text
stringlengths
4
7.85k
Türkiye 1 Kasım seçimlerinin oy toplama sloganı “istikrara” hasret kaldığı günler yaşamaktadır. Dış politikası iflas etmiş AKP hükümeti, Türkiye’yi birden fazla ülkeyle devasa sorunlarla karşı karşıya bırakmıştır. AKP hükümetinin terörle mücadele görevini yerine getirmekte zorlanmasından kaynaklanan iç güvenlik sorunları ise kamuoyunda endişeleri artırmaktadır. Suriye benzeri devlet hâkimiyetinin sağlanamadığı bölge görüntüleri, istikrar ve huzur bekleyen vatandaşı hayal kırıklığına uğratmaktadır.
AKP hükümetinin her gün bir başka tarafa savrularak milli çıkarları zedeleyen dış politikası çuvallamıştır. Sınır komşularımız Suriye ve Irak’ın bütünüyle kaybedilmesi, Rusya ve İran gibi ülkelerin hasım haline gelmesinde AKP politikalarının gelgitlerinin payı büyüktür. Türkiye’nin çevresinde hasım olmayan tek müttefikinin Barzani olması, mevcut durumun zavallılığını yeterince açıklamaktadır. Türkiye’nin Libya ve Mısır gibi eski dostluklarını dış politika beceriksizliklerine kurban eden AKP hükümetinin, bugün Musul’daki askeri varlığımıza ABD’den gelen baskılarla son verme kararıyla karşı karşıya bırakılıyor olması çok açık bir politik iflastır. Çevremizde tek bir dost ülke bırakmayan AKP’nin yapabileceği tek şey, her geçen gün daha da değersizleşen yalnızlığının şarkısını tek başına söylemekten ibarettir.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın bugüne kadar sarf ettiği bütün sözlerinin aksine, İsrail ile duraklatılan ilişkilerin önünü açacak anlaşma taslağının ortaya çıkması, dış politikadaki zikzakların yeni bir örneğidir. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın “Orta Doğu’nun Türkiye-İsrail yakınlaşmasına ihtiyacı olduğuna” dair ifadeleriyle onay verdiği İsrail yakınlaşmasının, daralan ve sıkışan Türk dış politikasına katkıları mümkündür. Ancak 30 Mayıs 2010 tarihinde İsrail saldırısıyla 10 vatandaşımızın hayatını kaybettiği Mavi Marmara saldırısını iç politika malzemesi olarak sonuna kadar sömüren AKP hükümetinin bu geriye çarkı kamuoyuna ve bilhassa kendi tabanına izah etmesi gereklidir.
İsrail ile yapılan mutabakat taslağındaki maddelerin, tazminat maddesi haricinde AKP’nin öne sürdüğü şartlarla bir ilgisi yoktur. Mavi Marmara gemisi Filistin’e ambargoyu kırmak için gittiği halde, İsrail ile yapılan anlaşma taslağında AKP’nin ön şartlarından olan ambargonun kaldırılmasıyla ilgili bir madde konmamıştır. Tazminat maddesiyle şehit düşenlerin kanı paraya tedavül edilmiş, diğer maddeler belli ki İsrail’in etkisiyle şekillenmiştir. Rusya tehdidi Türkiye’yi İsrail’in kucağına iterken, AKP yöneticilerinin bugüne kadar söylediği bütün sözler yenilip yutulmuştur. Bu anlaşma onaylandığı takdirde, Tayyip Erdoğan bir daha Davos’a giderek “one minut” aldatmacasıyla milleti uyutmaktan vazgeçmelidir.
Seçimler geride kaldığına göre, hamasetin ve sloganların yerini reel politikanın alması doğaldır. 7 Haziran’da AKP tek başına iktidara gelemeyince havuz medyasının “Tel Aviv bayram yaptı” türünden haberleriyle oyalanan Türk kamuoyu ve bilhassa AKP’ye oy veren seçmenin, bugün gerçeklerle yüzleşme zamanı gelmiştir. İsrail düşmanlığı üzerinden politika yapanların, aynı zamanda İsrail’le en büyük anlaşmaları imzalamalarından ve hatta iki ülke tarihinin en büyük ticaret hacmini gerçekleştirmelerinden gerekli ders çıkarılmalıdır. Dış politika üzerinden yaratılan hamasi kahramanlıklar, gerçekler karşısında izzetten zillete düşmekten kurtulamayacaktır. Yıllarca düşmanlıklar üzerinden kendilerine siyasi malzeme üretenlerin bugün İsrail ile ittifak yapmak zorunda kalması tam anlamıyla ibretlik bir durumdur. Hâlbuki bilhassa dış politikada, önemli olan her zaman Türkiye’nin yüksek menfaatleridir. Devletlerin dostu veya düşmanı olmaz, çıkarları vardır.
