text
stringlengths
26
37.5k
# Taliban kadın oyuncuların yer aldığı dizilerin durdurulmasını istedi Yeni DW'nin **beta** sürümüne herkesten önce göz atın. Görüşünüzü bize bildirerek yeni DW'yi daha da geliştirmemize yardımcı olabilirsiniz. Taliban, Afganistan'daki televizyon kanallarından kadın oyuncuların yer aldığı dizi ve filmleri durdurmasını istedi. Haber sunan kadın gazetecilere de başörtüsü takmaları çağrısında bulunuldu. Afganistan'da Taliban yönetimi, ülkedeki televizyon kanallarına gönderdiği "dini kılavuzda" kadın oyuncuların yer aldığı dizi ve filmlerin yayınlamamasını istedi. Taliban'ın yönetimi ele geçirmesinin ardından Kadın Bakanlığı kaldırılarak yerine getirilen Faziletin Teşviki ve Kötülüğün Önlenmesi Bakanlığı tarafından oluşturulan kılavuzda, televizyonlarda haber sunan kadın gazetecilerin de başörtüsü takması gerektiği vurgulandı. Kanallarda "Muhammed Peygamber veya diğer saygıdeğer şahsiyetlerin" gösterildiği film ve programlara da yayın yasağı getirilmesini isteyen Bakanlık, İslam ve Afgan değerlerine aykırı film ve programlara da yer verilmemesi çağrısında bulundu. Hazırlanan düzenlemeyle ilgili olarak Fransız haber ajansı *AFP*'ye açıklama yapan Bakanlık Sözcüsü Hakif Mohayir, "söz konusu taleplerin kural değil, dini kılavuz olduğunu" söyledi. Ağustos ayında uluslararası askeri birlikler Afganistan'dan çekilmeye başlarken Kabil'e girerek yönetimi ele geçiren Taliban, ülkeyi ılımlı şekilde yönetecekleri mesajı vermişti. Ancak aksi yönde uygulamalara yönelen Taliban, kadınlara üniversitelerde kılık kıyafet yönetmeliği getirirken çok sayıda Afgan gazeteci de şiddete maruz kaldı. Afganistan'da 2001 yılında Taliban'ın devrilmesinin ardından Batı ülkelerinin desteğiyle çok sayıda televizyon ve radyo kanalı kuruldu. Geçen 20 yıl boyunca Afgan televizyonlarında çok sayıda Türk ve Hint dizileri gösterildi. Ayrıca yayınlanan Batı tarzı şarkı yarışmaları da büyük ilgi gördü.
# Irak'ta seçim heyecanı Irak’ta yarın yapılacak parlamento seçimlerine şiddetin gölge düşürmesinden endişe ediliyor. Güvenlik önlemlerinin had safhaya çıkarıldığı ülkede, sınırlar ve birçok cadde trafiğe kapatıldı. Ancak ülke genelinden tek tük bile olsa saldırı haberleri geliyor. Bugün Samarra’da düzenlenen bir saldırıda bir kız çocuğu, Beyci ve Musul’daki bombalı saldırılarda ise Ticaret Bakanlığı’nın bir çalışanı ile iki polis öldü. Yurtdışında yaşayan Iraklılar oylarını kullanmaya başladı Irak’ta yarın yapılacak parlamento seçimleri yüzünden ek güvenlik önlemleri alındı. Seçimleri protesto eden, El Kaide’ye yakınlığıyla bilinen Ürdünlü terörist Ebu Musab El Zerkavi’ye bağlı bir grup, intihar saldırısı tehdidinde bulundu. Polis bu saldırıları önlemek amacıyla bugünden itibaren birçok caddeyi trafiğe kapattı, dükkanlar açılmadı, vatandaşlara ise evlerinde oturmaları çağrısında bulunuldu. **14 milyon seçmen oy kullanacak** Yarın saat 07:00’de başlayacak oy verme işlemi saat 17:00’de sona erecek. 6200 seçim merkezinde yurtdışında yaşayan Iraklı seçmenler de dahil toplam 14 milyon seçmenin oy kullanması bekleniyor. Bu arada yurtdışında yaşayan Iraklı seçmenler dünden itibaren yaşadıkları ülkelerde kurulan seçim merkezlerine giderek oylarını kullanmaya başladı. **7 bin aday yarışacak** 334 farklı gruptan toplam 7 bin aday, 275 sandalyeli meclise girebilmek için yarışacak. Seçimler sonrasında kurulacak parlamento, yeni devlet başkanı veya üç kişiden oluşacak Cumhurbaşkanlığı Konseyi’ni seçecek. Cumhurbaşkanı veya Cumhurbaşkanlığı Konseyi de görüşmeler sonrasında parlamentoda çoğunluğa sahip bir başbakan adayını belirleyecek. **Seçimlerde yarışacak partiler** Seçimlerde en güçlü seçim bloku Şii Birleşik Irak İttifakı. Birleşik Irak İttifakı’ndan ayrılan Irak Ulusal Kongresi de ABD’nin eski gözdesi Ahmet Çelebi liderliğinde seçime katılıyor. Kürtler ise seçime geçiş dönemi Cumhurbaşkanı Celal Talabani liderliğindeki Kürdistan Demokrat Partisi ve Kürdistan Yurtsever Birliği’nin de aralarında bulunduğu yedi parti ve gruptan oluşan ittifakla katılıyor. Üçüncü büyük grup, Sünniler iki farklı ittifaka bölündü. Bu ittifaklardan ilki Irak’ın en büyük Sünni partisi olan Irak İslam Partisi. Bu parti bazı çekinceleri olmasına rağmen, ABD ve müttefiklerinin işgal yönetimine destek verdi. Diğer ittifaksa Ulusal Diyalog Konseyi. Bu konseyin Sünni direnişiyle bağlantısı olduğu iddiaları dile getiriliyor. **Bush Irak savunması** Bu arada Irak’ta ölen Amerikan askerlerinin sayısının giderek artması yüzünden iç politikada sert eleştirilere maruz kalan Başkan Bush’un seçimlere bir gün kala açıklama yapması bekleniyor. Başkan’ın Sözcüsü Scott McClellan, Bush’un bugün yapacağı konuşmasında Irak’a neden savaş açıldığına bir kez daha açıklık getirerek, izledikleri politikayı savunacağını belirtti. Bu arada bugün açıklananan bir kamuoyu yoklamasına göre Amerikalılar’ın büyük çoğunluğu Bush’un Irak politikasını reddediyor. USA Today, CNN ve Gallup’un ortaklaşa yaptırdığı araştırmaya katılanların yüzde 59’u, Bush’a artık Irak konusunda güvenmediğini söylüyor. Amerikalılar’ın Bush’a desteği azalırken, kabinesindeki bakanlardansa destek geliyor. Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice uluslararası topluluğu, Irak’ın devrik lideri Saddam Hüseyin hakkında açılan davayı bloke etmekle suçladı. Rice ülke ismi vermeden yaptığı açıklamada, "Çok sayıda Avrupa ülkesi, ölüm cezasına karşı olduğu için işbirliğini reddediyor" dedi.
# ABD Suriye için hazırlık yapıyor ABD'nin, Suriye'de İslam Devleti örgütüne yönelik hava saldırılarına hazırlık olarak keşif uçuşları başlatacağı bildiriliyor. ABD'de Hükümet çevrelerinin verdiği bilgilere göre, ABD Suriye'de keşif uçuşları başlatmaya hazırlanıyor. AFP haber ajansına konuşan ve adının gizli kalmasını isteyen bir hükümet yetkilisi, keşif uçuşlarıyla Suriye'deki mevcut durumun net olarak çıkarılmasının hedeflendiğini kaydetti. Yetkili, uçuşlarda insansız hava araçlarının devreye sokulmasının mümkün olduğunu söyledi. Wall Street Journal gazetesindeki konuyla ilgili haberde ise keşif uçuşlarının kısa süre içinde başlayacağı belirtildi. Amerikan medyasında yer alan haberlere göre, Başkan Obama Suriye hava sahası üzerinde keşif uçuşları yapılmasına geçen hafta sonu onay verdi. ABD Genelkurmay Başkanı Martin Dempsey, pazartesi günü yaptığı açılamada, Irak ve Suriye'deki radikallerin baskı altına alınması gerektiğine dair sözlerini yineledi. İslam Devleti örgütünün henüz bölgesel bir tehlike olduğunu ifade eden Dempsey, yakın zaman içinde ABD ve Avrupa için bir tehdit olabileceğini vurguladı. Suriye yönetimi de pazartesi günü, terörle mücadele kapsamında bölgesel ve uluslararası işbirliğine hazır olunduğunu açıklamış ancak bazı şartlar da sunmuştu. Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim, devlet sınırları içinde yapılacak saldırıların Şam yönetimiyle koordine edilmesini, komşu ülkelerin istihbarat bilgilerini paylaşmalarını ve Şam yönetiminin tanınması gerektiğini ifade etmişti. ABD Başkanı Barack Obama, bugüne kadar Suriye'ye askeri bir müdahaleye karşı çıkıyordu. ABD, iç savaşın başlamasından bu yana Şam'da yönetimin değişmesi konusunda bastırsa da, askeri bir müdahale üzerinde durulmadı. Ancak Amerikalı gazeteci James Foley'nin kurtarılması amacıyla bir kez Suriye hava sahasına girildiği belirtildi.
# 13.05.2010 - Alman basınından özetler Euro Bölgesi’nin içinde bulunduğu kriz ve Almanya Başbakanı Angela Merkel’in finans politikaları, İngiltere’nin yeni hükümeti, Almanya’da kablosuz internet kullanımına ilişkin yargı kararı, basında yankı buluyor. Nürnberger Nachrichten gazetesi bugünkü yorum sütunlarında Euro Bölgesi krizini ve AB’de euronun istikrarının korunması için planlanan adımları değerlendiriyor: ** "Yunanistan krizinde şayet bu yılın başında gereken adımlar atılmış olsaydı, Euro Bölgesi krizine dönüşmeyecekti. Avrupa hükümetleri hazırladıkları Euro Bölgesi Koruma Planı’nın beklenen etkiyi yaratmamasına şaşırmamalı. Borçlulara, yeni borçlarla yardımcı olunacağının duyurulması, spekülatörleri ikna etmedi. Spekülatörler ancak bütçelerin revize edilmesiyle püskürtülebilir." Münster kentinde yayımlanan ** Westfälische Nachrichten gazetesiyse Euro Bölgesi kriziyle birlikte Almanya Başbakanı Angela Merkel’in Avrupa Birliği karar mekanizmalarındaki rolünü irdeliyor:** "Angela Merkel, iç siyasette köşeye sıkıştığı dönemlerde şimdiye kadar uluslararası boyuttaki performansıyla puan toplayabiliyordu. Ancak Avrupa’da artık ‘Bayan Hayır(!)’ hakkında övücü söylemler yükselmiyor. Merkel, Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin baskısıyla aslında hiç istemediği, ‘Avrupa Merkez Bankası’nın bağımsızlığına şüpheyle yaklaşan ortak bir ekonomi yönetimini’ kabullenmek durumunda. Merkel’in Almanya’daki şu anki pozisyonu da pek iç açıcı değil. Başbakan, Federal Eyalet Temsilcileri Meclisi’nde çoğunluğu kaybederken, belki de en deneyimli kriz yöneticilerinden Maliye Bakanı Wolfgang Schäuble’den de oluyor." Düsseldorf merkezli ulusal gazetelerden **Westdeutsche Zeitung ise İngiltere’de Muhafazakârlar ile Liberallerden oluşan yeni koalisyon hükümetini bekleyen zorluklara dikkat çekiyor:** "Cameron ve Clegg ekibini en çok zorlayacak şey, Yunanistan’ınkilerle kıyaslanabilecek devasa borçlar olacaktır. Hükümetin İngiliz kamuoyunu, ülkenin yıllarca aslında standartlarının çok üstünde yaşadığını ve bu çıkmazdan ancak sıkı bir tasarruf programıyla çıkabileceği konusunda ikna etmesi gerekiyor." Almanya'da Federal Yargıtay, kablosuz internet konusunda önemli bir karar aldı. Hatlarına şifre koymayarak suça davetiye çıkaranlar, 100 euroya kadar para cezasına çarptırılabilecek. **Mitteldeutsche Zeitung’un karara ilişkin yorumu şöyle:** "Otel, restoran ve cafeler büyük bir sorunla karşı karşıya. Zira artık kablosuz internet hizmeti sunduklarında müşterilerinin kimliklerini kontrol etme zorunlulukları var. Ya da diğer seçenek olarak verdikleri bu hizmetten vazgeçecekler. İnternetin günümüzde giderek artan önemi düşünüldüğünde, kullanım şekline ilişkin bu yöndeki bir kısıtlama kararı, bağımsız iletişim kurma hakkına yönelik bir darbedir. Kamuya açık kablosuz iletişim ağlarının suistimalini önlemek için alınan bu karar, aslında oldukça faydalı olan bu ağ yapısına da zarar veriyor."
# Türkiye resmen istedi Türkiye, Suriye sınırının korunmasının desteklenmesi için NATO’ya resmen başvuruda bulundu. NATO müttefikleri ABD, Almanya ve Hollanda'nın Patriot füzelerini Türkiye’ye göndermesi bekleniyor. Türkiye NATO'dan ulusal hava savunmasının desteklenmesi için talepte bulundu. Dışişleri Bakanlığı'ndan yapılan yazılı açıklamada, Suriye'de devam etmekte olan krizin Türkiye'nin ulusal güvenliğine oluşturduğu tehdit ve riskler karşısında, Türkiye'nin ulusal hava savunmasının müttefik hava savunma unsurlarıyla takviyesinin desteklenmesinin NATO'dan resmen talep edilmesinin kararlaştırıldığı bildirildi. Açıklamada, "Bu talebimiz, tarafımızdan NATO'da bugün yayımlanan bir mektupla resmen gündeme getirilmiştir. NATO Konseyi, talebimizi ele almak üzere kısa zamanda toplanacaktır" denildi. **Rasmussen'den açıklama** Türkiye'nin talebine ilişkin açıklama yapan NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen de ittifakın geciktirmeden Ankara'nın talebine ilişkin kararını vereceğini belirtti. NATO'nun Ankara'nın talebine olumlu yanıt vermesi durumunda ABD, Almanya ve Hollanda'dan dünyanın en modern savunma sistemi olarak adlandırılan Patriot füzelerini Türkiye - Suriye sınırına göndermesi bekleniyor. Almanya Dışişleri Bakanı Guido Westerwelle'den konuyla ilgili bir açıklama geldi. Almanya'nın prensipte Türkiye'ye Patriot göndermeye hazır olduğunu belirten Westerwelle, talebin reddedilmesinin bir hata olacağını ve öngörülemez sonuçlara yol açabileceğini dile getirdi. Almanya Başbakanı Angela Merkel, Patriot füzeleri konusuna ilişkin, ''Bir NATO müttefiğinin isteği olursa, bunu inceler ve isteği yerine getirmeye çalışırız'' açıklamasını yapmıştı.
# Alman İçişleri Bakanı: Erdoğan'ın suçlamaları absürt Alman İçişleri Bakanı Thomas de Maiziere, Erdoğan'ın suçlamasına yanıt geldi. De Maiziere, Erdoğan'ın Merkel'in teröre destek verdiği iddiasını "absürt" olarak nitelendirdi. Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Almanya Başbakanı Angela Merkel'i teröristlere destek verdiği iddiasını geri çeviren Almanya İçişleri Bakanı Thomas de Maiziere, bunun "gerçekçi bir temele dayanmayan absürt bir suçlama" olduğunu söyledi. Bu tür saldırıların tek bir hedefi olduğunu ve anayasa referandumu ile bağlantılı olarak "Türkiye'yi kurban rolü içinde göstermek" istendiğini belirten Alman Bakan, bunun Erdoğan'ın şimdiye kadar destek görmeyen başkanlık sistemi için "dayanışma etkisi" yarattığını kaydetti. "Bu tür provokasyonların taktiksel olarak saydam" olduğunu ifade eden de Maiziere, "Ancak bu tür provokasyonlara benzer provokasyonlarla tepki göstermemeliyiz" dedi. **"Ders almaya ihtiyacımız yok"** İçişleri Bakanı de Maiziere, Erdoğan'ın bahsettiği 4 bin 500 kişilik terör şüphelisiyle ilgili bir listenin kendilerine verilmediğini de sözlerine ekledi. Bakan, Türk makamlarının muhtemel teröristlere ilişkin adli kanıtlar sunmasından memnuniyet duyacağını, Alman hükümetinin Ankara'dan "ders almaya" ihtiyacı olmadığını ifade etti. Erdoğan, dün akşam katıldığı bir televizyon programında "Sayın Merkel sen teröristlere destek veriyorsun. 4 bin 500 dosya elinde ve sen bunun hesabını veremiyorsun. Senin devlet televizyonun 'hayır' için yayın yapıyor. İşte sen busun" ifadelerini kullanmıştı. Ancak Almanya İçişleri Bakanlığı verilerine göre Türkiye son iki yılda Almanya'dan terör suçlarıyla bağlantılı olarak sadece 21 kişinin iadesini istedi. Yaklaşık iki hafta önce Yeşiller partisi milletvekili Özcan Mutlu’nun Türkiye’nin Almanya’dan iade taleplerine ilişkin soru önergesine Alman İçişleri Bakanlığı yanıt vermişti. Buna göre, Türkiye son iki yılda terörizm bağlantılı 21 kişinin iadesini resmi olarak istedi. **"DİTİB bağımsız hareket etsin"** Almanya İçişleri Bakanı Thomas de Maiziere, Almanya'daki camilerin en büyük çatı örgütü Diyanet Türk ve İslam Birliği'nden (DİTİB) de daha fazla şeffaflık istedi. DİTİB'e bağlı imamların Ankara için casusluk yaptığı iddialarının endişe verici olduğunu ifade eden de Maiziere, "Eğer bu haberler doğruysa kabul edilemez" şeklinde konuştu. Bakan, DİTİB'in Türkiye'den daha bağımsız hareket etmesini istedi.
# Bin Ladin'i vuran askere soruşturma Terörist Bin Ladin'i öldürdüğünü iddia eden ABD'li keskin nişancı Robert O'Neill 'gizli bilgileri açıklamak' suçlamasıyla karşı karşıya kaldı. Terör örgütü El Kaide'nin lideri Usama bin Ladin'i Pakistan’ın Abbottabad kentinde düzenlenen operasyonda kafasından vurarak öldürdüğünü ileri süren ABD donanmasından emekli subay Robert O'Neill’in başı "Gizli askeri bilgileri ifşa ettiği" gerekçesiyle ABD Donanması'yla derde girdi. Deniz Kuvvetleri Kriminal Araştırma Servisi (Naval Criminal Investigative Service), O’Neill hakkında bir soruşturma komisyonu oluşturdu. Komisyon, Robert O'Neill'in Pentagon tarafından doğrulanmayan iddialarını araştırarak, açıklamalarda suç unsuru bulunup bulunmadığını ortaya çıkaracak. **'Asker onurunu zedeledi'** Keskin nişancı Robert O'Neill'in Washington Post gazetesine verdiği demeçte, "Ladin'i ben öldürdüm" şeklindeki açıklamasına tepkiler gelmişti. Çok sayıda asker ve üst rütbeli subay O'Neill’in açıklamalarıyla "asker onuruna yakışmayan bir tutum" sergilediği ifade edilmişti. O'Neill ise, asker onurunu zedeleyecek bir davranışta bulunmadığını ileri sürerek, "Halkın, Bin Ladin’in 2 Mayıs 2011'de nasıl öldüğünü bilmeye hakkı var" diye kendini savundu. Öte yandan aynı operasyona katılan diğer bir keskin nişancı ise O'Neill’in doğruları söylemediğini belirterek, "O içeriye girdiğinde Ladin yerde yatıyordu" dedi.
# Seçimler Türkiye'ye nasıl yansıyacak? Türkiye’nin ticarette bir numaralı ticaret ortağı olan Almanya’da gerçekleşen seçimlerin, ekonomik ve ticari ilişkileri nasıl etkilediğini sektör temsilcileri anlattı. Almanya'da pazar günü yapılan seçimlerden çıkan sonuç, yalnızca "amiral gemisi" olarak nitelendirildiği Euro Bölgesi için değil, Türkiye için de büyük önem taşıyor. 2005’te başbakan olduktan sonra Türkiye için imtiyazlı ortaklığı savunan Merkel'in partisi Hrıstiyan Demokrat Birlik'in pazar günü yapılan genel seçimlerden zaferle ayrılması, siyasi olduğu kadar ticari ilişkileri de etkileyebilir. Merkel'in seçimlerden güçlenerek çıkmasının, son yıllarda rölantiye alınan Türkiye’nin AB üyeliği hedefi açısından kötüye gidiş getirmesi beklenmiyor. Öte yandan, Türkiye'de Gezi Parkı protestoları sonrası ekonomik istikrar üzerinde oluşan soru işaretleri yatırımcıları nasıl etkiliyor, merak konusu. Almanya’daki Türk işadamları temsilcileri Deutsche Welle Türkçe servisinin sorularını yanıtladı. **'AB hedefi ve yeni yatırımlar gündeme gelmeli'** Türk Sanayici ve İş Adamları Derneği (TÜSİAD) Berlin Bürosu Direktörü Alper Üçok, Türkiye’nin AB üyeliği sürecinin son yıllarda nispeten geriye atıldığını doğruluyor. "Reel ekonomi Ortadoğu’ya yöneldi, ticaret pazarları bu bölgeye kaydı. AB üyeliği süreci de olumsuz etkilendi. Barış süreci de Ortadoğu’nun bir parçası olarak görüldü" diyen Üçok, AB'nin de gelecek mimarisini kurgularken Türkiye’yi ötelemesinin söz konusu olduğunu belirtiyor. "FED politikasındaki değişiklik, Gezi olayları ve Suriye gerginliği nedeniyle Almanya’da yatırımcılar tarafında bir tedirginlik oldu" diyen Üçok şunları kaydediyor: "Alman işadamlarında planlı yatırımlar devam ediyor. İptaller yok. Ancak yeni yatırım kararlarında ‘bekle ve gör' havası hâkim oldu." Üçok, 2014'teki Avrupa Parlamentosu seçimleri öncesi Türkiye'nin AB sürecini öne çıkarmak amacıyla Türkiye ve Almanya’nın yanı sıra İsviçre, İtalya ve Polonya gibi ülkelerde atölye çalışmaları düzenleyeceklerini ve Brüksel'e rapor olarak bildireceklerini ifade ediyor. "Türkiye'nin her anlamda önemli bir ülke olduğu, hem ekonomik, hem sosyal demografik anlamda entegre olması gerektiği ve Türkiye’nin AB sürecini yeniden canlandırmamız gerektiğini düşünüyoruz" diyen Üçok, "Son iki yılda sadece bir fasıl açılması da bu konuya verilen önemi gösteriyor. Türkiye’den daha sonra başvuruda bulunan ülkelerin örneklerine bakıldığında, AB’den milli gelirlerinin yarısından fazla destek aldığını görüyoruz. Ankara’da da artık bu konuya önemin zamanının geldiği görüldü. Biz de üzerimize düşeni yapacağız" diyor. Üçok’un Almanya ile Türkiye arasında 2012’de gerçekleştirilen 20 milyar eurosu ithalat, 12 milyar eurosu ihracat olmak üzere 32 milyar euroluk toplam ticaretin bu yıl 35 milyar euro düzeyinde gerçekleşmesini beklediklerini ifade ediyor. Seçim sonuçlarının sürpriz olmadığını ifade eden Üçok, "Merkel'in bu kadar çok oy alması beklenmiyor değildi. Her halükârda CDU'nun bundan sonraki koalisyon ortağı öncekilerden daha olumlu olacak. Dengeleyici unsur SPD ile oluşturacağı "Büyük Koalisyon" Türkiye’nin AB üyeliği için olumlu olacaktır. Yeşiller partisi de Türkiye’nin üyeliği konusunda olumlu olsa da kurulacak bir koalisyonda küçük bir pay alacaklarından etkileri sınırlı olacaktır" diyor. **'Alman yatırımcılar orta vadede tedirgin'** Rakamlara bakıldığında ise Türkiye’nin ihracatında Almanya başı çekiyor. Türkiye İstatistik Kurumu'nun (TÜİK) dış ticaret istatistiklerine göre Temmuz 2013 itibariyle Almanya'ya yapılan ihracat bir yıl içinde yüzde 17 artarak 1 milyon 208 bin dolar oldu. Almanya’dan yapılan ithalat ise geçen yılın aynı ayına göre yüzde 30,3 artarak 2 milyon 376 bin dolar olarak gerçekleşti. Türkiye ile Almanya arasındaki güçlü ticaret bağlarının uzun yıllara dayandığına dikkat çeken Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği (MÜSİAD) Berlin Şube Genel Sekreteri Muzaffer Türk ise, "Türkiye, Alman yatırımcı için her zaman cazip. Gezi olayları Türkiye’de yatırım yapacak Almanlar arasında tedirginlik yarattı. Özellikle uzun vadeli yatırımlar düşünen Türk-Alman şirket ortaklıklarında çekingenlik oluştu. Ancak durumun vahim olmadığını kısa sürede anladılar" diyor. **'Soru işaretleri oluştu'** Almanya'daki göçmen kökenli işletmeleri ve iş dünyasını temsil eden kuruluşlardan 220 üyeye sahip Avrupa Ticaret ve Yatırım Birliği Başkanı Emre Kiraz ise Alman şirketlerin Türkiye’de yatırım yaparken orta ve uzun vadede birtakım tedirginlikler hissettiği izlenimine katılıyor. Kiraz, "Türkiye’de yaşanan siyasi istikrarsızlıklar, vergi hukuku üzerinden sorunlar yaşanması, işletmecileri de sıkıntıya sokabilir. Ekonomik ilişkilerin siyasetten farklı bir vizyonu olduğu doğru, ancak Türkiye ekonomisinin istikrarına ilişkin Alman yatırımcısının kafasında soru işaretleri oluştuğu da bir gerçek" diyor. Seçimlerin Avrupa’nın istikrarına katkıda bulunduğunu belirten Bilgi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dekanı ve Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Ege Yazgan ise "Merkel’in eli seçimler sonrası daha da güçlendi. Euro Bölgesi’nde de başta bankacılık reformu olmak üzere belli reformların yapılması daha kolaylaştı. Avrupa Merkez Bankası Başkanı Mario Draghi’nin likiditeyi artırıcı önlemler alınabileceği mesajı vermesi bunun bir göstergesi" diyor. Yazgan, "Türkiye'nin de sürdürülebilir büyümesi için reel ekonominin en önemli olduğu pazar Almanya. Türkiye için de seçimler bu anlamda olumlu" sözleriyle güçlü koalisyonun Türkiye’nin AB hedefi konusunda da yararına değiniyor.
# IŞİD’li Almanların çocukları geri getiriliyor Spiegel dergisinin haberine göre, Almanya, Irak’ta cezaevinde bulunan Alman IŞİD üyelerinin çocuklarını geri getirmek için bir program başlattı. Cezaevlerinde yaklaşık 50 çocuğun olduğu belirtildi. Alman hükümeti, Irak'ta IŞİD üyesi oldukları gerekçesiyle cezaevinde bulunan Alman kadınların çocuklarının Almanya'ya getirilmesi için bir program başlattı. Haftalık *Der Spiegel* dergisinin haberinde, Dışişleri Bakanlığı'nın cihatçı olduğu öne sürülen yaklaşık 12 kişinin çocuklarını yanlarına alabilecek akrabaları bulunduğu ifade edildi. Haberde, bulunan bu akrabaların Irak'a giderek, çocukları Almanya'ya getireceği belirtildi. *Spiegel'in* haberinde, çocukların çoğunlukla ebeveynlerinin savaş bölgesine gitmesinden sonra doğmuş olduğuna dikkat çekildi. 29 Ekim'de de programın denenmeye başlandığı bilgisi verildi. Anneleri Irak'ta müebbet hapis cezasına çarptırılan, yaşı 1 ile 4 arasında değişen üç oğlan çocuğunun teyzeleri tarafından Bağdat'dan alınarak, Almanya'ya getirildiği aktarıldı. Alman diplomatların verdiği bilgilere dayandırılan haberde, Irak'taki cezaevlerinde yaklaşık 50 küçük çocuğun bulunduğu belirtildi. Bremen Eyalet Emniyet Müdürü Daniel Heinke, Spiegel'e yaptığı açıklamada, Almanya'ya geri gelen çocuklara "radikalleşme ihtimali ile değil, ebeveynlerinin mağduru" olarak yaklaştıklarını dile getirdi. Heinke, "çocuklarının çoğunun travma yaşadığını ve yardıma ihtiyacı olduğunu gözönünde bulundurmamız gerekiyor" dedi.
# Kanada Almanya'ya örnek oldu Berlin Nüfus ve Kalkınma Enstitüsü’nün yaptığı yeni bir araştırmada, Kanada ve Almanya'nın göçmen politikaları karşılaştırıldı. Araştırmadan dikkat çekici sonuçlar elde edildi. Kanada, göçmenlerin en çok tercih ettiği ülkelerin başında geliyor. Bunun başlıca nedeni ise göçmenlere çalışma olanakları sunmak konusunda diğer ülkelere oranla daha esnek davranması. Kanada her yıl nüfusunun yüzde biri oranında göçmenlere kapılarını açıyor. Bunların çoğunu iş bularak ülkeye gelen göçmenler oluşturuyor. Değişen ekonomik ihtiyaçlarına göre yeni politikalar üretmeyi başaran Kanada, Almanya için de örnek teşkil ediyor. Berlin Nüfus ve Kalkınma Enstitüsü’nün yaptığı araştırmada, iki ülkenin göçmen politikaları karşılaştırıldı ve araştırmadan dikkat çekici sonuçlar elde edildi. **Kanada'nın çekici göçmen politkaları** Alman toplumu giderek yaşlanıyor Berlin Nüfus ve Kalkınma Enstitüsü Başkanı Reiner Klingholz'e göre, Almanya, kendini çekici bir göç ülkesi haline getirmek için çabalarını artırmak zorunda. Almanya'da 10 ilâ 15 yıl içinde hemen her alanda büyük bir istihdam açığının doğacağını belirten Klingholz, Berlin'in uzun vadede sadece AB ülkelerinden gelen göçmenlere güvenmesinin yeterli olmayacağını düşünüyor. Demografi uzmanı Klingholz, politikacıların bir an önce halka açık bir dille göçün gerekliliğini anlatması gerektiğini vurguluyor ve şunları kaydediyor: "Bu da demek oluyor ki, kendimizi daha şeffaf ve mücadeleci bir biçimde ortaya koymamız çok önemli. Aktif bir şekilde yurtdışından çalışan getirtmeliyiz." Kanada 1967 yılından bu yana puanlama sistemine göre ülkeye göçmen kazandırıyor. Bu sistemde eğitim düzeyi ve yabancı dil bilgisi en önemli kriterleri oluşturuyor. Başvuru sahibinin sadece bu nitelikleriyle puanların üçte ikisini toplaması mümkün. Kanada hükümeti ayrıca meslekî tecrübe, yaş ve sunduğu iş olanaklarına göre de puan veriyor. Göç etmek isteyen kişinin eşinin eğitim düzeyi ve daha önce Kanada’ da yaşamış olması gibi başka faktörler de puanlama sisteminde dikkate alınıyor. **Ek programlar** Ancak bu sistem sadece yüksek vasıflı göçmenleri değerlendirmiyor. Berlin Nüfus ve Kalkınma Enstitüsü Başkanı Reiner Klingholz, bunu şöyle açıklıyor: "Bütün bunların yanında tabii ki Kanada’da daha az vasıflı istihdam açığı da bulunuyor. Hasta bakımı, petrol endüstrisi ya da ormancılık gibi branşlarda. Bu açık da bölgesel ya da yerel makamların ek programlarıyla kapatılıyor." Yerel veya bölgesel makamlar, göçmenlere ilk aşamada iş sözleşmesine göre süreli ikamet izni veriyor, süresiz ikamet izni için ise bir süre kapı açık bırakılıyor. Almanya’da çalışmak isteyen göçmenlere konulan şartlar, Kanada'ya göre çok daha zor. Bu koşullar, Almanya’da çalışmak isteyen göçmenlere konulan şartlarla karşılaştırıldığında büyük farklar ortaya çıkıyor. Almanya’daki uygulamaları eleştiren Klingholz, süresiz ikamet izni almanın veya Alman vatandaşlığına geçmenin Kanada’ya göre çok daha zor olduğunu kaydediyor. Klingholz, Mavi Kart uygulamasında cazip koşullar bulunmadığına dikkat çekerek bu nedenle de yurtdışında pek tanınmadığını vurguluyor. **Göçmenleri yeni yaşamlarına hazırlama kursları** Öte yandan Kanada’nın uyum politikası ise göçmen daha ülkeye gelmeden başlatılıyor. Göçmen adaylarının Kanada'ya gelmeden ülkelerinde uyum kurslarına gitmeye başladığını belirten Berlin Nüfus ve Kalkınma Enstitüsü uzmanlarından Stephan Sievert, Kanada’da göçmenlerin uyumunu kolaylaştırmak amacıyla daha çekici bir politika yürütüldüğünü dile getiriyor. Sievert, "Göçmenlerin yeni hayatlarına başlamasını kolaylaştıracak programlar, daha onların ana vatanlarında uygulanmaya başlanıyor. Çeşitli oryantasyon ve bilgilendirme kursları verilerek, göçmenlerin gerçekçi beklentilerle ülkeye gelmesi sağlanıyor" diye konuşuyor. Sievert, tüm bunların yanında göçmelerin sık sık staj yaparak meslekî yaşamına daha iyi hazırlandığını ve mevcut eksikliklerini mümkün olduğunca erkenden kapatabildiğini belirtiyor.
# Apple'da güvenlik açığı Apple'ın uygulama mağazası AppStore zararlı yazılım saldırısına uğradı. Kullanıcıların şifreleri dahil kişisel verilerini ele geçirdiği ileri sürülen zararlı yazılımdan yüz milyonlarca kişinin etkilendiği idda ediliyor. Apple'daki güvenlik açığı, aralarında "Palo Alto Networks" isimli şirketin de bulunduğu güvenlik uzmanları tarafından ortaya çıkarıldı. **Geliştirme ortamını manipüle etmişler** Buna göre Çinli bazı yazılımcılar, Apple uygulamalarını geliştirmekte kullanılan "Xcode" isimli geliştirme ortamını (IDE), kaynağından indirmek yerine Çin'deki bir adrese yöneldiler. Yazılımcılar, Xcode'u Apple.com'dan indirmeyip Çin'in önde gelen internet şirketlerinden Baidu'nun bulut ağına kaydedilen bir sürümünü yüklediler. **Popüler uygulamalara bulaştı** Çinli yazılımcılar, daha sonra söz konusu geliştirme ortamında birçok uygulama hazırladı. Bunlar arasında sohbet programı WeChat ve taksi uygulaması Didi Kuaidi gibi popüler olanlar da bulunuyor. Kodlarına zararlı yazılım karıştığı saptanan appler arasında oyunlar, sosyal medya, bankacılık, harita ve iletişim uygulamaları yer alıyor. Çin devlet televizyonu CCTV, 350'den fazla uygulamaya zararlı yazılım bulaşmış olabileceğini bildirdi. **Apple uygulamaları sildi** Güvenlik uzmanlarına göre zararlı kod bulaşan uygulamalar kullanıcıların şifreleri dahil kişisel verilerini ele geçirebiliyor. Apple, zararlı yazılım bulaşan uygulamaların AppStore'dan kaldırıldığını açıkladı. Baidu ise manipüle edilmiş geliştirme ortamı Xcode'u sildiğini duyurdu. **AppStore'a en büyük saldırı** AppStore'a yönelik en büyük saldırı, Apple'ın güvenlik standartlarının sorgulanmasına neden oldu. Uygulamaların Apple yetkililerinin kontrolünden geçtikten sonra AppStore'a yüklenebildiğine dikkat çeken uzmanlar, zararlı yazılımın nasıl denetimden kaçabildiği sorusunu yöneltiyor. **Nasıl 'denetimden'kaçtı?** Android kullanıcıları uygulamalarını Google'ın Play Store platformunun yanı sıra diğer kaynaklardan da indirebiliyor. Ancak "kırılmamış" (jailbreak) iPhone ve iPad cihazlarının yalnızca AppStore'lardan uygulama indirmesine izin veriliyor.
# 10 bine yakın fil öldürüldü Kaçak avcılar son beş yılda Mozambik’teki fillerin yarısını öldürdü. Öldürülen fil sayısı 10 bine yakın. Mozambik hükümeti tarafından yaptırılan bir araştırmaya göre, son beş yılda ülkedeki fillerin sayısı yüzde 48 oranında azaldı. Beş yıl önce 20 bin olan fil sayısının günümüzde 10 bin 300 civarında olduğu tahmin ediliyor. Mozambik'in kuzeyinde Niassa Ulusal Rezervi'ni de içine alan bölgenin kaçak avdan en fazla etkilenen yer olduğu bildirildi. Amerikan merkezli Doğal Hayatı Koruma Vakfı'nın direktörü Alastair Nelson'a göre, fil nüfusunun büyük oranda yok edildiği Tanzanya'dan gelen kaçak avcılar da bu düşüşte etkili. Nelson, "Ana sorun yönetim. Kuzey hep uzak ve zayıf yönetilen bir bölge oldu. Bir de yolsuzluk sorunu var" dedi. Fildişleri Asya'da büyük değer görüyor. Fildişi heykel ya da mücevher imalatında kullanılıyor. Afrika genelinde her yıl 30 bin filin fildişi ticareti nedeniyle öldürüldüğü düşünülüyor. Sınır Tanımayan Filler Örgütü adlı sivil toplum kuruluşunun verilerine göre, Afrika genelinde 470 bin fil kaldı.
# AB Zirvesi'nin sonuçları farklı yorumlanıyor 17’inci AB Zirvesi'nin yankıları sürüyor. Siyasetçiler zirveyi "dönüm noktası" diye nitelerken, iktisatçılar konuya eleştirel yakaşıyor. Finans piyasaları ise zirveden hiç etkilenmemişe benziyor. Almanya Başbakanı Angela Merkel, kendi fikri olan AB’de "mali ittifak" önerisinin -İngiltere ve Çek Cumhuriyeti dışında- 25 üye ülke tarafından kabul edilmesi nedeniyle Brüksel zirvesinden memnun ayrıldı. Mali ittifak anlaşması, Yunanistan deneyiminin bir daha yaşanmamasını, diğer borçlu AB ülkelerinin de kendilerine çeki düzen vermesini hedefliyor. Bu çerçevede bütçe açığı gayrisafi yurtiçi hâsılasının yüzde 3'ünü aşan, anlaşmaya taraf AB üyesi ülkeler otomatik olarak yaptırımlarla karşı karşıya kalacak. Bu durumdaki ülkeler Brüksel’e gayrisafi yurtiçi hâsılasının yüzde 0,1’i oranında ceza ödeyecek. Bu ceza ancak AB maliye bakanlarının 3’te 2’den fazlasının oyu ile engellenebilecek. **'Siyasetçiler yürürlükteki uygulamayı delecek bir yol bulur'** Siyasi yorumcular, üçte ikilik oy çoğunluğu ile cezaların engellenmesi dışında, aslında tüm bu önlemlerin şimdiye kadar Maastricht kriterleri adı altında İstikrar ve Büyüme Paktı’nda da yer almış olduğuna işaret ediyorlar. Yeni olanın, Almanya’nın ortaya attığı, borç freni mekanizmasının anayasal bir düzenleme olarak yerini alması önerisi olduğu, ancak onun da kabul görmediği belirtiliyor. Köln Üniversitesi İktisat Enstitüsü Direktörü Achim Wambach, borç freni mekanizması anayasada yer bulsun ya da bulmasın, siyasetçilerin zaten yürürlükteki düzenlemeyi delecek bir yol bulacaklarını vurguluyor: "Sonuçta belirleyici olacak şey, (birlik üyesi) bir ülkenin bu borçlanma düzenlemesini hayata geçirip geçirmeyeceğidir." **AB Komisyonu'na değil, tek tek ülkelere şikayet yolu açılıyor** AB Komisyonu’nun borçlanma kurallarına uymayan üye ülkeleri Avrupa Adalet Divanı’na şikâyet edebilmesi önerisi ise anlaşma metninden çıkarıldı. Artık bu adım bir ya da birkaç üye ülkenin talebiyle atılabilecek. Uzmanlara göre aslında bu, hâlihazırda uygulamada olan AB müktesebatında da öngörülüyor. Ancak uygulanmıyor. Köln Üniversitesi İktisat Enstitüsü Direktörü Achim Wambach, bu kuralın bugüne kadar hiç uygulanmamış olduğunu vurguluyor ve şunları kaydediyor: "Tabii ki doğal olarak şöyle bir durum var. Bir üye ülkeyi, borç kurallarına uymadığı gerekçesiyle şikâyet etmeyi düşünen ülkeler, gelecek sefer kendileri aleyhine böyle bir şikâyet yapılabileceğini biliyor. Bu da kuralı zayıflatıyor. Dolayısıyla bizim düşüncemiz, AB Komisyonu’nun da bu yetkiye sahip olması yönündeydi." Prof. Achim Wambach **'Mali ittifakın akıbeti kötü dönemlerde belli olacak'** Hamburg İktisat Enstitüsü Başkanı Thomas Straubhaar ise mali ittifak antlaşmasının uzun ömürlü olmayacağı görüşünde: "Benzer kurallar Maastricht kriterlerinde de vardı. Ve bunlar defalarca ihlâl edildi. İlk olarak da Almanya ve Fransa tarafından. Şimdi yine aynı şey söz konusu. Bu kurallar iyi güzel ama sadece iyi zamanlarımızda. Kötü zamanlar geldiğinde, mali ittifak da bozulacaktır." Öte yandan AB Zirvesi’nde Yunanistan konusu resmi gündemde olmamasına rağmen, özellikle Almanya’nın ortaya attığı Yunanistan’ın bütçesini denetleyecek bir AB bütçe komiseri atanması önerisine Yunanistan kamuoyundan büyük tepki geldi. Tirajı yüksek Yunan gazetelerinden "Ta Nea", zirve öncesinde manşetine iri puntolarla "Hayır" ibaresini attı ve Almanya’nın önerisi zirvede onay bulmayınca da, "Hayır, bütçe komiserini öldürdü" başlığını kullandı. Sol eğilimli "Avgi" gazetesi ise "Kendi başarısızlıklarının faturasını bize çıkartmak istiyorlar" başlığını kullandı. "Etnos" gazetesi Angela Merkel’ın önerisini, "Alman eziyeti" başlığıyla okuyucusuna aktardı. **Alman muhalefetinin zirveye ilişkin görüşleri** AB Zirvesi’nde alınan kararlar Almanya’da iktidar partileri tarafından olumlu karşılanırken, muhalefetteki Yeşiller’in Federal Meclis Grubu Başkanı Jürgen Trittin, fazlaca reklamı yapılan mali ittifaktan geriye fazla bir şey kalmadığını belirtti. Sol Parti Eş Başkanı Gesine Lötzsch, "Merkel'in tasarruf paketleri ile Yunanistan'ı resesyona sürüklediği gibi, şimdi de Avrupa’nın tümünü resesyona sürükleyeceğini" söyledi.
# 16.07.2009 - Avrupa basınından özetler Verdiğimiz hizmetleri geliştirmek amacıyla çerezlerden (cookies) faydalanıyoruz. Daha fazla bilgiye gizlilik ilkelerimizden ulaşabilirsiniz. Göreve yeni başlayan Avrupa Parlamentosu ve olası politikaları, AB’nin üç Balkan ülkesine uygulayacağı vize muafiyeti ve Rus insan hakları savunucusu Estemirova cinayeti bugünkü Avrupa basının başlıca yorum konularından Hawaii'de Kilauea Yanardağı'nın lavları tur teknesine sıçradı. Teknenin 23 yolcusu yaralandı. Helsinki'deki Trump-Putin zirvesini takip eden DW muhabiri Riegert'e göre, ABD lideri görüşmede zayıf bir performans sergiledi. Riegert, Trump'ın dünya sahnesindeki rolünde yetersiz kaldığı görüşünde. Dünya Kupası kutlamaları Paris'te renkli görüntülere sahne oldu. Hırvatistan’da da futbolseverler takımlarını şampiyon gibi karşıladı.
