text
stringlengths
4
7.85k
Bizim milliyetçiliğimiz Türk milletine karşı beslenen derin ve köklü bir sevginin tezahürü değil midir?
Biz Türkiye’nin büyümesi, zenginleşmesi, muasır medeniyetler seviyesine çıkmasını istemiyor muyuz?
Elbette istiyoruz, bunu amaçlıyoruz.
O halde, başka siyasi partileri bilemem, ama bizim hassas olmak gibi bir mecburiyetimiz, fedakârca davranmak gibi de bir özelliğimiz olmalıdır.
Önce koltuk diyerek ilkelerimizi yok saysaydık, kırmızı plakalara kurulmak pahasına tüm sözlerimizi yutsaydık, bunu ecdada, bunu şehitlerimize, bunu Türklüğün vicdanına nasıl izah edecektik?
Hırsızı görmesek, rüşveti konuşmasak sorun yoktu.
Anayasanın ilk dört maddesini müdafaa etmesek yine sorun yoktu.
İhanet sürecini ağırdan alsak, Erdoğan’ın Anayasa ihlallerini hoş görsek, parlamenter sisteme vurulacak darbeyi olağan karşılasak her şey bambaşka olurdu.
Türklük gurur ve şuuruna yönelik hakaretlere gözümüzü kapatıp, açılan habis savaşa ses çıkarmayıp, hatta ortak olsaydık ve sonra da uzatılan iktidar koltuğuna otursaydık, bizlere nasıl ülkücü denilecek, Milliyetçi Hareket Partisi tarihe nasıl geçecekti?
Biz 7 Haziran’dan 1 Kasım’a kadar geçen kısa, ama yoğun sürede doğru ve olması gerek neyse onu yaptık, onu söyledik, onun yanında durduk.
Her konuda haklı çıktık.
Hiçbir görüşümüzde açığa düşmedik, öngörü hatası yapmadık.
Fakat Erdoğan ve Davutoğlu’nun koalisyon mimarisini müştereken sabote etmesi, doğrudan bizi hedefine alan algı operasyonları, devreye sokulan kirli propaganda sayesinde hayırcı olduk, hayırcı gösterildik.
2015 yılının en unutulmayacak yalan ve aldatması bizim hayırcı olduğumuz iddiasıdır.
Biz hayır demesini de, evet demesini de iyi biliriz.
Türk milletinin yararına, Türkiye’nin yüksek menfaatlerine, Türklüğün hayrına itirazlarımız hayırcılıkla suçlanıyorsa, evet biz hayırcıyız, hayırda da hayır var diyoruz.
Belki kendimizi iyi anlatamadık.
Belki daha fazla insanımıza ulaşamadık.
Belki de isabetle temellendirdiğimiz doğru strateji ve politikalarımızı aktarmakta engellerle karşılaştık.
Hayırcı olarak afişe edilmemizin sebebi ne olursa olsun, 7 Haziran’dan 1 Kasım’a kadarki haklı olduğumuz mücadeleyle ilgili lazım gelen ders ve sonuçları yine de detaylarıyla çıkardık.
Soyuluyoruz dediğimizde, hayırcı diyorlardı. Ancak soygun sürüyordu.
İhanet köşe başlarını tuttu dediğimizde, hayırcı diyorlardı, ama güneşi balçıkla sıvamanın saçmalığı gizlenemiyordu.
Türkiye kötü yönetiliyor, vatandaşlarımızın aş ve iş sorunları dayanılmaz seviyelerde dediğimizde, hayırcı korosu iştahla, utanmazca çalışıyor, algıları etkiliyor, siyaseti terörize ediyordu.
Biz haramzadeler götürüyor derken, onlar hayırcı diyorlardı.
Biz müzakereciler iş tutuyor derken, onlar her şeye hayır dediğimizi söylüyorlardı.
Biz herkes eşittir Türkiye derken, onlar Kürdistan diyecek kadar alçalıyor, alçaklaşıyor, bayağılaşıyor, PKK’ya ilik nakli yapıyorlardı.
Biz buradayız, düne nazaran daha da azimliyiz ve Türk milletinin sadası olmak için insanüstü gayret gösteriyoruz.
