınırda yaşanan çatışma yeni bir savaş çıkarır mı? Lübnan hükümeti sert konuştu, gözlerin çevrildiği Hizbullah’tan sürpriz açıklama geldi.
Lübnan’ın güneyinde 2006 yılındaki savaş sonrası en büyük çatışma yaşandı. 1 İsrailli yarbay ile 2 Lübnanlı asker ve 1 Lübnanlı gazeteci öldü.
Lübnanlı Bakan Ghazi Aridi (solda)
İsrail ve Lübnan askerleri arasında sınırda çıkan çatışmanın ardından bölgede sıcak gelişmeler yaşanıyor. İki Lübnan ve bir İsrail askeriyle bir Lübnanlı gazetecinin öldüğü olay, 2006 yılındaki savaşın ardından tansiyonu yükseltti.
Olayın nasıl meydana geldiği konusunda iki taraf da birbirini suçlarken, Lübnanlı politikacılardan sert açıklamalar birbiri ardına geldi. Yeni bir savaşı ima eden Lübnan Ulaştırma Bakanı Gazi Aridi şöyle konuştu:
"Tüm Lübnanlılar ülkelerini ve şereflerini savunacaktır. Sürekli İsrail’in tehditlerinin gölgesinde yaşamayı kabul etmeyeceğiz. İsrail’in terörizmine karşı uluslararası topluluğun sessizliği son bulmalıdır. İsrail ve destekçileri gerçekten büyük bir savaş istiyorsa şunu bilmeliler: Bizim de ülkemizi savunma hakkımız var. Bu savaş İsrail için bir piknik olmayacaktır. Daha önce vuruldu, yeniden vurulacaktır. Hangi silahları kullanırsa kullansınlar…"
**B irleşmiş Milletler devrede**
**Sınırdaki çatışma, 2006 savaşı sonrasında Güney Lübnan’a yerleştirilen BM barış gücünün gözlerinin önünde cereyan etti. BM barış gücü UNIFIL'in sözcüsü Andrea Tenenti iki tarafı da itidale çağırarak olay öncesi ve sırasında barış gücü askerlerinin bölgede olduğunu doğruladı. Kanlı çatışmaya yol açan koşulları değerlendirdiklerini belirten Tenenti, Reuters haber ajansına yaptığı açıklamada UNIFIL komutanının helikopterle çatışmanın yaşandığı bölgeye giderek taraflara çatışmaya son vermelerini bizzat söylediğini kaydetti.**
**Hizbullah karışacak mı?**
**4 yıl önce savaşı sona erdiren BM kararıyla UNIFIL adı ile bilinen 13 bin askerlik BM barış gücü Lübnan’ın güneyine yerleştirilmişti. Güney Lübnan’daki UNIFIL’in eski danışmanlarından Timur Göksel mavi berelilerin her şeye rağmen durumu kontrol altında tutabileceğine inanıyor. Göksel şu değerlendirmeyi yaptı:**
**"Olaya karışan üçüncü bir aktör ortaya çıkmadığı sürece, olay sadece İsrail ile Lübnan arasında kaldığı sürece tansiyonun yükseleceğini düşünmüyorum. BM desteğinde gerilim yatıştırılabilir. Önemli olan, üçüncü bir aktörün devreye girmemesi. Ortada iki düzenli ordu varsa can kaybı yaşansa da gerilim kontrol altına alınabilir."**
**Olası bir üçüncü aktör olarak ilk akla gelen güç, 2006 yılında İsrail’e karşı savaşan Hizbullah.**
**Nasrallah'tan militanlara emir**
**Güney Lübnan’da kontrolü elinde bulunduran Hizbullah’ın Salı günkü çatışmada yer almaması gerilimin sınırlı seviyede kalması yönündeki umutları güçlendiriyor. Nitekim Hizbullah’tan da bu yönde işaret geldi. Hizbullah hareketinin lideri Hasan Nasrallah, militanlarına sınır çatışması sonrasında harekete geçmeme emri verildiğini açıkladı. Nasrallah, İsrail saldırganlığı karşısında uzun süre suskun kalmayacakları uyarısında da bulundu.**
**2006 savaşında Lübnan’da çoğu sivil bin 200 kişi ölmüş, İsrail ise çoğu asker olmak üzere 158 kayıp vermişti.** |
# "Polonya Erdoğan'la iç politikaya oynuyor"
Cumhurbaşkanı Erdoğan Polonya'da. Ziyaretin Varşova'dan nasıl göründüğünü Polonyalı gazeteci Wielinski ile konuştuk. Wielinski'ye göre Polonya'nın gündeminde insan hakları yok, gündem yatırım imkanları.
Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Polonya'yı ziyaret ediyor. AB içinde Türkiye'ye yönelik eleştirilerin arttığı ve AB tam üyelik müzakerelerinin askıya alındığı bir dönemde Erdoğan'ın ziyaretinin Polonya'da nasıl değerlendirildiğini, ülkenin önde gelen gazetelerinden Gazeta Wyborcza'nın Dış Haberler Müdürü ve Berlin eski temsilcisi Bartosz T. Wielinski ile konuştuk.
Wiekinski, Polonya'da iktidarda olan ve basın özgürlüğü ile yargı bağımsızlığını tartışmaya açan merkez sağdaki Hak ve Adalet Partisi'nin Türkiye’yi ekonomik ilişkiler üzerinden değerlendirdiğini ve insan hakları ihlalleri gibi konuların gündeminde bulunmadığını belirtiyor.
*DW Türkçe: Türkiye Cumhurbaşkanı’nın Polonya ziyareti siyasi çevrelerde ve basında nasıl değerlendiriliyor?*
**Bartosz Wielinski:** Bildiğiniz üzere Polonya, sağ muhafazakar hükümet ile karşıtları olmak üzere oldukça kutuplaşmış durumda. Erdoğan’ın ziyareti sürpriz şekilde yaklaşık bir hafta önce duyuruldu. Beklenmeyen bir ziyaret oldu zira bu ülkeyle yani Türkiye’deki bu rejimle uzun bir geçmişimiz, dostluğumuz bulunmuyor. Hiçbir zaman Polonya ile Türkiye arasında özel bir ilişki ya da stratejik bir ortaklık olmadı. Her zaman Türkiye’nin AB üyeliğine destek verildi ancak özel ilişkilerimiz olmadı. Polonya hükümeti şu anda güvenlik politikaları konusunda yakınlaşmaya çalışıyor. Dışişleri Bakanı Waszczykowski düzenli olarak Türk mevkidaşıyla bir araya geldi. Ancak konu sadece güvenlik oldu. Özellikle darbe girişimi sonrası da bir araya geldiler. Ne var ki, insan haklarının durumu, muhalefetin baskılanması, tüm bu temizleme operasyonları ve hükümet karşıtlarının tutuklanmasına yönelik konular görüşülmedi. Çünkü kanımca bu tip değerler bugünkü Polonya hükümeti tarafından dikkate alınmıyor. Şimdi Erdoğan sürpriz şekilde geliyor ve hükümete yakın kişiler heyecanlılar.
*DW Türkçe: Neden heyecanlılar?*
**Bartosz Wielinski:** Çünkü bu Polonya’nın önemli olduğunu gösteriyor onlar için. Dış politikada önemli bir aktör olan Erdoğan’ın ziyaretiyle Polonya’nın önemli olduğu düşünülüyor. Polonya’nın dizlerinin üstünden yeniden ayağa kalktığı ve Avrupa’daki yerini yeniden kazandığını düşünen sağcılar bulunuyor. Erdoğan’ın da Polonya’ya gelmesini bir kanıt olarak gösteriyorlar. Liberaller ise farklı görüyor. Erdoğan Türkiye içinde yaptığı gibi AB’de de baskı yaratmaya ve şantaj yapmaya çalışıyor bu nedenle kendisiyle bir araya gelinmemeli.
*DW Türkçe: Polonya hükümeti için Erdoğan’ın ziyareti önemli ancak iki hükümetin geçmişe dayalı bir dostluğu, ilişkisi olmadığını belirttiniz. Bu durumda ziyareti önemli kılan ekonomik ilişkiler mi? *
**Bartosz Wielinski:** Şüphesiz. Türkiye’nin parası var. Türklerin Polonya’da yatırım yapma şansı var. Batı’daki yatırımcılar Polonya hükümetinin yargı bağımsızlığını kaldırmaya yönelik planlarına karşı şoke olabiliyor. Sonuçta yargı bağımsızlığının olmadığı bir ülke Batılı yatırımcılar için iyi bir ülke değil. Kendilerini Polonya’da güvende hissetmeyecekler. Ancak zaten yıllardır bağımsız bir yargıları olmayan ya da neredeyse olmayan Türkler için Polonya normal bir yer olacak. Bana göre bu durumda Türk yatırımcılar, Batılı yatırımcıların yerini doldurabilir. İkincisi ise; Polonya hükümetinin şimdi Türk hükümetine, aynı değerleri paylaştıkları için yanaşmaya çalıştığını ya da Polonya’nın Erdoğan’ı takip edeceğini düşünmüyorum. Yani Türk hükümetinin çözümlerini Polonya’da uygulayacaklarını ve bizi baskı altına alacaklarını sanmıyorum. Burada sorun şu; Polonya’nın işlevi olan bir dış politikası bulunmuyor. Sadece iç politikanın dış politikaya uzantısını görüyoruz. Dış politikamızda olan herşey iç politik tatktiklere göre belirleniyor. Bu nedenle başbakanımızın Türkiye’deki insan hakları durmunu konu edeceğini hiç sanmıyorum.
*DW Türkçe: Hangi alanlarda işbirliği öngörülüyor?*
**Bartosz Wielinski:** Turizm, güvenlik ve askeri alanda yatırımlar konsunda işbirliği yapılacağını öngörüyorum. Polonya yabancı yatırımcılar için fazlasıyla imkanlar sunuyor. Parası olanlar memnuniyetle karşılanıyor. Ancak burada tek sorun, Türkiye’nin AB dışından olması ve imkanların bu nedenle biraz sınırlı olması.
*DW Türkçe: Hükümetin Erdoğan ziyareti sırasında, Türkiye’deki gelişmeleri ve ihlalleri dile getirmeyeceğini belirttiniz. Peki, Polonya hükümetinin bu konuda net bir tutumu, daha önce yaptığı açıklamalar var mı?*
Bartosz Wielinski: Hayır. Hiçbir zaman konu olmadı. Dünyanın her hangi bir yerinde insan hakları ihlallerine yönelik bir şey olduğunda, bu konuya girilmiyor. Bizim dış politika gündemimizde önemli bir tartışma konusu değil. Örneğin Birleşmiş Milletler’de şu an Kuzey Kore’nin nükleer denemelerine tartışılırken, Polonya’nın dış temsilcileri kürtaj yasağına destek verilmesi üzerine yoğunlaşıyor. İki yıl öncesine kadar daha istikrarlı bir ülkeydik. Bugün ise insan hakları gibi önemli konular önemsenmiyor. Bizim politikalarımıza göre Türkiye önemli bir NATO partneri. Güçlü bir ordusu var ancak bu orduyla Suriye’de ya da ülkenin güneydoğusunda ne olduğu burada konu edilmiyor. Polonya hükümetinin Türkiye sözkonusu olduğunda bir gözünün kör olduğunu düşünüyorum.
*DW Türkçe: Önümüzde Türkiye’nin de görüşüleceği bir AB Zirvesi var, üyeliğin sonlandırılmasını talep eden AB üyeleri var. Polonya’da Türkiye’nin AB tam üyelik süreci nasıl değerlendiriliyor? *
**Bartosz Wielinski**: Polonya’da her zaman bu konuda değişmeyen bir tutum var: Türkiye, hazır olduğunda AB üyesi olmalı. Görüşmelerin zorlu olduğunu ve bir gelişme kaydedilmediğini biliyoruz ancak Polonya hükümeti, Avusturya ya da Almanya gibi üyelik müzakerelerinin sonlandırılması gerektiğini söylemeyecektir.
*DW Türkçe: Peki muhalefetteki liberaller ne düşünüyor?*
**Bartosz Wielinski:** Türkiye Erdoğan demek değil. Türkiye’de Erdoğan’a destek vermeyen yüzde 50’lik bir kesim var. İnsanlar bir gün AB’ye girilebileceğine dair umudu kaybetmemeli. Müzakerelerin bitirilmesi bu insanların AB’nin değerlerinden, hukuk devletinden ve demokrasisinden koparılmış olacak. Buna da Polonya’da kimse destek vermeyecektir.
*DW Türkçe: Polonya hükümetinin Türkiye’deki ihlalleri dile getirmeyeceğini belirttiniz. Peki Polonya basınında bu ihlaller, örneğin Türkiye’deki basın özgürlüğü nasıl görülüyor?*
**Bartosz Wielinski:** Bizde, Gazeta Wyborcza'da düzenli olarak takip ediliyor. Dayanışma içindeyiz ve bu konuda çok habere yer veriyoruz ve üzülüyoruz. Çünkü Türkiye’de olanlar, Batı değerleriyle uyuşmuyor. Türk meslektaşlarımızla iletişim içindeyiz. Bizde gazeteciler, sadece gazeteci oldukları ve işlerini yaptıkları için hapse girmek zorunda olsaydı ne olurdu? Bu inanılır gibi değil. Liberal basında geniş yer buluyor. Ancak ana akım medyada bunlar önemli konular değil. |
# Avrupa'nın 'Trump' endişesi
Avrupa medyası Donald Trump’un ABD’daki başkanlık önseçimlerindeki başarısını endişeyle izliyor. Trump’un kazanması Avrupa’yı da doğrudan etkileyecek. Bazı Avrupalı politikacılar bu durumdan memnun.
Fransız aşırı sağcısı Jean-Marie Le Pen, "Ben onu seçerdim", diyor. Ulusal Cephe adlı Fransız partisinin kurucusu Amerikalı olsaymış, Cumhuriyetçi başkan adayı Donald Trump'u seçermiş. Le Pen'in tercihi sürpriz sayılmaz. Ulusal Cephe'nin önde gelen isimlerinden de benzer açıklamalar gelmişti. Partinin genel başkanı Marine Le Pen de, "Trump da ‘unutulmuşları' tutuyor" demişti. ‘Süper Salıdan' birkaç gün önce ABD'deki ön seçimleri değerlendiren partinin başkan yardımcısı Florian Philippot ‘Trump ve Sanders'in ön seçimlerde gösterdikleri performansla ABD'deki egemen düzene meydan okuduklarını' belirtmişti.
**Otantik millet hülyası**
Le Pen ve Philippot'un bu sözleri, Donald Trump'un başkan adaylığına ilerleyişinin Avrupa'da boşuna endişe yaratmadığını gösteriyor. ‘Le Monde' gazetesi bir makalesinde, Donald Trump'un 2017 yılında Beyaz Saray'a taşınmasının Avrupa'nın sağ popülistlerini daha da cesaretlendireceğini ve ‘Trump popülizminin Avrupa'nın siyasi kültürünü bozacağını' dile getirdi.
Bu durumda on yıllardır hakim olan Avrupa'nın siyasi çeşitliliğinin ortadan kalkacağının vurgulandığı makalede devamla, ‘Popülist için sadece kendi programı önem taşır. Gerçek popülist sadece elit zümreyi eleştirmekle yetinmez. Çünkü o aynı zamanda çoğulculuğa da karşıdır. Otantik bir milleti sadece kendinin layıkıyla temsil edebileceği iddiasındadır' cümlelerine yer veriliyor.
**‘Berlusconi'yi hatırlatıyor'**
Bu eğilimin bir süredir Avrupa'da da kök salmaya başladığı belirtilen ‘Le Monde'nin makalesinde, ‘Avrupa popülistlerinin, kendilerinin doğru buldukları sonuçları vermediği için demokratik süreçten şüphe duydukları' belirtiliyor. Buna Hollandalı Geert Wilders örnek gösterilmiş. Wilders Hollanda parlamentosunun ‘sahte parlamento' olduğunu söylemişti. Tıpkı Donald Trump'un Iowa ön seçimini kazanan Ted Cruz'u seçim hilesi yapmakla suçlaması gibi.
İtalyan gazeteci Gloria Orrigi Trump'un seçim manevralarının Silvio Berlusconi'yi hatırlattığını ve eski İtalya Başbakanı gibi Donuld Trump'un da siyasi sistemin sunduğu bütün imkânlardan yararlanıp ‘yüzeysel' politika yaptığını söylüyor. Orrigi, "Başarısını ne yönde kullanacağının kestirilememesi muhakkak Trump'un adını iradesini kaybetmişçesine tekrarlayan sempatizanları üzerindeki büyüleyici etkisiyle ilgilidir. Trump sadece adını pazarlıyor. Adını ne kadar iyi satarsa ilerde de o kadar iyi satacaktır", diyor.
**Karanlık siyasi program**
İngiliz ‘The Spectator' dergisi ise ABD'deki önseçim mücadelesini şöyle değerlendiriyor: "Trump'un somut olarak ne istediğini anlamak zor. Trump'un nasıl bir hükümet kuracağını kimse tahmin edemiyor. Cumhuriyetçi aday sadece istediği şeyleri sıralıyor. Ama seçildiği takdirde koca bir ülkeyi yönetecek. Savunma bütçesini arttıracak mı, azaltacak mı? Kimi zaman Suriye'ye bomba yağdırılmasını istiyor, kimi zaman da buna karşı çıkıyor. Alacağı bütün kararlar Avrupa'yı da doğrudan etkileyecektir."
‘The Guardian' gazetesi bencillik ve ötekileştiricilik yaptığını öne sürdüğü Trump'un, ‘başkaları tarafından engellenilmediği takdirde her şeyin elde edilebileceğini vaaz ettiğini' belirtiyor ve ekliyor: ‘Trump ısrarla Müslümanların, Meksikalıların ya da kim olursa olsun göçmenlerin başkaları olduğunu söylüyor. Büyük Britanya'da Trump ile kıyaslanabilecek bir siyasiye rastlayamazsınız. Çünkü burada ötekileştirme daha zekice yapılıyor ve Avrupa Birliği'ni hedef alıyor.'
**‘Korku salma politikası'**
Almanya Dışişleri bakanı Frank-Walter Steinmeier de ayrımcılığı kastederek isim vermeden ‘ABD'de korku politikası' yapıldığını söylemişti. Korku salmak amacıyla yapılan politikanın Avrupa'da da yaygınlaşma tehlikesi sorumlu politikacıları endişelendiriyor. Hemen bütün Avrupa ülkelerinde programını ayrımcılık üzerine kuran siyasi partiler bulunuyor.
Fransız gazetesi ‘Le Monde' Avrupa'nın, dış politikada ölçülü ve işbirliği esasını öne çıkaran Obama doktrini ile vedalaşmaya hazır olmasını tavsiye ediyor. Gazete son olarak şu satırlara yer veriyor: '20 Ocak 2017'ye kadar Avrupa ABD'den ne beklediğine karar vermeli. Çünkü o tarihte Obama ile birlikte doktrini de siyaset sahnesinden silinecek.' |
# İstanbul Barosu seçime gidiyor
İstanbul Barosu’nun 16-17 Ekim’de yapılacak seçimlerinde 8 avukat aday oldu. Mevcut Başkan Mehmet Durakoğlu son kez yarışacak.
https://p.dw.com/p/41iKr
Reklam
Yaklaşık 50 bin avukatın kayıtlı olduğu İstanbul Barosu, bu hafta sonu yapılacak genel kurulla yeni başkanını belirleyecek. 8 avukatın aday olduğu seçimlerde başkan adaylarının temel hedefi, "Savunmayı güçlendirmek " oldu. Mevcut Başkan Mehmet Durakoğlu, "Önümüzdeki bir yılda demokrasi mücadelesi yapılması gerekiyor " dedi. Avukat Hakları Grubu Adayı Gökhan Ahi, avukatların yaşadıkları sorunlara dikkat çekerek, "Özellikle ideolojimiz hukukun üstünlüğü olacaktır" dedi.
Geçen yıl Ekim ayında yapılması gereken, ancak İçişleri Bakanlığı’nın genelgeleriyle ertelenen İstanbul Barosu Başkanlığı için 16-17 Ekim’de Haliç Kongre Merkezi’nde seçim gerçekleştirilecek. 16 Ekim’de başkan adayları vaatlerini anlatacak, mevcut yönetimin faaliyet, denetim ve disiplin kurulu raporları görüşülecek. 17 Ekim’de ise başkanlık seçimi için oy verme işlemi yapılacak. Seçilecek yönetim, yalnızca bir yıl görev yapacak.
8 aday yarışacak
Seçimlerde şimdilik 8 avukat aday oldu: Önce İlke Çağdaş Avukatlar Grubu adayı Mehmet Durakoğlu, Önce İlke Çağdaş Avukatlar Grubu Yükseliş Hareketi adayı Hasan Kılıç, Çağdaş Avukatlar Grubu adayı Ata Yazıcıoğlu, Avukat Hakları Grubu adayı Gökhan Ahi, Özgürlükçü Demokrat Avukatlar Grubu adayı Sezin Uçar, İstanbul Milliyetçi Avukatlar Grubu adayı Kaptan Yılmaz, Hukuk Hareketi Platformu adayı Burhan Öğütçü ve Bağımsız Avukatlar grubu adayı İshak Şâdi Çarsancaklı...
Durakoğlu yeniden aday
İstanbul Barosu Başkanı Mehmet Durakoğlu, seçimlerde son kez yeniden aday oldu. Önce İlke Çağdaş Avukatlar Grubu'nun adayı olan Mehmet Durakoğlu, "Önümüzdeki bir yıl içinde özellikle her iki Türkiye’deki siyaset kutbunun anayasa yapacak olması nedeniyle baro olarak bu dönemde hukuk mücadelesi kadar demokrasi mücadelesi yapılması da kanaatindeyiz. Bu sürecin deneyimli bir kadro ile yürütülmesi gerek" dedi.
Hukuka saygısı olmayan bir yönetimin üç kez ertelediği bir genel kurula gittiklerini anımsatan Durakoğlu, "Önümüzdeki bir yılın ülkemizdeki gündeminde İstanbul Barosu’nun ağırlığı aranacaktır. Bu dönem omurga gereksindirecektir. Kemik erimesi kaldırmaz. Ağır zamandayız. İstanbul Barosu gücünü mücadeleci geleneklerinden alır" diye konuştu.
Gökhan Ahi: Meslek sorunları daha kötüye gidiyor
Avukat Hakları Grubu Adayı Gökhan Ahi, 20 yıllık avukat olduğunu belirterek, mesleğe başladığında sorunlar neyse bugün de aynısını hatta daha beterini yaşadıklarını anlattı. Özellikle son 19 yıldaki iktidar döneminde birçok kurumun iktidara bağımlı hale getirildiğini veya iktidarın müdahalesine açık hale getirildiğini vurgulayan Ahi, şunları kaydetti:
"Bunlardan biri de yargı. Yargı sistemi içerisinde savunma hakkını temsil eden avukatlar her zaman araştıran, sorgulayan, güçsüzü güçlüyle eşitleyen bir hukuk süjesi olarak siyasi iktidarın her zaman baskısı altında oldu. Avukatlara yapılan soruşturmalar, avukatların gittikçe yargı içerisindeki konumunun itibarsızlaştırılması, avukatlığa alternatif modellerin geliştirilmesi, avukatlara saldırılması, avukatların öldürülmesi, tutuklanması, duruşmalardan çıkarılması gibi günlük hayata yansıyan birçok pratik de gözlemleniyor. Meslekteki sorunlar düzelmek bir yana daha da kötüye gidiyor. "
Bu duruma kayıtsız kalamadıklarını ifade eden Gökhan Ahi, şu değerlendirmeyi yaptı:
"Çünkü hem insan haklarını ve hukukun üstünlüğünü korumakla görevli hem de avukatlık mesleğini geliştirmek ve avukatların ihtiyaçlarını korumakla görevli barolar bu görevlerini yerine getirmekte yavaş kaldılar. Hatta bu durum içinde birçok avukat barosundan beklentilerini dahi yitirdi. Halbuki baro gücünü avukatlardan alır, avukatlar ise gücünü barodan alır. Biz baroların daha etkin ve daha mücadeleci olması için çalışmalar yapacağız. Bunun için de önceliğimizi avukat sorunlarının iyileştirilmesine ve avukat haklarının korunmasına verdik. Böylece baroya güç veren avukatlara daha güçlü kılacağız. Bugüne kadar baro seçimlerinde ideolojik fikirlerin yarıştığını gördük. Ancak bizim mesleğimizde ideolojilere yer yoktur. Bizim mesleğimiz ideolojiler üstüdür. Öncelikle ideolojimiz hukukun üstünlüğü olacaktır."
Sezin Uçar: Özgürlükçü bir baro yaratacağız
Özgürlükçü Demokrat Avukatlar Grubu adayı Sezin Uçar ise, son 6 yıl içerisinde gerçekleşen rejim değişikliğinin büyük oranda yargısal kurumlara müdahaleyle gerçekleştiğine işaret ederek, "Hukuk Türkiye tarihinde hiç olmadığı kadar araçsallaştırıldı. En son adli yıl açılış töreninde Diyanet İşleri Başkanı’nın dualarla katılması bunun göstergesi. Artık insanların en büyük sorunu adalet olmasına karşın en güvensiz oldukları kurum yargı mekanizmaları. Böyle bir ortamda İstanbul Barosu seçimleri hazırlıkları başladı" dedi.
Özgürlükçü Demokrat Avukatlar olarak bu koşullar içinde savunmanın daha güçlü, demokratik, özgürlükçü ve cinsel eşitlikçi bir baro tarafından temsil edilmesi gerektiğini düşündüklerini belirten Avukat Uçar, mevcut İstanbul Barosu yönetiminin etkin bir şekilde mücadele etmediğini söyledi.
150 yıllık geçmişe sahip İstanbul Barosu’nun bugüne kadar kadın baro başkanı olmadığına dikkat çıkan Uçar, "Artık İstanbul Barosu’nu bir kadın başkanının yönetmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bizler, işçi avukatların, genç avukatların, kadın avukatların temsil ettiği, bu kesimlerin hak ve sorunlarını çözecek bir baro inşa etmek istiyoruz. Özgürlüklerden yana, halkın toplumsal adalet mücadelesinin içinde olan bir baro inşaat etmek istiyoruz" dedi.
Uçar, yönetime geldikten sonra ruhsatları iptal edilen avukatların sorunlarını gündeme alacaklarını, işçi avukatların emeğinin sömürülmesine karşı mücadele içinde olacaklarını, kadın avukatların uğradıkları şiddete karşı özel disiplin merkezleri açacaklarını kaydetti.
Prof. Köksal’dan eğitim vurgusu
Avukat Hakları Grubu’nun yönetim kurulu üyesi adayı olarak seçime giren Prof. Dr. Mehmet Köksal, hukuk fakültelerinin ve mezunlarının sayılarının arttığına, ancak mezunların eğitim kalitesinin düştüğüne işaret etti. Meslek öncesi eğitimin ve baroya kabul şartlarının bu gerçeğe uygun olarak yeniden düzenlenmesi ve yapılandırılmasının şart olduğunu vurgulayan Köksal, şunları ifade etti:
"Benim görevim bu noktada başlamaktadır. Mevcut yönetim ve diğer aday gruplar bu konuda ya çok eksiktir ya da hiç strateji geliştirmemişlerdir. Mesleğin gereği gibi ve etkin yerine getirilmesine yönelik eğitim programları oluşturacağız. Mesleki bilgi ve tecrübelerin aktarılmasına yönelik eğitim programları geliştireceğiz. Buna bağlı olarak Türkiye’nin en büyük ve kapsamlı hukuk ihtisas kütüphanesini kuracağız. 1878 yılında kurulmuş bir baroya yakışır kütüphane oluşturacağız."
Avukat Mehmet Köksal, seçimi kazandıkları halde şeffaf bir yönetim sağlamak için denetim kurulu oluşturmayacaklarını, bunun yerine kendilerinden sonra en çok oy alan grubun denetimine girmek istediklerini ifade etti. Köksal ayrıca, tamamı genç meslektaşlardan oluşan "gölge yönetim kurulu" oluşturup, hem iç denetimi sağlamış olacaklarını, hem de genç meslektaşlarını yönetime hazırlayacaklarını dile getirdi. |
# Atom bombasına uzanan eller
İran yıllardır nükleer teknoloji bilgisini arttırıyor. Tahran yönetimi nükleer programının barışçı amaçlara hizmet edeceğini duyururken, Batı İran’ın askeri amaçlar peşinde koştuğunu tahmin ediyor.
İran'ın 2010 yılına kadar nükleer silah geliştirmeye çalıştığından emin olan Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (IAEO) Kasım ayında, bu sonuca varılmasına gerekçe oluşturan ipuçlarını rapor halinde dünyaya duyurmuştu.
Ancak kullanılabilir atom bombası ve silahı taşıyacak güvenilir roketler geliştirmek, muazzam teknik bilgi ve beceri gerektiriyor. Sivil amaçlı nükleer geliştirme programından askeri amaçlarla yararlanmak da mümkün.
**İran 50 yıldır bu hedefin peşinde**
İran ilk sivil nükleer programını 1959 yılında kurduğu araştırma reaktörüyle başlattı. 1970'li yılların ortalarında da Fransız teknolojisinin yardımıyla iki nükleer elektrik santrali kurulması kararlaştırıldı. 1979 yılındaki İslam Devrimi bu programın yarıda kalmasına neden oldu. İran 1992 yılında Rusya'nın yardımıyla araştırma çalışmalarını yeniden başlattı. Moskova ile Tahran arasında nükleer enerjiden sivil amaçlarla yararlanılmasını öngören ikili anlaşma imzalandı.
Ama İran dış yardımlardan bağımsız olmak istiyordu. İran Atom Enerjisi Ajansı (AEOI) programın bütün teorik ve pratik aşamalarını tek başına gerçekleştirebilmek amacıyla 1992 yılından itibaren beş yıllık fizik ve mühendislik geliştirme planları hazırlamaya başladı.
**Uranyum zenginleştirme**
İran'ın bu alanda ne kadar ilerleme kaydettiği tam olarak bilinmiyor. Kesin olan, İran'ın kendi topraklarındaki uranyum cevherini nükleer hammaddeye dönüştürebilecek bilgiye sahip olduğu.
Nükleer reaktörlerde kullanılabilmesi için, uranyumun zenginleştirilmesi gerekiyor. Uranyum, parçalanabilme özelliği kazandırılmak üzere gaz santrifüjlerindeki işlemle zenginleştiriliyor. Nükleer enerji santrallerindeki parçalanma için yüzde üçlük zenginleştirme yetiyor. Atom bombasında kullanılabilmesi için ise uranyumun en az %85 oranında zenginleştirilmesi gerekiyor.
İleri teknoloji santrifüjleri geliştirmek, teknik bakımdan çok zor. İran bu işlemi kendi imkanlarıyla başaramadığı için santrifüjü dışarıdan getirtmek zorunda.
Sivil ve askeri amaçlarla kullanılmaya elverişli emtianın ticareti uluslararası kurallara bağlı. Bu nedenle son derece dolambaçlı bir ithalat şebekesi kuran İran, malzemeyi nereden aldığını gizlemek ve Birleşmiş Milletler (BM) yaptırımlarını baypas etmek için bu yola başvuruyor.
IAEO'nun verilerine göre, İran uranyum zenginleştirmek için yeterli sayıda santrifüj edinmeyi başardı. Ajansın edindiği bilgiler, İran'ın bu aygıtların yardımıyla nükleer silah imaline elverişli oranda uranyum zenginleştirebilme yeteneğine kavuştuğu şeklinde. Ancak teşkilatın raporunda, İran'ın şimdilik uranyumu sadece %20 oranında zenginleştirebildiğine de işaret ediliyor. İran'ın daha yüksek oranda zenginleştirme imkanına kısa süre önce kavuştuğu anlaşılıyor. Bu ülke şimdiye kadar hammadde ihtiyacını, Arjantin'den zenginleştirilmiş uranyum ithal ederek karşılıyordu.
Yüksek oranda zenginleştirilmiş uranyum tek başına atom bombası yapmaya yetmiyor. Ateşlenebilir savaş başlığı geliştirebilmek için saf metale belli bir şekil verilip, doğrudan darbeyle zincirleme reaksiyon başlatabilmek gerekiyor. İran'ın bu teknikleri ne kadar geliştirdiği bilinmiyor.
**Ateşleme tertibatı ve taşıyıcıhazır**
İran'ın atom bombasının fünyesini hazırlayabilecek düzeye geldiğinden ise kimsenin kuşkusu yok. Bu alanda konvansiyonel silah ateşleyicilerinden yararlanmak mümkün. IAEO ayrıca, İranlı mühendis ve teknisyenlerin kapsamlı deneylerle, savaş başlığının özelliklerinin simülasyonunu yapabildiklerini de saptamış. İranlı bilim adamlarının yayınladıkları raporlar da, atom fizikçilerinin bu konuyla yakından ilgilendiklerini gösteriyor.
İran nükleer başlık takılabilen taşıyıcı roket sistemlerine de sahip. Kuzey Kore'nin Nodong-1 tipi orta menzilli roketinin yakın kopyası olan 2 000 km. menzilli Şahab 3 füzesi nükleer başlık taşıyabiliyor. |
# 02.03.2015 - Alman basınından özetler
Yeni DW'nin **beta** sürümüne herkesten önce göz atın. Görüşünüzü bize bildirerek yeni DW'yi daha da geliştirmemize yardımcı olabilirsiniz.
Alman basınının Rusya'daki siyasi cinayetle ilgili olarak yayınladığı yorumlar.
**Der neue Tag** adlı gazete, bu cinayetin aydınlatılmasının da kuşkulu olduğunu belirttikten sonra ekliyor:
"Nemtsov'un öldürülmesi, Putin imparatorluğunda farklı düşünenlere gönderilmiş bir ihtardır. Onun gibi düşünmeyen kanun dışılığı kabul etmiş demektir. Korku muhalefeti susturmanın kestirme yoludur."
