Benden selam söylen vefasız yare Gurbet benim olsun sıla kendine Çekilmedik derdimizi bölüşek Başlı ben alayım sıla kendine. Dökek derdimizi ölçek bölüşek Ne el bize ne biz ele karışak Felek bize gül demez ki gülüşek Cefa benim olsun çile kendine. Çektiğim cefalar yar senden geldi Bana bu sitemler kar senden geldi Başımdaki duman kar senden geldi Ben kara bağlayım ala kendine. Evvelden hastadır yaralı gönlüm Sevdayı mahbuba ereli gönlüm Aşkın gömleğine gireli gönlüm Hicranı Veysel'den n'ola kendine Sanki bin yaşındayım, o kadar hatıram var. Gözleri bilançolar, manzumeler, ilamlar, Romanslar, sevgi talan mektuplar, makbuzlara Sarılı gür saçlara dolu bir büyük masa, Saklamaz daha çok sır üzüntülü kafamdan, Bu bir ehram, bir mahzen, öylesine kocaman, Fakirler çukurundan daha çok ölüleri, -Ben ayın tiksindiği bi rmezarlığım şimdi; - Orda azaplar gibi sürünür uzun kurtlar, En can alıcı ölülerime boyuna saldırırlar Solmuş güllerle dolu eski bir odayım ben, İçindeki eşyanın yıllar geçmiş üstünden, Orda üzgün pasteller, uçuk renkli Boucher'ler, Dağılan bir kokuyu içlerine çekerler . Bıkkınlığın yemişi, dinmez can sıkıntısı, Ölümsüzlüğün sonsuz ölçüsünü aldı mı? Karlı yılların ağır yumakları altında, Topal günleri geçmez hiçbir şey uzunlukta. -Artık ey canlı madde! belirsiz bir dehşetin Sardığı bir kayadan başka bir şey değilsin. Bir sisli kum çölünün dibinde uyuklarsın, Bir sfenks ki meçhulu aldırışsız dünyanın; Har'tada unutulmuş ama hırçın sesiyle Yalnız şarkılar söyler, batıp giden güneşe. . Charles Baudelaire . (Çev: Suut Kemal Yetkin) İlkçağ esintisi denizden, deniz yeli geceleyin: kimseye değil bu gelişin; uyanık bekleyen anlamak zorundadır sana dayanacak: ilkçağ esintisi denizden en eski kaya için, ancak onun için esen, saf uzayı parçalayarak taa uzaklardan gelen.... Nasıl duyar, filizlenen bir incir ağacı seni yücelerde ay ışırken. Ben orada öldüm en çok orada bilmezsin Orada zaman buruşmuş bir eski resimdi Orada sen yoktun, gözlerin belli belirsiz Koptum oradan, bir kırık heykelim şimdi. Bir kolum derin denizlerde tek başına Ayaklarım çöllerde kum tepelerinde gömülü Alıp götürür saçlarımı bir soguk rüzgar Ben orada öldüm, en çok orada bir başka türlü. Hiç bende degilsin, burada yoksun ki Orada var mısın, ya da ben yok muyum Tek degiliz seninle, bütün olmadık hiç Şimdi nerdeyiz nasılız bilmiyorum. Orada akşamlar daha çok serin Ben bu kadar degilim, bu kadar yıkık Sarhoşum, kederliyim, yoksulum, sensizim Orası sisler içinde orası karanlık.. Bensiz oldugun yerde degil mi en güzelsin Bensiz oldugun yerde şöyle şarkılarını aşkını Bir mermeri al, yont, şekil ver ona benden Bir günah işlercesine sessiz ve dalgın. En iyisi sen burada kal, hep burada Ellerinle kal, dudaklarınla, gözlerinle Tut ki bütün renkler senin mavi kırmızı Burada her şey sen nasıl istersen öyle. Bir büyük ayna duvarlar çok büyük Orayı düşünme hiç burada soyun Utandır duvarları pencereleri, kapıları İki yalnızız şimdi anlıyor musun. Var sandıgın sen sen degilsin bir başkası Benim anlasana benim o yok dedigin Sabahları bir serin havayım içine dolan Benim akşamları pencerende bekledigin. Hiç bir şey bilmiyorum, sen anlıyorsun Senin bilmediklerini anladıgım gibi Güzel, parmaklarının degdigi bir şey Sensizlikler içinde seninle olmak iyi. Orada bulutlar yagıyor paramparça Orada aglayan daglardır göge en yakın Orada sen yoksun, orada bir şey yok Orada kan ve ölüm, orada yangın insandır suda akan yaprakta yeşil gülde kırmızı zorlu bir dal gibi eğleniriz de fırtınalarla ince bir sızı birdenbire kırar kollarımızı ve bir akşam kuşlar gibi elimizden uçup giden mutluluk bir sabah ebemkuşaklarının altından dörtnala gelir yaşayalım çocuklar her şey bizimdir bir giysi örtüsünde buldum ben bu yedi satırı bozkırda yüzükoyun bir hitit kasabası yedi satır yedi bülbül yavrusu vurmuşlar anasını da kalmış yavrusu bir sürgün şair yazmış vaktin birinde bir genç kız işlemiş onu örtüye yedi renk ipek iplik, yedi bülbül yavrusu ak örtüde yedi satır, gökkuşağı iğrisi bu yalnızlık bu sürgün, insan olmak acısı aldım yedi yavrucuğu koydum buraya yaşıyor mu bilmiyorum o sürgün şair yaşıyorsa bilsin diye o sürgün şair bir gün çıkıp gelsin diye o sürgün şair ‘uçun kuşlar’ ‘uçun kuşlar’ koydum adını . bir giysi örtüsünde yedi bülbül yavrusu yedi satır, yedi renk, gökkuşağı iğrisi Bir sonsuz rüyaya açılmış gözler Yummayın, yummayın kirpiklerini! Kim ondan daha çok hayatı özler. Çağırıyor çağırıyor sevdiklerini.. Gelmiyor, gelmiyor o yüzler niçin? Kaybolmuş koynunda onlar da hiçin Bilmiyor boyunun ölçüsü için Başının ucuna geldiklerini.. Bilmem ki adını onun kim saklar? Şimdiden unutmuş onu kucaklar. Besbelli üşütür soğuk topraklar Soymayın, soymayın giydiklerini. Demek şimdi gidiyorsun; Yazdığımız son şiir öyle yarım kalacak! Demek şimdi gidiyorsun; Kuşlarımız acıkacak, saksılarımız artık sulanmayacak! Demek öykümüzü bir ruj lekesi gibi yapıştırıp aynanın sahtekâr yüzüne -Oy benim yaralım- Demek şimdi gidiyorsun; Beni böyle toz gibi dağıtıp merdivenlern dibine! . Her şey tamam diyorsun, git... Beni viran bir şehir gibi terket... Haydi git! Dışarısı ispiyon...Dışarısı ihanet... Seni bir gören olmasın, dikkat et! ... Dostlukmuş...ölüme yürümekmiş... Üstüne titremekmiş...vefaymış! .. Aşk dediğin, zavallı bir kapıyı duvara çarpıp Çıkıncaya kadarmış! .. Bana komaz deyip Sancını bir kilo rakıya gömsen de gece yarıları, -Oy benim yaralım- Asıl sancı, uyandığında Bütün odaları boş görünce koyarmış! .. Gitmek istiyorsun, git... Bir savaşçı asla vedalaşmaz! Durma git! Dışarısı dinamit...dışarısı enkaz! Şunu cbine koy, ne olur ne olmaz... Eylül mağdurlarıydık, kimsemiz yoktu, Yaralarımız aman vermiyordu canımıza.. Kimseye kıymamıştık oysa, masumduk.. Rahatsız ediyordu bizi bu yalancı tarih! Yırtılan bir pankart gibi Şehirlerin ortasına çığ düşürdüyse öfkemiz; -Oy benim yaralım- En az bir karıncanın yüreği kadar Namuslu ve çalışkandı ellerimiz! . Artık bitti diyorsun, git.. Kırılsın kapı-çerçeve, kırılsın bu cam.. Sorma git! Dışarısı panik..dışarısı izdiham! Biliyorum, seni vuracaklar bu akşam.... Ne çok fire verdik üstüste.. Ne çok arkadaş yitirdik bu tozlu yolculukta.. Kimliği tespit edilmemiş, Ne çok ceset vurdu zeytin güzeli akşamlarımıza! Büyük ütopyalar ve büyük dağlar gibi İçerden çürümüşüz meğerse... -Oy benim yaralım- Her gelen ölüm yazmış, Her giden ayrılık işlemiş bu talihsiz gergefimize.... Kendini arıyorsun, git.. Aptal bir hayat kur, içinde beni barındırmayan Kalma git.. Dışarısı barut..dışarısı gardiyan! Yine bir tek ben olurum sana parçalanan... Demek şimdi gidiyorsun; Sonunda bizi de çökertiyor bu kancık zelzele! Demek şimdi gidiyorsun; Yıkılan bir duvar gibi; ömrüme devrile devrile.. Demek mecburi istikametlerin, Ayrılığı gösteren o adaletsiz kavşağında -Oy benim yaralım-maralım Demek şimdi gidiyorsun, Ve bana bir tek secenek kalıyor: güle güle! . Beni öldürüyorsun, git.. Kalmasın sende kahrım, kalmasın derdim Bakma git Kafamı yumruklayıp ardınsıra ağlarsam namerdim... Biliyorum ayıp ve mânasız Ama peşlerinden gidiyorum Gezmeye çıktıkları vakit Ana kız.. Utanır da belki Anasının sırtındaki Yeldirmeden, Kız bir adım önde gider Sezdirmeden.. Beşiktas'ta Barbaros Meydanı Sağı anıt, solu türbe Ortası kare şeklinde, Parkıdır yoksulların Bilhassa yaz ayları.. Fidanların, mezarların önünde Yontulu taşlar çepçevre, Yer yer banklar konulmuş, Meydana dolmuş millet Sıra sıra oturmuş. Ah genç kız kalbi, Sıralara bakar elbet.. Meydanın ilerisi deniz kıyısı Karaya çekilmiş kayıklar İskele gazinosu yanda Sulara dökülmüş ışıklar Üsküdar şu karşısı.. O nemli topraklara Ana çöker yorgun argın, Kalmış gözü arkada Kendi ayakta kızın. Har içinde biten gonca güle minnet eylemem Arabi farisi bilmem, dile minnet eylemem Sırat-i müstakim üzre gözetirim rahimi iblisin talim ettiği yola minnet eylemem. Bir acaip derde düştüm herkes gider karına Bugün buldum bugün yerim, hak kerimdir yarına Zerrece tamahım yoktur şu dünyanın varına Rızkımı veren hüda'dır, kula minnet eylemem. Oy Nesimi, can Nesimi ol gani mihman iken Yarın şefaatlarım ahmed-i muhtar iken Cümlenin rızkını veren ol gani settar iken Yeryüzünün halifesi hünkara minnet eylemem Şehir yerinde değil, sıcak gökyüzünde boğulan bir kadın gibi yükselip kayan karaşın bir ağaç dışında Şehir sessiz, kaynıyor gece onbir yıldızla Ah! yıldızlı yıldızlı gece! Ben böyle ölmek istiyorum. Hareket halinde. Her biri canlı Ay bile esniyor turuncu rengiyle sürmek için çocukları, bir tanrı gibi, gözünden Yaşlı ve esrarlı bir yılan yıldızları yutuyor Ah! yıldızlı yıldızlı gece! Ben böyle ölmek istiyorum:. Atılıp kollarına gecenin canavarının O büyük ejderha tarafından yutularak Hayatımdan kopmak istiyorum, izsiz işaretsiz Ne bir dans Ne bir ağlama. Ey acemi dudaklı yar... Bahaneler bulma bana Kurtarıcın ve müjdecinim ben senin Aşkı öğretmek için geldim sana Öğren onu... Hala kabile kanunları hakim vucuduna Kendin hükmetmeye çalış bedenine. Kulak ver bana... Vaktim çok dar Her mevsimde bir kez biter başak Aklını başına al Asık suratla karşılanmaz ilk bahar yağmurları Sen de diğer kadınlar gibi ol Sadece bağırmak için mi verildi sana bu dudaklar. İşte talimatlarım... Önünde hepsi de... Cennetimi de orada görüceksin Cehennemimi de Hala anlamadıysan şimdiye kadar Sor ne olur, anlamaya çalış Sana dayatmak istemiyorum kendi konumumu Konuş... Eğer konuşmak hoşuna gidiyorsa Kokla beni Bu seni rahatlatacaksa.... Zorla sevgiyle işim olmaz benim Şiddet - kadınım - Beni bunalıma sokuyor Kötü bir adam olacağımdan korkuyorum Seni aşka bir koyunu çeker gibi çekeceksem eğer Anlamaya çalış.... Sakin ol... Niyetim bu güzel geceyi mateme çevirmek değil Hiç bir zaman bir kabile reisi olmadım Seni kanla ve tırnakla sevecek olan Fakat ben daima gökyüzünün haritasını Değiştirmeye çalışan adamım Şiiriyle... Ve aşkıyla... Yıldızların konumunu değiştirmeye çalışan adamım... Yağmuru seviyorum diyorsun, yağmur yağınca şemsiyeni açıyorsun... Güneşi seviyorum diyorsun, güneş açınca gölgeye kaçıyorsun... Rüzgarı seviyorum diyorsun, rüzgar çıkınca pencereni kapatıyorsun... İşte,bunun için korkuyorum; Beni de sevdiğini söylüyorsun... Tasayla türkü söylemeyin Gecenin inzivasından; Yo, o, hoş sevdadır deyin, Sıcacık sohbet için bir gam.. Kadının kocaya verilmesi gibi En güzel yarısına vardığında, Gece ömrün yarısıdır harbi, Ve en güzel yarısıdır aslında.. Sevinebilir misiniz o günden ötürü, Sadece neşenizi kesen? Oyalanmak için iyi gelir götürü, Başka şeye yaramaz aslen.. Ancak geceleyin kimi anlarda Tatlı fenerin ışığı akarsa, Ve ağızdan yakın ağıza Şaka ve aşk boşalırsa.. Eğer taze ve oynak oğlan, Ham ve ivedi tersine eğlerse, Çoğu kez ufacık armağan Olan basit oyunlarla eğlenirse; . Eğer Bülbül sevdalılara Müşfik havalar öterse, Onlar esir ve gamlılara Yalnız Ah, Vah gibi gelirse.. Kalbin onca yağmasıyla beraber Siz dinlemezseniz o çanı kebir, Ki o oniki tamdır vurmasıyla her Defasında huzur ve güven verir.. Dolayısıyla şu uzun günün ramağında Unutma ve Hatırla, sevgili Yüreğim: Her bir günün derdi vardır sonunda, Ve asıl gecede gelir keyfim benim.. Çeviri: Musa Aksoy. Wilhelm Ustanın Çıraklık Yıllarından alıntı bir şiir.. Öyle bir zaman ki, kadınlar evlerine kapanmış ve serbest çalışması düşünülemez bile. Goethenin kahramanı Wilhelm, o zamanların kadınlarına tamamen zıt bir karakter sahibidir. 18 YYda kadın duygusal ama pasif, doğacan ve ana gibi terimlere eşdeğer edinilmektedir. Gülşen (Philine) zamanın kadınına layık biri olmadığı, ancak yalnız ve serbest çalışan, dolayısıyla aile himayesi altında olmayan bir kadın olarak, mecburen oyuncu kimliğini sırtlayan biri olduğu irdelenir. Aynen Wilhelmin zamana aykırı tutumu ve tavırlarıyla, hayatı/nı eleştirmesiyle, hatta temel eğitimin mi yoksa işin/mesleğin mi insanın kaderini belirlediği sorgulanır. Ve böylece Wilhelm ve Gülşen arasında, şimdiki günümüzde aslında pek/hiç çelişki sayılmayan, veya toplumun kimi kesimlerinde halen sayılan, bir aşkın niçin (o zamanlar) imkansız olduğu anlatılır. Goethe bu ikinci eseriyle 225 yıl önce, aydınlanma sürecinin başlamasına ivme vermiş olmakla kalmayıp, halen mevcut fikir ve değişimlere, ışık açmıştır. Yukarıdaki şiir tüm romanın bir nevi atan kalbidir. Her şeye rağmen düşmana inat yaşayacağız. Yarın bizim çünkü... Biz öleceğiz ama çocuklarımız bırakacağımız mirasi taşıyacaklar yüreklerinde... Ve onların yürekleri bizim altında ezildiğimiz korkuları taşımayacak........ Nâm u nişane kalmadı fasl-ı bahardan Düşdü çemende berg-i dıraht itibârdan. Eşcâr-ı bâğ hırka-i tecrîde girdiler Bâd-ı hazân çemende el aldı çenârdan. Her yanadan ayağına altun akup gelir Eşcâr-ı bâğ himmet umar cûy - bârdan. Sahn-ı çemende durma salınsın sebâyile Âzâdedir nihâi bugün berg ü bârdan. Bâkî çemende haylî perîşân imiş varak Benzer ki bir şikâyeti var rûzgârdan. Vezni: Mef'ûlü Fâilâtü Mefâîlü Fâilün Vakit tamam! .. seni terk ediyorum. O bütün alışkanlıklardan Ve bütün sıradanlıklardan öteye, Yorumsuz bir hayatı seçiyorum. Doyamadım inan, Kanamadım sevgiye.... Korkulu geceleri sayar gibi, Deprem gecesinde bir yıldız, Birdenbire kayar gibi; Ellerim kurtulacak ellerinden, Bir kuru dal, ağacından Çatırdayıp kopar gibi.... Aşksa bitti... Gülse, hiç dermedik. Bul kendini kuytularda, hadi dal! Seninle bir bütün olabilirdik... Hoşça kal gözümün nuru, Hoşça kal.... Vakit tamam! .. seni terk ediyorum. Bu, kırık ve incecik Bir veda havasıdır. Tutuşan ellerimden Parmak uçlarına değen sıcaklık, İncinen bir hayatın yarasıdır.... Kalacak tüm izlerin hayatımda. Gözümden bir damla yaş, Sızlayıp resmine aktığında; Bir yer bulabilsem keşke Bir yer, seni hatırlatmayan; Kan tarlası gelincik şafağında.... Ölümse, korktun. Savaşsa, hep kaçtın... Vur kendini kuşkularda, hadi al! Sen bir suydun oysa, Sen bir ilaçtın... Hoşça kal canımın içi, Hoşça kal... Eğer, bütün etrafındakiler panik içine düştüğü ve bunun sebebini senden bildikleri zaman sen başını dik tutabilir ve sağduyunu kaybetmezsen; . Eğer sana kimse güvenmezken sen kendine güvenir ve onların güvenmemesini de haklı görebilirsen; . Eğer beklemesini bilir ve beklemekten de yorulmazsan veya hakkında yalan söylenir de sen yalanla iş görmezsen, ya da senden nefret edilir de kendini nefrete kaptırmazsan, bütün bunlarla beraber ne çok iyi ne de çok akıllı görünmezsen; . Eğer hayal edebilir de hayallerine esir olmazsan, . Eğer düşünebilip de düşüncelerini amaç edinebilirsen, . Eğer zafer ve yenilgi ile karşılaşır ve bu iki hokkabaza aynı şekilde davranabilirsen; . Eğer ağzından çıkan bir gerçeğin bazı alçaklar tarafından ahmaklara tuzak kurmak için eğilip bükülmesine katlanabilirsen, ya da ömrünü verdiğin şeylerin bir gün başına yıkıldığını görür ve eğilip yıpranmış aletlerle onları yeniden yapabilirsen; . Eğer bütün kazancını bir yığın yapabilir ve yazı-tura oyununda hepsini tehlikeye atabilirsen; ve kaybedip yeniden başlayabilir ve kaybın hakkında bir kerecik olsun bir şey söylemezsen; . Eğer kalp, sinir ve kasların eskidikten çok sonra bile işine yaramaya zorlayabilirsen ve kendinde 'dayan' diyen bir iradeden başka bir güç kalmadığı zaman dayanabilirsen; . Eğer kalabalıklarda konuşup onurunu koruyabilirsen, ya da krallarla gezip karakterini kaybetmezsen; . Eğer ne düşmanların ne de sevgili dostların seni incitmezse; . Eğer aşırıya kaçmadan tüm insanları sevebilirsen; . Eğer bir daha dönmeyecek olan dakikayı, altmış saniyede koşarak doldurabilirsen; . Yeryüzü ve üstündekiler senindir. Ve dahası. sen bir İNSAN olursun oğlum... Çocuğun gördüğü düştür barış. Ananın gördüğü düştür barış. Ağaçlar altında söylenen sevda sözleridir barış.. Akşam alacasında, gözlerinde ferah bir gülümseyişle döner ya baba elinde yemiş dolu bir sepet; ve serinlesin diye su, pencere önüne konmuş toprak bir testi gibi ter damlalarıyla alnında... barış budur işte.. Evrenin yüzündeki yara izleri kapandığı zaman, ağaçlar dikildiğinde top mermilerinin açtığı çukurlara, yangının eritip tükettiği yüreklerde ilk tomurcukları belirdiği zaman umudun, ölüler rahatça uyuyabildiklerinde, kaygı duymaksızın artık, boşa akmadığını bilerek kanlarının, barış budur işte.. Barış sıcak yemeklerden tüten kokudur akşamda yüreği korkuyla ürpertmediğinde sokaktaki ani fren sesi ve çalınan kapı, arkadaşlar demek olduğunda sadece. Barış, açılan bir pencerden, ne zaman olursa olsun gökyüzünün dolmasıdır içeriye.. Bir tas sıcak süttür barış ve uyanan bir çocuğun gözlerinin önüne tutulan kitaptır. Başaklar uzanıp, 'ışık! ışık! ' diye fısıldarken birbirlerine! Işık taşarken ufkun yalağından. Barış budur işte. Kitaplık yapıldığı zaman hapishaneler geceleyin kapı kapı dolaştığı zaman bir türkü ve dolunay, taptaze yüzünü gösterdiği zaman bir bulutun arkasından cumartesi akşamı berberden pırıl pırıl çıkan bir işçi gibi; barış budur işte.. Geçen her gün yitirilmiş bir gün değil de bir kök olduğu zaman gecede sevincin yapraklarını canlandırmaya. Geçen her gün kazanılmış bir gün olduğu zaman dürüst bir insanın deliksiz uykusunun ardısıra. Ve sonunda hissettiğimiz zaman yeniden zamanın tüm köşe bucağındaki acıları kovmak için ışıktan çizmelerini çektiğini güneşin. Barış budur işte.. Barış ışın demetleridir yaz tarlalarında, iyilik alfabesidir o, dizelerinde şafağın. Herkesin 'kardeşim' demesidir birbirine, 'yarın yeni bir dünya kuracağız' demesidir; ve kurmamızdır bu dünyayı türkülerle. Barış budur işte.. Ölüm çok az yer tuttuğu gün yüreklerde, mutluluğu gösterdiğinde güven dolu parmağı yolların, şair ve proleter eşitlikle çekebildiği gün içlerine büyük karanfilini alacakaranlığın... barış budur işte.. Barış sımsıkı kenetlenmiş elleridir insanların sıcacık bir ekmektir o, masası üstünde dünyanın. Barış, bir annenin gülümseyişinden başka bir şey değildir.. Ve toprakta derin izler açan sabanların tek bir sözcüktür yazdıkları: Barış. Ve bir tren ilerler geleceğe doğru kayarak benim dizelerimin rayları üzerinden buğdayla ve güllerle yüklü bir tren. Bu tren barıştır işte.. Kardeşler, barış içinde ancak derin derin soluk alır evren. Tüm evren, taşıyarak tüm düşlerini. Kardeşler, uzatın ellerinizi. Barış budur işte. Nedir bu cevr ü tegafül zaman zaman güzelim? Kaçıncıdır bu eziyetli imtihan güzelim? Tükendi sabr u tahammül.. üzüldü can güzelim. Bu naz ise yetişir artık el-aman güzelim! . Hayat bende mücerred seninle kaimdir.. Neşat ü lezzet ü şevkim seninle daimdir.. Sen olmasan nazarımda güneş de muzlimdir.. Sözün hakikati işte budur inan güzelim.. Gamınla mün'adim oldu tasarrufum özüme. Seni tefekkür ile uyku girmiyor gözüme. İnanmak istemiyorsan eğer benim sözüme, Buna şehadet eder gökte ahteran güzelim! . Bu infiale beca na-beca nihayet ver... Yine şikayete..şükre.. niyaze ruhsat ver! İade eyleyeyim ne'şemi cesaret ver.. Nazardan eyleme didarını nihan güzelim.... Kusurum anlamadım çünkü etmedim mesul.. Olurdu mazeretim belki de karin-i kabul. Senin sükutuna karşı benim melul melul.. Yetişmiyor mu sana ettiğim figan güzelim? . Ne hal ise ben afv et de şermsar eyle.. Küçük düşürmek ile bari ahz-ı sar eyle, Dahil-i merhametim, vechin aşikar eyle.. Bu şivedir sana şayan ol heman güzelim! .. seni kimse anlamıyor Duygu yıkandığın su, yürüdüğün yol, omuzunda gezinen melek şemsiyende sayı saymayı öğrenen yağmur sarmaşık gibi yüzüne sarılan ayna. seni kimse anlamıyor Duygu binicisiz atlar, yeleli gece, elini altına soktuğun yastık hep başkalarının sevdiği şarkıları çalan radyolar kırmızı şarap gibi alnında gezinen ateş. seni kimse anlamıyor Duygu denizdeki şişe, şişedeki mektup, mektuptaki söz tuttuğun günlüğe düşen gölge kuruttuğun çiçeklerden uçup giden koku. seni kimse anlamıyor Duygu kırılan bardak, taşan süt, eteğine sıçrayan çamur yorgunlukta başını dayadığın omuz rüzgarın getirip pencerenin önüne bıraktığı kuştüyü. seni kimse anlamıyor Duygu yıldırım aşkları, boşanma davaları, evine dönen yolcu aşkını Portofino mu Mortofino mu, neyse işte öyle bir yerlerde bulduğunu şarkısında anlatan adam ve mırıldanan yalnızca mırıldanan kalabalıklar kentin iç organlarında. seni kimse anlamıyor Duygu yaşını başını aldığı halde neden teyze olmadığını kimsenin bilmediği Güzin Abla bilginin kurutulacak bir çamaşır olduğunu sanan okul bir terliksi hayvan olduğunu ve tek hücreli canlılar gibi bölünerek çoğaldığını düşünen devlet. seni kimse anlamıyor Duygu ayın arkada kalan karanlık yüzü aşkın sana bakan yaralı yüzü ve kayarlarken dilek tuttuğun yıldızlar. “Birisi çıkıp yalnızca beni ben olduğum için sevsin Tanrım! Ama geç olmadan, olur mu? ” Perişan halin oldum sormadın hal-i perişanım Gamından derde düştüm kılmadın tedbir-i dermanım Ne dersin rüzgarım böyle mi geçsin güzel hanım Gözüm canım efendim sevdiğim devletli sultanım. Esir-i dam-ı aşkın olalı senden vefa görmem Seni her kanda görsem ehl-i derde aşina görmem Vefa vü aşinalık resmini senden reva görmem Gözüm canım efendim sevdiğim devletli sultanım. Değer her dem vefasız çerh yayından bana bin ok Kime şerh eyleyem kim mihnet ü enduh u derdim çok Sana kaldı mürüvvet senden özge hiç kimsem yok Gözüm canım efendim sevdiğim devletli sultanım. Gözümden dembedem bağrım ezip yaşım gibi gitme Seni terk eylemezem çün ben beni sen dahi terk eyleme İgen hem zalim olma ben gibi mazlumu incitme Gözüm canım efendim sevdiğim devletli sultanım. Katı gönlün neden bu zulm ile bidade ragıbtır Güzeller sen tegi olmaz cefa senden vaciptir Senin tek nazenine nazenin işler münasiptir Gözüm canım efendim sevdiğim devletli sultanım. Nazar kılmazsan ehl-i derd gözden akıdan seyle Yamanlıktır işin uşşak ile yahşı mıdır böyle Gel Allah'ı seversen bendene cevr eyleme lutf eyle Gözüm canım efendim sevdiğim devletli sultanım. Fuzuli şive-i ihsanın ister bir gedayındır Dirildikçe seg-i kuyun ölende hak-i payındır Gerek öldür gerek ko hükm hükmün ray rayındır Gözüm canım efendim sevdiğim devletli sultanım Yine bir duman çöktü sokağa, kent tutuştu Bütün sığınaklarda seni arıyorum, nerdesin Aklıma dökülen hatıralar hattında bir yangın Bir çarpraz ateş başlıyor, newroz diyor birileri Dün bir demirciydim oysa ben, ufku eritirdim Bugünse ateş altındayım, Hatıralarımı yazma Bir rüya görüyorsun, terlemişsin sırılsıklam Vurulup düştüğüme inanmak istemiyorsun Bir kente girişin provası oluyor oysa ölümüm Yeis yok, bir misillemedir bütün hatıralarım Yalnız yıkık bir duvar var karşıda, Ve bir kadının cesedi üstünde Uçuşup duruyor takvim yaprakları Seni bekliyorum orda, meydan saatinin altında Bir James Dean filmine gideceğiz gelirsen Cehennem hızıyla çarparken mutsuzluğun çelik zırhına Soluk soluğa yaşanacak tüm imkansızlıklar Boyle olmalıydı ve oldu işte diyecek oğlum Babamsa bir ağıta benzeyecek, küllerimi avuçlarken Bütüm köprüleri dinamitledim ve geldim işte Bir kente girmemiz nasıl gerekiyorsa öyle Apansız çıkmalısın karşıma Ki unutulmuş bir haykırış olmalı dünyaya Seninle her karşılaşmamız Mağlubuz, Durmadan kazanan bu hayat Basit bir üçkağıtçı sadece, bir sahtekar Beşbenzemezle rest çekiyorum Ama o biliyor bunu ve çekiliyor oyundan Yokum diyor Dün bir demirciydim oysa ben, ufku eritirdim Bugünse ateş altındayım, hatıralarımı yazma Hatıralarımı yazma, Tarih sanıyor birileri Bu gece bir litrelik kadehle içeceğim. İki kadeh şarapla, zengini geçeceğim. Önce, üç kez boşayıp, aklımı ve dinimi; Sonra, üzüm' kızını eş diye seçeceğim! . (Hayyam'ın Türkçe Yüzü-Türkçe Yeniden Yazan-Yalçın Aydın Ayçiçek-Can Yayınları) Bir Kalır uzun resimlerde anısı sakallarımızın urban içinde Üşüyüp Üşüyüp kaldığımızın. Bir Kalır yanık yağlar kokusu şehirlerde Uzun nehirlere binip uzaklaşmadıkça. Bir Kalır yabancı yataklarda o oteller Meydanlar heykeller sizin olmadığınız o her yer. O çok yalınç gerçekli gelip gitmeler. Bir Kalır uzun duvarlar ve onların dipleri Bir Kalır Yılgın Adamların hep 'Evet' dedikleri. Çok üşürdük hep üşürdük üşümekti bütün yaşadığımız Üşürdü ellerimiz aşkımız sonsuz uzun sakallarımız. Tükenir dağınık diriliği kaşıntımızın birgün Bir Kalır uzun kitaplarda anısı çok Üşüdüğümüzün Onun çölüne gittim. Konuğum, Duvardaki kan pıhtısında. Onun bulduğu damar beni çağırdı. Ve ruhum eski bir kanla yıkandı.. Onun çölüne düştüm, oturdum cadırında. Eski bir kavmin buluşması ve töreni. Bir yaban kuş gibi tüneyip kıyıya Dedi ki bana “ ölümsün sen “ Mutlak Mutlak olan.. Onun çölünde gece kımıldar. Yılan ve akrep karanlığıyla. Hayat bir zehre gizlenir Çoğalır sabırla.. O bıraktı beni. Çöldeki kızıl sularda Balıklara bakacak Nefesimi tutarak Uyuyacağım.. Onun çölünde her gece Fısıldadım kumlara. Sordum nasıl yaptıklarını çölü, Boğmadan koyun koyuna.. Onun çölünde ölüyüm ben. Gelin ve kaldırın beni. Gittiği yolda bulutlara değen bir gölge bırakılmış sanki.. Bir sesle uyandıracak beni Kahra kan olan bir aldanışla yakaracak. Tanrıya söylendim. Nasıl da zalim gövdede varlığı onun. Güzellik acıya kavuştuğunda yorulur ve Hep yaslı kalacak gözün ışığıyla bakar; Her yüz bir işarettir tanrıdan. Bunu yaşlı bir adam söylediginde Gözleri yoktu. Annem öyle inanmış olmalı ki ona, Yüzümü kederli çizdi. Ve uzayıp tanrıya “işte” dedi “ benim annem yeniden doğdu annem varlığıma döndü”. Gece paslı bir kafesle durdu önümde Dua için zaman istedim tanrıdan. Onun varlığına adanacak hiçlik Düş için, O büyüde kalbime saplanan acıyla Bağırdım; Başka adamlar, başka dillerde dua etsinler. Bizim için. Ölümü tanıdığımız ve sessiz olduğumuz için Kutsasınlar.. Ölü bir yaprağın sürüklenişi gibi rüzgarda Gövdem yitirdi yerini. Ağır bir uykuyla gizlendi tohuma varlık. Ağır bir istekle. Kızıl kan pıhtısı. Tül sabah. Ört üstümü. Koyu gücünü yüzünün nasıl cizdiyse tanrı Ve ne gizlediyse kıvrımına gülüsünün. Gördüm ben.. Tüllere sarılmış çölde ölümümü bekliyorum. Sakinim. Yok bir gece bu. Sabah uyanacak aşkı konuşacağız. Ne çok sürdü diyecek bana. Ne uzun sürdü hayat.. O uzun günün sabahında Sesini duydum gün ve gecenin çakışmasının. Bir tül işleniyormuş gibi aralarında Kavuştular usulca.. Uyu ağır uykunu Taşların altında ve su isteğinle kal. Geniş bir avluda gece kapanan kapıların ağırlığı. Sürecek olan dilsizlik. Rüzger tırmalıyor kapını Aşk uzakta.. Ne tuhaf inanmaman. Sırtıma dokundun ve orada ayla ışıyan çizgilerin Bir acıdan artan masumiyet olduguna şaşırdın. Gideceğini söyledin İnanmadım sana. Oysa ben daha doğmadan biliyordum. Acılı bir ruhta oyalanan bir gövde bu. Saf ve çocukça bir düşün yatağında.. Kan ve sussusla dinlenen ten kabullenir. Beyaz tül yatağında başucuma Camdan bir göz bırakıp gittin.. Ona fısıldanan sözlerin Aşk olan varlığı O gidince karardı. Yüzeyinde göğün Beyaz ve kıpırtısızım.. Acıdan bir okla çıktım Bekleyiş yatağından. İçimde siyah bir taş. Atları gördüm. Kapı önlerinde oturan insanı, sözü. Çok yaşanmış bir çığlıkla hayat.. Bir sırrın bana verilmediği yerden Sordum ona Bana ne söyleyeceksin? Çölün söylemediği ne? . Ruhumu oarada tutan ağırlıkla Geceye ilendi tenim. Ve çağırmadı çölü varlığım Ondan sonra.. Aynaya dönüyorum Değişmiş gözlerim. Çölde kumlara bakan kadın Kedere bakan Artık benim.. Gördüm çizgilerini avuçlarının Çöl her şeyi söyledi bana.. Anladım nerede bitti aşk Kan pıhtılı odanda uyanan gövdem Neden sığmadı varlığa.. Seni yaprakların gölgeli yalnızlığına bırakıyorum. Gün doğumunda uyanan nefese ve sana dönen gözlerin Yakaran çizgisine. Çölden aldığını çöle ver Hayattan aldığını hayata. Artık beklemiyorum Kal orada. Geride, tepelerin art arda dizilmekle Var ettikleri dünya bir hiçlik ahti gibi. Bir hiç ve gölge. Gece ay Gece tül ve yokluk. Yok gece.. Çölden aldığını çöle ver Hayattan aldığını hayata. Alnına konsun bu öpüş Ve,şimdi senden ayrılırken, İtiraf edeyim ki Günlerimi bir düş Sayarken yanılmıyorsun; Ama, umut gitmişse uzaklara Bir gece ya da bir gün Bir görüntüde ya da bir şeyde olmaksızın Fark eder mi bu yüzden? Bütün gördüğümüz ve göründüğümüz Yalnızca bir düşün içinde bir düş. Kırılan dalgaların dövdüğü bir kıyının Haykırışları içinde duruyorum: Ve altın kum taneleri tutuyorum avucumda Ne kadar az! Ama nasıl da Süzülüyorlar parmaklarımın arasından derinlere Ben ağlarken, ben ağlarken! Ah Tanrım! Daha sıkı Tutamaz mıyım onları? Ah Tanrım! Tekini bile kurtaramaz mıyım acımasız dalgadan? Bir düşün içinde bir düş mü Bütün gördüğümüz ve göründüğümüz? Aşkın şeref diyârını gördümdü bir zaman.. Yıldızlarıyle başka bir âlemdi her gece.. Kıpkırmızıydı şanlı ufuklarda her şafak.. Cânanla çıktığım tepeler..başta çamlıca... Hâlâ muhayyilemde parıldar, resim gibi,. Yârin dudaklarında bitip başlayan visâl.. Cânanla gezdiğim kıyılar, sürdüğüm hayat. Öz mavilikle çerçevelenmiş o levhada,. Ömrün murâdımızca geçen mutlu günleri.. Yaş bastı. Görmedim nice yıldır o yerleri.. Görsem de görmesem de bu indimde bir benim; . Mâdem ki şimdi her biri kalbimdedir benim. Yalnızım gecenin ıssızlığında, Taşlı bir yol ışıldar durur siste Çevre suskun, kulak vermiş Tanrı’ya, Yıldızlar konuşur birbirleriyle. . Gökyüzünde görkemli bir şölen var! Toprak, mavi bir ışıkta dinlenir.. Kimi bekliyorum, aradığım ne? Yüreğimi böyle daraltan nedir . Beklediğim hiçbir şey yok yaşamdan, Geçmişten de pişmanlık duymuyorum; Özgürlük ve huzurdur aradığım! Unutmak ve uyumak istiyorum! . Ama benim uyumak istediğim O soğuk uykusu değil ölümün... Yaşam da uykuya dalsın içimde, Usul usul inip kalkarken göğsüm; . Gündüz gece, tatlı ezgileriyle Bir ses türküsünü söylesin aşkın Yeşil dallarıyla ulu bir meşe Eğilsin üstüme ve hışırdasın Can vermek için can almalısın, Milyarlarca kanın döküldüğü denizin üzerine üzüntülerimiz boş ve dümdüz düşerken Dalgaların içeri doğru kırıldığı sığ sahilleri geçiyorum buralarda beyaz bacaklı, beyaz göbekli çürümekte olan yaratıklar var bunlar uzun uzun etraflarındaki ölü manzaralara karşı isyan etmekteler Sevgili çocuğum, sana, sadece serçenin sana yapmış olduğu bir devirde yaşlıyım; genç olmanın moda olduğu bir devirde yaşlıyım; gülmenin moda olduğu bir devirde ağlıyorum. seni sevmenin daha az bir cesaret istediği bir devirde senden nefret ediyorum. Geceleyin bir ses böler uykumu, İçim ürpermeyle dolar: - Nerdesin? Arıyorum yıllar var ki, ben onu, Aşıkıyım beni çağıran bu sesin.. Gün olur sürüyüp beni derbeder, Bu ses rüzgarlara karışır gider. Gün olur peşimden yürür beraber, Ansızın haykırır bana: -Nerdesin? . Bütün sevgileri atıp içimden, Varlığımı yalnız ona verdim ben. Elverir ki bir gün bana derinden, Ta derinden bir gün bana ''Gel'' desin. Silahın düştü elinden bundan sonra bir hayal parçasısın.. Dostların seni garipseyerek anacak, vakitsiz ölümüne üzülen bu küçük şiirde de benim gönlüme göre olacaksın.. Halbuki biraz evvel kar yağıyordu, sen ağır yaralı; arkandan düşmandan kurtarılmış toprak, suları buz tutmuş Vistül, ağır ağır yürüyordun. Ufukta belki, karla örtülü kuleleri ve damlarıyla biraz sonra şehirler gözükecekti.. Ayak izleri örtülürken arkadaşlarının, sen çam ormanlarını ve sakin gölleri son adımında birden bire geçerek denize vardın.. Ondan sonra bir hayal parçasısın. Kökünden kopmuş o eski aşklarla Dopdolu yüreğin yine bir fırın Gibi alev saçar, bilirim, harla, Ve senin göğsünün altında hala Az çok övüncü var kargışlıların; . Yine de, sevgilim, gördüğün her düş Daha Cehennem'i yansıtmadıkça, Ve aklı demire, baruta düşmüş, Yalnız kılıçlar, zehirler üşüşmüş Bitmez bir kabus içinde açıkça, . Her yerde felaket görüp yeniden, Süzerek herkesi korku içinde, Saat çaldı mı sıçrayıp yeniden, Sarıp sıktığını duymadıkça sen Önüne geçilmez İğrenti'nin de, . Diyemezsin ki, tutsak kraliçe, Beni korkuyla sevebilen ancak, Ağır dehşetiyle sürerken gece Çığlıklar içinde ruhun, delice, Bana: 'Ey kralım, sana dengim, bak! ' astarı erken sarkmış kirasız kaygısız belki kefilsiz bile et kokusunda bir vitrin özlemiyle büyütülmüş bir kasabada ölmeliydim aslında on yıl geriden gelen afişli seks kokulu yazlık sinemaların birinde uyuyakalmalıydım. sizi tanımadan hatta gazete bile okumadan konformist kahvaltılarda o kasabada o kendi delikli uykusundan bile habersiz karabasanda ölmeliydim. adınız geçmiyor farkındasınız değilmi tek bir şarkıda bile nasıl kasabaların tek bir caddesi vardır mühim gerisi ara sokak yalnızlıkları kediler bile ıslık çalmadan geçer kaldırımları bir otobüs geçer 'soğuk ve şehirler arası' bir uykuda içindekiler.... ne kasaba karşılar otobüsü ne muavin irkilir kimse inmeyecektir çünkü kimse binmeyecektir... herşey bizzat hayata benzer: otobüsün kasabadan geçişi, bizim dünyadan geçişimiz.... hiç meşhur olmayan şairler kalır bazı kasabaların otel odalarında beyaz kağıt ister vakitsiz resepsiyon uykuluğundan. kasaba il olmak ister herşey bizzat hayata benzer otobüs geçer kasabanın gecesinden ara sokakta ıslıksız kediler bazısı yeni hayat'a yazılır olanların bazısı yazılamaz olmayan bir beyaz kağıda. ıssızlığın da bir müziği vardır elbet konuşulamayan notaları vardır en dandik kasabaların bile kurulu düzenleri vardır sabahın sekizine herşey bizzat hayata benzer ıssız kasaba eskizlerinde.... kasaba il olmak ister her şair intihar etmek ister bizzat kafiyeli cinaslı bir son peşindedir yoksa neden gecenin üçünde neden kediler bile mırıldanmazken en tutan şarkıları neden boktan bir kasabanın orta yerinde ışıksız bir vitrin seyri. herşey hayata benzer bizzat iki sevdalı arasında... biri doğumdur hesapsız öteki ölüm şairce bazı kasabaların otel odalarında... Er meydanlarından çekilir oldum Çorak iklimlere ekilir oldum Eğilmek bilmezdim bükülür oldum Sürer mi bu gaflet daha kaç sene Uyanıp kendine dönmeyi dene. Acımda ne varsa kurudan, yaştan Al Dede Korkut'tan Hacı Bektaş'tan Malazgirt, Tuna, doğ yeni baştan Dilerim Allah'tan bu devran döne Uyan durma uyan, uyumak nene. Boşaldın boşaldın dolabilmedin Gidişin o gidiş gelebilmedin Döktüğün kanları alabilmedin Şah damarlarına yapışan kene Sömürür mü seni daha kaç sene. Seni aldatmasın batı denilen Onun mayasıdır katı denilen Onun iç yüzüdür kötü denilen Budur öz suyunu sömüren kene Sen uyan, onu da uyandır gene. Sen Oğuz Ata'nın has milletisen Sen Son Peygamberin has ümmetisen O seni boğmadan boğ ümmetisen Uyan durma uyan, uyumak nene Kalk, doğrul yerinden, yürü geç öne. Medet ummaya gör kızıl surattan Seni mahrum koyar aşktan, murattan Çağla Sakarya'dan kükre Fırat'tan Kara kızıl, sarı sür, topla yine Bunlardır özünü sömüren kene. Düşün, kaç parçaya bölmüşler seni Sonsuz bir sahraya salmışlar seni Kanadını kırıp yolmuşlar seni Kalk, doğrul yerinden, yürü geç öne Uyanıp da kendine gelmeyi dene. Destanlar yazılır şanına layık Yine de erişmez ününe layık Olusan soyuna, dinine layık Geçer bu gafletin, sürmez çok sene Uyan durma uyan, uyumak nene Önce dünyama sesin girdi özlemli, kısık Bir mutluluk muştusu gibi ta uzaklardan Çok sonrası öptüğüm o gül dudaklarından Önce sesindi çağıran beni gür ve aydınlık. Önce küçük ellerin kondu avuçlarıma Yolunu sasırmış bir kus gibi, ürkek Alıştım herseline, her yerine giderek Saplandın iğnelerce parmak uçlarıma. Önce bir aksamdı gelen seninle dopdolu İnanılmaz, doyulmaz, anlatılmaz, kanılmaz Bir aksamdı sevgiden, apaydınlık, bembeyaz Bir aksamdı, alev istekli, duygulu. Her şey gerçekti, öylesine güzel, yalansız Ağladım sensiz geçen ve geçecek günlere Sende ölümsüzlüğün çağrısını duydum önce Sonra tutuşup, yandım ben, sevdalandım apansız. bavuluma dağınıklığımı koydum iç çamaşırı kazak filan kağıt kalem almıyorum otellerde var antetli kimsesizliğimle kalıyorum geceleri kirpiklerimin yardımıyla kapıyorum perdeleri hem tek başına hem kimse görmesin derdindeyim çıplak tenimi. ay çıkıyor boğazımdan kanamalı bir sözcük gibi ay çıkıyor ışığımdan ihanete uğramış hainler gibi öfkeli bir meddah çekilmez oluyor sahnede güzel bir şarkıdan çıkıp kirletiyor evcimen kadınları. bavuluma yıllanmış acılar koyuyorum oralarda lazım oluyor pis bir sevişmenin ardından atıştırıyorum biraz on yıl öncesinden sakladığım bilek burkuntusunu bağlarım eziliyor yeni evlere eski aşklar taşıyorum gözyaşlarını biriktiriyorum eski sevgililerin nefret asıyorum yatak odamın duvarına kanvas üzerine yağlı boya elliye yetmemiş bir kadının ellerinde diyorum ellerinde gömülüyüm her hafta düzenli olarak törpüleniyor mezartaşlarım. bir kadının diyorum bir bavulun diyorum içine sakladım sancılarımı bir bavul cinayetidir umduğum diyorum bütün üçüncü sayfalarda var. Kime dokunsam sensin Kimi çağırsa dudaklarım... Başımın tacı, canım efendim. Görünmez çığlıklarımı gören Eğilmez başımı öpensin. Sen bir deniz derinliğisin Uslanmak bilmez kederler ülkesi... Coşup yağan fırtına sessizliğim Kül kedisi yorgunluğunda kalbim Masalcı ninesini arıyor İnsan kendisini merak etmeli; hem de ölümüne merak etmeli. Gün bitti işte... Kim farkında bunun senden başka... Herkes bu yenilgiyi nasıl da rahat kabulleniyor.... Vaatlerini tutmadı gün. Kimse kendisini merak etmedi. Sabırsızlığın bundan; bundan çocuksu hasretin... Kabullenince herkes yaşamını sen ortaya kendini koydun... ve bütün suçlarını üzerine aldın sonra. Bundan işte bu çocuksu hasretin Ve ölümcül bir rulet oynadın insanlarla hadi dedin, hadi bulun en zayıf yerimi.... Ve diktin gözlerini gözlerine kastın bedenini yükselttin omuzlarını Öylece kaldın... Baktılar sana... Baktılar... Ama yüreğini bir türlü göremediler. Korku salardı inceliğin acıman tevazuun Dünya ve insan çıkmazlarına yumuşak bakışın. Nur sarnıçları ballar koydun çöllere ruh eşiklerine Senden kaynıyordu yine sana kapılıyor ırmakların. Yamalı ve tertemiz elbiselerim olunca Her gece mutlak uyanıp adını anınca. Bir gün elbette sofraya birlikte çökeriz Sen dağ gibi kurul ben zerre bir yer tutayım. Sura vardıkça gövdelendim soyundum aşk duasına Atılıyorum sırlarına açılıyor hücrelerim. Menzili çoktan geçtim ün saldı kayboluşum Kendi kuytumda çalkıyor şerbetini ağzım Ben demedim mi Hazırlandılar Onların yüz bin kolları var Kırbaçları sert, yamçıları sağlam, atları kavi Yeğin git kese sür atınla birleş Ben demedim mi. Ben demedim mi Tekin değil koyaklar, dağ yamaçları Yağmur yağar ki sis basar ki kurt iner ki Ay bulanığında gümüş rengi çakallar Ben demedim mi Yalnız gitme demedim mi. Çiğdeme sor, çeşmeye sor Tek açan menevşeye sor Ayrılık getirir ayrılıklar Birleş demedim mi Ben demedim mi Yaşamın vişne rengi dudakları vardır sevgilim öpüşün kadar sıcak ve tatlı özgürlük türküleri de söylenir bu dudaklarla sevda türküleri de vişne rengi dudakları vardır sevdanın gülümser dudakların gibi titrek ve dokunaklı okyanus olur sarar dünyayı ölümün vişne rengi dudakları kimi kez dudaklarınca içten ve inançlı ölüm asude bahar ülkesi değildir o zaman. ölüm: yiğit ve sevecen bir yaşamın mutlu günlere sunulmasıdır canlı bir gül gibi somut ayrılık yoktur artık zaman içinden yaşamın ve sevdanın, ölümün kimi kez de öpüşün kadar sıcak ve tatlı vişne rengi dudakları vardır sevgilim... şimdi gidip yağmurları bulayım ıslanayım güz kuşları uçmadan ben bu şehirlerde duramam artık usandım yabancı yaşamalardan. herkes kendine gitti, çürüdü hüzün bile aşk belki de hiç yoktu, bir düştü anımsanan yarım kaldı şiirlerim evrak masalarında yoruldu sesim dönüp kendini aramaktan. kimseye bir şey olmaz, bırakın beni saatler yine çalar kırılır uykuların elması yine kusar minibüsler şarkılarını sekiz vapuru bensiz de ayrılır sabahlardan. yapmayın, çocukları salmayın eteğime bezginim çalan zillerden, telefonlardan ben bu masaları koyar giderim işte "iyi günler"iniz bile hüzünlenmez ardımdan. gitmeliyim o yağmurlar dinmeden çekip gitmeden rüzgâr o düş sağanaklarından bırakın yüreğimi aşklar böyle yaşanmaz yaşanmaz keder bile sırılsıklam olmadan Sabahtan çıktım da seyran yerine Ay yıldız karşımda salınıp durur Kadir Mevlam ben günahkar kulunum Defterim elinde dürülüp durur. On iki yıldızın ucu terazi Karıştı ülkere, gitti birazı O mahşer yerinde aralar bizi Hak mizan terazi kurulup durur. iki derler bu dünyanın kapısın Yerden göğe inmiş anın yapısı Korkulu yollarda sırat köprüsü Ummanın üstünde salınıp durur. Karac'oğlan der ki, nedip nederler Hak olan işleri beyan ederler Zemanede doğru eğri söylerler Ay, gün, yıldız gibi durulup durur Bitki olacaksam Çayır çimen olayım Aman baldıran değil . Yol altında kalacaksam Gelin arabaları geçsin üstümden Çelik paletler değil . Üstümde çocuklar koşuşsun Ne kaçan ne kovalayan Askerler değil . Kerpiç yapacaksanız beni Okullarda kullanın Cezaevlerinde değil . Soluğum tükenmez de kalırsa Islık öttürsünler Aman ha düdük değil . Kalem yapın beni kalem Şiirler yazan sevi üstüne Ölüm kararı değil . Ölünce yaşamalıyım defne yapraklarında Sakın ola ki Silahlarla değil silahımsın başım havalarda gezerim en yıkık günlerimde bile. atımsın ölümü çiğnetmedin düşmana karanlıkta kurşun yağarken üstüme. karımsın dölümü paylaşan tarlamsın benim kollarımda uyuttuğum geceler seni göğsüne sığındığım geceler senin öfkemi bir tabanca gibi denediğim geceler sende kulaç atmışcasına Kızılırmak'ta yorulup düştüğüm geceler senden ve ilk görüyormuş gibi baktığım gözlerine kızıltılı sonbaharlar alabulut yazlar tren tren yolculuklar. seni ben ekmek paramız olmadığı günlerde de gördüm, yiğittin. seni ben korkunun kara tırnaklı elleri bileklerime bir hayalet gibi sarıldığı günlerde de gördüm, yiğittin. seni ben zorlayıp o peygamber köşkünün kapılarını hücreme temiz çamaşır ve sigara ve selam yolladığın günlerde de gördüm, yiğittin bir çift ateş karanfil bir dost kitap ve bir bardak su gibi beklediğin günler de oldu hasta yatağımın başucunda, yiğittin.. soframızda kuşsütü balık yumurtası yoksa da işçi ellerinin tadı aydın gözlerinin balı var ne zaman kekik koksa gül koksa çamaşırlarım elma erik ceviz zeytin portakal anam koksa çamaşırlarım ucuz çamaşırlarım ucuz sabunlarda ellerini anımsarım. ellerin canım karım ellerin yaban güllerine mısırlara pırnallara değen ellerin ellerin canım karım ellerin iki taştan bir undan eden ellerin ve göller bölgesinin gül bahçelerinden gül toplar gibi haziranda (şafakta) çetin kitaplardan bal toplayan ellerin. canına okumuşlar ekmeğimizin zincire yatırmışlar delikanlı günlerimizi kan etmişler ellerimizi düşlerimizi canım gülüm kan. gayri bize ölüm yok. kavgayı şiiri ve seni çok seviyorum. İnsanlarda tek sıcak kanun, üzümden şarap yapmaları, kömürden ateş yapmaları, öpücüklerden insan yapmalarıdır.. İnsanlarda tek zorlu kanun, savaşlara, yoksulluğa karşı kendilerini ayakta tutmaları, ölüme karşı yaşamalarıdır.. İnsanlarda tek güzel kanun, suyu ışık yapmaları, düşü gerçek yapmaları, düşmanı kardeş yapmalarıdır.. Hep var olan kanunlardır bunlar, bir çocukcağzın tâ yüreğinden başlar, yayılır, genişler, uzar gider tâ akla kadar.. Çeviren: A. Kadir Buyurunca Hitler Hazretleri Zararlı fikirlerle dolu kitapların yakılmasını Halkın önünde, alanlarda, Öküzler odun yığınlarına araba araba kitap taşıdı. Gözden düşmüş şairlerden biri, Hem de en iyilerinden biri, Şöyle bir göz gezdirdi yakılacak listesine, Gitti aklı başından: Unutulmuştu kendi adı. Hemen seğirtti çalışma odasına, Sanki öfkesinden kanatlanmıştı. O saat bir mektup karaladı zorbalara: 'Benimkileri de yakın! ' dedi. 'Benimkileri de! Yapamazsınız bana bu kötülüğü, Kenarda bırakamazsınız beni! Ben de hep gerçeği söylemedim mi kitaplarımda? Neden davranırsınız bana yalancıymışım gibi? Yakın benimkileride! ' Hasretin acı veriyor bana Bu aşk acısı galiba Aşkı yokluğunda buluyorum Sana kavuşmaktan korkuyorum. Yanımda olsan sanki bu aşk bitecek Teninin serinliği ateşimi söndürecek O ateş ki hayat veriyor bana Hayat, yani aşk…. Ben aşk denizinde boğulmalı Aşk ateşinde yanmalıyım Acı bu aşkı olgunlaştıracak Ayrılık meyvesini verecek. Ayrılığın acı meyvesini Ben o meyveyi yiyecek Tekrar acı çekeceğim Aşkın sefasını süreceğim. Ben senin o masum bakışlarına Bir gülü andıran al yanaklarına vurulmadım sevgili Ben senin yokluğuna vuruldum Ben aşka vuruldum sevgili aşka vuruldum Beğlerimiz, elvan gülün üstine Ağlar gelür şahum Abdal Musa'ya Urum abdalları postun eğnine Bağlar gelür şahum Abdal Musa'ya. Urum abdalları gelir dost deyü Eğnimüzde aba, hırka, post deyü Hastaları gelür, derman isteyü Sağlar gelür şahum Abdal Musa'ya. Meydanında dara durmuş gerçekler Çalınur koç kurbanlara bıçaklar Döğülür kudümler altun sancaklar Tuğlar gelür şahum Abdal Musa'ya. Benim bir isteğüm vardır Kerim'den Münkir bilmez, evliyanın sırrından Kaygusuz'um ayru düşdüm pirimden Ağlar gelür şahum Abdal Musa'ya Hiç olmazsa unutmamak isterdim. Eski geceler, sevdiklerimle dolu odalar... Yalnız bırakmayın beni hatıralar. Az yanımda kal çocukluğum, Temiz yürekli uysal çocukluğum... Ah, ümit dolu gençliğim, İlk şiirim, ilk arkadaşım, ilk sevgim... -Doğdugum ev. Rahatlıyacak içim duysam Bir tek kapının sesini. Arıyorum aklımda bir ninni bestesini... Böyle uzaklasmayın benden, yasâdığım günler. Güneş, getir bir bayram sabahını. Açılın açılın tekrar Çocuk dizlerimdeki yaralar, Hepiniz benimsiniz: Mektebim, sınıflarım, oturduğum sıralar... Yalnız hatırlamak hatirlamak istiyorum Nerde kaldı sevgilim, seni ilk öptüğüm gün, Rengine doymadığım o sema, Ahengine kanmadığım ırmak. Bırakıp herşeyi nereye gidiyorum? Neler geçmişti aklımdan, Nedendi ağladığım, nedendi güldüğüm? Ah nasıldı yaşamak? söylesem ah söyleyebilsem derdimi mehtap bir gecede açabilsem sana kalbimi göreceksin seninle dolu desem, diyebilsem ki seviyorum seni çılgınca aşığım sana ama demem, diyemem çünkü aramızda dağlar, denizler ve benim o kahrolası gururum var bu böyle sürüp gidecek sen, seni sevdiğimi bilmeyecek, öğrenmeyeceksin ben her gece yıldızlara seni sevdiğimi söyleyeceğim sana asla... çünkü aramızda dağlar denizler ve benim o kahrolası gururum var Karnındaki karanlık manolyanın Kimseler anlamadı kokusunu, Acıttığını kimseler bilemedi Dişlerinle sıktığın aşk kuşunu. Binlerce Acem tayı uykuya yattı Alnının ay vurmuş alanında, O senin kar düşmanı göğsünü Kucaklarken dört gece kollarımla.. Bakışın tohumların solgun dalıydı Alçılar, yaseminler arasından. Aradım vermek için yüreğimde O fildişi mektupları her zaman diyen.. Her zaman: acımın bahçesi benim Gövden her zaman, her zaman şaşırtıcı Damarlarının kanıyla dolu ağzım, Ağzın ölümüm için söndürdü ışığını. (İspanyolca'dan Çeviren: Ülkü Tamer) Ve o sasirtici yüz Konustu benimle pencerenin öbür yanindan ve dedi ki: «Hak, açip gözünü gorenindir Ben ürkütücuyüm yitme yitme duygusu gibi Ama gene de tanrim, Nasil korkulur benden? Sisli çatilari üstünde gökyüzünün Hfif ve basibos dolasan Bir uçurtmadan baska Hiç bir sey olmayan benden? Askimi, istegimi, nefret ve acilarimi Gece ayriliginda mezarlarin Kemirmistir adi ölüm olan bir fare...' Ve o sasirtici yüz Ince, uzun ve çok zayif Akan çizgileri esen rüzgarla Her an silinen ya da degisen Ve yumusak ve uzun saçlari Kapilarak gecenin görünmez dalgalarina Serilen karanligin ovalarina Deniz dibi bitkileri gibi Akti pencerenin öbür yaninda Ve bagirdi: “Inanin ne olur bana! Diri degilim ben! “ Saydam çizgilerin ardinda hala Görüyordum karanligin koyulasmasini ve gümüs çam kozalaklarini Ama o Salmiyordu her seyin üstünde ve sonsuz yüregi Ulasiyordu doruklara Sanki yesil duygusuydu agaçlarin Ve sonsuza dek sürüyordu gözleri “Haklisiniz Hiç aynaya bakmadim ben Ölümümden sonra Öylesine ölüyüm ki artik hiç bir sey Kanitlayamaz Benim ölümümü Ah! Duydun mu kuytu köselerinde bahçenin Geceye siginip ayisigina kosan Agustos böceginin sesini? Belki de tüm yildizlar Yitik bir gökyüzüne göçüp gitmisler Ve kent, nasil issizdi kent Bütün bir yol boyu Kimseyle karsilasmadim Rengi uçuk heykeller Tütün ve toz kokan Bir kaç çöpçü Ve yorgun, uykulu bekçilerden baska kimseyle Yazik Ölmüsüm ben Ve sanki ayni bosuna gecenin devamidir Gece...” Sustu Ve aglama duygusu ve aci ve kederle doldurdu Gözlerinin uçsuz bucaksiz alanini “Hiç düsündünüz mü Yasamin kederli maskesinin golgesi altinda Yüzlerini gizleyen Sizler Bu üzücü gerçegi? Bugün yasayanlarin Bir baska dirinin posasindan baska, bir sey olmadigini? Sanki ilk gülüsünde Yaslanip gitmistir bir çocuk Ve nasil güvenebilir simdi bu yürek -Bu asil sözleri degistirilmis, -Bu bozulmus mezar yaziti -Bu tasa kesmis sayginligina Kendisinin? Belki de var olma aliskanligi Ve yatistiricilar Çoktan tüketmistir insanin Saf ve yalin iskeletini Belkide issiz bir adaya Alip götürmüslerdir Ruhlarimizi Belki de düste görmüsümdür ben agustos böceginin sesini Belki de rüzgarli süvarilerdir Bu tahtadan mizraklara yaslanmis Bekleyip duran sabirli yayalar Ve o yüce düsünceli bilgeler olmali Bu zayif, beli bükülmüs afyon düskünleri Dogru olmali dogru olmali kimse Beklemiyor artik bir baslangici Ve yüregi askla dolu genç kizlar Uzun igneleriyle nakislarinin Delmisler çabuk kanan gozlerini Simdi duyulan sabah uykularinin derinliklerinde Yankimasidir Karga seslerinin Ve kendilerine geliyor aynalar Tek tek ve yapayalniz biçimler Teslim oluyorlar simdi Uyanisin dalgin saatlerine Ve gizli saldirisina karanlik karabasanlarin Yazik Tüm anilarimla biriikte ben Kanli masallar söyleyen, kan'dan Hiç böylesine küçülmüç yasamayan gururdan Firsatimin sonunda bekliyorum Ve kulak veriyorum: Hiç ses yok Ve çok derinden bakiyorum: Kipirdamiyor bir yaprak bile Ve temizligin Ta kendisi olan adim Tozuna bile dokunamiyor simdi Mezarlarin...” Titredi Ve birden döküldü iki yana Ve uzun iç çekisler gibi uzandi bana Yariklardan çikarak Yalvaran elleri “Çok soguk Çizgileriim kesiyor rüzgar Düsünüyorum bir tek insan var mi simdi Yikilmis yüzüyle Tanismaktan Korkmayan? Zamani degil mi artik Açilsin bu pencere, açik açik açik Yagsin gökyüzü oradan Kendi kimliginin ölüm namazini Kilsin insan inleyerek? ” Belki de bir kus sesiydi o yankilanan Ya da rüzgar, agaç dallari arasindan Ya da ben bir üzüntü ve utanç dalgasi gibi Çikmazlarindan yüregimin Yükselen ben Gördüm birden o iki el iki aci sitem Benim ellerime dogru uzanan Yalanci tan isiginin aydinliginda Yokoldu. Ve bagirdi bir ses Soguk ufuklardan: “Hosça kal! ” ömrüme zarar veren erkekler sevdim cam kırıklarıyla sundular bana tenlerini seviştikçe çoğalan ellerine inandım uzun...çok uzun ayrılıklardan sonra sabırsız bir çarmıh gibi açılan kollarına çarmıh sarmaşığıydım usul usul dolandım bana nazlı ölümler korsan ürpertiler bana bana aklı çelinmiş geceler kaldı. ömrüme zarar veren şiirler sevdim aşka ait bir damar kesilmiş gibi kızıl atlar boşandı içimin aynasından kanadım sözlerde gözlerde pıhtılandım infilaktı ihtilaldi laneti üstümeydi sözlerin yalanından yılanından gözlerin bana düş bana gizem bana zehir zakkum zamanlar kaldı. ömrüme zarar veren şehirler sevdim yıkılmayı sevdim hep o enkaz halimi bir depremi tek başıma karşılayabilmek için boşaltılmış şehirleri bekledim harçsız kuleler örüp kaldırım taşlarından gençliğimi felaket müjdesinde denedim bana çığ bana boran ve umarsız aysarı ah! bunca zararına sevmenin neresinden dönsem geçmiş zamandı Damla damla yar göründü Gözden öze aktı gitti Bir göründü, pir göründü Canevimi yaktı gitti. Boşluğumu fırsat bildi Namımı defterden sildi Hasreti aslan kesildi Pençesini taktı gitti. Ben sevdaya kanmaz idim Yar ismini anmaz idim Bileğime yanmaz idim Yüreğimi büktü gitti. Anlamadım yar neyledi Gaiblerden ne söyledi Gönlümü çarmıh eyledi Nazarını çaktı gitti bir zamanlar olduğum çocuk, uğradı bana yabancı bir yüzle. bir şey demedi. yürüdük sessizce birbirimize baktık. adımlarımız yabancı akan bir nehir. bir araya getirdi bizi, rüzgarda uçuşan bu kağıtlar adına, kökler ayrıldık bir orman yeryüzünün yazdığı ve mevsimlerin suladığı. ey bir zamanlar olduğum çocuk, yaklaş bizi birleştiren ne, şimdi, ve ne diyeceğiz birbirimize? . Çeviri: Musa Ağgün Selahattin Arıkan'a. Nerde istersen orda kal... yerleş; Yolcu, rü'yaya benziyor burası... İşte bak: Bir küçük denizdir göl; Bir küçük kıt'a Ahtamar adası! Şu mavi dağların uzaklarında Bir akar suyun adıdır 'Fırat' Ve sevdiğim çocuğun dudaklarında Sevdiğim bir türkünün adı... Türkünün tadına karışır Söyliyen dudakların tadı.. Ey beyaz çocuk, sarışın çocuk, Dilinde her şey güzelleşen Cana yakın çocuk... Kızım, kardeşim.... Günler, geceler ötesi, Gelirse beklediğim Masal gecesi; Şu fani dünyada her murad olsun Ve senden doğacak kızımın Adı 'Fırat' olsun! Birinci Bölüm: Kader Kapıyı Çalıyor (Andante) . Gelme diyorsun Bu gel demektir Birazdan güneş doğacak Dolu dizgin atlılar geçecek yüreğimden Seni düşüneceğim Gümüş mahmuzların parlaklığında Yağmur nal izlerini örtmeden Sana geleceğim Bekle beni Hindistan ‘da Banaras şehrinde seni aradım Ganj ‘ın sularında lanetlenmiş insanlar yıkanıyordu Ganj ‘ın suları pisti bulanıktı İçtim. Bir kadın tanıdım Haydarabat ‘da Cüzamlıydı güzeldi üstelik Sana benziyordu Etli dudakları vardı Brahman mabetlerinde seviştik üç gün üç gece Taşların üstünde yattık Bir hayvan tarafımız vardı alımlı Bir Tanrı tarafımız vardı iğrenç Bir insan tarafımız olacaktı Aradık üç gün üç gece Bulamadık Bir Tanrı tarafımız vardı korkunç Sevemedik. Sonra Nijerya ‘da Mozambik ‘te Altınsahillerinde Kulaklarımda ulu ormanların uğultusu Vahşetin musikisini dinledim yeşil yeşil Zifir gibi bir yalnızlıktı içimde yokluğun İri bir memeydin kalçaydın avuçlarımda Belki bir tutam tuzdun kirli Seni düşündükçe susuyordum Nehirler göller kandırmıyordu beni O kadınlara gidiyordum O bakır tenli kadınlara O kadınlarla da yattım Adam boyu yaprakların üzerinde Boyanıp boyanıp yeryüzüne çıkıyorduk derinlerden Yorgundum Kuşkuluydum İliklerime kadar bendim Bir yeşildim Bir beyazdım Karanlıktım İnsan eti yiyenler anladı beni. Kanarya adalarında Bir kamış kulübede iki ayna buldum Birinde ellerim vardı kemik kemik Parmaklarım beni çağırıyordu sana Birinde gözlerim vardı Ağlıyordum Çiğnenmiş otlara döndüm Ağlamaklı denizlere Köpek balıklarının azı dişleri avutmaz beni. Bir gemiydim Battım Santa – İsabelle adasının önünde Şimdi 3200 metre derindeyim Sana ahtapot gözleri topluyorum Sana mürekkep balıklarının gözyaşlarını getireceğim Bırak beni Yosunlarla bir çeşmeden su içiyorum O derinliklerde bir mağarada buldum kendimi Önce garipsedim çıplaklığımı Utandım Sonraları alıştım güzelliğime Bir elim sendin Bir elim ben Ayaklarımı göremezdin Öyle uzaktaydı Sağ kolumu Mekke ‘de kestiler şafak vakti Utanmaz yalnızlığımla kaldım çaresiz. Bitmez Haçlı seferleri boyunca anlatsam maceramı Yakına gel Dört yanımız iri ıstakozlarla dolu Yalnız değiliz Tuk ki bu tuzlu balıklarda benim yüreklerim çarpıyor Tut ki gözümün yarısı elmada yarısı kapanık Tut ki ben beyaz peynirim ben zeytinim Al Ekmeğine katık et beni. Dufy ‘nin bir sokağı vardı bilir misin İlkin seni o mor sokakta gördüm Temmuzun ondördüydü Bütün itliği üzerindeydi güneşin Bir yeşil elbisen vardı Bir siyah ayakkabın vardı Bir gözlerin vardı Bir dudakların vardı Ama ben yoktum o sokakta Tahiti adalarında Gaugin ‘le seni düşünüyordum Absent kadehlerinde ellerini içiyordum yudum yudum Dufy ‘nin sokağı aklıma nereden geldi. Bir çift zar aldım Attım gökyüzüne Adis-Ababa şehrine düştü Adis-Ababa şehrinde kadınlar Hepyek bakıyordu yüzüme Yüzümde cinayetler işleniyordu her gece Kadmiyum kırmızısından kanlar akıyordu nehir nehir Sen baksan görürdün Her gözüme bir düşeş oturmuştu Sen görsen anlardın Titanyum beyazı yalnızlığımı Budapeşte köprüsünün üzerinde Bir çingene falıma baktı Dedi üç günde öleceksin Ben üçbin yıldır seni arıyorum Kapılara sığmıyor umutsuzluğum Lağım kokuları gibi çirkef gibi kederliyim İçimden dünyayı ipe çekmek geliyor Cümle yıldızlar şahidim olsun Yapmazsam adam değilim. Şanghay ‘da orospular benimle yatmadı Çirkinsin dediler Pissin dediler Yıkandım arındım Afyon yüklü mavnalar geçiyordu Çin denizinden Birisi geçmişime küfretti Tuttum öldürdüm Geçmişim seninle güzeldi temizdi aktı Kirlettim Affet beni. Hamamatsu ‘da bir geyşa kızı yüzüme tükürdü Pyong-Yang ‘da kurşuna dizdiler beni Tiz bir boru sesi üç defa ti çekti Trampetler başımda zonkluyordu Kederliydim Çaresizdim Canım Tchaikovski ‘yi dinlemek istiyordu Ah o keman konçertoları öldürdü beni. Dinsizdim İstanbul ‘da minareler üstüme yıkıldı Yoksuldum Kudüs ‘te kiliseler kabul etmedi beni Gelme diyorsun Bu gel demektir Birazdan akşam olacak Rachmaninof ‘la bir meyhanede içmeliyim bu gece Sonra sana gelmeliyim Rachmaninof nereye giderse gitsin. Şimdi bir derin mavide akşam oluyor Gök mavi deniz mavi Mor dağlar yeşil ağaçlar mavi Bozuk düzen mavi gecelerden sesleniyorum sana Ne opera aryaları Ne beşinci senfonisi Beethoven ‘in Bir yalnızlık marşıdır çalınıyor uzakta Gün ışığı arkamızda kaldı bak Tanyerinde unuttuk gözlerimizi Gel artık Hayata yeniden baçlayalım Gel artık Bu mavilerde kimseler görmez bizi. Solfej anahtarlarını kaldıralım Do ‘ların mi ‘lerin önünden Bırakalım bu dünyayı alabildiğine dönsün Ölmekse daha kolay ne var Yaşamaksa sensiz mümkün değil İskender adam edemedi bu dünyayı Biz mi edeceğiz Eflatun çözemedi yaşamanın sırrını Biz mi çözeceğiz Bütün yataklar bir kişilik Git diyorsun Nereye gideyim Birazdan gece olacak Ağır kılıçlar parçalayacak yüreğimi Pis bir koku gibi çökecek üstüme yalnızlığım Seni düşüneceğim stepler ortasında yorgun kimsesiz Dolu dizgin atlılar geçmeyecek yüreğimden Bir gözümde gümüş mahmuzların pırıltısı hazin Bir gözümde bozulmuş nal izleri Durup durup ağlayacağım. Sen bu ayrılıklar için mi yaratıldın söyle Bu zehir zemberek kederler için mi Bak bütün orkestralar sustu Bütün ışıkları söndü dünyanın Korkma Haydi uzat ellerini Geçmiş yılları yeniden yaşayalım bir bir Bak dinle Bir seslenen var uzaklardan Bak dinle Kader kapıyı çalıyor Gelme diyorsun Gelme diyorsun Bu gel demektir.. İkinci Bölüm : Seninle Kardeş Değiliz (Allegro) . Tanrının bıraktığı yerden biz başlıyalım Üç milyar insanın yarısını sen öldür yarısını ben Üç kişi kalsak yetişir yeryüzünde Yaklaş bana Seninle kardeş değiliz. Hüzünle karışık sevinçlerden kurtul artık Arzuların o belli belirsiz sıcaklığını sev Biliyorsun Önce Tanrı insanı yarattı Sonra insan sevgiyi Ne yapsak boş Ne kadar çabalasak faydasız Geriye dönemeyiz Olanlar oldu iş işten geçti Çamurumuza sevgi katılmış bir kere. Kim bu şarkıları söyleyen Karcığar faslından düm tek üzere Aklım bir yere erişti durdu Susun Şimdi üçgenlerle oynuyorum Kaldırın bu daireleri Bir model kız geldi soyundu karşımda Saçlarından üç fırça yaptım Üç tüp boyan vardı Verenoz yeşili zümrüt yeşili krom yeşili Hepsini kattım birbirine Senin yeşilini buldum Senin yeşilinde orkestralar Debussy ‘den çalıyordu Senin yeşilinde unuttum siyahlığımı. Bu deli eden uğultu nerden geliyor Kim kırdı bu aynaları Toplayın yüzümüzü görelim Çirkin değiliz artık Bir kapı açılda önümüzde ölümsüzlüğe Güzeliz Sabahlar bizimle dolu Işık diyordun al işte Kör kıyılara kadar ışıdı yeryüzü Renk diyordun işte bak Buram buram mavi Çarşılar dolusu kırmızı Süt beyazından geceler Sarı güneşler ortasında turuncu bir gün Yitirilmiş saadetlerin bahçesinde mor çiçekler. Kardeş değiliz diyorum inanmıyorsun Yalan bunca faziletler yalan Bizi bu ciğeri beş para etmez insanlar mahvediyor Aldırma diyorum sana Dünya ikimiz için yaratıldı Üç milyar insan iş olsun diye geldi yeryüzüne. Verdiğin her kederin yüreğimde yeri var Hangi kitabı açtıysam seni okudum yıllardır Hangi aynaya baktıysam seni gördüm Gel desen gelemem Git desen gidemem Öl desen kanım akmaz Anladım artık seni sevmek yüce bir şey Anladım seni sevmek Tanrı ‘ya yaklaşmak gibi. İnsanlar içinde bir sana inandım Bir seni sevdim kendimden başka Uykularımın bölündüğü saatlerde Sendin düşündüğüm soluk soluk Sivri bıçaklar gibiydin karanlığımda Gözümü yumsam seni görüyordum Oynak türkülere benzeyen yürüyüşünle Sen çıkıyordun karşıma Karanlığımda İki yıldızdı ellerin görülmedik Karanlığımda Bir orman yangınıydı dudakların. İstesen hayat verirdim bu karanlıklara İstersen gökyüzünü bir mendil gibi yırtardım Denizlerden göllerden nehirlerden Sana görmediğin renkler yaratırdım Zamanın ötesinde Yeni bir dünya kurardım sana İnsansız Tanrısız kedersiz Severdin Dağ rüzgarlarının serinliğince Yaşardın Bu sefil dünyamızdan uzak. Bir yanıp bir sönen ışıklar gibiyim Yumruk kadar yüreğimde sen varsın Kutsal kederler içinde seninleyim artık Sarı badanalı evlerde başbaşayız Bütün duvarlara gölgen kazınmış Kokun sinmiş bütün perdelere Kapılarda parmakların beyaz beyaz Sokaklarda ayaklarının izi Ben bu sokaklarda ölsem Kaldırımlar çekmez ağırlığımı Söylesem aşkımı asırlar boyunca Bu iki yüzlü insanlar anlamaz beni. Desem ki yeryüzüne beş peygamber geldi Beşincisi sensin Desem ki iki kişi kaldık dünyada İkincisi sensin Desem ki biri var yeri göğü var eden O da sen olurdun Sana tapmak için Kilden bir heykel yapardım güzelliğince Bilsem ki sen Tanrı ‘dan iyisin Bilsem ki Tanrı senden güzel değil. Senin o kocaman kocaman gözlerin yok mu Nasıl duruyor boşluğunda arzuların anlamıyorum Nasıl nasıl bakıyor bana Böyle merhametten uzak Git diyorsun Nereye gideyim Ümitlerim ne olacak Bunca şiirleri kim söyleyecek sana Kim anlatacak dünyaya sığmayan güzelliğini. Gitmek mümkün olsa da gitsem uzaklara Sevmesem seni bir daha Paramparça etsem yüreğimi cam gibi Sonra yaksam Savursam küllerini karlı dağlardan açık denizlerden Yine seni severdim toz toz Yine sana tapardım küllerimin ağırlığınca. Bu oksijen gazı olmasa da olurdu Ama Beethoven gelmeseydi dünyaya Seni bu kadar sevemezdim İkimizin ortasında o duruyor Sağımızda birinci keman Solumuzda ikinci keman Karşımızda üçüncü keman Sonra orglar flütler kontrbaslar Sustur şu orkestrayı Beethoven Şimdi dokuzuncu senfoninin sırası mı. Bunca yalnızlıklar bunca yokluklar benim işim değil Bu çirkinliği ben yaratmadım Ne de bu kahpe güzellikleri Bende sevmediğin ne varsa senden türedi Şu karanlık bakışlar Şu ellerimin pisliği Şu dudaklarımdan çıkan iğrenç sözler Besbelli senin eserin Ne buldumsa sende buldum kötülükten yana Ne öğrendimse senden öğrendim Seni sevdikten sonra başladım yaşamağa. Seni Tanrı yarattıysa beni kim yarattı Bu azabı kim verdi bana Çıngıraklı yılanların zehirini içtim Balinaların kusmuklarını Kükürt kokulu imkansızlıklar içindeyim Oysa güzeldim tarihin ilk çağlarında Görsen şaşardın Öyle aydınlıktım Öyle iyiydim Kobalt mavileriyle doluydu yüreğim Kurşun beyazlarıyla Severdin beni Midye kabuklarının yeşilliğince. Sonunda dediğim çıktı işte Samanyolundan bir yıldız düştü dünyaya Sinekler gibi eziliverdi insanlar Her şey bir anda olup bitti Yapayalnız kaldık Ne radyo aktivite ne mantar şeklinde bulutlar Ne yaşamak sevinci ne ölüm korkusu Sonunda üç kişi kaldık dünyada Sen Ben Bir de Jiro ‘nun Manon Lesko ‘su. Yine bana bakarken yüzün kızarıyor Toplum kurallarından kurtulamadın daha Bütün çayırlar bomboş Görmüyor musun Al başını dağlara çık Avaz avaz şarkı söyle sokaklarda Bir kibrit çak Bütün evler yansın Yüzbin yılın öcünü al bu şerefsiz dünyadan Sonra kaldır kendini denize at Biraz serinle Sevebildiğim kadar insanım ben On gram arsenik yeter canıma Beni düşünme. Uzun mistral rüzgarlarının üzerine Nimbüs bulutları geliyor kaç Uykumuz bölündü çırıl çıplağız Kum fırtınaları başladı Çin seddinin ötesinde Gölgemizi bir Asya şehrinde unuttuk Taklamakan çöllerinde kaldı rüyalarımız Haydi git Yok olduk iki olduğumuz yerde Haydi git Bir kalırsak yine var olacağız.. Üçüncü Bölüm : Karanlıkta (Presto) . Beşyüz borazan birden çalıyor Bin davul birden vuruyor başımda Gök gürültüleri Çekiç sesleri makine sesleri Dağlardan kopan kocaman çığlar Taşlar Kayalar Ey üstüme üstüme gelen deniz Ey cam kırıklarından kader Yeter artık Nerdeyse çıldıracağım Bir yeşil ötesine geldim durdum işte Merdivenin son basamağındayım Bir adım daha atsam Kimseler tutamaz beni Bir adım daha atsam karanlıktayım. Kaç kere söyledik Şu potpuriyi çalmayın diye Anlamıyor musunuz Fa diyez bemol çaresizlikler içindeyi Bir duvar yıkılıyor altında kalıyoruz Bir adam ölüyor bizi gömüyorlar Susturun şu kemanları Biraz da ilahlar ağlasın yokluğumuza Kirli gözyaşları kırık iskemleler Başı bozuk Çigan havaları Yeminler notalar akortsuz teller Ve sakat çocukları Nagazaki ‘nin Biz bunun için mi geldik yeryüzüne Devirin şu putları Mukaddes kitaplar bize göre değil artık. Sinemaskop rezaletler içindeyiz Café Chantant ‘larda dua ediyoruz Mabetlerde çiftleşiyoruz artık Mesuduz Dokunmayın keyfimize Saint Pierre ‘in doksandokuzuncu göbekten torunu Strip tease yapıyor Foli Bergere revüsünde her gece Gelsin arkasından şampanya şişeleri Kauçuk göğüslü kızlarda bir naz bir çalım On derste aşk On derste güzellik On derste cinsiyet Ve tam onbin yıldır arayıp bulamadığımız fazilet Sonra mezarlıklar dolusu günah Genelevler dolusu namus Velhasıl ailece rock ‘n roll dansı öğrendik Tepinip duruyoruz. Pirinç tanelerine çizdiğimiz kral resimleri bizi kurtarmadı Ne de Babil ‘in asma bahçeleri Hakkını veremedik alın terimizin suçluyuz Har vurup harman savurduk ömrümüzü Akıllı bir maymun olmaktan öteye gidemedik Şimdi bu kördöğüşünde yenildikse suç bizim Geç anladık zavallılığımızı Her şeyi bu sağır göklerden bekledik yıllardır Bizi kimseler inandıramadı ölüme Bize kimseler öğretmedi insanlığımızı. Kim kurdu bu düzeni nerdeyiz Bu tekerlekler nasıl dönüyor boşlukta Bu umutlar bu dualar bu kahrolası hayaller Nasıl bunca yıldır barındırdı bizi Bu katı yürekli topraklar Bu gülünç mezartaşları Ölümler ölümler ölümler Ölümlerden beter yalnızlığımız Bu macera ne zaman bitecek söyleyin Söyleyin ne zaman aydınlanacak Bu karanlık alın yazımız. Harun-er Reşidin gazabına uğradık cümlemiz Başparmaklarımızın birinci boğumundan vurdular bizi Bir düşüş düştük Eiffel kulesinden Sersefil oldu ölümüz caddelerde Nice evlerin nice apartmanların bütün ağırlığı üzerimize kurşun gibi çöktü Sokak köpekleri işedi kanlı gömleğimize Yedi yıldız senesi bağırdık ağladık Kimseler duymadı sesimizi Lili Marlen Beşyüz sene sonra anlaşıldı yokluğumuz İşte biz böyle yitirdik inancımızı Tanrıya Keyfimize dokunmayın Adamakıllı sarhoşuz. Ya bir gül koparın bahçenizden Koklayalım Ya bir yudum su doldurun taslarımıza İçelim Ya da bir dilim ekmek verin Şükredelim yaşadığımız Karanlıklar içinde Çamurlar içindeyiz Tutun kaldırın bizi O yalancı sevginiz sizin olsun Biz yaşamak için geldik yeryüzüne Alın başınıza çalın merhametinizi. Körsünüz ya da sağırsınız Beyaz çorap giydi diye Ku Klux Klan derneğinin adamları Bir zenciyi linç ettiler Görmediniz İbni Mansurun beşinci karısını toprağa gömdüler beline kadar Sabahtan akşama dek yedibin kişi taşladı Yedibin kişi tükürdü yüzüne görmediniz Şu gökkubbenin altında Boşa gitti nice bonjour ‘larımız Sonra üç kere good night dedik Duyan olmadı. Ya savaş meydanlarında yitirip bulamadığımız gerçek Engizisyon işkenceleri yirminci yüzyılın Fırınlar Gaz odaları Kitle halinde ölümler Kara sineklerin konduğu çürümüş et yığınları Yaylım ateşlerile delik deşik olmuş insanlığımız O azgın atların çiğnediği kollar bacaklar O kan çanağı gözler O süngü uçlarında yükselen kesik başlarımız. Bizi alçaltan bu kanlı zafer taçları işte Öptüğümüz o pis eller O maymun maskara soytarılar Küçük orospular Kirli zevklerimiz Yatağımıza giren frengili kadınlar Aldığını geri vermez bir karanlık dört yanımızda Hangi perdeyi aralasak gece Hangi taşı kaldırsak çaresizlik Ölüm isli bir fener ışığı bu karanlıklarda Ölüm yorgun askerlerin tek umudu sıcak Biz bu ölümlerle yakınız ölümsüzlüğe Bu karanlıklarla uzak. Siz dilediğiniz şarkıyı söyleyin yine Yine karamelalarla kandırın küçük kızları Irzına geçin torunlarınızın O sapık arzularınız yükseltecek sizi O karanlık odaların başıboş rahatlığı Varın dilediğiniz gibi yaşayın artık Bir gün bütün günahlarınız bağışlanacak Tanrı katında Ne cehennem ateşleri ne o köprüler kıldan ince Sizin için değil Siz öyle Tanrıların böyle kullarısınız işte. Şimdi de oturmuş tuz biber ekiyorsunuz yaramıza Kiliselerde camilerde öğütler veriyorsunuz Tanrı adına Sonra her gece bir cinayet işliyorsunuz Temiz çarşaflarda pis kanınız Uykularımızda gölgeniz korkunç belalı Sizi sayıyla mı verdiler bize Defolun karşımızdan Bize kendi derdimiz yeter Kanınızı bulaştırmayın ellerimize. Yüzsüzlüğün bu kadarına pes doğrusu Haydi biraz eğin başınızı Bizden af dileyin Kederimizi anlayın artık Saygı gösterin sevgimize Belki sizi affedebiliriz Ne de olsa insanız biz de Bir zayıf tarafımız vardır. Nasıl aldandık bunca zamandır Nasıl inandık güzelliğine hayatın Bize ne doğan güneşten Büyüyen buğdaydan akan sudan bize ne Alabildiğine kederliyiz yorgunuz Bize dostluğu öğrettiniz Bize sevmesini öğrettiniz böyle delicesine Sevdikse günahlarımız Tanrı ‘nın boynuna Sevilmedikse insanlar utansın kederimizden Ne aradık ne bulduk dünyanızda söyleyin Bir sevgiyi bile çok gördünüz bize Öpüştük uykularımızda ayıpladınız Kara kara yengeçleri saldınız üstümüze Şimdi de bir yaşamaktır tutturmuşsunuz Rahat bırakın bizi Göğüyle deniziyle Taşıyla toprağıyla O yoktan var ettiğiniz Tanrı ‘sıyla Dünyanız sizin olsun.. Boğaz tokluğuna yaşamalar bizi kurtarmaz artık Biz oldum olası kör doğmuşuz Brakisefal kafalarımız bir işe yaramıyor Hele şu bizimsiz ayaklarımızın haline bakın Aptallığımız yüzümüzden belli Aynaya bakıp gülüyoruz Oysa bütün çirkinliğimiz aşikar ayna gibi Söyleyin bir Shakespeare mi akıllıydı içimizde To be or not to be. To be or not to be bir şey değil yine Sen olmasan benim varlığımdan ne çıkar Ama sen yoksun işte Bense bütün insanlar gibi ha varım ha yoğum Yine sana çıkıyor bütün yollar Yine bütün iki kere ikiler dört ediyor Dönüp dolaşıp aynı yere geliyorum.. Dördüncü Bölüm : Sana Bir Tanrı Getirdim (Adagio) . Hani o iki kişilik dünyalar bizimdi Hani sen iyiydin Halden anlardın Hani sen git demeyecektin bana Ve ben her şeye rağman gelecektim İçimde bir umut Ellerimde olgun meyvalar Dünya nimetleri Gözlerimde yanıp yanıp sönen bir pırıltı Ama ne sen gel dedin Ne de ben gelebildim her şeye rağmen Aşkımız ayrılıklarla başladı. Deli dolu akan nehirlerden tas tas sular içtik Öyle ateşlerle doluydu yüreklerimiz öyle tutkundu Karlı dağların serinliğinde uyurduk geceleri Deniz fenerlerinin ışığında yıkanırdık Köpükten bir çalkantıydı içimizde zaman Ne yana baksak denizdi maviydi ışıktı Sonra bir çaresizlikti zifir Akıntıya kapılmış gemiler gibiydik. Bir org çalınır gibi yanıbaşımızda Öyle kendinden geçmiş öyle başıboş Öyle derin duygular içindeydik anlatılmaz Sarhoş rüzgarlara bıraktık kendimizi Aldığını geri vermez dalgalara Görmediğimiz ülkeler gördük gün doğusunda Tatmadığımız yemişlerden tattık günahkar olduk Alevden bir tasta eridi günler Bir cehennem ateşiydi aşk içimizde Hiç sönmiyecekmiş gibi yanıyorduk. Tutsaklığımız nasıl başladı bilinmez Paslı demir kapılar kapandı üstümüze Taş duvarlarda kayboldu boğuk seslerimiz Çaresizliğimizi bize aynalar söyledi inanmadık Kuşatıldık ansızın kederle ayrılıkla Aman vermez karanlıklar sardı dört yanımızı Yalnızlık bir ağrı gibi çöktü başımıza Uyuduk bir daha uyanamadık. Şimdi bir kutup var sana çeker beni Bir kutup var senden öteye Ben onun için böyle ortalıkta kaldım Dağ yollarında caddelerde sokaklarda Onun için bulup bulup yitirdim seni Hangi kapıyı çaldıysam sen açtın bana Hangi gözümü yumduysam seni gördüm Zamandın zamandan öte bir şeydin Yıllarca bir meşale gibi yandın uzaklarda. Bu manyetik alanda boğulmam senin yüzünden Bu zincirleri sen vurdun ellerime Sen getirdin bunca karanlıkları Al şunu mumu yak Korkuyorum Bir taş aldım attım denize Günahlarımdan kurtuldum Alfabenin yirmisekizinci harfindeyim Öteye gidemem İtme beni. Benim de bir insan tarafım vardı Bakma böyle kötü olduğuma Benim de dileklerim vardı Benim de bir beklediğim vardı yaşamaktan Yeter artık vurma yüzüme çirkinliğimi Her gün bir kadın ağlar benim yüzümde Büyük dertler içinde benim ellerim Anlamıyor musun Sen sevildiğin için güzelsin bu kadar Ben sevilmediğimden böyle çirkinim. Bütün kötü yerlerde ben kokarım Biliyorum Bir hayvan leşiyim öleli kırk gün olmuş Fabrika bacalarında bir kara dumanım Zehirim akrep kuyruklarında Kötüyüm sevemediğin kadar Öyle fenayım Kapanmamış bıçak yaralarında Bu pis çöp tenekelerinde unut beni Unut artık Bayat bir ekmek gibi Çürümüş bir elma gibi. Sarın badanalı evlerde kazanlar kaynar Sarı badanalı evlerde günah işlenir her gece Sarı badanalı evlerde ölüler yıkanır Sarı badanalı evleri sev biraz Bu evlerde zaman benim akşamlarımdır yitirilmiş Bu kazanlarda benim gözbebeklerimdir kaynayan Bu sarılarda benim yüreğim bir ölür bir dirilir Anladım Bu dünyada benden başka kimse yok beni anlayan. Tosca ‘dan bşir arya hatırlıyorum şimdi Sus biraz Ensemde bir akrep yürüyor Bırak yürüsün Sabaha asacaklar beni Dokunma Yedi canım vardı ikisi gitsin Bunca ölümler az gelir bana. Kalbimi yardım Bir damla kan aktı Kutuplara kar yağıyordu Üşüdüm Failatun vezniyle seni çağırıyorum Bana inbiklenmiş yeşilliğini getir Dur gitme Beş kuruşum vardı kaybettim Dur gitme Isırgan otlarından kurtar beni. Deniz analarının gözlerini çaldım Sana bakmak için Güneşi üçe böldüm Al biri senin olsun Yüzümde beş bıçak yarası var Bir de sen vur Barut kokusunu severim Bir portakalı dilim dilim soy Acıktım Tut ki ben yoğum artık yeryüzünde Tut ki bir marul yaprağıydım Öldüm. Al şu serçe parmağım sende kalsın Ben kötüyüm Allahsızım Korkunç çirkinim Ben seksensekizinci tul dairesiyim Sağ gözümün üç kirpiğini kestim Al Ben lanetlendim. Chopin ‘in cenaze marşı çalınıyor Ölüler ayağa kalktı Görüyor musun Şu soldan ikinci benim Senin yüzünden öldüm Şimdi seni getiriyorlar karanlığıma Ağlıyorum Biraz sev beni Yaklaş biraz Gül biraz Seni affediyorum. Kuşkonmaz dallarına astım kendimi Sedir ağaçlarına gül yapraklarına Başımı taşlara vurdum Gözbebeklerimde büyük camlar parçalandı Tanrısal duygular içindeydim Bütün Tanrısızlığımdan uzakta Bir kemiklerinin sertliğini aldım Bir teninin aklığını Sonra sıcaklığını dudaklarının Gel bak SANA BİR TANRI GETİRDİM Gel bak BİR TANRI YARATTIM SENDEN. Ankara / Nisan – Eylül 1957 (Bilgi Kitabevi – 1958 İkinci Baskı) . (İsmet BARLIOĞLU tarafından Word ortamına aktarılmıştır.) Yeşil yaprak döndüğünde gazele Yazın ardı güz görünür sevdiğim Ayrılırken kaşım çatmam güzele Belki acı söz görünür sevdiğim . Bilir misin sevda neden turnanın Diyarından kaçıp giden turnanın Yükseklerden uçup giden turnanın Sinesinde köz görünür sevdiğim . Nazar eyler enginlerden yüceler Garip gönlüm simdi neyi heceler Çoban yıldızına hasret geceler Bu sevdalar az görünür sevdiğim . Dağı yaran göğü ağlatan vardır On sekiz bin rengin cümlesi yardır Varlığın yokluktur yokluğun sırdır Her zerresi toz görünür sevdiğim . Sefai'yem gecelere hilal et İster cemal eyle ister celal et Bir lokma ekmeğin yedim helal et Ölüm bize tez görünür sevdiğim! . Aşık Sefai Kapılar tutulmuş neylersin Neylersin içerde kalmışız Yollar kesilmiş Şehir yenilmiş neylersin Açlıktır başlamış Elde silah kalmamış neylersin Neylersin karanlık da bastırmış Sevişmezsin de neylersin Gösteriş yapan, İnsanlardan kaç. Maddeye tapan, Şeytanlardan kaç. Pis maval okur, Eylemez şükür, Taşımaz fikir, Maymunlardan kaç.. Olur çok yaman, Dikkat et aman, Menfaat uman, Meydanlardan kaç.. Çevirdim tarih, Oldum müsterih, Ne Ay ne Merih, İsyanlardan kaç.. Birkaç cümle laf, Duyan çekmez of, Cahil olur kof, Nadanlardan kaç.. Al sermaye et, Gönlü eyler fet(h) , SELİMÎ’ye yet, Odunlardan kaç. İçimde bir acı fırtına kopar Bulutlarda şimşek çakar giderim Bitmeyen arzular yolumu kapar Çılgın bir sel gibi yıkar giderim. Anlarım eşitten farkını farkın Yıllar süren ömrü biter merakın Keder uzak olur; mutluluk yakın Yorgun kafesimden çıkar giderim. O an, zaman durur, mekan silinir Sonsuzluğa doğru nefes alınır Ruhum bir damla su, göğe salınır Süzüle süzüle akar giderim. Çile denizinin görünür dibi Alır beni yüreğimin sahibi Geceyi süsleyen yıldızlar gibi Ben de, bir meş'ale yakar giderim. Birgün utku için, hicran yerine Dalmak için hülya bahçelerine Dostların ıslanmış çehrelerine Son defa, hasretle bakar giderim Sonbahardan sonra ağaçlar Hep duman açar Ankara'da Saksılarda yeşil bir yalnızlık Uzayıp gider ev tutsaklığında Kış boyu rüzgarsız ve çiçeksiz Ne gün kalır güneşin yüreğinde Ne şafak ne sabah Kar altında dilsiz ve sessiz Bir tohum gibi bekler baharı Taş üstünde topraksız çaresiz. Sonbahardan sonra Ankara'ya dair Hep aynı sözler söylenir Ama yağmur Yine utanır yağarken Kar yine yağmadan kirlenir Sonbaharda sonra Ankara^Òda Yalnızca kuşların isyanı vardır Bakarsınız bir akşamüstü Bütün ağaçlar kuş açmıştır Ve gökyüzü meydanında Kuş dilinde bir miting başlamıştır. Bir çığlıktır artık yaşanan Sözcükler yetmez anlatmaya Notalar fırçalar susar Çünkü mitingden sonra kuşlar Kırıp kanatlarını Ankara^Òya ölüm bırakırlar öyle büyük hicran ki cam çerçeve bırakmıyor kırdı kapıları döküldü sokağa havada yangın kokusu itfaiye sirenleri uzaktan uzağa. öyle büyük hicran ki telefonlar devamlı meşgul çalıyor trafik durdu çarşılar darmadağın çığlıklar geçiyor karanlıktan camlarda sinsi bir titreme boğuk bir uğultu yeraltından borular patlamış sular vahim bir tenhalığa akıyor. öyle büyük ki hicran zincirleme elektrik kontakları şerareler dökülüyor sokak lambalarından ceryanlar kesildi gözden kayboldu şehir sanki siyah bir denize batıyor ayak sesleri boş meydanlardan hoyrat kanatları yukarda bir helikopterin o ihanet sessizliğini par par parçalıyor Gece Tehlikeli bir bilmece . Loş ışıklar altında Sürüyor amansız poker Sigara dumanından görülmüyor yüzler Kıpırtısız, uykusuz ve kanlı gözler . Eller tetikte Restleşilmiş Ölümüne Ve elim berbat yine . Gece Her yeri Mermi dolu Bir Rus ruleti . Bitecek birazdan Ateş ile barutun Büyük aşki Bitecek düello . Gece Tehlikeli bir bilmece. Kaldırım çocuğu yüreğim Nereye baksa yok olacak Nereye dokunsa taş kesecekmiş Gibi Ağlamak istiyor gözlerim Ve ağlatmak ölesiye... Kaçmak istiyorum Kaçmak Nereye gidecegini bilmeden Kaçıp gitmek Terketmek istiyorum bu şehri Ve Terkedince ölmek Akşam karanlıklarla sarmaş dolaş Sen de sarılmışsın yalnızlığına, Taksiler kurşun gibi gelir geçer Troleybüsler salına salına.. Tek tük kadınlar aydınlatır caddeyi. Genç kızlar beyaz neonlar gibi. Ortancalar gül rengi ışık saçar, On beşine varmamışlar masmavi.. Sen de yalnızlık saçarsın. İçmeye korkarsın, efkâr basar. Ağlayamazsın elâlem var. Şapkanı bile çıkaramazsın Saçlarını uçurur rüzgâr.... Gittim deniz kıyısına oturdum. Akşam karanlıklarda sarmaş dolaş, Ben de denize akıyordum Irmaklar gibi yavaş, yavaş... Saçların aklarla dolduğu zaman Geriye hasretle bir bakar mısın? Yıllar mazimizi yolduğu zaman Göğsüne menekşe, gül takar mısın? . Pembe kıyılardan geçse bir sandal, İşitsem sesini şen fıskiyenin; Zikrimde canlanır eski bir masal: Gözümde gözlerin, elimde elin.... Zaman kalbimizde can vermiş gibi, En güzel renklerle süslenir mekân... Suda aksimizle, havuzun dibi “Hayat efsanedir” diyordu her an! . 13 Mayıs 1944, Erzurum tepemde bir akbaba hırsla ölmemi bekliyor ben ise düşünüyorum nasıl bir tuzak kurayım ki bana yaklaşsın da onu vurayım soluk almak için oturmaya kalksam işte yıkıldı diye saldırıyor yüzüme onu vurmak için anlayınca fırsat beklediğimi hızla dönüyor gökyüzüne kuşaktan kuşağa onca insanlar öldü yem olarak, şu ihtiyar akbabaya deneyimlerim sesleniyor ki bitimindeyiz zamanın yaklaşan bir sonu var ya senin, ya ihtiyar akbabanın bu cadı, bu kocamış leş yiyenin yazgısı, sana bağlı başaramazsan eğer sıran geldi demektir tepemde bir akbaba hırsla bekliyor ölmemi vay eğer fırsatı ben kaçırırsam dökülüyor suskunluğuna akşamın ezanın ayak sesleri kent akşamının hayalinde yanıyor altın ormanları düşlerin ve odamın suskunluğunda cuma akşamıyla uğraşıyor ezanın ayak sesleri benim elimde kitap cuma akşamı sessiz kopuk kopuk geliyor kulağıma, ezan kime söylüyor ne diyor kent uğraşıyor Cuma akşamıyla ve o garip ses yalın bir köylü gibi yitiyor kentin çağıltısında ben yine kitap okuyorum. Çeviri: Sobhi BABEK Senin canında bir can vardır. Sen o canı ara! Senin teninin dağında çok kıymetli bir inci bulunmaktadır. Sen o incinin madenini ara! Ey Hak yolunda yürüyüp giden sufi! Eğer arayabiliyorsan, onu sen kendinde ara, Kendinden dışarda arama! Küçük arslan yemek yerken Dişi arslan gençleşir Ateş kendi payını isterken Toprak kıpkırmızı kesilir Ölüm sevgiden söz ederken Yaşam ürperir Yaşam ölümden söz ederken Sevgi gülümser. (Fransızca,Sabahattin Eyuboğlu) çoğumuz gibi, o farklı işlere girip çıktım ki, midem deşilmiş ve bağırsaklarım rüzgara fırlatılmış gibi hissediyorum kendimi. iyi insanlar da tanıdım bu işlerde öbür tür de. ama birlikte çalıştığım insanları düşününce- aradan on yıl geçmesine rağmen- ilk aklıma gelen Karl oluyor.. Karl'ı hatırlıyorum: yaptığımız iş belden ve boyundan askılı önlük giymeyi gerektiriyordu.. ben Karl'ın çömeziydim. 'kolay bir işimiz var', demişti bana.. her sabah yöneticilerden biri geldiğinde Karl hafifçe öne eğilip gülümser, başını hafifçe sallayarak onu selamlardı: 'günaydın Doktor Stein', 'günaydın Bay Day' ya da Bay Night, kadın bekarsa 'günaydın, Lilly' ya da Betty ya da Fran.. ben tek kelime etmezdim.. Karl bundan rahatsızlık duyuyordu, bir gün beni kenara çekti: 'bana bak, böyle bir işi başka nerede bulacaksın? iki saatlik öğle paydosumuz var.'. 'bulamam herhalde...'. 'kesinlikle, senin benim gibiler için bundan iyisi can sağlığı..'. bir şey demedim.. 'tamam, önceleri zor gelir insana köpeklenmek benim için de kolay olmadı ama bir süre sonra önemli olmadığını keşfettim kabuğum çıktı. artık kabuğum var, anladın mı? '. baktım ona, gerçekten vardı kabuğu, yüzünde de bir tür bulanıklık vardı gözleri anlamsız bakıyordu, boş ve kayıtsız; yıllanmış, yıpranmış bir deniz kabuğuna bakıyordum.. birkaç hafta geçti hiçbir şey değişmedi: Karl hiç sektirmeden herkesi saygı ile selamlıyor, gülümsüyor, rolünü mükemmel oynuyordu.. ölümlü olduğumuz aklına hiç gelmiyordu herhalde ya da daha büyük tanrıların bizi izliyor olabileceği.. ben işimi yaptım.. sonra, bir gün, Karl beni kenara çekti yine.. 