# Hamas banka kuruyor Gazze'de fiili yönetimi elinde bulunduran Hamas örgütü, kendi bankasını açıyor. Sermayesinin 20 milyon dolar olması beklenen Ulusal İslami Banka’nın ilk şubesinin yıl sonuna kadar açılması planlanıyor. Hamas'ın bankasında İslami kurallar geçerli olacak Hamas'ın onay verdiği, Gazze'de açılacak bankanın kuruluş işlemlerini yürüten ve açıldığında da Yönetim Kurulu Başkanlığı'nı yapması beklenen Alaa Refati, Filistin'in yerel haber ajanslarından Ma'an'a yaptığı açıklamada, "Ulusal İslami Bank" adlı bankanın, uluslarası mali krizin içinde bulunduğu, uluslararası büyük bankaların krize yenildiği ve İsrail'in nakit transferini engelleyerek Gazze'de para darboğazına yol açtığı bir dönemde, bu tür sorunlara karşı mücadele için kurulduğunu belirtti. Bankanın merkezi Gazze’de ** Refati, bankanın Aralık ayının 28'inde açılmasının planlandığını, merkezinin de Gazze kenti olacağını söylerken, Gazze Şeridi, Batı Şeria ve yurtdışındaki Filistinliler'in de bankanın hisselerinden alabileceklerini kaydetti. Alaa Refati, bankanın kuruluşunun önünde bazı engellemeler de bulunduğuna işaret ederek, Batı Şeria'daki Filistin Yönetimi'nin yeni bankaya izin vermediğini dile getirdi ve Filistin Para İdaresi Başkanı Cihad El Vezir'in, banka ile ilgili sözlerine işaret etti. Ramallah'taki Filistin Para İdaresi, bankaların kurulma ve faaliyet izinlerini veriyor. El Vezir, idarenin böyle bir bankaya izin veremeyeceğini belirtip, "Eğer böyle bir banka olursa, çalışmasını engellemek için her türlü yasal önlemi alacağız" demişti. İslami kurallar benimsenecek Gazze'de yeni bir bankanın gerekli olduğunun altını çizen Refati'yse, Gazze Şeridi'nde faaliyette bulunan bankaların ulusal bankalar olmadığını, bankaların karlarının Gazze'ye değil, başka ülkelere gittiğini ifade etti. ** Refati, bankada İslami kuralların benimseneceğine dikkati çekerken, "İsrail şekeli en fazla kullanılan para iken, İsrailli bankalarla çalışmaya da karşı olmadıklarını" kaydetti. (A.A)
# Alacaklılar Ukrayna'nın 4 milyar dolar borcunu siliyor Ukrayna ve alacaklı ülkelerin yaptığı görüşmeler tamamlandı. Buna göre alacaklı ülkeler Ukrayna'nın dört milyar dolara yakın borcunu silecek. Ukrayna mart ayından bu yana alacaklılarıyla görüşmeler yürütüyordu. Alacaklı ülkeler iflasın eşiğindeki Ukrayna'nın dört milyar dolara yakın borcunu silme kararı aldı. Ukrayna Başbakanı Arseniy Yatsenyuk Kiev'de yaptığı açıklamada, 'Karşıtlarımızın beklediği iflas gerçekleşmeyecek' dedi. Ukrayna hükümeti beş ay süren müzakerelerde Batılı alacaklı ülkelerle bir anlaşma üzerinde uzlaştı. Ukrayna Maliye Bakanı Natalia Yaresko yaptığı açıklamada, anlaşmaya göre Ukrayna'nın 3.6-3.8 milyar dolar borcunun silineceğini söyledi. Geriye kalan 15 milyar dolarlık borcu ise Ukrayna'nın 2019-2027 yılları arasında ödemesi öngörülüyor. Anlaşmada belirlenen faiz oranı ise yüzde 7.75. Daha önce bu rakam 7.22'ydi. Uluslararası Para Fonu ülkeye yardımları, borçların yeniden yapılandırılması koşuluna bağlamıştı. Ukrayna borçlar konusunda Rusya ile de bir uzlaşma sağlamayı istiyor. Rusya Maliye Bakanı Anton Siluanov bu konuda Ukrayna'ya olumsuz yanıt verdi. Siluanov, ülkesinin Ukrayna'nın borçlarının yeniden yapılandırılması sürecine katılmayacağını söyledi. Ukrayna ekonomisi bu yılın ilk altı ayında Rusya yanlısı ayrılıkçılarla çatışmalar yüzünden yüzde 16.3 kayba uğradı. Enflasyon temmuz ayında yüzde 55.3'e yükseldi.
# Ankara'da karar günü Adalet ve Kalkınma Partisi olağanüstü kongresi, yeni başbakan ve parti genel başkanını belirlemek üzere toplanıyor. AKP'nin ilk kez düzenlediği olağanüstü kongrede Merkez Yürütme Kurulu tarafından aday gösterilen Ahmet Davutoğlu'nun parti liderliği ve başbakanlığa getirilmesi bekleniyor. 55 yaşındaki Davutoğlu, Recep Tayyip Erdoğan'ın ardından AKP'nin ikinci genel başkanı olacak. Yarın 12'nci cumhurbaşkanı olarak yemin edecek Erdoğan, şimdiye kadar daha ziyade temsili görevleri bulunan cumhurbaşkanlığı makamının yetkilerini genişletmeyi hedefliyor.
# BM’den yaptırımların kalkmasına yeşil ışık Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 15 üyesi, İran’a yaptırımların kaldırılmasının yolunu açan karar tasarısını oybirliğiyle kabul etti. İran, geçen hafta Viyana'da varılan anlaşma uyarınca uranyum zenginleştirme programında kesintiye gitmeyi ve nükleer programını uluslararası kontrollere açmayı kabul etmişti. Anlaşmanın ilk adımı olarak BM Güvenlik Konseyi, ABD tarafından sunulan karar tasarısını kabul etti. Karar tasarısında Tahran'dan varılan anlaşmayı "tamamen" ve kararlaştırılan takvim içerisinde hayata geçirilmesi isteniyor. İran'ın sözüne sadık kalması halinde yaptırımların adım adım kaldırılması öngörülüyor. Yeni karar 2006'dan bu yana nükleer programı nedeniyle İran hakkında alınan 7 yaptırım kararının da yerini alıyor. BM yaptırımları arasında banka hesaplarının dondurulması, seyahat yasakları ve ekonomik yaptırımlar gibi çeşitli uygulamalar bulunuyor. BM kararının yürürlüğe girmesi içinse önce Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı'nın İran'ın yükümlülüklerini yerine getirdiğini onaylaması gerekiyor. İran ile müzakerelerde Almanya'nın yanı sıra BM Güvenlik Konseyi'nin 5 daimi üyesi (ABD, İngiltere, Fransa, Rusya, Çin) yer aldığı için konseyin bu kararı şaşırtıcı olmadı.
# Merkel’e ırkçılığa karşı ‘sıfır tolerans’ çağrısı Almanya’da gözler, ırkçılıkla mücadele için oluşturulan komisyonun ilk toplantısında. DW Türkçe’ye konuşan göçmen kuruluşu temsilcileri ve uzmanlar, Başbakan Merkel’e kurumsal ırkçılıkla yüzleşme çağrısı yapıyor. "Irkçılık ve faşizm her yerde öldürür": Hanau terör saldırısının kurbanları anılırken, 20 Şubat 2020 Almanya’da aşırı sağ ve ırkçılıkla daha etkin mücadele için kritik görevdeki bakanların katılımıyla özel bir kabine komisyonu oluşturuldu. Bu komisyon, Başbakan Angela Merkel başkanlığında Çarşamba günü ilk toplantısını gerçekleştirecek. Göçmen kuruluşları, 19 Şubat’ta Hanau’da düzenlenen ırkçı terör saldırısı sonrasında aşırı sağ şiddetine karşı daha etkili önlemler talep etmiş, önerileri arasında kabine komisyonunun kurulmasına da yer vermişti. **"Bir ilk"** Almanya Türk Toplumu (TGD) Başkanı Gökay Sofuoğlu, DW Türkçe’nin sorularını yanıtlarken, taleplerinin kabul görmüş olmasından memnuniyet duyduklarını belirterek, "Nihayet federal hükümet de, Almanya’da bir ırkçılık sorunu olduğunu, buna karşı yürütülecek mücadelede devletin sorumluluğunu resmen kabul etmiş oluyor. Bu bir ilk" yorumunu yaptı. Komisyonun bir sonraki toplantısında göçmen örgütlerinin temsilcilerini de dinlemeye hazırlandığı bilgisini veren Sofuoğlu, "Devletin göçmen kuruluşlarına kulak verecek olması, çalışmalara yön verecek olmamız, çok önemli bir açılım" şeklinde konuştu. **Irkçılık artık en önemli tehdit** Merkel başkanlığında toplanacak komisyonda, Sosyal Demokrat Partili (SPD) Başbakan Yardımcısı Olaf Scholz, İçişleri Bakanı Horst Seehofer, Adalet Bakanı Christine Lambrecht, Savunma Bakanı Annegret Kramp-Karrenbauer, Aile Bakanı Franziska Giffey, Uyum Bakanı Annette Widmann-Mauz ve Eğitim Bakanı Anja Karliczek de yer alacak. Son yıllarda ortaya çıkarılan aşırı sağcı terör grupları, siyasetçilere ve göçmen kökenlilere karşı düzenlenen saldırılar sonrasında, ırkçılık ve aşırı sağı en önemli iç güvenlik sorunu olarak görmeye başlayan hükümet, oluşturulan komisyonla, alınmakta olan önlemler konusunda bakanlıklar arasında eşgüdüm sağlamayı, kamuoyu önünde de kararlılık sergilemeyi hedefliyor. Aşırı sağcılar tarafından tehdit edilenleri, yerel siyasetçileri daha etkin bir şekilde korumak, aşırı sağcılar tarafından internette işlenen nefret suçlarının cezalandırılmasını sağlamak, bu kişilerin silah temin etmesini engellemek gibi son aylarda kararlaştırılan önlemlerin uygulanması da komisyonun hedefleri arasında. **"Önemli ancak gecikmiş bir adım"** Uluslararası Af Örgütü’nün ırkçılıkla mücadele uzmanı Maria Scharlau, kabine komisyonunu "önemli ancak gecikmiş bir adım" olarak değerlendirirken, bunun sadece sembolik bir girişim olarak kalmaması gerektiğini vurguladı. "Kabine komisyonu ile yürütmenin zirvesi, aşırı sağ ve ırkçılık kaynaklı tehdit ve sorunlarla, sürekli ve uzun vadeli olarak ilgilenmeyi kabul etmiş oldu" diyen Scharlau, "Bunun göstermelik bir politik hamle olarak kalma riski de mevcut, örneğin kurumsal ırkçılık, polis içindeki ırkçılık gibi, sorunların temelinde yatan asıl nedenlerin ihmal edilmeye devam edilmesi riski bulunuyor" uyarısında da bulundu. **"Kurumsal ırkçılıkla yüzleşilmeli"** Alman hükümetinin son yıllarda bazı adımlar atmakla birlikte, ırkçılık, ırkçı şiddet, antisemitizm ile mücadelede kapsamlı bir konsept ve siyasi kararlılık ortaya koyamadığı eleştirisini getiren Scharlau, 2019 yılına ait istatistiklerin, ırkçı şiddet olaylarının artmaya devam ettiğini gözler önüne serdiğini kaydetti. Almanya’da kurumsal ırkçılık sorunu ile yüzleşilmesi ve güvenlik makamları bünyesinde ırkçılığa "sıfır tolerans" politikasının izlenmesi gerektiğini söyleyen Scharlau, "her bireyin bu ülkede ırkçı ve antisemit bir saldırıya hedef olma korkusu olmadan, güvende yaşayabilmesini sağlamak tüm iç güvenlik makamlarının en önemli önceliği olmalı" şeklinde konuştu. Almanya’da ırkçı saldırılara uğrayanlara destek veren danışma merkezlerinin (VBRG) verilerine göre, 2019 yılında sekiz eyalette bin 347 kişi, aşırı sağcıların saldırılarına hedef oldu, üç kişi yaşamını yitirdi. Çocuk ve gençlere yönelik saldırıların arttığına da dikkat çekildi. **"Sistematik mücadele yürütülmüyor"** Son aylarda ölümlerle sonuçlanan Halle ve Hanau’daki ırkçı ve antisemit terör saldırıları, aşırı sağcıların artan şiddet eylemleri, camileri, sinagogları hedef alan saldırılar, sadece ülkedeki göçmenleri, göçmen kökenlileri değil demokratik ve çoğulcu bir Almanya’yı savunan herkesi endişelendiriyor. Irkçılıkla mücadele eden Amadeu Antonio Vakfı’nın Genel Müdürü Timo Reinfrank, hükümetin kimi iyi niyetli inisiyatiflerine rağmen özellikle polis teşkilatı ve ordudaki aşırı sağcı eğilimler ve yapılanmaların üzerine gidilmediğine vurgu yaptı. Reinfrank'a göre Almanya'da aşırı sağla "sistematik bir mücadele yürütülmüyor." Liberal demokrasinin karşı karşıya olduğu tehdidin hafife alınmaması gerektiğini savunan Reinfrank, aşırı sağcı grupların geçmişte mülteci krizini propaganda aracı olarak kullandıklarını, şimdi ise koronavirüs konusundaki endişeleri, kafa karışıklığını fırsat olarak gördüklerine dikkat çekti. Timo Reinfrank, "yoğun komplo teorileri ile o kadar çok insan ırkçı görüşlerinin meşruiyet kazandığını düşünüyor ki bu ortamda aşırı sağcı terör eylemlerinin artmasından büyük endişe duyuyoruz. Toplumu istikrarsızlaştırma, güvensizliği güçlendirmek, kaos isteyen aşırı sağcı çevrelerin bunu belirli ölçüde başardığı da bir gerçek" şeklinde konuştu. **"Irkçılar krizden besleniyor"** Covid-19 ile ilgili sosyal medyada birçok komplo teorisi ve yalan haber paylaşan aşırı sağcılar, alınan önlemlere karşı düzenledikleri gösterilerle de destek kitlelerini genişletmeye çaba gösteriyorlar. "Irkçılar krizden besleniyor" diyen TGD Başkanı Sofuoğlu da endişeli. Salgın nedeniyle işsizlik ve iflasların artacağına, yaşanacak ekonomik zorlukların da aşırı sağcılar tarafından göçmenler ve göçmen kökenliler aleyhine araçsallaştırılacağını söyleyen Sofuoğlu, "hükümet ve güvenlik kurumları ile görüşmelerimizde bu konudan duyduğumuz endişeyi ve önlem alınması beklentimizi dile getiriyoruz" dedi. **Ünlü uzman hükümeti uyardı** Almanya’nın en önemli aşırı sağ uzmanlarından olan Prof. Dr. Andreas Zick ise son yıllarda zaten yükselen aşırı sağcı tehdit ve milliyetçiliğin, salgın ile birlikte çok daha güçleneceği uyarısında bulundu. Bielefeld Üniversitesi Çatışma ve Şiddet Araştırmaları Enstitüsü'nün direktörlüğünü yürüten Zick, DW Türkçe’ye şu değerlendirmeyi aktardı: "Salgın benzeri toplumsal krizler sırasında, kendi konumunu, avantajlarını korumak için bir suçlu arama eğilimi güçleniyor. Ancak salgının etkisi hafiflese de bu ortadan kalkmıyor. Aksine. Şimdi önlemler gevşetiliyor, komplo teorisyenlerinin ise sesi yükseliyor. Bir günah keçisi arıyorlar ve duyduğumuz şey, ne yazık ki Müslüman düşmanlığı, antisemitizm ve yabancı düşmanlığı." Alman hükümetinin kabine komisyonu çalışmalarından beklentilerini de aktaran Zick, "Ne yazık ki uzun yıllarda oluşturulmasını istediğimiz bu komisyonun kurulması için insanların ölmesi gerekiyormuş. Komisyon bildiğiniz üzere Hanau terör saldırısı sonrasında oluşturuldu" dedi. Bununla birlikte Zick, artık hükümetten somut adımlar beklediğini ve umutlu olduğunu belirterek değerlendirmesini şu sözlerle tamamladı: "Alman Anayasası’nın 1’inci maddesi, insan onurunun dokunulmazlığını güvence altına alıyor. Ama ne yazık ki dokunulmasını önleyecek toplumsal koşullar oluşturulamadı. Artık bunun için kararlılık sergilenmesini, ulusal eylem planının gözden geçirilmesini ve komisyon çalışmaları ile ırkçılık ve ayrımcılık konusunda sistematik bir çaba ve analizler ortaya konmasını bekliyoruz."
# Dünyanın 70 yıllık insan hakları karnesi İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin kabul edilişinin üzerinden 70 yıl geçti. Ancak dünyadaki insan hakları ihlallerinin önüne hâlâ geçilemiyor. Fransa'nın başkenti Paris'te 10 Aralık 1948'de 217 sayılı Birleşmiş Milletler (BM) kararıyla yayımlanan İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin birinci maddesi "Bütün insanlar hür, haysiyet ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdana sahiptirler ve birbirlerine karşı kardeşlik zihniyeti ile hareket etmelidirler" der. Herkes için geçerli olan temel haklar böyle tarif ediliyor. Beyanname bağlayıcı bir anlaşma olmamakla birlikte İnsan Hakları Yüksek Komiseri Zeyd Raad El Hüseyin, birinci maddenin "sayısız insana daha fazla özgürlük ve adalet getirdiğini" söylüyor. El Hüseyin, insan haklarının sürekli ihlal edilmesini ise BM "üzücü bir gerçek" olarak kabul ediyor. Peki İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi 70 yıl sonra bugün ne kadar geçerli? Nerede ilerleme kaydedildi? Nerelerde durum daha da kötüleşti? **Kölelikle mücadele** Madde 4: Hiç kimse kölelik veya kulluk altında bulundurulamaz; kölelik ve köle ticareti her türlü şekliyle yasaktır. **Kölelik ne kadar yaygın?** Kasım 2017'de Amerikan CNN televizyonu Libya'da gençlerin pazarda nasıl açık arttırmayla satıldıklarını gösteren bir haber yayınladı. Ekim 2018'de ise 2014 yılında IŞİD tarafından kaçırılıp köleleştirilen Yezidi insan hakları savunucusu Nadia Murad, Kongolu jinekolog Denis Mukwege ile birlikte "cinsel şiddetin silah olarak kullanılmasına son verdirme gayretlerinden ötürü" Nobel barış Ödülüne layık görüldü. Kasım 2018'de de teknoloji devi Apple'a sömürüyle mücadele önlemleri aldığı için "Stop Slavery" (Köleliği Durdur) Ödülü verildi. Apple, ABD dışındaki tesislerin çalışma şartlarına kayıtsız kalmakla suçlanıyordu. Bütün dünyada yasaklanmış olmasına rağmen kölelik konulu haberler manşetlerden eksik olmuyor. Avustralya merkezli *Walk Free* adlı vakfın küresel kölelik endeksine göre bütün dünyada 40 milyon insan modern kölelik yapıyor. Zorla çalıştırılma, fuhuşa zorlanma ve borçlandırarak köleleştirme bu başlık altında toplanıyor. **En çok köle nerede yaşıyor?** Uluslararası Çalışma Örgütü'nün (ILO) Çalışma Hayatındaki Temel Prensip ve Haklar bölümünü yöneten Beate Andrees modern köleliğin özellikle savaş ve kriz bölgelerinde yaygın olduğunu, Afganistan ve Libya gibi devletin müdahale gücünden yoksun olduğu ülkelerde sömürü, insan ticareti, kölelik ve zorla çalıştırma riskinin son derece yüksek olduğunu söylüyor. ILO ve *Walk Free* vakfının ortak raporuna göre modern köleliğin en yayın olduğu bölgelerin başında Afrika geliyor. Afrika'yı Asya-Pasifik bölgesi ile Avrupa ve Orta Asya ülkeleri izliyor. Ancak Arap ülkeleri ve Amerika kıtasından tam rakam alınamadığı için eldeki istatistikler gerçeği tam olarak yansıtmıyor. Başta Kuzey Kore, Eritre ve Burundi geliyor. Almanya ve Büyük Britanya da insanların köle gibi kullanıldığı ülkeler arasında yer alıyor. Nisan ayında Avrupa Konseyi, Avrupa Birliği ülkelerinde köleliğin artmakta olduğunu ve insan ticaretinde cinsel sömürünün yerini işgücü sömürüsünün aldığını duyurmuştu. Küresel kölelik endeksine göre önde gelen 20 sanayi ülkesinin ithal ettiği malların 354 milyar dolarlık bölümü köle işçiler tarafından üretiliyor. **Hangi ülkelerde kölelikle mücadele ediliyor?** *Walt Free *vakfının yaptığı araştırmaya göre 36 ülkede özel ve kamu sektörlerindeki köleleştirmeyle mücadele ediliyor. 2016 yılından bu yana kölelikle mücadelede önemli artış kaydedildiğini belirten Andrees, bunun önemli bir hamle sayılması gerektiğini ve artık özel şirketlerin de sorumluluklarına daha fazla sahip çıktıklarını söylüyor. Andrees, sanayi ülkelerinde olduğu kadar Ürdün ve Bangladeş'te de köle işçiliğin yenildiğini ve son 10, 20 yılda artan uluslararası baskının durumun iyileşmesine yardımcı olduğunu belirtiyor. BM'nin hedeflediği gibi modern köleliğin 2030 yılına kadar yeryüzünden silinebileceği ise şüpheli. Andrees, siyasi baskı sürdürüldüğü takdirde önemli ilerleme kaydedilebileceğini ancak bunun için irade göstermek gerektiğini söylüyor. **İşkence vakaları** Madde 5: Hiç kimse işkenceye, zalimane, gayriinsani, haysiyet kırıcı cezalara veya muamelelere tabi tutulamaz. **Nerede işkence yapılıyor?** Darp, elektro-şok, tecrit… Bütün dünyada yasaklanmış olmasına rağmen birçok ülkede devlet yetkisiyle işkence devam ediyor. Uluslararası Af Örgütü, 2009 – 2014 yılları arasında 140 ülkede işkence ve müessir file başvurulduğunu belgelemişti. Örgütün Almanya şubesinde devletler hukuku raportörlüğü yapan Maria Scharlau, somut bilgi toplamanın son derece zor olduğunu, ancak birçok ülkede devletin halk üzerindeki baskıyı arttırması nedeniyle işkencenin azalmış olamayacağını söylüyor. İşkenceyle mücadele anlaşmasını imzalayan devletler artıyor ama bütün dünyada işkenceler sürüyor. Neden? Devletlerin "insan hakları şampiyonu olarak görülmekten hoşlandıklarını" belirten Scharlau, "Devlet eliyle işkence yapıldığını kanıtlamak zor olduğundan bu gibi anlaşmaları imzalayıp işkenceye devam etmek fazla risk doğurmaz. İşkence iddiaları yine devletin araya girmesiyle aydınlatılır. Almanya'da bile polis şiddetini soruşturacak bağımsız bir mekanizma bulunmuyor" diyor. Scharlau'ya göre devletler hukuku giderek önemsizleşiyor. Devletler hukuku uzmanı "Trump ve benzerleri, işkencenin devletler hukukuna aykırı olduğunu bilmekle birlikte uygulamaya devam ettiklerini" söylüyor. Çoğu zaman işkenceye terör tehlikesi bahane ediliyor. Barack Obama'nın 2009'da yasakladığı *W**aterboarding* (Suda boğma) adlı işkence yöntemi 2017'de Donald Trump tarafından yeniden gündeme getirilmişti.**Durum nerede iyileşti, nerede kötüleşti?** İnsan hakları örgütlerinin üzerinde durdukları başlıca ülkelerden biri de Mısır. Maria Scharlau, Arap baharından sonra devlet keyfiyetinin sona ereceği umudunun yeşermiş olması bakımından Mısır'ın enteresan bir örnek olduğunu belirtiyor ve ekliyor: "Bunun tam aksi oldu ve 2013 yılında Abdülfettah El Sisi iktidara geldikten sonra siyasi tutuklamalar akıl almaz oranda arttı. BM İşkenceyle Mücadele Komisyonu, Mısır'da sistematik işkencenin devam ettiğinden şüpheleniyor." Maria Scharlau, Türkiye'de de 2016 yılındaki darbe teşebbüsünün ardından tutuklanan on binlerce kişiye yemek ve suyu esirgemek suretiyle döverek ve tecavüz ederek işkence edildiğini söylüyor. İnsan hakları uzmanı olumlu örnek olarak Özbekistan'a işaret ediyor. Scharlau, cezaevlerinde yoğun işkence yapılan Özbekistan'a insan hakları gözlemcilerinin girmesine uzun zaman izin verilmediğini belirtiyor. Şavkat Mirziyoyev'in devlet başkanlığını seçilmesinden sonra Özbekistan'ın insan hakları bilançosunu düzeltme gayretlerini artırdığını ifade eden Maria Scharlau, işkenceyle alınan ifadelerin mahkemede delil olarak kullanılmasının da devlet başkanı tarafından yasaklandığını hatırlatıyor. **Örneğin iltica ve mülteciler** Madde 14: 1-Herkes zulüm karşısında başka memleketlerden mülteci olarak kabulü talep etmek ve memleketler tarafından mülteci muamelesi görmek hakkını haizdir. 2-Bu hak, gerçekten adi bir cürüme veya Birleşmiş Milletler prensip ve amaçlarına aykırı faaliyetlere müstenit kovuşturmalar halinde ileri sürülemez. **Ne kadar insan savaş, çatışma ve takibattan kaçıyor?** Çoğu kendi ülkesinde olmak üzere, dünyadaki mülteci durumuna düşen insanların sayısı 68,5 milyonu buluyor. 1951 yılından sonra savaş ve takibata uğratılmak yüzünden ülkesinden kaçmak zorunda kalanların sayısı hiç 2017 yılındaki kadar yüksek olmamıştı. İltica hakkı arayanların sayısı da 3 milyon 100 bine yükseldi. BM Mülteciler Yüksek Komiseri Flippo Grandi, 2017 yılında "Neresinden bakılırsa, bakılsın bu rakam kabul edilemez. Dünya yol ayrımına geldi" demişti. BM beyannamesine göre ülkesinde takibata maruz kalanlar başka bir ülkeye sığınabilmeliler. Cenevre Mülteciler Konvansiyonu ile mültecinin hakkında takibat yapılan ülkeye iadesi yasaklanmış olsa bile uluslararası düzeyde onaylanmış iltica hakkı tanıma zorunluluğu bulunmuyor. **Dünya mülteci sayısının artmasına nasıl tepki gösteriyor?** BM Mülteciler Yüksek Komiserliği Almanya temsilciliğinin basın raportörü Martin Rentsch, "Birçok ülkedeki siyasi tartışmalarda insanlara korunma imkânı sunma yetkisinin sınırlandırıldığını ve devletlerin mültecileri himaye yükümlülüğünden çekilmeye başladıklarını görüyoruz" diyor. Günümüzde aralarında Almanya'nın da bulunduğu sadece on ülke sığınmacıların yüzde 80'ini barındırıyor. Mültecilerin çoğunluğu kalkınma halindeki ülkelerde yaşıyor. En fazla mülteci kabul eden ülkelerin başında Türkiye geliyor. Türkiye'yi sırasıyla Pakistan, Uganda ve Lübnan izliyor. Mülteci sorunu Avrupa ülkeleri arasında sürekli tartışma konusu haline geldi. AB ülkeleri haziran ayında iltica hukukunu sertleştirdiler ancak Macaristan, Çekya ve Polonya sorumluluk almak istemediklerinden, mültecilerin adil paylaşımında anlaşamadılar. Mülteciler Yüksek Komiserliği'ne göre çeşitli ülkelerde mülteciler için pratik çözümler geliştirmeye çalışılıyor. Bazı ülkelerde mültecilerin çalışma hayatına katılmalarına ve eğitim görmelerine izin veriliyor. Uganda'da ihtiyaçlarını karşılayabilmeleri için mültecilere arazi tahsis ediliyor. Aralarında Etiyopya, Ruanda ve Honduras'ın da bulunduğu 15 ülkede mültecilerin durumunu kolaylaştırıcı uygulamalar başlatıldı. Pilot projelerde elde edilen tecrübeler mülteci kabul eden ülkelerin yükünü azaltmak amacıyla BM İltica İttifakı'na dahil edildi. Bağlayıcılığı olmayan mülteci ittifakına sadece ABD karşı çıktı. ABD'nin BM daimi temsilcisi Kelley Currie, "çözüm önerisinin hükümetinin egemen çıkarlarına ters düştüğünü" söyledi. Dünyanın en büyük ülkesi Meksika sınırında bekleyen mültecilere karşı acımasız bir uygulama başlattı. ABD Başkanı Donald Trump, iltica işlemleri tamamlanana kadar ABD topraklarına ayak basamayacaklarını açıkladı. Trump, Kasım ayında Twitter hesabından yaptığı paylaşımda, gerekirse Meksika sınırını kapatabileceklerini duyurdu.
# ABD'den Ukrayna'ya 6 milyar dolarlık askeri destek paketi ABD, Ukrayna'ya 6 milyar dolarlık uzun vadeli ek askeri yardım paketi açıkladı. ABD Savunma Bakanı Llyod Austin, Ukrayna'nın Rusya'ya karşı savaşında destek için Washington'ın 6 milyar dolarlık bir yardım paketini devreye sokacağını duyurdu. Bunun şimdiye kadar Ukrayna taahhüt ettikleri en büyük yardım paketi olduğunu ifade eden Austin, askeri destek paketine insansız hava araçları savunmasının yanı sıra Patriot hava savunma sistemleri için füzelerin de dahil olduğunu belirtti. Austin'in açıklaması, Cuma günü çevrimiçi gerçekleştirilen Ukrayna Savunma Temas Grubu toplantısının ardından geldi. Ukrayna lideri Volodimir Zelenskiy, toplantıdan önce Batılı müttefiklere seslenerek özellikle uzun menzilli füze ve hava savunma sistemleri konusunda daha fazla destek çağrısında bulunmuştu. ABD iç siyasetinde büyük tartışmalara yol açan yardım konusu aylarca beklemede kaldıktan sonra hafta başında Kongre, Kiev'e yaklaşık 61 milyar dolarlık yardıma yeşil ışık yakmıştı. ABD başkanı Joe Biden, Kongre'nin onayının ardından Çarşamba günü derhal bir milyar dolarlık bir askeri yardım paketinin devreye sokulacağını ve ilk etapta bu paket çerçevesinde Amerikan ordusu rezervlerinden hava savunma teçhizatı, füze ve zırhlı araçları içeren askeri yardımın derhal Ukrayna'ya gönderileceğini duyurmuştu. Yardımların bir kısmının da Avrupa'daki Amerikan üslerinde depolanacağı kaydedilmişti. ## Uzun vadeli yerdımların teslimatı aylar, hatta yıllar alabilir Ukrayna'ya en fazla destek veren müttefik konumundaki Washington'ın öngördüğü uzun vadeli askeri yardım programının parçası olarak ise Amerikan savunma şirketlerine yeni ekipmanların üretilmesi için ihale verilmesi planlanıyor. Bu nedenle, silahların Ukrayna'ya teslimatının aylar, hatta yıllar sürebileceği belirtiliyor. Teslimatların savunma sanayisinin üretim hızına bağlı olduğu belirten Savunma Bakanı Austin, bu hızın savunma sistemlerine göre de farklılık gösterebileceğine dikkat çekti. Washington'ın Ukrayna'nın direnişine destek adına teslimat sürecini hızlandırmak için elinden geleni yapacağını kaydeden Bakan, bu yeni destekle Kiev'in daha güçlü hale geleceğini ifade etti. Austin, "Ukrayna'nın başarılı olmasını gerçekten istiyoruz" diye konuştu. ABD'nin iki yılı aşkın süredir Rusya'yla savaş halinde olan Ukrayna'ya desteğini sürdürme konusundaki kararlılığının altını çizen Bakan, Rus lider Vladimir Putin'in olası zaferinin güvenlik açısından ciddi küresel sonuçlar doğuracağını ifade etti. ABD Genelkurmay Başkanı Charles Brown da "karşılık verilmeyen saldırganlığın daha fazla saldırganlığa yol açacağını" savunarak, İkinci Dünya Savaşı'nın başlangıcına atıfta bulundu. ## İspanya'dan da destek kararı Cuma günü bir başka Batılı müttefik daha Kiev'e yeni askeri destek açıklamasında bulundu. İspanyol El País gazetesinin haberini teyit eden İspanya Savunma Bakanı Margarita Robles Patriot füzelerinin Ukrayna'ya gönderileceğini duyurdu. Robles, gündemde olan uçaksavar fırlatıcılarının yanı sıra Patriot sistemi radarı ve kontrol ünitelerinin teslimatı konusunda ise açıklama yapmadı. Almanya da kısa süre önce üçüncü bir Patriot sisteminin Ukrayna'ya teslim edildiğini açıklayarak diğer Batılı ülkelere de benzer adımlar atmaları çağrısında bulunmuştu.
# Teknolojiye evet, demokrasiye hayır Çin'de devam eden Ulusal Halk Kongresi'nde ekonomi, çevre ve yolsuzluk gibi konular öne çıkıyor. Batılı uzmanlar ise demokratikleşme yönünde bir atılımın gündemde olmadığı eleştirisinde bulunuyor. Berlin Mercator Enstitüsü Direktörü ve Çin uzmanı Sebastian Heilmann, Komünist Parti Genel Sekreteri ve Devlet Başkanı Şi Cinping'in güçlü bir iktidar oluşturmanın yanında iktidarını günümüzün gereksinimlerine uygun olarak modern teknolojilerle de donatmakta kararlı olduğunu söylüyor. Ancak teknolojik alanda sergilediği yenilikçi tutum devlet idaresinde şimdilik kendini göstermedi. 2012 yılında Komünist Partisi Genel Sekreteri ve aynı zamanda Devlet Başkanı olan Şi Cinping yeniliklere açık bir kişi olarak biliniyor. Bu nedenle Çin'i dünyaya açması, Çin'deki katı rejimi yumuşatması bekleniyordu. Hatta ona Çin'in Gorbaçov'u olarak bakanlar bile vardı. Heilmann, Şi Cinping'in özellikle Avrupa ve ABD'nin bu yöndeki beklentilerini karşılamadığı belirterek, "Batı bu konuda çok iyimserdi. Şi Cinping kendini 21.YY'da Komünist Parti'nin kurtarıcısı olarak görüyor. Yani bu sistemi değiştirmek yerine, modern teknolojilerle donatmayı Çin Halk Cumhuriyeti için en doğru yönetim biçimi olarak görüyor" diyor ve ekliyor, "Kendini, Sovyet lider Gorbaçov ile kıyaslıyor. Halbuki Komünist Parti'deki çürümenin devam etmesine izin vermeyip buna karşı koyan Gorbaçov şu an Çin yönetiminin tam zıt örneği." **İnternet liberalleşme belirtisi mi** Özellikle internet kullanımının Çin'de çok kapsamlı bir hale geldiği biliniyor. Ancak Heilmann, internete verilen önemin bir liberalleşme belirtisi olarak görülmemesi gerektiğini söylüyor. Çin'in internet alanında son derece büyük gelişmeler kaydettiğini vurgulayan Heilmann, bu adımların daha çok kontrol mekanizmaları olarak karşımıza çıktığını belirtiyor. Özellikle görüntülerin anında karşıya iletildiği kamera sistemleri yoğun bir denetim imkanı sağlıyor. Sadece kontrol amacıyla kullanılmıyor internet. Aynı zamanda rejim propagandasına aracılık yapıyor. Çin'in internetten çekindiği, yaygınlaşmasına izin vermediği şeklindeki görüşlerin yanlış olduğunu ifade eden Sebastian Heilmann sözlerini şöyle sürdürüyor: "İnternet korkuları olduğu doğru değil. O eskidendi. Başlangıçta vardı. Ama son 10 yıl içinde parti kendini bu konuda hazırlayarak, interneti bir propaganda ağına dönüştürdü. Yani bir çok parti yöneticisi için internet denetim alanında ve kamudaki algıyı yönlendirmede büyük bir fırsat." **Batı'ya yakın, demokrasiye uzak** Tüm bu olumsuzluklara karşın, ekonomik alanda kaydettiği olağanüstü ivmeyle Çin, Batı Avrupa ve ABD'de giderek daha da önemsenen bir konuma geliyor. Çin artık Batı ile daha yakın. İlişkiler daha yoğun seyrediyor. Peki bu durum Çin Ulusal Kongresi'nde demokratikleşme yönünde itici güce dönüşebilir mi? Kongrede Batılı demokrasi kültürünün benimsenmesine yönelik bir takım adımlar atılabilir mi? Sebastian Heilmann'a göre bu pek mümkün değiil. "Bu konuda emin değilim. Şimdiye kadar daha çok misyonerlik faaliyetlerini anımsatan bu kongre Çin'in dış siyasetini çok az etkiledi" diye konuşan Heilmann, sözlerini şöyle sürdürüyor: "Çin Batıya politik anlamda yakınlaşıp, 'bizim burada yaptıklarımız sizin orada yaptıklarınızdan daha iyidir' diyecek konuma henüz gelmedi. Böylesi bir durum söz konusu değil, yani istek yok." Heilmann, ekonomik alanda büyük atılım sergileyen Çin'in global bir güce de dönüşebilmesi için demokratik değer yargılarını geliştirmesi gerektiğini vurguluyor.
# Brezilya'da korona rakamlarına hükümet müdahalesi Koronavirüsten en fazla can kaybı yaşanan ülkeler sıralamasında üçüncü sıraya çıkmasının ardından toplam vaka ve ölü sayılarını açıklamayı bırakan Brezilya, Başsavcılık'tan gelen uyarı üzerine geri adım attı. Brezilya, koronavirüsten en fazla can kaybının yaşandığı ülkeler sıralamasında geçen Cuma günü İtalya'yı da geride bırakarak üçüncü sıraya çıkmasının ardından toplam vaka ve ölü sayılarını kamuoyundan gizlemeye başladı. Ancak bu durumla ilgili soruşturma başlatan Başsavcılığın Sağlık Bakanlığından 72 saat içinde izahat beklediğini açıklaması hükümete geri adım attırdı. Cumartesi günü sadece son 24 saatteki vaka ve ölüm sayılarını kamuoyuyla paylaşan ve o tarihe kadar olan verileri erişimden kaldıran Brezilya Sağlık Bakanlığı, Pazar günü yeniden toplam vaka ve ölü sayısını açıklamaya başladı. Brezilya hükümeti geçen hafta koronavirüs verilerinin açıklandığı saati de değiştirmişti. Artık saat 19.00 yerine 20.00'de açıklanan veriler, böylece ülkenin en çok izlenen haber programının arkasına sarkmış oldu. Brezilya'da Pazar günü açıklanan son verilere göre, ülkede şu ana kadar koronavirüs nedeniyle 37 bin 312 kişi hayatını kaybetti. Toplam vaka sayısıysa 685 bin 427. Açıklanan verilere göre, Brezilya'da son 24 saatte kaydedilen vaka sayısı 12 bin 581 olurken bu süre içinde bin 382 COVID-19 hastası yaşamını yitirdi. **Generali Sağlık Bakanı yapmıştı** COVID-19'u "hafif grip" olarak tanımlayan ve koronavirüsün oluşturduğu tehdidin boyutlarını küçümseyen Brezilya Devlet Başkanı JairBolsonaro, ekonomiye zarar vereceği gerekçesiyle sert karantina önlemleri uygulamayı reddetmişti. Dünya Sağlık Örgütü'nü (DSÖ) ideolojik ön yargılara sahip olmakla suçlayan Bolsonaro, geçen Cuma günü Brezilya'nın bu kurumdaki üyeliğini sonlandırma tehdidinde bulunmuştu. Bolsanoro, Sağlık Bakanlığına 3 Haziran'da geçici olarak General Eduardo Pazuello'yu atamıştı. Geçen Nisan ayında bakanlık bünyesinde görev almaya başlayan Pazuello'nun daha önce sağlık alanında herhangi bir tecrübesi bulunmuyordu. Pazuello'dan önceki sağlık bakanlarından biri istifa ederken diğeri de Bolsonaro tarafından görevden alınmıştı. Her iki isim de pandemiyle mücadelede alınacak önlemler konusunda Bolsonaro'yla görüş ayrılıkları yaşıyordu.
# Rusya'da Telegram yasağı başladı Rusya'da mahkeme kararıyla yasaklanan Telegram bugünden itibaren kullanılamayacak. Telegram mesaj şifreleme kodlarını Rus istihbaratıyla paylaşmadığı gerekçesiyle yasaklandı. Rusya federal bilgi teknolojileri ve kitle iletişim denetleme kurumu Roskomnadzor, mahkemenin Telegram'a yönelik yasak kararının bugün devreye girdiğini duyurdu. Kurum, Google ve Android'den Telegram uygulamasının uygulama dükkanlarından kaldırılmasını istedi. Roskomnadzor'un internet sitesi üzerinden yapılan açıklamada, iletişim operatörlerine Telegram yasağının bugün devreye girmesi için gerekli talimatın iletildiği belirtildi. Rus haber ajansı Interfax, Roskomnadzor yetkililerine dayandırdığı haberde, Telegram'ın tamamen devre dışı bırakılmasının birkaç saat sürebileceğini belirtti. Geçen Cuma günü Moskova'da bir mahkeme, mesaj şifreleme kodlarını Rus istihbaratı ile paylaşmayan Telegram'ın kapatılmasına hükmetmişti. Dava, Roskomnadzor'un şikayeti üzerine görüldü. Roskomnadzor, "terör örgütleri tarafından kullanılabileceği" gerekçesiyle Telegram’dan mesaj şifreleme kodlarını Rus istihbaratıyla paylaşmasını talep ediyordu. Roskomnadzor Mart ayında, taleplerinin yerine gelmesi için Telegram'a iki hafta süre tanımış ancak talebin yerine gelmemesi üzerine mahkemeye şikayette bulunmuştu. Kardeşi Nikolai Durov ile Telegram'ı kuran Pavel Durov mahkeme kararını eleştirerek "kararın, Rus yargısının devletin çıkarlarına tabi olduğunu gösterdiğini" belirtmişti. 2013 yılında kurulan şifreli mesajlaşma servisi Telegram dünya genelinde 200 milyonun üzerinde kişi tarafından kullanılıyor. Mesajlaşmalardaki şifreleme özelliği nedeniyle Telegram'a özellikle siyasi aktivistler yoğun ilgi gösteriyor.
# Dünya Bankası, Milenyum Hedefleri’ni masaya yatırıyor Dünya Bankası’nın Washington’da bugün düzenlediği toplantıda, sivil toplum örgütleri, ekonomi dünyasının temsilcileri ve araştırmacılar biraraya gelerek Milenyum Hedefleri’ni masaya yatıracak. DW editörlerinden Helle Jeppesen’in haberi… Dünya Bankası, Milenyum Hedefleri'nin tartışıldığı bir toplantı düzenliyor BM’nin Milenyum Hedefleri, gün geçtikce daha fazla kabul görüyor. Hem kalkınma yardımları için çalışan kurumlar ve şirketler hem de uluslararası firmalar, gelişmekte olan bölgelere yatırım yapmanın ne kadar önemli olduğunu farketmeye başladı. Bunlardan biri de yoksullukla ortak mücadelede atılacak adımları ve işbirliğini görüşmek için Washington’daki toplantıyı düzenleyen Dünya Bankası. Toplantıya Alman Kalkınma Toplumu da destek veriyor. Alman Kalkınma Toplumu, özellikle Asya, Latin Amerika ve Afrika’daki bir çok orta ölçekli işletmeleri destekliyor, riskli yatırımlara finansman sunuyor. Alman Kalkınma Toplumu Sözcüsü Winfried Polte, ufak çaplı kredilerden, 100 bin euroluk miktarlara kadar yardımda bulunduklarını belirterek "Verilen küçük ve orta çaplı krediler insanların ayakta kalması için çok önemli, bu sayede hem de yeni istihdam imkanlarının yaratılmasını sağlıyoruz. Yani yardımlarımızla finans sektörünü güçlendirirken, farklı kaynaklarla bölgede önemil rol oynuyoruz" diye konuştu. **Ekonomi dünyasından destek arttı** Az gelişmiş ülkelere geçmişte yapılan yardımlarda, paranın nereye akıtılacağına daha çok kreditörler karar veriyordu. Bunu yaparken de o ülkenin kültürel, sosyal, geleneksel ve coğrafi yapısı dikkate alınmıyordu. BM Milenyum Projesi Başkanı Sachs ise hedefleri olan yoksullukla mücadeleyi güçlendirme, herkese eğitim ve sağlık kontrolü imkanı planları için başından beri yatırım yapılacak ülkelerin desteğini kazanmaya önem verdiklerini vurguladı. Sachs, "Önceki yıllarda yapılan görüşmelerde, bu ülkeler bize, ’hedefler sizin hedefleriniz, bizi problemli planlarınızı şartlar koşarak gerçekleştirmeye zorluyorsunuz’ diyorlardı. Bense bunun başka olacağına iknaya çalıştım. ’Amaç, sizin de amacınız, hükümetleriniz bu sözleşmelere imza attı ve zengin, gelişmiş ülkeler de suzu desteklemekle sorumlu tutuluyor’ dedim. Ve onlara bu çalışmanın küresel ortaklıklar için fırsat olabileceğini anlattım" diye konuştu.