**Flensburger Tageblatt** gazetesinde ise şu satırları okuyoruz:
"Rusya'ya sayısız propaganda medyasının körüklediği nefret havası hâkim. Parolası ise, ‘Putin'e karşı çıkan düşmandır ve bertaraf edilmelidir!'. Acı ama Rusya'da yüksek politika ve büyük ticari bağlantılar söz konusu olunca insan hayatı önemini kaybediyor. Boris Nemtsov sadece, öldürülen muhalif politikacı ve gazeteciler zincirinin yeni bir halkasıdır. Cinayetlerin hiçbiri aydınlatılmamıştır. Son suikast aynı zamanda Batı'ya verilmiş bir ihtardır: Rusya'da kural tanınmaz. Yasanın değeri, yazılı olduğu kağıt kadar bile değildir."
Oldenburg'da yayımlanan **Nordwest-Zeitung** adlı gazete Rusya'nın demokrasiye kavuşma şansının olup olmadığını sorguluyor:
"Muhalif Rus politikacı Boris Nemtsov'un öldürülmesi, Putin muarızlarının hayati tehlike içinde olduğunu bir kez daha hatırlatmıştır. Putin'e karşı olan öldürülür, hapsedilir, sindirilir. Bizzat devlet başkanı ve eski KGB ajanı tarafından değil, otokrasiden farkı olmayan ülkesindeki tebaası tarafından. Nemtsov suikastından sonra halkın sokaklara dökülüp fikir hürriyeti için gösteri yapması demokratik Rusya'ya kavuşma umudunun bir nebze olsun yaşadığını göstermektedir."
**Frankfurter Rundschau** gazetesi Moskova'da işlenen siyasi cinayeti şöyle yorumluyor:
"Boris Nemtsov Rus muhalefetinin genç ve enerjik umudu sayılıyordu. Onun katledilmesi daha önce işlenen siyasi cinayetlerden çok daha önemli bir dönüm noktası teşkil etmektedir. Cinayeti güncel Doğu – Batı anlaşmazlığına alet etmek için çağrıya gerek yok. Rusya'da hasımlarından korunması gerekenler iktidar sahipleri değildir. Rusya'da asıl korunması gerekenler ortadan kaldırılmaktadır. Bu insanlar cinayetler örtbas edilerek değil, aydınlatılarak korunabilirler."
**Nürnberger Nachrichten** gazetesi Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in soğukkanlılığını kaybetmeye başladığı görüşünde:
"Rusya, Ukrayna savaşının verdirdiği zarardan ağır şekilde etkilenmeye başladı. Putin ‘itiraz edilmezliğini' yitiriyor. Güçlü oligark dostları milyarlar kaybetti, bir o kadarını da Rusya'dan kaçırdı. Büyük patronlar durumdan memnun değiller. Asabileşen Kremlin lideri minik muhalefetten değil, asıl onlardan çekiniyor. Nemtsov'un öldürülmesi, panik halinde gösterilen bir tepkiyi andırıyor. En azından muhalifleri uyarılmış oldu. Çar'a karşı çıkmak ölümle sonuçlanabiliyor."
Bonn'da yayımlanan **General-Anzeiger** gazetesi de cinayetten Putin rejimini sorumlu tutuyor:
"Kremlin yakınlarında barbarca işlenen cinayetin faillerinin ya da azmettiricilerinin kimler olduğu önemli değil. Cinayetin ısmarlama mı olduğu yoksa Kremlin patronunun bir yıldır farklı düşünenlere ya da ona itiraz edenlere karşı başlattığı kışkırtma kampanyasının neticesinde mi işlendiği de. Kesin sayılan, son on yılda işlenen cinayetler gibi Nemtsov'un öldürülmesinden de Putin'in kurduğu sistemin sorumlu olduğudur. Putin'e karşı çıkan hayatını tehlikeye atmış demektir." |
# AB ülkelerine iltica prosedüründe "pandemi tavsiyeleri"
AB ülkelerine iltica prosedüründe "pandemi tavsiyeleri"
16 Nisan 2020
AB Komisyonu, koronavirüs nedeniyle iltica prosedüründe "pratik çözümler" içeren bir rehber hazırladı. Rehberde başvuruların mektup ya da e-postayla, mülakatların da video konferans yoluyla yapılabileceği belirtiliyor.
https://p.dw.com/p/3b202
Reklam
Avrupa Birliği (AB) Komisyonu, koronavirüs döneminde iltica başvuruları ve değerlendirme süreçlerinin kolaylaştırılması için önlemler içeren bir rehber hazırladı.
Avrupa İltica Destek Birimi (EASO) ve Avrupa Sınır Koruma Ajansı’nın (Frontex) desteğiyle ve yerel otoritelerle işbirliği içinde hazırlanan rehberde üye ülkelere başvuru kabul süreci, mülakatlar ve başvuru tarihleri konusunda esneklik tavsiyesinde bulunuluyor.
Pandeminin, AB’nin iltica ve geri gönderme düzenlemelerinin uygulanmasını doğrudan etkilediğine dikkat çeken AB Komisyonu Başkan Yardımcısı Margaritis Schinas, bu rehberle prosedürlerin mümkün olduğunca sürdürülmesini hedeflediklerini söyledi. Schinas, "Geçen haftalarda günlük hayatımız radikal biçimde değişmiş olsa da değerlerimiz ve prensiplerimiz değişmemeli’’ diye konuştu.
Sosyal mesafeye uygun başvuru tavsiyeleri
Komisyon'un rehberinde iltica başvurularının gerekli görülmesi halinde posta ya da elektronik posta yoluyla yapılabilmesi, başvuru sürelerinde esnek olunması, mülakatların video konferans gibi yöntemlerle gerçekleştirilmesi, hatta gerekli görülmesi halinde mülakattan feragat edilmesi gibi öneriler yer alıyor.
İltica başvurusunda bulunanların sağlık hizmetlerine erişiminin sağlanması gerektiğine de dikkat çeken Komisyon rehberinde, sığınmacılara yönelik olası karantina ve izolasyon koşullarının da orantılı, makul ve ayrımcılıktan uzak olması gerektiği ifade ediliyor.
"Sınır dışı ve yeniden yerleştirme hazırlıkları sürmeli’’
Komisyonun hazırladığı rehberde, pandemi nedeniyle yeniden yerleştirme operasyonlarının askıya alınmasına karşın; operasyonların pandemi sonrası akıcı bir şekilde devam edebilmesi için mümkün olduğunca hazırlıklara devam edilmesi gerektiği belirtiliyor. Ayrıca, Komisyon’un üye devletlere 2020’de taahhüt edilen yeniden yerleştirmeleri gerçekleştirebilmeleri için gereken desteği sağlamaya devam edeceği ve tarihler konusunda esneklik getireceği de kaydediliyor.
AB Komisyonu’nun açıkladığı rehberde, başvuruların yanı sıra, sınır dışı prosedürlerinin de devam etmesi gerektiğine dikkat çekiliyor. Buna göre, sığınma başvuruları kabul edilmeyenlerin geri gönderilmesine ilişkin hazırlıkların sürdürülmesi tavsiye edilirken, özellikle de kısıtlayıcı önlemlere karşın devam edebilecek prosedürlere odaklanılması ve önlemler ortadan kalktığında sınır dışıların gerçekleştirilebilmesi için hazır olunması gerektiği belirtiliyor.
Sağlık ve güvenlik açısından daha az risk teşkil ettiği için gönüllü geri dönüşlerin ise her zamankinden daha fazla öncelenmesi gerektiği kaydedilirken, geri göndermelerde Frontex’in hava operasyonları için üye devletlere desteğe hazır olduğu belirtiliyor. Sınır dışı prosedürlerinde başvuru sahibinin kimlik tespiti, belgelenmesi ve geri gönderimi için menşe ülkelerle yakın temas ve işbirliği içinde olunmasının önemine de dikkat çekiliyor. |
# AB-Türkiye işbirliğinde çıkmaza mı giriliyor?
Türkiye'deki Suriyeliler ülkelerine dönecek mi? AB ile işbirliği sürecek mi? Türk kamuoyu neden tepkili? Avrupa hangi adımları atmalı? CATS raporunda, bu sorulara çarpıcı eleştiri, uyarı ve önerilerle yanıt veriliyor.
Sığınmacılar konusu ve kontrolsüz göç, hem Avrupa Birliği (AB), hem de Türkiye gündeminde en çok tartışılan konuların başında olmaya devam ediyor.
Kamuoyunun yanıt aradığı birçok soru ise, belirsizliğini koruyor. Türkiye’deki sığınmacıların geleceği ne olacak? AB, Türkiye’ye yardımlarını artıracak mı? Yoksa AB-Türkiye işbirliğinde sona mı yaklaşılıyor?
Almanya’nın saygın düşünce kuruluşu Politika ve Bilim Vakfı (SWP) bünyesindeki Uygulamalı Türkiye Araştırmaları Merkezi'nin (CATS) yayımladığı yeni bir raporda, tüm bu konular mercek altına alınırken, dikkat çekici tespit, eleştiri ve çözüm önerilerine yer verildi.
"Sürdürülebilir değil"
AB’nin bugüne kadar yürüttüğü politikanın artık sürdürülebilir olmadığına işaret edilen raporda, Türkiye’nin de yeni sınamalarla karşı karşıya bulunduğu uyarısında bulunuldu. Uzmanlar hem Avrupalı siyasetçilere hem de Türk yetkililere, bir dizi tavsiyede bulundu.
CATS’ın "Avrupa güvenliği için hem partner, hem sorun olarak Türkiye" adlı projesi kapsamında hazırlanan rapor, Türk-Alman Üniversitesi (TAU) öğretim üyesi Profesör M. Murat Erdoğan ile Atina’daki Panteion Üniversitesi öğretim üyesi Dr. Markos Papakonstantis tarafından kaleme alındı.
Raporda, öncelikle devletlerin düzensiz göç konusuna bakışı, bu alandaki yaklaşımları ve yaşanan değişimler değerlendirildi.
"Güvenlik anlaşması"
Soğuk Savaş sonrasında devletlerin "güvenlik konseptinde" değişim yaşandığına işaret eden uzmanlar, yakın dönemde de kontrolsüz göç hareketlerinin, özellikle Batılı devletler tarafından en büyük sınamalardan biri olarak görülmeye başlandığına dikkat çektiler.
AB ile Türkiye arasında 2016 yılında varılan Mülteci Mutabakatı’nda daha çok güvenlik kaygılarının belirleyici olduğuna işaret eden uzmanlara göre, bu mutabakatı bir "güvenlik anlaşması" olarak da nitelendirmek mümkün.
Raporda, "AB bu mutabakatla, 4 yıllık bir süre için 6 milyar euro karşılığında, ciddi bir tehdit olarak gördüğü kontrolsüz insan hareketliliğinin durdurulmasını sağladı" tespitine yer verildi.
AB’nin yaklaşımına ağır eleştiri
Bu mutabakat yoluyla Avrupa’nın sığınmacı krizini bir anlamda kendi sınırları dışında tutmayı başardığını ancak bu politikanın sürdürülebilir olmadığını savunan uzmanlar, AB’nin Türkiye’ye salt mali kaynak sağlamakla yetindiği politikasında "sona gelindiğine" dikkat çekti.
Mülteci Mutabakatı’nın Türkiye-AB ilişkilerinde çelişkilere yol açtığına işaret edilirken, şu tespitlere yer verildi:
"Bir yandan AB’nin korunmasını sağlayan bir işbirliği zemini sağlandı, Türkiye de bu bağlamda güvenilir bir partner olduğunu ispatladı. Diğer yandan ise, her nasılsa, Türkiye-AB ilişkileri neredeyse sadece mülteci meselesine indirgendi ve Türkiye, bu sefer sığınmacı akınlarını önlemesi için, tıpkı Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi ‘Batıyı koruma’ işlevini üstlendi. Türkiye’nin AB tarafından adeta ‘ucuz bir tampon bölge’ olarak değerlendirildiği gerçeği, Türkiye’de Avrupa ve Batı karşıtı eğilimleri güçlendiriyor ve AB’nin sorunu dışarıya havale etme politikası, Türk siyasi çıkarları tarafından da araçsallaştırılıyor."
"Stratejik bir işbirliği gerekli"
CATS raporunda, Türkiye’ye yakın bölgelerdeki istikrarsızlıkların yakın bir zamanda son bulmasının çok gerçekçi görülmediği, mülteci akının süreceği, Türkiye’de yaşayan Suriyelilerin evlerine dönme ihtimallerinin de hızla kaybolmakta olduğuna işaret edildi.
AB’nin sadece Türkiye’ye mali destekte bulunarak, yükün bir bölümünü paylaşarak yetinemeyeceği uyarısında bulunan uzmanlar, daha gerçekçi bir zeminde, daha kapsamlı ve stratejik bir işbirliğinin geliştirilmesi gerektiğinin altını çizdiler.
Türkiye’nin sınırda inşa ettiği duvara rağmen, Afganistan ve Irak’tan geçişlerin sürdüğüne dikkat çekilen raporda, yakın coğrafyalardaki istikrarsızlıkların hem Ankara hem de AB başkentleri için riskler taşıdığına işaret edildi. "Bu Türkiye için sınır güvenliği bakımından ciddi bir sorun teşkil etmekte. Bu aynı zamanda AB için de sorun olabilir" tespitine yer verildi.
"Türkiye için katlanılması zor hale geldi"
Raporda, Türkiye’nin sığınmacı meselesinde karşı karşıya kaldığı siyasi, ekonomik, toplumsal sorunların artık katlanılması zor bir hale gelmeye başladığının altı çizildi.
AB’nin kendi güvenliği açısından Türkiye ile işbirliğini sürdürmek durumunda olduğu hatırlatılırken, bu işbirliğinin kapsamının gerçekçi bir şekilde genişletilmesi gerektiği vurgulandı.
Raporda, bu kapsamda bir dizi tavsiyeye yer verilirken, "Türkiye ile Gümrük Birliği’nin güncellenmesi, üyelik müzakerelerinin sürdürülmesi ve vize serbestisi gibi siyasi beklentilerde elle tutulur somut adımların atılması büyük önem taşıyor" denildi.
Ayrıca 18 Mart 2016’da varılan Mülteci Mutabakatı’nın kapsam ve süresinin yenilenmesi önerilirken, işbirliğine sadece Suriyelilerin değil, aynı zamanda diğer bölgelerden gelen göçmenlerin de dahil edilmesi gerektiği vurgulandı.
"Türk hükümeti gün be gün artan bir baskı altında" tespitine yer verilen bölümde, ülke ekonomisinin kırılgan bir süreçten geçmekte olduğu, bu nedenle Türkiye üzerindeki mali yükün hafifletilmesi gerektiği kaydedildi.
Raporda, sığınmacılara yönelik başarılı projelerin yaşama geçirilebilmesi için, AB mali kaynaklarından yerel yönetimlerin de yararlandırılması gerektiği belirtilirken, bunun özellikle uyum politikalarının yerelde başarısı açısından önem taşıdığı kaydedildi.
Öneriler bölümünde ayrıca, kamu kurumları ve sivil toplum kuruluşlarının mali kaynakları doğru ve etkin bir şekilde kullanıp kullanmadığının da, oluşturulacak denetim mekanizmalarıyla kontrol edilmesi gerektiği belirtiliyor.
Raporun sonunda ise, "Sığınmacı sorunu önümüzdeki onlarca yıl boyunca devam edecek ve etkisi giderek yayılacaktır. Bu konu, Avrupa gündemindeki en kritik güvenlik meselesi olmaya da devam edecektir" tespitine yer verildi.
Türkiye’de iktidar, muhalefet ne yapmalı?
Raporu kaleme uzmanlardan Prof. Dr. Murat Erdoğan, DW Türkçe’nin sorularını yanıtlarken, Türkiye’de sığınmacılar konusunun günlük siyasetin bir konusu yapılmaması gerektiğini, sorunların çözümü için popülist söylemlerin bir kenara bırakılarak, gerçekçi politikaların geliştirilmesinin şart olduğunu, uyum politikalarına odaklanılmasının büyük önem taşıdığını vurguladı.
Bazı muhalefet partileri tarafından dile getirilen Suriyelileri ülkelerine gönderme söylemlerinin yanlış algılara ve beklentilere yol açtığını, çözüme katkı sağlamadığı söyleyen Prof. Erdoğan, "Bu artık iktidarı da aşan, ortak sorumluluk gerektiren öneme haiz bir konu" dedi.
Suriye’de savaş ve istikrarsızlığın sürdüğünü, Suriyelilerin çok büyük çoğunluğunun Suriye’ye dönmesinin söz konusu olmayacağını söyleyen Prof. Erdoğan, bazı muhalefet siyasetçileri tarafından bu tür beklentilerin oluşturulmasının "çok riskli" olduğunu kaydetti.
Kritik uyarı
"Bu beklentinin tırmandırılması, gerçekleşmeyecek olması nedeniyle toplumda ciddi bir hayal kırıklığı, hatta öfke yaratabilir" uyarısını dile getiren Prof. Dr. Murat Erdoğan, Türkiye’de yaygınlaşan nefret söyleminin de kaygı verici oldugunu dile getirerek, "Bu öyle kolay kontrol edilebilir bir durum değil, çok riskli. Bu nedenle ‘davulla zurnayla geri gidecekler’ şeklinde, gerçekçi olmayan beklentiler yaratılmamalı. Kimseye faydası olmayan söylemlerden kaçınılması gerekiyor" dedi.
Toplumun kaygılarını, endişelerini anlamanın ve buna yanıt verecek politikaların geliştirmesi gerektiğini söyleyen Prof. Erdoğan, "Suriyeliler artık Türkiye’de kendi hayatlarını kurdu, 735 bin bebek doğdu, 750 bin çocuk Türk okullarına gidiyor, Türkçe eğitim alıyor… Ayrıca bugün bile Esad gitse, Suriye’de normal koşullara dönülebilmesi en az 20 sene alacak. İnsanlar niye uluslararası çatışma alanının bir sahnesine dönüşmüş olan Suriye’ye gidip kaosun içine girmek istesin? İnsanlar gönüllü geri gitmeyecek. İktidarlar ‘onlara mı kalmış, geçici korumalarını kaldırır gönderirim’ diyebilir ama günümüz dünyasında bunu yapamazsınız, yapmamalısınız da zaten" diye konuştu. |
# 02.12.2008 - Alman basınından özetler
Tagesspiegel, ABD'de eski başkan Bill Clinton'ın eşi Hillary Clinton'ın Dışişleri Bakanlığı görevine getirilmesini şöyle değerlendiriyor:
"Clinton'ın Dışişleri Bakanı olması gerçi bazı sorunları beraberinde getiriyor. Clinton Obama'nın Irak'tan asker çekme, İran ile görüşmelere oturma ve Pakistan planlarını ‘saflık' olarak değerlendirmişti. Eşi Bill Clinton'ın faaliyetleri de onun için risk oluşturuyor. Ama Hillary Clinton'ın göreve getirilmesinin avantajları daha fazla. Bakanlar Kurulu'nda oturuyor olmak onu Başkan'a sadakate zorlayacak ve 2012'de Obama'ya karşı Başkanlık yarışına giremeyecek. Clinton, Gates ve Jones dış politikada ‘şahin' politikacılar olarak görülüyor. İşte tam da bu nedenle Obama hedeflerine güvercinlerle erişebileceğinden daha kolay ulaşabilecek. Bush döneminde Irak'taki Amerikan askerlerinin takviye edilmesini organize eden Gates Irak'tan çekilmeyi düzenlerken, Hillary Clinton İran'daki mollalarla Tahran'da görüşürken kim Obama'yı yeterince sert olmamakla suçlayabilir ki?"
Essen'da yayımlanan **
Neue Ruhr/Neue Rhein Zeitung, Obama'nın baş rakibi Hillary Clinton'ı Beyaz Saray'a sokarak devlet adamı olarak büyüklüğünü kanıtladığını belirtiyor.
"Hillary'nin arkasında ön seçimlerden 18 milyon taraftarı var ve Demokrat Parti içinde de geniş bir kesimin desteğine sahip. Eski First Lady'nin Beyaz Saray'a geri dönüşünü gözlemlemek heyecanlı olacak. Dışişleri Bakanlığı, Başkanlık yarışında kaybeden Clinton için bir teselli ödülü olsa da dünya sahnesine bir yıldız olarak çıkacak."
Weiden'da yayımlanan **
Der Neue Tag gazetesi ise Obama'nın atamalarına değişik bir açıdan bakıyor.
"Obama değişim sözü vermişti. Şimdi ise müstakbel Başkan'ın çevresinde bir çok eski çehre görülüyor. Dış poliitka ve güvenlik politikalarında Clinton, Gates ve Jones, mali ve ekonomik krize karşı uzmanlar ekibini yönetmek için 81 yaşındaki Paul Volcker. Obama bize ne demek istiyor? Değişim istediğini, ama kopma istemediğini mi?"
Alman Hristiyan Demokrat Birlik partisi Başbakan Angela Merkel'i ezici çoğunlukla parti genel başkanlığına yeniden seçti. **
Frankfurter Allgemeine gazetesinin yorumu şöyle:
"Hristiyan Demokrat Birlik partisinin, Genel Başkan'ın arkasında durmak dışında seçeneği yoktu. Bu fırtınalı dönemde Başbakan Merkel, partinin lokomotifi olmayı sürdürüyor. İnsancıl bir çehreye sahip bir piyasa ekonomisinin bayraktarı olarak Merkel sadece parti ile değil, Almanya'daki siyasi merkez ile de en çok özdeşleşen isim. Ama seçimlere daha on ay var ve çok şey değişebilir."
Süddeutsche Zeitung'un yorumu ise şöyle:
"Angela Merkel sosyal piyasa ekonomisinden hiç bu kadar çok bahsetmemişti. Parti kongresindeki konuşmasında sosyal piyasa ekonomisi küresel mali ve ekonomik krize karşı her derde deva bir reçete, halkın siyaset ve ekonomiye güvenini yeniden kazanabilmek için bir ilaç gibiydi. Merkel bu şurubu parti kongresinde büyük kaşıklarla verdi, delegeler yuttu ama pek de coşkulu değillerdi. Çünkü Başbakan'ın kendisi de pek coşkulu görünmüyordu. Merkel bu şurubun içeriği ile ilgili bir şey de söylemedi. Piyasa ekonomisi bugün ne anlama geliyor? Merkel iyi bir şeyi kötü sattı. Buna rağmen parti başkanlığına yeniden seçilmek için aldığı oy oranı çok iyiydi."
Berliner Morgenpost ise Merkel'in partiyi tek başına yöneterek risk aldığı yorumunda bulunuyor:
"Merkel'in parti kongresinde aldığı sonuç, partiyi tek başına yönettiği gerçeğini geri planda bırakmamalı. Neredeyse tüm sorumluluk onda. Ama bu yönetim tarzıyla büyük bir riskin de altına giriyor. Seçimlerin, özellikle de federal meclis seçimlerinin partinin umduğu gibi sonuçlanmaması durumunda hayalkırıklığı ve öfke raydan çıkabilir. Merkel o zaman da tek başına olacak. Bu parti kongresi, Merkel ve partisi arasında ilişkilerin daha çok mantığa dayandığını bir kez daha ortaya koydu. Merkel'in konuşması neredeyse hiçbir coşku yaratmadı. Delegelerin alkışları uzun sürdü, ama bu coşku havası için geçerli değildi."
Freiburg'da yayımlanan **
Badische Zeitung da benzer bir değerlendirmede bulunuyor ve "Yüzde 94,83'lük evet oyu herşeye rağmen güçlü bir güven kanıtı değil. Tam tersine. Parti gergin ve seçim yılına büyük korkularla giriyor" diyor. |
# Eylemler 'vatan hainliği' sayılacak
Ukrayna'da başsavcılık, ülkede hafta sonunda şiddet olaylarının yaşandığı protesto eylemlerini 'vatan hainliği' olarak sınıflandırdığını açıkladı.
Kiev'de hafta sonu düzenlenen hükümet karşıtı eylemlerin sokak çatışmalarına dönüşmesii üzerine başsavcılık kargaşaya son verilmesi çağrısı yaparak eylemleri ‘vatan hainliği’ olarak sınıflandırdı ve eylemlerin devlete karşı bir suç olduğunu açıkladı.
Başsavcı Viktor Pşonka pazartesi günü yaptığı açıklamada, eylemlerin sadece aşırılıktan ibaret olmadığını, bunların devlete karşı işlenmiş suçlar olduğuna dikkat çekti. Pşonka, başta muhalif siyasetçi Vitali Klitçko olmak üzere tüm muhaliflere, polis ile eylemciler arasındaki çatışmaları sona erdirecek adımı atma çağrısında bulundu.
Ukrayna Devlet Başkanı Viktor Yanukoviç'in cuma günü protesto gösterisi düzenleme hakkını kısıtlayan yeni yasal düzenlemeyi imzalaması üzerine başkent Kiev'de pazar günü yaklaşık 200 bin kişinin katıldığı büyük bir protesto gösterisi düzenlenmişti. Pazartesi sabah saatlerine kadar devam eden gösterilerde, polis ile göstericiler arasında çıkan çatışmalarda en az 200 kişi yaralanmıştı.
Yanukoviç'in imzaladığı yasa paketi protesto gösterilerine sınırlamalar getirirken, maske ve kask takanlara, kamu binaları önünde izinsiz sahne, çadır ya da barikat kuranlara çeşitli para ve hapis cezaları verilmesini öngörüyor. Aynı zamanda Ukrayna'da bir mahkeme çarşamba günü herhangi bir gerekçe göstermeden Kiev'de 8 Mart tarihine kadar protesto yasağı getirilmesini kararlaştırmıştı.
Ukrayna'da AB yanlısı muhaliflerin hükümet karşıtı gösterileri kasım ayından bu yana devam ediyor. Muhalifler, düzenledikleri eylemlerle Devlet Başkanı Yanukoviç'in AB ile Ortaklık Anlaşması'nı askıya almasını protesto ediyor. |
# ABD’den İran’a yeni yaptırımlar
ABD Dışişleri Bakanı Pompeo ve Maliye Bakanı Mnuchin, İran’a yönelik yeni yaptırımların yürürlüğe girdiğini duyurdu.
ABD, İran’ın Irak’ta bulunan Amerikan hedeflerine füze saldırısı gerçekleştirmesine yanıt olarak, Tahran’a yönelik yeni yaptırımları yürürlüğe soktuğunu duyurdu. ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo ve Maliye Bakanı Steven Mnuchin’in konuyla ilgili düzenlendiği ortak basın toplantısında, söz konusu yeni yaptırımların özellikle İran’ın çelik sektörünü hedef aldığı duyuruldu. Ancak bu yaptırımlarla ilgili detaylar bakanlar tarafından kamuoyu ile paylaşılmadı. Pompeo ayrıca, füze saldırısında sorumluluğu olduğunu öne sürdüğü İran rejiminden sekiz üst düzey yöneticiye de kişisel yaptırımlar uygulanmasının kararlaştırıldığını bildirdi.
ABD halihazırda İran’a, son olarak geçen kasım ayında sertleştirdiği çeşitli yaptırımlar uyguluyor.
**İran kararları ciddiye almıyor**
Tahran’dan yapılan açıklamalar ise, Pompeo ve Mnuchin tarafından açıklanan yeni yaptırımların İran yönetimince çok ciddiye alınmadığını gösteriyor. İran Devrim Muhafızları Ordusu Komutanı Muhsin Rızai, ABD’nin aldığı kararları "sembolik" olarak nitelendirerek, bunların herhangi bir ekonomik etkisinin olmayacağını ve aynı zamanda Washington’a da saygınlık kazandırmayacağını savundu. Muhsin Rızai, ABD’nin ayrıca kişisel yaptırıma tabi tuttuğu sekiz yöneticiden biri konumunda bulunuyor.
İran Devrim Muhafızları Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’nin geçen hafta ABD tarafından hedef alınarak öldürülmesinin ardından iki ülke arasında var olan gerilim bir anda tırmanmış ve tüm dünyada bir savaş endişesi yaşanmıştı. İran da, Süleymani’nin öldürülmesine karşılık olarak ABD’nin Irak’ta kullandığı iki askeri üsse füze saldırısında bulunmuş ancak bu saldırılarda ölen ya da yaralanan olmamıştı. |
# İran’la nükleer anlaşmanın tarafları Viyana’da görüşecek
ABD’nin 2018 yılında çekildiği nükleer anlaşmanın tarafları, anlaşmayı yeniden ele almak için Viyana’da görüşecek.
2015'te İran'la imzalanan nükleer anlaşmanın geleceği için Tahran ve Washington'dan yetkililerin 6 Nisan'da Viyana'ya gideceği bildirildi. İki ülke temsilcilerinin aynı kentte olacağı, ancak biraraya gelmeyecekleri ifade edildi.
ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ned Price, anlaşmanın Avrupa, Rusya ve Çinli taraflarıyla anlaşmanın geleceğini ele almak için bir araya geleceklerini açıkladı. Avusturya'da gerçekleştirilmesi planlanan görüşmeleri "ileri doğru atılmış sağlıklı bir adım" olarak nitelendiren Price, müzakerelerin zorlu geçmesini beklediklerini de ifade etti.
Avrupa Birliği'nden (AB) bir üst düzey yetkili, hedefin iki ay içinde anlaşmaya varmak olduğunu açıkladı. Bir başka diplomatik kaynak, ABD'nin İran'a uyguladığı yaptırımlardan hangilerini kaldırabileceğinin ve İran'ın nükleer sorumluluklarının müzakere edileceğini söyledi.
İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif de Twitter hesabından yaptığı paylaşımda, amaçlarının yaptırımların kademeli olarak kaldırılmasını nihayete erdirmek ve buna paralel olarak nükleer önlemlerin devreye sokulması olduğunu ifade etti. Zarif, "İran - ABD görüşmesi olmayacak. Buna gerek yok" diye ekledi.
İranlı bir yetkili de Viyana'ya gidecek Amerikan heyetinde İran Özel Temsilcisi Robert Malley ve Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan'ın yer alacağını söyleyerek, İranlı ve Amerikalı yetkililer arasında doğrudan ya da dolaylı görüşmeler olmayacağının altını çizdi.
Maas: Bölge için iyiye işaret
Müzakerelerin devam etmesinin iyiye işaret olduğunu belirten Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas da zaman kaybedilmemesinin önemine dikkat çekti.
Maas, "Yeniden tamamıyla saygı gösterilen bir anlaşma tüm bölgenin güvenliği için bir artı ve bölgesel istikrara yönelik diğer önemli konuların görüşülmesi için en iyi temel olurdu" ifadelerini kullandı.
2015 yılında İran ile Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi'nin beş daimi üyesi ABD, Rusya, İngiltere, Fransa, Çin'in yanı sıra Almanya ve AB tarafından da imzalanan anlaşma, İran'a yönelik yaptırımların durdurulması karşılığında Tahran'ın da nükleer programını sınırlandırmasını öngörüyordu. ABD, İran'la imzalanan nükleer anlaşmadan 2018 yılında eski Başkan Donald Trump'ın kararıyla tek taraflı olarak çekilerek Tahran'a yönelik yeni yaptırımları yürürlüğe sokmuştu. Ancak anlaşmaya taraf olan İngiltere, Fransa, Çin, Rusya ve Almanya; ABD'nin bu adımını eleştirerek mutabakata bağlılıklarının sürdüğünü bildirmişti. İran ise Trump yönetiminin tavrına tepki olarak anlaşmadan doğan yükümlülüklerini aşamalı olarak terk etme politikası izlemişti.
Trump'ın halefi, ABD Başkanı Joe Biden, anlaşmayı yeniden hayata geçirmek istemesine rağmen, Washington ve Tahran arasında ilk adımı kimin atacağına dair tereddüt yaşanıyordu. |
# ‘Taksim Tahrir değildir’
Almanya Dışişleri Bakanı, Erdoğan’ı yurttaşlık haklarına saygılı olmaya çağırdı. Westerwelle, öte yandan Türkiye’deki olaylarla Mısır’dakiler arasında paralellik olmadığını kaydetti.
Almanya Dışişleri Bakanı Guido Westerwelle, Welt am Sonntag'a verdiği demeçte, "Bu Türk hükümetinin Avrupa ve dünyaya, hukukun egemenliği ve özgürlük haklarının onlar için bir anlam ifade ettiğini göstermek için bir denemedir" dedi.
Westerwelle, polisin aşırı tepkisi konusunda özellikle Erdoğan'a yükümlülük düştüğünü kaydetti. Almanya Dışişleri Bakanı, "Başbakan Erdoğan, durumu yatıştırma sorumluluğuna sahip. Bu sorumluluğunun bilincinde olmalı" şeklinde konuştu.
Hür Demokrat Partili politikacı Türkiye'de olaylar ile Mısır'daki devrim arasında ise bir paralellik görmediğini söyledi ve "Taksim Tahrir, İstanbul da Kahire değildir" dedi. |
# Türkiye'ye yardım önerisine koşullu destek
Berlin Türkiye'ye ekonomik yardımı tartışıyor. Alman siyasilerin bir kısmı yardımın koşula bağlanmasını isterken eski Dışişleri Bakanı Gabriel "Türkiye’nin Batı’da tutulması için her şeyin yapılması" gerektiğini söyledi.
Almanya'da koalisyon ortağı Sosyal Demokrat Parti (SPD) Genel Başkanı Andrea Nahles'in ekonomik sıkıntılar yaşayan Türkiye'ye mali yardım yapılması önerisiyle ilgili tartışmalar sürüyor. Tartışmalara katılan Almanya'nın eski Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel, Türkiye'deki krizin güvenlik politikası açısından Almanya ve Avrupa için risk oluşturduğu uyarısında bulundu.
Almanya Yazı İşleri Ağı'na yaptığı açıklamada "Kendi çıkarımız için, Türkiye'yi Batı'da tutmak için her şeyi yapmalıyız" diyen Gabriel, aksi takdirde siyasi açıdan izole edilen Türkiye'nin uzun vadede nükleer silahlanmaya gidebileceği tehdidinin bulunduğunu ifade etti.