Şunu gönül huzuruyla ifade etmek isterim ki, 7 Haziran’dan 1 Kasım’a kadar geçen sürede Milliyetçi Hareket Partisi milli, sorumlu ve ahlaklı siyasetini kararlı bir şekilde savunmuştur.
İlkelerimizi nefsani arayışlara, kısa vadeli arzulara değişmedik. Bundan sonra da değişmeyeceğiz.
Ülkülerimizi siyasi çıkarlara, gelip geçici heveslere çiğnetmedik. Bundan sonra bırakınız çiğnetmeyi, aklından geçirenlerle hesabımız olacaktır.
Bedeli ne olursa olsun, sonu nereye varırsa varsın; şeref ve namus timsali Milliyetçi Hareket’in varlığını hakkıyla, layıkıyla sahiplendik, dava hukukunu herkese karşı da müdafaa ettik. Bu yolda yürümeye de devam edeceğiz.
Bizim başkalaşmamızı umanlar, millete verdiğimiz sözleri unutmamızı isteyenler doğal olarak hayal kırıklığına gömüldüler. İnanıyorum ki, bir daha da başlarını kaldıramayacaklar.
47 yıllık siyaset mazimizi karartacak, şehitlerimizin kemiklerini sızlatacak, gazilerimizin boynunu bükecek en ufak bir karakter kırılması veya şahsiyet erozyonu hamd olsun yaşamadık, yaşatmadık.
Kamuoyu araştırması yaptırıp bize 2015 yılının kaybedeni diyorlar. Huzurlarınızda söylüyorum, bunların alayı halt etmişlerdir.
Merhum Talat Paşa, şehit edilmeden önce Berlin’de kendisini görenlere aynen şöyle söylemişti: “Ne yapalım kader böyleymiş, harbi kazansaydık İstanbul’da heykellerimizi dikerlerdi, lakin kaybettik diye sövüyorlar.”
Yine aynı kamuoyu araştırmasında kazanana bakıyorum, eğer kazanmak için değerlerden ve ahlaki kaidelerden taviz gerekiyorsa, biliniz ki biz her zaman kaybetmeye razıyız.
Haklılık, doğruluk ve millilik kendini duyuracağı gür ve güçlü bir ses aramaktadır. İşte o ses Milliyetçi Hareket’tir.
Milliyetçi Hareket Partisi, hastalıklı bir bünyenin aramakta olduğu tek ve yegâne şifadır.
Bu milli şifaya zehir karıştırmak, bu tarihi şifayı şirret hesaplara alet etmek biz varken, biz hayattayken ve şehitlerimizin aziz hatıraları manevi semalarımızda dolaşırken kesinlikle mümkün değildir, kesinkes ham bir hayaldir.
Muhterem Milletvekilleri,
Diğer alanlarda olduğu gibi, 2015 yılında Türkiye ekonomisi de dibe vurmuştur.
Hayat pahalılığı artış göstermekle birlikte günlük ve insani ihtiyaçlar güç bela karşılanmıştır.
Üzüntümüz odur ki, yeni yılla beraber sağanak gibi yağan zam ve vergi artışları mağduriyet ve perişanlıkları şiddetlendirecektir.
Lükslerinden kısmayan, israftan kaçınmayan saray ve hükümetin orta ve dar gelirli insanımızı bunaltan sözde fiyat ayarlamaları ahlaka sığmadığı gibi insani de görülemeyecektir.
Yandaşlar devlet hazinesine kapılanıp keyif sürerken, vatandaş nasıl geçineceğini, nasıl doyacağını, nasıl barınacağını kara kara düşünmektedir.
Uyarmak isterim ki, böylesi adaletsizlikler sosyal ve ekonomik patlamaların hazırlayıcısı, teşvik edicisidir.
2015’de çarşı, pazar, bakkal masrafları vatandaşlarımızı zora sokmakla kalmamış, mutfaklarda tencereler boş kaynamış, sofralardaki ekmekler dilim dilim azalmıştır.
2015 yılına ait enflasyon hedefi ve büyüme tahminleri tutmamıştır.
Yatırımlar durmuş, jeopolitik riskler ekonomiyi can evinden vurmuştur.