Enerji kaynaklarına hâkim olmaya dayalı güç mücadelesinin en yoğun biçimde coğrafyamızda devam ettiği bu süreçte, Türkiye’nin İsrail ile yakınlaşmasının farklı anlamları vardır. Bölgemizdeki enerji kavgası ve harita tanziminin alt yapısını tesis etmek için bölge devletlerine yönelik istikrarsızlaştırma programından en büyük faydayı İsrail’in gördüğü açıktır. İsrail’in IŞİD’in eğitiminde oynadığı rol de ortaya çıkmıştır. Rusya kriziyle iyice yalnızlaştırılan Türkiye’nin İsrail’e mecbur bırakılması, dış politikamız açısından bir mecburiyet haline gelmekle birlikte aynı zamanda acziyetin ifadesidir. Aynı şekilde yıllar sonra Anadolu’dan KKTC’ye büyük törenlerle ulaştırılan suyun İsrail’e kadar uzatılacak bir proje olarak dillendirilmesi ayrıca düşündürücüdür. Bu arada KKTC’nin Rum kesimi ile yürüttüğü müzakerelerin sonuna yaklaşıldığı ve bu durumda Türkiye’nin ada üzerindeki varlığının nasıl etkileneceği birer soru işareti olarak durmaktadır. Türkiye ne yazık ki bölgemizde önemli bir aktör olmaktan uzaklaşarak hiçbir hazırlığı olmayan günübirlik politikalarla güç kaybetmektedir.
Öte yandan terörün kaynağını ve amaçlarını kavrayamayarak yıllarca yanlış tedavilerle oyalanan AKP hükümetinin yürüttüğü terörle mücadele, kamuoyunda yeterli güveni ve desteği bulmamıştır. Şırnak’ın Silopi ve Cizre ilçesi ile Diyarbakır’ın Sur ilçesi başta olmak üzere ülkemizin bir bölümüne kaos hakimdir. Devlet otoritesi ve kanun gücünün yerini terör örgütü ve asayişsizliği aldığı içindir ki, Türk insanı devleti ve vatanı için endişelenmektedir.
Bölücü terör tehdidinin geldiği aşama, politik bir malzeme yapılamayacak ölçüde tehlikeli ve kritik eşiktedir. Devlet devletliğini yapmalı ve kendi egemenlik sahasında bırakın herhangi bir başka gücün hükmetmesine, nefes almasına dahi fırsat vermemelidir. Devlet girmesin diye açılan hendeklere bölücü örgütü gömmek milli bir görev olmalıdır. Devlet otoritesinin temini ve güvenliği sağlaması için devleti yöneten aklın atacağı bütün adımlara Milliyetçi Hareket Partisi’nin desteği tamdır.
Milliyetçi Hareket Partisi’nin en başından bu yana tamamen milli endişelerle yaptığı uyarılara rağmen, bölücü terörün yarattığı sorunların büyümesinde AKP hükümetinin tavizkar politikalarının ve açılım ihanetinin payı çok büyüktür. Seçimler dolayısıyla buzdolabına kaldırılan açılım ihaneti, Türkiye’nin kendi eliyle ayrıştırılmasına fırsat tanımıştır. AKP politikaları, dağlardaki inlerinde pusu kurmanın ötesine gidemeyen bölücü terörü şehirlerde devlete meydan okuyan, Türk milletinin birlik ve bütünlüğünü tehdit edecek cürete kavuşturmuştur. AKP’nin açılımcı kafasıyla etkili bir terörle mücadelenin yapılamayacağı ve MHP’nin bu zihniyetin tam karşısında olduğu iyi bilinmelidir.