# 26.07.2010 - Avrupa basınından özetler Bugünkü Avrupa gazetelerinde Almanya’da 19 kişinin hayatını kaybettiği müzik festivali, Kuzey Kore’nin yeni tehditleri ve geçen hafta Avrupa bankalarına yapılan dayanıklılık testi ile ilgili yorumlar göze çarpıyor. İtalya'nın Torino kentinde yayımlanan **La Stampa gazetesi hafta sonunda 19 gencin hayatını kaybettiği Almanya'daki tekno müzik festivalinin sonunun geldiğini vurguluyor:** "Tüm dünya ve hatta Papa bile gençlerin ölümünden duyduğu üzüntüyü dile getirirken, festivalin düzenlendiği Duisburg kentinin yönetimi tüm suçlamaları geri çevirmeye çalışıyor. Polis ise faciaya tam olarak neyin sebep olduğuna dair bir yorum yapamayacakları yönündeki açıklamaların arkasına sığınıyor. Nedeni savcılığın olayla ilgili soruşturma başlatmış olması. Dünyanın en büyük tekno müzik festivali Cumartesi günü tarih oldu. Gelecek yıl Love Parade/ Aşk Geçidi diye bir festival olmayacak." Fransız **Dernières Nouvelles d'Alsace gazetesinin "Duisburg'da Dram" başlığıyla yayımladığı yorumundaysa şu satırlar dikkat çekiyor:** "Almanya şokta. Olayla ilgili soru işaretleri ve belirsizlikler yerini tartışmalara bırakıyor. Kâğıt üstünde bu yılki festival organizasyonunda herhangi bir sorun görünmüyor. Tabii ki iğne deliğini andıran giriş ve çıkışların yapıldığı bir tünelin varlığı ortada. Haftalar öncesinde yerel yayın organları ve internetteki bazı blog yazarları eski yük hangarındaki tünelin festival esnasında olası bir tehlike oluşturabileceği uyarılarında bulunmuştu. Ancak bu uyarılara kulak asılmadı. Şimdi bu dramın neticelerine katlanmak gerekiyor. Bunun icabına da yargı organları bakacak." ABD ve Güney Kore Japon Denizi açıklarında ortak askeri deniz tatbikatına başladı. Kuzey Kore ise ortak tatbikata sert tepki göstererek, bu iki ülkeyle savaşa her zaman hazır olduğunu açıkladı. Kuzey Kore Ulusal Savunma Komisyonu tarafından yapılan açıklamada, ABD ve Güney Kore'ye karşı "kutsal bir savaşa, gerektiği anda başlamaya hazır olunduğu" belirtildi. Avusturya'nın başkenti Viyana'da yayımlanan **Der Standart gazetesinin Kuzey Kore'nin son açıklamalarına dair yorumu şöyle:** "Kuzey Kore ne zaman köşeye sıkışsa, Pyönyang'dan tehdit söylemleri yükseliyor. Bu kez ABD ve Güney Kore'ye karşı ‘kutsal bir savaştan' bahsediliyor. Ayrıca savaşın nükleer silahlarla yapılacağı vurgulanıyor. Uzmanlar tehditlerin temelsiz olduğu görüşünde. Kuzey Kore nükleer silahlara sahip olsa bile uygun taşıyıcı sistemlerinin olmadığı belirtiliyor." İspanyol **El Periodico de Catalunya gazetesiyse, geçen hafta bankaların olası yeni bir şok dalgasına dayanaklılığını ölçmek için Avrupa'da 91 bankayı kapsayan ‘Stres Testi'ni yorumluyor:** "Stres testleri Avrupa'daki bankaların yarısının büyük sorunları olmadığı sonucuna varıyor. İspanyol finans sisteminin de –en azından yarısından fazlasının- daha fazla sermayeye ihtiyaç duyulsa da sorun yaşamayacağı düşünülüyor. Bunlar güvenin yeniden tesisi ve yeni kredilerin dağıtımını teşvik için olumlu veriler."
# Yuşçenko'nun Moskova çıkarması Ukrayna’nın yeni Devlet Başkanı Viktor Yuşçenko, dün Moskova’da Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’le bir araya geldi. Görüşmede, Ukrayna – Rusya ilişkilerinin geleceği ele alındı... Yuşçenko, Devlet Başkanı olarak ilk ziyaretini Moskova'ya gerçekleştirdi. Bomba niteliğindeki haber, Yuşçenko henüz Kiev’den Moskova’ya doğru yola çıkmadan patladı. Ukrayna’nın yeni lideri, reform yanlısı politikacı Yulia Timoschenko’yu başbakanlığa önerdiğini açıklamıştı. Ve işin ilginç yanı, turuncu devrim günlerinde sürekli Yuşçenko’nun yanında yer alan Timoşenko hakkında, Moskova’da yolsuzluk suçlamasıyla bir tutuklama emri bulunuyor. Ancak yeni Ukrayna lideri sonuçta sözünü tutarak ilk ziyaretini Moskova’ya düzenledi. Buluşmanın en dikkat çeken yanı iki liderin de hile karıştığı için iptal edilen ilk seçimlerle ilgili herhangi bir yorumda bulunmamaya gösterdikleri aşırı itinaydı. Putin, "Rusya, eski Sovyet cumhuriyetlerinde asla perde arkasından etkili olmayı denememiştir, bu Ukrayna ile ilişkilerde de aynen geçerlidir" diye konuştu. Şu aşama her iki ülkenin de çatışmadan çok, başta ortak doğal gaz ve petrol şirketleri olmak üzere birçok alanda yapıcı bir işbirliğine ihtiyacı olduğu biliniyor. Görüşmede, Yuşçenko da Rusya ile var olan ebedi stratejik ortaklıktan söz ederken, bu söylemin ardında kibarlıktan öte bir gerçeğin yattığının altını özenle çiziyordu. **Yuşçenko’nun NATO ve AB hedefi** Ukrayna lideri, "Rus tarafına, yarattığı dürüst ortam ve görüşmelerimizde sergilediği duyarlı tavır nedeniyle teşekkür ediyorum. Bu yaşananlar, ikili ilişkilerimizin bugünkü çerçevesi içinde var olan tüm sorunların çözümü konusunda iyimser olabilmemize imkan tanımaktadır" şeklinde konuştu. Bu sorunların başında, eski Devlet Başkanı Kuçma’nın Rusya ile imzaladığı ikili anlaşmaların öngördüğü Belarus ve Kazakistan’la birlikte dörtlü bir ekonomik alan oluşturmak yerine Yuşçenko’nun NATO ve AB ile yakınlaşmayı yeğlemesi geliyor. Ukrayna lideri, böyle bir dörtlü ittifakın Rusya’nın dümen suyuna girme anlamına geleceğini bildiği için, hükümetinin bunu ancak ülkesinin çıkarları olumsuz yönde etkilenmeyecek ve başka pazarlara yönelmesini engellemeyecekse onaylayacağını belirtiyor. **Kültürel ve geleneksel bağlar** İki ülkenin ekonomik çıkarlarlarının yanında, kültürel ve geleneksel açıdan sahip oldukları ortak paydalar, karşılıklı ilişkilerin niteliğini ön planda tutmaya yeten unsurlar. Ülkesinde giriştiği sosyal reformlar beklenen etkiyi getirmediğinden oldukça yıpranan Rusya lideri, buna rağmen kıvrak zekasıyla ünlü bir devlet adamı. Bu nedenle Kremlin’de ziyaretine gelen Yuşçenko’nun, Sovyet rejiminden miras, Moskova ile göbek bağını kesmeye kararlı ve Ukrayna’nın gücüne olduğu gibi kendine de güvenen bir lider olduğunu anlamakta gecikmeyecektir.
# Başbakan Merkel Balkanlar'da Almanya Başbakanı Angela Merkel iki günlük Balkan gezisine çıkıyor. Merkel Sırbistan, Bosna ve Arnavutluk'u ziyaret edecek. AB'nin üye adayları yatırımcının Balkanlar'dan uzaklaşmasından çekiniyor. Almanya Başbakanı Angela Merkel'in çarşamba gününden itibaren ziyaret edeceği Balkan ülkeleri pek sık ‘kara delik' ya da ‘Avrupa'nın körbağırsağı' olarak da adlandırılır. Birçok siyasi ve ekonomik problemle boğuşan Batı Balkan ülkeleri Avrupa Birliği üyeliği için sırasının gelmesini bekliyor. Yolsuzluk, yüksek işsizlik ve siyasi elitlerin otoriter yönetim tarzı Sırbistan, Bosna-Hersek, Makedonya, Karadağ, Arnavutluk ve Kosova'nın ortak özellikleri. Anketler AB'nin bu ülkelerdeki çekiciliğini kaybetmekte olduğunu gösteriyor. Bunda AB Komisyonu'nun önümüzdeki beş yılda üye alınmayacağını açıklaması da rol oynuyor. **Jeopolitik manevra mı?** Balkanlar yüzyıllardır Avrupa'nın barut fıçısı olarak adlandırılır. Bu mecaz Moskova ile batı arasındaki gerginlik nedeniyle güncellik kazandı. Bundan bir yıl önce bir Alman gazetesi, ‘tarihten kalma kötü ruhların tesirindeki Batı Balkanların, Rusya ve ABD'nin değil ama Avrupa'nın çok şey kaybedebileceği kırılganlığa yatkın bir yan cephe' olduğunu yazmıştı. Almanya Başbakanı Merkel, Rusya'nın balkanlar üzerindeki nüfuzunu kırmak istiyor. Almanya Federal Cumhuriyeti Meclisi'nin AB işleri komisyonunun başkanı Gunther Krichbaum, DW'ye verdiği demeçte, ‘Balkan ülkeleri kendi iradeleriyle hareket edebilmeli. Avrupa Birliği'nin değerleri Rusya'nın ve Sayın Putin'in savunduğu değerlerden farklıdır' dedi. **AB üyeliğini hak etmek kolay olmayacak** ‘Merkel'in bu ziyaretle Balkanların AB ve Almanya için ne kadar önemli olduğunu ve Avrupa'nın Balkan ülkelerinin çapası sayıldığını Rusya, Çin ve hatta Türkiye'ye göstermek istediğini' söyleyen Bilim ve Politika Vakfı'nın Brüksel temsilcisi Dujan Relyiç, Yunanistan krizi yüzünden Güneydoğu Avrupa'nın yatırımcıyı ürkütme tehlikesinin bulunduğunu belirtti. Relyiç, Bayan Merkel'in bu izlenimi silebileceğini ve Sırbistan'ın tam üyelik müzakereleri için AB'den yeşil ışık beklediğini sözlerine ekledi. Üç yıl önce resmen üye adayı statüsü alan Sırbistan Kosova ile arasındaki ihtilaf yüzünden ertelenen müzakerelere başlanmasını istiyor. Gunther Krichbaum, AB üyeliği için Almanya'nın örnek öğrencisi olmaya çalışan Sırbistan'ın Kosova ile anlaşma imzaladığını ancak anlaşmanın uygulanmasında pürüz çıktığını belirti ve ‘İkinci bir Kıbrıs, yani toprak ihtilafı çözülmemiş bir AB üyesi istemiyoruz. Sırbistan birinci faslın açılmasına büyük siyasi önem atfediyor ama biz AB üyeliği için tam hazırlıklı olunmasına önem veririz' dedi. **Eski ve yeni sorunlar** Bosna-Hersek ile AB arasındaki yakınlaşma da tekliyor. AB'nin istikrar anlaşmasını mart ayında onaylamasına rağmen Saraybosna parlamentosu anayasa değişikliğini bekletiyor. Tıkanıklık 20 yıl önce eski Yugoslavya savaşını sona erdiren Dayton antlaşmasının her kararın üç halk topluluğunun da onayıyla alınmasını öngören maddesinden kaynaklanıyor. Angela Merkel'in Tiran'daki temaslarının Belgrad ve Saraybosna'daki kadar çetin geçmesi beklenmiyor. Merkel'den Arnavutluk Başbakanı Edi Rama'ya, Arnavutluk'un dışında, Kosova ile kısmen Sırbistan, Karadağ, Makedonya ve Yunanistan topraklarını da içeren ‘Büyük Arnavutluk' projesini artık zikretmemesini tembih etmesi bekleniyor. Arnavutluk başbakanıyla Angela Merkel arasındaki görüşmede, iltica hakkı tanınması mümkün olmadığı halde Almanya'ya akın eden Arnavutların durumu da ele alınacak.
# Kolezyum'un en üst bölümü ziyarete açılıyor Roma İmparatorluğu tarihinin en görkemli yapılarından Kolezyum'un en üst bölümünün restorasyonu tamamlandı. Yapının bu bölümünün de yakında ziyarete açılması bekleniyor. Roma tarihinin en görkemli yapılarından Kolezyum'un en üst kısmı da artık gezilebilecek. İtalyan Kültür Bakanlığı, Roma İmparatorluğu dönemine ait tarihi yapının en üst bölümünün 40 yıl aradan sonra ziyaretçilere açılacağını duyurdu. Ziyaretçiler yeni açılan bölümden anfi tiyatronun tamamını ve Roma'yı en yüksek konumdan görme imkanına kavuşmuş olacak. Tarihi tiyatronun yeni açılan ve sahneye en uzak kısımı yaklaşık iki bin yıl önce gladyatör dövüşleri, hayvan avı, tiyatro ve tarihi savaşların gösterilerini izlemek üzere en alt sınıfa ayrılmıştı. Kolezyum'daki izleyicilerin yerleri sosyal statülere göre değişiyordu. İşçi sınıfı ve halk arenaya en uzak yer olan üst katlarda otururken, İmparator, Senato üyeleri ve üst sınıf sahneye en yakın yerlerde oturuyordu. İtalya Kültür Bakanı Dario Franceschini 1 Kasım'dan itibaren ziyarete açılacak olan bölümden hem tarihi tiyatronun hem de Roma'nın en güzel haliyle izlenebileceğini belirterek, "Bu ziyaretçilerin hayatları boyunca gördükleri en güzel manzaralardan biri olacak" ifadesini kullandı. 40 metre yüksekliğe sahip yeni açılacak 4'üncü ve 5'inci bölümün restorasyonu 2010 yılından beri devam ediyordu. Her yıl yaklaşık 6 milyon 400 bin turisti ağırlayan Kolezyum'un yeni açılacak bölümlerinin restorasyonu yaklaşık bir buçuk milyon euro'ya mal oldu. M.S. 80'li yıllarda inşa edilen tarihi tiyatro, dünya genelinde en çok ziyaret edilen yapılardan biri olma özelliğini taşıyor.
# Putin - Erdoğan görüşmesi 9 Ağustos'ta Türkiye ve Rusya arasındaki normalleşme sürecinde bir adım daha atılıyor. Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Rusya Devlet Başkanı Putin 9 Ağustos'ta biraraya gelecek. Rusya'yı ziyaret eden Türkiye Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek Rus haber ajansı Interfax'a yaptığı açıklamada, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'le 9 Ağustos'ta St. Petersburg'da görüşeceğini açıkladı. Bu buluşma ile Türkiye ve Rusya arasındaki uçak düşürme krizinden sonra iki ülke lideri ilk kez yüz yüze görüşmüş olacak. Moskova'da Rusya Başbakan Yardımcısı Arkady Dvorkoviç ile görüşen Şimşek, Türk büyükelçinin verdiği bilgi doğrultusunda Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 9 Ağustos'taki görüşmeyi teyit ettiğini ifade etti. Rusya ile ilişkilerin hızla normale dönmesi ve ilişkileri 24 Kasım 2015 öncesinin ötesine taşımak istediklerini dile getiren Şimşek, "Son dönemde yaşadığımız talihsiz süreçte Rusya'nın ilkeli duruşu ve bize verdiği desteğinden ötürü teşekkür ederim" diye konuştu. Dvorkoviç de Rusya'nın Türkiye ile yapıcı bir işbirliğine hazır olduğunu, zarar gören ilişkilerin adım adım yeniden inşa edilmesi gerektiğini söyledi. **Uçak düşürme krizi** Türkiye'nin Suriye sınırında bir Rus askeri uçağını düşürmesi iki ülke arasında kriz yaşanmasına neden olmuştu. Türkiye'ye sert tepki gösteren Rusya, Türkiye'ye ekonomik yaptırımlar uygulamış, Ankara ile Moskova arasındaki diplomatik ilişkiler de kesintiye uğramıştı. Geçen haziran ayında ise Erdoğan'ın Putin'e gönderdiği mektup sonrası iki ülke arasındaki yakınlaşma süreci yeniden başladı. Ancak mektubun içeriği ile ilgili tarafların açıklamaları farklı oldu. Kremlin, Erdoğan'ın mektupta özür dilediğini ifade ederken, Ankara, Erdoğan'ın özür dilemediğini, Rus pilotun ölümü nedeniyle "üzgün" olduğu mesajı ilettiğini ifade ediyor. Bu görüşme sonrası 29 Haziran'da Erdoğan ve Putin arasında ilk telefon görüşmesi gerçekleşti. İki lider görüşmenin olumlu geçtiğini açıkladı ve daha sonra Moskova, turizm alanı dâhil Türkiye'ye uyguladığı ekonomik yaptırımları art arda kaldırdı. Putin, 15 Temmuz'daki darbe girişiminden sonra da Erdoğan'ı arayarak destek mesajı verdi. Putin, Türkiye'de anayasal düzen ve istikrarın hızla yeniden tesis edilmesi temennilerini iletti.
# Alman Ordusu'nun teçhizat sıkıntısı Alman askerlerinin kullandığı bazı silah, araç, gereç ve malzemelerin bakımsız ve düşük kaliteli oluşu ülkede büyük bir tartışma başlattı. ‘Uçabilen her şeyde sorun var ve NATO’ya verdiğimiz taahhütleri şu an yerine getirebilecek durumda değiliz.’ Bu sözler 2002 yılından bu yana Almanya parlamentosunda sosyaldemokratların savunma politikaları sözcülüğünü yapan Rainer Arnold’a ait. Alman Ordusu’nun, özellikle de hava kuvvetlerinin araç, gereç ve teçhizatındaki eksiklikler kamuoyunda büyük bir şaşkınlık ve tartışma başlatmış durumda. Vaziyet o denli vahim ki NATO’nun olası bir ortak savunma savaşında Alman ordusu şu anda üzerine düşen görevi yerine getirebilecek durumda değil. Savunma Uzmanı Arnold, NATO’nun tüm üyeleri ile birlikte bir savaşa girme ihtimalinin çok düşük olduğu için bu tartışmanın saçma olduğunu ancak kriz bölgelerindeki uluslararası harekatlara iştirak konusunda Almanya’nın büyük sorunlar yaşayacağını ifade etti. Şu an Alman ordusunun donanımında yaşanan sıkıntıların sorumlusu olarak bir önceki Savunma ve günümüzün İçişleri Bakanı Thomas de Maiziere’i gösteren Arnold, onun döneminde başlatılan orduda reform çalışmalarındaki hataların bugünkü sorunlara yol açtığını savundu. De Maiziere'in askeri donanımın yüzde 80’e düşürülmesi hedefinin akıllı bir adım olmadığını belirten Arnold, Almanya'nın yüzde yüze ihtiyaç duyduğunu ve eski teçhizatların bir kısmının hala kullanılabilir durumda olup bunların değerlendirilmesi gerektiğini kaydetti. Kısa vadede askeri teçhizatın bakımı ile ilgili bütçe kaleminin güçlendirilmesi gerektiğini dile getiren milletvekili, uzun vadede de savunmaya ayrılan parayı artırmanın şart olduğunu vurguladı. **'Alman endüstrisi de sorumlu'** Konuya dair açıklamalarda bulunan bir diğer isim ise Alman Ordusu’nun en üst makamı olan Genel Müfettişlikten emekli Harald Kujat oldu. Kujat, ordunun içinde bulunduğu bugünkü kötü durumun, uzun yıllardır süregelen ihmalkarlığın ve üç büyük hatanın bir sonucu olduğunu ifade etti. Orduya alınan malzemede kaliteye önem verilmediğini ve alınan teçhizat sayısının düşürüldüğünü belirten Kujat ayrıca Afganistan harekatı gibi görevlerin askeri malzemeyi çok yıprattığını ve bunların bakımı için gerekli olan gider kaleminin de düşürüldüğünü dile getirdi. NATO’ya üye ülkelerin gayri safhi milli hasılalarının yüzde ikisini savunmaya harcamak zorunda olduklarını vurgulayan emekli General Kujat, Almanya’nın ise bunu yüzde 1,3’e düşürdüğünü ve böylesine büyük bir ekonomiye sahip bir ülke için bu durumun rezalet olduğunu savundu. Sosyal Demokrat milletvekili ve savunma uzmanı Rainer Arnold’a göre ise siyasilerin tüm ihmalkarlıklarına rağmen, bu kötü durumdan biraz da Alman endüstrisi de sorumlu. Sanayinin verdiği sözleri tutmadığını savunan Arnold, Savunma Bakanlığı'nın beklentilerin karşılanması için gerekirse tazminat talep ederek verilen siparişlerin takipçisi olması gerektiğini belirtti. Arnold ayrıca bu dramatik vaziyetin her yıl yeniden yaşanmaması için şimdiden gerekli önlemlerin Sanayinin verdiği sözleri tutmadığını savunan Arnold, Savunma Bakanlığı'nın beklentilerin karşılanması için gerekirse tazminat talep ederek verilen siparişlerin takipçisi olması gerektiğini belirtti. Arnold ayrıca bu dramatik vaziyetin her yıl yeniden yaşanmaması için şimdiden gerekli önlemlerin alınması gerektiğini kaydetti. Savunma Bakanı von der Leyen’in Alman ordusundaki reformun hatalı yanlarını görüp bir an önce bunları düzeltmesi gerektiğini de ifade eden Arnold, Almanya’nın müttefiklerine karşı sorumlulukları olduğunu ve bunları yerine getirebilmek için Alman ordusunun seviyesinin aşağıya değil yukarıya çekilmesi gerektiğini dile getirdi.
# Erdoğan ve Biden Kabil Havalimanı konusunda uzlaştı Yeni DW'nin **beta** sürümüne herkesten önce göz atın. Görüşünüzü bize bildirerek yeni DW'yi daha da geliştirmemize yardımcı olabilirsiniz. ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan ABD Başkanı Biden ve Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, Türkiye'nin Kabil Havalimanı'nın güvenliğini sağlamasında önemli bir rol oynaması konusunda uzlaştığını söyledi. ABD ve Türkiye NATO birliklerinin Afganistan'dan çekilmesi sonrasında Türkiye'nin Kabil Havalimanı'nın güvenliğini sağlaması konusunda uzlaştı. ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan Beyaz Saray'da gazetecilere yaptığı açıklamada, Türkiye'nin Kabil Havalimanı'nın güvenliğini sağlama konusunda verdiği taahhütten memnuniyet duyduklarını açıkladı. Sullivan ABD Başkanı Joe Biden ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Pazartesi günkü NATO Zirvesi sırasında yaptıkları görüşmede Afganistan konusunu ele aldıklarını söyledi. ABD'li yetkili, Erdoğan'ın bu konuda ABD'den belirli konularda destek istediğini, Biden'ın ise bu desteği vermeye hazır olduğunu söylediğini belirtti. İki ülkenin bu konudaki son detayları görüşmek üzere iki ekip görevlendirdiğini kaydetti. Sullivan Biden ve Erdoğan'ın, "Türkiye'nin Hamid Karzai Uluslararası Havalimanı'nın güvenliğinin sağlanmasında öncü rol oynaması konusunda" taahhütlerde bulunduğunu söyledi. Ancak Sullivan buna rağmen ABD'nin Türkiye ile yapılan planının başarısız olması halinde güvenlik şirketlerinin devreye gireceği acil planlanlar hazırlayabileceğini de ifade etti. ABD Başkanı Joe Biden ve Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Pazartesi günü Brüksel'de yapılan NATO Zirvesi sırasında bir görüşme yapmıştı. Bu görüşmede Afganistan konusu da gündeme gelmişti. Ancak NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg Kabil Havalimanı'nın işletilmesi konusunda karar verilmediğini ancak Türkiye'nin burada kilit rol oynayacağını açıklamıştı. ABD ve NATO'ya bağlı birlikler Afganistan'da 11 Eylül saldırılarının yıl dönümüne dek çekilmiş olacak. Ancak bu çekilme ile birlikte Taliban'ın yeniden güçlenerek iktidara geleceği endişesi hakim. Batı'nın Afganistan'daki varlığının devam ettiği mesajının verilmesi için NATO Kabil Havalimanı'nın işletilmesine mali destek vermek istiyor. Türkiye havalimanın güvenliğini sağlaması için askeri bir birlik görevlendirme önerisinde bulundu. Afganistan konusu Almanya Savunma Bakanı Annegret-Kramp-Karrenbauer'in dünkü Ankara ziyareti sırasında da gündeme geldi. Kramp-Karrenbauer Ankara'da mevkidaşı Hulusi Akar'la yaptığı görüşme sonrasında, Türkiye'nin çabasını övdü. Almanya Savunma Bakanı Afganistan'da diplomatik olarak temsilciliklerin muhafaza edilmesi için havalimanının güvenliğinin sağlanması gerektiğini belirtti. Kramp-Karrenbauer, "Türkiye burada önemli bir rol üstlenmeye hazır olduğu için müteşekkirim" dedi. Türkiye'nin Kabil Havalimanı'nın güvenliğini sağlama teklifine Afganistan'da saldırılar düzenlemeye devam eden Taliban karşı çıkıyor. Geçen hafta *Reuters*'e açıklama yapan Taliban Sözcüsü, 2020 yılında ABD ile imzalanan anlaşma uyarınca Türkiye'nin Afganistan'daki birliklerini ülkeden çıkarması gerektiğini söyledi.
# ABD: Rusya’nın çekildiği haberleri asılsız Üst düzey bir Beyaz Saray yetkilisi, Rusya’nın Ukrayna sınırından askerlerini çektiği haberlerinin gerçeği yansıtmadığını savundu. Öte yandan, Biden ve Scholz bir telefon görüşmesi yaparak Rusya konusunu ele aldı. Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Rusya'nın Ukrayna sınırından asker çektiği yönündeki haberlerin doğru olmadığını savunarak, Moskova'yı bölgeye daha fazla asker göndermekle suçladı. Moskova'nın geri çekilme açıklamasını "asılsız" olarak nitelendiren üst düzey bir Beyaz Saray yetkilisi, Rusya'nın Ukrayna sınırındaki varlığını, bazıları Çarşamba günü intikal ettirilen "7 bin kadar askerle" artırdığını öne sürdü. Yetkili, "İşgali haklı çıkarmak için her an sahte bir bahane sunabileceklerine dair işaretler almaya devam ediyoruz" ifadelerini kullandı. İsminin açıklanmasını istemeyen yetkili, Moskova diplomatik bir çözüme ulaşmak istediğini söylerken, eylemlerinin "aksini gösterdiğini" de sözlerine ekledi. Ukrayna Devlet Başkanı tatbikatta Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy, Ukraynalı askerlerin Rivne kenti yakınlarında Batı tarafından tedarik edilen yeni tanksavar silahlarıyla tatbikat yapmasını izleyerek "Birlik Günü" ilan ettiğini belirtti. Askeri giysiler içinde cephedeki Mariupol kentini de ziyaret eden Zelenskiy burada yaptığı açıklamada "Kimseden, düşmandan korkmuyoruz. Kendimizi savunacağız" dedi. Brüksel'de müttefik ülke savunma bakanları toplantısına ev sahipliği yapan NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg de, Ukrayna sınırındaki tehdidin azaldığı yönündeki haberleri reddetti. "Moskova onlarca yıldır güvenliğimizin temelini oluşturan temel ilkelere karşı çıkmaya ve bunu güç kullanarak yapmaya hazır olduğunu açıkça gösterdi" diyen Stoltenberg, "Bunun Avrupa'nın yeni normali olduğunu üzülerek söylemek zorundayım" dedi. Biden-Scholz görüşmesi Bu arada ABD Başkanı Joe Biden ile Almanya Başbakanı Olaf Scholz bir telefon görüşmesi yaptı. Beyaz Saray'dan yapılan açıklamada Çarşamba akşamı gerşekleştirilen görüşmede, iki liderin Ukrayna yakınlarındaki Rus askeri yığınağı konusunu ele aldığı ve Rusya'nın Ukrayna'yı işgali durumunda NATO'nun doğu kanadının güçlendirilmesi konusunda görüş birliği içinde olduğu kaydedildi. Beyaz Saray ayrıca, Biden ve Scholz'un, "Ukrayna'ya olan bağlılıklarını yineleyip, egemenlik ve toprak bütünlüğünün altını çizdiğini" kaydetti. Alman hükümet sözcüsü Steffen Hebestreit da, iki liderin, hâlâ bir Rus saldırısı riski söz konusu olduğu için Ukrayna'daki durumun "son derece ciddi" olarak değerlendirilmesi konusunda hemfikir olduğunu söyledi. Rusya: 10 askeri konvoy Kırım'dan ayrıldı Öte yandan, Perşembe sabahı Rus haber ajansı RIA tarafından yayınlanan habere göre Rusya Savunma Bakanlığı, 10 Rus askeri konvoyunun, tatbikatları tamamladıktan sonra Kırım'dan ayrıldığını açıkladı. Rusya önceki günlerde de bazı askeri birimlerin Ukrayna'ya yakın bölgelerdeki tatbikatları tamamlayıp üslerine döndüğünü bildirmişti.
# 09.02.2010 - Avrupa basınından özetler Verdiğimiz hizmetleri geliştirmek amacıyla çerezlerden (cookies) faydalanıyoruz. Daha fazla bilgiye gizlilik ilkelerimizden ulaşabilirsiniz. Bugünkü Avrupa gazetelerinden seçtiğimiz yorumlar arasında İran’ın nükleer programıyla ilgili yeniden başgösteren kriz ve Ukrayna’daki devlet başkanlığı seçimlerini konu alan değerlendirmeler öne çıkıyor. Avrupa Birliği'nde dört ülke Pazar günü Brüksel'de yapılacak sığınmacı zirvesine katılmayacağını açıkladı. Zirve, iltica politikaları konusunda koalisyon içerisinde anlaşmazlık yaşayan Almanya için önem taşıyor. Almanya’da 8’i Türk 10 kişinin ölümünden sorumlu Nasyonal Sosyalist Yeraltı davasında savunmanın okunması tamamlandı. Temmuz ayı başında hükmün açıklanması muhtemel. Büyükada davası kapsamında 13 aydır tutuklu bulunan Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi Onursal Başkanı Taner Kılıç’ın tahliye talebi bir kez daha reddedildi.
# CeBIT'te gözler blok zinciri teknolojisinde Almanya'nın Hannover kentinde bilgi teknolojileri fuarı CeBIT başladı. Fuarda bu yıl dikkatler veri güvenliğini sağlayan blok zinciri (Blockchain) adlı yeni teknolojide. Birçok işletme sanal korsan saldırısına uğramaktan ve verilerinin çalınmasından korktuğu için ticari bilgilerini dijitalleştirmeye cesaret edemiyor. Bu da ticaret zincirinde güvensizlik yaratıyor. 11-15 Haziran tarihleri Hannover'de düzenlenecek olan uluslararası bilişim fuarı CeBIT'in bu yıl en dikkat çeken başlığı da işte bu, yani veri güvenliği. Fuar bu yıl kendini de baştan yarattı. Dört ana bölümden oluşan CeBIT'te şirketler bu yıl yeni modellerini "d!conomy" adlı bölümde sergileyecek. Fuarda "d!tec" bölümünde teknik yenilikler tanıtılırken "d!talk" bölümünde ise geleceğin temalarına forum oluşturulacak. Dijital devrimin hangi yönde gelişeceğini tartışacak olan uzmanlar da "d!campus"ta bir araya gelecek. Alman Fuarcılık İşletmesi'nin CeBIT sorumlusu Oliver Frese "d!conomy"nin klasik anlamdaki bilişim fuarına benzediğini ve burada şirketlerin dijital çağa geçiş için teşhir edilen ürünleri satın alabileceklerini açıkladı. Güvenlik teknolojileri, iletişim, ağlandırma ve bulut çözümleri bu bölümde tanıtılacak. **Yarının teknolojisi** Fuarın "d!tec" bölümünde ise önümüzdeki üç ila beş yıla kadar katma değer zincirine eklenip teknoloji devrimi yaratması beklenen yenilikler tanıtılacak. Dronlar, sanal gerçeklik ve robotlar bu bölümün özellikleri olacak. Blok zinciri (Blockchain) teknolojisi ise dört bölümün tamamında ana konulardan biri. Bu teknolojinin sunduğu iletişim zinciri üzerinden ticari operasyonların hızlandırılıp daha güvenli kılınması amaçlanıyor. Uzmanlar bu teknolojinin otomasyon sistemlerini baştan sona yenileyip havale işlemlerinin hızlandırılmasını sağlayacağını da belirtiyor. IBM, lojistik devi Maersk ile birlikte dijital ticaret için geliştirdiği yeni platformu tanıtımını yapacak. Bu sistem sayesinde sınır aşırı mal taşımacılığına şeffaflık kazandırılması amaçlanıyor. Fuar ziyaretçileri, blok zinciri teknolojisinin diğer teknolojilere nasıl entegre edilebileceğini ve güvenliği nasıl sağlayacağını da görebilecek. **Bilişim şebekesinin bekçileri** Çeşitli konferans ve seminerlerde Endüstri 4.0 adı verilen sanayi devrimi, yani sanayi üretiminin modern enformasyon teknolojisiyle nasıl iç içe geçirilebileceği tartışılacak. Tedarikçi, makine, robot, kontrol sistemleri ve müşteri servisinin enformasyon teknolojisiyle kenetlenip bir bütün haline getirilmesi, data hırsızları ve sanayi casuslarının da yararlanmak isteyecekleri yepyeni imkânlar yaratacak. Bu tehlikenin nasıl savuşturulabileceğini de CeBIT'teki bir robot gösteriyor. İçecekleri karıştıran robot siparişi blok zincirinin ısmarlama servisinden alıyor. Ancak hassas bilgiler merkez dışı işleme tabi tutulduğundan bütün veriler hacker saldırılarına karşı yüzde yüz korunmuş oluyor. İşletmeler kendi kurdukları bilişim şebekesinde kalacaklarından merkezi bulut çözümünün riskleri de ortadan kalkmış olacak. Bütün girişler ve havaleler blok zinciri sistemiyle korunacak. Blok zinciri rüşvet kabul etmeyen bir bekçi gibi işlemlerin güven içinde yapılmasını sağlayacak. **Akıllı kontratlar** Blok zinciri ile merkeze bağlı olmayan işletme bağlantıları yeni bir dijital ortam oluşturacağından, üretici ile müşteri arasına kimse giremeyecek. "Akıllı kontratlar" olarak adlandırılan bu sistemde ödemeler sadece iletişim ağına dâhil olan şahıs ve işletmeler arasında yapılacak. Tedarikçi seçimi de otomatiğe bağlanabilecek. Üretim verimi artacak, kalite kontrolü otomatiğe bağlanacak. Bütün önlemlere rağmen bilgiler çalındığında ya da kaybolduğunda devreye veri kurtarma operatörleri girecek. Uzmanlar merkezi veri depolarında ya da bulutta kaybolan verilerin kurtarılmasının yüzde 90 oranında mümkün olduğunu belirtiyorlar. 2018 CeBIT fuarında 2 bin 500 şirket ve kuruluş katılıyor. İlk kez olmak üzere konferans, seminer ve açık oturumlar kongre merkezi yerine fuar pavilyonlarında düzenlenecek. Fuara Facebook, Vodafone, SAP, Hewlett Packard, Huawei, Datev, VW ve Alman Demiryolları gibi devler de katılıyor. Alman Telekom konferanslara ev sahipliği yapacak. Yazılım devi Microsoft ise bu yıl fuara katılmıyor.
# İsrail'in hava saldırısında 31 kişi öldü İsrail'in Gazze Şeridi'ne yönelik düzenlediği hava saldırısında en az 31 kişinin hayatını kaybettiği açıklandı. El Aksa Hastanesi'nden yapılan açıklamada, Gazze Şeridi'nin merkezinde bulunan Nuseyrat Mülteci Kampı'ndaki bir binaya, Pazar sabaha karşı 03.00 sularında düzenlenen hava saldırısının ardından 31 kişinin cesedinin kendilerine teslim edildiği, ayrıca olayda en az 20 kişinin de yaralandığı kaydedildi. Filistin Haber Ajansı WAFA, saldırıda yaralananlar arasında çok sayıda çocuk bulunduğunu ve enkaz altında olduğu tahmin edilen pek çok kişiye yönelik arama ve kurtarma çalışmalarının devam ettiğini duyurdu. İsrail'in çok sayıda Filistinli sivilin sığındığı güneydeki Refah'a 6 Mayıs'ta kara operasyonu başlatmasından bu yana sert çatışmalar yaşandığı ve İsrail ordusunun Gazze'nin merkezindeki Nuseyrat Mülteci Kampı'na hava saldırıları düzenlediği aktarılıyor. Görgü tanıkları da Gazze Şeridi'ndeki binalara gece boyunca İsrail'in hava saldırıları düzenlediğini, Refah'ın bazı bölgelerine topçu ateşleriyle de saldırıldığını haber veriyor. İsrail askerleriyle Hamas militanları arasında son olarak, Gazze Şeridi'nin kuzeyinde bulunan Cibaliye Mülteci Kampı'nda çatışmalar yaşandığına dair haberler gelmişti. ## Refah'a saldırılarda son durum Uluslararası toplum tarafından eleştirilen Refah operasyonuna devam eden İsrail ordusu, söz konusu harekat esnasında son olarak Mısır'a sınır bölgesindeki kentte kaçakçılara ait çok sayıda tünelin tespit ediliğini öne sürdü. Ayrıca ordu sözcülüğü tarafından, Hamas'ın, mevcut krizin başladığı 7 Ekim'deki saldırıları sırasında kullandığı tünelin de tespit edildiği iddia edilerek, bazı tünellerin ise kullanılamaz hale getirildiği bildirildi. ## 800 bin kişi Refah'ı terketti Birleşmiş Milletler Filistinli Mültecilere Yardım Ajansı'nın (UNRWA) verilerine göre, İsrail'in Refah'a operasyonu başlattığı iki haftadan beri 800 bin kişi bölgeden ayrıldı. Refah halkının yarısının yine sokağa terkedildiğini belirten UNRWA Direktörü Philippe Lazzarini, sosyal paylaşım platformu X'ten yaptığı açıklamada, "Siviller için Gazze Şeridi'nde güvenli yer yok" ifadesini kullandı: İsrail Refah'a saldırısını, orada olduğunu iddia ettiği son Hamas birliğini etkisiz hale getirmek için düzenlediğini öne sürüyor. İsrail ordusu, İsrail hükümetinin bugün bölgede olan ABD Başkanı Joe Biden'in Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan'a Refah'tan ayrılan sığınmacıların sayısına ve durumuna dair bilgi vereceğini duyurdu. Sullivan'ın bugün İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu, Savunma Bakanı Joav Galant ve diğer savaş kabinesi üyeleri ile görüşeceği, görüşmede Refah operasyonuyla, Hamas ile savaş sonrasına dair İsrail'in planlarının ele alınacağı bilgisi paylaşıldı. Netanyahu'ya savaş sonrasına dair planlarını açıklaması için sadece dışarıdan değil, ülke içinden de baskılar giderek artıyor. Savaş kabinesi üyelerinden Bakan Benny Gantz, dün gece İsrail Başbakanı Netanyahu'ya savaş sonrası dönem ile ilgili Gazze Şeridi'ne ait planlarını açıklaması için 8 Haziran'a kadar mühlet vererek, aksi takdirde partisinin hükümetten çekilebileceğini dile getirdi.
# Alman hükümetinden Ayasofya açıklaması Türkiye’nin Ayasofya Müzesi’ni camiye dönüştürme kararına uluslararası tepkiler devam ediyor. Almanya hükümeti de karardan duyduğu "üzüntü"yü ifade eden bir açıklamada bulundu. https://p.dw.com/p/3fFCy Reklam Alman hükümeti, Türkiye'nin Ayasofya Müzesi'ni camiye dönüştüme kararından üzüntü duyduğunu bildirdi. Federal hükümet sözcüsü Steffen Seibert, Ayasofya'nın gerek Hristiyanlık gerek ise İslamiyet için, kültür tarihi ve dini açıdan büyük bir öneme sahip olduğuna işaret etti. Almanya'nın dinler arası diyaloğa büyük önem atfettiğine vurgu yapan Seibert, "Karardan üzüntü duyduğumuzu gizlemek istemiyorum" diye konuştu. "Eserin müze statüsünün, tüm inançlardan insanlar için bu başyapıta her an serbest erişim imkanı sağladığına" dikkat çeken Alman hükümet sözcüsü, şu an Ayasofya'nın kullanımının ne şekilde belirleneceğini bekleyip görmek gerektiğini kaydetti. Alman Dışişleri: UNESCO ile istişare edilmeliydi Almanya Dışişleri Bakanlığı da konuyla ilgili bir açıklama yaparak, Ankara’nın Ayasofya ile ilgili camiye dönüştürme kararını almadan önce konuyu UNESCO ile istişare etmiş olması gerektiğini duyurdu. Ayasofya, UNESCO’nun (Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü) Dünya Mirası Listesi’nde yer alıyor. Dışişleri sözcüsü, bir Dünya Mirası'nın kullanımındaki değişiklik hakkında UNESCO ile istişarede bulunulmamasından üzüntü duyduklarını belirterek, konunun bir sonraki UNESCO toplantısında kesinlikle gündeme geleceğini düşündüğünü kaydetti. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, geçen Cuma günü, Danıştay’ın gerekli yasal izni vermesinin ardından, Ayasofya Müzesi'ni camiye dönüştümek üzere Diyanet İşleri Başkanlığı’na devretmişti. Ayasofya’da ilk namazın 24 Temmuz Cuma günü kılınması planlanıyor. Ancak Erdoğan, televizyondan yaptığı açıklamada, Müslüman olmayanların da Ayasofya’yı görüp gezmeye devam edebileceğini bildirmişti. İstanbul’da turistlerin en fazla rağbet gösterdiği yerlerden biri olan Ayasofya, 6. yy.’da Doğu Roma İmparatoru Jüstinyen devrinde inşa edilmişti. Asırlar boyunca bu imparatorluğun en büyük ve baş katedrali olan yapı, Hristiyanlığın da en önemli kiliselerinden biri oldu. Osmanlı Padişahı Fatih Sultan Mehmet’in 1453 yılında İstanbul’u fethinin ardından camiye dönüştürülen Ayasofya, 1934 yılında Bakanlar Kurulu kararıyla müze statüsü kazanmıştı.
# Almanlar borçlanıyor Almanya'da aşırı borçlananların sayısı artıyor. Nedeni ise işsizlik ya da işlerin kötü gitmesinden ziyade, pahalı statü sembollerine yönelik tüketim çılgınlığı... Almanya'da aşırı borçlananların sayısı artıyor. Ekonomik enformasyon hizmetleri kuruluşu Creditreform'un araştırmasına göre Almanya'da aşırı borçluların sayısı bir yıl öncekine göre 190 bin artarak 6 milyon 600 bine yükseldi. Bu, yetişkin nüfusun yüzde 10'u anlamına geliyor. Borcunu kestirilebilir bir süre içinde ödeyemeyecek durumda olan ve ne özel servete ne de başka kredi alma imkanına sahip bulunan kişiler 'aşırı borçlu' sayılıyor. Uzmanlar, özellikle büyük şehirlerde yaşayan insanların kredi batağına saplandığına, bunda özellikle internet üzerinden kolaylıkla alınabilen kredilerin önemli rol oynadığına dikkat çekiyor. Araştırma, aşırı borçlanma sorunundan, 'keyfî harcama yapan' 30 yaşın altındaki gençler ve düşük gelirlilerin yanı sıra, giderek artan bir şekilde emeklilerin de muzdarip olduğunu belirtiyor. Araştırmaya göre aşırı borçlanmaya neden olan en önemli tüketim tuzakları ise pahalı elektronik aletlerle statü sembolleri. Bu ürünlerin başında, yeni teknolojik cep telefonları, otomobil ve şık giyim geliyor. Konut kredisini ödeyemeyenlerin oranı ise sadece yüzde 2.
# ABD'den Ukrayna ve İsrail'e 87 milyar dolarlık yardım ABD'de Kongre'nin alt kanadı Temsilciler Meclisi; Ukrayna, İsrail ve Tayvan'a 95 milyar dolarlık yardımda bulunulmasını öngören yasa paketini kabul etti. Yapılacak yardımın yaklaşık 61 milyar doları Ukrayna'ya yönelik. Bunun 23 milyar doları ABD silahları ve stoklarının yenilenmesini içeriyor. İsrail'e yapılacak 26 milyar dolarlık yardımın 9,1 milyar dolarının ise insani ihtiyaçlara yönelik olduğu belirtildi. Yaklaşık 8 milyar dolarlık kısım ise başta Tayvan olmak üzere Hint-Pasifik bölgesine tahsis edilecek. Dört ayrı yasa tasarısını içeren paket, dondurulmuş Rus varlıklarının satılmasına ve elde edilecek paranın Ukrayna'nın yeniden inşası için bu ülkeye verilmesine de imkân tanıyor. Yasa paketi, Çin'e ait sosyal medya uygulaması TikTok'un yasaklanmasına olanak sağlayan bir madde de içeriyor. ## Senato'dan da geçmesi bekleniyor Temsilciler Meclisi'nden geçen paketin Salı günü Senato gündemine alınması ve birkaç gün içinde onaylanarak ABD Başkanı Joe Biden'ın imzasına sunulması bekleniyor. Temsilciler Meclisi'nde çoğunluğa Cumhuriyetçiler, Senato'da ise Demokratlar sahip. Demokrat Partili Biden ve Cumhuriyetçi Parti'nin Senato'daki lideri Mitch McConnell dâhil birçok üst düzey isim, Temsilciler Meclisi Başkanı Mike Johnson'ı yardım paketini oylamaya sunmaya çağırıyordu. ABD Başkanı Biden, 95 milyar dolarlık yardım paketinin, "İsrail'in eşi benzeri görülmemiş İran saldırılarıyla karşı karşıya olduğu ve Ukrayna'nın Rusya tarafından bombalanmaya devam ettiği, son derece acil bir anda geldiğini" belirtti. Temsilciler Meclisi'nde Cumhuriyetçilerin 218, Demokratlarınsa 213 sandalyesi bulunuyor. Ukrayna'ya yönelik yardımı içeren tasarı, 112'ye karşı 311 oyla kabul edildi. Bu durum, Temsilciler Meclisi'ndeki Cumhuriyetçilerin yarısından fazlasının tasarının aleyhinde oy kullandığına işaret ediyor. Bazı Cumhuriyetçiler, ABD'nin hâlihazırda 34 trilyon borcu olduğunu belirterek Ukrayna'ya daha fazla yardımda bulunulmasına şiddetle karşı çıkıyor. ## Kongre'deki İsrail çatlağı Temsilciler Meclisi'ndeki oylama, Kongre'de İsrail'e destek konusunda yaşanan çatlağı da gözler önüne serdi. İsrail'e yardımlara ilişkin tasarı, 58'e karşı 366 oyla kabul edildi. Ret oyu veren vekillerden 37'sinin Demokrat, 21'inin Cumhuriyetçi olduğu görüldü. Kongre'de özellikle bazı Demokratlar son aylarda, İsrail hükümetinin Gazze'de sivil can kayıplarına yol açan uygulamalarına yönelik eleştirilerini sertleştirmişti. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ise yardım paketinin ABD Temsilciler Meclisi'nde onaylanmasının ardından teşekkür mesajı yayımladı. Netanyahu, X hesabından yaptığı paylaşımda, tasarının ABD Kongresi'nde "ezici çoğunlukla" kabul edilmesinin, İsrail'in ABD'de her iki parti tarafından da desteklendiğini gösterdiğini ve "Batı medeniyetinin savunulması" anlamına geldiğini ifade etti.