Yüzde 8,81’lik enflasyon oranı, daralan ihracat pazarları, azalan refah, borçlanan milyonlar, bozulan gelir dağılımı adaleti ekonominin ne hallere düşürüldüğünün hazin bir göstergesidir.
2015 yılında 850 milyar dolar olması hedeflenen Gayri Safi Yurt İçi Hasılanın 700 milyar doların biraz üstünde gerçekleşmesi, 10 bin 936 dolar planlanan kişi başına düşen gelirin ise 9 bin 200 dolara inmesi beklenmektedir.
Yani milletimiz vahim ölçüde fakirleşmektedir.
Hükümetin kurnazca, Orta Vadeli Plan’da kişi başına geliri Satın Alma Gücü Paritesi hesabıyla belirlemesi bir işe yaramayacak, ekonomideki söküğü yamamaya yetmeyecektir.
Bir avuç mutlu azınlık, saray beslemesi küçük bir elit zümre servetine servet eklerken; Erzurumlu Hasan yoksullaşmış, Adıyamanlı Mehmet muhtaç hale gelmiş, Manisalı Hatice Bacı derdine dert katmıştır.
Türkiye ekonomisinde tüm cepheler bölgesel ve küresel sorunlara paralel şekilde çökmüştür.
Hükümetin çürük dış politikası sonucunda ticaret durmuş, esnaf, işadamı, müteşebbis sıkıntı üstüne sıkıntı yaşamak durumunda kalmıştır.
Dönmeyen çekler, ödenemeyen senetler, karşılanamayan cari giderler, kapatılamayan açıklar ekonomik hayatı yangın yerine çevirmiştir.
Ülkemiz yalnızlaşırken, ekonomi darlık ve kıtlığa hapsolmuştur.
Sayıları 2,5 milyona yaklaşan Suriyeli sığınmacıların yarattığı ilave sosyal ve ekonomik maliyet her geçen büyümüş, bu nedenle Türkiye istikrarsızlığın, risk ve belirsizliklerin yörüngesine sabitlenmiştir.
2015’de Türk lirası inanılmaz ölçülerde değer kaybetmiştir.
Şişirilmiş, üzerinde oynamalar yapılmış hormonlu rakamların ne söylediği şöyle dursun, işsizlik ve yoksulluk toplumsal hayatı mahvetmiştir.
Dış politikadaki eksen kaymaları, politika tutarsızlıkları, hükümetin imkan ve iddiaları arasındaki muazzam çelişkiler ülkemizin belirleyicilik ve etkinlik vasfını köreltmekle kalmamış, ekonomiye de yük bindirmiştir.
AKP’nin ekonomideki iflasının yanında, iç ve dış politikadaki başarısızlıkları artık dizginlenemeyecek boyutlara ulaşmıştır.
Türkiye çevresindeki hiçbir gelişmeye müdahil olamamış, hiçbir komşu ülkeye sözünü geçirememiştir.
Suriye politikası enkazdır. Irak politikası çöplüktedir. Mısır politikası rehinlidir. Rusya politikası kriz geçirmektedir.
Neredeyse dost ve komşu ülke kalmamıştır.
Erdoğan’ın sivri dili, hayalci ve omurgasız politikaları Türkiye’yi boğmuş, eski hakimiyet havzalarımızda acıklı ve utanılacak durumlara taşımıştır.
Hükümet sınırlarımız ötesindeki vatan toprağı olan Süleyman Şah Türbesi’ni 2015 yılında teröristlere teslim ederek kaçmıştır.
Davutoğlu’nun stratejik derinlik kabusu ayak bağı olmuş, milli kabul ve gerçeklerle bağdaşmayan teorik çatısı Türkiye’nin üstüne göçmüştür.
Dış politikada, milli ve tarihi gerçeklerden uzak tasavvur ve teklifler birer birer hüsrana davetiye çıkarmıştır.
Erdoğan’ın, düne kadar terörist devlet dediği İsrail’e muhtaç olduğumuzu, ihtiyaç duyduğumuzu söylemesi ise yakın tarihin en talihsiz, en katıksız çarkı ve açıklaması olmuştur.
Erdoğan da ilke ve istikrarlı bir duruş yoktur.
Maalesef AKP sayesinde, 2015 yılı da kaybedilmiştir.