Açılım adıyla yıllardır elleri kolları bağlı tutulan Türk Silahlı Kuvvetlerimiz ve Emniyet Teşkilatımız, bugün bıçak kemiğe dayandığı için AKP tarafından devreye sokulmak zorunda kalınmış ve operasyonlara müsaade çıkmıştır. Çok kısa süre içerisinde önemli neticeler elde eden kahraman güvenlik güçlerimizin terörle mücadeledeki kararlılığı sürekli olmalıdır. Söz konusu olan Türkiye’nin birlik ve bütünlüğü olduğunda, hükümet politik kaygıların esiri olmaktan kurtularak, devletimizin kurumlarının görevlerini yapmasına gölge etmemelidir.
Şehirlerimizin ve kasabalarımızın etrafını hendeklerle kazan, her türlü patlayıcı ve silahlarla başkaldıran bölücü örgütün başının ezilmesi Türkiye’yi yakın gelecekte karşılaşması muhtemel büyük tehlikelerden kurtaracaktır. Çünkü böl parçala yönet esasına dayalı küresel fırtına Türkiye sınırlarına dayanmıştır. Terörle mücadelede gösterilecek her zafiyet, Türkiye’yi Suriye’nin akıbetiyle karşı karşıya bırakacaktır. Ülkesinin tamamına hâkim olamayan Esad’ın ve Suriye’nin başına gelenlere bakarak, Türkiye’yi yönetenler gerekli dersi çıkarmalıdır. Kamu güvenliğinden taviz verilmeyecek nutukları atarken, kurtarılmış bölgeler oluşturulmasının muhasebesini de başbakan yapmalıdır. Devlet otoritesini sağlayamadıkları her sokak, her mahalle Suriyelileşen Türkiye’nin habercisidir. Aynı şekilde Meclis’te yemin etmemekte direnen bölücü örgütün uzantıları, Türkiye’nin Suriyelileştirilmesinin uygulayıcılarıdır. Bu tavırlarının ileride hangi amaçla kullanılacağının hesabı iyi yapılmalı ve tedbirleri alınmalıdır.
Türkiye’nin hendek siyasetine mahkûm edilmesine müsaade etmemek evvela icra makamındaki hükümetin ve cumhurbaşkanının sorumluluğundadır. Bugüne kadar yaptıkları hatalarla büyüttükleri bölücü tehdidin çökertilmesi için güvenlik güçlerimizin operasyonlarının tek başına yeterli olacağı düşünülmemelidir. Terörle mücadelenin çok boyutlu bir programla ele alınması şarttır. Güvenlik güçlerimiz görevlerini yaparken, vatandaşın devletiyle ve toplumla bağını güçlendirecek, farklılıklar yerine ortaklıkları öne çıkaracak projeler devreye sokulmalıdır. AKP’nin bugüne kadar uyguladığı açılım politikasının şimdi antitezine ihtiyaç vardır. Açılımın tahribatını ortadan kaldıracak programı uygulayarak milli birlik ve kardeşliği tesis edecek tek parti MHP’dir. Birbirine zıt her iki politikayı da AKP zihniyetinin hayata geçirmesini beklemek bir garabet olmakla birlikte, milletin takdiri böyledir. MHP olarak bize düşen doğruları söylemek, uyarıları yapmaktır.
Terörle mücadelenin kamuoyunda algılanış biçimi dikkatle takip edilmelidir. Bunun için devletin kriz yönetim merkezinde uygulamaların nasıl algılandığını hesap edecek bir akıl sürekli devrede olmalıdır. Hâlihazırda terörle mücadelenin Türkiye ve dünya kamuoyuna sunuluş biçiminde terör sorununu büyüterek iç savaş gibi gösteren hatalar yapılmaktadır. Devletin haber ajansı aracılığıyla terör örgütünün bölgede yaptığı tahribatın bütün dünyaya servis edilmesi ciddi bir yanlıştır ve Suriyelileştiğimiz algısının devlet eliyle belgelenmesidir. Yakılan ya da kurşun delikleriyle tahrip edilmiş evler ve sokaklar, Türkiye hakkında dünyada olumsuz bir algı oluşturmaktadır. Nitekim turizm sektörü Rus krizinin etkisinden daha büyük darbeyi son günlerde yayılan güvenlik endişesiyle almaktadır. Sporcuların, sanatçıların, turistlerin ülkemize gelmemeye başlaması bu olumsuz algıyla ilgilidir. Türkiye’den servis edilen her türlü savaş görüntüsünün, yarınlarda devletimize ve milletimize karşı olumsuz propagandada kullanılacağı dikkate alınarak tedbirler geliştirilmelidir.