# 30.04.2013 - Avrupa basınından özetler Afganistan Devlet Başkanı Karzai’ye CIA’den geldiği söylenen paralar, yeni İtalyan hükümetinin sorunları ve Avrupa’nın küreselleşme zorlukları bugünkü Avrupa basınında öne çıkan konular. Amerikan merkezî istihbarat teşkilatı CIA ile Afganistan Devlet Başkanı Hamid Karzai arasında kirli ilişkiler olduğuna dair New York Times gazetesinde haberler yayımlanmıştı. Bu haberlerde CIA'in Karzai'ye her ay bavul dolusu para gönderdiği de öne sürülmüştü. Liberal Rumen gazetesi **Gandul**, konuya ilişkin yorumunda şu görüşleri savunuyor: "Asıl sorun ABD’nin "buhar para" diye tanımlanan maddî yardımları Afganistan’a yatırmış olması ve hâlâ yatırmaya devam etmesi değil. Bunlar Amerikan vergi mükelleflerinin cebinden çıkan paralar ve eğer mükellefler 'amaca giden her yol mübah' diye düşünüyorsa, o zaman her şey yolunda demektir. Ne var ki bu defa bir trajediyi sona erdirmek amacıyla kullanıldığı söylenen paralar başka sorunlara yol açabilir." Liberal Letonya gazetesi **Diena** ise Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande’ın ülkedeki popülâritesinin gittikçe azaldığını yorum konusu yapmış. Yorumun devamını okuyoruz: "Fransa Cumhurbaşkanı’na ilişkin ve onun hakkında atılan haber başlıkları giderek "facia" sözcüğünü daha fazla içerir oldu. Hollande’ın ‘şimdi değişim zamanı’ şeklindeki seçim sloganı bugün şaşırtıcı bulunuyor. Popülâritesindeki rekor düşüş (kendisine soru yöneltilenlerin yüzde 65’i ona güven duymadığını açıklamış) François Hollande’ın cumhurbaşkanlığına seçilmesinin 6 Mayıs’taki yıldönümü arifesinde pek de kutlama anlamına gelmiyor. Yarın seçim olsa, Fransızlar çok da umurlarında olmadan Hollande’ı Elysee Sarayı’ndan kapı dışarı ederlerdi." Sağ liberal Danimarka gazetesi **Jyllands-Posten**, oluşturulan yeni İtalyan hükümetine ilişkin yorumunda, İtalya’nın yakın bir tarihte Brüksel’e karşı tavır alacağını öne sürüyor: "Enrico Letta’nın (başbakan sıfatıyla) koalisyon hükümetindeki ortaklarını son derece dikkate alması gerekiyor. Zira bu hükümet, içinden patlamaya hazır bir potansiyel ile dünyaya geldi. Birçok belirti, Letta’nın izleyeceği politikaların, onun selefi Mario Monti’nin çizgisine göre önemli bir farklılık gösterdiğine işaret ediyor: Letta doğrudan Brüksel ile karşı karşıya gelecek ve tasarruf önlemleri ile reformların krizden çıkmada tek başına etkili olmayacağı doğrultusundaki tezine destek bulmaya çalışacak. Bu, şüphesiz İtalya’da coşku uyandıracak bir siyasî çizgi, ama AB perspektifinden bakıldığında pek uygun sayılmaz. İsteyen bu konuda Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande’a başvursun!" Fransız **Le Monde**, "Siyasetçiler küreselleşmeyi hafife almasın" başlıklı yorumunda, Avrupa'nın küreselleşmeye hızlı bir biçimde ayak uydurması gerektiği uyarısında bulunuyor: "Dünya ekonomisinde yeni bir dönemden geçmekteyiz. Fransa'da ve Avrupa'daki siyasî liderlerimiz bu gerçeği görüyorlar, ancak anlaşılan o ki henüz bu durumdan kendilerine ders çıkartmış değiller ve bu gerçeği kabul etmekte zorlanıyorlar. Ekonominin uluslararası ölçekteki entegrasyonu gerçeğini hafife alıyorlar, çünkü bu durum onların siyasî hareket serbestilerini de sınırlıyor. Hindistan, Çin, Brezilya, Endonezya ve diğer kalkınmanın eşiğinde olan ülkeler globalleşmeye ayak uyduruyorlar ve bu sayede siyasî ve ekonomik ağırlık kazanıyorlar. Dünyanın güç odakları haritası gözlerimizin önünde değişime uğruyor. Kuzey yarımkürenin ekonomik egemenlik dönemi sona ermiş bulunuyor. Avrupa kendi çelişkileri arasında tutsak kalmış, sendelerken, Avrupalı firmalar yeni piyasaları ele geçirmek üzere en ön saflarda mücadele veriyor."
# A400M nihayet havalandı İki yıllık gecikmenin ardından Avrupa Hava Savunma ve Uzaycılık şirketinin (EADS) ürettiği askeri nakliye uçağı A400M ilk uçuşunu yaptı. Prototipin gecikmesi EADS'ye 2,4 milyar Euro'ya mal oldu. Askeri nakliye uçağı Airbus A400M Üretimi 20 milyar Euro’dan fazlaya mal olan dev uçak İspanya'nın Sevilla kentinden havalandı. A400M'nin imalatı da Sevilla kentinde devam edecek. Ancak uçağın imalatındaki gecikmeler, öncesinde Airbus 380’de yaşanan tartışmalara benzer siyasi tartışmaları da alevlendirdi. Sivil kullanım için Airbus tarafından tasarlanan A380 uçağının imalatı ve maliyeti de planlanandan fazlaya çıkmıştı. **Siparişler gecikti** **Aralarında Türkiye'nin de bulunduğu birçok ülke yıllardır sipariş ettikleri A400M'nin teslimatını bekliyor. Devasa askeri nakliye uçağı için ilk sipariş veren ülkeler Almanya, Fransa, İngiltere, Belçika, Lüksemburg, İspanya ve Türkiye idi. 2003 yılında verilen toplam 180 sipariş için 20 milyar Euro sabit fiyat belirlenmişti. Siparişlerin teslimatı da 2009’da yapılacaktı.** **Ancak teslimatların 2012'den öncesine yetişmesi mümkün görünmüyor. İlk prototipin gecikmesi Airbus’un bağlı olduğu Avrupa Hava Savunma ve Uzaycılık şirketi EADS’ye 2,4 milyar Euro'ya mal oldu. Uluslararası denetim, vergi ve danışmanlık şirketi PricewaterhouseCoopers, siparişlerin toplam gecikme maliyetinin 27,4 milyar Euro'ya mal olacağı tahmininde bulunuyor.**
# Çin korsandan vazgeçmiyor Avrupa Birliği’nin yoğun baskısına rağmen Çinli firmaların ürün korsanlığının önü alınamıyor. Avrupa ve Çin Patent Ofisleri’nin ortak çalışması da korsanları ürkütmeye yetmiyor. Çin, ekonomi çevrelerinde hem önemli hem de zorlu bir ülke olarak görülüyor. Yıllardır süre gelen başlıca problem ise ürün korsanları. Çin yasalarının oldukça sert olması ve Çin hükümetinin yıllardır ürün korsanlığına karşı sert tedbirler alma sözü vermesine rağmen, durumda pek fazla bir iyileşme göze çarpmıyor. Çin kentlerinde hâlâ her çeşit markalı ürünün korsanlarını bulmak mümkün. Ancak taklidi üretilerek piyasaya sürülen ilaç ya da makine parçası gibi ürünlerin büyük tehlikelere yol açabileceği malum. Avrupa Patent Bürosu, sorunları çözebilmek için 25 yıldır Çin Patent Bürosu SIPO ile sıkı işbirliği yapıyor. Problemler büyük olsa da iki kurum, ortak çalışmalarının başarıya ulaşacağına inanıyor. **Avrupalı firmaların öfkesi dinmiyor** **"Çin fuarlarındaki şikâyet bürolarının ürün korsanlarına karşı etkin bir koruma sağladığı" sözü, kulağa inanılamayacak kadar hoş geliyor. Ancak Pekin’deki Avrupa Birliği Büyükelçiliği’nin ikinci önemli ismi Michael Puch, gerçekte Avrupa firmalarından çok daha farklı sözler işitiyor.** orjinal ürün solda Pulch, "Firmalarımızın çok öfkelendiği durumlar yaşadık. Buraya Çin’deki fuarlara geliyorlar ve ürünlerinin aynısının taklit edilerek sunulduğunu görüyorlar. Fuar zamanlarında bu ürünlerin stantlardan kaldırılmasını sağlayamıyorlar. Bu tarz firmaların stant kuramamaları konusunda çalışan büroların, bu ürünleri hemen stantlardan alabilme, stantları tamamen kapatabilme yetkisine sahip olmaları için bazı önerilerde bulunduk. Eğer beş ay sonra kapatılıyorsa bu bizim işimize yaramaz. Eş zamanlı gerçekleşmeli" açıklamasını yapıyor. **16 milyon euroluk proje** **Avrupa Patent Bürosu ve Çin Patent Bürosu, 25 yıldır birlikte çalışıyor. Şu anda yürütülen projenin bedeli 16 milyon euro. Proje kapsamında uzun vadeli hedeflere ulaşabilmek için uzmanlar eğitiliyor, profesyonel tercüme yeteneği geliştiriliyor.** **Pulch, "Çin tarafı hakkında bilgi sahibi olan çok az hukukçumuz var. Büyük şehirlerde durum daha iyi. Ancak tabii hedef noktası olan Çin firmaları durumla başa çıkabilmek için adli sistemin çok fazla gelişmiş olmadığı kentlere taşınmaya çalışıyor. Düşüncelerimizden biri de bu vakalarla ilgilenecek uzmanlık mahkemelerinin kurulması" diyor.** **Çin Patent Bürosu’nun müdürü Tian Lipu da yaşanan sorunların farkında: "Şanghay’daki Dünya Fuarı’nda yaşanan telif hakkı ihlallerini kabul ediyoruz. Resmî mağazalarda bir Expo maskotu yaklaşık 6 euro ediyor. Kopyaları ise büyük çuvallar içinde gizlice alanlara sokuluyor ve 10’da bir oranına mal oluyorlar. Bu yasa dışıdır ve cezalandırılması gerekir. Ancak bu problemi daha fazla sayıda yargıç ya da denetçi aracılığıyla çözemeyiz. Halk arasındaki ‘fikri mülkiyetin para etmediği’ yönündeki geleneksel anlayışı değiştirmeliyiz."** **Çinlilerin patent başvurusunda artış** orijinal termos solda **Uzun yıllar Avrupa Patent Bürosu’nda eğitim gören Tian Lipu, yabancıların şikâyetlerini abartılı buluyor ve ekliyor: "Pek çok insan Çin’de çok para kazanıyor. Bundan fazla bahsetmiyorlar ancak bir problem ortaya çıktığında, şikâyette bulunuyorlar. Her zaman olduğu gibi. Bu durum bizim fikri mülkiyetin daha fazla korunması çalışmalarımızı kesinlikle etkilemiyor. Bu çalışma yabancılara gösteri yapma amacını taşımıyor. Sonunda bu, Çin'e ve yenilikçi ruhumuza hizmet ediyor. Bu, Çin için önemli."** **Aynı görüşü paylaşan Çinli firma sayısı da giderek artıyor. 2009 yılında Avrupa Patent Bürosu’na Çinliler tarafından 2005 yılına kıyasla üç kat daha fazla sayıda patent başvurusu yapıldı. Avrupa Patent Bürosu Başkanı Benoit Battistelli ise daha soğukkanlı bir tutum içerisinde. Battistelli, "İstatistiklere, nasıl ortaya çıktıklarına dikkat edilmeli. Çinli yetkililer, buluşları, patent tescillerini ve endüstri tasarımlarını birlikte sayıyor. Bu doğal olarak yüksek bir sayı ortaya çıkarıyor. Biz bunu yapmıyoruz. Ancak Çin patentlerinin seviyesinin Avrupa’dakilere yaklaşmış olması önemli. Ve bu çok hızlı gelişiyor. Yine de nüfusla oranlandırıldığında, Avrupalılar yenilik konusunda her zaman öndeler" ifadelerini kullanıyor.**
# Stuttgarter Nachrichten: Avrupa eylem kabiliyetine sahip olduğunu ispatladı AB devlet ve hükümet başkanları, Brüksel'de uzun süren görüşmelerin ardından bütçe ve korona kriz paketi üzerinde uzlaşmaya vardı. 1,8 trilyon euroluk zirve bugünkü Alman gazetelerinde farklı boyutlarıyla ele alınıyor. **Stuttgarter Nachrichten** gazetesi, AB'nin korona krizi nedeniyle ödenecek mali yardımlar ve gelecekteki bütçesi konusunda varılan mutabakatın önemli bir mesaj olduğu görüşünde: "Hediye edilip borç verilen milyarlarla ilgili tartışmalar yatıştığında, zirveden geriye hayati bir mesaj kalacak: Avrupa 2. Dünya Savaşı sonrası en ağır resesyon karşısında bile gerekli eylem kabiliyetine sahip olduğunu ispatladı. Bu tabii ki sancılı oldu. Ve bazı yaralar açtı. Başta İtalya gibi uzun yıllardan beri rekabet gücü ve büyüme öngörülerinin sınırlı kaldığı ülkelere yönelik maddi yardımlar reformlardaki tıkanıklığın aşılmasını sağlamayacak. Borçların geri ödenmesiyse AB için on yılları bulacak külfet demek." **Reutlinger General-Anzeiger**'deki yorumdaysa AB içindeki farklıklara dikkat çekiliyor: "Alınan onca karara ve devasa meblağa rağmen Brüksel'deki zirve mevcut farklılıkları da ortaya koydu. Özellikle hukuk devleti ilkelerine dair alınan muğlak karar üye ülkeler arasında devlet anlayışının ne kadar farklı olduğunu. Polonya ve Macaristan Brüksel'in kendilerine neyin doğru neyin yanlış olduğunu dikte ettirmesini istemiyor. Bunun için kendi ulusal meclis ve mahkemeleri bulunduğunu öne sürüyor. Ancak Avrupa'yı ulus devletlerine karşı kışkırtmak tehlikeli. Zira her ikisi de bir bütünün parçası ve birbirinden ayırmak kolay değil. Buna niyetlenenler AB'yi de çökme tehlikesiyle karşı karşıya getirmiş olur. Bu isteğe dayalı, mecburi bir birliktelik değil." Mainz'da yayımlanan**Allgemeine Zeitung** ise mali kaygıların AB'nin değerlerini etkilediğini savunuyor: "Zirveyle birlikte temel siyasi kararlar yerine ekonomi birliği yolunda devasa adımlar atılmış oldu. AB kredi alıp, tüm üyelerin sırtlanacağı borçlar veriyor. AB Komisyonu yardım paralarının ortaklık ilkelerine uygun kullanımını kontrol ediyor. Bu büyük bir sorumluluk olmasına rağmen güç dengelerinde kayma anlamına da geliyor. Zira Doğu Avrupa'da hukuk devleti ilkelerine riayet edilmesi konusunda yeterince yetki sahibi değil. Bu da uzlaşmanın acı faturası." **Münchner Merkur** gazetesi zirveyle önemli mesajlar verildiği ancak dikkati elden bırakamamak gerektiği uyarısında bulunuyor: "AB Zirvesi gereğini yerine getirdi. Ancak bu hamlenin başarıya ulaşıp ulaşamayacağı belirsiz. Zira son dört günde en ince ayrıntısına kadar pazarlık edilen 1,8 trilyon euroluk paket, Avrupa'nın yeniden inşası ve geleceğini garantileyecek hedeflere ulaşılabileceği anlamına gelmiyor. AB'nin bu yolla dış dünyaya verdiği birliktelik mesajı önemliydi ancak 27 üyeli birlikte var olan pek çok çatlak da gün yüzüne çıkmış oldu."
# Uzayda bir düş gerçek oldu İnsanlığın uzay serüveninde önemli bir dönemeç aşıldı. İnsan yapımı bir araç ilk kez bir kuyruklu yıldıza başarıyla iniş yaptı. 2 Mart 2004 tarihinde fırlatılan Rosetta adlı uzay aracı, 10 yıllık bir yolculuğun ardından 6 Ağustos'ta hedefi Çuryumov Gerasimenko/67P kuyruklu yıldızına ulaşmıştı. Dünya'dan fırlatıldıktan sonra 500 milyon kilometreden fazla yol kat eden Rosetta, ağustos ayından bu yana kuyruklu yıldızın yörüngesinde dolaşıp iniş için uygun yer arıyordu. Sonunda iniş gerçekleşti ve araçta bulunan buzdolabı büyüklüğündeki Philae adlı robot kuyruklu yıldızın yüzeyine indirildi. **"Ay'a iniş gibi"** Avrupa Uzay Ajansı'nın Darmstadt'taki Uydu Kontrol Merkezi'nde bayram havası esiyor. Pek çok bilim insanı, Philae'nin kuyruklu yıldıza inişini, 1969'daki Ay'a iniş ile karşılaştırıyor. Avrupa Uzay Ajansı Genel Direktörü Jean-Jacques Dordain, bunu insan medeniyeti için büyük bir adım olarak nitelendirerek, "İddialı misyonumuz Rosetta tarih kitaplarındaki yerini almıştır. Rosetta ile Dünya gezegeninin kökenine giden kapıyı açıyoruz" diye konuştu. Proje kapsamında yapılacak analizlerle, kuyruklu yıldızın kendisi ve yaklaşık 4,6 milyar yıl önceki güneş sisteminin başlangıcı ile ilgili daha fazla bilgi edinilmesi amaçlanıyor. Araştırmacılar ayrıca aminoasitler gibi organik moleküllerin bulunması durumunda yaşamın başlangıcı ile ilgili bulgulara ulaşmayı da umuyor. **Uzaya antik dönem damgası** Uzmanlar araca ve iniş noktasına isim verirken antik döneme göndermeler yaptı. Araç, Rosetta ya da Rosette olarak anılan taşa atıfla adlandırıldı. Mısır hiyeroglif yazısı, yüzyıllar boyunca unutulmuş "ölü" bir dildi. 1799'da Rosetta Taşı bulununca hiyeroglif yazısının şifresi çözülmüştü. Philae ve Agilkia, Nil nehri üzerinde bulunan ve antik döneme ait uygarlıkların aydınlatılması açısından önem taşıyan iki adanın adı.
# El Bab'da hayatını kaybeden askerlerin sayısı 4'e yükseldi Fırat Kalkanı harekâtı kapsamında dün geceden bu yana El Bab’da IŞİD ile süren çatışamalarda yaşamını yitiren Türk askerlerinin sayısı 4’e yükseldi. Genelkurmay Başkanlığından akşam saatlerinde yapılan bilgilendirmede Fırat Kalkanı harekâtı kapsamında IŞİD militanları ile süren çatışmalarda öğleden sonra 2 askerin daha yaşamını yitirdiği duyuruldu. Açıklamada "Fırat Kalkanı Harekâtı kapsamında 8 Şubat 2017 öğleden sonra DEAŞ terör örgütü ile süren çatışmalar esnasında iki kahraman silah arkadaşımız daha şehit olmuştur" ifadeleri kullanıldı. Böylece dün geceden bu yana süren çatışmalarda hayatını kaybeden Türk askerlerinin sayısı 4’e çıktı. TSK'nın sabahki açıklamasında "Fırat Kalkanı harekâtı kapsamında iki asker şehit oldu, 15 asker hafif yaralandı" diye duyurulmuştu. Genelkurmay Başkanlığı tarafından sabah yapılan ilk açıklamada Fırat Kalkanı operasyonunda Türk ordusunun desteğinde önemli ilerleme kaydeden Özgür Suriye Ordusu'na bağlı kuvvetlerin, IŞİD'in elindeki El-Bab kentini çevreleyen stratejik tepeleri gece saatlerinde ele geçirdiğini açıkladı. Açıklamada, operasyon sırasında düzenlenen hava ve kara taarruzlarında 58 IŞİD militanının öldürüldüğüne yer verildi. **Çavuşoğlu: Sırada Rakka var** Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Adil el-Cubeyr başkanlığında Türk-Suudi Koordinasyon Konseyi toplantısı ardından yaptığı açıklamada, operasyonu değerlendirdi. Çavuşoğlu, "El Bab Operasyonu'nun bir an önce tamamlanması gerekiyor. Bundan sonraki hedef Suriye'de Rakka Operasyonu'dur. Özel kuvvetlerimizi devreye sokabiliriz. DAEŞ (IŞİD) gibi terör örgütlerine bel bağlamamamız lazım" dedi. El-Bab çevresindeki çatışmalar nedeniyle kentin birkaç kilometre kadar güneyine ilerleyen Suriye Ordusu ile Türk birliklerini karşı karşıya getirme tehlikesi doğdu. Muhaliflerin sözcüsü, Türkiye sınırına 30 kilometre mesafedeki El-Bab kentinin batı sırtlarına ÖSO’nun hakim olduğunu söyledi. Gaziantep’te açıklama yapan sözcü, ‘gece saatlerindeki operasyonla IŞİD savunma hattının yarıldığını ve kent yönündeki ilerlemenin devam ettiğini’ belirtti. **Trump’tan işbirliği sinyali** Fırat Kalkanı harekatı ağustos ayında IŞİD’in Türkiye yönündeki ilerleyişini durdurmak ve ABD desteğinde IŞİD’e karşı mücadele veren Kürt gruplarının Fırat nehrinin batı yakasına geçmesine mani olmak amacıyla başlatılmıştı. Suriye ordusu son haftalarda müttefik milis gruplarının da yardımıyla El-Bab yönünde ilerlemiş ve kente giden ana arterin Suriye birliklerince kapatılmasıyla El-Bab tamamen kuşatılmıştı. Londra’daki Suriye İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün direktörü Rami Abdulrahman IŞİD yapılanmasının yeniden toparlanabilmesinin zor olduğunu, hatta örgütün çözülme içinde de olabileceğini belirtti. ABD Başkanı Donald Trump ile Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan arasındaki telefon görüşmesinde El-Bab, Rakka ve diğer Suriye kentlerinin IŞİD’den kurtarılması için birlikte çalışılmasının kararlaştırıldığı açıklanmıştı. Beyaz Saray’ın görüşmeyle ilgili açıklamasında, ‘Türkiye’nin IŞİD ile mücadeleye katkıda bulunmasından Amerikan yönetiminin memnuniyet duyduğunu’ belirtilmişti.
# Almanya'dan Taner Kılıç ve İdil Eser çağrısı Yeni DW'nin **beta** sürümüne herkesten önce göz atın. Görüşünüzü bize bildirerek yeni DW'yi daha da geliştirmemize yardımcı olabilirsiniz. Federal Meclis İnsan Hakları Komisyonu, Uluslararası Af Örgütü’nün Türkiye Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Taner Kılıç ile örgütün Türkiye direktörü İdil Eser’in serbest bırakılmasını talep etti. Alman Federal Meclisi İnsan Hakları Komisyonu, Uluslararası Af Örgütü'nün (Amnasty International) Türkiye Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Taner Kılıç ile örgütün Türkiye direktörü İdil Eser’in de aralarında bulunduğu insan hakları savunucularının serbest bırakılmasını talep etti. Federal Meclis İnsan Hakları Komisyonu Başkanı, Hristiyan Demokrat Birlik partili (CDU) Matthias Zimmer Berlin'de yaptığı açıklamada, Türkiye'de gözaltına alınan insan hakları savunucularına yöneltilen suçlamaları kavramanın mümümkün olmadığını söyledi. Matthias Zimmer, Taner Kılıç ile İdil Eser'in Türkiye'de insan haklarının daha iyi korunma altına alınması için yıllardan beri büyük kişisel bir özveri ile faaliyet gösterdiklerini vurguladı. Onların gözaltına alınmasının olumsuz bir emsal oluşturduğuna dikkat çeken Zimmer, bu son gelişmenin Türkiye'deki insan hakları durumunun aşırı derecede kötüleştiği izlenimini güçlendirdiğini de sözlerine ekledi. Aralarında Af Örgütü'nün Türkiye Direktörü İdil Eser'in de bulunduğu 10 insan hakları savunucusu 5 Temmuz'da Büyükada'da bir seminer için toplandıkları otelde gözaltına alınmıştı. Büyükada'da gözaltına alınanlar arasında bir Alman vatandaşının da bulunduğu bildiriliyor. Af Örgütü'nün Türkiye Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Taner Kılıç ise 6 Haziran'da İzmir'de Gülen hareketine yönelik soruşturma kapsamında 22 avukat ile birlikte gözaltına alınmış ve ardından tutuklanmıştı.
# Yeşil enerji devrimine doğru Almanya bir yıl önce enerji dönüşümünde karar kılmıştı. 2022 yılına kadar nükleer enerji santralleri kapanacak ve yerini yenilenebilir enerjiler alacak. Başbakan Angela Merkel kararda ısrarcı olduklarını yineledi. Almanya’nın yeşil enerji darboğazı rüzgâr türbinlerinin azılığından ya da havanın sık sık kapanmasından değil, elektriği üretildiği yerden tüketiciye ulaştıracak hatların yetersizliğinden kaynaklanıyor. En büyük sorun,yeşil enerjinin en çok üretilebildiği yerlerdeki nakil hatlarının yeterli kapasitede olmaması. Almanya Başbakanı Angela Merkel nakil hatlarının en kısa zamanda tamamlanmasıyla Almanya'nın yeşil enerji devrimini hedeflediği tarihte gerçekleştireceğine olan inancını kaybetmiş değil. Başbakan Merkel, Bonn'daki Federal Nakil Hatları Kurumu'na yaptığı ziyaret sırasında sözü dolaştırmadan konuya girdi ve enerji dönüşümünün gerçekleştirilemeyeceğini savunanlara seslendi: "Enerji dönüşümünü, bir yıl önce kararlaştırdığımız şekilde hedefe ulaştırabilecek durumdayız. 2022 yılına kadar nükleer enerji santrallerini kapatma kararının değişmesi söz konusu değil. Son derece iddialı, heyecan verici ve bütün dünyada dikkatle izleneceğinden emin olduğumuz bir proje başlatmış bulunuyoruz." Başbakan Merkel'e Bonn'daki temasları sırasında Ekonomi Bakanı Philipp Rösler ve yeni Çevre Bakanı Peter Altmaier de eşlik etti. Federal Nakil Hatları Kurumu'nda hükümet üyelerine, elektrik şebekesinin genişletilmesiyle ilgili planlar tanıtıldı. **'Nakil hatları genişletilmeli'** Ekonomi Bakanı Rösler, çevre dostu enerjiyi Almanya'nın her köşesine ulaştıracak olan nakil hatlarının enerji dönüşümünde son derece önemli rol oynadığını belirtti: "Bu mastır plan ve çıkarılacak yasalar temelinde elektriği taşıyacak olan kablolara hat çizecek ve ülkenin kuzey-güney bağlantısını en kısa zamanda tamamlamak için hemen kolları sıvayacağız. Almanya'nın kuzeyindeki elverişli hava şartları sayesinde bol miktarda üretilen yeşil enerjinin ülkenin güneyine ve batısına ulaştırılması gerekiyor. Bunun için nakil hatları ağının genişletilmesi şart." Başbakan Merkel'e sunulan elektrik nakil hatlarını genişletme planı nakil hatlarını işleten kuruluşların önümüzdeki on yıllık ihtiyacını karşılayacak bütün tedbirleri kapsıyor. **'Elektrik otobanları'** Çevre Bakanı Peter Altmaier "elektrik otobanları" olarak adlandırdığı nakil hatlarının güvenilir olmasına büyük önem verdiklerini dile getirdi: "Elektriği taşıma kapasitesi ne kadar artar ve ne kadar modern teknolojiler kullanılırsa, yenilenebilir enerjiyi tam kapasite kullanma imkânımız o kadar artar. Maliyeti mümkün derece düşük tutmak da en az istikrarlı enerji ikmali kadar önemlidir." Almanya'nın elektrik şebekesi merkezi dağıtım sistemli olduğundan çok merkezli yeşil enerjinin yapısına uygun değil. Yetkili bakanlığın hesaplarına göre elektrik şebekesine 1 800 kilometrelik ilave yapılması gerekiyor. İlk yılda sadece 200 kilometre uzunluğunda ek hat çekilebildi. Enerji dönüşümünü gerçekleştirip Almanya'yı yüzde yüz yeşil enerjiye taşıyacak olan yeni elektrik şebekesinin 20 milyar Euro'ya mal olacağı tahmin ediliyor.
# AB Zirvesi yine ekonomi ağırlıklı Brüksel'deki liderler zirvesinde ekonomik büyüme ve ekonomi politikaları masaya yatırılıyor. Liderlerin ayrıca Sırbistan’a resmi üye adaylığı statüsü vermesi bekleniyor. Euro krizinin başlangıcından bu yana, her AB Zirvesi öncesinde AB Komisyonu Başkanı’nın devlet ve hükümet başkanlarına dramatik çağrılarda bulunması, artık neredeyse kanıksanan bir durum. Ancak José Manuel Barroso, zirve öncesinde, basına karşı daha çok iyimser bir izlenim vermeye çalışıyor. Yunanistan’a yardım paketinin yolda olduğunu, ülkedeki reformların işlediğini belirten Barroso, mali paktın da milli bütçeleri disipline edeceğini kaydediyor. Barroso, "Burnu yukarda görünmek istemiyorum ama, Yunanistan’da kalkınmaya dönüş için gerekli temelleri attığımıza yavaş yavaş inanabiliriz. Avrupa ekonomisinde, tahminlerimize göre bu yıl hafif bir durgunluk bekleniyor, fakat yılın ikinci yarısında ekonominin tekrar büyümeye başlaması bekleniyor. Bu nedenle zirve, daha öncekilerden daha az dramatik geçecektir. Siz de, daha az dramatik buluşmaların kimseye zararı olmayacağı hususunda bana katılıyorsunuzdur." şeklinde konuşuyor. Barroso’nun bu mesajı aslında şaşırtıcı, zira, mali pakt konusunda çoğu lider metni zirvede imzalayacaklarını açıklasalar da, İrlanda hükümetinin paktı referanduma sunacağını duyurması yeni tereddütlere yol açtı. **Yunanistan endişelendiriyor** Ayrıca özellikle Yunanistan konusunda çoğu hükümet henüz bir rahatlamanın söz konusu olamayacağı görüşünde. Tasarruf önlemleri ve reformlar istenildiği hızda yürümüyor, ekonomik veriler giderek daha kötü bir tablo çiziyor, Yunan halkı ise kemer sıkma politikasına karşı sokaklara dökülüyor. Bu nedenle kreditör ülkeler Atina’ya yardımın ne kadar mantıklı olduğunu giderek artan bir şekilde sorguluyor. Yunanistan’da ise öfkeli göstericiler, protestolarda Avrupa Birliği’nin bayrağını yakmaya başladı. Avrupa Parlamentosu’nun Başkanı Martin Schulz, Salı akşamı Yunan Parlamentosu önünde yaptığı konuşmada çaresizliğini dile getirdi. Schulz, "Birlik ve barışın, demokrasi ve dayanışmanın bir sembolü olan Avrupa bayrağının şimdi sadece sizin ülkenizdeki değil, birçok ülkedeki bazı kişiler için, kişisel çıkarların ve söz hakkının elinden alınmasının sembolü haline gelmesi, Atina’daki, Yunanistan’daki ve tüm Avrupa’daki durumun ne kadar dramatikleştiğini bize göstermiş olmalı." dedi. Almanya'nın muhalefeti yüzünden ikinci zirve iptal Bu arada zirvede görev süresinin 2,5 yıl uzatılması ve Euro Bölgesi zirvelerine başkanlık etmesi yönünde karar alınması öngörülen AB Konseyi Başkanı Herman Van Rompuy, Avrupa İstikrar Mekanizması’nın genişletilmesi konusunda Almanya’nın muhalefeti sürdüğü için, Brüksel’deki zirvenin hemen akabinde Euro Bölgesi liderlerini bir araya getirmesi planlanan ikinci zirveyi iptal etti. **Sırbistan'a resmi üye adaylığı** AB devlet ve hükümet başkanlarını bir araya getiren zirvenin uzun bir aradan sonra ilk kez dış politik bir gündemi de var. Zirvede Kosova ile önemli bir anlaşma imzalayan Sırbistan’a resmi üye adaylığı statüsünün verilmesi öngörülüyor. Dışişleri bakanları toplantısında verilmesi beklenen karar, Romanya’nın sürpriz muhalefeti yüzünden liderler zirvesine kalmıştı. Almanya Dışişleri Bakanı Guido Westerwelle, pürüzlerin zirve başlamadan giderileceği kanısında. Kosova ve Sırbistan'ın, koyulan kriterlere uyduklarını, kendilerinin de Avrupalılar olarak sözlerini tutacaklarını söyleyen Westerwelle, liderler zirvesinde sonuca varılacağına inandığını belirtti. **AB'den Suriye çağrısı** Avrupa Birliği üyelerinin ayrıca Suriye’de muhalefete uygulanan şiddetin sona ermesi ve Güvenlik Konseyi’nin Suriye halkına olan sorumluluğunu yerine getirmesi, yani Rusya ve Çin’in Esad rejimini eleştiren kararları veto etmemesi yönünde tekrar çağrı yapması bekleniyor. Liderlerin ayrıca Kuzey Afrika ülkelerine demokrasi ve ekonomik düzelme çabalarında destek önermesi planlanıyor.
# 03.06.2011 - Avrupa basınından özetler Bugünkü Avrupa basınının ağırlıklı konuları, EHEC bakterisinin yol açtığı enfeksiyonun giderek yayılmasıyla Alman hükümetinin nükleer santralleri 2022 yılında kapatma kararı. Muhafazakâr Fransız gazetesi **Le Figaro**, Almanya’nın kuzeyinde ortaya çıkan, kısa süre içinde başka ülkelere de sıçrayan EHEC bakterisinin yol açtığı enfeksiyonları masaya yatırıyor. Gazetenin yorumu şöyle: "EHEC skandalı Avrupa’nın birçok konuda görüş birliği içinde olmadığını gösteren bir örnek. Her ülke kendine göre tavır takınıyor. Almanya ölümcül salatalıklar yüzünden İspanya’yı suçluyor. Elbette ulusal bir sorun olan nükleer enerji ve santraller konusunda Berlin tek başına hareket ederek, nükleer enerjiden vazgeçme kararı aldı. Göç konusunda ise İtalya Fransa ile tartışarak, AB kurallarını ihlâl ediyor. Yunanistan’ın borç krizinde çıkan sürtüşme de cabası. AB’nin yöneticileri, AB Konsey Başkanı Herman von Rompuy, AB Dış Politika Yüksek Temsilcisi Catherine Ashton ve AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso, muhtelif cephelerdeki çatlakları kapatmaya hiçbir katkıda bulunmadı." İtalya’dan **La Stampa** ise aynı konuyla ilgili yorumunda, EHEC karşısında Avrupa’nın bocaladığı görüşünü savunuyor: "Avrupa’yı kasıp kavuran, esrarengiz EHEC salgınını taşımakla suçlanan, Endülüs’ten gelen salatalıklar beraat ettiğinden beri Avrupa’da büyük bir şaşkınlık ve karmaşa hakim. Şimdi bu feci bakterinin kaynağı sıfırdan aranıyor. 2012 yılında dünyanın sonunun geleceğini iddia eden internet sayfaları, kanlı ishale yol açan EHEC bakterisinin bu sonda rol oynayıp oymayacağını soruyor. Henüz bir felaket filminde değilsek de, bu çeşit yeni bulaşıcı hastalıklarla mücadelede izlenen stratejiye daha fazla kafa yorulduğu görülüyor. Antibiyotik benzeri, bu bakteriye karşı etkili olacak mucize bir ilacın geliştirilmesine çalışılıyor. Kesin olan bir nokta var: Her bulaşıcı hastalığa kısa zamanda çare bulunabileceğine inanma devri geride kaldı. Bir başka Fransız gazetesi, Katolik **La Croix** ise aynı konuyla ilgili yorumunda, EHEC skandalının Avrupa’da işbirliği ve dayanışmanın ne kadar gerekli olduğunu ortaya çıkardığını yazıyor: "Bugüne dek kaynağı bilinmeyen bir bakteri ile ortaya çıkan bu tehdit, dayanışma içinde olunması yönünde bir tepkinin ortaya çıkmasını beraberinde getirmeli. Ancak Avrupalılar ne yazık ki bunun tam tersini yapıyorlar. Çok aceleci biçimde, düşüncesizce yöneltilen suçlamalardan sonra ülkeden ülkeye değişen tek taraflı önlemler alındı. Oysa bu kriz sıkı bir işbirliğini zorunlu kılıyor. Alman Risk Değerlendirme Enstitüsü Fransız Gıda Güvenliği Ajansı uzmanlarıyla birlikte bakterinin teşhisi için ortak bir metot geliştirdi. İtalya’da bir laboratuar da bu konuda çalışıyor. Bu, doğru bir yol. Bu işbirliği genişletilmeli. Herkesin başına gelebilecek bu tehdide karşı ihtiyatlı bir seferberlik sağlanması elzemdir." Bugünkü gazetelerde yer bulan bir başka konu ise Alman hükümetinin nükleer enerjinin 2022 yılından devre dışı kalması yönürdeki kararı. Danimarka’dan sağ liberal **Jyllands-Posten** gazetesi bu kararı şöyle değerlendiriyor: "Almanya Başbakanı Angela Merkel’in nükleer enerji konusunda sergilediği 180 derecelik dönüş, bu enerjinin Almanya’ya ait olmadığını savunan Alman seçmenlerin karşısında kesinlikle diz çökülmesi anlamına geliyor. Aslında bu genel tutum, Fukuşima’daki kaza öncesinde de böyleydi, ama kazayla birlikte güçlendi. Merkel yeniden seçilmek arzusunda. Nükleer santrallerin süresinin uzatılmasında ısrar etmesi, nükleer santraller konusunda hükmünü çoktan veren seçmenin gözünde siyasi intihar olurdu. Almanya aldığı yeni kararın ağır bedelini ilerde ödeyecektir."
# İsrail, Filistin ile teması kesti İsrail Başbakanı Ariel Şaron, Mahmud Abbas liderliğindeki yeni Filistin yönetimi silahlı gruplara karşı harekete geçene kadar ilişkilerin askıya alınmasına karar verildiğini söyledi. Filistinli militanların son saldırıları Şaron'un tepkisine neden oldu İsrail Başbakanı Ariel Şaron, radikal dinci Filistinli militanların İsrail askerlerine yönelik son saldırısına tepki olarak Filistin hükümetiyle ilişkilerini askıya aldı. Şaron’un bir sözcüsü, "Başbakan Şaron, Filistinliler şiddetin önüne geçmek için gerekli önlemleri alıncaya kadar onlarla görüşmeler yürütmek istemiyor" dedi. Filistin’in yeni Başkanı Mahmud Abbas ise militan gruplarla ateşkes için görüşmeler yürüteceğini, ancak İsrail’in istediği gibi şiddete başvurmayacağını duyurdu. Abbas bugün yemin ederek resmen görevine başlayacak. **İsrail: "Abbas failleri biliyor!"** Bu arada üst düzey bir İsrail hükümet yetkilisi Mahmut Abbas’ın Gazze Şeridi’nde düzenlenen saldırının faillerini tanıdığını ileri sürdü. AFP Ajansı’nın haberine göre, adının açıklanmasını istemeyen İsrailli yetkili, 6 kişinin hayatını kaybettiği saldırıyı düzenleyen militanların eyleme giderken Filistin güvenlik güçlerine ait bir kontrol noktasından geçtiğini belirlediklerini söyledi.**Solana: "Abbas'a şans tanınsın"** Avrupa Birliği dış politika ve güvenlik yöneticilerinden Javier Solana ise Mahmut Abbas’a teröre karşı gereken tavrı almaya çağırdı. "Bild am Sonntag" gazetesine konuyla ilgili görüşlerini yazan Solana, Gazze saldırısının teröristlerin huzur vermeyeceğini bir kere daha gösterdiğini kaydetti. Solana, İsrail’e de Abbas’a şans tanımaya davet etti.**Konu, Mısır'a açıklanacak** İsrail’in Filistin ile ilişkilerini askıya alma kararını Mısır’a da aktaracağı öğrenildi. İsrail Radyosu’nun haberine göre, temaslarda bulunmak üzere İsrail Dışişleri Bakanlığının iki üst düzey görevlisi Mısır’a gidecek. İsraillilerin, Mısır istihbarat örgütü başkanı Ömer Süleyman ve Dışişleri Bakanı Ahmet Ebul Geyt ile biraraya gelecekleri belirtildi.
# ABD Yemen savaşı için Suudi jetlerine yakıt ikmali yapmayacak ABD ile Yemen’deki savaş için Suudi Arabistan öncülüğünde kurulan koalisyonun, ABD’nin koalisyona havada yakıt ikmali sağlamaması konusunda anlaştığı belirtildi. Suudi Arabistan öncülüğündeki koalisyon, ABD'nin Yemen’de savaşan koalisyon jetlerine yakıt ikmali yapmayacağını belirtti. Suudi Arabistan, Ekim ayının başında İstanbul'daki Suudi Arabistan Başkonsolosluğunda öldürülen Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı nedeniyle baskı altında. ABD Başkanı Donald Trump da Kaşıkçı olayından ötürü Riyad yönetimine yeteri kadar baskı uygulamadığı için eleştiriliyor. Suudi Arabistan öncülüğündeki koalisyon tarafından yapılan açıklamada "Yakın zamanda Suudi Arabistan ve Koalisyon, Yemen'de havada yakıt ikmalini bağımsız olarak yapabilmek için kapasitesini artırdı. Bunun ve ABD ile istişarenin sonucunda Koalisyon, Yemen’deki operasyonlarında (ABD'nin) hava yakıt ikmali desteğinin durdurulmasını talep etti" denildi. Konuyla ilgili bir açıklama yapan ABD Savunma Bakanı Jim Mattis de konunun ABD hükümetine danışıldığını ve Washington yönetiminin bu kararı desteklediğini belirtti. Mattis aynı zamanda sivil ölümlerini azaltmak ve insani girişimleri artırmak amacıyla koalisyon ile çalışmalara devam ettiklerini de ifade etti. yemen2de 2015'ten bu yana devam eden savaş nedeniyle yaklaşık 10 bin insanın hayatını kaybettiği belirtiliyor Suudilere ait *Al Arabiya al-Hadath* isimli televizyonun yayınladığı verilere göre Suudi Arabistan’ın yakıt ikmali için 23 adet uçağı bulunuyor. Bunlardan altı tanesinin Yemen’deki savaş için kullanıldığı ifade edildi. Birleşik Arap Emirlikleri’nin ise altı adet yakıt ikmal uçağının bulunduğu kaydedildi. Televizyon kanalı, ABD'den boşalan havada yakıt ikmal ihtiyacının bu uçaklarla kolaylıkla doldurulabileceğini belirtti. Adını vermeden *Reuters* haber ajansına konuşan ABD'li yetkililer de ABD'nin bu desteğini kesmesinin Yemen'deki savaşa çok büyük bir etkisinin olmayacağını söyledi. **ABD'den barış görüşmeleri çağrısı** ABD yönetimi geçen ay yaptığı açıklamalarda Yemen’de savaşan taraflara silahları bırakma çağrısı yapmış ve 30 gün mühlet vererek, barış görüşmelerine başlanmasını istemişti. ABD’nin bu çağrısına Birleşmiş Milletler ile başka ülkelerden de destek gelmişti. ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo Kasım ayının başında yaptığı açıklamada bu ay içerisinde barış görüşmelerine başlanacağını belirtmişti. Yemen'deki iç savaşta merkezi yönetimi destekleyen Suudi Arabistan liderliğindeki ve Birleşik Arap Emirlikleri'nin de dâhil olduğu koalisyon güçleri, İran destekli Husilere karşı savaşıyor. Suudi koalisyonunun Mart 2015'te müdahale ettiği ülkede taraflar birbirlerine üstünlük sağlayamıyor. Suudi Arabistan liderliğindeki koalisyon Cuma günü bir açıklama yaparak Yemen'in Kızıldeniz kıyısındaki Hudeyde kentinin ele geçirilmesi için yeni bir harekâta başladıklarını duyurdu. BM tarafından dünyanın en büyük insani krizi olarak nitelendirilen iç savaşta yaklaşık 28 milyon nüfuslu ülkede yaklaşık 10 bin insanın hayatını kaybettiği, 15 milyondan fazla Yemenlinin temel sağlık hizmetlerinden mahrum kaldığı ve açlık sınırında olduğu tahmin ediliyor.