Sosyal Demokrat Parti'nin eski genel başkanı Gabriel, ABD Başkanı Donald Trump'ın Türkiye'yi ekonomik istikrarsızlığa sürekleyen tutumuna Almanya ve Avrupa'nın destek vermediğine dair Türkiye'ye açık bir işaret verilmesi gerektiğini vurguladı. Gabriel, "Bence ABD, NATO müttefikleri arasında yapılmayacak bir şey yapıyor: Yaptırım uygulayarak zaten ekonomik açıdan zor durumda olan ülkeyi uçuruma doğru itiyor" şeklinde konuştu. Türkiye eğer NATO'dan uzaklaşırsa ne olur sorusunu yönelten Gabriel, "Korkarım, er ya da geç Türkiye'deki milliyetçi güçler, İran ve Kuzey Kore'de olduğu gibi saldırılmaz olabilmek için nükleer bombaya başvurur" dedi.
Sosyal Demokrat Parti lideri Andrea Nahles, "Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile yaşanan siyasi anlaşmazlıklardan bağımsız olarak Türkiye'ye yardım edilmesini gerektiren bir durum oluşabilir" demişti. Nahles, Funke Medya Grubu'na bağlı gazetelere yaptığı açıklamada, "Türkiye'nin boşverilecek bir NATO üyesi olmadığını" belirterek "Türkiye'nin ekonomik olarak istikrarlı olması ve kur türbülanslarının durdurulmasının herkesin çıkarına" olduğunu ifade etmişti.
**"Erdoğan tutumunu değiştirirse yardım düşünülebilir"**
Başbakan Angela Merkel'in lideri olduğu Hristiyan Demokrat Birlik (CDU) partili Jürgen Hardt ise Türk hükümetinin siyasi çizgisini değiştirmesi halinde Türkiye'ye mali yardımda bulunulabileceğini söyledi. *Rheinische Post* gazetesine konuşan Hardt, "Türkiye'deki ekonomi ve döviz krizinin nedeni, Merkez Bankası'nın bağımsızlığı ve hukuk devleti ilkelerine ilişkin Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dikkatsizce yaptığı açıklamalar" dedi.
"Erdoğan bu tavrını değiştirmezse Türkiye'ye yapılacak mali yardımın boşa harcanacak para olacağını" ifade eden Hardt, "Türk hükümeti tutumunu değiştirdiği takdirde, yardımlar konusunda düşünülebilir" şeklinde konuştu. Hardt, "Siyasi ve ekonomik nedenlerle güçlü bir Türkiye bizim de çıkarımıza" dedi. Hardt, sorunlara çözümün Erdoğan'ın elinde olduğunu da sözlerine ekledi.
**"Alman hükümeti Türkiye'yi IMF için ikna etmeli"**
Muhalefetteki Hür Demokrat Partili (FDP) Alexander Graf Lambsdorff da *Die **Welt* gazetesine yaptığı değerlendirmede, Nahles'in önerisini "saf ve yersiz" olarak nitelendirerek ekonomik yardımlarla küresel finans sisteminde değil, Erdoğan sisteminde istikrar sağlacağını savundu. Lambsdorff, *Augsburger Allgemeine* gazetesine yaptığı açıklamada ise Alman hükümetinin Türkiye'ye yardım etmek yerine "Ankara'yı Uluslararası Para Fonu'nun (IMF) yardım programını kabul etmesi konusunda ikna etmesi" gerektiğini belirtti.
Yeşiller partili Omid Nouripour, Türkiye'ye bazı şart yerine getirilmesi halinde yardım edilebileceğini açıkladı. *Die **Welt*'e konuşan Nouripour, "Bu şart Türkiye'nin demokrasi ve hukuk devleti ilkelerine geri dönmesi olmalıdır. Büyük bir hızla diktatörlük yolunda ilerleyen Türkiye ile bu olmaz" dedi.
Alman meclisi Yeşiller Grup Başkanı Katrin Göring-Eckardt da *Augsburger Allgemeine*'ye yaptığı değerlendirmede "Türk hükümetinin otoriter ve öngörülemez çizgisini değiştirmesi halinde, Türkiye'nin bu durumdan çıkabileceğini" söyledi.
**AB Komisyonu üyesinden açıklama**
Avrupa Birliği (AB) Komisyonu’nun bütçeden sorumlu üyesi Günther Ottinger, Almanya’nın Türkiye’ye mali yardımda bulunmasına karşı çıktı. Hristiyan Demokrat Birlik (CDU) partili Oettinger, Pazartesi günü Berlin’de yaptığı açıklamada, Türkiye’ye yardımın Almanya’nın görevi olmadığını vurgulayarak, bunun "Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) görevi olduğunu" söyledi. Oettinger, Türkiye’ye yardım için "ne Berlin ne de Brüksel öncelikle Ankara’nın harekete geçmesi gerektiğini" belirtti.
Aynı zamanda Türkiye’nin izole edilmemesi gerektiği konusunda uyarıda bulunan Oettinger, Türkiye’nin Avrupa’nın komşusu, bir çok konuda da müttefiki olduğunu hatırlattı. Türkiye’nin "Bazı konularda kaygı yaratan bir komşu" olduğunu söyleyen Oettinger, ancak Türkiye’nin NATO üyeliğinin süreceğini ve uzak bir gelecekte de AB’ye üye olacağını vurguladı. Oettinger, bu nedenle Türkiye’nin izole edilmesini olumlu bulmadığını ifade etti. |
# Hong Kong'da seçimleri demokrasi yanlıları kazandı
Hong Kong'da altı aydır devam eden protesto gösterilerinin ardından yapılan yerel seçimlerde özel idare bölgesinin lideri Lam hezimete uğradı. Sandıktan demokrasi yanlısı grup zaferle çıktı.
Çin ve yerel hükümet karşıtı gösterilerin şiddet eylemlerine dönüştüğü Çin'in özel idare bölgesi Hong Kong'da pazar günü halk sandık başına gitti. Altı aydır protestoların devam ettiği Hong Kong'da yerel seçimlere rekor düzeyde katılım oldu.
Yerel RTHK televizyonu demokrasi yanlısı grubun Hong Kong'daki 18 şehir meclisinde 452 sandalyenin 390'ını kazanarak çoğunluğu elde ettiğini duyurdu.
Çin'e bağlılığıyla bilinen özel idare bölgesinin başkanı Carrie Lam seçim sonuçları üzerine yaptığı açıklamada "Yönetim tabii ki vatandaşlarının görüşünü mütavazı bir şekilde dinleyecek ve bununla ilgili ciddi olarak düşünecektir" dedi. Yerel seçimler Lam için bir güven oylaması olarak görülüyordu.
Çin Hong Kong'daki seçimlerle ilgili doğrudan bir açıklamada bulunmasa da Dışişleri Bakanı Vang Yi Japonya'ya yaptığı ziyarete sırasında "Ne olursa olsun Hong Kong Çin'in bir parçasıdır" ifadelerini kullandı. Vang "Hong Kong'u karıştırma ya da rafahına ve istikrarına zarar verme yönündeki hiçbir girişim başarılı olamayacak" dedi.
Hong Kong'da haziran ayından beri devam eden gösterilerin hedefinde Lam da bulunuyordu. Zanlıların Çin'e iade edilmesini öngören yasa tasarısına tepkiyle başlayan gösteriler zamanla Hong Kong yönetimini protestoya dönüştü. Göstericiler serbest seçimlere gidilmesini, göstericilere uygulanan polis şiddetinin bağımsız biçimde araştırılmasını ve 4 binden fazla tutuklunun serbest kalmasını istiyor. Hong Kong yönetimi lideri Carrie Lam'in istifa etmesi de göstericilerin talepleri arasındaydı. |
# Londra'da ev fiyatına garaj
Londra'nın lüks semti Chelsea'de bir garaj açık arttırmada yaklaşık 466 bin euroya alıcı buldu. Üstelik garaj büyükçe bir otomobilin rahatça park edemeyeceği kadar küçük.
Müzayede evi Savills Auctions'ın verdiği bilgilere göre Londra'nın lüks semti Chelsea'deki garaj 360 bin sterline yani 466 bin euroya el değiştirdi. Garaja çok büyük talep olduğu bu nedenle beklenenin iki katı fiyata satıldığı kaydedildi.
İngiliz The Guardian gazetesinde yer alan habere göre garaj o kadar küçük ki, büyük bir otomobille garaja girip çıkmak büyük maharet istiyor.
Ancak gazetenin haberine göre her ne kadar çok yüksek olsa da söz konusu garajın fiyatı Londra için rekor düzeyde değil. Haberde bundan iki yıl önce Albert Hall yakınlarında yeraltında bulunun bir garajın 400 bin sterline satıldığına işaret ediliyor. Southwark'ta ise garaj fiyatlarının yarım milyon sterlinin üzerine çıkabildiği belirtiyor.
360 bin sterline Londra'ya bir saat uzaklıkta üç odalı bir ev almak mümkün. |
# Nevruz konuşmaları nedeniyle Demirtaş ve Önder'e hapis cezası
2013'teki Nevruz mitinginde yaptıkları konuşmalarda "terör örgütü propagandası" yapmakla suçlandıkları davada Selahattin Demirtaş 4 yıl 8 ay, Sırrı Süreyya Önder ise 3 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırıldı.
Halkların Demokratik Partisi (HDP) eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ve partinin eski milletvekili Sırrı Süreyya Önder'in 2013 yılında düzenlenen Nevruz mitinginde yaptıkları konuşmalar nedeniyle yargılandıkları davada Demirtaş ile Önder için hapis cezası kararı verildi.
*Anadolu Ajansı*'nın haberine göre, başka suçtan tutuklu bulunan Demirtaş, "terör örgütü propagandası yapmak" suçundan 4 yıl 8 ay, tutuksuz sanık Önder ise aynı suçtan 3 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırıldı. İki siyasetçi, 2013 yılında Zeytinburnu'nda düzenlenen Nevruz etkinliğinde sarf ettikleri sözlerle "terör örgütü propagandası yaptıkları" suçlamasıyla yargılanıyordu.
İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesi'nin baktığı davada mahkumiyet kararı oy birliğiyle alındı. Mahkeme ayrıca sanıkların duruşmalarda gözlemlenen olumsuz tutum ve davranışlarından dolayı cezalarında indirim uygulamadı.
**"Noktası virgülüne kadar arkasındayım"**
Duruşmaya Sırrı Süreyya Önder bizzat katılırken, Demirtaş bulunduğu Edirne Cezaevinden dijital görüntü sistemi SEGBİS aracılığıyla bağlandı. Geçen duruşmaya bizzat katılmasına karar verilen Demirtaş, sağlık sorunları nedeniyle ring aracına binemediğini ve duruşmaya SEGBİS ile bağlanmanın kendi kararı olduğunu söyledi.
Selahattin Demirtaş, savunmasında, "Adil yargılama talep ediyoruz. Biz savunmadan kaçmıyoruz. Türkiye Cumhuriyetinin tanınmış, en aktif siyasetçilerindenim. İki kez cumhurbaşkanı adayı oldum. Ben nerede ne konuşmuşsam noktasından virgülüne kadar arkasındayım" dedi.
Sırrı Süreyya Önder ise, sözü edilen etkinlikte yaptığı 3 dakikalık konuşmayı duruşma salonunda dinletti. İddianamede belirtildiği üzere suç unsuru teşkil eden konuşmaları yapmadığını kaydeden Önder, suçlamaları reddetti. Son sözleri sorulan Önder "Yaşasın barış, yaşasın demokrasi" derken, Demirtaş ise "Kahrolsun faşizm, yaşasın barış ve emek" ifadelerini kullandı.
**"Teslim olmayacağız"**
Duruşmanın ardından HDP Twitter hesabından çeşitli mesajlar yayınlandı. Yapılan açıklamada, mahkeme kararıyla ilgili olarak, "Bu, iktidarın savaş politikasını sürdürme kararıdır. İdlib'de çeteleri destekleyenlerin kendi halkına savaşı reva görmesine teslim olmayacağız. Demirtaş&Önder’in barış tutumu, tutumumuzdur" ifadelerine yer verildi.
Parti hesabı ayrıca, Demirtaş'ın ağzından, "Parti şehitlerimi andım diye 'terör propagandası yaptı' diyorsanız bin yıl ceza da verseniz sözlerimden geri adım atmıyorum" sözlerini paylaştı.
Kasım 2016'dan bu yana cezaevinde bulunan Demirtaş hakkında "terör örgütü kurma, yönetme, örgüt propagandası, suç ve suçluyu övme" iddialarıyla açılmış davalar bulunuyor. |
# Demiryollarında yeni grev
Tren Makinistleri Sendikası (GDL), Deutsche Bahn’da yeniden greve gidileceğini duyurdu.
Tren Makinistleri Sendikası (GDL) Başkanı Claus Weselsky, Alman Demiryolları /Deutsche Bahn'da grev kararı alındığını bildirdi ancak kesin bir tarih vermedi.
Sendikanın açıklamasında grev tarihinin zamanında duyurulacağı bildirildi.
GDL, sonbaharda altı kez ülke genelinde greve gitmiş ve ulaşımda büyük aksamalar yaşanmıştı.
Sendika, yürütülen müzakereler sırasında Deutsche Bahn'ı oyalama taktiğiyle suçladı. Firmanın, 11 Şubat'taki son görüşmede, daha önce verdiği taahhütleri geri aldığı iddia edildi.
GDL, üyelerinin maaşlarına yüzde 5 zam, ayrıca haftalık çalışma süresinde 2 saat kesintiye gidilmesini talep ediyor. |
# Sol Parti'den HDP ile dayanışma mesajı
Türkiye'de çoğu HDP'li 82 kişi hakkındaki gözaltı kararına Almanya'da muhalefetteki Sol Parti tepki gösterdi. Parti eş başkanları, Alman hükümetine de Türkiye'deki hükümeti desteklemeye son verme çağrısı yaptı.
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın Kobani olaylarıyla ilgili başlattığı operasyon kapsamında yedi ilde çoğu HDP’li 82 kişi hakkında gözaltı kararı verilmesine Alman Sol Parti'den tepki geldi.
Sol Parti Eş Genel Başkanları Bernd Riexinger ve Katja Kipping yaptıkları yazılı açıklamada, "hukukun üstünlüğü ilkelerini" ihlal eden gözaltı kararlarını "şiddetle kınadıklarını" belirtti.
Bu operasyonun amacının "Erdoğan'ın otoriter rejimine karşı çıkan demokratik bir muhalefet partisini ezmek ve susturmak" olduğunu ifade eden Sol Partili siyasetçiler, Alman hükümetine de "Türkiye'deki tüm siyasi tutuklarının salıverilmesini talep etme" çağrısında bulundu. Riexinger ve Kipping, "Almanya, demokratik özgürlükleri bu şekilde sürekli çiğneyen Türkiye'deki rejimi desteklemeye son vermelidir" ifadesini kullandı.
HDP ile ve "Türkiye'deki demokratik güçlerle" dayanışma içinde oldukları bildiren Sol Parti Eş Başkanları Riexinger ve Kipping, "Despot Erdoğan, HDP'yi susturamayacak!" dedi.
Federal Meclis Sol Parti Grup Başkanı Dietmar Bartsch da, Twitter üzerinden yaptığı açıklama ile Türkiye'de Kobani olaylarıyla ilgili başlatılan soruşturma kapsamındaki gözaltılara tepki gösterirken, Alman hükümetine de çağrıda bulundu. Bartsch, "HDP'li 82 muhalif siyasetçinin Erdoğan rejimi tarafından gözaltına alınması olayında, Federal Hükümetin benzer durumlarda olduğu gibi cesur bir tutum izlemesini bekliyorum. Otokratlara karşı çifte standart uygulanmaz" ifadesini kullandı. |
# Büyük koalisyon pazarlıkları başlıyor
Almanya’da Hrıstiyan Birlik partileriyle Sosyal Demokrat Parti (SPD) üst düzey yönetimleri, koalisyon görüşmelerine başlama kararı aldı.
Üçüncü tur sondaj görüşmeleri için bugün bir araya gelen Hrıstiyan Demokrat Birlik Partisi (CDU) Genel Başkanı Angela Merkel, Hrıstiyan Sosyal Birlik Partisi (CSU) Genel Başkanı Horst Seehofer ve SPD Genel Başkanı Sigmar Gabriel baş başa bir görüşme yaptı. Alman Basın Ajansı (dpa), liderlerin görüşmesinde asgari ücret ve vergiler gibi tartışmalı konuların ele alındığını bildirdi. SPD içinde büyük koalisyona sıcak bakmayan Kuzey Ren-Vestfalya Eyaleti Başbakanı Hannelore Kraft’ın 'ikna edilmesinin' pazarlıkların önünü açtığı kaydedildi.
Pazarlıkların koalisyonla sonuçlanmasından umutlu olduğunu belirten SPD Genel Başkanı Sigmar Gabriel, "Saat ücreti en az 8,50 eurodan başlayan yasal asgari ücret talebinden geri adım atmayacağız. Göç konusunda da makul bir çözüm bulunacağını sanıyorum" dedi.
CSU Genel Başkanı Horst Seehofer de görüşmelerin olumlu sonuçlanacağı konusunda iyimserliğini ifade etti. Seehofer, son açıklamalarında, asgari ücret ve yabancılar yasası gibi konularda ödünler verebileceğini ortaya koymuştu. CDU Genel Sekreteri Hermann Gröhe, "ilgili tüm taraflarca asgari ücrette makul bir düzenlemenin öngörüldüğünü" açıkladı. Gröhe, "SPD ile var olan ortak yönlerimizi yeterince sorguladık" dedi.
**SPD yönetimine 'korkak' suçlaması**
Sol Parti Eşbaşkanı Bernd Riexinger, Federal Meclis’te sıkı muhalefet yapacaklarını söyledi. "Federal Meclis’in sosyal alarm birimi olacağız" diyen Riexinger, SPD’nin yanı sıra Yeşiller ve Sol Parti’nin dahil olacağı bir üçlü koalisyonı gündemine almamasından ötürü eleştirdi. Riexinger, "Bunun daha başka bir ifadesi olamaz: SPD yönetimi, kendi seçim programını hayata geçirmeye korkuyor" dedi.
Yeşiller Partisi’nin hafta sonu yapılacak genel kurulunda Hrıstiyan Birlik’le koalisyon müzakereleri için açık kapı bırakılması kararının alınması bekleniyor. Yeşiller, büyük koalisyon pazarlıklarının başarısızlıkla sonuçlanması halinde Hrıstiyan Birlik’in tekrar kendilerine yönelmesini bekliyor. |
# Almanya BM hedefinde kararlı
Almanya, BM Güvenlik Konseyi’nin daimi üyesi olabilmek için yoğun çaba içinde ve hükümet, başarı şansının hiç olmadığı kadar yüksek olduğu kanısında. Almanya Başbakanı Schröder ve Dışişleri Bakanı Fischer destek arayışlarını sürdürüyor. Nina Werkhäuser’in derlemesi...
Almanya, daimi üyelik için destek arayışlarını sürdürüyor...
Almanya, 1990’da yeniden birleştikten sonra Güvenlik Konseyi’nde daha etkin bir rol oynamaya istekli olduğunu dile getirmeye başladı, ama ısrarcı bir tavır sergilemedi. Fakat bir yandan da Güvenlik Konseyi’nin yeteri derecede temsili olmadığı gerekçesiyle, reform yapılması ve Konsey’in genişletilmesi yönündeki talepler de artıyordu. 1998 yılının Haziran ayında BM’ye üyeliğin 25. yıldönümü nedeniyle çıkartılan bir broşürde, "Almanya’nın daimi üyelik için doğal bir aday" olduğu vurgulanıyordu. Ancak yıllardır reform konusunda pek somut bir gelişme kaydedilmediği için Almanya’nın bu dileği de gerçekleşemiyordu.
BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın 2003 yılında reform konusunu yeniden gündeme getirmesiyle sürece hız geldi. Şu anda, yapılabilecek reformlar hakkında bir öneri paketi hazırlayan bir çalışma grubunun, gelecek yılın başında Annan’a sonuçları sunması bekleniyor.
Yeni bir fırsat **
Alman Federal Hükümeti, ortamın giderek daha uygun hale geldiği ve yeni bir fırsatın doğduğu kanısında. Almanya’nın BM bütçesine en fazla katkıda bulunan üçüncü ülke olduğunu vurgulayan Federal Hükümet, uluslararası misyonlarda da, diğer birçok ülkeden daha fazla çaba sarfedildiğini ön plana çıkarıyor. Berlin hükümeti, Irak Savaşı sırasında BM için çok önemli olan çokulusluluk prensibini savunması ile de önemli puan kazandı.
2003 başında BM Genel Kurulu’nda 183 üyeden 180’in oyunu alarak ezici bir çoğunlukla Güvenlik Konseyi geçici üyeliğine seçilen Almanya, dördüncü kez bu statüye sahip oluyor. Başbakan Schröder, daimi üyelik için de benzeri bir destek almayı umuyor.
Ancak süreç gayet açık: Almanya‘nın daimi üyelik yolunun açılması için veto hakkı bulunan tüm üyelerin, yani ABD, İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin Halk Cumhuriyeti’nin onayı gerekiyor. Buna ek olarak Almanya’nın 191 BM üyesinin üçte ikisinden destek alması gerek. Irak Savaşı yüzünden ABD, kesin destek verecek ülkeler arasında sayılmıyor. Ama Alman hükümeti, Kasım ayındaki Başkanlık seçimlerinden sonra durumun değişebileceğini düşünüyor.
Muhalefet de destek veriyor
Bu hedefe ulaşmak için tüm dünyada sürekli bir lobi çalışmasının yapılması söz konusu. İktidar koalisyonunun küçük ortağı Yeşiller Partisi’nin lideri Reinhard Bütikofer, hükümetin AB’ye Güvenlik Konseyi’nde ortak bir daimi üye statüsü kazandırma planlarının rafa kaldırıldığını belirtiyor. Fransa ve İngiltere’nin de kendi daimi üyeliklerinden feragat etmemesi, AB’nin ortak bir koltuğa sahip olması fikrinin gerçekleştirilmesini imkansız kılıyor. Federal Hükümet, bu seçkin klübe üye olma dileği konusunda, Berlin’deki partilerin geniş desteğini görüyor. |
# Esad sonrası dönem tartışıldı
Uluslararası toplumda Beşar Esad'tan sonra Suriye’nin nasıl yeniden yapılandırılacağıyla ilgili planlama süreci hız kazandı. 50'den fazla ülkenin temsilcisi, Berlin'de Esad sonrası dönemi masaya yatırdı.
Suriye lideri Beşar Esad'ın hâkimiyetinin zayıfladığına dair işaretler gün geçtikçe artıyor. Esad’ın ordusu kayıplarının yerini dolduracak yedek asker bulmakta zorlanıyor. Öte yandan Suriye son destekçilerini de kaybediyor gibi görünüyor. Zira Rusya Tartus Limanı’ndaki personelinin bir bölümünü geri çekmeyi planlıyor. Çin Dışişleri Bakanlığı ise Suriye’deki durumun giderek kötüleştiğini kaydetti.
Öte yandan, Berlin'de 50'den fazla ülkenin hükümet temsilcileri ile Suriye muhalefetinden temsilcilerin katılımıyla düzenlenen toplantıda Esad sonrası Suriye'nin ekonomik yapısının ve altyapının yeniden oluşturulmasının planları görüşüldü.
Toplantıda Almanya Dışişleri Bakanı Guido Westerwelle parçalanmış Suriye muhalefetini bir geçiş hükümeti kurmaya çağırdı. Westerwelle acil olarak tüm muhalif grupları temsil edecek ortak bir platformun oluşturulması gerektiğine işaret etti.
**Askerî müdahale çağrısı**
Toplantıda söz alan Ulusal Konsey Başkanı Abdulbasit Seyda ise uluslararası topluma askerî müdahale ile ülkenin yeniden yapılanması için bir Marshall Planı hazırlanması çağrısını yaptı. Seyda, aksi takdirde Suriye'de taş üstünde taş kalmayacağını söyledi. Seyda, "Gelecekten dileğimiz Suriye halkını oluşturan tüm gruplar için laik ve demokratik bir Suriye devleti" dedi.
Suriye'den ulaşan haberlerse ordunun asker açığını artık dolduramaz hale geldiğini gösteriyor. Boşlukları doldurmak için çağırılan ve daha önce iki yıllık askerlik görevini tamamlamış olan yedek subayların çoğu yoklamaya gelmedi. Çağırılan askerlerin ancak yarısının silah altına alındığını kaydeden ve ismini vermek istemeyen bir ordu mensubu "Adam açığı var. Pek çoğu öldürüldü, bazıları da firarda" açıklamasını yaptı. Şam'da birçok noktada kurulan kontrol noktalarında asker kaçaklarının kontrol edildiği kaydedildi.
**235 bin Suriyeli ülkeyi terk etti**
Suriye'de yaşamsa halk için gittikçe daha imkânsız bir hal alıyor. BM'nin verilerine göre, ağustos ayında Suriye'yi terk edenlerin sayısı 103 bine ulaştı. Birleşmiş Milletler Yüksek Komiserliği Sözcüsü Mellissa Fleming çatışmaların başladığı 2011 yılı mart ayından bu yana yaklaşık 235 bin kişinin komşu ülkelere sığındığını ve Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği'ne kayıt yaptırdığını kaydetti. Bu mültecilerden yaklaşık 80 bini Türkiye'de bulunuyor.
Mülteci rakamlarındaki artışın bölgedeki durumun giderek kötüleştiğinin en önemli kanıtı olduğunu kaydeden Mellissa Fleming şöyle konuştu: "Rakamlar muazzam boyutlarda. Tüm komşu ülkeler sınırlarını zorluyor. Herkesin yardıma ihtiyacı var. Tüm yapabileceğimiz hazırlıklı olmak ve bu insanlara hak ettikleri yardımı ulaştırabilmek için zamanla yarışıyoruz."
Öte yandan Suriye'ye giden Uluslararası Kızılhaç Komitesi başkanı Peter Maurer, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad ile bir araya geldi. Esad, Maurer'e bağımsız ve tarafsız kaldıkları sürece Kızılhaç'ın ülkedeki çalışmalarını destekleyeceklerini söyledi. |
# Dresden’de güvenlik alarmı
3 Ekim Yeniden Birleşme Bayramı kutlamalarına ev sahipliği yapacak olan Dresden kentini, cami saldırısı nedeniyle güvenlik endişesi sardı. Kutlamalar için alınması öngörülen güvenlik önemleri öne çekildi.
Bu yıl Eyalet Temsilciler Meclisi Başkanlığını yürüten Saksonya eyaleti, 3 Ekim Yeniden Birleşme Bayramı kutlamalarına ev sahipliği yapacak. 1-3 Ekim tarihleri arasında eyaletin başkenti Dresden’de düzenlenecek etkinlikler kapsamında alınması öngörülen güvenlik önlemleri, cami saldırısı nedeniyle öne çekildi.
Saksonya eyaleti İçişleri Bakanı Markus Ulbig, Dresden Emniyet Müdürü Horst Kretzschmar ile birlikte salı günü konuya ilişkin bir basın toplantısı düzenledi. Pazartesi akşamı Dresden’deki bir cami ve bir kongre merkezine düzenlenen saldırıları kınayan Ulbig, sorumluları bulmak için Dresden polisinin elinden gelen her şeyi yaptığını kaydetti.
Dresden Emniyet Müdürü Horst Kretzschmar (solda), Saksonya eyaleti İçişleri Bakanı Markus Ulbig (ortada)
Saksonya eyaleti İçişleri Bakanı, bu yıl Almanya’nın Yeniden Birleşme Bayramı’na ev sahipliği yapacak kentte alınması öngörülen güvenlik önlemlerinin öne çekileceğini duyurdu. Şimdiden kentte bir kontrol alanı oluşturulduğunu belirten Bakan, fiziksel güvenliğin artırıldığını söyledi. Polisin cami saldırısının ırkçı kaynaklı bir eylem olduğundan yola çıktığını söyleyen Ulbig, yine de soruşturmanın tüm yönleri içerecek kapsamda yürütüldüğünü bildirdi.
**İslami kuruluşlara polis koruması**
Dresden Emniyet Müdürü Horst Kretzschmar da kentteki 3’ü cami beş İslami kuruluşun derhal geçerli olmak üzere polis koruması altına alındığını duyurdu. Soruşturmanın tüm hızı ile devam ettiğini ifade eden Kretzschmar, ilk belirlemelere ilişkin bilgi vermekten kaçındı.
Dresden’de pazartesi akşamı saat 22.00 sularında Fatih Camii ve kısa bir süre sonra da Uluslararası Kongre Merkezi önünde el yapımı patlayıcılar infilak etmişti. Dresden polisi saldırıda yaralanan olmadığını duyurmuştu. Camide görevli imamın patlama esnasında eşi ve çocukları ile birlikte cami içinde olduğu belirtilmişti.
**Kiliseler ve politikacılardan tepki**
Dresden’deki cami saldırısı Almanya’da büyük yankı uyandırdı. Saldırıya Alman dini cemaatleri ve politikacılardan tepki yağdı. Federal İçişleri Bakanı Thomas de Maizière, Saksonya eyaleti Başbakanı Stanislaw Tillich ve daha birçok politikacı saldırıları sert bir dille kınadı. Katolik Kilisesi Dresden Piskoposu Heinrich Timmerevers ve Protestan Kilisesi Saksonya eyaleti Piskoposu Carsten Rentzing ortak bir açıklama yaparak "Ülkemizde yürütülen politikalara katılmadığını göstermenin yolu, hiçbir şekilde bombalı saldırı ya da şiddetin herhangi bir türü olamaz" ifadelerini kullandı.
**Dresden ve Pegida**
Dresden, yabancı ve İslam karşıtı Pegida hareketinin ortaya çıktığı kent olarak biliniyor. Pegida yanlıları her pazartesi günü düzenli olarak kentte yabancı ve İslam aleyhtarı gösteriler düzenliyor. Gösterilere katılanların sayısı 25 bine kadar çıkıyor. Bu yıl, 3 Ekim Almanya’nın yeniden birleşme kutlamalarının pazartesi gününe denk gelmesi, Dresden polisini endişelendiriyor. |
# Ankara Berlin'den seyahat uyarısını kaldırmasını bekliyor
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu Alman hükümetinden Türkiye'ye yönelik seyahat uyarısını bir an evvel kaldırmasını istedi.
Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu Alman hükümetinden Türkiye'ye yönelik seyahat uyarısını "bir an evvel" kaldırmasını istedi. Almanya'nın kendisini hayal kırıklığına uğrattığını söyleyen Çavuşoğlu Alman tatilcilerin bir an evvel Türkiye'ye uçabilmesi gerektiğini belirtti.
Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu konuyla ilgili açıklamalarını Alman Der Spiegel dergisine yaptı. Türkiye'ye güvenli seyahat için her şeyin hazır olduğunu söyleyen Çavuşoğlu Türkiye'de otel ve restoran gibi çeşitli işletmelerde alınan tedbirlerin Almanya merkezli TÜV Süd tarafından denetlendiğine de dikkat çekti. Çavuşoğlu Alman hükümetinin tutumundan dolayı hayal kırıklığı yaşadığını belirterek "Kararın arkasındaki bilimsel gerekçeler bizim açımızdan anlaşılır değildir" dedi.
Alman hükümeti çarşamba günü aldığı kararla Avrupa Birliği üyesi olmayan 160 ülkeye yönelik seyahat uyarısını 31 Ağustos tarihine kadar uzatmıştı. Bu ülkeler arasında Türkiye de bulunuyor. Dışişleri Bakanı Heiko Maas uyarının daha erken kaldırılması için bazı ülkelerle görüşmelerin sürdüğünü söylemişti.
Almanya'nın kararında koronavirüs vaka sayıları, sağlık sisteminin kapasitesi, bölgede alınan güvenlik tedbirleri, gidiş geliş koşulları gibi hususlar rol oynuyor. |
# NSU davasında bilirkişi raporuna itiraz
Terör örgütü Nasyonal Sosyalist Yeraltı (NSU) ile ilgili davanın baş sanığı Beate Zschäpe’nin avukatı Wolfgang Heer, müvekkili ile ilgili hazırlanan psikiyatrik bilirkişi raporuna itiraz etti.
NSU davasının baş sanığı Beate Zschäpe'nin avukatı Wolfgang Heer, psikiyatrik bilirkişi Henning Saß'ın yeterliliğini sert bir dille eleştirerek davadan çıkarılmasını talep etti. Saß'ın Zschäpe ile ilgili raporunu, Zschäpe ile bir kez bile konuşmadan yazdığını ifade eden Heer, mahkemeden sözkonusu raporun değerlendirmeye alınmamasını istedi. Bu istek üzerine merakla beklenen psikyatrik ekspertiz şimdilik okunmadı. Münih Eyalet Yüksek Mahkemesi'nde on cinayet ve iki bombali eylemden sorumlu tutulan, aşırı sağcı terör örgütü Nasyonal Sosyalist Yeraltı‘ya (NSU) karşı görülen davanın baş sanığı Beate Zschäpe ile ilgili psikiyatrik ekspertizin, üç buçuk yıldan bu yana devam eden dava sürecinin son aşamasını başlatması planlanıyordu.
**Zschäpe'nin avukatlarından yeni rapor talebi**
Henning Saß'ın hazırladığı bilirkişi raporunda, Zschäpe'nin cezai ehliyetine ve olası bir müşahade altındaki tutukluluğunun şartlarına dair fikirlerini beyan etmesi bekleniyor. Ancak 41 yaşındaki sanık Zschäpe'nin şu ana dek Psikiyatrist Saß ile her türlü görüşmeyi reddetmiş olması nedeni ile sözkonusu rapor büyük oranda Zschäpe'nin duruşmalardaki tavırları baz alınarak hazırlandı. Avukat Heer, savunma olarak şimdiden hem ön raporun değerlendirmeye alınmasına, hem de nihai raporun değerlendirilmesine itiraz ettiklerini ifade etti. Heer, kendi alanında saygın bir isim olan Psikiyatrist Henning Saß'ın da, psikiyatri alanındaki çıtayı belirleyen kendi standartlarına aykırı bir çalışma yaptığını savundu. Heer, mahkemeden araştırma yöntemlerinin sorgulandığı yeni bir rapor hazırlanmasını talep etti.