Kaybedenlerin kazanması, kayıplara neden olanları sürekli kazançlı çıkması tarihi bir tramva ve buhran alametidir.
Bunun düzeltilmesi ve tamiri muhakkak yapılmalı, Türkiye AKP’den mutlaka kurtarılmalıdır.
Bunu da yapacak olan Milliyetçi Hareket Partisi’dir.
Milliyetçi Hareket Partisi’nin özü batıl, görüntüsü batık olanlarla başa çıkacak, onlara baş eğdirecek gerçek bir millet eseri olduğunu dost düşman herkes günü geldiğinde görecektir.
Değerli Milletvekilleri,
Türk milleti 140 yıldır anayasa tartışmalarına şahit olmaktadır.
Ne var ki herkesin ittifakla benimsediği, görüş ayrılıklarının bıçak gibi kesildiği bir anayasa henüz bulunmamış, hala yazılmamıştır.
Farklı dönem ve tarihlerde bu kronik anlaşmazlık konusu tekrar nüksetmekte, tekrar gündeme gelmektedir.
Her kesim, her akım ve dünya görüşü siyasi ve ideolojik dürtülerine göre bir anayasa modeli önermektedir. Bugüne kadar hep böyle olmuştur.
Sanki anayasa değişince veya yeni bir anayasa yapılınca Türkiye kanatlanacak, bir çırpıda sorunlarından sıyrılacak, yeryüzü cenneti haline gelecektir.
Servisi yapılan propaganda sürekli böyle olmuştur.
Halbuki anayasalar toplumsal mutabakat ve sözleşmenin yazılı belgeleridir.
Dikkat ediniz, önce mutabakat, sonra da bunun yazıya dökülme safhası gelmektedir.
Anayasa birlikte yaşamanın sınırlarını çizen, asgari kurallarını tescil eden hukuki, siyasi ve idari teşkilatlanmanın teyit edilmiş, kararlaştırılmış halidir. Ve bir sonuçtan ibarettir.
Ne kadar kapsayıcı anayasa yaparsanız yapınız, uygulanmadıkça ve riayet edilmedikçe bir sonuç doğurmayacaktır.
Türkiye bu açmazı, bu keşmekeşi yıllarca her seviyede yaşamıştır.
Anayasaların çağın ihtiyaç ve yönelimlerine göre yenilenmesi, yeni baştan yazılması elbette mümkün ve hatta zorunludur.
Ancak yeniden yazıyoruz kisvesiyle, anayasanın içine yerleştirilecek karanlık ve kindar hevesleri hoş görmek, bunlara kulak tıkamak bir o kadar ahlak dışı ve vatana ihanetle eşdeğer bir sapma halidir.
Anayasa herhangi bir parti veya siyasal hareketin mahsulü değil, topyekûn 78 milyonun tamamına ait olmalı, zamanlar üstü bir zeka ve demokratik ölçülere dayanmalıdır.
Bugün Türkiye’nin yeni bir anayasaya ihtiyaç duyduğu inkar edilmez bir gerçektir.
140 yıllık anayasa tartışması diyalog ve kapsayıcı uzlaşmayla bitirilmelidir.
Parti olarak biz de bu konuda olumlu ve sıcak bir tutum içindeyiz.
Yeni anayasa beklentilerinin, bu çerçevedeki tazyik ve arayışların arttığını yakinen biliyor ve müşahede ediyoruz.
Özellikle Erdoğan ve Davutoğlu’nun yeni anayasa konusundaki ısrar ve çabaları milletimizin gözü önünde cereyan etmektedir.
Bu maksatla Başbakan Davutoğlu Meclis’te grubu bulunan partilerle temas kurmuş, sırasıyla görüşmelere başlamıştır.
Davutoğlu ve beraberindeki heyet ilk önce 30 Aralık 2015 günü TBMM’de Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı ve arkadaşlarını ziyaret etmişlerdir. Bu görüşme 2 saat 15 dakika sürmüştür.
Medyaya yansıyan haberlere göre iki genel başkan yeni anayasanın yanı sıra, Meclis İçtüzüğü’nün değiştirilmesi, reformlar, terörle mücadele, bütçe, AB süreci ve uluslararası gelişmeleri değerlendirmişlerdir.