# Vergi kaçakçılığıyla mücadele sertleştirildi Borç krizindeki Yunanistan, bütçe gelirlerini artırmak için çözüm arayışlarını sürdürüyor. Hükümet, vergi kaçakçılığıyla mücadelede sert önlemler uyguluyor. Yunanistan'da son günlerde küçük çapta bir devrim yaşanıyor. Tüm dünyaya boru ve hortum ihraç eden ülkenin önde gelen iş adamlarından Yorgo Petzetakis gözaltına alındı. Petzetakis'in yaklaşık iki milyon euro vergi kaçırdığı iddiasıyla yargılanması bekleniyor. Yunanistan'ın nüfuzlu isimlerinden televizyon yapımcısı ve yayımcı Kostas Giannikos da elleri kelepçelenerek gözaltına alındı ve vergi borçları nedeniyle hâkim karşısına çıktı. Maliye çevrelerinde tutuklamaların devam edeceği ifade ediliyor. Atina Üniversitesi iktisat profesörlerinden Panayotis Petrakis, Yunanistan'da her yıl en az beş milyar euro vergi kaçırıldığını hesapladıklarını kaydediyor. Maliye Bakanlığı'nın vergi borçlularına karşı tavrını sertleştirmesinin önemli sembolik bir etkisi olduğunu vurgulayan Petrakis, ancak bunun yapılış tarzından rahatsız. Petrakis, "'Şu andan başlayarak tutuklamalar medyatik bir şekilde yapılacak' parolasıyla yola çıkan bu planlı kıyım açıkçası beni rahatsız ediyor. Bu durum toplum huzuruna gölge düşürüyor" yorumunu yapıyor. **'Olay manşetlere taşınmamalı'** Petrakis maliyenin işi manşetlere taşımak yerine etkin bir şekilde çalışmasının çok daha uygun olacağı görüşünde. Atinalı ekonomist, vergisini ödemeyenleri diğer Avrupa ülkelerinde olduğu gibi hukukî yaptırımların beklemesi gerektiğine işaret ediyor. Petrakis'e göre bu noktada sadece maliyeye değil, aynı zamanda siyasi çevrelere de görev düşüyor. Ekonomi profesörü, siyasi çevrelerin bunun için gerekli olan hukuki çerçeveyi oluşturmakla görevli olduklarını vurguluyor. Ancak Petrakis siyasi sistemin ayakta kalabilmek için, gerekli reformları engellediğine, on yılların getirdiği, devletteki kemikleşmiş yapının her türlü ilerlemeyi bloke ettiğine dikkat çekiyor. Evangelos Venizelos **Tarih geçen hafta kesinleşebildi** Maliye Bakanı Venizelos vergi kaçıranları aylardır, isimlerini kamuoyuna açıklamakla tehdit ediyor. Venizelos ekim ayında tüm bu isimleri bir hafta içinde açıklayacakları ültimatomunu vermişti. Fakat daha sonra veri güvenliği nedeniyle bu girişimi ertelemek zorunda kaldı. Vergi borçlarının kapatılması için öngörülen son tarih geçen hafta kesinleşebildi. Maliye Bakanı, bu tarihe kadar bildirimde bulunmayanların isimlerinin internette ifşa edileceğini ve haklarında adli işlem başlatılacağını duyurdu. Atinalı siyaset uzmanı Dionisis Gousetis ise bunun gerçekten yapılacağından şüpheli. Gousetis kaygısını "Hepimiz merakla vergi borçlularının listesini bekliyoruz ama listenin yayınlanma tarihi sürekli erteleniyor. Kendime ‘Acaba bu süre zarfında vergi kaçakçıları, kaçırdıkları vergilere bir kılıf bulmak için bir şans daha mı elde ediyorlar' diye sormadan edemiyorum" sözleriyle ifade ediyor. **Daha önce de benzer tehditler yapılmıştı** Gousetis Yunanistan'da siyasetçilerin daha önce de birçok kez vergi kaçakçılarını teşhir etmekle tehdit ettiğine, ancak bunun daha sonra hayata geçirilmediğine dikkat çekiyor. Siyaset uzmanı, dolayısıyla kayıt dışı ekonominin milli gelirdeki payının yüzde otuzu bulmasının hiç şaşırtıcı olmadığını söylüyor. Borç krizinin en çok dar gelirlileri ve orta direği etkilediği düşünüldüğünde Gousetis, Yunanistan'ın yeni başbakanı Lukas Papadimos'un yüksek gelirlileri ve vergi kaçakçılarını ellerini ceplerine sokmaya zorlamasının halkın tasarruf önlemelerine daha ılımlı yaklaşmasını sağlayabileceği görüşünde. Ancak siyaset uzmanı, Papadimos'un bu konuda Yunanistan'daki büyük partilerden destek görmesini pek beklemediğine işaret ediyor. Gousetis, "İki büyük parti her ne kadar koalisyon hükümetinde anlaşmış olsa da kayıtsız şartsız başbakanı destekleyeceklerini düşünmüyorum" şeklinde konuşuyor. **Tehdit az da olsa işe yaradı** Maliye Bakanı Venizelos'un tehdidi en azından küçük çapta vergi borcu olanların gözünü korkutmuş görünüyor. Birçok kişi vergi borçlarını ödemek için vergi dairelerine başvurdu. Bu sayede hükümet devede kulak gibi görünse de, dört milyon eurodan fazla vergi borcunu hazineye kazandırmış oldu. Yunanlar devlete yaklaşık 40 milyar euro borçlular. Uzmanlar, ödenmeyen vergi borçlarının neden olduğu yıllık kaybın yaklaşık 4 milyar euro olduğunu tahmin ediyor.
# People dergisi en güzelleri seçti People dergisi, "Pretty Woman" ile kariyerinde büyük çıkış yapan 3 çocuk annesi, 42 yaşındaki oyuncu Julia Roberts'ı "Dünyanın En Güzel İnsanı" seçti. Julia Roberts, "Pretty Woman" ile kariyerinde büyük çıkış sağladı Dünyanın en ünlü magazin dergilerinden People Dergisi geleneksel "en güzeller listesi"ni açıkladı. Her yıl açıklanan "en güzel 100 insan listesi", dünyaca ünlü starlar tarafından yakından takip ediliyor. Güzellerin en güzeli olmak isteyen ünlüler, kendileri kadar rakiplerinin de hangi basamakta olduğuna bakmayı ihmal etmiyor. Julia Roberts'in mükemmel diye tabir edilen gülüşü 20 yıl önce Pretty Woman (Özel bir kadın) filmiyle keşfedilmişti. Erin Brockovich ( 2000) filmindeki performansıyla en iyi kadın oyuncu Oscar'ını da alan Roberts, geçen uzun yıllar ve üç çocuğun ardından, hâlâ güzeller arasında en güzel seçilmeyi başarabiliyor. Ünlü aktristin rol arkadaşlarından George Clooney, Roberts'in demode olamayacak bir güzellik olduğunu belirterek, güzelliğinin kişiliğiyle bir bütün olduğunu ifade etti. Scarlett Johansson, "en güzeller" listesine alınan bir başka isim oldu **Yeni film öncesi moral oldu 42 yaşındaki Roberts'ın en güzel seçilmesinin de, yeni filmi Eat, Pray, Love öncesinde iyi bir motivasyon olacağı düşünülüyor. 2010 En güzeller 100 listesinde hemen her yıl listede boy gösteren ünlüler yer almaya devam ediyor. En güzeller listesinde kadınlarda Jennifer Lopez, Jennifer Aniston ve Scarlett Johansson, erkeklerde ise ChanningTatum, Jake Gylenhaal ve Robert Pattinson ön sıralarda yer alıyor.**
# Nowitzki’nin forması Dallas’ta tavana asıldı Almanya'nın yetiştirdiği en ünlü sporculardan, basketbol ikonu Dirk Nowitzki, 21 yıl formasını giydiği NBA takımı Dallas Mavericks tarafından forması tavana asılarak onore edildi. Böylece, başta NBA olmak üzere dünya çapında çok sayıda basketbol liginde uygulanan geleneğe göre Nowitzki'nin 41 numaralı forması emekli edilmiş oldu. Bu da, bundan böyle Mavericks takımında hiçbir oyuncunun bu sırt numarasını taşımayacağı anlamına geliyor. "41 Forever" başlığı altında, American Airlines Center'de düzenlenen törene, eşi Jessica Olsson ve çocukları Malaika, Max ve Morris ile katılan 43 yaşındaki Nowitzki, yaptığı konuşmada taraftarlara ve ailesine, kendine verdikleri destek için teşekkür etti. Dallas Mavericks – Golden State Warriors (99:82) karşılaşması öncesinde düzenlenen ve 20 dakika süren törende, 2011 yılında Nowitzki öncülüğünde NBA şampiyonu olan ve aralarında şu an Mavericks'in koçluğunu yapan Jason Kidd'in de olduğu Dallas ekibinin tüm oyuncuları hazır bulundu. Ayrıca törene NBA Başkanı Adam Silver ve Dallas Mavericks Kulüp Başkanı Mark Cuban da katıldı. En başarılı yabancı oyuncu NBA'de 14 kez Allstar seçilen Nowitzki, Dallas Mavericks tarihinin en fazla sayı atan, en çok maça çıkan, en çok ilk beşte başlayan, en fazla dakika alan, en çok ribaund toplayan, en fazla üç sayı ve serbest atış isabeti bulan ve en çok blok yapan oyuncusu konumunda bulunuyor. Nowitzki ayrıca, 21 yıllık kariyerinde attığı 31 bin 560 sayı ile, NBA'de en fazla sayı atan yabancı oyuncu unvanına sahip. Alman sporcu tüm oyuncular arasında ise attığı sayı açısından, Kerim Abdulcabbar, Karl Malone, LeBron James, Kobe Bryant ve Michael Jordan'ın ardından NBA tarihinin en başarılı 6. ismi. Dallas'ta halihazırda bir caddeye de adı verilen Dirk Nowitzki'nin, Mavericks'in maçlarını oynadığı American Airlines Center'in önüne yakında heykeli dikilecek.
# 17.03.2014 - Avrupa basınından özetler Avrupa basınının ağırlıklı konusunu, Ukrayna'ya bağlı Kırım Özerk Cumhuriyeti'nde dün yapılan referandumda Rusya'ya bağlanma kararının çıkması oluşturuyor. Danimarka'nın liberal **Politiken** gazetesi Türkiye'nin AB üyeliği ile ilgili, 'Türkiye ve AB birbirine yaklaşmak zorunda' başlıklı yorumda, şu satırlara yer veriyor: "AB Türkiye'ye kapanmamalı ve Türkiye'nin bağlayıcı işbirliğine dayalı eşdeğer partner olduğu düşüncesinden vazgeçmemeli. Türkiye'nin birkaç yıl içinde AB'ye üye olabileceğine inananların sayısı az. Avrupa ile Ortadoğu arasında, sınırdaki bu büyük ülkenin önünde uzun bir yol var. Ancak Türkiye'nin üyelik perspektifi korunmalı ve AB Türkiye ile her alandaki işbirliğinin genişletilmesiyle daha fazla meşgul olmalı. Burada önemli olan, Türkiye ve AB'yi adım adım yakınlaştıracak, karşılıklı bağımlılığı güçlendirek sürecin devam etmesidir. Ukrayna umutsuz bir alternatif olarak kalacaktır." Fransız **L'Opinion** gazetesi, Kırım referandumu ile ilgili yorumunda şu satırlara yer veriyor: "Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin Avrupa'da savaş sonrasında ortaya çıkan, sınırların kuvvet kullanılarak değiştirilemeyeceği tabusunu yıktı. Putin, Almanya'nın etkisiyle Rusya'nın kıta güvenlik mimarisine entegre edilmesi hedefini güden Avrupa politikasını uzun yıllar için tehlikeye atmış oldu. Moskova Batı'nın ekonomik sistemine entegre olma yönündeki 25 yıllık çabasından vazgeçti. Vladimir Putin'i hiç kimse ve hiçbirşey tavrını değiştirmeye ikna edemedi. Ne Amerika'nın tehditleri, ne Almanya Başbakanı Angela Merkel'in diplomatik çabaları, ne de Çin'in sessiz kınamaları. Avrupa'nın uzun vadede Rusya'ya olan enerji bağımlılığından kurtulması çıkarına olur." Bir başka Fransız gazetesi **Le Figaro** ise, 'Diplomasi yerine sertlik' başlıklı yorumunda şu görüşte: "Eğer Moskova aniden tereddüde kapılmazsa, Kırım Yarımadası'nın ilhakı, Batı'nın yaptırımları ve Rusya'nın misillemelerinden oluşacak bir dönemin başlamasına yolaçacak. Diplomasinin başarısız olduğu yerlerde sertlik ve katiyet uygulanarak ihtilafın baş aktörlerinin ihtiyatla uzlaşmaya hazır hale getirilmeleri sağlanır mı? Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin geleceğe bakıp, Kırım'ın yeni bir Soğuk Savaş'ın başlatılmasına değmeyeceğini farketmelidir." İspanya'dan sağ liberal **El Mundo** gazetesi, 'Kırım referandumu dünya barışı için tehlike anlamına geliyor' başlıklı yorumunda şu görüşleri savunuyor: "Kırım Yarımadası'ndaki referandum yasa dışıydı ve uluslararası hukuka göre de geçersizdir. Kırım'ın Rusya tarafından maskelenmiş biçimde ilhak edilmesi, dünya barışı için tehlike anlamına geliyor. Uluslararası hukukun skandal boyutunda ihlal edilmesinin ardından Batılı güçler ile Rusya arasındaki ilişkilerde kırılma olması beklenebilir. Bunun ekonomik olarak cezalandırma ve jeostratejik istikrarsızlık gibi Avrupa'yı geçmişte felakete götüren sonuçları olabilir. Soruna siyasi çözüm bulunmasında ısrar edilmeli. Ancak aranacak çözümün Moskova'nın emrivakileriyle bağdaştırılması mümkün olmayacaktır."
# Nükleer pokerde Washington hamlesi Türkiye ve Brezilya’nın girişimiyle İran’la imzalanan nükleer takas antlaşmasının ardından ABD’den, BM Güvenlik Konseyi daimi üyelerinin İran’a yeni yaptırımlar konusunda uzlaşmaya vardığı haberi geldi. ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton BM Güvenlik Konseyi'nde veto hakkına sahip daimi üyeler, İran'ın nükleer programı konusunda aylar süren tartışmaların ardından izlenecek strateji üzerinde uzlaşmaya vardı. ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Washington'da yaptığı açıklamada İran'a yönelik yeni yaptırımlara mesafeyle yaklaşan Rusya ve Çin'in de hazırlanan yeni tasarıyı kabul ettiğini belirtti. Ancak yeni yaptırımların hayata geçirilebilmesi için BM Güvenlik Konseyi'nde yapılacak oylamada da bu müeyyidelerin onaylanması gerekiyor. İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad Natanz Nükleer tesisinde incelemelerde bulunurken Clinton, hazırlanan tasarının gün içerisinde tüm BM Güvenlik Konseyi üyelerine iletileceğini söyledi. Diplomatik kaynakların verdiği bilgiye göre, BM Güvenlik Konseyi'nde salı günü İran konusu görüşülecek. ABD Dışişleri Bakanı, tasarının içeriği ile ilgili detayları dile getirmezken, hazırlanan metnin güvenlik konseyi daimi üyeleri ve Almanya ile yakın işbirliği içinde tamamlandığını kaydetti. ABD dışında BM Güvenlik Konseyi'nde Rusya, Çin, İngiltere ve Fransa'nın veto hakkı bulunuyor. İngiltere ve Fransa ABD gibi uzun süredir İran'a uranyum zenginleştirme çalışmalarından vazgeçmediği için yeni yaptırımlar getirilmesini istiyor. Çin ve Rusya ise bu öneriye mesafeyle yaklaşıyor, diyalog yolunun tercih edilmesini benimsiyordu. İran'ın Buşehr Nükleer Santrali **" Taktik işe yaramadı "** **Clinton'un İran'a yaptırımlar konusunda anlaşıldığına dair açıklamasının zamanlaması ise sürpriz oldu. Önceki gün Brezilya ve Türkiye'nin girişimiyle İran, uranyum zenginleştirme işleminin yurtdışında yapılmasını öngören anlaşmaya imza attı. Anlaşmaya göre, düşük oranda zenginleştirilmiş 1200 kilogram uranyum 120 kilogram yakıtla değiştirilecek ve takas işlemi Türkiye'de yapılacak. İran'ın bu adımı, ülkeye yeni yaptırımlar getirilmesine karşı çıkan taraflarda, bir uzlaşma mesajı olarak algılanırken, ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton Senato'da yaptığı açıklamada İran'ın bu manevrasının işe yaramadığı sinyalini verdi.** Türkiye ve Brezilya’nın girişimiyle İran’la nükleer takas anlaşması imzalandı. **Clinton, söz konusu antlaşmada çoğu sorunun yanıtsız kaldığını vurguladı ve "BM Güvenlik Konseyi Daimi üyelerinin yaptırım taslağı üzerinde anlaşmış olmasının, Tahran'da son günlerde atılan adımlara verebilecek en inandırıcı yanıt" olduğunu kaydetti.** **Türkiye ve Brezilya' ya teşekkür** **ABD Dışişleri Bakanı konuşmasında Türkiye ve Brezilya'ya da bu konuda gösterdikleri samimi çabalardan dolayı teşekkür etti.** **Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Clinton'ın açıklamalarından kısa bir süre önce, İran'la imzalanan anlaşmaya destek verilmesi çağrısında bulunmuştu. Erdoğan Madrid'de yaptığı açıklamada, ‘yaptırımlar hakkında konuşmaktan vazgeçmeliyiz' demişti.** **Brezilya ise İran'ın nükleer programı konusunda yürütülen 5+1 görüşmelerine Türkiye ve Brezilya'nın da dâhil edilmesi gerektiği görüşünde. Brezilya Devlet Başkanı Luiz Inacio Lula da Silva'nın dış ilişkiler danışmanı Marco Aurelio Garcia, görüşmelere Türkiye ve Brezilya'nın da dâhil edilmesinin arzulandığını vurguladı.** **"Zaman kazanmaya çalışılıyor"** **ABD Dışişleri Bakanı Clinton, anlaşmada, İran’ın kendi topraklarındaki uranyum zenginleştirme faaliyetlerini durduracağına dair bir hüküm bulunmadığına dikkat çekerek, İran’ın yaptırım tehdidine karşı zaman kazanmaya çalıştığını savundu.** **Rusya Devlet Başkanı Dimitri Medvedev ise İran ile varılan takas anlaşmasını, ‘İran ile yaşanan nükleer anlaşmazlıkta diplomatik çözüm politikasının örneği’ olarak nitelendirdi, ancak açıkta kalan sorularla ilgili İran dahil tüm taraflarla görüşmelerin sürmesi gerektiğini vurguladı.** **İran’a yaptırımlara şimdiye kadar sıcak bakmayan Çin de takas anlaşmasından memnuniyet duyduğunu açıklamıştı Çin Dışişleri Bakanı Yang Jiechi, Çin’in soruna uygun bir çözüm aranmasına yönelik diplomatik çabaları takdirle karşıladığını belirtmişti.** **BM Güvenlik Konseyi’nin diğer daimi üyeleri İngiltere ve Fransa, yaptırımların sertleştirilmesini desteklemekle birlikte, İran ile varılan takas anlaşmasını olumlu karşılamış, ancak temkini elden bırakmayarak, İran’ın nükleer programıyla ilgili Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’na vereceği ayrıntılı bilginin görülmesi gerektiğini vurgulamıştı.**
# Tasarruflu lambalar (2008/47) Verdiğimiz hizmetleri geliştirmek amacıyla çerezlerden (cookies) faydalanıyoruz. Daha fazla bilgiye gizlilik ilkelerimizden ulaşabilirsiniz. Enerji tasarruflu lambalarda yeni kuşak Gürcistan'da bir enerji şirketi köylülerin ihtiyaçlarını gidermek için güneş enerjili su ısıtıcısı üretti. Güneş panelli ısıtıcı hem ağaçların kesilmesini önlüyor hem de köylülerin tasarruf yapmasını sağlıyor. Almanya'da bir okulda enerji tasarrufuna yönelik dersler müfredatın bir parçası. Öğrenciler, güneş panelleri kurmayı ve enerjiden tasarruf etmeyi daha küçük yaşlarda öğreniyor. Bu projeler okula yılda 15 bin euro tasarruf da sağlıyor. Hükümetin "Son OHAL KHK'sı" olarak tanımladığı Kanun Hükmünde Kararname yayımlandı. Kararname ile 18 bin 632 kişi ihraç edildi. 12 dernek, üç gazete ve bir televizyon kapatıldı. 1526 kişinin rütbesi alındı. Dev ve hantal görünümlü traktörler mobil dijitalleşmenin öncüsü oldu. Modern traktörler teknolojik açıdan son model otomobilleri sollamış durumda.
# Ünlü prodüktör sanık sandalyesinde Polonya’daki en büyük yolsuzluk skandallarından birine adı karışan "Schindler'in Listesi" ve "Piyanist" gibi ünlü filmlerin prodüktörü Lew Rywin hükümetle medya arasındaki bir skandala karıştığı gerekçesiyle sanık sandalyesinde... Başrolünün oyuncusu Adrien Brody oynadığı Piyanist filminin yapımcısı rüşvet istemekle suçlanıyor Lew Rywin 2002 yılında, Gazeta Viborça adllı günlük siyasi gazetenin Yazı İşleri Müdürü Adam Mihnik’i arayarak, 17 milyon dolar karşılığında basın yasalarının, gazetenin çıkarlarına uygun bir şekilde değiştirilmesini sağlayabileceğini söylemekle suçlanıyor. Şimdi sanık sandalyesinde oturan film prodüktörünün "kendisini, yasaları değiştirmeye muktedir olan çevrelerin gönderdiğini" dile getirmiş, Adam Mihnik de bu sözleri gizlice kaydedip yayınlamıştı. Polonya bu skandalın patlak vermesinden bu yana yasaların parayla alınıp alınamayacağını tartışıyor. Savcılık bir yıldan fazla süren soruşturma sırasında dağlar gibi dava dosyası biriktirdi. Savcılık sözcüsü Zbigniyev Yaskolski, geçen yılın Aralık ayında soruşturmanın başlatıldığını, 75 tanığın ifadesine başvurulduğunu ve evrağın 60 dosya haline getirildiğini anlatıyor. Tanıklar arasında Devlet Başkanı, Başbakan, milletvekilleri ve Radyo Televizyon Kurulu üyelerinin de bulunduğunu, sözlerine ekliyor. Parlamento Komisyonu da soruşturuyor ** Rywin skandalı bir yıldır parlamento özel komisyonunu da uğraştırıyor. Ünlülerin komisyonda verdikleri ifadeler televizyondan naklen yayınlanmış, ancak şantaj girişiminin ardında kimlerin bulunduğu, hükümet üyelerinin medyacılık yasalarındaki usülsüzlüklerde parmağı olup olmadığı ortaya çıkarılamamıştı. Parlamento özel komisyonu, Devlet Başkanı Aleksander Kvazniyevski’nin çağrılıp çağrılmayacağına henüz karar vermedi. Kvazniyevski skandal patlak vermeden önce şantaj girişiminden haberdar olduğu halde savcılığa başvurmamıştı. Muhalefet devlet başkanını mutlaka sorgulamak istiyor. İktidar ortaklarından Liberal Demokratlar’ın üyesi Bogdan Levandovski devlet başkanının komisyona çağrılmasına neden karşı olduklarını şöyle anlattı: "Vatandaş Aleksander Kvazniyevski’nin komisyona çıkması kadar doğal bir şey olamaz. Ama Devlet Başkanı Kvazniyevski’nin çağrılması sanıldığı kadar olağan bir şey değil. Bu karar, ülkemezin demokratik standartları için belirleyici olacaktır. Bu, bazı komisyon üyelerinin sandıkları kadar hafife alınacak bir konu değil." Parlamento komisyonunun çağrısını reddeden prodüktör Rywin’in davada şantaj senaryosunun perde arkasındakileri ifşa edip etmeyeceği meçhul. Polonyalılar‘ın büyük çoğunluğu da şantaj skandalının tamamen aydınlığa kavuşturulabileceğine ihtimal vermiyor.
# Gabriel: Suriye için paralel çözüm aranmamalı Almanya Dışişleri Bakanı Gabriel, Suriye krizine Astana üçlüsünün değil BM'nin çözüm araması gerektiğini söyledi. Almanya Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel Bonn'daki 20'ler Grubu (G20) Dışişleri Bakanları toplantısı sırasında yaptığı konuşmada Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad'a karşı olan devletlerin, anlaşmazlığa Birleşmiş Milletler'in (BM) gözetiminde siyasi çözüm arama çabalarını destekleyeceğini söyledi. Gabriel çözüm için yapılacak görüşmelerin yerinin Cenevre olduğunu ve ‘buna paralel istişarelerin' olmaması gerektiğini belirtti. Bonn'daki Suriye özel görüşmelerine ABD, Almanya, Suudi Arabistan, Türkiye, İngiltere ve Fransa'nın dışişleri bakanları katıldı. Almanya Dışişleri Bakanı Gabriel ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson'un Suriye'deki savaşın nasıl sona erdirilebileceğini konu alan istişarelerde aktif rol oynadığını söyledi. ABD Başkanı Donald Trump'un, Şam rejimini destekleyen Rusya ile yakın ilişki kuracaklarını duyurmuş olması nedeniyle, Bonn'da bütün gözler ABD'nin Suriye'deki şiddete son verilmesi ile ilgili yaklaşımına çevrilmişti. **‘Çözüm Astana'da değil Cenevre'de bulunabilir'** Fransa Dışişleri bakanı Jean-Marc Ayrault da, Rusya'nın Şam yönetimi ve İran üzerinde nüfuzunu kullanmaması ve Esad muhaliflerini ‘terörist' olarak nitelemekten vazgeçmemesi durumunda Cenevre görüşmelerinin başarıya ulaştırılamayacağını dile getirdi. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov Rusya'nın önderliğinde Kazakistan'ın başkenti Astana'da yapılan Suriye barış görüşmelerinin ABD tarafından desteklendiğini açıklamıştı. Astana görüşmeleri Perşembe günü ortak bildiri hazırlanmadan ve muhalif grupların karşılıklı suçlamalarıyla sona ermişti. Astana'da siyasi çözüm imkanlarının da ele alınması, tek çözümün BM'nin arabuluculuğuyla sağlanabileceğini savunan Batı ve Arap ülkeleri tarafından eleştirilmişti. BM Suriye Özel Temsilcisi Staffan de Mistura, dokuz ay önce kesilen Suriyeli gruplar arasındaki görüşmelere 23 Şubat'ta Cenevre'de devam edileceğini duyurdu. Mistura'nın sözcüsü Cenevre görüşmelerine hangi grupların katılacağının henüz kesinleşmediğini ancak yaptıkları davete olumlu yanıtların geldiğini söyledi.
# Ernesto yolda, korku artıyor! Katrina felaketinin üzerinden tam bir yıl geçerken ABD’nin güney kıyıları şimdi de Ernesto fırtınasının tehdidi altında. Küba üzerinden geçen Ernesto tropik fırtınasının sıcak denizin üzerinde güç kazanarak kasırgaya dönüşmesinden ve Miami ve Fort Lauderdale gibi büyük şehirleri vurmasından endişe ediliyor… Ernesto'nun Küba üzerinden ABD'nin güneyine ulaşması bekleniyor Ernesto fırtınası, ABD’nin güney kıyılarını tehdit ediyor. Saatte 75 kilometre hızla Küba’nın güneydoğu kıyılarına ulaşan ve hız kaybederek kuzeye doğru ilerleyen fırtına Hawai’de bir kişinin ölümüne yol açtı. 2006 sezonunun ilk kasırgası olması beklenen Ernesto’ya karşı ABD’nin Florida eyaletinde beş aşamalı skalanın en düşüğü olan birinci kategoride hazırlıklar sürüyor. Turistlerden Florida sahillerini boşaltmaları istenirken, yetkililerin çağrısı üzerine vatandaşlar stok yapmak için benzin istasyonları ve marketler önünde kuyruklar oluşturuyor. 2006 sezonunun ilk kasırgası olması beklenen Ernesto’nun etkisi daha hafta sonundan başlamıştı. Çeşitli bölgelerde seller oluştu, çok sayıda ev hasar gördü. Küba üzerinden geçen kasırganın, Karayipler’in ılık suları üzerinde önümüzdeki 48 saat içinde daha da güç kazanması ve Çarşamba günü sabah erken saatlerde anakaraya ulaşması bekleniyor. Florida sahillerindeki turistlerden bölgeyi boşaltmaları istendi. ABD Başkanı George Bush’un kardeşi olan Florida Valisi Jeb Bush, ulusal muhafızlar ve diğer güvenlik güçlerini harekete geçirmek için tedbiren acil durum ilan ederek "Benim ve bu konuda yoğun bir şekilde çalışan uzmanların önerisi, bu fırtınanın ciddiye alınmasıdır. Kasırga kasırgadır ve nelere yol açabileceğini gördük" dedi. Katrina kasırgasının birinci yılını anan Louisiana Eyaleti’nde de hazırlıklar tam hız sürüyor. Louisiana Valisi Kathleen Blanco, Ernesto’yu yakından gözlemlediklerini ve ciddiye aldıklarını vurguladı. Blanco, "Louisiana Eyaleti’nde üç tane acil barınak kampı kurduk. Bu eyaletimiz için bir ilk. Bu kamplar, otomobili ya da ulaşım imkanı olmayanlar için düşünüldü. Bu kişiler eyaletin kuzeyinde güvende olacaklar" dedi. Ernesto, Amerikan Havacılık ve Uzay Dairesi NASA’nın da Atlantis mekiğinin fırlatılmasını süresiz ertelemesine neden oldu. Başkan George Bush Katrina kasırgasından bu yana bölgeye gerçekleştirdiği 13’üncü ziyarette bugün New Orleans şehrinde temaslarda bulunacak. Katrina kasırgasında yaşamını yitiren 1500 kişinin anısına düzenlenen kilise ayinine katılacak olan Bush vatandaşların, şehrin ağır aksak giden yeniden inşasıyla ilgili sorularını da yanıtlayacak. Dünyaca ünlü caz metropolü New Orleans’da Katrina kasırgasının gözler önüne serdiği yoksulluk sorunu ise sürüyor. Kasırga sırasında pekçok insanın, otomobili olmadığı, otobüse binecek parası bile olmadığı için bölgeden kaçamaması, sular altında kalarak can vermesi hararetli tartışmalara yol açmıştı. Başkan Bush, Katrina kasırgasının yıldönümü öncesinde yaptığı açıklamada yaraların tamamen sarılmasının önünde daha uzun bir yol olduğunu itiraf ederek, "Bu sadece uzun bir iyileşme sürecinin başlangıcı" şeklinde konuştu.
# Füze kalkanının ev sahibi Almanya NATO savunma bakanları, Afganistan’dan çekilme takvimini ve ortak savunma projelerini tartışmak için Brüksel’de toplandı. Füze kalkanının ana karargâhının Ramstein'daki Amerikan hava üssüne kurulmasına karar verildi. Almanya Savunma Bakanı Thomas de Maiziere Brüksel’de yaptığı açıklamada NATO füze savunma sisteminin operasyon komutasının Ramstein kentindeki Müttefik Hava Unsur Komutanlığı’nda olacağını duyurdu. "Almanya, Almanya’da bulunan Patriot füzelerinin de bu savunma sisteminin bir parçası olarak kullanımını önüne koymuştur" diyen de Maiziere "Söz konusu olan Ortadoğu’dan, özellikle de İran’dan gelecek tehditlere karşı Avrupa’da bir füze savunmasının konuşlandırılmasıdır. Bu eski bir proje" ifadelerinde bulundu. Füze savunma sisteminin 2020 yılına kadar adım adım inşa edilmesinin hedeflendiğini belirten Savunma Bakanı de Maiziere, "Rusya hâlihazırda biraz tereddütlü. En iyisi Rusya’nın da bu projeye daha net bir biçimde iştirak etmesidir" diye konuştu. Almanya'da Alman Hava Kuvvetleri'ne ait 24 Patriot füzesi konuşlu bulunuyor. **İzmir yerine Ramstein** Ramstein'da bulunan Müttefik Hava Unsur Komutanlığı sözcüsü perşembe günü yaptığı açıklamada bu bilgileri teyit ederek NATO komuta yapısının yeniden yapılandırılması çerçevesinde değişiklikler olacağını belirtti. Yarbay rütbesindeki sözcü bugüne kadar kuzeyde Almanya’nın Ramstein ile güneyde Türkiye’nin İzmir kentleri arasında paylaşılan NATO’nun Hava Unsur Komutanlığı’nın bundan sonra bütünüyle Almanya’da toplanacağını belirtti. Sözcü ayrıca yeni yapılandırma çerçevesinde Ramstein’daki hava üssünde önümüzdeki iki yıl içinde 400 ila 500 personel daha görev yapacağını ifade etti.
# Rus Büyükelçi'ye suikast Alman basınında Rusya’nın Ankara Büyükelçisi Andrey Karlov’un bir silahlı saldırı sonucu hayatını kaybetmesi Alman medyasında da geniş yankı buldu. Rusya'nın Ankara Büyükelçisi Andrey Karlov'un bir silahlı saldırı sonucu hayatını kaybetmesi Alman medyasında da geniş yankı buldu. **Spiegel Online** Halep'te Suriyeli muhaliflere karşı Esad rejiminin yanında savaşan Rusya ve İran'ın Türkiye'deki temsilcilikleri önünde son günlerde çok sayıda gösteri düzenlendiğine dikkat çekerek, yaşanan olayın, yaz aylarından itibaren düzelmeye başlayan Türkiye ile Rusya arasındaki ikili ilişkilere darbe vurabileceğini ifade ediyor. **Die Welt** ise Salı günü Türkiye, Rusya ve İran'ın Moskova'da, bakanlar düzeyinde gerçekleştirecekleri Suriye toplantısını anımsatarak, Suriye ordusunun Halep'i ele geçirmesinden bu yana Türkiye'de günlerdir Rusya ve İran karşıtı protestolar gerçekleştirildiğini sayfalarına taşıyor. **Süddeutsche Zeitung** 'un konu ile ilgili haberinde, Rusya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Maria Zakharova'nın, olayın bir terör saldırısı olarak değerlendirildiğine dair ifadeleri yer alıyor. Gazete ayrıca, Rusya'nın Suriye'de Beşar Esad rejiminin en büyük destekçisi olduğu için bu ülkenin Türkiye'deki temsilcilikleri önünde son günlerde çok sayıda gösteri düzenlendiğine vurgu yapıyor. Süddeutsche gazetesi, Rus parlamentosunun üyelerinden Leonid Slutski'nin, yaşanan saldırıya rağmen, Salı günü Moskova'da yapılması planlanan Rusya, Türkiye, İran bakanlar toplantısının gerçekleşeceğine dair açıklamasına yer veriyor. **Landeszeitung** gazetesi saldırıyı yorum sayfasında şu cümlelerle değerlendiriyor: "Rusya ile Türkiye arasında zar zor düzeltilmeye çalışılan ikili ilişkileri, Rus büyükelçinin öldürülmesi ile zorlu bir sınav bekliyor. Olayın zamanlaması, tam da saldırganın bunu amaçladığına işaret ediyor. Zira Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov bugün Türk ve İranlı meslektaşları ile Suriye'deki durumu ele almak üzere bir araya gelecek. Bunun dışında saldırının daha uzun vadeli bir hedefi de olabilir; jeopolitik durumun istikrarsızlaştırılması. Tarihte bu tarz suikastlerin savaşlara yol açtığının örnekleri yok değil. Türkiye bir NATO üyesi. Ve Rusya kendini Batı bloğu tarafından giderek daha köşeye sıkıştırılmış hissediyor. Olayın içindeki tüm ülkelerin hükümet başkanları bir an önce gerilimi azaltmaya çalışmalı." Rusya'nın Ankara Büyükelçisi Andrey Karlov'a düzenlenen suikast **Märkische Oderzeitung** gazetesi tarafından şöyle yorumlanıyor: "Bu olay, Türkiye'de güvenlik durumunun giderek kontrol dışına çıktığını gösteriyor. Terör saldırıları ülkeyi giderek daha hızlı bir şekilde istikrarsızlaştırıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve çevresindekiler her defasında intikam ve karşılık verme sözleri etseler de bir büyükelçiyi bile koruyabilecek durumda değiller. Türkiye cumhurbaşkanının düşmanı çok; Kürtler, uzun süre desteklediği radikal İslamcılar ve nihayet Rusya'nın desteği olmasa alınamayacak olan Halep'teki, kendilerini Erdoğan tarafından kandırılmış hissedebilecek muhalifler. Erdoğan'ın ülkesini bölgede lider güç ve kendini hiçbir kısıtlamaya tabi olmayan hükümdar olarak kabul ettirme oyunu bozulmaya başlamış gibi görünüyor."
# Hilafet tartışması Twitter gündeminde Türkiye'de *Gerçek Hayat *dergisinin son sayısında, "Hilafet için Toparlanın" başlıklı kapağın kullanılmasıyla başlayan tartışma, Twitter gündemine de oturdu. "Hilafet hayal değildir" etiketi altında yapılan paylaşımlar, Pazartesi gecesi trendlerde birinci sıraya yükseldi. Ayasofya'nın ibadete açılmasının ardından Gerçek Hayat'ın son sayısında paylaştığı çağrı, Gazeteci-Yazar Abdurrahman Dilipak tarafından da sosyal medya hesabı üzerinden paylaşılmıştı. **Ankara Barosu'ndan suç duyurusu** Ankara Barosu, "Şimdi Değilse Ne Zaman, Sen Değilsen Kim? Hilafet İçin Toparlanın" başlıklı kapak nedeniyle, Abdurrahman Dilipak ve Gerçek Hayat Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Kemal Özer hakkında suç duyurusunda bulunulduğunu açıkladı. Baro suç duyurusunun gerekçesini, "Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na göre Türkiye Cumhuriyeti; demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir. Değiştirilmesinin teklif dahi edilemeyeceği bu gerçekliğe rağmen hilafet çağrısında bulunmak anayasal düzeni ortadan kaldırmaya dönük isyan çağrısıdır" ifadeleriyle açıkladı. Twitter'da da bu konuda çok sayıda paylaşım yapıldı. Hilafet çağrısına katılanlarla, karşı çıkanlar aynı etiket altında görüşlerini yazdı. Hilafeti savunanlara, Atatürk'ün sözleriyle yanıt veren paylaşımlar yapıldı. Derginin paylaşımı sonrası başlayan tartışmada, hükümet cephesinden açıklama AKP Sözcüsü Ömer Çelik'ten gelmişti. Çelik, Twitter hesabından yaptığı paylaşımlarda bu tartışmanın Türkiye’nin gündemi olmadığını belirterek, rejimle ilgili siyasal kamplaşma üretmenin "yanlış" olduğunu ifade etmişti.
# İşler iyi, beklentiler kötü Alman meslek kuruluşlarının yarısı karamsar. 2013 yılında işlerin kötüleşeceği tahmin ediliyor. Alman şirketlerinin işleri yolunda ama beklentileri olumsuz. Tedirginliğin başlıca nedeni de Avrupa’daki borç krizi. İşveren kesimine yakınlığıyla bilinen Alman Ekonomisi Enstitüsü (IW) her yıl ilgili dernek ve çatı organizasyonlarına beklentilerini soruyor. Enstitü Başkanı Michael Hüther işletmelerin moralinin pek de iyi olmadığını belirtti: " 2009 yılından bu yana ilk kez tüm sanayi branşları bir önceki yıla oranla iyileşme beklemiyor. Beklentiler temkinli ve hatta bir kesim önceki yıla oranla durumun kötüleşeceğini tahmin ediyor. Oysa üretim kapasitesi, yatırım beklentileri ve istihdam gibi önemli makro göstergeler oldukça güven verici." **Borç krizi kaygılandırıyor** Alman şirketlerinin endişe kaynağı, Euro Bölgesi'ndeki borç krizi. Lakin beklentilerin kötüleşmesi işlerin iyi gitmediği anlamına da gelmiyor. 46 meslek kuruluşundan sadece on biri kötümser, 20'si ise 2013'te işlerin daha da açılmasını bekliyor. Michael Hüther işletmelerin 2008 ve 2009 yıllarındaki kriz kayıplarından ders çıkardıklarına dikkat çekiyor. Alman ekonomist iş bağlantılarında görülen istikrar ile moral bozukluğu arasındaki ikilemin finans krizinde edinilen olumsuz tecrübelerden kaynaklandığı görüşünde. Bazı uzmanlar ve çevreciler Federal Hükümeti enerji dönüşümü hedeflerinden uzaklaştığı yönünde eleştiriyor. **Enerji branşı karamsar** 46 branş temsilciliğinin 11'i istihdamın azalacağını tahmin ediyor. Bunlar arasında madencilik, matbaacılık, bankacılık ve enerji branşı bulunuyor. Enstitünün başkanı Hüther özellikle enerji alanında beklenen istihdam kaybında hükümetin de payı olduğunu vurguladı: "Hükümet enerji dönüşümüne karar veriyor ama uygulamayı beceremiyorsa bu alana yatırım yapmak isteyenler, ‘devlet kendi tasarladığı projelerle başa çıkamıyorsa ben neden risk alayım?', diyor. Küreselleşme, siyasi karar alıcıların ağırlığını azaltmadı. Çünkü yatırım yerinin özelliğini hükümet tarafından alınan ve rekabet gücü ile istihdamı arttırıp katma değer sağlayıcı olması umulan kararlar belirliyor." Klasik sanayi işletmeleri geleceğe enerji şirketlerine kıyasla daha olumlu bakıyor. Elektroteknik ve makine sanayi ile otomobil endüstrisi iyimserlerin başında geliyor. "Konjonktürün motoru sayılan sanayi sektörünün hemen bütün branşları olası kötüleşmeye hazırlıklı ve krize oldukça dayanıklı. Hatta makine sanayinde üretimin ve yatırımların artması bekleniyor. Bu sektörün istihdam endişesi de bulunmuyor." **'Konjonktür ikinci yarıda iyileşecek'** Alman Ekonomisi Enstitüsü'nün ekonomik konjonktür tahminleri de bu yönde. 2012'de güçlü bir başlangıç yapılıp sonra düşüş yaşanmıştı. 2013'te ise ters yönde bir gelişme bekleniyor: Tahminlere göre, yıla nispeten karamsarlık yaratan bir ortamda giren ekonomik konjonktürde yılın ikinci yarısında iyileşme görülecek. Michael Hüther 2013'te ekonomik büyüme hızının bir önceki yıla oranla biraz azalarak yüzde 0,7'ye ineceğini tahmin ediyor.
# Af Örgütü: Rusya Ukrayna’da misket bombası kullandı Ukrayna'daki saldırılarında misket bombası kullandığı iddia edilen Rusya’ya bir suçlama da Uluslararası Af Örgütü’nden (UAÖ) geldi. UAÖ, bugün Berlin’de yapılan açıklamada, Rusya’nın uluslararası anlaşmalarla yasaklanan misket bombasını Ukrayna’da kullandığını tespit ettiklerini duyurdu. İnsan hakları kuruluşu, tanık ifadeleri ve bölgeden edinilen delillere dayandırdığı suçlamasında ayrıca Rusya’nın yoğun sivil yerleşim bölgelerini hedef aldığına, ayrım gözetmeksizin sivilleri öldürdüğüne dikkat çekti. Açıklamada, Rus ordusunun Ukrayna’da uluslararası hukuku ihlal eden saldırılarıyla sivil altyapıyı hedef aldığı belirtilirken, halkın temel ihtiyaçlarını karşılama, sağlık hizmetlerinden yararlanma ve ilaç temin edebilme haklarını kullanmasının da engellendiği, iletişimin de kesintiye uğratıldığı belirtildi. UAÖ açıklamasında, Harkiv ve Mariupul’daki işgalde hayatta kalabilmiş olanların, "yaşanan insan hakları felaketinin ne denli büyük çaplı olduğu hakkında aynı bilgileri paylaştıkları ve bu bilgilerin de teyit edilebilir nitelikte olduğu" aktarıldı. ## "Acilen insani yardım ulaştırılmalı" UAÖ’nün Avrupa ve Orta Asya uzmanı Janine Uhlmannsiek, Rus işgali nedeniyle bu kentlere hapsedilmiş insanların hayati nitelikteki temel ihtiyaçlarının karşılanmadığına dikkat çekerken, acilen insanların güvenli bir şekilde tahliye edilebilmeleri için insani koridorlar oluşturulması, geride kalanlara da insani yardımların ulaştırılması gerektiğini söyledi. Uhlmannsiek, ayrıca uluslararası toplumun Ukrayna’daki vahşetten sorumlu olanların hakim karşısına çıkartılarak gerekli cezaları almalarını sağlaması gerektiğini, Uluslararası Ceza Mahkemesi ile Almanya’daki Federal Başsavcılığın konuyla ilgili başlattıkları soruşturmaların bu yönde atılmış önemli adımlar olduğunu belirtti.