'bak, Doktor Morely benimle senin hakkında konuştu.'. 'evet? '. 'senin neyin olduğunu sordu bana? '. 'sen ne dedin? '. 'genç olduğunu söyledim.'. 'teşekkür ederim.'. maaşımı alır almaz istifa ettim. ama yine benzer işler buldum yeni Karl'larla karşılaştım ve sonunda hepsini bağışladım ama kendimi asla: . ölümlü olmak bazen insanı tuhaf neredeyse çalıştırılamaz ve son derece iğrenç kılar- hür teşebbüsün kölesi değil. Rü'ya gibi bir yazdı. Yarattın hevesinle Her anını, her rengini, her si'rini hazdan. Hala doludur bahçeler en tatlı sesinle! Bir gün, bir uzak hatıra özlersen o yazdan. Körfezdeki dalgın suya bir bak, göreceksin: Geçmiş gecelerden biri durmakta derinde; Mehtap... iri güller... ve senin en güzel aksin... Velhasıl o rü'ya duruyor yerli yerinde! Bakıp imreniyorum akınına Şehrin üstünden geçen bulutların, Belki gidiyorlar yakınına Rüyamızı kuşatan hudutların.. Evler, ağaçlar, sular, ben ve bu an Sanki bulutlarla bir, akıyoruz; Onların hevesine uyaraktan Cenup ufuklarına bakıyoruz.. Biz de hafif olsaydık bir rüzgardan, Yer alsaydık şu bulut kervanında, Güzel’e ve Yeni’ye doğru koşan Bu sonrasız gidişin bir yanında; . Dağlara, denizlere, ovalara Uzansaydık yağarak iplik iplik Tohumları susamış tarlalara Bahar, gölge ve yağmur götürseydik.. Bakıp imreniyorum akınına Şehrin üstünden uçan bulutların. Gidiyor, gidiyorlar yakınına Rüyamızı kuşatan hudutların. Selam saygı hepinize Gelmez yola gidiyorum Ne karaya ne denize Gelmez yola gidiyorum. Ne şehire ne de köye Ne yıldıza ne de aya Uçsuz bucaksız deryaya Gelmez yola gidiyorum. Gemi bekliyor limanda Tayfaları hazır onda Gözüm kalmadı cihanda Gelmez yola gidiyorum. Eşim dostum yavrularım İşte benim sonbaharım Veysel karanlık yollarım Gelmez yola gidiyorum Ey Türk vur, vatanın bakirlerine Günahkar gömleği biçenleri vur Kemikten taslarla şarap yerine Şehitler kanını içenleri vur. Vur güzel aşıklar cenazesinden Kırmızı meşaleler yakanları vur Şehvetin raksına yetim sesinden Besteler şarkılar yapanları vur. Vur o katlin kızıl sapanlarıyla Dünyaya ölümler ekenleri vur Vur zulmün o kanlı urganlarıyla Bir kavmi iplere çekenleri vur. Vur aşkın ve hakkın zaferi için Vur dünya bak senden bunu istiyor Vur yerde bak tarih senin seyircin Vur gökten bak Allah sana vur diyor. Vur çelik kolların kopana kadar Olanca aşkınla şiddetinle vur Son düşman son kızıl ölene kadar Olanca aşkınla kuvvetinle vur Ala gözlü nazlı dilber Halimden haberin var mı Seni eller alıyorlar Zulmünden haberin var mı. Güzeller yola düzüldü Aşkının bağrı ezildi Yürü kemerin çözüldü Belinden haberin var mı. Atlılar yurdu aşıyor Badeler doldu taşıyor Yavru, turuncun düşüyor Koynundan haberin var mı. Karac(a) oglan budur halim Neylemeli dünya malın Binboğa'dir benim ilim İlimden haberin var mı Hoyrattır bu akşamüstüler daima. Gün saltanatıyla gitti mi bir defa Yalnızlığımızla doldurup her yeri Bir renk çığlığı içinde bahçemizden, Bir el çıkarmaya başlar bohçamızdan Lavanta çiçeği kokan kederleri; Hoyrattır bu akşamüstüler daima.. Dalga dalga hücum edip pişmanlıklar Unutuşun o tunç kapısını zorlar Ve ruh, atılan oklarla delik deşik; İşte, doğduğun eski evdesin birden Yolunu gözlüyor lamba ve merdiven, Susmuş ninnilerle gıcırdıyor beşik Ve cümle yitikler, mağlûplar, mahzunlar.... Söylenmemiş aşkın güzelliğiyledir Kağıtlarda yarım bırakılmış şiir; İnsan, yağmur kokan bir sabaha karşı Hatırlar bir gün bir camı açtığını, Duran bir bulutu, bir kuş uçtuğunu, Çöküp peynir ekmek yediği bir taşı... Bütün bunlar aşkın güzelliğiyledir.. Aşklar uçup gitmiş olmalı bir yazla Halay çeken kızlar misali kolkola. Ya sizler! ey geçmiş zaman etekleri, İhtiyaç ağaçlı, kuytu bahçelerden Ayışığı gibi sürüklenip giden; Geceye bırakıp yorgun erkekleri Salınan etekler fısıltıyla, nazla.. Ebedi âşığın dönüşünü bekler Yalan yeminlerin tanığı çiçekler Artık olmayacak baharlar içinde. Ey, ömrün en güzel türküsü aldanış! Aldan, geçmiş olsa bile ümitsiz kış; Her garipsi ayak izi kar içinde Dönmeyen âşığın serptiği çiçekler.. Ya sen! ey sen! Esen dallar arasından Bir parıltı gibi görünüp kaybolan Ne istersin benden akşam saatinde? Bir gülüşü olsun görülmemiş kadın, Nasıl ölümsüzsün aynasında aşkın; Hatıraların bu uyanma vaktinde Sensin hep, sen, esen dallar arasından.. Ey unutuş! kapat artık pencereni, Çoktan derinliğine çekmiş deniz beni; Çıkmaz artık sular altından o dünya. Bir duman yükselir gibidir kederden Macerası çoktan bitmiş o şeylerden. Amansız gecenle yayıl dört yanıma Ey unutuş! kurtar bu gamlardan beni. Takdirin, tasvîbin bollaşır oldu, Hüsufe uğrama, aman Ay Dede! Nimetler, hizmetler kapalı geçsin, Şüpheye düşmesin zaman, Ay Dede! . Saptın mı acaba tuttuğun yoldan, Dualar almışsın yetimden, duldan, İşaret feneri görünmez oldu, Şu dümen kırışın yaman, Ay Dede! . Yetişir gurbetten aldığın öğüt, Kim sola yanaştıysa kalmıştır züğürt; Sen suya yular tak, altından yürüt; Sesini çıkarmaz saman, Ay Dede! 1948 Aşka düşürdün kendüzün N'eyleyeyin gönül seni Bir oldu gecen gündüzün Âh n'ideyin gönül seni. Düşeli aşkına yârin Yerde gökte yok karârın Gitti elden ihtiyârın N'eyleyelin gönül seni. Hakk ile her kim bileşdi Vâdî-i hayrete düşdü Aşk deryâsı başdan aşdı Âh n'ideyin gönül seni. Âşık olaldan dîdâra Derd ile kaldın âvâre Döymez oldun intizâre N'eyleyeyin gönül seni. Aşk ile hoş oldu başın Ma'şûk ile doldu işin Kalmadı gayrı teşvîşin Âh n'ideyin gönül seni. Her gün Hakk'tan ihsân ola Her müşkil iş âsân ola Her derdine dermân ola N'eyleyeyin gönül seni. Ma'şûktan ericek kemend Uşşâkı eyler kayd ü bend N'itsin Hüdâyî derd-mend Âh n'ideyin gönül seni neyim varsa sana bırakmalıyım deniz sende geçmeli mevsimlerim sende çiçek açmalı ağaçlarım. sende yaşamalıyım deniz asi ve hür sende ölmeliyim bulutlara bakarak Bulutu kestiler bulut üç parça Kanım yere aktı bulut üç parça İki gemiciyken Van Gogh'dan aşırılmış Bir kadının yüzü ha ha ha. Bir kadının yüzü avucum kadar İki gözümle gördüm vallahi billahi Yıldızlar vardı kafayı çekmiştim Bu kimin meyhanesi ha ha ha Bu Ali'nin meyhanesi bu da masa Bu iki kimse için gezdirmiyorum Bir kere asılmıştım çocukluğumda Direkler gemideydi ha ha ha İki gemiciyken Van Gogh'dan aşırılmış Bir kadının yüzü kaçıyordu yetişemedim Ben ömrümde aşk nedir bilmedim Süheyla'yı saymazsak ha ha ha Bedenim üşür, yüreğim sızlar. Ah kavaklar, kavaklar. Beni hoyrat bir makasla Eski bir fotoğraftan oydular.. Orda kaldı yanağımın yarısı, Kendini boşlukla tamamlar.. Omuzumda bir kesik el, Ki hâlâ durmadan kanar.. Ah kavaklar, kavaklar Acı düştü peşime ardımdan ıslık çalar. Güzelim bir derde düştüm Dile yaslandım ağladım Dalgalandım boydan aştım Sele yaslandım ağladım. Neler geldi bu başıma Köprü kurdum göz yaşıma Dağlar dikildi karşıma Yola yaslandım ağladım. Ömrümün son devresinde Kaldım derdin deryasında Sazımın her perdesinde Tele yaslandım ağladım. Döndüm yıllara karıştım Yandım küllere karıştım Tozdum çöllere karıştım Yele yaslandım ağladım. Hüdai'yim bahtım kara Günüm ermedi bahara Dikeni bağrımda yara Güle yaslandım ağladım İster misin ellerimizi birlestirelim, Sen iki vur, ben iki daha, Çalmis mi, Emmis mi alin terini ulusunun, Sen dört vur, ben dört daha.. Gemi seçmeye mi gitmis 20 kisi, çay bulmaya mi yollanmis 30 kisi, Disbakan olmus da yüzde mi almis. - Saçi bitmedik çocuklarim aç iken kerpiç köylerde, Bebek kizlarim gecelerce akligini satarken- Sen yedi vur, ben yedi daha.. Ha, ister misin ellerimizi birlestirelim, Degeri 8 iken, 208'e mi vermis bir tabak fasulyayi, Dilekçeni görür görmez deve boynunu sallamis, 500 mü koparmis senden, Saylav seçilmis de gelecegine yatirim mi yapmis, devrimi çigneyerek, Sen dokuz vur, ben dokuz daha. Toprakta kan olursa, Uğrunda can olursa, Canlar kurban olmaz mı? Adı “Vatan” olursa… Can atar kan çiçeğim tutuşan karanfile, Tarihe gelincikler yeşerttim kanım ile…. Atımın nallarının izi vardır her haç’ta, Hâlâ türküm söylenir Kosova’da, Mohaç’ta…. Malazgirt’ten doğan gün balkıdı Çaldıran’a; And içip Al Sancağa, bal dedik baldırana…. Koca tarih, bu sırrı gömme daha derine; Gün mü güldü Prut’ta bir ırkın kaderine? ... Atımın ayağına kapandı karlı dağlar, Nal seslerimiz ile başlayıp bitti çağlar…. Üzengimi öpenler bugün düşmansa bana? Biline ki, doğarken can adarız vatana! ... Sus sözümün üstüne, Bas közümün üstüne, Ha bastın toprağıma; Ha gözümün üstüne! .. Tarih kalemle değil, kan ve canla yazılır, Gönüllere sığmayan bir imanla yazılır…. Şahidimdir melekler; ölümüm başka benim; Bir can adağım vardır o sonsuz aşka benim…. Ebed burcunda doğan günde ezel gibiyim; Bir damladan ummana varacak sel gibiyim…. Bağrımda bayraklaşır toz-tomurcuk bir yara; Dalgalandıkça günler Otuz Ağustoslara…. Birden kabarır öfkem son şehidin sesinde, Ta Arş’a kanatlanır atların yelesinde:. Atlarım, Bora mıydı, Tayfun muydu adınız? Şimşekler! ... Kılıcımı nereye sakladınız? Ilık bir su gibidir içimde yalnızlığım, Yalnızlığım, ruhumda uzak bir ses gibidir. Her sabah ufuklardan mavi şarkılar gelir, Ve her sabah ürperir içimde yalnızlığım. Güneşim aydan sarı, yarınım dünden zorsa, Sarsın artık ömrümü tunç kandillerin isi Üşüyen ellerimden tutmalıydı birisi, Eğer benim gözlerim onları görmüyorsa.. Bir camın arkasında açılıyor güllerim, Havuzum pırıl pırıl... yıkar bakışlarımı. İşler temiz ziyalar suya nakışlarımı; Ruhumun dünyasından eser tahayyüllerim. Rüya rüzgarlarında bir yaprak yalnızlığım Düşüncem bir neydir ki ürperir perde perde Belki bu mısralarım esecek gönüllerde Fakat herkese uzak kalacak, yalnızlığım. Şimdi belki benim gibi ölesiye yalnızsındır Uçan kuşları gözlemektesinidir tek başına Çamların yeşiline dalmış gitmiştir gözlerin Radyo dinliyorsundur ya da susarak Bir kitabı okumaya çalışıyorsundur kim bilir. Sonsuz güzellikte bir aşk düşünüyor olabilirsin Belki de anılarını deşiyorsun bir olmazı Bir açmazı derinden derine kurcalar gibi Bir kahve içmeyi bir elma yemeyi kurarak Saatine bakıyor olabilirsin uykulu gözlerle Çocukların oyununa dalmış gitmiş olabilirsin. Mahpus gibi tutsak gibi belki köle gibi Yarını olmamak gibi bir duygu içindesindir Belki de kendini bağışlamıyorsundur Benim hiç bilmediğim bir şeylerden ötürü Kırık tirenler gibi öylece kalakalmışsındır Kalkıp gidip çekirdek almayı düşünüyorsundur Ya da uyumak istiyorsundur her şeyi unutmak için Belki sen de benim gibi ölesiye yalnızsındır Sevda çekmek şanlarıdır Gizlice erkanlarıdır Hak yoluna canlarıdır Kurbanı bektaşilerin. Onlar Horasan'ı gezer Demkeş olur bade süzer Seyyah olup daim gezer Sultanı Bektaşilerin. Sırlarına güç erilir Remizleri geç bilinir Üstat olan pir seçilir Hünkarı Bektaşilerin. Arifler arifi gelir Arife tarif vız gelir Uzak yakın hep bir gelir Hassına Bektaşilerin. Pir Sultan'ım bu ne demek Yerde insan gökte melek Hiç cahile çekme emek Devranı Bektaşilerin kötüleri korkutur pençen iyileri sevindirir inceliğin, benzer şeyler duymak isterdim dizelerim için.. (kerem çalışkan) Ben çürümüş bir asayım Zindanlara yol eyledi dert beni Çarmıha gerilmiş bir İsa'yım Çivilere zapteyledi dert beni. Pir sultanıda gördüm Darağaca vur eyledi aşk beni Hacı Bektaş'ı kırda gördüm Bir ceylana pir eyledi aşk beni. Her yangına, her ataşa Koz eyledi dert beni Bu dağlara, bu yollara Toz eyledi aşk beni. Ben yanarım aşk için Ben yanarım gül için Bu ateş sönmesin diye Ben yanarım kim için Ben yanarım sen için Bari sen yanma diye. Ben yıkılmış bir ozanım Yangınlara kül eyledi dert beni Kerbela çölünde, bir Hüseyi'nim Damla suya kul eyledi dert beni. Ben Yunus'u nurda gördüm Dergahına gül eyledi aşk beni O mecnu'nu firarda gördüm Bir Leyla'ya deleyledi aşk beni Yalnızlık bir yağmura benzer, Yükselir akşamlara denizlerden Uzak, ıssız ovalardan eser, Ağar gider göklere, her zaman göklerdedir Ve kentin üstüne göklerden düşer. . Erselik saatlerde yağar yere Yüzlerini sabaha döndürünce sokaklar, Umduğunu bulamamış, üzgün yaslı Ayrılınca birbirinden gövdeler; Ve insanlar karşılıklı nefretler içinde Yatarken aynı yatakta yan yana: . Akar, akar yalnızlık ırmaklarca. . Türkçesi: Behçet Necatigil Geç gençliğimin en güzel günleri Unutmak için içerim şarabı Acı mı gider hoşuma öylesi Bu acılıktır ömrümün tadı Kar yağdı durmadan üç gün üç gece, Tıkandı geçitler yollar kapandı. Yalnızlığın buzdan çetelesinde Kimseler umursamadı karı. Yüzlerinde iğreti bir kibirle Hep düşürmekten korktukları, Dalıp gittiler günlük işlerine.. Diz boyu birikmiş kar içinde Yürürdük uzatarak açtığımız kanalı, İki kar güvesi gibi sokaklarda seninle Anardık bütün yitik aşkları Bu karlı kış gününde. Güngörmüş dağlara karşı Sımsıcak öpüşürdük sarılıp birbirimize.. -Sevgilim, yanımda olsaydın keşke! . Şölensiz, sevinçsiz yaşıyoruz şimdilerde, Bir iğdiş ve buruşuk zamanı. Kimsenin türküsü yok dilinde Karşılayacak yağan karı Coşkulu ve sarhoş sesiyle. Bıçak açmıyor ağızları; Acı, yalnız acı var yüreklerde.. Kar yağdı durmadan üç gün üç gece, Yaslandı duvarlara, kapıları zorladı, Pencerelerden baktı ev içlerine. Kar hiç böyle kimsesiz kalmadı Kendi özgül tarihinde. Çıngırakların, kızakların karı Yağdı herşeyin üstüne sessiz bir öfkeyle.. Birikti bir çamaşır ipine bile. Saçaklardan sarktı, Attı kendini gürültüyle yere, Kimse sahip çıkmadı; Yığıldı kaldı duvar diplerine. Yalnız kuş ayakalrı Bastılar incelikle göğsüne.. -Sevgilim, yanımda olsaydın keşke! . Kar var yaşadığımız günlerde. Umutsuzluk çevremizi kuşattı, Kıtlık kıran gündemde. Yine de ele güne karşı, Özenle saklıyorum yüreğimde Sana duyduğum aşkı, Dört yanım kar içinde. Ben dünyaya bir idare lambası altında geldim Yeryüzü Birinci Dünya Harbi'ni yaşıyordu Başımın üstünde mendil boyunda bulutlar vardı. Yunan Harbi'nde yanan şehirlerimizi bir dağdan seyrettim O çadır çadır insanları askerleri esirleri Arkalarında bir gömlekle kaçan halkımızı İlk topu ilk tayyareyi gördüm Anam kardeşim ve ben ayaktaydık Kapanık dükkânlarıyla çarşılarımıza yağmur yağıyordu. Her sınıf insanıyla şehrim dağlara taşınmıştı. O yangından nehirlerimiz dağlarımız ve çeşmelerimiz kurtuldular. Yanmış ve yakılmış şehrimize bir akşamüzeri askerlerimiz girdi Kursaklarında bir parça ekmekle insanlar ayaktaydı O gün dünyayı ve insanları tanıdım O gün ayağımın dibindeki şehirden ağlamayı öğrendim Yiğidin eyisini nerden bileyim Yüzü güleç, kendi yaman olmalı Kasavet serine çöktüğü zaman Gönlünün gamını alan olmalı. Benim sözüm yiğit olan yiğide Yiğit olan muntazırdır öğüde Ben yiğit isterim fırka dağıda Yiğidin başında duman olmalı. Yiğit olan yiğit kurt gibi bakar Düşmanı görünce ayağa kalkar Kapar mızrağını meydana çıkar Yiğidin ardında duran olmalı. Safi güzel olan, sol bazı kötü Yiğidin densizi ey olmaz zatı Gayet durgun ister silahı, atı Yiğit el çekmeyip viran olmalı. KARAC'OGLAN derki, çile çekilmez Hozan tarlalara sünbül ekilmez Sak yabancı ile başa çıkılmaz İçinden sıdk ile yanan olmalı Bir ayağın çukurda, ihtiyar Maria, geldim seninle gerçekleri konuşmaya: Bir tesbihin dizili acıları oldu hayatın ne seven bir erkeğin oldu, ne sağlık, ne mal mülk, ancak açlık vardı paylaşılan. Geldim seninle umudundan konuşmaya, kızının nasıl olduğunu bilmeden kuzuladığı o üç ayrı umuttan da. Sarı sabunla perdahlanmış ellerinin arasına al bir çocuğunkini andıran bu erkek elini, sertleşmiş nasırlarını ve kıvrılmış saf parmaklarını doktor ellerimin yumuşak utancında ov. Dinle, emekçi büyükanne, inan gelen insana, göremeyecek olsan da geleceğe inan. Tüm bir hayat boyunca umudunu boşa çıkaran acımasız Tanrıya da dua etme. Yağlıkara okşayışlarının büyümesini görmek için ölümden acımasını isteme; gökler yeşil ve karanlık hüküm sürüyor sende, her şeyden öte kızıl bir intikama sahip olacaksın, şafağı yaşayacaklar torunlarının hepsi, huzur içinde öl yaşlı mücadeleci. Bir ayağın çukurda ihtiyar Maria, o gideceğin günlerden biri otuz kefen tasarımı bakışlarıyla selamlayacaklar seni. Bir ayağın çukurda, ihtiyar Maria, suskun kalacak odanın duvarları birleşince ölüm astımla ve sevdaların boğazına dizilince. Bronzdan dökülmüş üç okşama (geceni hafifleten tek ışık) açlıkla kuşanmış üç torun her zaman bir gülümseme buldukları yaşlı kıvrık parmaklarını özleyecekler. Hepsi bu olacak, ihtiyar Maria. Bir tesbihin dizili acıları oldu hayatın ne seven bir erkeğin oldu, ne sağlık, ne mal mülk, ancak açlık vardı paylaşılan, geçti keder içinde hayatın, ihtiyar Maria. Bulandırdığında gözbebeklerinin acısını sonsuz dinlenmenin buyruğu, ömür boyu angaryadaki ellerin son şefkatli okşayışı içine çektiğinde onları düşüneceksin... ve ağlayacaksın, zavallı ihtiyar Maria. Hayır, hayır yapma bir hayat boyu umudunu boşa çıkaran umursamaz Tanrı'ya kendini teslim etme, ölümden aman dileme, korkunç bir açlıkla kuşanmıştı hayatın, sonunda kuşandı astımla. Fakat bildirmek istiyorum ki sana umutların kısık ve yiğit sesiyle intikamların en kızılı ve yiğit olanıyla, ideallerimin en doğru boyutuyla yemin etmek istiyorum. Sarı sabunla perdahlanmış ellerinin arasına al bir çocuğunkini andıran bu erkek elini, sertleşmiş nasırlarını ve kıvrılmış saf parmaklarını doktor ellerimin yumuşak utancında ov. Huzur içinde yat, ihtiyar Maria, huzur içinde yat, ihtiyar mücadeleci, şafağı yaşayacaklar torunlarının hepsi. YEMİN EDİYORUM Kİ... Kardeşim sen düşünceden ibaretsin, Geriye kalan et ve kemiksin, Gül düşünür gülüstan olursun, Diken düşünür dikenlik olursun, Ve sevinç güzel bir denizle başladı ve güneş ipi kalınlaştırıyordu sonra ansızın uzayıverdi ip bir ucu orda kaldı bir ucu bende ve iki uç arasında sıkışan karışık bir sevgiyi acabayla büyüten bir güzelliğin negatifini büyüten ince bir yüreğe dayanamadı ip koptu sevinç güzel bir denizle kaldı ve güneş bir bulutla rahibeleşiyordu. sevgilim bugün helva yedim şarap içtim göğe uzandım avuçlarımda hüzünlü bir aşk ince kemikli bir eli okşuyorum göğü okşuyorum yabani bir diken batıyor avuçlarıma bir çakıyla parmağımı kesiyorum yanlışlıkla. sanki bilerek yanlışlıkla kesiyorum sanki aşkı kesiyorum aşk parmağımda yanlış bir uçurum. dokunurken bırakır ürkek bir martı gibi çünkü deniz orda -ben alışkın değilim bir eli martılamaya çünkü deniz orda çünkü deniz orda -heyecan verir bana aşk çekilir kuytusuna uzar gider gecede bırakarak cinsel tortusunu sevgi denizin başlangıcı. seni koruyacam tamamlıyacam seni kazanmalıyım istediğim kadar beslerim seni büyütürüm içimde seni çok çok çok bir şey ver bana seni seviyorum. (Eylül 1970) Sanma şâhım / herkesi sen / sâdıkane / yâr olur Herkesi sen / dostun mu sandın / belki ol / ağyâr olur Sadıkâne / belki ol / âlemde bir / serdar olur Yâr olur / ağyâr olur / serdar olur / didâr olur Sen ey o çiçekler ey o değişmeler ayı Bulutsuz geçen mayıs bıçaklanmış haziran Bir daha artık ne o gülleri ne o leylakları Bir daha o ilk yazı unutamam hiçbir zaman . O korkunç kuruntuyu unutamam bir daha Alayı çığlığı kalabalığı güneşi Aşk arabalarını Belçika hediyelerini Havayı o arı uğultulu yolu sonra da O sakınmasız utkuyu kavgaları aşan Öpüşmenin kızıla döndürdüğü o kanı Çılgın halkın leylaklarla donattığı O ölüme gidenleri unutamam artık dünyada . Kutsal o eski zaman betiklerine çalan Fransa bahçelerini unutamam bir daha O akşamları büyüsünü o sessizliğin Gülleri yol boyunca ki gülleri sonra da O bozgun yeline karşı duran çiçekleri Alaycı topları o bisikletleri şaşkın Korkunun kanadı üstünden geçen erleri O perişan kılıklarını konaklıyanların . Ama neden bilmem bu benzetme kasırgası Durmadan hep aynı noktaya getirir beni Saint-Marth bir general kara bir dal yığını Orman yanında bir köşk Normandiya biçimi İşte tıs yok düşman karanlıkta dinleniyor Birden bize Paris düştü diyorlar bu akşam Dünya da ne o yitirdiğimiz aşkı bir daha Ne o gülleri ne de o leylakları unutamam . Flandres leylaklarını demetlerini ilk günün O tatlı izini yanakları söndüren ölümün Sonra sizi kaçışın gülleri taze güller sizi Yangın rengine çalan Anjou gülleri sizi . Louis Aragon Bugün Yardan Haber Geldi Bir Bir Yandan Bir Bir Yandan Eğildim Bir Buse Aldım Bir Bir Yandan Bir Bir Yandan. Güzel Olanı Severler Yanağından Gül Dererler Kulakta Mengiç Küpeler Bir Bir Yandan Bir Bir Yandan. Baş Koydum Yarin Dizine Uykular Girmez Gözüme Ağ Ellerin Sür Yüzüme Bir Bir Yandan Bir Bir Yandan. Şekerden Şerbet Ezerler İnce Tülbentten Süzerler Dört Yanım Almış Güzeller Bir Bir Yandan Bir Bir Yandan. Pir Sultanım Gel Yanıma Seni Sarayım Canıma Dola Kolların Boynuma Bir Bir Yandan Bir Bir Yandan Bir yanım tuz, Bir yanım şeker Tuzdan yanayım. Bir yanım deniz Bir yanım toprak Denizden yanayım. Bir yanım sen Bir yanım ben Senden yanayım Dinleyen her zerreye bin bir hitâbım var benim, Kâinât isminde hiçden bir kitâbım var benim! . Ya hitâbımdan okursun, yâ kitabımdan beni, Yazdığım efsânede on altı bâbım var benim! . Hey’etimde müttefik mağrıbla maşrık, veçhe yok; Gayr-i mer’î zerrede bin âftâbım var benim! . Hüsn-i mutlak bir yudumda kendini gayb eyledi, Gönlümün humhanesinde böyle nâbım var benim! . Varlığımdan intihâsızlık terennüm eyliyen Bezm-i hiçide adem adlı rebâbım var benim! . Neşvemiz bî-ibtidadır işvemiz bî-intihâ, Böyle bir sâkiye candan intisâbım var benim! . Meyve-i memnua’dan çekmiş bizim pîr-i mugân, Neyzen’im, gönlümde bin bir küp şarâbım var benim! . ***. Gün Türkçesine Uyarlama: . Dinleyen her zerreye bin bir hitâbım var benim, Kâinât isminde hiçden bir kitâbım var benim! . Ya hitâbımdan okursun, yâ kitabımdan beni, Yazdığım efsânede on altı bâbım var benim! . Hey’etimde müttefik batıyla doğu, yön yok Görünmez zerrede binbir güzel yüzüm var benim! . Gerçek güzellik bir yudumda kendini kaybetti Gönlümün meyhanesinde üzümüm var benim. Varlığımdan sonsuzluk bestesi söyleyen Hiçlik meclisinde insan denen rebabım var benim . Neşem ezelden beridir, işvem sonsuzdur Böyle içki sunana candan bağlılığım var benim. Yasak meyveden sunmuş bana meyhaneci Neyzen’im gönlümde binbir küp şarabım var benim. Uyarlama: Orhan Balkarlı Dur yolcu! Bilmeden gelip bastığın Bu toprak, bir devrin battığı yerdir. Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın Bir vatan kalbinin attığı yerdir. . Bu ıssız, gölgesiz yolun sonunda Gördüğün bu tümsek Anadolu'nda, İstiklal uğrunda, namus yolunda Can veren Mehmed’in yattığı yerdir. . Bu tümsek, koparken büyük zelzele, Son vatan parçası geçerken ele, Mehmed’in düşmanı boğdugu sele Mübarek kanını kattığı yerdir. . Düşün ki, haşrolan kan, kemik, etin Yaptığı bu tümsek, amansız, çetin Bir harbin sonunda bütün milletin Hürriyet zevkini tattığı yerdir. Senin, ince uzun, beyaz ellerin Yüreğimi alan bir serinlik sanki Al bir kadife üstünde ellerin dursa biraz Tabloların en güzeli olur inan ki.. Ellerini düşündüm geceler boyu Ellerin içimde akıp duran su Ellerin, türküler uykular kadar güzel Ellerin karanfil kokusu.... Mısra mısra beyit beyit ördüğüm Ellerindir düşlerimde ayan beyan gördüğüm Uzat ellerini avuçlarıma Uzaktan bakmak mı yüz görümlüğüm.. Ateşim var, hastayım, sayıklıyorum Ellerin aklımda en güzel yorum Koysan ellerini alnıma biraz Bütün ateşimi alır diyorum.. Kapı, pencere, masa, duvar... Odamın her yerinde ellerinden gölge var Bir gün gelsen evime şaşıracaksın Açılacak birer birer kendiliğinden kapılar Aşam dedim, karlı dağlar başından Yüce dağlar koç yiğide dag m'olur Ağrır bedenim, sızlar yaralarım Bu yarayı ceken yigit sag m'olur. Sıra sıra dikemedim sö'ğü'dü' Ben başıma veremedim ögüdü Elleri göğsünde görün yigidi Yigit mağrur gezmek ile bey m'olur. Öğüt versen, bana ögüt kar etmez O yarin hayali karşımdan gitmez Kementle bağlasam, kolun bağ tutmaz Yarin zulufunden özge bag m'olur. Karac'oglan der ki, fani dünyadan Korkmaz mısın haram ile zinadan Ayırır seni anan babandan Gurbet ile düşen yigit sag m'olur Bu nasıl sevgi böyle? Bu nasıl tutku? Bu nasıl özlem? Ne zaman gözlerini görsem Bir çoğalıyorum, bir eksiliyorum. Mutluyum varsın diye Al uzattım ellerimi Seni sarsın diye Ceylanım! Belki bir gün duyarsın diye Çıkmışım bir dağ başına sana türkü söylüyorum. Ne güzel ellerin var incecik Ne güzel saçların var sapsarı Anlasana o yalansız gözleri O kirpikleri, o dudakları Düşündükçe baştanbaşa özlem kesiliyorum. Al desem, sana ömrümü versem Korkarsın, alamazsın ki Dur desem, kaçarsın yine ceylanım Gül desem, ağlarsın Gel desem, gelmeyeceksin, biliyorum. Bu engeller bana göre değil oysa Ben bu dağları aşarım Geçerim bu denizleri, korkma İşte düştüm yollara Dur, bekle beni, geliyorum. Sevmek inancım, tutkum benim en eski Dağıtsam dünyalara yeterdi bu sevgi Düşünsene, anlasana ceylanım Sen yoksan ne farkeder ki Ha öyle ölmüşüm, ha böyle ölüyorum Çukurova bayramlığın geyerken Çıplaklığın üzerinden soyarken Şubat ayı kış yelini kovarken Cennet dense sana yakışır dağlar. Ağacınız yapraklarla donanır Taşlarınız bir birliğe inanır Hep çiçekler bağrınızda gönenir Pınarınız çağlar akışır dağlar. Rüzgar eser dallarınız atışır Kuşlarınız birbirile ötüşür Ören yerler bu bayramdan pek üşür Sünbül niçin yaslı bakışır dağlar. Karac'oğlan size bakar sevinir Sevinirken kalbi yanar gövünür Kımıldanır her dertlerim devinir Yas ile sevincim yıkışır dağlar Garibin anası pencerelerden Yanık türkülerle yollara bakar İncecik yüzünde her akşam üstü Çizgi çizgi nokta nokta bir efkar.. Fakirin anası her sabah sessiz Ağlar çocuğunun aç çıplak durduğuna Elleri koynunda kalır çaresiz Bin pişman doğduğuna,doğurduğuna.. Mahkumun anası susar konuşmaz Suçu kendisinde sanır. Kaçar insanlardan aydınlıklardan Duvarlara bile baksa utanır.. Açılsa üstüm biraz,duyar da gece yarısı Kalkar yatağından gelir Bir mübarek el usanır yorganıma usulca Bilirim anamın elidir.. Bir merhamet bir sıcaklık bir gurur Yavrum diyen sesinde Ve huzurun günde beş vakit nabzı vurur Beyaz tülbentinde,seccadesinde.. Karımın anası anama benzer Öylesine yakın duygulu ince. Özü sözü bir,yayla gözesi kadar berrak Oturtacak yer bulamaz çıkıp yanına gidince Yüreği destanlar gibi sımsıcak.. Ve alnım açıksa,başım dikse Dirliğimiz varsa,mutluysam Yüzüme gülüyorsa böyle bu şehir. Bir beyaz zambak gibi pırıl pırılsa yavrum Ve yavrumsa herşeyi bana sevdiren bir bir Bu mutluluk bu düzen bu bitmeyen aydınlık Anasının yüzü suyu hürmetinedir. Tek yıldız kalmayacak gecede. Gece kalmayacak. Ben ölürken dayanımaz evren de tüm varlığıyla ölecek benimle, Sileceğim piramitleri, madalyaları, Kıtaları ve yüzleri. Sileceğim geçmişin birikimini. Toz edeceğim tarihi, tozu toz. Son günbatımını seyrediyorum şimdi. Son kuşu dinliyorum. Kimseye hiçbir şey bırakmıyorum. derya içre deryayı bilmeyenlere. İlkbahar. Resmini yapabilseydi parmaklarım Karanfillerle buluşup perçemlerinde Yitik kalbini arardı denizlerin. Yoksa o gözler masmavi çiçeklerin Bin bir çeşidiyle damıtılmış bir nehrin Sularını arayan yıldız mıdır göğümde. Yoksa o baygın tebessümüne Dokundukça alevlenen Çaresiz bir yaprak mıdır ellerim. Yaz. Bu rıhtım, bu liman, yorgun gemiler Akkor kirpiklerinden fışkıran dalgaların Sahillere vuran yalnızlığıdır. Parçalanan adaların uzaktan Duyulan feryadı, çöl ağıtları Düşürür pencereme. Ya serin bahçelerin gölgesinde Bekleyeceğim güvercinlerle gelen Bir deniz türküsünü Ya da kavurunca ateş ve rüzgâr Savuracak ötelere ruhumu Gel ey sonbahar. Sonbahar. Eylül kıvamındadır deniz fenerleri Sular sapsarı bulutlardan süzülür Kâbus ve rüya Sıradağlar gibi çöker uykuya. Hayal bir kardelen yurduysa, derya Yıkar beklenmedik fırtınalarla Kaptanların son duruşlarını Göğsüme bastırdığım Bir tayfanın ölüm fotoğrafıdır Düşer kumsallarına acının Her sonbaharla. Kış. Gül dondu, gönül dondu Kıpırdayamıyor bakış ve evren Meğer engin ufuklardan ansızın Çıkmaz sokaklarına girmişim buzulların. Dağ yutunca kalbimi, kanımda kuşlar Kar tufanı altında kırılan kanatların Çıkardığı son sesi duymuşlar. Meğer köpük gölgesiymiş umutlar Kaç ömür saklıysa içinde her anın İnsan kendi karanlığına çekermiş Yaşanmamış mevsimlerini sevdanın Bu sarkı senin al dinle Usulca dokun sesime O minicik ellerinle Babanı unutma yavrum. Yağmurlar rüzgarla barışır Yağmurlar çimenle öpüşür Belkide uçurum kavuşur Babanı unutma yavrum. Bir gün tutuşup kavgaya Kalbin hırpalandığında Söküp verebilirim sana Babanı unutma yavrum. Hasta iken yataklar içinde O hayın sokaklar içinde Sorgular yasaklar içinde Babanı unutma yavrum. Sen benim için üzülme Bakınca suskun resmime O körpecik yüreğinle Babanı unutma yavrum. Bir gün duyarsan dağlarda Ölüm haberleri radyoda Bende olabilirim orda Babanı unutma yavrum Bir gül taze durur bahçede Yaprakları diri. Sen beyaz güllerin en beyazı Sabahlar kadar iri.. Bir gül baygın durur bahçede Yaprakları serin. Sen sarı güllerin en sarısı Yağmur gibisin.. Pembe gül hülyandır açılmış Beyaz gül yanakların, Sarı gül dağınık saçlarındır, Ve mahzun kalbim ateş gibi Yanan dudaklarındır. Saat yedi buçuğuydu güzün Ve ben bekliyordum Kimi beklediğim önemli değil. Günler, saatler, dakikalar Bıktılar benle olmaktan Çekip gittiler azar azar Kaldım ortada, tek başıma. Kala kala kumla kaldım Günlerin kumuyla, suyla Bir haftanın artıklarıyla kaldım Vurulmuş ve hüzünlü. Ne var, dediler bana Paris'in yaprakları Kimi bekliyorsun? . Kaç kez burun kıvırdılar bana Önce ışık, çekip giden Sonra kediler, köpekler, jandarmalar. Kalakaldım tek başıma Yalnız bir at gibi Otların üstünde ne gece, ne gündüz Sadece kışın tuzu. Öyle kimsesiz kaldım ki Öyle bomboş Yapraklar ağladılar bana Sonra, tıpkı bir gözyaşı gibi Düştüler son yapraklar. Ne önceleri, ne de sonra Hiç böyle yalnız kalmamıştım Bu kadar Ve kimi beklerken olmuştu Hiç mi hiç hatırlamam. Saçma ama bu böyle Bir çırpıda oldu bunlar Apansız bir yalnızlık Belirip yolda kaybolan. Ve ansızın kendi gölgesi gibi Sonsuz bayrağına doğru koşan. Çekip gittim, durmadım Bu çılgın sokağın kıyısından Usul usul, basarak ayak uçlarıma Sanki geceden kaçıyor gibiydim Ya da karanlık, kükreyen taşlardan. Bu anlattıklarım hiç bir şey değil Ama başıma geldi bütün bunlar Birini beklerken bilmediğim Bir zamanlar. Müslümanlık sizi gayet sıkı, gayet sağlam, Bağlamak lazım iken, anlamadım, anlıyamam, . Ayrılık hissi nasıl girdi sizin beyninize? Fikr-i kavmıyyeti şeytan mı sokan zihninize? . Birbirinden muteferrik bu kadar akvamı, Aynı milliyetin altında tutan islam'ı, . Temelinden yıkacak zelzele, kavmiyettir. Bunu bir lahza unutmak ebedi haybettir.... Arnavutlukla, Araplıkla bu millet yürümez.. Son siyasetse bu! Hiç böyle siyaset yürümez! . Sizi bir aile efradı yaratmış Yaradan; Kaldırın ayrılık esbabını artık aradan.. Siz bu davada iken yoksa, iyazen-billah, Ecnebiler olacak sahibi mülkün nagah.. Diye dursun atalar: 'Kal'a içinden alınır.' Yok ki hiç bir kişiden... Millet-i merhume sağır! . Bir değil mahvedilen devlet-i islamiyye... Girdiler aynı siyasetle bütün makbereye.. Girmeden tefrika bir millete, düşman giremez; Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez.. Bırakın eski hükümetleri meydandakiler Yetişir, şöyle bakıp ibret alan varsa eğer.. işte Fas, işte Tunus, işte Cezayir, gitti! işte Irak'ı da taksim ediyorlar şimdi.. 30 Muharrem 1331 27 Kanunuevvel 1328 1913 Yaşamak güzel şey doğrusu üstelik hava da güzelse hele gücün kuvvetin yerindeyse elin ekmek tutmuşsa bir de hele tertemizse gönlün hele kar gibiyse alnın yani kendinden korkmuyorsan kimseden korkmuyorsan dünyada iyi günler bekliyorsan hele iyi günlere inanıyorsan üstelik hava da güzelse Yaşamak güzel şey, Çok güzel şey doğrusu! . 22.04.2002 Atanın içkisi köpüklü kımız, Arpa suyu içme! dedi bir Kırgız! . Evinin yemişi erikle elma, Komşunun bağından hurmayı alma! . Başka dile uymaz annenin sesi, Her sözün ararsan vardır Türkçesi! . Duymadan düşünme, görme sezmeden, Kendi duygun olsun usunu yeden! . Dile, yap! Tanrı'nın sensin bileği, Göktürk'ün sendedir yüce dileği! . Demir sana tapar, şimşek baş eğer, İsteme, sen yarat; görme, sen göster! Bir roman yazmaya başladığım o gece için...... Yalnız bırakma beni bu paragrafın başında Bu boşluğu bir masal doldurmaz Kanalizasyondan fırlar bir cadı, Başını engizisyona çarpar. Ölürüz belki ikimiz de ucuz bir aşk romanının sonunda. Patlamış mısıra benzerdi senin mısraların Isınır ve patlardı Beyaz çiçekler açardın sonunda Bahar dallarının hatırına beni anla.. Küçük bir tırtıl gibi büzüştüm yatağımda Hep böyle uyudum yıllarca Sanırdım, Bir gün doğuracak beni bu yatak Son ve o en büyük sancıyla Sanırdım Tanrı bırakmış beni kocaman parmağıyla Bir yumuşak çiçeğin ortasına İçimde bir kedi durmadan oynardı Parmak kızın DNA sarmalıyla Alice’den çalıntı gözyaşlarım Çiğ taneleri olurdu sabahları yastığımda. Ömrüm geçti bir çiçeğe benzemekle Hangi hayat süslendi senin için bu kadar. Su getirdim perilerine küçücük avuçlarımla Beni anla.. Kurşun kalemin hatırına beni anla Razıyım uçsun bu şiir silgi tozlarının kanatlarında. Toprağın seviyesine ineceğim Anlamalı beni mezarım da Bir uyağa takıldım, düşmeye razıyım Artık beni anla.. Annemin bir şiir defteri vardı Yaprakları gitgide sarardı Hep sararan bir şey olarak kalmışsın aklımda. Sanırdım Bu dünya karaciğerinden hastadır Sanırdım Boyama sarışın bir kadındır zaman Hep hayatını anlatır. Eski bir şiirsin sen, unutulursun, unutma Dekolten fazla kaçmasın aman, Ayıplar sonra Anadolu yakanı kapa Konuşma, konuşmak istemezsen Ben konuşurum tavanda koşuşan ışıklarla Hep aynı şeyi söylerim Beni anla.. Yeni bir şarkıya başla Hem şarkı dediğin şarttır yaşamaya Şarka gittin geldim ardından Hatırla orada fıskiyesi dönen havuzlar vardı. Kalabalık avlular, yüksek duvarlar Başımız döndüydü hatırla Sürmeleri ne karaydı kadınların Herkesi bir yere sürer ya dünya Gözlerine sürülmüştü orda kadınlar. Belki sen yoktun orda Güller vardı. Ben bir şair olarak güllerden bıkmamıştım daha, Ba ‘su ba’del mevt Hayata daha çok vardı Beni anla. Hatırla tavus kuşları vardı Aşık olunca kanatlarından mavi güneşler doğardı. Ben doğmamıştım daha hatırla. Bak, işte burada. Susan kadınlar vardı Ben susamamıştım Ama herkes içmişti. Belki sen yoktun orada.. Aklımın taş kaldırımlarında dolaşırdı adamlar Ayak seslerini dinlerdim Perdem aralıktı, ışığım açık Nedendir diyordum durmadan İnsanın derisine bu kadar güzel bir resim çizmiş Allah Sanırdım Allah olmasa çöpten adamlar gibi yakışıksız çıkardık fotoğraflarda. Ağlamıştık Boyalarımız aktıkça ferahlamıştık hatırla Gözyaşlarımız simsiyahtı Sanırdım Yanağımın sıcağına göç ediyor kırlangıçlar Beni anla. Geçti ömrüm iklimden iklime Yuva yaptım kaç paket cigaranın bacasına Yorgunum, kahvem çamur gibi Batmaya da razıyım, artık beni anla Yeter ki sen beni Hiç yazamayacağım bir romanın kollarına atma. Tanrım: zamanıdır şimdi. Yaz çok müthişti. Güneş saatinin üstüne bırak gölgeni, ve estir tarlaların yellerini.. Emret son meyvelere olgunlaşmayı; güneysi iki gün daha ver onlara, davet et onları tamamlanmaya ve devam ettir ağır şarabın son tadını.. Şimdi yuvası olmayanlar, kuramayacaklar bundan sonra. Şimdi yalnız olanlar, daha bir hayli yalnız kalacaklar, bakacaklar, okuyacaklar, uzun mektuplar yazacaklar ve caddede bir aşağı bir yukarı huzursuzca dolanacaklar, sürüklenirken yapraklar.. Rainer Maria Rilke (1875-1927) Çeviren: İsmail Haydar Aksoy __________________________________________________ Herbsttag. Herr: es ist Zeit. Der Sommer war sehr groß. Leg deinen Schatten auf die Sonnenuhren, und auf den Fluren laß die Winde los.. Befiel den letzten Früchten voll zu sein; gib ihnen noch zwei südlichere Tage, dränge sie zur Vollendung hin und jage die letzte Süße in den schweren Wein.. Wer jetzt kein Haus hat, baut sich keines mehr. Wer jetzt allein ist, wird es lange bleiben, wird wachen, lesen, lange Briefe schreiben und wird in den Alleen hin und her unruhig wandern, wenn die Blätter treiben. Türküm müjdeydi ülkeye Gezdim söyleye söyleye Bir gün söylemedim diye Türküm beni tanımadı. Onlar bacım,onlar ağam Onlardır sevincim tasam Ahmet’im, Mehmet'im, Suna’m Güllü’m beni tanımadı. Elimde doğmuş kuzular Bir gün benden soğudular Sordum ne oldunuz ne var Sürüm beni tanımadı. Daha dün sözleştik şurda Düğün hazırladım Yurda Eller beni tanıdı da Sözlüm beni tanımadı. Yine sizinleyim dedim Nasılsam öyleyim dedim Çıkıp ta söyleyim dedim Kürsüm beni tanımadı. Hırpalanmak ne kelime Didik didik lime lime Götürülürken ölüme Ölüm beni tanımadı uzun bir geçmişimiz var hiç yorulmadan en azından bir kere eğlenceli beşik. ha biz varız ha biz maskeli balo saygıya durup üstün bir gecede bir sır payı katlayıp sade bir kahveden keyifsiz bir detayın hükmüyle ha biz yokuz ha biz seferde. ya bu kez ölenleri görmeliysek ya sen kuş olup gitmeliysen bir trenle. parka dolalım park bizi alır önce seyrimizden bir sabah kazanır eğri fakat daha çok eğrilmez bir şoförle sayısız rampaya katlanır ya güneşten daha zengin sofraya diz çökeriz ya sen kuş olup gitmeliysen bir trenle. oysa sergimize kuşlar gelir uzanır. Gazel. Hem kadeh hem bâde hem bir şûh sâkîdir gönül Ehl-i aşkın hâsılı sâhib-mezâkıdır gönül. Bir nefes dîdâr içün bin cân fedâ etsem n'ola Nice demlerdir esîr-i iştiyâkıdır gönül. Dildedir mihrin ko hâk olsun yolunda cân u ten Ben ölürsem âlem-i ma'nâda bâkîdir gönül. Zerredir ammâ ki tâb-ı âfitâb-ı aşk ile Rûzigârın şemse-i tâk u revâkıdır gönül. Etse Nef'î n'ola ger gönlüyle dâ'im bezm-i hâs Hem kadeh hem bâde hem bir şûh sâkîdir gönül Uyan yârim, uyan, söndü yıldızlar, Gün, karşı tepeden doğmak üzredir. Her sabah güneşi seyreden kızlar, Mahmur gözlerini oğmak üzredir.. Uyan yârim, sesler geldi derinden, Karanlık oynadı, koptu yerinden; İlk ışık, kapının eşiklerinden, Şimdi bir gölgeyi kovmak üzredir.. Sevgilim, kapımı çaldı aydınlık, Baygın gözlerimi aldı aydınlık, İçimde tıkandı, kaldı aydınlık, Bu aydınlık beni boğmak üzredir. ana. işte yerdeyim ağzım açık ve ana bile diyemiyorum ve köpekler geçiyor yanımdan ve durup taşıma işiyorlar; güneş dışında her şeyim var ve takım elbisem berbat görünüyor ve dün sol kolumdan geriye kalanlar gitmişti çok azı kalmıştı, her şey müziksiz bir harp gibiydi.. sigarasıyla yatağa uzanmış bir sarhoş en azında 5 itfaiye arabasıyla 33 adama iş çıkarabilir.. hiç bir şey yapamıyorum.. ancak not.- yan mezarda Hector Richmond sadece Mozart’ı ve tırtıl şekerlemeleri düşünüyor. muhabbeti hiç çekilmiyor. Ağlasa derd-i derûnum çeşm-i giryânım sana Âşikâr olurdu gâlib râz-ı pinhânım sana. (Sevgili!) İçimdeki dertler ile, yaş dolu gözlerim senin için ağlayacak olsa, (gönlümdeki) gizli sırlarım (gözyaşlarıma) gâlip gelir ve (sırlar) sana aşikâr olurdu.. Mesned-i hüsn üzre sen ben hâk-i rehde pâymâl Mûr hâlin nice arz ede Süleyman'ım sana. Sen güzellik tahtında (oturuyorsun) : bense yolunun toprağında pâymâl (ayaklar altında) kalmışım. Hâl bu iken a Süleyman'ım, sana bir karınca (denli âciz olan) durumumu nasıl arz edeyim? ' Divân edebiyatında Süleyman ihtişâmı; karınca da acziyet ve zayıflığı temsil ettiği için şair de kendini karınca; sevgilisini Süleyman olarak nitelendirmiştir.'. Şem'i gör kim meclisinde ağlayıp başdan çıkar Hoş yanar yıkılır ey şem'-i şebistânım sana. Muma da bak! Senin (bulunduğun) meclisinde ağlayıp baştan çıkmakta. Ey odamı aydınlatan! O mum senin için ne de hoş yanıp yıkılıyor. 'Mum yanarken, baştaki fitilin kenarlarından ağlıyormuş gibi akar. Şair buna gıpta ediyor ve onu sevgilinin aşkı ile baştan çıkmış veya o uğurda başını vermiş olarak gösteriyor.'. Subh gibi sâdık olduğum gam-ı aşkında ben Gün gibi rûşen durur ey mâh-ı tâbânım sana. Ey ay gibi parlayan sevgilim! Benin sana karşı, aşkının yolunda sabah kadar sâdık olduğum, (doğrusu) gün gibi âşikârdır.. Dün rakîbin cevrini men' eyledin ben hastadan Eyledi te'sir gûyâ âh u efgânım sana. Dün rakiplerimin, aşkının hastası olan bana yaptıkları eziyetleri meneyledin. Galiba âh ve feryatlarım sana tesir etmiş! . Zahm-ı hicrân şerhi çün mümkün değildir dostum Sîne-çâkinden haber versin girîbânım sana. Dostum! Anlaşılan o ki (bağrımdaki) ayrılık yarasının şerh etmek mümkün görünmüyor. (Bari) açık duran şu yakam, (aşkından dolayı) göğsümdeki (şerha şerha olmuş) yarıkları sana göstersin (de insafa gel!). Eyleme gönlün gözün cevr ile Avnî'nin harâb Dürr ü gevherler verir bu bahr ile kânım sana. (Sevgilim!) Eziyetlerinle Avnî'nin gözlerini ve gönlünü harap etme! Zira bu deniz (gibi coşkun gözlerim) , sana inciler; bu maden ocağı (gibi gönlüm) de mücevherler sunar. içimden dedim beraber yürüyelim olur mu varsın gemilerimizi taşıyamasın sular varsın yarı yolda uyuya kalsın bize gönderilen bahar.. içimden dedim beraber yürüyelim olur mu varsın gölgemiz olsun hüzün dilediği gibi uzatsın canevimize ayaklarını varsın annemiz olsun tütün hayat daha sert vursun yumruklarını.. içimden dedim ilmeği kaçmış bir hayat bizimkisi nedir alnımızdan öpmek için izimizi süren kalmış mıdır kalesi düşmüş bir şehrin cazibesi nedir yalnız bize yakışan bu serüven.. bu serüven ki bizden biri yaptı sırtımızdaki hançeri ve terketti bizi huzur denen sevgili kalakaldık, şaşkınlığın avuçlarında billur bir kuş gibi.. içimden dedim gömülü bir ırmağın yalnızlığıdır bu beraber yürüyelim olur mu Ömrün fasılları tez geldi geçti. Yazı verimlidir, kışı verimsiz Bir gün gördüm ki, güçten düşmüşüm. Yıllar öz atını sürdü eğersiz.. Ülkü olan yere baş koyan yıllar Gamlı gözlerime yaş koyan yıllar Ey yaşım üstüne yaş koyan yıllar, Nere kaçarsınız benden habersiz? . Ey ömür! Görünür artık sahilin, Elin kısıldıkça uzanır dilin. Ömürden verdiğim yetmiş üç yılın Zehiri yeterli, balı yetersiz.. Öz omuz yüküdür herkesin yaşı Derdi – sırdaşıdır, fikri – yoldaşı, Dönüp mizacıma kahır gözyaşı. Sevinç de, keder de, geçmez kahırsız.. Fikirler selinde akandan beri Ayıramadım ben hayırdan şerri Dökülmüş ömrümün yaprak yılları Bahçesi virane, bağı çepersiz. Gönül o gönüldür, koca yaşımda, Fikirler kaynaşır yine başımda Yine hücumdayım söz savaşımda, Sözüm teperlidir, özüm tepersiz. Dünyanın en uzun hüznü yağıyor, Yorgun ve yenilmiş insanlığımızın üstüne. Kar yağıyor ve sen gidiyorsun, Ağlar gibi yürüyerek gidiyorsun, Belki bulmağa gidiyorsun kaybettiğimizi O insan ve tabiat çağını. . Dön bana ve dinle! Kuşlar uçuşuyor içimde.. Loş bir keman solosu gibi Kuşların uçuştuğunu içimde, Dön bana ve dinle. . Karanlık denizlerin dibinde, Birtakım incilerin olduğunu Birtakım incilere ve hatıralara Neden bağlı olduğumuzu unutma. . Duy beni ve dinle! Denizler boğuşuyor içimde. . Unutma diyorum ama sen anla, Anlat bizim de yaşamak istediğimizi onlara... Uzanir fildisi turlarina Perdeleri cekili odalarin birinde Sabirsiz, gergin ve usta parmaklar Ve calinir kizligi, dolendo.. Gecenizde ansizin duydugunuz sestir bu.. Hep kendi dunyasinda olacak biliyordu, Ustelik ne kadar var gormedi. Nasil duyar? Duyar Ve alinir yalnizligi, dolendo. Gecenizde ansizin doktugunuz yastir bu. tarz-ı selefe tekaddüm ettim bir başka lügat tekellüm ettim. ben olmadım ol gürûha pey-rev uymuş belî Gencevî'ye Hüsrev. billah bu özge mâcerâdır sen bakma ki defter-i belâdır. zannetme ki şöyle böyle bir söz gel sen dahi söyle böyle bir söz. erbâb-ı sühan tamâm malûm işte kalem işte kişver-i Rûm. gördün mü bu vâdi-i kemîni dîvân yolu sanma bu zemîni. engüşt-i hatâ uzatma öyle beş beytine bir nazîre söyle. az vaktde söyledimse anı nâ-puhteliğin değil nişânı. gördük nice şâhlar gedâlar bir anda yapar anı babalar. gencînede resm-i nev gözettim ben açtım o genci ben tükettim. esrârını Mesnevî'den aldım çaldımsa da mîrî malı çaldım. fehmetmeğe sen de himmet eyle ol gevheri bul da sirkat eyle. çok görme bu hikmet-i beyânım tevfîka havâle eyle cânım. în dem ki zi şâirî eser nîst sultân-ı sühan menem diger nîst Bir çığlık düştü karanlıklardan Issız denize. Ses beton gibi buz tutuyordu Bir takım gölgeler gidip geliyordu Ay ışıkları gidip geliyordu Deniz yaralı bir tay gibi soluyordu.. Kim bizi çeken ayaklarımızdan Suyun yumuşaklığına Yerin katılığına Göğün karanlığına.. Bir göz bizi denetliyor - bu muhakkak Bir çığlık boğuluyor denizde - bunu iyi duyuyoruz Bir ışık kesiyor karanlığı bir ustura ağzında Bilmediğimizi anlıyoruz Görmediğimizi seziyoruz. Yeni bir çağa çıkıyoruz saçlarımızdan. Aşkı doğuran şey nedir; O yakınlığı iki can arasında? Ve kopuş ne zaman başlar? Ne zaman biter bir sevda? . Bir kurt gibi içten içe Gelişip büyür çürüme Bir an gelir ki aynı mekandasınızdır Ayrı duygusal zamanlarda Ey peri cihana sen gibi dilber Ne geldi ne gelir ne gelse gerek La'lin gibi Lokman tiryak-ı ekber Ne buldu ne bulur ne bulsa gerek. Cefaya başladı kadd-i mevzunum Ta arşa dek çıktı ah-ı derunum Böyle giderse bu çeşm-i pürhunum Ne güldü ne güler ne gülse gerek. Ey alem-i hüsnün sahip-kıranı Öldür kelp rakibi verme emanı Öldürmezsen kendi elinle anı Ne öldü ne ölür ne ölse gerek. Bunca dem akarken gözümden yaşlar Vaad etmiş iken silmeğe dilber Ahdine durmadı ol peri-peyker Ne sildi ne siler ne silse gerek. Gevheri güzeller gitti yabana Lale gibi çıktı ol mah meydana Bu cihana benim gibi merdane Ne geldi ne gelir ne gelse gerek Kaşların arasından Domdom kurşunu değdi Bir avcı vurdu beni Bin avcı beni yedi Ah dedim ağladım Yaremi bağladım Eğdi yar boynun eğdi Mevlam Kerim’sin dedi Hançer yarası değil Domdom kurşunu değdi Gel gel gümle gel Gel gel gümle gel Gel böğrüme domdom kurşunu Bugünüm harap oldu Dünden iyi midir ki Doktor hasta ben hasta Benden iyi midir ki Ah dedim ağladım Yaremi bağladım Eğdi yar boynun eğdi Mevlam Kerim’sin dedi Hançer yarası değil Domdom kurşunu değdi Gel gel gümle gel Gel gel gümle gel Gel böğrüme domdom kurşunu Mahzuni yar benim Halimi anlasaydı Bütün dertliler gibi İnleyip dinleseydi Ah dedim ağladım Yaremi bağladım Eğdi yar boynun eğdi Mevlam Kerim’sin dedi Hançer yarası değil Domdom kurşunu değdi Gel gel gümle gel Gel gel gümle gel Gel böğrüme domdom kurşunu Allah birdir Peygamber Hak Rabbül âlemindir mutlak Senlik benlik nedir bırak Söyleyim geldi sırası . Kürt’ü Türk’ü ne Çerkez’i Hep Ademin oğlu kızı Beraberce şehit gazi Yanlış var mı ve neresi . Kuran’a bak İncil’e bak Dört kitabın dördü de hak Hakir görüp ırk ayırmak Hakikatte yüz karası . Binbir ismin birinden tut Senlik benlik nedir sil at Tuttuğun yola doğru git Yoldan çıkıp olma asi . Yezit nedir, ne kızılbaş Değil miyiz hep bir kardaş Bizi yakar bizim ataş Söndürmektir tek çaresi . Kişi ne çeker dilinden Hem belinden, hem elinden Hayır ve şer emelinden Hakikat bunun burası . Şu âlemi yaratan bir Odur külli şeye kâdir Alevi Sünnilik nedir Menfaattir varvarası . Cümle canlı hep topraktan Var olmuştur emir Haktan Rahmet dile sen Allah’tan Tükenmez rahmet deryası . Veysel sapma sağa sola Sen Allah’tan birlik dile İkilikten gelir bela Dava insanlık davası… önüm arkam sağım solum beton hey toprak neredeysen çık Kuşatma altında karar vermem gerekiyor Ömrümü etkileyecek kararları. Kuytu bahçelerde değil Sarsak odalarda yaşıyorum aşkı.. En güzel dizeyi buluyorum derken Bozuyor düşümü bir klakson sesi Aklımda hayatım üstüne düşünceler Ve pantolonumdaki yağ lekesi.. Sırıtkan,sırnaşık bir reklam spotu Ekleniyor sonuna duygulu bir filmin Sevgi yitiriyor anlamını Kaypaklaşıyor kin.. Bir çocuk ölüsüyle yan yana Yaşıyor içimde gülen çocuk. Katıksız sevinç duymayı Ve üzülmeyi artık unuttuk.. Gök diye bir şey vardı bir zaman Sonsuz,engin,mavi Şimdi sünepe bulutların Hasta köpekler gibi gezindiği. Ve dalgakıranlarla zincirlenmiş deniz Gitgide çürüyen bir su olmada artık Akıtmada zehrini doğaya İçimizdeki bataklık.... Kuşatma altında vermem gerekiyor Ömrümü etkileyecek kararları. Fakat hiçbir şey kurutamayacak Çorak topraklarda yeşerttiğim aşkı.... (1978) Ten bitirdi hazlarını, tükendi kitap; Kaçsam, kaçsam uzaklara... Üstümde mehtap; Sanıyorum en güzeli mestoluşların Gökle engin arasında uçan kuşların. Kim tutacak denizlere bağlı bu gönlü? Ne gözlere gülümseyen bahçenin gülü, Ne sütbeyaz kâğıtlara aksi lambanın Ne dizinde yavrusunu emziren kadın. Gideceğim, güzel gemi haydi demir al, O ellere yelken aç ki sanılır masal... Bir üzüntü, küskün ama umutlarına İnanıyor mendillerin elvedasına. Belki deli rüzgârlara uyan direkler Karayelde bir kazaya baş eğecekler Ve görünmez olacaklar... Denizler derin Gönül, dinle türküsünü gemicilerin.... Çeviri: Kemalettin Kamu Seni aramam için beni uzağa attın! Alemi benim, beni kendin için yarattın! gelişimiz götü mumlu mektupla olmadı bu dünyaya gidişimiz bando davul olmayacak elbet geldik açmasa olmayacak çiçekler gibi direndik zincirini çürüten mahkumlar gibi bekledik bir yerlerden çıkıp gelecek diye gelecek de gözyaşımız dinecek diye kirimiz pasımız yunacak diye karnımız adam gibi doyacak diye haksızın damına koyacak diye. gelmedin ulan gelmedin ulan gelmedin gardiyan ettin bizi bu gecelere. yavrum hasan Hüseyin övünmeyi şişinmeyi bir yana bırak neyini tattın oğlum neresine dokundun su ellerinle tamam oldu mu ağzın burnun tamam oldu mu tamam mi kulakların doydu mu bir yerlerin yavrum hasan Hüseyin öptün mu güzel oğlum, güzel güzel kızları ağızlarından okşadın mi has bahçede harika memelerini içtin mi içkilerin heyheylisini yıldızları topladığın oldu mu geceleri gemilere bindin mi oğlum hasan Hüseyin uçaklara bindin mi füzelere bindin mi Nusaybin’i geçtin mi oğlum hasan Hüseyin övünmeyi şişinmeyi bir yana bırak kaç kundura kaç gömlek kaç ekmek kaç sigara bir çubuk sazan balığı olu çaylardan ve bir deli dilenci öğle ezanlarında. ne senet verdi kimse bize ne de bastık sözleşmeye kalıbımızı ey feşmekan oğlu falan festekiz kalacaksın su kadar yıl yapacaksın sunu bunu yiyeceksin şunu şunu göreceksin onu bunu sonra da ey benim canim efendim yaprak düşer gibi daldan ey feşmekan oğlu falan festekiz. geldik hemen gidecek gibi kaldık bir şey diyecek gibi dedik mi demedik mi zincirde yatanlardan yatacaklardan belli. öyle bir kargaşada açtık ki gözlerimizi soygun çalar vurgun oynar otuzun tadı nedir tadı nedir kırka merdiven dayamanın meyvelerden neye benzer elliden öte kaç beş köşelidir yetmiş beşlerde dünya seksende ne görünür kadın bacakları insanin gözüne seksenden öte giden yolda ne yandan doğar güneş öpüşmek tuzlu mudur eksi midir kekre midir yoksa belalı bir uçurum mu donup geriye bakmak ne soracak vakit bulduk ne de bir söyleyen çıktı yaşadık yetmiş yaşın bütün sığlıklarını daha on beşimizde. yaşadık otuz beşte on beşin o buğulu o bulanık o deli coş düşlerini uzandıkça uzaklaştı bizden o yüklü dallar kıyılar kaçtı ellerimizden biz çırpındıkça bir yer ki medet umar insan ölümden çek ipini öylesi yaşamanın yüz yıl da yaşasan değmez bir boka bin yıl yaşasan arkası boş. belki de en güzeli en yiğitçesi denize dalar gibi dalmak kavgaya anılarda yasamak. alın ulan kavat oğlu kavatlar alın ulan deyyus oğlu deyyuslar alın da düşün yola 41 Bu serviden uzundur dileği gülün, Elde olsun kadeh ve eteği gülün, Ölüm kurdu kapıda, yırtılmadan gel; Yaşam gömleğimiz ve gömleği gülün! Durgun havuzları işlesin bırak Yaprakların güneş ve ölüm rengi, Sen kalbini dinle,ufkuna bak.. Düşünme mevsimi inleten rengi Elemdir mest etsin ruhunu Eser rüzgarların durgun ahengi.. Yan yana sessizce mevsimle keder Hicrana aldanmış kalbimde gezin Esen rüzgarlara sen kendini ver. Toplarız yansılarımızı sulardan Akşamlar kilitlerken suları karanlığa. Akşamlar karanlığa kilitleyince suları Susup kaldıysak bile inanmadık yalnızlığa. Umutsuzluk bile iyidir Ardından sen gelirsin, umut gelir. Ellerin sessizce uzanır bana Ovada tomurcuklar patlarken birere birer. Her dokunuşun beni değiştirir Akşam pembeliğini yayar sulara. Ben seni hep umuda benzetirim Ben seni benzetemem yalnızlığa... Deli gönül gezer gezer gelirsin Arı gibi her çicekten alırsın Nerde güzel görsen orda kalırsın Ben senin derdini çekemem gönül. Santur mu istersin saz mı istersin Ördek mi istersin kaz mı istersin Tomurcuk memeli kız mı istersin Ben senin derdini çekemem gönül. Çıkıp yücelere bakmak istersin Coşkun sular gibi akmak istersin Her güzelle yatıp kalkmak istersin Ben senin derdini çekemem gönül. Karac'oğlan der ki okuyam yazam Keleş değilim ki kervanlar bozam Giyinem kuşanam bir hosça gezem Ben senin derdini çekemem gönül Seninle mutluydum Berlin'de Sen olduğun için Berlin güzeldi Berlin, sen vardın diye sıcaktı Şimdi sensiz ne yaparım. İşinden atılmış işçiler gibiyim Mektubun, sanki çıkmış belgem fabrikadan Binlerce makina uğulduyor kulaklarımda Yazdıklarının farkı yok almancadan. Okudukça anlamıyorum hiç bir şeyi Anlamıyorum neden değiştiğini mevsimlerin Anlamıyorum seni, sensizliği Anlamıyorum.... Caffee Kranzler'de yine yaşlılar oturuyor Pientka'da ise gençler Seni Pientka'da arıyorum Kendimi Kranzler'de Ve öylece geçiyor günler, geceler. Krauzberg'te her adımda bir Türk Bir türkü tutturmuş geçiyor Hasretlik üstüne, yokluk üstüne Dindirmiyor acısını gazeteler, demeçler Atıyor çöp tenekesine. Ben de mektubunu yırtıp atıyorum Yakıyorum üstelik Ama yetmiyor anılara gücüm Bir Wansee, bir Grünewald, bir Tegel Yürüyorum Oysa arkada gözüm Bize de Banaz'da Pir Sultan derler Bizi de kem kişi bellemesinler Paşa hademine tembih eylesin Kolum çekip elim bağlamasınlar. Hüseyin Gazi Sultan binsin atına Dayanılmaz çarh-ı felek zatına Bizden selâm söylen ev külfetine Çıkıp ele karşı ağlamasınlar. Ala gözlüm zülfün kelep eylesin Döksün mah yüzüne nikap eylesin Ali Baba Hak'tan dilek dilesin Bizi dâr dibinde eğlemesinler. Ali Baba eğer söze uyarsa Emir Hüdâ'nındır, beyler kıyarsa Ala gözlü yavrularım duyarsa Alı çözüp kara bağlamasınlar. Surum işlemedi, kaddim büküldü Beyaz vücudumun bendi söküldü Önüm sıra kırklar, pirler çekildi Daha beyler bizi dillemesinler. Pir Sultan Abdal'ım coşkun akarım Akar akar dost yoluna bakarım Pirim aldım seyrangâha çıkarım Daha Yıldız Dağı'n yaylamasınlar Maviyi anlarsın. Denizi anlarsın. Mavi denizi Zor anlarsın.... Bizi bilirsin; avuçla su içmeyi marifet biliriz, yenilmeyi bir de kendi sahamızda.... bizi bilirsin; saçımızı ıslatmayı fiyaka biliriz, limonla! tesbih yaparız, düş kırıklarından... bizi bilirsin; ağzının içinde oturmak isteriz ve rutubetin en yakıştığı yer biliriz ağzını.... bizi bilirsin; yaşamak biliriz, vademiz dolduğunda avuçlarında gömülmeyi... Ben bu derde düşeli Bu sakalı kırkarım Hak ile bilişeli Bu sakalı kırkarım. Ben keserim o biter Çemende bülbül öter Usta berber der 'yeter' Bu sakalı kırkarım. Ben çalarım tanbura Giyinirim tennure Hak çerağın uyara! Bu sakalı kırkarım. Ben gezerim yazıda Kuvvetim var pazuda Ne işim var kazıda! Bu sakalı kırkarım. Kaba sakal istemem Hep kesilse gam yemem Hiç kısa - uzun demem, Bu sakalı kırkarım. Var mı bunda bir hatam Gayrı gönülden atam Çok mu gelir bir tutam? Bu sakalı kırkarım. Aşka olup mülazım Bilindi cümle razım... Gayrı, sakal ne lazım! Bu sakalı kırkarım. Bıyığımla başımı, Kirpiğimi kaşımı... Hak onara işimi... Bu sakalı kırkarım. Kaygusuz Abdal menem Fartu furtu bilmenem Tek tüyünü koymanam Bu sakalı kırkarım Ben Böyle Taşların Çukurların İçinde Kalmışsam Yalnızsam Hor Görülmüşsem Arkasızsam Ve Böyleyse Bahtı Siyahım Yemin Kasem Olsun Ve And Olsun Şart Olsun Yerde Kalmaz Ahım. Kim ki candan geçmez ise deyin bize yâr olmasın, Âr u ırz ile gelüp âşıklara bâr olmasın.. Gam yükün âşık olan dâim çeke gelmiş durur, Duymayın dost derdine aşka giriftâr olmasın.. Derd uyutmaz rahat etmez gece gündüz âşıkı, Şol ki bülbüldür güle karşı nice zâr olmasın.. Zevk-i tâatle kimesne hâl-i aşkı anlamaz, Tâlib-i sâdık isen belinde zünnâr olmasın.. Remz-i Hakk’a mahrem olmak değmenin kârı değil, Kim dilerse aşk ile yâr olsun, ağyâr olmasın.. Zerrece aşk adu kimde olsa yakar varlığın, Aşk odu ister ki Hakk’dan gayri hiç var olmasın.. Cümle efkârın hurûfun cem edüp tevhid ile Nokta-i vahdette haşr ol gayri efkâr olmasın.. Ey Niyâzî hâl-i aşkı herkese fâş eyleme, Sırr-ı Hakk’dır ana bigâne haberdâr olmasın. Neye baksam aynı şey,neyi görsem aynı şey, Olan sensin hey gidi hakikat sultanı hey. Yemeden olmuyor Yapılara, yakıtlara, taşıtlara Ödemeden Yememize ne kaldı? . Sıcak durulmuyor Otur oturduğun yerde Geçsin bu gün de gidersiz Geçmemize ne kaldı? . Vurulsa yüzdeye Kaçta kaç yaşamak Bir şeyler görmeye Görmemize ne kaldı? Gözlerinde bir giz yanıyor, el değmemiş kızıl yonca, can yoldaşım benim . Nefret ya da aşk – bilir miyim bunu? - kara sadağının bitmez tükenmez ışığında . Bedenim gölgeye serilene ve sandallarım kuma gömülene kadar sen benim yanımda olacaksın. . - Susuzluk mu yoksa yolumun üstündeki su musun sen? Söyle bana, el değmemiş kızıl yonca, can yoldaşım benim. Muhabbet bağında bir gül açıldı Bir derdim var bin dermana değişmem Yüküm lal-i gevher mercan saçarım Bir derdim var bin dermana değişmem. Cemi kuşlar dile gelir yazım der Gövel turnam Şam'dan gelir güzüm der Benim yarelerim tuzum tuzum der Bir derdim var bin dermana değişmem. Garip bülbül gönlüm eğler ses ile Nicelerin ömrü gitmiş yas ile Aratıp bulduğum pir heves ile Bir derdim var bin dermana değişmem. Mende eyder niyazım var özüne Güzel pir ayıbım vurma yüzüme Yarelerim hoş görünür gözüme Bir derdim var bin dermana değişmem. Şah Hatayi'm muhabbete bakarım Men doluyum men dolana akarım Güzel pirim bir dert vermiş çekerim Bir derdim var bin dermana değişmem Ve şehrin yaşlılarından biri, 'Bize iyilik ve kötülükten bahset.' dedi.. Ve o cevap verdi: . 'Yalnızca içinizdeki iyilikten bahsedebilirim, kötülükten değil. Çünkü kötülük, kendi açlık ve susuzluğu içinde azap çeken iyilikten başka ne olabilir ki? . Gerçekten de iyilik, acıktığında en karanlık mağaralarda bile yiyecek arar ve susadığında kirli, durgun sulardan bile içer. . Siz, kendinizle bir olduğunuzda iyisiniz; bununla birlikte, kendinizle bir olmadığınızda, kötü değilsiniz. . Çünkü parçalanmış bir aile eşkiyaların ini değildir; sadece parçalanmış bir ailedir. . Ve dümensiz bir gemi, tehlikeli adalar arasında amaçsızca dolaşır durur, ama dibe batmaz. . Siz, kendinizden bir şeyler vermeye çabaladığınızda iyisiniz; Kendiniz için bir kazanç sağlamaya çalıştığınızda ise, kötü değilsiniz. . Çünkü, bir şey kazanmak için uğraştığınızda, toprağa tutunan ve onun göğsünde beslenen bir kök gibisiniz. . Doğaldır ki, meyve köke 'Benim gibi, olgun, dolgun ve bol bol veren ol..' demez. Çünkü, almak nasıl kök için bir ihtiyaçsa, meyve için de vermek bir gereksinimdir. . Konuşurken tamamen uyanıksanız, iyisiniz. Ama, diliniz anlamsızca kekelerken uyukluyorsanız, kötü değilsiniz; Ve sürçen bir konuşma bile, zayıf bir dili güçlendirebilir. . Amacınıza doğru sağlam ve cesur adımlarla ilerlediğinizde iyisiniz; Fakat oraya topallıyarak gittiğinizde de, kötü değilsiniz. Çünkü topallayanlarınız bile geri gitmez. . Fakat güçlü ve hızlı olanlarınız, incelik gösterin ve topal birinin yanında asla topalllamayın. . Siz, sayısız konuda iyisiniz ve iyi olmadığınızda ise, kötü değilsiniz. Sadece oyalanıyor ve tembellik ediyorsunuz. . Ne yazık ki, geyikler kaplumbağalara çevikliği öğretemiyor. . İyiliğinizin, üstün beninize duyduğunuz özlemde saklı ve bu özlem herbirinizde mevcut. . Ancak bazılarınızda bu özlem, yamaçların gizemini ve ormanın ezgilerini taşıyarak, büyük bir güçle denize doğru akan bir sel gibidir. . Ve diğerlerinde ise, dönemeçlerle ve kavislerle yolunu kaybeden, kıyıya ulaşmadan önce oyalanıp duran durgun bir ırmağa benzer. . Yine de özlemi fazla olanın, az olana 'Neden bu kadar yavaşsın, neden duraklıyorsun? ' demesine izin vermeyin. . Çünkü gerçekten iyi olan, ne çıplak birine, `Neden elbisen yok? ' diye sorar, ne de evsiz olana 'Evine ne oldu? ' der.' . Ermiş - 1923 Oğul,. İnsan vardır, şafak vaktinde doğar,gün batarken ölürler! Unutma ki dünya sandığın kadar büyük değildir! İki parlak güneşe aldanıp sonra da karda, ayazda kavrulup gitme! . Güçlüsün, akıllısın, söz sahibisin! . Ama; Bunları nerede, nasıl kullanacağını bilmezsen, Sabah rüzgarında savrulur gidersin. Öfken ve benliğin bir olup aklını yener! Daima sabırlı ol, sebatlı ve iradene sahip olasın. Çıktığın yolu, taşıyacağın yükü iyi bil! Her işin gereğini vaktinde yap! . Açık sözlü ol! Her sözü üstüne alynma! Gördüğünü söyleme bildiğini bilme! Sözünü unutma! Sözü söz olsun diye söyleme! Ananı, atanı say, bereket büyüklerle beraberdir! Sevdiğin yere sık gidip gelme, kalkar muhabbetin, itibar olmaz. Üç kişiye acı:. Cahiller arasyndaki alime, Zenginken fakir düşene, Hatırlı iken itbarını kaybedene! . Unutnma ki: Yüksekte yer tutanlar, aşağıdakiler kadar emniyette değildir! . Ulularla, düşmanlarını hor görme! Düşmanını çoğaltma, düşmanlığın başını da sonunu da sen belirle! Haklı olduğunda kavgadan korkma! . Bilesin ki: atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli derler! Kendimi görebiliyorum şimdiden bütün o intihar günlerinden gecelerinden sonra canı sıkkın, tapon bir hemşirenin elinde (o da ancak şansım yaver gider, ancak ünlenebilirsem) o kupkuru huzur evlerinin birinden taşınırken... tekerlekli iskemlemde dik dik oturur... gözlerim kafatasımın karanlığına kaymış, neredeyse kör, azrailin göstereceği merhameti beklerken... . 'Ne güzel gün değil mi Bay Bukowski? ' 'Yaa, evet öyle...' . çocuklar geçer gider, ben yokum bile tatlı kadınlar geçer gider kocaman kızgın belleriyle sımsıcak kalçalarıyla taş gibi kızgın heryerleriyle sevilmek için yalvara yakara geçer gider kadınlar, ben— yokumdur bense. . 'Bu üç gündür çıkan ilk güneş Bay Bukowski' 'Yaa, evet, öyle' . İşte oturuyorumdur tekerlekli iskemlemde bu kâğıttan daha beyaz, kanı çekilmiş, beyni gitmiş, kumarı kesik, ben, Bukowski bitmiş, gitmiş... . 'Ne güzel gün değil mi Bay Bukowski? ' . 'Yaa, evet, öyle...' derim, pijamalarıma işerken salyalar akar ağzımdan. . İki öğrenci koşarak geçer gider. 'Hey, gördün mü şu moruğu? ' 'Yaa evet, midemi kaldırdı valla! ' . bütün o intihar tehditlerinden sonra başka biri intihar etti sonunda yerime... . hemşire tekerlekli iskemleyi durdurup bir gül koparır verir elime. . anlamam ne olduğunu bile. Bilmemnem olsa farketmez neye yarayıp neye yaramadığına bakınca. Dostlar bilin ki burda Bir fakir Cahit Külebi Garaja çekilmiş hurda Paslanmış kamyonlar gibi Bekler durur Ankarada.. Ne kadın, ne aşk, ne kumar Ne çalışmak, akşamadek; Yüz vermez oldu sokaklar Bir bardak su, biraz ekmek, Yaşa yaşadığın kadar!. Gel be dünyalık hevesim Sokul bir parça yanima! Toplasalar çıkmaz sesim Bütün kızları başıma, Gelmez elimi süresim.. Hasreti yeşerten, ufak Ufak esen mavi rüzgâr Nerde rüyalı ve uzak Bıldır gezdığım tarlalar! Dul bir kadın kadar sicak! Kelam eyle varsın gerçek olmasın Sen seviyorum de yalan da olsa Söyleyecek başka sözün kalmasın Sen seviyorum de yalan da olsa. Güller mi dalında solmadı sanki Ecel mi kapıyı çalmadı sanki Hangi gerçek yalan olmadı sanki Sen seviyorum de yalan da olsa. Seden gelir geri sana giderim Senle başlar senle biter kederim Bir söze bir ömür feda ederim Sen seviyorum de yalan da olsa. Hiç merak etme sen sevinirim ben Sen söyle yeter ki avunurum ben Yalanını bile savunurum ben Sen seviyorum de yalan da olsa Gamlı gönlüm bekliyorki yaz gele Yaylamıza gelin gele kız gele Deli gönlüm nasıl yardan vazgeçe Hunu dağı dumandır Emirelez çimendir Duydum dost bana küsmüş Daha gönlüm gümandır. Dön dön seher yıldızı Ne dön dön çoban yıldızı ayırma bizi. Afşin senin güzellerin nic olmuş Binboğada yar sevmesi güç olmuş Bizim elin harmanları cec olmuş Hunu dağı dumandır Emirelez çimendir Duydum dost bana küsmüş Daha gönlüm gümandır. Dön dön seher yıldızı Ne dön dön çoban yıldızı ayırma bizi. Der Mahzuni sevda düştü serime Ben gidince Selam gelir yerime Dağlar dayanmıyor ahuzarıma . Hunu dağı dumandır Emirelez çimendir Duydum dost bana küsmüş Daha gönlüm gümandır. Dön dön seher yıldızı Ne dön dön çoban yıldızı ayırma bizi a Dehşetli üşüyor ansızın gözbebeklerinden alaturka kurtulmuş yoksa saçları bütün saçları dünyaya akıyor aksarayda ve üç kulaç derinde beklemek daha başka sırtüstü yatıyor bütün azaları kirlenmiş günahlarından işlenmiş apayrı tüyleriyle kızlığından tavşan dokunulmazlığı bir sahne mutlaka ve galiba karnının bir bölümünden sonsuz ürperiyor. topyekûn bahriyeden ve murtazadan çırılçıplak saçlarıyla gizleniyor delikanlı kucaklardan hoşlandığı kadar derin yataklarda anlaşılmış haydarpaşadan binip kurtalanda trenden iner gibi bir kız. beklemek daha başka şey sen benim kızlığını bildiğim kiliselerden kaçmış yağmur gibi gözyaşlarınla minareler gibi tutuldun sır vermez dip odalarına atıldın kahramanlığın başkalarına kalırsa her an dokunulmaktasın bunca tanışıklığımız varken sana dair bana söz düşmüyor eğer düşerse benimle kutsaldır buna rağmen başından bir maceradır geçmiş bin türlü makam geçmiştir derim. b yaratılmanın bir yoksulluğu da gereklilik bir de öğünmüş gibi değil oysa kuşların ikimizi gece yirmi dört cephelerinde gözlemesi ustalıkla yüzde yüz bir tanımazlık sorunu. her yanın dudaktır üstün bezelye taneleri senin kır çiçekleri ayarında laleliğin mayland'da hiç ama aşk değil bir tutam göz ağrısı aşk değil kana bulanmış bir yürek bir etek serüveni. sonuç zavallı ilkbahar giyotinleri güneşin ilgisiz damarlarıyla yapayalnız bir keder sendeki santa luçiya gözleri benimkisi harzemşah. c saygılı dudaklarınla yarıştım ince bir ilgi yaşadım kıvranışlarında gözlerinde 'harikulâde' yaş bulutları Yürek safındaydım sen bin mil uzaktan koska. göz değil aşk aşk değil bin çeşit göz. bunca çıldırdım hem ilgisiz koridor görüp ölüyordum çizmeli tülbentli kız saçlarında yirmi yedi yıl lodos laleliden otobüse biniyor kimbilir nerede oturuyor her çizgisi ezmeyle bilenmiş üç 'aziz' bakışını yakaladım bin yıldır cephane taramış. hep blek börd bir gözdeyiz sıra kimin benimse - rölans Canım erenlere kurban,serim meydanda meydanda Bütün ikrar canım feda, canım meydanda meydanda. Yanarım yoktur dumanım,gönlümde yoktur gümanım Al malım bağışla canım,varım meydanda meydanda. Kellemi koltuğuma aldım,kan ettim kapına geldim Ettiğime pişman oldum serim meydanda meydanda. Yoktur çınarımi timarım,yoktur kalbimde gümanım Al malım varlığa canım,dilim meydanda meydanda. Ol kelp rakipten kaçın,Mü'mine hülleler biçin Ben bülbülüm bir gül için,zarım meydanda meydanda. Mü'min olan olur Veli,Veli olan olur gani Nesimi'yem yüzün beni,Derim meydanda meydanda Durma artık burada uysal âşık! Aydınlık milinin yatağında. Bilemiyoruz belki de meşe o ağacın adı, Anlamıyoruz varolduğumuzu gölgesinde ağırbaşlılığın. Veda geliyor şimdi, öğretmek için Sergilenmeyi, uçuşan geriye dönen vakitte.. Kime, kime gönderiyor incelen yapraklarını güzün, kavisin beyaz yanağıyla? . Bu aklıkta, minarem mavi benim. Işığım denize kayıyor, bir sayıklama İzleğiyle, bir zamanlar pay verdiğimiz insanlığa! Girdim Aşkın denizine bahrılayın yüzer oldum Geştediben denizler Hızır'layın gezer oldum. Cemalini gördüm düşte çok aradım yazda kışta Bulamadım dağda taşta denizleri süzer oldum. Sordum deniz malikine ırak değil salığına Girdim gönül sınığına gönülleri düzer oldum. Viran gönlüm eyledim şar bunculayın şar nerde var Haznesinden aldım gevher dükkan yüzün bozar oldum. Ben ol dükkan-dar kuluyum gevherler ile doluyum Dost bağının bülbülüyüm budaktab-n gül üzer oldum. Ol budakta biter iman iman bitse gider güman Dün gün isim budur heman nefsime bir tatar oldum. Canım bu tene gireli nazarım yoktur altına Düştüm ayaklar altına topraklayın tozar oldum. Tenim toprak tozar yolca nefsim iltir beni önce Gördüm nefsin burcu yüce kazma aldım kazar oldum. Kaza kaza indim yere gördüm nefsin yüzü kara Hümeti yok resul'lere bentlerini bozar oldum. Bu nefs ile dünya fani bu dünyaya gelen hanı Aldattın ey dünya beni işlerinden bezer oldum. Yunus sordu girdi yola kamu gurbetleri bile Kendi ciğerim kanıyla vasf-ı halim yazar oldum Seni ikimiz de seviyoruz anlaşılan, Birbirimize inat, kıyasıya Hiçbir rakip birbirine bu kadar yakın olmadı Seni seviyor olmam ama onu sevmiyor olamamam bu işin kötü yanı Seni ikimiz de seviyoruz, Ben ikinizi de seviyorum. Onun beni sevip sevmediği bilmiyorum.. O beyaz atlı prens, Bense bu masalı anlatan. Ya sen? Beyaz atlı prensin öptüğü uyuyan güzel mi, Yoksa bu masalı anlatan kişinin dizlerinde uyuyan güzel mi? . Beyaz atlı prensin öptüğü uyuyan güzelsen uyan Çünkü masal böyle devam ediyor. Eğer masalı anlatan kişinin dizlerinde uyuyan güzelsen İster uyan, ister uyanma, Çünkü o seni her halinle seviyor. Çünkü dilber bana meylin yoğ idi Ezelinden ikrar vermiye idin Muhabbettir güzelliğin nişanı Uğrun uğrun bakıp gülmiye idin. Hani benim ile yiyip içtiğin Yiyip içip ak göğsünü açtığın Simden sonra fayda etmez kaçtığın Soyunup koynuma girmiye idin. Siyah zülfün mâh yüze etmiş perde Sen uğrattın beni bin türlü derde Ben kendi hâlimde gezdiğim yerde Arayıp bergüzâr vermiye idin. Kul Mustafa'm eydür canadır kastım Çok ağlattı beni gözleri mestim İncitme sevdiğim severim dostum İncitirsem güzel olmıya idin Ne azap, ne sitem bu yalnızlıktan, Kime ne, asılmaz duvar bendedir, Süslenmiş gemiler geçse açıktan, Sanırım gittiği diyar bendedir.. Yaram var, havanlar dövemez merhem; Yüküm var, bulamaz pazarlar dirhem. Ne çıkar, bir yola düşmemiş gölgem; Yollar ki, Allah'a çıkar, bendedir. Ayrılığın nağmesi bu duyduğumuz, Bakışların gönlümü caydırmadan git. Ne bir hatıran kalsın ne de bir umut, Duruşların gönlümü yandırmadan git.. Bütün resimlerini sök at duvardan, Sana ait ne varsa çıkart odamdan. Kitabın arasında şöyle canından, Bir gül bırakmıştın ya soldurmadan git.. Hani bir şarkı vardı mazide kalan, Öyle içten acıklı, öylesi nalan. Göğsüme yaslanıp da sevince boğan, Yeşermiş tüm aşkları kurutmadan git.. Nasıl güzeldi herşey hatırlasana, Nasıl gülüşürdük biz dert ortasında. Ekmek paramız yokmuş ne gam, ne tasa, Güzel hatıraları zehretmeden git.. Hani mevsimlerden, hep biri bahardı, Hani gökten her cemre bize yağardı, Hani kış ortasında mevsim bahardı, Şu inanmış gönlümü, kandırmadan git. Allah aşkına bırak, öldürmeden git... Haydi burda öl dediler bana Ölmek istemiyorum demedim Demedim ama Şimdi bilmek istiyorum Toprak gene bizim zamanımızdaki gibi mi sürülecek? Tezgah başında çalışırken Gene denizde,güneşte mi kalacak adamın aklı? Biz nasıl olsa öldük. Artık ne çiçek koklamak. Ne de ötekine berikine içerleyip Rakıya sarılmak var bizim için? Hiç hiçbir şey kalmadı.. Bari bizden sonra ne olacağını bilsek.... MC Anday Antoloji.com 'un Notu:. Aşağıdaki yazı Ahmet Altan tarafından 1995 yılında Yeni Yüzyıl gazetesindeki köşesinde yayınlanmıştır. Bu nedenle yazının Halil Cibran'a mı yoksa Ahmet Altan'a mı ait olduğu konusunda şüphe vardır. Bu yönde gerçek bilgiye sahip ziyaretçilerimizin, şiirin altına kaynak belirterek yazmalarını rica ederiz.. *****. Sen ki peygamberlerini bile dinlemedin beni hiç dinlemezsin. Dönüp de bakmazsın ölülerine. Lut kavminden de değilsin sen, hazdan olmayacak mahvin. Acıyla karıldı harcın ama acıya da yabancısın. Ağıtları sen yakarsın ama kendi kulakların duymaz kendi ağıdını, Bir koyun sürüsünden çalar gibi çalarlar insanlarını ve sen bir koyun sürüsü gibi bakarsın çalınanlarına. Tanrı'ya yakarır ama firavunlara taparsın. Musa Kızıldenizi açsa önünde, sen o denizden geçmezsin.. Ey kavmim... Sen ki peygamberlerini bile dinlemedin beni hiç dinlemezsin. Korkarsın kendinden olmayan herkesten. Ve sen kendinden bile korkarsın. Hazreti İbrahim olsan, sana gönderilen kurbanı sen pazarda satarsın. Hazreti İsa'yı gözünün önünde çarmıha gerseler, sen başka şeylere ağlarsın. Gündüzleri Maria Magdalena'yı 'fahişe' diye taşlar, geceleri koynuna girmeye çabalarsın. Zebur'u, Tevrat'ı, İncil'i, Kuran'ı bilirsin. Hazreti Davud için üzülür ama Golyat'ı tutarsın.. Ey kavmim... Sen ki peygamberlerinin dediklerini bile dinlemedin beni hiç dinlemezsin.. Dönüp de bakmazsın ölülerine. Lut kavminden de değilsin hazdan olmayacak mahvin. Ama sen kendi acına da yabancısın. Kadınların siyah giyer, kederle solar tenleri ama onları görmezsin. Her kuytulukta bir çocuğun vurulur, aldırmazsın. Merhamet dilenir, şefkat dilenir, para dilenirsin. Ve nefret edersin dilencilerden. Utancı bilir ama utanmazsın. Tanrıya inanır ama firavunlara taparsın. Bütün seslerin arasında yalnızca kırbaç sesini dinlersin sen.. Ey kavmim... Sen ki peygamberlerini bile dinlemedin beni hiç dinlemezsin. Sana yapılmadıkça işkenceye karşı çıkmazsın. Senin bedenine dokunmadıkça hiçbir acıyı duymazsın. Örümcek olsan Hazreti Muhammed'in saklandığı mağaraya bir ağ örmezsin. Her koyun gibi kendi bacağından asılır, her koyun gibi tek başına melersin. Hazreti Hüseyin'in kellesini vurmaz ama vuranı alkışlarsın. Muaviye'ye kızar ama ayaklanmazsın. Hazreti Ömer'i bıçaklayan ele sen bıçak olursun.. Ey kavmim... Sen ki peygamberlerini bile dinlemedin beni hiç dinlemezsin. Ölülerine dönüp de bakmazsın. Lut kavminden de değilsin hazdan olmayacak mahvin. Ama arkana baktığın için taş kesileceksin. Ve sen kendine bile ağlamayacaksın. Komşun aç yatarken sen tok olmaktan haya etmezsin. Musa önünde Kızıldeniz'i açsa o denizden geçemezsin. Tanrıya inanır ama firavunlara taparsın.. Ey kavmim... Sen ki peygamberlerini bile dinlemedin beni hiç dinlemezsin. Hak şerleri hayr eyler Zan etme ki ğayr eyler Ârif ânı seyr eyler Mevlâ görelim neyler Neylerse güzel eyler…. Sen Hakka tevekkül kıl Tefvîz it ve râhat bul Sabr eyle ve râzı ol Mevlâ görelim neyler Neylerse güzel eyler…. Kalbin Âna berk eyle Tedbîrini terk eyle Takdîrini derk eyle Mevlâ görelim neyler Neylerse güzel eyler…. Hallâk-ı Rahîm Oldur Rezzâk-ı Kerîm Oldur Fa’âl-i Hakîm Oldur Mevlâ görelim neyler Neylerse güzel eyler…. Bil kâdî-i hâcâtı Kıl Âna münâcâtı Terk eyle murâdâtı Mevlâ görelim neyler Neylerse güzel eyler…. Bir işi murâd etme Olduysa inâd etme Haktandır o red etme Mevlâ görelim neyler Neylerse güzel eyler…. Hakkîn olıcak işler Boşdur gam u teşvişler Ol hikmetini işler Mevlâ görelim neyler Neylerse güzel eyler…. Hep işleri fâikdır Birbirine lâyıkdır Neylerse muvâfıkdır Mevlâ görelim neyler Neylerse güzel eyler…. Dilden gamı dûr eyle Rabbinle huzûr eyle Tefvîz-i ümûr eyle Mevlâ görelim neyler Neylerse güzel eyler…. Sen adli zulüm sanma Teslim ol oda yanma Sabr et sakın usanma Mevlâ görelim neyler Neylerse güzel eyler…. Deme şu niçin şöyle Yerincedir ol öyle Bak sonuna sabr eyle Mevlâ görelim neyler Neylerse güzel eyler…. Hiç kimseye hor bakma İncitme gönül yıkma Sen nefsine yan çıkma Mevlâ görelim neyler Neylerse güzel eyler…. Mü’min işi reng olmaz Âkıl huyu ceng olmaz Ârif dili teng olmaz Mevlâ görelim neyler Neylerse güzel eyler…. Hoş sabr-ı cemîlimdir Takdîr-i kefîlimdir Allah kim vekîlimdir Mevlâ görelim neyler Neylerse güzel eyler…. Her dilde Ânın adı Her canda Ânın yâdı Her kuladır imdâdı Mevlâ görelim neyler Neylerse güzel eyler…. Nâçâr kalıcak yerde Nâgâh açar ol perde Dermân eder ol derde Mevlâ görelim neyler Neylerse güzel eyler…. Her kuluna her ânda Geh kahr u geh ihsânda Her ânda O bir şânda Mevlâ görelim neyler Neylerse güzel eyler…. Geh mu’tî u geh mânî’ Geh dârr u gehî nâfî’ Geh hâfid u geh râfî’ Mevlâ görelim neyler Neylerse güzel eyler…. Geh bay ider geh miskin Geh hurrem ü geh ğamgîn Geh şûh u gehî sengîn Mevlâ görelim neyler Neylerse güzel eyler.... Geh ‘abdin ider ârif Geh eymen u geh hâif Her kalbi odır sârif Mevlâ görelim neyler Neylerse güzel eyler…. Geh kalbini boş eyler Geh hulkını hoş eyler Geh ‘ışkına dûş eyler Mevlâ görelim neyler Neylerse güzel eyler…. Az ye az uyu az iç Ten mezbelesinden geç Dil gülşenine gel göç Mevlâ görelim neyler Neylerse güzel eyler…. Bu nâs ile yorulma Nefsinle dahî kalma Kalbinden ırağ olma Mevlâ görelim neyler Neylerse güzel eyler…. Geçmişle geri kalma Müstakbele hem dalma Hâl ile dahî olma Mevlâ görelim neyler Neylerse güzel eyler…. Her dem Ânı zikr eyle Zeyrekliği koy şöyle Hayrân-ı Hak ol söyle Mevlâ görelim neyler Neylerse güzel eyler…. Gel hayrete dal bir yol Kendin unut Ânı bul Koy gafleti hâzır ol Mevlâ görelim neyler Neylerse güzel eyler…. Her sözde nasîhat var Her nesnede zînet var Her işte ganîmet var Mevlâ görelim neyler Neylerse güzel eyler…. Hep remz ü işârettir Hep ğamz ü beşâretdir Hep ayn-ı inâyetdir Mevlâ görelim neyler Neylerse güzel eyler…. Her söyleyeni dinle Ol söyleteni anla Hoş eyle kabul canla Mevlâ görelim neyler Neylerse güzel eyler…. Bil elsine-i halkı Aklâm-ı Hak ey Hakkî Öğren edeb ü hulkı Mevlâ görelim neyler Neylerse güzel eyler…. Vallâhi güzel etmiş, Billâhi güzel etmiş, Tallâhi güzel etmiş, Allah görelim netmiş, Netmişse güzel etmiş… Dost dost diye nicesine sarıldım Benim sâdık yârim kara topraktır Beyhude dolandım boşa yoruldum Benim sâdık yârim kara topraktır.. Nice güzellere bağlandım kaldım Ne bir vefa gördüm ne fayda buldum Her türlü isteğim topraktan aldım Benim sadık yarim kara topraktır.. . Koyun verdi kuzu verdi süt verdi Yemek verdi ekmek verdi et verdi Kazma ile döğmeyince kıt verdi Benim sadık yarim kara topraktır.. . Adem'den bu deme neslim getirdi Bana türlü türlü meyva yetirdi Her gün beni tepesinde götürdü Benim sadık yarim kara topraktır.. . Karnın yardım kazmayınan belinen Yüzün yırttım tırnağınan elinen Yine beni karşıladı gülünen Benim sadık yarim kara topraktır.. . İşkence yaptıkca bana gülerdi Bunda yalan yoktur herkes de gördü Bir çekirdek verdim dört bostan verdi Benim sadık yarim kara topraktır.. . Havaya bakarsam hava alırım Toprağa bakarsam dua alırım Topraktan ayrılsam nerde kalırım Benim sadık yarim kara topraktır.. . Dileğin var ise iste Allah'tan Almak için uzak gitme topraktan Cömertlik toprağa verilmiş Hak'tan Benim sadık yarim kara topraktır.. . Hakikat ararsan açık bir nokta Allah kula yakın kul da Allaha Hak'kın hazinesi gizli toprakta Benim sadık yarim kara topraktır.. . Bütün kusurlarım toprak gizliyor Merhem çalıp yaralarım düzlüyor Kolun açmış yollarımı gözlüyor Benim sadık yarim kara topraktır.. . Her kim olursa bu sırra mazhar Dünyaya bırakır ölmez bir eser Gün gelir Veysel'i bağrına basar Benim sadık yarim kara topraktır. Birlikte öğrendik seninle avcumuzda yüreği çarpan kuşa sevgiyi. elele duyduk kumsalda denizin milyon yılda yonttuğu taşa sevgiyi. tırtılları tanıdık seninle baharda tırtılken daha sevmeyi öğrendik sevgiden üreyen kelebeği. toprağı evimiz gibi sevdik seninle birlikte sevdik kuru toprakta ev küren köstebeği. köstebeğinden toprağına taşına tırtılından kelebeğine kuşuna elele sevdik bu dünyayı. acısıyla sevinciyle sevdik yazıyla kışıyla sevdik köy-köy ülke-ülke . gökler gibi sardı dünyayı yağmur gibi sızdı dünyaya dünya kadar oldu sevgimiz. elele büyütüp elele derdik elele derip insana verdik verdikçe çoğalan sevgimizi Can kuşunun her zeman ezkarıdır Varidat Akl u hayalin heman efkarıdır Varidat. İşidicek adını duydu canım tadını Bildim ki ariflerin esrarıdır Varidat. Sıdkile gönlün sever görmeye canım iver Anıniçün kim Hakk'ın emvarıdır Varidat. Ol dürr-i yekdane'nin kadri bilinmez anın Bu dil-i viyrane'nin mi'marıdır Varidat. Gerçi kütüb çok yazar İlm-i Ledün'den haber Cümlesi bir bağçedir ezkarıdır Varidat. İlm-i Füsus'la tamu odları söner kamu Anın yerinde biten gülzarıdır Varidat. Muhyeddin ü Bedrettin etdiler ihyay-ı din Derya Niyazi 'Füsus' enkarıdır 'Varidat' Beri gel, daha beri, daha beri. Bu yol vuruculuk nereye dek böyle? Bu hır gür, bu savaş nereye dek? Sen bensin işte, ben senim işte.. Ne diye bu direnme böyle, ne diye? Ne diye aydınlıktan kaçar aydınlık, ne diye? Topumuz bir tek olgun kişiyiz, bir tek, ne diye böyle şaşı olmuşuz, ne diye?. Zengin yoksulu hor görür, ne diye? Sağ soluna yan bakar, ne diye? İkisi de senin elin, ikiside, peki, kutlu ne, kutsuz ne?. Topumuz bir tek inciyiz, bir tek. başımız da tek, aklımız da tek. Ne diye iki görür olup kalmışız iki büklüm gökkubbenin altında, ne diye?. Sen habire gevele dur bakalım, habire 'usul boylu birlik çam ağacı' de, sonu nereye varır bunun, nereye?. Şu beş duyudan, altı yönden varını yoğunu birliğe çek, birliğe. Kendine gel, benlikten çık, uzak dur, insanlara karıl, insanlara, insanlarla bir ol. İnsanlarla bir oldun mu bir madensin, bir ulu deniz. Kendinde kaldın mı bir damlasın, bir dane.. Erkek arslan dilediğini yapar, dilediğini. Köpek köpekliğini ede durur, köpekliğini. Tertemiz can canlığını işler, canlığını. Beden de bedenliğini yapar, bedenliğini.. Ama sen canı da bir bil, bedeni de, yalnız sayıda çoktur onlar, alabildiğine, hani bademler gibi, bademler gibi. Ama hepsindeki yağ bir.. Dünyada nice diller var, nice diller, ama hepsin de anlam bir. Sen kapları, testileri hele bir kır, sular nasıl bir yol tutar, gider. Hele birliğe ulaş, hır gürü, savaşı bırak, can nasıl koşar, bunu canlara iletir. Yaradan, rahmetini kahrından üstün saydı; Ne olurdu halimiz, gözyaşı olmasaydı? Üç cins at, üç cins tosun salsak yukarı kata Üç gün sonra üç katır, üç sağmal inek çıkar. Zamanda mı, yerde mi, yoksa bizde mi hata? Yapıp uçurduğumuz kartallar sinek çıkar.. Beşinci Mevsim Eski libas gibi aşıkın gönlü Söküldükten sonra dikilmez imiş Güzel sever isen gerdanı benli Her güzelin kahrı çekilmez imiş. Bülbül daldan dala yapıyor sekiş O sebepten gülle ediyor çekiş Aşkın iğnesiyle dikilen dikiş Kıyamete kadar sökülmez imiş. Sevdiğim değildin böylece ezel Aşkının bağına düşürdün gazel İbrişimden nazik saydığım güzel Meğer pulat gibi bükülmez imiş. Seyrani'nin gözü gamla yaş imiş Benim derdim her dertlere baş imiş Ben bağrımı toprak sandım taş imiş Meğer taşa tohum ekilmez imiş İnsanların çoğu kaybetmekten korktuğu için, sevmekten korkuyor. Sevilmekten korkuyor, kendisini sevilmeye layık görmediği için. Düşünmekten korkuyor, sorumluluk getireceği için. Konuşmaktan korkuyor, eleştirilmekten korktuğu için. Duygularını ifade etmekten korkuyor, reddedilmekten korktuğu için. Yaşlanmaktan korkuyor, gençliğinin kıymetini bilmediği için. Unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi birşey vermedigi için. Ve ölmekten korkuyor aslında yaşamayı bilmediği için. Bir halin var seviyorum Küçük