Duruşma Zschäpe ile ilgili psikiyatrik ekspertiz tartışmasından önce kısa bir gecikme ile başladı. Beate Zschäpe'nin tutuklu iken yazdığı bir mektupla ilgili, bir müdahil davacı avukatının değerlendirmeye alınması talebi üzerine mahkeme heyeti, duruşma izleyicilerini salon dışına çıkardı. Zschäpe'nin avukatları sözkonusu mektubun da değerlendirilmesine karşı çıkıyor. |
# Kuzey Kore lideri Pekin'i ziyaret ediyor
Kuzey Kore lideri Kim, resmi ziyaret için son bir yılda dördüncü kez Çin'e gitti. Ziyaretin, ABD ile Kuzey Kore arasında yeni bir zirveye hazırlığı gündeme getirebileceğine dikkat çekiliyor.
Kuzey Kore lideri Kim Jong Un, Çin Devlet Başkanı Şi Cinping'in daveti üzerine Pekin'de. İki lider arasındaki görüşmenin, ABD-Kuzey Kore arasında yeni bir zirvenin hazırlığı olabileceği de belirtiliyor.
Kim'i ve eşi Ri Sol Ju'yu taşıyan özel zırhlı tren yoğun güvenlik önlemeleri altında Salı sabahı Pekin'e ulaştı. Çin medyasının bildirdiğine göre Perşembe gününe kadar sürmesi beklenen ziyarette Kim'e Kuzey Kore'nin nükleer müzakerecisi, dışişleri bakanı ve savunma bakanının da dahil olduğu kalabalık bir heyet eşlik ediyor.
Bu Kuzey Kore liderinin Çin'e yaptığı dördüncü ziyaret. İki liderin daha önce yaptığı görüşmelerden ikisi, Kim Jong Un'un Güney Kore lideri Moon Ja-in ve ABD Başkanı Donald Trump ile gerçekleştirdiği tarihi zirvelerin öncesine rastlamıştı. Bu nedenle son Pekin ziyareti Kuzey Kore liderinin Trump'la yeniden bir araya gelebileceği yorumlarını artırdı.
2011'in sonunda göreve gelen Kim, iktidarının ilk altı yılında herhangi bir resmi ziyaret için ülkesinden dışarı çıkmamıştı. Ancak son bir yılda Kore Yarımadası'nın nükleer silahlardan arındırılması konusunda gösterilen diplomatik çabalar çerçevesinde liderlerle bir araya gelmişti. Haziran 2018'de Singapur'da bir araya gelen Trump ve Kim, bölgenin nükleer silahlardan arındırılması sözü verseler de bu konuda henüz somut bir ilerleme kaydedilemedi. ABD, Kuzey Kore'ye yönelik yaptırımlarını sürdürürken, Kim yeni yılda yaptığı konuşmada nükleer silahlar konusunda ilerleme kaydedilebilmesi için bu yaptırımların kaldırılmasını beklediklerini söylemişti. |
# Afganistan'da yolcu uçağı düştü
Afganistan'da Pamir Havayolları'na ait bir yolcu uçağı 38 yolcu ve 5 kişilik mürettebatla başkent Kabil'in kuzeyinde düştü. Uçağın düşüş nedeni henüz kesinlik kazanmadı.
Pamir Havayolları'na ait Antonov AN-24 tipi yolcu uçağı Kabil yakınlarında düştü.
Afganistan İçişleri Bakanlığı'nın açıklamasına göre, uçak başkent Kâbil'e gitmek üzere Kunduz'dan havalanmıştı. Toplam 43 kişi taşıdığı belirtilen uçağın, Kabil'e 30 kilometre kala radar bağlantısı kesildi. Yolcular arasında yabancıların da bulunduğu, kurtarma ekiplerinin enkaz bölgesine ulaşmaya çalıştığı kaydedildi.
Düşen uçakta 3 de Türk vatandaşının bulunduğu açıklanırken, kazaya olumsuz hava şartlarının neden olmuş olabileceği belirtiliyor.
**NATO birlikleri de devrede**
**İçişleri Bakanlığı enkaz arama çalışmalarına NATO birliklerinin de insansız uçaklarla katıldığını duyurdu. Ancak ISAF birliklerinden yapılan açıklamada, arama-kurtarma çalışmalarının kötü hava koşuları yüzünden ağır ilerleyebildiği belirtildi.**
Afganistan'da görev yapan ISAF birlikleri
**Askeri uçak kazalarının görece sık yaşandığı Afganistan'da sivil havayollarına ait uçakların uğradığı kazalarının sayısı düşük. Ülkede şimdiye kadar yaşanan en feci uçak kazası 2005'te meydana gelmiş, Boeing 737 tipi bir yolcu uçağı şiddetli kar fırtınası yüzünden başkent Kabil yakınlarında düşmüştü. Kazada 104 kişi hayatını kaybetmişti. Afganistan'da, Pamir dışında iç hat saeferi yapan iki özel havayolu şirketi daha bulunuyor.** |
# Aşçı tariflerine kavuştu
Rusya'nın Jekaterinburg kentinde tarif defterini kaybeden Fransız aşçı için tüm şehir seferber oldu. Sonunda defter bulundu. Defteri bulan yaşlı kadın 10 bin euro kazandı.
Fransız aşçı Thierry Drapeau, Rusya'nın Jekaterinburg kentine yaptığı bir ziyaret sırasında, 20 yıldır tariflerini yazdığı defterini kaybetmişti. Defterin başka bir nüshası olmadığı için bu kaybı bir felaket olarak nitelendiren aşçıya, bir Rus meslektaşı Michail Kovalev'den yardım geldi.
Michail Kovalev, bir arama kampanyası başlatıp, defteri bulana, tam 10 bin euro para ödülü vereceğini belirtmişti. Rus aşçı, Fransız aşçının kendi davetleri üzerine geldiğini ve kentin böyle tatsız bir anı olarak aşçının aklında kalmaması gerektiğini belirterek, tüm kent sakinlerini yardıma çağırmıştı.
Kampanya kısa zamanda sonuç getirdi ve aşçının defteri bulundu. Yaşlı bir kadın parkta defteri bulup, belediyeye teslim etti. Belediye çalışanları, 10 bin euroluk ödülün, yaşlı kadına takdim edildiğini açıkladı. |
# Putin istihbarat için Trump'a teşekkür etti
ABD'nin sağladığı istihbarat sayesinde St. Petersburg kentindeki bir saldırı girişiminin önlendiği bildirildi. Rusya Devlet Başkanı Putin de istihbarat için ABD Başkanı Trump'a teşekkür etti.
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in pazar günü ABD Başkanı Donald Trump'ı aradığı ve Amerikan istihbarat teşkilatı CIA'in Rusya güvenlik birimlerine verdiği istihbarat için teşekkür ettiği bildirildi. Beyaz Saray ve Kremlin'den yapılan açıklamada, Putin'in istihbarat sayesinde Rusya'nın St. Petersburg kentindeki bir katedrale düzenlenmesi planlanan bombalı saldırının önlendiğini söylediği aktarıldı.
Kremlin'in açıklamasında, saldırının Kazansky Katedraline ve şehirdeki başka turistik yerlere düzenlenmesinin planlandığı belirtildi. Rus basınında geçen hafta çıkan haberlerde Kazansky Katedraline saldırı düzenlemeyi planlayan IŞİD üyelerinin Rusya Federal Güvenlik Servisi tarafından yakalandığı belirtilmişti.
**Şüphelilerin kimlikleri açıklanmadı**
Beyaz Saray'ın açıklamasında saldırı ile ilgili detaya yer verilmedi, ancak saldırı "çok sayıda kişinin ölmesine neden olabilirdi" denildi. Kremlin ve Beyaz Saray şüphelilerin kimlimlerine ilişkin ise bir açıklama yapmadı.
Ancak ABD'nin uyarısının Rus kolluk kuvvetlerinin saldırganları planladıkları saldırıyı gerçekleştirmeden önce yakalamalarını sağladığı kaydedildi.
**ABD - Rusya ilişkileri gergin**
ABD'nin açıklamasında ayrıca iki ülkenin işbirliği yapması halinde "olumlu şeyler" olabileceği belirtildi. Son dönemde ABD ve Rusya arasında ilişkiler, Suriye ve Ukrayna'da farklı görüşlere sahip olmaları ve 2016 ABD seçimlerine Rusya'nın müdahale ettiği iddiaları üzerine açılan soruşturma nedeniyle gergin seyrediyor.
Ancak Putin ve Trump son bir haftada iki kez telefon görüşmesi yaptıl Geçen hafta da ABD Başkanı Trump, Amerikan ekonomisindeki gidişata dair olumlu açıklama yapan Rusya lideri Putin'i arayarak teşekkür etmişti. |
# Cumhuriyet davasında yedi tahliye kararı
Ara karar açıklanan Cumhuriyet davasında yedi sanık tahliye edildi. Savcılık mütalaasında, tutuklu 11 Cumhuriyet çalışanından beşinin tahliyesi istenmişti.
Cumhuriyet gazetesi yazar ve yöneticileri dahil 12'si tutuklu, 19 sanığın yargılandığı davanın ara karar gününde yedi kişi hakkında tahliye kararı çıktı.
Mahkeme; Cumhuriyet çalışanlarından karikatürist Musa Kart, Cumhuriyet Kitap Eki Yayın Yönetmeni Turhan Günay, Okur Temsilcisi Güray Öz, köşe yazarı Hakan Kara, Cumhuriyet Vakfı Yönetim Kurulu üyesi Önder Çelik ile avukatlar Mustafa Kemal Güngör ve Bülent Utku'nun tahliye edilmesine karar verdi. Tutuklu diğer sanıkların ise tutukluluk hallerinin devamına hükmedildi.
**Savcı beş tahliye talep etti**
Savcı, mütalaasında tutuklu 11 Cumhuriyet çalışanından beşinin tahliyesini talep etmişti. Savcılık mütalaasında, suç vasfı değiştiği için Günay'ın tahliyesi istenirken; Kart, Öz, Utku ve Güngör'ün adli kontrol ile şartlı tahliyeleri talep edildi.
Savcı, gazetenin İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay, Genel Yayın Yönetmeni Murat Sabuncu, Yayın Danışmanı Kadri Gürsel, köşe yazarı Kara, Cumhuriyet Vakfı Yönetim Kurulu üyesi Çelik ve muhabir Ahmet Şık'ın tutuklularının devam etmesini istedi. Savcılık, mevcut delillerin yoğunluğu ve dosyaya yeni delil ekleneceği gerekçesiyle "adli kontrol tedbiri yetersiz kalacağı için" tutukluğun devamı talebinde bulunduğunu açıkladı.
"JeansBiri" Twitter hesabının sahibi olduğu iddia edilen ve davanın Cumhuriyet çalışanı olmayan tek tutuklu sanığı konumunda bulunan Ahmet Kemal Aydoğdu'nun da tutukluluğunun devamı istendi.
Savcı, Şık hakkında ayrıca, yaptığı savunma nedeniyle suç duyurusunda bulunulmasını talep etti.
**Çağlayan'da gazeteciler için nöbet**
Cumhuriyet davasının görüldüğü Çağlayan Adliyesi'nin önü sabah saatlerinden bu yana eylemlere sahne oluyor. Cumhuriyet Davası Koordinasyonu'nun çağrısı üzerine öğle saatlerinde adliye önünde bir araya gelen destekçiler, ara karar çıkana kadar "Gazetecilere Özgürlük Nöbeti" tutuyor.
Cumhuriyet davasında yargılananlara destek veren sanatçı ve yazarların da "Sanatçılar Yürüyor" ismiyle İstanbul'daki Çağlayan Adliyesi'nde nöbet tutacağı bildirilmişti.
Duruşma sürerken, aralarında CHP milletvekili Barış Yarkadaş'ın da bulunduğu destekçiler, adliye önünde hep birlikte yüksek sesle Cumhuriyet gazetesi sayfalarını okudu.
**Yarkadaş: Kararı, Ankara'daki siyasi atmosfer belirleyecek**
Ara karar beklenirken DW Türkçe'ye konuşan CHP İstanbul Milletvekili Barış Yarkadaş, "Bugün çıkacak sonucun hukuki bir sonuç olup olmadığını beklemek boşunadır... Bu dava iktidarın talimatıyla açılıp devam ettirildiği için hangi sonucun çıkıp çıkmayacağına da Ankara'daki siyasi atmosfer yön verecek. Eğer Ankara'da siyasi atmosfer ılıman br iklimdeyse, arkadaşlarımız tahliye olabilirler. Sertlik yanlısı politikaları sürdürmek istiyorlarsa, arkadaşlarımızın tutukluğu devam edecektir" dedi.
Yarkadaş, "Ama ben her şeye rağmen, bugün arkadaşlarımızın bir kısmının tahliye olmasını bekliyorum. Çünkü bu dava toplumda konuşuldukça, dosyanın içeriğinde hiçbir şey olmadığını herkes görüyor" ifadesini kullandı.
**Aslı Erdoğan: Nazi Almanyası'nda bile yaşanmamış**
Adliye önünde DW Türkçe'ye konuşan yazar Aslı Erdoğan, Türkiye'de basın, ifade ve düşünce özgürlüğünün "hiç olmadığı kadar tehlikede olduğunu" belirterek, "Her gazeteci her an tutuklanma korkusu yaşıyor" dedi.
Erdoğan, "(Uluslararası yazarlar birliği) PEN'in resmi açıklamasına göre, PEN tarihinde, ki bu Nazi Almanyası ve Stalin'in Sovyetler'ini de kapsayan bir tarih, hiçbir dönemde hiçbir ülkede bu kadar gazeteci ve yazar tutuklanmamış" ifadesini kullandı.
**Mumcu: Hukuk devletinden geriye ne kaldığını göreceğiz**
Cumhuriyet gazetesi yazarlarından Özgür Mumcu ise DW Türkçe'ye yaptığı açıklamada, "Hukuk devleti olsaydı, şu anda beraat ve tahliyelerin derhal gelmesi gerekirdi. Hatta bu iddianamelerin kabul bile görmemesi gerekirdi. Bugün gene de biz tahliye umuduyla bekliyoruz" dedi.
Mumcu, "Maalesef bunlar siyasi davalar. Hukuken değil, siyasi iradeye göre biçimleniyor... Olması gereken normalde hukukun işlemesi. Bu dava o açıdan da bir test davası niteliğinde. Türkiye'deki demokrasinin sınırlarını bize gösterecek olan bir dava. Hukuk devletinden ve demokrasiden geriye ne kaldığını biraz da bu dava sonucunda anlayacağız" diye konuştu.
**7,5 yıldan 43 yıla kadar hapis talebi**
Cumhuriyet çalışanlarından 17 kişi "silahlı terör örgütlerine üye olmamakla birlikte örgüte yardım etme", bir kişi "silahlı terör örgütü üyesi olma" bir kişi ise "silahlı terör örgütü yöneticisi olma" suçlamalarıyla yargılanıyor. Sanıkların 7,5 yıldan 43 yıla kadar hapsi isteniyor.
Davada tutuklu yargılanan isimler; Gazetenin İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay, Genel Yayın Yönetmeni Murat Sabuncu, Yayın Danışmanı Kadri Gürsel, Okur Temsilcisi Güray Öz, Köşe Yazarı Hakan Kara, Kitap Eki Yayın Yönetmeni Turhan Günay, Karikatüristi Musa Kart, Cumhuriyet Vakfı Yönetim Kurulu üyeleri Önder Çelik ve Bülent Utku, Cumhuriyet Vakfı Danışma Kurulu Üyesi Avukat M. Kemal Güngör ve Muhabiri Ahmet Şık. Gazetenin Almanya'da bulunan eski genel yayın yönetmeni Can Dündar ise dosyada "firari sanık" olarak bulunuyor.
**İddianamede hangi suçlamalar var?**
Gazeteye "yıkıcı ve bölücü manipülasyonlara yönelik haberler" yapmak, terör örgütlerini "sevimli ve meşru" göstermek gibi suçlamalar yöneltiliyor.
Cumhuriyet gazetesinde çıkan bazı haberlere yer verilen iddianamede, gazetenin 2013'ten sonra Gülen yapılanması, PKK/KCK ve DHKP/C ile ittifak halinde olduğu vurgulanıyor.
**Savunmalarda öne çıkan ifadeler**
Savunmasını ilk günde yapan Kadri Gürsel kendisine yönelik suçlamaları reddederek, "FETÖ'nün adı henüz cemaat iken ve bu cemaat ile AKP iktidarı birlikte çalışırken, benim bu yapıya karşı bakışım kategorik biçimde negatif olmuştur ve bu bakışım hiç değişmemiştir" dedi.
"AKP'nin de bu ittifakın kurbanı olabileceğini çeşitli vesilelerle ifade ettim. Çok sayıda yazım, konuşmam ve TV programlarında söylediklerim bunu kanıtlar" diyen Gürsel, "Erdoğan Babamız Olmak İstiyor" isimli yazısı nedeniyle kendisine yöneltilen "otoriter rejim algısı yaratmaya çalışma" suçlamasını da reddetti.
Gürsel, "Açıkça ve doğrudan Cumhurbaşkanı'nı hedef almak diye bir suç yoktur. Bilakis iyi gazeteci, eleştiri konusunu açıkça ve doğrudan hedef alır" dedi.
**"Rezervasyon hatası"**
29 yıla varan hapisle yargılanan karikatürist Musa Kart ifadesinde, "Önyargısız bir araştırma yapılmış olsaydı, başta FETÖ olmak üzere tüm terör örgütlerine karşı çizdiğim karikatürler görülecekti" dedi.
Savunmasında mizaha da başvuran Kart, "Üç günlük Bodrum tatili için gazetelerde tam sayfa ilanları yayınlanan, herkesin bildiği bir seyahat şirketini aramışım. Bu arama, terör örgütüyle irtibat sayılarak, önüme suç kanıtı olarak konulmuş. Bodrum'da deniz manzaralı bir odada üç gün kalmayı umarken, Silivri'de beton manzaralı hücrede dokuz ay kaldım. Yaşadıklarım bir rezervasyon hatası diye geçiştirilecek gibi değil" dedi.
**Şık'ın savunması**
Cumhuriyet davasının üçüncü gününde ifade veren Ahmet Şık ise mahkeme heyetine, herkesin Gülen cemaatinden korktuğu bir dönemde "İmamın Ordusu" adıyla bir kitap yazdığını hatırlattı.
Şık, terör örgütleri ile ilgili hakkındaki suçlamalara, "Ben gazeteciyim. Bütün örgütler benim için haberdir. Burada gazetecilik yargılanıyor. Nokta" cevabını verdi.
"Söylediklerim savunma veya ifade değil. Aksine ithamdır" diyen Şık, gazetecilik faaliyetlerinin suç olarak gösterilmeye çalışıldığını belirtti. Şık, "Dün gazeteciydim. Bugün gazeteciyim. Yarın da gazetecilik yapmaya devam edeceğim" dedi. Şık, mahkemedeki sözlerini "Kahrolsun istibdat, yaşasın hürriyet" diyerek tamamladı. |
# Akademisyen Aydın: Ağır haksızlığa uğradık
"Bu suça ortak olmayacağız" bildirisine imza atan akademisyenlerin davası bugün başlıyor. Marmara Üniversitesi’nden ihraç edilen ve hakkında dava açılan akademisyen Uraz Aydın, yaşadıklarını DW Türkçe ile paylaştı.
"Bu suça ortak olmayacağız" bildirisine imza atan akademisyenler hakkında "terör propagandası yapmak" suçlamasıyla açılan davalar bugün İstanbul Çağlayan Adliyesi'nde görülmeye başlanacak. 1128 akademisyenin yargılanacağı süreçte, bugüne kadar 15 üniversiteden yaklaşık 150 akademisyene dava açıldı. Dava açılan akademisyenler arasında emekli olanlar, ihraç edilenler ve imzasını çekenler de bulunuyor.
Uraz Aydın, 7 Şubat 2017’de çıkan 686 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden ihraç edilen akademisyenlerden biri. 41 yaşındaki Aydın, 12 Eylül döneminde Fransa’ya iltica etmek zorunda kalan babası nedeniyle Paris’te büyümüş. 1991 yılında çıkan afla Türkiye’ye dönmelerinin ardından eğitimini Galatasaray Lisesi’nde tamamlamış.
Üniversite tercihlerinde iletişim bölümü ilk sıralarda değilmiş aslında, siyaset okumak istemiş. O sıralarda aklında akademisyenlik de yokmuş. Lisans ve yüksek lisansını Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden tamamladıktan sonra, Paris’teki Doğu Dilleri ve Kültürleri Enstitüsü’nde (INALCO) doktorasını bitirmiş. Türkiye’de sol liberal düşüncenin köşe yazarları üzerinden aktarımı üzerine bitirdiği doktorasının ardından, Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’ne asistan olarak girmiş. Sohbetimiz sırasında duayen iletişimci Ünsal Oskay’ın adını birden fazla kez anıyor. Onun sayesinde asistan olarak fakülteye girdiğini belirtiyor.
**"İmza hem gündemi hem hayatımızı belirledi"**
Aydın’ın ilgi alanları, kültür sosyolojisi ve siyaset felsefesi. Akademisyenlik çok severek, zevk alarak yaptığı bir iş. Üniversite ise en mutlu olduğu yer. Şu an özlem içinde. İhraç edildiğinde 8 yıllık doktora araştırma görevlisiymiş.
"Sendikacıyım, sosyalist kimliğimi hiçbir zaman gizlemedim. Dekanlıkla çok kez karşı karşıya geldik. Öğrencim olanlara kadro verildi, bana verilmedi."
Ancak bu durumu çok dert edinmemiş. Bir yandan akademik çalışmalarına devam etmiş. Öğrencilerle ilişkisinin hiyerarşik olmamasından kaynaklı çok iyi iletişim kurduklarını söylüyor. Aydın için akademisyenlik, öğrenciye bildiklerini öğretmek değil, tartıştıracakları belli konular üzerine düşünmelerini sağlamak.
"Barış için Akademisyenler" tarafından açılan metne imza attığı dönemi soruyorum. Aklında kalan şey, şaşkınlık… Başta kendi hayatı üzerinde olmak üzere imza metninin bu kadar etkili olacağını hiç düşünmemiş. Türkiye’de olan bitene karşı canlarına tak ettiği bir noktada imza attıklarını anlatıyor:
"Bazı arkadaşlarla, ‘Attığımız imzalarla mı gündem buraya geldi’ diye aramızda konuşmuştuk. Gündem belirledik! Hayatımızı da belirledi sonradan."
**Bir günlük sevinç ve bitmeyen stres**
Aydın, uzun süre yardımcı doçentlik kadrosu alamadığı için doçentlik kadrosuna başvurma hakkını geçen sene kullanmak istemiş. Yayınlarını hazırlamış, başvurusunu yapmış. Kabul edilmiş. Jürisi belli olmuş. Bu mutlu haberi aldığının ertesi günü, rektörlüğün imzacı akademisyenlerin isimlerini Yükseköğretim Kurulu’na (YÖK) gönderdiğini öğrenmiş: "Bir günlük bir sevinçti."
Rektörlüğe isimlerinin gitmesinin ardından KHK listesi bekleme süreci başlamış. 7 Şubat’ta çıkan listede ismini görünce tarifsiz bir rahatlama duyduğunu anlatıyor. Yaşadığı stres sona erdiği için mutlu olmuş. İsmini o listede görmeseydi bekleme sürecinin bitmemiş olacağını hatırlatıyor:
"Yolun ihraca varacağını biliyorduk. O beklemek, yıpratıcı bir şey. İnsan, ‘Ne olacaksa olsun da hayatımıza bakalım’ diye düşünüyor."
**"Kim, hangi hakla beni büyüdüğüm yerden çıkartabiliyor?"**
Üniversiteden eşyalarını toplamaya gittiğinde gördüğü dayanışmayı gözleri parlayarak aktarıyor. Odasında 20 yılda biriken kitaplarının hepsini eve taşıyamamış. 19’unda girdiği fakülteden 40’ında istemeden ayrılmış olmanın ani ve duygusal bir yük bindirdiğini anlatıyor:
"Devlet seni terörizmle suçluyor, sen etraftan böyle dayanışma görüyorsun. Onun moraliyle devam ediyor, düşmüyorsun. Ama bazı anlarda çok ağır haksızlığa uğradığın fikri oluyor. Kim, hangi hakla beni büyüdüğüm yerden çıkartabiliyor?"
Uraz Aydın, ihraçtan sonra hakkında dava açılan akademisyenlerden. İddianamede, bildirisinin düşünce özgürlüğü ve eleştiri hakkı kapsamında değerlendirilemeyeceği ifade edilerek, "yayınlanan bildiri içeriğinde sözde barış bildirisinin alenen terör örgütü propagandası mahiyetinde olduğu" belirtiliyor. Ayrıca, KCK Yürütme Konseyi Eş Başkanı Bese Hozat’ın 27 Aralık 2015 tarihli açıklaması delil olarak yer alıyor. Kendisine iddianame için ne düşündüğünü sorduğumda gülerek, "Biraz ağır olmuş" diyor. Aydın’ın duruşması, Mart ayında görülecek.
Akademisyenlerin avukatlığını üstlenen isimlerden Arın Gül Yeniaras’a göre, söz konusu yargılamalar Türkiye için ifade özgürlüğü sicilini temize çekebilmesi açısından önemli bir fırsat. Yeniaras, imzacı akademisyenlerin taleplerinin meşru, ahlaki ve hukuki olduğunu belirtiyor. Bildirinin terör örgütü propagandası suçunun maddi ya da manevi bağlamda hiçbir unsurunu taşımadığını, tamamen ifade özgürlüğü kapsamında olduğunu dile getiriyor.
**"Niye öyle bir şey yaptın baba?"**
Uraz Aydın, yurt dışında hayat kurma fikrini sıcak bakmıyor. Çocuğuna, kendi yaşadıklarını yaşatmak istemiyor. Yeni bir hayat kurmanın ne kadar zor olduğunu bildiğini dile getiriyor. Yedi yaşındaki çocuğu ile arasında geçen diyaloğu ise şöyle anlatıyor:
"İşten ayrıldığımı söyledim. ‘Neden’ diye sordu. Sonra da ‘Niye öyle bir şey yaptın ki?’ dedi. Çok seviyordu orayı. Arkadaşlarımı, odamı… ’Bir daha gidemeyecek miyiz?’ deyip durdu."
Akademisyenler olarak ağır bir süreç yaşadıklarını ama atılma pahasına bile olsa bütün bu süre içinde doğru noktada durdukları kanaatini taşıyor. Aydın'a, barış bildirisine imza attıktan sonra yaşadıklarını değerlendirdiğinde ne düşündüğünü soruyorum. Pişman olmadığını belirterek, şöyle diyor: "Doğru değerlerle doğru insanlarla doğru işler yapmışız." |
# AB-Türkiye hattında "şartlı iş birliği" sürecinin şifreleri
AB-Türkiye hattında "şartlı iş birliği" sürecinin şifreleri
6 Nisan 2021
Erdoğan'ın AB liderleriyle bugün yapacağı görüşme ilişkilerde yeni döneme atılmış ilk adım olarak görülüyor. Uzmanlar "şartlı iş birliği" üzerine inşa edilen bu sürecin Türkiye için ne anlama geldiğini değerlendirdi.
https://p.dw.com/p/3rZcW
Reklam
Avrupa Birliği (AB) Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ve Avrupa Konseyi Başkanı Charles Michel, bugün Türkiye'yi ziyaret ederek, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile görüşecek.
Friedrich Naumann Vakfı Türkiye Temsilcisi Dr. Ronald Meinardus, DW Türkçe'ye yaptığı değerlendirmede, bu ziyaretin "ilişkilerde yeni bir başlangıcı sembolize ettiğini" söyledi.
Tarafların ağır krizlere sahne olan ilişkilerdeki gerilim dönemini geride bırakarak, yapıcı bir işbirliği dönemini başlatmayı hedeflediklerini belirten Meinardus, bu görüşmelerin gündeminde de Gümrük Birliği'nin modernizasyonu ve 2016 Mülteci Mutabakatı'nın güncellenmesi gibi yine her iki taraf için önemli konuların yer aldığına işaret etti.
"Hem AB hem Türkiye için önem taşıyan bu konularda somut sonuçlara ulaşılması bekleniyor" diyen Meinardus, ziyaret sırasında Erdoğan'a, AB-Türkiye ilişkilerinde ilerlemenin, Doğu Akdeniz'de provakasyonların tekrarlanmamasına bağlı olduğu mesajının da net bir şekilde verilmesinin beklendiğini dile getirdi.
"AB'den Erdoğan'a ikaz"
Meinardus, "Avrupalılar, Erdoğan'a, Türk araştırma gemilerinin tartışmalı deniz alanlarından uzak tutulması gerektiği konusunda ikazlarını iletecek. Bu sertlikteki bir ön koşul ilişkilerde yeni. Sayın Erdoğan'ın buna ne şekilde tepki vereceğini görmek ilginç olacak" değerlendirmesini aktardı.
AB, Mart ayındaki liderler zirvesinde, Türkiye'nin Doğu Akdeniz'deki sondaj faaliyetlerini "uluslararası hukuka aykırı" olarak nitelendirmiş, bunların durdurulmasının memnuniyet verici olduğunu bildirmişti. AB liderleri ayrıca, Türkiye ile Yunanistan arasında başlatılan ikili görüşmelerden ve Kıbrıs görüşmelerinin Birleşmiş Milletler (BM) himayesi altında yapılacak olmasından memnuniyetlerini dile getirmişti.
Zirve açıklamasında Türkiye'nin gerilimi düşüren tutumunu muhafaza etmesi ve yapıcı angajman sergilemesi durumunda, AB'nin "ortak çıkar alanlarında" işbirliğini, "kademeli, orantılı ve geri çevirebilir" şekilde güçlendirebileceği belirtilmişti.
En dikkat çeken ise "Türkiye ile işbirliğine dayanan ve her iki tarafın kazançlı olacağı bir ilişki geliştirilmesi AB'nin stratejik çıkarınadır" ifadeleri olmuştu.
Peki, bu ne anlama geliyor? Türkiye ile AB arasında artık farklı bir dönemin tohumları mı atılıyor?
"İlişkiler yeniden tanımlanacak"
DW Türkçe'nin sorularını yanıtlayan uluslararası ilişkiler uzmanı Michaël Tanchum'a göre Türkiye-AB ilişkilerinin geleceğini Doğu Akdeniz krizi belirleyecek.
Avusturya Avrupa ve Güvenlik Politikaları Enstitüsü (AIES) kıdemli uzmanı ve Navarra Üniversitesi öğretim üyesi Profesör Michaël Tanchum, "Doğu Akdeniz krizi, eninde sonunda Türkiye-AB ilişkilerinin yeniden tanımlanması ile sonuçlanacak. Bu hem Ankara hem de Brüksel için gerekli" dedi.
Tanchum, "Türkiye'nin ekonomik ve güvenlik ortaklıklarında artık AB belirleyici bir referans noktası değil. Anlaşılan o ki, Brüksel şimdi Ankara'ya dönük bazı teşvik edici adımlarla, mevcut statüko ile tam üyelik arasında bir yerde konumlanacak, özel bir ilişki için girişim başlattı. Bu özel ilişki yeni ve daha şekillendirilmesi gerekecek" değerlendirmesini aktardı.
AB son yıllarda Türkiye'yi "tam üyeliğe aday ülke" yerine, "stratejik öneme haiz bir komşu" olarak nitelendiriyor. AB'nin son zirve açıklamasında da Türkiye ile ilişkilere "Doğu Akdeniz" başlığı altında yer verildi, işbirliğinin gelişmesi de büyük ölçüde Türkiye'nin Doğu Akdeniz politikalarına, Yunanistan ve Kıbrıs ile ilişkilerine endekslendi.
"Aday ülke değil üçüncü ülke"
DW Türkçe'ye konuşan AB uzmanı Dr. İlke Toygür, AB'nin Türkiye ile ilişkilerde dış politika konularında daha ılımlı ilişki kurmayı önceliklendirmesinin çok da şaşırtıcı olmadığı görüşünde.
Berlin merkezli Uygulamalı Türkiye Araştırmaları Merkezi (CATS) ve İspanyol Elcano Kraliyet Enstitüsü uzmanlarından olan Toygür, "Demokrasi, hukukun üstünlüğü ve temel haklar alanındaki gerileme, Türkiye'nin zaten uzun süredir aday ülke konumunun bir kenara koyulmasına yol açmıştı. Türkiye bir aday ülke değil, büyük ölçüde üçüncü bir ülke olarak görülüyor. AB nasıl kendisini çevreleyen komşu ülkelerle dış politika ve ekonomi alanlarında işbirliğine dayalı ilişki kuruyorsa, Türkiye ile de bu zeminde bir ilişki kurmaya çalışıyor" diye konuştu.
AB, Mart zirve kararıyla bu ilişkiyi nasıl şekillendirmek istediğinin de yol haritasını belirledi.Türkiye, dış politika konularında gerilimi tırmandırmadığı takdirde, Gümrük Birliği modernizasyonu, üst düzey siyasi diyalog ve insandan insana temas ile seyahatlerin kolaylaştırılması alanlarında AB adımlar atmayı vaat etti. Türkiye zirve açıklamasında ifade edildiği gibi, "yeniden provokasyonlara ve uluslararası hukuku ihlal eden tek taraflı eylemlere girişirse" o zaman da yaptırımlar için düğmeye basılabileceği belirtildi.
Bu yaptırımların ne olabileceği ise AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell tarafından hazırlanarak liderlere sunulan raporda yer alıyor. Borrell'in raporunda "kısıtlayıcı tedbirler" olarak nitelendirdiği bu adımlar arasında, Avrupa Yatırım Bankası ve diğer mali kurumların desteklerinin kısıtlanması, ekonomik ilişkilerin sınırlandırılması ve turizm sektörüne yaptırım gibi Türkiye ekonomisi üzerinde baskıyı artırabilecek tedbirler öneriliyor.
Özetle AB'nin Türkiye için yeni yol haritası, yapıcı tutum karşılığında teşvik, gerilimi artıracak adımlar karşılığında ağır sonuçlar doğurabilecek ekonomik yaptırımlar öngörüyor.
"İkili yaklaşım"
SWP uzmanlarından İlke Toygür, "ikili yaklaşım" olarak tanımladığı bu yeni strateji ile AB'nin tansiyonu düşürmeye aynı zamanda Türkiye ile genişleme politikası üzerinden yürütülen ancak işlemez hale gelen ilişkileri yeni bir çerçeveye oturtmaya çalıştığına dikkat çekti.