# Namus cinayetleri nasıl önlenir? Baden Württemberg Eyaleti'nin Türk kökenli Uyum Bakanı Bilkay Öney, Almanya'da namus cinayetlerinin nasıl önlenebileceğine ilişkin sorularımızı yanıtladı. **Soru: Sayın Öney, "namus cinayeti" tanımı benim pek hoşuma gitmiyor. Siz bu tür cinayetleri nasıl tanımlarsınız? ***Öney:**Bu tanım gerçekten de uygun değil. Yanlış bir namus anlayışı sonucu işlenmiş cinayet, denebilir.**Soru:Almanya’da son yıllarda işlenen bu tür cinayetlerin sayısı hakkında bir bilginiz var mı?* **Öney:** Bu konuda tahminler var. Berlin’de kısa bir süre içinde beş kadın öldürülmüştü, Hatun Sürücü de bunlar arasındaydı. Bu cinayetlerden en bilineni, medyada en çok yer alanı Hatun Sürücü olayıydı. Ancak diğer eyaletlerde çok daha korkuç hikayeler var. Bu nedenle net bir tahminde bulunmak zor. Ancak Birleşmiş Milletler’in verilerine göre, dünya genelinde her yıl 6 bin kadın namus cinayetlerinin kurbanı oluyor. **Soru:Siz** ce bu tür cinayetlerin dinle bir bağlantısı var mı? * Bilkay Öney **Öney:** Aslında dinden çok, yüzyıllar içinde yerleşmiş olan geleneklerle ilgisi var. Bu nedenle uyum politikaları çerçevesinde alınacak önlemlerle bu tür cinayetlerle mücadele etmek oldukça zor. Yapılması gereken, çocukları ve gençleri olabildiğince erken bilgilendirmek ve aydınlatmaktır. Çocuklar burada doğmuş ve büyümüş olsalar da ailelerinde tanık oldukları gelenek ve rol - modelleri içselleştiriyor. Bunlara karşı erken yaşta, hatta anaokulu çağında mücadele etmek gerekiyor. **Soru:A** lman makamları bu cinayetlerle mücadele edebilmek için ceza hukuku içinde etkin yöntemler oluşturabildi mi sizce?* **Öney:** Ceza hukuku sistemi içinde farklı yöntemler denendi. Son olarak zorla evlendirmenin, baskının ağır bir biçimi olduğu kabul edildi ve ceza hukukunda suç olarak tanımlandı. Böylece bir tepki verilmiş oldu, ancak bu tür cinayetleri tam anlamıyla engellemek büyük ihtimalle hiçbir zaman mümkün olmayacak. **Soru:Peki kısa vadede daha etkin önlemler alınamaz mı?***Öney:**Kanımca bu da çok zor, çünkü daha önce de değindiğim gibi, yüzyıllar içinde kökleşen gelenekler söz konusu. Bu geleneklerin yerine nasıl yenileri getirebilir ki? Bu olmaz. Birçoklarının uyumun başarısızlığa uğradığını düşünmesinin nedeni de bu. Çünkü göçmenlerin zaten kendi dünyalarında yaşadığını, bizim değerlerimizle hiçbir ilgilerinin olmadığını ve gelecekte de bunun için birşey yapmayacaklarını düşünüyorlar. Gerçekten zor…**Soru: Sayın Öney, bu cinayetlerin ön**len** mesinde medyaya da büyük bir görev düşüyor. Bu cinayetler konusunda medyanın tutumu nasıl olmalı?* **Öney:** Bence, özellikle Hatun Sürücü vakasında medya çok hassas davrandı. Çekilen film ve bu konuda yazılan kitaplar da bunun bir göstergesi. Dolayısıyla medyanın çok büyük bir rolü var. Bu da önemli rol sorumluluklarının bilincinde hareket etmelerini gerektiriyor. Ancak bu olaylar üzerinde çok hassas şekilde duruldu ve ben herhangi bir popülist tutuma rastlamadım. Belki bazı medya organları bu şekilde yaklaşmış olabilir, ama genel olarak medya çok ciddi bir tutum takındı. **Soru:Sayın Öney, sizin Berlin’de de tecrübeleriniz oldu, şimdi de Baden-Württemberg Eyaleti'nd** e görevlisiniz. **İki eyalet arasında büyük farklar var mı?***Öney: **Baden-Württemberg’de istihdam piyasasının durumu çok daha iyi. Uyum çalışmaları da daha çok iş yerlerinde yürütülüyor. Bu nedenle Almanlar ile göçmenler arasındaki iletişim daha güçlü. Berlin’de ise güçlü bir sanayi olmadığından göçmenler iş bulmakta zorlanıyor ve Almanlarla da fazla iletişim içine giremiyorlar. Bence bu büyük bir problem.
# Alman astronottan "uzaylı" açıklaması Uluslararası Uzay İstasyonu’nda 6 ay görev yapan Alman astronot Alexander Gerst, evrende yalnız olmadığımıza inandığını açıkladı. Alman astronot Alexander Gerst, Stuttgarter Zeitung ve Stuttgarter Nachrichten gazetelerine yaptığı açıklamada, dünya dışı yaşamı olası bulduğunu söyledi. Gerst, "Gökyüzünde yüz milyar çarpı yüz milyar tane yıldız görüyoruz. Başka yıldız sistemlerinde yaşam için koşulların bulunması şansı bana çok yüksek görünüyor" dedi. 2018 yılında Uluslararası Uzay İstasyonu'na (ISS) ilk Alman komutan olarak yeniden uçacak olan Gerst, "Yalnız olmadığımızı tasavvur edebiliyorum" ifadelerini kullandı. **"Mars yaşamın kökeni hakkında bilgi sunabilir"** Alexander Gerst, gazetenin Mars'a planlanan yolculukla ilgili sorularını da yanıtladı. Gerst, "Mars bize kendimiz hakkında pek çok bilgi sunabilir. Yaşamın kökeni ve evrende yalnız olup olmadığımız konularında" şeklinde konuştu. Bu yaşamın bizimkine benzeyip benzemediği ise Gerst için çok önemli bir konu. Gerst, "Eğer bizimkine benziyorsa o zaman aynı kaynaktan ortaya çıkmış olmamız şansı yüksek" dedi. Alman astronot, "Eğer Mars'taki yaşam bizimkinden çok farklıysa onu tanımadığımız gerçeği mümkün" ifadelerini kullandı. 2014 yılının mayıs ayında ISS'e ulaşan Gerst, uzayda toplam 6 ay görev yapmıştı.
# BM: 180 bin kişi İdlib’i terk etti Suriye’de rejim güçlerinin askeri operasyonlarını yoğunlaştırdığı İdlib’de halk kitleler halinde bölgeyi terk ediyor. BM temsilciliği kapasite yetersizliği nedeniyle çok sayıda mültecinin kamplara alınamadığını duyurdu. Suriye’de Beşar Esad rejimine bağlı ordu güçlerinin yoğun saldırısına maruz kalan İdlib ve çevresinde yaşayan yaklaşık 180 bin kişi bölgeyi terk etti. Birleşmiş Milletler (BM) Acil Yardım Ofisi (Ocha), Esad rejimine bağlı kuvvetlerin operasyonları sonucu İdlib ve Hama’da 18 hastane ve sağlık ocağı ile çok sayıda okul ve mültecilerin barındığı binanın hasar gördüğünü bildirdi. Ocha’dan Cumartesi günü yapılan açıklamada, bölgeden kaçan yaklaşık 180 bin kişiden büyük bir kısmının, kapasite yetersizliği nedeniyle mülteci kamplarına alınamadığını duyurdu. Suriye ordusu müttefiki Rusya’nın desteği ile bir süredir ülkenin kuzeybatısındaki İdlib ve Hama bölgelerine askeri operasyonlar düzenliyor. Radikal İslami grupların elinde kalan son bölge olan İdlib ve Hama’da yaklaşık üç milyon insan yaşıyor. **TürkiyeSuriye'nin ateşkes anlaşmasını ihlal ettiği görüşünde** Beşar Esad rejimine bağlı güçlerin İdlib'e yönelik operasyonuna ilişkin değerlendirmede bulunan Savunma Bakanı Hulusi Akar, Suriye hükümetine bağlı güçlerin Rusya ile İdlib konusunda varılan ateşkes anlaşmasını ihlal ettiğini söylemiş ve "Ateşkes anlaşmasına rağmen rejim, ateşkes sözünü tutmuyor ve ateşkesi ihlal ediyor" demişti. Soçi mutabakatı çerçevesinde bölgede ateşkesin korunması gerektiğini ifade eden Akar ayrıca, "Ateşkesi sağlayabilirsek oradaki 3,5-4 milyon insanın güven içinde yaşaması mümkün olur" ifadesini kullanmıştı.
# 28.12.2017 - Alman basınından özetler Verdiğimiz hizmetleri geliştirmek amacıyla çerezlerden (cookies) faydalanıyoruz. Daha fazla bilgiye gizlilik ilkelerimizden ulaşabilirsiniz. Eski Yugoslavya için kurulan Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin kapanması, Merkel ile ilgili son anket sonuçları ve mülteci tartışmaları Alman basınında öne çıkan konuları oluşturuyor. 31 Mart yerel seçimleri, Alman komedyen Böhmermann'ın Erdoğan şiiri ile ilgili söyledikleri nedeniyle Merkel'e açtığı dava, DFB Başkanı Grindel'in istifası ve 2018 suç raporu öne çıkıyor. Alman gazeteleri Başbakan Angela Merkel'in yeni yıl mesajı ile AB Komisyonu Başkanı Juncker'in Birlik üyesi ülkelerin devlet ve hükümet başkanlarına eleştirilerini yorumluyor. Almanya ile Fransa arasında imzalanan dostluk anlaşması ve Avrupa’nın holdingler için vergi cennetine dönüşmesi Alman basının öne çıkardığı yorum konularını oluşturuyor.
# Çocuk silahıyla vahşet ABD’de çocuklar için özel üretilen silahlar bir trajediye neden oldu. 5 yaşındaki bir çocuk 2 yaşındaki kız kardeşini kendi tabancası ile vurarak öldürdü. Olay ABD'nin Kentucky eyaletinin Cumberland bölgesinde meydana geldi. Bölgenin güvenlik yetkilileri, beş yaşındaki erkek çocuğunun 2 yaşındaki kız kardeşini silahla vurarak öldürdüğünü doğruladı. Yerel haber portalı "kentucky.com"da yer alan bilgilere göre, çocuk olay sırasında kendi silahını kullandı. "My First Rifle" (İlk silahım) adlı seriden olan silahın çocuğa geçen yıl hediye edildiği öne sürüldü. Silahın pompalı bir silah olmadığı, 22 kalibrelik küçük bir silah olduğu iddia edildi. Üretici firmanın yılda ortalama 60 bin silah ürettiği sanılıyor. Firmanın internet sitesinde çocuklar, hatta bebeklerin elinde silah tuttuğu fotoğraflar dikkat çekiyor. Haber portalında yer alan bilgilere göre, olay meydana geldiği sırada çocukların anneleri evin verandasında bulunuyordu. Silah sesini duyan annenin yaralı kızını hemen hastaneye götürdüğü, ancak kızın yolda hayatını kaybettiği ifade edildi. Silahın evin bir köşesinde durduğu, bu nedenle olayın ne şekilde meydana gelmiş olabileceğinin hâlâ belirsizliğini koruduğu belirtildi. ABD'de her yıl bireysel silahlar nedeniyle 30 bin kişi hayatını kaybediyor. Bunlardan yarısının intihar ettiği, üçte birinin ise cinayet kurbanı olduğu sanılıyor. Ölümle sonuçlanan kazalar ise dört basamaklı rakamlarla ifade ediliyor.
# Rusya'nın Şam Büyükelçiliği'ne saldırı Rusya’nın Şam Büyükelçiliği’ne iki havan topu mermisi atıldı. Rusya Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada, Rusya'nın Şam Büyükelçiliği binasını hedef alan iki havan topu mermisi atıldığı belirtildi. Açıklamada, havan topu mermilerinin patlamadığı vurgulanarak, birinin avluya, diğerinin de büyükelçiliğin yakınına düştüğü ifade edildi. Dışişleri Bakanlığı'nın açıklamasında, havan topu mermilerinin özel güvenlik birimleri tarafından etkisiz hale getirileceği kaydedildi. Rus yetkililer, saldırıdan Suriye'deki soruna barışçıl bir çözüm getirilmesini istemeyen "aşırı" grupları sorumlu tuttu. Rusya, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad'ın en önemli müttefiki sayılıyor.
# BM'den Sırbistan'a Cevdet Ayaz uyarısı Birleşmiş Milletler'in Sırbistan’ın Kürt politikacı Cevdet Ayaz’ı Türkiye’ye iadesi öncesinde Belgrad'ı uyardığı bildirildi. Sırbistan'ın Birleşmiş Milletler'in (BM) uyarısına rağmen Kürdistan Özgürlük Partisi'nin Muş eski il başkanı Cevdet Ayaz'ı Türkiye'ye iade ettiği belirtildi. Ayaz'ın avukatı Ana Trkulja bir Sırp televizyon kanalına yaptığı açıklamada müvekkilinin dün Türkiye'ye iade edildiğini doğruladı. Avukat Trkulja, Türkiye'de "anayasal düzeni bozmaya teşebbüs etmek"le suçlanan ve hakkında 15 yıla kadar hapis cezası istenen Ayaz'ın son bir yıldır Sırbistan'da yaşadığını ve iltica başvurusunda bulunmuş olduğunu ifade etti. Ancak Reuters haber ajansı, Ayaz'ın iadesi öncesinde Sırbistan'ın da üyesi olduğu BM İşkenceye Karşı Komite'nin (UNCAT) Belgrad'a 18 Aralık tarihinde tavsiye niteliğinde bir yazı gönderdiği ve Ayaz'ın Türkiye'ye iade edilmemesini rica ettiğini yazdı. Reuters'e konuşan adının açıklanmasını istemeyen bir emniyet yetkilisi, Sırp mahkemelerinin iade için gereken bütün koşulların sağlanmış olması ve Adalet Bakanı Nela Kuburoviç’in kararı doğrultusunda söz konusu kararı aldığını dile getirdi. Sırp yetkili, "BM'nin talebi karardan sonra geldi. Polis de iade işlemlerini uyguladı" dedi. UNCAT Başkanı Jens Modvig de Avrupa Birliği üyeliğine aday olan Sırbistan'ın Ayaz'ı iadesi konusunda uyararak uluslararası yükümlülükleri bulunduğunu belirtti.
# Bağlantısızlar Hareketi Durban'da buluşuyor Bağlantısızlar Hareketi Ülkeleri'nin bakanları 2005 yılında yapılacak Bağlantısızlar Zirvesi’ni hazırlamak üzere iki günlüğüne biraraya geliyor. 1955’te Hindistan’ın ilk Başbakanı Jawaharlal Nehru tarafından kurulan Bağlantısızlar Hareketi, gelecek yıl 50. yaşını kutlayacak. Gandi'nin en yakın arkadaşı olan Nehru, hareketin babası olarak tanınıyor. İkinci Dünya Savaşı'nın sonunda iki oluşum ortaya çıktı. Bunlardan biri "Soğuk Savaş", diğeriyse Bağlantısızlar Hareketi’ydi. Bağlantısızlar Hareketi sömürgecilikle, ırkçılığa karşı bir başkaldırı olarak ortaya çıkarken, Birleşmiş Milletler Şartı’nın da tüm dünya ülkeleri tarafından uygulanması yönünde bir çağrıydı. 1955’te Hindistan’ın ilk Başbakanı Jawaharlal Nehru’nun çağrısı üzerine Endonezya’nın Bandung kentinde, Asya ve Afrika ülkelerinden 25’e yakın politikacı ve devlet adamı Asya-Afrika Konferansı’nda biraraya geldiler. Bu ilk konferansta Endonezya Devlet Başkanı Ahmet Sukarno ve Mısır Devlet Başkanı Cemal Abdul Nasır önemli rol oynadılar. Daha sonra bu gruba Yugoslavya Devlet Başkanı Josip Tito’nun yanısıra birçok ülke daha ilgi duyarak, 1961’da Belgrad’ta yapılan ilk Bağlantısızlar Hareketi Zirvesi’ni gerçekleştirdiler. Bu zirve Amerika Birleşik Devletleri, Rusya, İngiltere ve Fransa’nın nükleer silahlanma dönemi olması dolayısıyla, dünya ülkelerine bir silahsızlanma çağrısıyla sona erdi. Merkezi ve protokolü yok Bağlantısızlar Hareketi’nin temel siyasal ve ideolojik ilkeleri, bağımsızlık ve değişik toplumsal sistemlerin birlikte yaşaması oldu. Kurucu üyeler ve harekete yeni katılan ülkeler, Bağlantısızlar Hareketi’nin bir merkezi ve protokolü olmamasını kararlaştırdılar. Zirvenin yapıldığı ülkenin Devlet Başkanı ya da Başbakanı, Bağlantısızlar Hareketi’nin aynı zamanda dönem başkanı görevini yürütüyor, bu ülkenin Dışişleri Bakanı ve Birleşmiş Milletler’deki temsilcisi de idari işleri yürütüyor. Böylece hareketin bağımsız karakteri de dışarıya karşı da belgeleniyor. Hareket önemini yitirdi ** Sovyetler Birliği’nin dağılmasından bu yana Bağlantısızar Hareketi eski önemini, dünya siyasetine etkisini büyük ölçüde yitirdi. Harekete üye ülkeler – Hindistan ve Çin’i saymazsak – dünyanın en yoksul ülkeleri. Yine de Bağımsızlar Hareketi’nin 114 üyesi bu oluşumu sürdürmeye kararlı. Bu kez Güney Afrika üye ülkelerin bakanlarını zirve hazırlıkları için Durban’a davet etti. Bakanlar toplantısını, hükümetler düzeyinde bir toplantı izleyecek. Bu toplantıdan sonra da 2005 yılında 2. Asya–Afrika Konferansı’yla eşzamanlı olarak 14. Bağlantısızlar Hareketi zirvesi gerçekleştirilecek.
# Deutsche Welle'de Türkiye tartışması Türkiye Avrupa Birliği’nin bir parçası mı? Bu soru, Türkiye’nin üyelik başvurusunda bulunduğu günden bu yana hararetle tartışılıyor. Alanında uzman isimler, konuyu Deutsche Welle'de düzenlenen bir toplantıda ele aldı. Deutsche Welle’de düzenlenen "Türkiye Avrupa Birliği’nin bir parçası mı?" konulu tartışmaya Almanya Parlamentosu Dış İlişkiler Komisyonu Başkanı Ruprecht Polenz ile Almanya Duisburg-Essen Üniversitesi’nde Avrupa Entegrasyonu ve Avrupa Politikası profesörü Heinz-Jürgen Axt katıldı. Katılımcılar Türkiye’nin Avrupa Birliği sürecini değerlendirirken, Arap ülkelerindeki gelişmeler ışığında Türkiye’ye biçilen yeni role ilişkin açıklamalarda bulundu. **Coşku söndü** Duisburg-Essen Üniversitesi’nden Prof. Heinz-Jürgen Axt Avrupa Birliği rüyası 1960’ların başında başlayan Türkiye, 2005 yılından bu yana Avrupa Birliği ile tam üyelik müzakerelerini sürdürüyor. Ancak müzakere sürecinin hızlı bir şekilde ilerlememesi üyelik yanlılarında hâyâl kırıklığına neden oluyor. Türkiye ile ilgili yayınlarıyla tanınan Duisburg-Essen Üniversitesi profesörlerinden Heinz-Jürgen Axt, başlangıçtaki coşkunun yerini durgunluğa bırakmış olmasını iki nedene bağlıyor: "Bunlardan ilki, Yunanistan ile Kıbrıs’ın müzakereleri, başlıkların açılmasını bloke etmesi. Keza Fransa da blokaj uyguluyor. Bu Avrupa Birliği tarafında yaşanan bir sorun ve kısmen de 2005 yılında kabul edilen müzakere belgesine aykırı. İkinci nedense, Türkiye’de de reform hızının gerilemiş olması." ** Tam üyelik hedefine bağlı kalınmalı "** Alman Parlamentosu Dış İlişkiler Komisyonu Başkanı Ruprecht Polenz **Türkiye henüz Avrupa Birliği’ne üye olacak olgunlukta görülmese de, bölgedeki Müslüman ülkeler arasındaki en yerleşik demokrasi. Tunus ve Mısır gibi ülkelerdeki diktatörlüklere son vermek üzere ayaklanan halkların, Türkiye’yi model olarak benimseyip benimsemeyeceği sorusu son günlerde sıklıkla gündeme geliyor. Ruprecht Polenz Avrupalı bir Türkiye'nin bu rol için biçilmiş kaftan olduğu görüşünde. Polenz, "Türkiye Avrupa Birliği yolunda yürümeyi sürdürürse, şu anda yönetim şekli arayışında olan Arap ülkeleri için de çekici ve ilginç bir model olarak kalacaktır. Ancak bu sürecin nasıl sonuçlanacağı henüz belli değil. Bir yanda İran modeli var, ki bence hiç kimse Arap ülkelerinin bu modeli örnek almasını istemez sanırım, diğer yanda da Türkiye modeli var. Türkiye’nin model olarak alınması için hepimiz birlikte çalışmalıyız" diyor.**
# Suriyeli muhalif gruplar Moskova'ya davet edildi Astana görüşmelerinin ardından Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov, Suriye’deki muhalif grupları Moskova’ya davet etti. Lavrov, Türkiye ve İran ile işbirliğini artırmak istediklerini kaydetti. Kazakistan’ın başkenti Astana’da yapılan Suriye görüşmelerinin ardından Rusya, Türkiye ve İran ile işbirliğini artırmak istiyor. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov çarşamba günü Rusya Parlamentosu’nun alt kanadı Duma’da yaptığı konuşmada, bölgedeki diğer ülkelerin de barış sürecine katılmaları gerektiğini söyledi. Interfax ajansının haberine göre, Lavrov Astana’daki görüşmelere silahlı muhalif gruplar ile Suriye hükümetinin katılmasını başarı olarak değerlendirdi. **Muhalif gruplar Moskova'ya davet edildi** Lavrov konuşmasında ayrıca "Moskova’ya gelmek isteyen Suriye’deki siyasi muhaliflerin temsilcilerinin hepsini davet ettiğini" belirtti. Lavrov, siyasi muhaliflerin temsilcilerine Astana’daki görüşmelerin sonuçları hakkında bilgilendirmeyi planladığını kaydetti. Dışişleri Bakanlığı sözcüsü cuma günü Moskova’da gerçekleşecek görüşmeye hangi grupların davet edildiğine ilişkin herhangi bir bilgi vermedi. Astana'daki görüşmelere katılan silahlı muhalif grupların liderlerinden Fares Bayuş Moskova’daki görüşmelere davet edilmediklerini söyledi. Bayuş, Fransız Haber Ajansı AFP’ye İstanbul’da yaptığı açıklamada, "sorunun davet değil, tartışılan konu olduğunu" ifade etti. Bayuş, "eğer gerçekten ciddiyse ve ulusal bir sorunu tartışacaksak, dünyanın sonuna kadar gideriz" dedi. Moskova, geçmişte de Suriyeli muhalifleri konuk etmişti. Ancak şimdiye kadar hiçbir silahlı muhalif grubun temsilcisi Moskova'ya davet edilmedi. **Kremlin sözcüsü: Astana görüşmeleri başarılı** Daha önce Kremlin sözcüsü Dimitri Peskov da yaptığı açıklamada Astana’daki görüşmeleri başarılı olarak nitelendirdi. Peskov, Astana'daki toplantının, Birleşmiş Milletler himayesinde Şubat ayında Cenevre'de düzenlenmesi planlanan Suriye barış görüşmelerine de ivme kazandırabileceğine dikkat çekti. Kazakistan’ın başkenti Astana’da Türkiye, Rusya ve İran’ın girişimi ile yapılan ve iki gün süren Suriye görüşmelerinin sonunda ülkede savaşan tarafların ortak bir açıklaması olmadı. Dolaylı yapılan görüşmelerin ardından Türkiye, Rusya ve İran Suriye’de ateşkesi denetleyecek üçlü bir mekanizmada mutabakata vardıklarını açıkladı. Türkiye Suriye’de muhalif grupları desteklerken, Rusya ve İran Suriye hükümetine destek veriyor.
# Irak'a dönen Ezidiler: "Ölü topraklara döndük" Uluslararası Af Örgütü IŞİD'in yenilmesinin ardından Sincar'a dönen Ezidi çiftçilerle görüşerek bir rapor hazırladı. Rapora göre IŞİD Ezidilerin yeniden bir hayat kurma olanaklarını kasıtlı olarak ortadan kaldırdı. Uluslararası Af Örgütü Kuzey Irak'ta IŞİD'in yenilmesinin üzerinden bir yıl geçtikten sonra Ezidilerin hala ciddi sorunlarla karşı karşıya olduğununa dair bir rapor yayınladı. Af Örgütü'nün yayınladığı "Ölü topraklar: IŞİD'in Irak'taki tarım arazilerini kasıtlı yok etmesi" başlıklı 37 sayfalık raporda, IŞİD'in yakıp yıkma taktiğinin bölgeye dönen Ezidilerin yaşamlarını sürdürebilmelerini olanaksız hâle getirdiğine dikkat çekildi. Raporda, IŞİD'den kaçan Ezidilerin bir kısmının Sincar'a döndüğü ve hâlâ bir yaşam kuramadığı kaydedildi. Af Örgütü IŞİD'in sulama tesisleri ve kaynaklarını yıktığını ya da zehirlediğini, tarlaları ya da meyve bançelerini yok ettiğini, hayvanları ya da tarım makinelerini çaldığını, bölgeye yoğun biçimde mayın döşendiğini hatırlarak, "böylece bölgeden kaçmak zorunda kalan Ezidilerin yaşam koşullarının da yok edildiği" tespitinde bulundu. **Çiftçilerle görüşüldü** Af Örgütü söz konusu raporu hazırlayabilmek için Sincar'da çok sayıda çiftçi ile görüştü. Görüşülen çiftçilerden biri de IŞİD'in bölgeyi ele geçirdiği 2014 yazına dek babası ile hububat üretimi yapan, koyun ve tavuk besleyen Dachil. Dachil, "IŞİD istediği her şeyi aldı. Yanlarında götüremediklerini ise yıkıp, zarar verdi" dedi. Geçen yıl IŞİD'in yenilmesinin ardından Sincar'a dönen Dachil, hayvanları ve tarım araçlarının çalındığını, su kaynaklarının ise kapatıldığını aktardı: "Ölü topraklara döndük. Sanki burada daha önce hiç tarım yapılmamış gibi" dedi. **"Geri dönmeyin mesajı verdiler"** Raporda anlattıklarına yer verilen bir başka Ezidi çiftçi ise Hadi. Hadi topraklarına döndüğünde, su kuyularının kapatıldığını, zeytin ve nar ağaçlarının ise kesildiğini belirtti. Hadi, "Bize 'geri döneceğiniz yerde hiçbir şeyiniz yok. Eğer hayatta kalabilirseniz, sakın dönmeyi düşünmeyin' mesajı vermek istediler" dedi. Af Örgütü, IŞİD'in 2014'deki yakıp yıkma taktiğinin "Ezidilere karşı imha kampanyasının önemli bir parçasını oluşturduğunu" belirtti. Irak'ta güvenlik güçleri ile IŞİD arasında yaşanan çatışmalar nedeniyle tarım üretiminin günümüzde 2014'e kıyasla yüzde 40 azaldığı tespitini yapan Af Örgütü, 2014'de çiftçilerin üçte ikisinin tarım arazilerini sulama olanağına sahip olduğunu, günümüzde ise çiftçilerin sadece yüzde 20'sinin tarlalarını sulayabildiğini kaydetti. Tarım arazilerindeki yıkımın Musul gibi kentlerdeki gibi kapsamlı olduğu belirtilerek, kırsal kesimde yaşayan çiftçilerin kendi kaderlerine terkedildiği eleştirisinde bulunuldu. Af Örgütü'ne göre Irak'taki 550 bin Ezididen 100 bini yurt dışına kaçtı. Yüz binlercesi ise hâlâ Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nde yaşıyor. IŞİD 2014'de Sincar'a saldırdığında binlerce Ezidi erkeği öldürmüş, gençleri zorla savaşçı yapmış, kadın ve kız çocuklarını ise istismar ederek köleleştirmişti.
# ABD'den Asya'ya füze konuşlandırma planı INF anlaşmasından çekilen ABD'nin Savunma Bakanı Mark Esper, Asya'ya orta menzilli füzeler yerleştirmeyi desteklediğini açıkladı. Füzelerin hangi ülkeye yerleştirileceği henüz belirsiz. Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Çin'in bölgedeki etkinliğine karşı Asya'da, konvansiyonel orta menzilli füze bataryaları konuşlandırmak istiyor. Konu ile ilgili açıklamalarda bulunan ABD Savunma Bakanı Mike Esper, hükümet olarak bu projeyi mümkün olan en kısa zamanda hayata geçirmek istediklerini dile getirdi. Avusturalya'nın Sidney kentinde gerçekleştireceği temaslar öncesi gazetecilerin sorularını yanıtlayan Esper, füzelerin yerleştirilmesi konusunda net bir takvim vermekten kaçındı. Esper, "Birkaç ay içerisinde olmasını tercih ederim ama bu tarz şeyler beklediğinizden uzun sürüyor" dedi. Esper, füzelerin nereye yerleştirileceği konusunda bir açıklama yapmadı. Ancak ABD'nin pratikte Büyük Okyanus'ta yer alan Guam'a konvansiyonel füzeler yerleştirebileceği belirtiliyor. ABD'nin INF anlaşmasından çekilmesinin ardından silahlanma yarışı başlayacağı yönündeki endişeleri de değerlendiren Esper, "Bir silah yarışı görmüyorum, hem Avrupa sahnesi hem de burası için gerekli olan önlemler aldığımızı görüyorum" diye konuştu. NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg de dün yaptığı açıklamada "Biz Rusya'ya uymayacağız. Yeni bir silahlanma yarışı istemiyoruz" demişti. **INF kararı sonrası ABD'den füze denemesi** Esper'in açıklaması ABD'nin Rusya'nın ihlallerini gerekçe göstererek Orta Menzilli Nükleer Kuvvetler Anlaşması'ndan (INF) ayrılmasından bir gün sonra geldi. Anlaşmadan çekilen ABD'nin birkaç hafta içerisinde karadan fırlatılan güdüm füzesi testi yapması bekleniyor. Kasım ayında ise Pentagon, orta menzilli balistik füze testi yapmayı hedefliyor. Her iki füze de nükleer özellik taşımıyor. 1987 yılında dönemin ABD Başkanı Ronald Reagan ve Sovyetler Birliği lideri Mihail Gorbaçov tarafından imzalanan INF Anlaşması, 500 ila 5 bin 500 kilometre menzilli nükleer başlıklı füzelerin yasaklanmasını öngörüyordu. Amerikalı yetkililer anlaşmadaki kısıtlamalar nedeniyle ABD'nin, karadan fırlatılan füzeler konusunda Çin karşısında dezavantajlı konuma geldiği uyarısında bulunuyordu.
# Almanya’nın yeni Savunma Bakanı de Maizière Karl Theodor zu Guttenberg'in Savunma Bakanlığından istifa etmesi Alman hükümetinde değişikliğe yol açtı. Almanya Başbakanı Angela Merkel, Thomas de Maiziere'i İçişleri Bakanlığından Savunma Bakanlığına getirdi. De Maizière, İçişleri Bakanlığı döneminde, İslam Konferansı, uyum toplantıları çerçevesinde, Türkler ve göçmenler konularında yoğun mesai yapmıştı. Doktora tezinde intihal yaptığının ortaya çıkmasının ardından istifa eden Karl Theodor zu Guttenberg'in Savunma Bakanlığı'ndan ayrılmasıyla Almanya Başbakanı Angela Merkel, Thomas de Maiziere'i İçişleri Bakanlığı'ndan Savunma Bakanlığına getirdi. İçişleri Bakanlığına ise Bavyera Eyaleti'nde örgütlü Hrıstiyan Sosyal Birlik Partisi’nin Federal Meclis Grup Başkanı Hans-Peter Friedrich getirildi. **Kilit isim** **Alman hükümetinde İçişleri Bakanı olarak görev yapan 57 yaşındaki Hristiyan Demokrat politikacı Thomas de Maiziere, Merkel kabinesinde kilit rol oynuyordu ve Merkel’ın güven duyduğu bir isimdi. Bu özelliklerinden dolayı Başbakan Angela Merkel’ın Thomas de Maiziere’i Savunma Bakanlığına ataması çok da sürpriz olmadı. De Maiziere’in parlak bir zekaya, derin bir sorumluluk ve görev duygusuna sahip olduğunu belirten Merkel, siyaset yaparken de ayaklarının yere sağlam bastığını ve her zaman insan faktörünü ön planda tuttuğunu söyledi.** Hrıstiyan Sosyal Birlik partisinin (CSU) Federal Meclis Grubu başkanı Hans-Peter Friedrich **İşte bu özellikleri dolayısıyla Başbakan Merkel, 250 bin askerin görev yaptığı Alman Ordusu’nun sorumluluğunu, Savunma Bakanı olarak Thomas de Maiziere’e verdi. Merkel, de Maiziere’in askerlerin güvenini de hızla kazanacağını ve Karl-Theodor zu Guttenberg’in başlattığı reform sürecini de kararlı bir biçimde devam ettireceğini sözlerine ekledi.** **Başbakan Merkel’ın kabinesinde kardeş parti Hristiyan Sosyal Birlik milletvekilleri de bakan olarak görev yapıyor. Bunlardan biri olan Karl-Theodor zu Guttenberg’in Savunma Bakanlığından istifa etmesi üzerine Başbakan Merkel, Hrıstiyan Sosyal Birlik Partisi yetkilileri ile bu partiden kabineye kimin geleceğini acilen görüştü ve karara bağladı.** **Yeni İçişleri Bakanı** **İçişleri Bakanlığına Hrıstiyan Sosyal Birlik Partisi’nden 53 yaşındaki hukukçu Hans-Peter Friedrich’in getirilmesi uygun bulundu. Şimdiye kadar partisinin Federal Meclis Grubu başkanlığını yürüten Friedrich, iç politika ve adalet işleri konusunda uzman. Başbakan Merkel, Hans-Peter Friedrich’i yakından tanıyor ve Federal Meclis çatısı altında çalıştığı yakın mesai arkadaşı. Bu nedenle Friedrich’in, İçişleri Bakanı olarak Thomas de Maiziere’nin başlattığı yoldan başarı ile gideceğinden ve aynı hedefler doğrultusunda çalışacağından emin olduğunu vurguladı.** **Öte yandan Karl-Theodor zu Guttenberg’in milletvekilliği görevini de bırakacak olması nedeniyle muhafazakar - liberal koalisyon hükümetinin parlamentodaki sandalye sayısı düşecek. Ancak Hrıstiyan Sosyal Birlik Partisi Genel Başkanı Horst Seehofer, zu Guttenberg’in sırtını siyasete tamamen dönmemesi için köprü oluşturmak istediklerini kaydetti.**
# Çin’de gerilimin tırmanmasından korkuluyor Sincan Uygur Özerk bölgesinde en az 140 kişinin öldüğü olayların ardından gerilimin tırmanmasından endişe ediliyor. Protestoları sert şekilde bastıran Çin yönetimi, bölgede çok sayıda güvenlik gücü görevlendirdi. Sincan'daki Uygur Özerk Bölgesi Çin’in en batısında yer alıyor. Pakistan, Afganistan, Tacikistan ve Rusya gibi çok sayıda ülkeyle sınırı var. 19 milyonluk nüfusa sahip olan Sincan’da 8,3 milyon civarında Uygur yaşıyor. Uygurların çoğu Müslüman. Çin yönetimi, Sincan’ın sahip olduğu özel coğrafi konumu nedeniyle, uluslararası terörizmle mücadele kapsamında bölgede sert bir tutum izliyor. Hükümet, Han Çinlileri kitleler halinde Sincan'a yerleştiriyor. Resmi istatistiklere göre, son 50 yıl içerisinde Sincan’daki Han Çinlilerinin sayısı 25 kattan fazla arttı. Çin Halk Kurtuluş Ordusu da orada güçlü bir varlığa sahip. **Olayların arkasındaki isim kim?** ABD'de sürgün hayatı yaşayan Uygur lider Rabiya Kader Yerli halk, sosyal, kültürel ve ekonomik açıdan mağdur edildiğine inanıyor. Durumları hakkında konuşmaları ise sıklıkla ayrılıkçı söylemler olarak değerlendiriliyor ve dış güçlerle bağlantılı olarak gösteriliyor. Sincan Özerk Bölgesi Başkanı Nur Bekri, Pazar günü yaşanan olaylarla ilgili açıklamasında, olayların dışarıdan yönlendirilen ve yurtiçinde uygulanan planlı ve örgütlü bir şiddet suçu olduğunu söylemişti. Hedefte olan isim ise, ABD'de sürgün hayatı yaşayan Uygur lider Rabiya Kader. Bekri, Dünya Uygur Kongresi ve onun başkanı olan Kader’in olaylarda parmağı olduğunu düşünüyor: "Yurt dışındaki ayrılıkçı unsurlar durmaksızın bize saldırıyor ve insanları sokaklara çıkıp protesto etmeye kışkırtıyor. Yurt içindeki işbirlikçileri de benzer şekilde buna ortak oluyor. Rabiya Kader, 5 Temmuz'da Çin’i aradı ve kargaşa ortamını tertipledi. Dünya Uygur Kongresi'nin enformasyon servisleri internette kötü dedikodular yayıyor ve ortalığı kızıştırıyor." Nur Bekri, 26 Haziran’da Guangdong eyaletindeki bir oyuncak fabrikasında Uygur ve Han işçiler arasında meydana gelen ve iki Uygur’un öldüğü kavganın kaos yaratmak için kullanıldığını söyledi. Pazar akşamı Urumçi’de başlayan gösteriler katliama dönüştü. Dünya Uygur Kongresi Sözcüsü Dilşadi Reşidi, Çin yönetiminin, Kongre'nin olaylarda etkili olduğu yönündeki iddialarını reddetti: "Resmi beyanların hiçbir anlamı yok. Çin yönetimi, barışçıl bir şekilde gösteri düzenleyen Uygurlara karşı uygulanan askeri önlemleri haklı göstermeye çalışıyor." " **Kargaşayı teşvik eden bir düzen var"** **Guangdong'daki söz konusu kavganın, Han milliyetinden iki kadın işçinin iki Uygur işçinin cinsel tacizine uğramasından dolayı çıktığı iddia edilmişti. Uygur halkının bir bölümü ise olayın doğru bir şekilde soruşturulmadığı görüşünde. Ve öfke de giderek büyüyor. Duisburg- Essen Üniversitesi'nden Sinoloji profesörü Thomas Heberer, Çin’deki azınlık bölgelerindeki durumunun uzun bir süredir gergin olduğunu söylüyor:** **"Her şeyi her zaman dış etkilerle açıklayamazsınız. Eğer içeride huzursuzluk olmasaydı, bu tarz dış müdahale ya da organizasyonlar etkili olmazdı. Bu şu anlama geliyor: İçeride gösteri ve kargaşayı teşvik eden bir düzen var."** **Çin’in "terörle mücadele" söylemi** **Pekin'de geçen yıl düzenlenen Olimpiyatlar öncesi ve sırasında Sincan’da pek çok saldırı meydana gelmişti. Çin güvenlik güçleri, bağımsızlık arayışı içerisinde olan militan Uygurları saldırılardan sorumlu tuttu. Ayrıca Çin hükümeti, militan Uygurları bölgede şiddet yoluyla bağımsızlık getirmek için El Kaide gibi terör örgütleriyle işbirliği yapmakla da suçluyor. İnsan hakları örgütleri, Çin’in ABD’nin El Kaide ile mücadelesini bir araç olarak kullanarak, Uygurlara karşı sert önlemlerini haklı gösterdiğini belirtiyor. Böylece keyfi tutuklamalar, kapalı kapılar ardında yürütülen davalar ve ölüm cezalarının uygulandığı ifade ediliyor. Öte yandan, Guantanamo Askeri Üssü’nde esir tutulan 17 Uygur'un dördü serbest bırakılarak Bermuda’ya gönderilmişti.**
# Gözaltında Kayıplar: 90'ların yitirdiği hayatlar Tanıkların anlatımına göre, Türkiye Öğrenci Dernekleri Federasyonu İsmail Bahçeci dört kişi tarafından sivil bir araca bindiriliyor. Çevredekiler Bahçeci'nin araca bindirilirken "Ben İsmail Bahçeci, beni kaybetmeye çalışıyorlar" diye bağırdığını anlatıyor. Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi öğrencisi İsmail Bahçeci'den bu tarihten bu yana haber alınamadı. Bahçeci, kayıp vakalarıyla ilgili olarak soruşturma dahi açılmayan vakalardan biri. Oğlunun akıbetini öğrenebilmek için Ankara'ya giden anne Fatma Bahçeci'nin iki hafta Meclis önünde açlık grevi yapması sonuç vermedi. Kardeş Umut Bahçeci'nin aktardığına göre, dönemin İnsan Haklarından Sorumlu Devlet Bakanı Azimet Köylüoğlu ise aileye "Ben ne bileyim çocuğunun nerede olduğunu. Öldürmüş, bir çukura atmışlardır" dedi. Defalarca savcılığa giden Bahçeci Ailesi'nin dilekçeleri yanıtsız kaldı. Devlet yetkilileri ise İsmail Bahçeci'nin gözaltına alındığını kabul etmedi. "Cezasızlığı ortadan kaldırma yükümlüğü yerine getirilmiyor" Hafıza Merkezi'nden avukat Esra Kılıç, 1990'lı yıllarda ağırlıklı olarak OHAL bölgesinde işlenen ve yıllarca sürüncemede bırakılan soruşturmalardan 12 tanesinin davaya dönüştüğünü söylüyor. Ancak Kılıç, "Uluslararası hukukta ağır insan hakları ihlali teşkil eden suçlarla ilgili açılan bu davaların 8'i beraat kararıyla sonuçlandı. İtiraz süreçleri devam ediyor" şeklinde devam ediyor. Kılıç'a göre, gözaltında kayıp davalarının beraat ya da düşme kararları ile sonuçlanmalarını sağlayan ortak hukuki sorunlar var. Zorla kaybetme suçunun ceza kanununda tanımlanmaması, kovuşturmaların örgütlü yapıyı ortaya çıkaracak şekilde derinleştirilmemesi, sanıkların duruşmalarda hazır bulunmaması, davaların suçların işlendiği yerden farklı bir yere nakledilmesi, sorunlar arasında yer alıyor. Kılıç, "Bu tespit ettiğimiz ortak hukuki sorunlar neticesinde verilen beraat kararları ile cezasızlığı ortadan kaldırma yükümlülüğü, etkili soruşturma yükümlülüğü ve nihayetinde hakikati ortaya çıkarma yükümlülüğü yerine getirilmemiş oluyor" diye ekliyor. Zaman aşımından kapatılan Kırbayır dosyası AYM'de Avukat Öztürk Türkdoğan'a göre ise Cemil Kırbayır'ın kaybedilmesiyle ilgili başlatılan hukuki süreç, Türkiye'deki cezasızlık pratiğini gözler önüne sermesi açısından oldukça çarpıcı. Cemil Kırbayır, 13 Eylül 1980 tarihinde Kars'ın Göle ilçesinde gözaltına alındığında 26 yaşındaydı. O günden sonra ailesi oğullarından bir daha haber alamadı. Yıllar sonra dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, Şubat 2011'de Dolmabahçe Sarayı'nda görüştüğü Cumartesi Anneleri'nin arasında Cemil Kırbayır'ın annesi Berfo Kırbayır da vardı. Erdoğan görüşmeden sonra Meclis'te bir komisyon kurularak gözaltında kayıpların araştırılması talimatını verdi. TBMM İnsan Haklarını İnceleme Alt Komisyonu tarafından hazırlanan raporda, "Komisyonumuz Cemil Kırbayır'ın gözaltında işkence gördüğüne, bu işkence sonucu hayatını kaybettiğine ve ölümüne sebebiyet veren kamu görevlilerince ortadan kaldırıldığına inanmaktadır" ifadeleri yer aldı. Kırbayır'ın kaybedilmesiyle ilgili 1980'lerde başlatılan soruşturma 2002 yılında takipsizlikle sonuçlanmıştı. Komisyon raporundan sonra takipsizlik kararı kaldırıldı ve Kars Savcılığı yeni bir soruşturma başlattı. Ancak Yargıtay, Kırbayır'ın gözaltında kaybedilmesi ile ilgili yeniden soruşturma açılmasını sağlayan mahkeme kararını bozdu. Bozma kararına, 30 yıllık zaman aşımı gerekçe gösterildi. Savcılık dosyayı böylece kapattı. Kapatılma kararına yapılan itiraz da reddedilince dosya Anayasa Mahkemesi'ne taşındı. "Dosyanın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne gitmemesini, Anayasa Mahkemesi'nin ihlal kararı vermesini umuyoruz" diyen İnsan Hakları Derneği Başkanı Öztürk Türkdoğan, AYM'ye yaptıkları başvuruda gözaltında kaybetme suçunda zamanaşımı olamayacağını vurguladıklarını söylüyor. Türkdoğan, "Savcılık, kaybedilen kişinin cesedine ulaşılamadığı için 'Bu zaten ölmüştür' deyip dosyayı kapatamaz. Bu bile aslında ortada bir hukuk komedisi olduğunu ortaya koyuyor" diye ekliyor. Galatasaray dört yıldır Cumartesi Anneleri'ne kapalı Kayıplarının akıbetini sormak ve faillerin yargılanmasını talep etmek için 1995'ten bu yana İstanbul Galatasaray Meydanı'nda toplanan Cumartesi Anneleri'nin oturma eylemi, Ağustos 2018'de yasaklanmıştı. "Ne ölüsü ne dirisi, bir türlü bulamadık ağabeyimizi" diyen Umut Bahçeci, meydanın onlara nasıl güç verdiğini söylüyor: "Cumartesi Anneleri demek, Galatasaray Lisesi önü demek. Meydandan devlete sesleniyorduk. Sesimiz orada başladı. İnsanların ruhları orada diye düşünüyorum. Her bir kaybımızın akıbeti açıklanana kadar orada oturmak istiyoruz." 1980'den bu yana oğlunu arayan Berfo Kırbayır, Cemil Kırbayır'ın akıbetini öğrenemeden 2013 yılında vefat etti. Oğlunun kaybından sonra hasta düşen İsmail Bahçeci'nin babası Şeyhmus Bahçeci ise bir soruşturma açıldığını dahi göremeden 2004'te hayatını kaybetti. Oğluna ağabeyinin ismini veren Umut Bahçeci, akıbeti 28 yıldır bilinmeyen İsmail Bahçeci'nin hatırasını onunla yaşatıyor. 17-31 Mayıs tarihleri dünya genelinde "Gözaltında Kayıplara Karşı Uluslararası Mücadele Haftası" olarak biliniyor.