ellerinden daha çok Bir halin var özlüyorum Sıcak dudaklarında yok. Yıldızlı gözlerinde ayrı ufuk Bir halin var düşünüyorum Bir halin var gülüyorum Arsız burnunda çocuk. Bir halin var özlüyorum Geçmiş zaman Anımsanıyorsa,şimdidir; Koparılıp atılır ya da Bir yaprak gibi bir defterden. Koparılıp atılan Çırpınan bir yürek olabilir, Ya da bir yaz gecesi, Yıldızları can çekişen Gelir dalgın bir cambaz. Geç saatlerin denizinden. Üfler lambayı. Uzanır ağladığım yanıma. Danyal yalvaç için. Aşağıda bir kör kadın. Hısım. Sayıklar bir dilde bilmediğim. Göğsünde ağır bir kelebek. İçinde kırık çekmeceler. İçer içki Üzünç Teyze tavanarasında. İşler gergef. İnsancıl okullardan kovgun. Geçer sokaktan bakışsız bir Kedi Kara. Çuvalında yeni ölmüş bir çocuk. Kanatları sığmamış. Bağırır Eskici Dede. Bir korsan gemisi! girmiş körfeze. yağmurun yerden göğe yağdığı bu gece yasak bölgedeyim büyük çingenelerin çaldığı kaçak silahların içindeyim sevişmek kapısının kapandığı. bir nabız yoklar ki daima hızlı bir nabız yoklar elim öpüştüklerim hırsızlama çirkin bir ağızda dişlerim bir bıçak değer dudağıma. gök yarıldıkça şimşeklerden soğuk aynalarda kilitliyim tırnaklarımdaki elektrikten su gibi erir iliştiklerim kıvılcımlar uçar kirpiklerimden. doğumdan öncesini yaşıyorum henüz belli olmadı kimliğim vücudunu arıyor ruhum bir yerde atomun çekirdeğiyim bir yerde artı sonsuzum plastik tadında yediğim içtiğim yaz kış gözlerimi örseliyor duvar paslanıyor demir gelip boyuyorlar hep aynı renkte ölemem beton tuttu ayaklarım dışarda kar karın altında toprak nasıl hasretim bir kuşun kanatları geçiyor üzerimden bin kanat bakıyorum parmaklığa aklı gidiyor nöbetçinin . kırk yıllık yoldan tanırım ben soğukları ama asıl baharların erbabıyım yine yorgun argın aşacak dağları yine kapıma yıkılacak karanfil elleriyle koymuş gibi bulacaklar badem mi olur erik mi çağla mı kendi dalından asacaklar baharı kaç yıl oldu alışamadım mümkünüm yok bu kez firarım . aklı gidiyor nöbetçinin tüfek tüfek kalıyor tezkeresi yakın hırsla parmaklarını sayıyor göz gez arpacık bakıyor fena bakıyor gece dehşetli uzuyor duvarı iniyorum toprağa basmalıyım bir kuşu uçmalıyım deli esmeli poyraz bir dal parçası azbiraz mutlak duvarı aşmalı yoksa duramam gövdemi mıhlasalar bahara kalamam mümkünüm yok bu kez firarım . hırsla parmaklarını sayıyor baştan sayıyor tezkeresi yakın düşleri kayıyor apansız bin basamak nöbetçi kulesi yapayalnız ağzında uçurumun apansız kar etmiyor parka ah ne çocukça ıslık beter üşüyor tetik otomatiğe düşüyor ben bahara kalamam ay batarken şafak şafak açarken yaban süseni ben yalnayak fırlıyorum duvarın dibinden . bir ses canavarlaşacak ardımdan döne döne sırtımı yakacak ciğerimi bulacak beni toprağa yıkacak vu-ra-cak mümkünü yok bir ödül bir tezkere alacak karaköy'de bir orospuyla yatacak kaç bahar büyüğüm ondan onda hiç bahar açmayacak mümkünüm yok bu kez firarım Mademki ben güneşe kulum, güneşten söz açmalıyım size. Mademki gece değilim ben, mademki karanlığa tapmıyorum, düşten dem vurmak nafile.. Mademki tıpkı güneşe benziyorum, elimi eteğimi çekmeliyim üzerinden ferah, mâmur olan yerin. Mademki tıpkı güneşe benziyorum, doğmalıyım ortasında harabelerin.. Gerçi bugün bir kuru elmayım, ama değerim ağacımdan çok. Gerçi sarhoşum, yıkılmışım ama doğru lâf etmedeyim, erkekçe konuşmadayım.. Benim gönlümün kokusu yöresindeki topraktan gelir. Ben o topraktan utanırım da nedense bir tek söz söyleyemem suya dair.. Güzel yüzünden kaldır perdeni, böyle konuşmayı yakıştırma bana. Taş gibi kaskatıysa senin kalbin, bak benim kalbim yanmış, ateş haline gelmiş. Bir iyilik eder, şişeyi alırsan eline, bir de bakacaksın ki kadehle şarap bende dile gelmiş. Bir gün Icadiye`de veya Sultantepe`de, Bir beste kanatlanir, birden oldugun yerde Bir kainat acilir, genis, sonsuz, büyülü, Bu günün rüzgarinda yikanan mazi gülü Dagilir yaprak yaprak hayalindeki suya Bir baska gözle bakarsin ömür denen uykuya.. Belki en hulyalisi duydugun masallarin O safak saltanati korularda dallarin Her ufku tek basina bekleyen eski camlar Bir sir gibi ömründen sizdirilmis aksamlar, Ardicla kestanenin her yillik macerasi Harap mezarliklarda ölülerin duasi Gelir ve tekrar dogar ölmüs sandigin aska Anlarsin ölüm yoktur gecen zamandan baska. Garip turna bizi senden sorana Şimdi bir yavruya kuldur diyesin Aşkın zincirini takmış boynuna Devr içinde Mecnun oldur diyesin. Gece gündüz ağlar hiç bir dem gülmez Unutmuş eşini dostunu bilmez Sevmiş bir güzeli artık vazgelmez Aşık olmak müşkül haldir diyesin. Terkeylemiş eşi ile dostunu Abdal olmuş eğne almış postunu Gelen geçen çiğner oldu üstünü Ayaklar altında yoldur diyesin. A zalim engeller yolumu bağlar Yarimin hasreti ciğerim dağlar Ab-ı revan olmuş durmayıp çağlar Şol akan yaşları seldir diyesin. Gevheri der bilmem ben ne olduğum Gurbet illerinde durup kaldığım Aceplemem beyim şimdi solduğum Bülbülün mekanı güldür diyesin Caddeden sokaklara doğru sesler elendi, Pencereler kapandı, kapılar sürmelendi. Bir kömür dumanıyle tütsülendi akşamlar, Gurbete düşmüşlerin başına çöktü damlar... Son yolcunun gömüldü yolda son adımları, Bekçi sert bir vuruşla kırdı kaldırımları. Mezarda ölü gibi yalnız kaldım odamda: Yanan alnım duvarda, sönen gözlerim camda, Yuvamı çiçekledim, sen bir meleksin diye, Yollarını bekledim görüneceksin diye. Senin için kandiller tutuştu kendisinden, Resmine sürme çektim kandillerin isinden. Saksıda incilendi yapraklar senin için, Söylendi gelmez diye uzaklar senin için... Saatler saatleri vurdu çelik sesiyle, Saatler son gecemin geçti cenazesiyle, Nihayet ben ağlarken toprağın yüzü güldü, Sokaklardan caddeye doğru sesler döküldü... Sen, ey çalan, gözlerin masum mu sanırsın Aşırdığın bir tek düşünce mi, aldanırsın! Kim ki böyle hem şerefli ve namussuz Yemlen avuç dolusu sana verilenden sonsuz Al benden olan herşeyi Ye kalan masumluğu da temizlen ey domuz! . Friedrich NİETZSCHE . Almanca aslından çeviren: Şaban Öztürk. Für falsche Freunde . Du stahlst, dein Auge ist nicht rein — Nur Einen Gedanken stahlst du? — Nein, Wer darf so frech bescheiden sein! Nimm diese Handvoll obendrein — Nimm all mein Mein — Und friß dich rein daran, du Schwein! . Friedrich NİETZSCHE İnerken çiçekli bir uçuruma Gönül yoldaşından ayrılır mısın? Çıplak kollarına hasret boynuma Bir çılgın neşeyle sarılır mısın? .... Gece bahçelerde kalma her zaman, Şen güneş yüzüne doğmadan uyan. Bir sabah rüyanı tamamlamadan Uykundan uyanırsam darılır mısın? .. İstediğiniz ne zaferdi ne gözyaşı Ne hüzünlü org ne papazın son duası On bir yıl nedir ki on bir yıl Yaptığınız kullanmaktı silahlarınızı Ölüm gözünü kamaştırmaz partizanın Asıldı yüzleriniz tüm duvarlara Gece ve sabah karasıydınız, korkutucu, süzgün Bir afiştiniz, kızıl bir kan lekesi gibi Adlarınızı bile söylemek öylesine güçtü ki Gelip geçende dehşet etkisi yaratın istediler Sizi kimse Fransız olarak görmez gibiydi Gün boyu bakmadan geçti gitti insanlar Kimi parmaklar durmadı ama karartmada 'Fransa için öldüler' yazdı afişe ``Telgrafın tellerini kurşunlamalı’’ Öyle değildi bu türkü bilirim Bir de içime -Her istasyonda duran sonra tekrar yürüyen- Bir posta katarı gibi simsiyah dumanlar dökerek Bazan gelmesi beklenen bazan ansızın çıkagelen Haberler bilirim mektuplar bilirim.. Gamdan dağlar kurmalıyım Kayaları kelimeler olan Kırk ikindi saymalıyım Kırk gün hüzün boşaltan omuzlarıma saçlarıma Saçlarının akışını anar anmaz omuzlarından Baştan ayağa ıslanmalıyım Gam dağlarına çıkıp naralar atmalıyım.. İçimde kaynayan bir mahşer var Bu mahşer birde annelerinin kalbinde kaynar Çünkü onlar yün örerken pencere önlerinde Ya da çamaşır sererken bahçelerinde Birden alıverirler kara haberini Okul dönüşü bir trafik kazasında Can veren oğullarının.. Bir de gencecik aşıkların yüreklerini bilirim Bir dolmuşta yorgun şoförler için bestelenmiş Bir şarkıdan bir kelime düşüverince içlerine Karanlık sokaklarına dalarak şehirlerin Beton apartmanların sağır duvarlarını yumruklayan Ya da melal denizi parkların ıssız yerlerinde Örneğin Hint Okyanusu gibi derin İsyanın kapkara sularına dalan.. Nice akşamlar bilirim ki Karanlığını Bir millet hastanesinde Dokuz kişilik kadınlar koğuşu koridorunda Başını kalorifer borularına gömmüş Beyaz giysilerinden uykular dökülen tabiplerden Haber sormaya korkan Genç kızların yüreğinden almıştır.. Bir de baharlar bilirim Apartman odalarında büyüyen çocukların bilmediği bilemeyeceği Anadolu bozkırlarında İstanbul’dan çıkıp Diyarbekir’e doğru Tekerleri yamalı asfaltları bir ağustos susuzluğu ile içen Cesur otobüs pencerelerinden Bilinçsiz bir baş kayması ile görülen Evrensel kadınların iki büklüm çapa yaptıkları tarla kenarlarında Çıplak ayakları yumuşak topraklara batmış ırgat çocuklarının Bir ellerinde bayat bir ekmeği kemirirken Diğer ellerinde sarkan yemyeşil bir soğanla gelen.. Yazlar bilirim memleketime özgü Yiğit köy delikanlılarının İncir çekirdeği meselelerle birbirlerini kurşunladıkları Birinin ölü dudaklarından sızan kan daha kurumadan Üstüne cehennem güneşlerde göğermiş mor sinekler konup kalkan Diğeri kan ter içinde yayla yollarında Mavzerinin demirini alnına dayamış Yüreği susuzluktan bunalan İçinden mahpushane çeşmeleri akan Ansızın parlayan keklikleri jandarma baskını sanıp Apansız silahına davranan Nice delikanlıların figüranlık yaptığı Yazlar bilirim memleketime özgü. Güzler bilirim ülkeme dair Karşılıksız kalmış bir sevda gibi gelir Kalakalmış bir kıyıda melül ve tenha Kalbim gibi Kaybolmuş daracık ceplerinde elleri Titreyen kenar mahalle çocukları Bir sıcak somun için, yalın kat bir don için Dökülürler bulvarlara yapraklar gibi.. Kadınlar bilirim ülkeme ait Yürekleri Akdeniz gibi geniş, soluğu Afrika gibi sıcak Göğüsleri Çukurova gibi münbit Dağ gibi otururlar evlerinde Limanlar gemileri nasıl beklerse Öyle beklerler erkeklerini Yaslandın mı çınar gibidir onlar sardın mı umut gibi.. İsyan şiirleri bilirim sonra Kelimeler ki tank gibi geçer adamın yüreğinden Harfler harp düzeni almıştır mısralarında Kimi bir vurguncuyu gece rüyasında yakalamıştır Kimi bir soygun sofrasında ışıklı sofralarda Hırsızın gırtlağına tıkanmıştır.. Müslüman yürekler bilirim daha Kızdı mı cehennem kesilir sevdi mi cennet Eller bilirim haşin hoyrat mert Alınlar görmüşüm ki vatanımın coğrafyasıdır Her kırışığı sorulacak bir hesabı Her çizgisi tarihten bir yaprağı anlatır.. Bütün bunların üstüne Hepsinin üstüne sevda sözleri söylemeliyim Vatanım milletim tüm insanlar kardeşlerim Sonra sen gelmelisin dilimin ucuna adın gelmeli Adın kurtuluştur ama söylememeliyim Can kuşum, umudum, canım sevgilim. Yok başka hiçbir umarın En granit kayanın en ortasında Balta girmemiş karanlıklarında kıpırtısız Ya ölmektir kurtuluşun Yada şiir tutunmak. O en gergin tele şöyle bir dokun Son tınıyla tel kopsun Ayak sesleri duyulsun ölümün Her yanın her yönün çıkmaz Nereye baksan yok Hiç bile herşey sayılır o bulunduğun yerde Kurtarırsa kurtarır ancak Yine şiire tutunmak. Kalbimin derinlerinden bir kuş uyandı ve uçtu gökyüzüne doğru. Yükseldikçe, daha ve daha, büyümeye başladı daha da.. Önce bir kırlangıç gibiydi, sonra tarla kuşu ve kartal, sonra bir bahar bulutu misali genleşti en sonunda tüm yıldızlı gökleri kapsadı.. Kalbimin derinlerinden bir kuş uyandı, uçtukça büyüdü, çoğaldı, oysa yüreğimi hiç terketmemişti... bir dünya varsa eğer kitapların yazdığı babamın anlattığı doğruysa yani; öyle bir dünya sen dışındasın hem de merkezisin bir anlamda eğri bir biçimsin birlikte yakalandığımız. kendisiyiz hep suçlanan bir sesin yağmurda kaybolmuş bir kedinin korkusuyuz ya da buna benzer bir şeyiz; hiçbirşeyiz. az çekilen bir ceza gibi tırmanmıştık hayatı anımsa; aşk uzun süren uykusuydu evcil bir kışın ya da öyle sanmıştık; bütün suçları işledik ne güzel. şimdi güpegündüz ben bir dağı kazmaya gidiyorum sen bir dağsın esmer adamların durmadan kazdığı. hep başkalarının kollarında seviyoruz hayatı raydan çıkan tren ne kadar severse enkazını o kadar. onun kadar seviyorum inan suçlarını. aşk tek kişiliktir, bütün deliler bilir sayı saymasını ve sarılıp yatmanın anlamı yoktur kaldırımlarda eğer fazla yaşlanmışsak bir anda. fazla ıslanmışsak hiçbir acı dönüşmez başka bir acıya. bir dünya varsa eğer kitapların yazdığı yırt bütün kitapları. beni sevdiğini kanıtla yatağını açık tut bütün aşklara Değme benim gamlı yaslı gönlümü Bu yareyi saramazsın güzel yar Ömür boyu dağlar çıktı önüme Yollar duman varamazsın güzel yar. Ayrılık derdinin kökü derinde Işık bitmiş gözlerimin ferinde Baykuşlar dem tutar çadır yerinde Bu yaylada duramazsın güzel yar. Mahzuni Şerif 'im geldimde geçtim Ayrılık şarabın ahile içtim Boş tarlaya rüzğar ektim yel biçtim Sen bu sırra eremezsin güzel yar Ey çok kitaplar okuyan sen mi tutarsın bana dak Tâ bilesin sırrı ayan gel aşktan oku bir sebak. Ger sen seni bildin ise sûret terkin urdun ise Sıfat nedir bildin ise ne kim edersen bana hak. Bilmeyesin bed-nâm u nâm bir ola sana has u âm Bildim ise ilmi tamam gel aşkdan oku bir sebak. Okumagıl ilmin yüzün ilme amel gerek güzin Aç gönülden bâtın gözün âşık ma’şûk hâline bak. Bakgıl âşık ne işdedir ma’şûka ol cünbiştedir İkisi bir teşviştedir iki sanıp bakma ırak. İkilikten geçemedin hâli hâlden seçemedin Dosttan yana uçamadın fakılık oldu sana fak. Cübbe vü hırka tâc ü taht verse gerekti aşka baç Dörtyüz mürîd ü elli hac terkeyledi Abdülrezzak. Onun gibi din ulusu hâc öptü çaldı nâkûsu Sen dahî bırak nâmusu gel beri putun oda yak. Âşık ma’şûk birdir bile aşktan gelir her söz dile Bîçâre YÛNUS ne bile ne kara okudu ne ak Sevgiyle yoğrulmamışsa yüreğin Tekkede, manastırda eremezsin Bir kez gerçekten sevdin mi dünyada Cennetin cehennemin üstündesin.. Bir sır daha var, çözdüklerimizden başka Bir ışık daha var, bu ışıklardan başka Hiç bir yaptığınla yetinme, geç öteye! Bir şey daha var, bütün yaptıklarından başka. Ah, ben uykudayken sen başucuma gelsen, Petrarca'yı ziyaret ettiği gibi Laura'nın, (1) Değse bana nefesin tam yanımdan geçerken, İşte o zaman birden Aralanır dudağım! . Kaç zamandır tutsağı karanlık bir hayalin, Bitmeli mi bu rüya? Şu kederli yüzüme, Bir yıldız gibi doğsun senin o gözlerin, İşte o an düşlerim Aydınlanacak yine! . Bir kıvılcımın uçuştuğu dudaklarıma Tanrı'nın arıttığı o aşk parıltılarına, Bir öpücük kondur, melekten kadına dön, Ah o zaman ruhum Uyanır uykusundan! . (1) İtalyan ozanı Petrarca (1304-74) şiirlerinden birinde ölümünden sonra şiirlerinin kadın kahramanı Laura tarafından mezarının ziyaret edildiğini düşler.. Çeviren: Tozan ALKAN İnandır beni dünya İnandır yaşadıklarıma. Güçlüydüm Uzaklardan gelir uzaklara gider sonbaharlara şaşırmazdım Yüzümün gizli yerlerine ansızın binlerce resmiyle yağan bir harf Bir harf vurdu beni dünya İncecik bir çınar yaprağı düştü üstüme sarsıldı kalbim Toprağa yağmur düşüyordu ah nasıl düşüyordu Bir harf durmadan durmadan üşüyordu Uzaklardan gelir uzaklara giderdim artık yıkıldım Ben bu yıkılışı yağmurlardan öğrendim. Akşamı önüme bırakıp giden adam haklıydı Kentler ayrıntıydı haritalar ayrıntıydı İçinde tükendiğim şu hain hayatta Herkesin yalnızlığı duvarda asılıydı Nasıl söylesem dünya nereye bakıp söylesem Çekinerek yaşadığım yılları her akşam Çekinmeden ateşe attığımı nasıl söylesem Ben sana emanetim bırakma beni Dağıtma yüzümün menekşelerini Bu şarkıyı yalnız bitirmek istemiyorum bunu nasıl söylesem O harf yanlış denizlerde boğulurken Ben doğru bir kelime olamam. İnandır beni dünya Yıllar geçti ve birşey kaybetmedim hayretimden Herkes bir saat alsa da çoğalmaz zaman Ve ben bazı şeyleri açıklayamam Yetmezken birimizin açtığı boşlukta yalnız kalmaya Neden kapansın göğsümde taşıdığım bu güzel yara Kader kimi seçerse kaptan o olsun Ben hangi pazartesiyi beklediğimi bilmiyorum köylü kadınlar fistanları güllü kadınlar. topraktan doğup da toprağı yoğurandıur onlar veresiye canlarını doğurandır onlar. köylü kadınlar fistanları güllü kadınlar. yüzleri güneştir onların yanık ayakları topraktır onların yarık. doyulmadan güzelliğine tarlalarda solandırlar. köylü kadınlar fistanları güllü kadınlar Sözün ve yolun baş çeşmesi ruhumun Canım içre sevinç verir sözlerin. Baktığın dağların düşüncesi bile ağlatır beni Hür olurum buyruklarını bir bir donansam sultanım.. Aşkın bin gözlü devasa bir baş imiş Yur her birini uykularından sohbetin. Dinlen ey Zarif bilatedbir çok söz açtın Bu kırık akılla ne cürettir yaptığın Yaşayan bir şey kalmış taşlarında ey yeşil şafakların kız kardeşi. Gerçek mezarları şaşırtır ellerinin sessizliği. Rengarenk gözlüklerin türlü keyfiyle sorumsuz kazma yaralar kalbini ve yabancı turistin savurduğu aptalca 'oh' çarpar yüzüne gücendiren hakareti. Ama canlı bir şey vardır. Kütüklerden bir kucaklayış sunar orman sana köklerini tırmalamaktayken merhamet. Koca bir celep gösterir övendireyi taht uğruna zaptettiği tapınakların orda, ve sen ölmüyorsun hala. Hangi güçtür seni ayakta tutan yüzyılların ötesinden gençlikte olduğu gibi canlı ve kıpır kıpır? Hangi tanrı üfler gün sonunda hayati soluğunu mezar taşlarında? Tropiklerin tatlı güneşinden midir? Sormalı niye Chichen-Itza'da olmaz? diye. Ormanların neşeli öpücüğü ya da kuşların nağmeli şarkısından mıdır? Ve niye Quirigua'da daha derindir uykusu? Dağların sarp kayalıkları arasında çarparak çınlayan kaynağın yankısından mıdır? İnkalar öldü, ne dersek diyelim. Bu şehrin sokaklarında her akşam yorgun Sarışın kızlar dolaşır. İsimleri teker teker benim üstüme çıkar Sevdasını başkaları paylaşır.. Bu şehrin evlerinde esmer kadınlar oturur. Ateş böcekleri gibi geceye karşı gerinir. Başka delikanlılar uzanır yanlarına, Elalem beni bilir.. Bilmiyorum, görmedim, duymadım, tanımadım Bu sarışın kızlar kim, bu esmer kadınlar kim? Birgün bu rezil şehrin rezil sokaklarına Elveda diyeceğim. Kararan havayla, çiyin avuntusu olmaktayken yeryüzüne doğru, görülmezce, işitilmeden -çünkü yumuşacık patikler giyinir avutucu çiy, bütün avuntuyla yumuşamışlar gibi- anımsarsın sen, sıcak gönül, anımsarsın, bir zamanlar nasıl susadığını, kutsal gözyaşı ile çiy yağmurlarını özleyerek yanıp tutuşurken, bitkinlikle susadığını, kem gözlü akşamüstü güneşinin bakışları sararmış otlu patikalar üzerinde kararmış ağaçların içinden geçip dolaşırken çevrende, güneşin kör edici kor bakışları, acı vermekten haz duyan.. “Hakikatin yavuklusu -sen ha? diye alay ederlerdi- hayır! bir şair sadece! bir hayvan, kurnaz yırtıcı sürüngen, yalan söylemesi gereken, bilerek isteyerek yalan söylemek zorunda, av arzusunda, elvan elvan maskelenmiş, kendine maske, kendine av bu ha –hakikatin yavuklusu? .. sadece deli! sadece şair! sadece parlak parlak laf eden, deli maskelerinden dışarı renkli renkli konuşan, yalancı söz köprülerine tırmanan, yalandan gökkuşakları üstünde kalp gökler arasında dolanıp duran, sürünüp duran- sadece deli! sadece şair! .. . Bu ha –hakikatin yavuklusu? .. durgun değil, dik donuk soğuk değil, tasvirleşmemiş, heykelleşmemiş, tapınakların önüne dikili değil, bir tanrıya kapı bekçisi değil: hayır! bu çakılı erdem tasvirlerine düşman, yabanlar ona daha rahat tapınaklardan, kedi haylazlığıyla dolu her pencereden zıplayıp hop! her rastlantının peşinden koklaya koklaya her yabanıl ormana dalansın sen, yabanıl ormanlarda renkli tüylü yırtıcı hayvanlar arasında günahkarca sağlıklı, güzel, elvan gezinirsin, arzulu dudaklarınla, kutluca alaycı, kutluca şeytani, kutluca kan emici yırtıcı yırtıcı, sinsi sinsi, yalancı yalancı gezinirsin... . Ya da kartal gibi, uzun, uzun dik dik uçuruma, kendi uçurumuna bakan kartal gibi... . -Nasıl da yukarıya, aşağıya, içeriye, hep daha derin derinliklere halkalanıyor uçurum! - sonra, ansızın, düz uçuşla aniden dalarak kuzuların üzerine çullanmak, birden aşağıya, yırtıcı açlıkla, kuzu arzusunda, bütün kuzu ruhlara kızgın, öfkeli bütün erdemlice, koyunca, kıvırcık kıvırcık göz kırpıştıran, koyun sütü iyilikle alıklaşmışlara... . Böylesine kartalcadır, parsçadır. şairin özlemleri, senin özlemlerin, binlerce maske altında, sen ey deli! sen ey şair! .. . Sen ki bakarken insana, tanrı bakar gibidir koyuna- insandaki tanrıyı paralamak insandaki koyunu paralar gibi paralarken de gülmek- . Bu, işte senin kutluluğun, bir parsın, bir kartalın kutluluğu, bir şairin, bir delinin kutluluğu! .. . Kararan havayla, ayın orağı mor kızıllıklar arasında yeşil yeşil, hasetle, sinsi sinsi dolanırken, . -Güne düşman, her dolanışta biçerken gülden döşekleri gizlice, çökertene dek, gecenin derinliğine uçuk uçuk gömene dek: . Ben de öyle düştüm bir kez hakikat çılgınlığımdan aşağıya, gün özlemimden aşağıya, günden yorgun, ışıktan bıkkın -aşağıya, akşama, gölgeye çöktüm bir hakikatten bağrı yanık, susamış -anımsıyor musun hala, anımsıyor musun, sıcak gönül, nasıl susadığını? sürülmüştüm tüm hakikatten! sadece deli! sadece şair! .. . Çev: Oruç Aruoba Her kim bana ağyar ise Hak Tanrı yâr olsun ona Her kancaru varır ise Bağ u bahâr olsun ona. Bana ağu sunan kişi Şehd ü şeker olsun işi Kolay gele müşkil işi Eli erer olsun ona. Acı dirliğim isteyen Tatlı dirilsin dünyada Kim ölümüm ister ise Bin yıl ömür olsun ona. Her kim diler ben hâr olam Düşman elinde zâr olam Dostlar şâd ü düşmanı Dost mâşuk yâr olsun ona. Ardımca taşlar atanı Hak tahta ağdırsın onu Önüme kuyu kazanı Güller nisâr olsun ona. Her kim diler ise benim Ol dostumdan ayrıldığım Gözlerinden hicâp gitsin Dizâr iyân olsun ona. Bu Muhlis oğlu Paşa’nın Güldüğün istemeyenin Ağladığın isteyenin Gözüm pınar olsun ona Gitme o güzel geceye usulca İhtiyarlık yanmalı ve saçmalamalı gün kapandığında; Öfkelen, öfkelen ışığın ölümünün karşısında. . Akıllı adamlar, bilmelerine rağmen karanlığa gömüleceklerini sonlarında, Sözleri şimşek çaktırmamış olduğu içindir ki onlar Gitmezler o güzel geceye usulca. . İyi insanlar, son defa ellerini sallarlar, öylesine ateşli bağırarak. Faydasız işleri, yeşil bir koyda dans ediyor olabilir ama onlar da, Öfkelenirler, öfkelenirler ışığın ölümünün karşısında. . Güneşi uçarken yakalamış olan vahşi insanlar, Ve öğrenen, çok geç, yas tuttuklarını onun yolunda, Gitmezler o güzel geceye usulca. . Kör gözlerin göktaşı gibi alevlenip ve şenlenmesini Kör eden bir görme gücüyle gören ağır hasta adamlar da Öfkelenirler, öfkelenirler ışığın ölümünün karşısında. . Ve sen, benim babam, hüzünlü tepede, orada Yalvarırım, lanetle ve kutsa beni şimdi acımasız göz yaşlarınla. Ama gitme o güzel geceye usulca. Öfkelen, öfkelen ışığın ölümünün karşısında. . Çeviri: Bekir Bal Gelmek istemiyor gece Ne sen gelebiliyorsun o yüzden Ne de ben gidebiliyorum. Ama ben gideceğim. Akrepten bir güneş şakağımı yesede. Ama sen geleceksin. Dilin tuzlu yağmurlarca yakılmış.. Gelmek istemiyor gün. Ne sen gelebiliyorsun o yüzden. Ne de ben gidebiliyorum. Ama ben gideceğim. Kurbagalara atarak ağzımda çiğnediğim karanfili. Ama sen geleceksin. Çamurlu lağımından karanlığın.. Gelmek istemiyor. Ne gün, Ne gece. Ölebiliriz o yüzden. Ben senin uğruna. Sen de benim.. GEL . 'Gelmezsen yeminli gülmez talihim Senin ellerinde ölüm tarihim'. Geçmiş zamanları sildim takvimden Sana ayarladım bütün saatleri Sana hazırladım bütün yarınları Gel! . Bütün papatyalı sokakları sereceğim ayaklarına Bütün gecelere bembeyaz elbiseler giydireceğim Bir yastık gibi hazır kollarım ipek uykularına Gel! . Gözlerim tetikte dönüşünü bekliyor Ellerim sana yaşanmamış mutluluklar örüyor Bir kuş gibi bırakacağım kalbimi avuçlarına Gel! . Dudaklarında dudaklarımın tuzu Bakışlarında yüreğimin buzu Ayak sesinde mutluluğun dizi çözülsün artık Gel! . Çoktan tutuşmaya hazır seninle Bu can bu beden bu yürek yangını kül Kapıda zil masamda mum vazomda gül Seni bekliyor Gel! . İçimde bir telaş bir heyecan bir düğün Sevinçten ölmezsem eğer döndüğün gün Seninle yepyeni bir tarih yazacağım Gel! Üzgün yüreğim akıyor gemiye, Bir gevişlik tütün salyası gibi; Çorba artıkları yüzümde, niye? Üzgün yüreğim akıyor gemiye; Ya bu kaba saba sözler ne diye? Adamların bu zevzek gülüşleri? Üzgün yüreğim akıyor gemiye Bir gevişlik tütün salyası gibi.. Hep belden aşağı edepsiz laflar Onu nasıl baştan çıkardı, bakın! Dümende de o biçim resimler var, Sevişmeler, kalkmış cinsel organlar... Siz ey beni büyüleyen dalgalar, Alın kirli yüreğimi, arıtın Hep belden aşağı edepsiz laflar O'nu nasıl baştan çıkardı, bakın! . Tütünün posası çıktı çıkacak Ey çalınmış yürek n'eyleyeceğim? Ayyaş hıçkırıkları başlayacak, Tütünün posası çıktı çıkacak; Midem boşalıp boşalıp dolacak, Ben ki, yenmiş yutulmuşsa yüreğim, - Tütünün posası çıktı çıkacak - Ey çalınmış yürek n'eyleyeceğim? Gönül ne gezersin sarp kayalarda İniver aşağı yola gidelim Bir güzel sevmeyle gönül eğlenmez Gel güzeli bolca ile gidelim. Koyuver gitsin sefil baykuşu Durmuyor akıyor gözümün yaşı Kadir kıymat bilmezmiş er kişi Kadirli kıymatlı ile gidelim. Şahanı koyverin avını alsın Yarenim yoldaşım yanıma gelsin Şu garip illerde düşmanım ölsün Emmili dayılı il'e gidelim. Karac'oglan der ki yiyip içmeden Muhannat köprüsünden geçmeden Güzeller usanmaz konup göçmeden Düşelim de azgın sele gidelim Bütün insanları dostun bil, kardeşin bil kızım Sevincin ürünüdür insan, nefretin değil kızım Zulmün önünde dimdik tut onurunu Sevginin önünde eğil kızım (1981) Bakıp cemal-i yare çağırırım dost dost Dil oldu pare pare çağırırım dost dost Aşkın ile dolmuşum zühdümü yanılmışım Mest-i müdam olmuşum çağırırım dost dost Mescid ü meyhanede, hanede viyranede Ka'be'de büthanede çağırırım dost dost Sular gibi çağ çağ dolaşırım dağ dağ Hayran bana sol u sağ çağırırım dost dost Geldim cihane garib, oldum güle andelib Herdem ciğerler delip çağırırım dost dost Dünya gamından geçip, yokluğa kanat açıp Aşk ile daim uçup çağırırım dost dost Aradığım candadır, canda ve hem tendedir Bilir iken bendedir çağırırım dost dost Gah düşerim mutlak'a, gah asl u geh mülhak'a Bakıp kamudan Hakk'a çağırırım dost dost Dolunmaz ol hal ü had min-el ezel ta ebed Unulmaz asla bu derd çağırırım dost dost Hep görünen dost yüzü andan ayırmam gözü Gitmez dilimden sözü çağırırım dost dost Derya olunca nefes parelenince kafes Ta kesilince bu ses çağırırım dost dost Ne yerdeyim ne gökde, ne ölüyüm ne zinde Her yerde her zamanda çağırırım dost dost Geldim o dost ilinden koka koka gülünden Niyazi'nin dilinden çağırırım dost dost Dinle Sana Bir Nasihat Edeyim Hatırdan Gönülden Geçici Olma Yiğidin Başına Bir Hal Gelirse Bunu Ellere Açıcı Olma. Mecliste Arif Ol Kelamı Dinle El İki Söylerse Sen De Bir Söyle Elinden Geldikçe Sen İyilik Eyle Hatıra Dokunup Yıkıcı Olma. El Ariftir Yoklar Senin Fendini Dağıtırlar Tuzağını Bendini Alçaklarda Otur Gözet Kendini Kat-i Yükseklerden Uçucu Olma. Pir Sultan Abdalım Sözüm Başarır Aşkın Deryasını Boydan Aşırır Seni Bir Mecliste Hacil Düşürür Kötülerle Konuş Gocucu Olma ...Düşüyorum Karıncanın peşine minik depremler oluyor Yabanıl ot kokuları,sonra düşler,düşüyorum... Puslu bir görüntü tarih dediğimiz ve kirli Sular buharlaşıyor buluşalım dediğin denizde. Burdayım sözümde,yanlışsa da bu istasyon Bir ben yitirmedim galiba belleğimi bir de Şiir yazanlar, ne kadardılar ve nerdeydiler Hatıralar üretiyorum telgraf tellerinden Akşamüstleri fesleğenleri suluyorum Bekle demiyorum kimseye,unutma demiyorum. Acı soysuzlaşınca tiranlaşıyor belleksizlik İnat ve öfke,kaybediş ve kayboluş oluyoruz Komikti dıştan bakınca dünya ama hırçın Ayışığı,telgraf direkleri ve fesleğenler Burdayız işte durgun bir sessizlikteyiz şimdi. Unutulan bir şey kaldı mı diye soruyor tiran Kampana çalarken çöldeyiz o geniş çevrende Mısır'ı soyun diyordu Musa belleksizdir firavun Babil ve burası iki istasyon iki uzak nokta Belki bir imgede düzlem olabilen iki grilik. Düşler ve tarih inilecek son istasyon Burdayım işte güzel bir yanlıştayım şimdi Beklemesini bilmiyor acalesi olan ve nedense Çekip gidiyorlar, kalanlar o kadar azız ki O kadar azız ki mutluluk bile bizden çok her taş yürümek istiyor, baksana anımsamak istiyor kül, ateşin başlangıcını yeşermek istiyor kan, gecenin kollarında gülmek istiyor ölüler, baksana. . eşilmiş toprak, bulunmuş tohum, küf kim anlatabilir ki hüznün mesafesini dağ öyle durmuşsa, bir bildiği olmalı bir bildiği olmalı, deniz çıldırmışsa şu yalnızlık, şu aşk, şu ölüm geceyi deliyor kuşun soluğu, baksana Kim bilir yalnızlığı kadınlar kadar Karlı dağların en yüksek tepeleri mi Terk edilmiş şehirlerin caddeleri mi Gökyüzünün yıldızsız geceleri mi . Kadınlar bir ömür boyunca yalnız Ta dünya kurulduğundan beri Yalnızlık ışığını yakar her gece Sonsuz karanlığımızda elleri . Nasıl yağmur yağarsa yalnızlığına şehrin Öyle mahzun ve yalnız kadınlar tanıdım Denizler ortasında geniş ve derin . Bir dünya gördüm kadınların gözlerinde kapkara Yalnızlık ne imiş anladım Acıdım kadınlara Gahbe felek sana nettim neyledim Attın gurbet ele parelerimi Ahırında beni silamdan ettin Kestin mümkünümü çarelerimi Saher yeli sevdüğümden bir haber. Ben kemlik gormedim hüsn-ü aladen Gozlerim ki mektub gele siladan Ölürüm gurtulmam ben bu yaradan Dost olan bağlasın karalarını Tecellim böyledir kime ne deyim. Bakmaz mısın tenden akan ganıma Yaralarım ceza verir canıma Gelenim yoh gidenim yoh yanıma Dağlar perde gılmış aralarını Saher yeli sevdüğümden bir haber Sevdiğim arzımı demekçin sana Bülbül söylediği dil gerek bana Şu bağrım kül oldu hep yana yana Onu söndürmeğe sel gerek bana. Yandım yakıldım ben bir ateşlere Vardım da takıldım ben bir neştere Delindi ciğerim kapandım yere Beni kaldıracak el gerek bana. Haldan anlar isen haldaş olalım Gurbet gezdi isen yoldaş olalım Anasız babasız kardaş olalım Ucu yar zülfünde yol gerek bana. Karac'oğlan der ki Bayburt elleri Esip esip bize gelir yelleri Burmalanmış yar yüzünün telleri Ona bağlayacak gül gerek bana bir ırmak seni çağırıyor Ayşegül Hitit tapınaklarını aşıp Anadolu’nun tüylerini ürperten rüzgar bir gökdürbünü çağırıyor ve samanyolunu ıslatan gözyaşları yıldızların ilk aşkından beri arayıp durduğun o anlam çağırıyor seni o anlam, yaşamı gözlerinden öpmek için sabahın buğulu aynasında bir kuş çağırıyor seni, dünyaya kanat takman için ve nereye varacağını kestiremediğin yollar ki sen ayakkabılarını arıyorsun ve bulamıyorsun bir zürafa çağırıyor, boynundaki kravat ağrılarını geçirmen için bir tren çağırıyor, öküzlerin şaşkın bakışlarından kurtarasın diye onu Ayşegül seni, seni Cervantes çağırıyor, . “Don Kişot artık neden okunmuyor Ayşegül Hanım? bakın üzüntüsünden ülkenizin Milli eğitim Bakanı’na benzedi dostum Sanço! ” bir ateş çağırıyor seni İnebahtı’da batan tek kollu bir kadırga ve Çanakkale’de bataryaların önünde diz çöküp ağlayan ay kırmızı bir yağmur çağırıyor seni Ayşegül Çatalhöyük’te kapısı yıldızlara açılan evler ıssız adalar ve devrim yürüyüşleri çağırıyor seni aynı anda ellerin başka yere gidiyor ayakların başka yere ilkokul öğretmenin Şaziye Hanım çağırıyor, . “Ayşegül, yavrum nereye gitti güzelim Türkçemiz? ” . yoksul bir çocuk çağırıyor seni, oyuncağı olur musun diye bir yaprak, bak o niye çağırıyor vallahi bilmiyorum bir dudak çağırıyor seni, gözlerin çay bahçelerine benziyor diye Ayşegül, farkında mısın, bu şiir çağırıyor seni seni ve bir dağ yolundan başka bir şey olmayan ve yalnız çıplak ayakla yürününce tadına varılan aşkı Bütün dünya benim olsa gamım bitmez nedendir bu? Çün ezelden gam ile bina olunmuş bedendir bu. İster ki herkes ölsün Neler besleyip büyütmüş Gömmüştür neleri gizli gizli Belleği sıra İster ki herkes ölsün. Şarap olacakken sirkeye dönmüş Üzüm suyu şaşkınlığında Gidişi kelebek, gelişi beygir Kişnemesi çöplük sanrılarıyla. Yollarda ipekler halılar, çağırır evine Eli dili soylu kırmanç güzelliğinde Tarih düşersiniz artık İsa doğmuştur Dostluktan önce, dostluktan sonra Arınmıştır kirlerinden insan ve dünya Belli belirsiz bir siziyla Dönüşte eliniz varırsa sırtınıza Kocaman paslı bir iğne . Onların Çimen bitmez bastıkları yerde Sevgi buruşur Benden mi bana bu elem Aşktan mı yoksa derd ü gam Bunca bela cevr ü sitem Bilsem nedendir bilmezem. Canan olursa ger nihan Kalmaya canda zerre can Buluban bu sözü ıyan Bilsem nedendir bilmezem. Aşkın yürekte yarası Pes olmuşam avaresi Ya Rab bu derdin çaresi Bilsem nedendir bilmezem. Daim dilefgar olduğum Şüride vü zar olduğum Talib-i didar olduğum Bilsem nedendir bilmezem. Aşık'ta bu hayret nedir Maşuktaki şevket nedir Derviş buna hikmet nedir Bilsem nedendir bilmezem Bir yavru yolladım gurbet ellere Emaneti sana boz atlı Hızır Seni bekçilerler nice ellere Emaneti sana boz atlı Hızır . Nice günler gördüm bahtı karalı Nice günler gördüm dertli çareli Bir yavru yolladım yürek yaralı Emaneti sana boz atlı Hızır . Hak'tan bize bizden halka zulüm yok İmanım var vadesize ölüm yok Senden başka kanadım yok kolum yok Emaneti sana boz atlı Hızır . Pir Sultan Abdal’ım böyle m'olacak Beklerim yolların yavrum gelecek Analı babalı murad alacak Emaneti sana boz atlı Hızır ALLAHDAN QANAD İSTƏ DİM (son variant) . Allahdan qanad istə dim, Allah mə nə xə yal verdi. Bu qanadlı xə yal mə nə Yaşamağa macal verdi. . Allahdan fə rə h istə dim, Allah mə nə kə də r verdi. Bu kə də rim, qə də rimə Tamam başqa qə də r verdi. . Allahdan ağıl istə dim, Allah mə nə ürə k verdi. Bu ürə k mə nim ömrümə Qə m üstündə n qə m gə tirdi. . Allahdan dözüm istə dim, Allah mə nə qə zə b verdi. Mə n Allahdan rə hm istə dim, Mə nə bollu ə zab verdi. . Mə n Allahdan haqq istə dim, Zülmünü gen-bol eylə di. Ə zabların kotanına O, sinə mi yol eylə di. . 1998-1999 Gençliğimi kaybettim birtakım odalarda; Kaybolan gençliğimi aradığım aynalarda Ölüler dolaşıyor böğürlerinde elleri, Aynı şeyi arayan akraba hayalleri. Yalnız bir taze kadın yaşlılığı arıyor; Yaşlılığım, yaşlılığım! Diye yalvarıyor. Sırları dökülüyor baktığı aynaların; Söndürüp yürüyor bir bir aynaları kadın. Hatıralar annesi, sevgililer sultanı, . Ey beni şadeden yar, ey tapındığım kadın. . Ocak başında seviştiğimiz o zamanı, . O canım akşamları elbette hatırlarsın. . Hatıralar annesi, sevgililer sultanı. . O akşamlar kömür aleviyle aydınlanan! . Ya pembe buğulu akşamlar, balkonda geçen . Başım göğsünde, ne severdin beni o zaman! . Ne güzeldir güneşler sıcak yaz akşamları! . Kainat ne derindir, kalp ne kudretle çarpar! . Üstüne eğilirken ey aşkımın pınarı, . Sanırdım ciğerimde kanının kokusu var. . Ne güzeldir güneşler sıcak yaz akşamları! . Kalınlaşan bir duvardı aramızda gece. . Seçerdim o karanlıkta göz bebeklerini . Mestolur, mahfolurdum nefesini içtikçe. . Bulmuştu ayakların ellerimde yerini. . Kalınlaşan bir duvardı aramızda gece. . Bana vergi o tatlı demleri hatırlamak; . Yeniden yaşadığım, dizlerinin dibinde . O 'mestinaz' güzelliğini boştur aramak, . Sevgili vücudundan, kalbinden başka yerde, . Bana vergi o tatlı demleri hatırlamak; . O yeminler, kokular sonu gelmez öpüşler, . Dipsiz bir uçurumdan tekrar doğacak mıdır? . Nasıl yükselirse göğe taptaze güneşler. . Güneşler ki en derin denizlerde yıkanır. . O yeminler, kokular, sonu gelmez öpüşler! Parçalandı sabır taşı, Gelsen de bir gelmesen de. Kurudu gözümün yaşı, Silsen de bir silmesen de. . Yaşadığım bir beladır, Failin gözü eladır, Şahidim Arş`ı aladır, Bilsen de bir bilmesen de. . Gah ağladım, gah inledim Gönlün sesini dinledim. Ben sevdamı kefenledim Ölsen de bir ölmesen de. . İster parla, ister sabret İster boşver, ister cebret Olan oldu artık, ibret Alsan da bir almasan da. Giden gitti artık, ibret Alsan da bir almasan da. . Bilmedin kar, zararını Bugüne sattın yarını. Pişman olup saçlarını Yolsan da bir yolmasan da. Eyvah deyip saçlarını Yolsan da bir yolmasan da. . Gah ağladım, gah inledim Gönlün sesini dinledim. Ben sevdamı kefenledim Ölsen de bir ölmesen de. Ervah-ı ezelde levh-i kalemde, Bu benim bahtımı kara yazdılar, Gönül perişandır devri alemde, Bir günümü yüz bin zara yazdılar . Bulmadım şadlığın iradesini, Çekerim bu gamın ziyadesini, Herkes dosta verdi ifadesini, Bizimkini ülüzgara yazdılar. Aşk benimle eyler daim kıyl-ü kal, Daha sabretmeye kalmadı mecal, Derdim taksimdara kıldım arzuhal, Dedi neylim bahtın kara yazdılar. . Gönül gülşeninde har oldu deyu, Hasretlik cismimde var oldu deyu, Sevdiğim, sevdiğin pir oldu deyu, Erbabı garezler yare yazdılar. . Dünyayı sevenler veli değildir, Canı terkedenler deli değildir, İnsanoğlu gamdan hâli değildir, Her birini bir efkara yazdılar. . Nedir bu sevdanın nihayetinde, Yadlar gezer yarin vilayetinde, Herkes diyarında muhabbetinde, Bilmem bizi ne civara yazdılar. . Kadrimi bilmeze eyledim minnet, Derdimi artıran görmesin cennet, Sarraflar verdiler yare bin kıymet, Benim kıymetimi nere yazdılar.. Döner mi kavlinden sıdk-ı sadıklar, Dost ile dost olur bağrı yanıklar, Aşk kaydına geçti bunca aşıklar, Sümmâni’yi derkenara yazdılar. Ah o din nerde, o azmin, o sebatın dini; O yerin gökten inen dini, hayatın dini? Bu nasıl dar, ne kadar basmakalıp bir görenek? Müslümanlık mı dedin? ... Tövbeler olsun, ne demek! Sevdiğim Dedi ki bana, Sen bana lazımsın. Onun için Kolluyorum kendimi Yoluma dikkat ediyorum ve Korkuyorum her yağmur damlasından Beni ezecek diye. 1937 Hey Çamlıca mehtâbı ne olmuş sana öyle?.. Küskün duruyorsun. Bir şey kuruyorsun. Seyrinle ıyan et bana, ilhâm ile söyle: Aksetmede âlâm-ı vatandan mı bu halet?.. Anlat; bu tahavvül neye etmekte delâlet. Vaktiyle ederken bu havâliyi zılâlin Bir sâha-i nilî. Ey neyyir-i leylî, Matem döküyor arza bugün bedr ü hilâlin Bir şeb ki, zîrinde küsûfun, Seyrangehi olmakda tuyûfun. Mâzîden esip gelmede bir nevha-i vâveyl.. Bir âh-ı müebbed. Hangi güneşin mâtemidir zulmetin ey leyl, Ey şi’r-i muakkad Yıldızlar olur bence meâlin gibi nâ-yab Atîde görünmezse o mâzideki mehtâb Olmazdı sabahın da yarın gülmeye meyli Pîşinde bu dîdar-ı mahûfun. Kartallara baktım düşüyorlar yere bi-ta’b; Oldum sanıyordum Melekü’l Mevt ile hem-hâb. Her şey şiirdir, uğultusu rüzgarın Bir ırmağa usulcacık yağan kar Her gece okunan bir dua çocuklukta Gökyüzünde bölük bölük turnalar. Her şey şiirdir, sevinç ve kader Dünyada olmak duygusu... Kıyıda, ıssız kayalarda Kendi başına ışıldayan su. Her şey şiirdir, şimdi, şu anda Ak kağıt üstünde dolanan elim Karşıki avluda salınan söğüt Yandaki odada uyuyan bebeğim. Her şey şiirdir, çağrısı aşkın Bahar toprağından yükselen tütsü Umut ve acı, başlayan ve biten, Yağmurun ve akıp giden hayatın türküsü. Her şey şiirdir ve bir gün belki İlk aşkım, ilk göz ağrım şiir Koynunda ona yazdığım mektuplar Bir yerlerden çıkıp gelecektir... hiç gitmediğim bir yerde, sevinçle ötesinde her türlü yaşantının, kendi sessizliği var gözlerinin: en ince kımıltısında birşey var içime gömen beni, birşey dokunamayacağım kadar bana yakın . kolayca açar beni en ürkek bir bakışın parmaklar gibi kapamış olsam bile kendimi, sen hep yaprak yaprak açarsın beni, Baharın (dokunup ustaca, gizlice) açışı gibi ilk gününü . ya da beni kapatmaksa istediğin, ben, hayatım kapanırız güzelce, birden karın her yere özenle inişini düşleyen yüreğince şu çiçeğin; . duyduğumuz hiçbir şey bu ülkede erişemez gücüne sonsuz inceliğinin: renkleriyle yapısının beni bağlayan, öldüren, hiç durmadan, her nefeste . (bilmiyorum nedir bu sende olan, bu kapayan ve açan; yalnız anlıyor içimde birşey gözlerinin sesini güllerden derin olan) kimsenin yok, yağmurun bile, böyle küçük elleri . Çevirİ - Cevat ÇAPAN Bu göçü ordan göçürdüm O dağ olmaz bu dağ olsun Şeydâ, garip bülbül gibi O bağ olmaz bu bağ olsun. Yâri götürdüm yaylama Sevda derler gel kınama Bir yara vurdun sîneme Hançer olmaz bıçağ olsun. Emrah der kapında kulam Dîdemde ummana dalam Al yanaktan buse alam Yanak olmaz dudağ olsun Bazıları yatağında bir mermiyken ölüdür.. Kendini, akşamları unutma. Ah, bir gülebilsen yıkanır ağzın benim ömrüm seninle iki nefes arası bırak, dağılsın çürüten uzaklıklar bana bir deprem bağışla saygılı ol yitirmek korkusuna.. Hiçbir silahı namlusundan öpme belki yenilirsin, belki ayrılık haklı çıkar teksin ve yalnızsın üstelik. kimi nişanlasan kendini vurursun. Artık her kent senin uygunsuzluğunla başlar çatlak bir yüzle ezberlersin yolları.. Necatigil’den kalma bir yazdı kalın hüzünlü ve dibine kadar yorgun. Bırak buluşmalar üşüsün, çoğaldıkça insan kıran yasalar her çocuk masalına çekilir. Sonra aşk güzel kadınların gövdesinde bıçak yarası.. Anlattığın dünyaya bu çığlık nasıl sığar! . 2005. Dize, Temmuz 2005 beni bir kere dövdüler çok gözlüklüydüm daha bere giyiyordum bıyıklarım da duruyor büyükdere'de dövdüler emirgân ve birileri geceleyin dövdüler dişlerimi tükürdüm. emirgan'la aramız çok eskiden beri yok niye ölmedim diye bana bozuluyor ötekiler şurda burda azar azar gördüğüm çakıdan bozma itler sustalı birileri fakat çok fena dövdüler size ne söylüyorum bir vakit omuzlarım tutmadı dişlerimi tükürdüm. boşyerlerime vurdular yumrukları duruyor gecenin bir saatinde gizlice kustum bir böcek yürüyordu boynumdan içeri burnum mu kanıyordu ağlıyor muydum büyükdere'de dövdüler emirgân ve birileri ayıran eden çıkmadı susadım su veren yok kavgalı olmasaydık belki seni düşünürdüm çocuk sıcaklığına sığınıp uyumayı omzum bir vakit tutmadı dişlemi tükürdüm. fakat çok fena dövdüler size ne söylüyorum daha bere giyiyordum bıyıklarım da duruyor hiç kimse o halimde görsün istemiyordum eczane aramak filan aklımdan geçmedi sıcak bir şeyler içmek otelde motelde kavgalı olmasaydık belki seni düşünürdüm dağıtılmış suratımı avuçlarına saklamayı ağlamayı düşünürdüm kim bilir belki de bir vakit omzum tutmadı dişlerimi tükürdüm. beni bir kere dövdüler çok gözlüklüydüm daha bere giyiyordum bıyıklarım da duruyor büyükdere'de dövdüler emirgân ve birileri senin için dövdüler dişlerimi tükürdüm M.Akif İnan'a. Gök boşanarak üstümüze Bizi ıslak saçlarından geçirir karanlığın Gece siyah bir at olur da uçar Uykumuzun soluyan denizine.. Babalar ölümü dengede tutar Seçerek en sağlam vakti arabasına. Şimdi o araba uçuyorsa Bir Asya çölünü kanat yaparak Ey üstümüze gelen Ey çocukların gözlerinden dökülen Ölümü konuşan damla damla Ey beklediğimiz her an Ey bize son sözü muştulayan Bizi bulan şahdamarımızda Ey sürücüleri babalarımız olan.. Bir an dudaklarıyla Değen alnımıza masmavi Bir güvercin kanadı gibi Ey annelerin sesi İçimizde savrula savrula Yağan bir bahar yağmuru gibi Çağırırdı oğullarını yola. Ben işte o zaman Saygı ile ve güvenerek Selamlayacağım önden gideni Yılanlar tüylerini dökerken Eğerken dağlar başlarını önlerine Birinin yeşil yaprağı kutsaması gerek Birinin akan suyu tutması Altında durarak gökten boşananın Sonra yükselterek sesimi konuşacağım.. Sen dur burda ey insan Duy içinde tutuşan ormanı Ve yakıştırmasını bil üstüne ey ademoğlu Usta bir makasla biçilen toprağı.. Ankara, Türkocağı,1968 Sevgiliden bir parça sevgi alıp bana verenler, Buna karşılık canımı alıp sevgiliye verdiler. Düşmez yere haşa o bizim bayrağımızdır. Bir fecr olarak doğmadadır her dağımızdan. Ay-yıldız... O mazideki bir süstür, emin ol, Atîde güneşler doğacak bayrağımızdan.. Altına yatarken de bizimdir yerin üstü, Bir kal'e olur toprağımız vecde gelir de; Dağlar, kayalar göğsümüz üstünde tepinse. Düşmanları biz ram ederiz kan kesilir de.. Deryaları kan, taşları bitmez kemik olsa, Bir son nefesin aynı olup bitse nesîmi Ölmez bu vatan, farz-ı muhal ölse de hatta, Çekmez kürenin sırtı o tabût-ı cesîmi. Ağladım tükeninceye kadar gözyaşlarım Namaz kıldım sönünceye dek kandiller Usanıncaya kadar rüku ettim Muhammed'i sordum sende kaybolan Ey Kudüs, ey nebilerin çıktığı şehir. Ey Kudüs, ey şeriatler feneri Ey parmakları yanan güzel çocuk Hüzün var gözlerinde, ey iffet şehri Ey Resulün uğradığı bahçe Kaldırımlarında hüzün var Minarelerinde hüzün var Ey Kudüs, ey karalara bürünen şehir Kim çalacak çanlarını Kıyamet kilisesinin Pazar sabahları Kim taşıyacak çocuklara oyuncakları Yılbaşı gecesinde. Ey Kudüs, ey hüzünler şehri Ey gözlerinden kocaman yaşlar akan Kim durduracak düşmanları Üzerine çullanan, ey dinlerin incisi Kim silecek kanları duvarlarından İncil’i kim kurtaracak Kim kurtaracak Kur'an’ı Kim kurtaracak Mesih’i kendisini öldürenlerden İnsanlığı kim kurtaracak. Ey Kudüs, ey şehrim Ey Kudüs, ey sevgilim Yarın, yarın çiçek açacak limon Sevinecek yeşil sümbüller ve zeytin Gözler gülecek Geri dönecek göçmen güvercinler Tertemiz yuvasına Ve geri dönecek çocuklar oynamaya Buluşacak babalarla oğullar Ey memleketim Ey barış ve bereket şehri. Çeviren: İlyas Altuner Yine yalnız değilim her zamanki gibi Bu Uzakdoğu gecesinde yokluğunlayım. Aramızda yirmibeşbin kilometre Sen kıştasın ben yazdayım Sen bir yarısında dünyanın Ben öte yarısındayım Yine de bırakmıyor ellerimi yokluğun Daha da bir gönlümcesin Varlığından bin kat güzel O yalımsal çıplaklığın yalaz yalaz Ve en gizlerden konuşurken ellerin İçimden gelmiyor mektup yazmak demeden Sevişiyoruz yirmibeşbin kilometreden İyileşmez çocukluğum yüzündendir Bu dalgalar arasında gidip gelişim Bilge ve güngörmüş martılarla Benim işim sevinç aşk bana göre Hele gün başladı mı sancılanmaya Başıma gelenlerin hemen hepsi İyileşmez çocukluğum yüzündendir. İyileşmez çocukluğum yüzündendir Ölü resimleri gibi solgun yüzler karşısında Duyarsız kalışım hatta inatla susuşum Boş tutkuların anlamsız korkuların Kirli yağmur suları gibi biriktiği Akşamlardan güle oymaya geçişim İyileşmez çocukluğum yüzündendir. İyileşmez çocukluğum yüzündendir Dağların ve denizlerin durmadan devinişi Beni çağırması bütün uzakların Birdenbire rüzgarlarla uzaylara açılışım Her şeyimin birden maviye kesmesi İyileşmez çocukluğum yüzündendir Saate bakmaksızın kapısını çalabileceği bir dostu olmalı insanın…. ‘Nereden çıktın bu vakitte’ dememeli, bir gece yarısı telaşla yataktan fırladığında; gözünün dilini bilmeli; dinlemeli sormadan, söylemeden anlamalı…. Arka bahçede varlığını sezdirmeden, mütemadiyen dikilen vefalı bir ağaç gibi köklenmeli hayatında; sen, her daim onun orada durduğunu hissetmelisin. İhtiyaç duyduğunda gidip müşfik gövdesine yaslanabilmeli, kovuklarına saklanabilmelisin.. Kucaklamalı seni güvenli kolları, dalları bitkin başına omuz, yaprakları kanayan ruhuna merhem olmalı…. En mahrem sırlarını verebilmeli, en derin yaralarını açıp gösterebilmelisin; gölgesinde serinlemelisin sorgusuz sualsiz…. Onca dalkavuk arasında bir tek o, sözünü eğip bükmeden söylemeli, yanlış anlaşılmayacağını bilmeli.. Alkışlandığında değil sadece, asıl yuhalandığında yanında durup koluna girebilmeli. Övmeli alem içinde, baş başayken sövmeli ve sen öyle güvenmelisin ki ona, övdüğünde de sövdüğünde de bunun iyilikten olduğunu bilmelisin.. Teklifsiz kefili olmalı hatalarının; günahlarının yegane şahidi… Seni senden iyi bilen, sana senden çok güvenen bir sırdaş... Gözbebekleri bulutlandığında, yaklaşan fırtınayı sezebilmelisin. Ve sen ağladığında onun gözlerinden gelmeli yaş…. Yıllarca aynı ip üstünde çalışmış, cesaretle ihanet arasında gidip gelen bir salıncağın sınavında birbiriyle kaynaşmış iki trapezci gibi güvenle kenetlenmeli elleri…. ‘Parkurun bütün zorluklarına rağmen dostluğumuzu koruyabildik, acıları birlikte göğüsleyebildik ya; yenildik sayılmayız’ diyebilmeli…. Issızlığın, yalnızlığın en koyulaştığı anda, küçücük bir kağıda yazdığımız kısa ama ümit var bir yazıyı yüreğe benzer bir taşa bağlayıp birbirimizin camından içeri atabilmeliyiz:. ‘Bunu da aşacağız! . İmza: Bir dost! …’ * nedir yol? toprak adındaki kağıda yazılı gezginlik manifestosu. * nedir ağaç? dalgaları hava olan yeşil göl. * nedir hava? bir ruh bir bedene yerleşmeyi istemeyen. * nedir ayna? ikinci bir yüz ve üçüncü göz. * nedir mukaddes? bir maske eğlenebilmek için müdennesle. * nedir ölüm? kadının rahmiyle yerin rahmi arasında nakliye arabası. * nedir gökkuşağı? bulutun bedeniyle güneşin bedeni bir eğimle kucaklaşmış yerin bedeni üzerinde. * nedir dalga? denizin ekranında çizgi film. *nedir kıyı? dalgaların yorgunluğu için yastık. * nedir yıldız? en güzel tarafı kapağı olan bir kitap * nedir yaşlılık? iki yöne büyüyen bir bitki: çocukluğun şafağı ve ölümün gecesine. * nedir siyah? güneşe gebe bir rahim. * nedir akan yıldız? fırlamış bir ok ki tek hedefi var gerçekleştireceği: kırılıp ölmek. * nedir günbatımı? güneşin bedeninden dökülen ter. * nedir kasîde? bir kız çocuk bitmeyen bir süt emmek ile yaşayan. * nedir düş? hayale lâyık olabilmek için gerçekliğin yükselişi. * nedir mutluluk? dilin kıyısındaki bir mezarlıkta mezar taşı. * nedir umut? betimlemek ölümü hayatın diliyle. * nedir toprak? bedenin geleceği. * nedir önkaranlık? vedâ hutbesi. * nedir gözyaşı? bedenin kaybettiği savaş. * nedir umutsuzluk? hayatı ölümün diliyle betimlemek. * nedir yankı? yol alışın yıktığı beden- tükeniyor tükendi. * nedir toz? rüzgârın dengi ve en büyük rakibi. * nedir yatak? gece içinde gece. * nedir doğa? görüyü yazmak için sağgörüdeki dil. * nedir ufuk? sınırsızca devingen uzay. * nedir rastlantı? farkında olmadan ellerine düşen rüzgârın ağacındaki meyve. * nedir gül? koparılmak için yetiştirilen baş. * nedir gerçek? resmetmek suyun endâmını ya da ışığın yüzünü. * nedir gayb? görmeyi arzuladığımız bir ev ve nefret ettiğimiz içinde oturmaktan. * nedir gök? daha çıkmadan kırılan merdiven. * nedir gece? bir peçe güneşin yüzüne taktığı. * nedir güzellik? bir biçim ki, onu gördüğünde görürsün ardındaki sırrı bazen de ardındaki allahı görürsün. * nedir anlamsızlık? hastalık en yaygın olanı. * nedir varlık? daima yeniden gözden geçirilmeyi gereksinen. * nedir gerçeklik? çökeltiler dilin ırmağı içre. * nedir yoksulluk? yeryüzü üzerinde hareket eden mezar. * nedir dostluk? ikinci bir güneş. * nedir sanı? muğlaklığın bedenini yoklayan el. * nedir gece? yıldızların kitaplarını satan sahaf. * nedir dua? sözün suyundan buharlaşan göksel bulut. * nedir gözyaşı? en saf ayna. * nedir ay? güneşin sadık hizmetkârı. * nedir mutlak? kafadaki hayız. * nedir çıplaklık? bedenin fatihası. * nedir iz? yürümeyi kesen ayak. * nedir bellek? bir ev ki yalnızca ikameti içindir kayıp eşyaların. * nedir şiir? seferde gemiler ve yoktur limanları. *nedir yastık? gecenin merdivenindeki ilk basamak. * nedir başarısızlık? ömür gölünde yüzen yosun. * nedir ömür? karanlığa doğru hiç durmayan yolculuk. * nedir kargaşa? bir başka düzen gecenin bedeni için. * nedir hayâl? gerçekliğin ıtırı. * nedir tarih? kör bir davulcu. * nedir yağmur? son yolcu bulut treninden inen. * nedir yüz? gözyaşının göçü için en yakın liman. * nedir gündüz? güneş ışınlarının en geniş kafesi. * nedir çöl? kum falı okumaktan bıkmayan falcı kadın. *nedir kum? sürekli okuru tek bir romanın: rüzgârın. * nedir sır? bir kapalı kap açtığında kırılan. *nedir bağırış? sesteki pas. * nedir toz? soluk yerin ciğerinden yükselen. * nedir parmaklar? beden okyanuslarının ilk kıyıları. * nedir kanat? uzayın kulağında fısıltı. *nedir kafes? içi boş doluluk * nedir keder? bedenin uzayındaki önkaranlık. * nedir şans? vaktin elindeki zar. * nedir düş? bıkmayan bir aç gerçekliğin kapısını çalmaktan. *nedir hüzün? neşe sözlüğünün yanlışlıkla attığı kelime. * nedir sürpriz? bir kuş kurtulmuş elinden gerçekliğin. * nedir vatan? dilin koltuklarına uzanan cisim. *nedir dil? bir trendir ki aynı zamanda yol, yolculuk ve varıştır. * nedir ırmak? bir yatak ki, yeryüzü memelerinin arasına ya da göbeğinin altına yayar onu. * nedir bahçe? bir kadın şair şiirlerini uyuyarak yazan ve susarak okuyan. * nedir merkez? tüm uçların ucu. * nedir yakın? bilgiyi gereksinmeyen istikrar. * nedir zaman? bir giysi giyip çıkarmadığımız. * nedir düz çizgi? görülmeyen eğik çizgiler toplamı. * nedir serap? bir güneş kumu giyip suya benzemeye çalışan. * nedir su? ateşin cehennemi. * nedir göbek? yolun yarısı iki cennet arasında. * nedir öpücük? görülen koparılışı görünmeyen bir meyvenin. * nedir kaygı? buruşukluklar ve kırışıklıklar damarların ipeğinde. * nedir mecaz? kelimelerin göğüslerinde çırpan kanatlar. * nedir yaratı? rastlantının elinde yüzük. * nedir kucaklaşma? ikinin üçüncüsü. * nedir anlam? anlamsızlığın başı ve sonu.. Çev: İsmail Özdemir Çok sevdim bir zamanlar, seviyorum yine de Alıp başımı gitmeyi yollar boyunca Seyretmek bir bozkır akşamını camından bir otobüsün Masal şehirlerini geçerken hızla. Çok sevdim bir zamanlar, seviyorum yine de Ürpertili, sımsıcak tenini kadınların Salmak serin sulara gövdemi Düşüp gitmek ardına şiirin ve aşkın. Çok sevdim bir zamanlar, seviyorum yine de Varolduğumu düşünmeyi, ürpererek... Karanlık bir odada küçük bir çocuk gibi Yağmurdan ve yalnızlıktan ürkek. Çok sevdim birzamanlar, seviyorum yine de Düşüncemi geniş ve sonsuz olanla birleştirmeyi Hırçın ve ele geçmezce atılgan Uysal ve usulcacık benim olan şeyi.... Çok sevdim bir zamanlar, seviyorum yine de Ve hep seveceğim beynim ve tenim varoldukca bu dünyada Pırıl pırıl olanı, her zaman bir güz diriliğinde Değişmez ve değişken olanı sonsuzca... Daha senden gayri âşık mı yoktur Nedir bu telaşın ey deli gönül Hele düşün devr-i Adem'den beri Neler gelmiş geçmiş say deli gönül. Günde bir yol duman çöker serime Elim ermez gidem kisb ü kârime Kendi bildiğine doğrudur deme Gel iki adama uy deli gönül. Şu yalan dünyadan ümidini üz İnanmazsan bak kitaba yüz be yüz Hanen mezaristan malın bir top bez Daha doymadıysan doy deli gönül. Baktım iki kişi mezar eşiyor Gam kasavet geldi boydan aşıyor Çok yaşayan yüze kadar yaşıyor Gel de bu rüyayı yor deli gönül. Birgün bindirirler ölüm atına Yarın iletirler Hakk'ın katına Topraklar susamış adam etine Hep ağzını açmış hey deli gönül. Mevlâm kanat vermiş uçamıyorsun Bu nefsin elinden kaçamıyorsun Ruhsatî dünyadan geçemiyorsun Topraklar başına vay deli gönül yaşam düşüncesini altmıştan öte atma nereye adım atsan sarhoş olmaksızın atma şimdi daha kafatasından bir tas yapılmamışken sen testiyi sırtından kadehi elinden atma Yedi zılgıt tadında duydum acının ağıt yakışını. Gözyaşlarına gözümü yumdum Ölüm denilen şey ayrılık olsaydı susardım Ve bir gün Tekrar dönüşüne, gülüşüne susardım. . Yedi zılgıt tadında duydum ölümü. Alnında hala lirası Ve boynunda yüz görümü . Yedi zılgıt tadında sevdim ölümü. Ekmeği bölmeyi Azrail'e gülmeyi Ölmeyi Ve bir gün tekrar dirilmeyi Ölüme bile giderken Göğsüm dik, başım ilerde Ardımdan yedi zılgıt duymayı sevdim. . Toprak damlarına yıldızlar yağar memleketimin. Dilek tutasın diye yıldızlar kayar Elazığ'ın camları Harput'a bakar Sadece kayısı değil, Malatya'dan delikanlı da çıkar Munzur'la dertleşir gençleri Tunceli'nin Kızlarıda ağıt yakar. Uzun hava Urfa'dan Türkücü Adıyaman'dan çıkar. . Yedi zılgıt tadında sevdim memleketi. Yollara düşmeyi Karlı dağlardan geçmeyi Çeşmeden su içmeyi Kaybolmuş bir izin peşine düşmeyi Odun taşıyan analarla selamlaşmayı Çocuklarla gülüşmeyi sevdim. Beni memlekete gömün Doğarken memlekete gömülmeyi sevdim. Gazel. Âşıka ta'n etmek olmaz mübtelâdır n'eylesin Âdeme mihr ü mahabbet bir belâdır n'eylesin. Gönlü dilberden kesilmezse acep mi âşıkın Gamzesiyle tâ ezelden âşinâdır n'eylesin. N'ola ta'yin etse zabt-ı mülk-i hüsnü gamzeye Zülfü bir âşüfte-i ser-der-hevâdır n'eylesin. Zülfüne kalsa perîşân eylemezdi dilleri Anı da tahrîk eden bâd-ı sabâdır n'eylesin. N'ola olsa muztarib hâl-i dil-i uşşâkdan Sînesi âyîne-i âlem-nümâdır n'eylesin. Olmasa Nef'î n'ola dil-beste zülf-i dilbere Tab'-ı şûhu dâma düşmez bir Hümâdır n'eylesin bir yaralı kızıl kuş gibi düşerdi güneş karanlıklar başlardı sıkıntılı ve uzun ondan kaçarcasına dönerlerdi adamlar yenilmiş değil ama biraz utanmış gibi kimle savaşırlardı kimse bilmezdi onu. şimdi sen her şeyden uzak büyüyen bir çocuksun ananın ak sütü gibi kinlerle beslenen yumruk gibi bir şey düşün ellerini yoksa bu çaresiz adamlar seni de yoksul eder. ay yoksa mavi sularda karanlık korkunç olur cılk bir yara gibi içine yayılır bozgun her yıl en güzel çocukları alır gider dalgalar ki senin de rengine vurulduğun. sonra yine başlar yine bitmez tükenmez gibi günler çeker seni sevdiğin türkülerle bir tutku yıllar önce bir başkasının gönül verdiği suya. ya kaçmaktır kurtuluşun çaresi ya yumruk gibi bir şey düşün ellerini Madem dünyaya dargınsın Mamudo kurban niye doğdun? Kader yolunda yorgunsun Mamudo kurban niye doğdun? . Kurban gelir payın yoktur Haftan yoktur ayın yoktur Ankara'da dayın yoktur Mamudo kurban niye doğdun? . Kim okuyup yazar seni Rüzgar değse bozar seni Ölsen kovar mezar seni Mamudo kurban niye doğdun? . Adam olmasaydın neydin Gelir miydin hiç bilseydin Keşke doğmadan ölseydin Mamudo kurban niye doğdun? . Akar yaşın şakır şakır Tahta döşek takır takır Ölüler senden rahattır Mamudo kurban niye doğdun? . Mahzuni işin doğrusu Öter zalimin borusu Dayımın öksüz yavrusu Mamudo kurban niye doğdun. dirilten misin beni gövdem öldüren misin bilmem. gördüren misin beni gözüm körleten misin bilmem. bildiren misin bana başım gizleyen misin bilmem. bir ben varım benden öte ben misin bilmem 'Duy şikayet etmede her an bu Ney, Anlatır hep bu ayrılıklardan bu Ney. Der ki; feryadım kamışlıktan gelir, Duysa her kim, gözlerinden kan gelir. Ayrılıktan parçalanmış bir yürek, İsterim ben, derdimi dökmem gerek. Şayet aslından biraz ayrılsa can, Öyle bekler, vuslata ersin zaman. Ağladım her yerde, hep ah eyledim, Gördüğüm her kul için, dostum dedim. Herkesin zannında dost oldum ama; Kimse talip olmadı esrarıma. Hiç değil feryadıma sırrım uzak, Gözde lakin yok ışık, duymaz kulak. Aşikardır can-beden, gör insanı, Yok izin, görmez fakat insan, canı. Ney sesi tekmil hava; oldu ateş, Hem yok olsun, kimde yoksa bu ateş! Ateş ateş olmuş, dökülmüştür Ney'e, Cebesi aşkın karışmıştır mey'e. Yardan ayrı dostu Ney dost kıldı hem, Perdesinden perdemiz yırtıldı hem. Kanlı yoldan Ney sunar hep arzuhal, Hem verir Mecun'un aşkından misal. Ney zehir, hem panzehir; ah nerde var, Böyle bir dost, böyle bir özlemli yar? Sırrı bu aklın, bilinmez akl ile, Tek kulaktır müşteri, ancak dile. Sırf keder, gam; gitti kaç gün kaç gece, Geçti yanışlarla günler, öylece. Geçse günler, korku yok, her şey masal; Ey temizlik örneği, sen gitme kal! Kandı her şey, tek balık kanmaz sudan, Anlamaz olgun adamdan bil ki, ham, Söz uzar, kesmek gerektir vesselam! ' Düşlerin mavi sağanağında bir gece sordu cesur ve yılgın bakışıyla bir kaçak: Seni nasıl sevmeli? . İpeksen çıldırır yüzlerce tırtıl kıvrımı suysan tutulmaz bir uçarı nem gülüşsen tam ortasından parçalanan bir çelik seni nasıl sevmeli? . Düşlerin mavi sağanağında bir gece soluğun soluğu susturduğu Afganistan. Karanlık kayalarda saklı turkuaz kuytu mağaralarda gizemli bir fısıltı ateşi üfleyen dudak kadar kırılgan her damla terin pusata dönüştüğü dünyanın gözyaşı ve isyan.. Toprağa gömülmüş kesik kollu bir heykel renk, ses ve tatlarla yıkılan idol akılla duygu ve çatışma ve cansıkıntısı en ince ayrıntılarla yeniden yaratılan çağdaş bin tanrı... bin tanrı daha. Seni nasıl sevmeli..? . İnsanın insanı doğurduğu bir öğle vakti - kil ya da kaburga kemiğinden değil - mermer serinliğinden bir ırmak akışından kuşların ötüşünden ışık selinden insanın insanı doğurduğu.... Sordu cesur ve yılgın bakışıyla bir kaçak: Turkuaz nerden ulaşır çarşılara bilmeden sorgulamadan geçitsizliği seni nasıl sevmeli? . Düşlerin mavi sağanağında bir gece anladım ne zaman düşürdüğümü göğsünde ürküntüsüz tek denizi taşıyan o güvercini.. Dağları da yitirdim vitrinlerle kuşatılmış bir şehrin salgınına kaptırıp kendimi.. Kimbilir kaç kadından birikmiş turkuaz güneşin tutsak yanı seni nasıl sevmeli..? Bir buğday büyüyorsa şimdi Türkiye'de Yeminle aşkla büyüyor. Yeminle lavanta çiçekleri, haşhaşlar, kekikler aşkla büyüyor. Koyunlar, keçiler, sığırlar Mısır, pirinç, yulaf Aşkla büyüyor dünyada. Binlerce senedir nehirler dünyayı görmeye çıkarlar Binlerce senedir böyle öğrendik dünyanın birçok yerinde akan rmakları, büyüyen bitkileri. Bazı yosunlarla bazı eğreltiotlarıyla bazı balıklarla konuştum, Dünyayı görmeyen kalmamış. . Şimdi Güneyde bir yonca büyüyorsa benim gibi Daha iyi bir hayat için büyüyor. Gelincikler köklerimin yanısıra onun için büyüyor. Pamuklar daha beyaz açıyorlarsa Sebep aynı. Ben bütün ormanları düşünerek büyürüm, Bütün ormanları düşünerek büyürler Benim gibi bütün ormanlar Türkiye'de. Öyle bir vaktine eriştik ki dünyanın Şimdi kimse kimseden daha az sevmiyor dünyayı, Ben İngiltere'deki ormanlardan, nehirlerden, ovalardan daha az sevmiyorum yaşamayı, Amerika'dakilerden daha az sevmiyorum. Burada pamuklar, su içindeki pirinçler, tütünler daha az sevmiyor Şimdi sarmaşıklar, şimdi asmalar, şimdi fasulyeler birbirlerine daha sarılarak büyüyorlar Şimdi stepler, dağlar yalnızlıklarını sevmiyorlar. Şimdi dünyada yalnızlığı kimse sevmiyor. Şimdi İran'da, şimdi Mısır'da, şimdi Sudan'da ormanlar niçin büyüdüklerini biliyorlar Şimdi petrol damarları niçin aktıklarını biliyor Şimdi her şey dünyada niçin yaşadığını biliyor. Sevdiğim cânım yolunda hâke yeksân olduğum Iyddır çık naz ile seyrana kurban olduğum Ey benim aşkında bülbül gibi nâlân olduğum Iyddır çık naz ile seyrana kurban olduğum. Cümle yâran sana uşşâk olduğun bilmez misin Cümlenin tâkatları tâk olduğun bilmez misin Şimdi âlem sana müştâk olduğun bilmez misin Iyddır çık naz ile seyrana kurban olduğum. Gâhi feyz-âbâda doğru azmedip eyle safâ Asaf-âbâda gelip gâhî salın ey mehlikâ Gel hele gör sahn-ı Sa'd-âbâda hiç olmaz bahâ Iyddır çık naz ile seyrana kurban olduğum. Kapladup gül penbe şâli ferve-i semmûruna Ol siyeh zülfü döküp ol sine-i billûruna Itr-ı şâhiler sürüp ol gerden-i kâfûruna Iyddır çık naz ile seyrana kurban olduğum. Sen açıl gül gibi zâr ile hezâr olsun Nedim Bend bend olsun hâm-ı zülfün şikâr olsun Nedim Sen salın cânâ yolunda hâksâr olsun Nedim Iyddır çık naz ile seyrana kurban olduğum. hâke yeksan: yerle bir olmak, yıkık ıyd: bayram nâlân: inleyen cümle: bütün yârân: dostlar uşşak: aşıklar takat: güç müştak: özleyen, can atan gâhi: bazen meh-likâ: ay yüzlü sahn: meydan, orta yer, sahne bahâ: kıymet, bedel, değer ferve-i semmûr: samur kürk sîne-i billur: çok beyaz göğüs ıtr-ı şâhî: güzel bir koku gerdan: boyun kâfur: beyaz ve yarı saydam, kokusu kuvvetli bir madde zâr: ağlama hezâr: bülbül ham-ı zülf: zülfün kıvrımı şikâr: av cânâ: ey can, ey sevgili hâksâr: toz toprak içinde, perişan Birçok kere yitirdim denizde kendimi Yeni kesilmil çiçeklerle dolu kulaklarım Dilim sevgiyle,acıyla dolu. Birçok kere yitirdim denizde kendimi Bazı çoçukların kalbinde yitirdiğim gibi.. Kimse yoktur duymasın öpüşürken Yüzü olmayan insanların gülümseyişini Kimse yoktur dokunurken bir bebeğe unutsun Durgun kafataslarını atların.. Çünkü aranır alında güller O katı görünüşlü kemiklerin, Başka işe yaramaz erkeğin elleri Toprağın altındaki köklere benzemekten.. Bazı çocukların kalbinde yitirdiğim gibi Birçok kere yitirdim denizde kendimi. Gidiyorum aramaya; suyu bilmeden, Beni çürütecek,ışık yüklü ölümleri. Boş günlerde geçirdiğim bu karanlık odalarda dönenip duruyorum pencereleri bulmak için. Öyle rahatlayacağım ki bir pencere açılsa Ama bir türlü ortaya çıkmıyor pencereler Ya ben bulamıyorum onları. Belki de Bulamamam daha iyi. Belki başka işkence olacak ışık Kim bilir neler çıkaracak karşıma Şimdi on ikiye kadar sayacak ve hep birlikte susacağız.. Bir an olsun toprağın yüzünde konuşmayalım hiçbir dilde, bir saniye duralım, sallamayalım kollarımızı bu kadar.. Acelesiz, motorlarsız ne mis kokan bir an olurdu, birlikte hepimiz apansız bir gariplikte.. İncitmezdi balinayı balıkçılar soğuk denizde tuz toplayan adam bakardı yaralı ellerine. Yeşil savaşlar hazırlayanlar, gazlı savaşlar, ateşli savaşlar, yaşayanı kalmayan zaferler, temiz giysiler giyerlerdi yürüyüp kardeşleriyle gölgede, bir şey yapmadan.. İstediğim karıştırılmasın kesin eylemsizlikle: ne yaparsa odur yaşam bir işim yok benim ölümle.. Götürebilmek uğruna hayatımızı bu kadar sıradan olmasaydık, ve bir an, hiçbir şey yapmasaydık, belki dev bir sessizlik yarıda kesebilirdi kederini kendimizi hiç anlamayışımızın, kendimizi ölümle korkutmanın, belki de toprak öğretecek bize ölü görünen her şeyin aslında canlı olduğunu.. Şimdi on ikiye kadar sayacağım sessiz olun, ben gideceğim.. (Türkçesi: Erdal Alova) Kevser-i ateş- nihadın adı aşk Düzah- ı cennet -nümanın adı aşk Bir lügat gördüm cünun isminde ben Anda hep cevr ü cefanın adı aşk 2 . Ve gökyüzünü unuttu diye maviliğini dumanlar arasında ve bulutları, o paçavralar içindeki sığıntıları tutuşturacağım en son aşkımla, bir veremlinin yanan suratınca, kızıl sarı. . Sevinçle kapatacağım gürültüsünü kalabalıkların, unutanların dirliği, ev bark yüzünü. Bir çift sözüm var insanlar! Çıkın siperlerinizden. Sonra bitirirsiniz savaşı. . Ama, Baküs gibi kandan sendeleyerek bir savaş başlasa bile, hiç solmaz aşk sözleri. Sevgili Almanlar! Bilirim, sizin dudaklarınızda Goethe’nin Greten’i var. . Fransız gülümser süngü altında, dudağında bir gülüşle düşer vurulan havacı, bir anımsasınlar yalnız ağzının öpüşünü senin, Traviata. . Bana tad vermez ama yüzyılların çiğnediği pembe et. Başka ayaklara kapanın bugün! Sensin övdüğüm elbet, süslü püslü sarışın yosma. . Belki aslında bu süngü uçları gibi korkunç günlerden, ağarınca yüzyılların sakalı, kalan yalnız ikimiz olacağız, bense kentten kente senin ardında. . Gelin gitmiş olsan da denizaşırı, saklanmış olsan da gecenin inlerine, Londra’nın sislerinde seni bulacaktır öpücüklerim yine sokak lambalarının ateşten dudaklarıyla. . Aslanların nöbet tuttuğu yakıp kavuran çöle yaysan da kervanlarını, senin için rüzgarın yırttığı kumun altına sereceğim yanağımın yanan Sahra’sını . Dudaklarına bir gülüş yerleştirsen, baksan da- ne yakışıklı boğa güreşçisi! Bir anda kıskançlık salacağım kulübelere, boğa gözlerimde bir ölüm sisi. . Dalgın adımlarla geçersen bir köprüden düşünerek- aşağıda olmak ne iyi; ben kemerler altında akan Seine ırmağıyım, seni çağırıyorum, gösteriyorum sana çürümüş dişlerimi. . Tırıs giden atların ateşinde yaksan da bir başkasıyla Strelka’yı, Sokolniki’yi, yukarılara tırmanıp, ta yukarılara seni bekleyen ölgün, çıplak ayım ben. . Güçlü kuvvetliyim, gereklilik duyarlar da buyruk verirlerse bana git savaşta öldürt kendini! diye, senin adın olur ağzımdan son çıkan ad, donar kalır bir mermiyle parçalanan dudaklarımda. . Başım taçlı mı ölürüm, Saint-Héléne de mi bilmem. Ata biner gibi binerim yaşamın dalgalarına, hem evrenin sultanlığına aday olurum hem kelepçelere. . Çar olmak düşerse bana, senin yüzündür güneşsel altınına sikkemin basıla buyruğunu vereceğim şey bütün halkıma ülkemin. . Ve orada, solduğu yerde herkesin tundurada, ırmakla pazarlık ettiği yerde kuzey yelinin adını oyacağım zincirlere Lili’nin öpe öpe zindanın karanlığında. . Dinleyin, unutanlar göğün mavi olduğunu, hepiniz, vahşi hayvanlar gibi diken diken tüyleriniz. Bu aşk belki de son aşkıdır dünyanın, yanar bir veremlinin kızıl rengiyle. . Vladimir Vladimiroviç Mayakovski Çeviri: Sait Maden . Greten, Faust’un kadın başkişisi Margeret’in adının küçültülmüş biçimi. Strelka, Leningrad yakınlarında; Sokolniki ise Moskova yakınlarında gezinti yerleri. Başkaları da var masa da İleri geri konuşuluyor. Ötedesin o adamın duldasında Göz kapaklarına bürünmüş adam. Eli her an omuzunda Eğiliyor sigaranı yakıyor . Teşekkürler sigara dumanı Sağolasın o adam !. Onunla gelmişin buraya Yüzün yandan ve uzaklarda. Niçin sevmiyorsun duvar kağıtlarını Hoş belkide seviyorsun. Herkes az buçuk sarhoş Herkes bir şeyler söylüyor. Ama yalnız ikimizin sözcükleri Sarmaşdolaş . Üzerinden sevişmek kadının Sigaranın,Asya'nın,omuzların,. Üzerinden aile fotoğrafların Eller nasıl duygandır nasıl yalın . İki ses, iki bakış, gelişir nasıl Tek bir cümle gibi, sözlere karşın. Sivri topuklar nasıl ortasına Gömülmüştür belleksiz halıların. Yine akşam, yine gurbet, yine başımda efkar Ve yine içimde şarkılı sesin. Gözlerimde çizgi çizgi duraklar Duraklarda hayal-meyal sen misin? . Sen misin yan yana gezemediğim? İnce sitemini sezemediğim Sırrını bir türlü çözemediğim İçimdeki çetin sual sen misin? . Bu nasıl yürekten söylenmiş makam? Dinlediğim bütün türkülerde gam Laleli-Aksaray arasında her akşam Dinlediğim tatlı masal sen misin? . Ne derse aldırma şimdi artık el Gel bir akşam yine türkülerle gel! .. İstanbul seninle çok daha güzel İstanbul'dan güzel hayal sen misin? . Biliyorum seni türküler yaktı, Türkülü gözlerin ıslak ıslaktı. Şimdi beni sokak sokak her akşam vakti Dolaştıran 'Dişi kartal' sen misin? . Yine akşam, yine gurbet, yine başımda efkar Ve yine içimde şarkılı sesin. Gözlerimde çizgi çizgi duraklar Duraklarda hayal meyal sen misin? Ey bir emre hazırlanan simsiyah gecede Karanlığı emip emip de gebe kalan Ey her depremden sonra biraz daha doğrulan Herkesin Veba girmiş bir şehrin hem halkı Hem seyircisi olduğu bir günde Ey düştüğü yerden kalkmaya hazırlanan ülke. Her damlası bir zafer müjdecisi Bir posta eri gibi Yağmur yüzümüze değince Çıkacağız yola. Çıkacağız yola Hesap günü gelince Yağmur yüzümüze değince Güneş bir mızrak boyu yükselince. Aşkım sana bir muamma Çöz çözebildiğin kadar Mürekkebin yetmez ama Çiz çizebildiğin kadar. Yokluğunla avunurum Benliği yere vururum Ayağındadır gururum Ez ezebildiğin kadar. Ayırdım candan bedeni Hatan ile sevdim seni Öfken dahi okşar beni Kız kızabildiğin kadar. Dilin olayım da söyle Nasıl yandım sana böyle Yollarında toprak eyle Gez gezebildiğin kadar. Aldım ruhunun tadını Ölsem duyarım yadını Mezar taşıma adını Yaz kazabildiğin kadar Severdi karanlıkta dolaşmayı, kara ağaçların Gölgelerinin ve rüyalarını soğuttuğu yerlerde. Ama yine de ışığa yönelen, ışığı isteyen Şiddetli bir hasret tutsaktı içinde. Bilmiyordu berrak gökyüzünün Dolu olduğunu parlak gümüş yıldızlarla Bir ateşim yanarım külüm yok dumanım yok. Sen yoksan mekanım belli değil zamanım yok. Fırtınalar içinde beni yalnız bırakma . Benim senden başka sığınacak limanım yok Kalabalıkta kalabalıkça yalnızlık Yalnızladıkça birbirimizi Haydi çoğalalım Çoğaltarak kendimizi Bir canım çoğal da bin can ol Isıt yaşlıların yalnızlıklarını ilinsin üşümüşlüğü bırakılmışların Çoğalın dudaklarım çoğalın sonsuz Öpün bütün ağlayan çocukları kimsesiz Çoğal gözlerim çoğal Gör bütün görmeyenlerde yapayalnız Ellerime tutunun ellerime çoğalın Okşayın sevecenlikle çocukları Hıçkırırlarken uykularında bile Gönül dünyasına gidip dönenlerden sor beni Belki aktır belki kara tutar söyler der beni Muhabbetin sofrasında kurduk büyük kaleyi Şu nefsime fırsat verme, fırsat bulup yer beni. . Gece gündüz her dakika senin için harabım Beni böyle susuz koyan içmediğim şarabım İster taş de, ister kaya senin için turabım Kapılara, eşiklere, yollarına ser beni. . Dizlerimde dermanım var biraz zaman ver gayrı Yüce dağlar belli olsun başa duman ver gayrı Aşık Sefam yalvarıyor yarab iman ver gayrı Her dem Allah derim amma niye basmaz ter beni. “Bir şiirde, bir satır saklayabilir başka bir satırı Nasıl ki bir kavşakta bir tren belki örter bir treni ... Aşkta, başka bir sitem saklayabilir bir sitem ve küçük bir serzenişte, koskoca bir şikayet gizlidir belki Bir adaletsizlik bir başkasını saklayabilir-bir sömürgeci bir başkasını Bangır bangır bir kırmızı üniforma bir tane, bir tane daha! ” -Kenneth Koch-. Göğünde aç kartalların, atmacaların yarıştığı tenha bir atlastan geldim… Kıyamda, kıyamette namluların kuytu dağlarla öpüştüğü bir atlastan. Yılları, yolları, yaşları yok gurbet yüzlü adamlardan, sur diplerinde bıçaklanan aşklardan… Yaşamı hiç bilmeden ölümü ezberleyen, badem gözlü, sıtmalı çocuklardan; yazgısı uçurum çocuklardan.... Zarif Dicle’de ve asi Fırat’ta, sıska keleklerde, kıl çadırlarda güneşe sataşan adamlardan.. Mendillerde, halaylarda gülüşleri kundaklanan hayatlardan; yazgısı uçurum hayatlardan... Darmadağın yılları hüzne satılmış, burunları hızmalı, şarkıları figan, doğurgan ve mübarek kadınlardan; yazgısı uçurum kadınlardan.... Orada şarkılara akar katran, akar kan... Orada ihlâl ve iflah olmaz vata. Tarih susarken günahları, bıçak sırtında yaşanmış o ah’ları ve aysız karanlıkları dağ başlarında. Nicesi aylaklığa bağışlanmış, sefil; ölüme, açlığa sebil. Kiminin ergen bıyıklarında aşk taslakları. Ya kederiydik kendimizin, ya bir halkın kaderi; ya şakağı ya şafağı bir halkın namlular çarmıhında! . Çünkü yok satıyorsa hayat, çok satıyordur erk, çok tüfek; Yok satıyorsa nehirlerimizde şafağın ilk ışıkları, çok satıyordur şiddet, nefret, aşiret. İşte sürüldü şarjöre mermi, indi emniyet, katıldı otuz bine bir daha yağmurlu bir sokakta delik deşik bir ceset. Yaşasaydı kendinin kederi olacaktı, yaşasaydı belki bir gün torunlarıyla dolunaylı gecelerde yıldızlar sayacaktı…. Kenger toplarken ellerine diken batan çocuklar, bilmezlerdi gözleri bağlanıp kurşunlanan bir aşkın hazin bir ünlem bırakacağını hayata. Bilmezlerdi bütün melodramların yalan olduğunu çekirdek çitlenen eski yazlık sinemalarda.. Onlar hâlâ gülümsüyorlar buğulu bir atlastan. Anıları damlıyor fotoğraflardan.... Biz de geçtik o dağlanan ağıtlardan. Biz de göçtük kirden, pasaktan, hıncın ışıltısından. Yakılmış köylerden, kesilmiş kulaklardan, o kanlı ayinlerden, perişan ormanlardan; biz de geçtik o murdar hayatlardan… Herkes gidecek elbet bu yavşak zamanlardan; bu kan revan, bu iğfâl akşamlardan…. /V e a n t o l s u n k i, h i ç b i r k u r ş u n, h i ç b i r ç e l i k, h i ç b i r t o p r a k v e h i ç b i r v a t a n, d a h a k u t s a l d e ğ i l d i r i n s a n d a n! / Bir piston Kalmamı ister dilediği yerde Tekler çoğulluğumu Bir dinozor zor yer beni: Yadi can beygir gücü.. Karıncaydı devenin Tepip oyluğun ezen, Bir bücür yere çaldı Dev gibi pehlevanı - - Unuturlar anı.. Bir sürek avında Ölüsünü görmeye gelirler, Abdal Musa demişler Bağrına saplı oku Çıkardı verdi geri.. Bu söz ibret sözüdür Arifler ocağında Yanar özge bir ateş O ateşin dilleri, Hele bir gel beri. Dulcinea seni en çok andığım Bu garip bu bilinmez akşamlardır Büyülü kırık dökük hanları Kral saraylarına dönüştüren Anlaşılmaz gizidir akşamların. Zor zamanlarımda düşlediğim Sen bütün sezgilerimde varsın Olsaydın belki yarım kalırdım Bir uzak köyde un eleyen süt sağan Bilinmez biri olman Kesinlikle kanıtlamaz yokluğunu Sen dünyaya her dokunmamda Gün gibi yeniden başlayansın. Olmazlıkta kurar insan sevincini Tutku her şeyi yeniler Yüreklilik bir çeşit yalnızlıktır O aptal yeldeğirmenlerine gelince Sen onları benden iyi tanırsın Aldı mı yere vurur adamı Kaldı ki sen onlardan da kahramansın Aşılmazlığınla aydınlat yolumu Dulcinea doğallığım sevincim anayurdum Dünya gün gelip anlayacak Sende gerçek büyüklüğe kavuştuğumu avucumdan düşüyor iki çizgi biri ak kara biri ak sizin olsun bahar açan dağlara düşer yolu kara bende kalsın yaftalı ölümle biter sonu neden hep boş bir bardağa yüksünmeden boyun eğer sürahi? İşte bir vazoda açmış iki gül İşte bir saksıda eşsiz kuşkonmaz. Gülleri gördükçe gönlüm bir bülbül Saksıya baktıkça içimde bir haz.. Dışarda fırtına, uğultu, tipi Odada sessizlik tutulur gibi. İşte o da geldi, evin sahibi Oturduk, eskiden konuştuk biraz.. Dışarda fırtına, tipi... Yerler kar İçerde başbaşa iki bahtiyar. Onları ısıtan eski bir bahar Dışarda yepyeni bir kış, bir ayaz. ''İlk ateşi sen yaktın Son yangın da senden olsun Senin canın sağolsun...''. Bilmeliydim Bir sabah çekip gideceğini Dünyayı başıma yıkıp gideceğini bilmeliydim Ve sen daha kırmadan bu aşkın kalemini Ben herşeye eyvallah deyip Çekip gitmeliydim bu şehirden. Ben yakılacak adamım bu şehirde Sana böyle yandığım için Ben asılacak adamım bu şehirde Seni böyle sevdiğim için. Oysa Neler öğretti hayat bana Gülerken ağlamayı Sırtımdan vurulmayı Aç susuz yaşamayı... Daha neleri öğretti hayat bana Bir sana yalvarmayı öğrenemedim Bir de seni unutmayı. Ben yakılacak adamım bu şehirde Sana böyle yandığım için Ben asılacak adamım bu şehirde Seni böyle sevdiğim için. Sen sahte mutlulukların süslü prensesi Sen sosyetik barların şımarık sokak kedisi Sen mutluluğun korkak faresi Sen hep aynı gecelerin Hep aynı şarkıların Hep aynı masaların vazgeçilmez mezesi Senin cirit attığın sokaklarda Ne gezer aşkın vefanın gölgesi Çek git artık! Yaşanmasın bir daha aşkın böylesi Çek git artık! Bitsin burada bu aşkın hikayesi. Oysa Bir yudum mutluluğun için Yollarına bir ömür serdim Oysa Bir gelişin için Sokaklarına binlerce sabır ektim Hasretse hasret Acıysa acı Uğrunda en kralını çektim Üstelik yalnız ve tektim Senin bir taş olduğunu nereden bilecektim? . Biliyorsun... Seni bebekler gibi sevdim Seni çiçekler gibi sevdim Seni melekler gibi sevdim Çünkü sen Tapılacak kadındın (!) bu devirde Oysa ben Sana böyle yandığım için Sana böyle kandığım için Seni böyle sevdiğim için Asılacak adamım bu şehirde Yakılacak adamım bu şehirde. Git git artık... Güle güle! ... Bir çocuk da anasından doğunca Bedenini pişirmeye tuz ister Üryan büryan ortalıkta kalınca Setirini örtünmeye bez ister. Konla sudan gelir anın gıdası Nasibini veren Barı Huda'sı Beşiklere beler onun anası Akşam sabah emzirmeye yüz ister. Bir yaşında ürüm ürüm ürünür İkisinde sürüm sürüm sürünür Üç yaşında adım adım yürünür Dört yaşında söylemeye söz ister. Beş yaşında dili civan sevişir Altısında uşağınan döğüşür Yedisinde dişlerini değişir Sekizinde her gediğin düz ister. Dokuzunda olur bir tosun maya Onunda da benzer kaşları yaya Onbirinde başı girer sevdaya Onbeşinde ala gözlü kız ister. Yirmisinde akıl baştan savrulur Otuzunda vursa dağa devrilir Kırk yaşında akıl başa çevrilir Ellisinde avın olmış baz ister. Altmışında iner bir merdivenden Yetmişinde binse düşer duvardan Sekseninde su getirmez pınardan Doksanında döşeğini düz ister. Pir Sultan Abdal bu söz hepimize Tonus girinceye belki de yaza Yüz yaşında ölümünü gözede Zemheriyi çıkarmaya yaz ister Bugün ben bir güzel gördüm Yeşiller giymiş ağ üzre Aklımı başımdan aldı Durabilmem ayağ üzre. Beni mest eden câmıdır Gonçe gülün eyyâmıdır Her biri bir harâmidir Kirpikleri kapağ üzre. Mah cemaline bakılur Ben kulun yanup yakılur Söyledikçe bal dökülür Leblerinden dudağ üzre. Cemâl ü hüsnü âlişan Ol Yusuf’tan almış nişan Siyah zülüfler perişan Dökülmüş al yanağ üzre. Aşık Ömer geldi ise Hak inayet kıldı ise Ferhad dağı deldi ise Ben koyam dağı dağ üzre Adıma özenenler ah bir bilseler kaç kaç göçük ceset yaşadım çürüdüm bugünlere kadar ben ... Bunca yıldır bir hiçliğe Gittim, sana geliyorum... Yeter artık döne döne Bittim, sana geliyorum.... Durdum ve düşündüm demin Baktım bu yol daha emin Ayrılmamaya bin yemin Ettim, sana geliyorum.... Gözüm yaşlı gönlüm garip Yalvarayım dedim varıp Benliği benden çıkarıp Attım, sana geliyorum.... Aşk tokmağı değdi örse Durmam gayrı dünya dursa Dünden kalma neyim varsa Sattım, sana geliyorum.... Bıraktım öfkeyi kini Oldum bir rahmet ekini Seni sevmenin zevkini Tattım. sana geliyorum.... (Dosta Doğru) İnandıramaz aynam yaşlandığıma beni. Değil mi ki doğduğunuz aynı gün gençlikle sen; Ama örtünce vaktin kırışıkları seni Medet umarım ömrüm bitsin diye ecelden. Varlığına o eşsiz güzelliği giysen de Gönlümün urbasından başka şey giyemezsin. Yüreğim sende çarpar, yüreğin çarpar bende: Demek ki bana göre yaşlısın diyemezsin. Onun için, sevgilim, kendine bakman gerek, Nasıl ki ben bir hiçim bakmak dururken sana, Yüreğin bende diye üstüne titreyerek Olmuşum yavrusunu esirgeyen bir ana. Gönlüne bel bağlama gönlümü yok edersen, Geri almak yok diye onu verdin bana sen. . 