AB'nin teşvik edici ekonomik araçları aynı zamanda yaptırım olarak da masaya koyduğuna işaret eden Toygür, "AB sonuçta Türkiye'nin en büyük pazarı, en önemli dış ticaret ortağı, yabancı yatırımlarının da en önemli kaynağı. Görünen o ki elindeki enstrümanları Türkiye ile iyi anlaşmayı sağlayabilecek şekilde kullanmaya çalışıyor" diye konuştu.
Türkiye'nin demokrasi karnesi ikinci planda
Avrupalı siyasetçiler, Türkiye'nin AB'ye tam üyelik hedefinin gündemden düşmesinden, izlediği politikalarla demokratik hukuk devletinde gerilemeye yol açtığına işaret ettikleri Erdoğan'ı sorumlu tutuyorlar. Avrupalılara göre bu politikalar Türkiye'yi Kopenhag kriterlerinden, yani istikrarlı ve kurumsallaşmış bir demokrasiden, hukuk devleti ve hukukun üstünlüğünden, insan haklarına ve azınlık haklarına saygıdan daha da uzaklaştırdı.
Friedrich Naumann Vakfı Türkiye Temsilcisi Dr. Ronald Meinardus, gelinen noktada AB için Türkiye'de insan hakları ve hukuk devleti alanlarındaki sorunların öncelik olmaktan çıktığına dikkat çekti.
"Görünün o ki, AB'nin temsil ettiği ya da temsil etme iddiasında olduğu normatif değerler Ankara ile istişarelerde çok da büyük bir rol oynamıyor" görüşünü aktaran Meinardus, AB için aynı zamanda birliğin sınırları olarak görülen Yunanistan ve Kıbrıs'ın deniz sınırlarına, Türkiye'deki insan haklarından daha büyük önem atfedildiğine işaret etti. Meinardus, "Özellikle Berlin, Türk-Yunan geriliminin askeri olarak tırmanmasından büyük endişe duyuyor ve bu süreçte arabuluculuk için, tüm siyasi ve diplomatik gücünü kullanıyor. Türk-Yunan diyalogunda kaydedilen ilerleme ve Doğu Akdeniz'de sağlanan sükunet dikkate alındığında, bu dış politika bakımından aslında gayet başarılı bir strateji. Ancak Türkiye'de siyasi nedenlerden ötürü hapiste olanlar için bu çok da iyi bir perspektif değil" değerlendirmesini yaptı.
Top Erdoğan'ın sahasında
AB'nin Türkiye ile ilişkilerinde izlemek istediği yeni yol haritasının nasıl sonuç vereceğini zaman gösterecek.
AB liderleri Ursula von der Leyen ile Charles Michel'in Erdoğan ile görüşmesinden sonra, tarafların bir kaç fotoğraf paylaşmakla mı yetineceği yoksa daha kapsamlı bir açıklama mı yapılacağı merak ediliyor.
Alman uzman Meinardus ise görüşmelerde ilerleme sağlanmasının Türkiye'nin AB üyeleri Yunanistan ve Kıbrıs ile gerilimden kaçınması şartına bağlandığını hatırlatarak, "Türkiye fiilen AB'nin gözetimi altında olmaya alışmak zorunda" dedi.
Meinardus, değerlendirmesini şu sözlerle tamamladı:
"AB'nin 25 Mart zirve açıklamasında, Ankara ile görüşmelerin 'kademeli, orantılı ve geri çevrilebilir' bir şekilde gerçekleşeceği belirtiliyor. Yani adım adım ilerlemek, bu süreçtede Doğu Akdeniz'de sükunet olmasında emin olmak istiyor. Yeni AB stratejisinden anladığım, şayet sayın Erdoğan, Oruç Reis'i tartışmalı bölgelere göndererek gerilimin tırmanmasına yol açarsa, o zaman görüşmeler kesilecek… Ama sükunet korunabilirse ayrıntılarda ilerleme kaydedilecek. Hem Avrupa hem de Türkiye için bunun olumlu bir gelişme olacağı görüşündeyim." |
# Danimarkalı Bakan Hz. Muhammed karikatürü paylaştı
Yeni DW'nin **beta** sürümüne herkesten önce göz atın. Görüşünüzü bize bildirerek yeni DW'yi daha da geliştirmemize yardımcı olabilirsiniz.
Danimarka'nın Göç ve Uyum Bakanı Inger Stojberg, bir müzeye tepki olarak Hz. Muhammed'in daha önce ırkçılık tartışmalarına yol açmış bir karikatürünü sosyal medya hesabında paylaştı.
Danimarka’nın Göç ve Uyum Bakanı Inger Stojberg, bir müzeye tepki göstermek amacıyla Hz. Muhammed’i başında bomba şeklinde bir sarıkla resmeden tartışmalı bir karikatürü sosyal medya hesabında paylaştı.
2005 yılında sağ eğilimli bir gazetede yayımlanan karikatür uluslararası çapta büyük tepki çekmiş ve ırkçılık eleştirilerine yol açmıştı.
Danimarka'nın Viborg kentindeki Skovgaard Müzesi söz konusu karikatürü sergiye almayınca Bakan Stojberg karara tepki olarak karikatürü tablet bilgisayarının ekran koruyucusu yapıp bunu da sosyal medya hesabında paylaştı. Bakan, Facebook hesabından yaptığı paylaşımda "Bu müzenin kendi seçimi ve bunu yapmaya hakkı var ama bence bu utanç verici" ifadelerini kullandı. Stojberg "Dürüst olmak gerekirse sanırım bu karikatürlerle gurur duymamız gerekiyor" diye ekledi.
Bakan’a Facebook üzerinden olumlu ve olumsuz binlerce tepki ve yorum geldi. Bakanı "Harikasınız" diye kutlayanlar da "Nazi ve ırkçı" diye suçlayanlar da oldu.
Göç ve Uyum Bakanı Inger Stojberg, Danimarka’da merkez sağda yer alan muhafazakâr-liberal Venstre Partisi’nin bir üyesi. Danimarka’da sığınmacıların bin eurodan değerli eşya ve nakit paralarına el koyulmasını öngören tartışmalı yasa tasarısının da mimarlarından biri. Stojberg, ayrıca bu yılın başında göç konusunda hükümetin getirdiği 50 yeni sınırlama için bir pasta yapıp kutlayarak da gündeme gelmişti. |
# Devleri ikna eden büyülü formül
Muhammed Yunus, yoksullara mikro-kredi verdiği bankasıyla 2006 yılında Nobel Barış Ödülü’ne layık görülmüştü. Yunus, Adidas ve Otto gibi büyük firmalarla işbirliği yaparak yoksulluğa karşı kıran kıran mücadele ediyor.
Bangladeşli ekonomist Muhammed Yunus
Muhammed Yunus, Grameen logosunu taşıyan çok sayıda şirket kurdu. Bu şirketler, çocukların yeterli düzeyde beslenmesi, hastalıkların önlenmesi, tedavi ve eğitim olanakları geliştirilmesine katkı sağlıyor. Yunus, "Ticaret mantığını yeniden şekillendirmek yeterli" derken, ticaret yaparken hem para kazanılabileceğini hem de salt kar amacı gütmeden sosyal sorunlara çözüm bulunabileceğine vurgu yapıyor.
Yunus'un formülü ticarette gizli **
Yunus, "Bazıları ‘az, hatta çok az da kar yapamaz mısın?' diye soruyor. Biraz kar yapmak bize ters değil. Ama biz ticaret yoluyla sorunları nasıl çözebileceğimize odaklanıyoruz" diye konuştu.
Grameen Danone'den çocuklara yoğurt **
Muhammed Yunus'un hissedarlara kar sağlamayan şirketler aracılığıyla toplumsal sorunları çözme konsepti, büyük şirketlerin yöneticilerini de ikna etmiş. "Çok mutluyuz, çünkü bu sürece çokuluslu tröstleri de dahil ettik" diyen Yunus, sözlerini şöyle sürdürdü: "Örneğin Bangladeş'te Grameen Danone şirketini kurduk. Danone'nin hiç tereddüt etmeden kabul ettiği önerimle Bangladeş'te yeterli düzeyde beslenemeyen çocuklar için yoğurt üretiyoruz."
Bangladeş'teki başarıdan sonra Danone yirmi ülkede daha bu tür kar gütmeyen şirketler kurdu. Yunus, çevre teknolojileri alanında faaliyet gösteren Veolia firmasını da ikna etmiş ve artık yıllardır zehirli su içen yoksul Bangladeş halkı için çok ucuza temiz su üretiliyor.
Muhammed Yunus dur durak bilmiyor. Yunus, tesadüfen Frankfurt Havalimanı'nda karşılaştığı Alman kimya devlerinden BASF'ın yönetim kurulu başkanı Jürgen Hambrecht'i de sıtma hastalığını önlemek amacıyla Bangladeş'te ilaç üretimi için ikna etmiş. Hambrecht oluşturdukları sistemi şöyle aktarıyor: "Şunu açıkça söylememe izin verin: Yeni sosyal ticaret anlayışımız da kar amaçlıyor. Ama bu kar hissedarlar arasında paylaşılmıyor. Kartopu mantığıyla çoğalması amaçlanıyor ve Bangladeş sadece bir başlangıç."
Adidas'ı nasıl ikna etti **
Bangladeş'te birçok hastalık, çıplak ayak dolaşmak sonucunda vücuda giren parazitlerle ortaya çıkıyor. Muhammed Yunus, Adidas firmasını da bunun önlenmesi için bir şirket kurmaya ikna etmiş bile. Yunus nasıl ikna ettiğini anlattı: "Bir ayakkabı firması küresel bir vizyon geliştirebilir. Bu vizyon ‘dünyada kimse ayakkabısız yürümemeli' üzerine inşa edilebilir. Adidas bu önerimi kabul etti. Bana 'ayakkabılar ne kadar ucuz olsun' diye sordular. Ben de hemen ‘1 doların altında olabilir' dedim. Ama ‘üzerine logonuzu mutlaka koymanız gerekiyor, böylelikle 1 dolarlık ayakkabının kimin tarafından üretildiği açıkça görülmeli' diye de ekledim."
Muhammed Yunus'a göre yoksulluk, ticaret yapanların sadece kar elde etmeyi düşünmeyerek sosyal sorunların çözümüne de ağırlık vermeleriyle aşılabilir. Görünen o ki, bu fikir büyük ölçüde kabul görmüş ve en azından denemeye değer görülüyor. |
# Erdoğan'a popülizm suçlaması
Başbakan Erdoğan’ın Alman vakıflarına ilişkin iddialarına yanıt veren Sosyal Demokrat Parti milletvekili Uta Zapf, Erdoğan’ın Kürt politikasındaki sorunları başkasının suçuymuş gibi göstermeye çalıştığını savundu.
Alman milletvekili Uta Zapf, Erdoğan'ı eleştirdi
Sosyal Demokrat Parti Genel İdare Kurulu Türkiye Koordinasyon Grubu Üyesi ve Federal Milletvekili Uta Zapf, Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Alman vakıflarının dolaylı olarak PKK’ya para aktardığına ilişkin iddialarını Deutsche Welle Türkçe Servisi’ne değerlendirdi.
Bu iddiaları şaşkınlıkla karşıladığını kaydeden Zapf, "Doğrusu hangi nedenle bu iddiaları ortaya attığını bilmiyorum, ama bu iddialar çok saçma" dedi. Sosyal Demokrat Parti’ya yakınlığı ile bilinen Friedrich Ebert Vakfı’nın yanı sıra diğer Alman vakıflarının da "özellikle para söz konusu olduğunda çerçevesi belirlenmiş yönetmeliklere göre faaliyet gösterdiğini" vurgulayan Zapf, ayrıca bu vakıfların şeffaf olmak zorunda olduklarını söyledi.
Zapf, "özellikle Friedrich Ebert Vakfı’nın Kürtlerin dahil olduğu projelerde çok daha dikkatli olduğunu" belirtti.
**Kürt sorunu ile bağlantı**
Alman Meclisi Dış İlişkiler Komisyonu Üyesi Zapf, Erdoğan’ın iddiaları ile Türkiye’deki Kürt meselesi arasında bağlantı gördüğünü ifade etti.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Alman vakıflarına ağır suçlamalarda bulundu
Zapf, "Kuşkusuz bütün bunlar, Kürt politikasındaki sorunların artmasından kaynaklanıyor. Erdoğan, Kürtlere bazı özerklikler verme, yani kendi dillerinde konuşma hakkı tanıması, Kürtçe televizyon yayını gibi alanlarda bazı adımlar attı. Bu şekilde PKK’nın eylemlerine son vereceği ümit ediliyordu. Ancak geçen yaz insanların öldüğü saldırılar yeniden başladı. Bana göre, bu iddialar suçu başkasının üzerine atabilmek için yapılan popülist bir çıkış" şeklinde konuştu.
**Türkiye ile Almanya arasındaki ilişkiler**
Sosyal Demokrat Parti milletvekili Zapf, Erdoğan’ın Alman kuruluşlarının PKK, yani teröristler ile işbirliği yaptığı yönündeki kuşkularının Türkiye ile Almanya arasındaki ilişkilere de zarar verebileceğini söyledi.
Zapf, "Görebildiğim kadarıyla Almanya Dışişleri Bakanlığı da, vakıflar da konuya çok dikkatli yaklaştı. Dışişleri Bakanlığı yazılı bir basın açıklaması yayınlamadı. Kanımca bakanlık bu strateji ile Türkiye’den ılımlı bir tavır izlemesini istiyor" şeklinde konuştu. |
# Dokunulmazlık teklifi geçti
Hakkında fezleke olan milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasına ilişkin anayasa değişikliği teklifi 376 oyla referandum sınırını aşarak TBMM'den geçti.
Hakkında fezleke düzenlenen milletvekillerinin dokunulmazlıklarının bir kereliğine kaldırılmasını öngören anayasa değişikliği teklifi, TBMM Genel Kurulu'nda yapılan oylamada kabul edildi.
Teklifin tümü hakkında yapılan oylamada 376 milletvekili kabul oyu kullandı. Oylamada 140 ret, 5 çekimser, 7 geçersiz, 3 boş oy kullanıldı.
Referandum sınırı olan 367'nin aşılmış olması nedeniyle teklif halk oylamasına sunulmayacak.
Teklifin 1. maddesi ile ilgili TBMM Genel Kurulu'nda yapılan oylamada 373 kabul oyu kullanılırken, 138 milletvekili ret oy kullanmış, 8 vekil çekimser kalmış ve 3 oy da geçersiz sayılmıştı.
Teklifin 2. maddesi ile ilgili oylamada ise 374 vekil kabul oyu kullanmış, ret oylarının sayısı 136, çekimser kalanlar 4 ve geçersiz sayılan oy sayısı ise 1 olmuştu.
Dokunulmazlıkların kaldırılması ile birlikte hakkında fezleke düzenlenen 138 milletvekili hakkında yargı yolu açılmış oldu.
59 HDP milletvekilinden 50'sinin dokunulmazlığının kaldırılması isteniyor. Bunlar arasında eş başkanlar Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ da bulunuyor. HDP'li vekiller hakkındaki dosyası sayısı 405. |
# Kıbrıs müzakeleri 9 Ocak'ta yeniden başlıyor
BM, Türk ve Rum liderler tarafından Kıbrıs'ta müzakerelere devam kararı alındığını açıkladı.
Birleşmiş Milletler'den yapılan açıklamaya göre Kıbrıslı Türk ve Rum liderler adanın birleşmesi için yürütülen müzakerelere tekrar devam kararı aldılar. Böylece geçen ay İsviçre'de yapılan müzakerelerin sonuçsuz kalmasının ardından sekteye uğrayan müzakerelerde yeniden masaya oturulacak.
Cuma günü BM'den yapılan açıklamada Kıbrıslı Türk ve Rum liderler Mustafa Akıncı ve Nikos Anastasiades'in önümüzdeki ay Cenevre'de dört gün boyunca bir araya gelmek konusunda anlaştığı bildirildi.
Buna göre ikili görüşmeler 9 Ocak'ta başlayacak ve öngörülen bir federasyonda her iki tarafın kontrol edeceği toprak miktarı gibi kilit konular masaya yatırılacak. 12 Ocak'ta düzenlenecek konferansa ise Türk ve Rum tarafları dışında garantör ülkeler Türkiye, Yunanistan ve İngiltere ile uluslararası kuruluşlardan temsilciler katılacak ve anlaşma sonrası güvenliğin sağlanması konusu masaya yatırılacak.
BM iki taraftan da ekiplerin Cenevre görüşmeleri öncesi çözümsüz kalan konularda mesafe kaydetmek için Kıbrıs'ta görüşme trafiğini hızlandıracağını açıkladı. Liderler gerektiğinde bir araya gelecek.
BM'in açıklaması dün akşam Kıbrıslı Türk ve Rum liderlerin Birleşmiş Milletler Kıbrıs özel temsilcisi Espen Barth Eide'in organize ettiği 4 saat süren akşam yemeğinde adanın birleşmesi için yürütülen görüşmelere ivme kazandırmak amacıyla bir araya gelmesinin ardından yapıldı. Liderler bu yemekte İsviçre'nin Mont Pelerin kasabasında geçen ay yapılan görüşmelerin sonuçsuz kalmasından sonra ilk kez bir araya gelmişti.
Kıbrıs'ın birleşmesi için 2004 tarihinde referanduma sunulan Annan Planı Rum halkı tarafından reddedilmişti. Annan Planı'nın başarısızlığa uğramasının ardından barış görüşmeleri de sekteye uğramıştı.
Kıbrıs Türk tarafında Mustafa Akıncı'nın cumhurbaşkanlığına seçilmesinin ardından 2015 yılında başlatılan yeniden görüşmelerde ilerleme kaydedilmiş, geriye sadece kritik noktalar kalmıştı. Çözüm yanlısı Akıncı, 2016'nın çözüm yılı olacağını söylemişti. Tarafların hedefi federal bir yapı ile Kıbrıs'ın birleşmesi. |
# Putin karşıtları sokakta
Rusya’nın başkenti Moskova’da bugün on binlerce kişi Devlet Başkanı Vladimir Putin’i protesto edecek. Gösterinin düzenleneceği Puşkin Meydanı’nda geniş çaplı güvenlik önlemleri alındı.
Rusya'da Vladimir Putin'in devlet başkanlığı görevine tekrar dönüşü ile toplanma ve gösteri yürüyüşleriyle ilgili yasanın sertleştirmesini protesto etmek için Moskova'da bugün geniş çaplı bir protesto gösterisi düzenleniyor. Gösteriye yaklaşık 50 bin kişinin katılması bekleniyor.
İçişleri Bakanlığı, güvenlik birimlerinin gösterinin yapılacağı Moskova'daki Puşkin Meydanı ve çevresinde 12 bin polisi görevlendirildiğini açıkladı. Göstericilerin Puşkin Meydanı'nda toplanacağı ve ardından Saharov Bulvarı'na doğru yürüyüşe geçeceği belirtildi.
Bu, Putin'in 7 Mayıs'ta yemin ederek göreve başlamasından bu yana düzenlenen ilk büyük geniş çaplı protesto gösterisi.
**Muhalif liderlerin evine baskın**
Rus polisinin, gösteri öncesi muhalif liderlerin evinde aramalar yaptığı belirtiliyor. Evine baskın yapılan muhaliflerden biri de blog yazarı Aleksiy Navalni.
Putin karşıtı protestoların önde gelen isimlerinden olan Navalni, Twitter hesabında yazdığı mesajda, ''Kitlesel gösterilerle ilgili olarak evimde şu anda polis tarafından arama yapılıyor. Kapıyı neredeyse harap ettiler'' ifadelerini kullandı.
Evi aranan muhalif liderlerden Sergey Udaltsov da yaptığı açıklamada, evdeki aramayı tamamlayıncaya kadar avukatlarının içeri girmesine izin verilmediğini belirterek evde delil unsuru olabilecek dokümanlara el konduğunu söyledi.
**Yesi yasa sonrası ilk gösteri**
Puşkin Meydanı'ndaki protesto, toplanma ve gösteri yürüyüşü düzenleme yasasının sertleştirilmesinden sonraki ilk gösteri olma özelliğini taşıyor. Yeni yasaya göre, izinsiz gösteri yapanlara 10 bin dolara yakın para cezası verilmesi öngörülüyor. |
# Yorum: "Biz onları sevdik"
Bütün dünyayı kasıp kavuran koronavirüs pandemisinin hayatımızı yakın tarihte hiç tanık olmadığımız oranda kısıtladığı, dünyada 2 milyon 700 bine yakın insanın canını alan virüse karşı yüzde 95 başarı gösteren aşıyı bulan Türeci ve Şahin kimdir?
Özlem Türeci
Özlem Türeci 1967 yılında Almanya’nın kuzey eyaletlerinden Aşağı Saksonya'daki Lastrup kasabasında dünyaya geldi. Cerrah olan babası, Katolik Kilisesi’ne bağlı bir hastane olan St. Elisabeth-Stift’te çalıştı. Türeci lise eğitiminin ardından Homburg kentinde bulunan Saarland Üniversitesi’nde tıp eğitimi aldı ve doktorasını da orada tamamladı. Eğitiminin son yıllarında eşi Uğur Şahin ile tanıştı. İkisini birleştiren tutku araştırmaya duydukları ilgi oldu.
Uğur Şahin
Uğur Şahin ise 1965’te İskenderun’da doğdu. Dört yaşında ailesi ile Köln’e geldi. Babası Köln’deki Ford fabrikasında işçi olan Şahin, Erich Kästner Lisesi'ni bitirdikten sonra tıp okudu. 1992’de Köln Üniversitesi'nde, kanser hücrelerine karşı immünoterapi alanında yazdığı doktorasını en iyi not olan summa cum laude ile tamamladı. 1999 yılında Homburg'daki Saarland Üniversitesi'nde doçent unvanını aldı. 2000 yılında Zürih Üniversitesi’nde araştırmalarını yürüttü. Akabinde Mainz'daki Johannes Gutenberg Üniversitesi’nde genç bir araştırmacı grubun çalışmalarının direktörlüğünü üstlendi. 2006’da da deneysel onkoloji alanında profesörlüğünü aldı.
2001 yılında Ganymed’i kurdular
Bir kız çocuğu bulunan Türeci-Şahin çifti uzun yıllar kansere karşı yeni tedavi yöntemleri konusunda araştırmalar yürüttüler. 2001 yılında Ganymed Pharmaceuticals şirketini kurdular. Çift, belli tümör hücrelerinin oluşumuna yol açan hatalı gen tespitini mümkün kılabilmek için bir metot geliştirdi. Bu metottan yararlanarak, mRNA (mesajcı RNA) teknolojisi ile vücuttaki belirli bir tümörü hedefleyecek kişiselleştirilmiş tedavi konusunda önemli başarı sağladılar. Türeci-Şahin çifti, 2016’da Ganymed'i bir milyar 200 milyon euroya Japon şirketi Astellas’a sattı. Geliştirilen kanser tedavisinin tıbbi onay sürecinde 2020 itibarıyla son evreye varıldığı bildiriliyor.
2008'de Ganymed'in yanısıra BioNTech’i kurdular. Başlangıç sermayesi olan 180 milyon doların büyük kısmını Andreas ve Thomas Strüngmann kardeşler sağladı.
Türeci ve Şahin’i geniş kitlelere tanıtan en önemli buluşları ise kapkaranlık koronavirüs pandemisi döneminde umut ışığı veren ve temeli yıllardır yürüttükleri kanser araştırmalarında edindikleri tecrübeye dayanan koronavirüs aşısı oldu. Buldukları aşının tescillenmesi ve tedavide gösterdiği başarıyı ortaya koyan araştırmalar BioNTech’in değerini kısa sürede katladı. BioNTech’in piyasa değeri 20 milyar dolara ulaştı ve şirkette yüzde 18 pay sahibi olan Uğur Şahin birdenbire Almanya'nın en zengin ilk 100 insanı arasına girdi.
Mütevazılıkları dikkat çekti
Türeci ve Şahin, yakaladıkları başarıya ve bir anda artan servetlerine rağmen mümkün olduğunca medyadan uzak kalmaya çabaladı. Verdikleri sınırlı söyleşilerde de hep mütevazı bir tavır sergileyip, az ve öz konuştular. Aşıyı, tekniklerini, RNA yöntemi ile ilgili endişeleri, komplo teorilerini ele alan programlarda sabırla anlattılar. Sözcükleri tarta tarta, yavaş yavaş seçtiler. Tarz olarak yumuşak oldukları kadar içerikte de bir o kadar kararlı ve emin oldukları görüldü.
Uğur Şahin’in her sözcüğü titizlikle seçme uğraşı, kelimeleri üç kez, dört kez tekrarlayarak en doğrusunu bulması çabası, kazandıkları parayı nereye harcayacakları sorusuna, paraya değil, araştırmaya kafa yorduklarını söylemesi, yanlış bir bilgiyi düzeltirken zaman zaman utangaç bir çocuk edasıyla tebessümü, onların başarının ışığında güneşlenmekten çok sadeliğe sığındığını gösterdi.
Uğur Şahin DW'ye konuştu: Teknik olarak yeni bir aşıyı 6 hafta içinde geliştirebiliriz
Yine medyada nadir görünen Türeci’nin de aynı şekilde mütevazılığı, sükuneti ve azmi en son verdiği 8 Mart mesajında da tekrar belli oldu. O mesajında Türeci, engelli parkur yarışçısı Amelia Boone’un, "Ben en güçlü değilim, en hızlı da değilim. Ama acı çekmede ve sebat etmede gerçekten iyiyim" sözlerine atıfta bulundu ve kadınlara, "Geniş bir vizyona sahip olun ve karşılaştığınız engellerden bağımsız olarak azimle o vizyona bağlı kalın" diye seslendi.
Türeci-Şahin çiftinin başarısı çok küçük bir kesim hariç Almanya’da da büyük gurur ve mutluluk yarattı. O küçük ırkçı kesimin karalama çabaları da zaten onların ışığında sönüp gitti.
"Akşam olmadan günü övme"
Almancada bir söz vardır; "Akşam olmadan günü övme" diye. Noktası konmamış bir işin arkasından olumsuzluk çıkabileceğina işaret eder, doğruluğu tecrübeyle sabittir. Buna rağmen müsaade ederseniz biz Türeci ve Şahin’i övmek istiyoruz.
Onları övmek istiyoruz çünkü biz onlarla gurur duyduk.
Gurur duyduk ama kökenleri, dinleri ve dilleri nedeniyle değil.
Onlar bize zifiri karanlık bir tünelin ucundaki ışığı gösterdi diye. Sevdiklerimizle kucaklaşıp, onlara tekrar dokunma, öpme umudunu bize geri verdi diye.
Buldukları aşının yüzde 90’dan fazla etkili olduğunu duyunca eve gidip çay demleyip kutladıklarını duyunca kendimizden gördük.
Bizim gibi Almanya'dan Türkiye'ye giderken arabaya fındıklı çikolata, Nivea kremi, Schauma şampuanı, Nescafe yüklediklerini düşünerek tebessüm ettik.
Gittikleri Türkiye’de belki bizim gibi bazen kırık dökük konuştuklarında etraftakilerin güldüğünü, onların da bizim gibi mahçup olduğunu hayal ederek yakın hissettik.
Bir Pazar kahvaltı ederlerken sofralarına sucuklu yumurta, salçalı ekmek gelmiş olma ihtimali bizi onlara yakın kıldı.
Buldukları aşıyı gözümüzde canlandırmamız için basitçe, tekrar tekrar anlatma sabrını gösterdikleri için müteşekkir olduk.
Sabah işe giderken uğradığımız, köşedeki bir fırından sandviç alırken arkamızda sıraya girebilecekleri ihtimalini düşünerek sevdik.
Lambada beklerken yanımızdan bisikletle geçebilecekleri ihtimali bizi onlara yakın etti.
Geldiğimiz kültürde küçükler büyüklerine demez ama müsaade ederlerse biz demek istiyoruz: |
# CPJ: Dünyada 293 gazeteci hapiste
Yeni DW'nin **beta** sürümüne herkesten önce göz atın. Görüşünüzü bize bildirerek yeni DW'yi daha da geliştirmemize yardımcı olabilirsiniz.
Dünyada demir parmaklıkların ardındaki gazetecilerin sayısı 2021 yılında zirve yaptı. Hapiste bulunan gazetecilerin sayısı 293’e yükselirken, son bir yılda yaptığı haber nedeniyle en az 24 gazeteci öldürüldü.
Gazetecileri Koruma Komitesi'nin (CPJ) yayımladığı son rapora göre 2021 yılında hapiste bulunan gazetecilerin sayısı, bugüne dek kaydedilen en yüksek rakama ulaştı. Söz konusu rapora göre, dünya çapında 1 Aralık itibarıyla 293 gazeteci cezaevlerinde tutuklu bulunuyor.
CPJ'nın basın özgürlüğü ve medyaya saldırılar konusundaki yıllık anketine göre, son bir senede en az 24 gazeteci yaptığı haber nedeniyle öldürüldü. Ayrıca öldürülen 18 gazetecinin ise yaptığı haber nedeniyle mi öldürüldüğü netleştirilemedi.
Amerika Birleşik Devletleri (ABD) merkezli sivil toplum kuruluşu CPJ, gazetecileri hapsetme nedenlerinin ülkelere göre değiştiğini ancak bu yıl ulaşılan rakamın yükseliğinin dünyadaki siyasi çalkantıları ve bağımsız haberciliğe yönelik toleransın azaldığını yansıttığını belirtti.
CPJ Genel Müdürü Joel Simon, "Bu, dünya çapında hapiste bulunan gazetecilerle ilgili olarak, CPJ'nin altı yıldır üst üste kaydettiği en yüksek rakam. Bu rakam iki içinden çıkılmaz zorluk olduğuna işaret ediyor. Hükümetler bilgiyi kontrol etmek ve yönetmek için kararlı ve bunları yapmak için gösterdikleri çabalar konusunda da oldukça arsızlar" dedi.
Rapora göre en fazla cezaevlerinde gazeteci olan ülke Çin. Bu ülkede 50 gazetecinin demir parmaklıklar ardında olduğu belirtilirken, Çin'i 26 gazeteci ile Myanmar, 25 gazeteci ile Mısır, 23 gazeteci ile Vietnam ve 19 gazeteci ile Belarus'un izlediği belirtildi. Raporda Belarus'u Türkiye , Eritre, Suudi Arabistan, Rusya ve İran'ın takip ettiği kaydedildi. |
# İnsan hakları örgütlerinden Kavala tepkisi
Gezi davasında tutuklu yargılanan iş insanı Osman Kavala'nın, tutukluluk halinin devamı yönündeki karara tepkiler sürüyor. Uluslararası Af Örgütü (Amnesty) mahkemenin kararını sert bir dille eleştirdi.
Twitter hesabından açıklama yapan Af Örgütü, "Osman Kavala'ya yönelik suçlamalara dair hiçbir somut delil sunulmamasına rağmen tutukluluğunun davamına karar verilmesi akla mantığa sığmamaktadır" denildi.
İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch) Türkiye Sorumlusu Emma Sinclair-Webb de, Alman haber ajansı dpa'ya yaptığı açıklamada, Kavala hakkındaki iddianamede hiçbir suç unsuru olmadığını ve Osman Kavala'nın "demir parmaklıklar ardında bir gün bile geçirmemesi gerektiğini" söyledi.
Sinclair-Webb ayrıca, önümüzdeki Temmuz ayında görülecek duruşmada Kavala'nın serbest bırakılmak zorunda olduğunu savundu.
Karara bir tepki de Avrupa Parlamentosu'nun eski Türkiye raportörü Kati Piri'den geldi. Piri, Twitter üzerinden paylaştığı mesajında, "Yiğit nedensiz yere 7 ay hapiste kaldı. Osman'ın tutukluluğu 600 günü aşmışken sürüyor. Türkiye'nin adalet sistemi çok sayıda saygın ve masum insanın hayatını etkiliyor" yazdı.
Tek tahliye: Yiğit Aksakoğlu
Tutuklu sanıklardan Osman Kavala ve sivil toplum alanında çalışan Yiğit Aksakoğlu ile birlikte tutuksuz yargılanan yedi sanığın katıldığı Gezi davasının ilk duruşması Pazartesi ve Salı günleri görüldü. Mahkeme ara kararında Kavala'nın tutukluluğunun devamına ve Yiğit Aksakoğlu'nun tahliyesine karar verdi.
Sivil toplum örgütlerinde faal olan eğitim uzmanı Yiğit Aksakoğlu'na adlı kontol şartı ve yurt dışına çıkış yasağı getirildi. Tahliyesinin ardından gazetecilere açıklamalarda bulunan Aksakoğlu, kendinin tahliye edilip Osman Kavala'nın tutuklu kalmasının anlaşılır olmadığını belirtmişti. Aksakoğlu açıklamasında, "Ne tutuklanmayı ne de tahliyeyi bekliyordum. Bugün çıktığım için çok mutluyum. Ama Osman Bey için çok üzgünüm. 20 aydır sebepsiz içeride. İçeride haksız yere tutuklu çok sayıda insan var. Bize piyango çıkmadı. Bir an önce bu ülkeye adalet gelmeli" demişti. |
# Ontake Yanardağı can aldı
Japonya’nın Ontake Yanardağı’nda meydana gelen patlama, dağcıları hazırlıksız yakaladı. En az 1 kişi hayatını kaybederken 7 kişiden haber alınamıyor.
3 bin 67 metre yüksekliğindeki Ontake Yanardağı'ndaki patlama, zirve tırmanışı yapan dağcıları hazırlıksız yakaladı. Patlama sırasında yanardağ ağzı çevresinde yaklaşık 250 kişi bulunuyordu.
Yanardağ patlamadan sonra 9 saat boyunca etrafa kül, kaya ve duman püskürttü. Kyodo News dört kişinin yanardağdan çıkan külün altından çıkartıldığını duyurdu.
Afet sonucunda en az 1 kişi hayatını kaybederken 7 kişiden haber alınamıyor. En az 32 kişinin yaralandığı olayda yaralılardan 10'unun bilincinin kapalı olduğu belirtiliyor. |
# Ortadoğu'da umutlar artıyor
İsrail ve Filistinliler arasında imzalanan ateşkes, zaman zaman ihlal edilmesine karşın, politik görüşmelerin başlayabileceği umudunu arttırıyor. Uluslararası girişimlerin de bundan sonra hızlanması bekleniyor. Alman radyolarının bölge muhabiri Bettina Marx’ın haberi...