# Berlinli Türkler radikal imamı şikayet etti Berlin-Brandenburg Türk Toplumu, Berlin'deki El Nur Camii'de vaaz veren bir imamı kadınları hedef alan radikal söylemleri nedeniyle şikayet etti. Berlin'in Neukölln kentinde bulunan El Nur Camii'deki vaazlarında bir kadının eşinin cinsel ilişkide bulunma talebini hiçbir şekilde geri çevirmeye hakkı olmadığı, eşinin izni olmadan dışarı çıkamayacağını ya da çalışamayacağını söyleyen Mısırlı imam Şeyh Abdul Muaz El Ayla, Berlinli Türklerin tepkisini çekti. Berlin-Brandenburg Türk Toplumu adlı dernek, imamı halkı kin ve düşmanlığa tahrik ettiği gerekçesiyle şikayet etti. Kadınları aşağılayan karanlık ideolojilerin cezalandırılması gerektiğini belirten Almanya Türk Toplumu'nun sözcüsü Ayşe Demir, bu tür açıklamaların kadına karşı nefreti körüklediğini dile getirdi. Daha sonra cami yönetiminden İzzeddin Hammad da Alman haber ajansı dpa'ya yaptığı açıklamada, söz konusu imamın camiyle ilişiğinin kesildiğini ve El Nur Camii'ye bir daha giremeyeceğini söyledi. Hammad, El Ayla'nın misafir imam olduğunu ve İtalya'ya geri döndüğünü belirtti. El Nur Camii, Almanya'nın iç istihbarat kurumu Anayasayı Koruma Teşkilatı tarafından bir süredir izleniyor. Önceki yıllarda da bazı imamların camide nefret vaazları verdiği, cihat ve Yahudilerin öldürülmesi çağrısında bulunduğu belirtiliyor. Berlin'in İçişleri Sekreteri Bernd Krömer de imamın kadın düşmanı açıklamaları nedeniyle sadece cami derneğine girişinin yasaklanmasının yeterli olmadığını belirterek "Almanya'da bir derneğin yasaklanmasının önünde yüksek engeller var" diye konuştu. Berlin'in Neukölln semti, aşırı muhazakar Selefilerin kalesi olarak biliniyor.
# Petrol rezervleri devreye sokuldu Uluslararası Enerji Ajansı’na üye ülkelerin petrol rezervlerini açacaklarını duyurdu, bunun üzerine petrol pazarında bir rahatlama oldu. Enerji Ajansı, bundan önce sadece bir kere, 1991 Körfez Savaşı’nda petrol rezervlerini açmıştı… Katrina Kasırgası'nın ardından petrol rezervleri devreye sokuldu Amerika Birleşik Devletleri’nin güney sahillerini yerle bir eden Katrina Kasırgası, ekonomiyi de vurdu. Bölgedeki petrol kuyuları ve rafinelerinin işlemez haliyle gelmesiyle petrol sıkıntsı baş gösterdi ve dolayısıyla petrol fiyatları rekor düzeylere tırmandı. Bunun üzerinde Uluslararası Enerji Ajansı, olaya el attı. Ajans, örgüte üye ülkeleri petrol rezervlerini açmaya davet etti. Avrupa ülkeleri, Katrina Kasırgası nedeniyle yaşanan petrol sıkıntısını aşmak üzere, rezervlerinin bir kısmını açtı. Uluslararası Enerji Ajansı’nın başlattığı bu atılımla, ajansa üye ülkeler, 30 gün içinde 60 milyon varil petrol rezervini piyasaya sunacak. Ajansın bu girişimi, petrol piyasasında kısmi bir rahatlamaya yol açtı. Amerika Birleşik Devletleri ve Rotterdam’daki Avrupa spot piyasasında hem petrol, hem de benzin fiyatları düştü. Petrol rezervlerini açan ülkelerden biri de Almanya. Almanya Başbakanı Gerhard Schröder, petrol şirketlerini durumdan yararlanmak ve fiyatları suni olarak artırmakla suçladı. **"Küresel krize dönüşebilir"** Uluslararası Enerji Ajansı’nın başkanı Claude Mandil, Alman Die Welt gazetesinde verdiği demeçte, Katrina sonrası yaşanan petrol sıkıntısının sadece Amerika Birleşik Devletleri’nin sorunu olmadığını, bundan küresel bir enerji krizinin doğabileceğini söylüyor. Kasırganın rafinlerde neden olduğu zararın henüz kesin olarak tespit edilemediğini, ancak çok zarar olması durumunda petrol sıkıntısının daha da ciddi boyutlara ulaşabileceğini belirten Mandil, gelişmiş ülkelere seslenerek yeni enerji kaynaklarının araştırılmasına yatırım yapmalarını istedi. Petrol fiyatlarının Katrina kasırgasından önce de çok yüksek olduğunu hatırlatan Mandil, bundan sonra da petrol fiyatlarının seyrini kestirmenin zor olduğunu vurguladı. **Üye ülkelerde 4,1 milyar varil var** 1974 yılında kurulan Uluslararası Enerji Ajansı’na üye ülkelerin 4,1 milyar varil petrol rezervleri mevcut. Ajans’a üye 26 ülke, 90 günlük petrol stokları bulundurmak ve ihtiyaç hasıl olduğunda, bu rezervleri paylaşmakla yükümlü. Ancak 4,1 milyar varilin sadece 1,4 milyarı bizzat devletlerin tekelinde. Revervlerin geri kalan kısmı ya petrol şirketleri ya da ulusal enerji ajanslarının elinde. Şimdiye dek rezervler sadece bir kez kullanıldı. 1991 yılındaki Körfez Savaşı’nda, günde 2,5 milyon variy pazara sürüldü. **AB’den farklı sesler** İngiltere New Port’taki AB dışişleri bakanları toplantısında konuşan, Birliğin Dış İlişkilerinden Sorumlu üyesi Javier Solana Uluslararası Enerji Ajansı’nın petrol revezevlerini piyasaya sunma girişimini yararlı bir davranış olarak nitelendirirken, İngiltere Dışişleri Bakanı Jack Straw ise petrol fiyatlarını belirlemenin Avrupa Birliği’nin işi olmadığını, birliğin insani yardımlara yoğunlaşacağını söyledi.
# Bağış: Ayrıcalıklı ortaklık teklifi hakarettir Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, Türkiye’ye AB’ye tam ortaklık yerine ayrıcalıklı ortaklık teklif edilmesini hakaret olarak niteledi. Bağış, Ankara’nın teklifi hiçbir şekilde kabul etmeyeceğini söyledi. Egemen Bağış Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, AB Dönem Başkanı Belçika'nın Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Steven Vanackere ile Avrupa Birliği Genel Sekreterliği'nin Ortaköy'deki ofisinde görüştü. Görüşmenin ardından düzenlenen ortak basın toplantısında konuşan Bağış, "120 bin sayfalık AB müktesebatının hiçbir yerinde ayrıcalıklı ortaklık gibi bir alternatif yoktur'' dedi. AB'ye aday, müzakere eden ve üye ülkeler bulunduğunu vurgulayan Bağış, AB'ye üyeliğin alternatiflerinin bulunmadığını kaydetti.
# Temiz enerji, temiz gelecek Japonya'daki nükleer facia, nükleer santrallerin yol açtığı tehlikeyi bir kez daha ortaya koydu. Nükleer santrallerin insanlığa ve çevreye verdiği zarar, geleceğin yenilenebilir enerjilerde olduğunu gösterdi. Japonya’da meydana gelen nükleer felaket, nükleer enerjilerde zincirleme reaksiyonun yarattığı "öngörülemeyen riskleri" bir kez daha gözler önüne serdi. Felaketin ardından birçok ülke, nükleer enerji politikalarını değerlendirmeye aldı. Almanya da, Japonya örneğinden sonra, nükleer enerji kullanımı konusunda frene basarak, santrallerin işletim sürelerinin uzatılmasına ilişkin yasayı üç aylığına askıya aldı. Ancak nükleer enerjiden tamamen vazgeçilebilmesi için, rüzgar ve su gücü, organik maddelerden elde edilen biyokütle enerjisi ya da fotovoltaik gibi alternatif teknolojilerin üretim tesislerinin artırılması gerekiyor. Dünya’nın hiçbir yerinde Almanya’da olduğu kadar fotovoltaik, yani güneş enerjisini elektrik enerjisine çeviren üretim tesisi bulunmuyor. Almanya, enerji ihtiyacının yaklaşık yüzde 11’ni rüzgar gücü, su gücü, fotovoltaik ya da biyokütle üzerinden elde ediyor. Öyle ki elektrik üretiminde bu oran yüzde 17’yi buluyor. Öte yandan Almanya'da siyasiler ve bilim insanları, bugün yenilenebilir enerji türlerinden elde edillen yüzde 17'lik elektrik enerjisi oranının yüzde 40'lara ulaşabilmesi önünde engeller bulunduğu konusunda hemfikir. "Dünya genelinde ve Almanya’da da yenilenebilir enerjiler sektöründe ve ayrıca yan branşlarda güçlü bir canlanma başlayacak" şeklinde konuşan Yeşiller Partisi Enerji Politikaları Sözcüsü Hans-Josef Fell, önceleri "ekolojik bir hayal" gibi algılanan yenilenebilir enerjilerin, bugün bir hayalin ötesine geçtiğini belirtti. **Almanya’da yenilenebilir enerjiler alanında faaliyet gösteren kuruluşların çatı örgütü, Almanya Yenilenebilir Enerjiler Birliği’nin (BBE) yaptığı iyimser tahminlerine göre, Almanya 2020 yılında enerji ihtiyacının yüzde 30’unu çevre dostu temiz enerjiyle karşılayabilecek. Federal hükümet ise bu oranı yüzde 20 olarak öngörüyor.** **En iyi alternatif rüzgargücü** **Hatırı sayılır büyük bir kesim, rüzgar gücünün yenilenebilir enerjilerde başı çekeceği konusunda hemfikir. RWE Innogy Enerji Şirketi’nden Holger Gassner, "Bugünün maliyetleri doğrultusunda, karbondioksit emisyonunu daha fazla düşüren teknolojilere yatırım yapıyoruz. Yani bu şekilde daha fazla miktarlarda elektrik üretilebiliyor. Bu da fotovoltaikten ziyade rüzgar gücü ve diğer teknolojilerle mümkün" diyerek, rüzgar gücünü şimdiden hesaba katarak, bu alanda yatırımlar yaptıklarını ifade etti.** **Almanya Rüzgargücü Tesisleri Ekonomi Birliği, özellikle de Fukuşima Dayiçi nükleer santralindeki facianın ardından, rüzgar gücünden enerji üretilmesi gerektiği konusunda dikkatleri çekmeye çalışıyor. Birliğin başkanı Wolfgang von Geldern, Almanya’da kurulmuş olan rüzgar enerjisi tesislerinin, bugünkü yaklaşık 27 bin megawattlık üretimi 2020 yılına kadar dört kat artırılabileceği görüşünde.** **Ancak gerçekler, iyimser tahminlerden biraz farklı. Nitekim geçtiğimiz iki yıl içinde, fotovoltaik, rüzgar gücü ve biyokütle tesislerinin büyüme hızı yaklaşık yüzde 85 oranında geriledi. Federal hükümet bu durumun sorumlusu olarak küresel krizi işaret ederken, Yeşiller Partisi Enerji Politikası Sözcüsü Hans-Josef Fell, farklı görüşte. "Şu duruma bir bakın; dünyanın herhangi bir yerinde bir nükleer santral kurmak, Almanya’da bir rüzgar parkı kurabilmekten çok daha kolay. Çok fazla denetimden geçtiği için çoğu zaman onay almak yıllar sürüyor" diyen Fell, Almanya'da küçük bir su gücü tesisini büyütmek için bile çoğu zaman onay alınamadığına dikkat çekti.** **Yenilenebilir enerjiler istihdam sağlıyor** **Engeller bulunsa da, yenilenebilir enerjiler Alman ekonomisinde önemli bir yatırım aracı haline geldi. Sektör birliklerinin çalışmalarına göre, yaklaşık 370 bin kişi yenilenebilir enerjiler sektöründe çalışıyor. Veriler, bu sayının 2004 yılında sadece 160 bin olduğunu ortaya koyuyor. Yani, yenilenebilir enerjiler sadece iklim korumada önemli temiz enerji anlamına gelmiyor; bir sanayi ülkesi olan Almanya'nın ticari ilişkileri açısından da yenilenebilir enerjilerin vazgeçilmez olduğu vurgulanıyor.**
# Bush'un yeni kabinesi ABD Başkanı Bush yemin ederek göreve başladı ama kabinesi henüz kongrenin onayını bekliyor. Bush'un kabinesindeki tanıdık isimler, Condoleezza Rice, Dick Cheney ve Savunma Bakanı Donald Rumsfeld. Yeni kabine ile birlikte isimlerini sık sık duyacağımız önemli isimlerse Karl Rove, Michael Chertoff, Stephen Hadley ve Alberto Gonzales. Bush yemin töreninde, dünyaya özgürlüğü yaymak istediğini söylemişti ABD Başkanı yeni görev döneminin ana konusunu uluslararası terörle mücadele olarak görmüyor. Bu kez gündemde olan özgürlük. Bush’un yeni misyonu, tüm dünyaya özgürlük yaymak. Nedeni de Amerika’nın özgürlüğünün diğer ülkelerin özgürlüğünden beslenmesi. Özgürlük konusunda ilk hedef ise İran gözüküyor. Nitekim Başkan Yardımcısı Dick Cheney, dış politika konusunda şu anda en sorunlu ülkenin İran olduğunu söyledi. Dış politikadaki sert tutumu ile tanınan Dick Cheney, Irak savaşının ardındaki kişi olarak biliniyor. Bugün bile Amerikan tarihinin en güçlü Başkan Yardımcısı olarak nitelendirilen Dick Cheney’nin kararlarını ise o zamanki Ulusal Güvenlik Danışmanı, yeni Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice ve ikinci kabinede de Savunma Bakanlığında kalan Donald Rumsfeld yürütmüştü. Şimdi bu üçlüye eski-yeni isimler eklendi. **Bush'un sağ kolu Karl Rove** Bush’un vazgeçilmez Baş Danışmanı Karl Rove. 54 yaşındaki Rove, Bush’un Teksas valisi olduğu zamanlardan bu yana yanında ve her seçimin başarısında önemli bir payı var. Bu kez Bush’un yeniden seçilmesinin de onun eseri olduğu biliniyor. Bu kez üçüncü kez aday olması mümkün olmayan Bush’un seçilmesi için değil, Cumhuriyetçilerin iki yıl sonra yapılacak ara seçimlerdeki başarısı için çalışacak. **Yeni güvenlik danışmanı Hadley** Yeni isimlerden biri Condoleezza Rice’ın yerine getirilen Stephen Hadley. Yeni Ulusal Güvenlik Danışmanı iş hastası olarak tanınıyor. Yeni fikirler geliştirmekten çok başkalarının fikirlerini uygulama konusunda becerikli olduğu belirtilen Hadley, Rice için iyi bir halef. Geçen dört yıl zaten Rice’ın yardımcılığını yapmıştı. Kabinedeki gençlerden sayılan 47 yaşındaki hukukçu şahinlerden biri olarak Dick Cheney ile iyi anlaşıyor. **Adalet Bakanı Gonzales** Alberto Gonzales de Bush’un eski tanıdıklarından. Kabine’de Adalet Bakanı olarak görev yapacak Gonzales ile Bush, Teksas valisi olduğu dönemden tanışıyorlar. 49 yaşındaki Gonzales, geçen dönem Bayez Saray’ın hukuk danışmanı olarak işkence yasağının gevşetilmesini sağlayan kişi olmuştu. Gonzales’in yeni görevinde ilk hedefi, 11 Eylül sonrası vatandaşlık haklarının kısıtlanmasına yol açan ve bu yılın sonuna kadar geçerli olan "Patriot Act", Vatanseverlik Yasası’nın uzatılmasını sağlamak. **Güvenlik Chertoff'a teslim** Yeni Amerikan Kabinesi’nin önemli isimlerinden biri de Michael Chertoff. 11 Eylül saldırılarından sonra kurulan İç Güvenlik Bakanlığı’nın başına getirilen Michael Chertoff’un görevi terörle mücadele olacak. 51 yaşındaki hukukçu 11 eylül sonrasında da terörle mücadele önlemlerini hazırlayan isim olmuştu.
# İklim değişikliği konferansına kömür damgası Bonn'da Cuma günü sona eren BM İklim Değişikliği Konferansı, uluslararası çevre örgütlerini kısmen memnun etti. Konferansta, kömür enerjisinden vazgeçme hedefi ön plana çıktı. Bonn'daki BM İklim Değişikliği Konferansı kapsamındaki çetin müzakerelerde taraflar, Paris Anlaşması'nın nasıl uygulanacağını belirleyecek olan "kural kitabının" yazılması için kapalı kapılar ardında görüşmeler gerçekleştirdi. Müzakerelerin akşam üstü saatlerinde sonlanması planlanıyordu. Ancak Çin heyetinin baş müzakerecisi Şi Şenhua, görüşmelerin halen sürdüğü yerel saatle 22.00 sularında yaptığı açıklamada, "Müzakere edecek çok şeyimiz var" dedi. 6-17 Kasım arası düzenlenen konferansa katılan Alman heyeti ise toplantıların verimli geçtiğini açıkladı. Konferansın son gününde açıklama yapan Almanya Çevre Bakanı Barbara Hendricks ve Çevre Bakanlığı Müsteşarı Jochen Flasbart, konferanstan olumlu bir bilanço çıkardı. Müzakere heyeti, toplantılara ev sahipliği yapan Almanya'nın organizasyondaki başarısı nedeniyle övgüler aldığını, konferansın dönem başkanı Fiji'ye lojistik anlamda verdiği desteğin takdir edildiğini vurguladı. **Çevre örgütleri memnun** Bonn'daki iklim zirvesine kömür ve kömürden elde edilen enerjiden vazgeçme hedefi damgasını vurdu. Konferans öncesi ve konferans devam ederken iklim değişikliğiyle mücadelede fosil yakıtlar ve özellikle kömürden vazgeçilmesini isteyen çevre örgütleri seslerini duyurabildi. Çevre örgütleri konferansı genel anlamda memnun edici buldu. Doğal Hayatı Koruma Vakfı (WWF) Almanya'dan Kristin Reissig, "Paris ruhunun yaşadığını gördük. Ülkeler Paris Anlaşması'nın uygulanabilmesine olanak sağlayacak bir yol haritası oluşturmak için gerçekten büyük çaba harcadı" dedi. Dünya Kaynakları Enstitüsü Küresel Direktörü Paula Caballero da Bonn'daki görüşmelerin Paris Anlaşması'nın öngördüğü hedeflerin karara bağlanacağı Polonya'daki konferans için esas oluşturduğunu söyledi. **Kömüre karşı ittifak** Koferansın bitimine bir gün kala İngiltere ve Kanada'nın başını çektiği 25 ülke, eyalet ve şehir; iklim değişikliğiyle mücadele için kömür tüketimine karşı bir ittifak oluşturduklarını duyurdu. Kömür Sonrası Enerji Küresel İttifakı yayımladığı bildiride; dünya genelinde elektirik üretiminin yüzde 40'ının kömürle çalışan santrallerden elde edildiğini ve küresel ısınmanın baş sorumlulardan birinin kömür olduğunu belirtti. Kömürün yanmasıyla oluşan hava kirliliğinin solunum yolları hastalıklarına ve ölümlere de sebep olduğu vurgulanan bildiride, kömür kullanımının hem sağlık hem de ekonomik açıdan yüksek bir faturaya yol açtığı yer aldı. Ancak Berlin'in bu ittifakta yer almaması iklim konferansına ev sahipliği yapan Almanya üzerindeki baskıyı artırdı. Almanya'da yeni hükümet kuruluncaya kadar görevi devam ettiren şu anki hükümetin Çevre Bakanı Hendricks, kömürle ilgli kararı bir sonraki hükümete bıraktı. "Kömürden vazgeçeğimiz kesin" diyen Hendricks, "Ancak asıl soru bunu hangi aşamalarla ve hangi süre zarfında yapacağımız. Bu konunun doğrudan etkilediği bölgeleri nasıl dengeleyebileceğimiz. Bu konu hâli hazırda geçen yıl karara bağladığımız iklim planımızın bir parçası. Bu da yeni kurulacak hükümetin atacağı adımların temelini oluşturuyor" değerlendirmesinde bulundu. Kömür Sonrası Enerji Küresel İttifakı'na henüz katılmayan ve kömürle çalışan 70'in üzerinde enerji santrali olan Almanya'nın Başbakanı Angela Merkel, Bonn'daki BM İklim Değişikliği Konferansı'nda Çarşamba günü yaptığı konuşmada, "Kömürün, özellikle de linyit kömürünün, iklim hedeflerinin gerçekleşmesine katkı sağlaması gerekiyor" demiş ancak Berlin'in bu konuda hangi somut adımları atacağına değinmemişti. Merkel şu günlerde, kömür madenlerinin kapatılmasını şart koşan Yeşiller ile zorlu koalisyon görüşmeleri gerçekleştiriyor. **ABD'den ümit veren mesajlar** ABD konferansta sürpriz bir biçimde iklim koruma konusunda olumlu bir tablo çizdi. ABD, 2016'da 150 kadar ülkeyle birlikte imzalayarak tarafı olduğu Paris Anlaşması'ndan çekileceğini Ağustos ayında Birleşmiş Milletler'e bildirmişti. Bu yüzden de konferansta ABD heyetinin nasıl bir tavır sergileyeceği merakla bekleniyordu. ABD resmi heyeti toplantı boyunca pek göz önünde olmasa da toplantıya katılan ABD'li çeşitli kent ve eyaletleriyle önemli isimler Trump'la aksi görüşte olduklarını ortaya koydu. Bonn'da ABD Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Thomas Shannon başkanlığındaki heyetle yer alan ABD'nin California dahil 14 eyaleti ve Porto Riko, konferanstan önce kurdukları koalisyonla, Paris Anlaşması uyarınca kendi paylarına düşen sera gazı hedeflerini tutturma niyetinde olduklarını açıklamışlardı. Fosil yakıtların terk edilerek rüzgâr, güneş ve diğer temiz enerjilere geçilmesini amaçlayan Paris Anlaşması, küresel sıcaklık artışının sanayi devri öncesine kıyasla 2 derecenin altında tutulmasını öngörüyor.
# 'Yasal kafa yapıcı' alarmı İnternette banyo tuzu, baharat karışımı ve tütsü gibi 'zararsız' isimler altında satılıyorlar. Uyuşturucu madde kapsamına girmeyen ürünler Almanya'da geçen yıl 25 kişinin hayatına mal oldu. Almanya Uyuşturucu ve Bağımlılık Raporu dün hükümetin uyuşturucu ile mücadele sorumlusu Marlene Mortler ve Federal Emniyet Teşkilâtı (BKA) Başkanı Holger Münch tarafından açıklandı. Uzmanlar toplantıda Türkçede "yasal kafa yapıcı maddeler" olarak anılan "legal highs" ürünleri konusunda uyarıda bulundu. Sözkonusu sentetik uyarıcılar internet üzerinden banyo tuzu, baharat karışımı ve tütsü gibi muhtelif isimler altında ediniliyor. 2014'te Almanya'da toplam 25 kişi bu ürünlerin yol açtığı sonuçlar yüzünden hayatını kaybetti. 2013'te bu rakam 5'ti. **Yeni nesil psikoaktif etken maddeler can alıyor** BKA kayıtlarına göre 160'dan fazla yeni nesil psikoaktif etken madde kullanılarak üretilen bin 500'den fazla "legal highs" ürünü bulunuyor. Uyuşturucu kullanan çevrelerde giderek daha fazla ilgi gören "legal highs" ürünlerinin bulantı, kalp çarpıntısı, kusma ve bilincini kaybetmeden ölüme kadar uzanan muhtelif yan etkileri bulunuyor. BKA Başkanı Münch, muhtevası kesin olarak bilinmeyen sözkonusu maddelerin uyuşturucuyla mücadele yasağı kapsamına alınması gerektiğini söyledi. **En yaygın sentetik uyarıcıamfetamin** Almanya'da genel olarak sentetik uyarıcı tanımına giren maddelere ilgi 2014'te artış gösterdi. Ecstasy vakalarında yüzde 42, metamfetaminde ise yüzde 14'lük artış görüldü. "Speed" olarak da anılan amfetamin en yaygın sentetik uyarıcı olmaya devam etti. 2014 yılında uyuşturucu kullanımı nedeniyle ölenlerin sayısı bir önceki yıla göre yüzde 3 artarak bin 32'ye çıktı. 252 ölüm olayıyla Bavyera uyuşturucudan ölümlerde başı çeken eyalet oldu. Bavyera'yı 184'le Kuzey Ren-Vestfalya, 137 ile Baden-Württemberg eyaletleri izledi. Ölümlerin büyük kısmı aşırı dozda eroinden kaynaklandı. Geçen yıl uyuşturucu suçlarında da artış görüldü. 2013 yılına kıyasla yüzde 10'luk artışla 276 bin 700 vaka polis kayıtlarına girdi. Vaka sayısıyla birlikte zanlı sayısı da yüzde 8 oranında arttı.
# BND eski başkanı: Türkiye'yi etkileyebilecek durumda değiliz Alman dış istihbarat teşkilatı BND'nin eski başkanı Hanning, "Türkiye’nin Suriye’ye askeri müdahalesine eleştirel bakmakla birlikte, Türkiye’nin tavrını etkileyecek bir müdahalede bulunma pozisyonunda değiliz" dedi. Almanya'nın dış istihbarat teşkilatı Federal Haberalma Servisi'nin (BND) eski başkanı August Hanning DW Türkçe’nin sorularını yanıtladı. NATO müttefiki Türkiye’nin Suriye’ye askeri müdahalesine eleştirel baktıklarını söyleyen Hanning, "Kayıtsız kalışımızın nedeni Batı olarak Suriye konusunda somut bir konsepte sahip olmamamızdan kaynaklanıyor" dedi. "Türkiye’nin tavrını etkileyebilecek bir müdahalede bulunma pozisyonunda değiliz" diye konuşan Hanning, Almanya’nın kendi topraklarında yansıtılan gerilim kaynaklı şiddet eylemlerine tahammül göstermeyeceğini söyledi. İki ülke arasında istihbarat alanındaki işbirliğinin değişen Türk dış ve güvenlik politikasından etkilendiğini, daha zor bir sürece girdiğini aktaran Hanning, Türkiye’nin Batı’dan uzaklaştığını, Osmanlı geleneklerine daha güçlü atıf ile İslam ülkeleri arasında daha güçlü bir rol üstlenmek istediğini aktardı. Bununla birlikte Hanning, "NATO üyesi devletler olarak bizlerin, Türkiye ile ilişkilerimizi muhafaza etmek için çaba göstermemiz gerektiğini düşünüyorum" diye konuştu. BND’nin eski başkanı August Hanning’e yönelttiğimiz sorular ve yanıtları şöyle: *DW Türkçe: Suriye'de küresel ve bölgesel **güçlerin sertleşen mücadelesine tanık oluyoruz. Bir yanda Rusya ve İran**,**diğer tarafta Afrin harekatı ile etki alanını genişleten Türkiye ve ABD** …* August Hanning:Suriye’de yaşanan güçlük, aktörlerin çıkarlarının çatışıyor olmasından. Bir yanda İran var, hedefi kısmen Rusya ile örtüşüyor ve Esad rejimini sağlamlaştırmayı amaçlıyorlar. Öte yanda Türkiye var. Aslen, başlangıçta çok güçlü bir şekilde Esad rejiminin tasfiyesini hedefliyordu. Çok hasmane bir ilişkiydi. Ama gelinen noktada Türkiye, Suriye’nin bölünme olasılığının, Kürt bölgesinin kuvvetlendiği bir bölünme olasılığının, çıkarına olmadığı sonucuna vardı, Suriye’ye müdahale başlattı. Şimdi sürecin nasıl gelişeceğine bakmak lazım. Ama esas sorun Batı’nın, ABD’nin net bir planının olmayışı. Rusya ve İran’ın ise Esad’ı destekleme yönünde somut bir planları var ve bir plana, hedefe sahip olmaları onlara avantaj sağlıyor. Bizim ise somut, tanımlanmış bir konseptimiz yok. Bu da Suriye konusunda Batı olarak bizim pozisyon almamızı güçleştiriyor. Türkiye’nin Suriye’ye müdahalesine kayıtsız kalışımızın nedeni de Batı olarak Suriye konusunda somut bir konsepte sahip olmamamızdan kaynaklanıyor. *Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyinde PYD’ye karşı başlattığı Zeytin Dalı Harekatı’nın Almanya’ya yansımalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Almanya, Türkiye’deki iç sorunların kendi topraklarına taşınmasını, burada bir gerilime yol açmasını istemiyor. Türk ya da Kürt politikasına sempati ya da antipati duyulmasından bağımsız olarak, Almanya topraklarında şiddete başvurulmasına, konsoloslukların işgal edilmesine tahammül göstermeyiz, Alman güvenlik makamları şiddete karşı gereken tedbirleri alır. Suriye’deki gelişmelere ilişkin duygusal dalgalanmaları anlamak mümkün ancak Almanya’nın pozisyonu açık: Bu konuya mesafeli duruyoruz. Türkiye gayet tabii ki NATO ortağımız. Öte yandan Türkiye’nin Suriye’ye müdahalesini eleştirel bakıyoruz. Bunu da belirtmek gerekiyor. Ama Türkiye’nin tavrını etkileyebilecek bir müdahalede bulunma pozisyonunda değiliz. *BN**D ile MİT arasında son dönemde gerginlikler yaşandı. İki ülke arasında güven bunalımının etkileri sürüyor. Sizin başkan olduğunuz dönemde Türkiye ile istihbarat alanındaki işbirliğini, bugün ile kıyasladığınızda ne gözlemliyorsunuz? Belirli alanlarda ortak çıkarlarımız devam ediyor. Öte yandan Türkiye son yıllarda dış ve güvenlik politikalarında değişime gitti. Osmanlı geleneklerine daha güçlü bir atıf, ilişkilendirme var. Türkiye, İslam ülkeleri arasında daha güçlü rol üstlenmek istiyor. Zihinsel olarak Batı’dan daha fazla uzaklaştı. Avrupa ile ilişkilerinde bunu gözlemleyebiliyorsunuz. Bu gayet tabii ki istihbarat örgütleri arasındaki ilişkileri etkiliyor. Benim başkanlığım dönemine göre, 10 ya da 20 yıl öncesine göre çok daha zor bir ilişki söz konusu… Bununla birlikte halen ortak çıkarlarımız var. Biz Türkiye’de ya da Almanya’da terör eylemleri yaşanmasını istemiyoruz. Ama yinelemem gerekiyor: Türk siyaseti değişti ve evet bunun istihbarat örgütlerinin işbirliğine etkisi var. *Almanya’nın en önemli dış politika önceliği şu anda İran ile nükleer anlaşmanın devamının sağlanması. Geçen hafta Berlin’de ABD ve Avrupalı yetkililer arasında İran ile nükleer anlaşma konusunda görüşmeler gerçekleştirildi. ABD Başkanı Trump, 12 Mayıs’a kadar ilave bazı konularda adım atılmaması halinde anlaşmadan çekileceğini duyurmuştu. AB ülkeleri ise anlaşmanın muhafazasından yana. Transatlantik ilişkilerde İran kaynaklı bir kırılma yaşanabili**r mi?* Şu aşamada ABD ve Avrupalılar arasında bir mutabakat arayışı var. Geçen hafta taraflar Berlin’de görüşmeler gerçekleştirdi. Temel sorun şu: Biz Avrupalılar için öncelik İran’ın nükleer silahlara sahip olmasını önlemek. ABD ise sadece İran’ın nükleer silahlara sahip olmasını önlemekle yetinmek istemiyor. İlave beklentileri var. Nükleer anlaşmayı İran’ın politikaları, tavrı ile ilişkilendirmek istiyor. Bu tabiri caizse esasa ilişkin bir çelişki teşkil ediyor. Şu aşamada ABD ile bir yol ayrımına gittiğimizi düşünmüyorum. Farklı bakış açılarımız olsa da ABD ile bir uzlaşı arayışımız var. Bunun ardından da İran ile görüşme yürütmeye çalışacağız. *Türkiye de İran ile nükleer anlaşmanın korunmasından yana gözüküyor. Ayrıca son yıllarda bölgede rakip iki güç Türkiye ile İran arasında daha yakın ilişkiler gözlemliyoruz. NATO müttefiki Türkiye’nin İran ile yakınlaşmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye-İran ilişkileri her zaman değişkenlik göstermiştir, iniş çıkışlar olmuştur. Türkiye nüfusun çoğunluğu Sünni. İran ise tüm Şiilerin koruyucusu olma iddiasında. Bu her zaman taraflar arasında temel ayrışma noktasını oluşturmuştur. İki ülke arasındaki ekonomik ilişkilerde olumlu gelişmelerin yaşandığı dönemler olmuş olsa da gerileme süreçleri de yaşandı. Bazı konularda uzlaşıyor olsalar da esas itibariyle Türkiye ile İran’ın çıkarları farklı. Bizim, yani NATO üyesi devletler olarak bizlerin, Türkiye ile ilişkilerimizi muhafaza etmek için çaba göstermemiz gerektiğini düşünüyorum.
# "HDP'ye saldırının arkasındaki nefret söylemi" HDP il binasına saldırının arka planında yatan nedenleri değerlendiren uzmanlar, siyasetteki nefret söylemine dikkat çekiyor, iktidarın nefret söyleminin bu tür saldırıları cesaretlendirdiği tespiti yapıyor. HDP İzmir İl Başkanlığı binasına saldırı, Anayasa Mahkemesi'nin HDP'nin kapatılması istemiyle hazırlanan ikinci iddianame üzerindeki ilk incelemesini yapacağı 21 Haziran öncesinde gerçekleşti. Deniz Poyraz adında bir kişinin hayatı kaybettiği saldırı sonrası yaptığı açıklamada, saldırıdan AKP ile MHP'yi sorumlu tutan HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar ise "Burada yapılmak istenen geçmişte benzerlerini gördüğümüz kanlı oyunların tekrarı gibidir. 7 Haziran-1 Kasım arası yaşananları boşuna hatırlatmıyoruz" diye konuştu. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan da geçen hafta Meclis Grup Toplantısı'nda yaptığı konuşmada 7 Haziran seçimlerine değinmiş ve "Türkiye, 2013'teki Gezi olaylarıyla başlayan karanlık senaryonun Meclis veçhesiyle 7 Haziran 2015 seçimlerinde karşılaşmıştır. Ülkemizin üzerine belirsizlik kara bulutlarının çöktürülmeye, eski Türkiye özlemlerinin tekrar canlandırılmaya çalışıldığı, terör örgütleri eliyle siyasetin dizayn edilmeye kalkışıldığı 7 Haziran 2015 seçimlerinin asla unutulmaması gerekiyor" ifadelerini kullanmıştı. Türkiye'nin kritik günlerden geçtiğine dikkat çeken uzmanlar da 7 Haziran-1 Kasım 2015 arasında Türkiye'de yaşananları hatırlatmasının "çok önemli" olduğu görüşünde. Kamuoyu araştırmacısı İbrahim Uslu, DW Türkçe'ye AKP'nin ve hemen sonrasında da MHP'nin 7 Haziran'dan beri "günden güne dozunu artıran bir şiddet, nefret söylemi" kullandığını söylüyor. Uslu, "Bir partinin hatalarını söylemek ayrı şey, şeytanlaştırmak ayrı şey. Bir partiyi sabah akşam terör destekçisi ilan ederseniz, ülkede akan her kandan o partiyi sorumu tutarsanız birilerinin de HDP'den nefret etmesinin, gidip de HDP'ye saldırmasının yolunuaçmış olursunuz" diyor. 7 Haziran 2015 seçimlerinde AKP, iktidara geldiği 2002 seçimlerinden sonra ilk kez parlamentodaki tek başına iktidar çoğunluğunu kaybetmişti. AKP yüzde 40,8 oy alırken, HDP oyları yüzde 13,1'e yükselmişti. Ağustos 2015'te MHP lideri Bahçeli de "İzmir'de, Marmaris'te yazlıklarında yatıp AKP'nin olmasın diye oyunu MHP'ye vermeyen, ama HDP'yi meclise taşıyan zavallılar, Türkiye'nin kaymağını yiyenler, Boğaz'da, yalılarda viskisini yudumlayıp oyunu HDP'ye veren şerefsizler. Şimdi HDP ile koalisyonu kurun" çıkışıyla HDP'yi doğrudan hedef almıştı. HDP'nin kapatılmasını isteyen Bahçeli'nin HDP'li yöneticilere ve HDP'ye oy verenlere yüklenmekten vazgeçmediğini ve "nefret dilini sürekli öne çıkardığını" hatırlatan İbrahim Uslu, "İktidar gerilim siyasetinden vazgeçmiyor. Bu böyle gidemez. Bu gerilim devam edemez" görüşünü dile getiriyor. 7 Haziran 2015 seçiminde "uzlaşma ve demokrasi"den yana olan seçmenin iktidardan desteğini çektiğine işaret eden Uslu, önümüzdeki ilk seçimde seçmenin iktidar ve muhalefeti bu açıdan teraziye koyabileceği mesajı veriyor. "Cenazeye gitmeliler" Uslu, "Seçmen kutuplaşma siyasetini cezalandırma kararı alırsa, ülkedeki şiddetten kaygısını sandığa yansıtırsa, ki o gün çok uzakta değil, siyasetçi de gereken mesajı almış olacak. Bu şiddet ortamının, nefret söyleminin bir an önce bitirilmesi gerekiyor" değerlendirmesini yapıyor. HDP İzmir il binasına saldırıdan sonra muhalefetin demokrasi, hukuk gibi evrensel değerlerde ve parlamenter sistemde birleştiğini bir kez daha gösterircesine saldırıyı kınamakta birleşmesinin, çok anlamlı olduğunu söyleyen Uslu, "Bugün seçmen muhalefetin şiddet dilini değil, iktidar cephesinin şiddet dilini konuşuyor. Saldırıyı kınadılar ama bu yetmez. İktidar, tansiyonu düşürmek için ya hayatını kaybeden HDP il binası çalışanının cenazesine gitmeli ya da HDP'ye başsağlığı ziyaretinde bulunmalı. Türkiye'nin huzur aradığı açıkça gösterilmezse saldırganlar cesaretlenir" uyarısında bulunuyor. 7 Haziran ve sonrası Erdoğan, Meclis Grup Toplantısı'ndaki konuşmasında 7 Haziran sonrasındaki süreçte Türkiye'nin Kasım 2015'te bir yenileme seçimi, 15 Temmuz 2016’da bir darbe girişimi, Nisan 2017’de bir halk oylaması, Haziran 2018'de bir erken seçim, Mart 2019'da da bir mahalli seçim yaşadığına dikkat çekmişti. Erdoğan, "Bu dönemde çukur eylemleriyle vatanımızın bütünlüğüne terör örgütleri kullanılarak milletimizin güvenliğine, Suriye'deki karmaşa fırsat bilinerek ülke sınırlarımızın dokunulmazlığına ve ekonomimize saldırılmıştır. Allah'a şükür ülkeyi kaosa ve çöküşe sürükleme oyununu bozduk" ifadeleri de kullanmıştı. Erdoğan'ın hatırlattığı 7 Haziran seçimi sonrasında Kürt sorunu için yürütülen çözüm süreci de noktalandı. PKK, yol kesme ve şantiye basma eylemlerine başladı. Türkiye "canlı bombalar"ın düzenlediği intihar saldırılarıyla sarsıldı. Şanlıurfa Suruç'ta 33 kişi hayatını yitirdi. Suruç saldırısından iki gün sonra Ceylanpınar'da 2 polis başlarından vurularak öldürüldü. PKK ve IŞİD'e yönelik eylemler başladı. Türkiye tarihinin en kanlı saldırısı 10 Ekim'de Ankara'da yaşandı. Gar Katliamı olarak tarihe geçen saldırıda 102 kişi hayatını yitirdi. 1 Kasım'da yenilenen seçimde AKP yeniden tek başına iktidar çoğunluğunu elde etti. "İktidarın elinde yeterince imkan ve güç var" Koç Üniversitesi'nden siyaset bilimci Prof. Dr. Murat Somer de saldırıyı DW Türkçe'ye değerlendirirken tıpkı Uslu gibi iktidarın nefret dili ve söyleminin bu tür saldırıları kolaylaştırdığı, saldırganları cesaretlendirdiği tespiti yapıyor. Somer, "İktidarın ve güdümündeki medyanın kullandığı düşmanlaştırıcı dili ve söylemi muhalefet kullanmış olsaydı, iktidarın 2015'ten beri kurduğu hukuk düzeni içindeki savcılar, terörle iltisaklı olmak, bağlantılı olmak suçundan ilgili kişilere dava açardı. İktidarın elinde bu tür olayların olmasını engellemek için yeterince güç ve imkân var. Neden engellenmiyor. Engellenmiyorsa, bu olaylara göz yumuluyor, hatta birileri bundan fayda umuyor demektir" yorumu yapıyor. Saldırıdan sonra muhalefetin demokrasi, hukuk, toplumsal barış ve huzur temelinde ortak bir tavır sergilediğine, ortak açıklama yapmasalar da saldırıyı ve arkasındaki niyetleri kınayan, lanetleyen benzer açıklamalarla birbirlerine yaklaştıklarına vurgu yapıyor. 7 Haziran 2015 sonrasında yaşananları hatırlatan Somer, "Toplum ve muhalefet partileri bir öğrenme sürecinden geçti. 7 Haziran 2015 seçiminde muhalefete şans vermek istedi seçmen. Ama ülke öyle bir korku iklimine sürüklendi ki, muhalefetin ortak hareket etmesi engellendi. Şimdi HDP binasında işlenen cinayetin arkasında olanların hedefi muhalefeti bölmek olabilir ama umduklarını da bulamayabilirler. Çünkü muhalefetin birbirine yaklaşması söz konusu" diye konuşuyor. Yaşananların "muhalefet için sınav" olarak da değerlendirilebileceğini anlatan Somer, Türkiye'nin 7 Haziran 2015 sonrasında yaşananları tekrar yaşamaması için muhalefetin "ortak bir dille, ortak bir tavır sergileyip toplumun önüne bir çözüm planı sunabileceği" önerisini getiriyor. HDP'nin de bu dönemin yeniden yaşanmasını istemediğini düşündüğünü söyleyen Somer, "Muhalefet; demokrasi, hukuk ve toplumsal barış temelli bir hikaye sunabilirse topluma, HDP de destekleyecek ve istismara açık politikalardan kaçınacaktır" diyor.
# Alman Sosyal Demokratlar genişlemeden çark etti Avrupa Parlamentosu’ndaki Alman Sosyal Demokratlar, politika değiştirdi. Şimdiye dek AB’nin genişlemesini destekleyen Alman Sosyal Demokratlar, AB’nin bir süre "dinlenmesi" gerektiğini savunuyorlar ve Türkiye için de Türkiye için de tam üyelik dışında bir forlüm geliştirilmeli" diyorlar. AP'deki Alman Sosyal Demokrat, genişleme konusunda tavır değiştirdi 2004 yılı, Avrupa Birliği’nin en çok genişlediği yıldı. Bir anda 10 ülkenin katılımıyla, Birliğin üye sayısı 25’e yükseldi. Genişleme süreci henüz tamamlanmış değil. Türkiye dahil, hala Avrupa Birliği’ne girmek isteyenler, kapıda beklerken de harıl harıl reform yapanlar var. Ancak üyeliğe aday ülkeler için işler bundan böyle istedikleri gibi gitmeyebilir, çünkü önemli bir destekçilerini kaybettiler. Şimdiye dek Birliğin genişlemesini destekleyen Avrupa Parlamentosu’ndaki Alman Sosyal Demokratlar yön değiştirdi. Sosyal Demokratlar’ın yeni tezi şu: "Yeni üyeler ancak belirli bir süre sonra ve belirli şartlar altında kabul edilmeli." Alman Sosyal Demokrat Parti’den Klaus Hentsch, genişleme konusunda işlerin kontrolden çıktığına dikkat çekerek, yeni bir stratejinin belirlenmesi gerektiğini söylüyor. Hentsch sözlerini şöyle sürdürüyor: "Birlik karar vermeli: Giderek daha çok büyümek mi istiyor, yoksa üyelerinin birlik içinde hareket ettiği ve dayanıştığı, hareket kabiliyeti kısıtlanmamış bir yapılanma olarak mı kalmak istiyor?" **Karar metni çıkardılar** Avrupa Parlamentosu’ndaki Alman Sosyal Demokratlar, Birliğin genişleme politikasında değişliklik yapılmasını isteyen bir karar metni çıkardı. Genişleme politikasının asıl mimarlarından birinin Alman Sosyal Demokrat Günther Verheugen’in olduğu belirtilen metinde, isim verilmeksizin Almanya eski Başbakanı Gerhard Schröder ve Dışişleri eski Bakanı Joschka Fischer eleştiriliyor. Metinde, jeo-stratejik kaygılar yüzünden Birliğin genişlemesinin kabul edilemeyeceği, Birliğin güçlenmesinin esas olduğu kaydediliyor. Alman Sosyal Demokrat kanat, ayrıca Avrupa Birliği Komisyonu’nun üye adaylarıyla yürüttüğü müzakerelerde kullandığı yöntemden de hoşnut değil. Avrupa Birliği Komisyonu’nun fazla yumuşak bir strateji izlediğini kaydeden Hentsch, "Fazla hoşgörülü davranıyor. Biz de Avrupa Birliği’nin sonsuza dek genişleyemeyeceğini göstermeye çalışıyoruz" diyor. Şimdiye kadar, katılım şartlarının kısmen yerine getirenlerin de üyeliğe kabul edildiğini işaret Hentsch, bu durumun değişmesi gerektiği, katılım şartlarının yüzde 100 yerine getirilmesi gerektiği görüşünde. Komisyon, fazla yumuşak davrandığı için 2004 yılında üye sayısında patlama yaşandığına işaret eden politikacı, özellikle Bulgaristan ve Romanya’ya karşı fazla tolerans gösterildiğini iddia ediyor. **Türkiye konusu** Türkiye’ye gelince… Ankara’ya, Gümrük Biriği Protokolü’nün gereklerini yerine getirmesi ve liman ile hava alanlarını Rumlar’a açması şartının koşulduğunu, aksi takdirde Sosyal Demakrotlar’ın üyelik müzakerelerinin kesilmesinden yana oy kullanacaklarını belirttiklerini hatırlatan Hentsch, "Tam üyelik dışında başka bir formül olmalı. Şimdiye kadar gidilen yoldan devam edilemez" diyor. Ve Hentsche’e göre, genişlemenin yeniden gündeme alınması için uzun bir konsolidasyon sürecine, en az 20 yıla ihtiyaç var.