1564 Ödedim mi bedelini Ödedim mi yaşamanın Ayışığı oynaşırken Yar elini okşamanın. Açtıysa menekşe bil ki Duyduysa karınca bil ki Senden önce birileri Ödemiştir bedelini. Sokak sokak vuruşarak Adım adım yaklaşarak Hey hey hey Hey hey hey Gözyaşıyla kanla terle Tarihle hesaplaşarak. Ödedim mi sebebini Ödedim mi var olmanın Heybetli bir dağ misali Dimdik ayakta durmanın. Öldüyse civanlar bil ki Dolduysa zindanlar bil ki Kimseyi vurmasın Çözülsün diye çelişki. Sokak sokak vuruşarak Adım adım yaklaşarak Hey hey hey Hey hey hey Gözyaşıyla kanla terle Tarihle hesaplaşarak Ben de günahkâr kullarındanım Allahım... Bir kulhuvallahi bilirim dualardan, Bir de yarabbi şükür demeyi doyunca. Bir kere oruç tutmam ramazan boyunca, Ama çekmediğim kalmadı sevdalardan. Ben de günahkâr kullarındanım Allahım!... . Benim gibi kulun çok dünyada, allahım!... Eğer bilmiyorsan işte,haberin olsun. Ekmek derdi, aşk derdi unutturdu seni. İnsan hatırlamıyor dün ne yediğini. Zaten yediğimiz ne ki hatırda dursun. Benim gibi kulun çok dünyada, Allahım!... . Yazdıklarıma sakın darılma Allahım!... Meleklerin sana bunları söylemezler. Artık, pek yarattığın gibi değil dünya İnsanlar hem sabuna karıştı, hem suya: Ne olursun, hoşuna gitmedi ise eğer, Yazdıklarıma sakın darılma Allahım!... . Sana birşey soracağım, affet, Allahım!... Baş vakit kızlar doluyor camilerine, Beyaz yaşmaklı, beyaz tenli, masum kızlar... Benim bir defa görüşte yüreğim sızlar; Sen tutulmadın mı, içlerinden birine? Sana birşey soracağım, affet, Allahım!... . İşte insanlar bu minval üzre, Allahım!... Kıt kanaat sere serpe yollar boyunca... Sen, bizim için hâlâ o ezeli sırsın. Sen de bizi bilmiş olsan, başkalaşırsın... Herkesin kederi, gailesi boyunca. İşte insanlar bu minval üzre, Allahım!... . Karanfil. Adın her sabah uyandığımız gökyüzünün yerini aldı. Hangi su olursa olsun Yeşil sen bakınca. Her gün sen baktıktan sonra Bu kadar güzel Bu gökyüzü.. Fesleğen. Sen varken karanlık bilmez Hiçbir su. Hiçbir su Kaybolmaz.. Sarı Çiğdem. İlk biz geldik dünyaya Gelir gelmez Sevmeyi çalışmayı öğrendik Bir gün yası öğreneceğimizi Hiç bilmiyorduk.. Defne. Kimse ölümü övemez Seni gördükten sonra Kulluğu Savaşı Güzel gösteremez.. Lale. Yalan Ayvaz'ın laleyi sevmediği Doğru değil sonra İlk defa çiğdemin gördüğü dünyayı İlk Ayvaz geldi Bu manzara Ona bakarak geldi Hep ona bakarak geldik. Uyan gözün aç durma yalvar güzel Allah'a Yolundan izin ayırma yalvar güzel Allah'a. Her geceyi kaaim ol her gündüzü saim ol Hem zikr ile daim ol yalvar güzel Allah'a. Bir gün bu gözün görmez hem kulağın işitmez Bu fırsat ele girmez yalvar güzel Allah'a. Aslığı ganimet bil her saati nimet bil Gizlice ibadet kıl yalvar güzel Allah'a. Ömrünü hiçe sayma kendini oda yakma Her şam u seher yatma yalvar güzel Allah'a. Hey nice yatırsun dur olma bu safadan dur Bahr-ı keremi boldur yalvar güzel Allah'a. Her vakt-i seherde bir lütfu gelir Allah'ın Ol vakt uyanır kalbin yalvar güzel Allah'a. Allah'ın adın yadet, can ile dili şadet Bülbül gibi feryat et yalvar güzel Allah'a. Gel imdi Niyaziyle Allah'a niyaz eyle Hacatı dıraz eyle yalvar güzel Allah'a Hakiykatin ma'nisin şerh ile bilmediler Erenler bu dirliği riye dirilmediler. Hakiykat bir denizdir şeriattır gemisi Çoklar gemiden çıkıp denize dalmadılar. Bular geldi tapıya şeriat tuttu durur İçeri giribeni ne varın bilmediler. Dört kitabı şerh eden asıdır hakıykatte Zira tevsir okuyup ma'nisin bilmediler. Yunus adın sadıktır bu yola geldin ise Adın değşirmeyenler bu yola gelmediler. Yüreğini bana bırak sevdiğim tadında kalsın herşey mavi kalsın sahaflar büksün boynunu eski dergiler git menzilden alınmış seherlerin var yaşanacak sesin var bahar gibi akan yüreklere umutların göğün var senin yıldızlarla dolu git. eylül gözlerin var senin zümrütten. adında nilüferler yaşar yüzünde ay doğar alnında zührem parlar engin mavilerden yeşil doruklara şarkılar kondurursun. gölgesini öpmeye gelirim akşamüstü hatıralarının git. uğrunda ölecek köleyi bir bıçkın kader vuruşuyla tarumar bırak yüreğini bana sevdiğim uğultusu olurum kıyametin çırpınışı çaresizliğin kanadına tutunurum umudun ve gittiğin yollara boyun büker yetim yetim bakarım. git sevdiğim. gözün kalmasın arkada. sen gidince adını bestelerim binbir makamda. git sevdiğim git sevdiğim Bir elim bulut Bir elim toprak d d d ö ü ö n ş n e e e r n r e e k b k i r y a p r a k Sana bin kez söyledim be evladım Dişlerinle tırnaklarını yiyeceğine Gözlerinle gökyüzünü yesen ya... Dün sahilde karşılaştık... Biran gözüm ısırdı,sonra birden tanıdım Düşmemek için zor tuttum kendimi Bacaklarım titredi,bir ağaca yaslandım.... Yırtılan bir mektup gibi Sisli hatıraların gerisinden bakıyordu.. Eski bir sevdanın durulmamış nehirleri Çırpınarak yüreğime akıyordu.. Hatırladığım bir sonbahar günüydü, Karşımızdaki yeni eve taşındılar Bütün gün bakışıp duruyorduk Gözleri sanki birer kurşundular!.. O zamanlar ben, zıpkın gibi bir çocuktum; Liseye yeni başlamıştım Onun saçlarını geriye savurup Çapkınca gülümsemesinden hoşlanmıştım... Ne zaman cama çıksam, karşı balkonda Itırlı bir çiçek gibi tütüyordu Ne zaman buluşalım desem, olmaz diyordu Mektuplaşmak ona yetiyordu... Bir Temmuz akşamıydı, unutmam Yazlık sinema daha yeni dağılmıştı; Bahçe kapısında sıkıştırıp öpmüştüm, İçeri kaçıp saatlerce ağlamıştı... Sonraları çok kanuştuk, gezdik Bazen ağlaşıp bazen gülüştük Çılgın gibiydik, her fırsatta buluştuk, Uluorta öpüştük, herkesin diline düştük... Ailesi baş edemedi, Mersin deki halasına gönderdi Hiç arayıp sormadım Ben osıralar devrimci oldum. Mahalleden ayrılıp yıllarca evede uğramadım... Dünyam değişmişti artık Memleketin gidişatını hiçmi hiçbeğenmiyordum Forumlara,yürüyüşlere katılıyor, Durmadan şiir okuyup,ajitasyon çekiyordum... Ah o gençlik rüzgarı ah.. Ezilen insanları tek başıma kurtaracağmı sandım Anarşik bir eylem sırasında Seken kurşunlarla bacağımdan yaralandım.... Ameliyatın ardından yıllarca yattım içerde, Dosyam bir hayli kabarmıştı.. Beni o nemli koğuşlarda Vefakar anamdan başka hiç kimse aramamıştı... İçerden çıkınca onu sordum Bir astsubayla evlenip buradan gitmişti.. Oysa kibrit ağusuyla koluma dağladığım İsmi hala silinmemişti.... Hayat devam ediyordu İçkiye vurmuştum, unutmayı denyordum Pencerenin önünde, kuruyan bir çiçek gibi Günden güne tükeniyordum... Anam çökmüştü artık,ölmeden mürüvvet istiyordu Bazan oturup dertleşirdik.. Kimsesiz bir kadın varmış,körmüş, olur demiş Bende fazla uzatmadım,evlendik.. Geçmişe ait ne varsa; mektuptu,resimdi. Bir bir ayırıp yaktım ateşte. Nasıl gittiğini sorarsanız, ne bileyim, Kör-topal gidiyor işte... Ne varki, o hırçın saçları hepyüzüme savruluyor Balkona her baktığımda. Pişmanlık, bir eski yara gibi Hala kımıldayıp duruyor onu hatırladığımda.. Biiyorum, onunla olsaydım böyle kavga edip durmazdım yüreğimle. Biliyorum, bu sevdayı ben yıktım, Ben öldürdüm bu hoyrat ellerimle.!. Dün sahilde karşılaştık Bir an boş bulundum,sendeler gibi oldum Öyle bir baktı ki, ben o gözlerde Bir ömrün bütün acılarını buldum.... Bir şeyler söylemek ister gibiydi Başını eğip, gitti çocuklarının yanına Nedendir bilmiyorum, fakat Gimek istemedi sanki, kocasının koluna.. Ardından koşup durduramadım, ona soramadım Öylece dona kaldım. Çünkü o anarşik eylemden beri Ben artık deynekli bir topaldım!... Seni yitirmedim, kaybettim. Cep saatimi yitirdim, seni kaybettim. Gökyüzünün herhangi bir yerinde herhangi bir gökyüzünde kaybettim seni.. Kim kimi buldu ömründe? Herkes başka bir günü düşündü. Şöyle ya da böyle ömründe olmayan dünü düşündü.. Yeryüzünde hemen şurda kaybettim seni. Telaşla, korkuda kaybettim. Hüzünde, coşkuda kaybettim. 'Mutluluktan ölebilirim' dedin, kaybettim.. Kim kimi tanıdı ömründe? Herkes başka bir durumu düşündü. Şöyle ya da böyle ömründe olmayan umudu düşündü.. Kaybolan ne varsa onlarda, onlarla geçen günlerden birinde, geçmişte kaybettim işte, zaman sustu. Zifiri karanlık bir mağarada ürkek bir yosun ışıdı, kayboldu. Uzanmış uyumuştu Boaz, iş yorgunu; Bütün gün didinmiş durmuştu harmanında; Sonra serip her günkü yere yatağını Uyumuştu Boaz, ölçeklerin yanında. Epeyce tarlası vardı bu ihtiyarın; Zengindi, ama hakkı hukuku bilirdi; Rengi saftı değirmenindeki suların; Cehennem odu değildi ocağındaki. Gümüş sakalı Nisan çayına benzerdi; Ne hasisti, ne de haset vardı içinde; “Mahsustan düşürün de toplasınlar,» derdi Ekin devşiren fakir kadınlar görünce. Hiçbir vakit ayrılmamıştı doğru yoldan; Fukara babasıydı, gönlü pek ganiydi; Beyaz harmanisi kadar temiz bir vicdan. Halka açık ambarları sebil gibiydi. Babacandı, yakınlarına sıdkı vardı; İşini bilirdi, eli açık olsa da; Kadınlar gençlerden çok ona bakarlardı; Gençler güzel ama olgunun hali başka. O ki asıına dönmekte olan kişidir, Geçer yalan dünyadan ebedî dünyaya; Gencin gözündeki ihtiras ateşidir, İhtiyarınkinde başka bir nur, bir ziya. İşte böyle uyuyordu Boaz, gecede, Ekin tınazları birer mâbede benzer; Rençberler, üçer beşer, hepsi bir köşede; Eski zamanlar, eski günlerdi o günler. İsraillilerin başında bir hakim vardı; Ömrü çadırlarda geçen adam, toprakta Devlerin ayak izini görür, korkardı; Toprak tufan sularıyla ıslaktı hâlâ. Uyuyordu Boaz, Yakub’un, Yahuda’nın Uyuduğu gibi, dalla örtülü üstü; Birdenbire başı üzerinde, semanın Aralanan kapısından, bir rüya gördü. Bu rüyada Boaz’ın karnından bir meşe Çıkıp ta mavi göklere yükseliyordu. Bu bir nesildi, uzun bir zincir halinde; Bir kıral doğuyor, bir tanrı ölüyordu. Ve Boaz şöylece mırıldandı içinden: “Ben nasıl olur da bu nesle baş olurum? İhtiyarım; aşağı yukarı yaş seksen; Ne bir karım var dünyada, ne de bir oğlum. “Yıllarca koynumda yatan kadın, ey Tanrım Benim evimdeydi senin evine gitti; Gitti ama gene beraber sayılırım; O yarı canlı, bense yarı ölü şimdi. «Benden bir nesil doğacak! Nasıl olur bu? Nasıl olur da benim çocuklarım olur? Genç olsam neyse, çünkü insan genç oldu mu Geceden sıyrılan gün zaferle doludur. «İhtiyarım, hazan yaprağı gibi kuru; Karım yok, yalnızım, bir ayağım çukurda; Belim bükülmüş, Tanrım, mezarıma doğru, Nasıl eğilirse suya, susuz bir boğa.» Böyle söylüyordu rüyada, vecd içinde; Boaz, uykulu gözleri önünde Tanrı. Ne bilsin çınar gül açtığını dibinde? Onun da ayak ucunda bir kadın vardı. O öyle uyurken Rut, Moab’lı bir kadın, Ayak ucuna uzanmıştı, göğsü üryan; Kimbilir ne hayr umuyordu bu adamın, Büyük nuru getirecek uyanışından. Ne Boaz’ın bu kadından haberi vardı, Ne de Rut biliyordu Allah’ın emrini. Etrafı otların hafif kokusu sardı, Bu fısıltı dalgası Galgala şehrini. Muhteşem bir zifafa hazırlıktı gece. Herhalde görünmez melekler uçuyordu; Çünkü havadan arasıra ve gizlice Kanada benzer mavi şeyler geçiyordu. Boaz’ın nefesi yosunlar üzerinden Akan suların sesine karışıyordu. En güzeliydi dünyanın mevsimlerinden; Tepelerde beyaz zambaklar açıyordu. Rut dalgındı, Boaz uykuda, otlar kara; Bir nabızdı sürülerin çıngırak sesi; Gökten geniş bir rahmet iniyordu arza; Arslanların suya gittiği saatlerdi. Jerimadeth ve Urida her şey rahat, sakin; Loş semada yıldızlar yanıp sönüyordu; Karanlığın çiçekleri içinde narin Bir hilal parlıyor ve Rut düşünüyordu. Hareketsiz bakıp duvağının altından; Hangi Tanrı, ebedi yazın hasadında, Giderken fırlatmış atmıştı bu altından Orağı bu yıldız dolu gök tarlasına? Dünya derdiyle harap olmadan böyle, Bol bol içelim kızıl şaraptan şöyle. Dünya kanlımız; şarap, dünyanın kanı; Kanlısının kanını kim içmez; söyle? . (Hayyam'ın Türkçe Yüzü-Türkçe Yeniden Yazan-Yalçın Aydın Ayçiçek-Can Yayınları) Neye yaklaşsam, sonu uzaklık ve kırgınlık; Anla ki, yok Allah'tan başkasıyla yakınlık... Bu yaban dünyada bir köşe vardı. Gençliğimizin baharında gittiğim, Kara kayalarla sarılmış ve Yüksek çamların kuleleriyle çevrilmiş- Öylesine güzeldi ki yalnızlığı Vahşi bir gölün, onu daha az sevemzdim.. Ama kara kefenini serdiğin gece üzerine Herşeye serdiğin gibi, Ve gizemli rüzgar Ahenkle mırıldanarak gittiğinde, O zaman- aho zaman- uyanırdım. Issız göl dehşetine.. Ama korku değildi İnsanı titreten bir zevkti bu dehşet- Öyle bir duygu ki ne madenler, mücevherler Ne de- hatta senin aşkın Kandırabilirdi anlatmaya beni O zehirli dalgadaydı ölüm Bir mezarlık çukurumda- Yalnız imgelemi böyle teselli bulan, Kimsesiz ruhu bu karnlık gölden Bir Adeb yaratan, O'nun için iyi olurdu buradan ayrılmak, gitmek artık, nalları dikmek, bütün anıları terketmek filan, ama kalmanın da bir tadı var: kendilerini afet sanıp şimdi kirli dairelerinde sabırsızlıkla melodram dizisinin başlamasını bekleyen bütün o yavrular, ve bütün o delikanlılar, Yıllık'larda pürüzsüz ciltleriyle bir gün önemli biri olacaklarından emin emin sırıtan, şimdi polis onlar, daktilograf, sosisli sandöviç satıcısı, tımarcı, toz zerrecikleri, kalıp diğerlerinin ne olduklarını görmek güzel - yalnız banyoya girdiğinde aynayı es geç ve sifonu çektiğinde arkana bakma. Bilmiyorum,yaşamakta mısın,öldün mü? Dünyada bir yerlerde bulabilir miyim seni Yoksa,akşamın yaslı karanlığında Bir ölüyü mü düşünmeli.... Her şey senin için:Gün boyunca dualarım. Uyuşturan ateşi uykusuz gecelerin; Şiirlerimin beyaz sürüsü, Ve mavi yangını gözlerimin.... Hiç kimse daha yakın olmadı bana, Hiç kimse böylesine üzmedi beni, Acıya salıp gidenler bile, Okşayıp bırakanlar hatta. (çeviren:Ataol Behramoğlu) Halbuki birçok şey söylenebilirdi.Yadsınırdı örneğin.Ben vurmadım denirdi.Yalvarırıdı, kaçadrdı hiçdeğilse insan.Türkü bile çağırabilirdi.Herif sokağın ortasında yatıyordu.Kan içimde yatıyordu.Tıpkı ölmüş gibi.Öldüyse eğer sinemalara gidemeyecekti.Sıkıldı mı oturup ağlayamıyacaktı.Saçları kandan yapış yapıştı.Hem geceydi hem karanlıktı.Bir direkte bir lamba yanıyordu.Bildiğimiz lambalardan.Bir de bulut.Halbuki birçok şey söylenebilirdi.Polis dirseğimi sıktı.Ama hiç acımadı.Artık rahattım.Ayaklarım yerdeydi.Eller tutulurdu yaşadığım.Bir korkuyordum, bir korkuyordum. Titremek geliyordu içimden.Üstelik korkmaktan hoşlanıyordum.Birşeyler özlüyordum korktuğum zaman.Muz gibi, tüylü tüylü şeftali gibi, sıcacık kadın gibi.Ama değildi, bunlar değildi. Neydi bilmiyorum.En iyisi bir duvara yaslanıp sigara içmekti.Polis dirseğimi sıktı.Birçok şey söylenebilirdi.Denilebilirdi ki, herifin parası vardı benim yoktu, karıma sulanıyordu namussuz, anama avradıma sövdü durup dururken, senin geçmişini...dedi.Ama ben tutum ne dedim oysa.. İnce Zincir Herif düpedüz beni aldattı Beni mi ya hepimizi Ense traşı uzamaıştı inandım Günlerden cumartesiydi iyi buldum Bir ben yoktum başka herşey vardı. Dedim ki kendime hatırlar arada bir Bir selam versem bütün ışıkları yanar gözbebeklerinin Kopmuş gemilerin birer birer rıhtıma bağlar Merhaba dedim yüzüme baktı Çektim herifi vurdum.. Halbuki sarhoş olmasaydım vurmazdım Adamakıllı ağlasaydım yahut Mavi tulumbalar gibi Bir ışık boydan boya yolu donattı Ortada ben yoktum şaşırdım Paltosu eskiydi sevindim Merhaba dedim yüzüme baktı Cebinde gazeteleri vardı. Çektim herifi bir daha vurdum.. Adamın kanı aktı şaşırdım Dünya öyle güzel ki Sevişmek var ölmek var İç çekmeleri var şaraplarla Bir kadının oh demesi var içinden Koptuğu yerden başlamak Yaşamak için herşey Merhaba dedim yüzüme baktı Çektim herifi vurdum.. Aslında bir ben vardım sokakta birde polis.Beni yeni olmuştum.Önce yoktum elbet.Bir de sokak lambası ile o bulut.Bir de vurduğum o adam vardı.Tamam birde ağustos gecesi.Elbette geceydi ne sandınız.Gündüz adam vurmak için sebep yok zaten.Polis benim savunmamı yeter buldu belki.Ama ille tanık gerekiyordu.Öyle dedi polis.Tanık olmadan olmaz dedi.Doğruydu ya.Tanık olmadan olmaz.Tanık kimse ne yaşar ne ölebilir, ne sarhoş olabilir, ne aşık olabilir, ne yankesici olabilir.Bakındım.Sokak lambasını gördüm, gösterdim, bulutu gördüm gösterdim.Hem başka kimseciklere inanamazdım.Zaten kimse de yoktu.O sokak lambasının dedikleri bir bir hatırımda.Işığı da.Gidip birgün hatırını soracağım nokta.. Işığın Boğulduğu Bu adamın(benim yani) aklında dumanı tüten çorbalar vardır Üç beş kişi hatırlıyodu biri kendisi Kendi elini üç defa öptü başına götürdü Saçlarını düzeltti kravatının düğümünü çekti Sislerin kötümser kokusunu ben bile duyuyordum. Sokaklar meydanlar tüm boş tüm zehir kalabalıkta Gümüş bukağılar vurulmuş bir beygir ikide bir uykusunu bölüyor Bir bağırsa sesi bütün sokaklara yeter biliyorum. Beni bu işe katmayın Ben durur şuracıkta gelen geçeni aydınlatırım Gece böceklerini gönenirim Bu işi sevgiyle öptüm başıma koydum. Bunları bırak dedi, polis.İşin içyüzünü anlat biliyorsan. Sokak lambası tıkandı baktım.Dokunsalar ağlayacaktı.Benim dedi, tıpkı böyle dedi, kendimden konuşturulmayan yerlerde sözüm yok.Bütün diyeceğim bu kadar.Ama yok yok bir türküm daha var onu da söylemek isityorum.Sen bırakmasanda söyleyeceğim zaten.. Rahat Ayrılıklar İçin Giriş. Gün biter gülüşün kalır bende anılar gibi sürüklenir bulutlar Ömrümüz ayrılıklar toplamıdır yarım kalan bir şiir belki de . Aykırı anlamlar arayıp durma güz biter sular köpürür de kapanmaz gülüşünün açtığı yara uçurum olur cellat olur her gece . Her gece yeniden bir talan başlar acı ses olur, ses deli bir yağmur eski bir eylüle gireriz böylece . Sığındığım her yer adınla anılır ben girerim, sokağı devriyeler basar bir de gülüşün eklenir kimliğime Ablam çiçekli basma giyerdi. Gurbet ustasıydı, Sıla mı,hüzün saatlerimi? Eylülün ilk haftasıydı.. Saçlarını tarasa akıp giderdi onlarca keder. Darılsa bana kumral bir yalnızlığa başlardı.. Verandanın köşesinde siyah- beyazdı sesi. Ablam yaşasaydı solgun şarkılar söğlerdi.. Eylül müydü albümden düşmüş sonbahar mı? Ne güzel güldü bütün özlemi sarardı.. Bir gün kalbi kuş uçmayan atlaslara gömüldü. Yaşasaydı kuş olup Cezayir menekşelerine konardı. Seccaden kumlardı... Devirlerden, diyarlardan Gelip göklerde buluşan Ezanların vardı.. Mescit mümin, minber mümin.. Taşardı kubbelerden Tekbir, Dolardı kubbelere "amin"! . Ve mübarek geceler, dualarımız, Geri gelmeyen dualardı. Geceler ki pırıl pırıl, Kandillerin yanardı! . Kapına gelenler ya MUHAMMED, - Uzaktan, yakından - Mümin döndüler kapından! . Besmele, ekmeğimizin bereketiydi; İki dünyada aziz ümmet, MUHAMMED ümmetiydi.. Konsun yine pervazlara Güvercinler; "Hu hu"lara karışsın Aminler.. Mübarek akşamdır; Gelin ey Fatiha’lar, Yasin’ler! . Şimdi SENİ ananlar, anıyor ağlar gibi... Ey yetimler yetimi, Ey garipler garibi; Düşkünlerin kanadıydın, Yoksulların sahibi.. Nerde kaldın ey RESUL, Nerde kaldın ey NEBİ? . Günler, ne günlerdi, ya MUHAMMED; Çağlar ne çağlardı: Daha dünyaya gelmeden Müminlerin vardı.. Ve bir gün ki gaflet Çöller kadardı, Halime’nin kucağında Abdullah’ın yetimi, Amine’nin emaneti ağlardı! . Hatice’nin goncası, Aişe’nin gülüydün. Ümmetin gözbebeği, Göklerin RESULÜYDÜN.. Elçi geldin, elçiler gönderdin. Ruhunu ALLAH’a, Elini ümmetine verdin. Beşiğin, yurdun, yuvan Mekke’de bunalırsan Medine’ye göçerdin. Biz bu dünyadan nereye Göçelim, ya MUHAMMED? Yeryüzünde, riya, inkar, hıyanet Altın devrini yaşıyor... Diller, sayfalar, satırlar "Ebu Leheb öldü"diyorlar: Ebu Leheb ölmedi, ya MUHAMMED; Ebu Cehil, kıtalar dolaşıyor! . Neler duydu şu dünyada Mevlid’ine hayran kulaklarımız; Ne adlar ezberledi, ey NEBİ, Adına alışkın dudaklarımız! Artık, yolunu bilmiyor; Artık, yolunu unuttu Ayaklarımız! Kabe’ne siyahlar Yakışmamıştı, ya MUHAMMED, Bugünkü kadar! . Haset gururla savaşta; Gurur, Kaf Dağı'nda derebeyi.. Onu da yaralarlar kanadından, Gelse bir şefkat meleği. İyiliğin türbesine Türbedar oldu iyi! . Vicdanlar sakat Çıkmadan yarına. İyilikler getir, güzellikler getir Adem oğullarına! . Şu gördüğün duvarlar ki Kimi Taif’tir, kimi Hayber’dir. Fethedemedik ya MUHAMMED, Senelerdir.. Ne doğruluk, ne doğru; Ne iyilik, ne iyi.. Bahçende en güzel dal, Unuttu yemiş vermeyi. Günahın kursağında Haramların peteği! . Bayram yaptı yabanlar; Semave’yi boşaltıp Save’yi dolduranlar. Atını hendeklerden-bir atlayışla- Aşırdı aşıranlar. Ağlasın Yesrib, Ağlasın Selman’lar! . Gözleri perdeleyen toprak, Yüzlere serptiğin topraktı. Yere dökülmeyecekti, ey NEBİ, Yabanların gözünde kalacaktı! . Konsun yine pervazlara Güvercinler; "Hu hu"lara karışsın Aminler. Mübarek akşamdır; Gelin ey Fatiha’lar, Yasin’ler! . Ne oldu, ey bulut, Gölgelediğin başlar? Hatırında mı, ey yol, Bir aziz yolcuyla Aşarak dağlar taşlar, Kafile kafile, kervan kervan Şimale giden yoldaşlar! . Uçsuz bucaksız çöllerde, Yine, izler gelenlerin, Yollar gideceklerindir.. Şu tekbir getiren mağara, Örümceklerin değil; Peygamberlerindir, meleklerindir. Örümcek ne havada, Ne suda, ne yerdeydi. Hakkı göremeyen Gözlerdeydi! . Şu kuytu, cinlerin mi; Perilerin yurdu mu? Şu yuva-ki bilinmez, Kuşları hüdhüd müdür, Güvercin mi kumru mu? Kuşlarını bir sabah, Medine’ye uçurdu mu? . Ey Abva’da yatan ölü, Bahçende açtı dünyanın En güzel gülü; Hatıran, uyusun çöllerin Ilık kumlarıyla örtülü! . Dinleyene, halâ, Çöller ses verir: "Yaleyl! " susar, Uğultular gelir. Mersiye okur Uhud, Kaside söyler Bedir. Sen de, bir hac günü, Başta MUHAMMED, yanında Ebubekir; Gidenlerin yüz bin olup dönüşünü Destan yap, ey şehir! . Ebubekir’de nur, Osman’da nurlar. Kureyş uluları, karşılarında Meydan okuyan bir Ömer bulurlar; Ali’nin önünde kapılar açılır, Ali’nin önünde eğilir surlar. Bedir’de, Uhud’da, Hayber’de Hakk’ın yiğitleri, şehit olurlar.. Bir mutlu günde, ki ölüm tatlıydı; Yerde kalmazdı ruh.. kanatlıydı.. Konsun-yine-pervazlara Güvercinler; "Hu hu"lara karışsın Aminler. Mübarek akşamdır; Gelin ey Fatiha’lar, Yasin’ler! . Vicdanlar, sakat çıkmadan, Ya MUHAMMED, yarına; İyiliklerle gel, güzelliklerle gel Adem oğullarına! . Yüreklerden taşsın Yine, imanlar! Itri, bestelesin Tekbir’ini; Evliya okusun Kur’an’lar! Ve Kur’an’ı göz nuruyla çoğaltsın Kayışzade Osman’lar! . Naatını Galip yazsın, Mevlid’ini Süleyman’lar! Sütunları, kemerleri, kubbeleriyle Geri gelsin Sinan’lar! Çarpılsın, hakikat niyetine Cenaze namazı kıldıranlar! . Gel, Ey MUHAMMED, bahardır. Dudaklar ardında saklı Aminlerimiz vardır! .. Hacdan döner gibi gel; Mirac’dan iner gibi gel; Bekliyoruz yıllardır! . Bulutlar kanat, rüzgar kanat; Hızır kanat, Cibril kanat, Nisan kanat, bahar kanat; Ayetlerini ezber bilen Yapraklar kanat.. Açılsın göklerin kapıları, Açılsın perdeler, kat kat! Çöllere dökülsün yıldızlar; Dizilsin yollarına Yetimler, günahsızlar! Çöl gecelerinden, yanık Türküler yapan kızlar Sancağını saçlarıyla dokusun; Bilal-i Habeşi sustuysa Ezanlarını Davut okusun! . Konsun-yine-pervazlara Güvercinler; "Hu hu"lara karışsın Aminler.. Mübarek akşamdır; Gelin ey Fatiha’lar, Yasin’ler! bak sular çekildi. hep hatırlatır ya sahipliğini işte öyle kapatıp, türbanladı tanrı denizini. kumları oyalayan kir içinde, birkaç çocuk ayağı şimdi.. bende kemikleşen babamın mezarını bilmem ama bir çocuğu kemiren ya bir babadır hep ya da yokluğu.. bak avuçlarının içindeki raylardan çıkıyor çok yüklediğimiz tren belki boynunu kurtarıyoruz trenlerin makaslandığı yerlerde ilk defa doğru raylara uzanmış bir kadının. ama bu kez de kargaşa ve ceset oluyor senin ekseninde. biliyorum bir aşkın üstüne yakışacak ağız tadı değil akşamları acıya yatırılan bir damak. belki sonra eli siyahtan başka bir renge de uzanabilen ressamlar tanır seni bilirsin seni çırılçıplak çizmek için kendini soyan birini. ama tren ne kadar dinlense de raydan çıktığı o noktaya yaklaşırken —ki söz konusu olan bir kadındır korkusuna yaklaştıkça çoğalır güzelliği— bilmeyecek hiç o noktayı bir daha geçip geçemeyeceğini… Bu ne güzel koku böyle, bu ne güzel koku. Gül bahçesinden yoksa gelen o mu? Gece mi bu gelen, misk mi bu, amber mi bu? Bu ne güzel koku böyle, bu ne güzel koku. O pazardan tezcecik yoksa o mu geliyor, yoksa güzelimiz geri mi geliyor ne?. Bu nasıl yüz böyle, bu nasıl ışık? Bu nasıl ay böyle, bu nasıl güneş? Mağradan mı çıktı, dağdan mı iniyor, o yalnızlığın adamı, o dost?. Boş yere arama şarap testisini sen. Koklama onun ağzını sen boş yere. Şu meyhaneciden mi geliyor sandın onu; dostum, onu sen kendin gibi belleme.. Yolda o yapayalnızsa ne olur? Başında sarık yoksa ne çıkar? Ne bundan güneşe bir leke olur, ne ayın gösterişine zarar.. Bu gece uyuma dostum, uyuma. Bir kolayına getir onu bul. Sarhoşlar meclisine hep böyle geceleyin gelir o. Bu gece uyuma dostum, uyuma.. Biz duvara asılı duran resimleriz. Bizi yapan ressamın varlık şavkı duvarın üzerine bir vurdumu, bakarsın o anda canlanıvermiş, kımıldanmışız Onun selvi boyu bir göründü mü, bakarsın dünya güllük gülistanlık. Kalktı bir salındı, kendinibir gösterdi mi. bakarsın kıyamet koptu gitti.. Bakarsın Calinus gibi hastalar ülkesindendir o. Bakarsın hayret yurdunda dolaşır hastalar gibi.. Sustum artık ben, sustum artık Bu şiir utanıyor ondan. Bir han köşesinde kalmışım hasta Gözlerim kapalı kulağım seste Kendim gurbet ilde gönlüm heveste. Gelme ecel gelme üç gün ara ver Al benim sevdamı götür yare ver. Erzurum dağları duman dildedir Başım yastıktadır gözüm yoldadır Aslı hayın yardır adam daldadır. Gelme ecel gelme üç gün ara ver Al benim sevdamı götür yare ver. Erzurum dağları kardır geçilmez Gizli sırlar her adama açılmaz Ayrılık şerbeti zehir içilmez. Gelme ecel gelme üç gün ara ver Al benim sevdamı götür yare ver. Felek sen mi kaldın bana gülecek Akıttın göz yaşım kimler silecek Kerem'e dediler Aslı'n gelecek. Gelme ecel gelme üç gün ara ver Al benim sevdamı götür yare ver Zuhur-ı kainatın madenisin ya Resulallah Rumuz-ı küntü kenz'in mahzenisin ya Resulallah. Beşer denen bu alem ki senin suretle şahsındır Hakikatte hüviyette değilsin ya Resulallah. Vücudun cümle mevcudatı nice cami' olduysa Dahi ilmin muhit oldu kamusun ya Resulallah. Dehanın menba-ı esrar ilm-i min ledünnidir Hakayık ilminin sen mahremisin ya Resulallah. Ne kim geldi cihana hem dahi her kim gelisedir İçinde cümlenin ser-askerisin ya Resulallah. Cihan bağında insan bir şecerdir gayriler yaprak Nebiler meyvedir sen zübdesisin ya Resulallah. Şefaat kılmasan varlık Niyazi'yi yoğ ederdi Vücudun zahmının sen merhemisin ya Resulallah Çok merak ediyorum kendimi Başıma bir şey mi geldi Öldüm mü kaldım mı Hiçbir haber yok kendimden. Bu sabah kapımı çaldım Kapıyı açan kendim Bir süre kendime baktım Bu güleç yüz bendim. Oh ne güzel bir sabah Bugün de yaşıyorum demek Benden başka yok kimsem Beni merak edecek Ah, şu aşk yatağında Bir kez daha yorgun uyuyakalmışım Bir ağaç gördüm yeşil tomurcuk dolu Güneşin altında.. Düşünüyordum rüyamda Bu güneş altındaki ağacı: Zamanı gelince beni bu Yeşil ağacın altında gömsünler.. Sonra senin yanında uyanınca Bembeyaz çarşaflar içinde: Ah, beni bu çarşafların İçine gömsünler diye düşündüm.. Ve perdelerin arasından süzülen Yumuşacık ay Hareketsiz, sessiz düşünüyordu. Benim cenazem ne zaman? . Daha sonra bacağına Ve ılık vücuduna sarılmışken Düşündüm: İlerde Beni bu kolların arasında gömün.. ve hepinizi gözleri yaşlı mirasçılar gibi yatağımın çevresinde gördüm. düşündüm: öldüğümde gitmeme izin vermeniz gerekecek. . siz çok şey verenler: bana herşeyi veremediğiniz için üzüleceksiniz: beni sevinçli gördüğünüz için avunamayacaksınız. Dünyanın ucunda bir gül açılmış Efil efil esen yele merhaba Karanlığın sonu bir ulu şafak Sarp kayadan geçen yola merhaba. Gün be gün yüreğim ulu yalımda Engel tuzak kurmuş bekler yolumda Zulümlerde işkencede ölümde Bükülmeyen güce kola merhaba. Acıda kahırda çekmiş geliyor Güneşten boşanmış kopmuş geliyor Bir ışık selidir sökmüş geliyor Nazım usta coşkun sele merhaba. Alınacak Anadolu'nun öcü Yerde kalmıyacak çekilen acı Açıldı geliyor şafağın ucu Şu doğdu doğacak güne merhaba. Selam olsun dört bir yana merhaba Akan kana düşen cana merhaba Hesap sorulacak güne merhaba Türküler söyleyen dile merhaba Aylar geçip yıllar olsa da Yıllar geçip zaman dolsa da Aşkın arzuları beni boğsa da Bir gün seversin diye bekleyeceğim. Bugün nişanlansan, yarın evlensen Benden başka binbir kişi sevsen Hepsiyle ayrı ayrı izdivaç görsen Bir gün dönersin diye bekleyeceğim. Seni beklemekle geçse de ömrüm Şu fani dünyada kalmasa günüm Senden uzakta ölürsem bir gün Ahirette seni bekleyeceğim... Göllerimi bırakıp denizlerine gelirim sevişmek için seninle Flora, çağlayanın karnında çırpınan kayık isteğin masalı tenime dağılan mıknatıs yüzükoyun yatmasan göremezdim sırtında bir bahçıvanın makas izleri Sevdalılar Parkı'nda ağır yaralı dudakların boynumun altında patlayan yavru papatya sokaklar bile göç ediyor Flora saatler ıslanıyor Tamburi Cemil Bey çalıyor seni anımsatan şarkıları kente kanadı kırık melekler yağıyor sevdamız yüksekten uçurdu bizi sevdamız, siste dolaşan tavuskuşları. biz sevişirken ölmeliyiz Flora köprülerin üzerinde, çatlayıp bizi ikiye bölen erimiş bilgisayarlar bulmalılar çöp kutumuzda oyuncak mağazaları için soygun planları tahtlar, somun altından biz sevişirken ölmeliyiz Flora birileri haber vermeli bunu muhabbet kuşlarına Gece vakti kimdir kapıyı çalıp gelen Yitirdiğim bir mutluluk mu Habercisi mi gelecekteki bir mutluluğun . Gece vakti kimdir kapıyı çalıp gelen İçimde bağıran acılar mı Serseri, başıboş bir rüzgar mı . Gece vakti kimdir kapıyı çalıp gelen Ansızın çıkıp gelen bahar mı . Gece vakti kimdir kapıyı çalıp gelen Yüreğim mi,damarlarimda hışırdayan kan mı. Bağırarak bu kansız evlerin suratına Bağırarak bu kansız sokakların suratına Bağırarak bu kansız insanların suratına Bağırarak yüreğimdeki kanı . Gece vakti kimdir kapıyı çalıp gelen Oğlum,bu temenni neye benzer, bana bak: Eşeklerin canı yükten yanar,aman derler, Nedir bu çektiğimizderd,çifte çifte semer! Biriyle uğraşırken gelip çatar öbürü; Gelir ki taş gibi hain, hem eskisinden iri.. Semerci usta geberseydi...değmeyin keyfe! Evet,gebermelidir inkisar edin herife. Zavallı usta göçer bir gün akibet, ancak, Makaami öyle uzun boylu nerede boş kalacak? Çırak mı, kalfa mı, kim varsa yaslanır köşeye; Takım biçer durur artık gelen giden eşeğe. Adam meğer acemiymiş, semerse haylı hüner; Sırayla baytarı boylar zavallı merkepler. Bütün o beller,omuzlar çürür çürür oyulur; Sonunda her birinin sırtı yemyeşil et olur. ''Giden semerciyi,derler, bulurmuyuz şimdi? Ya böyle kalfa değil, basbayağı muallimdi. Nasıl da kadrini vaktıyla bilemedik,tuhaf iş: Semer değilmiş o rahmetlininki devletmiş! '' Nasihatim sana:''herzeyle iştigali bırak! Adamlığın yolu neredeyse, bul da girmeye bak! Adam mısın: ebediyyen cihanda hürsün gez; Yular takıp seni bir kimsecik sürükleyemez. Adam değil misin, oğlum, gönüllüsün semere Küfür savurma boyun kestiğin semercilere. Yalvarma zalime, ölmek daha evlâ Bir ekmeği beşe bölmek daha evlâ Şu kirli dünyaya bak ibret ile Doymaktan ziyade görmek daha evlâ... 28.03.2005/Vakit Saçma ey göz eşkden gönlümdeki odlara su Kim bu denlü dutuşan odlara kılmaz çâre su. (Ey göz! Gönlümdeki (içimdeki) ateşlere göz yaşımdan su saçma ki, bu kadar (çok) tutuşan ateşlere su fayda vermez.) . Âb-gûndur günbed-i devvâr rengi bilmezem Yâ muhît olmış gözümden günbed-i devvâra su. (Şu dönen gök kubbenin rengi su rengi midir; yoksa gözümden akan sular, göz yaşları mı şu dönen gök kubbeyi kaplamıştır, bilemem..) . Zevk-ı tîğundan aceb yoh olsa gönlüm çâk çâk Kim mürûr ilen bırağur rahneler dîvâra su. (Senin kılıca benzeyen keskin bakışlarının zevkinden benim gönlüm parça parça olsa buna şaşılmaz. Nitekim akarsu da zamanla duvarda, yarlarda yarıklar meydana getirir.) . Vehm ilen söyler dil-i mecrûh peykânun sözin İhtiyât ilen içer her kimde olsa yara su. (Yarası olanın suyu ihtiyatla içmesi gibi, benim yaralı gönlüm de senin ok temrenine, ok ucuna benzeyen kirpiklerinin sözünü korka korka söyler.) . Suya virsün bâğ-bân gül-zârı zahmet çekmesün Bir gül açılmaz yüzün tek virse min gül-zâra su. (Bahçıvan gül bahçesini sele versin (su ile mahvetsin) , boşuna yorulmasın; çünkü bin gül bahçesine su verse de senin yüzün gibi bir gül açılmaz.) . Ohşadabilmez gubârını muharrir hattuna Hâme tek bahmahdan inse gözlerine kara su. (Hattatın beyaz kâğıda bakmaktan, kalem gibi, gözlerine kara su inse (kör olsa, kör oluncaya kadar uğraşsa yine de) gubârî (yazı) sını, senin yüzündeki tüylere benzetemez.) . Ârızun yâdıyla nem-nâk olsa müjgânum n'ola Zayi olmaz gül temennâsıyla virmek hâra su. (Senin yanağının anılması sebebiyle kirpiklerim ıslansa ne olur, buna şaşılır mı? Zira gül elde etmek dileği ile dikene verilen su boşa gitmez.) . Gam güni itme dil-i bîmârdan tîgun dirîğ Hayrdur virmek karanu gicede bîmâra su. (Gamlı günümde hasta gönlümden kılıç gibi keskin olan bakışını esirgeme; zira karanlık gecede hastaya su vermek hayırlı bir iştir.) . İste peykânın gönül hecrinde şevkum sâkin it Susuzam bir kez bu sahrâda menüm-çün ara su. (Gönül! Onun ok temrenine benzeyen kirpiklerini iste ve onun ayrılığında duyduğum hararetimi yatıştır, söndür. Susuzum bu defa da benim için su ara.) . Men lebün müştâkıyam zühhâd kevser tâlibi Nitekim meste mey içmek hoş gelür hûş-yâra su. (Nasıl sarhoşa şarap içmek, aklı başında olana da su içmek hoş geliyorsa, ben senin dudağını özlüyorum, sofular da kevser istiyorlar.) . Ravza-i kûyuna her dem durmayup eyler güzâr Âşık olmış galibâ ol serv-i hoş-reftâra su. (Su, her zaman senin Cennet misâli mahallenin bahçesine doğru akar. Galiba o hoş yürüyüşlü, hoş salınışlı; serviyi andıran sevgiliye aşık olmuş.) . Su yolın ol kûydan toprağ olup dutsam gerek Çün rakîbümdür dahı ol kûya koyman vara su. (Topraktan bir set olup su yolunu o mahalleden kesmeliyim, çünkü su benim rakibimdir, onu o yere bırakamam.) . Dest-bûsı ârzûsıyla ger ölsem dostlar Kûze eylen toprağum sunun anunla yâra su. (Dostlarım! Şayet onun elini öpme arzusuyla ölürsem, öldükten sonra toprağımı testi yapın ve onunla sevgiliye su sunun.) . Serv ser-keşlük kılur kumrî niyâzından meger Dâmenin duta ayağına düşe yalvara su. (Servi kumrunun yalvarmasından dolayı dikbaşlılık ediyor. Onu ancak suyun eteğini tutup ayağına düşmesi (yalvarıp aracı olması bu dikbaşlılığından) kurtarabilir.) . İçmek ister bülbülün kanın meger bir reng ile Gül budağınun mizâcına gire kurtara su. (Gül fidanı bir hile ile (meşhur gül ve bülbül efsanesindeki gibi yine) bülbülün kanını içmek istiyor; bunu engelleyebilmek için suyun gül dallarının damarlarına girerek gül ağacının mizacını değiştirmesi gerekir.) . Tıynet-i pâkini rûşen kılmış ehl-i âleme İktidâ kılmış târîk-i Ahmed-i Muhtâr'a su. (Su Hz. Muhammed'in (s.a.v) yoluna uymuş (ve bu hâli ile) dünya halkına temiz yaratılışını açıkça göstermiştir.) . Seyyid-i nev-i beşer deryâ-ı dürr-i ıstıfâ Kim sepüpdür mucizâtı âteş-i eşrâra su. (İnsanların efendisi, seçme inci denizi (olan Hz. Muhammed'in s.a.v) mucizeleri kötülerin ateşine su serpmiştir.) . Kılmağ içün tâze gül-zârı nübüvvet revnakın Mu'cizinden eylemiş izhâr seng-i hâra su. (Katı taş, Peygamberlik gül bahçesinin parlaklığını tazelemek için (ve onun) mucizesinden dolayı su meydana çıkarmıştır.) . Mu'cizi bir bahr-ı bî-pâyân imiş âlemde kim Yetmiş andan min min âteş-hâne-i küffara su. (Hz. Peygamberimiz'in mûcizeleri dünyada uçsuz bucaksız bir deniz gibi imiş ki, ondan (o mucizelerden) , ateşe tapan kâfirlerin binlerce mâbedine su ulaşmış ve onları söndürmüştür.) . Hayret ilen barmağın dişler kim itse istimâ Barmağından virdügin şiddet günü Ensâr'a su. (Mihnet günü Ensâr'a parmağından su verdiğini (bir mucize olarak parmağından su akıttığını) kim işitse hayret ile (şaşa kalarak) parmağını ısırır.) . Dostı ger zehr-i mâr içse olur âb-ı hayât Hasmı su içse döner elbette zehr-i mâra su. (Dostu yılan zehri içse (bu zehir onun dostu için) âb- ı hayat olur. Aksine düşmanı da su içse (o su, düşmanına) elbette yılan zehrine döner.) . Eylemiş her katreden min bahr-ı rahmet mevc-hîz El sunup urgaç vuzû içün gül-i ruhsâra su. (Abdest (almak) için el uzatıp gül (gibi olan) yanaklarına su vurunca (sıçrayan) her bir su damlasından binlerce rahmet denizi dalgalanmıştır.) . Hâk-i pâyine yetem dir ömrlerdür muttasıl Başını daşdan daşa urup gezer âvâre su. (Su ayağının toprağına ulaşayım diye başını taştan taşa vurarak ömürler boyu, durmaksızın başıboş gezer.) . Zerre zerre hâk-i dergâhına ister sala nûr Dönmez ol dergâhdan ger olsa pâre pâre su. (Su, onun eşiğinin toprağına zerrecikler halinde ışık salmak (orayı aydınlatmak) ister. Eğer parça parça da olsa o eşikten dönmez.) . Zikr-i na'tün virdini dermân bilür ehl-i hatâ Eyle kim def-i humâr içün içer mey-hâra su. (Sarhoşlar içkiden sonra gelen bat adrysını gidermek için nasıl su içerlerse, günahkârlar da senin na'tının zikrini dillerinde tekrarlamayı (dertlerine) derman bilirler.) . Yâ Habîballah yâ Hayre'l beşer müştakunam Eyle kim leb-teşneler yanup diler hemvâra su. (Ey Allah'ın sevgilisi! Ey insanların en hayırlısı! Susamışların (susuzluktan dudağı kurumuşların) yanıp dâimâ su diledikleri gibi (ben de) seni özlüyorum.) . Sensen ol bahr-ı kerâmet kim şeb-i Mi'râc'da Şebnem-i feyzün yetürmiş sâbit ü seyyâra su. (Sen o kerâmet denizisin ki mi'râc gecesinde feyzinin çiyleri sabit yıldızlara ve gezegenlere su ulaştırmış.) . Çeşme-i hurşîdden her dem zülâl-i feyz iner Hâcet olsa merkadün tecdîd iden mimâra su. (Kabrini yenileyen (tamir eden) mimara su lazım olsa, güneş çeşmesinden her an bol bol saf, tatlı ve güzel su iner.) . Bîm-i dûzah nâr-ı gam salmış dil-i sûzânuma Var ümîdüm ebr-i ihsânun sepe ol nâra su. (Cehennem korkusu, yanık gönlüme gam ateşi salmış, (ama) o ateşe, senin ihsan bulutunun su serpeceğinden ümitliyim.) . Yümn-i na'tünden güher olmış Fuzûlî sözleri Ebr-i nîsândan dönen tek lü'lü şeh-vâra su. (Seni övmenin bereketinden dolayı Fuzûlî'nin (alelâde) sözleri, nisan bulutundan düşüp iri inciye dönen su (damlası) gibi birer inci olmuştur.) . Hâb-ı gafletden olan bîdâr olanda rûz-ı haşr Eşk-i hasretden tökende dîde-i bîdâra su. (Kıyamet günü olduğu zaman, gaflet uykusundan uyanan düşkün (yahut aşık) göz, (sana duyduğu) hasretten su (gözyaşı) döktüğü zaman,) . Umduğum oldur ki rûz-ı haşr mahrûm olmayam Çeşm-i vaslun vire men teşne-i dîdâra su. (O mahşer günü, güzel yüzüne susamış olan bana vuslat çeşmenin su vereceğini, beni mahrum bırakmayacağını ummaktayım.) Ayrıntılardan arındırsam hayatımı; desem ki: ben Elsa'yı çok sevdim. O kadar. Bir kapı aralandı kısaca: Bir başka dünyada, başka bir çağda mümkün olabileceğini gördük aşkın. Usulca kapandı tekrar kapı sonra.. Uzun uzun durmasam üzerinde; desem ki: ben Elsa'yı çok sevdim. O kadar. Aşkın başkalarını dışladığı, sevdanın ille de bire bir yaşandığı yerde, biri bir başkasını ne kadar sevebilirse, o kadar sevebildim ben de işte.. Desem ki, böylesi bir dünyada, böyleyken insan ilişkileri başka türlü sevemezdik zaten. Elsa duymuyorsa artık sözlerimi, ne anlamı olabilir ki dediklerimin! Sonuç olarak yenildik işte.. Desem ki, yumuşak bir sesle, baştan yeniktir çağımızda her aşk. Herkes gibi yenildik işte biz de. İsyan etmesem, doğal karşılasam ve ağlamayabilsem. Ağlamasam.. Desem ki, değişecek birgün herşey, çıkacak aşk bireylerin tekelinden. Ne değişir ki bizim için? Ne değişir ki? Baştan yeniktir çağımızda her aşk ve çağımızın çocukları, Elsa'yla ben, yenildik işte herkes gibi. Yıldızları söndürmüş fırtına Batan bir gemidesin Senden ne kalacak yarına Kıyılardan imdat isteyen,sesin Uslanma hiç hep deli kal Büyüme sakın çocuk kal Es deli deli böyle kal Son harmanında sevdanın Tüken toz toz savrula kal Suçüstu bulmalı ölüm Ölürken de sevdalı kal ... Derdim nice bir sinede pinhân iderim ben Bir âh ile bu âlemi vîrân iderim ben. Âh ile komam dilleri zülfünde huzura Cem'iyyet-i ağyarı perişan iderim ben. Cem'iyyet-i ağyarı ger itmezse perişan Çerh-i feleği aksine gerdan iderim ben. Yâr olmayıcak zehr-i sitemdir bana bâde Bilmem nice def-i gam-ı hicran iderim ben. Gûyâ ki olur didelerim ma'den-i yakut Her gâh ki yâd-ı leb-i cânân iderim ben. Bu hâl ile avarelik el virse bana ger Baştan başa dünyâyı gül-istân iderim ben. Nefi gibi yârana dimem dahi nazire Yâ bu gazeli ziver-i dîvân iderim ben. Nefi. Günümüz Türkçesiyle. 1.Ben derdimi yürekte daha ne kadar nasıl saklarım (saklayabilirim) ? Bu dünyayı bir âh ile yıkarım ben, (bu âh ile derdimi de ortaya koyarım) .. 2.Ah ederek, gönülleri senin zülfünde huzur içinde (rahat) bırakmam, Rakiplerin topluluğunu, huzurunu perişan eder, dağıtırım, bozarım ben.. 3.(Bu hal böyle gider de) şayet (sevgilinin çevresinde toplanan) rakipler topluluğunu, huzurunu perişan etmezse, dağıtmazsa, bozmazsa, (O) feleğin çarkını tersine döndürürüm ben.. 4.Sevgili (yanımda) olmayınca, bade (şarap) bana zulüm zehri olur, (Şarap da zehir olunca) bilmem, ayrılık gamını nasıl giderebilirim, defedebilirim ben.. 5.Sanki gözlerim (bir) yakut madeni olur, (ağlamaktan kızarır) , Her ne zaman ki sevgilinin dudağını anarım ben.. 6.Şayet bu hal ile avarelik bana fırsat verirse, Dünyayı baştanbaşa gül bahçesi ederim ben.. 7.Nefi gibi dostların şiirlerine de (artık) nazire söylemem, Ya da (söylersen) bu gazeli divanın süsü ederim ben.. Halil Erdoğan CENGİZ Ağacın eyisi özünden olur Yiğidin eyisi sözünden olur İl için ağlayan gözünden olur Ağlama hey gözü yaşın sevdiğim. Yavrı keklik gibi kaynar eğlenir Mis kokulu yağlar ile yağlanır Sabah akşam türlü yazma bağlanır Eğip geçer yeşil başın sevdiğim. Karacaoğlan der ki hoşça salınsın Dursun yol üstünde bacı alınsın Çözüver düğmeni göğsün görünsün Nokta nokta benli döşün sevdiğim 'Sen kalbsizsin; hani senin gençliğin hayatı? 'Aşklarım mı? Bir nefeste solabilen bu şeyler, 'Bir yanar-dağ ateşiyle kömür gibi karardı; 'Şimdi ise yerlerinde bir sıtmalı yel eser.. 'Evet, benim her şi'rimde yılan dişli diken var; 'Sizler gidin bal verecek yeni açmış gül bulun. 'Belki benim acı sesim kulakları tırmalar; 'Sizler gidin, genç kızların türküsüyle şen olun.. 'Varın sizler, onlar ile korularda el ele 'Gezin, gülün, bir çift bülbül aşkı ile yaşayın; 'Yalnız kendi, yalnız kendi rûhunuzu okşayın.. 'Zavallı ben, elimdeki şu üç telli saz ile 'Milletimin felâketli hayatını söyleyim; 'Dertlilerin gözyaşını çevrem ile sileyim! ..' Dağlarının, dağlarının ardı, Nazlıdır. Uçurum kıyısında incecik bir yol Gider dolana - dolana, Bir hastan vardır, umutsuz, Belki Ayşe, belki Elif Endamı kuytuda başak, Memesinin, memesinin altında, Bir sancı, Bir hayın bıçak.... Ölüm bu, Fıkara ölümü Geldim, geliyorum demez. Ya bir kuşluk vakti, ya akşam üstü, Ya da seher, mahmurlukta, Bakarsın, olmuş olacak. Bir hastan vardı umutsuz, Hasreti uykularda, Hasreti soğuk sularda. Gayrı, iki korku çiçeğidir gözleri, İki mavi, kocaman korku çiçeği, Açar, derin kuyularda.... Dağlarının, dağlarının ardı korkunçtur. Hiç akıl edip de düşünen var mı? Gün kimin hesabına tutar akşamı, Rahmetinden kim demlenir bulutun, Hayırlı evlat makina Nasıl canavar kesilir. Kurdun, karıncanın rızkını veren Toprak nasıl ayartılır, Yüz vermez topal öküze, Ve almaz koynuna kara sabanı.. Sepetçioğlu'm kömür işçisidir, Mavzer değil, kürek tutar Urfalı Nazif Mal, haraç - mezattır, Can, pazar - pazar. Kırmızı, ak ve esmer, Yumuşak ve sert buğdaları Yaratan ellerin sahibidir bu, Kör boğaz, nafaka uğruna, Haldan düşmüş, tebdil gezer.... Dağlarının, dağlarının ardı Nasıl anlatsam... Ağaçsız, kuşsuz, gölgesiz. Çırılçıplak, Vay kurban... 'Kimbu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda.' Yiğitlik, sen cehennem olsan bile Fedayı kabul etmektir, Cennet yapabilmek için seni, Yoksul ve namuslu halka. Bu'dur ol hikayet, Ol kara sevda.. Seni sevmek, Felsefedir kusursuz. İmandır, korkunç sabırlı. İp'in, kurşun'un rağmına, Yürür pervasız ve güzel. Sıradağları devirir, Akan suları çevirir, Alır yetimin hakkını, Buyurur, kitabınca.... Gün ola, devran döne, umut yetişe, Dağlarının, dağlarının ardında, Değil öyle yoksulluklar, hasretler, Bir te başak tanesi bile dargınkalmayacaktır, Bir tek zeytin dalı bile yalnız... Sıkıysa yağmasın yağmur, Sıkıysa uykudan uyanmasın dağ. Bu yürek, ne güne vurur... Kaçar damarlarından karanlık, Kaçar, bir daha dönemez, Sunar koynunda yatandan, Hem de mutlulukla sunar Beynimizin ışığında yeraltı. . Her mevsim daha genç, daha verimli, Sunar, pırıl - pırıl, sebil, Ömrünün en güzel aşk hasadını, Elimizin hünerinde yeryüzü. Dolu sofra, gülen anne, gülen çocuklar, Bir'e on, bir'e yüz'le akşama gebe Şafakla doğan işgücü. Yalanım yok, sözüm erkek sözüdür, Ol kitapta böyle yazılıdır, Ol sevda, böyledir çünkü... I. Sırma sarısını yay saçlarına, Gözüne rengini koy denizlerin; Düşün dudakların en incesini, Yüzüne tuncunu ver benizlerin. Onda yürüyüşün en yiğitçesi, Onda bükülmezi vardı dizlerin Gezerdi ülkede bir hızır gibi Em olup derdine çaresizlerin. II. Durgun bir denizi andırır dışı İçi hiç sönmeyen bir yanardağı. Sesinde ıslığı eser kuvvetin, Sözünde şahlanır Hakkın bayrağı Gökle Güneş gibi buluştu onda Sezinin sağlamı, duyunun sağı Yıkarak kökünden osmanlılığı O gömdü tarihe bir ortaçağı. III. Dağlar dümdüz olur işaretiyle, Ürperir ovalar avazesine; Devrilir hıncına çarpar ordular Kaleler dayanmaz yelpazesine. Fikrin, güzelliğin, aşkın, her şeyin Bağlıydı daima en tazesine Yaşadı başı dik, dünyaya karşı Getirdi dünyayı cenazesine! IV. Onsuz kaldığın bilse tabiat Bağlar üzüm vermez, bahçeler kurur; Okşar saçlarını ezelin eli, Yüzüne ebedin ışığı vurur. Övünür insanlık eserleriyle, Yurt onun sevgisi üstünde durur. Adıdır kurduğu devlete temel, Ünü kurtardığı millete gurur! V. Fâni varlığını kaybetti ama, Simgesi yurdumun burçlarındadır Engin ufuklara uzanmış kolu, Hızı altıokun uçlarındadır! Kadının, erkeğin hafızasında Gencin, ihtiyarın duşlarındadır Yayla yellerinde eser gölgesi, Sesi bahçemizin kuşlarındadır. VI. Ben mi yazacaktım göçüm gününü Dökerek ardından böyle gözyaşı? Ben ki ona büyük gezilerinde Oldumdu bir küçük yol arkadaşı En son durağına varmadan ömrün Kapadı yolunu bir mezar taşı... Büyük kurucusu cumhuriyetin Hürriyet aşıkı milletin başı! Sen benim gözümde bir hiçsin artık, Nefretim aşkımı aştı bu gece Bugün ki sözlerin söz müydü artık Son sözün sabrımı aştı bu gece. Kolayca bitsin bu diyemedin de Salladın savurdun basiretsizce Hiç mi ders almadın onca gezdik de Yağmurun rahmeti aştı bu gece. Yürümeyen neydi,ilişkimiz mi? Günüm sensiz bomboş deyişimiz mi? Sensiz yaşayamam çelişkimiz mi? Yalanın doğrunu aştı bu gece. Evlenmek hayali kapımda idi Giriş kat evimin boyası yeni Mobilyan,takımın, alınmış idi Vuslatım tadını aştı bu gece. Yemedim yedirdim ne varsa sana Üç kuruşum olsa verirdim daha Memurdum yoksuldum hatırlasana Hafızam haddini aştı bu gece. Ayakların donmuş,üşümüştün de Gece yatamamış üzülmüştüm de Bir ay oruç tutup yememiştim de O çizmen boyunu aştı bu gece. Yapılan söylenmez, gelmezmiş dile Allahtan beklenir kul bilmese de Kızgınlığım buna, sebep ise de Sabrım miadını aştı bu gece. Onca gez toz benle,seviyorum de Sonra git nişanlan bir de ona de Şerefsizlik değil, nedir bu söyle Küfrüm edebimi aştı bu gece. Sana son bir sözüm, nasihatım var Aldığım ahlakla bir terbiyem var Seni doğurana ana deyip geçmek var Saygım adabımı tuttu bu gece Gönlümün romanı bitti bu gece Hangisine yansam şimdi gün gece Ömrümden beş yıl gitti bu gece I . kara sürülmesin diye anamızın ak sütüne başımızın gölgesini bile düşürmedik önümüze koşarak gelirdi seksek çizgisinden çocukların sesi acının aynasında yansırdı yurdumun o can sureti . II . apansız kar fırtınası tozardı uykularımız duyardık basılmış yuvaları dağkırlangıçlarının sesimiz sesimizi kucaklayarak aşardı duvarı kar aklığını kan yakmasın açın kanatlarınızı kırlangıçlarım mavi dağ dumanını sarın kanatlarınıza kırlangıçlarım umut umut dağlarımızda kanatlanın kırlangıçlarım . III . çatımızın üzerinde gökyüzü diye bir şey vardı boş bir tabut gibi yatardı havalandırmada bizsiz bir zaman çıplaklığımızı ısıtan giysilerimiz ve görüşçülerimiz vardı yüzleri yasaktı o yasaktı bu yasaktı şu yasak yasaklar arasından bir güzelim yasak kırıp atardı yasakları elimizden yuvarlasak . mektupsuz kitapsız uykusuz kaldık kadınsız topraksız ağaçsız kaldık yıl yıl mapus mapus kaldık aç açık taştık.. dayandık.. kimseler duymadı gelip de çatmasa kaşını ayrılık dostlar gene birlikte dayanırdık . IV . ne yaşlı bir kavak gibi son deminde üşüyen babamı ne yaprak yaprak düşleri savrulan anamı ne bin yıllık kavgamızın bağbozumunu ne bir akşam vakti yanan denizin ufkunu ne beyninin yüreğinin ve gövdesinin bütün kapılarını araladığım üç aylık karımı ne de karımın karnında yatan yarı canımı bırakıp da düşmek içeri dostlar koymadı sizi parmaklığa asıp gitmek kadar Bizim türkümüzde gurbet var artık. Hasret var, yürek var, toprak var balam Gönlümüzü sımsıcak alan topraklar Tiyan-Şan, Kadır-Gan Dağları'na dek uzar Kim demiş vatanımız Edirne'den Kars'a kadar.. Kerkük'te kurşunlar ansızın bizi vurur Sürüklenir sokaklarda başsız cesetlerimiz Zulüm bir hançer gibi içimize oturur Bir mağara devrinden arta kalan insanlar Kerkük'te kan kusturur.... Uzar gider bir sessizlik içinde Bir uçtan bir uca Türkistan toprakları Beyaz altın dediğimiz pamuk tarlalarına Çöreklenir yedi başlı kızıl yılan Baş kaldırsa esarete yeni bir Osman Batur Han Bebekler bile vurulur beşiklerinde Kana boyanır Türkistan.. Basmış kanlı çizmeler toprağına bir defa Çiğnenmiş kara kalpaklar, temiz duvaklar Susmuş minarelerinde mübarek ezan Prangaya vurulmuş bir mahkûm gibi çaresiz Boynu büküktürkülerde güzelim Azerbaycan.. Bir kanlı ağıt söylenir şimdi Kırım'da Biz duyarız Kırım'ın öldüren feryadını Bir büyük destanla birlikte yeniden yazacağız Kırım topraklarına Kırım Türkünün adını.. Balkanlarda büyük, öksüz kubbeler Minareler, şadırvanlar, kervansaraylar Bizi söyler, anlatır Mimar Sinan'dan beri Üsküp'te, Estergon'da, bir atar damar gibi Davullar, zurnalar ve serhat türküleri.... Yüzyıllardan beridir Altaylardan Tuna'ya Bizim türkülerimizdir söylenen Konuşan dil, bizim dilimizdir Renk renk, nakış nakış uzayan toprak değildir Kilimlerimizdir.... Yine bir dağ gibi, bir dev gibi doğrulacağız Yeni bir ruh doğacak toprağımızdan Tanıyacak bizi dünya yeniden heyecanla Burma bıyığımızdan, kalpağımızdan.. Bizim türkümüzde gurbet var artık. Hasret var, yürek var, toprak var balam Gönlümüzü sımsıcak alan topraklar Tiyan-Şan, Kadır-Gan Dağları'na dek uzar Kim demiş vatanımız Edirne'den Kars'a kadar. O düşlerde kalan şarkılarımı Gözlerin getirir sabahlarıma. Hoyrat saçlarıma seslerin rüzgar Papatya dişlerin bahar haberi. Aydınlığında yol bulduğum yıldız Bin parçadır şimdi derin göklerde. Akşamlar güvercin gibi gelirdi Yeniden güçlenen gençliğimize. Günleri bir nakış gibi örerdin Umut bir zırh gibiydi omuzlarımda, . Çağı kurtarmanın bir eylemidir Çağ dışı görünen ilgimiz bizim. Eylülün kıyısı son durağımdır Bir adım dönemem arkam uçurum. Yazma derse yazmam rüya gözlerin Bastığın toprağa şiirlerimi. Bozgunlardan çıktım kan içindeyim Yeni bir savaşa kuşandır beni. Seninle giyinen kurak yılları Anarak yaşamak istemiyorum. Ve tekrar yaşamak tekrar yaşamak Şimşek gibi geçen o saatları. Bir kurşun yağmuru altında kaldık Anıtı dikilse korkusuzluğun. Bu yoksul türküler bitsin diyorum Sana hicret ettim yılgınlıklardan Haykırmak istiyordu Daha fazla dayanamayacaktı Sesini duyabilecek kimse yoktu orada Kimse duymak istemiyordu. Kendisi de korkuyordu sesinden İçinde boğuyordu sesini. Patlamak üzereydi susuşu. Birden, Havaya uçtu gövdesinin parçaları Özenle, sessizce toplayacaktı bu parçaları, Hepsini bir bir yerine yerleştirecekti Delikleri kapamak için. Ve rastgele bir gelincik, bir sarı zambak bulursa, onlarıd a toplayacak, Kendisinin bir parçasıymış gibi gövdesine yapıştıracaktı Böyleydi, Delik deşik, Görülmemiş bir şekilde çiçek açıyordu işte. Sar'öküzü benden sual sorarlar Ben bilemem bilenlere sorayım Şu dünyayı uçtan uca ararlar Ben bilemem bilenlere sorayım. Dünyayı üstüne kurdu hu deyü Öküzün başının altı su deyü Şu dünyanın damızlığı ne deyü Ben bilemem bilenlere sorayım. Hindistan'a indi öküzün dili Kabe'yi sırtında getürür beli Evveli Muhammet ahiri Ali Ben bilemem bilenlere sorayım. Kuyruğunu gördüm Yemen ilinde Nurdan taç başında kemer belinde Muhammet kalbinde Ali dilinde Ben bilemem bilenlere sorayım. Mağripten maşrıka dünyanın ucu Sarraf olan bilir altını tucu Yalan imiş şu dünyanın sonucu Ben bilemem bilenlere sorayım. Gün doğunca boynuzuna nur düşer Bir yandan doğar da bir yandan aşar Çiftçisi kim imiş çifte kim koşar Ben bilemem bilenlere sorayım. Pir Sultan Abdal'ım yazmış göndermiş Yedi yerden suyun vermiş kandırmış Yönünü de Hak'tan yana döndermiş Ben bilemem bilenlere sorayım Yüreğim sızlıyor bu roman iyi bitmeyecek beterin beteri var diyenlere inanmıyorum... hep böylesi havalar besler fırtınaları korkarım bu mavi ışık çabuk sönecek duymazdım durgun suların bezgin türkülerini alışmak ölümün bir başka adıymış bilmezdim bir yangınsonu yorgunluğu yakıyor avuçlarımı bir rüzgar kulaklarımdan hiç eksilmiyor esirgenmiş bir dünyada müthiş yalnızım geri dönsen bile ben artık o ben olmayacağım yüreğim sızlıyor bu roman iyi bitmeyecek . ben mısralarımı kerpiç gecelerinden çekmişim beş numara lamba kaderi var mısralarımda benim yitirmişim yıldız ışığında dost çizgileri deli çizgi gözlerimi kör etmiş kör etmiş kör etmiş göçmüş kıtalar üstünde kuşlar dönüyor garipsi çığlıkçığlığa kuşlar dönüyor evcil ve tedirgin gökmavisi bir türkü dolanmış yüreciğime selsele yolculuklar tütüyor gözlerimde- neyleyim insan demişim kitap yüzlü insanlar demişim gidemiyorum kaderim kaderleri demişim allı'nın kızı sen olmasan ben böyle değildim böyle uysal ve kırılmış değildi şiirlerim bir yangınsonu yorgunluğu yakıyor avuçlarımı yüreğim sızlıyor bu roman iyi bitmeyecek . Rüzgar gibi ağustos geçti ellerimizden Meyvalar bizi bal renkli günahlara çağırıyorlar Bir yanda yaşanmamış günlerin hırsı Bir yanda boşa geçen gecelerin acısı Malum o dramın en güzel perdesindeydik Ağustos şarap olmuş, kanımıza akmıştı Göçmüş kıtalar üstünde kuşlar gibiydik Her gören didik didik bizi denetliyordu Biz kendi derdimize düşmüştük . yılandere ölüler yatağı helalim ölüler katran mazot bidonları paslı putreller kargalar üşüşmüş ahmedo'mun ellerine kargalar ahmedo'mun düşlerine yılan çıyan doluşmuş garipler mezarlığı doymamışlar dünyası yıkılası karakuşak kurudere sırtları ahmedo'm bir yaz bulutu bir varmış bir yokmuş fenerler titreşiyor bıçaklanmış türkülerin gözbebeklerinde vinçler beni balçık gibi akşamlara bindiriyorlar sen olmasan şu sabahlar olmasa şu benim büyük büyük susamışlığım bu mızmız takvimi bir solukta susturacağım yılandere ölüler yatağı helalim ölüler . rüzgar gibi bir ağustos geçti ellerimizden meyvalar bizi balrengi günahlara çağırıyorlar bir yanda boşa geçen gecelerin acısı malum o dramın en güzel perdesindeydik ağustos şarap olmuş, kanımıza akmıştı göçmüş kıtalar üstünde kuşlar gibiydi duracak vaktimiz yoktu bitmiştik her gören didik didik bizi denetliyordu biz kendi derdimize düşmüştük . Orda da akşamlar olacak allı'nın kızı kanlı mendil gibi ağustos akşamları şu benim çektiklerimi görmiyeceksin belki yanında başkaları olacak belki düşlerine bile girmeyeceğim gün oldu acıların şiirini yaşadım gün oldu zehir gibi yokluğunu yaşadım bana sen ne diye duyurdun yalnızlığımı ne diye gurbet gibi mısralarıma sindin dokunsan parmaklarıma tutuşacağım . yine ağustos gelse elele versek sen anandan kaçsan ben yalnızlığımdan yeni yoldan sazanlı çaydan geçsek güneşin bahçeleri emzirdiği saatte susamışlar aşkına, kandım diyesi uzun uzun öpüşsek yine ağustos gelse kovulsak cennetimize şantiye hiç durmadan ötse bağırsa lazoğlu büyükharflerle sövse işçilerine damlarda kaysı yarsalar rumeli göçmenleri dillerini sevdiğim kıvırcık dillerini ıssız bahçelerden geçsek unutulmuş sokaklardan çocuklar mavi mavi gülüşüp kaçışsalar bir masal dinler gibi sessizliği dinlesek kendimizi dinlesek köklerin çığlığını seni kollarıma alsam, yine yumsan gözlerini yine kapışılsa yavrum, batan şehrin hazineleri biz yine kendi derdimize düşsek . yere batan şehrin tek yalnızıyım yüzyılın ağrısını anlıyarak çekiyorum ekmeğime barut sinmiş bulanık özgürlükler tepmişim rahatımı boynubükük mutluluğumu yaşıyorsam erkekçe yaşıyorum istemem sarmasın yumuşak duygular susuzluğumu geceler bıçak bıçak böğrümde yatsın uyusun kaderim kaderleri demişim allı'nın kızı ellerimi kemirmekten memnunum düşün ki coğrafyanın en güzel yerindeyiz en güzel günlerinde gençliğimizin ölümden ötesini aklım almıyor beterin beteri var diyenlere inanmıyorum istesek cenneti kurtarabiliriz ben bir ışık için tepmişim rahatımı ellerimi kemirmekten memnunum bu güleç yüzlülerin bu acı türkülerini bu yoksul yerleri anlıyarak seviyorum... delice anlıyarak allı'nın kızı NAAT . Ey Nebi; ey miracın sultanı şüphe yok ki alemlere rahmettir senin gelişin; gene şüphe yok ki alemlere rahmettir senin Kâbe’nin kapısından içeri adım atıp; İbrahim peygamber gibi putları birer birer devirişin: Öyle ki; devirdiğin putlara bakıp dünya alem aydınlık bir kapı bulsun kendine asılsız davranış ve inanışlardan kurtulabilsin Allah’a ortak koşmaktan uzak dursun ey Nebi; artık inkâr vakti tamam olsun yol görünsün ışık saçılsın etrafa: insan insanlığın bilsin, hak yerini bulsun; yoksa ben ne yapardım o vakit zindanların zifiri karanlığında yaşasaydım eğer; insanın insanlığından uzaklaştığı zamanda, ben ne yapardım başıboş kalsaydım eğer; ömrü hayatında yol gösterici bir ışığı olmayan ve hep ziyanda olarak yaşasaydım bana kötü bir akıbet olmaz mıydı ey Nebi; çünkü onlar ne kadar anlamaz insanlar ki cehlin karanlığı içinden gururla geçerek dünyanın aldatıcı mahiyetiyle birlikte inkârcı bir hal üzerinde olan hayatlarını nefislerine güzel göstererek ve inatla şiddetli bir öfkeyle çıkarlarken ortaya; o zaman sen vardın ey miracın sultanı: . Varlığın ilahi nurun kapısı oldu ya Muhammed Allahumme Salli Alâ Seyyidina Muhammed Ve Alâ Ali Seyyidina Muhammed.. Ey Nebi, ey miracın sultanı sen doğduğunda beyaz bir bulut gelip sarmıştı da gizlemişti içinde seni melekler pervane olmuştu etrafında nura gark olmuştu her taraf; sen doğdun güller açtı, sen doğdun gönüller coştu, sen doğdun açıldı kapılar: sen doğdun Kur’an geldi, sen doğdun furkan geldi. sözlerin dosdoğru bir yolu gösteriyor; senin yolunun toprağı olayım; olayım da bana ey hatemül enbiya bir kurtuluş zerresi bahşeder ümidiyle o rahmet kapısından rezil rüsva olmadan yüzüm kızarmadan gireyim; her secdede miracını göreyim; her kıyamda Mekke’ye doğru yürüyüşünü canı gönülden arzu edeyim; yüreğimin her kanamasında Taif’te bulunayım bulunayım ki ey Nebi; ey miracın sultanı taş değmemiş şu benim hakir başıma taşlar yağsın; hicabından bulutlar ağlasın ağlamaktan gözlerim kan çanağına dönsün, öyle ki sana atılan taşlardan dünya utansın; çünkü risaletin bir bağış oldu insanlığa; hicretin bir başlangıç oldu ey Nebi; hicretini muştuya çevirene hamd olsun; Mekke’ye dönüşüne hamd olsun; sen ki; “şahit ol yarab” dedin; hakikati insanlara duyurdun:. Sen doğdun dünya kurtuldu zulmetten ya Muhammed Allahumme Salli Alâ Seyyidina Muhammed Ve Alâ Ali Seyyidina Muhammed.. Ey Nebi, ey miracın sultanı Ey hatemül enbiya. Ey cennetin efendisi elbet kıyamete kadar yaşayacak senin mübarek sözlerin senin hayatın ışıklar saçarak ulaşacak gönüllerine insanların kitabın muciz anahtarıyla açılan kapının eşiğinde durup aman dileyecek, ümitler içinde bekliyecek insanlık Hira’dan bir müjde ile döndüğünden beri gönüllere bir sürur halesi ile girdiğinden beri feleklerin ve meleklerin arşı coşturan zikirlerinden beri ey örtülere bürünen ey alemlere rahmet olarak gelen iki cihan saadetini müjdeleyen Allah’ın Rasulü her halükârda aşk meclisinde bir pervane olup aşk ateşiyle yanmadıktan sonra neye yarar neye yarar ki benim feryadı figanım zamanın cehlinden bizar olmak ne kazandıracak ki bana ey aşk yolunun davetçisi; ey bağrı yanık aşıkların ilacı; şimdi ben burada kendi dünyamı tutarken elimde, zemheri gibi içime biriken ne varsa ve herşeyden önce: na’tı’mı kabul eyle ey Nebi; takatim kalmadı artık derdimi tutacak bedenimde; sensin ancak önderim sensin iki cihan saadetimde: . Alemlere rahmet olarak sen geldin ya Muhammed Allahumme Salli Alâ Seyyidina Muhammed Ve Alâ Ali Seyyidina Muhammed. Öyle ser-mestem ki idrâk etmezem dünyâ nedür Men kimem sâkî olan kimdür mey û sahbâ nedür. Gerçi cânândan dil-i şeydâ içün kâm isterem Sorsa cânân bilmezem kâm-ı dil-i şeydâ nedür . Vasldan çün aşık-ı müstâğni eyler bir visal Aşıka maşukdan her dem bu istiğnâ nedür. Hikmet-i dünyâ vü mâfiha bilen arif degül Arif oldur bilmeye dünyâ vü mâfiha nedür. Ah u feryâdun Fuzûlî incidübdür âlemi Ger belâ-yı ışk ile hoşnûd isen gavga nedür Acep güzel sana neyledim bilmem Sensin bu dertlere daldıran beni Gözüm yaşlı kaldı ağlarım gülmem Yok elimden tutup kaldıran beni. Yâr zülfünden bana gelen kokunun Sebep ne ki hatırıma dokunun Bu âlemde yine mihnet okunun Sensin nişanına aldıran beni. Biz âşıka sultanlığın hanlığın Ne dostluğun belli ne düşmanlığın Değil midir senin kalpazanlığın Böyle mihenklere çaldıran beni. Mimar olan elin çekmez yapıdan Biçâre Seyranî geçmez kapıdan Aşkın gemisine edip kapıdan Sensin deryalara saldıran beni beklerdi tohum beklerdi tohum beklerdi tohum upuzun karanlıklarda -- sen yoktun öfkemi mermer mermer -- ocumu çocuk çocuk-- çıldırttım kırmızıları bir başka parlardı yoğun karanlıkta ışıklar -- sen yoktun butun kapıları birden zorlamanın o korkunç güzelliği o korkunç büyümesi ellerin fitillerde -- sen yoktun benim aşkımda o vardı evrendi nasıl evrendi çelik mavisi grev grev ateş ateş büyüdüm ülkelerce yepyeni bir öfke doğurdum kalabalık özlemlere -- sen yoktun uff ne kotu kullanmışlardı ah ne güzel gözlerini -- olumdu sana değip değip durdum o sarhoş yörüngede -- sen yoktun bilenirdi türkülerde en soylu ayrılıklarım -- sen yoktun benim askımda o vardı soğuktu yeşillerim soğuktu temmuzlarım en bayram gülmelerimde bile kar yağardı sabah çaylarıma -- sen yoktun sofralarda ekmek diye öpülürdü altın dişleri ölülerin adini söyletmiyorlardı olum gibi özlenen şeyin -- sen yoktun butun dillerde sana varmak -- bilemem bilemem benim askımda o vardı ben hep koşan atları sevdim soluyan lokomotifleri benim askımda çelik mavisi gagarinli uzayların toprak nasıl sancılanır ağaçlar nasıl gerinirler çiçeklenirken kursun nasıl islik çalar diş nasıl gıcırdar karanlıklarda alabalık nasıl olur o kendi sularının kıyıcığında bilemem bilemem -- sen yoktun ateşler yanardı bir yerlerde yepyeni biçimlerde yanardı benim askımda o vardı söyle anamın en güzel kızı söyle sular nasıl kaçırılır, kuşlar nasıl susturulur nasıl sigar su koskoca evren daracık zindanlara -- söyle balcık balcıktı o nar çiçeği cağı çocuklarımın karanfil olurdu yakalarda bacımın kanlı gözleri demir nasıl paslanırdı sıcacık bileklerde -- bilemem bilemem ey anamın en güzel kızı bilemem -- sen yoktun benim askımda o vardı sen geldin badem çiçek acar gibi geldin, düşte sever gibi geldin ey kavgabicim yepyeni bir düzendi gelişin, yoluna baş koyduğum ülkemdin eskidi birden kentler, eskidi gökyüzünun çok uzaklığı, eskidi hep oldu bakkal, oldu bakkalbicim, oldu bakkalbicim aşk bu senin gözlerindi ey benim ülkem -- arılar oynasan içinde bu senin duruşundu ey kavgabicim -- en hakli silah güzelliğince güneş gibi acımasız, toprak gibi unutkan, tohum gibi umutlu sen geldin ey benim özlemim ülkem, kadınım, devrim biçimim yıkıldı ölülerin öğle sonu sarılıkları sen geldin eskidi birlerleri zamanın, eskidi gözleri kadınların -- sen geldin evler eskidi birden -- eskidi evimsilere kölemsi yalnızlıklar bayramlar eskidi gülüm, derinlikler eskidi -- ve pişmanlıklar eskidi yatak biçimlerde iğreti ikililer -- ve çok çok saksılarda çöl bitkileri, salonlarda kartpostal mutluluklar eskidi maskelerin sırıtan düşmanlıkları -- ve nice yazlar oh ne güzel yeniden -- bu senin güzelliğin ne demek sel ne demek azimem, savaşlara durmak ne demek, güzel ne demek sen geldin ey benim kadın ülkem -- yepyeni ufuklar geldin durulu bayraklarım güldü gülüm -- sen geldin kutuplarım değişti bir horoz öter bir yerlerde bir horoz bir horoz bir horoz daha bir ateş yanar bir yerlerde bir ateş bir ateş bir ateş daha bir yumruk sıkılır bir yerlerde bir yumruk bir yumruk bir yumruk daha düşer barış cemreleri sabah çaylarımıza biter kahpelik biter bu gökyüzünun çok uzaklığı sen geldin ey anamın en güzel kızı -- yasamak geldin badem çiçek acar gibi geldin, yürek sızlar gibi geldin -- sen geldin al beni kan kırmızılardan vur beni kan kırmızılara durulu bayraklarım gülsün gülüm, kutuplarım değişsin ey benim ülkem bitsin bu zulüm bitsin bu zulüm bitsin bu zulüm sanki dünyada ilk şafaktı kollarımda uyanmaların o büyük barışa bir adim kala Herhangi bir kızınkinden ayrı değildi öyküsü hayatına ülkesini ekleyip yaşamaktan başka. Usulca eğerek başını yürürken nedense hep birbirine dolaşır gibi olurdu ayakları. Bir fotoğraf ve yeni koparılmış bir çiçekti ilk mektubuna eklediği kelimelerse büsbütün yangın. Durup durup iç çekişleri sessizliği, dalgınlığı acıyla bakışı yollara aşkı öğrenişindendi. Çiçekli bir dal gibi uzandı sevdiğine ve yalnızca ayrılıklar korkuttu onu. Böylece bağladı hayat, dünya ve kavga ve aşk onun tarihinde milattı. Temiz çamaşırlar ve bir demet çiçek taşıyor simdi o kız, görüş günlerine Duyduğun her yerde beni hatırla Bu benim şiirim bu benim şarkım Dinle ki kanatsın o taş kalbini Bu benim şiirim bu benim şarkım. Yabancı kollarda gezip durdukça Başını yastığa koyup daldıkça Bir daha çalıver beni andıkça Bu benim şiirirm bu benim şarkım. Bırak da süzülsün yaşlar gözünden Acı bir pişmanlık dursun yüzünde Sana bir sitem var her bir sözünde Bu benim şiirim bu benim şarkım. Aşkımdan armağan her bir satır sana Maziyi yeniden yaşatır sana Nasıl sevdiğimi anlatır sana Bu benim şiirim bu benim şarkım. bir ufukta bitiyor yüzün ve başka bir gökyüzü başlıyor komşu ellerle sarmalanıyorsun yanıyorsun.... ne kadar övülsen az avazım çıktığı kadar susuyorum ismindeki sesli harfleri. mayınlı bir gülümsemeyle senin karasularında olmak üstünde ilkbahar bir entari; sanki yeniden eski bir öyküye başlamak.... yüzündeki o billur akşam kahvaltısı sürgülerken özümü, ne kadarını sustuk konuştuklarımızın?... Diyecekler ki arkamdan Ben öldükten sonra O, yalnız şiir yazardı Ve yağmurlu gecelerde Elleri cebinde gezerdi Yazık diyecek Hatıra defterimi okuyan Ne talihsiz adammış İmanı gevremiş parasızlıktan Bugün Ondokuz Mayıs, Mayısın ondokuzu! Sen ey Türk ülkemizin geleceği, Ulusumuzun gözbebeği, Sen ey demir parmaklıklarda barfiks yapan Ranzalarda parende atan Sportmen ve kahraman Türk Gençliği Önünde senin bütün kilit-bahirler açık Ama her zaman Samsun'a çıkılmaz a Bu sabah da avluda volta atmaya çık Hadi gir içeri. Ama gözlerindeki o kanayan suçluluk bırak kapıda kalsın. Ona ihtiyacımız yok artık. O hayatın içine birtürlü sığamayan ve telaşından durmadan sigaraya sarılan yorgun ellerini, nereye baksan hep karşında duran o kırgın çocukluğunu, uzak denizlerin sisli buğusuyla her daim ıslak dudaklarını, ruhumun tek sığınağı o tarifsiz kokunu kapıda bırak. Tutkunu olduğum neyin varsa hepsini bırak kapıda. Yoksa ne kadar istesem de konuşamam seninle. Konuşamam, yalnızca ağlarım. Ne olur gir içeri. Ama girerken tut elinden sevdanın. Yıllar sonra seni yeniden uzağıma düşüren, seni o geri dönüşü olmayan yollara düşüren, yüreğinden aşkımı, dudaklarından adımı, evinden gölgemi silip götüren, o adını kimselere söylemeden ölmek istediğin, o, hiç kimseyi bu kadar sevmedim ki, dediğin sevdanı al yanına ve gir içeri. İlk aşkının yüzünü yanına al. Utanma benden n'olur. Kalbindeki o sızının halinden en çok aşkınla kavrulmuş yüreğim anlar benim... Kapat kapıyı. Kapat, içeri hayat girmesin. İçeri yalanlar girmesin. İhanetler, ihtiraslar, oyunlar, maskeler girmesin içeri. Çünkü burada yalnızca sevdan oturuyor. Hayatın içinde soluk alamayan, kendine kalbinde bir yer bulamayan sevdan oturuyor bu evde. Bak, bu ev benim yüreğim. Ne zaman kalbinden kovulsam, ne zaman hayatın ortasında öyle hazırlıksız, öyle savunmasız, öyle yapayalnız kalakalsam gelip sığındığım bu dört duvar benim yüreğim. Burası aşkımın mabedi. Burası sensizliğimin kalesi. Burası deliliğim... Burası baştan ayağa sensin, sevgilim. Sana sevgilim diyorum hala, bağışla beni. Sen artık bir başkasının sevgilisisin. Yalnızca bu cümleyi kurmamak için bile ölmek isterdim. Seni sonsuza dek kaybettiğim bu günleri hiç yaşamadan ölmek isterdim. Adım dudaklarında yok olmadan, tenim teninde henüz solmadan, daha böylesi yabancın olmadan... Gözlerine baktığımda kendimin değil, bir başka aşkın aksini görmeden önce ölmek isterdim. Ama yapamadım. Nice kaybedişlerden, nice savruluşlardan sonra, artık bu aşkı hayatın pençesinden kurtardık, o dünyevi ihtiraslardan, oyunlardan sıyrıldık ve şimdi artık Tanrı'ya yaklaştık dediğim anda, hayatı, dünyayı ve kaderi yendik dediğim anda, kalbin kalbimin yanında atarken, çocukluğum çocukluğunun ellerinden tutarken, içinde o annemin rahmi kadar huzurlu kokunu soluyarak nefes aldığım yüreğini bırakıp gidemedim. Çünkü zaten hayattan kopmuştum ve cennetteydim. Aşkınla öylesine sarhoştum ki birgün cennetimden kovulacağıma hiç inanmak istemedim. Evimin, şu talan olmuş yüreğimin dağınıklığını bağışla. Sensizliğe benimle beraber ağladı bu duvarlar. Rutubetleri ondan, aldırma. Otur şöyle, bir sigara yak. Konuşalım. Sözcüklerle değil, sevdamızla konuşalım. Anlatalım herşeyi. Sonra söz bitsin. Ölüme kadar yalnızca susalım. Anlatalım ki bu sevda kanatlarından kırgınlıklarla bağlı kalmasın bu çirkef hayata. Kurtulsun yüklerinden, bağışlasın hayatı ve sonsuzluğa uçabilsin huzurla. Biliyorum. Seni böylesi sonsuz bir aşkla severek çok büyük bir günah işledim ben. Hayatın girdaplarında savrulup duran ruhuna o yarım ruhumun ağırlığını yükleyerek çok büyük günah işledim. Ne yaptıysan sevdim seni, ne yaşadıysan sevdim. Aşkın o bulup bulup kaybetme oyunlarından yaptığın zırhın içine sakladığın kalbini ne yaparsan yap yıkılmayarak, vazgeçmeyerek ve hep affederek savunmasız bıraktım. Hiç solmayan bir sevda çiçeği olup bozdum ezberini. Direncini kırdım, kalbine girdim. Seni bir kalbi fethetmenin, ona her an kaybedebilme ihtimaliyle bağlanmanın, bir aşk için çırpınmanın o karanlık hazzından mahrum bıraktım. Affet beni, seni aşkın o dünyevi oyunlarından mahrum bıraktım. Belki de bunun için gözyaşlarıyla kazandığın ve yitirmekten çok korktuğun bir sevgiliyi sever gibi değil, sesini birtürlü susturamadığın vicdanını ya da o kusursuz ve daimi sevgisinden bunaldığın ve bu yüzden incitmekten asla çekinmediğin anneni sever gibi sevdin beni. Ama hiç aşık olmadın. Bu yüzden suçlama kendini. Asıl suçlu, bu hayatta kendine yer bulamayan, nereye gitse ya eksik ya fazla kalan, hayatı bir oyun gibi görmeyi ve kurallarına göre oynamayı hep reddeden benim o isyankar, o yaralı ve yabancı ruhum... Sen değilsin sevgilim. Hayatında önce bir sığıntı gibi yaşamaya, sonra seni kaybetmeye, ardından seni paylaşmaya, sonunda tam da sana kavuştum sanırken aşkın değil vicdanın olmaya, senin için aklına ne gelirse ona dönüşmeye razı oldum hep, katlandım. Hiç pişman olmadım seni sevmekten. Sana hiç kırılmadım. Hep anladım seni. Hayatın içinde soluk alan ve hayat kadar acımasızlaşan o karanlık yanını, buralara ait olmayan, annenin kırgın ömrünün kıyılarında unutulmuş, o yaralı, o sevgiye hasret çocukluğunun, hayatla uzlaşamamış aşk kırgını, yitik ilk gençliğinin ve herşeyin farkında olmanın çaresizliğiyle derinleşen yüzündeki çizgilerin aşkına bağışladım. Sevdim seni sevgili, sevdim... Seni o birtürlü kucaklayamadığım, ama başımı kaldırıp bakmasam bile hep orada, yukarda olduğunu bildiğim gökyüzüne duyduğum hasret gibi... Seni o suyundan hiç içmediğim, toprağına hiç basmadığım, insanlarını hiç tanımadığım, ama herşeyden kaçıp sığınmak istediğim o uzak ülkelerin hayali gibi... Seni aşkın için gözümü hiç kırpmadan arkamda bıraktığım, gözyaşlarını ve o yaralı ömrünü vicdanım gibi hep içimde sakladığım annemin karşılığı bu hayatta mümkün olmayan duaları gibi... Seni o rahmimden kanaya kanaya söküp atmak zorunda kaldığım, ama kalbimde aşkınla besleyerek büyüttüğüm sevdamızın o masum çekirdeğini tarifsiz bir hasretle özler gibi... Seni öylece, seni çırılçıplak, seni kadere isyan eder gibi, seni Tanrı'ya eş koşar gibi... Sevdim seni sevgili, sevdim... Beni bir kez öldürüp sensizliğe gömdüğün o yıllarda, o yabancısı olduğum hayatın ıssızlığında soluk almadan ömrümü yalnızca Tanrı'dan gözyaşlarıyla dilediğim o mucize için bekletirken... Sonra Tanrı sesimi duyup o mucizeyi, yani seni, yani o hayatın içine birtürlü sığamayan ve telaşından durmadan sigaraya sarılan yorgun ellerini, nereye baksan hep karşında duran o kırgın çocukluğunu, uzak denizlerin sisli buğusuyla her daim ıslak dudaklarını ve ruhumun tek sığınağı o tarifsiz kokunu yeniden bana verdiğinde... Kalbim kalbinde atarken, çocukluğum çocukluğunun ellerinden tutarken... Mutluluğa dokunarak, mutluluğumun farkında olarak, mutluluktan ağlayarak... Ama bir yanım seni her an yeniden kaybedecek gibi hep tetikte... Sensizliğin o dipsiz uçurumunun kıyılarında korkusuzca dans ederek, seni benden çalan hayatın o acımasız pençesini her an arkamda hissederek... Her gece yüzümü masumiyetinin o benzersiz yurdu olan boynuna gömüp uykuya dalmadan önce bu huzuru bana bağışlayan Tanrı'ya minnetle gülümseyerek... Ve işte tam da o anda ölmeye, sonsuzluğa karışmaya hazır olduğumu ona sessizce fısıldayarak... Sevdim seni sevgili, hep sevdim... Otur karşıma hadi, bir sigara yak. Konuşalım. Anlat bana sevdanı... İlk aşkının yüzünü anlat... O, hiçkimseyi bu kadar sevmedim ki, dediğin, o adını kimselere söylemeden ölmek istediğin sevdanı anlat bana. Kalbindeki o sızının dilinden en çok aşkınla kavrulmuş bu yüreğim, sevdanın uğruna solup giden şu çocuk ömrüm anlar. Anlat hadi ne olur. Ama sakın bana hayattan söz etme. Sakın bana, hayat böyle bir yer, herşey bitip tükeniyor, her aşk hayata yenik düşüyor, deme... Hayatın içinde soluk alan ve hayat kadar acımasızlaşan o karanlık yanınla değil, buralara ait olmayan, annenin kırgın ömrünün kıyılarında unutulmuş, o yaralı, o sevgiye hasret çocukluğunla, hayatla birtürlü uzlaşamayan o aşk kırgını, yitik ilkgençliğinle ve herşeyin farkında olmanın çaresizliğiyle gün geçtikçe daha da derinleşen yüzündeki çizgilerle konuş benimle. Hayat dışarda kaldı, bak. Burada yalnızca sevdan oturuyor. Sevdanın dilinden konuş benimle. Ben hayatın dilinden anlayamam. Biz bu sevdayı hayatın içinde yaşamadık. Biz bu sevdayı hayatın diliyle yaşamadık. Biliyorum bu şizofren aşkım hep korkuttu seni. Bu uyumsuz varlığım, gerçekliğin içinde yaşayan ve en az hayat kadar acımasız olan o yanını çok korkuttu. Benimle hayata yabancılaşmaktan korktun. Bu yüzden yalnızca öykülerinde ağladın o uyumsuz varlığıma. Yalnızca öykülerinde eğildin bu sevdanın önünde. Sen beni yalnızca öykülerinde sevdin... Şimdi ilk aşkımın yüzü diye sarıldığın ve uğruna adımı dudaklarından, kalbimi kalbinden, gölgemi evinin duvarlarından söküp attığın o sevdanın, yaralı yüreğine rağmen hayatın ortasında dimdik ayakta duruyor olması bir tesadüf mü sence? Hayatla yaralanmış iki kırgın yürekten, onun içinde varolmayı reddederek yalnızca aşkı kendine vatan bileni ve bu yüzden çırılçıplak, savunmasız ve güçsüz kalarak yıkılmış olanı değil, hayatın tam da ortasında ona meydan okuyarak yaşayanı, sevgiye duyduğu güvensizliği yaralı yüreğine kalkan yaparak ayakta kalmayı başarmış olanı seçmen bir tesadüf mü? Hayattan kopmuş bir roman kahramanından sıkılıp, hayatın içinde mücadele eden bir gerçeklik kahramanını tercih etmen bir tesadüf mü? Anlat bana ne olur... Kaybedecek birşeyimiz yok artık. Birazdan şu kapıdan çıkıp gideceksin. Aramıza hayat girecek... Aramıza başka bir sevdayla anlamlanan sayısız anlar, sayısız mekanlar, geri dönüşü olmayan anılar, sözler ve koca bir yaşam girecek. Gittiğin o sonsuzluk yolculuğundan seni bir daha geri çağırmayacağım. Duvarları gözyaşlarımla rutubetlenen bu dört duvar yüreğimde geçireceğim karanlık gecelerde bana o mucizeyi yeniden göndermesi için Tanrı'ya yeniden yalvarmayacağım. O hayatın içine birtürlü sığamayan ve telaşından durmadan sigaraya sarılan yorgun ellerinin, nereye baksan hep karşında duran o kırgın çocukluğunun, uzak denizlerin sisli buğusuyla her daim ıslak dudaklarının ve ruhumun tek sığınağı o tarifsiz kokunun özlemiyle çıldırsam bile, merhametin için yalvarıp sana bir kez daha aynı acımasızlığı yapmayacağım. Kimi geceler başka bir sevdaya sarılıp uyuduğun yatağından ansızın uyanıp doğrulduğunda, o koyu sevdasıyla boşlukta kanayan gözlerimin hayali 'nereye gidiyorsun sevgilim' demeyecek sana... Korkma benden artık. Aşkına rakip değilim. Ömrüne rakip değilim. Seni kadere emanet ettim. Seni ilk aşkının yüzüne emanet ettim. Kırgın değilim ne sana, ne de seni elimden alan bu acımasız hayata... Beni onca kaybedişten ve gözyaşından sonra bu dünyadaki cennetine çağıran, sonra annemin rahmi gibi huzur kokan uykularımızı sonsuza kadar yeniden elimden alan Tanrı'ya bile kırgın değilim ben... Şimdi git artık sevgilim. Sana sevgilim diyorum hala, bağışla beni. Sen artık bir başkasının sevgilisisin. Yalnızca bu cümleyi kurmamak için bile ölmek isterdim. Seni sonsuza dek kaybettiğim bu günleri hiç yaşamadan ölmek isterdim. Adım dudaklarında yok olmadan, tenim teninde henüz solmadan, daha böylesi yabancın olmadan... Gözlerindeki o çocuksu suçluluğu giderken denize at. Ona ihtiyacın yok artık. Affet kendini... Beni affet... Affet bu yaralı sevdamı... O hayatın içine birtürlü sığamayan ve telaşından durmadan sigaraya sarılan yorgun ellerini, nereye baksan hep karşında duran o kırgın çocukluğunu, uzak denizlerin sisli buğusuyla her daim ıslak dudaklarını, ruhumun tek sığınağı o tarifsiz kokunu yanına al giderken... Tutkunu olduğum neyin varsa hepsini alıp git... Şizofren aşkının son mektubu bu sana... Şimdi söz bitti artık. Konuşamam artık seninle... Konuşamam, yalnızca ağlarım... Uçurumun dibinde nasıl göründüğümü Merak ederdim hep. Yüzümün aynadaki boşluğuna hep bakmak isterdim. İnançlarımın kırılıp döküldüğü yeri anlamak için kalabalıklar içindeki yalnızlığıma dokunmak isterdim... Aşktı adın uçurumda, yanı başımda aynadaki suretimdi yüzüm, aykırı kanardı bana. İnançlarımın çoğu yalanmış alay ederdi benimle. Çok geç anladım, kalabalıklar arasındaki senmişsin dokunamadığım... Yalnızlığım diye küçümsediğim senin sevginmiş, Geceleri ansızın uyanıp İncitip durduğum senin yokluğunmuş... Onca sevişmeden sonra değişmemişsem, sihirli bir aydınlıkta, içimde bir yer sana sonsuz hasret kaldığı içinmiş... İşte onca yalan geçen hayatımda buymuş tek gerçekliğim... ağlıyor ve ölüyor. Zaman yüzünü eskitemez çünkü yüzü yok! Yok yüzlü palyaçonun giysisi olması gerektiği gibi oysa, kabarık yakalar ve renk renk kareli tulumu.. Yüzüyorlar, saydam ve ılık suyun içinde, şiddetle. Yukarıdan görülüyor bedenleri yarım, belden aşağıları yok. Hızla kayıyorlar sıvının içinden, aşağıya vardıklarında kollarıyla tırmanıyorlar kesik bedenlerini yukarı çekerek adamlar... Benle benim aramdaki farkı görebiliyor musun? . Ölüm, yaşayabilmek için sonsuzca kaçındığımız, ama sözcükleri yaşatabilmek için kucak açtığımız... . Deniz tepiniyor. . Akıl hastanesinde gidişat üzerine sorgulamada, hastalardan biri: ’’ Hepiniz bir gün buraya geleceksiniz, gelecek, geleceksiniz, gelecekler ’’ demiş. . Kafka insan vücudundaki karanlığı görmüştü yalnızca, ışığı, aydınlığı gözden kaçırmıştı. . Çöl rengi elbise giydim. . Beden kaç atom barındırıyorsa o kadar da anlam ve sembol taşır. Hücrelere çok önceden /her zaman/ zaten işlemiş, işlenmiş sözcük ve arzu. . Kırmızı Kahverengi Defter sy: 24-27 Sen Deniz Feneri Hüzünlü bir kış günü başladı yolculuğun Çocukluğun yıkık kentlerde Ve kesme kaya caddeli ahşap evlerde geçti. Okuma yazmayı öğrendiğin Gazetelerdeki terör sayfaları Ve Haliç tersanelerinde korsanlar Evden çıkarken vedalaşırdı babalarla evlatlar.... Her sokağın başında anaların isyanı dururdu Ve günler kısa ama geceler uzun olurdu. Bir kurşun bir liraya Ve bir hayat bir kurşuna mal olur, Senin doğduğun yerlerde İnsanlar can evinden vurulurdu.. Sen Deniz Feneri Sarayburnu'nun dimdik delikanlısı Yavuz zırhlısında deniz piyade eri Yetmiş ikiye dört çakı gibi asker Arkadaşının kaza kurşunu izini sırtında taşıyan Ve giderken bıraktığı sevdiğini döndüğünde bulamayan.... Yıkar mı bizi bu sevda! Bir aşk delikanlıyı bozar mı be adam?. Hadi kalk! Eski günlerde olduğu gibi Karanlığa yine ışık yak!. Arka bahçedeki mahalle kavgalarında Kaşına sapan taşı geldiği günden beri Hani kanına kanımı sürdüğüm o günden beri Can dostum ve kan dostum İster kalbine gömdüğün sevdamın aşkına İster Allah'ın aşkına Kalk bir ışık yak ve bir kor düşür yüreğimize Savaşmak ne güzel bir şey uğruna Ve yeniden âşık olmak.... Ve Sen Deniz Feneri Sarayburnu'nun dürüst delikanlısı Kalbine gömdüğün aşkın Gönlündeki sevdan ve aydınlık gözlerinle Senin işin karanlığa korkuturcasına bakmaktı Ve sana en yakışmayan şey ağlamaktı.. Deniz Feneri Unutmadık o günleri Sevdamız yüreğimizde gizli kalır Ve mahallenin kızına âşık olmak Ayıp sayılırdı Bir kıza âşık olmak bir de parkayı çıkarmak haramdı Ve dünya dedikleri şey yalandı.... Paranın geçmediği günler vardı gençliğimizde Ve namerdin yıkamadığı mertliğimiz Silah çekmek ve tespih sallamak değildi delikanlılık Tespihi çekmek, silahı saklamaktı Yazık... Gün geldi delikanlılık kabadayılığa yenildi Sonra üç kuruşa satılan sevdalar ve ucuz aşklar Artık senin işin değildi.... Sen Deniz Feneri Sarayburnu'nun dik ve yitik delikanlısı Ne geçmişten yükselen ağıtlar anlıyor seni Ne de geleceğe satılan aşklar. Sen doğarken bir ölüm şaşkınlığıyla Gökyüzüne uzanmış düşmanlık türküleri Suçüstü yakalanırken en güzel umutların Gözlerini bir ihanet anında açmışlığın Ve yakmışlığın gecenin karanlığına en derin aydınlığını. Hey Deniz Feneri! Parayla satın alınamayacak aşkların sevdalısı Çektiğin çileleri özenle saklıyorsun seyir defterinde Sarayburnu'nun dimdik ve yakışıklı delikanlısı.... Gidiyorsun belki Deniz Feneri Sana 'kal' diyemem giderken Sevmek kadar ölmek de kader Ama giderken bile ışığın yol göstersin kayıp gemilere Gözlerin gökyüzünü aydınlığa bürüsün Ve sen ölsen bile bir gün Nâmın yürüsün Ve sen ölsen bile bir gün Nâmın yürüsün... Bahr içinde katreyim bahr oldu hayran bana Ferş içinde zerreyim arş oldu seyran bana. Dost göründü çun ayan kalmadı bir şey nihan Tufan olursa cihan bir katre tufan bana. Surette ne'm var benim sirettedir madenim Kopsa kıyamet bugün gelmez perişan bana. Kaf-ı dil ankasıyım sırrın aşinasıyım Endişelen hasıyım ad oldu insan bana. Niyazi'nin dilinden Yunus'durur söyleyen Herkese çun can gerek Yunus durur can bana Aşk ile biliş canlara ezel-ebed olmayısar Gümrah olup bu cihanda kimse baki kalmayasar. Bir dona kan bulaşıcak yunmayınca mismil olmaz Gönül pası yunmayınca namaz eda olmayısar. Gönül pasın ise kibir-ü kini kodun ise İkrar bütün olmayınca erden nazar omayısar. Bu murdarı devşirenler bu su ile yunur sanır Erden himmet olmayınca ömür geçer yunmayısar. Yunus imdi sen Hakk’a er dün-ü gün gönlün Hakk’a ver Gönül gözü görmeyince bu baş gözü görmeyiser girdiler kapılardan girdiler pencerelerden mektuplardan kitaplardan telefonlardan girdiler kirlettiler ve gecemizi girdiler ağrıttılar ve gündüzümüzü isimize saygımızı Ölümüze acımızı sayrı yatağımızı Özlemlere sevgilere sular gibi akışımızı kıyımlara kıranlara türkü türkü bakışımızı göz gözelik diz dizelik su hancı dünyamızı girdiler kirlettiler insan onurumuzu insan yüzü güzeldir çirkindi bunlarınki insan yüzü sıcaktır soğuktu bunlarınki elleri el değildi eli andırıyordu gözleri göz gibiydi bakışsızdılar göğse benzer bir kafesti taşıdıkları içinde yürek yoktu kapıların arkasında emeklememiş beşiklere belenmemişlerdi karda tipide ev dediğin duvar kapı pencere saygıya gerek yoktu girdiler aksam sofralarında evlerimize yoksul sabah çaylarında girdiler girdiler öpüşürken kuytuda okşarken saclarını çocuğumuzun avutmaya çalışırken acilimizi duyumsarken sevincini insan oluşumuzun girdiler bağlarken mektubumuzu dertleşirken kapısında kırkıncı