İsrail ve Filistinliler arasında pazartesi günü ateşkes imzalandı
Filistin Başkanı Mahmud Abbas’ın Ürdün’e gitmesi, Abbas, ABD Başkanı George Bush Bush ve İsrail Başbakanı Ehud Olmert arasında sürpriz bir görüşme gerçekleşebileceği beklentisini yaratmıştı, ama bu boşa çıktı. Ancak bunun yerine şimdi ABD Dışişleri Bakanı Condolezza Rice’ın bölgeye giderek taraflarla Kudüs ve Eriha’da ayrı ayrı görüşeceği bildirildi. Bu diplomatik girişim, İsrail ile Filistin arasındaki hareketlenmenin göstergesi.
Filistin ve İsrail arasında pazartesi sabahından bu yana geçerli olan ateşkes, tüm ihlallere rağmen politik görüşmelerin de başlayabileceği umudunu yeşertiyor. Buna rağmen taraflar, beklentilere çekimser yaklaşmayı tercih ediyor. İsrail hükümetinin danışmanlarından eski müzakereci Dov Weisglass, İsrail Radyosu’na verdiği demeçte çekincelerini şöyle dile getirdi:
"Bir umut dalgası var, ama bu Filistinlilerle yaptığımız ilk ateşkes değil. Müzakere masasına dönmek doğru, bu açıdan başbakanın açıklamasını destekliyorum. Buna rağmen kuşkuluyum, çünkü geçmişteki deneyimlerimiz olumsuzdu."
**Olmert: Bazı tavizlere hazırız**
Eski başbakanlardan Ariel Şaron’un danışmanlığını yapan Dov Weisglas, Gazze Şeridi’nden çekilme planının mimarlarından. O zamanki hükümetin hedefi, bu tek taraflı adımla barış sürecini dondurmak ve Ortadoğu Dörtlüsü’nün hazırladığı barış planı ile Yol Haritası’nı devre dışı bırakmaktı. Şimdiki hükümetin talebi ise Yol Haritası temelinde müzakere masasına geri dönmek.
İsrail Başbakanı Ehud Olmert, şiddete son verilmesi kaydıyla bazı acıtacak tavizlere de hazır olunduğunu söyledi. Ama Filistin tarafı da bu konuda kuşkulu. Filistin Başbakanı İsmail Haniye, "Tavizlerin acıtıp acıtmaması söz konusu değil, bizim bazı haklarımız var. Bunlar arasında 1967 sınırlarında bağımsız bir Filistin devletinin kurulması, Kudüs’ün başkent olması ve mültecilerin geri dönmesi" diyor.
Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas ise buna rağmen umutlu. Abbas, Ürdün’de Kral Abdullah ile görüşmesinde de memnuniyetini dile getirdi. Ürdün Kralı Abdullah ve Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas, Ortadoğu barış sürecine işlerlik kazandırma yollarını ele aldılar. Ardından Kral Abdullah'ın Bush ile bugün yapacağı görüşmede Filistin meselesinin adil bir biçimde çözülmesi konusun ele alacağı açıklandı. |
# BM: 2 milyardan fazla kişi temiz sudan mahrum
BM'nin raporuna göre dünya genelinde her üç kişiden birinin temiz içme suyuna, her iki kişiden birinin de atık su tesisatlarına erişimi yok.
Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF) ve Dünya Sağlık Örgütü'nün (DSÖ) hazırladığı ortak rapor dünya genelinde yaklaşık 2 milyar 200 milyon kişinin hâlâ temiz içme sularına erişimi olmadığını ortaya koyuyor.
İçme Suları, Sanitasyon ve Hijyen adını taşıyan rapora göre 21'inci yüzyılın başından bu yana en fazla 30 dakikalık bir mesafede temiz içme suyuna erişebilen insan sayısı 1,8 milyara ulaştı. 785 milyonunun ise yarım saatlik yürüme mesafesinde ulaşabilecekleri bir temiz su kaynağı bulunmuyor.
Rapor ayrıca dünya nüfusunun neredeyse yarısına tekabül eden 4 milyar 200 milyon kişinin güvenli şekilde yönetilen sıhhi koşullara erişimi olmadığını ortaya koyuyor. Üç milyar insan evde sabun ve su ile ellerini yıkayamıyor. 673 milyon insan tuvalet olarak açık alanları kullanıyor.
**Her yıl 297 bin çocuk hayatınıkaybediyor**
Temiz su kaynakları ishal, kolera, dizanteri, hepatit A ve tifo gibi hastalıkların yayılmasının önlenmesinde basit ve en etkili yollardan biri olma özelliği taşıyor. Temiz su kaynaklarının azlığı, atık su tesisatı ve hijyenik koşulların yokluğu nedeniyle her yıl beş yaş altı 297 bin çocuk ishale bağlı rahatsızlıklar nedeniyle hayatını kaybediyor.
Kırsal kesimde yaşayan fakir aileler ve çocuklarının temiz içme suları ve atık su tesisatlarına erişiminden yoksun bırakılmasının büyük bir risk oluşturduğunu açıklayan UNICEF yetkilisi Kelly Ann Naylor, ülkeler arasındaki ekonomik ve coğrafi uçurumların ortan kaldırılabilmesi ve en temel insan haklarının gerçekleştirilebilmesi için hükümetleri harekete geçmeye çağırdı.
**2 milyon kişi hijyenik tuvalatten uzak yaşıyor**
Raporu hazırlayan örgütler 2000 yılından bu yana koşulların daha da iyileştiğini vurgularken, kaynakların yetersiz olduğu ve eşit olarak dağıtılmadığı konusunda uyarıyor. Rapora göre yaklaşık 2 milyon kişi güvenli kabul edilen hijyenik tuvalet kullanamazken bu kişilerin neredeyse yüzde 70'i kırsal kesimde yaşıyor. Ayrıca temiz tuvalete erişimi olmayan insanların üçte birini az gelişmiş ülkelerin vatandaşları oluşturuyor. |
# Steinmeier'den 1915 olaylarına ilişkin açıklama
Almanya Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier, 1915 olaylarına ilişkin bir açıklamada bulundu.
Almanya Dışişleri Bakanı Steinmeier, resmi bir ziyaret için gittiği Estonya'da 1915 olaylarına değindi.
Steinmeier, "Geçmişte yaşanan vahşet, bir kavram ya da bu kavrama ilişkin tartışmayla sınırlandırılmamalıdır" ifadesini kullandı.
Frank-Walter Steinmeier, Alman Federal Meclisi'nin konuyla ilgili bir açıklama yapacağını, sözkonusu açıklamayla ilgili çalışmaların henüz tamamlanmadığını vurguladı.
Alman hükümeti 1915 olaylarına ilişkin soykırım ifadesini kullanmıyor.
1915 olaylarının 100'üncü yıldönümü önümüzdeki hafta muhtelif törenlerle anılacak. Türkiye'nin zorunlu tehcir olarak nitelediği olaylar sırasında 1,5 milyon Ermeni'nin hayatını kaybettiği belirtiliyor. |
# Malezya'da sel alarmı
Malezya'da etkili olan yağışlar sel ve su baskınlarına yol açtı. On binlerce kişi yaşadıkları yerlerden tahliye edildi. Başbakan Necip Rezak'ın felakete rağmen ABD'de golf oynaması eleştirilere neden oldu.
Meteoroloji uzmanları, günlerden beri aralıksız yağan yağmurun hafta sonunda da devam edeceği uyarısında bulundu.
Malezya medyasında su seviyesinin iki metreye kadar yükseldiği bölgelerden görüntülere yer verildi. Resmi açıklamalara göre sellerden şimdiye kadar beş kişi öldü.
Tropikal kuşakta yer alan Malezya'da her yıl yağmur sezonunda sık sık sel felaketleri görülüyor. Malezya haber ajansı Bernama, bu yıl 100 binden fazla kişinin tahliye edildiğini bildirdi.
Malezya Başbakanı Necip Rezak'ın sel felaketine rağmen ABD gezisini yarıda kesmemesi ise eleştirilere neden oldu. Rezak, önceki gün Havai'de Başkan Barack Obama ile golf oynamıştı. Başbakan Vekili Muhyiddin Yassin, "Sayın Rezak'ın da dinlenmeye ihtiyacı var" sözleriyle Başbakanı savundu. |
# Eski Alman vekile Erdoğan'a hakaretten dava
Yeşiller partisinden eski milletvekili Memet Kılıç hakkında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a hakaret suçlamasıyla dava açıldı. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hazırlanan iddianamede, Kılıç'ın online yayın yapan *ABC Gazetesi*'ne Temmuz 2017'de yaptığı açıklamalar Cumhurbaşkanına hakaret olarak değerlendirildi.
Yaptığı açıklamalarda Türk hükümetinin izlediği iç ve dış siyaseti eleştiren Kılıç, "Ben Türk kökenli bir politikacı olarak memleketimin bu hâle getirilmesinden büyük üzüntü duyuyorum, bu hâle getirenleri de vatan haini olarak görüyorum" ifadesini kullanmıştı. Kılıç, "Erdoğan'ın Türkiye’ye verdiği zarar kaldırılamayacak bir durum" demişti.
Türk ve Alman vatandaşı olan 52 yaşındaki Memet Kılıç, 2009-2013 yılları arasında Yeşiller partisinden milletvekili olarak görev yapmıştı. Halen Heidelberg'de avukat olarak çalışan Memet Kılıç, siyasi faaliyetlerini de sürdürüyor. Kılıç'ın siyasi faaliyetleri arasında Baden-Württemberg eyaletinin Göç ve Uyum Çalışma Grubu sözcülüğü bulunuyor.
**Kılıç: Bu rejim beni susturmak istiyor**
Alman haber ajansı *dpa*'ya açıklamalarda bulunan Kılıç, Türkiye'de yaşayan yeğenine tebligat gitmesi üzerine hakkında açılan davadan yaklaşık bir ay kadar önce haberdar olduğunu söyledi. Yaklaşık üç yıldır Türkiye'ye gitmediğini belirten Kılıç, "Bu rejim beni susturmak istiyor" dedi.
Bir siyasetçinin Cumhurbaşkanına hakaretten hakkında dava açılmasının kendisi için yeni bir boyut olduğunu ifade eden Kılıç, "Her durumda bu benim açımdan krizi tırmandıracak yeni bir kademe. Alman bir siyasetçi hakkında Türkiye'de dava açıldığını daha önce duymadım" şeklinde konuştu.
Kılıç'ın avukatı Veysel Ok da, "Genelde Türk kökenli insanların ifade özgürlüğü hakkını kullanamamasını" bir kriz olarak değerlendirdi. Ok, *dpa*'ya yaptığı açıklamada, "Türk Anayasası'nda da, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nde de, Cumhurbaşkanı ünvanı taşıyan kişinin eleştirilebilirliğine ilişkin sınırlar, normal insanlara tanınan sınırlardan daha fazla" dedi. Ok, Erdoğan'a yönelik "siyasi eleştirilerin" hakaret olarak değerlendirilmesinin "Türkiye'deki yasalarla" da çeliştiğini dile getirdi. Avukat Ok, Türkiye'de son zamanlarda Cumhurbaşkanına hakaretten açılan davaların sayısında artış olduğunu da sözlerine ekledi.
Memet Kılıç hakkında Cumhurbaşkanlığı'nın ilgili birimi tarafından açılan davanın ilk duruşması Aralık ayında Ankara'da yapılacak. Duruşmaya katılma konusunda henüz kesin kararını vermediğini belirten Memet Kılıç, Ankara'ya giderse gözaltına alınabileceğini de bildiğini ifade etti. |
# 10.04.2007 - Alman basınından özetler...
Alman gazetelerinin bugünkü dış politik yorumlarında genellikle Irak’taki Saddam Hüseyin rejiminin ABD tarafından sona erdirilişinin dördüncü yıl dönümü ilk sırayı alıyor.
**Tageszeitung gazetesi** ABD’nin Irak’taki kaos ve iç savaş benzeri çatışmalardan birinci derecede sorumlu olduğu yorumunu yapıyor: "ABD boğazına kadar Irak bataklığına saplandı. Vaşington yönetimi, hatalarından gereken dersi almak için daha ne olmasını bekliyor. Başkan Bush’un Irak’taki asker sayısını arttırma planları ve kuvvet stratejisine bağlı kalmaktaki kararlılığı felaketi daha da arttırıyor. Bu macerayı ucuz atlatmak istiyorsa o zaman ABD’nin yenilgiyi kabul edip en kısa zamanda inandırıcı bir çekilme takvimi sunması gerekir. Sonrasında neler olacağı bilinmese de."
**Thüringer Allgemeine** gazetesi ise Irak meselesine şu satırlarla değiniyor: "ABD ile bir avuç müttefikini Irak’ta tutan tek faktör, ülkenin mutlak kaosa sürüklenmesinden duyulan endişedir. Washington yönetimi ile muhalefet en azından, durumun çok daha kötüye gidebileceği görüşünü paylaşıyorlar. Nefretin vaızı olarak isim yapal el Sadr’ın çağrısıyla Necef’e akan yüz binler protestolarının gücüyle, Irak hükümetinin ve işgal kuvvetlerinin aslında ne kadar zayıf olduklarını dünyaya gösterdiler. Batıda, ’bırakalım birbirlerini yesinler’ şeklindeki ifadeler artmaya başladı. Konuyla ciddi olarak ilgilenen herkes, Irak’tan alelacele çekilinmesinin sadece uluslararası terörizmin işine yarayacağını bilir."
**Heilbronner Stimme** gazetesi, ‘Saddam’dan kurtulma sevinci Iraklılar’ın kursağında kaldı’ diyor ve ekliyor: "Bayramın tek kaldırılma nedeni bu değil. Resmi gerekçe huzursuzlukların önünü almak olabilirdi. 9 Nisan’ın, sıradan bir mesai günü olabileceği kuşku götürür. Çünkü ABD ile müttefiklerinin yönetimi devralmalarından dört yıl sonra Irak’ta normal danabilecek hiçbirşey kalmadı. Irak’taki normalite, sokağa ve trafiğe çıkma yasaklarından, düzinelerce insanın bombalı saldırıda ölmesinden ve sürekli şiddet çağrılarından ibaret."
Bielefeld’de yayımlanan **Neue Westfaelische** gazetesinin yorumunda ise şu satırları okuyoruz: "Sembolik bir karar olmakla birlikte Irak’a hakim olan havayı göstermesi bakımından son derece önemli. Müttefik istilası ile Saddam Hüseyin’in devrilmesini kutlamak üzere ilan edilen 9 Nisan bayramı bir sonraki hükümet tarafından kaldırılıyor. Irak müdahalesine terörizm ile savaş yaftası asılmıştı. Ama bu açıdan da tam bir bozguna uğranıldı. Irak savaşı nihayetinde radikal çevrelere hayatiyet ve ve gerekçe kazandırdı. Irak’taki kaos bir ur gibi diğer ülkelere de sirayet etmeye başladı. İnsanlık dışı bir rejimin kuvvet yoluyla alaşağı edildiği Afganistan’da da terör mutlu gelecek hayallerini söndürdü. Afganistan’ın da Taliban sonrasının beşinci yılında kutlanacak hiçbir şeyi bulunmuyor."
**Leipziger Volkszeitung** gazetesi de dört yıl önce başlayan Irak işgalinin bozgunla sona erdiğini ve Başkan Bush’un yenilgiyi telaffuz etmemesinin, bu bozgunnun müsebbibi olmasından kaynaklandığını yazıyor. Yorum şöyle devam ediyor: "ABD’deki başkanlık seçimine kadar ne Beyaz Saray ne de Kongre Irak politikasını değiştirecektir. Demokrat Parti’nin çekilmeyi başlatma talebi seçmene cazip gelebilir. Irak’ta daha az asker bırakmanın canlı hedef sayısını azaltacağı tezi gülünçtür. Çekilme sadece daha çaplı bir stratejinin parçası olabilir." |
# Öğrencilerin kırmızı reçeteli sınav dopingi
Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu tanısında kullanılması gereken ilaçlar, Türkiye’de öğrenciler arasında sınav dopingi olarak kullanılıyor. Seda Karatabanoğlu'nun haberi.
E.Ş. İstanbul Arel Üniversitesi fizyoterapi ve rehabilitasyon bölümünden geçen yıl mezun oldu. "Öğrenciliğim sırasında ders çalışırken odaklanamıyordum" diyen E.Ş, iş yerindeki bir arkadaşından aldığı Ritalin isimli ilacı herhangi bir hekim kontrolünden geçmeden kullanmaya başladığını anlatıyor. İlacın etkisiyle sabah saatlerinden gece yarısına kadar ders çalıştığını söyleyen E.Ş, "Sınav dönemlerimde birer hafta süreyle 2 kez Ritalin isimli ilacı kullandım. İlacı bıraktığımda birkaç gün ilacın yokluğunu hissettim ancak sosyal hayatım kötü etkilenmedi" diyor. E.Ş, ilacı uzun süreli kullanmadığı için fizyolojik ve psikolojik olarak olumsuz etkilenmediğini anlatıyor.
Türkiye'de ders yükü fazla olan öğrenciler, daha verimli ders çalışmak ve kısa sürede sonuç almak için doping etkisi yaratan ilaçlara yöneliyor. Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu tedavisinde kullanılan ilaçların ham maddesi Metilfenidat, aynı zamanda kokainin de ham maddesi olarak biliniyor. Beyinde doping etkisi yaratan bu ilaçlara, psikiyatri uzmanları tarafından kan testi, kalp ritmini ölçen EKG testi ve psikolog görüşmeleri sonrası gerekli görüldüğü takdirde düzenlenen kırmızı reçeteyle ulaşılabiliyor.
Uyuşturucu ve merkezi sinir sisteminde etkisini gösteren, beynin işlevlerini değiştirerek algı, ruh hali, davranış ve bilinçte değişikliğe neden olan psikotrop madde tedavisine ihtiyaç duyan hastaya, hekim tarafından kontrollü kullanımını sağlamak amacıyla yazılan matbu kırmızı reçete uygulamasına başvuruluyor. Söz konusu ilaçları kullanmak için kırmızı reçete gerekli olsa da öğrenciler kendi aralarında ilaç alışverişi yaptığı için Türk Tabipleri Birliği ve Türk Eczacılar Birliği’nde ilacın kullanımına dair herhangi bir veri bulunmuyor.
**"Ağlama krizleri geçiriyordum"**
Ancak öğrencilerin anlatımları, doping alan öğrencilerin sayısının hiç de az olmadığını gösteriyor. Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden bu yıl mezun olan T.T. de bir dizi test sonrası dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu tanısıyla psikiyatri hekimin düzenlediği kırmızı reçeteyle Concerta isimli ilacı kullanmaya başladığını anlatıyor. T.T "Tanı üzerine ilaç kullansam da ilaca bağımlı olmamak için doktorun kullanım talimatına uymadım, 2 yıl boyunca sadece sınav dönemlerinde kullandım. İlacı kullanırken hayat doluyum ancak bıraktığım büyük bir düşüş yaşıyorum. İlacın etkisiyle başarılı olduğum için kendimi yetersiz hissetmeye başladım. Sık sık ağlama krizleri geçiriyordum" diye konuşuyor.
Hukuk fakültesi ders yükünün ağır olduğunu bu sebeple hukuk fakültesinde okuyan arkadaşlarına vermek için hekimine reçete düzenlettiğini söyleyen T.T. "Doktorların ilaç yazmadığı arkadaşlarıma ben ilaç verdim. Yaptığım doğru değil biliyorum ama okulu bitirmek bizim için çok önemli. Okul bitsin de nasıl bittiği önemli değil" diye anlatıyor.
Bu ilaçların odaklanma ve uzun süre ders çalışma amacının dışında kullanımının yaygınlaştığını ifade eden T.T, "Kokaine parası yetmeyenler bu ilaçlardan kullanıyor. Uyuşturucu satan kişilerde artık bu tür ilaçları bulmak mümkün" diye konuşuyor.
**Sağlık Bakanlığı: Bu ilaçlar sıkı denetim altında**
DW Türkçe’ye konuşan Sağlık Bakanlığı yetkilisi ise uyuşturucu maddelerin düzenlendiği reçetelerin sıkı denetim altında olduğunu belirtiyor. Bakanlığın düzenlemesine göre, Uyuşturucu Maddelere Mahsus Reçete Defteri’nin kullanılması, söz konusu defterlerin tabip odasından temin edilmesi, defterin dip koçanının hekim tarafından; reçete kağıtlarının ise eczane tarafından beş sene müddetle muhafaza edilmesi gerekiyor.
**"Anne ve babalar ilaçların yanlış kullanımı destekliyor"**
Çocuk, Ergen ve Erişkin Psikiyatristi Prof. Dr. Yankı Yazgan başarıya değil de kazanmaya önem verildiği için bu tarz yanlış uygulamaların sürpriz olmadığını ifade ederek, anne ve babaların ilaçların yanlış kullanımını teşvik ettiğini ya da kolaylaştırdığını söylüyor.
Akademik yükün ağırlığı, zayıf çalışma alışkanlığı ya da bilişsel hazır oluş düzeyinin üzerinde öğrenim gören öğrencilerin söz konusu ilaçlara başvurduğunu belirten Yazgan, "Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu tedavisi için kullanılan uyarıcı ilaçlar bir sihir olarak görülüyor. Uyarıcıların bu biçimdeki kullanımı dopingden beklenen etkiyi pek göstermediği gibi tehlikeli olabilecek kullanım tarzlarıyla sağlığı tehdit ediyor" diyor.
Yazgan, başlangıçta ilaçların faydası gördüğünü belirtenlerin önemli bir bölümünün fayda devam etmediğinde tehlikeli denemelere geçtiğini belirterek, "Gençler, dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu tanısı almış olsa bile ilaç tedavisini, çalışma ve sınav performansı amaçlı görmeleri sahici çalışma alışkanlıklarının kazanımını, gerçekten öğrenebilmeyi ve gelişmeyi engelleyecektir" diyor. |
# Ölüm tarlalarının bekçileri adalet önünde
Kamboçya'da yaklaşık 30 yıl önce, kendi halkının dörte birini öldürmek ve soykırım yapmakla suçlanan Kızıl Kmerler rejiminin hayatta kalan dört üst düzey yöneticisi, hesap vermek üzere mahkemeye çıkarıldı.
Kızıl Kmerler'in sosyal işlerden sorumlu bakanı İeng Thirith (arkada)
BM tarafından desteklenen ve uluslararası katılımlı Kamboçya Soykırım Suçları Mahkemesi’nin sanık sandelyesinde, eski Kızıl Kmerler rejiminin 4 önemli ismi hesap veriyor; Kamboçya’da 1975-1979 yılları arasında iktidarda bulunan Pol Pot liderliğindeki Kızıl Kmerler'in ideoloğu Nuon Chea, eski Devlet Başkanı Khieu Samphan, eski Dışişleri Bakanı İeng Sary ve onun sosyal işlerden sorumlu bakan olarak çalışan eşi, İeng Thirith. Yaşları 79 ile 85 arasında değişen dört sanık, insanlığa karşı suç işlemek ve soykırım yapmakla suçlanıyor. Kızıl Kmerler, iktidarda bulunduğu 1970’li yıllarda ülke nüfusunun dörtte birinin, yaklaşık 2 milyon kişinin ölümünden sorumlu tutuluyor.
Kızıl Kmerler'in ideoloğu Nuon Chea mahkemeye bere ve güneş gözlüğü çıktı
Kamboçya İnsan Hakları Merkezi’nin Müdürü Ou Virak ''Korkunç katliamın gerçek sorumluları arasında eski lider Pol Pot’un yanı sıra, dört kişi daha vardı. O nedenle bu dört ismin bugün mahkeme önüne çıkıyor olması bütün Kamboçyalılar için büyük önem taşıyor. Zira hiç kimsenin bu dörtlünün, katliamın sorumluları olduğundan şüphesi yok'' şeklinde konuştu.
**Davanın sembolik anlamı çok büyük**
Mahkemeyi uluslararası basının yanısıra yaklaşık 500 seyirci de takip ediyor. Bunların çoğunu, Kızıl Kmerler döneminde hayatta kalmayı başarmış olanlar oluşturuyor. Pol Pot liderliğindeki Kızıl Kmerler döneminde 1 milyon 780 bin kişi işkence, idam, aşırı çalıştırma ve açlık nedeniyle hayatını kaybetmişti. Bu dava, terör estiren Kızıl Kmerler'in hukukî anlamada hesap verbileceği tek olanak olarak görülüyor. Yargılama süreci her ne kadar geç başlamış olsa da kurbanlar için sembolik anlamı büyük. Hayatta kalmayı başaranlardan 63 yaşındaki Kim Sry, davanın en büyük takipçilerinden biri ve bunun nedenini şöyle açıklıyor: ''Katliamın kurbanlarına karşı adaletin yerini bulması, en azından onların mezarlarında kemikleri sızlamadan huzur içinde yatabilmeleri için ve yaşanan soykırımın gerçek nedenlerini anlamak için, bu davanın takipçisi olmaya devam edeceğim.''
Pol Pot liderliğindeki Kızıl Kmerler'in eski Dışişleri Bakanı İeng Sary
Kızıl Kmerler, 1975 yılında ABD tarafından desteklenen ve ülkede sevilmeyen yönetimi devirmiş ve ülkeyi kominist bir tarım devletine dönüştürmek amacıyla iktidarı ele geçirmişti. Ancak iktidarı ele geçirir geçirmez yüzbinlerce insanı rejim düşmanı olmakla ve ihanetle suçlamış ve bir diğer adı ‘’ölüm tarlaları’’ olan tarım işlerine göndermişti. Yüzbinlerce insan, açlık ve aşırı çalışmaya zorlanarak hayatını kaybetmişti. 1979 yılında Vietnam askeri birlikleri Kızıl Kmerler yönetimine son verene kadar ülkede yaklaşık 2 milyon kişi işkence ve idam kurbanı olmuştu.
**''Gerçekler daha fazla saklı kalmamalı''**
BM ile Kamboçya hükümetinin 10 yıla yakın süren pazarlıklarının ardından Temmuz 2006`da kurulan Kamboçya Soykırım Suçları Mahkemesi, geçen yıl, Kızıl Kmerler döneminde işkence yapılan bir cezaevinin müdürünü, 14 bin kişinin ölümüne sebebiyet vermekten 30 yıl hapis cezasına mahkûm etti. 80 yaşındaki Chum Mei de bu hapishaneden canlı olarak çıkmayı başaran sayılı kişiden biri ve ''Gerçeklerin ortaya çıkması ve kurbanların acılarının biraz olsun dinmesi için, bu dörtlünün mahkemede doğruyu söylemelerini çok isterdim. Gerçekler daha fazla saklı kalmamalı’’ şeklinde konuştu.
Pol Pot liderliğindeki Kızıl Kmerler'in eski Devlet Başkanı Khieu Samphan hakkındaki suçlamaları okurken
28 yıl boyunca Pol Pot iktidarının pek çok yetkilisi Kamboçya’da hiç dokunulmadan yaşamına devam etti. Bazıları ise siyasi yerini korudu. Örneğin şu anki Başbakan Hun Sen, eski bir Kmer askeri. O nedenle savcıların, Kızıl Kmerler rejiminde askerlik yapan iki kişi hakkında yeni bir dava açmak istemesi, ülkede büyük tartışmalara yol açtı. Başbakan Hun Sen, Kamboçya hükümetinin yeni bir davanın açılmasına sıcak bakmadığını açıkladı. |
# Sporda skandallar yılı
Geride bıraktığımız 2009 yılı, spor dünyasında "skandallar yılı" olarak hatırlanacak. İşte bahis skandalından dopinge sporda yılın en çarpıcı skandalları...
2009 yılına, başta bahis manipülasyonu olmak üzere sporda pek çok skandal damga vurdu
2009'un en büyük skandalı, önümüzdeki yıl da spor gündemini meşgul edecek gibi görünüyor. Almanya'nın Bochum kentindeki savcılık, uluslararası bahis mafyasının, aralarında Almanya ve Türkiye liglerindeki maçların da bulunduğu 200'den fazla karşılaşmanın manipüle edildiğini ve UEFA yetkilileriyle ortaklaşa konunun soruşturulduğunu açıklamıştı. Buna göre Almanya'da 32, Türkiye'de de Süper Lig dâhil en az 29 maçta şike yapıldığından şüphe ediliyor.
**Bahis konusunda yasal düzenleme eksikliği**
Alman Profesyonel Kulüpler Birliği Başkanı Reinhard Rauball
**Alman Profesyonel Kulüpler Birliği (DFL) Başkanı Reinhard Rauball, 2005 yılında yaşanan "Şikeci hakem Robert Hoyzer" skandalının ardından yaşanan ikinci depremin çok daha büyük bir şoka neden olduğunu belirtiyor.**
**Rauball, "Hoyzer skandalından sonra buna benzer olayların tekerrür etme tehlikesinden uzaklaştığımızı sanıyorduk. Meğer yanılmışız. Aynı zamanda spordan da sorumlu olan yeni Federal İçişleri Bakanı'na yakın zamanda bir nezaket ziyaretinde bulunacağım. Bahis manipülasyonlarının ceza hukukunda başlı başına bir yer edinmesini sağlayacak acil bir yasal düzenleme yapılması yönünde kendisine tavsiyede bulunacağım" diyor.**
**2005'deki skandalın da başrol oyuncularından olan ve Berlin'de ikamet eden Hırvat Ante ve Milan Sapina kardeşler, son bahis skandalının da elebaşlarından oldukları gerekçesiyle gözaltına alındı. Gözaltına alınanlar arasında en az iki Türk kökenlinin bulunduğuna yönelik haberler de basına yansıdı.**
**Skandalın patlak vermesinin ardından bazı kulüpler, şikeye adı karışan futbolcularıyla yollarını ayırdı, Almanya'da bir hakem, tedbir amaçlı olarak açığa alındı. Futbol tarihinin en büyük bahis skandalıyla ilgili soruşturma çok yönlü bir şekilde devam ediyor.**
**Danışıklı döğüş!**
Formula 1 ekiplerinden Renault, büyük bir skandala imza atmıştı
**Dünyanın bir numaralı otomobil sporu Formula 1 de skandallardan nasibini aldı. Formula 1 tarihine bakıldığında, hemen hemen her yarışta kazaların yaşındığını görüyoruz. Ancak bugüne kadar hiç kimsenin aklında, bu kazalardan birinin bilinçli olarak yapılmış olabileceği şüphesi uyanmamıştı. Ta ki geçen yıl meydana gelen bir kazayla ilgili ayrıntıların, bu yıl ortaya çıkmasına kadar...**
**Eylül 2008'de koşulan Singapur GP'sini, o dönem Renault takımının başında bulunan Flavio Briatore'nın manipüle ettiği saptandı. Briatore'nin, ekibin genç pilotlarından Nelson Piquet'ye talimat vererek, yarışın belli bir diliminde, önceden belirlenmiş bir noktada otomobilini duvara çarptırdığı, güvenlik aracının hemen kazaya müdahale edip yarışı geçici olarak durdurduğu; daha sonra kaldığı yerden devam eden yarışı, kazadan önce pit-stop yaparak yakıt tankını fulleyen Renault'nun diğer pilotu Fernando Alonso'nun kazanmasını sağladığı iddia edildi.**
**F1'in en büyük skandalı**
Renault'nun eski F1 patronu Flavio Briatore'nin foyası meydana çıktı
**Bu şeytanî plan aslında çok zekîce hazırlanmıştı ve kolay kolay da ortaya çıkamazdı. Ancak patronunun talimatıyla kaza yapan Nelson Piquet, daha sonra Renault ekibinden kovulunca, tüm olup biteni Dünya Motor Sporları Konseyi FIA yetkililerine anlattı. Böylece Formula 1 tarihinin en büyük skandalı da gün yüzüne çıkmış oldu.**
**Renault, ihtar cezasıyla olaydan sıyrılırken, skandalın elebaşı Flavio Briatore'ye ömür boyu hak mahrumiyeti cezası verildi. FIA tarafından yapılan açıklamada şu ifadelere yer verildi: "Flavio Briatore'nin doğrudan ya da dolaylı olarak iştirakçisi olduğu tüm takımları FIA şampiyonalarının dışında bırakmayı düşünüyoruz. Yine doğrudan ya da dolaylı olarak Briatore'nin bağlantılı olduğu tüm uluslararası yarışları FIA yarış takvimine almayı reddedeceğiz. Takımlarla bütün bağlantısını keseceğiz ve Briatore'nin menajerliğini yaptığı hiçbir pilota lisans vermeyeceğiz. Bu ömür boyu devam edecek bir ceza."**
**Kadın mı, erkek mi?**
Güney Afrikalı atlet Caster Semenya
**Almanya'nın başkenti Berlin'de düzenlenen Dünya Atletizm Şampiyonası'nda rakiplerini ezip geçerek 800 metre bayanlarda altın madalya kazanan Güney Afrikalı Caster Semenya hakkında, erkeksi görüntüsünden dolayı hummalı bir tartışma yaşandı. Kimileri onun aslında kadın olmadığını, kimileriyse çift cinsiyetli olduğunu iddia etti ve bu nedenle madalyasının geri alınması gerektiğini savundu.**
**Uzun süren tartışmaların ardından Uluslararası Atletizm Federasyonları Birliği, Caster Semenya'nın Berlin'de kazandığı altın madalya ve para ödülünün geri alınmasının söz konusu olmadığını açıkladı. Ortalık şimdilik duruldu, ancak Semenya'nın bundan sonra katılacağı ilk şampiyonada da benzer tartışmaların yaşanması kuvvetle muhtemel görünüyor.**
**Patenciye doping şoku**
**Son zamanlarda sporun çeşitli dallarındaki doping vakalarında gözle görülür bir artış söz konusu. Ancak bazı doping iddialarının da hayli tartışmalı olduğunu da görüyoruz. Buna en son örnek, Almanların başarılı sürat patencisi Claudia Pechstein'ın yaşadıkları. Olimpiyat şampiyonu Pechstein, dopingle mücadele kapsamında yeni uygulamaya sokulan "biyolojik pasaport programı" kapsamında, hiçbir doping testi pozitif çıkmamasına karşın ceza alan ilk yıldız sporcu oldu. Dünya Anti-Doping Ajansı'nın (WADA) 2009 yılı başında yürürlüğe giren yeni kurallarına göre sporcular, yalnızca doping testlerinin pozitif çıkması durumunda değil, kan profildeki değerlerinde anormallik olması halinde de ceza alabiliyor. Şubat ayında Norveç'te yapılan dünya şampiyonası döneminde, kan profilinde yüksek miktarda retikülosit (genç, olgunlaşmamış alyuvar hücreleri) bulunması gerekçesiyle 2 yıl boyunca müsabakalardan men cezasına çarptırılmıştı. Lozan'daki Uluslararası Spor Tahkim Mahkemesi (CAS) de bu yasağı onadı.**
Sürat patenci Claudia Pechstein'ın kariyeri başarılarla dolu
**Claudia Pechstein, "Pozitif numunelerim yok ve hiçbir zaman da olmadı. Ve belirleyici olan da bu. Yüksek değer içeren tek bir numune yüzünden bir sporcuya 'dopingçi' damgası vurulamaz. Tüm yıl boyunca belirli aralıklarla test edilen numunelerimin hepsi temizdi ve hiçbir sorun yoktu. Bu nedenle işin içinde başka faktörlerin olması muhtemel. İşin aslını hemen ve bizzat ortaya çıkarmak istiyorum" diyerek hukuk mücadelesini sonuna kadar devam edeceğini duyurdu.**
**Pechstein'e İsviçre'den müjdeli bir haber geldi. İsviçre Federal Mahkemesi, 2010 Vencouver Kış Olimpiyatları'nın ön elemesi niteliğinde olan Salt Lake City'deki Sürat Pateni Dünya Kupası yarışlarında geçici olarak yarışmasına izin verdi. Böylece Pechstein'ın suçsuz olduğunun anlaşılması durumunda, şubat ayındaki Kış Olimpiyatları'na katılmasına da imkan sağlanmış olacak. Konuyla ilgili nihaî kararın Ocak ayı içinde verilmesi bekleniyor.** |
# Alman askerlerin Afganistan öfkesi
Alman ordusu mensuplarını temsil eden Ordu Derneği'nin Başkanı Andre Wüstner, NATO görevi kapsamında Afganistan'da eskiden görev yapmış Alman ordu mensuplarının, Taliban'ın Kabil'i ele geçirmesinden acı ve yer yer "aşırı öfke" duyduklarını ifade etti.