Etrafı ateş çemberi haline gelen Türkiye’nin iç huzurunun temini bugün her zamankinden daha öncelikli ve hayatidir. Milliyetçi Hareket Partisi Türk milletinin ve devletinin yarınlarda bir beka sorunu yaşamaması için gerekli hangi tedbir varsa alınması için uyarılarını yapmaya ve üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmeye devam edecektir. Türkiye’nin birlik ve bütünlüğü, Türk milletinin varlığının temini her şeyin üzerindedir.
Değerli Milletvekili Arkadaşlarım,
Muhterem Misafirler,
Basımızın Kıymetli Temsilcileri,
Uzun, yorucu ve bir o kadar da karmaşık bir yılın bitimine çok az bir süre kala sizlerle bir kez daha birlikte olmanın kıvancını yaşıyorum.
Sözlerime hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlayarak başlıyorum.
Geçtiğimiz Pazar günü sabahın erken saatlerinde, Ankara’nın Keçiören ilçesinde kurulu bulunan Osmanlı Halk Pazarı’nda yangın çıkmıştır.
Güçlükle kontrol altına alınan bu yangın sonucunda 253 işyeri kullanılamaz hale gelmiştir.
İlk tespit ve açıklamalar yangının elektrik kontağından çıktığına işaret etmektedir.
Neden her ne olursa olsun, yangından zarar gören esnaflarımızın zarar ve ziyanlarını karşılamak hükümetin öncelikli görevidir.
Bu kış kıyamette ekmeğini kazanmanın, çorbasını kaynatmanın telaşında olan kardeşlerimiz yüzüstü bırakılmamalı, kaderine terk edilmemelidir.
Parti olarak Keçiören Osmanlı Pazarı esnafının talep ve ihtiyaçlarını yakından takip edeceğimizi, onların dertlerine ortak olacağımızı ifade ediyor, tüm esnaf kardeşlerimize geçmiş olsun dileklerimizi iletiyorum.
Değerli Milletvekilleri,
Bildiğiniz gibi, bu gece Mevlid Kandili’ni idrak edeceğiz.
Bu gece alemlere rahmet elçisi olarak inmiş Efendimiz Resulullah’ın dünyaya teşrifini hasretle, hürmetle ve hayranlıkla yad edeceğiz.
Sizlerin, milletimizin ve Türk-İslam dünyasının Mevlid Kandili’ni tebrik ediyorum.
Ne mutlu bizlere ki adalet, ahlak, merhamet ve şefkat zirvesi; iman, inanç, insaf, izzet kutbu aziz Peygamberimizin izinden yürüyoruz.
Bu mübarek günde Allah’tan niyazım, bizleri helalin yolundan ayırmamasıdır.
Zira helale yüz çevirmek, haramla sözleşmek, haramla nikahlanmak demektir.
Bir toplumu içten içe çürüten en ağır sorun rüşvetle birlikte haramın açıktan savunulmasıdır. Ve dinimiz bunu net olarak yasaklamıştır.
Rüşvet ve yolsuzluk kamu düzenini sarsan bir suçtur.
Rüşvet veren devlete taarruza geçmiştir ve bu yüzden suçludur.
Rüşvet sosyal düzenin bozulduğu dönemlerde ortaya çıkmaktadır.
Rüşvet insanlığın reddettiği, inancımızın ve kültürümüzün telin ettiği bir sapma halidir.
Ecdadımız rüşvet alana mürteşi, rüşvete verene raşi diyor ve bu ikiliyi mahkum ediyordu.
Barbar kavimler bile rüşvetle mücadele etmişlerdir.
Peçevi tarihinde anlatılmaktadır: İslam tarihinde ilk rüşvet olayı; Halit Bin Velit’in, Hz. Osman’ın huzuruna girebilmek için kapıcıya iki altın vermesiyle başlamıştır.