odamızın girdiler evlerimize. en ağrıtan yerinde bir özlem türküsünun bunalmış bir kahkahanın orta yerinde tas gibi yorgunluğunda bir güzelim düşün Ölümcül sayrılıkta umarsız yalnızlıkta kağıttan kayıklar yüzdürürken geçmiş sularımızda uçurtmalar salarken umut göklerimize kucaklarken dostlarımızı telefonlarda girdiler evlerimize. çirkindiler korkaktılar yarınsızdılar geldiler itilerek girdiler irkilerek kararttılar gecemizi Isırdılar karanlıkta kanattılar türkümüzü kırdılar çiçekli dallarımızı tükürdüler içine ekmeğimizin ağrıttılar ağrımızı ağrıttılar vatan vatan ağrıttılar dünya dünya ve çekip gittiler kanlı izler bırakarak göğümüzün merdivenlerinde. yoktu yarınları onların çünkü onlar suç taşıyan sandık gibi karanlıktılar Ayışığında oturuyorduk Bileğinden öptüm seni. Sonra ayakta öptüm Dudağından seni. Kapı aralığında öptüm Soluğundan seni. Bahçede çocuklar vardı Çocuğundan öptüm seni. Evime götürdüm yatağımda Kasığından öptüm seni. Başka evlerde karşılaştık İliğinden öptüm seni. En sonunda caddelere çıkardım Kaynağından öptüm seni Evet hatırladım Küçük basit şeyler Yetiyor kederlenmeye Ya mutluluğa elinin arkasında güneş duruyordu aylardan kasımdı üşüyorduk ağacın biri bulvarda ölüyordu şehrin camları kaygısız gülüyordu her köşe başında öpüşüyorduk. sisler bulvarı'na akşam çökmüştü omuzlarımıza çoktan çökmüştü kesik birer kol gibi yalnızdık dağlarda ateşler yanmıyordu deniz fenerleri sönmüştü birbirimizin gözlerini arıyorduk. sisler bulvarı'nda seni kaybettim sokak lambaları öksürüyordu yukarda bulutlar yürüyordu terkedilmiş bir çocuk gibiydim dokunsanız ağlayacaktım yenikapı'da bir tren vardı. sisler bulvarı'nda öleceğim sol kasığımdan vuracaklar bulvar durağında düşeceğim gözlüklerim kırılacaklar sen rüyasını göreceksin çığlık çığlığa uyanacaksın sabah kapını çalacaklar elinden tutup getirecekler beni görünce taş kesileceksin ağlamayacaksın! ağlamayacaksın! . sisler bulvarı'ndan geçtim sırsıklamdı ıslak kaldırımlar parlıyordu durup dururken gözlerim dalıyordu bir bardak şarapta kayboluyordum gece bekçilerine saati soruyordum evime gitmekten korkuyordum sisler boğazıma sarılmışlardı. bir gemi beni afrika'ya götürecek ismi bilmiyorum ne olacak kazablanka'da bir gün kalacağım sisler bulvarı'nı hatırlayacağım kırmızı melek şarkısından bir satır lodos'tan bir satır yağmur'dan iki senin kirpiklerinden bir satır simsiyah bir satır hatırlayacağım seni hatırlatanın çenesini kıracağım limanda vapurlar uğuldayacak. sisler bulvarı bir gece haykırmıştı ağaçları yatıyordu yoksuldu bütün yaprakları sararmıştı bütün bir sonbahar ağlamıştı ağlayan sanki İstanbul'du öl desen belki ölecektim içimde biber gibi bir kahır bütün şiirlerimi yakacaktım yalnızlık bana dokunuyordu. eğer sisler bulvarı olmasa eğer bu şehirde bu bulvar olmasa sabah ezanında yağmur yağmasa şüphesiz bir delilik yapardım hiç kimse beni anlayamazdı on beş sene hüküm giyerdim dördüncü yılında kaçardım belki kaçarken vururlardı. sisler bulvarı'ndan geçmediğin gün sisler bulvarı öksüz ben öksüzüm yağmurun altında yalnızım ağzım elim yüzüm ıslanıyor tren düdükleri iç içe giriyorlar aklımı fikrimi çeliyorlar aksaray'da ışıklar yanıyor sisler bulvarı ayaklanıyor artık kalbimi susturamıyorum seni kimler kaçırdı o güzel yazlarımdan - güzelim nere gitti tohuma deresinde - o ishalli yalnızlığım saclarının uzun uzun o güneşli sarisi yüzünun papatya sabahlığı - haziranlarımda gülüşünun baharlığı susuşunun sonsuzluğu nere gitti sende benim olan o sonsuz özlem seni kimler kaçırdı o güzel yazlarımdan - güzelim. sen gittin - kaba kilimlerde kaldı ayak izlerim pırıl pırıl selcilerde görkemli cevizlerde asma altı su sesi - alacalı güneş sofralarında sen gittin - inanılmaz öksüzlükler yaşadım düştüm çetin yollara - türkülere ağıtlara belendim saclarımda bulut oldun - alnımda demir parmaklık seni kimler kaçırdı o güzel yazlarımdan - güzelim. ben çok çektim güzelim - karlı dağlar oldu basım sen belki de mutluyudun - güzel günler geçirdin çünkü kaf dağında prensestin - soylu bir güzelliktin yaklaşılmaz bir varlıktın - masallık bir acıydın göz göze geldik bir gün - bir dağ başı durağında bindik ayni trene - kavuştuk yıllar sonra seni kimler kaçırdı o güzel yazlarımdan - güzelim. haziranım sarı gülüm yaz güneşim özlemim nice nice sular geçti - bildin mi köprülerden kaç bahar kaç sonbahar kaç çocuk kaç intihar nerdesin sen nerdeyim ben ne söylüyor bu çizgiler bu aynalar neden böyle yakından bakıyorlar neler anlatıyor bu şarkılar - uzak geçmişimizden seni kimler kaçırdı o güzel yazlarımdan - güzelim. ağlamak bir dağ gülü - bir yanık orman belki bir kurumuş çeşme belki - bir kimsesiz tutuklu uçaklar otobüsler vapurlar telefonlar haziranım sari gülüm yaz güneşim papatyam kime giydin o akları - kim kaldırdı duvağını kim kokladı kim baktı - bağrına kim - yıllar önce seni kimler kaçırdı o güzel yazlarımdan - güzelim Dedi ki: “Sanki üstümde Bir yaratık geziniyor.” Baktım kar gibi boynunda Küçük pembe bir böcek var.. -İster bilge ister deli İnsan hoyrattır gençlikte- Boyunda böcek yerine Dudakta öpüş görmeli.. Cam gibi pembe sırtında Küçük siyah benekler var, Bizleri seyretmek için Daldan eğilmişti kuşlar.. Körpe dudaklı güzelin Eğildim boynuna doğru. Gelin böceğini aldım, Öpücük de kaçıp gitti.. Gökte gördüm o böceği Dedi ki ey salak oğlum! İyilik Tanrı’nın işi, Aptallık insanoğlunun! . (1856) . Fransızca'dan çeviren: Tozan ALKAN Vurur düşlerine ozanın Güneş kızgınlığından birkaç ağustos Birkaç ağaç Yüksek ormanlar kuytusundan. Kardeşliğin alıcı kuşu Kalkar konar . Köylü Biçer ayrık otlarını ayırır başaklardan Kalkar konar Kardeşliğin alıcı kuşu . İşçi Tutar ucundan en acar biçimlerin Sürer Bin başıboş atı bin cehennemi birden Kardeşliğin alıcı kuşu Kalkar konar. Duran el Gitmeyen ayak Bir göz ki Arkasında bir ölü gözü Bir ses ki Arkasında bir ölü sesi Döner durur Kardeşliğin alıcı kuşu Kalkar konar Bir açık yürekten bir ötekine Bir bugüne bir yarına Alıcı kuşu kardeşliğin Düşünüyorum da, sanırım en büyük korkumuz olduğumuz gibi görünmek... Yumuşacık kalbimizin fark edilmesi, naif yönlerimizin keşfedilmesi, cesaretsizligimizin anlaşılması, korkularımızın paylaşılması sanki zarar göreceğimizin en büyük işareti. Kabuklarımızın altında kendimizi saklamakta ne kadar da ustayız... ...Ve ne kadar güçlü korunuyoruz, kalkanlarımızın ardında. Hissedilmeden, el değmeden, sevgimizi göstermeden. İstiridyeler, deniz minareleri, midyeler. Kirpiler ve kaplumbağalar gibi. Sahi koruyor mu bizi bu çatlamamış sert kabuk? Kimse incitemiyor mu duygularımızı, inançlarımızı, benliğimizi? Yoksa zarar mı veriyor bu ürkeklik, bu kabuk bize.? Hissettiklerimizi gölgeliyor, yansıtmıyor mu gerçek kimliğimizi? duygularımızı bastırıyor, el ele tutuşmamızı engelliyor mu? Eğer bir yıldız gibi ışıl ışılsam ve bir yıldız kadar parlak. Ne çıkar ateşböceği sansalar beni? ... Belki en hoyrat yürek bile ateşböceğinin o uçucu, masum, sevimli çocuksuluğuna el kaldırmaya kıyamaz? Anlaşılacağım ve bir ayna gibi yansıyacağım karşımdakine. O da çözülecek belki. Samimi ve güvenliksiz, silahsız biriyle göz göze gelince. Oysa bir görebilsek bunu. Kalmadı böyle insanlar demesek. Güven duygusuna bu kadar muhtaç olmasak. Kırılmaktan korkmasak. İncinsek, yaralansak. Ne olur bir darbe daha alsak. Yeniden açsak kendimizi, atabilsek o kabuğu. Denesek. Risk alsak. Yanılsak. Fark etmez. ... Tekrar, tekrar bıkmadan denesek. Ve kucaklaşsak yeniden. Tıpkı eskisi gibi. Ne olduğunu anlayamadığımız o onbeş yıldan öncesi gibi. O zaman fark edeceğiz. Ne kadar özlediğimizi birbirimizi. Neler biriktirdiğimizi, kaybolan değerlerimizi ne kadar özlediğimizi. Beraber geldik beraber gidiyoruz oysa. Vakit az, paylaşmak, sarılmak için. Yaşadığımız coğrafya zor, sartları ağır. Yüreği daha fazla küstürmemek lazım. Sırtımızda ağır küfeler, her gün katlanan. Ve koşullar bir türlü düzelmeyen. Sevgiye çok ihtiyacımız var. Ufukta kara bir kış görünüyor. Ancak birbirimize sokulursak atlatırız o günleri. Kırın o sert, o ağır kabuklarınızı. Kurtulun bu yükten. Korumuyor o kabuklar, aksine zarar veriyor bize. Yalnızlığa mahkum ediyor bizleri. Hem hepimiz bir yıldızız. Ne çıkar ateşböceği sansalar bizi. cam yeşili bir kız çok kirpikli saçları nasıl karanlık bir kızıl örtülü bir güzellik benzeri olamaz dudaklarındaki kan etkiliyor asıl duyarlığı alıngan gönlü ikircikli ne yazsam ona tutsak / adı şehnaz. belki kadın belki çocuk iyice kuşkulu hangi tutku buğulamış camlarını bazen ne çok var bazen ne kadar az kan kırmızı yaşayıp yaz akşamlarını okşaması boğulmak öpmesi uğultulu sabah olsam ona tutsak / adı şehnaz. saklı sevda sevdaların en saklanmışı birbirimizde fena boğuluyoruz hiç kimse birbirimizin yerini tutamaz benimle yaşayamadığı ona uygunsuz hiçbir şeye değişmem onunla yaşanmışı uygunsam ona tutsak / adı şehnaz. saklı bir sevdadır bulduk sığındık bu büyüylü bir aşk çünkü yasak gizli bir mutluluk ki ne söylesem az bin yılda yaşasak hiç de yaşamasak varımız yoğumuz aşkımız artık hayatım ona tutsak / adı şehnaz Sana ey kanımda eriyen kadın Can nasıl dayansın, nasıl dayansın? Mezara çekmekse beni maksadın Önümde o siyah gözlerin yansın. . Bir sütun alevsin, bir sütun duman, Yalnız seni görür gözünü yuman. Senden ateşine bir deva uman Bari gitsin kara toprağa kansın. . Bir çukur solumda, bir taş sağımda Kabre girdiğim gün bu genç çağımda Öyle bir yüksel ki sen toprağımda Görenler ruhumu tütüyor sansın Uçmakta, konmadan, kıyısız bir denizde ruh; Benzer mi böyle bir kuşa Tufan içinde Nuh? Üstünde gök, sürekli bulutlarla, yüklüdür; Altında gür deniz ki ezelden köpüklüdür. Çalkaltısında dalgası bilmez nedir sayı; Milyonca dalga sürmede milyonca dalgayı; Hiç durmayan gürültüsü bir türküdür, geniş, Milyonca haykırıs dolu, milyonca sesleniş. Yıldızlar ülkesinde açıldıkça yükseğe, Başlar hayal edindiği alem görünmeğe. Bir ruhu besliyen hava yalnız yukardadır. Hulyayı daima uçuran duygulardadır. Yalnız bu katta mümkün olur daimi uçuş. Her hamlesiyle, ruh, o çelikten kanatlı kuş, Ufkunda bir dakika görunmeksizin kara, Hür gökte, hür denizde uçar, hür ufuklara. Can ipini ten yününden Saran kirmen ular bir gün Sulu yalçınlar önünden Açılan gül solar bir gün. Gül dalında diken yarar Diken güle vermez zarar Toprak bir gün başın tarar Yolar saçlarını bir gün. Dünya olur bir gün harab Ne bülbül kalır ne gurab Rızka sebep olan türab Gözlerine dolar bir gün. Kudret koçunu koyuna Katmış seyreder oyuna Ecel kolların boynuna Habersizce dolar bir gün. Acı tatlı yenmez olur Yalan gerçek denmez olur Taş çarhıla dönmez olur Hep kesilir sular bir gün. Çal Seyranî durma sazın Hakka eyle sen niyazın Sana secdesiz namazın Kısmet olan kılar bir gün Sen hiç ölümün gölgesinde özgürlügü yaşadınmı Bir garibanın elinden tutupta hiç kadere rest çektinmi Alçağın adisine ispiyoncusuna kurşun yağdırdınmı Dedim ya gülüm ben bu alemde kral tanımam. Sen zevkini sefanı sürerken ben hayat okulunu okuyordum Sen elin cilalı mermer taşlarında kibar beylerlen dans ederken Ben hergün azraillen dans ediyordum Dedim ya gülüm ben bu alemde kral tanımam. Sen sıcak yatağında rahat uyurken Ben ise parçalanmış vucudumun acısıyla mahkeme duvarlarına Yaslanmış,gelmeyi bilmiyen karanlığı bekliyordum Dedim ya gülüm ben bu alemde kral tanımam. İdam sehpasında bir mahkum yaşamayı ne kadar çok istiyorsa Bende seni o kadar çok seviyorum.. Aşıma katmadım haram,güzel çirkin aramam Yanlış yapanı tanımam... bu senin içinde geçerlidir gülüm Dedim ya gülüm ben bu alemde kral tanımam..! I. Sevgili Pollyanna, Sen bu mektubu okurken Soğuk bir doğu sokağında, Acılarla yüklü bir faytonla dolaşıyor olacağım Atların boynunda ziller ve pembe orlondan püsküller Şaklayan kırbaç ve gıcırdayan tekerlekler.. Kömürümüz bitti tam kışın ortasında Toz hatıra ve talaş bastık sobaya Üşüse böyle yapardı mutlaka hazreti İsa da. Aşkın yüzünden düşen bin parçayı Toplamaktan yoruldum ben artık Pollyanna. Yolda bavulumu çaldılar Bana hediye ettiğin o kırmızı elbise de içindeydi Ne güzeldi Ben kendime çilek derdim onun giydiğimde Bakar bakar anne derdim memelerime İnsanın memesi olması büyük bir çilektir Pollyanna Güzeldi yine de o yıllar Küçük sarı pütürleriyle Ne çabuk geçti.. Ama zaten onu burada giymeme izin vermezlerdi Belki artık hiç olmaması daha iyi Çalınmış bir güzellik, Yasaklanmış bir güzellikten daha iyidir. Ama onu asla unutmayacağımı bilmelisin.. Dilerim sen pötikareli gömlekler gibi neşeli, İri dişli bir mısır koçanı kadar Mutlu ve yan yanasındır. Belki bir gün beni ziyarete gelirsin Sana krem fıstıklı ekmek ikram ederim Artık çok mutlu olacağızlı ekmekler Süte ekmek doğrar ve Papara papara diye şarkı söyleriz. Sen ruhumun misafir odasında uyursun, Süt ve gözyaşı lekeli yumuşak yer yatağında.. II. Sevgili Pollyanna, Senin romanlarında her şey o pazartesi başlardı Kot pantolonlu, uzun bacaklı pazartesilerdi onlar Ben mutfakta Edith Piaf dinler, Bir lağım faresiyle göz göze bulaşık yıkardım. Şehrimizin aşkı ve şehrimizin şarkısı Öfkeyle pis su borularında dolaşırdı. Sana patates kızartırdım. Patatesler pazartesi kadar kırmızı oluncaya kadar... Ölüm bizi ayırıncaya kadar... Aşkımız şehrin en güzel aşkıydı Kolay değildi, kolay olmamıştı Yıllarca şehrin en güzel aşkının benekleriyle yaşamak.. Kirli muşamba perdeli meyhanelerde ağlardım Masaaltı kedileriydi benim için ağlamak, Bazen tekirdi, bazen sarman Kim önce fırlarsa parsayı toplardı.. Öfkem içimde emekleyen kırmızı patikli Bir bebekti sanki Pollyanna Her köşede nergisler satıyorlardı sokaklarda Baygın kokulu güneşler gibi... Onları satın almak, Sonra bir gün yüzü çatlak intiharlarımı boyatıp Otuzaltı numara bir hayata başlamak... Uzun bir nekahet döneminden sonra Nihayet ayağa kalkmak... Öfkem Üstü kalsın derdi ve bırakırdı hayatımı Bayat bisküvi kokan o mahalle bakkalına Öfkem İşi bitmiş bir çalı süpürgesi gibi Dayamaktır kendini duvara... Öfkem Pollyanna Neden güzeldi? Bütün güzeller gibi elinde bir bardak sıcak çayla. Her şey o pazartesi başlardı Şehrimizin aşkı ve şehrimizin şarkısı Öfkeyle pis su borularından taşardı.. III. Sevgili Pollyanna, Radyo tiyatrosu dinlenirdi bir zaman içimde, İçimde dünyanın en eski kedisi Eski bir sobanın yanında uyuyordu. Çocuklar bir köşede Yenidünya çekirdekleriyle beştaş oynardı Frenk elması da derler Sarılı kahverengili bir meyve. Annem işte öyle bir kadındı Çocuklar gökyüzüne bakar sorardı: Ay dede orada ne yapıyor anne? Annem öldüğünde ay dede içimde Yüzlük bir ampul gibi parçalandı. Annem işte öyle bir kadındı Aşure getiren çocuklara, Teşekkür eder gibi yaşardı Öldüğünde gül resimli bir takvim yaprağıydı.. Pollyanna, Sana göre insan profiterol yer gibi yaşamalı Bir çamur deryasının içinde Küçük mutluluk topları yakalamalı. Bense vücuduma şiirler saplıyorum durmadan Sen de bilirsin ya Allah Dayanabileceği kadar acı verirmiş insana.. Geçen yazı Bir dut ağacının altında roman okuyarak geçirdim Dut taneleri düşerdi sayfalara Tıpkı tatlı bir yaz yağmuru gibi Büyük taneli tıpırtılarıyla Kendimi dut ağacının gölgesini yiyen Bir ipek böceğine benzetirdim. Ucuz teşbihler beyaz atlı prenslerdir Pollyanna Bir şiire gelir Ve onu bu hayattan kurtarırlar.. Ah Pollyanna, İçimde sanki hep aynı şarkıyı çalan bir laterna: Cancağızım basma perdeme bir çiçek de sen olsaydın Kaçarken yangın merdivenlerine Keşke grapon kağıtları assaydın. paylaşılan mutluluğu severim engin denizler kadar güzeldir o. I bana ait olmayan cesetleriyaktım bütün gece küllerini savurdum dans ettim ay kaydı yıldızlar gülüştü pervasızca ve saçlarımdan bir demet düştü suya aldım öptüm gözbebeklerinden cazibesini yitirmiş bir kadındın sen seni ben güzel yaptım. II davudi bir sesim vardı sonra kayboldu yıldızların üzerine çığ düştü ve ellerim damıttı ellerini-utandın-demek ki biliyorsun ah,tarihsiz duyguların ilk resmini bulutlara çizilen gözlerine çiy düşmüştü üşümüştün aldım ısıttım seni. III ben uzaktan severim seni de öyle sevdim bir tutam gökkuşağı karıştı sevdamıza kuş kanadı bir tutam bıraktık korkularımızı uçtuk gittik Sevilmek mi?-öyleyse bırakma yüreğini Şimdiki yolundan ayrılmaya. Olduğun herşeyken şimdi, Olmadığın şey olma. Böylece kibarlığın, lütfun, Aşkın güzelliğin, sonsuz bir övgü konusu olacak yeryüzünde, ve aşk-basit bir görev. Çün sana gönlüm mübtela düştü Derd ü gam bana aşina düştü. Zühd ü takva'ya yar idim evvel Aşk ile benden hep cüda düştü. Vaiz eydür gel aşkı terk eyle Bendeyim sabrım bi-vefa düştü. Nice terk etsin aşkı şol aşık Ana karşı sen mehlika düştü. Vechini görsem dağılır aklım Zülfün ana çün mukteda düştü. Kim seni buldu, kendi yok oldu Vaslına ey dost can baha düştü. Aşka uşşakın davet etmişsin Can kulağına ol seda düştü. Bu Niyazi'nin hiç vücudunda Zerre komadı hep yaka düştü Gece yağmaya başlayan kardan mı nedir? Saklamak zorunda olduğum kocaman bir sevinç varmış gibi Çok güzel şeyler söyleyecekmişim de Söyleyemiyormuşum gibi dolu dolu yüreğim.. İnsanca bir gülümsemeye rastladım Hıdrellez günlerinde salıncaklarda sallanan insanların Gönülleri kadar hafif. Baloncunun peşinden koşan çocuk yüreği gibi sevdalı Al, yeşil, sarı balonlarımız olsun n'olur diyen. Bağlara gidelim Asma çardaklarda yatalım gecelerde İsteyen sabahlasın, istediği kitapla İncir, üzüm, nar, şeftali Hepsi hepimizin diyen Sevginin dostluğun, arkadaşlığın dışında Hiçbir anlama gelmeyen İnsanca bir gülümsemeye rastladım. Merdivende verdiğin sarı kasımpatıyı unutmadım Sevdiğim bir şiir kitabına taktım onu Karıştı çiçeğin şiirlere.. Kolunu boynuma doluyorsun otobüste Çocuğunu seven bir anne gibi Yakınlığımız insanlığımızdan geliyor Ne kadar insanlaşırsak O kadar arkadaşız.. Kar dinmek bilmiyor dışarıda... Sabâ selâm eyle gül yüzlü yâre O mübarek hatırcığı hoş mudur Ben bendesi ayrı olalı gözden Kadrin bilmezlerle hâli hoş mudur. Cânân bizim kıymetimiz bilmedi Bu çeşmimden akan yaşı silmedi Çok zamandır bir selâmı gelmedi Bilmem o zalimin bağrı taş mıdır. Mustafa'm da yollarını gözetir Rakip açmış zülüflerin düzetir Olur olmaz sitemlerin bizedir Adülarla bâde içmek iş midir Kapının önünde duran çocuk Bir kır görünümünü andırıyor. Güneş tütüyor saçlarında Gözlerinde bir deniz kımıldanıyor. Kapının önünde duran çocukta Bütünleşiyor bütün zamanlar. Dağlar doğuyor çatırdayarak Derinleşiyor okyanuslar. Aşklar başlıyor ve bitiyor Dünya sürdürüyor dönmesini. İzliyor şaşmaz düzeninde Gece ve gündüz birbirini. Kapının önünde duran çocuk Habersiz bütün bunlardan. Hayat akıyor durmaksızın Onun içinden ve dışından 1- ATATÜRK'E Yine harmanımız rüzgâr bekliyor; Es yine es yine, samanı savur. Çak yine, çak yine, Masmavi Şimşek! Bu kutsal çorağın özlemi yağmur. İn yine, in yine, Sarı Yıldırım! Ayrıklı tarlayı aydınlat, kavur. Bugün de gecede sayıklayan var, Bugün de yobazca adımız gâvur Dal şu yüce dağlar gibi tekneye Sevgi ekmeğini mayala, yuğur. Doğ yine, doğ yine yurdun üstüne Sensiz yüreklerin ateşi soğur... 2- SEVGİLİYE Üç şeyin üstüne can-baş koymuşum: Anayurt, Atatürk ve sen, sevdiğim! Kavak yeli esmez benim başımda Atatürk rüzgârı esen, sevdiğim! Diz çök Anıtkabrin mermerlerine Herkesi kıskanıp küsen sevdiğim Mustafa Kemal'in neferiyim ben; Haklısın kölesi desen, sevdiğim! Belki çıkacağız yine savaşa Ki kalasın sen sağ-esen, sevdiğim! Öp beni alnımdan, uğurla, bekle Erliğimden şüpheliysen, sevdiğim! 3- ATATÜRKÇÜLERE Öyle sırtüstü yatıp dinlenecek gün değil; Daha yapacağımız çok şeyler var, çocuklar! Ne kadar erken yağdı, gördünüz ya, yeniden Nice güvendiğimiz dağlara kar, çocuklar! İlerden, ta uzaktan el ediyor durmadan Batılı arkadaşlar; vaktimiz dar, çocuklar! . Toplandık mı başbaşa, verdik mi el ele biz Su çekilir, dağ çöker, bora susar, çocuklar! Hele kuru kütükler ayıklansın bir kere Tadından çatlayacak dallarda nar, çocuklar! Sizi bir bir tanıyıp alnınızdan öpmeye Mustafa Kemal yolda, hey bahtiyar çocuklar! 4- YENİ MİLLETVEKİLLERİNE Haklısınız, bir büyük millete vekilsiniz; Göğsünüz, kıvanç dolu, gerildikçe gerilir. Bilin ki Atatürk'ün kurduğu Ankara'ya Atatürk'ün yolundan yürünerek girilir. Anıtkabre gidip de yürekten baş eğmeyen Günü gelir çarpılır, düşer, yere serilir. Bir avuç yobaz için, bir sürü cahil için Devrimi çiğneyecek ayak varsa, kırılır. Bir de bakarsınız ki her meydanda bir kere Her genç Türkte bir kere bir Atatürk dirilir. Bir an unutmayın ki Atatürk ülkesinde Ahiretten önce de Yüce Divan kurulur. Şarap küpü önünde serdik seccademizi Şarap yakutuyla adam ettik kendimizi Umudumuz, meyhanede yeniden bulmak Camide, medresede yiten günlerimizi Arifler ortasında sofilik satmayalar, İhlas ile aşka riyayı katmayalar.. Ya bildiğini eyit, ya bir bilirden işit, Teslimlik ucunu tut sözü uzatmayalar.. Kur’an kelamım dedi, gönlüne evim dedi, Gönül ev ıssın bilmez, âdemden tutmayalar.. Gönül sındı bulundu, hem Hakk’a yakın idi, Yine dikerim diye, bütünü yırtmayalar.. Mumlu baldır şeriat, tortusuz yağdır tarikat, Dost için balı yağa, pes niçin katmayalar.. Arif can verir duymaz, yalancı mala kıymaz, Yalan ile gerçeği beraber tutmayalar.. Kıymetin duyar isen, neye değer iş bu dem, Erenlerin manasın almaza satmayalar.. Miskin Adem yanıldı, Uçmak'ta buğday yedi, İşi Hak’tan bilenler şeytandan tutmayalar.. Şirin hulklar eylegil, tatlı sözler söylegil, Sohbetlerde Yunus’u hergiz unutmayalar. Kulak verin sözlerime iyice, Herkes öldürebilir sevdiğini Kimi bir bakışıyla yapar bunu, Kimi dalkavukça sözlerle, Korkaklar öpücük ile öldürür, Yürekliler kılıç darbeleriyle! . Kimi gençken öldürür sevdiğini Kimileri yaşlı iken öldürür; Şehvetli ellerle öldürür kimi Kimi altından ellerle öldürür; Merhametli kişi bıçak kullanır Çünkü bıçakla ölen çabuk soğur.. Kimi aşk kısadır, kimi uzundur, Kimi satar kimi de satın alır; Kimi gözyaşı döker öldürürken, Kimi kılı kıpırdamadan öldürür; Herkes öldürebilir sevdiğini Ama herkes öldürdü diye ölmez.. (…). Yasaların yargısı doğru mudur Ya da yanlış mıdır bunu bilemem; Bildiğim tek şey bu hapishanede Demir gibi sağlamdır tüm duvarlar, Bir yıl kadar uzundur her geçen gün Yıl bitmek bilmez, uzadıkça uzar.. Kabil'in Habil'i öldürdüğü Günden beri hiç dinmedi acılar Çünkü insanların insanlar için Koymuş olduğu bütün yasalar Tıpkı adaletsiz bir kalbur gibi Taneyi eleyip samanı tutar.. Bildiğim başka bir şey daha var -Ki bilmeli benim gibi herkes de- İnsanın kardeşlerine ettiğini İsa Efendimiz görmesin diye Utanç tuğlalarıyla, parmaklıklarla Örüldü yapılan her hapishane.. Parmaklıklar güneşi engelledi, Kararttılar tatlı ay ışığını, Cehennemi böyle ört bas ettiler Yaptıkları bütün iğrenç şeyleri İnsanoğlundan, tanrının oğlundan Gizlemeyi ustaca başardılar.. Zehirli otlar gibi kötülükler Büyür hapishanenin havasında, Yok olur burada harcanıp gider İyi olan ne varsa insanda: Kapıyı tutar soluk bir keder Umutsuzluk bekçiliğini yapar.. (…). Çeviri: Tozan ALKAN İki kaşları karanın Ah elinden vah elinden Siyah perçem mâhparenin Dâd elinden vah elinden. Ağ elleri nakışlının Ağca ceylân bakışlının Vurup bağrım yıkışlının Ah elinden vah elinden. Ağ elleri kınalının O gözleri sürmelinin Emrah eydür şu sunanın Dâd elinden ah elinden Şimdiden geçip gitmekte olan geleceğin işe yaramaz, belirsiz ve bulanık, bir boşyücelikten tekrarı, uzayıp giden bir aynalar koridoru olacağından korktum, Ve bu düşten önceki yarı aydınlıkta yalvardım adlarını bilmediğim tanrılarıma günlerime bir şey yada birini göndersinler diye. Onlarda gönderdiler.Bir yudumdu atalarım yasaklara karşın, açlık ve yoksulluk içinde, savaşlarda kendilerini ona adamışardı. İşte bir kez daha karşımdaydı o çekici tehlike. Oysa zamanın unutmadığı dizelerimde övdüğüm o hayalet koruyucularından biri değildim. Yetmişini tamamlamış kör bir adamdım ben Ölüm kokan bir hastane köşesinde, Can çekişen insanlar arasında göğsüne yediği iki kurşunla ölen Doğulu Francisco Borges değilim; Ama şimdi saldırıya uramış yurdum benden kılıcın savaşla ilgili hünerinden uzak bilgiçlik taslayan beceriksiz kalemimle bir destanın ayrıntıların toplayıp kendi yerimi belirtmemi istiyor.Ben de onu yapıyorum... Beni ne arayın ne elden sorun, Necmettin Efendi, Yunus Efendi. Size söz söyleyim siz karar verin, Necmettin Efendi, Yunus Efendi. . Aşkın delisiyim, pirin hayranı, Kubbenin kendiyim yerin hayranı, İkiyi severim birin hayranı, Necmettin Efendi, Yunus Efendi. . Bu halkın içinde deli sayılan Elimdeki sazın teli sayılan, Canlıyım velakin ölü sayılan, Necmettin Efendi, Yunus Efendi. . Ululara hizmetim var aşkım var, Sohbetim var irfanım yok meşkim var, Ölçülmez, bilinmez beden köşküm var, Necmettin Efendi, Yunus Efendi. . İkiliği bilinmez suya benzerim, Bulutlar ardında aya benzerim, Sizler bana söylen neye benzerim, Necmettin Efendi, Yunus Efendi. . Ayagım yerlerde göklerde başım, Nefesde nefesim yerdeki daşım, Allah’la insanla daima işim, Necmettin Efendi, Yunus Efendi. . Kendi kendim ile savaşım vardır, Zalim de alim de bir bana yardır, Dövseler sövseler ne fayda vardır, Necmettin Efendi, Yunus Efendi. . Layık olunmayan aşkı bulamaz, Bedavadır amma kimse alamaz, Bu çeşmeden cahil insan dolamaz, Necmettin Efendi, Yunus efendi.. Aldığım altını harcamam hemen, Bir adem kuluna eyledim iman, Onun için halim gayetten yaman, Necmettin Efendi, yunus efendi.. Bazı dolu gibi bazı boş gibi, Bazı hayal gibi bazı düş gibi, Herkes yiyyor beni dolu boş gibi, Necmettin Efendi, Yunus Efendi. . Ey Sefil Selimi söyleme uzun, Belki de dostlara verirsin hüzün, Güneşi olmalı mutlaka bugün, Necmettin Efendi, Yunus Efendi. Cenâb-Hân Selîm-i ma'delet kâr Ki oldur merkez-i pergâr-ı dünyâ Edüp takdim-i adlâ-yı mesâlih Cihân-ı kıldı ma'mûrüz'-zevâyâ geçüp tedkîk-i Oklides-i re'yi Hikemde oldu Eflatun'dan a'lâ Sezâdır olsa pây-endâz-ı râhî Kumaş-ı atlas-ı gerdûn-ı hadrâ Mühimmât-ı umûr-ı ceng-ı yekser Aristo gibi tedbîr etti hakkâ Edüp ez-cümle ihyâyı fenn-i harbi o sûretde musanna' kim görenler olur hayretle çün nakş-ı heyûlâ Kılup te'sîs-i eşkâl-i mehâret Binâsı oldu kıstâs-ı temâşa Bu mısrâ geldi bir târîh Galib Mühendishâne-i nev-resmi vâlâ Bizim kapı dost kapısı Girene canımız kurban. Selâm muhabbet tapusu Verene canımız kurban.. Nefisten soyunduk tül tül Gitti beden, kaldı gönül Özümüz bağ, sözümüz gül Derene canımız kurban.. Uzadıkça hasret demi Şefkat atı çiğner gem’i Yaramıza sabır em’i Sürene canımız kurban.. Hayat kilim, çile nakış Dokuyoruz iniş, yokuş Marifet mânâya bakış Görene canımız kurban.. Kin marazdır, sevgi sanat Yürekte kaynar her saat Kimsesizlere kol, kanat Gerene canımız kurban.. (Suları Islatamadım) Türk’e zulmedilir mi Türk Milleti adına Baldıran zehiridir bir baksanız tadına Hadi başörtüsünü, kapalıyı reddettik Söyleyin çıplaklığın faydası ne kadına? . 12.05.2008/Vakit Bir yerde som çeliğin mantarlaşma günüdür Bir yerde şahinlerin hantallaşma günüdür Seçim kürsülerinin ahengi başka bir renk Orada kargaların kartallaşma günüdür.. 05.03.2009 Hayır. Olamaz. Sevgilim, sen de mi kızdın bana? Niçin? Bak geldim, çiçek de getirdim, ama, ama...asla bir kötülük yapmadım sana! . Solgun bir yüzle, düştüm kaldım sendeleyerek. Sokak döndü durdu çevremde. Duydum kesik kesik fren seslerini. Esiyor rüzgar acıtıyordu yanaklarımı. Bu denli kargaşa hiç olmamıştı. . Başkentin karmaşasında baktım çevreme çok sert bir yüzle. Hüzünlü, sanki ölüm döşeğindeydim. Yüreğim de yitik bu arada. . Bir kötülük yapmıyorsun bana, ama ilgilenmiyorsun da benimle. Artık hüç umurunda değilim. . Aşk! Sen vardın usumda hep. Yeter! Bitirin bu aptalca oyunu. İsterseniz eleştirin beni, en görkemli serseriyim ben. . Anımsar mısın? Sırtındaki haçın altında iki büklümken bir anlığına durdu İsa. Onu izleyen kalabalık bağırdı o anda gülerek: 'Yürüsene, aptal! ' dediler. . Doğru! Acımasızsın. En zorlu gününde bağırırsın bir zavallıya. Rahat vermez, kargışlarsın onu. Ama biz hazırız zaten buna. . Durumlar işte böyle! . Ant içerim ki dürüst olacağım, bir kız verin bana. Genç güzel bir şey olsun. Hiçbir kötülük etmeyeceğim, yalnızca saflığını bozacağım onun iğneleyici sözlerimle. . Göze göz! Dişe diş! . Hiç aralıksız düşündüm binlerce kez öç almayı. Korkutun isterseniz beni. Suçlu ortada zaten değil mi? . Göze göz! Dişe diş! . Öldürün gömün beni. Kurtulurum oradan, yaparım elimden geleni. Ama bir köpek gibi, geleceğim arkanızdan sizin, saldıracağım size hep! . Geceleyin birden uyanaksın. Çünkü gürleyeceğim bet sesimle. Hiç rahat yüzü de vermiyorsun bana. Kalmadı farkım bir tutsaktan. Ama güçlüyüm yine de ben! . Boynuzları tellere takılmış bir geyik gibiyim. Gözlerim kan çanağına dönmüş. Bir zavallı da olsam dikileceğim bütün gücümle göstereceğim herkese yüzümü. . İnsan kaçamaz! Pis, pişman bir durumda. Gerekirse yatar soğuk taşlarda. Ben de çizeceğim bir dinsizin resmini Çar'ın kapısına. . Kuruyun ırmaklar, dindiremesin Çar susuzluğunu. Onu ilençleyin! Güneş, ışığını harcama onun için boşuna! Binlerce yoldaşım dışlansın alanlarda! Ve en sonunda geldiğinde o çağların ötesinden üşüyerek, anlayacak son günlerini tükettiğini. Haydutları, kıyıcıları kurtaramayacak onu. . Gün doğuyor. Açıldıkça açılıyor gökyüzü, yutuyor geceyi yavaş yavaş. Pencereler ışıl ışıl tavalar sımsıcak. Dökülüyor güneş kentin üzerine. . Ey kutsal öç! Önderlik et bana çok güçlüsün yaşıyorsun dizelerimde. Benim bu yüreğim, söyleyecek sana her şeyi tıka basa dolu o. . Geleceğin insanları! Nasılsınız? Tanımalıyım sizi. Buradayım, bütün acılarımla. Yaralarım sızlıyor... Size bırakacağım her şeyimi o mutlu ülkümü. . (1916) sevmeye başlayınca birini kendimi yıkıp yeniden kurarım çünkü; bu yeni bir aşktır ve temeldeki yerini mutlaka alacaktır. dikkat! .. yabancıların inşaat alanına girmesi tehlikeli ve yasaktır... ilkin bir kadını kestiler soyup giysilerini sonra kitapları yaktılar, suları kestiler su bir ulusun özlemidir bu yüzden dağlara bakarlar bir silâh olarak alınır satılır ve ıslatır esirgemeden bir rençberin boğazını. oysa ay bir ateş gibi yağıyor usul usul terliyor bir batık gemi kan sızıyor bir halkın dinmeyen uğultusundan ve eskiden bir şehire girdiğimi hatırlıyorum bir şehire yerleştiğimi hatırlıyorum rüzgârın eskittiği bir şemsiyeyle suyun paslandırdığı bir silâhla herkes gibi bir avuç bedenimle yarım dirimler yarım ölümler taşıyarak bir denizin altından oldukça ağır bir denizin altından ağzı tıkalı bir sürahi gibi suyun yüzüne çıktığımı. şimdi artık neyi hatırlasam bir anı oluyor örneğin bir adamın içkiye düşkünlüğünü bir kadının sunuluşunu soyularak kanım mı hatırlatıyor ben mi üflüyorum gidip toparlıyorum bir yerlerden başkaldıran gölgemi. diyorumki ey batık gemi artık kar yağıyor güvercinlere sokak alışılmış düzenini sürdürüyor harcayan kıllı elleriyle sunak kan içinde, kan içinde sunak alıp boyuyor gövdemizi. sokaktayım ve herkes alışkın hatta bekliyor onu durmadan bir soylunun serinleme alışkanlığıyla bir ağustos akşamında durmadan kurban, durmadan sunu tükenmeyen açlığına düzenin döğüşmeyi ve kanı hazırlıyor aşkın son kertesini onu, durmadan. şimdi ey eski gümüş, batık gemi, diyorum ki her yerde seni hatırlıyorum durmadan saat kaç olursa olsun, takvim ne derse desin açlıkta, bir bıçağın kabzasında ve dağda durmak istediğimi hatırlıyorum durmadan itilirken ve dövülürken ve kovalanırken güneş batarken ve doğarken bir parmaklığa dayayıp ellerimi durmak istediğimi hatırlıyorum durmadan itilirken ve dövülürken ve kovalanırken güneş batarken ve doğarken bir parmaklığa dayayıp ellerimi durmak istediğimi. sunak inceltir coğrafyasını akşam bir dinginliğe benzer kendiliğinden. II. dünyayı en çok sevdiğim zaman her şeyi en çok unuttuğum zaman sanılır çünkü kuşların güzle güneye gittiğine inanılır oysa taş kırmanın ve otel inşa etmenin mevsimi yoktur cepte tabanca da cigara paketi arar gibi aranır adamoğlu hırçın bir kış gibidir doğrusu hırçın bir kış niteliğindedir. birden akidesi parlayınca fosforun dünyanın elbette sonu vardır yani sunak temizlenir kandan sunmanın önü alınır en denize yatkın küreklerle ustaca biçilmiş keresteler ve usturlâpın en alâsı iskenderiyeden ve haritanın en makbulu kanla yoklanan sonu vardır. imdi bu böyle nasıl bir bahardır bütün sürgünlerin lâhana olarak hesaplandığı bütün harfler anlamını yitirmiş bütün sokaklar geliş geçişe dardır ve acılar bütün etkisini yitirmiş gemiler bütün limanların uğraşı. III. dünya bir sunaktır sonunda kalemlerin bile sunulduğu işte benim kanım ortada akmıyor artık. IV. sakinim bütün gece boyunca başımı değişmeyen düşüme koyunca lâleler kızıllaşır menekşeler morlaşır sütçü gelmez kapıya vurmaz gazeteci de öyle bilirim dünyanın sonu vardır Vardım gittim gurbet eli dolaştım Gözümün yaşını durduramadım Öldüm bittim bir sevdaya bulaştım Divane gönlümü durduramadım. Yıllardır sevdiğim el oldu gitti Tutuştu yüreğim kül oldu gitti Gözlerimin yaşı sel oldu gitti Zülfünden bir köprü kurduramadım. Mahzuni bu dağlar yolum bağladı Gönlüm deli deli coştu çağladı Hergün hergün figan etti ağladı Kolunu boynuma sardıramadım Herkesin bir yağmuru vardır ve bir rüzgarı Aşk biraz ıslanmaktır Al götür beni o uzak yağmurlara. Herkesin bir şiiri vardır ve bir şarkısı Aşk biraz çoğalmaktır Al götür beni o uzak şarkılara. Herkesin bir akşamı vardır ve bir masalı Aşk biraz yorulmaktır Al götür beni o uzak akşamlara Seni istakbal için önce gelmek cihana, Ve başkasınan almak sonra geliş müjdeni. Bir nefes dinlemeden yıllarca koşmak sana, Aramak her tarafta...Bulmamak asla seni.. Suda,rüzgarda,kuşta senin sedanı duyup Seni beyaz çiçekli dallar içinde sanmak. Vuslatın rüyasını görmek üzre uyuyup Hasretin azabına ermek için uyanmak.. Başka bir şekle koymak her gün güzel yüzünü, Boyamak gözlerini bir siyah,bir maviye. Tek seni hayal için süzerek batan günü, Gece mahtaba dalmak,sen de dalmışsın diye.. Seni anlatmak üzre yazıp her gün bir gazel Geçirmek ömrü yalnız sana dair eserle. Saçlarını çözerek hulya dizinde,tel tel, Bugün güllerle örmek,yarın menekşelerle.... Tesadüf ümidinin bittiği müşiş anda Dudağa kanla çizmek yeniden tebessümü: Seni istikbal için artık öbür cihanda, Dosta el sallar gibi,davet etmek ölümü. 'İslami Nizamı Propoganda Ettiğimizi Söylüyorlar! Şüphe Mi Var? Biz Yalnız Bu İşi Yapmıyor. Bu İşi Yapmak İçin Yaşıyoruz. Fakat Propoganda Kelimesine İştirak Edemeyiz. Bu Hasis Ve Sefil Kelime, İslamın Ulviyet Ve Üstünlüğünü Tesbit Etmek Gibi Bir Fiile Alem Olamaz. İslamın Ulviyet Ve Üstünlüğünü Haykırmak Ve Anlatmak Kanunca Bir Suç Mudur? 'İslam Ulvidir' Demek, Başka Her Şey Sefildir Ve Yıkılmalıdır' Demek Midir' Yazılı iddianamesine (Bedeviyyet) kelimesini koymayıp bunu huzurunuzda söyliyen ve yüzlerce müslümanı bu odada can evinden yaralıyan savcıya, ellinci kuşak büyük babasıyla ellinci kuşak torunu davacı olacağı zaman kurtulabilmesi için, çare olarak şimdi ayağa kalkıp nadim olduğunu söylemesini ve istiğfar etmesini hatırlatmak müslümanlık vazifemdir.' Kime ne desem Boyuna kendimi dinliyordum eski yağmurları dinliyordum. Düşünmeden biliyordum deniz ılıdı Dökülen çelik katı Yürüyenler yan yana. Yüzümü güneşte dinlendirsem Dağın dağ olduğunu bilsem ovanın ova ağacın ağaç Kurtulurdum. Çok köprülü sular gibi git git bitmedi Boyuna kendimi dinliyordum eski yağmurları dinliyordum. Saat sekizi geç vurdu Giden gitmiş hüznü ayaklandırmak boşuna Düşünmeden biliyordum böyle zamansız güneşli, umulmadık mavi günlerde bir bekleme salonu yalnızlığına bürünüyorum.. iliklerimdeki yitik aşkı sarhoş bir unutkanlığa ilikliyorum... . sanki şiirini bilmediğim bir fransız akşamında kaldırım taşlarını sayıyorum kalbimin.. içimde ayak izlerin, aylak bir yaz geçiyor avuçlarımdan... . ve ben ne zaman, kiminle sevişsem, hâlâ seni aldatıyorum! yüzümde metresine dantelli don almış taşralı tüccar mutluluğu var yüzümde kırık bir şişeyi andıran yanık izi var baba beni tahrik et yaralı bir kuşun yanına göm beni tek koluyla savaşarak tarihe geçen bir halk kahramanı gibi abart kendini. acı dediğin yaşadıklarının izi değil yaşamayı ıskaladıklarındır asıl baba beni ahşap bir ev gibi düşün yıkık dökük bir han gibi uyurken saçımı okşa, uyanınca kundakla. herkes bilir; iki kişi sohbet edebilir ancak bir kişi daha girmezse hayatlarına aşk falan yoktur. aşk üç kişiliktir baba cinayet içinse yüzlerce kişi gerekir. metresine molotof kokteyli taşıyan pis bakışlı kambur bir oğlan kadar mutluyum dönmemi bekleme boşuna, vuracaksan sırtımdan vur beni baba ne yana dönsem arkamda kalıyor hayat ne yana dönsem sütü taşırmış bir kadın telaşı. yüzüme bak baba; . sapından koparılmış gül kırmızısı Hep bu ayak sesleri, hep bu ayak sesleri, Dolaşıyor dışarıda, gün batışından beri, Bu sesler dokunuyor en ağrıyan yerime, Bir eski çıban gibi işliyor içerime, Ey şimdi kara haber gibi bana yaklaşan, Sonra saadet olup yanımdan uzaklaşan, Sesler, ayak sesleri kesilmez çıtırdılar! Bana gelen müjdeyi galiba caydırdılar, Böyle adım atarlar, ayrılanlar eşinden, Böyle yürür, gidenler, bir tabutun peşinden, Kimsesiz gecelerim, bu kesik sesle doldu, Artık, atan kalbimde bir ayak sesi oldu Bir gün, sönük göğsüme düştüğü vakit başım Benden ayrılıyormuş gibi bir can yoldaşım, Gittikçe uzaklaşan bu sesi duya duya, Yavaşça dalacağım, o kalkılmaz uykuya Sen omuzunda yorgan, elinde torban, Sen mevsim işçisi, büyük gezginci,, doğduğundan beri sen, anan, baban, Orakçı, çapacı, ırgat, ekinci, . Sen, anan ve baban... Siz topraksızlar, Sizi ben tanırım uzun yollardan. Size en yığın yığın büyük yalnızlar, Sizi de yaratmış bizi yaradan. . Ekip biçtiğiniz toprak sizindir, Sizindir zorluğu, derdi, mihneti. Sizin çektiğiniz derde dar gelir, Tanrının ambarı olsa cenneti. . Ve cennet, dünyanın kurulduğundan Beridir Tanrı’nın düşüncesidir. Sen sabrını yere çaldığın zaman Bu güzel hulyadan Tanrı ürperir. . Siz ey yığın yığın büyük yalnızlar, Sizi de yaratmış bizi yaradan. Ey mevsim işçisi, ey topraksızlar, Sizin toprağınız size bu vatan. ve bu benim yalnız bir kadın soğuk bir mevsimin eşiğinde, yeryüzünün kirlenmiş varlığını anlamanın başlangıcında ve gökyüzünün yalın ve hüzünlü umutsuzluğu ve bu beton ellerin güçsüzlüğü. zaman geçti zaman geçti ve saat dört kez çaldı dört kez çaldı bugün aralık ayının yirmi biridir ben mevsimlerin gizini biliyorum ve anların sözlerini anlıyorum kurtarıcı mezarda uyumuştur ve toprak, ağırlayan toprak, dinginliğe bir belirtidir.. zaman akıp geçti ve saat dört kez çaldı. sokakta rüzgâr esiyor sokakta rüzgâr esiyor ve ben çiçeklerin çiftleşmesini düşünüyorum cılız, kansız saplarıyla goncaları, ve bu veremli yorgun zamanı ve bir adam ıslak ağaçların yanından geçiyor damarlarının mavi urganı ölü yılanlar gibi boynunun iki yanından yukarı süzülmüştür ve allak bullak şakaklarında o kanlı heceyi yineliyorlar -selam -selam ve ben çiçeklerin çiftleşmesini düşünüyorum. soğuk bir mevsimin eşiğinde aynaların ağıtı topluluğunda ve uçuk renkli deneyimlerin yaslı toplantısında ve suskunluğun bilgisiyle döllenmiş bu günbatımında. gitmekte olan o kimseye böyle dayançlı ağır başıboş nasıl dur emri verilebilir. o adama nasıl diri olmadığı söylenebilir, hiçbir zaman diri olmadığı.. sokakta rüzgâr esiyor inzivanın tekil kargaları sıkıntının yaşlı bahçelerinde dönüyorlar ve merdivenin boyu ne kadar kısa. onlar bir yüreğin tüm saflığını kendileriyle masallar sarayına götürdüler ve şimdi artık nasıl birisi dansa kalkacak ve çocukluk saçlarını akan sulara dökecek ve sonunda koparıp kokladığı elmayı ayakları altında ezecek? . sevgili, ey biricik sevgili ne de çok kara bulut var güneşin konukluğunu bekleyen. uçuş düşlediğin bir yolda bir gün o kuş belirdi sanki yeşil hayal çizgilerindendi esintinin şehvetinde soluyan taze yapraklar sanki pencerenin lekesiz belleğinde yanan o mor yalaz lambanın masum düşüncesinden başka bir şey değildi.. sokakta rüzgâr esiyor bu yıkımın başlangıcıdır senin ellerinin yıkıldığı gün de rüzgâr esiyordu sevgili yıldızlar kartondan yapılı sevgili yıldızlar gökyüzünde, yalan esmeye başlayınca artık yenik peygamberlerin surelerine nasıl sığınılabilir? biz binlerce bin yıllık ölüler gibi birbirimize varırız ve o zaman güneş cesetlerimizin boşa gitmişliğini yargılayacak.. ben üşüyorum ben üşüyorum ve sanki hiçbir zaman ısınmayacağım sevgili, ey biricik sevgili, "o şarap meğer kaç yıllıkmış? " bak burada zaman nasıl da ağır ve balıklar nasıl da benim etlerimi kemiriyorlar neden beni hep deniz diplerinde tutuyorsun? . ben üşüyorum ve sedef küpelerden nefret ediyorum ben üşüyorum ve biliyorum yabanıl bir gelinciğin tüm kızıl evhamlarından birkaç damla kandan başka hiçbir şey arda kalmayacak. çizgileri bırakacağım sayı saymasını da bırakacağım ve sınırlı geometrik biçimler arasından enginin duyumsal düzlemlerine sığınacağım ben çıplağım, çıplağım, çıplak sevgi sözcükleri arasındaki duraksamalar gibi çıplak ve aşktandır tüm yaralarım benim aşktan, aşktan, aşktan. ben bu başıboş adayı okyanusun devriminden geçirmişim ve dağ patlamasından. ve paramparça olmak o birleşik varlığın giziydi en değersiz zerresinden güneş doğdu.. selam ey masum gece! . selam ey gece, ey çöl kurtlarının gözlerini inanın ve güvenin kemiksi oyluklarına dönüştüren! ve senin pınarının kıyısında, söğütlerin ruhları baltaların sevecen ruhlarını kokluyorlar ben düşüncelerin, sözlerin ve seslerin aldırmazlık dünyasından geliyorum ve bu dünya yılan yuvasına benziyor ve bu dünya öyle insanların ayak sesleriyle doludur ki seni öpüyorken kafalarında seni asacakları urganı örüyorlar.. selam ey masum gece! . pencereyle görmek arasında her zaman bir aralık var.. niçin bakmadım? bir adam ıslak ağaçların yanından geçtiği zamanki gibi.... niçin bakmadım? annem o gece ağlamıştı sanırım benim acıya ulaştığımı ve dölün biçimlendiği gece benim akasya başaklarına gelin olduğum gece İsfahan'ın mavi çini tınlamasıyla dolduğu gece ve benim yarı yanım olan kimse, benim dölümün içine dönmüştü ve ben onu aynada görüyordum ayna gibi duru ve aydınlıktı ve ansızın çağırdı beni ve ben akasya başaklarının gelini oldum. annem o gece ağlamıştı sanırım.. bu tıkalı küçük pencereye nasıl da boş bir aydınlık uğradı niçin bakmadım? tüm mutluluk anları biliyorlardı senin ellerinin yıkılacağını ve ben bakmadım ta ki saatin penceresi açıldı ve o özgün kanarya dört kez öttü dört kez öttü ve ben o küçük kadınla karşılaştım gözleri, simurgların boş yuvaları gibiydi baldırlarının kımıltısında giderken sanki benim görkemli düşümün kızlığını kendisiyle götürüyordu gecenin yatağına.. acaba saçlarımı yeniden rüzgârda tarayacak mıyım? acaba bahçelere menekşe ekecek miyim ve sardunyaları pencere ardındaki gökyüzüne koyacak mıyım? dans edecek miyim yeniden bardaklar üstünde? kapı zili acaba beni yeniden sesin bekleyişine doğru götürecek mi? . "bitti artık" dedim anneme "hep düşünmeden önce olur olanlar gazeteye başsağlığı ilanı vermeliyiz" dedim. boş insan güvenle dolu, boş insan bak dişleri nasıl çiğnerken marş söylüyor ve gözleri nasıl yırtıyor dikizlerken ve o nasıl ıslak ağaçların yanından geçiyor dayançlı, ağır, başı boş.. saat dörtte, damarlarının mavi urganı ölü yılanlar gibi iki yanından boynunun yukarı süzülmüş oldukları an ve allak bullak şakaklarında o kanlı heceyi yineliyorken -selam -selam sen asla o dört su lalesini kokladın mı hiç? .... zaman geçti zaman geçti ve gece akasyanın çıplak dallarına düştü gece pencere camlarının ardında kayıyor ve soğuk diliyle geçmiş günün artıklarını içine çekiyor.. ben nereden geliyorum? ben nereden geliyorum? böyle bulaşmışım gecenin kokusuna? mezarımın toprağı tazedir hâlâ o iki genç yeşil elin mezarını söylüyorum.... ne de sevecendin ey sevgili, ey biricik sevgili! ne de sevecendin yalan söylerken ne de sevecendin aynaların göz kapaklarını kapatırken ve avizeleri tel saplarından koparırken ve acımasız karanlıkta beni aşk ovalarına götürürken ta ki susuzluk yangınının uzantısı olan o şaşkın buğu uyku çimenliğine oturdu ve o karton yıldızlar sonsuzun çevresinde dönerlerdi. sözü neden sesli söylediler? bakışı neden görüşmenin evinde konuk ettiler neden okşayışı kızoğlankız saçların arına götürdüler? bak burada nasıl sözle konuşanın bakışla okşayanın ve okşayışla ürkmekten dinginleşen canı sanı direklerinde çarmıha gerilmiştir. ve gerçeğin beş harfi olan senin beş parmağının dalı onun yanaklarında nasıl iz bırakmıştır! . suskunluk nedir, nedir, nedir ey biricik sevgili? suskunluk nedir söylenmemiş sözlerden başka ben susuyorum fakat serçelerin dili doğa şöleninin akan sözcüklerinin yaşam dilidir serçelerin dili yani; bahar. yaprak. bahar. serçelerin dili yani; meltem. koku. meltem. serçelerin dili fabrikada ölüyor.. bu kimdir, bu sonsuzluğun caddesi üstünde birlik anına doğru yürüyen ve her zamanki saatini matematiğin eksiltmeler ve ayırmalar mantığıyla kuran bu kimdir bu, horozların ötüşünü gündüzün yüreğinin başlangıcı diye bilmeyen kahvaltı kokusu başlangıcı diye bilen kimdir bu, başında aşk tacı taşıyan ve gelinlik giysileri içinde çürüyen.. demek sonunda güneş aynı zamanda umutsuz kutuplarının ikisine birden ışımadı. sen mavi çini tınlamasından boşaldın.. ve ben öyle doluyum ki sesimin üzerinde namaz kılıyorlar.... mutlu cenazeler üzgün cenazeler suskun düşünür cenazeler güleryüzlü, güzel giysili, obur cenazeler belirli saatlerin duraklarında ve geçici ışıkların kuşkulu zemininde ve boşunalığın çürük meyvalarını satın alma şehvetinde... ah, kavşaklarda ne insanlar var olayları merak ediyorlar ve bu, dur düdüklerinin sesi zamanın dişlisi altında bir adamın ezilmesi gerektiği, gerektiği, gerektiği bir anda ıslak ağaçların yanından geçen adam.... ben nereden geliyorum.. "bitti artık" dedim anneme, "hep düşünmeden önce olur olanlar gazeteye başsağlığı ilanı vermeliyiz" dedim. selam sana ey yalnızlığın garipliği, odayı sana bırakıyorum kara bulutlar her zaman çünkü arınmanın yeni ayetlerinin peygamberleridir ve bir mumun tanıklığında apaydın bir giz var onu o sonuncu ve o en uzun yalaz iyi biliyor. inanalım soğuk mevsimin başlangıcına inanalım düş bahçelerinin yıkıntılarına inanalım işsiz devrik oraklara ve tutsak tanelere. bak nasıl da kar yağıyor.. belki de gerçek o iki genç eldi, o iki genç el durmadan yağan karın altında gömülmüş olan ve bir dahaki yıl, bahar pencerenin arkasındaki gökyüzüyle seviştiğinde ve teninde fışkırdıklarında uçarı yeşil saplı fıskiyeler, çiçek açacak olan o iki genç el sevgili, ey biricik sevgili. inanalım soğuk mevsimin başlangıcına.. Çeviri: Haşim HÜSREVŞAHİ Gülzar-ı hüsünsün benim ey gonca dehanım Gülşende el canım Atma sineme gamzen okun kaşı kemanım Dinle bu figanım Rahmet bu sinem yaresine ey şep-i huban Çeşmin hele giryan Sensiz bu kerem kânı benim şah-ı cihanım Ey yusuf sanim Gel etme benim hicr ile bu didemi giryan Bağrımda bu hicran Efganıma rahmet benim ey tuti zebanım Ey taze civanım Ey kaşı keman cam ile uşşak meye döndü Kaddim neye döndü Bu devr-i felekte hele bir Gevherî kânım Âlemlere şanım En iyilerimizin sonu genellikle kendi ellerinden olur sırf uzaklaşmak için, ve geride kalanlar birinin onlardan uzaklaşmayı neden isteyebileceğini bir türlü tam olarak anlayamazlar. Seni sormak için otuz kapının Eşiğine varıp durdum be gece Seksen üç haneyiİ döndüm dolaştım Viran oldu gönül yurdum bu gece. Ardan da deli gönül aradan Bir çift göz göründü geçtim oradan Yüz on dört kez berat verdi Yaradan Muhabbeti kendime sordum bu gece. Belki sarhoş, belki ayyaş deliyim Sefaiyem nereden bileyim Tut elimden artık sana geleyim Yıldızlara badal vurdum bu gece Demek yazamadan Demek okuyamadan Demek konuşamadan Hem de ölmeden yaşanabilirmiş Ama sevmeden yaşanamıyor Üçgülüm. Bir ölüyle bir canlı Bir bedeni bölüştük Sağ yanım ölmüş Sol yanım capcanlı. Demek yazamadan Demek okuyamadan Demek konuşamadan Ama düşünebildiğim için seni yaşıyorum Yaşayabildiğim için sevmiyorum Sevdiğim için yaşıyorum. Bir kolum bir elim bir bacağım ve dilim tutmuyor Öyle bir sevgi var ki içimde O beni hâlâ diri tutuyor Yazamasam da okuyamasam da konuşamasam da Seviyorum seni Üçgülüm Sevdikçe yaşıyor yaşadıkça seviyorum Taş bir sözcük düştü parçalandı Henüz yaşayan göğsümde. Zararı yok, ben zaten hazırdım. Gelirim bunun da üstesinden. Başımda işim çok bugün: Belleği sonuna değin öldürmek gerek, Taşlaşması gerek ruhun Ve yaşamayı yeniden öğrenmek. İşte… Yazın hışırdayan sıcak soluğu Bayram gibi sarıyor pencereyi. Ben çoktan sezmiştim bu Aydınlık günü ve boş evi.. Çeviri: Azer YARAN Elimden gelen bu ben iki kişiyim Çoğalmak neyse ne azalmak zor Birisi seni her an bırakıp gittiğim Öbürü kan gibi tutulmuş seviyor Ağzındaki acı alnındaki çizgiyim Gözlerine kirli bir bulut getirdim Hiçbir sevinç aydınlığı onu silemiyor . Elimden gelen bu ben iki kişiyim Birisi kapadığın kapılardan gitmiyor Yağmur yağmaksa o güneş açmaksa o Bir yerin üşüse onun sıcaklığı Öbürü en içten çağrını işitmiyor Alıp tutmaksa o basıp gitmekse o Bakışları kıyısız deniz uzaklığı. Elimden gelen bu ben iki kişiyim İkisi birden çıkmaya uğraşıyor Bilmem ki hangisinden nasıl vazgeçeyim Birisi yeni baştan serüvene başlamış Öbürü silahında son mermiyi sıkıyor Çoğalmak neyse ne azalmak zor Drama köprüsü Hasan, dardır geçilmez, Soğuktur suları da Hasan, bir tas içilmez Anadan geçilir Hasan, yardan geçilmez At martini de bre Hasan, dağlar inlesin Drama mahpusunda Hasan, dostlar dinlesin. Mezar taşlarını Hasan, koyun mu sandın Adam öldürmeyi de Hasan, oyun mu sandın Drama mapusunu Hasan, evin mi sandın At martini de bre Hasan, dağlar inlesin Drama mahpusunda Hasan, dostlar dinlesin Bir çocuksu tatlılık almış sakin sabahı Ağaçlar da geriyor toprağa kollarını. Bir titrek buğu örtüyor ekinleri, ve örümcekler geriyor ipekten yollarını, -sarıyor yol izleri göğün parlak camını- Kavaklı yolda bir pınar durmuş şarkıya şarkısı otların arasında. Ve patikanın sakin efendisi salyangoz saf ve kendi halinde çevresini süzmede.. Değerbilir ve yiğit kıldı onu doğallık içindeki bu ilahi sessizlik, unutup dertlerini bir gün babaocağının istedi görmek sonunu patikanın.. Yola revan olur menzile doğru ısırganlı, sarmaşıklı bir ormanda.Derken yaşlı mı yaşlı iki dişi kurbağaya rastgelir; hanımlar güneşlenmektedir ortalık yerde sıkıntılı, hastalıklı.. Şu yeni şarkılar da... diye biri homurdanmakta, bi şeye benzemezler. Boş geç hepsini, der yaralı ve handiyse körleşmiş öbür kurbağa doğrulayıp berikini: Ben gençken sanırdım ki, eninde sonunda Tanrı duyacak şarkımızı ve eriyecek yüreği. Ya benim görmüş geçirmişliğim, öyle ya bunca yaşadım ben, inancım sarsıldı bir kere, şarkı söylemiyorum nice.... Kurbağalar sızlanıp dileniyorlardı bir sadakacık otları yara yara burnu havada geçen bir kurbağa gençten. Gölgeli orman önünde bizim ürkek salyangoz, haykırmak ister, nafile. Kurbağalarsa iki adım ötede.... Bu bir kelebek mi? der handiyse kör olanı.. İki boynuzcuğu var, diye yanıtlar öbürü. Salyangoz bu.Nerden, a salyangoz, hangi diyardan? . Evden geliyorum, ama çabucak dönsem iyi. İşte sana ödlek bir böcek, diye tıslar kör kurbağa. Hiç şarkı söylemez misin sen? Söylemem der salyangoz.Ya dua? Hiç mi hiç öğrenmedim. İnanmaz mısın sonsuz yaşama peki? O da nedir ki? . O, en duru suda yaşamaktır hep, yakınında çiçeklenmiş kıyının ve bol yemli bir otlağın Ben küçükken, zavallı ninem demişti bir gün, ölünce gidermişim en yüksek dallardaki en körpe yapraklara.. Ne zındıkmış şu ninen de. İşin aslını bizlerden dinle. İnanacaksın doğruluğuna, der kurbağa kızarak.. Yolu görmek niye? diye inler salyangoz.Evet inanıyorum vaaz ettiğiniz o sonsuz yaşama... Kurbağalar, pek dalgın, çekilirler, salyangoz da yiter gider ormanda ürkek ürkek, . Dilenci kurbağalar put gibi kalalalırlar. İçlerinden biri sorar: İnanır mısın sen sonsuz yaşama? Ben...hayır der üzgün üzgün yaralı ve kör kurbağa.. Niçin attık ortaya bu lafı, hı, salyangoza inandırmacasına? Çünkü... Ne bileyim, niçin, der kurbağa. Kıvanç doluyum duydukları inançla seslenirken çocuklarım ark içinden tanrı'ya.... Geri döner zavallı salyangoz.Yolda efil efil bir sessizlik fışkırır kavaklardan. Bir de bakar sokulmakta bir öbek kırmızı karınca. Giderler karışık kuruşuk sürükleyerek aralarında duyargaları kopuk başka bir karıncayı. Salyangoz haykırır: Karıncalarım, az durun, nedir bu ettiğiniz kendi yoldaşınıza? Olanı deyiverin bana, Sen, anlat bakayım, küçük.. Ahı gitmiş vahı kalmış karınca başlar üzgün üzgün: Yıldızları gördüm ben. Yıldızlar da neymiş? der karıncalar usulca.. Salyangoz da düşünceli, sorar: Ne yıldızları? Evet, der karınca tekrardan, gördüm yıldızları. Tırmandım da en yüksek ağaca karanlıkta Gördüm binlerce gözü şu kararan dünyamda. Salyangoz sorar; Anladım da, ne yıldızları? Onları söylüyorum, başımızın üstünde taşıdığımız ışıkları. Biz görmeyiz ama, der karıncalar devamla... Bense bir otları görürüm sereserpe, der salyangoz da.. Duyargalar sallayıp çağrışır karıncalar: Öldüreceğiz seni, tenbelsin, baştan çıkmışsın sen, görevin çalışmakken, . Yıldızları gördüm ben, der yaralı karınca. Salyangoz kestirip atar: Bırakın şunu gitsin, işinize bakın siz. baksanıza şimdiden çıktı çıkıyor canı.. Derken bir arı geçer yumuşacık havadan. Can çekişen karınca dem alır sonsuz akşamdan. Götürmeğe geliyor beni bir yıldıza, der.. Görünce üldüğünü, kaçışır öbürleri.. İçini çeke çeke karmakarışık zihinle alır başını gider salyangoz; dert olmuştur içine sonsuzluk meselesi. Yok, diye sızlanır, bu yoldan nihayeti Yıldızlara varılır m'ola buralardan kalkınca. Ne desem, bu yavaşlık belası engel olur varmama. Boş şimdi düşünmek bunları.. Her şey sis içindeydi, ölgün güneş ve bulut. Çağırırdı kliseye uzak çanlar herkesi. Ve patikanın bilge efendisi salyangoz, kafası karmakarışık, dinelmiş seyrederdi çevreyi. Ama niçin benimle konuşmuyorsun artık Boi Bio? Ben söylüyorum şimdi Senin diyeceklerini Oysa ben konuşmayı Senden öğrendim Yağmur ve yaprakla karışık Gece türkülerini Senden öğrendim, Bio Bio. Kimse bakmazdı bana çocukken Günün doğuşunu senden öğrendim Zorla toprağa gömülmüş gücün Durgun çanlar gibi sessizliğini Senden öğrendim, Bio Bio. Senden öğrendim evreni Oysa sakız yaprakları Kırık oklar, Kırık, hüzünlü oklar Bin yılda öğrettiler onu bana. Ama seni gördüm, Bio Bio Kendini usulca denize bırakışını gördüm Paramparça ağzını, göğüslerini Kanlı bir öykü anlatarak Büyük ve çiçekli Gördüm seni, Bio Bio. Benzetebilir miyim bir yaz gününe seni? Sen daha sevimlisin, daha sakinsin ondan. Sert rüzgarlar Mayısın narin çiçeklerini. Hırpalar ;Yaz ise pek çabuk geçer...Durmadan! . Bazan, kızgın olarak,parlar gözü semanın... Bir karartıyla sık sık söner altın bakışı ; Her güzel,güzelliğini kaybeder: Tabiatın- Sebep olur da bazan bu kararsız akışı! . Fakat senin ebedi yazın hiç sönmeyecek, Dönmeyecek sendeki güzellik bir yalana. Ölüm sana yaklaştı diye, öğünmeyecek: . Sen eşitken ebedi mısralarla zamana Yaşadıkça insanlar, görebildikçe gözler, Seni yaşatmak için yaşayacak bu sözler Kötü şey uzakta olmak Dostlarından, sevdiğin kadından Yasaklanmak bütün yaşantılara Seni tamamlayan, arındıran Kapatıldığın dört duvar arasında Sağlıklı, genç bir adam olarak. Neler gelmez ki insanın aklına Sevinçli, özgür günlere dair Kalmıştır yüzlerce yıl uzakta Onunla ilk kez öpüştüğün şehir Acı, zehir zemberek bir hüzün Kalbinden gırtlağına doğru yükselir. Görüyorsun işte küçük adamları Köhnemiş silahlarıyla saldıran sana Kimi tutsak düşmüş kendi dünyasına Kimisi düpedüz halk düşmanı Diren öyleyse, diren, yılma Yürüt daha bir inatla kavganı. Babeuf'u hatırla, Nazım Hikmet'i Bir umut ateşi gibi parlayan zindanlarda Hatırla Danko'nun tutuşan kalbini Karanlıkları yırtmak arzusuyla Ve faşizme karşı, zulme, zorbalığa Düşün acılar içinde vuruşan kardeşleri. Elbette vardır bir diyeceği, bir haberi Bir kaçağa çay sunan Kürt kadınlarının Dağlar dilsizdir, yalçındır Ama gün gelir bir diyeceği olur onların da Ve dağlar, ıssız tarlalar başladı mı konuşmaya Susmazlar bir daha, söz artık onlarındır. Kötü şey uzakta olmak Dostlarından, sevdiğin kadından Yasaklanmak bütün yaşantılara Seni tamamlayan, arındıran Ama bir devrimciyi haklı kılan Biraz da acılardır unutma. Yıkılma sakın geçerken günler Yaralayarak gençliğini Onurlu, güzel geleceklerin Biziz habercileri düşün ki Ve halkın bağrında bir inci gibi Büyüyüp gelişmektedir zafer. Başladı bir amansız çöküntüdür içimde Bilmem, gün gün yer eden ölüm müdür içimde. Gündüz gece dinlemez durmadan zonklar başım Koca adımlarıyla bir dev yürür içimde. Ne yana baksam gece, dizboyu çaresizlik Bir kara yalnızlıktır büyür büyür içimde. Yıkılan bir dünyanın altında ben kalmışım Ki derinden derine bir şey çürür içimde. Hani eşsiz dostluklar, vazgeçilmez sevgiler Bütün ümitler şimdi bir ölüdür içimde Kaçıp kaçıp sığındığımız o yaslı evdi hep gözyaşı loşluğunda, yarım sıcaklıkta, kırgın perdeler, unutkan masamız, uzak sahillerde çekilmiş fotoğraflarımızdan hep mahçup bir sevgi taşardı.. Alıngandı şarkılarımız, alkole dayanıksız. Saatler boyu, nefes nefese planlar yapardık, heyecanla yürürdük düşlerimizde, bu kadarı çoktu bize, yorulurduk. Birimizin bakışı yeterdi hayallerimizin kanatlarını yakmaya.... Sonra önüne düşerdi saçları gün biterdi. Hep o saatlerde yaşamaktan ölürüz diye korkardık. Akşamın ıstıraplı eşiğini geçtikten sonra mutfağa giderdi, çay yapmaya çay yarım kalırdı, gider içeri ölesiye sevişirdik.... O yaslı evden günlerce dışarı çıkmazdık kaç gün, kaç ölüm, kaç öykü tükenip biterdi ellerimizde.. Bir gün gelir o yaslı ev bize dar gelirdi unutulmuş istasyonlara giderdik, ayrı ayrı bizim gibi insanların yazdığı öyküleri okurduk, yüreklerimiz bir hüzün oyuncağıydı sanki, olmadık şeylere ağlardık.. Dokunaklı bir filmin sonu gibiydi hayatımız tekrar, tekrar, acıya doyana dek I.. Şu günlerde içkiye düştüm, ondan mıdır bilmem, Daha çok seviyorum Cansever'i, Uyar'ı, Can Yücel'i Bir de fethi Naci'yi, ve elbet Mustafa Kemal'i Ankara Ankara Bir kent değil burası, bir acenta dizisi, Bir işhanı, bir umumi mümessizlik belki, Büyük mağazalar, bahçeliğe özenen süpermarketler Tutulmamak üzere verilmiş bir söz gibi. Sahi kaçıncı sanat oluyordu şu mimari? Birer önyargı gibi uzuyor çağdaş caminin minareleri. Opera: içine dikiş gereçleri doldurulmuş ağırlıksız bir keman kutusu, Osmanlı Bankası davul; Ve Emlak Kredi'yle başlayan camdan metalden bir melodika ordusu: Dol (An) kara bakır dol! . Biletim öldü; Gömleğim kirli.. Ek yapıların ana yapıları böyle ezip geçmesinde Yoksa ölümcül bir beğeni de mi gizli? Ne derdi buna Sadettin Köpek, Necmettin Pervane ne derdi? Tiren kuşları daha Eskişehir'den başlayarak Çarpa çarpa bedenlerini kara vagonlara Can boyasıyla çizer portresinin ilk çizgilerini. Evliya Çelebi'ye kenti gezdiren rehberin de Sesi yeraltından geliyordu ve kemiktendi elleri.. Bir kadın torbaya doldurulmuş gibi yürüyor Yine de, belli, içi içine sığmıyor.. Büyük Millet Meclisi'ni hiç gözden kaçırmamakta O nereye giderse peşini bırakmayan Ankara Oteli:. İş Bankası da kendine özgü bir humour'la süzüyor Şimdi biraz daha aşağıda kalmış Anıt-Kabir'i.. İşe bak, dün humour sözcüğü için Fransevi'yi açtıydım, "Şetaret" diyordu yanlış okumadımsa Şemsettin Sami: Ey şetaret bankası, artık gelmiş sayılırsın Çankaya'ya! . Ben öyle her şeye dikkat eden bir adam değilim, Ama biliyorum DÇM için Marmara Oteli'ne gideceğim Yakamda gizlilik rozeti, eh çobanıllık da caba; Vergi iadesi için de Stad Otel var, Paraşüt kulesini yukardan görmüş olursun ayrıca.. Adını titizce saklayan bir sokak buldum Şimdi söyleyemem hangi alanın arkasında, Oradan geçerken hep seni düşünüyorum, Belki de oralarda bir yerdesin, Sen tavşan aralığı, Sen ağzımın tadı,. Bir buluş gibisin! . - Ağır ol Bay Düzyazı, Sen ancak uçağa binebilirsin! . II.. Ankara Ankara. Ey iyi kalpli üvey ana! . III.. Biliyor musun başkentim nedense Birbirimizden çekiniyoruz ikimiz de, Sen yaslarına hiç yaslanmaz oldun Ben acılarıma yeterince.. Tek boynuzlu yapılar arasında İki katlı ve gözlüklü bir hayırevi Dayandım ak bedenine öptüm öptüm Aşkım değilsen haber ver benzerimi! . Her şey öyle yeni ki burda Kolunu kaldırsan yarının folkloruna katkı Ama ben budalalıklarla doldurdum Yıllarca bütün boş sayfalarımı.. Şurda işte tam şu noktada Dede'nin İç çekişi Bach'ın soluk alışına karışıyordu, Bir kapıyı açtım ürktüm ve kapattım Bir milyon adam ayakta bira içiyordu.. Kim kimdik o gün, unuttum şimdi, Yalnız buz gibi bir odada oturduğumuz aklımda, Hani o arsız sonbahar küçücüğü Gözündeki arpacıkla ısıtmıştı hepimizi.. Sen temiz hava saklı su. Sen bayan Nihayet. Sen bir mevsimin sanat eki. Çeşmeler adın kokulu! Benden selam olsun Bolu Beyi' ne Çıkıp su dağlara yaslanmalıdır. Ok gıcırtısından kalkan sesinden Dağlar seda verip seslenmelidir. . Düşman geldi tabur tabur dizildi Alnımıza kara yazı yazıldı. Tüfek icat oldu mertlik bozuldu Eğri kılıç kında paslanmalıdır. . Köroğlu düşer mi yine sanından, Ayırır çoğunu er meydanından, Kırat köpüğünden, düşman kanından Çevrem dolup şalvar ıslanmalıdır. Sizi ölesiye sevmek yaşamın en ağır yüküydü taşıdım ağrıyan soluğunuzu anlamayı geceler boyu sesinizde oynaşan titreşim ulaştı en ince sancılarla bana kapalıydı duyumlarınız-işitmediniz Sizi ölesiye sevmek yaşamın en ağır bedeliydi ödedim. Yavrum, sevgilim, sen Tadını bir bilsen Orada yaşamanın birlikte! Keyfince sevmenin Ölünceye değin O sana benzeyen ülkede! Puslu gökte yer yer O ıslak güneşler Senin yaş içinde parlayan Hayın gözlerince Bir gizemli ince Tad verir gönlüme her zaman . Orda her şey süs ve güzellik, Erinç, haz ve dirlik düzenlik. . Evimizse her yıl Daha pırıl pırıl Olan döşentiye bezenir; Nadir çiçeklerin Kokusu amberin Uzak kokusuyla beslenir; Tavanlar ne zengin, Aynalar ne derin, Ne doğulu görkemlilik bu; Orada her şey, ince, Kendi öz dilince Gizleriyle doldurur ruhu. . Orda her şey süs ve güzellik, Erinç, haz ve dirlik düzenlik. . Bak gemiler suda Bir derin uykuda, O gezmeye düşkün gemiler; Hepsi de en ufak Arzun için uzak Ülkelerden çıkıp gelirler. -Ve gün batımları Giydirir kırları, Kanalları, kenti gitgide Altınla, yakutla; Uyur şimdi dünya Sıcak bir aydınlık içinde. . Orada her şey süs ve güzellik Erinç, haz ve dirlik düzenlik. -OKTAY RİFAT'A-. Önce bütün şairlere selam Sonra şunu söylemek isterim Ölüm hiçte güzel değil Ne sabah var ne akşam. Sokakların ellerinden öperim Bana yaşamasını öğretmişlerdi Dost olsun düşman olsun İnsanlara iyi günler dilerim. Söyle sarı saçlı daktiloya Ben yokum artık Vefasız dostlara hatırlat Kimseye kalmaz o dünya. Nasıl unuturum güzeldi yaşamak Fakat hakkı varmış Oktay'ın "Hatıralar da dal istiyor Kuşlar gibi konacak" Ne saygı ne sevgi ne hürmet kaldı Vallahi dünyanın sonuna geldik Vicdanın yerini cüzdanlar aldı Vallahi dünyanın sonuna geldik Billahi dünyanın sonuna geldik. Baba evladından çekinir oldu Fazilete meydan okunur oldu Şeytan bile bizden sakınır oldu Vallahi dünyanın sonuna geldik Billahi dünyanın sonuna geldik. Ezenle ezilen aynı saftalar Adalet hak hukuk tozlu raftalar Kıyamete süre biçen softalar Vallahi dünyanın sonuna geldik Billahi dünyanın sonuna geldik. Bir ihtar gizlidir sanki her yanda Bir feryat yükselir dolaşan kanda Şehit yatan da bir vatan satan da Vallahi dünyanın sonuna geldik Billahi dünyanın sonuna geldik Kedi ve kasımpatı kokuyor bütün sokaklar Dilinin dönmediği duaları sayıklıyor Zeyniler Köyünde Çalıkuşu şimdi artık zaman Yağmur yağıyor durmadan Ağlıyorum kaşarlanmış bir masumiyet olarak Bir çılgının Kedilerin ruhlarımızı okuduğuna inandırmaya çalışan herkesi Bir elimde tabanca Bütün dualarım delik deşik.. Başörtülü bir anne olarak bekliyorum, Ruhumun şark hizmetinden dönüşünü Mahalle kavgalarına karışmadan. Kocaman bir kabakla boğuşuyorum bazen, Doğruyor ve kızartıyorum onu Günler Külkedisi, akşamları kömür yakıyoruz Hikayeme bir hayat yazmak istiyorum Pek de inandırıcı olmayan Hayatıma bir ölüm. Ihlamur göndermek istiyorum ruhuma, yün eldivenler Geçmişim: Romantik radyo dinleyen o eski arkadaşım. Limon ağaçlarından bahsetmek istiyorum son bir kez daha Beni masalların ortasında bırakıp giden ruhuma.. Otobüs duraklarında yağmurlar bekliyor beni, Yağmurla beraberliğimden doğan birinci ve yüz bininci hayaletim Ucu ısırılmış bir simidin acısını durmadan O kadar çok, o kadar çok hissediyorum.. Fareler yer altından fırlatılan havai fişeklerdi Haberler getiriyorlardı, hep kötü haberler Akşamları günahkar yazarkasalar kadar Z raporları kadar uzun şiirlerim. Elinde bir paket çubuk krakerle geçmişim O eski arkadaşım Yıkanmış midesiyle İskambil kağıtları kusan, zarlar Maça kızı ve pis yedili sayesinde Kaç kere ölümle randevulaştı. Plastik çiçeklerle ziyaretime geldi hayat Semt pazarından alınma hırkasıyla Her bastığında gıcırdayan tahtalarıyla Öyle çok sevdim Binlerce kapıcı karısından birinin ismiydi sanki kader. Delirdiğim altyazı şimdi aynalarda Vazgeçtim sonunda hep tura gelen uğur paramdan Yazık, hiçbir şair bir çiğ tanesi kadar bile sızamadı kağıda Kayıp şiirlerim gül resimleridir şimdi Yazık, bir son mektup bile bırakmadan gitti Zeyniler Köyü’nde Çalıkuşu şimdi zaman. - 1 -. Gök uzak, yer uykuda, Yalnız değilim ama, Bir açık pencereden Ay doluyor odama. İçim odam gibi loş Ürperiyor gecede, Şurada yatağım boş, Burada uykusuz ben.. - 2 -. Gök uzak, gün uykuda, Engin mesafelerle, Ay giriyor buluta.. Sesler hatırlatıyor Bana uzak-yakını. Durdurmak istiyorum Saatin tiktakını! . - 3 -. Ses yok, mesafe silik, Odamda varlığımın Bütün tüyleri dimdik. Odamda iki kardeş, Bakıyor birbirine. Birisi can veriyor, Öbürünün yerine. Odamda iki kardeş Biri dün, biri yarın... - 4 -. Dün koyu gölgeleri Üzüntülü bir ömrün; Beni bana benzeten, Bütün benim olan dün. Çağırınca ses veren Derin bir kuyu gibi, Yıkılmış kenarları, Çekilmiş suyu gibi.. Ve bu harabezarın Yanıbaşında yarın, Gülüyor acı acı. Değil bana yabancı Bu beyaz, temiz yüzün Ziyneti olan hüzün. Taze çizgilerini Yakından tanıyorum, Sesini eserimin Son beyti sanıyorum.. - 5 -. Ben su istemiyorum O karanlık kuyudan. Bana en unutulmaz Acıları uyutan Bir baş dönmesi lâzım. Ama kalbim duracak Kapanacakmış ağzım. Ah ey hülyalarımın Aynası gibi dümdüz Bana gülümseyen yüz! Ey yazıma benzeyen Bu yüzün çizgileri! . - 6 -. Odamda iki kardeş: Biri dün, biri yarın. Ve ben aralarında Bir köprüyüm onların... Evinizin önünde dolaşsam Seni bulamazdım, Sen gözlerinde bahçeler olan Şimdi evimdeki karım. Senin kadar güzel olsun çocuklarım. Gökyüzü bugün ne kadar da çok Yıldızlarla dolu avuçların Bayılırım şu düzenli dünyaya Kışı, yazı, baharı, güzü, gecesi gündüzü sırayla Ağaçların kökü içerde Dalların başı yukarda İnsanların aklı başında Beş parmak yerli yerinde Baş, işaret, orta, yüzük ve serçe Diyelimki kalksada serçe, orta parmağa doğru yürüse Ne haddine Yahut akasyanın biri başını toprağa daldırdığı gibi bir gezintiye çıksa Merhaba kestane merhaba çam Esselamunaleyküm ve aleykümselam Kimsin nesin nerelisin derken Laf açılırmı bizim akasyanın kökünden Bir uğultudur başlar rüzgarda Kökü dışarda, Kökü dışarda Bayılırım şu düzenli dünyaya Kışı, yazı, baharı.güzü.gecesi, gündüzü sırayla Ağaçların kökü içerde Dalların başı yukarda İnsanların aklı başında Altta ölüler Üstte diriler Gel keyfim gel şaşı rıdvan şaşı allahın belası yaradana yan bakmış yedi silsilesi dua namaz bilmez kara kara kafir yek gözü mercimek yek gözü çakır şaşı rıdvan şaşı allahınbelası ne sancağı belli ne iskelesi soyu sopu fukara özü hepten fakir yek gözü mercimek yek gözü çakır Nereden bilecektin seni sevdiğimi Hiç fısıldamadım ki kulaklarına aşkımı Senin için Günlerce gecelerce ağladım Nereden bilecektin Hiç silmedim ki yanında gözyaşlarımı... Bir kapalı çarşı büyür gider Ben gönlümden başka yerde olamam. Piyano üstüne birkaç söz yani Aşksız ve müziksiz herşey anlamsız. Şefkatten terlikler sergilenmeli Bir çocuk yanağı ayaklarında. Varla yok arası yürüyen ilgi Tereddüt heykeli bir sinemadır. Suskunluğu bölen kızgın bir sitem Unutulmuş vitrinde pol ve virjini. Huzur limanına uğrar mı bilmem Sonsuza yönelen vapurlarımız. Anı galerisi kutlu İstanbul Fatih'ten asılar sürdürmektedir. Sokaklar insanlar hep bize küstü Deniz kenarında bir öğle üstü 24 İnci ateşi usta dalgıçla söner, Usta dalgıçta elbet olmalı hüner, Malı yârin elinde, canı avuçta Dibe giderken başı ayağa döner! A bülbülüm garip garip Ötme beni ağlatırsın Varıp yâdlar arasında Yatma beni ağlatırsın. Bülbül gibi zardır işim Akıttım çeşmimin yaşın Hışımlanıp hilâl kaşın Çatma beni ağlatırsın. Aşık olan neyler malı Ağlamaktır anın kârı Sevdiğim karşımdan bari Gitme beni ağlatırsın. Der ki Aşık sana kuldur Ezelden bildiğin haldir Ya azat eyle ya öldür Satma beni ağlatırsın Gül ruhluların misali yoktur. Hurşidin o rengi âli yoktur. . Ağyar ile ülfet etmek ister Ben ölmeden ihtimali yoktur. . Cevretme değil fedayı aşka, Öldürse dahi vebali yoktur. . Allah'adır istinadım ancak Nevi beşerin kemali yoktur. Rabbim, nihayet sana itaat edeceğiz... Artik ne kin, ne haset, ne de yaşamak hırsı, Belki her sabah vakti, belki gece yarısı, Artık nefes almayı bırakıp gideceğiz... Ben artık korkmuyorum, herşeyde bir hikmet var Gecenin sonu seher, kışın sonunda bahar. Belki de bir bahçeyi müjdeliyor şu duvar, Birer ağaç altında sevgilimiz, annemiz. Gece değmemiş sema, dalga bilmeyen deniz, En güzel, en bahtiyar, en aydınlık, en temiz Ümitler içindeyim, çok sükür öleceğiz... Kurt kocadı, kötürüm oldu, Bunu sezen bir genç atı Yakaladı kurdu yoldu, Dedi: 'Haydi tüysüz dayı, . Yürü, yine yiğitlik sat; Dar et bize yeşil yurdu! ' Piçlerine dedi: 'Fırsat Kaçırmayın, boğun kurdu! '. Zavallı kurt öldü, inde Beş yavrusu kaldı öksüz Fakat bir kaç yıl içinde Bunlar birer yiğit, gürbüz. Kurt olarak saldırdılar, Yeşil yurttan ayıların Vücudunu kaldırdılar. Çocuklarım ibret alın: Her bugüne var bir yarın! Sonsuz özdeyişlerden yükselirler Sonlu eylemler zayıf çeşmeler gibi, Vaktinde ve titreyerek eğilirler. Bizde her zaman sessiz duranlar oysa, Mutlu güçlerimiz, gösterirler Kendilerini bu dans eden gözyaşlarında. ağlar çekiliyor sulardan sular da biziz. bir sokağı yürüyorum ardımda peygamber çiçekleri kaldırım taşları, unutulmuş bir an, tırnak izleri ardımda fistolu perdeler, özenle saklanmış tabancam bir sokağı yürüyorum ağlar çekiliyor sulardan. herkes küçük bir hayatı doldururdu tıka basa anı biriktirirdi herkes; yaşamak buysa! usulca beklerdik sessizliğin çökmesini. susardık sonra yataklara ulaşırdık tören adımlarıyla. bir sokağı yürüyorum ardımda kayboluş dilenciler, sözcükler, tozlu resmi dedemin 'ölüm gibi birşey oldu ama kimse ölmedi' dizesi elektrik direkleri, fallar, yalanlar ardımda. ölümlere ağlanırdı, tozu alınırdı küçük yaşamların nerde gülmesi gerektiğini bilirdi herkes nerde susması gerektiğini. gitmesini bilmezlerdi ama çünkü gitmek yeniden başlamaktır kendine ve eksik kalan ne varsa.... postacılar gelmeden okunurdu mektuplar gurbet denirdi; tren daha yanaşmadan gara bilinirdi kimin geleceği. yolcular da yalandı yalandı ağlamaklar. kurallar vardı, yasalar, tarihler sevişmek yasaktı örneğin ve şüheda fışkırırdı arada bir çiçekleri hiç açmayan topraklardan. bir sokağı yürüyorum ardı arkası kesilmiyor çocukların ağlar çekiliyor sulardan sular da biziz bir sokağı yürümek gibi sevgilim; herşeyiz eski ve yeni olan Işığın benim için yanmıyor geceleri Benim sesimle uyanmıyorsun uykularından. Doğan günle canlanan sevincin benim için değil. Yenilenen güzelliğin, dinlenen elin.. Benim sevdam koduğun gibi, kuytuda saklı durur Suçlu, sen suçladın. Elden günden utanır .... Kulağı ayak sesinde senin ayak sesinde. asla uğraşma aşkını anlatmaya, aşk varolur yalnızca dile gelmeden; nasıl hareket ederse soylu rüzgar sessizce, görünmeden.. anlattım aşkımı, anlattım aşkımı, anlattım ona tüm yüreğimdekileri; titreyerek dehşetli korkularla, buz gibi, ah! yanımdan ayrıldı.. uzaklaştıktan az sonra benden, bir gezgin onu elde etti, sessizce, görünmeden: ah, bu inkar edilmezdi. Gökte bulut yerde kar Seçilmez olmuş dağlar Ne bir ses ne bir ışık Oy lili oy lili oy lili Ağamsın sen Paşamsın sen karanlık Namlular ışıtmaz geceyi oy lili. Çevirdiler gece vakti Dağların gecesiydi Aslan gibi bir yiğit Oy lili oy lili oy lili Ağamsın sen Paşamsın sen karanlık Kelepçe ışıtmaz geceyi oy lili. Vurun beni kemik kemik Sökün beni tırnak tırnak Deri deri yüzün beni Oy lili oy lili oy lili Aslan gibi bir yiğit Sevdası da sevda ha Ne bir ses ne bir ışık Ağamsın sen Paşamsın karanlık İşkence ışıtmaz geceyi oy lili. Oy lili hayran sana Yarınlar bayram sana Karalığın devleri cüceleri Aydınlığın oy lili oy lili Gel sallana sallana bir oyana bir bu yana Çocukça düşe kalka derlenip toparlana Oy lili oy lili yani sen de denizsen be Marmara iki bogazin var diye gol demiyorlarsa sana canina okurum ben boyle isin haberin var mi ben alti bogaza birden bakarim benden sorulur Elif'imin benden sorulur dort seytanimin karin toklugu senin Istanbul'un okula gider mi, kagit kalem ister mi Canakkale'nin cocuk felci, yatak yorgan yatmasi var midir adalarindan birinin bile ah Marmara kara midir bahti yani sen de denizsen Marmara otur hesapla bak, uc kere daha denizim senden ama bana deniz diyen yok o baska dava Sariyer'in oralara mavi bir nokta koyan yok atlaslara falan da yazilmaz tuh ki adim ne dersen de dunya tersine donuyor Marmara seni Bogazlar besliyor iki ucundan ben de alti bogazi ay ortasi biten maasla kizip kopurme ama hic deniz gormesek yutardik belki Marmara Bu müze var ya bu müze Seninle gezerken güzel Kimseler yoksa salonda Seni öpmek en güzel Bu rakı var ya bu rakı Seninle içerken güzel Kimler olursa olsun varsın Rakılı ağzından öpmek en güzel İşte bu dünya var ya bu dünya Seninle yaşarken güzel Sen varsın ya sen Ancak benimleysen güzel Değilmi ki o derin acılarımla şimdi Buna destek olacak tek bir kolda yoksunum Ve çocuklara bile zorlukla gülüyorum Ve açmıyor içimi çiçekler renkleriyle Anlamalıyım artık: yaşadın yeterince! . Değilmi ki ilkbahar kuşatınca her yanı Doğayı şenlik yerine çevirdiğinde tanrı Bu görkemli sevdaya aşksız bakıyorum Değilmi ki gün-gece ışıktan kaçıyorum Duyarak o en gizli kederi herşeydeki. Değilmi ki ruhumda umudum yenik düştü Değilmi ki bu güller, kokular mevsiminde Sevgili kızım benim, içimde, ta derinde Yalnız senin yattığın karanlığa özlem var Mademki öldü kalbim, yaşadım yeterince! . Yeryüzünde yükümü tek bir gün reddetmedim Arığım işte orda, burda başak demektim Yumuşadım gitgide, yaşama gülümsedim Ve yaşamın o büyük, dipsiz gizi dışında Dimdik durdum ayakta, kimseye eğilmedim. En iyisiyle yaptım yapabildiklerimi Ne çok uykusuz kaldım, ne çok hizmet götürdüm! Sonra acılarıma güldüklerini gördüm Nefretlerine hedef seçildikçe üzüldüm Anarak çalışıp çektiklerimi. Tek kuşun uçmadığı şu dünya sürgününde Öyle bezgin, ışıksız, ellerimin üstünde Diğer tüm kölelerin alayları içinde Taşıdım ağlamadan al kanlara bulanıp Koparılmaz zincirden payıma ne düştüyse. Şimdi bakışlarımın ancak yarısı bende Ötesi darmadağın acılı gömütlerde Dönüpde baktığım yok çağıran olsa bile Sersemlik ve sıkıntı yüklü bir uykusuzum Hiç gözünü kırpmadan kalkmış şafaktan önce. Miskin karanlığımın orta yerinde şimdi Yanıt vermeye bile gönül indirmiyorum Canımı sıkıp duran o en günücü ağza Ulu Tanrım gecenin kapısını aç bana Ki çekilip gideyim, dönmeyeyim bir daha! Dag biçaklar Erkenden Güzelligini Gecenin Âşıka ta’n etmek olmaz mübtelâdır n’eylesin Âdeme mihr ü mahabbet bir belâdır n’eylesin Gönlü dilberden kesilmezse acep mi âşıkın Gamzesiyle tâ ezelden âşinâdır n’eylesin N’ola ta’yin etse zabt-ı mülk-i hüsnü gamzeye Zülfü bir âşüfte-i ser-der-hevâdır n’eylesin Zülfüne kalsa perîşân eylemezdi dilleri Anı da tahrîk eden bâd-ı sabâdır n’eylesin N’ola olsa muztarib hâl-i dil-i uşşâkdan Sînesi âyîne-i âlem-nümâdır n’eylesin Olmasa Nef’î n’ola dil-beste zülf-i dilbere Tab’-ı şûhu dâma düşmez bir Hümâdır n’eylesin Bizim sahraların başı Duman duman pare şimdi Sevişmesi ne hoş olur Ayrılması yaman şimdi. Erisin dağların karı Ben çekerim ahuzarı Kadir mevlam gönder yari, Gönül ister hemen şimdi. Benim yarim şimdi çıkar Çıkıp da yollara bakar Emrah'ı odlara yakar Boyu selvi, revan şimdi Niçin bize öylece nazar eğledin, Geleceğimize karamsar baktığımız, Sevdamıza, ferdi mutluluğumuza Derman olarak yanaşmadığımız? Kader, neden kısmet eyledin o duyguları, Birbirimizin yüreğini anımsadığımız, Sık olmayan kalabalıklar ortasından Asıl yakınlığımızı ha bire aradığımız? . Ah, binlerce insan bilmiyor ki, Efkar dolu gezinirken, gönüllerini, Gelgit salınıyorlar, ve koşuyorlar Ümitsiz, umulmadık sakıncalara; Yakınıyorlar yine, hızlı sevinçlerin Beklenmedik şafakları sökerlerken. Sadece biz, çaresiz aziz ikimizin Karşılıklı neşesi esirgeniyor sahiden. Kendimizi anlamadan birbirimizi sevmek, Ötekinde görmek hiç olmadığını, Körpecik saadetin düşünü avlamak, Sallanmak, rüya da olsa, her kabusta.. Mutlu, o ki abes bir hülya peşinde! Mutlu, o ki uyanması dahi batıl ola! Her an ve her bir bakış kudretle Rüya ve azmi güçlendire kol kola. Söyle, talih bize ne sunmak ister? Söyle, ferman nasıl bağlar daha beter? Aman, sen cana yakın zamanlarımda Ya bacımdın, ya da kadınım hatırımda.. Hakikatimdeki her bir çehremi bilirdin, Algılardın en şirin damarımın erliğini, Tek bir bakışla okurdun sen ta içimi, Sen, fani gözlerin nadir seçebildiğisin. Ilım damlatırdın kızgın kanıma, Düzeltirdin divane asi akımı, Ve melek koynunda tırmanırdı Yığılmış göğsüm yine semaya.. Gönlümü sihirli hafiflikte genç tutardın Ve kimi zor günlerinde hazin aldatırdın. Hangi Rahmetti o vuslata yakın, Onun ayaklarına kapandığı zaman. Bağrını seninkiyle kabardığını sezdi, Gözlerinde kendini benzer seyretti, Ve uyanışını bütün duygularının, Ve sakinleştiğini, kaynayan kanının! . İşte tüm bunlardan uçan anı Ancak şimdi hapis kalpte saklı, Ezeli gerçeği ebedi aynı duyar içinde Ve tazesi dönüşür böyle işkenceye. Ruhumuz hep yarım gelir birbirimize, En parlak günler bile ağarır gözümüzde. Ne mutlu o kader ki, yalnız bir ıstırap, Değiştiremeyecek ikimizi de ilelebet.. Çeviri: Musa Aksoy Çünkü yaşamak gibi bir şeydi yaptığı Anasız bir tay gibi coşkun ve hüzünlü Akşamın dinginliğini otluyordu o zaman. Her sabah denize çıkar, bir elma yerdi Hüznünü ve çılgınlığını elmanın Gözünü yumsan ağzında duyarsın. Ellerine bakma artık Çünkü kar yağıyor Çılgın hüzünlü. Büyük kentleri düşünse de rahatlasa İşte her şey nasıl haince karıştırılmış Kirli çamaşırlarla sabunlar ayrı semtlerde Saatin sonunda meydan Suyun sonu ilerde Böyle yaşamak zordur elbet anlıyorum Çılgın ve hüzünlü. Çünkü bakışları yazda geçmiş bir geceyi andırıyor Yaşanmış mı temmuzda mı belli değil Çılgın ya da hüzünlü. Şimdi dolaşıp duruyor aramızda Kıpkırmızı bir duygu olarak Doğudan batıya bir güz halinde Çılgın ve hüzünlü. Biraz dağ yollarını öğrenmesi gerekir sanırım Kahırçeker mekkâri katırları gibi Onlar ki hiçbir şeyleri yok Korkunca çılgın sevinince hüzünlü. Kar dindi Gerçekten dindi Ellerine bakabilirsin artık. Neden öldün Nâzım? Senin türkülerinden yoksun ne yapacağız şimdi? Senin bizi karşılarkenki gülümseyişin gibi bir pınar bulabilecek miyiz bir daha? Senin gururundan, sert sevecenliğinden yoksun ne yapacağız? Bakışın gibi bir bakışı nereden bulmalı, ateşle suyun birleştiği Gerçeğe çağıran, acıyla ve gözüpek bir sevinçle dolu? Kardeşim benim, nice yeni duygular, düşünceler kazandırdın bana Denizden esen acı rüzgâr katsaydı önüne onları Bulutlar gibi, yaprak gibi uçarlar Düşerlerdi orada, uzakta. Yaşarken kendine seçtiğin Ve ölüm sonrasında seni kucaklayan toprağa.. Sana Şili'nin kış krizantemlerinden bir demet sunuyorum Ve soğuk ay ışığını güney denizleri üzerinde parıldayan Halkların kavgasını ve kavgamı benim Ve boğuk uğultusunu acılı davulların, kendi yurdundan... Kardeşim benim, adanmış asker, dünyada nasıl da yalnızım sensiz. Senin çiçek açmış bir kiraz ağacına benzeyen yüzünden yoksun dostluğumuzdan, bana ekmek olan, rahmet gibi susuzluğumu gideren ve kanıma güç katan Zindanlardan kopup geldiğinde karşılaşmıştık seninle Kuyu gibi kapkara zindanlardan Canavarlıkların, zorbalıkların, acıların kuyuları Ellerinde izi vardı eziyetlerin Hınç oklarını aradım gözlerinde Oysa sen parıldayan bir yürekle geldin Yaralar ve ışıklar içinde.. Şimdi ben ne yapayım? Nasıl tanımlanır Senin her yerden derlediğin çiçekler olmaksızın bu dünya Nasıl dövüşülür senden örnek almaksızın, Senin halksal bilgeliğinden ve yüce şair onurundan yoksun? Teşekkürler, böyle olduğun için! Teşekkürler o ateş için Türkülerinle tutuşturduğun, sonsuzca.. (Türkçesi: Ataol Behramoğlu) takalar geçiyor allı yeşilli takalar geçiyor dümenleri lâzlı takalar geçiyor en nazlı yelkenlilerden de güzel. güvenli sularda işsiz dönenen gezi yelkenlerinden çok duyarak denizi takalar geçiyor enginlere yamalı göğsünü gere gere. takalar geçiyor yükle yürekle takalar geçiyor emekle dolu günlük güneşlik kıyılarından kopmuş denizlerde Anadolu. kıyılar kadın olmuş açılır gider erkeği takalar takalar toprağın denizde çarpan yüreği Tarz-ı selefe takaddüm ettim Bir başka lügat tekellüm ettim. Ben olmadım ol güruha pey-rev Uymuş beli Gencevi'ye Hüsrev. Billah bu özge maceradır Sen bakma ki defteri beladır. Zannetme ki şöyle böyle bir söz Gel sen dahi söyle böyle bir söz . Erbab- suhan tamam ma'lum İşte kalem işte kişver-i rum. Gördün mü bu vadi-i kemini Divan yolu sanma bu zemini. Engüşt-i hata uzatma öyle Beş beytine bir nazire söyle. Az vaktte söyledimse anı Na- puhteliğin değil nişanı. Gördük nice şahlar gedalar Bir anda yapar onu babalar. Gencinede resm-i nev gözettim Ben açtım o genci ben tükettim. Esrarını mesneviden aldım Çaldım beli miri malı çaldım. Fehmetmeğe sen de himmet eyle Ol gevheri bulda sirkat eyle. Çok görme bu hikmeti beyanım Tevfika havale eyle canım. İn dem ki zi şairi eser nist Sultan-ı suhan menem diger nist Yamru yumru söylerim her sözüm kelek gibi Ben avare gezerim sahrada leylek gibi İşim kalp sözüm yalan ben değil adım filan Bu halk insana derim sözümü gerçek gibi Aşk kuşları derilse aşktan dane verilse Usulüm toya benzer avazım ördek gibi Terketmedim benliği bilmedim insanlığı Suretim adem veli her huyum eşek gibi Arifler sohbetinde marifet söyleseler Ben de hemen düşünmem ürerim köpek gibi Gerçi Hakk'ın halkıyım marifetsiz aylakım Arifler sohbetinden kaçarım ürkek gibi Bu marifet ilminden haberim yok cahilim Benden mana sorsalar sözlerim sürçek gibi Aşıklar can içinde aşikar gördü Hakk'ı İşitmenin manası olmıya görmek gibi Miskin Saryı kıydın kul oldun sen nefsinde Senin hırs ü hevesin tuttu seni fak gibi. Gençliğe. Yürüyordum: Ağlıyordu ırmaklar; Yürüyordum: Düşüyordu yapraklar; Yürüyordum: Sararmıştı yaylalar; Yürüyordum: Ekilmişti tarlalar.. Bir ses duydum, dönüp baktım, bir kadın: Gözler dönük, kaşlar çatık, yüz dargın; Derileri çatlak, bağrı kapkara, Sağ elinin nasırında bir yara. Başında bir eski püskü peştemal Koltuğunda bir yamalı boş çuval... ........................ -Ne o bacı? - Ot yiyoruz, n'olacak! .. -Tarlan yok mu? - Ne öküz var, ne toprak... Bugüne dek ırgat gibi didindim; Çifte gittim, ekin biçtim, geçindim, Bundan sonra... - Kocan nerde? - Ben dulum; Kocam şehit, bir ninem var, bir oğlum. - Soyun, sopun? - Onlar dahi hep yoksul! Ah Efendi, bize karşı İstanbul Neden böyle bir sert, yalçın taş gibi? Taşraların hayvanlık mı nasibi? .. ........................ Hayır hayır, bu nasibi almak için doğmadın. Onun için doğdun ki sen kadınlığın hakkiyle Ocağının karşısında saadete eresin, Göğsünü kabarttıran anneliğin aşkiyle Evladına südün gibi pak duygular veresin. Sen bir aziz yoldaşsın: Senin sesin hayat için dövüşmeğe koşturur; Senin sevgin vatan için fedakarlık öğretir; Senin yüzün insan için bir merhamet duyurur; Senin ile insanoğlu yeryüzünü şenletir. Lakin bizler bu hakları unuttuk; Kadınlığı hayvanlıkla bir tuttuk; Ninen gibi sana dahi hor baktık; Seni dahi garip, yoksul bıraktık! .. ........................ Kinler için karaları bağlıyan, Zevkler için zelil sefil ağlıyan. Acı gören, cefa çeken, ezilen, Irzdan başka her şeyini veren sen! Sen şu güzel vatanında cehennemde gibisin; Gözyaşınla ıslattığın kanlı toprak üstünde Sana her yer bir çöl gibi cıvıltısız, çiçeksiz; 'Ekmek' diye ağladığın sağır bir halk önünde Sana herkes bir kurt gibi merhametsiz yüreksiz. Senin herbir ümidin Ayrılıksız, yoksulluksuz bir dünyaya kalmıştır, Oraya ki masum çiftler hıçkırıksız yaşarlar; O melekçe sevgilerle birbirini okşarlar; Ve burada Allah bütün dilekleri yaratır? Ne vakte dek gençliğine hakaret, Bu ayrılık, bu gözyaşı bu ölüm? .. Bu sert demir, bu ağır yük. bu zulüm? Yazık, sana ağlamıyan şiire; Yazık, sana titremiyen vicdana; Yazık, sana uzanmayan ellere; Yazık, seni kurtarmıyan insana! .. ........................ Ey vatanın bağrı yanık bucağı. Hani senin bereketli hasadın, Yeşil yurdun, mesut çatın, şen çiftin? Hani senin medeniyyet hayatın, Yolun, köprün, kazman, iğnen, çekicin? Ey Türklüğün otağı! Ne vakte dek bu acıklı sefalet, Bu viranlık, bu inilti, bu kaygu? Ne vakte dek bu uğursuz cehalet. Bu taassup, bu görenek, bu uyku? ........................ Yazık, sana ağlamıyan şiire; Yazık, sana titremiyen vicdana, Yazık, sana uzanmayan ellere; Yazık, seni kurtarmıyan insana! .. Biten bir aşk için Söylenecek söz şu olmalı: - Güzeldi yine de Duyduğum, dokunduğum, gördüğüm, tattığım, kokladığım için var bu dünya..Farkında olduğum için.. Kendim yazdım, kendim oynadım en başından beri.. O yüzden ki bir dünya yarattım, roller verdim sahnedekilere.. Sevdim; sevgilim, paylaştım; dostum dedim.. En derinimde hissettim; annem, kızdım da kıyamadım; babam dedim.. Geçer dediklerimi geçirdim.. Biter dediklerimi bitirdim.. Nefret ettiklerimi sildim, geçtim.. Gün oldu; silkindim, yeter dedim.. Geride bıraktıklarım hesap sormaya kalkmasın o yüzden bana.. Farkında olduğum için var oldunuz, vazgeçtiğim için bugün yoksunuz.. Bu nasıl bir cüret ki; bir başka hayata müdahil olma, umarsızca sorgulama, pervasızca yargılama hakkını bulur insan kendinde.. Haddinizi aşmayın ey faniler.. Ben yok olmayı kabullenirken, kar taneleri mütemadiyen ayak izlerimi kapatmaktayken, güneş bile her gün batarken, sizdeki ne arsızlıktır; silinmeyi dahi kabul edemiyorsunuz bir başka faninin zihninden.. Mezarlıklar, kendini vazgeçilmez sananlarla doluyken, yerin üstündeki bu şatafat da neyin nesi oluyor acep? Uğraştırmayın da dağılın hadi.. Dağılın ve gidin, ama bilin.. Kör cehalet çirkefleştirir insanları! Suskunluğum asaletimdendir... Her lafa verecek bir cevabım var... Lakin bir lafa bakarım lafmı diye, bir de söyleyene bakarım adam mı diye.... Mevlana Uzanmis koca burun açik denize dogru, Lacivert ve gri gecenin degerinde. Karanlikla baslar bir dünya sevgisi, Deniz feneri parlar, Talihe aldirmadan kayalar üzerinde.. Bulutlar birlesir alaca düzlüklerde, Çöker uzak limanlardan bir sis. Bir sikinti baslar karanliginda kaderin, Bildirir, yaninca yaninca, Ömrün neresindesiniz, askin neresindesiniz?. Yüregin mi daraliyor, yildiz isiginda, Birak anilar gitsin biraz daha geri. Ruhu götürmeden vakit yürüyebilir, Düsün nasil durmus sabirla yüzlerce yil, Hep bu benekte bu deniz feneri.. Bak deniz savaslarina, yasli korsanlara, Uçan dalgalara, uyuyan rüzgara bakmis, Bir tek göz kadar kara ve mavi, Enginle bos, Kismetsiz balikçilara bakmis.. Saçlarinda tuz kokan, ölü kokan bir serinlik, Yüzünde bir firtina tadi. Durursun yorgun, umutsuz, Birden bir daha yanip söner, sevinçle titrersin, Bir sey, belki de yasaman uzadi.. Yaslidir dullarin ölçülmez özleminde, Güçlüdür kocaman geceleri tasir. Delidir, konusmaz, uyumaz, Sonrasizligin iyiligini bekler, kötü günlerden, Akillidir.. Sarhos gemilerimiz sallanir sallanir, Gömülmüs kasirgalarin uykusuyla belli, Kayalar mezarlara benzer enginlerden, Duyulur sudan göge kadar, 'Ölüsü kandilli.'. Vakit yok olur, zamandan bosalir varlik, Düsmez burçlardan haber. Bir ugursuzlukla agir ve yorgun, Bütün insanlar bitti sanirsiniz, Deniz feneri gülümser. Ne zaman seni düşünsem Bir ceylan su içmeye iner Çayırları büyürken görürüm.. Her akşam seninle Yeşil bir zeytin tanesi Bir parça mavi deniz Alır beni.. Seni düşündükçe Gül dikiyorum elimin değdiği yere Atlara su veriyorum Daha bir seviyorum dağları. Benden selâm eylen şol nazlı yara Her beni gördükçe gülüp durmasın Aldırdım aklımı oldum divâne Aklımı başımdan alıp durmasın. Kız seninle böyle miydi pazarım Kara kaşlarında kaldı nazarım Yol üstünde kazmasınlar mezarım Yar gelip geçtikçe yanıp durmasın. Kız seninle bir bahçecik dikelim Ayvasından turuncundan satalım Gel sarılıp bir gececik yatalım Ahu zarım sende kalıp durmasın. Karacaoğlan der ki Hakk'a bakadur Yollar çamur belki çöker bükedur Çekemem kahrını bağrım yufkadur Arada haberin gelip durmasın Balıklar için deniz lazım, Sevişmek için işsiz olmak Ve geceleri yatakta Duymamak için tabanların sızısını Zengin olmak lazım. Halbuki ıslık çalmak için Birşey lazım değil. Küçük anne, kelepir kız, Bir şey söyle bana, bana bir laf et ki binlerce, Onbinlerce görüntü anlatamasın.. Genceli Nizami'nin dediği gibi Taşı onunla yıkasalar Üzerinde akik biter, Bakışların ki.... İkinci bir parıltı var senin bakışlarında Keşke yalnız bunun için sevseydim seni. Çekmeyiz aşağılık dünyanın gamını Özleriz gül rengi şarabın canını Şarap dünyannın kanı dünya ise kanlımız Niçin içmeyelim kanlımızın kanını çevrende herkes şaşırsa bunu da senden bilse sen aklı başında kalabilirsen eğer herkes senden kuşku duyarken hem kuşkuya yer bırakır hem kendine güvenebilirsen eğer bekleyebilirsen usanmadan yalanla karşılık vermezsen yalana kendini evliya sanmadan kin tutmayabilirsen kin tutana. düşlere kapılmadan düş kurabilir yolunu saptırmadan düşünebilirsen eğer ne kazandım diye sevinir, ne yıkıldım diye yerinir ikisine de vermeyebilirsen değer söylediğin gerçeği eğip büken düzenbaz kandırabilir diye safları dert edinmezsen ömür verdiğin işler bozulsa da yılmaz koyulabilirsen işe yeniden. döküp ortaya varını yoğunu bir yazı-turada yitirsen bile yitirdiklerini dolamaksızın dile baştan tutabilirsen yolunu yüreğine sinirine dayan diyecek direncinden başka şeyin kalmasa da herkesin bırakıp gittiği noktada sen dayanabilirsen tek. herkesle düşüp kalkar erdemli kalabilirsen unutmayabilirsen halkı krallarla gezerken dost da düşman da incitemezse seni ne küçümser ne de büyültürsen çevreni her saatin her dakkasına emeğini katarsan hakçasına her şeyiyle dünya önüne serilir üstelik oğlum adam oldun demektir Sonra bir gün anneler de ölür Böcekler ve kertenkeleler ölür Boşalır suyu havuzun kum seddi yıkılınca Sivrisinekler ve kağıttan kayıklar ölür Sonra o gün çocuklar da ölür. Biz hepimiz önce küçük bir çocuktuk. Sonra büyüdük hepimiz çocuk olduk Balçıktan bir külçe olan dölleri En iri elleriyle kepçeliyen Ve biçimliyen Ve hep önce kendidiyle biçimliyen O dehşetli yontucuyu Doğumu ve gebelik sanatının bütün hünerlerini Sütten bir mermere eşsiz bir incelikle işliyen Anneyi o usta nakkaşı Unutmadık. Önce anne doğurdu çocuğu acıya Sonra çocuk acıya anneyi ve ölümü kattı Sonra herşey ve herkes çocuktan var oldu. Geçti sarp kayalardan aştı nice dağlar İçti ağulu sütünü hayat denen annenin Sıkıntının kutsal kabında yıkadı ellerini Hüznü kuşlara dağıttı unutmasınlar diye onu Acıyı gömdü toprağa gayrı açar mezarlık çiçekleri. Böyle vardı bir ırmak kıyısına Anne bir tedirginliktir nerede olsa Bağırgan bir karmaşadır onun sesi takılır gibi eski bir gıramafona titrek bir iğne - bu ayıp bu günah bu çok ayıp günay -el ne der sonra ayak ne der bırakmaz çoçuğu çocukça yaşamıya. ama bir gün anneyle de hesaplaşılır. çocuk yalnız annesine yaşar çocukken anne yalnız çocuğuna yaşamaz anneyken bölüşür anneliği babanın kasığında çocuğun bakışında çelişkidir büyüyen ağlamak bir soru olur sevginin yarım payında -ah baba niye baba. ve bir gün babalar ölür. tanrı bir ürpertidir çocuğun yüreğinde her tanrı biraz baba gibidir yiğit ve erkektir çocukları koruyan umacılar ve peri masallarının korkulu padişahı çünki tanrıyı yaratan ve öldüren şeyler aynıdır vurunca acının ilk gölgesi yaratır kuşkuyu acının padişahı elbette zalim olur ve bilincin duvarına çarpınca şaşkınlığı bir soru önce acıya sonra acıya uzanır -hey tanrı hani tanrı. böylece o gün tanrı da ölür. şimdi annenin yüreğinde ışıyandır sevginin ıslak soluğuyla örgülü tapınak bir gün bir kalem bir hokka içindeki kana bulaşır akıtır mürekkebini sevda denilen papirüse hani ki bir kuş gelir bir tapınağın duvarına yuva yapar çökertir tapınağı daha bir güzelleşir yuva işte artık ne anne ne tapınak yıkılır gözyaşlarının sığınağı da. sonra bir gün anneler de ölür. gerilir gıcırtısı bir tüfek tetiğinin öfke yalnız tekliği besler büyür çocuk çocuk büyür sesi nemli yine elleri yine soğuk hayat sığmıyorsa gövdene yüreğini sığdır çocuk nemli bir sesi sığdır o gittikçe nemlenen çocuk çocuk sana bir dost gerek. işte yeniden giyiniyor kendini çocuk bir çiçek gibi kopardı başkalarına uymıyan yanlarını kendini üstlemişsin var olmak için susmalar köprü çocuk çocuk sana bir aşk gerek. sen iyilikler ve güzellikler uzmanı suskunun gizemli sabrı bir teraziyi en iyi kullanan iğnenin ve ipliğin mercek gözlü büyücüsü karnaval gecesinin eğlentisiz parmak çocuğu ey hayat canbazı ey ip şaşkını ezberle o incecik tel üzerinde hayatı dengeliyen asayı: aşkın ve dostluğun ayrımı yoktur çocuk ikisini de doğuran şey aynıdır. bir kuşa bakarken hüzünlendiren, bir güle baktıkça yürek kanatan, bir yüreği açmadan solduran, bir kadınla yatarken çocuk gibi ağlatan, uyuz bir kedi gördükçe kanı kudurtan, suyu yüz derece sıcaklıkta donduran, anneyi üreten babayı çoşturan çocuğu güldüren, seni izmirlere çılgın gibi koşturan, bir vagon penceresinden şaşkın baktıran, bir mektubu ısrarla bekleten, umudu dalında çürüten, acıyı dayanılır kılan bir çıbanı irinle onduran aşka merhem sürdüren güneşsiz bir gök gördükçe öldüren öldüren öldüren.. Sevgi: tragedyanın kaynağı yaşamın kökeni insanı Var kılan umut Ah nasıl ayrılır aşk ve dostluk birbirinden Can canı sever ötesi yok bunun çocuk Ölümü ve ölümün ölümsüzlüğünü Sevgiyi ve sevginin ölümsüzlüğünü Ah elbette aşktır dostluğu mayalayan Ama kim anlatabilir bu parmak çocuğa Bir dostla bir sevgili arasındaki ayrımı Hayır’lara evet’lerle direten Çirkini öptüren kötüyü sevdiren Aşkı sevgiliyle değil kendinle yorumla Kim ki kendini açığa komaktan korkmaz O saygın bir insandır Herkes kendi yorumunun cellatıdır biraz da Böylece lady chatterley de sevilir giovanni de Böylece lady chatterley ve giovanninin sevgilisi de Elbette her aşk yalnızca kendine sorumludur Ama elbette her aşk kendine sorumlu olunca bir gün aşk da ölür. ve başlar sıkıntısı kuralsız bir çelişkinin yapışkan bir sevişmenin sancısı doldurur boşlukları ve tutku aç bir güve gibi kemirirken sevdayı dölün pasıyla bulanırken sevginin beyazlığı ah şimdi kim inandırabilir bu eski çocuğa aşkın ve dostluğun varlığını bir gün ansızın yiter dostalar ve sevgililer etin ve kemiğin sıcaklığıyla solar sevdalar. işte o gün her şey ölür. şimdi bu yüreği nerelerde beslemeli bütün saksıları kırılıyorken güneşin büyüsüyle ve ölümler ilençliyorken en masum sevinçleri ve her sevgi kendisiyle çelişiyorken şimdi bu nasıl doğmaklar olur yeniden beyazlara. ama şimdi kim kandırabilir sizi bir ölünün hayat kokan ağzını öpmek için. Bugün görüş günümüz Dost kardeş bir arada Telden tele Mendil salla el salla Merhaba. İzin olsun hapishane içinde Seni Senden sormalara doyamam Yarım döner cigaranın ateşi Gitme dayanamam. Nasibin dalda çocuk Uzan uzan dallara Nasibin yolda çocuk Düş düş yollara. Nasibim sensin çocuk Seni yağmur gibi Bulut gibi Gönderen sağ olsun bana Ağaçlara kılıçlara benzer çocuklar çıkıyor erikleri itiyorlar erikleri onları yırtıyor ellerinde dürtme silâhları plaj yıkıntılarına çarpıyorlar. sarsıntıyla akıyor ayaklarını ıslatan yaprakların gergin dallarında yüzücü nehir. gerginlik balık kanadı sertlik gözlerine yakın gelmiş suçlu ağızlarında çiğnenmiş bir gemi. çocuklar elleriyle dalların uçlarındaki eriklere bir mahzendeki uzaklığa kayar gibi. Gerçekler başlarına konan çiçekler yapraklar boğuluyor yorgun bir meyve daha geliyor ağaç kökünden. bu sırada tramvay geçiyor ve duruyor fidan küçük ağaç göğüne üç ayak yaklaşmış ilk koçanını ezberine biliyor. her an ürperti geçiriyor odaya sokulan yemiş. odaya sokulan yemiş göz hapsi. evinde durmayı seven kadınlar mermerle sıvıyorlar çocuklarını top uzağa yakına çağırıyor hep bir noktada kalan adam varmaya doğruluyor sulardan sorulmayan ama sulara yatkın anılarına sevgiler koşturan pencereyi parça parça aralayıp denize açılan bir sokak kadını. denize açılan çuha kadınını açıktan geçen son sağlığa bağlamak için makine ustası amma da mideli yıkılmadan geliyor ve sırrım sessizliğiyle çalışıyorsa başına ben gittikçe soğuyan ve soğuyan ben ekmek kırıntıları döküyor. her zaman yaprak duşları başlıyor serpilen kuşlar çimen düzlerine gelip bir kısrağa yakından bakıyorlar. kuruyan ağza kapak göze kapak çölüne atılan zar sulardan serpme balık. deniz görününce kargılar atılıyor karlı yamaçlardan kızgın kumlara erenler kaydırak arkalarından aç karınlı sevilen kurtlar iniyor. ağaçlar dimdik dallarında gergin su haber gibi bir şey bekliyorlar kökleri toprağı geziyor bir yatağan aşırı gitti mi zındana çıkıyor kök ucu. zufa bir cins ağaç. Devlet sokağını tek başına bir ayyaş geçiyor Kente verdiği cevap pandomim. başı bir gölge altı açıyor hotozlu kadınıyla hovarda adamı yanyana koyunca yatak yaşama simidi. şimdi eskimolara bakın kadınları fok balıklarından bunda yataklara girip sımsıcak çoğalıyorlar denizlerini kargılarını köpeklerini yemeklerini kayıklarını ve kaygılarını ayı balıkları bekliyor ve başkentte korsan gülçin dil balığı. yelken gelmek üzereyim gelmeye hazır şaramla doldurdum sözleri ağarıncaya bu geceyi hartuç ve hece. göğsü kızgın köpüklü tayfası şişti mi kadın kollarını kadın ellerini biçimli gergin tutan insanın su başı rahim. kelime yorgun gece soldu çan çan ve çayır suçsuz çocuklara koridor yapraklar balık pulu balıkçılar pul pul yalnızca bakışlarını kırpıyorlar dokununca çatılarda kirişlerde serin dubalarda. artık göze bakmak oyunu yok Hakkı gel sırrını eyleme zahir, Olmak ister isen bu yolda mahir, Harabat ehlini hor görme şakir, Defineye malik viraneler var. Uğrum sıra giden Boz Atlı Hızır Ayrılık derdinin dermanı nedir Şu iki aleme olmuşsun nazır Ayrılık derdinin dermanı nedir. Sığanmıştır ağca kolda bilekler Hak katında kabul olsun dilekler Arş yüzünde secde kılan melekler Ayrılık derdinin dermanı nedir. Küseyim de ben yarime küseyim Siyah zülfün mah yüzüne asayım Kerbela'da yatan İmam Hüseyin Ayrılık derdinin dermanı nedir. Hani şu dünyanın toprağı taşı Akıttım gözümden kan ile yaşı Urum illerimin Hacı Bektaş'ı Ayrılık derdinin dermanı nedir. Ak saya giyinmiş incedir beli Ben pirimi gördüm tatlıdır dili Allah'ın arslanı Hazret-i Ali Ayrılık derdinin dermanı nedir. Gıcılar da dağlar başı gıcılar Çıkmaz oldu içerimden acılar Arafat Dağı'ndan gelen hacılar Ayrılık derdinin dermanı nedir. Dünyayı sorarsan bir dipsiz anbar Ali'nin yoldaşı Zülfikar Kanber Kabe'yi yaptıran Halil Peygamber Ayrılık derdinin dermanı nedir. Deryanın yüzünde dönen üç gemi Yiyelim içelim sürelim demi Geminin sahibi ol Hızır Nebi Ayrılık derdinin dermanı nedir. Pir Sultan Abdal'ım içtim cür'adan Okudum ağını bilmem karadan Yeri göğü cüml'alemi Yaradan Ayrılık derdinin dermanı nedir Bilirim sözlerin kudretini. Bilirim sözlerin etkin çağrısını. Bunlar locaların alkış tutacağı Sözler değildir. Bunlar öyle sözlerdir ki, tabutlar Dört meşe ayağı ile tempo tutturur. Mümkündür yayınlanmadan, basılmadan Eserin atılır bir kenara. Gel gör ki, söz rüzgar gibi fırlar, Kolanları gererek yayılır. Etkisi, yüzyıllar boyu, Çan sesleri gibi kalır. Öyle ki nazımın nasırlı ellerini, Tren dolusu yalakalar, Yalamak üzere, akabinde gelir. Bilirim sözlerin kudretini. Boş görünse de aslında, Dans içinde ökçelerin altında, Düşen çiçek yaprağı misali, İnsan ruhu dudaklarında, Teşrih bulur o ifadesini.... 1930. Çeviren: Melaike Hüseyin gözlerinin renginden almılşsa ahengini ruhum nasıl unutur gözlerinin rengini uzaktan bakıyorun O'na hep yeşil yeşil bu vehimli muamma parlıyor ışıl ışıl yanıyar nağmelerin bedevî kanatları şahlandı obamızın doludizgin atları bir kum saatindeyim, yimne tuttu kan beni çile bülbülüm çile feryadyla ân beni binlerce ok ağlıyor kırdığımız yay için yıldızlar dökülüyor tutulan her ay için bu kuzgun vadisinde yanelim korkuları Dede'den dinleyelim en güzel şarkıları musıkî bahçesidir tende lisan-ı fıtrî asîl bahçıvanıdır o hanede, o Itrî endamını tasvire gücü yetmez tarifin kuşları uçuşuyor gökte Hacı Arif'in kumlara gömülmeden kervan, gönül çağında telâfisiimkânsız nağmeler tuzağında akmasın yüzümüze kötürümler pınarı devirdik, o devrilmez zannedilen çınarı yeşil yeşil bakamaz, kırmızıdır gözlerim öteye varsam bile, O'nu yine özlerim dinlediği şarkılar, arayıp bulun beni gülümün gözlerinde şehzâde kılın beni Kölen olmuşum senin, elden başka ne gelir, Gece gündüz el pençe divanım buyruğuna; Geçirdiğim saatler baştan başa bir hiçtir Sen buyurmuş değilsen çabalarım boşuna. Senin için, sultanım, saatleri gözlerken Ben kimim ki küseyim sonu gelmez günlere, Kara kara düşünmem, acı çekmem özlerken Uğurlar olsun dersen kölene sen bir kere Ben kimim ki kıskanıp kuşkulanıp sorayım Kimle içli dışlısın, nedir yaptığın işler; Derdim günüm put gibi düşünmeden durayım, Mutlu kıldıklarını bilmek içime işler. Öyle körkütük sadık bir köledir ki sevda, Seni kötü göremez bin kötülük yapsan da. Bir kaz aldım ben karıdan Boynu da uzun borudan Kırk abdal kanın kurudan Kırk gün oldu kaynadırım kaynamaz Sekizimiz odun çeker Dokuzumuz ateş yakar Kaz kaldırmış başın bakar Kırk gün oldu kaynadırım kaynamaz Kaza verdik birkaç akça Eti kemiğinden pekçe Ne kazan kaldı ne kepçe Kırk gün oldu kaynadırım kaynamaz . Kaz değilmiş be bu azmış Kırk yıl kaf dağını gezmiş Kanadın kuyruğun düzmüş Kırk gün oldu kaynadırım kaynamaz . Kazı koyduk bir ocağa Uçtu gitti bir bucağa Bu ne haldir hacı aga Kırk gün oldu kaynadırım kaynamaz . Kazımın kanadı selki Dişii koyun emmiş tilki Nuh Nebi'den kalmış belki Kırk gün oldu kaynadırım kaynamaz . Kazımın kanadı sarı Kemiği etinden iri Sağlık ile satma karı Kırk gün oldu kaynadırım kaynamaz . Kazımın kanadı ala Var yürü git güle güle Başımıza kalma bela Kırk gün oldu kaynadırım kaynamaz Suyuna biz saldık bulgur Bulgur Allah deyü kalgır Be yarenler bu ne haldir Kırk gün oldu kaynadırım kaynamaz . Kaygusuz Abdal n'idelim Ahd ile vefa güdelim Kaldırıp postu gidelim Kırk gün oldu kaynadırım kaynamaz Bülbül gibi gülistan bostandan ayrı düştüm. İstemem altın kafes vatandan ayrı düştüm.. Ey gam öldürme beni bu hicran gecesinde Zira bir güneş yüzlü handandan ayrı düştüm.. Gönül feryad ediyor karanlık gecelerde Gamlıyam bir mah cemal sultandan ayrı düştüm.. Hicran ile ne hale geldiğimi soranlar Sormayın ahvalimi ben candan ayrı düştüm.. Selim’i kınayanlar bilmez ıstırabımı Şu canıma can katan canandan ayrı düştüm. Bazen anlıyorum, bazen anlamıyorum. annemi, babamı nenemi. annem şöyle der göstererek beni: cin gibi maşallah. cin ne demek? gibi ne demek? . babam diyor ki bana bakarak: altını üstüne getirmiş evin.. hiç yapabilir miyim dediklerini? . ninemse der bana: topaç gibi. bir dedem açık insan pek de zeki. dilinden bal akar. attaya gidelim der. al sana şeker der. göz kırpar. okşar. sever. bir de gıdıklar. dedemi çok anlıyorum. Seni elinden tutmuştum - yaz geçiyordu Yaz geçiyordu, biz geçiyorduk Yazı elinden tutmuştuk. Birazdan geleceksin, bakışacağız Bakışacağız, hem var hem yok gibi Hem var hem yok gibi öpüşeceğiz. Aramızda söylenmemiş sözlerin uzaklığı Aramızda yaşanmamış şeylerin uzaklığı Yakın ayrılıkların sezgisi tenimizde. Hayat geçiyor biz geçiyorduk Bir denizin üzgün kıyısında Güz bir hastalık gibi ilerliyordu. Olgun ışığıyla güz Ve biz yaklaşan ayrılıkların önünde Kış duygularına bürünmüşüz. Dışardan ağlayışı geliyor çocuğumuzun. Eylül 1983.B.Ada Dün iki katliydi, Bugün üç katli Derken Dört katli, bes katli, alti katli Yükseliyor efendim yükseliyor, Memleket yükseliyor Cihanı hiçe satmaktır adı aşk Döküp varlığı gitmektir adı aşk . Elinde sükkeri ayruğa sunup Ağuyu kendi yutmaktır adı aşk. Belâ yağmur gibi gökten yağarsa Bâşını âna tutmaktır adı aşk . Bu âlem sanki oddan bir denizdir Âna kendini atmaktır adı aşk. Var Eşrefoğlu Rumî bil hakikat Vücûdu fâni etmektir adı aşk O zaman da aynı karanlık, aynı yarasaydı, Manolya delirmezden önce. Büyükannemizin kocaman bakla bir evi, Uzun pencereleri vardı, sedirinde Ölü doğmuş fareler pembeliği. Okurduk leziz balgamlı gazetelerini büyükbabamızın, Okşarken ve korkarken erkek anamızdan, Babamız bir gılman, pir şefkat, Acımızın cümbüşünde sarsak bir kukla, O yokuşta onursuz müezzin kuşları, Sabaha karşılar, akşama karşılar hep, Dizleri topunun diplerimiz olmuştu, Uzun uzadıya bir fener alayı.... Karanlık aynı, yarasa aynı, Bu eller bu yüzden yıkandıktan, Manolya delirdikten sonra. Ben uyandım bir aşk demekti bu dünyada -Sesin, bir gülü bırakmak gibi bir şeydi Karaydım, kağıt gibiydim yaşamalarda Adım görseniz her gün o denizlerdeydi Bin yıl bir M sesiydim aşağı Mısır'da.. Ben vurdum sevilere belli değil miydi Bin yıl seni açtım işte yalnızlığımda. Ne zaman aydınlığında adım geçti miydi Bir aşk demekti bu dünyada.. Bir zamanlar yalnızlık güzeldi Mısır'da Seninle yepyeni bir göktü gidilirdi Baktım mı, büyürdü bir zambaktı anımda Şimdi bir gölgedir uzar ovalarımda Böyle uyanırdım ya uyanmak değildi Bir aşk demekti bu dünyada. Buralardan çok uzakta bir köydü! Beyaz, billur bir derecik içinden, Hıçkırırdı, sevinerek geçerken. Kenarında vardı birçok söğüdü.... Ben işte bu söğütlerin susmayan Gölgesinde büyümüştüm. Evimiz Tenha idi; ne yabancı, ne bir iz... Bahçemizdi yakındaki o orman.. Bir ses, "sevin! " derdi gülen rüzgarda, Sevinçlere yoktu orda nihayet. Sanılırdı bu ses gümüş dallarda. Görünmeyen bülbüllerin öğüdü! Doğduğum yer, doğduğum yer... O cennet Buralardan çok uzakta bir köydü! .. Sarhoşlar göründü. Şaraba tapanlar bir bir gelmeye başladılar. Güzeller nazlı nazlı yollara düştü. Salına salına gül bahçesinden gül yanaklılar geliyor.. Bir anda hem var olan, hem yok olan, bir anda değişen, yenilenen şu dünyadan yoklar bir bir çekip gittiler. Var olanlar geliyor.. Eteklerini altınla doldurmuşlar. Som altın kesilmişler. Darda olanlara verecekler.. Hastalar, yorgunlar, arıklar iyileşmişler, kanlanmışlar, canlanmışlar, aşk yaylâsından geliyorlar.. İyi insanların şarkıları ta yukarlardan aşağılara güneşin ışıkları gibi iniyor. İyi insanlar yağmur demiyor, kar demiyor, ortalık kış kıyamet, kolları sıvamışlar, taze taze meyveleri yetiştiriyorlar.. Ben sustum. Sofra kuruldu. Onlar bir gül bahçesinden yola çıktı, bir gül bahçesine doğru. Gelmiş iken şu dağları gezeyim Ölüm ile ayrılığın elinden Dertsiz bulamadım derdim yanayım Ölüm ile ayrılığın elinden. Yaz gelince bulanayım coşayım Elim ile mezarımı eşeyim Beri gel sevdiğim helallaşayım Ölüm ile ayrılığın elinden. Ölüm geldi yolun bize uğrattı Firkat geldi yana yana ağlattı Kesti ciger pare pare doğrattı Ölüm ile ayrılığın elinden. Günahsız kardaşlar günahım tartar Hasretlik yüzünü yüzüme sürter Her kime söylesem yakasın yırtar Ölüm ile ayrılığın elinden. Pir Sultan Abdal'ım dertlerim firak Alışmış yanıyor şu dertli yürek Bir dahi gelemem menzilim ırak Ölüm ile ayrılığın elinden Biz hep açık konuştuk. Gökyüzünden maviydi sözlerimiz. Sığ bataklarda değildik, kuşlar gibiydik, Uçarıydık. Gözlerimizde Şavkıyan parıltılar gibiydik.. Biz iyiye iyi, güzele güzel dedik. Masallardan çekerdik mısraları, tülbent gibi. Yalnız, şiirlerde yalan söylemezdik, Umutlarımızda, hayallerimizde de yalancı değildik.. Biz buğday tarlalarında buğday, Ağu yeşili bahçelerde ot, Trenlerde düdük sesiydik. Yıldızlara çobandık, değirmenlere su, Bozkırlara bulut gölgesiydik.. Seller aktı gitti. Biz kaldık. Bulutlar uçtu gökyüzünden. Rüzgarlar darmadağın etti. Ne bahçesinden hayır var, ne güzünden. Akıl da bulutlar gibi çekip gitti.. Nerden bilirdik, çalışmaktan Kocayacağını sevgililerin, Yaşamanın güzelliği kadar Hoyratlığını, bezginliğini... Biz kaldık, koyup gitti bahar, Her şeyi nerden bilirdik. Yatağımız olacak ,hafif kokuyla dolu, Divanımız olacak ,bir mezar gibi derin; Bizim için açılmış, en güzel iklimlerin O garip çiçekleri süsleyecek konsolu. . Son sıcaklıklarını sarfederek hovarda, Birer ulu meşale olacak kalplerimiz; Çifte ışıklarından gidip gelecek bir iz İkimizin ruhunda, o ikiz aynalarda. . Pembe, lahuti mavi bir akşam saatinde, Veda'la dolu, uzun bir hıçkırık halinde Yanacak aramızda bir tek şimşeğin feri; Nihayet kapıları biraz aralayarak, Sadık ve şen bir melek gelip uyandıracak Buğulu aynaları ve ölmüş alevleri Son aşkımdır bu –sen- ve son çile, Günümün son fecri, sonu artık; Giriver inince gün, aralık Kapımdan gelinlik elbisenle.. Onu sevmekle geç, ey yaşamak! Dün gece senin küçücük elinle yalnız yattık Yalnız senin küçücük elinle yalnızlık Kandilli ilkokulu kadar kalabalık Zilleri çaldığında düşlerinin Sınıfların kapıları ardına kadar açık Gökyüzünün, denizin, toprağın, hayalle, emeğin Haklı sınıfları. Belki de baskın korkusuyla vefasız, akıntıya atılan Kitaplar varya onlardan Öğrenmiş Marx'ı, gümüş balıkları Ve belki de onun için o kadar, O kadar aydınlık ortalık.... Sen ki çiçekleri toplamayan güzelim Çiçekleri sulayan çocuk Ve ben ki buruk ve kavruk Bir ihtiyar adamım artık Öyle güzeldim ki senle, çiçeklerden çok Ve anladım, anladım ki bir daha DÜŞÜNDE BİLE GÖREMEZ İŞLER DÜŞLERİN GÖRDÜĞÜ İŞLERİ. Can Yücel 1. ben ne güzel işerim güneşe karşı arkamda medrese duvarı önümde çarşı. bir sürekli kaşınmadır yaşadığım törelere ve alışkanlığa karşı. geldim gittim geldim bir şey bulamadım üzüldüğüme ve yorulduğuma karşı. ah aklıma her şey gelir, her şey gelir doğan güne karşı batan güne karşı. sözde kirlettiğimiz bütün her şey duruyor bak ne diyorum sana, ele güne karşı. biz duralım bir sürekliyiz duralım durukluğa, tüberkiloza ve uranyuma karşı. durduk, ateş besledi, kuşları sürekledi arkamız medrese duvarı önümüz çarşı. güneşe güneşe karşı Ne boğa tanır seni ne incir ağacı, Ne evindeki atlar ne karıncalar Ne çocuk tanır seni ne de ikindi Ölüsün çünkü, dirileceğin de yok. Taşın sırtı da seni tanımaz artık, İçinde düşündüğün kara atlas da. Dilsiz anıların da tanımaz seni, Ölüsün çünkü, dirileceğin de yok.. Deniz kabuklarıyla geldiğinde güz, Sis üzümleriyle, dağ öbekleriyle, Gözlerine hiç kimse bakmak istemez, Ölüsün çünkü, dirileceğin de yok.. Ölüsün çünkü, dirileceğin de yok. Yeryüzünün bütün ölüleri gibi, Unutulmuş bütün ölüler gibi Sönmüş bir köpekler yığını içinde.. Yok tanıyan seni.Yok.Seni söylüyorum bense. Yüzünü inceliğini söylüyorum sonraya. Anlayışının o yüce, yetkin üstünlüğünü İştahını ölüme, ağzındaki tada onun. Senin o yiğitçe sevincini saran kederi. Doğmasına çok zaman ister, gün olur doğarsa, Öyle zengin serüvenli, parlak Endülüslü'nün. İnleyen sözlerle söylüyorum inceliğini Anarak acı bir yeli zeytin ağaçlarında. Çev: Said Maden Çıkıp yücesine seyran eyledim Gördüm ak kuğulu göller perişan Bir firkat geldi de durdum ağladım Öpüp kokladığım güller perişan. Hayal hayal oldu karşımda dağlar Eşinden ayrılan ah çeker ağlar Dökülmüş yapraklar bozulmuş bağlar Bülbülün konduğu dallar perişan. Yıkılmış dilberin mamur illeri Susmuş bülbüllerin her dem dilleri Dağılmış sümbülü solmuş gülleri Yüzüne dökülmüş teller perişan. Karac'oğlan der ki top avlamadım Arap ata binip boyalatamadım Küstürdüm dilberi hoylatamadım Dilberi küstüren diller perişan Her kaçan gönlüme fikr-i ârız-ı dilber düşer Guyiyâ mir'âta aks-i pertev-i hâver düşer ayrıldık ya, ateşini söndürdüm, uçuçböceklerini yaktım içim cız etmedi mi, etti, allah kahretsingözlerime uçaklar düşmedi mi, düştü, allah kahretsin gül yapraklarını tuvalet kağıdı yaptım, yıldızların bodrumda Nuh'un gemisi sırtımda paramparça cami kedilerinin yalnızlığından geçindim ve daha bilmem nelerden seni unutmak istedim bunca kıskançlığımla ezogelin çorbanı, arapsaçını sigara külünü unutmak istedim unuttum mu, unutamadım, allah kahretsin. ayrılık taş duvar ayrılık Çin Seddi aramızda Çin Seddi ne kadar uzun, allah kahretsin Üstümde bu ütüsüz gökyüzü, Altımdaki tarazlanmış yol benim Hep yanımdaydı zaten, Kendimi bildim bileli. Zaman zaman katlayıp bazen açardım, Cebimde taşıdığım bir mendil gibi.. Yani bilirdim bir kamyon şoförünün Göğsündeki motor sesini, Uykuda bile dinlediğini. Yüzünde hasret belirtileri bulunan biri, Koynunda taşırdı bir aşk hikâyesini Kabuk bağlamış muska gibi.. Ama yine de yaralıyor beni, Yüzümün gölgesinde kırılan bu dal sesi; Ürkütüyor bir şiirin içinden, Göçebe kuş sürülerini Ve ben böğrümde bir avlu serinliği, Sessizce dinliyorum akıp giden geceyi. Güneşli şafaklar olurum Kar tutan gecelerde Kör akşamlarda Mavi gözlü sabahlar olurum. Sular seller olurum Çöl iklimlerinde Ölüm denizlerinde Suya sevdalı balık olurum. Dost gülüşlü yarınlar ararım Gri havalarda Kuytu yalnızlığımda Birden kalabalık olurum. Süleyman öldü, yaşasın şakir! . şimdi şiir dediniz biri sıkılıp gitti bendim o sefil üşümüş elinizde belki çok şey değildir aşkın ölümü gerekirse aranır öpülmüş resimlerde Japon bir sevgilim var -demek sizin de makyajlı bir Meryem gibi yitirmiş masumiyetini kiss diyor sex anlıyorum niyeyse merdivenim belki de onca bol ihanetten garsonu vurun lütfen çok tıkırtı yapıyor doğru ya saat şu kaşar resmiyeti dilimledi durdu en nazik günlerimi bazen de kıştı sakın bir dakka Gilda posterimi öpmeyin çok kıskancımdır ben sevdim mi çamına korum yorgun akşamlarda ekşın aktörleri gibi abazan kalırım hadi lale ezelim biri paydos mu dedi neden sakinsin kahrolası duygusal cin ezan okuyor varoşlar faşist içinde ve seçkinler cümle piçleri orta sınıfın devlete koşuyorlar uygun adımla bir kii sıfır hasarla marjinal cahil tenyalar oysa müezzin gibi bekledim sendeleyerek ağzımda tuz sustum kaç ışık yılı sakalımda sevimli beyazlar erittim suya kudurdu yaramdaki kurt o kiralık keder bennn bakımsız Şakir çarmıhına gönüllü baba sirklerinde çocuk ol hikayat-ı semender ağladı dizlerim yassı bir cüret halinde. balkonda mıyız neyiz üç bira bir yahudi Şehirlerden şehirlere Uçtu, kuş gibi, bir haber: Bayraklar açmada fecre Şarkının her vardığı yer.. Kaldı birdenbire step Yalın ayaklar altında; Yürü! Bayraklar altında, Yürü! Davullar çalsın hep. . Önden gidene bir kurşun, Aldı bayrağı ikinci... Ve yiğitlerin en genci Düştü sonunda yokuşun.. İnsan doğunca bir defa Andırır kırılacak dalı; Ölecektin nasıl olsa, Öldün, alnından vurulu. . Ne toprağa gömülmektir, Ne ruhun uçması tenden! Ölüm, ölüm, gülerekten Bir bayrak altında ölmektir... Nasıl söylesem bilmem, Ve anlatsam ne ile? Bu öyle bir duygu ki Gelmez kaleme, dile... Sen varsın bakışımda, Her nefes alışımda, İçimde ve dışımda, Günahlarımda bile! Gözümde, hayalimde Hiç sorma ki neler var... Sendedir ufukları Ve ancak sana kadar... Dünyayı iki şeyden İbaret bilirim ben; Biri, her şey olan sen! Biri, sen olmayanlar! güllerin bedeninden dikenlerini teker teker koparırsan dikenleri kopardığın yerler teker teker kanar. dikenleri kopardığın yerleri bir bahar filân sanırsan Kürdistan'da ve Muş-Tatvan yolunda bir yer kanar. Muş - Tatvan yolunda güllere ve devlete inanırsan eşkıyalar kanar kötü donatımlı askerler kanar. sen bir yaz güzelisin, yaprakların ekşi, suda yıkanırsan portakal incinir, tütün utanır, incirler kanar. bir yolda el ele gideriz, o yolda bir gün usanırsan padişahlar ve Muşlar kanar, darülbedayiler kanar. Muş - Tatvan yolunda bir gün senin akşamın ne ki orada her zaman otlar otlar ergenlikler kanar. el ele gittiğimiz bir yolda sen gitgide büyürsen benim içimde çok beklemiş, çok eski bir yer kanar gözgüye baktım özüm görmeğe seni göresim geldi. gözgüye baktım karardı dünya sana değesim geldi. gözgüye baktım camdan aşıp sana gelesim geldi Ah, sen ey, ölüm kadar sonsuz olan Ve dar bir tabut gibi rahat uyku! Islak geceyi örtün kalbim, uyu! Artık uykuyla tek başına kalan. Ruhum gemiler uğramaz bir liman. Bir tanrı gibi her tarafta korku; İşliyor bütün saatler kurmadan, Dışarda yağmur yağıyor durmadan, Görmüyor pencereler sonsuzluğu.. Beni dibine çeker misin kuyu! . Bitti gücüne güvendiğim zaman, Gökler yakın bir ayrılıkla dolu; Aynasında yüzüm dalgalanan su, Nağmesine vurgun olduğum umman.. Al beni rüzgar! Kül et beni volkan! . Toprakta o baş döndürücü koku Ve ölüm, gece ucundaki çoban. Gel yetiş, ey pişmanlık! İşte yaman Bir gecedir, yaman bir gecedir bu.. O derin gözlerin ne güzel, puhu! Güzel senden ayrılalı Hayli zaman oldu gel gel Bak gözümden akan yaşım Âb-ı revan oldu gel gel. Böyle m'olur küsüp gitmek Seni seveni terk etmek Haram oldu yemek içmek İşim figan oldu gel gel. Kurulu yaydır basılmaz Gönül yârindan kesilmez İçmeyince dert eksilmez Boş kadehler doldu gel gel. Kul Aşık eder varmağa Halinden haber almağa Yetiş namazın kılmağa Seni seven öldü gel gel Her şey bir gece içinde oldu Sabahleyin her şey tamamdı.. Bu gördüğünüz gökyüzü İlk defa gelip yerini aldı. Gökyüzünün gelmesiyleydi Dünyada büyük bir değişiklik oldu. Mesela, ovalar daha o gün Yalnızlıklarını unutuverdiler. Bu şimdi elsiz ayaksız gibi duran gece O zaman ağaca yürüyen bir su gibi geliyordu. Gökyüzünün hemen arkasındandı Denizleri gördük. Baktım bir kuş ilk defa keyifli keyifli Baktım uçuyordu. Akşama doğruydu Bitkilerle, hayvanlarla merhabalaştık. Her şey yaşamaya hazırlanıyordu Her şey gelir gelmez hayatlarını. Himalaya'lar, Ant'lar, Erciyeş'ler Bir daha kımıldamamak üzere yerleşiyorlardı. Herkes aklından geçirdiği kadar bir yeri Dünyada kolayca bulmuştu. Gökyüzünde, yerde Her ağacın, her taşın bir yeri vardı. Hatırlarım küçük kirli bir bulut Durmuş olup bitenleri seyrediyordu. Dünyaya niçin bu kadar geç geldiğini Elinde olsa tutup soracaktı. Şimdi bu geceyi, bu yıldızları fevkalade buluyorsunuz ama Bu hiç de kolay olmadı. En başta, başı boş atlar gibiydi nehirler Bu şiire girmeden önce. Her şey yerini alıyordu sırası geldikçe İlhan Berk bütün bunları görüyordu. Balıkçıl darağacında Selahattin'in şövalyeleri Dansediyor, dansediyor Şeytan'ın şövalyeleri.. Yüzleri buruşuk, küçük, kara kulakları Çekmiş sayın Belzebuth bir iple gökyüzüne Oynuyorlar şakırdadıkça kunduraları Tutulmuşlar bir Noel ezgisinin hüznüne. Kara orglar gibi ince, uzun kollarını Bak şimdi kucaklıyor çarpık, küçük kuklalar Bir zamanlar aksoylu hanımların sıktığı Bilekleri iğrenç bir aşkla dokunmadalar. Hoyda! şen oyuncular, artık düşünmeyen baş! Takla atılabilir sehpalar öyle uzun! Hop! Bilinmesin artık bu ya da dans ya da savaş! Gıcırdarken kemanı kudurmuş Belzebuth'un. Ey bundan sonra sandal giymeyecek ayaklar! Hepsi derilerinden gömleklerini sıyırmış: Ama böyle çok daha memnun görünüyorlar Başları üstüne kar beyaz bir şapka örmüş. Titriyor bir tutam et arık çenelerinde Çatlak kafalarına sorguç yapmış kargalar: Çarpıp karton zırhlara gözüpekler, yiğitler Ölü karanlıklarda sanki dolanıyorlar. Esiyor balosuna iskeletlerin poyraz! Darağacı inliyor demirden bir org gibi Koşuyor ormanlarında aç kurtlar avaz avaz: Gökyüzü andırıyor kızıl bir cehennemi. Hoyda, beni de alın yaslı kabadayılar Kırık parmaklarından geçen sessizce, bir bir Bir aşk tesbihi solgun omuriliklerinde: Bura manastır değil, ölüler ülkesidir. Oh! işte ortasında ölüler dansının bak Sıçrıyor çılgın bir iskelet gökyüzünde Sürüklenmiş boşluğa, at gibi şahlanarak Sanki katı ipi boynunda duruyor yine. Çatlayan uyluğunda büzmüş on parmağını Dalgacı gülüşlere benzeyen çığlıklarla Ve bir soytarı gibi barınağa girip Sıçrıyor kemiklerin şarkılı balosunda.. Balıkçıl darağacında Selahattin'in ölüleri Dansediyor, dansediyor Şeytan'un şövalyeleri. uyuruz ve uykudur Tanrı’nın en hayırlı evladı çünkü gece oldumu sokak cüzzamlı bir bakire ya da bir kabadayı cüsseli mi cüsseli oysa toplardamardır ev ve incitmez kimseyi onarırız evvela üşüyen yerlerimizi ve yağmur yakalayamaz bizi, görmemiştir çünkü sıcak bir yuva ömründe ve bir nazarlık gibi ay parlar üstümüzde.. pusu atmakla geçer şu daracık ömrümüz şımarık bir yırtmaç gibi halden anlamaz tuzak peki neye benzer bu, evet anne tarafı tutmak korkaklık olsa da iyi geçer günümüz.. çünkü bir gömüyüz biz bulutların altında ve bir gömünün peşinde vardır birçok harita. Bu meral bakışın ey per-i suret Çok açtı bağrımda yara gözlerin Bilmem huri midir yoksa ki afet Yakar baktığını nara gözlerin gözlerin. Dilden işvelenip mestane süzer Gamzelerin oku bağrımda gezer Bir kez iltifatla eylese nazar Olur şu gönlüme çare gözlerin gözlerin. Emrah'ı alemde bikarar ettin O nihan aşkını aşikar ettin Aklımı fikrimi tar ü mar ettin Fitne bakışları kara gözlerin gözlerin Ya Üç şerefeli, ya Eski Cami, Ya Sultan Selim, ya Sultan Süleyman, Geziyorum burda sabahtan beri, Sürüklüyor beni tarih ve zaman.. Boş sokaklar, hüzün, vehim, heyecan... Sanki her şey birden unuttu beni; Asesler geliyor işte arkamdan, Kovalıyor beni bir yeniçeri.. Kaçıyorum, şurda ulu bir çınar, Ötede yolumu kesen bir konak; Ne tarafa gitsem beni kovalar, Ucu topuğuma değen bir mızrak.. Nereye yönelsem, kime sığınsam Kafesler örülü, kapılar kilitli. Bir mescit, önünde yaşlı bir imam, Kapıyı çekince o da seğirtti.Şurası bir terzi, şurası berber, Şurası bir fırın, şurası kapan. Bu kadar ahali nereye gider? Nerede saklanır bu kadar insan? . Şurası havuzlu kahvehaneydi, Burada sohbetler, sazlar olurdu. Buraya gelince dizim kesildi, Ben durdum, arkamda bir ayak durdu.. O zaman öğrendim: Meğerse Hünkar Gelirken, görmeye çıkmış Edirne; Şehri gözetleyen karakulluklar, Arkamdan soruyor: “Burda işin ne? ”. Yavaşça arkama döndüm o zaman, Omuzumda gördüm bir bildik eli. Ansızın silkindim derin hulyadan, Ben, tarihte eski bir Edirneli. Acı, hassasiyetini kabuklaştırıyor insanın. Ölmek galiba bu. Ayrılığa alışmış gibiyim. Tevekkül, teslimiyet. Ve heyecanların gün geçtikçe kararan pırıltısı... ...Alışkanlıkların insanı pestile çeviren çarkı. Artık yanarak değil, tüterek yaşıyorum. Nemli bir tomar gibi. Kanatlarım her gün bir parça daha ağırlaşıyor. Galiba ihtiyarlıyorum... ağbi, dedi bir söz var, dilimle yüreğim arasına sıkışmış belki on yıl belki onbeş gider gelir usumun uslanmayan yerlerine, bir şiirinde, dedi yazarsan, dedi çok makbule geçer belki makbul saymayacağım bu isteğim, yazarsan eğer, dedi şöyle kocaman harflerle: İSYANLARDAYIM, diye kepime yazdığım gibi şöyle, o kepi hep çıkarırız ne zaman ismin anılsa hanemizde... olur dedim be çavuşum, yazarız... şiir dediğin kimin içindir mustafa? Canımın yongası, sevdiğim, Bir kaç gün çaldık ilkbahardan Geçtik yıllardır özlediğim Erguvan ışıklı kıyılardan. Aşkı sessizlik tanımlar Gençken tersini düşünürdüm Akşamla dönerken geriye dalgalar Yalnızlığı çırılçıplak gördüm. Durduktu önünde Ege Denizi'nin Gözleri mayıs bulanığı, Kuytuluğunda eski evlerin Dolaştıktı Ayvalığı. Eski nisan, her şey gibi, Kalbim de, rüzgâr da eski, Çırpınıp duruyor havada Yitik anıların kelebeği Çiçek misin, kuş musun; rengin, kokun ve sesin Varla yok arasında; hayaldesin düşdesin.. Ellerin yeşil ışık, sonrası hep kırmızı; Sabahlarımda şiir, akşamları bestesin.. Gel desem geliversen pür heyecan, pür neş'e; Ah bir söyleyebilsem: 'eller ne derse desin! ..'. Bu çağrı hangi nazı getirmezdi insafa? Naz değil o, anladım: çaresiz boş hevesin.. Sevmişsin ya ne çâre, böylesi sevildin mi? 'Sevilmek kâfi' diye, verdiğin karar kesin.. Sevmenin, sevilmenin doruğundasın, tamam; Sevdiğine kul köle, candan sevene nesin? . Hayatı kucaklayan doyumsuz yorgunlukla, Yorgun gönülgözüme inen en son perdesin.. Bunca yıl sonrası bu, kırkbir kere maşallah! Bırak artık bu rüzgâr nasıl eserse essin... Yağmurlar içinden ıslandım geldim Bir kuru değneye yaslandım geldim Sıcacık çorbana muhtacım inan Ölümlerden geçtim uslandım geldim. Üşüdü ellerim üşüdü kalbim Yaban ellerinde taşlandım geldim Sanki cehennemdi sensizlik bana. Irmaklar içinden sislendim geldim Tren yollarında islendim geldim Kalmadı hevesim kalmadı inan Yıkandım arındım süslendim geldim. Sana geldim sana kucaklarmısın Bilmemki yeniden bağışlarmısın Gürci hınzırı a samsun-ı muazzam a köpek Kande sen kande nigehbani-i alem a köpek. Vay ol devlete kim ola mürebbisi anun Bir senin gibideni cehl-i mücessem a köpek. Ne gune kaldi meded devlet-i Al-i Osman Hey yazuk hey ne musibet bu ne matem aköpek. Ne ihanetdür o sadra bu zamanda ki anun Olmaya sahibi bir Asaf-ı kerem a köpek. Hidmet-i devlete sair vüzeradan göreler Bir fürumaye koca ayuyı akdem a köpek. Bu mahlallerde ki Bagdadı ala şah-ı Acem Arz-ı rumu ede teshir Abaza hem a köpek. Sattınız iki soysuz bir olup hanlığı Kimseyietmedünüz bu işe mahrem a köpek. Paymal eylediniz saltanatın ırzını hem Yok yereoldı telef ol kadar adem a köpek. Hiç hanlık satılır mı hey edebsiz hain Tutalım olmamış ol fitne muazzam a köpek. Sen kadar düşmen-i devlet mi olur a hınzır Ne turur saltanatun sahibi bilsem a köpek. Ehl-i dil düşmeni din yoksulu bir melunsun Öldürürlerse eğer can-be-cehennem a köpek. Böyle kalur mu soysuzlar elinde devlet noldu ya gayret-i şahenşeh-i azam a köpek. Hak götürdü arabı gitti hele dünyadan Kim götürse akabince seni bilmem a köpek. File nacar meger yükledeler tabutunu Çekemez cife-i murdarunu adem a köpek. Filler de çekemezse ne acep laşeni kim Var mı bir sencileyin div-i mülahhem a köpek. Sen soysuz eşek ol Kirliorospu yaraşur Bindürüp sırtına teşhir edersem a köpek Diyar-ı gurbette Cezayir'lerde Eller bayram etsin ben ah edeyim Ağ gerdan üstünde siyah tellerde Teller bayram etsin ben ah edeyim. Kırmızı güllerin dalları yerde Mevlam uğratmasın kimseyi derde Yaz bahar ayında bulanık selde Seller bayram etsin ben ah edeyim. Kırmızı güllerin yanıp tütende Virane bahçede bülbül ötende Salınıp sevdiğim yola gidende Yollar bayram etsin ben ah edeyim. Kısmet olur ben sılaya varırsam Sağ selamet hak selamın verirsem Vadem yeter gurbet elde ölürsem Çöller bayram etsin ben ah edeyim. Sefil Kul Himmet'im dert bana yeter Bunca sefalatim sevdiğim beter Yüce dağbaşında menemşe biter Dallar bayram etsin ben ah edeyim İhanetten bir alıntı sağlığınla gelirsin (gelirsen) Unutmabeni çiçekleriyle yaralarımı süslersin. Utanılası birşeydir katıksız pembeliğin Bu yüzden kitaplardan yalnızca ıslık çalmasını öğrenebilirsin. Tüm iyiliğin filmlerin iyi bitmesini istemek Ama bu kente gelirsen unutma beni ara. Sana bir çay ve temiz yaralar ısmarlarım Öfkem geçer dinle yüzümü sevgiyle bakarım. Kimse değil, SENİ YALNIZ BEN ANLARIM başımızın beladan bir türlü kurtulmayışı sevgilim bu taralelliliklerle usta işi sevişmelerle günde üç dört beş kanla canla insan olmanın hakkını vere vere yaşamamızdan. uğradıkları onca bozguna rağmen bebek yüzlü düşmanların üstümüze üstümüze gelmeleri komiğime gidiyor bizim ancak karıncalara merhaba derken diz çökeceğimizi orangutanlar bile anlardı vallahi Kaplan! Kaplan! gecenin ormanında Işıl ışıl yanan parlak yalaza, Hangi ölümsüz el ya da göz, hangi, Kurabildi o korkunç simetrini? . Hangi uzak derinlerde, göklerde Yandı senin ateşin gözlerinde? O hangi kanatla yükselebilir? Hangi el ateşi kavrayabilir? . Ve hangi omuz ve hangi beceri Kalbinin kaslarını bükebildi? Ve kalbin çarpmaya başladığında, Hangi dehşetli el? ayaklar ya da. Neydi çekiç? ya zincir neydi? Beynin nasıl bir fırın içindeydi? Neydi örs? ve hangi dehşetli kabza Ölümcül korkularını alabilir avcuna? . Yıldızlar mızraklarını aşağıya atınca, Göğü sulayınca gözyaşlarıyla, Güldü mü o, görünce eserini? Kuzu'yu yaratan mı yarattı seni? . Kaplan! Kaplan! gecenin ormanında Işıl ışıl yanan parlak yalaza, Hangi ölümsüz el ya da göz, hangi, Kurabilir o korkunç simetrini? . Çeviri: Selahattin Özpalabıyıklar İşidün ey ulular,Ahır zaman olusar Sağ müslüman seyrekdür,Ol da güman olusar. Danışman okur tutmaz,Derviş yolun gözetmez Bu halk öğüt işitmez,Ne sarp zaman olısar. Gitti beyler mürveti,Binmişler birer atı Yediğü yoksul eti,içtiğü kan olısar. Ne acayip sergüzeştler,Bağrım dolu serzenişler Durmaz akar kanlı yaşlar,Aksa gerek şimden gerü. Buhar oldu şüphe kuluçkaları Kanım ki sürekli deli çağında. Bütün akımların ovası kalbim Yerle gök arası gelgitler bende. Ben de bu denize girdim gireli Her mahlûkun sesi arkadaşımdır. Güneştir gölgemin kefili artık Yelkenim mehtabın dizginindedir. Başı sensin sonu sen yollarımın Ruhumun adresi kalbinde saklı. Beni ele veren hicabımdır hep Seni dillendiren güzelliğindir. Sahip olmadığın neyim kalmıştır O inceliğin işgâlindeyim. Ardından bu yolun can görünür Sevdan kan gibidir damarımızda Yiğidi gül ağlatır gam öldürür Nice namert ava çıksa, tuzak kursa, kurşun atsa; Yiğidi çökertmezse kahır. Bir dem yar hüzünle baksa Bir gönül gözüyle baksa Yiğidi gül ağlatır, gam öldürür. Düşman yılan olup soksa, Dokuz kavim taşa tutsa; Yiğidi çökertmez kahır. Bir dem yar hüzünle baksa, Bir gönül gözüyle baksa Yiğidi gül ağlatır, gam öldürür Gene al yeşile boyandı zemin Nakışlandı bin elvana çiçekler Kalbim irşad oldu gönlüm sevindi Bir can bağışladı cana çiçekler. Yeşillenir budaklanır allanır Yüzbin renkte noktalanır hallanır Kimi yeşillenir kimi allanır Kimi batmış kızıl kane çiçekler. Seher ağladı rahmet elendi Güzel gözlerinde yaş danelendi Öğle güneşinde fervahelelendi Az kaldı eşkimden yane çiçekler. Bağrımdaki hançer midir ok mudur? Benim derdim çiçeklerden çok mudur? İlahi bunların derdi yok mudur? Bilmem neden güler bu divane çiçekler? . Saf tutmuş namaza kıyam ediyor Yel estikçe secdesine gidiyor Susandıkça ab-ı rahmet yuduyor Gözün dikmiş ol asmane çiçekler. Ruhum kızıl günden kokusun alsa Gam değil tikeni sinemi delse Ne zaman sevdiğim seyrana gelse Selam söylem o canane çiçekler. Misafirem gölgenizde kalayım Bir tek yaprağına kurban olayım Kızmasan koparıp satın alayım Ne veriyim bu gülşene çiçekler. Şeyda bülbül gül yolunda terliyor Naşı nadan goncasını harlıyor Karşımızda yıldız gibi parlıyor Beni kırdı bir pervane çiçerkler. Kibreden kafirin imanı iter Bu alçak toprakta gör neler biter Bulur kerameti irşade yeter Agah olsa bir lisane çiçekler. Akan derelerin duru suları O da deli olmuş çeker huları Yel ile geliyor hoş kokuları Cennetten bir nişane çiçekler. Seherde açmağa evdi tezlendi Gezindi güller otlar izlendi Hava bulutlandı güneş gizlendi Yakışır mı bu dumane çiçekler . Kimi açmış kimi tomurcuk olmuş Kiminin derdi var sararmış solmuş Kimi sergerdan boynu burulmuş Kimi dönmüş yay kemane çiçekler . Kimiler sıcaktan bezmiş soyunmuş Kimiler gölgede saralmış sinmiş Kimiler eynine elvan giyinmiş Hoş geldiniz bu seyrane çiçekler . Hayretten sarhoş olmuş bayılmış Yanağına çise düşmüş ayılmış Gökteki yıldızlar yere yayılmış Ziynet vermiş bu cihane çiçekler . Kimiler piyale billoru fül fül Ne güzel yakışır susane sümbül Kimisi ağarmış kimi kızıl gül Kimi benzer mor reyhane çiçekler . Aşık maşuk misli dolaşır Kimler pehlivan olmuş güleşir Akar sudan her birisi paylaşır Minnet eyler bağbane çiçekler . Bu da yaza çıkmış nasıl kıyayım Ruhum koymaz döşüreyim dereyim Götürüp desteden yare vereyim Hangisi ki nazikane çiçekler. Aşk nedir bilmeyen çiçeye ne der Çiçeyin kokusu canane gider Durmaz gece gündüz ağlar zikreder İnanmıştır ol Rahmane çiçekler . Çiçek ağlar naşilerin destinde Ölüm haktır civan canın kasdinde Dostum gelsin mezarımın üstünde Yaran yoldaş beni sana çiçekler . Ben HIFZI'yım sular gibi çağlarım Aşk oduna yüreğimi dağlarım Dahi bundan böyle durmaz ağlarım Taki göz yaşımdan kane çiçekler Yazdan kalma günler getirirsin kara kış içinde Bir serçe dala konar gibi güzel her söylediğin Don vurur kırağı çalar evrenimi Yüz güvercin pırr demiş uçmuş gibi ürkerim her gidişinde. Kulağımı çınlatan, aşımı kotaran, söküğümü diken Od düşer su serpersin içime Şaşırsam seni duyarım Deniz kıyılarısın ağustos güneşinde Aldanma cahilin kuru lafına Kültürsüz insanın külü yalandır.. Hükmetse dunyanın her tarafına Arzusu hedefi yolu yalandır... Kar suyundan süzen çeşme göl olmaz Gül dikende biter diken gül olmaz Vız vız eden her sineğin bal'olmaz Peteksiz arının balı yalandır... İnsan bir deryadır ilimle mahir İlimsiz insanın şöhreti zahir Cahilden iyilik beklenmez ahir İşlediği amel hali yalandır.. . Cahil okur amma alim olamaz Kamillik ilmini herkes bilemez Veysel bu sözlerin halka yaramaz Sonra sana derler deli yalandır. Aşık Veysel Şatıroğlu Engereğin dişlerine işledim, Ağu dişlerine Oluklu, çentik... Ve vurgun, Gözleri bir çift cehennem Burnuna kan tütmüş Pars bıyığına... Dağın pulat yüreğine işledim, Şimşeğin masmavi usturasına Sevdanı usul-usul Sevdanı mısra-mısra Lo ben seni hapislerde sevmişim, Ben seni sürgünlerde. Yurdum benim şahdamarım.... Yücende buzul Ve kar, Maviş dağ tavşanları Gün vuranda alaran Zemheri yılanları Ve yakut bir hışımla Öyle çakılan Sonsuzluğun yakışığı kartallar.. .................... .................... Başım gözüm üstünesin Suskum, avazım üstüne... Adından başka silah Yazgından başka günah Daha yazmamış Hiçbir gizli dosyada Hiçbir açık kitapta.. Peşinde azgınları Kanlı paranın Yani Doların itleri, Altın, Sterlin kurtları Ve petrol Nemrutları Ve kurşun Yezitleri.... .................... .................... Kaçgunda, kaçakta Can havlindesin... Ve çocuk ölüleri Parçalanmışlar Daha süt kokuyorlar Ve anne ölüleri İncecikten, gencecikten Açık hepsinin gözleri. Halkım benim Askıda çığ... Afsunlu şey: nasıl seçilen iki sözcük hiç senin bedenin kıpırdanırken içinde titreşen katıksız uyağın armonisine erişebilir? Alınından dal ve lîr tırmanır, . ve yüzünün her tarafı benzetmelerle geçer aşk şarkıları arasından, sözleri bir gülün taç yaprakları kadar hafif, kitabını bir yana atmış birisinin yüzünde dinlenen ve gözlerini kapatmış: . seni görmek için: sanki her bir ayak tüfek gibi sıçramalarla yüklenmiş, fakat ateş etmeden, senin boynun başını tutarken kıpırtısız, dinleyerek: sanki, . ayırılmış bir yerde yüzerken, bir kız, yaprakların hışırtısını duyar, ve dönüp bakar: orman gölcüğü yüzüne yansımış. . Rainer Maria Rilke Türkçeye Çeviren: Vehbi Taşar İlk bu sabah İlk bu sabah göğü görmedim İlk bu sabah kayısı çiçeklerini Hüzün ilk kez konuk gibi gelmedi Efendim, ev sahabım Karacamı suya indiremedim Şahanım uçurdum döndüremedim Dağlar Enikli kapılar kitlendi Taş avlular sustu İlk kez bekledim ölümü Dostu bekler gibi bekledim Dağlar. Benim acım acıların beyidir Canıma bir doru kısrakla gelir Öfkeyi sabırda eritir Umut yer Suyunu gözümden içer bir zaman Dağlar of dağlar rüzgârın şarkısı dindi silindi ışıltısı akağaçların bir karanfil daha düştü intihar akşamına sen gittin. artık sonsuzca gittin hangi hatmi açar artık bu kentin parklarında örselenmiş yüreğinde gecenin alıp gittin beklemeleri de. gittin hangi dingin uykuda seninle giden hangi düş avutacak yastığımda unuttuğun geceyi bir bıçak kırıldı içimde ey aşk koru beni. yeniden başlamalar kapatsın kapıları çeksin perdeleri alışkanlıklar ödenecek ne kaldı aşka. ah, yürüsem bütün sokaklarını yürüsem ay ışığının bütün kederleri denize giden Ekmeğimi kazandım ve tükettim sizler gibi. Bir doktorum ben, doğrusu: bir doktordum. Saçlarımın renginden mi şeklinden mi burnumun Bir gün evsiz barksız ve aşsız kodular beni.. Bir yastıkta yedi yıl kocadığım kadın Yanağımı yanağına elimi kucağına vererek Kurtuldu benden gerekçe göstererek Siyah saçlarımı önünde yargıcın.. Ben ama geçtim geceleyin bir ormandan (Yanlış bir anne tarafından doğurulmuşum) Bir ülke arayarak dışlamayan bizleri.. Fakat hangi kapıyı çalsam Utanmaz diyerek çevirdiler geri Ben utanmaz değil: mahvolmuşum. Sevilmek mi? -öyleyse bırakma yüreğini Şimdiki yolundan ayrılmaya. Olduğun herşeyken şimdi, Olmadığın şey olma. Böylece kibarlığın, lütfun, Aşkın güzelliğin, sonsuz bir Övgü konusu olacak yeryüzünde, ve aşk-basit bir görev. (ziya Gökalp Malta'da sürgünde iken, Ali Kemal'in yazdığı düşmanca yazılara bu şiirle cevap vermiştir.) . Ben Türküm! diyorsun, sen Türk değilsin! Ve İslamım! diyorsun, değilsin İslam! Ben, ne ırkım için senden vesika, Ne de dinim için istedim ilam! . Türklüğe çalıştım sırf zevkim için, Ummadım bu işten asla mükafat! Bu yüzden bin türlü felaket çektim, Hiç bir an esefle demedim: Heyhat! . Hatta ben olsaydım: Kürd, Arap, Çerkes; İlk gayem olurdu Türk milliyeti Çünkü Türk kuvvetli olursa, mutlak, Kurtarır her İslam olan milleti! . Türk olsam olmasam ben Türk dostuyum, Türk olsan olmasan sen Türk düşmanı! Çünkü benim gayem Türkü yaşatmak, Seninki öldürmek her yaşatanı! . Türklük, hem mefkurem, hem de kanımdır: Sırtımdan alınmaz, çünkü kürk değil! Türklük hadimine 'Türk değil! ' diyen Soyca Türk olsa da 'piçtir', Türk değil! tiklerim tutmuş çarşafın altında güneş ışığıyla tekrar yüzleşmek harbiden berbat bir şey neon ışıkları yanıp da çıplak kızlar barın üstünde hırpalayan müzikle dansettiğinde şehri daha çok seviyorum çarşafın altında düşünüyorum tarih sinirlerimi yıpratıyor insanlığın en hatırlanası derdi güneş ışığıyla tekrar yüzleşme cesaretidir aşk iki yabancının tanışmasıyla başlar. dünyayı sevmek imkansız. yatakta kalıp uyumayı yeğlerim serseme dönmüşüm günlerle sokaklar ve yıllarla çarşafı boynuma çekiyorum kıçımı duvara veriyorum sabahlardan kimsenin etmediği kadar nefret ediyorum Gerçeğin hayâlden en bariz farkı Uzağa atarsın, yakına düşer... Öyle günler, öyle simalar var ki Unutmak istersin, aklına düşer.. 19.4.1985 (Beşinci Mevsim) aşksız geçen günleri düşmeli ömürlerden akşamın buğulu yorğunluğunda gözlerinin ormanındayım yine bir suzinak şarkıya kurulmuş bütün saatler günlerdir peşim sıra susmak bilmiyor ertelenmiş hüzünler dolaşıyor ayaklarıma kantlanıp uçuyor bütün sevinçler. bu şehrin en tenha yeri kalbimdir şimdi en güzel yeri çiçekçileri bir demet nergiz aldım sana getiremedim bugün newroz'du, oturdum hevalno'yu dinledim tenimde bir ateş yandı günboyu. biliyorum seni sevmek yeni yalnızlıklardır uzayıp giden bir çığlık, ince bir sızıdır yoksa ömrünce borçlu kalırım aşka seviyorum, seviyorum başka seçeneğim yok yedeğimde yeni acılarım var, öderim diyetini yeni yazgılar bulurum belki, şiirlere vururum kendimi başımı kitaplara yaslarım toplarım şarkılardan yasadışı aşkları sürerim alanlara. seviyorum başka seçeneğim yok yeter sınama beni. Hicrân rüzgârıyım, işkence seli Kuşandım sevginin intizârını Mecnun, yüreğine saldığım deli Bitmeyen bir aşkın ihtirâsını. Hicrân rüzgârıyım; alevden tahtım Benliğim hasretle büyüyen bebek Kerem'i Aslı'nın 'âh'ına yaktım Kanatlarım ateş saçan kelebek. Hicrân rüzgârıyım; ellerim kanlı Yağmur oldum, şimşek gibi parladım Ferhat, dağı yaran bir delikanlı Emrah'ı Selvi'ye müptelâ kıldım Bu şehirden gidiyorum Gözleri kör olmuş kırlangıçlar gibi Gururu yıkılmış soyatlar gibi Bu şehirden gidiyorum. . İnsanlar taş gibi bana yabancı Ağaçlar bensiz hüküm giyecek bulvarda Bir tanbur bir yalnızlığı anlatıyorsa O ışıksız pencereden Ben onu duymuyor gibiyim Bir ağaç ölüyorsa kapınızın önünde Ben onu bile duymuyor gibiyim. . Bu şehirden gidiyorum Gömerek geceyi içime Sabahın hüznünü beklemeden Gidiyorum bu şehirden. Artık kısa pantolonlu çocukları Gençlik parkına götürmüyorlar Ve anneler trafik lambalarında köylü değiller o kadar Locadaki farelerden bile kemirgen Gişeci kadın nur sinemasında En sevdiğim karate filmi Tek kollu kahramanımızdı vang yu Ve ondan çok kollu doğmuştu bruce lee Ki genç yaşta kaybettik kendisini. Ulan falkonetti seni bir elime geçireceğim var ya Elektrikler kesilir zengin ve yoksul’un tam ortasında Ve’nin tam üstünde yani Hassiktir dense de derinden yurttaşın Elektrik idaresindeki yurttaşa ne o yurttaş Zırpa pırta elektrik kesiliyor Diyebilesi yoktur ki. BİRTEK KOKUDUR GEÇMEYEN ZAMANLA HER DUYULDUĞUNDA BİRAZ DAHA KESKİNLEŞEN. O zaman amerikan arabaları bizim evin önünde Dolmuş eylerken caddeyi Ümit besen de film yapar niye yapmasın ki furyadır bu Ama seyretmek suça giriyor canım annem Zaten bu yumurtalı sandöviçlerle Kesin kovarlar bizi ki Korkarım her şiire konuk olacak Mahur bir otlupeynir kokusu süreyya sinemasında Mübarekler pikniğe gelmişler Hayır benim kokoş teyzem Mübarekler hakkari’ den gelmişler. Okul bitimlerinde çamsakızı ağlamalar yok artık Filiz beni unutma ki hakkari Unutulmaya müsait bir yerdir Mektup yaz yoksa çok kurak geçecek bu yaz Hep saklayacağım hatıra defterime yazdığın Yazının yanındaki kan damlayan kalbi Seni seviyorum filiz Yemin et! bak vallahi! . Yok artık bu kendini şaşırmış Kendi edasını kendisi bozan cümleler. Niyazi’nin kısalığı uzunların problemi Aynı zekanın sırasında oturuyoruz Bozkırımın çilli çocuğuyla avukat oldu sonra Kimin neresine değer bu nostaljik kırıntılar Herkesin sandık odası kendine gizemli Ama kolejli çocuklar nasıl sevişiyor Ve kızlar yine kolejli onlarda ve taş gibi Bu kız varya insanın sevgilisi olsa Uyku tutmaz adamı Ama rüyasında başka bir lavuğa vermesin hesabı Yükseliş’in tuvaletinde kız resmen düşük yapmış Tabii fevzi de yok Hepimizin bayıla bayıla yuttuğu Kolejli çocuk yalanlarını söylesin Ona kalsa artık sevişmese de olur Bütün okulu getirip götürmüşlüğü var Düzliseliliğimize cintonik içiyoruz Paralı palavralarıyla fevzi’nin Kolejliden darbe yeme işi ilerideymiş O zaman bilmiyoruz tabii. Haluk o zaman araba sahibi Ki biz bisiklet kavgası yapmaktayız daha Ağbim mustafa’yla E tabi mobilya dükkanı beş katlı olunca Olsu yakışır kardeşime ki bazı tandır ısmarlıyor Siteler dükkana gidince Nerden baksan kolası ayranı filan Epey para tutuyor konyalı’dan et yiyorsun kolay değil. Ah pınar! diye girmeli o sokağa Ey kalçası kendinden güzel kendinden bağımsız insan O kotu giyiyorsun ya senin değil Bizim üstümüze Yapışıyor Ki levis o zamanherkeste yok Biz yerli malı dandik kotu Çamaşır suyuyla amerikanlaştırıyoruz o devir ve Bir konvers almışım elden düşme ağlaya sızlaya Babaannem hiçbir marka bilmiyor Bu pırtıkları mı aldın diyebiliyor konversim hakkında Ve bir de filiz vermiş pınar’ın annesi bak sen Ve kader ve songül ve nazire Ve şu anda adını sayamadığımız Diyarbakır mantalitesinin kız çocukları Yakantop en erotik eğlencedir bize. Ah be melike geçme burdan çekirdek çitleye çitleye Biliyorsun fena oluyor yakan topun Ateşli kısmı sen gelince Annesi kuaför ya deli ediyor melike mahalleninistediği zaman fön çekemeyen kızlarını. SENİN GİBİ GÜZELİNİ BİR DAHA GÖREMEYECEĞİMİ BİLSEM NE ARTİSTİ BE KAPINA MENTEŞE OLURUM. Biliyorum aradan yirmi yıl geçti Bilmiyorum hangi manasız adamlarla seviştin Biliyorum çok geç oldu kalkacağız bu dünyadan Ama seni seviyorum melike Bu şiire biryerde rastlarsan mutlaka beni ara. Başak dediğin dünyanın en genç orospusu Sokaktan geçen saçının arkası uzun çocuğu kesiyor Benim elimi tutarken ki orta ikide henüz Ben lise birdeyim ki saçlarımı ortadan ayırmaya Cesaretim yok daha Seni seviyorum diyor yalandan Vallahi bak diye and veriyor sahtekar Ve sahtekarlık benim küçük aşüfteme o kadar yakışıyor Ve ben kadınların sahtekarlıklarına inanmaya Öyle erken bir yaşta başlıyorum ki Biliyorum gülücüğünde tüm erkeklere yer var Başak’ın. Ama gel gör ki ben o zaman Böyle entelektüel bakmıyorum hadiseye Tabii diyorum oğlu sende Bu burun olduğu müddetçe Ve skoda bacak durumun düzelmedikçe ki Herşeyin ameliyatı var bunun yok Hiçbir kızı tümüyle çıplak göremeyeceksin Peki saçlarımı ortadan ayırsam? Gitmez olum manyaklaşma senin kafan üçgen O vakit doğumgünü partisi yapmaktır tek çare ki Bu sene benim üçüncü doğuşum olacak bu Ota boka parti veriyoruz dans ederken ilhan Bir bacağını sabit tutacaksın akabinde tak Bacağın kızın iki bacağı arasına sızıyor iyi mi Önce müzük eye of the tiger yeni çıkmış Ve bittabii sade kola içiliyor o zaman kızlarla Ortamda içki varsa zaten büyük hadise Daha kabız zamanlarımız o zaman, o da şundan Hani pederden gizli tuvalette sigara içmeler sırasında E malum tuvaleti frost oluyor Sigara zayi olmasın sebebi o soğukta Uzayan tuvalet seansları kabız etti netice Peki hep mi tuvalet ihtiyacı İclal yengenin yemekli gecelerinde Az ye hayvan gören de Seni evde aç bırakıyoruz zanneder Ama bu börek değil be kardeşim başka bir şey Ecevit diyor naif amcam bu işi götürür kadrosu var Demirel’in yok mu Koskoca demokrat parti tecrübesi var Ecevit erbakan’la işe girerse sonu olur bence Ben onu demiyorum kardeşim diyor necdet amcam ki O ağbeysine kardeşim dediğine göre kesin hır çıkacak. Allahım ne çok aktif siyaset bu Pasif insanların hayatında Kaç hükümet düşürdü kaç devrim yaptılar Tavuk etli rakı sofralarında küçüklüğümün Bu kadar sever misin memleketi? Al! Şımardı işte! Hadi gel dee hala mı demirel geyiğine girme O zaman demirel başbakan olarak var ve Spor yaptığına dair hiçbir emare yok. Yok artık o rakı sofralarındaki Umutlu umutsuzluk Hep parayı buldun bulamadın muhabbeti şimdiki. Sülün abla senin kıymetini o astsubay bimez Perdenin aralığında görmedi ki seni Evlendiniz sen de lök diye soyundun Kostüm zorlama ışık berbat Hiçbirşey sahiden olmuyor Ama bizim filmimiz öylemiydi seninle Yatardık sotaya pencerenin önüne Ürpertir soğuk gece şehvet neyse işte Senin odanın ışığı yanar Nasıl çapkın yüzlük bir ampul İlk gülme efekti belirir gecede Hemen susturulur kıkırdayan bizzat gece tarafından Bir an kaybolur odanın kırsalında Oyalanırsın on saniye kadar Derken bir dönersin ki bizim perde aralığına Allahım sutyen katına! Ve sülün bir beyaz sutyendirergenlik çağımın adı Hani senin assubayın görmediği bile Hani o gerdek karanlığında alelacele çıkarıp Yastığın altına tıkıştırdığın Ben sende kadın meselesini sevdim biliyor musun Şimdi bırak bu ayakları diyeceksin Ama samimi söylüyorum Senden öğrendim tenimde kadın ne iş yaparmış Eyvah dedim ben şimdi hep bundan isterim Eteği de mi çıkardın Yokcanım bu kadarına dayanmaz Uzayan sokağın abazanları İşte düşleri de gerçeği de öldürecek kadar soluk Ve bir son yazısı kadar sevimsiz gecelik Örttü meselenin üstünü. Yani demem o ki sülün ablam Biz bilirdik kıymetini Assubaya verdiler o başka. Bir fiyakayla geldiler seni istemeye O zaman sıteyşın reno yeni çıkmış Bagaj kısmında çocuk taşımak marifet o zaman İşte besili papyonlu bir yeğeni oraya çıkarmışlar Sen de bizim arabanın kafa sallayan köpeği ol misali. Gittin netice Sıteyşın bir kederle Bir daha ne senin kıymetin bilinir Ne de biz yatabiliriz herhangibir kimseyle Senin beyaz sutyenin olmadan.... Yok artık kaldırımlarda çekirdek çitleyip Ayıp şeyler konuşan mahalle çocukları Teknoloji diyorlar bilgisayar internet şu bu Eğer geçmemişsen İnteraktif bir kahve muhabbetinin eleğinden Senden bibok olmaz açık söyleyeyim Yalanı yüzde görmek gözde tanımak dolanı Diye bir şey vardı ki çetleşmelerde bulunmaz Yok artı subayevlerinin Salkım tadında dizilmiş bahçelerinden Gül çalan varoş romantikleri Kurutup karşılıksız aşklarına vandallayan Çağla çalmaya gider mi insan babasıyla Tam dallas’ın oynadığı saatte ki o saatte Apartmanı götürsen kimsenin ruhu duymuyor Eee kolay mı olum lusi’ye rey amcası kaymış Gerçi o sıra amcası olduğunu bilmiyor muş Ama olsun netice değişmez Islak çağlalar cepleri nemlendiriyor ya Nasıl bahar oluyor anlatamam Veya kırmızıyla daha dün tanışmış bir kiraz tanesinin Ki cennetin afişi bir gün yapılacaksa Mutlaka bu kiraz tanesi de bulunmalıdır Ağza getirdiği bayram sabahı ekşiliği Ben seni denedim demiştin ya yeter mi sana Hala utanırım hatırladıkça Hani kendi kirazlarım dururken Senden istemiştim de hani....neyse utandım yine.. Yok artık golf sahası ki Kalın duvar dikenli tel ardından izliyoruz Elin amerikalısının bizim mahalledeki golf maçını Tam yirmi yıl golf sahasının kıyısında oturdu ama Golfün nasıl oynandığını hala bilmez mahalleli Bazan aralardan kaçak sızmalar yapardık Hani gelincik toplama hesabına. VE ANCAK BENİM ÜLKEMDE KOVALAR ÇOCUKLARI BEKÇİLER ÇİÇEK TOPLUYORLAR DİYE.... hele bir de golf topu bulduk mu tamamdır lan oğlum bu topla ne oynuyor bu kerizler. sonra kaldırdılar dikenli telleri açıldı halkımın parkı halkıma ama bir daha asla gelincik bitmedi orada bu da kıssamızın acıklı hissesi bizde faiz yok hata payı veriyoruz.... ve sevmeyi ne çok severdik kızları, memleketi ve faşistlerden ne çok nefret ederdik faşist dediğin de kurtlu murtlu elmanın öbür yarısı işte daha sümüğümüz pantolonumuzda kurumamış elimizde leo huberman sosyalizmin alfabesi çeviriyoruz geleni geçeni hoop nereden geliyorsun bilader sağcı mısın solcu mu ben hiçbirşeye karışmıyorum ağbi yıkın bu ipneyi ot bu! . romantik şiddet diye bir şey verdı yok artık şiddet öküzleme bir şiddet işte. HERKES KATİL OLDU SONUNDA OYSA BİR ARA BAZILARI KAHRAMANDI.. Kim sallar bu kağıt yokluğunda Çok bölümü tuvalet kağıdına yazılmış şeyleri Çünkü akasyalar da yok artık Nasıl açardı bir orospunun Orasını burasını açması gibi Bahardan önce gelip baharı çekiştirir gibi. Akasyalar Yazlık sinemasında ömrümün Afişi olmalıdır çocukluk bölümünün Zaten iyi insan bir sevdiği artisti unutmaz Bir de akasyaları Eğer ki çocukluğuna açmışsa Yenir de o biliyorsun Ondan sonra ne zaman bir kız elini tutsa Hatırlarsın tadını. Neyse geç oldu ağbiyciğim Şimdilik bırakalım İstersen bırakma kağıt bitti zaten Ama ömür bu hep yazmaya sebep Nasılsa devam edeceğiz Yazmaya. Yaşamaya.. 3-4aralık'99, nürnberg-berlin Çevir gözlerini içimden yana Sırrını saklayan mahzeninim ben. Uzat umutlarını düşlerime dek Hiç birşey değil hep seninim ben. Bu yazgı bizlerin ortak ülkesi Hüznün sevincin ve güveninim ben. Toprağım güneşim mevsimim sensin Suyunum havanım ekmeğinim ben. Birlikte uyandık aynı uykudan Öncen, sonran, eskin ve yeninim ben. Seninle ilgimiz bir heves değil İyi bil neyimsin benim, nenim ben I. Sürüden koyunlar hep takım takım Ayrılmış, sürüde kalmamış bakım; Asmanın üzümü dağılmış; salkım Olmak ister, fakat bağban nerede? Gideyim, arayım: çoban nerede? . II. Yüce dağlar çökmüş, belleri kalmış, Coşkun ırmakların selleri kalmış, Hanlar yok meydanda, illeri kalmış, Düşenler çok ama, kalkan nerede? Gideyim arayım: Hakan nerede? . III. Türk yurdu uykuda ey düşman sakın! Uyuyan ülkeye yapılmaz akın. Tan yeri ağardı, yiğitler kalkın. Bakın yurd ne halde, vatan nerede? Gideyim arayım: yatan nerede? . IV. Herkesin gözünde vatan öz yurdu, Çitlerin yağısı, derenin kurdu, Yad iller, Turan'da hanlıklar kurdu, Turan'dan yadları koğan nerede? Gideyim arayım: ogan nerede? Neden halâ gelmedi, yoksa Saati mi şaşırdı bu hıyar? Gerçi hiç saati olmadı ama En azından birine sorar.. Cebimde bir lira desen yok, Madara olduk meyhaneye! Ah eşşek kafam benim, Nasıl da güvendim bu hergeleye! . Gelse, balığa çıkacaktık, Ne çekersek kızartıp birayla yutacaktık. Kafamız tam olunca, şarkılar döktürüp Enteresan hayâllere dalacaktık. . Bu sandalı geçen hafta denk getirip Çalıntıdan düşürdük. Arkadaşlar ısrar etti, Biz de, iyi olur, bize uyar diye düşündük. . Saat sekizde gelecekti, Bana birkaç milyon borç verecekti. Yoksa o nemrut karısı kaçtı da Onun peşinden mi gitti? . Eğer öyleyse yandık, Gudubet gene yaptı yapacağını! Geçen sene de merdivenden itip Kırmıştı Rıza'nın bacağını. . Abi, kadında boy şu kadar; Kalça fırıldak, göz patlak, kafa çatlak! Korkuyorum, bir gün ya kendini asacak, Ya horlarken Rıza'yı boğacak! . Bak, şimdi acıdım, aşkolsun adama, Ben olsam, vallahi baş edemem! .. Hele beş tane velet var ki boy-boy, Allah'tan düşmanıma dilemem! . Aslında iyi çocuktur Rıza, efendi huyludur, Herkesin suyuna gider. Yoksa, kalıba vursan hani, Tek başına on tane adam eder! . Bir keresinde, hiç unutmam Üç-beş zibidi haraca dadandı; Rıza, sandalyeyi kaptığı gibi Herifleri hastaneye kadar kovaladı! . Aynı mahallede büyüdük, aynı kızları sevdik, Aynı kafadaydık. Orta ikiden bıraktık, matematik ağır geliyordu, Biz, başka havadaydık. . Aynı gömleği giyer, aynı sigaraya takılır, Aynı takımı tutardık. Fener'in her maçına iddialaşıp Millete az mı yemek ısmarladık! .. . Bir tek askerde ayrıldık, Bana Bornova düştü, ona Gelibolu. Döner dönmez evlendirdiler, En büyük salaklığı da bu oldu! .. . Bense hiç düşünmedim, zaten param yoktu. Hep tek tabanca gezdim. Benim beğendiğimi anam istemedi, Onun gösterdiğini ben sevmedim. . Neyse, bunlar derin mevzu... Anlaşıldı, bu herif artık gelmeyecek. Ufaktan yol alayım Anam evde yalnız, şimdi merağından ölecek! .. . Gittim, vurup kafayı yattım; Rüyamda gördüm, gülümseyerek geldiğini. Ne bilirdim, yolda kamyon çarpıp Hastaneye kavuşmadan can verdiğini! .. . Vay be Rıza! .. Sonunda sen de düşüp gittin Azrail'in peşine! Dün, boşuna günahını almışım, Ne olur, kızma bu kardeşine! . Öğlen kahvede söylediler, Rıza öldü, dediler Ne kolay söylediler! Sanki dev bir taş ocağını Kökünden dinamitleyip üstüme devirdiler! . Ah dostum... o kocaman gövdene O beyaz kefeni nasıl kıyıp giydirdiler? O zalim tabutun tahtalarını Senin üstüne nasıl böyle çivilediler? . Yani sen şimdi gittin, yani yoksun, Yani bir daha olmayacak mısın? Yani bir daha borç vermeyecek, Bir daha bira ısmarlamayacak mısın? . Peki, beni kim kızdıracak, Kim zar tutacak, kim ağzını şapırdatacak? Peki, beni bu köhne dünyada Senin anladığın kadar kim anlayacak? . Ulan Rıza... ne hayâllerimiz vardı oysa, Ne acayip şeyler yapacaktık... Totoyu bulunca dükkân açacak, Adını Dostlar Meyhanesi koyacaktık. . Talih yüzümüze gülecekti be! .. Karıyı boşayıp sıfır mersedes alacaktık. Hafta sonu iki yavru kapıp Boğaz yolunda o biçim fiyaka atacaktık! . Ah ulan Rıza... bu mahallenin, Nesini beğenmedin de öte yere taşındın? Ara sıra gıcıklaşırdın ama inan ki, Benim en kıral arkadaşımdın! .. . Ah ulan Rıza... ben şimdi, Bu koca deryada tek başıma ne halt ederim? Senden ayrılacağımı sanma, Bir kaç güne kalmaz, ben de gelirim! .. Bir yarki bir yarı sevse Varıp ağyara düşer mi Cefakeş bülbül-i şeyda Gonca gül hara düşer mi? . Bulunca gamı kayguyu Yitirdim şirin uykuyu Kestik can bağından suyu Bahçemiz bara düşer mi? . Mecnun misli hasret kalan Kerem gibi olur talan Garip teki murad alan Ah edip zara düşer mi? . Aşkın badesi dolmasa İçen sararıp solmasa Yar candan serin almasa Pervane nara düşer mi? . Her sevda serime konmaz Aşkım cehennemdir sönmez Ben dönsemde gönül dönmez Dönmek dindara düşer mi? . Ben çekeyim cevr ü cefa Senin olsun zevk ü sefa Hani ahdin ey bivefa Bu kar dildara düşer mi? . Gel zulmünden eyle hazer Hey muhanned kıl bir nazar Her kes al giyinmiş gezer HIFZI'ya kara düşer mi? Duru bir yeşildi ortalık Akşam güneşi kırılmış bir mızrak boyu Ve çocuk sesleriyle iniyordu ışık, Ağlarda sanki dargın bir kılınç balığı Pullarını döküyor üstüme Bir sessizliği anlatmak için yazıldı bu şiir Belki de anmak için bi damlacık bir sessizliği Ben kibriti çaktığım zaman Hersey kırmızıydı yüzün olarak Ben kibriti çaktığım zaman Çünkü her yüz bir memlekettir. Ben sigaramı yaktığım zaman Çünkü her sigara bir kelimedir Ben sigaramı yaktığım zaman Güz günleriydi bir şarkı olarak. Bir güvercin ben öldüğüm zaman Nice hüzünlerden yaprak yaprak Bir güvercin ben öldüğüm zaman Bu Demir Divriği Dağlarından Ben Söktüm Ulan Ben Söktüm Bu Namlu Divriği Demirinden Ben Döktüm Ulan Ben Döktüm. Bu Ak Bileklerde Bu Kapkara Kelepçe Ben Dövdüm Ulan Ben Dövdüm Ben Dövdüm Ateşlerde Bu Kelepçeyi Bu Biçimi Bu Demire Ben Verdim. Yıkılır Bu Düzmeceler Yıkılır Köprüler Kurulur Aydınlıklara Gelir Bir Gün Kaşla Göz Arasında En Gizli Tomurcukların Ucundan Gelir İkbâl için ahbâbı siâyet yeni çıktı Bilmez idik evvel bu dirâyet yeni çıktı. (Yükselmek, iyi bir mevkiye gelmek için dostlarını çekiştirmek yeni çıktı, önceleri bu beceriksizliği bilmezdik, bu da yeni çıktı) . Sirkat çoğalıp lâfz-ı sadâkat modalandı Nâmus tamam oldu hamiyyet yeni çıktı. (Hırsızlık çoğalıp sadakat sözü moda haline geldi, namusu bitirdik, hamiyet yeni çıktı) . Düşmanlara ahbâbını zemm oldu zerafet Dildardan ağyâra şikâyet yeni çıktı. (Düşmanlara dostları yermek bir incelik oldu; başkalarına gönül dostlarından şikayet yeni çıktı) . Sâdıkları tahkîr ile red kaide oldu Hırsızlara ikram ü inayet yeni çıktı. (Sâdık kişileri aşağılama, reddetme benimsenir oldu; hırsızlara ikram ve yardım yeni çıktı) . Hak söyleyen evvel dahi menfûr idi gerçi Hainlere amma ki riayet yeni çıktı. (Her ne kadar doğruyu söyleyenler de önceleri nefretle karşılanmışsa da ancak hainlere uyma yeni çıktı) . Evrak ile ilân olunur cümle nizâmât Elfâz ile terfîh-i ra'iyyet yeni çıktı. (Bütün düzenlemeler bazı kâğıtlar ile ilan olunur, söz ile halkın refaha eriştirilmesi ise yeni çıktı) . Âciz olanın ketm olunur hakk-ı sarîhi Mahmîleri her yerde himâyet yeni çıktı. (Güçsüz olanın en belirgin hakkı saklı tutulur, himaye görenleri her yerde korumak yeni çıktı) . İsnâd-ı ta'assub olunur merd-i gayûra Dinsizlere tevcîh-i reviyyet yeni çıktı. (Gayretli kişiler taassubla suçlanırken dinsizlere özgü derin düşünce yeni çıktı) . İslam imiş devlete pâ-bend-i terakki Evvel yoğ idi işbu rivâyet yeni çıktı. (Devletin yükselmesine engel olan İslamiyet imiş, önceleri yoktu, bu rivayet yeni çıktı) . Milliyyeti nisyan ederek her işimizde Efkâr-ı Firenge tebaiyyet yeni çıktı. (Her işimizde millî benliğimizi unutarak Batı düşüncesine körü körüne bağlılık yeni çıktı) . Eyvah bu bâzîçede bizler yine yandık Zîra ki ziyan ortada bilmem ne kazandık. (Eyvah bu oyunda bizler yine yandık, çünkü zarar ortada bu konuda bilmem biz ne kazandık) Düşünmeden, acımadan, utanmadan kocaman yüksek duvarlar ördüler dört yanıma.. Ve şimdi oturuyorum böyle yoksun her umuttan. Beynimi kemiriyor bu yazgı, hep bu var aklımda; . oysa yapacak bunca şey vardı dışarıda. Ah, önceden farketmedim örülürken duvarlar.. Ama ne duvarcıların gürültüsü, ne başka ses. Sezdirmeden, beni dünyanın dışında bıraktılar.. (1896) Biz dağlarda keklik idik Şimdi bu çöplükte karga olduk Bizimde boyumuzu aştı bu şehir Yerlere serildik madara olduk. Demedim mi Haydar Demedim mi sana Bu İstanbul yutar adamı Demedim mi Haydar demedim mi söyle Bu şerefsiz geceler satar adamı. Biz umutlar yolcusuyduk Rakı sofrasında bir meze olduk Bizimde harcımız değildi sevmek Yosmalar içinde kepaze olduk Behey ala gözlü dilber Vaktin geçer demedim mi Gözlerin olmus harami Beller keser demedim mi. Bak su kaşa, bak şu göze Ciğer kebab oldu öze Yakasız gömlekler bize Felek biçer demedim mi. Yüzün bedir kaşın kalem Nasib olup bir dem görem Kime razılıktır bu alem Konan göçer demedim mi. Deryalarda gezer gemi Sukkedir tutinin yemi Sürelim devrani demi Devran geçer demedim mi. Karac'oglan, cömertle Benim işim yok na-mertle Kahbe felek bin fendile Gönlüm alır demedim mi Bana ne sendeki dirlik düzenlik? Hem güzel ol, hem de acı duy! Ekler Gözyaşı yüzüne başka güzellik, Yeşillikte bir su gibi üstelik; Borayla canlanır çünkü çiçekler. . Seni ben anlından sevinç büsbütün Dağılıp gidince daha severim; Yüreğin yılgıdan daraldığı gün; Korkunç bulutuyla baştan başa dün Toplanıp yığılsın üstüne derim. . İri gözlerinden kan gibi ılık, Bir su boşanırken severim seni; Okşayıp seven elime karşılık, Can çekişme gibi sararken sık sık Duyduğun iç sıkıntısı gövdeni. . Çekerim içime, ey tanrısal haz! Bütün hıçkırıklarını göğsünün, Ey derin ezgi, tadına doyulmaz! Sanırım ışıldar yüreğin, biraz Gözlerinden hele inciler düşsün! Örsün üstünde ses Ve kıvılcım Hep gençlik çığlıkları hatırlarım Ayakları çıplak, göğüsleri yırtık Yaralarıma umut basmışlar Bir gülümseme gibi taşıyorlar Kamçı izlerini ve kederi Hatırlarım Daha dün gibi Yüzyıllar boyunca Ezilenlerin serüvenini . Dallar suskun ve buruk Kar türküleri acılı Koğuşumdan ve tel örgülerden öte Diyarbakır şehri suskun Ova kıpırtısız, dağlar çok uzakta Ve ben akkor bir öfkedeyim . Böyle her bahar yeşeriyorsam Kederi ve zehri yeniyorsam Bir gülü büyütmek yok mu Ebedi Kavgada Sevdada varsam Bir gülü büyütmek yok mu . Geçti ezilenlerin resmi geçidi Yirminci yüzyılın kapısından Çığlıklarda, ağıtlarla, marşlarla Seslerinde kavga ve kin Özlem ve sevda Bir öfke gibi hatırlarım Keskin dişlerini efendilerin Gülüşleri, kamçıları, darağaçlarını Ben hıncımı bin yıllarca taşıdım Kavgamdan bir gül çıkar Bilirim Günler sensiz geçmiyor mu İşte beni çıldırtan bu Yüzün bensiz gülmüyor mu İşte beni ağlatan bu! . Dört bir yanım taş bir duvar Ne merhamet ne vefa var Üstelik de sen yoksun yar İşte beni delirten bu! . Vursalar da akmaz kanım Hasret dolu her bir yanım Bu sensizlik yok mu canım İşte beni öldüren bu! . Sensiz bomboş koca şehir Günüm zindan gecem zehir Kimi görsem akıl verir İşte beni delirten bu! . Nazarında yokum gibi Dağılmışım bir kum gibi Günden güne bir mum gibi İşte beni eriten bu! . Sen benimdin öyle sandım Nasıl sevdim nasıl yandım Sana hasret çölde kaldım İşte beni çürüten bu işte beni öldüren bu! ... Falan, dağın ardında; Seslen, seslen, işitmez Filan toprak altında; Göz yasları diriltmez. Neye vardın, vardın da? Ufuk varmakla bitmez. Bir şey göster kadında, Tılsımını eskitmez. Yar o ki, hep yadında; Eskimez ve eskitmez. Muradı muradında, Seni bırakıp gitmez Hiçbir sevgi yetmiyordu bize... Başkalarının kalplerinde yarattığımız, ateşlediğimiz sevgilerle yaşayabiliyorduk ancak... Çünkü birileri bizi ilk ve gerçek sevgiden yoksun bırakmıştı... Ve bu boşluk hiçbir aşkla, hiçbir sevgiyle dolacak gibi değildi... Birinden, öbürüne, sonra bir başkası daha... İşte tam bulduk, derken, elimizde soluk, hüzünlü cam kırıkları kalıyordu... Sevgi arsızıydık sanki... Doğumumuzla birlikte verilmemiş olan o ilk ve gerçek sevginin yeri hiçbir insanın sevgisiyle dolacak gibi değildi... Dünyanı zihnimizde taşıyorduk sanki... Karşılaştığımız, bizi sevsinler, bize bağlansınlar, diye uğraştığımız insanları ayrı birer varlık olarak tanımaya, anlamaya çalışmıyorduk... Onlardan isteğimiz sadece içimizdeki o büyük boşluğu doldurmalarıydı... Bu boşluğu doldurmaları için bize hayran, sonsuz sevgili dolu, ve itaatkar insanlar olmaları gerekiyordu... Bir uzantımız olmaları... Belki bu güne dek gerçek anlamda hiç varolmadığımız için, kendimizden kurtulup başkalarının hayatlarına, kalplerine girmediğimiz, yüreklerimiz hep bizde kaldığı için çekici, parıltılı insanlardık... O yaralı, o hasta varlığımız çekiyordu sanki insanları bize... Hiç gerçek anlamda yaşamamışlığımız... Gerçek anlamda yaşamadığımız için bize yaklaşan insanı önce hiç olmadığı kadar yüceleştiriyor, kafamızda yarattığımız o sahte idollerden birinin yerine koyuyorduk... Çünkü onu olduğu haliyle anlayıp sevmek çaba isterdi... Onu zayıflıklarıyla sevmek bizi kendimizden kuşkuya düşürürdü... Bir insanı zayıflıklarıyla sevmek bize o derin boşluğumuzu hatırlatırdı... Bu karşılaşmada içini açmayan, kendinden vazgeçmeyen, adını hiç unutmayan taraf biz olmalıydık... Çünkü içimizi açarsak, kendimizden vazgeçersek, adımızı unutursak içimizdeki o büyük boşluk görünebilirdi... Hiç varolmadığımız... Kendimizi bugüne dek bir başkası için hiç feda edemediğimiz o hiç yaşamamışlığımız ortaya çıkardı... İçimizdeki o katil ortaya çıkardı... Onla yaşamaya mecbur olduğumuz... Mahvolmamak için mahvetmek zorunda olduğumuz... Evet... İçimizdeki katil... Çünkü bizi sevenlerin sevgisini onları öldürmek için kullanıyorduk... Onların önce varlıklarını gizleyen perdelerini, kapaklarını, zırhlarını açmalarını sağlıyor, çırılçıplak bırakıyor, sonra en zayıf, en kırılgan yerlerinden zehirli dudaklarımızla öpüyor ve o halde bırakıyorduk... Sonra da bir daha hiç aramıyorduk... Onlardan avuçlarımıza dökülen cam kırıklarına bakıp: Hayır aradığım bu değildi, o da diğerleri gibiydi, beni istediğim gibi sevmedi, deyip bir başkasına gidiyorduk... Birkaç gün önce yüceleştirdiğimiz insanları bize koşulsuz bağlandıklarını hissettikleri anda istediğimize kavuşuyor ve onu beklemediği bir anda küçümseyip aşağılıyor, sonra yolumuza devam ediyorduk... Aradığımız o değildi, diyorduk, o uymuyor yarattığımız idolümüze, o içimizdeki boşluğu dolduramazdı diyorduk... Öyleyse bir başkasını, bir başkası daha denemeliydik... a ki içimizdeki boşluk dolana dek... Ama dolacak gibi değildi... Bize kendisini sunan her sevginin bir buz kovasına atılmış küçücük bir kor parçası kadar hükmü oluyordu ancak... Ama biz kazanmayı terk etmek sanırken içimizdeki boşluk daha da büyüyordu... Bize sevgiyle yaklaşan insanları öylesine çaresiz, öylesine çıplak anlarında terk ediyorduk ki, birçoğu adeta sevme yeteneğini yitiriyordu... Önce bir süre o zehirli ateşle bir başlarına için için yanıyorlar, ateşleri dinerken bize ışıkla açılan kalplerine kasvetli bir gölge iniyor ve ardından içlerine doğru kırgın bir nefretle dönüyorlardı... Kimi geceler boşluğumuza aşık ettiğimiz, sonra da yapayalnız bıraktığımız kurbanlarımızın çığlıklarıyla uyanıyorduk. İşte biz birbirimizle böylesi gecelerden birinde karşılaştık... İkimizde birbirimiz için fazlasıyla çekici ve parıltılıydık. Kafamızda yıllardır gezdirdiğimiz idollerin içine hemen yerleştirdik birbirimizi... Sanki daha yüz yüze gelmeden önce böyle bir şeyin olacağını sezmiş gibiydik... İkimizde güçlü, sevecen ve kendimizden emin gözüküyorduk... Fark etmiyorduk daha birbirimizin içindeki o derin boşlukları... Ama birbirimize öyle çekici ve parıltılı görünüyorduk ki içimizdeki boşluklar henüz acı vermeye başlamamıştı... İkimizde birbirimizi hiç olmadığı kadar yüceltiyorduk... Henüz, bu aradığım insan değil, bu o değil, aşamasına gelmemiştik. İki karanlık orman birbirini ne kadar severse o kadar seviyorduk işte... Daha önceleri başkalarına yaptığımız gibi, birbirimizi tanımaya, anlamaya, öğrenmeye çalışmıyor, durmadan kendimizi anlatıyorduk... Başkaları için ne kadar önemli ve vazgeçilmez olduğumuzu... Ne çok sevildiğimizi, ama gerçek anlamda bizim sevgimize kimselerin layık olmadığını... Gerçekte kim olduğumuzu, ne olduğumuzu, ne için yaşadığımızı anlamaya çalışmadan birbirimizin aynasında kendimize hayran olup duruyorduk. Sonra biz değil, söylediklerimiz değil, hayatın kendisini usulca hissettirmeye başladı, başka dünyaların insanı olduğumuzu, çok başka şeyler özlediğimizi... İşte o zaman birbirimizi kendimiz için değiştirmeye başladık... Kim kimi kendisi için daha uysal, daha itaatkar, daha evcil yapacaktı... Herkes kendisini diğerinden daha kusursuz buluyor, böyle gördüğü için her şeyi kendisinde hak olarak görüyordu... O beni kıskandığı zaman bunu sevgi diye gösteriyor, ben onu kıskandığım zaman bu onun gözün hiç de soylu bir davranış olmuyordu... Durmadan birbirimizde suçluluk duyguları uyandırmaya çalışıyorduk... Aramızdaki gizli bir savaş başlamıştı... Birbirimiz için yarattığımız o sahte idoller çatlamaya başlamıştı bir yerlerinden... Çünkü ne o benim istediğim gibi oluyordu, ne de ben onun istediği gibi... Kimse kendi düzenini değiştirmiyordu. Ben böyleyim beni böyle kabul et, sen bana uy, diyorduk birbirimize durmadan... Kimse bir diğerine içini açmıyor, zayıflığını, çaresizliğini, asıl önemlisi o büyük boşluğunu göstermeye yanaşmıyordu. Zayıflıklarımızı birbirimize göstermemek için usta bir taklitçi gibi kılıktan kılığa giriyor, durmadan benlik değiştiriyorduk... Kendimiz için acı çekiyorduk, birbirimiz için değil. Anlamak değil, anlaşılmak istiyorduk. Bu trajik karşılaşma değil, o deva bulmaz dertlerimiz için değil kendimiz için ağlıyorduk, ağladığımız zamanlarda... Birbirimizi özlediğimiz için değil, kendimize duyduğumuz o derin hasretle koşuyorduk buluşma yerlerine... Yorulmaya, tükenmeye başlamıştık... İkimizin de beklediği o an yavaş yavaş gelmeye başlamıştı... Kim kimi en çıplak, en zayıf anında o zehirli öpücüğüyle öpecek ve onu orada bir başına, o en çaresiz anında bırakıp gidecekti... Kim kazandığı anda öbürünü terk edip gidecek ve bir daha aramayacaktı... Durmadan birbirimizin en kırılgan, en çaresiz anlarını gözlüyorduk. Benliklerimizi zayıflatmak, güçsüz bırakmak için hiç olmadık sebepler yaratıp birbirimize ayrılık senaryoları hazırlıyor, bu senaryolarda karşımızdakine terk edilmiş rolü veriyor, onun bu roldeki gücünü sınıyorduk, ama bunlar hiçbir işe yaramayınca yeniden bir araya geliyorduk. Kimse yenik ayrılmak istemiyordu... Kimse bu beraberlikte katilinden, kazanma hırsından ve adından vazgeçmek istemiyordu.. Bu oyunları oynarken, kanlarımızı kimsesiz gecelere akıtırken gizliden gizliye birbirimize bağlandığımızı anlayamıyorduk bile.. Çünkü asli rollerimiz vardı bizim... Kazandığımızı anladığımız anda terk edip gitmekti bu... İçimizdeki o büyük üşümeye küçücük bir kor parçası daha atıp yürüyüp gitmek. Nasılsa geride bizi her şeyimizle kabullenip ömür boyu koşulsuz sevmeye hazır insanlar vardı. Kolay kolay boşluğa düşmezdik. Kim daha önce davrandı bilmiyorum, ama artık şimdi bunun ne önemi var ki....Bir gün birbirimizi o en zayıf, o kırılgan yanlarımızdan öptük... O zehirli öpücüklerimizle... İşte o zaman anladık birbirimize ne kadar çok benzediğimizi. O zehirli kanlarımız birbirine bulaştı... Hastalıklarımızın birbirine bulaştığını anlamadan kazanmış olmanın verdiği o lekeli gururla bizi koşulsuz sevenlerin yanına koştuk hemen. Birbirimizde açtığımız yaraları sarmaları için... Onlar yaralarınızı sararken biz birbirimizi en derin mezarlara gömdüğümüzü düşünüyor, bu işten yakamızı sıyırmış ve sanki hiçbir şey olmamış gibi her şeye yeniden başlayacağımızı sanırken geceleri ansızın birbirimizin çığlıklarıyla uyanmaya başlamıştık... Birbirimizi gömdüğümüz yerden yükselen ve bizi geceleri hiç uyutmayan çığlıklarla. Bazen bu çığlıklara daha önce terk edip gittiğimiz insanların çığlıkları da karışıyordu... Sanki bizim de kendileri gibi zehirlendiğimizi anlamışlar gibi... Benim boşluğum ona geçmiş, onu boşluğun bana geçmişti... Artık çaresizliklerimiz, zayıflıklarımız bize ait değildi, bizde sır değildi.. O kendimize sevdalı, kendimize saplantılı kanlarımız birbirine karışmıştı... Birbirimizdeki o uzun, o büyük geceyi öpmüştük... Gecelerimiz birbirimize karışmıştı. Senin yüreğin benim olmuştu, benim yüreğim senin olmuştu... İsimlerimiz birbirine karışmıştı... Artık kendimi sen, diye anar olmuştum. Sen kendini ben, diye sorar olmuştun.... Birbirimizi öperken görmüştük o büyük boşluklarımızı... Birbirimizi zehirleyip gidecekken aslında hiçbir yere gidemeyeceğimizi anlamıştık... Baksana günler ne çabuk kararıyor artık... Sonra o uzun geceler başlıyor. Asıl dayanılmazı bu... Hep soruyorum kendime şimdi benim gecemle, benim yüreğimle, benim kanımla orada, uzaklarda ne yapıyorsun, diye... Asıl dayanılmazı bu... Geceleri çığlıklarını duyup birden uyanıyorum yatağımdan... Çünkü aynı soruları sen de bana soruyorsun, biliyorum... Benim gecemle, benim yüreğimle, benim kanımla orada, o uzaklarda ne yapıyorsun, diye... Yüzümün yarısı sende kaldı... Yüzümün yarısı öbür yarısına ağlayıp duruyor şimdi... Benim zamanım sen de kaldı, senin zamanın bende kaldı. Benim geçmişim senin geleceğinde, benim geleceğim senin geçmişinde kaldı... Başlangıçlarım sende kaldı, bitişlerin bende. Sığındığımız limanlardaki bizi koşulsuz seven hiçbir sevgili teselli edemez artık bizi.. İçimizdeki o büyük boşluğu onlar bilemez ki... Doğumumuzla birlikte verilmesi bize verilmesi gereken o ilk ve gerçek sevginin yokluğunu onlar ne yapsalar kapatamaz ki. Geceleri birbirimizi gömdüğümüz mezarlardan yükselen çığlıkları onlar duyamaz ki.. Onlar sadece geçecek, derler... Zaten olmayacak bir ilişkiydi, sürmezdi, sürmeyecekti, bekle, zamanla unutursun, derler... Yüreklerimizin birbirimizde kaldığını onlar bilemezler ki. Kiminle öpüşsem sende ki yüreğimi seyrettiğimi, sen kiminle öpüşsen bende ki yüreğini seyrettiğini onlar hissedemezler ki... Yokluğunu varlığa çevirirsem, biliyorum o artık ben olmayacağım. Ama sensiz mahvolmaktansa seninle mahvolurum, daha iyi... Sensiz isimsiz kalacağıma seninle isimsiz kalırım daha iyi. Bu hayatta yapmak istediğimiz her şey eksik, her şey yarım kaldı. Artık birbirimizden başka kim tamamlayabilir ki bu eksikliği, bu yarım kalmışlığı... Bu büyük boşluğu... Çok kırdık, çok incittik, çok insanın sevgisinin önünü kestik, onları yarı yolda bıraktık... Şimdi onları ödüyoruz.. Artık hiçbir ev, hiçbir yuva almaz bizi içine.. Lanetlendik... Artık nereye gitsek yokluğumuz karşılayacak bizi... Nereye gitsek dışarıda kalacağız... Yokluğumu varlığa çevir, gel artık benimle mahvol... Bensiz isimsiz kalmaktansa, benimle isimsiz kal, daha iyi... Bak yüzünün yarısı öbür yarısına ağlıyor. Eksik ve yarım kalmasın artık hayatımızda hiçbir şey... Bari bunu tamamlayalım... Gel birlikte mahvolalım... 