ARD televizyonunda yayınlanan Morgenmagazin programına katılan Wüstner, Afganistan‘da çeşitli dönemlerde görev yapan çok sayıda askerin yaralandığını ya da silah arkadaşının ölümüne şahit olduğunu belirterek, bu kişilerin şimdi, "Neden?" ve "Her şey boşuna mıydı?" sorusunu sorduklarını dile getirdi.
"Siyasi felaket, trajedi..."
Genelkurmay makamının aylar önce Afganistan'dan tahliye planları hazırladığını vurgulayan Wüstner, bununla ilgili siyasi kararın çok geç alındığını belirterek, yaşananları "Siyasi bir felaket, bir trajedi" olarak nitelendirdi. Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier'in konuya dair açıklamalarına katıldığını söyleyen Wüstner, "Gördüğümüz şeyler utanç verici" dedi.
Afganistan'da görev yapmış askerlere ve onların yakınlarına, Afganistan misyonunun yaklaşık 20 yılın ardından başarısızlıkla sonuçlandığını anlatmanın zor olduğunu ifade eden Wüstner, "Bu süre içinde yaşanan onca zorlukla beraber çok sayıda evlilik sona erdi" dedi.
Afganistan tecrübesinden sonra, Alman askerlerinin halihazırda görevde bulunduğu diğer tehlikeli dış misyonlara dikkat çeken Andre Wüstner, siyasete olan güvenin kaybolabileceği uyarısında bulunarak, "Mali'den ve başka bölgelerden aldığımız çok sayıda mektupta (siyasetin) yanlış değerlendirmelerine yönelik sorular geliyor" ifadesini kullandı. Wüstner ayrıca, Alman Savunma Bakanlığının, askerlerin soru ve sorunlarına bir yanıt verebileceğini ümit ettiğini belirtti. |
# İran ile nükleer gerginlik tırmanıyor
BM Güvenlik Konseyi’nin uranyum zenginleştirme faaliyetlerini durdurması için tanıdığı sürenin dolmasına az bir zaman kala, İran'ın nükleer başmüzakerecisi Laricani, Viyana’da Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı Başkanı El Baradey’le bir araya geldi. Laricani, Tahran'a uygulanabilecek yaptırımları yumuşatmaya çalıştı. Uranyum zenginleştirmeyi durdurabileceklerini söyleyen İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad ise Batılı ülkelerden de aynı şeyi yapmalarını istedi.
Ahmedinejad "Batı'ya rağmen nükleer teknoloji hakkımızdan vazgeçmeyeceğiz" dedi.
Batı’nın atom bombası üretmeye çalışmakla suçladığı İran’ın Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad, BM Güvenlik Konseyi’nin uranyum zenginleştirme faaliyetlerini durdurması için kendisine tanıdığı sürenin dolmasına bir gün kala, nükleer program nedeniyle Batılı ülkelerle yaşanan krizin çözümü için müzakereden yana olduklarını açıkladı.
Ancak müzakere için ön koşulu kabul etmeyeceklerini söyleyen İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad, uranyum zenginleştirmeyi durdurmak için Batılı ülkelerden de aynı şeyi yapmalarını istedi. Müzakerelerin başlaması için kendi nükleer yakıt üretim tesislerini durdurabileceklerini, bunda bir sorun olmadığını söyleyen Ahmedinejad, buna karşılık Batılı ülkelerin de nükleer yakıt üretim tesislerinin faaliyetlerini durdurmasını şart koştu. Ahmedinejad, "Siz de nükleer tesislerinizin faaliyetlerini durdurun. İşte o zaman adalet sağlanır ve iki taraf da adil bir şekilde müzakere eder" diye konuştu.
Ayrıca İranlı lider, nükleer teknolojiyi, sanayi, tarım, tıp ve diğer alanlarda kullanmak istediklerini, nükleer programı da bu amaçla sürdürdüklerini söyledi, Batılı ülkelerin baskılarına rağmen, İran halkının nükleer teknoloji hakkını sonuna kadar koruyacağını ve ondan vazgeçmeyeceğini kaydetti.
**Yeni karar çıkarılabilir**
BM Güvenlik Konseyi, 23 Aralık 2006 tarihinde nükleer faaliyetleri yüzünden Tahran yönetimine yönelik yaptırım uygulanmasına karar verdi. Uzun tartışmaların ardından alınanan Güvenlik Konseyi’nin 1737 sayılı kararı, Tahran’dan atom silahlarının yayılmasına hizmet edebilecek tüm nükleer programları durdurmasını istiyor. Bu ise sadece uranyum zenginleştirmeyi değil, bu alandaki tük araştırma-geliştirme çalışmalarını ve de ağır su reaktörleri ile ilgili projeleri de kapsıyor. Kararda İran’ın nükleer faaliyetlerine katkıda bulunacak her türlü malzeme, teknoloji ve finansmanın sağlanmasının yasaklanması isteniyor.
Ayrıca İran’ın nükleer programı için çalışan kişilerin yurt dışındaki banka hesapları dondurulduğu gibi bu kişilere yurtdışı vizesi de verilmiyor. Tartışmalı nükleer programa hizmet edeceği düşünülen İranlıların AB ülkelerindeki üniversitelerinde eğitim görmesinin de bu kararla önüne geçiliyor. Ve yine 1737 sayılı karar, Uluslararası Atom Enerjis Kurumu’nun 60 gün içinde İran’ın taleplerini yerine getirip getirmediğini denetlemesini öngörüyor.
İran uranyum zenginleştirme kararından geri adım atmazsa, BM’de sadece İran konusuyla ilgilenecek ve sürekli olarak görev yapacak bir komite kurulacak. Almanya, Fransa ve İngiltere ABD yönetimine destek vererek, İran’a yönelik yeni bir BM kararı çıkarılmasında da ısrar ediyor.
**Laricani ikna etmeye çalışacak**
Yani nükleer faaliyetlerinden vazgeçmek istemeyen Tahran yönetimi BM’in kendisine uygulayabileceği yeni yaptırımlarla karşı karşıya, zira BM’in İran’a uranyum zenginleştirmekten vazgeçmesi için tanıdığı süre yarın sona eriyor. Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı Başkanı Muhammed El Baradey de İran’ın nükleer faaliyetleriyle ilgili raporunu en geç Cuma günü BM Güvenlik Konseyi’ne teslim edecek.
Bu kapsamda Avusturya’nın başkenti Viyana’da önemli bir buluşma gerçekleşti. Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı Başkanı Baradey, İran Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi Genel Sekreteri ve nükleer başmüzakereci Ali Laricani’yle bir araya geldi. Tahran yönetimi bu görüşmede, BM’in kendisine uygulayabileceği yeni yaptırımları yumuşatmaya çalıştı.
Gözlemciler Tahran’ın, BM’in kendisine yaptığı bütün uyarılara rağmen nükleer faaliyetlerini bugüne kadar durdurmadığını, hatta sınırlandırmaya bile yaşanmadığını vurguluyor. Uluslararası devletler topluluğunun en büyük endişesi, İran’ın barışcıl amaçlar için kullandığını açıkladığı nükleer programı sayesinde nükleer silah üretmesi. Ancak Tahran bunu şimdiye dek yalanladı.
**Rusya yan mı çiziyor?**
Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı Başkanı Muhammed El Baradey Pazartesi günü yaptığı açıklamada, İran’ın uranyum zenginleştirme kapasitesini önümüzdeki altı ila 12 ay içinde büyük ölçüde arttırabileceğine dikkat çekti, ancak İran’ın atom bombası üretebilmesi için daha beş yıl zamana ihtiyacı olduğunu vurguladı. Batılı ülkelerin, İran ile ilgili nükleer sorunu yaptırımlarla çözemeyeceğini de belirten Baradey, bunun ancak gerginliği tırmandırmaya hizmet edeceğini ifade etti.
Bu arada İran’ın kendisine uygulanan yaptırımlar nedeniyle mali sıkıntı çektiği ve bu nedenle de Rusya’ya inşa ettirdiği Buşehir’deki nükleer santralinin açılışını geciktireceği iddia edildi. İran bu iddiaları yalanladı ve önümüzdeki günlerde mali sorununu çözeceğini ifade etti. Buşehr’deki santral İran’a toplam 760 milyon euroya mal olacak. Santralin Eylül ayında açılması bekleniyor. |
# Kırım'da beklenen sonuç
Kırım'da düzenlenen 'Rusya Federasyonu'na katılım referandumu'ndan evet çıktı. ABD, Rusya'nın 'bedel ödeceğini' açıkladı. AB, Moskova'ya yönelik yaptırımları görüşüyor.
Sandık çıkış anketlerine göre oylamaya katılanların yüzde 93'ü Ukrayna'ya ait Kırım'ın yeniden Rusya'ya bağlanması yönünde görüş bildirdi. Referanduma katılım oranı yüzde 83'ü buldu.
Rusya yanlıları başta Simferopol olmak üzere birçok kentte sokaklara dökülerek referandum sonucunu kutladı.
Kırım Başbakanı Sergey Aksyonov, Kırım Parlamentosu'nun Rusya Federasyonu'na katılımı görüşmek üzere olağanüstü toplanacağını açıkladı. Aksyonov, Moskova'ya da bir heyet gönderileceğini söyledi.
**Beyaz Saray'ın tepkisi**
Beyaz Saray Sözcüsü Jay Carney, ABD olarak, Ukrayna'ya bağlı Kırım Özerk Cumhuriyeti'nde bugün yapılan "referandumu reddettiklerini" bildirdi.
Carney, ABD'nin, 1991 yılında bağımsızlığını ilan etmesinden bu yana Ukrayna'nın toprak bütünlüğü, egemenliği ve bağımsızlığını kararlı biçimde desteklediğini hatırlattı. "Ukrayna'nın Kırım bölgesinde bugün yapılan referandumu reddediyoruz" ifadesini kullanan Carney, şunları kaydetti:
"Bu referandum, Ukrayna anayasasına aykırıdır ve uluslararası toplum, şiddet tehditleri ve uluslararası kanunların ihlali anlamındaki Rusya'nın askeri müdahalesinin gözdağı altında yürütülen bu oylamanın sonuçlarını tanımayacaktır. Ukrayna hükümetinin dahli olmadan Ukrayna'nın geleceğine dair kararlar alınamaz. Bunun yanında bu oylama gerekli değildi. Ukrayna hükümeti, Kırım'ın özerkliğini artırmayı tartışmaya istekliği olduğunu açıkça gösterdi."
**'Rusya'nın eylemleri tehlikeli ve istikrarsızlaştırıcı'**
Carney, Ukrayna, ABD, AB, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı, BM ve diğerlerinin Rusya'ya, Rusya kökenlilerin haklarının muhafaza edildiğinden emin olmak için Kırım bölgesinde uluslararası gözlemcilerin girmesine izin vermesi çağrısı yaptığını, Rusya'nın ise tüm bu çağrıları ve Ukrayna'nın kendilerine ulaşma çabalarını reddettiğini, bunun yerine Kırım'daki askeri müdahalesini artırdığını ve Ukrayna'nın doğu sınırlarında askeri tatbikatlar tehdidine başladığını kaydetti.
Carney, "Rusya'nın eylemleri tehlikeli ve istikrarsızlaştırıcı. BM Güvenlik Konseyi, dünkü oylamasında, sadece Rusya'nın karşı çıkmasıyla bunu onayladı. ABD ve müttefiklerinin açıkça belirttiği gibi, sadece ABD ve müttefiklerinin uygulayacağı tedbirler yoluyla değil, aynı zamanda Rusya'nın kendi istikrarsızlaştırıcı eylemlerinin doğrudan sonuçları olarak, askeri müdahale ve uluslararası kanunların ihlali, Rusya'ya artan bedeller getirecektir" ifadesini kullandı.
Bir ülkenin güç kullanarak diğer bir ülkenin topraklarını ele geçirmesine uluslararası toplumun sessiz kaldığı günlerin çok gerilerde kaldığını ifade eden Carney, uluslararası toplumun tüm üyelerini bu tür eylemleri kınamaya, bu eylemlerin bedellerini ödetmek için somut adımlar atmaya ve Ukrayna'nın toprak bütünlüğü ve egemenliği ile Ukrayna halkını desteklemek için birlikte durmaya devam etmeye çağırmayı sürdürdüklerini de bildirdi. |
# Çin enerji tüketiminde ABD'yi geçti
Uluslararası Enerji Ajansı'nın açıkladığı son verilere göre, Çin enerji tüketimi konusunda dünya birincisi olan ABD'yi geçti. Çin şu anda dünyanın en fazla karbondioksit üreten ülkesi konumunda bulunuyor.
Uluslararası Enerji Ajansı'nın açıkladığı son verilere göre, Çin enerji tüketimi konusunda dünya birincisi olan ABD'yi geçti. Çin şu anda dünyanın en fazla karbondioksit üreten ülkesi konumunda bulunuyor.
Pekin yönetimi bu açıklamaya yanıt vermekte gecikmedi. Çin Sanayi ve Enformasyon Teknolojisi Bakanlığı 2087 Çin firmasına eski teknolojilerle çalışan fabrikalarını kapatmaları için 2 aylık bir süre tanıdı. Bakanlık, aksi takdirde firmaların lisanslarının iptal edileceğini ve banka kredisi alamayacaklarını bildirdi. Çin Endüstri ve Enformasyon Bakanı Li Yizhong ayrıca yönergeye uygun şekilde hareket etmeyen firmalara elektrik de verilmeyeceğini kaydetti.
Hükümetin uygulaması, aralarında çimento, kâğıt ve çelik endüstrisinin de bulunduğu 18 sanayi kolunu kapsıyor. Tedbirin ardında, kapasite fazlası yapılanmaların ortadan kaldırılması ve enerji tüketiminin düşürülmesi gerekçeleri yatıyor. Bir diğer gerekçeyse çevre koruması... Pekin, 2009 yılına kadar yaklaşık yüzde 15 oranında azalttığı kişi başına enerji tüketiminin daha da aşağıya çekilmesini öngörüyor.
"Enerji ihtiyacı yeniden yükseldi" **
Şanghay'da bulunan Jiao Tong Üniversitesi'nden ekonomist Pan Yingli, buna karşılık yılın ilk yarısında enerji ihtiyacının yeniden yükseldiğine dikkat çekti: "Enerji ihtiyacını düşürme hedeflerine ulaşılamadığı kesin bir şekilde ortada. Bu yeni politika, tasarruf önlemlerine yeni bir atılım kazandırabilir. Zira 5 yıllık kalkınma planının süresinin dolmasına az kaldı."
Pan Yingli'ye göre enerji ihtiyacındaki artışta, küresel mali kriz ve krizin etkisinden kurtulmak için sürdürülen çalışmalar büyük rol oynadı. Pan'a göre maddi sıkıntılar nedeniyle, ekonominin modernleştirilmesi için yürütülen çabalar sekteye uğradı. Pan şu açıklamayı yaptı: "Kalkınma için yeniden klasik metotların kullanıldığı gözleniyor. Sanayi kapasitenin üzerinde çalışmaya başladı. Aslında buradaki yığılmanın yerine hizmet sektörünün büyümesi gerekiyordu. Fakat yaşanan iktisadi durgunluk endişesi ve hükümetin de desteğiyle, özellikle Çin'in merkez ve batı bölgelerinde normalde reddedilmesi gereken çok sayıda sanayi projesine onay verildi."
"Uygulanabilirliği tartışma konusu" **
Ancak hükümetin yönergeye uymayan firmalar için öngördüğü yaptırımların uygulanabilirliği tartışma konusu. Zira Pekin hükümetinin aldığı birçok karar vilayet yönetimleri tarafından tam olarak uygulanmıyor. Bunun en önemli nedeniyse bölgesel yönetimler için firmalardan kesilen vergilerin vazgeçilmez cazibesi. Pan Li, ayrıca vilayet yönetimlerinin işten çıkarılan öfkeli vatandaşlar gibi bir sorun da istemediğini kaydediyor:
"Bölgesel görevliler, merkez yönetimi tabii ki kızdırmak istemiyor. Ancak aynı zamanda kendi ekonomik çıkarlarını da zedelemekten kaçınıyor. Dolayısıyla ulusal politikayı sadece yüzeysel olarak uyguluyorlar. Yani merkez hükümetin politikacıları bu anlamda genellikle etkisiz bir konumda bulunuyor." |
# İtalya'da cumhurbaşkanı seçimi
İtalya'da cumhurbaşkanı seçiminin ilk turu bugün yapılıyor. Seçimin ilk üç turundan sonuç alınması beklenmiyor. Sonucun salt çoğunluğun yeterli sayılacağı dördüncü tura kalacağı tahmin ediliyor.
İtalya'da cumhurbaşkanı parlamentonun üst kanadı Cumhuriyet Senatosu, alt kanadı Temsilciler Meclisi ile 20 idari bölgeden gelen 58 üyenin oluşturduğu 1009 üyeli Büyük Seçici Meclis tarafından belirleniyor.
Ülkenin 11'inci Cumhurbaşkanı, 89 yaşındaki Giorgio Napolitano 14 Ocak'ta görevinden ayrılmıştı.
Cumhurbaşkanı adaylığı için adı geçenler arasında eski başbakanlar Romano Prodi ve Giuliano Amato, eski ekonomi bakanı Pier Carlo Padoan, görev başındaki savunma bakanı Roberta Pinotti ve Roma eski belediye başkanı Walter Veltroni de bulunuyor.
Cumhurbaşkanı seçilebilmek için ilk üç turda 3'te 2 çoğunluk aranıyor. İlk 3 turdan sonuç alınması beklenmiyor. Cumartesi günü yapılacak dördüncü turda salt çoğunluk yeterli olacak. |
# İtalya Berlusconi'nin yasa tasarısını tartışıyor
İtalya'da Berlusconi hükümetinin hazırladığı yasa tasarısının parlamentoda görüşülmesine başlandı. Yeni yasa İtalya'da gelecekte davaların süresini altı yılla sınırlandırmayı öngörüyor. Bu süre sonunda mutlaka kararın çıkması gerekiyor. Eğer karar çıkmazsa, dava düşecek. Ancak adam öldürme, organize suçlar, yasadışı göç ve terör suçundan yargılananlar yasadan yararlanamayacak.
Muhalefet tepkili **
Muhalif politikacı Pierluigi Bersani, Berlusconi hükümetinin planlarının başta kulağa hoş geldiğini söyleyerek, "Ancak altı yıl sonunda karar çıkmaması halinde davanın düşmesi maddesi kabul edilebilemez" dedi. Bir başka muhalif politikacı, eski savcı Antonio di Pietro da yasayı eleştirdi. Di Pietro, "Başbakan yargılandığı davalardan karar çıkmadan, bunların düşmesine çabalıyor" diye konuştu.
On binlerce dava düşebilecek **
Yasanın çıkması halinde İtalya'da önümüzdeki iki yıl içinde 100 bin davanın düşmesi bekleniyor. Bu da ceza alması muhtemel binlerce kişinin beraat etmesi anlamına geliyor. Bunlar arasında Berlusconi'nin de yeralması bekleniyor. İtalya Başbakanı hakkında yolsuzluk yapmak ve vergi kaçırmak suçlarından iki ayrı dava açılmıştı. Yasa çıkarsa, yolsuzluk davasının düşmesine kesin gözüyle bakılıyor. Başbakan yargılanmasının önündeki son engelin 3 Ekim'de alınan kararla kalkmasından rahatsız. Anayasa Mahkemesi Berlusconi'nin yargılanmasını engelleyen yasayı iptal etti. İtalya Başbakanı şimdi yeniden yargı önüne çıkacak.
Hükümete göre talep AB'den geldi **
Berlusconi hükümeti yasa ile ilgili eleştirileri geri çeviriyor. Berlusconi'nin Özgür Halk Partisi'nin Meclis Grup Başkanı Maurizio Gasparri, AB'nin üye ülkelerden, dava sürecinin mümkün olduğunca kısaltmalarını istediğini hatırlatıyor. İtalya'da davaların uzun yıllar sürdüğünü söyleyen politikacı, "Hem Anayasa, hem de uluslararası hukuk kuralları dikkate alınmak suretiyle hazırlanan yeni yasa, davaların bitmesi için bir tarih belirlenmesini öngörüyor" diye konuştu. |
# ABD'nin Rusya'ya ek yaptırımları yürürlüğe girdi
ABD'nin Donbas ve Kırım anlaşmazlıkları nedeniyle Rusya'ya yönelik ek yaptırımları yürürlüğe girdi. Dışişleri Bakanlığı ise eski Rus ajan Skripal'ın zehirlenmesi ile ilintili ek yaptırımlar hazırlandığını duyurdu.
ABD, Kırım'ın işgali ve Ukrayna'nın doğusundaki anlaşmazlık nedeniyle Rusya'ya uyguladığı yaptırımlara yenilerini ekledi. Yürürlüğe giren ek yaptırımların "Moskova'nın Kırım'ı işgaliyle ilintili olan ve işgalden fayda sağlayan" iki Ukrayna vatandaşı, bir Rus subay ve dokuz kuruluşu hedef aldığı açıklandı.
ABD Maliye Bakanlığından yapılan açıklamada yaptırım kapsamına giren kişi, kuruluş ve şirketlerin, özel iş bağlantılarıyla Kırım'ın Rusya'ya entegrasyonuna katkıda bulunduğu ve Donbass bölgesindeki insan hakkı ihlallerinden sorumlu olduğu belirtildi.
ABD yaptırımlarının hedefinde, Kırım'da otel işleten eski Rus topçu birlikleri komutanı Vladimir Sarizki de bulunuyor.
ABD Dışişleri Bakanlığı Ukrayna Özel Temsilcisi Kurt Volker yaptırımların "kişi ve şirketlerin Rusya'nın Kırım'ı özel yatırım ve özelleştirme projeleri üzerinden entegre etme yönünde faaliyet gösterdikleri, ayrıca ciddi insan hakları ihlali olayına karıştıkları" gerekçesiyle uygulamaya konduğunu açıkladı.
Kırım'ın 2014 yılında Rus birlikleri tarafından işgal edilmesinin ardından Yalta'da açılan "Mrija" oteli de yaptırım kapsamına alındı. ABD Maliye Bakanlığı söz konusu otelin "Kırım'daki yatırım projelerinin tanıtılmasında platform olarak kullanıldığını" bildirdi.
Yaptırımlar uyarınca şahıs ve şirketlerin muhtemel banka hesaplarıyla ABD'deki diğer varlıkları donduruldu ve ABD vatandaşlarının yaptırım uygulananlarla iş bağlantısı kurmaları yasaklandı.
**Ek yaptırımlar yolda**
ABD yönetimi Ukrayna anlaşmazlığı nedeniyle Rusya ve Rus vatandaşlarına karşı daha önce de yaptırım kararları almıştı. Başkan Donald Trump, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile aralarındaki ilişkileri düzeltmeyi arzuladığını duyurmasına rağmen selefi Barack Obama tarafından kararlaştırılan yaptırımları yürürlükten kaldırmamıştı.
Donald Trump görevinin ilk iki yılında Ukrayna krizi, Rusya'nın 2016 yılındaki Başkanlık seçim kampanyasına müdahale ettiği iddiaları ve eski Rus ajanı Skripal'ın İngiltere'de zehirlenmesi nedeniyle de Rusya'ya karşı bir dizi yeni önlem almıştı. ABD Dışişleri Bakanlığı da Skripal olayı ile ilgili olarak ek önlemlerin hazırlandığını duyurdu. |
# İngiliz çift Noviçok sinir gazı ile zehirlendi
İngiltere’de baygın bir şekilde hastaneye kaldırılan iki kişinin Noviçok sinir gazı ile zehirlendiği kesinleşti. Rus eski çifte ajan Sergey Skripal ile kızı Yulya Mart ayında Noviçok ile zehirlenmişti.
İngiltere'nin Amesbury kentinde hafta sonunda baygın bir şekilde hastaneye kaldırılan bir kadın ile bir erkeğin Noviçok sinir gazı ile zehirlendiği ortaya çıktı. Aynı zehir, Rus eski çifte ajan Sergey Skripal ile kızı Yulya Skripal'in Mart ayındaki zehirlenmesinde de kullanılmıştı.
İngiltere'de polis teşkilatının terörle mücadele birimini yöneten Neil Basu yaptığı açıklamada, aynı zamanda çift olan ve adları açıklanmayan 44 yaşındaki kadın ile 45 yaşındaki erkeğin Noviçok sinir gazına maruz kalarak zehirlendiğinin laboratuvar testleriyle kesinleştiğini belirtti.
Amesbury'deki bir evde baygın halde bulunan İngiliz çiftin bu zehirli madde ile nasıl temas ettiklerini bilmediklerini açıklayan Basu, çiftin Sergey Skripal ile kızında olduğu gibi hedef olarak seçilmeleri için ellerinde herhangi bir bilginin olmadığını belirtti. Basu, "Geçmişlerinde bunu öngörecek hiçbir şey yok" dedi.
**Zehirlenme vakaları ilintili olabilir**
Çiftin maruz kaldığı en son Sovyetler Birliği döneminde üretildiği bilinen Noviçok zehrinin Skripallerin zehirlenmesine kullanılan ile aynı seriden olup olmadığını bilmediklerini belirten Basu, iki zehirlenme vakasının ilintili olma ihtimalini araştırdıklarını ifade etti.
İngiliz Başbakanı Theresa May'in sözcüsü hükümetin acil müdahale komitesinin toplandığını ve konuyu tartıştığını belirtti. İçişleri Bakanı Sajid Javid de bugün tekrar toplanacak acil müdahale komitesine kendisinin başkanlık edeceğini aktardı.
Amesbury kentinde yaşayan çift, hafta sonunda bir evde baygın olarak bulunmuş ve Salisbury'deki bölge hastanesinde tedavi altına alınmıştı. Polis, durumlarının ağır olduğu belirtilen çiftin ilk başta eroin veya crack uyuşturucusundan zehirlenmiş olabileceğinden şüphe ettiklerini açıklamıştı. Olaydan sonra polis, zehirlenen kadın ile erkeğin ziyaret ettiği bazı kamusal alanları güvenlik çemberine aldı. Bu alanlar arasında bir park, Salisbury'de bir arazi, Amesbury'de bir eczane ile kiliseye ait bir toplum merkezi bulunuyor.
**Diplomatik kriz**
Çiftin bulunduğu Amesbury kenti, Sergey Skripal ile kızı Yulya’nın Mart ayında bir bankta baygın bir vaziyette bulundukları Salisbury kentinden yaklaşık 12 kilometre uzaklıkta yer alıyor. Skripaller, İngiliz çiftin tedavi gördüğü hastanede haftalarca tedavi görmüş, ilk önce Yulya Skripal, ardından da Sergey Skripal hastaneden taburcu edilmişti.
Eski bir Rus ajanı olan ve daha sonra İngiliz istihbarat birimi MI6 için çalışan Skripal'in zehirlenmesi İngiltere ve İngiltere'ye destek veren çoğunluğu Batılı ülkeler ile Rusya arasında siyasi bir krize dönmüştü. Rusya’yı eski ajan Skripal ile kızını zehirlemek ile suçlayan İngiltere ve ona destek veren ülkeler, ülkelerinden Rus diplomatların bir kısmını sınır dışı etmişti. İddiaları reddeden Rusya da bu hamleye aynı şekilde karşılık vermiş ve Batılı diplomatların bir kısmını sınır dışı etmişti. |
# Sahte pilotu Facebook yakalattı
Pilot üniforması ve sahte kimliklerle kokpitte uçan İtalyan dolandırıcıyı, Facebook ele verdi.
"Andrea Sirlo" adına düzenlenmiş sahte pilot kimliğiyle havayolu şirketlerini dolandıran ve kokpitte seyahat eden İtalyan, Torino havalimanında polis tarafından gözaltına alındı.
32 yaşındaki şüphelinin kaç yıldır sahte pilot kimliğiyle çalıştığı ve seyahat ettiği tespit edilmeye çalışılıyor. İtalyan polisi, birkaç ay önce gelen ihbar üzerine şüphelinin izini sürmeye başladıklarını, zanlıyı Facebook sayfasındaki fotoğraflardan tespit ettiklerini bildirdi. Şüphelinin şu ana kadar en az bir kez kokpitte "üçüncü pilot" olarak seyahat ettiği tespit edildi. Internetteki kayıtlar, "Andrea Sirlo" adlı pilotun geçtiğimiz yıl Ekim ayında Münih'den Torino'ya yapılan seferde görev yaptığını gösteriyor.
Ünlü sinema oyuncusu Leonardo DiCaprio'nun "Sıkıysa Yakala" filminde canlandırdığı dolandırıcı Frank Abagnale'nin hayatını andıran olay, İtalyan bir pilotun dikkati sonucu ortaya çıktı.
Kendisini "kaptan pilot" olarak tanıtan Sirlo'nun çok genç görünmesinden şüphelenen İtalyan pilot, birkaç ay önce İtalyan polisine ihbarda bulundu. Andrea Sirlo kimliğini kullanan dolandırıcının, havayolu şirketlerini ve pilotları kandırmak için oluşturduğu Facebook sayfasında sahte uçuş fotoğraflarına yer vermesi, polisin bu fotoğrafların izini sürerek dolandırıcıyı tespit etmesini sağladı.
Torino havalimanında Cuma günü check-in yaptığı sırada pilot üniforması ve sahte kimliklerle yakalanan dolandırıcının beraberinde, havayolu şirketlerinin tanıtma kartları, sahte özgeçmişler ve havayolu şirketleri çalışanlarına özel otopark giriş kartı ele geçirildi. |
# Steinbach: Uluslararası hukuk açısından sorun yok
Türkiye’nin ABD ve Irak yönetimlerinde Kuzey Irak’la ilgili uyarıları devam ederken, Hamburg merkezli Alman Şarkiyat Enstitüsü’nün Başkanı Udo Steinbach, DW Türkçe servisine verdiği demeçte, Türkiye’nin Kuzey Irak’a girmesinin önünde uluslararası hukuk açısından sorun bulunmadığını belirtti…
Türkiye’nin ABD ve Irak yönetimlerine Kuzey Irak ile ilgili uyarıları sürüyor. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün, dünya ekonomi çevrelerinin etkili gazetesi İngiliz Financial Times’a verdiği demeç, bu uyarıların devamı niteliğindeydi. Gül, örgütün Irak ordusu dahil olmak üzere çeşitli kaynaklardan silahlanmaya devam ettiğine dikkat çekerek, "Bu çok tehlikeli. Irak hükümetinin durumunu anlıyoruz. Ancak Irak hükümeti kendi topraklarını kontrol edemiyorsa bizle işbirliği yapmaktan çekinmesin. Onlar PKK’yı durduramıyorsa biz harekete geçmek zorunda kalırız. Bu çok açık" şeklinde konuştu.
Bu arada PKK’nın Bağdat’taki Türk Büyükelçiliği’nin 500 metre ilerisinde Öcalan Kültür Merkezi adıyla bir büro açması Dışişleri Bakanlığı’nı harekete geçirdi. Türkiye’nin Bağdat Büyükelçiliği’nin Irak Dışişleri Bakanlığı nezdinde girişimde bulunduğu ve bir nota vererek büronun derhal kapatılmasını talep ettiği bildirildi.