# 01.07.2010 - Alman basınından özetler Bugünkü Alman gazetelerinde ağırlıklı olarak ele alınan konu, dün yapılan cumhurbaşkanlığı seçimi. Gazeteler, seçimi koalisyonunun adayı Christian Wulff'ün ancak üçüncü turda kazanmasını farklı yönleriyle analiz ediyor. Münih'te yayımlanan ulusal gazetelerden **Süddeutsche Zeitung'un konuyla ilgili yorumu şöyle:** "Wulff çok çabalayarak seçimleri kazandı ama aslında kazanan en yakın rakibi Gauck'tu. Gauck Başbakan Angela Merkel'de eksik olan otoriteyi sağlamayı başardı. Angela Merkel'in vatandaş nezdinden kaybettiği güven ve sempatiyi kazandı. Wulff sadece çaba ve çaresizliğin cumhurbaşkanı oldu. Merkel ise çaba ve çaresizlikle kendisini kurtarmış oldu. Merkel'ın durumu şöyle açıklanabilir: Hrıstiyan Demokrat Birlik Genel Başkan Yardımcısı üç önemli isim, Christian Wulff, Kuzey Ren Vestfalya Başbakanı Jürgen Rüttgers ve Hessen Başbakanı Roland Koch farklı yol ve yöntemlerle görevlerini bırakma kararı alarak, tedavülden kalkmış oldular. Almanya Başbakanı Merkel'e parti içinde başkaldıracak isim kalmadı. Koalisyon çok sefil bir durumda olsa da başbakan, kendi partisi içinde politik güç açısından inanılmaz konforlu bir pozisyonda bulunuyor. Ancak bu aynı zamanda eleştirilecek de bir durum. Merkel daha önce hiç bu kadar güçlü olmamıştı. Aynı zamanda şimdiye dek hiç bu kadar büyük bir tehlike içinde de olmamıştı. Koalisyona duyulan güven kaybı o kadar büyük ki, Wulff'ün cumhurbaşkanı olarak seçilmesi bile bunu dengeleyemez. Merkel, Almanya'nın en yüksek makamını kötüye kullanmayı denedi. Niyeti anlaşıldı ve cezalandırıldı." Aynı konuyla ilgili olarak **Berliner Zeitung'un yorumu ise şöyle:** "İdeal cumhurbaşkanı sadece normal olmamalı aynı zamanda normalden sıyrılıp sivrileşebilmeli. Ayakları yere sağlam basmalı, ancak entellektüel açıdan da parlamalı. Partilerüstü olmalı, ancak aynı zamanda bir konu hakkında somut bir görüşü de olmalı. Cumhurbaşkanı ancak konuşarak etkili olabilir. İyi bir hitap yeteneği olan Christian Wulff şimdiye dek tanıdığımız yönüyle, muhtemelen çok fazla yanlış şeyler söylemeyecek ve kesinlikle can sıkacak ifade ve görüşler de dile getirmeyecektir." Stuttgarter Nachrichten ise yorumunda cumhurbaşkanlığı seçiminden çıkarılması gereken dersi analiz ediyor: ** "Seçim bize ne öğretti? Bir tarafta Sosyal Demokratlar ve Yeşiller'in Sol Parti ile aralarında bir köprü kurmayı başaramadığını. Diğer yanda ise Hrıstiyan Birlik-Hür Demokrat koalisyonun yine bir çıkış kapısını kötü kullandığını. Christian Wulff cumhurbaşkanı seçildi. Merkel amacına ulaştı ama bu ona çok pahalıya maloldu." Nordbayerischer Kurier yorumunda Wulff'ün başarılı bir cumhurbaşkanı olabileceği görüşünü savunuyor: ** "Seçimlerde üçüncü turda en fazla oyu alarak seçilen Almanya'nın yeni cumhurbaşkanı Christian Wulff'un, bu başarısız başlangıçtan sonra işi kolay olmayacak. Kendisinin, Merkel'ın iktidar için oynadığı pokerin bir parçası olduğunu bilen vatandaşları kazanmalı. Ancak Wulff'un bunda sorumluluğu yok. Bütün bu gelişmelere rağmen iyi bir cumhurbaşkanı olabilir. Onun selefleri de aynı şekilde partilerin bir ürünüydü. Bu gelişme, dün yaşanan önemli günün sonunda teselli edici tek noktaydı."
# Uludağ ödülünü bedel ödeyen gazetecilere adadı Yeni DW'nin **beta** sürümüne herkesten önce göz atın. Görüşünüzü bize bildirerek yeni DW'yi daha da geliştirmemize yardımcı olabilirsiniz. 2021 Raif Bedevi Cesur Gazetecilik Ödülü'nü bugün düzenlenen törenle alan DW Türkçe muhabiri Alican Uludağ, "Gazeteciler elbette korkabilir ama cesaretini asla kaybetme lüksleri yoktur" dedi. 2021 Raif Bedevi Cesur Gazetecilik Ödülü'ne layık görülen Deutsche Welle Türkçe muhabiri Alican Uludağ, ödülünü bugün düzenlenen törenle aldı. Friedrich Naumann Vakfı ile Alman Yayıncılar Birliği tarafından internet üzerinden düzenlenen törende konuşan Uludağ, basın ve yargının bir ülkede demokrasinin güvencesi olduğunun altını çizerek Türkiye'de basın özgürlüğünden de yargı bağımsızlığından da söz etmenin olanaklı olmadığını belirtti. Türkiye'de gazeteciliğin, yaratılan korku ikliminde zor şartlar altında yapıldığına işaret eden Uludağ, Uğur Mumcu, Abdi İpekçi, Çetin Emeç, Ahmet Taner Kışlalı, Hrant Dink ve Metin Göktepe'nin isimlerini anarak "Gazetecilik bir bayrak yarışıdır. Bize düşen, katledilen gazeteci ve yazarlar gibi cesurca bu yolda yürümek ve bayrağı ileriye taşımaktır" diye konuştu. "Korku insani bir duygudur. Gazeteciler elbette korkabilir ancak cesaretini asla kaybetme lüksleri yoktur" diyen Uludağ, aldığı ödülü her türlü zor şartlara rağmen gazetecilik yapan ve gazetecilik yaptığı için bedel ödeyenlere adadığını söyledi. Suudi Arabistanlı blog yazarı Raif Bedevi, 2012'de İslam'a hakaret ve irtidad, yani İslam'ı terk etme gerekçesiyle tutuklanmış, kendisine 10 yıl hapis cezasının yanı sıra yaklaşık 194 bin euro para cezası ve bin kırbaç cezası verilmişti.
# "Oğlumun kemiklerini ellerimle çıkardım" Mardin Dargeçit’te Ekim 1995 ile Mart 1996 tarihleri arasında 3’ü çocuk 8 kişinin zorla kaybedilmesiyle ilgili açılan, kamuoyunda "Dargeçit JİTEM" olarak bilinen davada sona gelindi. Geçtiğimiz Haziran ayında karar çıkması beklenen davada, mahkeme heyeti değiştiği için karar verilememişti. Avukatlar, bugün Adıyaman 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülecek davada zamanaşımı tehlikesine de dikkat çekiyor. Mardin’in Dargeçit ilçesinde 1995 yılının Ekim ayında PKK tarafından kaçırılan iki öğretmen ve bir müteahhidin cenazelerinin bulunmasının ardından ilçede ev baskınları başladı. Baskınlar sırasında gözaltına alınan Davut Altınkaynak (13), Seyhan Doğan (14), Nedim Akyön (16), Abdurrahman Coşkun (21), Mehmet Emin Aslan (19), Abdurrahman Olcay (20), Hikmet Kaya (24) ve Süleyman Seyhan’dan (57) bir daha haber alınamadı. Aileler yıllar boyunca başvurularına yanıt alamadı. Gözaltında kaybedilen çocuklardan Davut Altınkaynak’ın babası Abdülaziz Altınkaynak, o sırada İstanbul’da inşaat işçisi olarak çalışıyordu. Evlerine baskın yapıldığı gün, amcasına giden çocuğu bulamayan askerler, anne Hayat Altınkaynak’ı gözaltına aldı. İddianamede yer aldığına göre, 15 gün önce doğum yapan kadın, karakolda ağır işkence gördü. Oğlu Davut’un amcasının evinde olabileceğini söylemesi üzerine bu eve de baskın yapıldı ve 13 yaşındaki çocuk gözaltına alınarak karakola götürüldü. Anne Altınkaynak, oğlu gözaltında işkence gördüğü sırada serbest bırakıldı. Baba Abdülaziz Altınkaynak’ın DW Türkçe’ye aktardığına göre, Hayat Altınkaynak karakoldan bırakılmadan hemen önce askerler tarafından oğlu Davut’un işkence gördüğü odanın kapısına getirildi. "Kapıyı açıyorlar, eşim Davut’u filistin askısında görüyor. Annesine bir bardak su için yalvarmış. Annesi bir bardak su veremedi. Yerde kan damlaları görmüş. Davut’un bize en son dediği 'Bir bardak su'dur. Sonra biz Davut'u göremedik." ## Emekli korucu itirafı ile kemikler bulundu Gözaltına alındıktan sonra bir daha haber alınamayan aileler, defalarca savcılığa başvurdu. Savcılık her defasında kayıp kişilerin ifadesinin alınıp bırakıldığını söyledi. Ancak Abdülaziz Altınkaynak’ın aktarımına göre, sekiz kişinin gözaltına alındığına dair kayıt yoktu. Aradan geçen 14 yıl boyunca gözaltında kayıplarla ilgili hiçbir gelişme yaşanmadı. Ailelerin 2009’da bir kez daha suç duyurusunda bulunmalarının ardından yıllar sonra savcılık ilk kez soruşturma başlattı. Emekli bir korucunun Bağözü köyünde çukur açarak ceset gömdükleri itirafı üzerine soruşturma genişletildi. Bölgede yapılan kazılarda 11 kafatası ve insan kemiğine ulaşıldı. Yapılan incelemede kemiklerin, Mehmet Emin Aslan, Seyhan Doğan, Abdurrahman Coşkun ve Abdurrahman Olcay’a ait olduğu tespit edilldi. 2015’te ise Dargeçit’in Dilan köyü kırsalında çobanlar başka kemiklere rastladı. Bunun üzerine aynı civardaki kuyuda kazı çalışmalarına başlandı. Çalışmalar bitince bir avuç kemik çıkarıldı. Baba Altınkaynak kazı ekibine, "İzin verin, ben ineyim" dedi. İki kişiyle beraber kuyunun en dibine indiler. Daha fazla kemiğin yanı sıra kıyafet ve ayakkabı da buldular. 3 Mayıs 2016 tarihli Adli Tıp Kurumu raporuyla kemiklerin Davut Altınkaynak ile 16 yaşındaki Nedim Akyön’e ait olduğu tespit edildi. "Oğlumun kemiklerini ellerimle çıkardım. Amcasının gömleğini giydirmişlerdi, o gömlek duruyordu. Bir sene sonra 'Kemiklerinizi alın' dediler. O sıra Nusaybin’de sokağa çıkma yasağı vardı. 'Birkaç gün kalsın, tüm aile toplanıp öyle defnedelim' diye rica ettim. İzin vermediler. O akşam aldık, ertesi gün Dargeçit’te defnettik." ## Dava 2014 yılında açıldı Gözaltında sekiz kişinin kaybedilmesine ilişkin dava 2014’te Midyat Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hazırlanan iddianame ile açıldı. Ekim 2014’te hazırlanan ilk iddianamede, dönemin Mardin Jandarma Komando Tabur Komutanı Hurşit İmren, Dargeçit İlçe Jandarma Komutanı Mehmet Tire, Dargeçit Merkez Jandarma Karakol Komutanı Mahmut Yılmaz, Karakol Komutanı Yardımcısı Haydar Topçam ve Uzman Çavuş Kerim Şahin'in "kasten öldürme" suçundan cezalandırılmaları istendi. Dosyada yer alan 16 şüpheli hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verildi. Ancak İnsan Hakları Derneği (İHD) Mardin Şubesi’nin itirazı üzerine takipsizlik verilen şüpheliler hakkında ek iddianame hazırlandı. Dava, güvenlik gerekçe gösterilerek Adıyaman’a nakledildi. İlk duruşma, 1 Ekim 2015 tarihinde Adıyaman 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü. "Güvenlik gerekçesi" ile duruşmalara getirilmeyen sanıklar SEGBİS ile salona bağlandı. Sanık Hurşit İmren sağlık ve yaş durumu nedeniyle duruşmalardan vareste tutuldu. Tüm sanıklar davanın başından beri tutuksuz yargılanıyor. ## Savcı beraat istedi Savcı, 13 Mart 2017 tarihli duruşmada dosyanın Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen Kızıltepe JİTEM Davası dosyasıyla birleştirilmesine karar verilmesini talep etti. Mahkeme bu talebi kabul etti. Ancak Yargıtay birleştirme kararını yerinde bulmadı ve dosyayı yeniden Adıyaman 1. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderdi. 6 Şubat 2019 tarihli duruşmada dinlenen tanıklar, JİTEM tarafından resmi kayıtlara geçmeyen gözaltılar yapıldığını ve gözaltına alınanlardan infaz edilenler olduğunu söyledi. 29 Mart 2021 tarihli duruşmada mütalaa veren savcı, "tanıklardan hiçbirinin dosyada mevcut maktulleri dosya kapsamındaki sanıkların öldürdüğüne ilişkin doğrudan bir görgülerinin bulunmaması, olay anlarını kaydeden herhangi bir kamera kaydının dosyada mevcut bulunmaması, maktullerden elde edilebilen bulgular ile sanıklardan alınacak örnekler arasında doğruluğu yüksek sonuçlar veren moleküler genetik inceleme yapılma imkanının bulunmaması" gerekçeleriyle tüm sanıklar hakkında beraat istedi. Haziran 2021’de görülen ve karar çıkması beklenen duruşmada mahkeme heyeti değişti ve karar çıkmadı. ## "İşlenen suçlar ancak örgütlü bir yapılanma ile mümkün" Davayı yakından takip eden Hafıza Merkezi'nden avukat Esra Kılıç, iddianamede, soruşturma sürecinde dinlenen tanıkların JİTEM adlı özel bir ekibin Dargeçit’te faaliyet gösterdiğini belirtmesi ve eylemlerin önceden tasarlandığı sonucuna varılmakla yetinildiğini belirtiyor. "İddia konusu suçların işlenebilmeleri ancak örgütlü bir suç yapılanması kapsamında mümkün olsa da, bu konuda ne etkili soruşturma yürütüldü ne de suç isnadı yapıldı" diyen Kılıç'a göre, Kızıltepe JİTEM ve Dargeçit JİTEM davaları arasında irtibat kurulmayarak kovuşturmaların derinleştirilmesi de engellendi. Avukat Kılıç, davanın 2025 yılında zamanaşımına uğrayacağını hatırlatarak, "Mahkeme heyetinin dört kere değişmesi ve gerekli araştırmaların çok geniş zamana yayılarak yapılması, mahkemenin karar verme konusunda isteksiz olduğunu düşündürtüyor" diyor. Kılıç, davada beraat kararı verilmesi ya da zamanaşımı hükümleri uygulanması halinde, devletin etkili soruşturma yükümlülüğünü yerine getirmemiş olacağının ve bu durumun da cezasızlık kültürünün devamı anlamına geleceğinin altını çiziyor. ## "Bunlar 'faili belli' cinayetler" Altınkaynak ailesi şu an Mardin’in Nusaybin ilçesinde oturuyor. Abdülaziz Altınkaynak, "Dargeçit'te huzur yoktu, güvenlik yoktu" diyor. Biri polis işkencesine maruz kalan iki çocuğu ise artık yurt dışında yaşıyor. Oğlu Davut’u aradıkları yılları, "Çok zor bir dönemdi. Kemiklerini mi yoksa kendisini mi bulacaktık, bilmiyorduk" diye hatırlıyor. Henüz soruşturma bile yürütülmediği zamanlar, iş için gittiği Kayseri’de bir vatandaşın oğlu Davut’a benzeyen birini gördüğünü söylemesi üzerine bir umut yerel bir televizyona çıkıp insanlara seslendiğini anlatan Altınkaynak, şimdi ise 4 Nisan’da Adıyaman 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülecek davadan adalet çıkmasını bekliyor. "Çok zor zamanlardı. Tansu Çiller’in başbakan olduğu zamanlardı. Mahkeme heyeti şu an devlet baskısından mı, bilmiyoruz, ama bir türlü karar veremiyor. ‘Faili meçhul’ değil, bunlar 'faili belli' cinayetlerdir."
# Avrupa'nın en iyi filmi: "Good Bye Lenin" Wolfgang Becker’in komedisi "Good Bye Lenin" Cumartesi akşamı Berlin’dedüzenlenen törenle sahiplerini bulan 2003 Avrupa film ödüllerinin galibi oldu. "Good Bye Lenin" aday gösterildiği altı dalda yılın filmi seçildi. Silke Bartlick’in haberi... En İyi Erkek Oyuncu Ödülü'nü de Daniel Brühl aldı Good Bye Lenin’in ekibi 2003 Avrupa film ödüllerinin dağıtıldığı gala gecesinin yıldızıydı. Wolfgang Becker’in Berlin Duvarı‘nın yıkılmasından iki Alman devletinin birleşmesine kadar geçen dönemde geçen trajikomik öyküsü, yılın En İyi Avrupa Filmi Ödülü‘nü kazanan ilk Alman filmi olmasının yanı sıra, halk ödüllerinin de hepsini topladı. Bu zaferlerine bir de yılın En İyi Senaryosu ve yılın En İyi Erkek Oyuncusu ödülünü ekledi. Daniel Brühl, yılın En İyi Erkek Oyuncusu Ödülü’nü gözyaşları içinde alırken, "Bu kadarı fazla geldi bir bardak viski içmeliyim" diyordu. Daniel Brühl,Good Bye Lenin’de ağır hasta olan annesini hayatta tutmak için adeta imkansızı başaran Doğu Berlinli bir genci canlandırıyor. Duvarın yıkılışı sırasında komada olan annesi uyanınca, onu heyecanlandırmamak için akla gelmedik türlü yöntemlerle Doğu Almanya’da herşeyin eskisi gibi devam ettiğine inandırmaya çalışıyor. Ve bunda da hayli başarılı oluyor. "Good Bye Lenin" şimdiye dek 68 ülke tarafından satın alındı. Sadece Almanya’da Şubat ayında vizyona girmesinden bu yana 6 milyonu aşkın seyirci seyretti. Yönetmen Wolfgang Becker, filminin uluslararası piyasalardaki başarısını şöyle açıklıyor: Benim için ana-oğul ve de bölünmüş bir aileyi anlatan bu öykü aynı zamanda bölünmüş Almanya’nın da simgesiydi ve de yeniden birleşmenin öyküsünden çok daha önemliydi. Avrupa Film Akademisi jürisi bu yıl En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’ne "Swimming pool"daki rolüyle İngiliz Charlotte Rampling’i layık gördü. En İyi Yönetmen Ödülü’nü de Dogville adlı filmiyle Danimarkalı Lars von Trier aldı. Ünlü Fransız yönetmen Claude Chabrol yaşamı boyunca sinema dünyasına armağan ettiği onca yapıtı için ödüllendirilirken, salondaki herkes ayağa kalkmış bu büyük ustayı alkışlıyordu.
# İtalya sil baştan Demokrat Partili İtalya Başbakanı Enrico Letta, parti içi oylamada genel başkan Matteo Renzi tarafından devrildi. Renzi 2011'den sonra halkın seçmediği üçüncü İtalya Başbakanı olacak. İtalya'da Demokrat Parti'nin (PD) Genel Başkanı Matteo Renzi parti içi oylamada Başbakan Enrico Letta'yı alt etti. Letta partisindeki en büyük rakibine boyun eğdikten sonra başbakanlıktan ayrıldı. Cumhurbaşkanı Giorgio Napalitano yeni hükümeti kurmakla Matteo Renzi'yi görevlendirecek. Görev devri günlerdir İtalyan medyasının bir numaralı haber konusuydu. Ama bu kadar erken geleceğini kimse beklemiyordu. Demokrat Partililerin büyük çoğunluğu Enrico Letta'nın başbakanlıkta kalmasını istemiyordu. Parti bünyesindeki başkaldırının elebaşılığını gözü hükümet başkanlığında olan Matteo Renzi yapıyordu. Kısa süre önce genel başkanlığa seçilen Renzi, Letta hükümetini kararsız ve reform konusunda isteksiz olduğu gerekçesiyle eleştirmekteydi. Renzi aşırı rota değişikliğiyle reformları hızlandırmayı vaat ediyor. Müstakbel İtalya Başbakanı, aynı çizgide devam edemeyeceklerini, hedef değiştirip tempoyu artırmak zorunda olduklarını söylüyor. **Medyanın adamı** Matteo Renzi etkileyici konuşup toz kaldırmayı iyi bilen bir politikacı. Medyanın dikkatini ancak böyle çekebileceğini ve kariyer basamaklarını tırmanmak için medyanın ilgisine ihtiyacı olduğunu iyi biliyor. 39 yaşındaki politikacı ailesinin pazarlama şirketinde epey tecrübe toplamış. Kendini siyasi hayatın yaşlı neslini hurdaya çıkaran Toscana'nın Tony Blair'i olarak tanımlıyor. Demokrat Parti lideri emeline nail olmak üzere. Şimdi iş sadece Cumhurbaşkanı Napolitano'nun onayına kaldı. Bir zamanlar onu partisine almak isteyen Silvio Berlusconi'nin onayını çoktan almıştı. Partideki iktidar mücadelesi sırasında buluştuğu Berlusconi ile çektirdiği resim, aralarındaki büyük yaş farkına rağmen ona ne kadar benzediğini gözler önüne seriyor. Farklı kanatlardan olmalarına rağmen her ikisi de siyasi ilkelerinden taviz verebilecek kadar esnek davranabiliyor. Berlusconi gibi o da iktidar dürtüsüyle, medyayı reklam aracı olarak kullanma becerisiyle ve radikal değişim parolalarıyla kitleleri etkileyebiliyor. Amerikan politikacılardan etkilenerek "değişim" ve "İtalya'yı baştan yaratma" gibi sloganlar kullanıyor. **Berlusconi'nin kopyası** Silvio Berlusconi de bundan 20 yıl önce parlak bir gelecek vaadiyle siyasete ağırlığını koymuş ve hiçbir zaman politikaya atılmayı düşünmediğini söyleyerek kariyerine büyük bir yalanla başlamıştı. Matteo Renzi de kısa süre önce Başbakan Letta'yı devirmeyi düşünmediğini söylemişti. Parti başkanı 2011 yılından bu yana İtalya'nın halk tarafından seçilmemiş üçüncü başbakanı olacak. Seçimin İtalya'nın başındaki dertlerden hiçbirine deva olmayacağı gerekçesiyle erken seçime yanaşmayan Floransa Belediye Başkanı "iş bitirici" olmakla övünüyor ve bu özelliğiyle medyatik imajını besliyor. İtalya'nın en önemli problemi olan işsizlikle mücadele programı oldukça "çalıntı" kokuyor. Hiçbir orijinal siyasi fikir ve vizyonu olmayan Renzi çevrecilikte Yeşillerin ilkelerini tekrarlıyor, ekonomi ve maliye politikalarında da Mario Draghi'nin görüşlerini benimsiyor. Genç seçmenleri kazanmak için de kendi yaşını koz olarak kullanıp siyasetteki nesil değişikliğinden söz ediyor. **İtalyanlar heyecansız** Matteo Renzi'nin iktidara uzanması, son aylarda bütün vaatleri hayal kırıklığının izlediğini bilen İtalyanları pek etkilemiyor. Renzi'nin genel başkanlığa seçildikten sonra Floransa Belediye Başbakanlığı'ndan istifa etmesi gerektiğini söyleyen bir seçmen, onun da bütün politikacılar gibi makam ve mevki koleksiyonu yapmaya düşkün olduğunu belirtiyor. Bir Milanolu da, "Renzi başarılı olsa bile, bir şeylerin değişmesi en az on beş yıl alır" diyor. Halkın kadere boyun eğmişliğini ortadan kaldırmak için etkili söz ve vaatler yetmeyecek. Matteo Renzi'nin sözlerini fiiliyata dökmesi şart. Öncelikle de Meclis ve Senato'da çoğunluğun desteğine ihtiyacı olacak. İtalyan siyasetindeki köşe kapmaca oyunları sürüp gidecek.
# NATO'dan Irak ve Afganistan'a yanıt İstanbul’da başlayan NATO Zirvesi’nde ittifakın Iraklı askerlerin eğitiminin üstlenilmesi ve Afganistan’daki güçlerinin artırılması kararlaştırıldı. Zirvede beklenen iki önemli konuya yanıt verilirken, ayrıca NATO’nun Bosna Hersek misyonu da sona erdi... NATO Zirvesi'nde liderler, Irak ve Afganistan konusunda iki önemli kararı aldı... İstanbul’da yoğun bir gündem maddesiyle başlayan NATO Zirvesi’nin Irak bildirisi 26 üye ülkenin hükümet ve devlet başkanları tarafından onaylandı. Irak Bildirgesi'nde, ittifakın Iraklı güvenlik güçlerini eğitmesi ve İstanbul Bildirgesi'nde de Afganistan’da varlığını artırması öngörüldü. NATO içinde uzun süren tartışmalara ve anlaşmazlıklara neden olan Irak konusu İstanbul’da alınan kararla sona erdirilmiş oldu. ABD, NATO’nun Irak’a uluslararası birlik göndermesini istemiş, ancak başta savaş karşıtı cephe Almanya ve Fransa olmak üzere üyelerin büyük bir kısmı bu talebe karşı çıkmıştı. Son olarak Irak’ın geçici hükümetinin başbakanı İyad Allavi, teknik yardım talebini olarak ittifaka resmen iletmişti. NATO da Iraklı güvenlik güçlerinin eğitimini üstlenilmesi kararıyla bu talebe İstanbul Zirvesi’nde yanıt vermiş oldu. Irak bildirisi, NATO’nun koordinatörlüğünde, müttefik ülkelerin Irak güvenlik güçlerinin eğitimine katkıda bulunmaları için teşvik edilmesini öngörüyor. Irak güvenlik kuvvetlerine verilecek eğitimin hem içerde hem dışarıda gerçekleşmesi planlanıyor. Türkiye de bir NATO ülkesi olarak eğitime katılmaya sıcak bakıyor. Diplomatik kaynaklar, Türkiye'nin Iraklı askerlere değil, sadece polis kuvvetlerine, Türkiye içinde eğitim verilebileceğini belirtiyor. Irak Bildirisi ** 17. NATO Zirvesi’nde açıklanan sonuç bildirgesinde bu karar, "Irak geçici hükümetinin talebi üzerine çoğunluğu NATO ülkelerinden olan çokuluslu güce uluslararası ve bölgesel örgütlerin katkıda bulunmasını öngören 1546 sayılı BM Güvenlik Konseyi kararı uyarınca güvenlik kuvvetlerinin eğitimi konusunda Irak hükümetine NATO yardımı önermeyi kararlaştırdık" şeklinde açıklandı. Bildiride ayrıca, ABD ve İngiltere`den sonra Irak‘ta en çok güç barındıran ülkelerden biri olan Polonya`nın NATO tarafından destekleneceğine atıfta bulunuldu ve Irak geçici hükümetiyle tam işbirliği önerildi. Ayrıca Iraklı güçlerin eğitimiyle ilgili ek önerilerin de ele alınacağı belirtildi. Nitekim, ittifakın bu kararıyla ilgili ayrıntılar henüz kesinleşmedi. NATO Genel Sekreteri Scheffer, basın toplantısında, bildiriden memnun olduğunu belirtti. Genel Sekreter, Irak hükümeti adına Başbakan İyad Allavi’nin NATO’dan destek talebinin, güvenlik güçlerinin eğitimini kapsadığını, bildirinin de bu talebi karşıladığını ifade etti. Afganistan kararı ** NATO liderleri zirvede ayrıca "Yeni Dönemde Güvenliğimiz' başlığı altında bir "İstanbul Bildirisi" yayınladı. Bu bildiride, Afganistan'da NATO öncülüğünde görev yapan ISAF barış gücünün de genişletileceği açıklandı. Buna göre, Afganistan’daki asker sayısı 6500'den 10 bine çıkarılacak. Afganistan'da görev yapan Uluslararası Güvenlik Destek Gücü ISAF'ın faaliyetleri şu ana kadar sadece başkent Kabil ve kuzeydeki Kunduz kenti ile sınırlıydı. Şimdi ISAF dört yeni merkezde daha görev üstelenecek. Bunlardan ikisi Almanya ve Hollanda ortak komutasında ikisi ise İngiltere komutasında olacak. Bu arada Türkiye'nin de ülkedeki ISAF'ın komutasını üstleneceği de zirvede konuşulanlar arasında. Türkiye – AB ** ilişkileri** Diğer taraftan, Türkiye’nin AB ile ilişkileri de zirve vesilesiyle gerçekleşen temasların en önemli gündem maddelerinden. NATO Zirvesi öncesinde düzenlenen Gençlik Zirvesi’nde konuşan Almanya Başbakanı Gerhard Schröder, Türkiye’nin AB ile müzakerelere başlaması yönündeki ön şartları yerine getirdiğini belirterek, AB’nin Türkiye’ye verdiği sözü tutması gerektiğini söyledi. Yunanistan Başbakanı Kostas Karamanlis de, Türkiye’nin AB perspektifinin herkesin yararına olduğunu, bu perspektifin Türkiye için çok güçlü bir motivasyon oluşturduğunu belirtti. Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac da ABD Başkakanı Bush’un Türkiye'ye müzakere tarihi verilmesi konusundaki açıklamasına tepki göstererek, "Bu Bush'un yetkisini aşar. Bu benim Meksika-ABD ilişkilerine karışmama benzer" diye konuştu. Ermenistan – Azerbaycan sorunu ** Diplomatik kaynakların verdiği bilgilere göre Türkiye’yi ilgilendiren bir başka gündem maddesi de Ermenistan-Azerbaycan sorunuydu. Dışişleri Bakanları’nın toplantısında Türkiye tarafının, katalizör görevini yürütmeyi önerdiği, Ermenistan’dan da bu açıklamaya bir itiraz gelmediği öğrenildi. Bu bilgi, NATO Zirvesi’nin Ermenistan ilişkileri konusunda yeni bir dönem başlatabileceği şeklinde yorumlanıyor. Zirvede ayrıca Balkanlar konusunda da alınan karar belli oldu. Bosna Hersek’te uluslararası barış gücünün komutası resmen NATO’dan Avrupa Briliği’ne devredildi. Böylece NATO’nun Bosna Hersek’teki misyonu tamamlanmış oldu. NATO - Ukrayna Komisyonu NATO zirvesinin ikinci günü NATO-Ukrayna Komisyonu'nun devlet ve hükümet başkanları düzeyindeki toplantısı ile başlayacak. İttifak üyesi ülkelerin ve işbirliği ortaklarının liderlerinin katılacağı Avrupa Atlantik Ortaklık Konseyi ile devam edecek.
# Gül, İsviçre'den Ermenistan'a seslendi İsviçre’de temaslarda bulunan Cumhurbaşkanı Gül, Ermenistan’la ilişkilerin normalleşmesini istediklerini söyledi. Gül, geçen yıl Zürih’te imzalanan protokollerin hayata geçirilmesi gerektiğini kaydetti. Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, dün eşi Hayrünnissa Gül'le birlikte gittiği İsviçre'de resmi temaslarda bulundu. Uçağı Zürih'e inen Gül, ardından trenle sıkı güvenlik önlemleri altında başkent Bern'e geçti. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'e temasları sırasında ABD Başkanı Barack Obama için öngörülen güvenlik kodu uygulandı. Güvenlik gerekçesi ile başkent Bern'de değil, Zürih'te resmi olarak karşılanan Gül, havadan ve karadan alınan önlemlerle korundu. Gül und mevkidaşı Doris Leuthard Binalara keskin nişancılar yerleştirilirken, Zürih’ten Bern’e giderken heyetin bindiği hızlı trende de kar maskeli özel güvenlik timi görev yaptı. Başkent Bern'de de Türk heyetinin geçtiği güzergahlarda kontrol noktaları oluşturuldu. Bu, cumhurbaşkanı düzeyinde Türkiye’den İsviçre’ye yapılan ilk ziyaret olması açısından büyük önem taşıyordu. **Gül: Sarkisyan cesaretini kaybetmemeli** **Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, İsviçre parlamentosunda yaptığı konuşmada, Ermenistan ile ilişkilerin normalleşmesini istediklerini söyledi. İsviçre’nin bu konudaki arabuluculuğunun çok değerli olduğunu söyleyen Gül, geçen yıl Zürih’de iki ülke arasında imzalanan protokollerin hayata geçirilmesi gereği üzerinde durdu.** **Gül, "Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin normalleştirilmesini hedefleyen protokollerin hayata geçirilmesine yönelik güçlü irademizi kararlılıkla muhafaza ediyoruz ve Kafkaslar’da kalıcı ve kapsamlı bir barışın hakim olması için samimiyetle çabalarımızı sürdürüyoruz. Bu noktaya gelinmesinde önemli rol oynayan Cumhurbaşkanı Sarkisyan’ın da bugüne kadar sergilediği liderlik ve devlet adamlığını sürecin başarıyla tamamlanması için aynı cesaretle sürdürmesini bekliyoruz" diye konuştu.** Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Bern'de çocuklar tarafından karşılandı **Leuthard'dan Marmaray'a övgü** **Gül'ün temaslarında Türkiye ve İsviçre arasında olası ortak projeler gündeme geldi. İsviçre Cumhurbaşkanı Doris Leuthard, Gül'ün ziyareti ile ilgili olarak parlamentoda yaptığı konuşmada, İsviçre'de yapımı devam eden dünyanın en uzun tüneli "Gotthard" dikkat çekerek İstanbul'da yapılması planlanan üçüncü Boğaz köprüsüne işaret etti.** **Konuşmasında iki kıtayı birleştirmesi bakımından Boğaz'daki köprülerin önemine değinen Leuthard, Marmaray projesini "Gotthard Tüneli"ne benzeterek "teknik şaheser" tanımını kullandı.** **Minare referandumu** **Daha sonra düzenlenen basın toplantısında da İsviçre'deki minare referandumu gündeme geldi. Cumhurbaşkanı Doris Leuthard, bir soru üzerine "Minare yasağı sadece bir inşaat yasağıdır, kimsenin dini inançlarını yerine getirmesini, camiye gitmesini engellemiyor. Bu bir halk oylamasıdır ve herkesin saygı duyması gerekir" dedi** **Abdullah Gül ise "Minareden korkmamak gerekir" şeklinde konuştu. Gül, "İsviçre’de herkes istediği şekilde ibadetini yapabiliyor. Sonuçta referanduma gidilmesi ve çıkan karar tartışılıyor. Korkulacak bir şey yoktu aslında. Bu kilise de olabilir, cami de olabilir, sinagog da olabilir. Gerçekten o dinin mensupları orada varsa, tabii ki mimari tarzlar şehirle bütünleşecek şekilde oluşabilir. Minareden korkulacak bir şey yok" dedi.** **Türklerin Gül'ün ziyaretine ilgisi azdı** **Türklerin ağırlıklı olarak yaşadığı kantonların başında gelen Basel’de Abdullah Gül'ün ziyaretine ilgi azdı. Bölgenin en büyük gazetesi Basler Zeitung da konuya bir sayfa ayırarak, "Gül’den Türklerin bir beklentisi yok" başlığını kullandı. Gazetenin konuştuğu kişiler, "Ziyaretten haberimiz yok, olsaydı bile ne beklentimiz olabilirdi ki" şeklinde cevaplar verdi.**
# Suriye'ye askeri müdahale sinyali Arap isyanının etkili olduğu Suriye'de muhalefeti hedef alan kanlı operasyonlar, Batılı ülkelerin sabrını zorluyor. Hama'da tanklarla düzenlenen saldırıda 150'ye yakın kişinin ölümü, tepkileri yeni bir boyuta taşıdı. Suriye'de tank destekli birliklerin girdiği Hama ve Der Ez Zor kentlerinde ölü sayısının 150'ye yükseldiği bildirildi. El Cezire televizyonunun internet sitesinde yer alan haberde, güvenlik güçlerinin Hama'ya başlattığı saldırılarda ölü sayısının 130'a yükseldiği, yüzlerce yaralı olduğu belirtildi. Haberde, Der Ez Zor kentinde ordunun saldırısında ise 20 kişinin yaşamını yitirdiği kaydedildi. **"Askeri müdahale uzak ihtimal değil"** ABD Başkanı Barack Obama, Suriye ordusunun Hama operasyonuna sert tepki gösterdi. Obama, Şam yönetiminin uluslararası toplumda tecrit edebilmek için diğer hükümetlerle yakın temas içinde olduklarını söyledi. Obama, "Hama'dan gelen haberler dehşet verici. Bunlar, Suriye rejiminin gerçek karakterini gösteriyor" dedi. İngiltere Dışişleri Bakanı William Hague, Suriye'ye askeri müdahalenin uzak bir ihtimal olmadığını söyledi. Suriye'ye yönelik daha güçlü bir uluslararası baskı istediğini kaydeden Hague, Arap ülkeleri ve Türkiye'yi de Şam yönetimine daha fazla baskı uygulamaya çağırdı. BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon, Esad yönetiminin gelişmelerden ötfürü uluslararası yargıya hesap verebileceği uyarısında bulundu. Ban Ki Moon, "Suriye yönetimi icraatından ötürü sorumludur ve uluslararası hukuk uyarınca kendi halkına karşı uyguladığı şiddetten ötürü hesap vermeye zorlanabilir" diye konuştu. AB Dış Politika Yüksek Temsilcisi Catherine Ashton da yaptığı açıklamada, "Suriye'de devam eden operasyonlar, özellikle Ramazan ayı nedeniyle kabul edilemez hale gelmiştir" dedi. Ashton, katliamın sorumlularının mahkemeye çıkarılmasını istedi. **Davutoğlu: Saldırılar derhal durdurulsun** Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, başta Hama olmak üzere bütün Suriye'de, bütün Ortadoğu'da, sivillerin hayatlarını kaybetmesine yol açan saldırıların derhal durdurulması çağrısında bulundu. Davutoğlu, "Biz bütün gelişmelerin yakından takipçisiyiz. Bundan sonra da bu süreçlerde halkın talepleri doğrultusunda gerekli adımların atılmasına büyük önem vereceğiz" dedi.
# Japonya'da korkutan gelişme Fukuşima Nükleer Santrali’nde reaktörleri soğutma çalışmaları radyasyon değerlerinin yükselmesi nedeniyle zaman zaman kesintiye uğruyor. Nükleer erimenin başlaması ihtimalinden endişe ediliyor. Başkent Tokyo'nun yaklaşık 250 km kuzeyinde, Pasifik Okyanusu kıyısındaki Fukuşima Nükleer Santrali'nde meydana gelen radyoaktif sızıntının büyük bir nükleer felakete dönüşmemesi için çalışmalar sürüyor, ancak umutlar tükenme noktasında. Nükleer erime riski ile karşı karşıya olan reaktörlerin, helikopterlerden su püskürtülmesi yoluyla soğutulması hedeflenmişti. Santral çevresindeki yüksek radyasyon ve kuvvetli rüzgâr nedeniyle havadan soğutma çalışmalarından vazgeçildi. Japonya Hükümet Sözcüsü Yukio Edano endişelerini şu sözlerle dile getirdi: "3 numaralı reaktörde radyoaktif sızıntı miktarı çok yüksek olduğu için santral çalışanları şu anda nükleer santralin bulunduğu alana giremiyor. Sızıntı miktarının daha da artması halinde su püskürterek reaktörü soğutma çalışmalarının durdurulması gerekecek." **Gana ışınları tehlikesi** **Uzmanlar, nükleer santralin bulunduğu alanda yalnızca çok kısa süreliğine çalışmanın mümkün olduğuna dikkat çekiyor. Radyasyon seviyesinin daha da yükselmesi halinde reaktörleri soğutmak için alan içine girilmesinin imkânsız hale geleceği belirtiliyor. Fukuşima Santrali’nde çalışanların sayısı da bu nedenle 800’den 50’ye indirilmişti. Almanya’nın Köln kentinde bulunan Reaktör Güvenliği Kurumu’ndan Sven Dokter, "Eğer nükleer yakıtların yakınına yaklaşırsanız, çok yüksek dozda gama ışınına maruz kalırsınız. Gama ışınlarından korunma ihtimali yok denecek kadar azdır" diyor.** **"Öfke sınıra dayandı"** **Büyük bir nükleer kaza ihtimaline karşı santralin 20 km çevresinde yaşayan yaklaşık 200 binden fazla kişi tahliye edilmişti. 30 km çevrede yaşayanlara ise evden çıkmamaları, camları açmamaları uyarısı yapıldı. Japonya İmparatoru, bugün halka ilk kez seslendiği konuşmasında, vatandaşlardan sabırlı olmaları çağrısında bulundu. Bölge Valisi de tüm Japonya’dan anlayış beklediklerini söyleyerek, "İnsanların endişesi ve öfkesi sınıra dayandı" dedi. Başkent Tokyo’da da radyasyon değerlerinin yükseldiği duyuruldu. İmkânı olanlar Japonya’yı terk ederken, bazıları da ülkenin güneyine kaçmaya çalışıyor. İnsanlar hükümete ve nükleer santral işletmelerine güvenini yitirmiş durumda.** **Komşu ülkeler telaşlı** **Bu arada Japonya’daki gelişmeler komşu ülkeleri de telaşlandırdı. Yapılan ölçümler neticesinde Rusya’da ve Singapur’da atmosferdeki radyasyon değerlerinde dikkat çekici bir farklılık tespit edilmedi. Dünya Sağlık Örgütü, Japonya’dan ithal edilen gıda maddelerinin sağlık açısından bir risk taşımadığını açıklarken, Çin Japonya’dan gelen her tür ürünün limanlarda kontrolden geçirileceğini duyurdu. Amerika Birleşik Devletleri ise gelişmeleri soğukkanlılıkla takip ediyor. Beyaz Saray Sözcüsü Jay Carney, "Amerikan halkına bu olayın Amerika Birleşik Devletleri’nde değil Japonya’da vuku bulduğunu hatırlatmak isterim. Nükleer Denetim Komisyonu’nun Başkanı, Amerikan halkı için radyoaktif buluta bağlı olarak gelişebilecek bir tehlikenin şimdilik söz konusu olmadığını söyledi" dedi.** **ABD'de nükleere bağlı** **Öte yandan Amerika Birleşik Devletleri nükleer enerjiden de vazgeçmeye niyetli değil. Amerika Birleşik Devletleri’nde hâlihazırda elektrik ihtiyacının yüzde 20’si nükleer santrallerden karşılanıyor. Nükleer enerjinin Amerika Birleşik Devletleri için vazgeçilemez bir enerji kaynağı olduğu konusunda partiler üstü bir uzlaşma söz konusu. Nükleer enerji uzmanı Michael Levi ABD’de nükleer enerjinin kamuoyu desteği bulduğunu söylüyor. Levi, "Almanya'da nükleer santrallere ilişkin olarak daha hararetli bir tartışma yürütülüyor. Federal Hükümet’in nükleer enerji aleyhine bir tutum benimsemesi onun açısından bir sakınca doğurmuyor, oysa Amerika Birleşik Devletleri’nde durum bunun tam tersi. Hükümet nükleer santraller konusundaki tavrını değiştirirse, fazla destekçi bulamaz" şeklinde konuşuyor.** **Almanya'da Federal Hükümet, geçen yıl alınan nükleer santrallerin işletim sürelerinin uzatılması kararının gelecek üç ay için askıya alındığını duyurmuştu. Almanya Dışişleri Bakanlığı, halen başkent Tokyo’da bulunan bin kadar Alman vatandaşına da bölgeyi terk etme çağrısı yaptı.**
# Otobüse binene altın verilecek Dubai’de toplu taşıma araçlarını kullananlara kura ile altın verilecek. Birleşik Arap Emirliklerini oluşturan yedi emirlikten biri olan Dubai'de trafik sorununa çözüm amacıyla ilginç bir proje başlatıldı. Dubai'de yollar ve taşımacılıktan sorumlu yetkili makam RTA, cumartesi gününden itibaren toplu taşıma araçlarını kullananlara her gün kura ile altın verileceğini açıkladı. Toplamda 1 milyon dirhem (215 bin euro) ve 4 kilo altın yolculara dağıtılacak. Ayrıca otobüs, metro ve tramvay kullananlar ünlü NBA yıldızı Kareem Abdul-Jabbar ile bir basketbol maçını birlikte izleme şansına da kavuşacak. Dubai'de toplu taşıma araçlarını kullananların sayısı oldukça düşük. Gulf News internet portalının verdiği bilgilere göre nüfusun yüzde 13'ü bu araçları kullanıyor, aile başına ise ortalama 2,3 otomobil düşüyor.