'Yüzünün yarısı çocuk / yarısı geçkin bir kadın / yüzünün yarısı öbür yarısına ağlıyor / yüzün kendisini arıyor... / Aşk kaçmış gözlerine / yaşanmamış yılların sana ağlıyor / zaman parçalanırken ellerinde / ölü kelebekler yastığın oluyor... / Ölü kelebekler / hepsi daha değerli erkeklerinden erkeklerinin kanıyla beslenen / ölü kelebekler... / hepsi daha değerli ömründen....' Murabba. Gül yüzünde göreli zülf-i semensây gönül Kuru seydâda yiler bîser ü bîpay gönül Demedim ben sana dolaşma ana hây gönül Vay gönül vay bu gönül vay gönül ey vây gönül. Bizi hâketdi hevâ yoluna sevdâ n'idelim Pâymâl eyledi bu zülf-i semensâ n'idelim Kul edinmezdi güzeller bizi illâ n'idelim Vay gönül vay bu gönül vay gönül ey vây gönül. Ben demezdim ki hevâ yoluna serbâz gelem Ney-i aşkınla gamın çengine demsâz gelem Der idim aşk kopuzun uşadam vâz gelem Vay gönül vay bu gönül vay gönül ey vây gönül. Dil dilerken yüzünün vaslını cândan dahi yeğ Bir demin görür iken iki cihândan dahi yeğ Akdı bir serve dahi âb-ı revândan dahi yeğ Vay gönül vay bu gönül vay gönül ey vây gönül. Ahmed'em kim okunur nâmım ile nâme-i aşk Germdir sözlerimin sûzile hengâme-i aşk Dil elinden biçilipdir boyuma câme-i aşk Vay gönül vay bu gönül vay gönül ey vây gönül Fani ömür biter, bir uzun sonbahar olur. Yaprak, çiçek ve kuş dağılır, tarumar olur.. Mevsim boyunca kendini hissettirir veda; Artık bu dağdağayla uğuldar deniz ve dağ.. Yazdan kalan ne varsa olurken haşır neşir. Günler hazinleşir, geceler uhrevileşir; . Teşrinlerin bu hüznü geçer ta iliklere. Anlar ki yolcu yol görünür selviliklere. . Dünyanın ufku gözlere gittikçe tar olur. Her gün sürüklenip yaşamak ruha bar olur. . İnsan duyar yerin dile gelmiş sükutunu; Bir başka musikiiye geçiş farz eder bunu. . Teslim olunca vadesi gelmiş zevaline, Benzer cihana gelmeden evvelki haline. . Yaprak nasıl düşerse akıp kaybolan suya Ruh öyle yollanır uyanılmaz bir uykuya: . Duymaz bu anda taş gibi kalbinde bir sızı; Fark etmez anne - toprak ölüm maceramızı. 1. Çizmeleri su alan general, de bana: Kimden gelir bu buyruklar? Laf aramızda: Bugün öğle yemeği yedin mi? . Kafanda planlar var mı? Miden boş sadece? Bir bayrağım var, dersin, ama ordun hani nerde? . Tek pantolonlu devlet adamı, bir ütü tahtası ister misin? Bakanların nerde toplanırlar? Yoksa köprü altında mı? . Papaz oğlanı alır, as alır papazı. Adın tarihe geçer ama kimliğin nerde hani? . Dört ediyorsa iki kere iki, tamam, güç sende olacak, (ayaklar baş olacak) ama: Bu gece bir yatağın var mı yatacak? . 2. Eğer ben, su almayan çizmeler giymek istiyorsam bir gün, çünkü parmaklarımı bile örtmüyor şu ayağımdakiler, kovmalıyım bana çizme vermeyenleri, ve tüm deri piyasasını düzenlemeliyim.. Pantolonum dökülüyor. Kıçıma bir pantolon gerek kışı geçirebilmem için zar zor. Onun için, pantolonların nerde olduğunu bilmeliyim ilk peşin, ve tüm tekstil sanayiini düzenlemeliyim . Eğer istiyorsam has ekmek yemek, önce kırmalıyım tahıl borsasını ve gidip görüşmeliyim çiftçiyle ben kendim ve traktörler göndermeliyim tarlalara, ve ekini geniş çapta üretmeliyim.. İstemiyorsam benmi hor görenlerin savaşlarında askerlik yapmak, onların laflarına gülüp geçmeliyim ve kendi bayrağımı açmalıyım, ve savaşımı ilan etmeliyim onlara.. Çeviri: A. Kadir - Gülen Aktaş Üstünde güvercinler gezen şu rahat damın Kalbi atar ardında birkaç mezarla çamın Şaşmaz öğle zamanı ateşlerle yaratır Denizi, denizi, hep yeni baştan denizi Tanrıların sükunu çeker gözlerimizi Bir düşünceden sonra, ah o ne mükafattır. İnce pırıltıların o ne saf hüneridir Bir seçilmez köpükte nice elmas eritir Nasıl bi sükun sanki peyda olur o demde Ve güneş uçurumun üstüne gelir durur Ebedi bir davanın saf marifeti budur Zaman kıvılcım, hülya bilmek olur âlemde. Basit Minerva mabedi tükenmeyen hazine Yığın halinde sükun, göz önünde define Kaşlarını çatan su, bi alev perde altı Kendine nice uyku saklayan göz, ey bana Mukadder olan sükut… Ruhta yükselen bina Fakat bin kiremidi yaldızlı dam, ey çatı.. Bir tek ahın içinde belli zaman mabedi Etrafımda denize bakışlarımın bendi Çıkarım o saf yere artık bütün bütüne Ve bütün tanrılara son adağım olarak Asude bir meneviş dağıtır kucak kucak Şahane bir istihkar irtifalar üstüne. Nasıl ağızda yemiş zevk olup da erirse O yokluğunu nasıl lezzete çevirirse Varsın şekli mahvolsun, orda içime siner Benliğimin ilerde duman olacak özü Eriyen ruha söyler bir şarkıyla gökyüzü Nasıl değişmededir ulu sahiller…. ÇEVİRİ: Sabri Esat Siyavuşgil Bir anahtar verdindi bana Kabaran yüreğimi bilerek. Kullanıp durdum onu gönlümce, Aşkıma kenar süsü diyerek; Aşındırdım dişlerini zamanla.. Geriye ben kaldım işte.. Yalan olur sevmedim dersem; Ama yolcu yolunda gerek. Ey ömrümün uğuldayan durağı; Yanlış hesaptan dönerek, Benli günlerini sil istersen.. Geriye sen kaldın işte. Bir kuyuya eğildiğinde Yüzünü görecek su yoksa Çekil Öldürse de su seni Görerek öldürür Susuz kuyudan kork. Kuru düşünme cehennemi Nemlidir Ve ayak izleri vardır Önceden Gidecek olan herkesin İncecikten bir kar yağar, Tozar Elif, Elif deyi... Deli gönül abdal olmuş, Gezer Elif, Elif deyi.... Elif’in uğru nakışlı, Yavrı balaban bakışlı, Yayla çiçeği kokuşlu, Kokar Elif, Elif deyi.... Elif kaşlarını çatar, Gamzesi sineme batar. Ak elleri kalem tutar, Yazar Elif, Elif deyi.... Evlerinin önü çardak, Elif'in elinde bardak, Sanki yeşil başlı ördek Yüzer Elif, Elif deyi.... Karac'oğlan eğmelerin, Gönül sevmez değmelerin, İliklemiş düğmelerin, Çözer Elif, Elif deyi... Surette Mevla'ya aşık olanlar Surette kakül-i Leyla'yı bilmez Arayıp dünyada Hakk'ı bulanlar Değil kim dünyayı ukbayı bilmez. Devlet-i dehr içre olanlar mesrur Derunu harabdır birun ma'mur Safi dil olmayan sofi-i mağrur Çektiği gussa-i esmayı bilmez. Emrahi akıbet olursun fani Tutalım ki oldun Yusuf'u sani İsbat-ı Hak edüb nefsini tanı Nefsini bilmeyen Mevla'yı bilmez Dostum, Sen ve ben Hayata hep yaban kalacağız. Birimiz diğerine Ve her birimiz kendisine. Senin konuşacağın Ve benim seni dinleyeceğim güne değin. Sesini sesim sanarak. Ve karşında durduğum güne değin. Bir aynanın karşısında duruyormuşcasına. . Halil Cibran I Dünyaya birçok kez gelmişim Yok olmuş yıldızların dibinden Ellerimde tuttuğum Ölümsüzlük bağlarını dokuyarak Şimdi öleceğim yeniden Vücudumu örten toprağa sarınarak! . II Ne papazların sattığı Gökyüzünden bir parça aldım. Ne de tembel zenginler için Metafizikçilerin, Düzüp koştuğu, karanlıklardan. . III Ölüm içinde yoksullarla bir olmak istiyorum Göğü elinde tutanların kamçıladığı İnceleme yeteneği olmayanlarla! Şimdiyse ölüme hazırım Beni saran bir elbise gibi Sevdiğim renkten Boyu posuma tıpatıp; uygun Ve benim için gerekli olan Beni saran bir elbise gibi! Bir tenhada gördüm o nazlı yari Böyle uğrun uğrun baktı gidiyor Siyah saçlarını dökmüş yüzüne Gönlümü ateşe yaktı gidiyor. Yüzüne baktıkça tutuldu dilim Kırıldı kollarım tutmuyor elim Hey dost bu diyarda n'olacak halim Gözlerimden kan yaş aktı gidiyor. Dost dost diye dostu hergün sorarım Yitirdim o yari durmaz ararım Abdal Pir Sultan'ım edem kervanım Bak işte sel gibi yıktı gidiyor Sabr ba ışk bes nemiyayed Akl feryad-res nemiyaded. SABIRLA AŞK Sabır,aşka kar etmez,sabırla aşk bir arada bulanamaz.Akıl aşıkın feryadına yetişemez,derdine derman olamaz. Kendinden geçiş,hoş bir ülkedir amma kimsenin buyruğu altına girmez o ülke. Hayat kervanı gelip geçmede,fakat çan sesi bile gelmiyor. Gül bahçesinden gelen gül kokusu,seni çağırıp durmada.Sana da bir heves gelmiyor mu ki? İçinde hoş bir nefes var,bu nefes boş yere gelmiyor ya. Lütuf sahibi,tatlı işler gören bir sahip olmadıkça arı bal yapamaz. Hiç hayra ait bir şey düşündün mü ki sonunda bir hayra erişmeyesin? Her an iyilik tohumunu ekedur.Ekmedikçe hiçbir şey biçemezsin. Yeter sus artık,sus.Çünkü ışığa benzeyen bu söz,sabaha karşı çıkan her karanlığa vurmaz. Bu duvarlar yetmiyor bizi ayırmaya bilesin... Bu parmaklıklar, bu demir kapılar, bu hava, inan... Bazen bir yumrukta yıkacak kadar güçlü, Bazen bir serçe kadar güçsüzsem, bir nedeni vardır... Hangi zorluğu yenmemiş insanoğlu. Hele taşıyorsa içinde bu insanca sevgiyi. Güzel günler zorlu duraklardan geçer sevdiğim. Damla damla birikiyor insan. Damla damla sevgili... Bir gün akıp gideceğiz hayata... Duvarlar yıkılacak, açılacak bütün kapılar bilesin. Benim yüreğim sensin şimdi, seni vurur durur... Ve yine damla damla çoğalıyorsun içimde. Saçların yine solgun, Bağrın elemle dolgun, Nereye yolculuğun Yeni bir gurbete mi? . Ben de kuru bir yaprak Gibi seninleyim bak, Zülfüne takılarak Oldum gönül veremi. Gözlerin dolu melal, Yüzün bir ince hilal, Giderken benide al Berabarine e mi? Bir gün umutsuzluğa kapılırsan Ve engeller çıkarsa karşına Uzun,karanlık acımasız yolda Uzaktaki belli belirsiz ışığı gör . Onu göremezsen eğer Bir ışık yak kendine Ama sakın ola umutsuzluğa kapılma Uçurumun kenarında olsan da Sıkı sıkıya sarıl yaşama . Ağlayan gözlerini kapat Gül delicesine,tüm gücünle Kalbinin tüm hücreleriyle Sev sevebildiğince . Ve ümidini,sevgini,inancını tüketme Ekmeğin tükense de. Çevik huylu zorbayı Bir yitirdik, Bir bulduk Temizlik kazanında silme/süper kir bulduk Gün oldu eşkiyalar bağladı tüm yolları Gün oldu intiharı düşünen beygir bulduk.. 27.06.2009 Ne feryat edersin divane bülbül Senin bu feryadın gülşene kalsın Bu dünyada eremezsem murada Huzur-u mahşere divana kalsın. Nesin meth edeyim bir kaşı kare Sen açtın sineme onulmaz yare Dünya tabib gelse derdime çare Derdimin dermanı Lokman'a kalsın İkimiz yaralı askeriz artık Ve ikimiz kaybettik bu savaşı Birimiz yüreğinden vuruldu Birimiz sırtından Birimizde geç pişmanlık Birimizde acı bir gözyaşı Söyle kim, artık kim yaralarımızı saracak Boşuna beklemek yarınları boşuna Artık hiç bir şey eskisi gibi olmayacak.. İkimiz yaralı askeriz artık Kan kaybında aşkımızın bütün umutları Ve günlerdir komada Hayatımızın o en bebek O en çocuk duyguları İşte son nefeste sevdamız İşte mutluluğun ölüm fermanı Bir yol kalmadı artık yarınlara çıkacak Artık hiçbirşey Ama hiçbirşey Eskisi gibi olmayacak. İkimiz yaralı askeriz artık Ve ikimizin gücü kalmadı artık savaşacak Bak üstümüzde kapkara bir bulut Elimizde ne cephane ne umut En güzeli Unut beni vefasızım unut Görüyorsun Gemimiz su aldı battı batacak Artık hiçbirşey ama hiçbirşey eskisi gibi olmayacak. İkimiz yaralı askeriz artık Ve ikimizin bütün yolları kapalı Ve bütün köprüleri koptu kopacak Ne bembeyaz ellerin kaldı ellerimi tutacak Ne masum gözlerin var artık yüzüme bakacak İşte üstümüzde göçmen kuşları İşte içimizde hiç susmayan ayrılık çanları Benimde gücüm yok artık her anı böyle yaşayacak Ne yapsak boş acelecim boş Artık hiçbirşey ama hiçbirşey eskisi gibi olmayacak.. İkimiz yaralı askeriz artık Ve ikimiz darmadağın yıkık perişan Birimizin yağmalanmış duyguları Birimizin kör topal artık bütün yarınları Ve işte aşkımızın son fotoğrafı Benim ellerimde teslim bayrağı Senin boynunda ihanet madalyası Yıllarca hep böyle asılı kalacak Artık hiçbirşey Ama hiçbirşey Eskisi gibi olmayacak....! Vay benim gönlüm Kalktı yola düştü gene Boş gelmiş cihane gönlüm Dolu dizgin coştu gene . Oy Fadimem can Fadime Ah edip kendini yeme Düştüm diyarı gurbete Garip yolcu gelmez deme. Kürecik yolu yokuştur Ormanı yok dağı boştur Bizim elde suçlu hoştur Bu adalet şaştı gene. Oy Fadime ağlama gel Yüreğimi dağlama gel Yiğit gelinler ağlamaz Karaları bağlama gel. Sevenler taş vurur bana Sen ağlarsın yana yana İmam Hüseyin aşkına Dost Mahzuni coştu gene. Oy Fadimem neredesin Gönlümdeki yaredesin ben sana ikrar vermişim Eller ne derse desin Gazel. Dehenin derdüme dermân dediler cânânum Bildiler derdümi yohdur dediler dermânun. Olsa mahbûblarun ışkı cehennem sebebi Hûr u gılmânı kalur kendüsine Rıdvân'un. Geçdi meyhâneden il mest-i mey-i ışkun olup Ne meleksen ki harâb etdün evin şeytânun. Urmazam sıhhat içün merhem ohun yarasına İsterem çıhmaya zevk-i elem-i peykânun. Ne bilür ohumayan Mushaf-ı hüsnün şerhin Yere gökden ne içün indügini Kur'ân'un. Yerden ey dil göge kovmuşdu sirişküm melegi Anda hem koymayacakdur oları efgânum. Ey Fuzûlî oluben garka-i girdâb-ı cünûn Gör ne kahrın çekerem döne döne devrânun Ben nerde bir çift göz gördümse Tuttum onu güzelce sana tamamladım Sen binlerce yaşayasın diye yaptım bunu Bir bunun için yaptım -Garson bira getir Garsonun adı Barba. Ben nereye gittimse bütün zulumlardı Bütün açlıklardı kavgalardı gördüğüm Kötülüklerin büsbütün egemen olduğu Namussuz bir çağ bu biliyorsun -Garson rakı getir Garsonun adı Hakkı. Sen belki de bir resimsin ne haber Kırmızı bir Beykoz’un yanında duruyorsun Yapın bir de ağaç yapmış yanına Dallarına konsun diye kelimelerin -Garson şarap getir Garsonun hali harap Har içinde biten gonca güle minnet eylemem Arabî, Farisî bilmem dile minnet eylemem Sırat-ı Müstakim üzre gözetirim Rahim'i İblisin talim ettiği yola minnet eylemem.... Bir acayip derde düştüm herkes gider kârına Bugün buldum bugün yerim, Hakk kerimdir yarına Zerrece tamahım yoktur şu dünyanın varına Rızkımı veren Hüda'dır kula minnet eylemem.... Ey Nesimi can Nesimi ol gani mihman iken Yarın şefaatkârım Ahmed-i Muhtar iken Cümlenin rızkını veren ol gani Settar iken Yeryüzünün halifesi hünkara minnet eylemem... Genç çağdaydım, kendimi bir dikenli yolda buldum; Hıçkırıklar işittim, gül ve bülbül bağlarından. Felâketler topladım, Anadolu dağlarından; Uzun sazlı Âşıklar diyarında şair oldum.. Ezgi koydum, âhlarla, figanlarla Türk şi'rine, Öz dilimle haykırdım, 'Ey milletim, uyan! ' diye; Viran yurdun dolaştım, bir şehrinden bir şehrine; Saç ve sakal ağarttım ben de, 'Vatan, vatan! ' diye. AYRI TELLER. İkimiz yıllardır Hep ayrı tellerden çaldık Senin makamın başka Benim ki başka Ve mevsimler boşuna geçti bak Büyümedik daha Çünkü Sen kendine inanıyorsun Ben hala aşka Uzun saçlar yakışırdı sana uzun yıllar Bir gökyüzü bitince öteki başlardı Çevik taylar dururdu güneşte olgun başaklar gölgelikler dururdu, Ovalar aydınlıkta dururdu Bulut geçti derdik bilemedin Ya da yağmur yağacak derdik Fesleğen saksıda güzel dururdu Bak bu olacak şey mi kömür beni vurdu Ayaklarım aldı başını gitti Ellerim kaldı duvarda Kalk ne olur pencereyi aç Uzun saçlar yakışırdı sana uzun yıllar Bir gökyüzü bitince öteki başlardı. I. Şelaleye Düşmüştür zeytinin dalı; Celaliyim Celalisin Celali.. II. Üç anayasa ortasında büyüdün; . Biri akasya Biri gül Biri zakkum.. III. Türkiye'nin adı, Soyadı yasasından beri Atatürk adından Soyutlanamadı; . 1930'lu yıllarda Etitürkiye; . 1940'lı yıllarda Atetürkiye; . 1950'li yıllarda Uditürkiye; . 1960'lı yıllarda Ötetürkiye; . 1970'li yıllarda Atatürkiye; . 1980'li yıllarda Aditürkiye; . Mavi yolculuklar var bir de O yunanı o güzel yolculukarda, Hemen her zaman: Adatürkiye. IV. O yıllarda ülkemizde Çeşitli hükümetlerle Yetmiş iki dilden İkisi yasaklanmıştı:. İkincisi Türkçe.. V. Kahvede subay yok, Bu nasıl iştir. sen dorukta vurulan kartalların şahısın sen henüz yaşanmamış dramların ahısın yangınları sırtıda taşıdın ömür boyu bir mezarlık evine kilitledin korkuyu yollarına dikilen ısırganlar kinlidir yuvanda bıraktığın padişah temkinlidir parçalanan bir dünya ortasında kalmışsın şimşeklerin ardında düşlerini bulmuşsun mühürlü gölgeleri çekiyorsun derine çâresiz bir can gibi yanmışsın kaderine oysa titrameliydi uçuşunla mavi gök yeter, yüreğindeki alevleri yere dök sen, dağlara uçmayı öğreten bir kartalsın bırak da bu güneş avuçlarında kalsın yeni bir vuslat için kırıldıysa saatin Haccâc-ı Zâlim'ine bitmeli itaatin bir de bu şâir için kendini at yabana adını söyleyeyim, gülümü getir bana çözülsün düşlerimde paslanan kanlı zincir dökülsün penceremde biriken katranlı kir ben gülüme kavuşup murâdıma ereyim sen çık kerevetine, güzel beyim, can beyim ışıkla ilgili bir yazı okuyordum, elektrikler kesildi boğazından geçerek midesine indi kent gecenin mum aramadım, oysa vardı pencereye gittim kalkıp çalışma masamdan iki sevgiliden söz ediyordu ağaçlar fısıldaşarak bahçede ağaçların yalnızlıklarından korktum sonra yollardan söz açtılar, düşledikleri yollardan işte o zaman ateşböceklerini, birbirini kovalayan iki yanarsöner ışığı gördüm gezinen son yıldızlarıydılar yeryüzünün çaldıkları ağustosböceklerini tahta kafeslere dolduran bir hırsız çetesi geçti sokaktan ay siliyordu, siliyordu camlarını terleyen evlerin bir ırmak kente geri dönmeyeceğini bildiren bir mektup yazıp akıp gitmişti sudan gerekçelerle. yerçekimini aşk yoksunlarına bırakıp bir bir çıkardım giysilerimi ve kapısını araladım uyuduğun odanın sonra açılmak için dokunmamı bekleyen pembe gülleri gezdirmeye gittik ağaçların gözlerini yumduğu küçük koruda gökyüzümü sarsıyordu ıslak kelebek kanatların ve geceyi şu ısırıp durduğun geceyi gitgide derinleşen karanlıkta gitgide sertleşen geceyi yıldızların gökfişekleri gibi içimizde patladığı geceyi çiğlenmiş sabahla birleşen ve küçülen geceyi. her güne böyle başlayalım sevgilim böyle, ateşböceklerine teşekkür ederek Yanyana geldikçe daha uzak Birlikteyken daha kimsesiz Bir ağırı sızım sızım yeri belirsiz O da yalnız Ben de yalnız Acılar tütüyor bacamızdan Görünmeyen taş duvarlar örmüşüz Duvar olduk kendimize kendimiz Ne yana dönsek Kendimize çarparız Bir gün Edirne’ye gelirsen eğer, Beni bulamazsan hiçbir tarafta, Bari ayağını çabuk tutuver, İnan, bekliyorum seni Arafta.. Ne sağa, ne sola kımıldamadan; Bana sensiz cennet bile cehennem. Cennete giremem orada yoksan Cehenneme ise gitmek istemem.. Eğer oyalarsa seni Edirne, İstemezse gönlün ayrılmak oradan, İnansam beni de özlediğine, Ben de Edirne’ye dönerdim, inan. Dara çekerken hüzün mutluluk hallacını Tarih kim bilir nerde kaybetmiştir tacını. Şair sessiz ölmeli “âh” kokulu her izde Akacak yön kalmamış artık; pusula kırık Koynundan karanfiller derilecek denizde. Haramiler kuşatmış yârini ırakların Kurtulmayı bekleyen azgın bir devdir hayal Yalnızlık gözlerine köz koymuş ırmakların. Aslı nedir kimseler bilmiyor; can veremdir Kelimeler ki, çarpıp duruyor karanlığa İmge, bir kuraklığın ortasında Kerem’dir. Söz sahilinde umut savruluyor kum gibi Su susuz bırakmıştır toprağı; kan iremdir Şiir bin bir yerinden çatlamış, tohum gibi. Hâtıralar tarihin başucunda âvâre Tarih hâtıraların ardında pâre pâre Eli silah tutanların gidişiydi bu Rediflerin, vay anam kur'asının. Çalgıların da insanlar gibi Zort zort edeni var Zom zom gideni var Uyandım davulun bağnazlığına Davulun, trampetin Gerilmiş derilerin muştusuna Seferberlikti bu, karşı durulmaz. . Bir sesim vardı benim Bin sesim olsa n'olacak Çocukların sesiyle adam vurulmaz Kim getirdi bu savaşı ekmeğin beyazlığına . Şimdilerdeki gibi anımsarım İkiz bebeklere benzerdi ekmekler Püren balı gibi kokardı Biz oldum olası ekmekle doyarız da Çocukluğum geldi aklıma. . Hep savaşlardan mı kaldı bu yoksulluk Seferberlik derlerdi ben de bulundum içinde Pelit, ekmek ağacı, bal ağacıydı bizim Güney'de Çocuklar ya çok azdı, ya çok ağlamazdı Ya da ağlamaya vakit kalmazdı. Hastalık lekeli humma İlaç kınakınaydı Gitsin, gitsin de gelmesin Çocukluğum geliyor aklıma. Ben bir aziz değilim, hele gündüz değilim Attığı her adımda siyah bir iz bırakan Bir yanında ürküten bir baldıran gövdesi Bir yanında kederi özümleyen bir lâle Merhamet sahrasının uyuyan gecesiyim. Bırak da, böyle bitsin bu günahkâr serüven Bırak da kurtarayım bu emânet sarayı Yeter, intiharınla oyduğun yüreğimi Umutsuz şarkılarla avutulduğum yeter Göğsümde bir yanardağ kıvranıyor Rüveyda Yaraları kapandıkça kanıyor Rüveyda Duman çöktü güneşin sitem aynalarına Aralandı perdeler; şimdi sessiz değilim Dertliyim, viraneyim, ben bir aziz değilim Azizler tohum eker sevgi tarlalarına. Senin gözlerin dram; oysa ağlatan benim Ben dilenci; sen sultan; sevgi dağıtan benim Sen ışık; ben karanlık ve aydınlatan benim Ben ölümüm; sen hayat; cana can katan benim Sabah sende oluyor; güneşi tutan benim Soran ben; sorulan sen; hüznü damıtan benim Öldüren ben; ölen sen; kabirde yatan benim Sen sevda yüklü bulut, göklerimin sahibi Saklıyorum içimde seni bir tufan gibi. Nerde uğruna ömür verdiğim belâ, nerde Her hatıra bir demet zakkum meyhanelerde Düşlerim esrarınla çoğalan pervanedir Götür benden ahzânı, bana ihsanı getir Yalanı reddederken düşüyorum yalana Ben bir aziz değilim Rüveyda, anlaşana. Bu ağıdı öldüğün için söylemiyorum Sen ölmedin Rüveyda; at vuruldu; ben öldüm Her hamlesi bir tabut şimdi bakışlarının Yıkayıp kefenledin; mehtabına gömüldüm Her iklime kanatlı bir haberci salsınlar Çağır âşıklarını; namazımı kılsınlar Duysun âlem ateşin dağı erittiğini Bu illetin taşları bile çürüttüğünü. Gün olur da, ayrılık yumağı çözülür mü Bergüzârım ayaklar altında ezilir mi Rüveyda, görür müyüm yeşil ufuklarını Seninle bir sonsuzluk bulur muyum Rüveyda Yoksa hep bu kabirde kalır mıyım Rüveyda. (13.02.2001-İstanbul) 'diyar-ı küfrü gezdim beldeler kaşaneler gördüm dolaştım mülk-i islamı bütün viraneler gördüm (Ziya Paşa) '. sokakları çöplük çöplük evleri çöplük selamları çöplük çöplük elleri çöplük kanser uru gökdelenler köyleri çöplük işyerleri işhanları aracılık çöpçatanlık kaçakçılık karaborsa hepsi hepsi hepsi çöplük. gözgöze gülüşmeler nişan nişan sevişmeler nikah nikah çiftleşmeler hepsi hepsi hepsi çöplük. çöplük çöplük içinde çöplük çöplük üstünde en tepede bir horoz çöplüğün tepesinde çalımı ortaçağlı gagası boklu ağrıyor biryerlerim ey insanoğlu utanıyor biryerlerim bu ağrının bu utancın bu utancın bu ağrının bir adı yok mu Bağda gülden bahseden yanağını kasdeder Serviden söz açanlar endamını kasdeder. Dilbere vasıl olmak dar-ı dünyadan murad Aşık aşkın derdi ile dermanını kasdeder. Bu fani dünya için değmez kuru kavgaya Ecel ki bu dünyanın ziyanını kasdeder. Yıldızlardan yücedir gözyaşı eşiğinde Bu bulutlar ahımın dumanını kasdeder. Ey Avni beyti bozma bahsi ağyar eyleyip Şiir o ki sadece cananını kasdeder. Bu fani dünya için değmez kuru kavgaya Ecel ki bu dünyanın ziyanını kasdeder. Gözümden akan yaş mıdır kan mıdır Lebun yadına lal-u mercan mıdır. Gönülde ne var ise faş etti göz Seni sevdiğim yar pinhan mıdır. Gözüm ile derya nice bahseder Gözüm gibi ol gevher efşan mıdır. Gönül ızdırap ile oldu helak Gelin görün ol afeti can mıdır. Demiş Avni’ye ben cefa etmezem Ona cevreden yoksa devran mıdır. Avnî. Kasd: Niyet. Tasavvur. İsteyerek. Niyet ederek.. Dil-ber: (Farsça) Gönül alan, kalbi çeken. Güzel, dilber.. Vâsıl: Ulaşan, erişen, kavuşan. Hakka vâsıl olan.. Dâr: Yer, mekân, konak.. Murad: İstenerek, ümid ederek beklenen. Arzu edilen şey. Gâye. Maksad. Emel.. Ziyan: (Farsça) Zarar, ziyan, kayıp, hasar.. Eşik: Çukur yer(“Gözyaşı eşiğinde”) . Ağyar: Başkaları, yabancılar, eller. Lebun: Sütlü hayvan. Sütü bol olan hayvan.. Yâd: Gönül, hatır. Anma. Hatırda tutma. Zikretme. Hatır, gönül.. Lal: Kırmızı. Al renk. Dudak. Kırmızı ve kıymetli bir süs taşı.. Mercan: Denizde geniş resif meydana getiren ve mercanlar takımının örneği olan hayvan ve bunun kalkerli yatağından çıkarılan çoğu kırmızı renkte ve ince dal şeklinde bir madde(Canlı) .. Faş: Meydana çıkmış. Yayılmış. Anlaşılmış olan.. Pinhan: Gizli, saklı, hafi, mahfi, mestur, müstetir.. Gevher: Elmas, cevher, mücevher. İnci. Bir şeyin künhü ve esası. Hakikat. Özü.. Efşan: Dağıtan, saçan, serpen.. Afet: Belâ. Musibet. Büyük felâket. Dâhiye. Mc: Son derece güzel.. Cefa: Eziyet. Sıkıntı. Zulüm.. Cevir(cevr) : 1.Cefa, eziyet, sıkıntı, üzüntü. Zulüm. 2.Tas: Tarikat adamının ruhen ilerlemesine mâni olan şey.. Devran: Devir, felek, zaman, deveran, dünya. Dayanamam birden gelirsen Güneş doğar gibi yavaş yavaş gel Gelişin yıkım gibi olmamalı Gelişin önceden belli olmalı Yağmurlara söyle geleceğin günü. Geldiğinde akasyalar Karlar gibi vuracak camlara Güller çıldıracak sevinçten Seni görebilmek için Pencereden sarkacak sardunyalar Ayva çiçekleri selam duracak Sapsarı bakışına. Gelişin önceden belli olmalı Yola çıkarken haber sal sularla Ne yap yap üç gün önceden bildir Ağaçlarla göklerle kuşlarla Bir gemici tanırım Kalbini bir limanda bırakmış Ya kaybolursa? Ağlar çocukluğundaki gibi Kalbini almaya gidecek hâlâ. Bir oğlan tanırım Derin yeşil gözlü Gönlü güney denizlerinin dibi Kalbi ise yerinde Birine vermeye gidecek Bir gemi arar durur Bulutlardan.. Bir şair tanırım Onunki içler acısı Kalbini asla vermemiş Çalmışlar Kalbi eski bir efsanede saklı.. 1954, Şubat Bir Filistinli Yaranın Güncesi. 1 Anılardan muafız biz El-Kermil içimizde Celile’nin otları kirpiklerimizde Bir nehir gibi ona uzanaydık deme bana Öyle deme! Memleketin etindeyiz biz… Memleket de içimizde! . 2 Yavru güvercinler gibi değildik haziran öncesi Aşkımızın prangalar arasında parçalanmayışının budur sebebi Biz yirmi yıldır ey bacım şiir yazmıyoruz ama savaşmaktayız savaşmakta. 3 Gözlerine düşen o gölge haziran ayından alınları güneşle kuşatmaya gelen bir ilahi şeytan! Bir şehit rengidir o bir dua tadı O ki öldürür ya da yaşatır Her iki durumda da ah ki ah! . 4 Gözlerinde gecenin başlangıcı O uzun gecenin sonundan bir damlaydı yüreğimde Bizi şu saatte bu mekânda birleştiren dönüş yoludur çöküntü çağından. 5 Bu gece o sesin bir bıçak, bir yara, bir sargı kurbanların sessizliğinden gelen bir uyku Nerede benim ailem Sürgün çadırından çıktılar ve yeniden tutsak oldular. 6 Aşk sözcükleri paslanmadı ama sevgilim esarete düştü benim-Ey aşk, ey aşkım benim Rüzgârın silip süpürdüğü balkonları evlerin eşiklerini günahları bana yükleyen aşk! Günlerden bir gün kalbim sadece gözlerini alabilmişti senin Ve şimdi vatanla zenginleşti kalbim! . 7 Tarlakuşunun sesini işgalcilerin cehresinde parıldayan bir hançere dönüştüren nedir, biliriz Kabristan sessizliğini bir festivale, hayat bahçelerine dönüştüren nedir biliriz. 8 Sen şarkı söylerken balkonların koptuğunu gördüm duvarlardan dağın yamaçlarına kadar uzanmaktaydı alan Dinlediğimiz müzik değildi Göremiyorduk sözcüklerin rengini Odadaydı bir milyon kahraman! . 9 Kanımda, onun çehresinden bir yaz ve müstear bir nabız Eve döndüm utana utana yığılıp kaldı yaramın üstünde şehit Doğum gecesinin sığınağıydı İntizardı Ve ben bir bayram devşiriyorum onun anısından! . 10 Çiğ ve ateş, gözleridir onun Kendisine fazla yaklaştığımda şarkılar söyler Sessizlik ve dua an’ı, buharlaşır kucağında Ah, dilersen şehit diye adlandır onu Genç mi gençti barakadan ayrıldığında Geri geldi sonra Geri geldi bir ilahi çehre! . 11 Bu toprak emer şehitlerinin derisini buğday ve yıldız vaat eder yaza Tapın bu toprağa! Tuz ve suyuz biz onun bağırsaklarında savaşan bir yarayız bağrında. 12 Kanın boğazımda ey bacı Gözlerimde ateş Kurtuldum halife kapısında şikâyetten Tüm ölenler ve gündüz eşiğinde ölecek olanlar kucakladılar beni, bir bomba yaptılar benden! . 13 Ahbapların evi metruk İliklerine kadar çevrilmiş Yafa Beni aramaya koyulan sadece kendi alnını bulabildi benden Bu ölümü bana bırak ey bacı bu yitip gitmişliği bana bırak ki bozgunun üstüne bir yıldız öreyim ondan. 14 Ey mağrur yaram Ne benim vatanım bir bavul ne de ben bir yolcu! Ben âşık, toprak maşuk! . 15 Anılara daldığımda nedamet otları yeşerir alnımda hasretini çekerim uzak bir şeyin Özleme teslim olduğunda benimserin efsanelerini kölelerin Sesimden çakıl taşları kayadan nağmeler yapmayı yeğlerim ben! . 16 Alnım gölge taşımaz Göremem gölgemi Tükürürüm ben geceleri alınları aydınlatmayan yaraya! Gözyaşını bayrama sakla sevinçten ağlayacağız sadece Alanda düğün ve hayat koyalım adını ölümün! . 17 Yarayla büyüdüm ben Geceleri nasıl çadıra dönüştüğünü asla söyleyemedim anneme Ne kaynağımı yitirdim, ne adresimi, ne de ismimi Onun eski püskü giysilerinde bir milyon yıldız görmemin budur sebebi! . 18 Sancağım siyah Liman bir tabut Sırtım bir köprü Ey içimize yıkılan dünyanın sonbaharı Ey içimize doğan dünyanın ilkbaharı Çiçeğim kırmızı Liman açık Kalbim bir ağaç! . 19 Lisanım bir su şırıltısı kasırgalar ırmağında Güneşin aynaları ve buğday savaş alanında Belki yanlış ifade ettim kimi zaman ama-tevazu bir yana – harikaydım kalbimi sözlükle değiştirdiğim an! . 20 İkiz olduğumuzu anlamamız için düşman lazımdı mutlaka Meşe kökünde oturmamız için rüzgâr lazımdı mutlaka Çarmıha gerilen efendi yarasını yitirmiş, ödlek bir çocuk olurdu çarmıh tahtında büyümeseydi! . 21 Bir sözüm daha var sana henüz söylemedim Ay’ı işgal ediyor balkondaki gölge Memleketim bir destan Ben çalgıcıydım orada oldum bir çalgı teli! . 22 Arkeolog taşları inceleme derdinde kendi gözlerini arıyor efsane harabelerinde Kendi kendini kanıtlama derdinde: Gözleri olmayan basit bir yolcuymuşum ben! Bana ilişkin tek bir harf dahi yokmuş medeniyet kitabında! Ama ben usul usul dikiyorum ağaçlarımı Ve de söylüyorum aşk şarkımı! . 23 Hezimetin sırtında taşıdığı yaz bulutu Serabın ipine seriverdi Sultanlar neslini Cinayet gecesinde öldürülen ve dirilen ben İşte iyice yapıştım toprağa! . 24 Sözü eyleme dönüştürme vaktim geldi benim Toprak ve tarlakuşu aşkımı kanıtlama vaktim geldi Bu zamanda gitarı parçalar sopa Ben, bir ağaç peyda oldu olalı ardımda Sararıp durmaktayım aynada! . Mahmud DERVİŞ Türkçesi: Lütfullah Göktaş Bunun üzerine Almitra, 'Bize sevgiden bahset...' dedi.. Ve o başını kaldırdı, insanlara baktı. Üzerlerine sinen derin dinginliği duyumsadı.. Ve yüksek bir sesle konuşmaya basladı: . 'Sevgi çizi çağırınca, onu takip edin, Yolları sarp ve dik olsa da.... Ve kanatları açıldığında, bırakın kendinizi, Telekleri arasında saklı kılıç, sizi yaralasa da.... Ve sizinle konuştuğunda, ona inanın, Kuzey rüzgarının bir bahçeyi harap edişi gibi, Sesi tüm hayallerinizi darmadağın etse de.... Çünkü sevgi sizi yücelttiği gibi, çarmıha da gerer. Sizi büyüttüğü ölçüde, budayabilir de.... En yükseklere uzanıp, Güneş'le titresen en hassas dallarınızı okşasa da, Köklerinize de inecek, ve onları sarsacaktır, Toprağa tutunmaya çalıştıklarında.... Mısır biçen dişliler gibi sizi kendine çeker; Çıplak bırakana kadar döver, harmanlar; Kabuklarınızı, çöplerinizi ayıklar, eler.... Bembeyaz olana kadar öğütür sizi; Esnekleşene kadar yoğurur; Ve Tanrı'nın İlahi sofrasına ekmek olasınız diye, Sizi kendi kutsal ateşine savurur.... Sevgi bütün bunları, Kalbinizin sırlarını bulasınız diye yapar, Ve bu biliş, Hayat'ın kalbinin bir cüzünü yaratır.... Ancak korkunun kıskacında, Salt sevginin huzurunu ve hazzını ararsanız, O zaman örtün çıplaklığınızı, Ve sevginin harman yerine adim atin.... Adim atin, kahkahaların tümünün olmadığı, Sadece gülebileceğiniz mevsimsiz dünyaya, Ve ağlayın, ama tüm gözyaşlarınızla değil.... Sevgi hiçbir şey sunmaz, sadece kendisini, Hiçbir şey kabul etmez, kendinde olandan gayri.... Sevgi sahip çıkmaz, sahiplenilmez de; Çünkü sevgi, sevgi için yeterlidir, tümüyle.... Sevdiğinizde, 'Tanrı benim kalbimde, ' yerine, Söyle deyin, 'Ben kalbindeyim Tanrı'nın...'. Ve sanmayın yön verebilirsiniz sevginin akışına, Çünkü sevgi, yolunu kendi çizer, sizi değer bulduğunda.... Sevgi bir şey istemez, tamamlanmaktan başka.... Fakat seviyorsanız ve ihtiyaçların arzuları varsa, Bırakın bunlar sizin de arzularınız olsun.... Erimek ve akmak, geceye şarkılar sunan bir dere misali, Şefkatin fazlasının verdiği acıyı bilip, Kendi sevgi anlayışınla yaralanmak, Ve kanamak, yine de istekle ve coşkuyla.... Şafak vakti kanatlanmış bir gönülle uyanmak, Ve bir sevgi gününe daha, teşekkürle uzanmak.... Sessizce çekilmek öğle vakti, sevginin vecdini duymak, Akşamın çöküşüyle de, eve huzurla dönmek.... Ve uyumak, kalbinde sevgiliye bir dua, Ve dudaklarında bir şükür şarkısıyla...' Çamurdan oyuncaklarda dağıldı çocukluğum Başağın su sıkıntısında Hep ağrıdı yüzüme kazınan bozkır Ellerimde buhran, sesimde tenha. Kimse işitmedi çan çiçeğini Topraktaki yangını bilmedi tohum Kırmızı soluğunda alev alev bir ırmak Ünlemsiz hayatları dolaştı durdu. Yaban bir kederde kaldı akşamın eğrisi. Beyazımda hırçın bir tarih bu yüzden (Hem sadece beyazı anımsanır kadınların) Bu yüzden az pencereli çok yalnızlıklar Sonbahar üşümeleri ve saklandığım kuytular -I- bir ay gecesi işte yedi yıldız, yedi üşümüş yıldız yedi siren çiçeği yaralı geyikler gibi çöktü kalbime. en çok neresinden kırılır rüzgâr ay gecelerinin sessizliğinde? biriktirirdim yağmuru bulut olsaydım tenindeki tuz yüklü gemilerde. hangi dünyadaydı, neresindeydi kanatlı atlarla çıkılan yolculuğun demiştin, gelirim yol gitmese de. bir elmastı kalbim aşkla parlayan. -II- yıldızlardan habersiz, habersiz yıllarımdan geliyorsun benimle gözlerinde hâlâ o ışık perileri dans ediyor içimin çan çiçekleriyle hep vardır yeni bir şey, diyorsun tende ve ruhta yeni bir öpüş, başka bir sözcük açılacak bir sayfa. kederle gülümsüyor çan çiçekleri. ay geceleri kederle gülümsüyor yedi yıldız evinin mercan alevi hep ayni yerinde kırılıyor rüzgârın söylemiştim, gitme. duvarların, duvarların içinde yıldızlara giden incecik bir yol, bundan sana belki söz etmemiştim. o incecik yoldu senin gülüşün hayatımın incelen düğüm yerinde. bunu sana, o yaralı geyikler gecesinde belki de söylemiştim Eski bir saatte Bir akrep ve yelkovan yaşardı Zaman ve mekandan habersiz Dar zamanlarda Yelkovan hep akrebi arardı . Ve akrebi buldukça Ona kavuştukça Bulmanın sihri kayboldukça Çocukça Hep bulmaya koşardı Eski bir saatte Bir akrep ve yelkovan yaşardı Zaman ve mekandan habersiz Ne güzel geceydi dün gece, ne güzel geceydi: Onunla sarmaşdolaş, dudak dudağa, talih kapısı ardına kadar açık, güneş kucağımızda.. Ne güzel geceydi dün gece, ne güzel geceydi: Şarap tasını her sunuşunda diyordu aklına başına al. Hani dün gece aklın da tam sırasıydı ya! Sevgili, seninle ben pergel gibiyiz: İki başımız var, bir tek bedenimiz. Ne kadar dönersem döneyim çevrende: Er geç baş başa verecek değil miyiz? Bir yıldız, bir karanlık düştü şavkı suya. Çok değil burada artık (ülkem için) gözyaşı azıcık, birkaç damla.. İşte bir gün daha bitti çocuğun gözleri doldu. Kuyunun suyu çekildi, gidip geliyor (gölgem) her zaman hiçbir zaman arasında.. Nerde haziranlar nerde temmuzlar açan her gül? Bir düş gibi solar (saati yürür) çünkü, inceden, acıyla.. Çekilmiş olsam da bir köşeye gözlerimi yummuyorum hiçbir şeye, (hayır, diyorum) hayır yüz kez, bin kez ve daha.. Yok olmaz, biliyorum söylenmemiş bir söz bile. Gün ışığı mı yitecek gece karanlığı mı (diyorum) bilinmez ama.. Bir yıldız, bir karanlık işte bir gün daha bitti, çok kalmadı sabaha. Saati yürüyor günün her zamanla hiçbir zaman arasında. gözüme ilişti gözün içimde infilak saati! yasak baktın nikotin sıcaklığıma, bir sigara daha yaklaşıyor bahar... ellerin yanında değil, gemiler kalkıyor avuçlarından bütün limanlara bir telaş, yaklaşıyor bahar... deniz altında bir zindan düşü, ayıp sarılmalar, lanetli öpücükler bilinmez bir nemrut esrarı arkadaş dağlar gibi korkusuz korkular... kekikler yeşeriyor yaklaşıyor bahar bir deliliğin eşiğinde amansız mekansız sofrasız yani aç, ilaçsız ve hiçbir şiirin eskitemediği gözlerin, gözlerimin önünde el pençe divan... bahar damarı çatladı toprağın bir nefes daha yaklaşıyor bahar.! Bin desi derinlikte delik bir kalp Uzanır ağız Siyasal bir avuç hava ister. Benimle fazla yakınlık kurdun Çiçeğim Köklerim ateş saplarım zehir Yağmur ateş saplarım zehir Yağmur sularıyla izler edinmiş tenin Benimle çok hayal kurdun artık yaklaş İpil ipil miyop bakışın bir kanakışı Bu su sarnıcından başla Sana verildi emanetim ateşim zehrim Benimle çok put kır çiçeğim. Edisyonkritik Bir ses Bin desi yer dolması ağırlık Havagazından uzanır ağzın Siyasal bir ton özgürlük ister. Arz gittikçe benim ve onun Karşılıklı Bileyli Havada Palalarımız Hamlesi yaman ilkin bir defne dalı Detant Hadi oradan-ardından Sam füzeleri. Hilesi hayatı olmuş gördüm ki Anam babam kemirilmiş Çorbama kireç ekilmiş. Hamlem zarif Vuruşum hayat Hilem tay Kaçıp dönüşüm şiir. Arz gitgide benim Muharremde temeli atılır güveyliğimin Yaşamaya geldim ben de dünyaya Elimden kolumdan bağlama beni Komşular gidiyor yıldız'a ay'a Dağların başında eğleme beni. Körpecik aklımı kandırma boşa İnsanlar benzemez beyinsiz kuşa Avareyim diye etme temaşa Bir dilim ekmeğe bağlama beni. Mahzuni nedendir geri kaldığım Hakkın olmayanı çalıp aldığın Kimse bilmez kimin nasıl olduğun Hastayım götürün sağlama beni Validem ümmiyeydi, ümmiyenin Var idi ezberinde birçok ilim. (...) Son zamanlar alil olan gözünün Gördüğü bir hayal idi ancak Ameliyyatı istemez, sevmez, Der idi daima; "Ne görmek için? " "Bizi görmek için" deyince güler, "Sizi duymaktayım, bu kafidir. Sağ olun, siz görün bu dünyayı, Ben de görmüş gibi olur, gülerim." "Gülerim" der de, etseniz dikkat, Görünürdü için için giryan. Yaşamaktan da bezmiş olmalı ki, Sinnini sorsalar, cevaben o: "Belki üç yüz yaşındayım" derdi.. Ölçek: Feilatün mefailün feilün (fa'lün) 1913 Göz değil bunlar kesinlikle değil irin gibi bir nefret akıyor sadece Dudaklar yok burun yok alın yok yüzü yok bu mumyalanmış yüzün. Ölümün rengi gri midir ya da korkunun Gri midir insan hayvana benzetilirken Uzun ve pis bir sakal sarkıyor göğsüme iliştirilen rakamlara. İşte 81 yılından fotğraf albümlere hiç girmeyecek İstanbul deyince aklıma martı gelir Yarısı gümüş, yarısı köpük Yarısı balık yarısı kuş İstanbul deyince aklıma bir masal gelir Bir varmış, bir yokmuş. İstanbul deyince aklıma Gülcemal gelir Anadolu'da toprak damlı bir evde Gülcemal üstüne türküler söylenir Süt akar cümle musluklarından Direklerinde güller tomurcuklanır Anadolu'da toprak damlı bir evde çocukluğum Gülcemalle gider İstanbul'a Gülcemalle gelir. İstanbul deyince aklıma Bir sepet kınalı yapıncak gelir Şehzadebaşı'nda akşam üstü Sepetin üstünde üç tane mum Bir kız yanaşır insafsızca dişi Boyuna bosuna kurban olduğum Kalın dudaklarında yapıncağın balı Tepeden tırnağa arzu dolu Sam yeli söğüt dalı harmandalı Bir şarap mahzeninde doğmuş olmalı Şehzadebaşı'nda akşam üstü Yine zevrak-ı derunum Kırılıp kenara düştü. İstanbul deyince aklıma Kapalıçarşı gelir Dokuzuncu Senfoniyle kolkola Cezayir marşı gelir Dört başı mamur bir gelin odası Haraç mezat satılmakta Bir gelinle güvey eksik yatakta Köşede sedef kakmalı tombul bir ut Tamburi Cemil Bey çalıyor eski plakta Sonra ellerinde şamdanlar nargileler Paslı Acem kılıçları Amerikan kovboyları Eller yukarı. Ne kadar da beyaz elbiseleri Amerikan deniz erleri Kocaman bir papatyadan yolunmuşlar gibi Sütten duru buluttan beyaz Beyazın böylesine ölüm yakışır mı dersin Yakışmaz Ama harbederken onlara Bambaşka elbiseler giydirirler Kan rengi, barut rengi, duman rengi Kin tutar kir tutmaz. İstanbul deyince aklıma Kocaman bir dalyan gelir Kimi paslı bir örümcek ağı gibi Gerinir Beykoz'da Kimi Fenerbahçe'de yan gelir Dalyanda kırk tane Orkinos Kırk değirmen taşı gibi dönmektedir Orkinos dediğin balıkların şahı Orkinos mavzerle gözünden vurulur Denizin içinde ağaçlar devrilir Kan çanağına döner dalyanın yüzü Camgöbeği yeşili bulanır Bir çırpıda kırk Orkinos Reisin sevinçten dili dolanır Bir martı gelir konar direğe Atılan Kolyosu havada yutar Bir başkasını beklemez gider Balıkçı gülümser tatlı tatlı Adı Marikadır bu martının der Her zaman böyle gelir böyle gider. İstanbul deyince aklıma Adalar gelir Dünyanın en kötü Fransızcası orda harcanır Çalımından geçilmez altmışlık madamların Ağzı dili olsa da tenhadaki çamların Görüp göreceği rahmeti anlatsa insanların. İstanbul deyince aklıma kuleler gelir Ne zaman birinin resmini yapsam öteki kıskanır Ama şu Kızkulesinin aklı olsa Galata kulesine varır Bir sürü çocukları olur. İstanbul deyince aklıma Tophane'de küçücük bir sokak gelir Her Allahın günü kahvelerine Anadolu'dan bir sürü fakir fukara gelir Kimi dilenecek dilenmesine utanır Kiminin elinde bir süpürge peyda olur uzun Dudaklarında kirli paslı bir tebessüm Çöpçü olmuştur bugüne bugün Kiminin sırtında perişan bir küfe Kiminin sırtında nakışlı semer Şehrin cümbüşüne katılır gider Kalın yağlı bir kolana koşulur Piyano taşırlar omuz omuza Kendinden ağır yükün altında adamlar Balmumu gibi erir dururlar Sonra kanter içinde soluk alırlar Nazik eşya nazik hamallar ister neylersin Ama onlar kadar piyanoyu ciddiye alırlar mı dersin Nazdan nazik çiniden bilezik eller Derken Karşı radyoda gayetle mülayim bir ses Evlere şenlik Üstad Sinir Zulmettin Hacıyağına bulanmış sesiyle esner: Gamı şadiyi felek Böyle gelir böyle gider. İstanbul deyince aklıma Stadyum gelir Güne güneşe karşı yirmibeşbin kişi Hepsinin dudağında İstiklal Marşı Bulutlar atılır top top pare pare Yirmibeşbin kişilik bir aydınlık içinde eririm Canım ağzıma gelir sevinçten hilafsız İsteseler bir gelincik gibi koparır veririm. İstanbul deyince aklıma Stadyum gelir Kanımın karıştığını duyarım ılık ılık Memleketimin insanlarına Daha fazla sokulmak isterim yanlarına Ben de bağırırım birlikte Avazım çıktığı kadar Göğsümü gere gere Ver Lefter'e yaz deftere Stadyum gelir İstanbul deyince aklıma Binlerce insanın aynı anda Aynı şeyi duymasından doğan sevincin Heybetini düşünürüm Birbirine eklenir kafamda Binler yüzbinler milyonlar Sonra bir mısra havalanır ürkek Bir uykuyu cananla beraber uyuyanlar. İstanbul deyince aklıma Yahya Kemal gelirdi bir eyyam Şimdi Orhan Veli gelir Demindenberi dilimin ucundasın Orhan Veli Demindenberi senin tadın senin tuzun Senin şiirin senin yüzün Yaralı bir güvercin misali Başımın üstünde dolanır durur Gelir sessizce konar bu şiirin bir yerine Neresine mi arayan bulur Erbabı bilir Deli eder insanı bu şehir deli Kadehlerin çınlasın Orhan Veli. İstanbul deyince aklıma Sait Faik gelir Burgaz adasında kıyıda Mavi gözlü bir çocuk büyür döne döne Mavi gözlü bir ihtiyar balıkçı gencelir küçülür İkisi bir boya geldi mi Sait kesilirler Bütün İstanbul'u dolaşırlar elele başbaşa Ana avrat küfrederler uçan kuşa eşe dosta Sivriadada da martı yumurtası toplarlar çilli çilli Ziba mahallesinde gece yarısı Sabaha Galata'dan geçer yolları Maytaba alacakları tutar kahvede Zararsız bir deliyi Ula Hasan derler gazeteyi ters tutaysun Çaktırmadan gazetesini tutuştururlar fakirin Sonra oturup sessizce ağlarlar. İstanbul deyince aklıma Sait Faik gelir Taşında toprağında suyunda Fakirin fukaranın yanıbaşında Bir kalem bir bilek bilendikçe bilenir Kıldan ince kılıçtan keskin Hep iyiden güzelden yana Hep kimsesizlerin. İstanbul deyince aklıma Said'in son yılları gelir Hey Allahım en güzel çağında Said'e Dört beş yıl ömrün kaldı denir Sait Sait olur da nasıl dayanır Mavi gözlü çocuk boşverir ölüm haberine İhtiyar balıkçı pis pis düşünür Bir zehir yeşilidir açılır Bir yeşil ki ciğerine işler adamın Bir yeşil ki kasıp kavurur Küçük mavi çocuk İhtiyar balıkçı Ve dilimize bulaşan zehir yeşili İstanbul çalkalandıkça bu denizlerde dipdiri Dilimiz yaşadıkça yaşasın Said'in şiiri. İstanbul deyince aklıma Sabiyem gelir Sabiyem boynundan büyük bir demetle Sarıyer'den gelir Pendik'ten gelir Bahar nereden gelirse velhasıl Sabiyem oradan gelir Ne delidir ne divane Aslını ararsan çingenedir Tepeden tırnağa güneştir Topraktır Anadır Analar içinde bir tanedir Biri sırtında biri memesinde biri karnında Karnı her daim burnundadır Canını mendil gibi takar dişine Yürekten birşeyler katar işine Bir ucundan girer şehrin ötekinden çıkar Alçakgönüllüdür Sabiyem Hem maşa satar, hem göbek atar Ver bir çeyrek güzelim der Neyse halin o çıksın falin Canı çıkar Sabiyemin falı çıkmaz Sonra anlatır dün gece başına gelenleri Görürüm üryamda bir sarı yılan Cenabet uğraşır durur benimlen Uyanır bakarım benim bebeler Yatağın ucuna kaymış Ayağımın parmaklarını emer. İstanbul deyince aklıma Bir basma fabrikası gelir Duvarları uzun masaları uzun sobaları uzun Dal gibi dalyan gibi kızlar çalışır bütün gün ayakta Kanter içinde mahzun Yüzleri uzun elleri uzun günleri uzun Fabrikada pencereler tavana yakın Al topuklu beyaz kızlar dalga geçmeyin Dışarda ağaçlar dizi dizi Duvarlar duvarlar uzun duvarlar Niçin ağaçlardan ayırdınız bizi Dışarda tarlalar turuncu asfalt mosmor Dışarda dışarda dışarda Mevsim gürül gürül akıp gidiyor Ondokuz yaşında Eyüplü Gülsüm Dalmış beyaz köpüklü akışına ipeklilerin Kötü kötü düşünüyor İpeğin akışına doyum olmaz Ama gel gör ki ipekli emprimeden oğlana don olmaz Bir top Amerikan bezi sakız gibi beyaz Bir top Amerikandan neler çıkmaz Perdeler yatak çarşafları çoluğa çocuğa çamaşır Sakız gibi ağarmış bir top Amerikan bezi Gülsüm'ün gözleri kamaşır Üçüncü oğlanı doğururken Gülsüm Bir top Amerikana hasret sizlere ömür Gülsüm'lerin sürüsüne bereket Yerine bir Gülsüm'cük bulunur elbet Gider Gülsüm gelir Gülsüm Azrail ettiğin bulsun. İstanbul deyince aklıma Ağzına kadar soğan yüklü bir taka gelir Sülyen kırmızısı üstüne zehir gibi yeşil Samsun'dan Sürmene'den Sinop'tan Yaz demez kış demez mutlaka gelir Kirli yelkeninde yeni bir yama Demirinin pası gelir dilime Nabzımda duyarım motorunun hızını Canımın içine sokasım gelir İri kalçaları pullu denizkızını. İstanbul deyince aklıma Takalar gelir Alçakgönüllü kalender Ya Peleng-i Deryadır adları ya Şimşir-i Zafer İstanbul deyince aklıma Koca Sinan gelir On parmağı on ulu çınar gibi Her yandan yükselir Sonra gecekondular gelir ardısıra İsli paslı yetim Eyy benim dev memesinde cüceler emziren acayip memleketim Acı Bir Rüzgardır Eser Dağlardan Ovalardan Kapkara Kanını Kurutur Yoksulların Sonra Kıtlık Pahalılık Ve Faşizm Dayan Ha Yıkılma... Ülkemiz Yoksul Ülkemiz Fakir Ve İşçiler Öğrenciler Düşer Yanyana Düşer ya Vatanın Bir Yanı da Ölür. Ve Şahin Aydın Kerim Yaman Böyle Düşüyorsa Bir Bir İnsan Daha Özgür Olsun Diyedir. önce hain bir uykunun sevimsiz sabahı gibi sıradan mahmur, aynı sabahın ilk sıcak çayı gibi ferah bir karşılaşma... -merhaba!. sonra güzel ve en sıcak gülüşmelerin ev sahibi bir yüz.. -görüşürüz!. derken sanki elin elimde kem gözlere kedere dünya güzeli sohbetler -ara beni!. ardından derimizin altına sızan hani katiyen rakı içme mecburiyeti çağrıştıran bir korku ki -eyvah!. ve şimdi kalbimi karanlıklarda hançerleyen aklımı başımdan eyleyen çok uzun yollarda hiç uykulu otobüs saatleri gibi acıtan kanatan yani korktuğumuz yani başımıza gelen büyüdükçe büyüleyen aşk... -seni seviyorum!. şimdi sen kalbimin közünde kıvılcım kıvamında ağrıyan... Uyuyamayacaksın Memleketinin hali Seni seslerle uyandıracak Oturup yazacaksın Çünkü sen artık o eski sen değilsin Sen simdi issiz bir telgrafhane gibisin, Durmadan sesler alacak Sesler vereceksin Uyuyamayacaksın Düzelmeden memleketinin hali Düzelmeden dünyanın hali Gözüne uyku girmez ki Uyumayacaksın Bir sis cani gibi gecenin içinde Ta gün ışıyıncaya kadar Vakur metin sade Çalacaksın. Bu yağmur... bu yağmur... bu kıldan ince Nefesten yumuşak yağan bu yağmur... Bu yağmur... bu yağmur... bir gün dinince. Aynalar yüzümü tanımaz olur.. Bu yağmur kanımı boğan bir iplik Tenimde acısız yatan bir bıçak Bu yağmur yerde taş ve bende kemik Dayandıkça çisil çisil yağacak.. Bu yağmur delilik vehminden üstün; Karanlık kovulmaz düşüncelerden. Cinlerin beynimde yaptığı düğün Sulardan, seslerden ve gecelerden. Hüzünlü pazar, beyaz meleklerin ilahiler söylediği Aşkın güzelce yıkandığı, sımsıkı kefenlendiği. Yaz geçmiş, gelip çatmış bağbozumu vakti Genç kızların mutluluğu bir mevsim daha ertelediği. Hüzünlü pazar, geçmiş pazarların anısıyla kavuniçi Çocukların hep kursaklarında kalan sevinci. Ataol Behramoğlu Requiescat O çok yakında, yavaşça yürü O burada, altında karın Usulca konuş, büyüdüğünü Duyabilir papatyaların . Altın sarısı o parlak saçlar Hastalıktan sararmış solmuş O körpecik o küçücük şey Toza toprağa belenmiş . Kar gibi ak, hem benziyor zambağa Öylesine güzel öylesine hoş Bir kadın olduğunun farkına Varmadan büyüyüp serpilmiş . Bir tabut tahtası, ve ağır bir taş Düşmüş göğsünün üzerine Kalbim daha fazla dayanamaz O ölmüş öylece yatıyor yerde . Duyamaz artık, huzur içinde yatsın, Duyamaz şiirlerimi şarkılarımı Gömüldü kaldı burada hayatım Yığın üzerime kara toprağı Tanrım açamadık içimizi Artık buluşmamız mahşere kaldı.. Ne yelken ne gemi var limanda Kaçmak bir uzun sefere kaldı.. Mercan bir sahildeymiş gemiler Bulmak kasvetli günlere kaldı. böyle yalnız böyle iyi bir öyküyü yeni baştan okur gibi yeniden başlar gibi denize ama hiç bilmediğim bir denize yeniden başlar yeniden okur gibi derindeki sözcükleri. bana bir kazma bana bir bıçak. suyu ikiye bölüp boğacak bildiğim tüm öyküleri. böyle dilsiz böyle iyi ölsem öldüğüm bilinir, kaldım kapılar üstüme kilitli gövde mi tin mi öykünün kirli mendili. bana bir kazma bana bir bıçak bendeki uçurumu rüzgara bırakacak. uçurum dedim de bir avuç kum hiçbir rüzgara bırakamadığım. iyiyim iyiyim iyi bir öykü gibi başı sonu belli hayatın kırık sandalyesine yerleştirip sözcükleri kurguluyorum evreni. böyle yalnız böyle suskun böyle iyi gömdüm mü bir de sözcükleri.... bana bir kazma bana bir bıçak konuşsam annem uçurum doğuracak Adlî İlâhî’den sual eylesem Kapanır dudaklar, susar, söylemez... Acep hangi meyve helâldir desem Sararır yapraklar, susar, söylemez.... Munis bir merakım, mağrur bir merak Tohum bir merakım, yağmur bir merak Maden bir merakım, çamur bir merak Utanır topraklar, susar, söylemez.... Karlı dağlar uykuya mı yattı ki Geçitleri haydutlar mı tuttu ki Deli rüzgâr dilini mi yuttu ki Ormanlar-ırmaklar, susar, söylemez.... Desem ki adalet, hürriyet var mı? İnananlar inancını yaşar mı? Yoksa zulüm-zillet boydan aşar mı? Kararır şafaklar, susar, söylemez.... Bir yemine çeksem gök yere değer Âlem söz orucu tutarmış meğer Balıklar başını önüne eğer Sallanır kavaklar, susar, söylemez.... (Yasakllı Rüyalar) Ben yalnız tarla da mı başak Deniz de mi balığım yoksa Bu esen yel ne biçim yel Yapraktan sudan Poyraza mı dönüştü hava Kötü günler mi geçti Ben görmeyeli Ben de acılar mı kattım acıya Bu yol o yol değil mi söyleyin N'olur Gittiğim yol Giden yol HÜRLÜĞÜN YOLU Dünyayı gezdim dolaştım Ayrılık gibi dert olmaz Tatlı canımdan usandım Ayrılık gibi dert olmaz. Kaçan döndüm yâre baktım Çözümden kanlı yaş döktüm Gezdim her belayı çektim Ayrılık gibi dert olmaz. Hilal kaşı keman değil Zülfü ahir zaman değil Be yarenler yalan değil Ayrılık gibi dert olmaz. Kullar başına gelmesin Kimse göz yaşın silmesin Hak, düşmanıma vermesin Ayrılık gibi dert olmaz. Bana inanmayan varsın Aşık'ın yüreğin yarsın Neler çektiğini görsün Ayrılık gibi dert olmaz nasıl olduysa birden adımı unuttum adını unuttuğum o sıcak şehirde yıldız alacası yüzen bir zakkum yanımda o hayal kız ikide birde yolumu gözlerine bakıp bulduğum. sahi ben ne hırçın bir çocuktum ele avuca sığmaz aklı fikri şiirde mısra mısra başımı belaya soktum İzmir cezaevi dokuzyüz kırk bir'de kaşla göz arası liseden kovuldum. inanmakta geç sevmekte çabuktum bazen yaşadıklarım aklıma gelir de kaç kere umutsuzluğun yolunu tuttum istenmeyen adam hemen her devirde hemen her devirde ateşten bir buluttum. binlerce umuttan belki bir umuttum Tahammül mülkünü yıktın Hülâgû Han mısın kâfir Aman dünyayı yaktın ateş-i sûzân mısın kâfir. Kız oğlân nâzı nâzın şehlevend âvâzı âvâzın Belâsın ben de bilmem kız mısın oğlân mısın kâfir. Ne ma’nâ gösterir duşundaki ol âteşin atlas Ki ya’ni şule-i cansuz-ı hüsn ü ân mısın kâfir. Nedir bu gizli gizli âhlar çâk-i giribânlar Aceb bir şûha sende âşık-ı nâlân mısın kâfir. Sana kimisi cânım kimi cânânım deyü söyler Nesin sen doğru söyle cân mısın cânân mısın kâfir. Şarâb-ı âteşinin keyfi rûyun şul’elendirmiş Bu haletle çerâğ-ı meclis-i mestân mısın kâfir. Niçin sık sık bakarsın öyle mirât-ı mücellâya Meğer sen dahi kendi hüsnüne hayrân mısın kafir. Nedim-i zârı bir kâfir esir etmiş işitmiştim Sen ol cellâd-ı din, ol düşmen-i îmân mısın kâfir Âlemde bir devir dönüyor amma Devr-i İngiliz mi Frenk mi bilmem Halli kolay değil, pek güç muamma Zâlim zulmü göğe direk mi bilmem. Üzerimden güneş doğup aşıyor Eriyip kar gibi bahtım üşüyor Gönül tandırında bir aş pişiyor Yanan ciğer midir, yürek mi bilmem. Aşkımın sönmüyor, eyvah közleri Ne gecesi belli, ne gündüzleri Dinleyene Seyranî'nin sözleri Gerek değil midir, gerek mi bilmem Ey sofi özüne bir muradım var Elin günahını sen mi görürsün Yüzün kara bir külhanda yerin var Ali divanına nasıl varırsın. Rehberin kim olduğunu bilmezsin Kov ile gıybeti elden koymazsın Ahrette yatacak yer de bulamazsın Toprak kabül etmez nerde kalırsın. Lokman sofusunu eli tutarsın Hakk'ın döşeğine yere yatarsın Bilmem yetmiş iki dilden ötersin Sen bu dilin kangısını bilirsin. Pir Sultan Abdal'ım böyle olunca İhlas talip muradını alınca Devir dönüp halin ile gelince Sen de bu huy ile murdar olursun ağacım ben dalları derinde yaprağım ben paramparça suyla ışığın ellerinde. ben yüzen bir kuş ucan gölgeyim suda gökte bir ışık. göğüm ben toprak yatağında suyla karışık. eğil bana bak bana senim ben sana aşık Doğu derki Batıya, güneşi fethetsen de, Ruh gerçeği bendedir, madde yalanı sende (1982 ) Söyler isem bu derdi ben Sırrım cihana faş olur Sakin olup oturursam Sağmaz yüreğim baş olur. Seyrim daim senden sana Seyranlarım senden yana Sultandürür aşkın bana Süvar ü hem yoldaş olur. Sen tınma Aşık ol erür Sayruyu sağı ol görür Serkeşleri yoldan sürür Sakinlere ferraş olur Sis koyu ve sonsuz, çünkü unutmalıyım denizin tuzlu dalgalarının beni fırlattığı yeri. Vardığım ülkenin ilkbaharı yok: yalnızca beni bir anne olarak saklayan uzun gecesi.. Uluyor yel evimin çevresinde ve hıçkırıyor. Bir cam gibi kırıyor çığlığımı. Ve beyaz ovaların sonsuz ufukları boyunca görüyorum görkemli ve acılı günbatımının ölümünü.. Kimi çağırabilir ki buraya düşmüş kadın, yalnızca ölüler O'ndan daha çok yol gidebilirse? Kendileriyle sevdiklerinin kolları arasından sessiz ve katı bir denizin yükselişini yalnızca ölüler görür.. Limanda beyaz yelkenleri parıldayan gemiler geliyorlar kimselerin bilmediği ülkelerden; açık-gözlü tayfaları bilmiyorlar ırmaklarımı ve geliyorlar denizlerimin ışığını görmemiş solgun meyvalarla.. Ve boğazıma bir düğüm gibi takılan sorunun yanından geçişini gördüm onların, yitip gittiğini, yenildiğini: yabancı lisânlar konuşuyorlardı, yaşlı annemin altın ülkelerde türkü söylediği canlı dili değil.. Toz gibiydi mezara düşen kar, bir ölümlü gibi görüyorum sisin büyüyüşünü, ve delirmemek için saymıyorum her bir saniyeyi, çünkü uzun gece yeni başladı daha.. Görüyorum yenik ovaları ve topluyorum kederlerini, çünkü yitik manzaraları görmeye geldim. Kardır gördüğüm yüz pencerelerimden; her zaman düşsün o beyaz ışık göklerden! . Her zaman üstüme kar, Tanrı'nın büyük bakışı gibi Her daim beyaz portakal-çiçek evimin üstüne; Her zaman, kaderin hiç yorulmaması ya da yok olmaması gibi düşer gökten beni örtmek için, korkunç ve mükemmel.. Türkçeye çeviren: İsmail Aksoy Yeryüzü bana mescit kılındı Ant verdim toprak şahit tutuldu Her sabah her öğle her akşam İkindiyle yıkanarak yatsıyla donanarak Seslerden bir sesle fırınlanıp Sulardan polatlanan benim.. Geldim durdum önünde işte bir anıt gibi Sıyırarak sırtımdan bir yılan giysisini.. Evet bir hançer ağacı gibi büyüyor içimde acı Dağlardan bir dağ gibi kabaran yüreğimde. Kargaların sırtlanlarla anlaştığı bir günde Bir yabancı fırtınaya tutulan yapraklarım Kudüs'te Mescid-i Aksa'da Belki bir batı karanlığında Topkapı'da Yangına uğramışsa Duymaz olmuşsa kulaklarım göklerin muştu sesini Elbet kıracağım bir gün bu ihanet kelepçesini. Çün defterler açılıp hesap soruldukta Yetimin hakkı soruldukta yoksulun hakkı soruldukta Milletim omuz omuza verip Kıyama duruldukta.. Gündüzler nasıl beklerse gecenin bitmesini Sabırla söküyorum bu tarih gecesini.. Yüreğim usul usul vuruyor Kafkasyalım Namludan yeni çıkmış sıcacık kurşun gibi Dağlılar dağlar gibi ormanlar ordu gibi ağaçlar asker gibi Bir şimal rüzgarı değil bir Şamil fırtınası Tutsaklık haritası değil bir zafer coğrafyası Can pazarında Azerbeycan'da Bir türkü işliyor nakışını kalbimin üstüne "Kurban olayım ayına ayına yıldızına" Bir ucundan dünyanın öbür ucuna Kan olup dolaşan damarlarımda Arabistan'da Pakistan'da Türkistan'da Şu anda İran'da Afganistan'da.. Gecelerden bir gece en kesin bir tarih gecesini Delecek elbet yangına uğramış gözlerim İçimde kayalaşan bu güç bu savaş birikintisi Sağdan sola kavisler çizerek Ak bir kağıt üstünde dolaşır gibi Dolaşan Asya'yı Afrika'yı Amerika'yı Sonra bir solukta geçerek üstünden Avrupa'nın Avrupa'nın Rusya'nın.. "Yememiştir hiç kimse Elinin emeğinden daha hayırlısını" diyerek Şafak gibi alınlara terle yazılmış Hakkın mutlak ölçüsünü Elbet benim işçilerim çekecek Emeğin kutsal direğine.. O ışık ki düşer bir zenci yüreğine Birden aydınlık kazanır zulme uğramış bütün yürekler Onulmaz Hint ağrısına tükenmez Çin sancısına İsyanın Macarcasına ezilmenin Çekoslavakcasına Yanmanın Polonyacasına direnmenin Vietnamcasına Gerillanın Arapçasına Yetişecek elbet benim müjdeci sesim.. Ey insan ey şimdilerde hep bir beklemeye duran Duy zaman içre sürüp gelen bu sesi Sürüp gelen çağlardan çağlara Renk veren tarihe yeşil çağlayan Savaşçı yüreğinden savaşçı yüreğine Cezayirden senegalden Yüreğimin içine Boğaziçine Kelimelerden bir kelime diken yeryüzüne.. Dünyanın kalbini dinle geliyor adım adım Dallar meyvaya dursun toprak tohuma dursun İnsan barışa dursun selama dursun zaman Sabır savaş zafer. Adım: MÜSLÜMAN Ömrümün hasretle geçen her günü Bilmezsin gün müdür,hafta mı,ay mı? Günlerce görmeden güzel yüzünü, Bu gizli sevdayı çekmek kolay mı? . Ben şimdi, o güzel çehrenden başka Ne bir yüz düşünür, ne hatırlarım Kanımla yazsamda bu çılgın aşka Tercüman olamaz şu satırlarım.. Bir zaman gülerek nasıl yaşardık Bu günse hayatım ne boş emektir! Hasretle uzayan bir ömrü artık Bu sürmek değil,sürüklemektir! Sen aziz şehrim, Uykusuz yaşadığımı bilmelisin. Bütün işçilerin Saçak altında uyuduğu bir saatte, Ben mızıka çalarak geçiyorum sokaktan. Sen aziz şehrim, Ellerim gözlerim kadar benimsin.. Ve aziz şehrim, Şu anda seni terk etmem için Her şey tamam. Gemi hazır, yelken fora. Fakat neden, Ölülerim bırakmıyor yakamdan. Canalıcıma, Uykumdayken, kancikçasina baskin verme! Gelince de, saygisiz konuklar gibi oturup, yerlesip, siftinip çöreklenme! Seni bir müzmin tedirginlik olarak derime yapismis, canima sivismis olarak kendimde duymayayim. Düsün ki ben seni, varligimin bilincine vardigimdan beri beklemekteyim. Bunca zamandir beklenen bir konuga yarasir bir sayginlikla gel! Sana olan saygimi yitirtme bana. Gürültülü patirtili gelme! Kimseler duymasin geldigini. Bir sen bil, bir de ben bileyim, yeter.Gelisin, herkesleri ayaga kaldirmasin. Tam bana göre, bana uyan bir davranisla gel. Sessiz, sürdügüm bunca yillik yasamima yarasacagi üzre suskun, gel. Çünkü benim için geleceksin, beni almaya geleceksin, baskalarini tedirgin etmeye degil. Uykumda birden bastirma ki, bunca yildan beri gelisini gözledigim en gerçek ve en son konuguma göstermem gereken saygida bir eksikligim olma-sin. Saygiyla ayaga kalkip seni buyur edeyim. Almak istedigini, sana onurla kendim sunarak vereyim. Bir yasam boyu çektiklerimi az bulup, bana bir de sen çektirmeye kalkma! Her ne çektimse hepsine güleryüzle katlandim, onlari salt kendim bildim. Üzünçlerimi kendime sakladim, sevinçlerimi el'le bölüstüm. Sonum da böyle olsun isterim. Bilirim güçlüsün. Kimselere egilmemis basim, senin önünde egilebilir, ama bunu bana yaptirtma! bana yasamimi yadsitip, sonumda beni kendimden utandirtma! Senin amasizligindan böyle bir yigitlik bekliyorum, bana önünde bas egdirtme. Güleryüzle gel, gülümseyerek karsilayayim seni... Dimdik yasadim, sen de beni dimdik kucakla, al götür. Pusu kurma, arkadan vurma. Ayakta karsilasalim soylucasina... Öyle çelebicesine gel ki, seninle gitmek için istekleneyim. Senin gelisinle ikimizin birden gidisi bir olsun. Simdi var, simdi yok olalim. Bekletme beni. Elini çabuk tut. Her sey birdenbire olsun. Sen öyle bir kesin gerçeksin ki, sana yalan da söylenemez. Bütün yasamimda çagdaslarimdan hiçbirini kiskanmadigimi bilirsin; iyi yürekliligimden degil, hiçbirini kendimden büyük görmedigimden... Yine bilirsin, yaptiklarimla da, yapmayi tasarlayip dahaca yapamadiklarimla da böbürlenirim. Bana verdigin mühlet içinde, tasarladiklarimi yapamadimsa, evet, suç kim-senin degil, benim... Bu ceza yeter bana; çünkü acisini duyanlar için cezalarin en agindir. Herkes gibi ben de seninle ilk ve son olarak yalniz bikez karsilasacagim. Bu karsilasmamiz, nerede, ne zaman, nasil olsun diye, zaman zaman çok degisik istekler geçirdim içimden.Kahraman olmak istedigim dönemlerim oldu.Kahramanlar ilk savaslarinda ölmeyen, son savaslarinda sag çikmayanlardir. Seninle son savasimda karsilasmayi istedim bir zamanlar.Savasin bir yasam boyu sürdügünü, yasadikça sonu olmadigini bilmiyordum. Sonsuzca süren bu savasimin öyle bir yerinde gel, öyle bir güzel gel ki, sana gülümseyerek elimi uzatip, 'Merhaba! ' diyebileyim. Bir zamanlar da, uzun uzun yasayip bitkisellige dönüsmeyi, bitkisel yasamimda gelisini bile bilmemeyi istedim. Simdiyse, ne kahramanlik gösterisinde, ne bitkisel bitikligimde gelmeni istiyorum. Dilersen, en beklemedigimi sandigin zaman gel. Beni hiç sasirmayacaksin, çünkü hep aklimdasin, beynimde bir kiyma gibi... Korkmadan bekliyorum, gel! Nice yasadimsa, seninle basbasa, disdise dögüstüm.Pek çok kez yen-digim de, yenildigim de oldu. Canim ki en kutsal olan her seyim benim, onu elbet bana yakistigi gibi, ayakta, saygiyla, yigitçe vermek isterim; teslim olmadan... Bir armagan gibi vermek canimi! Sen de yenigin kalemini ki o kalem hep kiliçti- teslim alirken iki elinle basinin üstüne saygiyla kaldirarak al beni! Lekesiz, ariduru, yasami süresince hep kendi kendini aritan bir cana, saygili ol, benim sana saygili oldugum gibi. Kimselere demedim, sen de kendine of dedirtme bana. Ne kahramanlikta, ne bitkisellikte, iste simdi oldugum gibi bir sira, elimde kalem, önümde kâgitla daktilom, böyle bir zamanimda gel! Istersen gece, istersen gündüz, istersen yazin, istersen kisin gel; kapim da, yüregim de her zaman açik sana! Yeter ki, kendi gözümde kendimi küçültme bana, kimseden su istetme, yardim diletme bana... Seninle yigitçesine dögüsmedim mi? Bunlari istemeyi haketmedim mi? Bana ille de of dedirtecek isen, hiç olmazsa bunu ikimizden baskasi duymasin. Bunca yil durmaksizin karsi karsiya savasmis iki savasçiyiz. Üstelik benim savasim, seninkinden çok daha yüceydi.Çünkü sen, sonunda nasil olsa utkunun senden yana olacagini biliyordun.Oysa ben, sonunda nasil olsa yenik düsecegimi biliyordum. Yenilecegimi bile bile, ama hiç yenilmeyecekmisim gibi, beni yenecek olanin üstüne üstüne varmadim mi? Bir an olsun korktum mu ya da kaçmayi düsündüm mü? Birazcik daha yasayabilmek için, birazcik daha iyi yasayabilmek için, bunca güzelim bu yeryüzü ugruna bile, sana bir kirpi ödün verdim mi? . Yasamayi haketmeye çalistigim gibi, ölümü de haketmek istiyorum Bu hakki bana tani? Çünkü, bu sonsuz güzellikler açan güzelim dünyaya; ben de gücümce güzellikler katmaya çalistim.Bir güzel ada, atlasta görünmeyecek denli küçük diye yok sayilabilir mi? Benim katkim da atlasta görünmeyecek denli küçücük olsa da var. Ne mi yaptim? Ortaçag simyacilari tasi altina çeviremedi.Ama ben bir simyaciyim, gözyaslarimi gülmeceye çevirerek dünyaya sundum. Saygiyla gel, bekliyorum. yüzünün yarısı göz kadife yansımalı bulutlu siyah ah bulutları eflatun o boy aynasından çıktı fransızın malı vişne asidi vardı tadında rujunun ah sinema yıldızı filan olmalı ağızlığı kristal son derece uzun. bir kibrit çakıldı mı ah yağmurluklu kız alevinden anlamlı dumanlar üfürüyor ah çocuk yüzünde gül goncası ağız saçlarından incecik su tozu dökülüyor sığınak gibi derin ağaçlar gibi yalnız karartma başlamış ışıklar örtülüyor. ellerinde ruh gibi ah portakal kokusu kırkmaları morsalkım göz kapakları saydam çok vapurun battığı bir liman orospusu bir hırsla öptüm ki ah ölürüm unutamam ay ışığında deniz akordeon solosu pırıl pırıl yaşadım üç dakika tastamam. görkemli çadırında italyan lunaparkın sanki zeytin düşürür yerlere gözlerini ah tahtına kurulmuş bol sakallı bir kadın sutyenler tutmuyor çılğın göğüslerini kaşları ip incesi kumral kirpikleri kalın kim görse şaşırır sakalının süslerini. tavana asılmış sosyalist saçlarından ah sabah sabah omuzları kan içinde işkence sonrası genç bir kadın militan yığınlar uğulduyor hummalı gençliğinde adı bile çıkmamış dudaklarından doğru yaşadığının sımsıkı bilincinde ... Ali Ali deyip ne inilersin İnilersin dolap derdin ne senin Sen de benim gibi yaralı mısın İnilersin dolap derdin ne senin Kim söktü getirdi seni yerinden Dağlar taşlar ah eyleyi zarından Sen de mi ayrıldın nazlı yârinden İnilersin dolap derdin ne senin Pir Sultan'ım ahım arşa dayandı Hasret nârı ile yüreğim yandı Yoksa Hüseyin'den haber mi geldi İnilersin dolap derdin ne senin Daglarin çilesi bitti Benim derdim bitmiyorki Bülbül goncasina öttü Benim derdim bitmiyorki. Senin ile alem baska Gözlerin düsürür aska Görmeseydim seni keske Benim derdim bitmiyorki. Sanki abu-hayat içti Kanat vurup göge uçtu Aklim isyan edip kaçti Benim derdim bitmiyorki. Yerin gögün fermani o Su gönlümün kervani o SEFAI'nin dermani o Benim derdim bitmiyorki Sevdim seni hep canlara cânân diye sevdim Bir ben değil âlem sana kurban diye sevdim. Ecrâm-ı felek levh u kalem mest-i nigahın Didarına aşık ulu Yezdân diye sevdim. Mahşerde nebiler bile senden medet ister Gül yüzlü melekler sana hayran diye sevdim. Aşkınla buhurdan gibi tütmede bu kalbim Sensiz bana Cennet bile hicran diye sevdim. Ta arşa çıkar her gece aşıkların ahı Asilere lütfun yüce ferman diye sevdim. Doğ kalbime bir lahzacık ey nûr-i Dilârâ Sevdanı gönül derdine derman diye sevdim. Bülbül de senin bağrı yanık aşık-ı zârın Feryadı bütün ateş-i sûzân diye sevdim. Huriler ezelden beri Şeydâ-yı cemalin Yanmıştı sana Yusuf-i Kenan diye sevdim. Evlad ü iyalden geçerek Ravza’na geldim Evsafını medhetmede Kur’ân diye sevdim. Kıtmirinim ey Şâh-ı Rüsûl kovma kapından Âlemlere rahmet dedi Rahman diye sevdim. Şeydâ kuluna nazar eyle nazar-ı merhametinle Bir lahza nazar en büyük ihsan diye sevdim Allende Allende. ölüm birden boşalmasıdır insanın kendisinden gizli titreşimler uçar belki boşlukta sesinden. güneş vurunca parıldar görünmez ayak izleri ki beyhude korularda eski bir yaz gezmesinden. solgun bir gülümseme hani ay büyürken görünür aynalarda bırakılmış nice yüz birikintisinden. artık hiç olmasa da sonbahar penceresinde o camların buğulanması her akşam nefesinden. kimsesiz bahçelerde besbelli yalnız dolaştığı rüzgârsız akşamüstleri yaprakların ürpermesinden. duyulur ardında bıraktığı hayallerin gürültüsü sinsi bir deprem gibi camları titretmesinden. masasına gelip gittiği açıkça anlaşılır daktilosu çalışmasa da şeridinin eskimesinden. durduğu yerde patlaması mürekkep hokkalarının ömrünce biriktirdiği sosyalist öfkesinden. ne kadar yok etse ölüm vuruşu göklerde yankılanan kocaman bir yürek kalır şili'nin allende'sinden yan yana iki ülke gibiyiz seninle, ayın önünden geçen bulut önce seni karanlıkta bırakır sonra beni senden bana eser, yerine göre, yerine göre benden sana şakaklarımızı serinleten rüzgâr. . iki kıyı gibiyiz karşılıklı, hem ayırır bizi hem bağlar birbirimize aramızda akan ırmak. İki tarih sayfası gibiyiz art arda birinde başlayan cümlenin sonu ötekinde düğümlenir ancak. . geldiği vakit hasat günleri iki ayrı ağızda aynı anda beliren bir gülümseme gibiyiz seninle ve iki ter damlası gibiyiz alnında elbirliği ile üretilip kardeşçe bölüşülen bir dünyanın. Karagözlüm, kavuşmayı beklerken Ayrılığın vakti geldi, duydun mu? Beraberce diktiğimiz çiçekler Açılmadan önce soldu, duydun mu? . İçimde acıdan ırmaklar çağlar Gözlerim yaş dolu, gönlüm kan ağlar Tatlı hatıralar, sıcak sevdalar Hakikatsiz rüya oldu, duydun mu? . Kara talih ile olunmaz yarış Eğer küskün isen gitmeden barış Belki son ayrılık, belki son görüş Kavlimiz yarıda kaldı, duydun mu? . Çok olur dağların karı-kıcısı Böyle imiş alnımızın yazısı Bu mevsimsiz ayrılığın acısı... Ok vurdu sinemi deldi, duydun mu? . KARAKOÇ’um, kalbim yara, dilim lâl... Ömrümün ufkunu sardı bir melâl Beslediğim umut, kurduğum hayal İçime ateşler saldı, duydun mu?