Rüşvet devletin selametine karşı işlenmiş ağır bir cürümdür.
Devlet otoritesinin zayıflamasıyla rüşvet arasında doğru bir bağlantı vardır.
Darbe diyerek savuşturulan ve kapatılan 17-25 Aralık Rüşvet ve Yolsuzluk Soruşturmasını bir de bu göz ve bilgi dağarcığıyla değerlendirmek lazımdır.
17-25 Aralık milli vicdanda kapanmamış bir yaradır.
Yedirmeyiz diyenler, ne var ne yok yemiştir.
Birlikte yürüdük diyenler, yürütmede, götürmede ustalaşmışlardır.
Kibirli ve küstah bir dille rüşveti günah işleme özgürlüğü sayanlar ahlak ve adaleti kilitlemişlerdir.
Hala rüşvetle çarkları dönen vakıflar söz ve güç sahibidir.
Hala ayakkabı kutularından çıkan deste deste banknotlar hafızalardadır.
Yatak odalarındaki haram madenleri, bakan ve başbakan çocuklarının çevirdiği dolaplar, dört yüzsüz bakanın hırsızlıkları dillerdedir.
Ve hala Erdoğan’ın zeki oğluyla para eritme üzerine yaptığı konuşması akıllardan çıkmamıştır.
Gün gelecek devran dönecek, rüşvetçi, hortumcu, haramzade, millete küfreden, yüzdelerle ihale alan kim varsa doğruca adaletin önüne çıkacaktır.
Bu ya olacak ya olacaktır. Başka bir seçenek kesinlikle yoktur.
Değerli Arkadaşlarım,
Maalesef Efendimizin mirası karalanmakta, kanlı ve karanlık çekişmelere gerekçe yapılmaktadır.
Bu en başta İslamiyet’in özüne ve ruhuna büyük bir saygısızlıktır.
Dini kılıf yapan azılı teröristler Peygamberimizin hatıra ve emanetlerine acımasızca, ahlaksızca kast etmektedir.
İslam alemi, Müslüman coğrafyası öyle bir buhrana sürüklenmiştir ki, katliamlar seriye bağlanmış, ardı arkası kesilmeyen cinayetler volkan gibi patlamıştır.
Şu kadar ki ölen Müslüman, öldüren yine Müslüman’dır.
Medeniyet beşiği Ortadoğu’nun haline bakınız.
İslam ülkelerinin perişanlıklarına; halkından, ahlaktan ve maneviyattan kopuk yönetimlerinin kokuşmuşluğuna özellikle dikkat ediniz.
Aslında bu sorunların hepsinin ortak paydasında Hz. Peygamber’in hayatına, tebliğine ve mesajlarına duyarsızlık, ilgisizlik ve münafıkça yaklaşım bulunmaktadır.
İslam’a en büyük kötülük yine İslam adına şiddeti ve nefreti bir siyaset ve çıkar aracı olarak kullanan günahkârlardan gelmektedir.
Yüce dinimiz ne diyor, ne buyuruyorsa tam tersi yapılmaktadır.
Kuran’ın, “Bir cana kıyan tüm insanlığın canına kıymış gibidir” bağlayıcı hükmü hiç kimsenin gündeminde yoktur.
İçimizde dışımızda bu kadar felaket yaşanırken, lafa gelince alimliğiyle övünen zevat, sıra sorumluluk almaya gelince ortadan kaybolmaktadır.
Allah dostları suskundur.
Ortak akıl paslanmış, ortak vicdan kurumuştur.
İslamiyet’in kalbi hançerlenip tüm uzuvları hakaret ve kesif bir harekata uğrarken çağın manevi rehberlerinden herhangi bir tepki ve tesirli bir itiraz işitilmemektedir.
Bu çarpıklık en az İslamiyet’i içine alan kaos kadar hazin ve düşündürücüdür.
Diline bakarsak alim, kalbine bakarsak kapalı ve mühürlü olduğu ortaya çıkacak bir çok sözde alim, sürekli ivme kazanan zulüm düzeninden rahatsız değildir.
Çünkü bunların samimiyet kapısı sürgülüdür.
Çünkü bunların dışı hoca, içi bacadır.