**Hukuki sorun yok**
Türkiye’nin Irak ve Amerikan yönetimlerine yaptığı uyarıları yakından izleyen AB ise şimdilik sessiz kalmayı tercih ediyor. Hamburg merkezli Alman Şarkiyat Enstitüsü’nün Başkanı Udo Steinbach, DW Türkçe servisine verdiği demeçte, Türkiye’nin Kuzey Irak’a girmesinin önünde uluslararası hukuk açısından sorun bulunmadığını belirtti:
"Hukuki olarak ele aldığımızda bu tür bir eylemin devletler hukukuna en azından bütünüyle aykırı olacağını sanmıyorum. İsrail’e yapılan gönderme tabii ki ilginç. Ama Türk tarafının belki tartacağı ve hesaba katacağı biraz daha fazla şeyler olduğunu düşünüyorum. Irak devlet olarak aslında artık mevcut değil. Merkezi bir ordusu yok. Güvenli bir sınır yok. Düşman örgütler sınırdan geçerek eylemlerde bulunuyor ve böyle bir durumda Türkiye’nin kendini müdafaa için gerekeni yapmaya daha da fazla hakkı olması gerekir."
**"Türkler Kuzey Irak’a girecek"**
Alman Şarkiyat Enstitüsü Başkanı Udo Steinbach, Türk ordusunun Kuzey Irak’a gireceği ve bunda haksız olmadığı görüşünde:
"Evet, Türkler’in Kuzey Irak’a gireceğine inanıyorum. Girmekte çok haksız olmadıklarını da düşünüyorum. İsrail’e gönderme yapıp Amerikalılar’ı çifte standartla suçlamaları da temelden yoksun ya da haksız değildir. Amerikalılar ile Türkler arasında bu konudaki görüş farklılıkları uzun süredir mevcut. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün Washington ziyareti aslında bu görüş ayrılıklarını giderme niyeti taşıyordu. Amerikalılar ile Türkler yeniden birbirine yakınlaşıyor gibi bir görüntü vardı. 2003 yılından beri ilişkiler çok yıpranmış, bozulmuştu. Türkiye’nin Kuzey Irak’a girmesi Türk-Amerikan ilişkilerini yeniden gerecektir. Ama böyle bir gerilim potansiyelinin Türk Genelkurmayı’nı ve Türk hükümetini bu durumda yapılması gerektiğini düşündükleri şeyi yapmaktan caydıracağına da inanmıyorum. Ve bence PKK operasyonlarıyla Türkiye’nin güvenlik ve istikrarını gerçekten de tehdit etmektedir."
**İran boyutu**
Türkiye’nin Kuzey Irak’a olası operasyonunun bir başka boyutu İran. Son yıllarda PKK’ya karşı mücadele konusunda birlikte hareket etmeye başlayan Türkiye ve İran’ın son krizde de dayanışma içinde olduğu dikkat çekiyor. İran Büyükelçisi, Türkiye’nin Kuzey Irak’a operasyonu gündeme getirmesinin hemen ertesi günü böyle bir operasyonu destekleyeceklerini açıklamıştı. Kuzey Irak’tan gelen haberler, İran’ın dün Kuzey Irak’a top ateşi açtığı yönünde.
Kuzey Irak’taki Kürt yerel hükümetinin içişleri bakanı Osman Mahmud, İran ordusunun, Süleymaniye kentinin 170 kilometre kadar kuzeyinde İran sınırı boyunca top ateşi açtığı suçlamasında bulundu. Mahmud, yaptığı açıklamada, "Kürt yerel hükümeti olarak, uluslararası hukuka aykırı bu eylemi kınıyoruz." dedi. Kürt yetkililer, daha önce de İran’a benzeri suçlamalarda bulunmuşlardı.
Türkiye’nin Kuzey Irak’a olası bir operasyonunun İran boyutu Amerikan ve Irak hükümetlerinin endişelerinde önemli yer tutuyor. Nitekim Türk ordusunun hükümete sunmak üzere hazırlanan operasyon planları arasında ‚İran ile koordineli olarak Kandil Dağı’nın tamamen kuşatılması’ da bulunuyor. |
# AB liderleri Türkiye'yi görüşüyor
AB liderleri Brüksel'deki zirve toplantısında bir araya geldi. Türkiye ile ilişkilerin geleceğinin de masaya yatırıldığı zirveden Türkiye'nin AB süreciyle ilgili resmi bir karar ise beklenmiyor.
AB devlet ve hükümet başkanları Brüksel'deki zirve toplantısında Birlik'in geleceği, Britanya'nın AB'den ayrılış süreci (Brexit), İspanya'nın Katalonya özerk bölgesindeki bağımsızlık referandumu gibi çeşitli konuları masaya yatırıyor.
Zirve öncesinde Almanya Başbakanı Angela Merkel, Türkiye'ye aday ülke olarak AB'nin yaptığı katılım öncesi mali yardımların kısıtlanması çağrısında bulunmuştu. Ancak katılım öncesi mali yardımlar ya da AB üyelik müzakerelerinin askıya alınması gibi Türkiye-AB ilişkileriyle ilgili somut konularda zirveden resmi bir karar çıkması beklenmiyor. Brüksel'de gazetecilere açıklama yapan AB Komisyonu sözcüsü Margaritis Schinas, Türkiye ile ilişkilerin geleceği ve yol haritasının liderlerin görüşmesinde gündeme geleceğini, gayrıresmi uzlaşmaların da söz konusu olabileceğini belirterek, ancak sonuç bildirgesine yansıyacak bir karar alınmayacağını teyit etti.
**Bulgaristan ve Litvanya'dan "Türkiye" uyarısı**
Zirve sırasında bazı AB ülkelerinden Türkiye'nin AB sürecine destek mesajları da geldi. Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov, Türkiye ile üyelik müzakerelerinin kesilmemesi uyarısında bulunarak, "Bu tür bir karar alınması durumunda Bulgaristan ve AB'nin tüm savunma konsepti çöker" ifadesini kullandı. Bulgar BTA ajansının haberine göre Borisov "Türkiye ile mülteci mutabakatına dokunulmaması" ve "üyelik müzakerelerinin kesilmemesi" çağrısında bulundu.
Litvanya Cumhurbaşkanı Dalia Grybauskaite de "Türkiye NATO ortağı ve mülteci hareketlerinin yönetiminde Avrupa'nın önemli bir partneri" diyerek, Türkiye ile ilişkilerde çözümler üretilmesi gerektiğini söyledi. Litvanya Cumhurbaşkanı, "Avrupalılar Türkiye'nin geleceğiyle ilgili tartışmalarda daha dikkatli ve daha açık olmalılar" diye konuştu.
**Katalonya krizi**
İspanya'da Anayasa Mahkemesi'nin yasadışı ilan etmesine rağmen bağımsızlık referandumu düzenleyen Katalonya Özerk Bölgesinin durumu da liderler zirvesinin gayrıresmi gündemindeydi. AB Konseyi Başkanı Donald Tusk, "AB'nin konuya müdahil olmama yönündeki tutumunu sürdürdüğünü" belirterek "resmi olarak AB'nin bir müdahalesine mahal olmadığını" kaydetti. Madrid merkezi yönetimiyle Katalonya arasındaki krizin zirvenin gündeminde olmadığını, resmi zirve toplantılarında gündeme gelmesini de beklemediğini belirten Tusk, "Katalonya anlaşmazlığında herkesin kendi hisleri, kendi fikirleri ve değerlendirmeleri var" diye konuştu.
**"Savunma Birliği"**
Zirveden yansıyan kararlardan biri de AB ülkelerinin savunma alanındaki işbirliğinin derinleştirilmesine yönelik "Savunma Birliği" konseptiyle ilgiliydi. Liderlerin savunma alanında "daimi yapısal işbirliği (Pesco)" hazırlıklarının mümkün olduğunca önümüzdeki haftalarda tamamlanması konusunda karar aldıkları ve savunma birliğinin temellerinin yıl sonuna kadar atılmasını hedefledikleri açıklandı. Savunma bakanlarının da yıl sonuna kadar ortak silahlanma projelerinin finansmanı ile ilgili programı oluşturmaları hedefleniyor.
**Ortak iltica sistemi**
AB'nin ortak adım atarak işbirliğini derinleştirmeyi hedeflediği bir başka alan mülteciler konusu. 2015 yazındaki mülteci akını sonrasında üye ülkeler arasında sert tartışmalara yol açan konu Brüksel'deki zirvede de masaya yatırıldı. AB Konseyi Başkanı Donald Tusk, üye ülkelerin 2018 yılının ilk yarısında ortak bir iltica sistemi konusunda uzlaşmaya varmayı hedeflediklerini açıkladı. Afrika'da göçün nedenlerini ortadan kaldırmaya yönelik çalışmalara ağırlık verilmesi, İtalya'nın Libya ile işbirliğinde daha fazla desteklenmesi hedefleniyor.
Zirvenin ikinci gününde AB devlet ve hükümet başkanlarının Brexit ve AB'de reformlar konusunu masaya yatırması planlanıyor. |
# İran Türkiye'nin Suriye gözlem noktalarına karşı
Türkiye'nin Suriye'de oluşturmayı planladığı gözlem noktalarına karşı İran'dan tepki geldi. Tahran Suriye'nin bütünlüğüne saygı gösterilmesini istedi.
İran, Türkiye'nin Suriye'nin kuzeyinde başlattığı "Barış Pınarı Harekâtı" kapsamında oluşturmayı planladığı 12 adet gözlem noktasına tepki gösterdi.
İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Abbas Musavi, devlet televizyonuna yaptığı konuyla ilgili açıklamasında "Ankara'nın, Suriye'de garnizon oluşturmasına karşıyız" ifadesini kullandı. Sözlerine devam eden Sözcü, "Sorunlar diplomatik yollarla çözülmeli. Suriye'nin bütünlüğüne saygı duyulmalı" şeklinde konuştu.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 9 Ekim'de başlayan ve geçen hafta Perşembe günü ABD ile varılan uzlaşı çerçevesinde 120 saatlik bir çatışmasızlık sürecine evrilen harekâtla ilgili olarak bölgede 12 adet gözlem noktası kurmayı planladıklarını açıklamıştı.
Harekât kapsamında Türk Silahlı Kuvvetleri ve onun güdümündeki Suriye Milli Ordusu'nun, Fırat Nehri'nin doğusundan başlayacak ve Irak sınırına kadar uzanacak 444 kilometre uzunluğunda ve 32 kilometre derinliğinde bir güvenli bölge oluşturması öngörülüyor.
**Rusya: Türkiye-ABD ile eşgüdüm güvenlik sağlar**
Öte yandan ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence ve ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo'nun 17 Ekim'deki Ankara ziyareti sırasında kararlaştırılan 120 saatlik çatışmasızlık uzlaşısı konusunda Rusya'dan da bir açıklama yapıldı.
Resmi bir ziyaret için Çin'de bulunan Rusya Savunma Bakanı Sergey Şoygu, Türkiye ve ABD'nin Suriye'de Moskova ile eşgüdümlü hareket etmelerinin bölgede güvenlik ve istikrarı sağlamasını umduklarını kaydetti.
Şoygu ayrıca IŞİD mensubu kişileri barındıran hapishanelerin korunması meselesinin bir an önce çözülmesi gerektiğine dikkat çekti.
"Barış Pınarı Harekâtı" kapsamında yaşanan çatışmalarda Türkiye'nin saldırıları sonrası Suriye Demokratik Güçleri (SDG) kontrolündeki alanlarda birçok IŞİD'linin kaçtığı iddiaları ortaya atılmıştı.
ABD Başkanı Donald Trump ise omurgasını YPG'nin oluşturduğu SDG'nin bu mahkûmları kasıtlı bir şekilde serbest bırakıyor olabileceğini öne sürmüştü.
**Reuters: ABD birlikleri Irak'a geçti**
Washington'ın, IŞİD'le mücadele kapsamında Suriye'nin kuzeyindeki birliklerini çekeceğini açıklaması sonrası yaşanan süreçte ABD askerlerinin bir kısmı Irak'a geçiş yaptı.
Türkiye'nin harekâtına zımni bir yeşil ışık yorumlarını beraberinde getiren çekilme hamlesi uyarınca ABD askerlerinin ne zaman ve hangi şartlarla çekileceğine dair kesin bir açıklama yapılmamıştı.
*Reuters* haber ajansı, 100 kadar ABD askeri aracının Suriye-Irak sınırındaki Sahela Sınır Kapısı'ndan Irak'ın Dohuk bölgesine geçiş yaptığını açıkladı. Ajansın servis ettiği videoda ABD bayrağı taşıyan zırhlı personel taşıyıcıların Irak'a giriş yaptığı görülüyor.
ABD Savunma Bakanı Mark Esper de Cumartesi günü bir açıklama yaparak bin kadar ABD askerinin IŞİD'le mücadele kapsamında Suriye'nin kuzeyinden Irak'ın batısına kaydırılacağını ve "Irak'ın savunmasına yardım edeceğini" duyurmuştu. |
# "İyi Parti" Türk siyasetinde
MHP'den ihraç edildikten sonra parti kurma çalışmalarına başlayan Meral Akşener, yeni partisinin kuruluşunu ilan etti. Adı "İyi Parti" olarak ilan edilen partinin sloganı ise "Türkiye iyi olacak."
İçişleri Bakanlığı'na parti başvuru dilekçesini verdikten sonra Ankara'da Nazım Hikmet Kültür Merkezi'nde konuşan Meral Akşener, "İyi Parti"nin kuruluşunu ilan etti.
"AKP'nin 2007'den itibaren vizyonsuz, yıkıcı bir güce dönüştüğünü, Türkiye'nin operasyonlara açık hale getirildiğini" söyleyen ve muhalefeti işlevsizlikle eleştiren Akşener, "Devlet organizasyonundaki denge 2007 Cumhurbaşkanlığı seçimiyle gevşemiş, 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimiyle tamamen ortadan kalkmıştır" diye konuştu.
16 Nisan referandumunu 'kirli referandum' diye nitelendiren ve 1946 seçimlerine benzeten Akşener, "Demokrasi tehdit altındadır ve iktidarın hukuku herşeyin üstündedir. Siyaset açmazdadır… Türkiye yorgundur, millet yorgundur, devlet yıpranmıştır. Siyasal iklimin değişmesi dışında hiçbir sağlıklı yol, çıkar yol kalmamıştır. O çıkar yol biziz, sizsiniz, 80 milyon Türk milletidir… Ümitlerimiz, hayallerimiz, gücümüz var. Zengin, adil, mutlu bir Türkiye, özgür bir toplum istiyoruz… Yeni bir siyasal hareketle, iyi bir siyasal hareketle Türkiye kucaklaşmasını başlatıyoruz" dedi.
**"Türkiye tarihin gerisine düşemez"**
Eğitim, bilim ve teknoloji alanlarını örnek veren Akşener, Türkiye'nin dünyanın gelişimini iyi okuyamadığını belirterek, "Türkiye tarihin gerisine düşemez. Türkiye'nin gelişen dünyadan kopmasına asla razı olmayacağız" diyerek birinci işlerinin, "gelişme ve ilerlemenin peşinden koşan Türkiye için gerekli reformların ivedilikle hayata geçirilmesi" olduğunu söyledi.
Hukuk devleti alanında yaşanan gerilemeyi sert dille eleştiren Akşener, "Hukuk, adalet ve liyakat devletin merkezinde olmazsa devlet çözülür, millet bozulur. Millet için devletin temel vasfı adil olmasıdır… Adalet cehaletin, korkakların düşmanıdır. Haktan ve liyakattan uzak yönetimler korkak yönetimlerdir. Özgürlük alanlarını daraltan, ilerleyici olmayan yönetimler korkak yönetimlerdir" diye konuştu.
**"Kör propaganda devleti de körleştirir"**
Basın özgürlüğünün güçlendirilmesi konusunda da mesajlar veren Meral Akşener, medya ve iletişim alanlarının baskılandırılmaması gerektiğini belirterek, "Tek kişilik yarışla iyi olunmaz, kör propagandadır. Sonuçta devleti de körleştirir, bazı muhteremlerde olduğu gibi onları da körleştirir" dedi.
Medyaya yansıyan parti programında dikkat çeken somut vaatler arasında bir yıl içinde yeni anayasa ile parlamenter sisteme geri dönülmesi, yine bir yıl içinde demokratik bir siyasi partiler kanunu çıkarılması, basın özgürlüğünde AB standartlarının hemen uygulanması da yer alıyor.
Akşener'in açıklaması öncesinde partinin kurucu üyelerinden eski SAT komandosu Ali Türkşen, Twitter hesabından partinin logosunu paylaşmıştı.
**Meral Akşener kimdir?**
1956 yılında Kocaeli'nde doğan Meral Akşener, ilkokulu Kocaeli'nde, liseyi Bursa Kız Öğretmen Lisesi'nde okudu. 1979 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü'nden mezun olan Akşener, bir süre öğretmenlik yaptıktan sonra Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü'nde doktora ve yüksek lisansını tamamladı.
**Türkiye'nin ilk kadın İçişleri Bakanı**
1995 yılında Doğru Yol Partisi (DYP) Kadın Kolları Başkanlığı görevine getirilen Akşener 1995 Türkiye genel seçimlerinde DYP Kocaeli milletvekili olarak TBMM'ye girdi. Necmettin Erbakan başkanlığındaki Refah Partisi-DYP koalisyonundan oluşan 54'üncü hükümette İçişleri Bakanlığı görevine getirilen Akşener, Türkiye'nin ilk ve tek kadın içişleri bakanı oldu.
Hükümetin dağılmasıyla 1997 yılında bakanlık görevi sona eren Akşener 1999 seçimlerinde DYP İstanbul milletvekili olarak meclise girdi. 4 Temmuz 2001'de DYP'den istifa ederek, dört ay sonra 3 Kasım'da Milliyetçi Hareket Partisi'ne katıldı. 2007 genel seçimlerinde MHP'den İstanbul milletvekili seçilerek meclise yeniden giren Meral Akşener, 2011 ve 2015 seçimlerinde de meclisteki koltuğunu korudu. 2015 yılı Kasım ayındaki seçimlerde partisinden milletvekili adayı gösterilmeyen Akşener, partinin seçimlerdeki büyük oy kaybı sonrasında kurultay talebinde bulunarak genel başkan adayı oldu. MHP içindeki muhalefetin başını çeken isimler arasında yer alan Akşener, 8 Eylül 2016'da partisinden ihraç edildi. İhraç kararıyla ilgili yargı sürecinin ardından Aralık 2016'da partiden ihracı kesinleşen Akşener, yeni parti kurma çalışmalarına başladı. |
# Gölge heykeller
Teodosio Sectio Aurea, metal heykeller tasarlıyor. Ancak heykellerinin ardında ikinci bir eser daha gizli...
Bu eserlerin ardındaki isim Teodosio Sectio Aurea. Kaynak ustası olan 36 yaşındaki Yunan sanatçı, metalden heykeller üretiyor. Ve her heykelin ardında ikinci bir sanat eseri yatıyor... Gölgeleri...
"Gölgeler her yerde ancak onları neredeyse hiç dikkate almıyoruz. Ben onları bilerek algılıyorum ve her yerde ilginç gölgeler görüyorum. O zaman objenin ardında saklı olanları görüyorsunuz. Bu tıpkı iki yüzü olan demir para gibi. Gölgeler dünyası çok farklı bir dünya. Sınırsız ve kendine has bir güzelliği var."
**Kurşun kalem ve kâğıtla başlıyor**
Her eseri kurşun kalem ve kâğıtla başlıyor. Gölgenin şeklini tasarlıyor ve çizimlerini duvara yapıştırıyor. Sonra küçük bir lambanın ışığı yardımıyla, gölgeyi yarı karanlıkta istediği şekilde ortaya çıkarıyor.
"İlk olarak taslağı düşünüyorum. Her zaman gölgeyi düşünerek fikri geliştiriyorum. Sonra gölgeyi şekillendirmek için hangi parçalara ihtiyaç duyduğumu düşünüyorum. Bozulmadığı için daha çok metalle çalışmayı seviyorum. Benim için önemli olan kalıcı bir şey oluşturmak."
Metal heykeller, bağımsız sanat eserleri. Bu heykelde sanatçı, Pablo Picasso'nun ünlü Guernica eserinin üç boyutlu halini yaptı. Orjinali 1937 İspanya iç savaşı sırasında yapıldı.
"Guernica, siyah beyaz ve gri renklerinde yapıldı. Benim çalışmamda da ışık ve gölge bu renkleri yansıtıyor. Bu Picasso'ya sunduğum bir saygı. Çağdaş sanat eserlerinde enstalâsyonlar, video ve performans sanatları oldukça yaygın ben daha ziyade el becerilerini sunan büyük ustaları seviyorum."
350 metal bilyeden hazırlanmış insan DNA'sı şeklinde bir heykel... Leonardo da Vinci'nin Vitruvius Adamı, insanın fiziksel yapısı ve gölgeleri için önemli bir referans...
**Yunan mitolojisinden motifler**
Yunan sanatçı, Da Vinci, Michelangelo, Picasso ve Dali'den ilham alıyor...
Eserleri binlerce euroya alıcı buluyor. Bir sonraki gölge projesi ise Yunan mitolojisinden motifler... Memleketi Atina kendisine kaynaklık ediyor:
"Gürültü, güzel kadınlar, arkeoloji…Tüm kent ilham verici. Şu sıralar zor dönemler yaşanıyor ama benim için kriz de çalışmalarım için bir motif. Durumun olumlu yanını bulmaya çalışıyorum. Bana yeni bir başlangıç için ilham verdi."
Teodosio Sectio Aurea sadece bir yıldır sanatçı olarak eserlere imza atıyor. O, güzellikleri gölgelerin içinde bulmuş... |
# 20.02.2014 - Avrupa basınından özetler
Verdiğimiz hizmetleri geliştirmek amacıyla çerezlerden (cookies) faydalanıyoruz. Daha fazla bilgiye gizlilik ilkelerimizden ulaşabilirsiniz.
Avrupa basınının ağırlık konusunu güvenlik güçlerinin muhaliflere müdahalesinin ardından çatışmaların had safhaya çıktığı Ukrayna oluşturuyor.
Brezilaya ile olan sınırı kapatan Venezuelalı askerler, ülkeye insani yardımların girişine izin verilmesi talebiyle çıkan gerilimde kalabalığa ateş açtı, en az bir kişi ölürken onlarca kişi yaralandı.
İran, 100'den fazla deniz aracı ile Hürmüz Boğazı'nda askeri tatbikata başladı. Tatbikata, İran'ın ürettiği Fatih adlı denizaltı da katılıyor
İsrail dünyada ilk kez hükümete ait olmayan bir uzay aracını, 'Beresheet'i Ay'a gönderdi. Kamu yararına faaliyet gösteren ve projeyi finanse eden SpaceIL adlı şirketin hedefinde çocuklar var. |
# Türkiye'ye Alman sistemi önerisi
Türkiye’de anayasa yapım çalışmaları ve çözüm süreciyle paralel ilerleyen seçim sistemi tartışmaları, yerel seçimlerin de yaklaşmasıyla daha fazla gündeme geliyor. Anayasa görüşmelerinin iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) başkanlık sistemi önerisi nedeniyle tıkanması, gözleri %10'luk ulusal seçim barajına çevirdi. Muhalefetteki Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ve Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) barajın düşürülmesini isterken, hükümetin bu konuda bir çalışması bulunmadığı ifade ediliyor. Ancak AKP bir yandan da seçim öncesi "Demokratikleşme Paketi" öneriyor, Türkiye milletvekilliği ve daraltılmış bölge modellerinin hayata geçirilmesi düşünülüyor.
Olası seçim reformlarını ve etkilerini, doktora tezini Türkiye'deki seçim sistemlerinin evrimi üzerine yazan İstanbul Kültür Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Burak Cop’la konuştuk.
**DW: Başbakan Erdoğan seçim barajı konusundaki soruları AKP'nin son kongresinde açıklanan 63 maddelik manifestoyu işaret ederek cevapladı. Buna göre, seçim barajında nasıl bir değişim söz konusu olabilir?**
**Cop:** Manifesto, muğlâk ifadelerle de olsa, seçim sisteminin demokratikleşmesini öngörüyor. Manifestonun 6. maddesi siyasete katılımın önündeki engellerin kaldırılması, 7. maddesi seçimlerle ilgili mevzuatın toptan gözden geçirilmesi, 8. maddesi ise temsilde adaletin sağlanması için önlemler alınması hakkında. Seçim sisteminin daha adil hale getirilmesini en açık biçimde vaat eden de bu sonuncusu.
Buna karşılık Erdoğan 26 Temmuz'da yaptığı açıklamada barajı düşürmenin gündemlerinde olmadığını, zaten barajı getirenin de kendileri olmadığını, baraj kalkarsa ülkeyi koalisyonların yöneteceğini ve bunun da istikrarsızlık getireceğini söyledi. O manifesto ile Erdoğan'ın son açıklamaları net bir şekilde çelişiyor. Görünen o ki ya mevcut sistem devam edecek, ya da barajı 2 veya 3 puan aşağı çekip seçim çevrelerini küçültecek bir sistemi getirmeye çalışacaklar. Bu sonuncusu bir sahte reform. Hatta anti-reform.
**DW: Seçim çevrelerinin daraltılması ne anlama geliyor?**
**Cop:** Seçim çevrelerinin daraltılması, İstanbul 3. bölgede 30 vekil seçilmesi yerine her birinden 5 vekilin seçileceği 6 bölgenin oluşturulması manasına geliyor. Bu durum en çok oy alan partinin şimdikinden daha çok milletvekili kazanması, diğer partilerinse temsilde adaletten büsbütün mahrum kalması anlamına gelir. Bölgesel oy konsantrasyonu yüksek olduğu için BDP'nin işine yarayabilir böylesi bir düzenleme. Ancak ona da yaramasın diye barajın sadece birkaç puan düşürülmesi düşünülüyor.
**DW: Bu değişiklik seçimleri nasıl etkiler?**
**Cop:** Bu, birinci partiyi kayırır. Derdimiz demokratikleşmekse çaremiz bu değil. AKP veya birinci gelecek parti hangisiyse aldığı oyla şimdikinden daha fazla vekil çıkaracaktır. Aslında mevcut sistem de yurt genelinde birinci gelen partinin, oy oranından daha yüksek bir oranda milletvekili kazanmasını sağlıyor. AKP oyların yüzde 50'siyle TBMM'deki sandalyelerin yüzde 60'ından fazlasını elde etti. Daraltılmış bölge sistemi uygulansaydı bu oran yüzde 70'e dayanacaktı.
Daraltılmış bölge CHP ve MHP'ye pahalıya patlar. CHP Konya, Kayseri gibi şehirlerden hâlâ vekil çıkartabiliyor, o sistemle artık çıkartamaz hale gelir. MHP ise oyunun yüksek olmadığı ama gene de birkaç vekil çıkartabildiği İstanbul, İzmir gibi metropollerde büyük kayba uğrar. Hatta CHP'den daha çok zararı MHP görür.
**DW: Bağımsız adaylar bu değişikliklerden nasıl etkilenir?**
**Cop:** BDP, çok güçlü olduğu Kürt illerinde bu değişlikten pek etkilenmez. Hatta baraj yüzde 5 seviyesine gerilerse kârlı bile çıkar. Ancak Türkiye'nin batısından milletvekili çıkarması çok zorlaşır, imkânsıza yakın hale gelir.
**DW: Hükümetin barajı koruyup ek tedbirlerle temsilde adaleti geliştirme söylemini nasıl buluyorsunuz?**
**Cop:** Teorik ihtimaller evreninde barajı koruyup temsilde adaleti güçlendirmek mümkün. Örneğin Almanya'da yüzde 5 baraj var, ama tek vekilin seçildiği dar bölgelerden en az 3'ünde birinci gelen parti yurt genelinde barajı geçmiş sayılıyor. İsveç'te de buna benzer bir telafi mekanizması var.
**DW: Sizin sisteme ilişkin önerileriniz nelerdir?**
**Cop:** Barajın tamamen kalkması ve toplam milletvekili sayısının 650 olması, 400 vekilin şimdiki büyüklükteki seçim çevrelerinden gelmesi, 250 vekilin ise İngiliz tipi tek sandalyeli dar bölgelerden seçilmesi. Yani karma sistem, Almanya'da uygulanan gibi. Eğer temsilde adalet iyice artsın diyorsanız, bu 250 kişi partilerin yurt genelindeki oyu oranında ulusal bir seçim çevresinden de seçilebilir. Yani yüzde 0,4 oyu olan partiye bir milletvekili, 0,8 oyu olan partiye iki vekil verilir gibi. Ayrıca vekil başına düşen seçmen sayısında hâlihazırdaki dengesizliğin, yani küçük şehirlerin büyük şehirlere nazaran daha fazla temsil edilmesinin önüne geçilmelidir. |
# ABD-Çin ticaret müzakereleri yeniden başlıyor
ABDli yetkililer bugün ticaret alanında yeni görüşmeler yapmak üzere Çinli yetkililerle bir araya geliyor. Görüşmelerin iki ülke arasındaki ticaret savaşlarını hangi boyuta taşıyacağı ise merak konusu.
ABD Başkanı Donald Trump ve Çin Devlet Başkanı Şi Jinping, Buenos Aires'de geçen ay yapılan G20 Zirvesi'nde yaptıkları görüşmede, geçici bir süre için yeni gümrük vergileri getirilmemesi konusunda anlaşmıştı. Bunun akabinde ABD Başkanı Trump Çin'in ABD malı otomobillere uyguladığı gümrük vergisini azaltmayı ve kaldırmayı kabul ettiğini söylemişti. Bu görüşme ve açıklamalardan sonra bugün iki ülke yetkilileri ilk kez Çin'de bir araya geliyor.
ABD ve Çin arasında bugün ve yarın yapılacak görüşmeler öncesinde Çin Ticaret Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada yeni müzakerelerin "olumlu ve yapıcı görüşmeler" ile sürdürüleceği belirtildi. İki tarafın tarife dışı engeller, fikri mülkiyet hakları, tarım gibi bir dizi teknik konuda görüşmeler yapması bekleniyor. Ancak anahtar konunun Çin'in ABD Ticaret Temsilcisi Yardımcısı Jeffrey Gerrish liderliğindeki ekibi ne kadar ciddiye aldığının göstereceği belirtiliyor. Gerrish orta düzey Çinli yetkililerle bir araya gelecek.
Ticaret savaşları iki ülke ekonomisine de zarar veriyor. Çin'in büyümesinin 2017'deki yüzde 6,9'dan 2018 yılında yüzde 6,5'e gerileyeceği tahmin ediliyor. Küresel hisse senedi piyasaları da gerginlikten olumsuz etkileniyor.
**Görüşülecek konular**
Bu hafta yapılacak görüşmelerde ABD-Çin arasındaki ikili ticari dengenin ana gündem maddesi olması bekleniyor. Çin tarafı ABD mallarını satın alımlarını arttırmasını öngören bir anlaşmayı kabul edebileceğini söylemişti. Çin Aralık ayında 700 üründe gümrük vergilerini azaltma sözü vermişti.
Pekin domuz eti ve ilaç gibi kalemlerde daha düşük fiyat talep ediyor ve geçen ay ABD'den ilk kez pirinç ithalatına izin verdi. Çin ayrıca 1 Ocak itibariyle ABD yapımı otomobiller için ek gümrük vergilerini rafa kaldırdı. Bunun karşılığında ABD Başkanı Trump 1 Ocak'tan itibaren 200 milyar dolarlık Çin ürününden alınan vergiyi yüzde 10'dan yüzde 25'e çıkarma kararını ertelemeye razı olmuştu.
Çin ABD'nin teknoloji transferi ile mücadele ve stratejik sektörlere devlet desteğini azaltma talepleri konusunda ise pek istekli olmasa da Çinli yetkililer alacakları yeni önlemlerin fikir hırsızlığı ile mücadele edeceğini açıkladı.
**Anlaşma neler içerebilir?**
Olası bir anlaşma Çin tarafının ABD tarım ve enerji ürünleri alımını arttırabilir ve otomotiv ve finans sektörlerinde Çin'e ABD piyasasına daha fazla erişim sağlayabilir. Aralık ayında Çin bir liste yayımlamış ve hangi alanlarda yatırım sınırlaması olduğunu açıklamıştı.
Ancak Çin piyasasında da durum çok farklı değil. Çin Ticaret Bakanlığı da yabancı yatırımcıların telekomünikasyon, eğitim, tıp ve kültür alanlarında piyasaya erişim imkanlarını arttırmak için çalışma yaptıklarını açıkladı.
**Bundan sonra ne olacak?**
Washington 1 Mart tarihine kadar anlaşma olmaması halinde 1 Ocak'ta başlaması planlanan Çin ürünlerinden alınan vergiyi yüzde 10'dan yüzde 25'e çıkarma planını uygulayacağını söylüyor.
ABD Hazine Bakanlığı eski yetkilisi ve danışmanlık firması Eurasia Group'ta Asya direktörü olan Michael Hirson bu hafta ilerleme sağlanmasının işaretinin iki tarafın daha üst düzey bir görüşme takvimi açıklaması olacağını söylüyor. Çinle ticaret görüşmelerini yürütmekle sorumlu ABD Ticaret Temsilcisi Robert Lighthizer'ın da bu ay içinde ekonomiden sorumlu Çin Başbakan Yardımcısı Liu He ile bir araya gelmesi planlanıyor. |
# ABD ile yeni gerginlik kapıda
ABD ve Kuzey Kore arasındaki siyasi kriz sürerken, Kuzey Kore bir ABD vatandaşını yargılamaya hazırlanıyor.
Kuzey Kore resmi haber ajansı KCNA yaklaşık altı aydan bu yana cezaevinde tutulan 44 yaşındaki şahsın en kısa zamanda rejimi devirmeye yönelik girişimlerde bulunduğu iddiasıyla mahkemeye çıkacağını bildirdi. Zanlının hakkındaki suçlamaları kabul ettiği belirtildi.
Kuzey Kore kökenli Amerikan vatandaşı kasım ayı başında Rason kentinde gözaltına alınmıştı. Güney Kore basınında yer alan haberlere göre turist rehberliği yapan zanlı, bir turist grubuyla birlikte Kuzey Kore'ye seyahat etmişti. Gözaltına gerekçe olarak ise ele geçirilen bir sabit disk gösterilmişti.
Kore Yarımadası'ndaki gerginlik uzun yıllardır devam ediyor. Kuzey Kore'nin yaptığı nükleer testler nedeniyle ABD'nin şubat ayında Kuzey Kore'ye uygulanan yaptırımları setleştirmesinin ardından ise, Pyöngyang yönetimi son haftalarda ABD, Güney Kore ve Japonya'ya yönelik birçok tehditte bulunmuştu. |