Ankara sofrasında kutu muhabbeti. Türkiye'nin sıcak gündemi en sıcak mecliste masaya yatırıldı. Yazılarıyla Türkiye'nin nabzını tutan duayen köşe yazarları, Sözcü Pazar için Ankara Sofrası'nda buluştu... ost meclisindeki geleneksel buluşma için günler öncesinden yaptım organizasyonu. Türkiye'nin sıcak gündemini, en sıcak "meclis"te, bu meclisin müdavimlerine ... Türkiye'nin sıcak gündemi en sıcak mecliste masaya yatırıldı. Yazılarıyla Türkiye'nin nabzını tutan duayen köşe yazarları, Sözcü Pazar için Ankara Sofrası'nda buluştu... ost meclisindeki geleneksel buluşma için günler öncesinden yaptım organizasyonu. Türkiye'nin sıcak gündemini, en sıcak "meclis"te, bu meclisin müdavimlerine yorumlatacağım. Ekonomiden siyasete, 2014'te Türkiye nelere gebe diye tek tek soracağım... Mekanımız aynı; Prof. Dr. Şükrü Kızılot'un Ankara'daki ofisi. Saat 18.00'i gösterdiğinde müdavimlerimiz teker teker kapıdan giriş yapmaya başlıyor. Her zamanki gibi ilk gelen Emin Çölaşan. Dost meclisinin en dakik üyesi kendisi. Bu sene meclisimize bir yeni üye daha eklendi... SÖZCÜ Ankara Temsilcisi Saygı Öztürk de aramızda. Son kitabına son noktayı koyduğu gibi soluğu mecliste aldı. Tabii ki gelenek bozulmuyor, Önsözü yine Emin Çölaşan yazacak. Siz bu satırları okurken kitap baskıya giderse hiç şaşırmam. Ankara'da sadece üç gün kaldım ve gittiğim gün yeni kitaba başladığını söyledi Saygı Öztürk. Ben İstanbul'a dönerken, o kitabı çoktan bitirmişti! Diyeceğim o ki; kendi rekorunu kendisi kırdı. Bu rekoru ilk yazan gazeteci olarak, sayesinde benim de bir rekorum var artık! Yavuz Donat korkuttu! Bu meclisin olmazsa olmaz isimlerinden biri duayen gazeteci-yazar Yavuz Donat. Siz bakmayın öyle genç ve fit durduğuna. Emin Çölaşan'ın da Bekir Coşkun'un da ağabeyi olur kendisi. Üstelik Emin Çölaşan gibi bir ismi Türk medyasına kazandıran isim de yine Yavuz Donat. Ama o en çok da Emin Çölaşan'ı işinden kovduran gazeteci olması ile övünüyor. "Eğer Emin'i kovdurmasaydım, şu anda DPT'den emekli Emin Efendi olurdu" diyor. Yavuz Donat'la aramızda bir anlaşma yapıyoruz. Erken gelecek, erken kalkacak. Asla yemeğe kalınmayacak. Dediği gibi de oluyor. Ama bir farkla; yemeğe kalmasa da arkada bizi bekleyen ziyafet sofrasındaki lezzetlerin tadına ilk o bakıyor! Ondan sonra da birlikte geçiyoruz satranç sehpasının önüne. Karşımda usta gazeteci yazar. Aynı zamanda usta bir satranç oyuncusu varken, ilk hamleyi doğru yapma konusunda soğuk terler döküyorum. Neyse ki oyun arada kaynıyor, sohbet ağır basıyor da, maç bir sonraki buluşmaya erteleniyor. Bekir Coşkun geleneği bozmadı Cumhuriyet Gazetesi yazarı Bekir Coşkun bu sene de geleneği bozmuyor. Kapıdan içeri giren en son isim yine o oluyor. Ama gardını almış bu defa. Geçen seneki "Bekir geldi, ben gidiyorum" şeklindeki olası espriler için aynı tonda yanıtı en baştan veriyor: "Rahat olun, fazla kalmayacağım (!)" Fazla da kalamıyor hakikaten. Cumhuriyet çalışanları Mustafa Balbay için bir "Hoş geldin" yemeği tertiplemişler. Güya yemeği orada yiyecek.. Tabii ki böyle bir şey söz konusu bile değil. Masanın ortasında duran kallavi çiğ köfte tabağı yüzünden Coşkun, Balbay'ın yemeğine karnı tok gitmek zorunda kalıyor. Şükrü Hoca'dan herkese şapka! Şükrü Hoca bu; her daim bir sürprizi vardır. Türkiye'de sadece ekonominin duayeni değil, aynı zamanda mizahın da en usta isimlerinden biri. İnce esprileri ile bir Ankara buluşmasına daha damgasını vuran Hoca, kadro tamamlandığında bir açıklama yapıyor. Diyor ki; "Bugünün anısına hepinize birer şapka hazırladım!" Şapka; Hoca'nın son fıkra kitabının adıymış meğerse. Hoca fıkra kitaplarını her yıl Aralık ayında çıkarıyor. Şapka, onun bu alandaki onuncu kitabı. Ama bana kalırsa bir sonraki kitabın adı şimdiden belli. Olsa olsa "Kutu" olur onun da adı! Bu Ankara buluşmalarının meslek hayatımın en keyifli röportajları olduğunu aslında geçen sene de söylemiştim. Bu keyif öncelikle bu ekibin ruhundan kaynaklansa da, sayemde gerçekleşen birbirleriyle didişmelerinin de etkisi büyük! Nasıl mı didişiyorlar? Geçen sene açıklamıştım, yine açıklıyorum; kendileri ile geleneksel hale gelen bu yıllık olağan röportajlarımda ilk önce "kim bildi, kim bilemedi" yi masaya yatırıyorum. Ama bunu her defasında yapacağımı bildikleri için, onlar da hazırlıklı geliyorlar. Gelin görün ki bu sene bu olağan seremoniye pek giremedik. Çünkü Türkiye gündeminde olduğu gibi, bizim gündemimiz de "kutu"ya kilitlendi. En çok da Şükrü Hoca takmış bu kutu meselesine. Her gelene ilk önce "Senin kaç kutun var?" diye soruyor. Ama ben de ayakkabı kutuları konusunda engin bilgilere sahip oldum. Şu anda size bir ayakkabı kutusunun minimum ve maksimum ebatları konusunda bir brifing bile verebilirim. Laf aramızda Coşkun ayakkabı kutularına pek itibar etmiyor. "Ben çizme kutularını bekliyorum" diyor. SÖZCÜ yazarı Sezgin Özcan ise, konuya para sayma makineleri açısından bakıyor. Doğrusu ben bilmiyordum; meğerse isteyen herkes gidip evine bir para sayma makinesi alabilirmiş. Aslında çok da iyi fikir. ATM'lerden çekilen maaşlar, evlerde bu makinelerde kolayca sayılıp, ayakkabı kutularında muhafaza edilebilir. Ama tabii ki işin bir de hırsıza karşı önlem boyutu var. Ankara Sofrası'nda meselenin bu boyutu da enine boyuna tartışılıyor. Ayakkabı kutusunun evde para saklamada dahiyane bir buluş olduğu konusunda yazarlarımız hemfikir. Ne var ki; ayakkabı kutuları artık ifşa oldu. Hırsıza karşı yeni bir kutu bulmak gerektiği de gündemin diğer maddesini oluşturuyor. Diyeceğim o ki; bizim Ankara Sofrası'nda bu yıl bir kutu muhabbetidir gidiyor.. Kırıkkalelinin çiğköftesi, Urfa'nın pabucunu dama attı!..."