Müslümanların itikat, fıkıh ve hatta siyaset konusunda farklı mezheplere ayrılmış olması örtülemez, telafi edilemez düşmanlıklar doğurmaktadır.
İslam dünyası eşitsizliğin, vicdansızlığın, ölçüsüzlüğün kurbanıdır.
Her gün beş vakit okunan ezanların hatırına, her gün Allah diye semaya kalkan eller, her gün yürekten amin, gönülden şükür diyen tertemiz vicdanlar adına var olan kin ve kirliliğe ne zaman dur diyeceğiz?
Bu sorunun cevabını mutlaka düşünmek mecburiyetindeyiz.
Yoksa dehşet girdabı her geçen gün genişleyecektir.
İslamiyet’in terörle anılması, terörle özdeş gösterilmesi konusunda sinsi ve çok yönlü propaganda çalışması yürüten çevrelere müsaade edemeyiz.
Ve elinde silah, dilinde küfür, belinde bombayla önüne gelen ateş açan, hedef gözetmeksizin gözüne kestirdiğini yok eden, doğrayan ve parçalayan canileri İslam dairesinde göremeyiz, görülmesine sessiz kalamayız.
Küresel güçlerin maşası IŞİD, El Nusra, Boko Haram, Eş-Şebab, El Kaide ve benzeri cinayet örgütlerinin İslamla uzaktan yakından bir ilişkisi olamayacak, kıyısından köşesinden irtibatları kurulamayacaktır.
Masum canlara kıyanlar Müslüman değil, kafir işbirlikçisidir.
Mürşit kisveli müşrikler, Müslüman görünümlü müfritler İslam’ı can evinden vurmaktadır.
Bunlar emperyalizmin uşağı, İblisin Truva Atı’dır.
Ne yazık ki, İslam âlemi tümden karıştırılıp istikrarsızlığa gömülürken bu çeteler yüksek fiyatlardan kiralanmakta, her pis işte kullanılmaktadır.
Batı, doğudaki, bilhassa İslam alemini çerçevesine alan stratejik hedef ve hesaplarını ele geçirmek maksadıyla devşirdiği militan kadrosuna tetikçilik yaptırmaktadır.
İslam coğrafyası terörle yıldırılmak, terörle teslim alınmak istenmektedir.
Emperyalist ülkeler bazen tek, bazen de yek vücut olarak Ortadoğu Bölgesi’nin zenginliklerini bölüşebilmek ve bölgeye de hakimiyet kurabilmek için çeşitli senaryolar üretmektedir.
Bölgenin mihenk taşı olan Türkiye bu senaryolardan dün de, bugün de ziyadesiyle etkilenmiş ve zarar görmüştür.
Ortadoğu’da sürdürülen kavganın temelinde bölüşüm ve hakimiyet mücadelesi yatmaktadır.
Bu nedenle bölgede topraklar parçalanmakta, insanlar kimi zaman etnik, kimi zaman mezhebi motivasyonla istismar edilmektedir.
Söz konusu istismarı emperyalist güçler ve onların yerli işbirlikçileri yapmaktadır.
Yüzyıllardır süren ekonomik çıkarlar ve karanlık ideolojiler İslam ve Türk düşmanlığına dönüşmüş, bu düşmanlığın körüklenmesinde ve genç kuşaklara aşılanmasında kilise örgütleri ve kalem sahipleri birbirleriyle yarışmışlardır.
İstenen zayıf ve kukla devletlerdir.
İstenen batının nüfuz alanlarının genişletilmesidir.
Ortadoğu’nun ve İslam ülkelerinin kanlı bıçaklı duruma getirilmesinin nedeni budur.
Sonuç itibariyle Arap Baharı’ndan kara kış çıkmış, güdümlü selefi çeteler tıpkı Roma İmparatorluğu’nu yıkan barbar kavimler gibi her tarafa yayılmışlardır.
Bu bir sonuçtur. Sonuçla uğraşmak, sonuca kafa yormak ise zaman kaybıdır.
Musibetlerin kaynağında asırlardır değişik kılık ve görünümde devam eden emperyalist vahşilik vardır.
İslam ülkeleri ise adeta felç geçirmiş, adeta vurgun yemiştir.