Yalnız bir kadın sanmıştım önce Oysa kocasını aldatan biri Irmağın orda buluştuk Gece Santiago gecesi. Işıklar sönüp birer birer Yanmaya durunca ateşböcekleri, Son birikintisinde şehrin Dokundum uykulu memelerine. Türkülü çiçeklerin dalları gibi Göğsü gözlerime açılıverdi Ve oniki hançerin bir kerede Yırttığı ipek gibi sinirli. Hışırtısı kulaklarımda Kolalanmış eteklerinin. Işıksız tepeleri ağaçların Yollar boyunca kocaman kocaman. Ve ufuk köpeklerin ufku Irmaktan ötelere havlıyordu. Ne varsa üstünden atlayıp geçtik Böğürtlenler, dikenler, karaçalılar.. Saçındaki topuzun yere yatınca Yumuşak toprakta açtığı çukur, Ben boyunbağımı attığım zaman Çözüşü onun da düğmelerini. Sıra silahlı kemerime gelince Sıyrılışı giysilerinden art arda, Sümbüllerin mi kurbağaların mı Olamaz hiçbirinin böyle bir teni, Ne de billurun ayışığında Sunabildiği var bu ışıltıyı. Kalçaları altımda kaçışıyordu Hani ürkmüş balıklar gibi Bir yanı tutuşmuş ateş çemberi Bir yanı buza kesmiş, sepserin, . O gece dörtnala gördüm kendimi Sedeften küçük bir taya binmişim Gördüm, ne dizgin ne de üzengi At koşturuşlarımın en güzelini.. Neler anlattı sevişirken Ama söyleyemem erkeğim ben Hem böyle ağzı sıkı görünmemi Aydınlık akıl da istiyor zaten Benim günahım aşktır, senin erdemin nefret: Sevgi günahtır diye günahımdan nefret bu. Gel, kendi durumunu benimkine kıyas et, Görürsün siteminin ne haksız olduğunu. Haklıysa da, o sözler kızıl süsünü bozan Ve benimkiler kadar bol sahte aşk senedi Düzüp başkalarının yataklarını talan Eden dudaklarından işitilmemeliydi. Seni sevmem yasaldır; bak, seviyorsun sen de: Gözüm sırf sana düşkün, senin gözün onlara; Merhamet yüreğinde kök salıp boy versin de Acımanla hak kazan sana acınanlara. Aramağa kalkarsan kendi gizlediğini Senin kendi örneğin yoksun bırakır seni. . 1564......... Bu gün genç, ihtiyar, kadın, kız, kızan, Uzanıp yatsak da çardak altında, Boruyu çalınca yarın borazan, Hemen toplanırız bayrak altında. . Bizi hiç tasalı görmez bu yerler; Yiğitler, ölürken bile gülerler, Yeter ki yaşayan er oğlu erler, Bizi çiğnetmesin ayak altında. . Kalbimiz çırpınır yurdu andıkça, Gözlerde zaferin nuru yandıkça; Üstünde bu bayrak dalgalandıkça, Gönlümüz rahattır toprak altında. 1. Çeken piyaleyi Pa-der rikab olup gidiyor Gelen bu meclise mest ü harab olup gidiyor. 2. Vücud-ı pakin Alla'a emanet eyledim anın Gönül eğlencesi can paresibir dil -nüvazım var. 3. Gele bir devr ki bu galibi yad eyleyeler Fırsat- ı sohbeti ahbab ganimet bilsin 1. Bir sadrazam ölmüş; faytonu yokuş aşağı Sirkeci’ye götürülüyor eller üzerinde. Kara bir gemiyle Eyüp Sultan’a gömülecektir. 2. Yerine atanan bir istimbot da rıhtıma yanaşmış sarı şeritli ak. Yukarı hükümete iktidara çıkıyor. 3. İki alay karşılaşır yol ortasında. Bir gelgit. Ağır ve sert bakarlar birbirlerine durmak eylemi. Be güzel senin derdinden Dün ü gün gezer ağlarım Ah eyleyip inleyüben Göz yaşı döker ağlarım. Çağırırım Gani deyi Unutmasın beni deyi. Kimi görsem seni deyi Yüzüne bakar ağlarım. Aşık'ım uğradım derde Düştüm bu söyünmez oda Hak kadı olduğu yerde Sinimden çıkar ağlarım Kör Ettiler Gözlerimi Gör Dediler Olmak İçin Dinlemeden Sözlerimi Sor Dediler Olmak İçin. Bil Haddini Gel Kendine Her Nağmeyle Yanmaz Sine Mızrabını Yüreğine Vur Dediler Olmak İçin. Arzularsan Hak Katını Yık Zahiri Gör Batını Dergaha Doğru Atını Sür Dediler Olmak İçin. Yok Olmadan Kalpte Güman Belli Olmaz Yahşi Yaman Bekle Hele Daha Zaman Var Dediler Olmak İçin. Can Olmazsan Sultanına Yetişmezler İmdadına Serini Er Meydanına Ser Dediler Olmak İçin. Arzular Hak Katını Yık Zahiri Gör Batını Dergaha Doğru Atını Sür Dediler Olmak İçin Uçurumun kenarındayım Hızır Ulu dilber kalesinin burcunda Muhteşem belaya nazır Topuklarım boşluğun avcunda Derin yar adımı çağırır Dikildim parmaklarımın ucunda Bir gamzelik rüzgâr yetecek Ha itti beni, ha itecek Uçurumun kenarındayım Hızır Civan hazır Divan hazır Ferman hazır Kurban hazır. Uçurumun kenarındayım Hızır Güzelliğin zulme çaldığı sınır Başım döner, beynim bulanır El etmez Gel etmez Gülce'm uzaktan dolanır Uçurumun kenarındayım Hızır Gülce bir davet Mecaz değil Maraz değil Gülce bir afet Peri değil Huri değil Gülce beyaz sihir Gülce ölümcül naz Buram buram zehir Yar yüzünde infaz. Bir gamzelik rüzgâr yetecek Ha itti beni, ha itecek Güzelliğin zulme çaldığı sınır Uçurumun kenarındayım Hızır Ben fakir En hakir Bin taksir Ateşten Kalleşten Mızrakla gürzden Dabbetülarz'dan Deccal’dan, yedi düvelden Korku nedir bilmeyen ben Tir tir titriyorum Gülce’den Ödüm patlıyor Gülce’ye bakmaktan Nutkum tutuluyor, ürperiyorum Saniyeler gözlerimde birer can Her saniyede bir can veriyorum. 1981 Ne giydiğini yaz bana! Sıcak tutuyor mu? Nasıl uyuduğunu yaz bana! Yatağın yumuşak mı? Nasıl göründüğünü yaz bana! Hep aynı mısın? Neyi özlediğini yaz bana! Kolumu mu? Nasılsın, yaz bana! Hoş tutuyorlar mı seni? Ne bok yiyorlar, yaz bana! Cesaretin yetiyor mu? Ne yaptığını yaz bana! Yaptığın şey iyi mi? Neyi düşündüğünü yaz bana! Beni mi? Elbette sorulardır sana bütün verebildiğim. Ve gelen yanıtları kabullenmeliyim, mecburum buna. Yorgunsan, uzatamam sana elimi. Ya da açsan, seni besleyemem. Sanki yaşamamışım bu dünyada, hiç yokmuşum. Unutmuşum sanki seni. yenilmek mesele değil ilham eder bir daha denemeyi balta yemiş bir ağacın sürgün vermesi gibi. tekrar yöneliyoruz imkansızın günün yok kimsenin çünkü zaferi mümkünlere bakıp değer mi deme arzuyla dengeliyoruz vazgeçişi Düş bir yaş dalından düşerse Nereye düşer hiç düşündünüz mü? Yerde bir iz kalmayacak mı izdüşüm? Düşen yaş dalından düşünce Gözlerinizdedir pınarı Bir yaş bir daldan düşünce Kökündedir yaşı Bir yaş düşer bir daldan Hepimizin ölen arkadaşı Ve çok eskilere dair bir düşünce Ümidin her zaman haib, nasibin daima nekbet; Hayatın geçti hüsranlarla ey gün görmeyen millet! Ne devletsiz başın varmış, ne mel'un tali'in, hayret! Muebbed bir hayat ummuş da içmiştin.. Fakat seyret: Nasıl zehr oldu birden diktigin sahba-yı hurriyet! . Meğer altüst olurmuş en muazzam arş-i istiklal; Meğer pamal edermiş en bülend akvami izmihlal; Meğer birden olurmuş altıyüz yıl beslenen amal, Ufuklar, bak, adem rendinde zulmetlerle malamal.. Ne beklerdik, nasıl çıktın sen ey ferda-yi istikbal! . Bu istikbalı rüyamızda görseydik inanmazdık! 'Sabah olmuş' dedik, sezmekle bir avare aydınlık. Ne haybettir: değilmiş fecr-i kazıbler kadar sadık! Cahimi bin hatar kat kat yığılmış, gelde yırtıp çık! ilahi! Bir ışık göster, bunaldık büsbütün artık! . Fakat hey şaşkın, istimdad için Hak'dan yüzün var mı? Kitabullah'a yüksekten bakan gözler de ağlar mı? Muhakkar gördüğün kuvvet bu gün bir bak, muhakkar mı? Demezdin, ruhu Kur'an'ın o lakaydıyle muztar mı? Ya sen muztar kalır, feryad edersen, aldırırlar mı! . Evet, sen böyle bir ferda-yı mahşer-hızı ummazdın, Haberdar eyleyenler oldu; güldün. Pek de kurnazdın! Kudurmuştan beter bir hale geldin, durmadın azdın! Düşen ma'suma çıkmak gayr-i kaabil bin çukur kazdın: Gömüp ahlakı, artık fuhş için bah-name'ler yazdın! . Utanmak bilmiyorsun, anladık, lakin ne isterdin: Şu milletin ki levsiyyatı bir 'meslek' deyip verdin? İbadullahı saptırdın, fakat bir yol mu gösterdin? Görürsen nerden bir namus, fuşh-abada gönderdin; Sezersen kimde na-merdane bir fitrat, kanat gerdin! . * * *. Bıyık kirpik, sakal yontuk da tırnaklar birer parmak; Yıkanmaz bir surat, sol gözde beyzi cam, fakat parlak; Hamamsız ensenin sırtında bir yağ var: kayar yavşak! Şu, kalcınlarla kıvrık pantalon altında, kıskıvrak Seken Osmanlı centilmeninde hiçbir duygu yok mutlak... Utanmak ver, yeter, kaabilse Allah'ım, utandırmak! . 29 Tesrinisani 1328 (1912) Ben ağzından şelale dökülen bir padişahtım Kendi elimle fermanını yazdığım bestekarın Mihriban nağmeleriyle yaşardım. Duran ve kımıldanan her şeye soluğum yeterken Ne oldu da içimdeki geceye hükmedemedim Sisli bir kement gözüne efendim dedim. O gitti... Kemendi yeni bir nağmeye çevirdi Üstelik her gece geldi ruhu önümde eğildi. Söyleyin bana benim kehribar saçlarım Döşeğimde çarşaflara bürünmüş bir göç gibi yatarken Ötelerden yükselen bu dilsuz sesler kimin. Ben ağzından şelale dökülen bir padişahtım Geçerken önlerinden kahkaha arabasıyla Alkışlardı beni her cuma o güzel halkım... Dinleyelim dağ basında figanı Görelim ne demiş o Leylâ Leylâ İkimiz de oturalım diz dize Bir de hu çekelim hu Leylâ Leylâ. Felek çakmağını üstüme çaktı Beni bir onulmaz derde bıraktı Vücudum şehrini odlara yaktı Yandım ateşine su Leylâ Leylâ. Felek kemendini eyledi çengel Yare varam diyom koymuyor engel Ölürsem sevdiğim üstüme sen gel Çeşmin yaşı ile yu Leylâ Leylâ. Daim dilimizde Hakk'ın kelâmı Uğra dost yanına eyle selâmı İsmini sorarsan Emrah gulamı Daim aklımızda o Leylâ Leylâ beni benden alıp alıp götüren saçını rüzgara katarsın sevda şaşma ufuk gibi yandığıma sen bende doğar bende batarsın sevda . âfet yakar diye duyulmuş gözün bir çift namlu gibi oyulmuş gözün beni çıldırtmaya koyulmuş gözün mermini şurama atarsın sevda . ağlayışın yaman, gülüşün yaman pençende yüreğim başımda duman ciğer kebap olup, yandığım zaman su değil, baldıran tutarsın sevda . ben gün doğusunda beklerken seni neden hep lodosa açtın yelkeni turnalar mı alıp gitti neşeni şimdi hangi koyda yatarsın sevda . bırak sürükleme suyuna beni hedef bendim, gerdin yayına beni ne dehşet getirdin oyuna beni betersin, betersin, betersin sevda Hiç bir zaman yenilmedi geceye Sevincim de, inancım da doğru diye bildiğim güzellikler Hiç bir gün kendinden uzak bir şeye değişmedi. Hiç bir gün yolda koymadı beni Güvencim ve direncim... Düşerim sandılar, dönüp baktılar Gülerek geçip gittim. Evet, ben tek başımaydım Onlarsa çok yalnızdılar! “Korkmuyor musunuz” diye sormuştum Zonguldak’ta bir madenci ağbime. “Korkup da napacan” demişti, “korkuyla yaşanmaz ki.” Kocaman harflerle ‘önce güvenlik ’ yazıyordu önünde konuştuğumuz duvarın üstünde. Önce düşük maliyet. Önce yüksek kâr. Önce maksimum kapasite. Önce karanlık. Önce sessizlik. Önce duman. Önce ölüm. Şimdi kriz masalarında kifayetsiz bir telaş. Hiçbir yaraya derman olmayan başsağlığı mesajlarımız, gözyaşlarımız. “Çizmelerimi çıkarayım mı” diyor mahşerin ortasında çok yüksek kapasiteli bir kalp sahibi, “Ambulans kirlenmesin.” Bir de temizlik maliyeti eklenmesin masraflarınıza benden ötürü. . Hadi şimdi gider pusulasına yazın kardeşlerimizin vasiyetlerini. Vergiden düşün babasız kalan çocukların acısını. Soğuk rakamlar üzerinden bir hayat kurun karanlık ve ıslak maden dehlizlerinde. Bu işin sorumlularını affetmeye hiçbir kulun gücü yetmez. Bunu ancak Yaradan yapabilir. Allah sizi affetsin. Çıkarın o pahalı çizmelerinizi. Dünya daha fazla kirlenmesin. Sonsuzluk Kervanı,'peşinizde ben, Üç ayakla seken topal köpeğim! ' Bastığınız yeri taş taş öpeyim. Bir kırıntı yeter kereminizden! Sonsuzluk Kervanı, peşinizde ben.... Gidiyor, gidiyor, nurdan heykeller... Ufuk, önlerinde bayrak kulesi. Bu gidenler, Altın Kol Silsilesi; Ölçüden, ahenkten daha güzeller. Gidiyor, gidiyor, nurdan heykeller.... Sonsuzluk Kervanı, istemem azat! Köleniz olmakmış gerçek hürriyet. Ölmezi bulmaksa biricik niyet; Bastığınız yerde ebedi hasat. Sonsuzluk Kervanı, istemem azat. Sahiden uyuyor mu? Ahh! Kim vurmuş kumrumu? Ben geldim, civanım, yiğidim, kalk! Kalksana, konuşsana! Görmüyor musun? Yoksa... Örttü mü, gözlerini kara toprak? Bu zambak dudaklara, Şu zeren yanaklara, Acımadın mı hiç kahpe felek? Aşıklar, aşk timsali, Gözü pırasa yeşili Piremuz bırakıp gitti beni! Hadi gel, tezcanlı ecel, Gel bana, geline gel, Batır mum sarısı ellerini, Batır benim de kanıma! Madem kıydın canına, kopardın onun bamtellerini. Konuşma artık, ey dil, Sadık kılıç, naz etme, gel, Odlara yanmış bağrımı dağla! Bıçaklar kendini. Geldim yolun sonuna, Uğurlar olsun bana! A dostlar, o dostlar, kalsın siz de sağlıcakla! .......Bir şizofrendim artık... Yalanlar söylüyordum, hem sana hem de ona... Kendimi tanıyamaz olmuştum. Hangisi bendim? İçimdeki, o güzelliğiyle dünyayı elde etmeye kışkırtılmış, karanlık ve ilgi tutsağı kadın mıydım; yoksa uğruna hayatından vazgeçmeye hazır olduğum aşkına mahkum, ezilmiş kapılarda bırakılmış, verdiği güven ve taşıdığı masumiyetle sana cazip gelmeyen o sevdalı kadın mı? İkisi de olmak istemiyordum. Ama ikisinden de vazgeçemiyordum. Sanki biri olmasa diğeri yıkılacak gibiydi. Birbirinden nefret eden ve birbirinin varlığına taammül edemeyen bu iki benlikle yanlız kaldığımda çıldıracak gibi oluyor, ağır ağır ruhumu öldürüyordum. Artık yalnız kalmak dayanılmaz olmuştu benim için... Seni göremediğim zamanlar ona gidiyor, onu göremediğim zamanlar sana sığınıyordum. İçimdeki bu birbirine aykırı iki kadın beni durmadan diplere çekiyordu... binlerce pazartesi geçti ömrümde hangisiydi o çıkaramıyorum bir kiraz yediğimi hatırlıyorum kurtluydu demek oldukça eski. bir de saçma sapan şeyler bir kızın diz altını örneğin bir adamın çirkin sigara içişini. nasıl yaşanıyor bu vesayetli dünyada hangi çılgınlar nasıl dayanıyor buna kimsenin soyunu sofunu bulmak görevim değil kendi öykümü düzenlemek yetiyor bana güzel bir öğle vakti eski güzel bir aksamı hatırlayarak sonra dopdolu şeyler damacanalar gibi içim kabarıyor. sonu olsun diyorum neyin sonu ama hiç değilse bu tas basamakların İhtiyar bir sandıkta Bana ait eskiler buldum Çatı katında Çoktandır unutmuştum. Kapağını açınca Tıka basa doldurulmuş İmkansız hayaller buldum Arasında kırık dökük umutlar Kenarında naftalinli sevdalar Bir köşede çocukluğum. Eski sandıkta ne varsa Çıkardım yavaşça Hepsini kokladım Usulca okşadım. Sonra özenle Tekrar doldurdum içine Sığdıramadım Nasıl sığmışlar anlayamadım. Sandığı güçlükle kapadım Hayallerim arasına sıkıştı Umutlarım dışarıda kaldı Serçenin ölmesinde bile bir bildiği vardır kaderin.Şimdi olacaksa bir şey yarına kalmaz, yarına kalacaksa bugün olmaz.Bütün mesele hazır olmakta.Madem hiçbir insan bırakıp gideceği şeyin gerçekten sahibi olmamış, erken bırakmış ne çıkar, ne olacaksa olsun! . Hamlet'ten Bu gece konuğumsun. . Karanlık, yırtıcı düşler ve küçük ölümlerle dolu bir ormandan geldin bana... . Perdenin aralığından sızan mahcup ay ışığı yorgun bedenini okşuyor... . Yanımda uyuyorsun. Kollarındaki, bacaklarındaki izleri, yaraları seyrediyorum. . Alımlı, uçumlu bedenine, diriliğine, büyülü gençliğine tutkuyla bağlı olduğun adamdan geliyorsun bana... . Dilsiz sevişmelerinden... . Onu başından beri hiç saklamadın benden. . Zaten ben yüzündeki solgunluktan, düş kırıklığından, gözlerinin sık sık boşluğa düşmesinden anlamıştım hemen. . Zaten yalanlarla yaşayamazsın sen... . Ama gerçeği anlayınca içimdeki resim darmadağın olmuştu bir anda. Resimdeki kırmızı ev yıkılmış, çiçekler ezilmiş, resimdeki bahçenin kapısı kırılmıştı... . Neden, demiştim sana, son bir umutla ve belki bir mucize olur, bana hiç beklemediğim bir gerekçe söylersin diye, tıpkı ölüm mahkumlarının son anda bir kurtuluş haberi beklemeleri gibi... . Gözlerime baktın. Evladını terk etmeye hazırlanan bir anne gibi baktın bana. Bir yalan aradın, buldun belki, ama söyleyemedin. . Yalanlarla yaşayamazsın sen... . İçimdeki resim tutuşmaya başlamıştı. Resimdeki küçük çelimsiz, siyah önlüklü çocuk ağlıyordu umutsuzca... . İçimdeki resim yanıyordu. Çocukluk sevinçleri, düşler inançlar yanıyordu. Resimdeki siyah önlüklü çocuk nereye kaçacağını bilmiyordu... . Yakana sarıldım ve neden? diye bağırdım seni sarsarak: Neden seviştin onunla? .. . Seni sarsmam, yakana sarılmam, sana bağırmam senden güçlü olduğum için değildi. Tam aksine uçuruma düşüyordum, elimi tutup, bırakmaman içindi... . Gözlerin yine bilinmeyen bir boşluğa takılmıştı. Bir süre sustun. Sonra konuştun. Sesin hayat kadar yabancıydı, hayat kadar acımasız, hayat kadar gerçekti... . İçimde tanıyamadığım bir başka kadın daha var, dedin. Ve o kadın onun çekiciliğine karşı koyamıyor... Öylesine büyülü bir yakışıklığı, öylesine küstah bir kendini beğenmişliği var ki kendime engel olamıyorum... . Bu gece konuğumsun... . Karanlık, yırtıcı düşler, küçük ölümlerle dolu bir ormandan geldin yanıma... . Perdenin aralığından sızan mahcup ay ışığı yorgun bedenini okşuyor... . Kollarındaki, bacaklarındaki yaraları, izleri seyrediyorum... . Yanımda, öylesine masum uyuyorsun ki... Bu masumiyetinin arkasında nelerin saklı olduğunu, içinde, sana da yabancı olan o kadını bilmeyi öyle çok isterdim ki... . Sahi, kimdi o kadın? Güçlü, yakışıklı, kıskanç, sahiplenen, hatta küstah, seni inciten, üzen ve kendini beğenmiş erkeklere bu denli çeken neydi onu... O kadını bu parçalanmışlığa sürükleyen kirli ve hastalıklı merak neydi? .. . İçindeki o bin yıllık ezilmişlik bu ezilmişliğin hastalıklı hazzı mıydı karşı koyamadığı... . Kişiliğini parçalayan, iradeni felce uğratan, gururunu tamamen teslim alan bu ruhsuz sevişmelere onu hangi derin eksiklik çağırıyordu... . Sahi, kimdi o içindeki senin bile tanıyamadığın kadın? ... . Bana çekiciliğine karşı koyamadığın bir başkasıyla seviştiğini söylediğin günden sonra haftalarca görüşmemiştik. . Aşkınla çok derinlere gömdüğümü sandığım güvensizliklerim, komplekslerim, korkularım gömüldükleri yerden hiç olmadıkları kadar güçlenmiş ve acımasız inatlarıyla ortaya çıkmışlardı yeniden... . Haklı olmanın, bir suçlu bulup yargılamanın rahatlığını hiç tatmamıştım ki... . Ortada bir yıkım, bir ihanet, bir suç varsa kimsede değil, hep kendimde arardım ben... . Günlerce seni değil, kendimi yargılayıp durmuştum. . Bedenimi aşağılamıştım acımasızca. . Neden ben de içindeki kadını büyüleyen o adam gibi yakışıklı, güçlü, gösterişli bir bedene sahip değildim? ... . Neden bağlandığın o genç adam gibi seni sınırlayıp sahiplenmiyor, üzüp incitmiyor, içindeki o bin yıllık ezilmişliği tahrik etmiyordum? ... . Neden benim de dudaklarımın kenarında kendini beğenmiş ve küstâh bir gülümseyiş yoktu onun gibi... . O görmüştü de, neden ben seninle onca yıl beraber olduğum halde içindeki sana yabancı olduğunu söylediğin kadını görmemiştim... . Saçma, rezil, karanlık düşüncelerdi, ama ne yazık ki gerçekti... . Ama en çok neyini kıskandım biliyor musun? Onun önünde elbiselerini çıkartıp soyunmanı, sevişirken adeta sayıklar gibi söylediğin ve bana dünyanın en masum sözleri gibi gelen o ayıp sözcükleri ona da söylüyor olmanı ve bir de onun yanında uykuya dalışını kıskandım... . Ama asıl acı olan bir gün ansızın seni kıskanmaktan vazgeçişimdi... . Bir gün ansızın öyle büyük bir yokluğa düşmüştüm ki, bu yoklukta her şeye olan inancımı yitirmiştim... . İnsan ancak birine inanıyorsa onu kıskanırdı... . Sen yokken her sabah dünyaya gözlerimi açıp, etrafıma baktığımda, burası neresi, diyordum, kimim ben, kim bu insanlar, şimdi ben bu koca gün ne yapacağım? diye düşünüyordum. Sanki bu hayatla ilgili bildiğim her şeyi unutmuştum... . Ta ki sen bir gece vakti gözyaşlarıyla kapımı çalıncaya kadar... . Öylesine bağlılıkla, öylesine susamışlıkla sarılıyordun ki bana, sanki birden rollerimiz değişmişti, şimdi sen uçurumun kenarındaydın, seni tutması, koruması gereken annen bendim senin... . Sana, senin bana sarıldığın gibi sarılmasam senin resmin dağılacaktı... . İçindeki kadın sana büyük bir tuzak hazırlamıştı. Bedenin, ezilmişliğin, karanlık önyargılarla koşullanmış güdülerin doyuyordu, ama ruhun öylesine susuz kalmış, kişiliğin öylesine parçalanmıştı ki... . Çünkü yakışıklı bedenine vurulduğun, dudağının kenarındaki o küstah ve kendini beğenmiş gülüşüne hayran olduğun genç adamla ruhunla, duygularınla ilgili konuşacak, paylaşacak hiçbir şeyin yoktu... . Bedeninin onu özlüyordu, ruhun beni... . İçindeki, o yabancın olan kadın, arzuladığında genç adama, onun iri, gösterişli bedenine, ipeksi, gergin kaslarına, bitip tükenmek bilmeyen cinsel enerjisine, seni küçümseyen, acıtan o küstah yakışıklılığına gidiyor, susuz kalan ruhun içinse bana geliyordun... . Peki, beni seninle birlikte olmaya iten neydi? Neden bırakıp gidemiyordum seni? .. . Aşkta yasak olana, imkansızlığa, mutsuzluğa duyduğum merak mı çekiyordu şimdi seni bana... . Yoksa ne ondan, ne de benden vazgeçemediğin için yaşadığın acıya, parçalanmışlığa duyduğum merhamet için mi bırakamıyordum seni... . Artık benimle o bir zamanlar tutkuyla bağlandığım bedenini paylaşamıyordun. . Artık sevişmiyorduk seninle. En azından dürüsttük bu kadar kendimize ve bir başkasına... . Ama çıplak bedeninden çok daha mahrem ve sahici olan düşlerini, duygularını, acılarını paylaşıyordun benimle... . Çok küçükken, dayının sana yaptığı cinsel tacizi mesela. Bugüne dek kimselere anlatamamıştın bunu... . Aramızda cinsellik olmayınca artık ben de seninle her şeyimi korusuzca konuşabiliyordum... Düşlerimi, annemi nasıl derin bir sevgiyle sevdiğimi, rüyalarımda onunla nasıl seviştiğimi, o büyük utancımı, karanlık iç dünyamı, doyumsuzluklarımı hasta, yaralı ruhumu... . Aramızda cinsellik olmayınca artık üzerinde iktidar kurmayı asla düşünmüyor, seni denetlemiyor, seninle gizliden gizliye rekabet etmiyordum... . Olmadığımız gibi görünmeye çalışmıyor, güvensizlikten kaynaklanan sahte üstünlük duygularımızı tatmin etmek için birbirimize kapris yapmıyorduk. . Sıradanlığın o büyülü içtenliğini yakalamıştık... . Kendimizle, hayatla, her şeyle alay ediyorduk... . Karanlık ormanından bana geldiğin bir geceydi, hiç unutmuyorum. Yatak odasına girecektim ki, içerden, çocuksu ve adeta mahcup bir sesle: Soyunuyorum, içeri gelme, demiştin... . Önce, böyle deyişine çok şaşırmıştım. Sen benim yıllardır birlikte olduğum bir insandın. İlk anda mahcubiyetine bir anlam verememiştim. İçeri salona geçtim. Sonra bir sigara yakıp düşündüm... Düşündüm... Bu mahcubiyetin, soyunuyorum, içeri gelme deyişin, bana çok anlamlı geldi birden... İçim sevinçle, umutla doldu... Ve o an seninle her şeye yeniden başlamaya karar verdim... . Buna hazırdım... . Seninle ölmeye bile hazırdım... . Soyunuyorum, içeri gelme, deyişin, bir kez daha aşık etmişti beni sana... İlk kez gibi... Ve bütün ilkler gibi sonsuz bir arzuyla... Göl, göl oldu anaların gözyaşı Kan selinde akıyoruz eyi mi? Ateş sardı Malatya’yı, Maraş’ı Kendimizi yakıyoruz eyi mi? . Bağlandı yolumuz, yolaklarımız Zincire vuruldu bileklerimiz Küfür ile doldu kulaklarımız Dişimizi sıkıyoruz eyi mi? . Koçyiğitler kör kurşunla devrilir Kazancımız nahak yere savrulur Dilekçemiz Ankara'dan çevrilir Her belâyı çekiyoruz eyi mi? . Azığı, çarığı ardıca astık Bulutlar yorgandır, kayalar yastık Görkemli başlardan umudu kestik Uzaklara bakıyoruz eyi mi? . Adalet istedik, zulüm sundular Hayat hakkı dedik, ölüm sundular Sabrımıza bakıp korkak sandılar İkrah ettik, bıkıyoruz eyi mi? . Bölücü beyinler baykuş yuvası Pis koku neşreden suyu, havası Duru gönlümüzde millet davası Sevgi gülü ekiyoruz eyi mi? . Yıllar yılı bir halaskâr bekledik Günü güne, ayı aya ekledik Sırtımıza umutları yükledik Doruklara çıkıyoruz eyi mi? . (Suları Islatamadım) 'Bütün ekranlarda kısa metrajlı aşklar Durdurun Dünya'yı inecek var'. Son şişeyi hakladık Agop Mezemizde tükendi böylece Sustur artık bu kaseti Deşmesin 'aman'lı' şarkılar yüreğimizi Bir of daha çekmeyin Şu kavanoz dipli dünya ya Agop. Ah Agop ah Çekmesen dayanır mı yürek? Çekmesen biter mi ömür be? Bir kere düşmüşüz Bir kere yanmışız Allah'ına kadar Ne anlar halimizden süt kuzuları, Ne anlar derdimizden beyefendiler Sen hepsini sil defterinden En kralına çizgiyi çek be Agop Of Agop of Masama o'nu getir hasretim dinsin artık Zaten azgın boğalar gibi içimde tepiniyor yalnızlık 'O' yoksa 'Az acılı' bir sevda getir masama Bıktım bu zehir zıkkım sevdalardan 'İhaneti az' bir gece koy önüme Hilesiz-maskesiz dertleşelim seninle Zaten bıçak çekiyor her gece bana hatıralar Sıkıştırıp beni bir köşeye Ya o'nu bul Ya da bizi rahat bırak diye Ah agop ah Buzları da kadehime değil yüreğime dök bu gece İçim yanıyor içim Benzine bulanmış fitil gibiyim Gözlerimin musluğunu bir açsam Gözyaşlarım beni boğacak Boşver sigarayı tütünü Agop Son kibriti üstüme çak Gönlümce yanayım bu gece Oldu olacak. Oy dibi delik dünya oy Nasıl da harcıyoruz gençliğimizi? Nasıl da can çekişiyor umutlarımız? Oysa Kan ter içinde taşıdık biz ne ayrılıkları Kitabını yazdık biz ne yanlızlıkların Ne fotoğraflarını çektik bir bilsen Agop O yüzsüz suratların Anlayacağın ne acılar çakmiş Ne günler görmüşüz Sözde yaşamak diyorlar buna Agop yaşamak Yaşamak buysa biz çoktan ölmüşüz! Gel gör ki ağlayanımız yok... Anlamadım gitti be Agop Sevgili çok da bu alemde Niye bir dostumuz yok? Niye hiç dostumuz yok? Ahh Agop Ahhh! bir vardım bir yoktum ben doğdum selim-i salisin köşkünde . sebepsiz hüzün hocamdı loş odalar mektebinde harem ağaları lalaydı kara sevdâma uyudum büyüdüm ve nûrusiyâha ağladım . nûrusiyâha ağladığım zaman annem süzudilâra idi ve babam bir tambur annem süstü babam küstü ama ben niçin hâlâ nûrusiyâha ağlarım nûrusiyâaah nûrusiyâaahhh Aylardan Ağustos, günlerden Cuma Gün doğmadan evvel iklîm-i Rum'a Bozkurtlar ordusu geçti hücuma . Yeni bir şevk ile gürledi gökler Ya Allah...Bismillah... Allahuekber . Önde yalın kılıç Türkmen Başbuğu Ardında Oğuz'un ellibin tuğu Andırır Altay'dan kopan bir çığı . Budur, Peygamberin övdüğü Türkler... Ya Allah...Bismillah... Allahuekber . Türk, Ulu Tanrı'nın soylu gözdesi Malazgirt Bizans'ın Türk'e secdesi Bu ses insanlığa Hakk'ın müjdesi . Bu seste birleşir bütün yürekler... Ya Allah...Bismillah... Allahuekber!.. . Nağramızdır bu gün gök gürültüsü, Kanımızdır bugün yerin örtüsü Gazi atlarımın nal parıltısı . Kılıçlarımızdır çakan şimşekler... Ya Allah...Bismillah... Allahuekber!.. . Yiğitler kan döker, bayrak solmaya, Anadolu başlar, vatan olmaya... Kızılelma'ya hey... Kızılelma'ya!!! . En güzel marşını vurmadan mehter Ya Allah...Bismillah... Allahuekber Önce onların yanında çok iyi yüz gördüm. Beni kapıdan karşılayıp ağırlarlardı. Sofralarına konuk ederlerdi. Onlar iki kişiydi ben birdim. Bana elmadan sıkılmış soğuk sular sunarlardı. Kapılarını kapım bellemiştim. Evlerinde oturacak yerim vardı. Önce onların yanında çok iyi yüz gördüm. Evleri gürültülü şehirden iki bin ayak uzaktaydı. Tahtadan yapılmıştı. Beni kapıdan alırlardı, -hoş geldin- derlerdi, onları sevindirirdim. Birlikte yaşıyorlardı, çocuksuzdular. Birinin adı Gülbeyaz'dı, o kadındı, öbürünün adı Sinan'dı, o erkekti. Ben otuzunda Yekta'ydım, Akçaburgazlıyım, oradan geldim, Herkes bir yerlidir çünkü, Ben, Yekta bunu pek hoş buluyordum. Sonra az ışıklı odalarına çıkardık. Bana yeniden -hoş geldin Yekta, bizi sevindirdin senin yanında birçok şeyleri hatırlıyoruz- derlerdi. Serin örtülü minderlere oturmak için ayakta dururduk. Beklerdik, Perdeleri beyaz nakışlı olurdu. Halıları bütün odanın döşemesini usulca mor mor örterdi. Patlıcan örnekleri ve turuncu güneşler vardı üstünde. Birden hepimizin aklına o denizler gelirdi. Ayakta durmayı istemezdik. Serin örtülü minderlere otururduk. Bana -serin örtülü minderlerimizin üstüne otur- derlerdi. Bana elmadan sıkılmış soğuk sular sunarlardı. Evlerinde oturacak yerim vardı. Tütün sunarlardı. Bir dinlenme zamanı kadar birbirimizi duyardık. Alışmak için zorluk çekmezdik. Çünkü karşıt yerlerimiz kalmamıştı bilirdik. Girintilerimiz çıkıntılarımız uygundu. Sussak da ses çıkarmazdık. Karanlık her yere girerdi. Çünkü her yerde gece olur, Ben, Yekta bunu pek hoş buluyordum. Karanlık, serin örtülü minderleri sarmalayan az ışıklılığı altedemezdi. Çünkü biz öyle bellemiştik. Halı da az ışıklı kalırdı, onun güneşleri, patlıcanları da, minderlerin serinliği de. Az ışık, bizim, yani onların ve benim, Yekta'nın, kaçtığımız yer değildi. Birbirimizin ışıktan kaçıracak yerlerimiz yoktu. Az ışıkta da çok ışıkta da değişmezdik. Hep tıpkı kalırdık. Orda buluşmayı severdik yalnız. Sarı bir kuşları vardı. Adına kanarya derlerdi. Küçük bir kafeste odayı doldururdu. «Ama ben onların ölümlü, yanılgan insan, Geçen ve bir daha geri gelmeyen bir rüzgâr olduklarını unuttum. » Çünkü unutmak bana göreydi. Çünkü ben de ölümlüydüm. Ben, Yekta, bunu pek hoş buluyordum. Bu unutmak değildi, içinde olmaktı onun. Önceleri daha iyi mi idi, bilmiyorum. Gidip geldiğim, Durulduğum koyu geceler vardı. Yıkık değildim. Yıkılıp yeniden kurulmamıştım ama, yıkık değildim. Gaz lâmbaları yakardık, Ensiz çalgılar çalardık geceye. Tekliğimiz ayışığına boğulur giderdi. Teker teker üçer kişi olurduk. Öyle de iyiydi. Ben ona, Gülbeyaz kadına, eski yalnızlığımı söylerdim. Ben söyledikçe eskirdi, Uzaklaşırdı. Onunla. Gülbeyaz'la bakışır ısınırdık. Sonra yanılgan insanlığım başladı. Birinde üç gece dört gündüz orada, evde kaldım. Üç gece dört gündüz Sinan'ın yatağında kaldım. Gülbeyaz'la Allahın emri olduk. Ne o beni kandırmıştı, Ne ben onu baştan çıkarmıştım. İkimiz de bildiklerimizin ötesine, bulduklarımızın üstüne çıkmak istemiştik. Bir noksanlığı vardı sanıyorduk bütün olanların belki. Ama aslında bütünlüklerimize bahaneydik. Sinan uzaktaydı. Sinan çemberimizin dışındaydı. Sonra ne bulduk. Süregeldikçe kutsal gibi, Kesildikçe kirli, utandırıcı. Ama utancından kaçmayı biliyorduk. Kutsal gibiliği üç gece dört gündüz kurtlar gibi bizi kovaladı. Sonunda öyle bulduk. Utandırıcılığı öbür insanlardan değildi. Karşılaştırmadan değildi. Birdenbire kendi boşluğundandı, Gelip geçen avutuculuğundandı. Beklemesi vardı. Kanaryayı görmek ayaklarımızı dolaştırıyordu. Minderler serin değildi artık. Ben, Yekta, bunu pek hoş bulmuyordum. Ama dördüncü gecenin yalnız sabahında yine, O, Gülbeyaz Benim ilk aklıma gelendi. O kıyıdaki denizlerin mavişiydi artık. Önce ve birden değişen dağlar oldu. İstemek ve vermek başlamıştı çünkü. Alamamak başlamıştı çünkü. Gitgide düzelirdi biliyorduk. Bunu bekliyorduk. Yeni yeni yerler bulmuştuk birbirimizde Onunla, yani Gülbeyaz'la ben. Kaybettiğimizi bir zaman unuttururdu. Bir zaman yerine yenilerini koyardı Artık çok ışıktan kaçıyorduk. Gizleyecek yerlerimiz olmuştu birbirimizden. Hem ikimizin ondan, yani Sinan'dan, hem birbirimizden. Yine bir eksikliğimiz tamamlanmıştı galiba. İyice seçemiyorduk ama, anlıyorduk. Uzun yaz gecelerinin durgunluğunu, geniş yapraklarının salıntısı ile tamamlayan gizli bitkiler gibiydik. Kaçmamız telâşlı değil sevindiriciydi önce. Ben o zaman, Tanrının, benim yapıma kattığı tatların, bende ötedenberi durmakta olduğunu, daha ötelere kadar da durmakta süregideceğini farkettim. Bu beni kendi yanımda yüceltiyordu. Gülbeyaz benim toprağımı işleyen, kazmaydı. Günah olamazdı yaptığımız. Ben onun çeliğine göreydim ancak. Biz her şeye inanmıştık. Her şey bizi inandırıyordu ama, O'nun, Gülbeyaz'ın yanına artık, Serin minderlerde oturmaya gitmiyordum. Akşamüstleri yakıcı kırlardan suvata inen kır hayvanları gibi gidiyordum. Kapıları benim çeşmemdi. Ekmeğimi edindiğim ocaktı. Bir bu benim dengemi sarsıyordu. Beni. ateş sıcağında kavuruyordu. Suvata inen yanık kır hayvanları gibi gitmemeliydim. Kapısı ekmeğimi edindiğim ocak olmamalıydı. Benim bu kavurgan sanılarını belki gizlediğimizdendi. İnandığımı kurtarmalıydım. Beni bulup çıkaran, ekleyip bütünleyen, Bu duyguyu -Kurtulursa eğer bu güçlülüktü- Arı duru etmeliydim, temizlemeliydim. Önce onlardan çok iyi yüz gördüm. Beni elimden tutar belliyordum. Ona, Sinan'a -Bizi kov- dedim. Onun kovduğu bizi ödeyecekti. Onun gözünde kovulmuş olacaktık ama, biz kendimizi kutsanmış belleyecektik. O, Sinan bizi kovmadı. İnsanların adaletini, yani öcü, aramaya başvurdu. Bizi yakaladılar. Yani Gülbeyaz'ı ve beni, Beni. Akçaburgaz'lı Yekta'yı. otuzunda. Yargıçların katına diktiler umudum nerdedir. Bizim inanarak ettiğimizi yerlere çaldılar, ululuğu nerdedir. Biz onu bulmuştuk, tükürdüler. Bizi kirlettiler, yazıklar oldu bize. Benim donumu ve Gülbeyaz'ın donunu Ve yattığımız yatağın örtüsünü Yüreksiz kişilere gösterip onları güldürdüler. Halbuki biz o örtülerde yatarken, Aklımız en ulu yerlerdeydi gücümüz. Biz o zaman yaptıklarımızın günahını değil, yüceliğini biliyorduk. Bu, iki gücün bir yeniye varması, bir yeni yaratmasıydı. Bu çiftleşme değil tekleşmeydi. Tekleşmenin bir yönüydü. Yazık bize. O zaman bütün insanlara inanıyorduk. Yıkmak istediler yıktılar. Yazık bize. Herkesin bir gün ağlayabileceği, herkesin varamadığı için kutsallığını bulamadığı bir yere götürüp, yüreksizleri güldürdüler, bizi alçaltıp ağlattılar. Yazık bize. Olsun yaptılar şimdi kime sığınalım. Nereye gitsek o yıkıntı bizimle artık. Yeniden kursak korkarız. Bu yıkıntı toz duman. Donumuzu gösterdiler. Yazık bize şimdi nereyi tutalım. Hangi yolu belleyip oraya düşelim. Önceleri onlardan iyi yüz görürdüm Bana elmadan sıkılmış sular sunarlardı. Serin minderleri vardı, Ben, Akçaburgaz'lı Yekta, Cahil çocuksuz, bunları pek hoş bulurdum. Yanılmadım pişman değilim bu da vardı. Beyrut’ta katledilen masum sivillerin hatırasına... * * * 1 Boya kutusunu önüme koyuyor oğlum Bir kuş çizmemi istiyor benden Kül rengine batırıyorum fırçayı Bir dörtgen çiziyorum, üstüne bir kilit ve çubuklar Oğlum, gözleri dehşet dolu, diyor ki bana: “Ama bu bir hapishane… Yoksa bilmiyor musun baba, kuş çizmeyi sen? ” Oğlum, diyorum ona, ayıplama beni Kuşların biçimini unuttum inan.. 2 Kalem kutusunu önüme koyuyor oğlum Bir deniz çizmemi istiyor benden Kurşun kalemi alıyorum Siyah bir daire çiziyorum Oğlum diyor ki bana: “Ama bu siyah bir daire, baba Deniz çizmeyi bilmiyor musun yoksa? ” Ona diyorum ki: Oğlum Eskiden deniz çizmekte ustaydım Ama bugün… Oltayı aldılar benden Av yaklaşmıştı oysa… Mavi renkle konuşmamı da yasakladılar Özgürlük balığını yakalamamı da.. 3 Resim defterini önüme koyuyor oğlum Buğday başağı çizmemi istiyor benden Kalemi alıyorum Bir üçgen çiziyorum ona Resim sanatındaki bilgisizliğime şaşırıyor oğlum Şaşkın şaşkın diyor ki: Üçgenle başak arasındaki farkı bilmiyor musun baba? Ona diyorum ki, oğlum Eskiden başağın biçimini bilirdim ben Somunun biçimini Gülün biçimini.. Ama bu metalik çağda Ormanın ağaçları Silahlı adamlara katıldı ya Güller, lekeli giysilere büründü ya Silahlı başaklar çağında Kuşlar silahlı Kültür silahlı Din silahlı Bir somun alsam İçinde tabanca buluyorum Bir gül koparsam bahçeden Silahını dayıyor burnuma Bir kitap alsam kitapçıdan Parmaklarımın arasında patlıyor…. 4 Yatağımın kenarında oturuyor oğlum Bir şiir okumamı istiyor benden Gözümden bir damla yaş düşüyor yastığa Korkuyla izliyor oğlum ve “Ama baba diyor, bu gözyaşı, şiir değil! ” Ona diyorum ki: Büyüdüğün zaman oğlum Arap şiir kitaplarını okuyunca Sözcükle gözyaşının kardeş olduğunu göreceksin Ve Arap şiirinin yalnızca Parmaklar arasından çıkan Bir damla gözyaşı olduğunu… 5 Oğlum kalemlerini, boya kutusunu önüme koyuyor Bir yurt çizmemi istiyor benden Fırça titriyor elimde Ağlayarak düşüyorum… Yirmi otuz yıl önce Küçük bir aklım vardı sevgiden yana İyi olmadı hiçbir dersim Yalnızca aşkta iyiydim Cesurdum o zamanlar Taşırdım elimde güneşi kuş gibi Gökteki yıldızları birer ağaç görürdüm Koparırdım onları hırçınca Ağaçlara seslenirdim şiir yazsınlar diye Ve çağırırdım uçmaları için balıkları. Yirmi otuz yıl önce Çocuktum akılsızlığı seven Değiştirmeyi seven ve kırıp dökmeyi Yağmur yağdırırdı yıldızlara göğüslerin Ve serperdi Keşmir’in çevresine. Yirmi otuz yıl sonra İstiyorum da Küçük olsaydı aklım. Çeviren: İlyas Altuner Başsız başsız erkâna ayırdık baş çukuru Zamanla boş adamlar doldurdu boş çukuru.. Çukurlar çukur için artık kavga yapmasın Kesin hepsine yeter görkemli Buş çukuru... 22.11.2006/Vakit Dünyada bir gün bile rahat değildim. Varlığımda bir sevinç, bir tat değildim. Çok öğrencilik ettim dünyada ama; Ben ki işimde henüz üstat değildim! ( Hayyam'ın Türkçe Yüzü-Türkçe Yeniden Yazan-Yalçın Aydın Ayçiçek-Can Yayınları) Sana yazdığım şiir yarım kalacak Boynu bükük kalacak tüm sözcüklerim. Sana olan sevgimi kalem duyacak, Kağıt da bilmeyecek canım sevdiğim... Bir vakte erdi ki bizim günümüz Yiğit belli değil mert belli değil Herkes yarasına derman arıyor Deva belli değil dert belli değil. Fark eyledik âhir vaktin bittiğin Merhamet çekilip göğe gittiğin Gücü yeten soyar gücü yettiğin Papak belli değil börk belli değil. Adalet kalmadı hep zulüm doldu Geçti şu baharın gülleri soldu Dünyanın gidişi acaip oldu Koyun belli değil kurt belli değil.. Başım ayık değil kederden yastan Ah ettikçe duman çıkıyor festen Harabe yüz tuttu bezmi gülistan Yayla belli değil yurt belli değil. Çarh bozulmuş dünya islâh olmuyor Ehli fukaranın yüzü gülmüyor Ruhsati de dediğini bilmiyor Yazı belli değil hat belli değil. Altın rengi gözleri yanan bir semaverdi Ilık bir çay kokusu akardı saçlarından. Yanmanın lezzetini onda hissettiğim bir an Ve yazın sevgisini bana önce o verdi.. Yaz gibi iri olgun meyveleri severdi, Bir çocuk gibi şendi ve gülerdi her zaman Bir mevsim gözlerinden içime doldu cihan Ve güzel yaz günleri ne çabuk geçiverdi.. Artık donuk bir cam var mavi gökler yerinde. Güneşi benden çalan o sıcak bakışlardır, Ve yazı o götürdü mutlak beraberinde.. En güzel rüyaların bile bir sonu vardır: Bir bahar rüzgârından alarak bir sabah hız Mevsimlerin ömrünü yaşamıştı aşkımız. Onu şimdi kaybettim ve şimdi sonbahardır. Vakit geldi kunâla dünyayı göreli çok oldu tam kırk yılda seni buldum kunâla bu can tenden geçmeden bu dünyadan göçmeden bir kerecik sevmek çok değil. simsiyah saçların var kunâla kemiklerine yapışık etlerin var birgün dökülecek kunâla kuşu gibi gözlerin var birgün sönecek kunâla bu etlerin arkasında güzelliklerin var benden başka kimse bilmeyecek. bu can içimde kuştur kunâla seni görünce titrer bu can gözümde mahabbettir kunâla seni görünce yanar bu can burnumda soluk olur kunâla uçar gider. bu can benden geçmeden bu dünyadan göçmeden bir tek seni sevmek çok değil Dedim dilber didelerin ıslanmış Dedi çok ağladım sel yarasıdır Dedim dilber ak gerdanın dişlenmiş Dedi zülfüm değdi tel yarasıdır. Dedim dilber sana yazılmış kanım Dedi niçün böyle edesin sultanım Dedim teşne vermiş ince miyanın Dedi ben sarıldım kol yarasıdır. Dedim seni saran serini vermiş Dedi beni saran murada ermiş Dedim peri yanaklarının kızarmış Dedi çiçek sokdum gül yarasıdır . Dedim dilber Emrah aklımı aldın Dedi sevdiğine pişman mı oldun Dedim dilber niçin sarardın soldun Dedi hep çekdiğim dil yarasıdır Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey! Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi? ' Tarih ' i ' tekerrür ' diye tarif ediyorlar; Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi? Kar yağıyor türkü gözlüm Kar yağıyor buralara. Uzun hava ağıt gibi, Dökülüyor bulvarlara. Sen de gittin buralardan, Böyle bir karlı havada. Okul bittikten sonra 95'in yılbaşında, Gelmiş özlemiştin beni, Sarılmıştın hıçkırıkla, Kar yağarken dilek tutmuş, Kar yemiştin avucumda. Nasıl gittin türkü gözlüm, Mahzun kaldım buralarda. Gülüşlerimiz geliyor, Ağlıyorum buralarda.. Sen bir öğretmensin şimdi, 657 devlet memuru. Kıt kanaat geçinirsin, Seni beklediğim gibi, Beklersin ay sonunu.. Belki de evlisin şimdi, Bunca yıl geçti aradan. Sen beni unuttun belli, Türkü gözlüm çık hatrımdan.. Oralara da kar yağar mı, Güneş çıkar mı ardından? Saçaklardan su damlar mı, Su girer mi papucundan? . Yokluk kötü türkü gözlüm, Yokluğun çıkmaz aklımdan. Varlık güzel türkü gözlüm, Varlığın yitti yanımdan.. Okulun bittiği yıl tayinin çıktı doğuya. Belki yazarsın diye, Bir kalem almıştım sana. O kalemle mektup yazmış, O kalemle ağlamıştın. Ama o son mektubunda, Sen ne kadar değişmiştin... Sözlerin de değişmişti... Değiştiğin belliydi ki, Kalemin de değişmişti.... Ah benim türkü gözlüm Ne oldu birden sana? And içmiştik gündüz gece, And içmiştik kopmamaya. Hacı Bayram'da dua ettik, Ayırmasın Allah diye... Bir fakire para verdik, Belki dua eder diye.... Fakir mi dua etmedi, Sen mi yalancı çıktın? O fakiri göremedim, Gelmedi namaz vakti. Çok oturdum musallada, Her tabutta kendim vardım, Dua ettim ardım sıra.... Şimdi en arabesk duygularla Dudağımda o türkü, Yürüyorum bulvarlarda... Ellerim üşürken hep Ellerin gelir aklıma. Yüreğim ağlıyor şimdi, Yanıyorum buralarda... Kar yağarken hazin hazin, Ölüyorum türkü gözlüm, Ölüyorum buralarda... seni istiyorum ve biliyorum asla koynuma almayacağım sen o aydın ve pırıl, pırıl gökyüzüsün ben bu kafeste bir tutsağım . kara ve soğuk parmaklıklar ardından gözlerim hasretle bakıyor yüzüne doğru bir elin uzanışını düşlüyorum, ansızın ben de uçayım sana doğru . boş bir anda düşlüyorum bu sessiz hapishaneden uçmayı gülerek gardiyan adamın gözüne yanında yaşama yeniden başlamayı . düşlüyorum ancak bilirim asla bu kafesten kurtulmaya gücüm kalmamış gardiyan adam istese bile kanatlanıp uçmaya soluğum kalmamış . parmaklıklar ardında her sabah bir çocuğun bakışı güler bana doğru sevinç şarkılarına başladığımda dudağında öpücükle gelir bana doğru . şayet bir gün, ey gökyüzü kanatlanırsam bu sessiz evden ağlayan çocuğa nasıl söylerim tutsak bir kuşum vazgeç benden . bir mumum, canımın alazıyla harabeleri aydınlatırım sönüklüğü seçersem eğer bir yuvayı yıkıp dağıtırım . Çeviren: Haşim Hüsrevşahi Yeniden Doğuş’tan Türap olup düştüm toza İncinme gönül incinme Tahammül eyle her söze İncinme gönül incinme. Türaplık cümlenin başı Üstüne atarlar taşı Daim çiğnenmektir işi İncinme gönül incinme. Koy sana kötü desinler Her ayıbına gülsünler Hergün gıybetin kılsınlar İncinme gönül incinme. Muhammet Miraç'tan indi Ali'm nur ile boyandı Bühtan Fatm'Ana'ya indi İncinme gönül incinme. Pir Sultan'ım geçer aylar Geçinir yoksullar baylar Herkes sıfatını söyler İncinme gönül incinme O sevdi, sonunda kendi kendini buldu. Ne var ki, insanların büyük çoğunluğu kendi kendilerini kaybetmek için sever.. Sevilmek mutluluk değildir. Her insan kendini sever; ama mutluluk bir başkasını sevmektir. Kuşum ve ben bir aynada uyuyoruz, kafesimiz yatağımız yüzlerimiz eşlerine baka baka sonsuz kar altında uyuyoruz kuşum ve ben Eşim ve ben kızıl bir bağla bağlıyız birbirimize Çözülürse yoksulluk sevinir . Aynamızın içinde tek bu bağ... Kızıl kıskaç eşim kuşum ben... Beni bir yaza gömdülerdi bir zaman Her yer olabilecek bir kuytulukta Bir kadın vardı bir balkonda Sesinde yaralı bir gül olan. Hayat ve mevsimler aynı şeydi Uyku kadar derin bir suda boğulurken İlkbahar kekeleyerek geldi Kırık çocuk gülüşlerinden. Deniz oracıktaydı ve buğusu Eriyorken havada sesler Herşeyin bir büyü oluşturduğu Gizemli kokular ve gülüşler. Beni bir yaza gömdülerdi bir zaman Annem olan bir sessizlikte Belki de onun kalbidir açan Derin bir gülün içinde Kış kışlada kışlar iken Karakuşi bir yazıylan Kışkışlanıp, kışkışlanıp Akkuğulu yazmalarla İne inmez yazılara Elif oldu ne demezsin Teliflerim, teleflerim Sivil oldu savaşlarım Onbeş gündür kardı yağdı Daha da yağacakmış eyvah Yarına kalmaz görürüm Bütün çocuklarıyla çocukluğumun Ve tuşları üzerinde -İLAHİ- bir orgun Nur baba gibi geçerken Bach. Zeyil Bu sulu kar ve bu pespaye şiir Sürerse bu minval üzre Bizi bilmem ama, aziz karilerim Gözlerimde hüzünlü ve tütsülü bir tebessüm Yarına kalmaz, ben, fücceten ölürüm... çünkü sürüyor hayat değişiyor herşey, aşk aşk bizim en eski kederimiz nehir yataklarından deltalardan biriktirdiğimiz. gün gelir, sorulur; bir ağuyu çiğnemekten geliyoruz ve aşktan neredeydiniz? Senin sana rağmen bir yüzün var Herkesin ilk aşkına benzeyen Beklemek kadar acı , anlamak kadar zor Nedensiz ölümlerin suskunluğu gibi Yok karşılığı yüzünün. Senin sana rağmen bir yüzün var Herkesin ilk aşkına benzeyen Yaklaştıkça imkansız uçurumlar Nedensiz hayatların o büyük acısı gibi Yok karşılığı yüzünün Namluya dayanır yola dalarsın Duruşun bakışın yaman be Ali Boşuna tetiği ne kurcalarsın Var daha ateşe zaman be Ali. Yıllanmış bir çınar pusuluk yerin Neredeyse gelecek beklediklerin Var iki atımlık canı kederin Desene işleri duman be Ali O'nu sen büyütte söğüt boyunca Kendini ellere versin o gonca Sözüne kanmadın bunu duyunca Gönlündü gözünü yuman be Ali. Geldiler beklenen çiftler ormana Duruyor iki genç ne hoş yanyana Bir kurşun kadına bir de çobana Çınlasın yıllarca orman be Ali Görünce uzanmış yar kucağına Boynunu dolamış zülfü bağına Kurşunu kahpeye atacağına Kendine çevirdin aman be Ali Mayıs'ta ölmüş dostlar için Sadece ama sadece onlar için . İncelik olmalı kafiyelerimde Gözyaşlarım gibi silahların üstünde . Ve tüm yaşayanlara Değişse de rüzgarla . Ölüler adına orda bilensin dursun O beyaz silahı pişmanlık duygusunun . Evli sözcükler yara almış sözcükler Suçun basbas bağırdığı kafiyeler . Dibinde çıkararak acı bir hikayenin Çifte su sesini küreklerin . Hem yağmur kadar adi Parlayan bir cam gibi . Sanki geçitte ayna Ölen çiçek bluzda . Çocuğun çemberle oynaması Ayın ırmakta yansıması . Dolaptaki güve otu Bellekteki bir koku . Kafiyeler kafiyeler orda duyarım Kırmızı ısısını kanın . Bize hatırlatın bunu İnsanlar kadar zalim olduğumuzu . Ve yüreğimiz gücünü yitirdi mi Unutkanlık uykusundan uyandırın bizi . Sönmüş lambayı yakın yeniden Yine ses gelsin boşalan kadehlerden . Ben hep şarkı söylemekteyim orda Mayıs'ta ölen dostlarım arasında . Louis Aragon Gözlerinin eğrisi dolanıyor yüreğimi, Bir raks, bir dinginlik çemberi, Zamanın aylası, gece beşiği ve güvenli, Ve eğer hiçbir şey kalmadıysa aklımda yaşadığımdan Gözlerinin her zaman görmediğindendir beni.. Yaprakları günün ve pembe şarabın köpüğü, Rüzgarın sazları, kokulu gülücükler Işık dünyasını saran kanatlar, Gökyüzü ve deniz yüklü gemiler, Gürültü avcıları ve renk kaynakları.. Tanların kuluçka yatağından doğan kokular Yıldızların samanı üzerinde yatan Saflığa bağımlı gün gibi tıpkı Dünyada bağımlıdır senin tertemiz gözlerine Ve akar bütün kanım bakışlarında senin. Elyazını yaktım, dürüsttü ve aşınmamış Sevgi sözcüklerini yaktım, hoyrattır onlar Sıcaklığı saklı akarsuyu anlamazlar Sorular, kurutur incitir sorarlar Elyazını yaktım. Adresini yaktım Yakmak gibiydi biraz da dünyayı herşeyi Bastığımız düşümüzde gördüğümüz Özlediğimiz yaklaştığımız Hayatım özlemdi ansımaydı düştü Yaktım adresini şimdi özlem oldu hayatım. Resimleri yaktım birini saklasam dedim En çok onu yaktım onu yaktım Kış göğünü yaktım, bir kavak büyüttüm balkonumdan Akşam desem değil, yangın desem değil Dışarda apansız bir kıyameti yaktım. Sevgidir kendimi bildiğim, onunla başladım Elyazın mı, adresin mi, resimlerin mi Sen mi ömrün mü Çıkardım onları şimdi sakladığım yerden Kıyameti göğü kışı akşam sözlerini Sevgiyi yaktım Su-i tedbirimle ya hu öyle.oklaştı ki işim hem ağzıma.ıçtı felek hem de..ildi geçmişim ormanın kuytusunda vurulan geyik hayvanlar acınla suskun dallar yasınla eğik boynuzlarında çizgilerinde gözlerinde avcının söndüremediği iyilik Mümkün mü ağlasın annem Mezarımın başucunda Ben sesimi çıkarmıyayım Hayırsız bir evlat gibi. Bir bulut uçsun da Ben başımı kaldırmıyayım Yağmur dindikten sonra Gezinmiyeyim caddelerde. Ah, mümkün mü bir güzel kadın Geçsin de yanımdan Ben seyretmiyeyim İçimi çekerek Kimi annaya ,bellaya ,kimi mariyaya kimide kızıl saçlı nataşaya yazdı oysa ben bir Türk yiğidiyim Türk' e sevdalı olduğum için Ayşem sana yazıyorum... Ben seni kongoda ölen sevgilisini İstanbul'da arayan teksaslı bir dişi gibi değil,aşk eşittir burjuva güzellerini diskoteklerde arayan zübbeler gibi değil,hele kafalarındaki kirli duyguları nataşa adlı rus kızında sembolleştiririp kızıl ruble arayanlar gibi aramıyorum Ayşem... Ben seni; belki bir ana ceylanın vurulmuş yavrusuna su aradığı gibi... Belki bir Anadolu delikanlısının kaçırmak için güzel Zeynep'ini gecenin alaca karanlığında aradığı gibi arıyorum Ayşem... Ama muhakkak bütün iyilikleri bütün güzellikleri bütün özlemleri sende bulacağımı bilerek engin denizin kudurmuş dalgaları gibi önümdeki tüm engelleri aşarak yüce ALLAH'IN izniyle seni arıyorum Ayşem... Seni kaybettiğim dünyalarda bulmak istiyorum. O dünya; HZ.FATİH' in kılıcının altın kapması Estergon dönüşünün gönülleri yakması veyahut Tuna'nın bir Itri bestesinde musiki gibi çağlayıp akması olabilir geçtiğim yıllardaki parlak aynalar geleceğimi aydınlatır benim bir elim geleceğin MİLLİYETÇİ TÜRKİYE sinde ise YAVUZ 'un beyaz atının yelesindedir öbür elim... Seni kaybettiğim ve şimdi aramaya çıktığım dünyalarda Ayşem; ne meyhane tezgahları ardında mum gibi yanıp sönen kızlarımın gözlerinin karası, ne yoksulluktan ve fakirlikten ölen yiğitlerimin verdiği yürek yarası, nede başı kabak; yalın ayak dolaşan insanımın ciğerlerini hilton gecelerin de içkilerine meze yapıp yiyen kahpelerin ağız kavgası var... Seni kaybettiğim ve şimdi aramaya çıktığım dünyalarda; bir KURAN,bir KILIÇ ve bir BOZKURT üçünün ördüğü koca bir dünya koskoca bir tarih var Ayşem... Tut ki seni karanlığın ta ötesinde bir yere hapsetsinler ömründe güneşi hiç görmeyeceksin; ama ben o güneşi yanıma aldım seni kurtarmaya geliyorum Ayşem... Ne sezar, ne hitler, ne posbıyıklı stalin, nede faresuratlı mao; çözemez, çözemez, çözemez senin derdini Ayşem... Senin derdini; batılılık delisi sömürge aydınları robert koleji mezunu özgürlük budalaları ve kafalarını çirkin kapitalistlere satmış deve kuşlarıda çözemez... Senin derdini Ayşem; senin gibi konuşan, senin gibi düşünen, senin gibi yaşayan, velhasıl kelam bizler ÜLKÜCÜLER çözeriz senin derdini... Anamın anlattığına göre Koca Türk Dünyası'nın küçük bir köyünde doğmuşum senin için doktor yada ilaç ekmek yada su ne ise benim için MİLLİ DEVLET, KIZIL ELMA ÜLKÜSÜ odur... Sen benim için; Kırım' lı Bike, Azerbaycan' lı Aybala, Yerköy' lü Fadime hepiniz bizim için birsiniz. Çünkü bizim kanunumuzda akvaryumlu meyhanelerde sevgilinin kömür karası gözlerine şiir yazmak yok biz çoktan erittik ÜLKÜ denen nazlı gelinin duvağında sülün gibi kızların göz bebeğini Ayşem... Bizim kanunumuzda geri bıraktırılmış insanımızı, esir milyonlarca soydaşımızı tutsaklıktan kurtarmak için,bu geri kalmışlığa son vermek için birlikte mücadele etmek var... Bu; ne benim sana ağlayarak, nede dizlerine kapanarak bir yalvarışımdır... Bu; parmakları çelikten, yürekleri Estergon demirinden, yüz binlerce, milyonlarca MÜSLÜMAN TÜRK ÜLKÜCÜSÜ 'NÜN sana durdurulmaz emridir... Kendine dön, kendine dön Ayşem... kuyu dolana kadar, dolup taşana kadar bekle, yeni bir şey yazma, yazmaya çalışma. daha önce yazdıklarına bakabilirsin, onların saçlarını tarayabilirsin, tüylerini yakabilir, yüzlerine bir kat boya bir kat hüzün daha atabilirsin; . yeni kuyular açma, bu kuyu işini görür; huş ağacının altında otur cinlerinin başını okşa, bitlerini ayıkla. senden de, babandan da yaşlı, senden de babandan da bizanslı kargalarla konuş; süleyman’ın neşidelerini meşk et onlardan.. yalnızlığına kendini ekip çöle çevirme onu, son çare, tanrıyı ek, onun boncuklu kelimelerini, göğün ve cazın ırmaklarını geçir içinden. bağa bahçeye çevir onu komşular için, yolcular için, yoksullar için, ağaçlarını buda, çitlerini onar, ama kapısını sök at yalnızlığının.. bol bol uyu kıyısında şu ırmağın, bu ırmağın, hangisi alıp götürüyorsa rüyalara seni; ne yap yap rüya gör, bol bol rüya; rüyalarında yitir kendini. rüya göremiyorsan, otur şu ağacın ya da bu ağacın altında, rüya tasarla hangisinin kökleri göğe uzanıyorsa.. yine de daralırsa için, yine de sığmazsa kafan evlere, kafelere, kuyunu sırtına vur kırlara açıl, dağlara tırman; . yürürken kitap okuma ama, bir meleğe çarparsın sonra, bir ağaca, bir taşa, bir başka ‘yürürken kitap okuyan adam’a, kurt kuş güler sonra sana ve okuyup okuyup gülmelerine, ağlamalarına,. dağa taşa yazı yazmayı bırak, göğe kuyu kazmayı bırak, kendi kendine konuşmayı da; son çare Tanrıyla konuş, Tanrının rüzgârlara, yağmurlara ve yalnızlara öğrettiği kelimelerle. Doğan güneşler her gün ayni da her gün yeni; Ezelden ebede dek, iste İslam düzeni!.. Doru at doğru at, . Küfür diyorum bir saldırmama eylemidir.. İnsan süsüdür günah.. Gömmeden önce biraz gezdirin beni.. Zincir gibi öten ağaçkuşları.. Çayım kurudu kahvem taşsökülür.. Yeşil saçlı bataklık kızı.. Yazgının bir günlüğüne güncelleşmesi.. Gözlerinde İbni Sina bozukluğu.. Sazan pullarıyla örmüş kapısını.. Kaç kuruşa elden çıkarmış Alaska'sını? . Her şey kış buğdayı içinde öğütüldü.. Türler esridi kimse yok mu orada? . Renkleri tek tek alırsan hepsi tarikat.. Benim küçük kızçocuğu tanrım! . Mitos, yitme n'olur! Benim bu dünyada bir yerim olmadı, Kuytu gövdemi saymazsak eğer. Gövdem ki varla yok arası, Hem varlığa, hem yokluğa değer. Ama yüreğim hiç solmadı.. Bir gül koklayayım izin verin de.. Ben yaşama da, ölüme de inandım; Tamamlarlar sanırdım eksiklerimi. Çarşıları hep birlikte gezerdik; Biri dostumsa, sevgilimdi öteki. İkisinin adını yanyana andım.. Bir soluk alayım izin verin de. Bana bakıp bakıp ağlama sakın Bu sonu isteyen sen değil miydin Ne kadar belliydi o gün maksadın Gitmemi isteyen sen değil miydin. Susuz rakı gibi yakma içimi Bu pişmanlığın bir sigara içimi Günah senin kendin yaptın seçimi Git artık git diyen sen değil miydin. Suç benim mi söyle aldırmıyorsam Maziye dalıp ta yıkılmıyorsam Şaşırma sen gibi ağlamıyorsam Kalbimi taş yapan sen değil miydin. Zaman mı bu aşkı söndüremedi Hasret mi acını dindiremedi Sevdam mı sevdanı bitiremedi Unuturum seni diyen sen değil miydin. Başın dumanlı mı yoksa sarhoş mu Bak geriye döndün gönlün bir hoş mu Başucunda yerim hala bomboş mu Doldururum diyen sen değil miydin Buradan bir nice acıyla, özlemle gittin, sonra yalvardın yakardın amma eline düşmüştün bir kere kaderin, ne fayda sevgili, ne fayda.. Her yanda çareler aradın kendine, olmadık şeyler yaptın her yanda. Bulamadın bir çare, sonunda gittin, ne fayda sevgili, ne fayda.. Kucağın güllerle doluydu senin, ayın öndördü bir yüzün vardı . Kopup halkasından dostlar meclisinin, o aşağılık, o bayağı yere sen, o karıncaların, yılanların yanına ne oldu, nasıl oldu da gittin?. Nerde hani o cânım sözlerin şimdi? Nerde hani o sırları çözen akıl? Nerde hani gül bahçesine giden ayak? Elimizi tutan el nerde hani?. Hoştun, güzeldin, eşin yoktu senin, insanları hemen elde ederdin. Ama kalktın çıktın bir uzun yolculuğa, insanları yiyen toprağa gittin.. Ağlaya inleye sen gittin ama, gökler de arkandan durmadı ağladı. Parça parça etti yüzünü ay. Gönlüm arkandan kan bağladı.. Şimdi ne edeyim, kime sorayım seni? İyi insanlar arasında mısın orda? Yani dostlar meclisinde mi? Yoksa bir kenarda boynun bükük mü kaldın?. Öyle bir yere gittin ki bu sefer, izinin tozu bile belli değil. Ne kadar da kanlıymış gittiğin yol! Ceyhan depremi ve Kerim Tekin için. yakayıp geçti tramvay atmosfer yakıverdi sızılayıp yıldızların en haylazını. hey gidi başıbozuk ayarsız gemi azıya aldım tayfalarımı salınmaktayım filikasız filan önce fareleri kurtarıyorum bu titanik akşamından. geçerdi her saat başı cürmünden büyük amatör bir gökkuşağı tedirgin renkler taşırdı tedavisi yarım kalmış ikindilere. oy benim gamzeli kuşbakışlı evrenim ummanda ıslak kaderde alt yazılı dünyalım önce çocukları ve muayyen kadınları kurtarıyorum bu galaksi mesaisinden. kırık faylarda yolalan bir depremdir trenimin güzergahı açılır saçbağı gibi kundaklara düşerim. göçük altında enfes bir nefestir bazen benden bile sakladığım vay benim güzağacım köklerinden kurtulmuş erozyon bir hayatın özüdür humuslu bir kayıbı anlamak ya da mümkün müdür bu rastlantısal karmaşada ölümün sıradanlığına şaşmadan yaşamak? belki de o balkonları ondört yaşında çocuklar atlasın diye yapıyoruz. ey benim zavallı yüsekliğim bütün serüven küçücük bir an'dı allah hep kerimdi ve tekin değildi doğumlar genç bir gidiş için erken çıkılmalıydı yola vuslata varılmalıydı hava kararmadan kimsenin gelmediği buluşmalara aceleyle polaroid hızıyla gidiyorduk oysa koşmanın da bir hukuku vardı durulmanın da.... oy benim yaz ölümlerim gencecik bir hazirana gömülen... Anam tatlı açmıyor artık İşi yok Aşı yok Ne su taşır Ne çamaşır Ne bulaşık, ne sökük, ne yırtık Gece gün Büsbütün Susması tunç Sözü korkunç Anamın secdesi gözle şimdi Namazı Niyazı Yüreğinde Yürek zinde Anamın teninde sır belirdi Ocakta Bucakta Casus gezer Anam kanser. Anamın alnında akşam ter ter feyizden Anam bir gaybın sırdaşı Anamın dilcağızı da sessiz sessizden Benim anam sabır taşı Bir soğuk güneş renk alır uçuk benizden Sualdir anamın kaşı Sorar hala mutfaktan Hala evlat telaşı Alır karanlığı gökler hanemizden Hanemiz deryaya karşı Köpük köpük saflar yürür Karadeniz'den Bu bir tevekkül savaşı. Bir gam eser şimdi yamaçlardan aşağı Yola düşer lambalar Yolların zar zar ağlayışı bu kırağı İz bırakır arabalar Çözülüp savrulur bacaların sac bağı Daha gür yanar sobalar Taşıyor her biri bir değişik merağı Efkar yüklenmiş babalar Çekerler haneden artık eli ayağı Uzak yakın akrabalar Anam pişirmemiş buzdur bu aşın yağı Kaşıkta donar çorbalar. Göz bebeklerim genişler Durup durup Toz altında menevişler Vurup vurup Pencerem bir kasvet işler Sorup sorup Adına akşam demişler Grup grup. Anamın odasında akşam Odası gam Sedası gam Edası gam Anamın odasında akşam. En son ümide izin bitti Gözler karabiber Akşam kılındı, yasin bitti Anamla beraber. Selaya tırmanır bu ezan Ölüm kaç basamak Görünür alnımıza yazan Bir görünmez parmak Yok yok böyle konuşmaz insan Nedir bu yüz asmak Hele baba bu nasıl lisan Ne söyler bu susmak. Anamın benzi mehtap mehtap Şekli var hazzı yok Anamın gözü kitap kitap Zeyli var yazı yok Anamın gözü hitap hitap Dili var ağzı yok Anamın özü bitap bitap Eli var nabzı yok Deli gönül inil inil inleme Kadir mevlam hasretime sal beni Viranlıkta görsen baykuş sanırsın Bir huma kuşuyum sen de bil beni. Ulu bezirganım kumaş satarım Gökyüzünden uçan kuşu tutarım Yetmiş iki dilden bilir öterim Anın için fark edemez el beni. Ak pınarın boz bulanık seliyim Ol sebepten aklım yoktur deliyim Naci derler dört güruhun biriyim Ararsan hak divanında bul beni. Gider idim ben de kendi işime Aşkın doluları yağdı başıma Ağu kattı benim tatlı aşıma Ummanlara gark eyledi sel beni. Pir Sultan'ım ırak yoldan gelirsin Gevherin kıymetini nerden bilirsin Eksikliğim çoktur sen de bilirsin Eksiklikle kabul eyle gel beni Göçebe Ruhlum. Aramıza Toros dağlarını koydun da ne oldu? Değdi mi inadına bu hasret kaçağım Yılları bir kör duvar gibi önüme Yolları prangalar gibi ömrüme Ve sensizliği nikahlar gibi kalbime Gidişinin üstünden Kaç mevsimi gelin ettim Gel gör ki Yine de susturamadım hıçkırıklarını umutlarımın Dönüp dönüp bıraktığın bir beyaz mendile Sarılışım ondan Ve ardından serseri yıldızlar gibi Seni şehir şehir arayışım ondan. Duydum ki Gözlerini yağmurlu bir gecede Malatya'da bırakmışsın Ellerini Konya'da Mevlana Türbesinde bulmuşlar Saçlarını bir deli rüzgar almış Akdeniz'in tuzlu sularında götürmüş Ayak izlerin hala Assos'un kumlarında Ve dudakların hala ağlamaklı Ankara'nın o en soğuk taş duvarlarında Bursa'nın yeşilinde güneşin Erzurum'un karlarında ateşin İzmir'in imbatlarında en ıslak bakışın kalmış Görüyorsun işte Bana yine seni toplamak düşüyor Beni de sokaklardan sokaklara çarpmak Oysa yüreğim bu ağustos sıcağında Sensizlikten buz kesmiş Yuvasız kuşlar gibi üşüyor. Hani derler ya 'Diyarbakır, Diyarbakır olalı Böylesine zulüm görmedi İnan ki göçebe ruhlum inan ki Bu şairinde Anasından doğdu doğalı Böylesine acı çekmedi Şimdi soruyorum sana Bir sabah Gebe bırakıp gitmeseydin umutlarımı Ben böylesine hayaller doğurur muydum? İstanbul'un bu en köhne sokaklarından Ardahan'ın en ıssız dağ köylerine Böylesine acı Böylesine zehir Böylesine asi Şarkılar haykırır mıydım? . Biliyorum Yetmedi sana bu sevda Yetmedi sana bu aşk Sana gelen tüm trenleri kaçırdım Sana giden bütün otobüsleri Acılar istasyonunda biletsizim şimdi Çıkışım yok, dönüşüm yasak İstesem de gelemem artık Uzakların en uzağında Sonsuzluğun sonundasın Sen de bekleme beni Hadi durma Yeni ülkeler bul kendine,yepyeni adresler Mesela Katmandu Mesela Hindistan Mesela Tibet Orda da yeni aşıklar bul kendine Onlarda benim gibi Önce şair Sonrada doğduğuna pişman et. Oysa yıllardır Kutsal bir emanet gibi sakladım aşkını Ve seni bekledim Her sabah terkedilmiş istasyonlarda Hiçbir sevgili Böylesine kanatmadı gözlerimi Hiçbir sevgili Böylesine sökmedi yüreğimi Rüzğar bile dokunsa ağlarım şimdi Bak hala parmak izin duruyor avuçlarımda Ve her gün aynı soru dudaklarımda Sana böyle yanmaktan Seni böyle sevmektense Dağ başlarında taş mı olaydım söyle? Ah benim göçebe ruhlum Ah benim kaçağım Ah benim bağrıma saplanmış esmer bıçağım. Usulca geçtim yüzünü Ardında dağlar vardı rüzgârlar Kurt izlerinde uluyan zemheriler vardı . / Çık git yüzünün inkarı olmaya... / . Zaman can çekişiyor şimdi Göçüğü altında eski aşkların Yüzün derin bir kılıç izi aklımda Daralır kör akrebin parantezi kadar Sürgit yanılsamadır dönüp geldiğim Kimin kıyısında dursam artık Bir rengin usul usul dağılışı gibiyim . / Unutma, kırmızı olur aşkbatımları / . İnsan kendine eskir Zaman, sık yıkanan iç çamaşırlarda Zaman ki uzaklıktır ağrılı Vedasız çekip gitmesidir bir günün Bir sigaranın sessiz tükenişi dumanlı Ve gizli aşklara sığınaktır deniz kabukları . / Dön gel, sonsuz uzaklık olmaya... / Efsunlu tüm sözcükleri seferber olsa da yetmiyor bazen Laldir o karede her şey. Hangi orkestra seslendirebilir şimdi açlığın uğultusunu Hangi nota verebilir şimdi Çöplüklerden toplanmış kuru ekmek parçalarının Bir çocuğun dişleriyle ilişkisini. Ruhun ve zihinselin dikenli tarlasında Yalınayak dolaşan bir vicdan aranıyor Mademki maksat barış Yurtta barış Cihanda barış Salla gitsin atom bombasını Misten Fisfis İnsan dediğin nedir Abur cubur Olsa da olur Olmasa da olur Maksat barış Yurtta barış cihanda barış Kendi savaş Adi barış Ama yanarmış yıkılırmış Boş veeer Maksat barış I Sabahleyin. Karayı kaldırın mavi koyun umudumu yitirmedim Beni çağırın gülümserken uykunun bir yerinde Eliniz beyazken uzatın isterim Karayı kaldırın sevgi koyun umudumu yitirmedim. Ben ışıklar konfetiler bayramlar istemem Uzanmışım gölgeliğe bir başıma Şu uzaktan tükenmez yalnızlıktan İçten içe ürküyorum ama Böyle de iyiyim. Siz dayanılmaz bir "Günaydın"sınız Sabah sabah insanı ayağına getiren Hiç yoktan dünyayı kendini sevdiren Siz çocuk ağızlı bir "Günaydın"sınız. Çocuk ağzınızla biraz daha durun Gittiğinizde güz gelmiş olacak. Güz gelirken bir yanı kara sevdalarla Avcumda bu yavru kuş varken tedirgin Sizde tutunacak yaslanacak kollar Biraz daha durun biraz daha Karayı kaldırın mavi koyun umudumu götürmeyin. Akşamüstü. Yollarda akşam dönüşü yorgun argın Siz yoksunuz şiir yazan ellerim yok Yarımla dışa dönmüşüm yarım susken Çizginin üstindekiler yüz yüze Koca bir gün ne yapmışım nasıl yaşamışım Haberim yok. Dokunup çekilen bir şarkı rüzgarla Vakti yalanlıyor sıcak sıcak Sinema dönüşü iş dönüşü yahut bahanesiz Beyazın tam ortasında bekliyorum Ya gelmezseniz ne olacak. Maviyi kaldırın kara koyun sırasıdır Bana yeni tutkular gerek bıktım Bir solukta buz gibi yaşamak isterim Beni öldürürse bu umut öldürür. Gece Türküsü. Alıp ayaklarımı yollardan şöyle rahat Tam kendimi bulacakken Kim getirir sizi başucuma Kim kaldırır uzun uykunuzdan. Başlar gecenin oyunu delice Dizlerime yükselir bir deniz Anıları küçük yıldızlar gibi karanlıkta Yanıma yöreme indirirsiniz. Ben ışıklar konfetler bayramlar istemem Uzak uzak gitmede fayda yok Şimdi bütün şehirler birbirine benzer Bir kendi kendime doyasıya Bu gece sussanız dinlensem Ne gezer. II. Şimdi insanların yalnız kolları var Ve ben delice bir şey istiyorum Şimdi insanların yalnız kolları var Ve ben başımı koyuyorum. Tuttu bir alacakaranlık bastı Bütün şehirler birbirine benzedi Saklı köşem bir daha aldattı ellerimi Ellerimde iki üç isim kaldı. Adına yakılan mumlar İsa'nın Yana yana bitti umutsuz İsa, resimleri kadar güzel değildi Biri kardeşliiğimi aldı gitti Şimdi ben delice yaslanmak istiyorum Şimdi insanların yalnız kolları var. III. Sana büyük caddelerin birinde rastlasam Elimi uzatsam tutsam götürsem Gözlerine baksam gözlerine konuşmasak Anlasan. Elimi uzatsam tutamasam Olanca sevgimi yalnızlığımı Düşünsem hayır düşünmesem Senin hiç haberin olmasa Senin hiç haberin olmaz ki Başlar biter kendi kendine o türkü. Yağmur yağar akasyalar ıslanır Bulutlar uçuşur gecelerin Ben yağmura deli buluta deli Bir büyük oyun yaşamak dediğin Beni ya sevmeli ya öldürmeli. Yitirmeli büyük yolların birinde ne varsa Böcekler gibi başlamalı yeniden Bu Allahsız bu yağmur işlemez karanlıkta Yan garipliğine yürek yan Gitti giden. (1955) Her seher anamı seyrederdim seccadesinde Akça bir aydınlık süzülürken tepelerden Ilık bir meltem dolardı odama Bakardım seccadesinin üstünde anam Uçan bir halıya diz çökmüş melek gibi. Alnı ak tülbendi ak Alacakaranlıkta iki eli iki yaprak Ya da iki kelebek gibi Bir inleme uçuklarken dudaklarında Giderek ağarırdı alnında şafak Sessiz bir hıçkırık uçuverirdi ansızın Kuş gibi çırpınan yüreciğinde Çırpınan dilek gibi. Titrerdi parmakları titreyen aydınlıkta Aydınlanırdı yüzü birden dolunay gibi Duyamazdım sözlerini Arada bir eliyle silerdi gözlerini O gözler ki kirpiğinde yağmurlar dinlenirdi O eller ki beyaz bir güvercinin Kanatlarından düşmüş birer telek gibi. Ayaza kesen kış sabahlarında Pencere camlarında donarken buz nakışları Selam verirken benden yana Üzerime örtülürdü sımsıcak bakışları O titrerken incecik hırkasının altında Ben onun şefkatini giyinirdim eynime Sevgi sıcaklığında kadife yelek gibi. Her seher anamı seyrederdim seccadesinde Ebedi giyinmiş ezeldi anam Küçücük bir bedende dualar kadar büyük Kabul olmuş dilekler kadar güzeldi anam sevdiğini alamayan bütün müezzinlere.... bir trapezin durması gibi suya içime çok yüksek bir yerden atlar mısın leyla başın kaşın yarılsa diplerime çarparak kanın karışsa suyuma yerin bütün kanunlarına kusarak ben sana bulanayım sen bana.... kapımı çalmanı istiyorum leyla o kadar evde yokum ki anlatamam insan insana aşık olmaz güzelim insan insanın yanında bile durmaz bak hala görmedin mi yoksa mecnunu sen sanıp çölün öpmedi mi kumunu şundandır her dem kalbe yayılan sızı neyi sevdiysek dolandı kanatarak dikenli bir tel olup seven her tarafımızı elbet her fani gibi ben de bir faniyim sen de bir fanisin leyla jiletin varsa göstereyim. yine de kapımı çalmanı istiyorum leyla evde yokum evim yok dışardayız cümbür cemaat seni de istemiyorum beni de bu başka öyle bir yol ki nasıl güzel nasıl dar benim de bu dünyada ödünç bir kapım var olmuyor tutamıyorum kendimi leyla kapımı çalmanı istiyorum hepsi bu kadar sabah sabah bir uyandım bir uyandım sormayın çarşafım yeni ya biraz ondan bilindi güneşti camdan vuran serseri kılıklı kar bile yağsa belki bir meleğin sırtını kaşımış ya da kafayı üşütmüşüm sağımdan kalkarak hepsi olabilirdi bugün aybaşı, maaş alacak talih kuşu başına konacak, ondandır dendi biri de tutturdu düşümde cenneti görmüşüm boşversene sen arkadaş öyle olsa cenneti bırakır da uyanır mıyım hiç. hiçbiri değil dostlar hiçbiri değil çiçeğe durur gibi uyanışım akpak sevdamdan ve böyle bir gün say say bitmez güzelliği bir gün eğer yolun düşerse sorguevlerine cinsiyetin yaşın rengin farketmez kardeşim yeter ki tükür dilini yüzüne Cem-i çiçeklerin hası Ağ gül ile kırmızı gül Deli gönül eğlencesi Ağ gül ile kırmızı gül. Demi demi şirin demi Gelir geçer dünya gamı. Talip olmak pirindendir İrenk almak gülündendir Muhammed' in terindendir Ağ gül ile kırmızı gül. Demi demi şirin demi Gelir geçer dünya gamı. Pir Sultan'ım ey gaziler Alnımızda al yazılar Talip de Pir'in arzular Ağ gül ile kırmızı gül. Demi demi şirin demi Gelir geçer dünya gamı başka türlü bir şey benim istediğim: ne ağaca benzer, ne de buluta. burası gibi değil gideceğim memleket denizi ayrı deniz, havası ayrı hava... bir başka yolculuk dalından düşmek yere yaşadığından uzun. bir tatlı yolculuk dalından inmek yere ağacın yüksekliğince dalın yüksekliğince rüzgarda ve bir yeni ömür vardığın çimen yeşilliğince. nerde gördüklerim? nerde o beklediğim rengi başka tadı başka.. Perdeleri kapat, sevgime tanık istemem Işığı sondur, gel otur yanıma konuş Er geç anlaşacağız başka çaremiz yok Sonra sevişeceğiz, bu düzen böyle kurulmuş. İstersen yine hep hayır de, olmaz de, ne çıkar Her şey olacağına varıyor çaresiz Yasamak zorundayız, sen de biliyorsun Öyleyse gel otur yanıma sevişmeliyiz. Durmadan sevişmeliyiz aslında gece gündüz Daima istekli aç, doymak bilmez, vahşi çılgın Sabaha karşı koşu atları gibi yorgun argın. Yine de usanmış değil, pişman değil, bıkkın değil Belki biraz sarhoş, biraz durgun, biraz uykulu Ama her zaman ateşli, sabırsız, her zaman dolu Aşk ile viran iden gönlini ma’mûr istemez Hâtırın mahzûn iden bir lahza mesrur istemez. Hâk-sâr olup hevâ ile gubâr olan gönül Hâk-i râh-ı yârdan bir dem özin dûr istemez. Hoş gören âkil fena tavrını şöhret gözlemez Künc-i uzlet isteyen kendüyi meşhur istemez. La’l-i nâba meyl kılmaz bağrını pür-hûn iden Dâmenin pür-eşk iden lü’lü-yi menşur istemez. Aşk nakdi bir hazînedür ana yokdur zeval Mâlik olan ‘Avniyâ bir gence gencûr istemez Ayla güneşim geldi, bak göz ışığım geldi İnci kaynağım geldi altın pınarım geldi. Sarhoşum nice ondan coştu bakışım nurdan Özge şey mi istersin? Özge yoldaşım geldi! . O gümüş tenli güzelim girdi Yusuf’um kapıdan O yol kesenim geldi, tövbe bozanım geldi. Eski yoldaşım dinle! Dünden iyidir şimdi Müjde sarhoşuydum dün, ondan ulağım geldi. Dün fenerle ben kentte pek arandığım o kişi Gör bugün yol üstünde güller bostanım geldi. Sardı elleri belime hem kucakladı o beni Bir taç ve kemer sundu, işte sultanım geldi. Bak bahar ve bahçesine! Bak şarap kadehlerine! Bak coşan azıklarına! Gül şeker dalım geldi. O hayat suyumdur hey! Ben ölümden korkmam ki Ürkmem serzenişlerden, çünkü kalkanım geldi. Ondan yüzük aldım hey, ben Süleyman’ım artık Ah nasılda şahane, baştaki tacım geldi. Dert haddini aştıkça aşkta yolculuk ettim Yolculuktan ah Mevlam mutluluk payım geldi. İçki vaktidir şimdi şimşek çakıyor başta Uçmak vaktidir şimdi kol ve kanadım geldi. İşte parlamak vakti bir seher gibi parlak İşte gürlemek vakti çünkü aslanım geldi. Aldılar beni yerden, sözlerim yarım kaldı Vardım göğe dünyadan arlanış savım geldi Lele Kurban Ben Olayım Ak Göğsünde Ben Olayım Senin Yerin Sıcak Kalsın Ah Yine Giden Ben Olayım. Lele Kurban Zor Gelir Dağlara Giden Zor Gelir Avcı Yaralar Kekliği Bağrıma Giden Zor Gelir. Lele Kurban Boşa Gider N e Söylesem Boşa Gider Çiğnenir Ektiğim Güller Ah Emeklerim Boşa Gider. Lele Kurban Gülü Verir Dönmesemde Gülü Verin Mayın Tarlasına Düştüm Kan Kırmızı Gülü Verin ..ey acılara tat veren güzellik Yüreğimize hoşgeldin Geldin de Çiçekli dallara döndürdün öfkemizi Artık ister dolu yağsın ömrümüze İsterse kar Biz ki bildikten sonra sevmeyi Bütün sabahlar Acı renginde olsa ne çıkar Behey ala gözlü dilber, Vaktin geçer, demedim mi? Haramı olmuş gözlerin, Beller keser, demedim mi? . Bak şu Kaşa, bak şu göze. Cığer kebab oldu köze. Yakasız gömlekler bize Felek biçer, demedim mi? . Deryalarda yüzer gemi, Şeker dudakların yemi. Süregör devranı, demi, Devran geçer, demedim mi? . Karac`oğlan der: Mert ile, Sözüm yoktur namert ile. Kahpe felek bu dert ile Bizi eğer, demedim mi? Başkasını yakan zulüm seni de Yakar amma neden sonra anlarsın. Sahtekârın imanı da, dini de Kokar amma neden sonra anlarsın.. Gün gelir gözlerin dalar yokuşa Şartlar yorgunları salar yokuşa Umulmadık yerde sular yokuşa Akar amma neden sonra anlarsın.. Öfke her gün ölür, aşk eceliyle Akıl arkadaşlık etmez deliyle Yanlış yapan yaptığını eliyle Yıkar amma neden sonra anlarsın.. Yıllarca gül diye koklarsın taşı Akşamı yaşarsın sabaha karşı Sabır sarı yaprak, umut gözyaşı Döker amma neden sonra anlarsın.. Fikirsizlik gol atarsa fikire Altın diye sarılırsın bakıra Güvendiğin eller seni çukura Çeker amma neden sonra anlarsın.. Aman deyim bilir misin amanı Boş hayale kurban etme zamanı Müjde dağlarına eyvah dumanı Çöker amma neden sonra anlarsın.. Çorbaya sallarsın taş dolar kaşık Dört adım öteye şavk vermez ışık Kör inada sarılmaktan sarmaşık Bıkar amma neden sonra anlarsın.. Hakikatler üzücü ha, katı ha Delinirse su koyverir çatı ha Zaman zaman gizli kirler satıha Çıkar amma neden sonra anlarsın.. Kurnaz emer budalanın kanını Böyle yürür hokkabazın kanunu Doğru karar eğri dostun canını Sıkar amma neden sonra anlarsın.. Eylül-1992 (Akıl Karaya Vurdu) 1. Gözlerinin rengi gibi Yüreğinin rengi gibi Saçların da kendi renginde. Ama ben, ellerini gördüm önce Toplayan, düzelten, onaran ellerini Dokunduğuna soluk aldıran Telâşlı, usta, sevecen ellerini. Geç anladım ve inandım Her gün daha çok inanıyorum Ellerin, güzel işlerin karıncası Ellerin, ellerden bıkmış ellerime sığınak. 2. Yüzünün rengi gibi Dudaklarının rengi gibi Saçların da kendi renginde. Ama ben, özverini gördüm önce İçinden çavlan gibi dökülen özverini Hep koşan, yürümeyi bilmeyen Hesapsız, gücendirmeyen, saydam özverini Neye uzansa dirilten Susan, hüzünlenen, sıcak özverini. Geç anladım ve inandım Gün gün daha çok inanıyorum Özverin, güzel işlerin arısı Özverin, sözcüklerden yılmış kafama barınak. 3. Derinin rengi gibi Sesinin rengi gibi Saçların da kendi renginde. Ama ben, seni gördüm önce Gülen, yaşayan, bilen seni Körpe bir söğüt dalı gibi çırpınan Durduğu yere can veren Gönüllü, duyan, seven seni. Geç anladım ve inandım Şimdi daha çok inanıyorum Sen, hayatın ablası Saf olan her şeyin mayası Sen, eşyalardan usanmış kalbime dayanak. 4. Sevgili arkadaşım benim Sana 'sevgili arkadaşım' diyorum Budur, bizim anladığımız sevdanın tanımı İşte sana bir aşk şiiri İçinde 'sevgilim' sözcüğü geçmiyorsa Suçun yarısı senin Çünkü, ben de bize yaraşanların sözcüğünü değil Kendisini seviyorum senin gibi Bâğ-ı dehrin hem hazânın hem bahârın görmüşüz Biz neşâtın da gâmın da rûzgârın görmüşüz. Çok da mağrûr olma kim meyhâne-i ikbâlde Biz hezârân mest-i mağrûrun humârın görmüşüz. Top-ı âh-ı inkisâra pây-dâr olmaz yine Kişver-i câhın nice sengîn hisârın görmüşüz. Bir hurûşiyle eder bin hâne-i ikbâli pest Ehl-i derdin seyl-i eşk-i inkisârın görmüşüz. Bir hadeng-i cân-güdâz-ı âhdır sermâyesi Biz bu meydânın nice çâbük-süvârın görmüşüz. Bir gün eyler dest-beste pây-gâhı cây-gâh Bî-aded mağrûrun sadr-ı i’tibârın görmüşüz. Kâse-i deryûzeye tebdîl olur câm-ı murâd Biz bu bezmin Nâbîyâ çok bâde-hârın görmüşüz. Açıklama:. Zaman bağının baharını da gördük güzünü de; üzerimizden neş’e rüzgârları da geçmiştir gam fırtınaları da.. Mevki sahibi olunca zafer sarhoşu oluverme; zîrâ böylesine mest (sarhoş) olup sabah olunca da baş ağrısı çeken binlercesini görmüşlüğümüz var.. Gönlü kırık olanın atıverdiği âh topunun nice büyük sultanların muhkem kalelerini yıktığını biliriz.. Derd ehli olanların kırıklıkla döktükleri gözyaşlarının yaptığı seller önünde nice gösterişli kâşânelerin, mâlikânelerin yerle bir olduğunu biliriz.. O garipler ki, bütün sermâyeleri can yakıcı bir âh silâhından ibarettir ama, onu şöyle bir attıkları zaman, nice hızlı süvarilerin vurulup yere serildiklerini gördük.. Sadarette itibar üzere oturan nicelerini gördük ki; gün geldi de onlar el pençe vaziyette pabuçluğu mekân tuttular (yani hizmetçi oldular). O elindeki –gururla kaldırıp kaldırıp- içtiğin kadeh var ya, gün gelir de dilenci çanağına döner; benzerlerini çok gördük. Bir katre içen çeşıne-i pür-hûn-ı fenadan Başın alamaz bir dahi bârân-ı belâdan . Âsûde olanı dersen eğer gelme cihâna Meydâna düşen kurtulamaz seng-i kazadan . Sâbit-kadem ol menkez-i me`mûn-ı rızâda Vareste olup dâire-i havf u recâdan. Dursun kef-i hükmünde terâzû-yı adalet Havfın var ise mahkeme-i rûz-ı cezadan. Her kim ki arar bûy-i vefa tâb`-ı beşerde Benzer ana kim devlet umar zıll-i Hümâ`dan. Bî-baht olanın bağına bir katresi düşmen Baran yerine dün- ü güher yağsa semâdan . Erbâb-ı kemâli çekemez nakıs olanlar Rencide olur dîde-i huffâş ziyadan. Her âkile bir derd bu âlemde mukarrer Rahat yaşamış var mı gürûh-ı ukalâdan . Hail etmediler bu lugazin sırrını kimse Bin kafile geçti hukemâdan fuzalâdan. Kıl san`at-ı üstadı tahayyürle temâşâ Dem urma eğer arif isen çûn u çerâdan. İdrâk-i maâlî bu küçük akla gerekmez Zîrâ bu terâzû o kadar sıkleti çekmez Belki bu yüzden Ayın sevgili tanrıçası Sin Mabedini unuttu Bu anlamsız boşlukta . Bu yüzden belki Bin yıl uyudu insan Ve uyandı sonunda. Anladı Bir uyku olduğunu varlığın Ve cevapsız O günden sonra. . * . Biliyorum orada O ürkütücü başlangıçta Bir şey bekliyor canlılar Bir tufan olacak Her şey toplanacak başlangıca . Oysa kapandı kapı Âhı kaldı kalanların. Üzerinde su gibi aziz yazan Uğursuz beyaz taşlar Bağlandı ölüme ve yalnızlığa . * . Yılın ilk gecesinde yaşlıkız Annesiyle çıkıp Yıldızların altında Ellerini açtığında, Yalvardığında aya ve yıldızlara Tanrıça duymuştu onu Fısıldamıştı Kays’la Aşk kalbi korkuyla doldurur Sırrı yok eder Dokunur yalnızlığa . * . Bilmiyor tanrıça Bu geçen zaman boyunca Yaşlıkız inandı Yüzünü sürdüğü taşlara. Mağaralara inandı çok. İnandı orada kaynayan suyun İnsanı hayata bağlayacağına . Kapıları olsa da şehrin Nefes olamıyor ona. . * . O gece uyumadı yaşlıkız Aynada beyaz bir kadın Bulmak umuduyla Koştu sulara . Belki bir el Aşka uzanan Deliliğe Gül kokusuna . * . Her şey Her şey unutkan. Şu savrulan Küçük yaprak bile Çıksa girdiği kuyudan Başka bir şey olacak. Ama olmuyor. Sonsuzluk korkusuyla Toplaşan görüntüler Şehri kuruyorlar. Mezarları oluyor şehrin. Çocuk mezarlarında fulyalar açıyor Yaşlılarınkinde zakkumlar . * . Her şey kendinin âhı Toprak Taş Duvar. Toprağı ve taşı Göğe taşıyan duvar Biliyor Kulelere cevabı yok göğün, Sonsuzluk ay gibi Esirgiyor kendini dünyadan. . * . Yaşlıkızın da bildiği bir şey var Çıkıp Önünde bağıracağı bir duvar bulabilir. Adı gibi mezar olan ne varsa Sığınabilir onlara. Başını vurabilir O uğursuz beyaz taşlara . * . Vadedilmiş Ve uzak her şey için Bir çizgi oluyor ağzı Göğsü doluyor Sesini yitirmiş göğün Uğultusuyla . * . Yaşlıkız dolaşıyor avluda Avluda sadece Gözler var. İstiyor ki, Aşkı ölümde aradığını Anlayan biri varsa Baksın ona. Ama bakmıyor kimse. Bakmıyor Kalp yorulup Boşalırken Mermer Suskun Avlunun ortasına. Sabah olur koyun kuşluğa gelir Her koyun arar da kuzusun bulur Ağca koyun meler arada kalır Gel koyun meleme vazgel kuzundan. Benim kuzum kuzuların beyidir Ağca koyun yüreğimin yağıdır Anın gideceği Yıldız Dağı'dır Gel koyun meleme vazgel kuzundan. Koyun meler kuzusunun adı yok Sıra sıra küleklerin südü yok Kuzusuz yaylanın hiçbir tadı yok Gel koyun meleme vazgel kuzundan. Koyunun başına bodcak takayım Yönüm dönüp o koyuna bakayım Kuzun nerde ise kuzun bulayım Gel koyun meleme vazgel kuzundan. Koyun sen şurada kuzlamadın mı Sağını solunu gözlemedin mi Aç kurt gelir diye gizlemedin mi Gel koyun meleme vazgel kuzundan. Dereye aşağı gider kurt izi Kurt ağzında gördüm bir körpe kuzu Seversen Mevla'yı ağlatma bizi Gel koyun meleme vazgel kuzundan. Seni yayan çoban bir delikanlı İbrişim bıyıklı hem ince belli Sağında solunda püskülü belli Gel koyun meleme vazgel kuzundan. Seni yayan çoban yetip gitmesin Bahçesinde lale sünbül bitmesin Seni incitenler Hakk'a yetmesin Gel koyun meleme vazgel kuzundan. Pir Sultan Abdal'ım bu kuzu n'oldu Koyunun feryadı ciğerim deldi Yoksa bir aç kurt mu kuzunu aldı Gel koyun meleme vazgel kuzundan Fazlına bel bağladım ya vahid-i ferd-i ahad Cümlenin mabudu sensin daima hayy-i ebed. Okudum isminde 'Bismillahirrahmanirrahim' Ay sıfatındır sıfatın 'kulhüvallahü ahad'. Evvel ahir 'hüvel-hayyüllezi' sin layemut Zahür-ü batın 'hüvel bakisin' 'allahüssamed'. 'Lem -yelid' zatın, 'velem-yuled' sıfatın vasfıdır 'Lem-yekün' zat-ı sıfatın 'lehü küfüfen ahad'. Ol zaman kim lütfile bir gevhere kıldın nazar Zahir ol gevherden oldu cümle eşya la aded. Kaf ile nundan yarattın on sekizbim alemi Kudretinden erbain günde tamam oldu ceset. Ey NESİMİ daima gönlünde özge nesne yok Hem dilinde ol fakırın daim eyler ya Ahmed Karşılıksız aşkının zehrini taşıyordu bana Kokusu sinmişti inatçı ruhuma, kitalarıma, ellerime... Öyle çok öpüşürdük ki, Ağzının tadıyla yerdim yemeklerimi... Öylesine inanıyordu ki dünyadaki son aşkla beni sevdiğine, Bir gün ansızın korkunç bir özlem duymaya başlamıştım Kim olduğunu bilmediğim birine... Şimdi ağzımda karşılıksız aşkın o aç tadı... Karşımda o... Yine hüzünlü, yine yenik... Ama eşitiz artık, Damarlarımızda karşılıkız aşkın o zehirli kanı... Birden hatırlarsın, O da seni - - birden bazan: Nerde, ne yapar şimdi Parlar bir özlem anılar arasından.. Bu akşam ne garip sözcük Sanki ilk duydum, yadırgıyorum: Akşam. Bilmem bulur muyum Yollara baksam? . Söner yangın birazdan Yatışır özlem. Bir gün karşılaşırız Bir gün, bir yarım akşam. 1 . seven güzelim çocuk karşımda duruyor fotoğrafın güneş gibi asmışım ranzama seni gözlerimi gözbebeklerinde unutup o kadar yakın ve o kadar ürkeksin ki uçacak elimin sana uzanan rüzgârında sarı saçların tokasından kurtulup kolumu kanadımı kırıyor fakat yüzünün ortalık yerinde buruşan keder tam da gülecekken sımsıkı kapanıp yapışıyor kiraz ağacının bütün kirazı dudakların gözlerinin yemyeşil uğultusu ve pembe buğusu yanaklarının susup kalıyor apansız . hem ne dersin ben sana aşık oldum küçük kız hem de içerdeki adama durup dururken aşık olan bir dolu şaşkın varken hem de bunu yasaklamışken kendime duvarla demir arasında voltada ranzada aykaranlıklarında yapayalnız çarparken yüreğim deli deli . seni sevmenin sakıncası yok fakat seni sevmek yarını sevmek gibi birşey o güne dek bırak oyalansın bu yürek hem nasılsa sevmeyi öğrenmen için bir on yıl daha büyümen gerek . 2 . baban hapiste seven ranzası ranzama bakıyor öfkesi öfkeme seni anneni ve ülkemizi düşünüyor kükrüyor yaralı bir aslan gibi seni anneni ve ülkemizi düşünürken . baban çıkacak hapisten uçacaksın gümüş bir kuş gibi kanatları kurşundan kurtulmuş gibi ne güzel şey seven baban çıkınca hapisten uçacaksın gümüş bir kuş gibi kanatları kurşundan kurtulmuş gibi . 3 . belki herkesin babası çıkamayacak hapisten ve belki onlar uçamayacak gümüş bir kuş gibi sevinçten bir zaman daha belki yaylım ateşlere düşecek en çocukça düşlerinin yolu belki bir zaman daha gözlerini ısıra ısıra ıpıslak bir bulut gibi yürüyecekler duvarlar boyu ve fakat şundan emin ol ki güzelim çocuk kollarının ucunda sıkışan dehşetli masum o iki yumruk alâmetidir kopacak kıyametin geçmiş olan dünden hiç yad etme yarın da gelmemişken feryad etme düşünme geleceği de geçmişi de şimdi şen ol da yaşamı berbad etme Ben bir Türk'üm; dinim, cinsim uludur; Sinem, özüm ateş ile doludur. İnsan olan vatanının kuludur. Türk evladı evde durmaz giderim.. Muhammed'in kitabını kaldırtmam; Osmancık'ın bayrağını aldırtmam; Düşmanımı vatanıma saldırtmam. Tanrı evi viran olmaz, giderim.. Bu topraklar ecdadımın ocağı; Evim, köyüm hep bu yerin bucağı; İşte vatan, işte Tanrı kucağı. Ata yurdun, evlat bozmaz, giderim.. Tanrım şahit, duracağım sözümde; Milletimin sevgileri özümde; Vatanımdan başka şey yok gözümde. Yâr yatağın düşman almaz, giderim.. Ak gömlekle gözyaşımı silerim; Kara taşla bıçağımı bilerim; Vatanım için yücelikler dilerim. Bu dünyada kimse kalmaz, giderim. Er meydanlarından çekilir oldun Çorak iklimlere ekilir oldun Eğilmek bilmezdin bükülür oldun... Sürer mi bu gaflet; daha kaç sene? Uyan ey Türk uyan! Uyumak nene? . Boşaldın boşaldın.. Dolabilmedin, Gidişin o gidiş.. Gelebilmedin... Döktüğün kanları alabilmedin... Şah damarlarına yapışan kene Sömürür mü seni; daha kaç sene? Bakın şu Oğuz'un torunlarına; Kara taş bağlamış karınlarına! Umutsuz gözlerle yarınlarına Bakarlar mı dersin; daha kaç sene? Uyan ey! ... Kendine dönmeyi dene! . Eski sandıklarda harsın, tören ey! Hain, çaşıt dolu; yanın, yören ey! Bağlı tutsak sanır seni gören ey! Bu böyle sürer mi; daha kaç sene? Uyan ey! ... Kendine dönmeyi dene. . Bak ne der Oğuz Han, Alparslan, Tuğrul: Ey Bozkurtlar soyu! Yerinden doğrul! Silkin! ... Öz mâyanla yeniden yoğrul! İnsanlığı nûra kavuştur yine Uyan ey! ... Kendine dönmeyi dene. . Acunda ne varsa kurudan, yaştan Al Dede Korkut'tan, Hacı Bektaş'tan Malazgirt ufkuna doğ yeni baştan... Dilerim Tanrı'dan bu devran döne, Uyan ey Türk! ... Uyan! Uyumak nene? . Seni aldatmasın 'Batı' denilen, Onun mayasıdır 'katı' denilen, Onun iç yüzüdür 'kötü' denilen... Odur özsuyunu sömüren kene! Sen uyan; onu da düşün! Kaç parçaya bölmüşler seni? Sonsuz bir sahraya salmışlar seni... Kanadını kırıp yolmuşlar seni.. Kalk, doğrul yerinden! Yürü, geç öne! Uyan ey! ... Kendine dönmeyi dene. . Yıkıldın, yakıldın: 'devrim' dediler, Soysuzlaştırıldın 'evrim' dediler, Bozkurta it, ite 'yavrum' dediler.. Kalk, doğrul yerinden! Yürü, geç öne! Uyan ey! ... Kendine dönmeyi dene. . Türk Bilge Kağan der 'İşitin beni! Benim çağlar aşan, benim en yeni. Ey Türk! Bir gün gaflet basarsa seni Gönül ver, kulak tut bendeki üne, Uyan Ey! Kendine dönmeyi dene! ' . 'Üstten gök basmayıp yer çökmeyince Hainler türeyip bel bükmeyince Seni gafil bulup kan dökmeyince Türk'ün bir düşmanı çıksa da bine İlini, töreni bozamaz yine! ' . Köklerinden koptu okumuşların, Batıyı put yaptı okumuşların, Yaptığına taptı okumuşların... Ey Türk! Kendine dön! Yad, yaban nene Kalk, doğrul yerinden, yürü geç öne! . Dinle! Dövülmekte... Çağrı kösleri, Dinle! Yakındadır... Ayak sesleri, Bozkurtların sıcak, hür nefesleri Ufkunu doğudan sarsın da yine Kalk! Doğrul yerinden! Yürü, geç öne! . Sen, Oğuz Ata'nın has milleti, sen! Sen, son Peygamberin has ümmeti, sen! O seni boğmadan, boğ zilleti sen! ... Uyan! Ey Türk oğlu! Uyumak nene? Kalk, doğrul yerinden! Yürü, geç öne! . Medet ummaya gör kızıl surattan, Seni mahrum koyar aşktan, muraddan, Çağla Sakarya'dan, kükre Fırat'tan.. Kara, kızıl, sarı.. Sür, topla yine; Bunlardır özünü sömüren kene! . Destanlar yazılır, şanına lâyık, Yine de erişmez ününe lâyık, Olursan soyuna, dinine lâyık... Geçer bu gafletin; sürmez çok sene, Uyan ey Türk oğlu! Uyumak nene? EZBERLEMİŞİM. Hayatta ne varsa acıdan yana Su gibi içmişim ezberlemişim Ne dersler almışım hasretten yana Kendimden geçmişim ezberlemişim Ezbere bilirim ayrılıkları Ezbere bilirim yalnızlıkları Söyletmeyin bana o şarkıları Dağlara yazmışım ezberlemişim Kanımla yazmışım ezberlemişim. Yolcusu olmuşum ne gurbetlerin Şairi olmuşum ne hasretlerin Sırtıma vurulan ihanetlerin Resmini kalbime mühürlemişim Tepeden tırnağa ezberlemişim. I Kıvançtır sanat, sevinç kaynağıdır, Fırtınada alev alev tutuşur, Işığı, aydınlatır mavi göğü, Sanat görkemidir tüm insanlığın Gözlerindeki kıvılcımdır halkın, Tanrının alnındaki yıldız gibi.. Bir şarkıdır sanat, eşsiz bir ezgi! Gönendirir barışçı yürekleri, Erkekler kadınlarına fısıldar, Ağaçlara doğru yükselir kentten, Bütün insanlar hep bir ağızdan, Uyum içinde o şarkıyı söyler.. Sanat; insanlığın düşüncesi! Kırar prangaları, zincirleri, O tatlı diliyle ele geçirir, Onundur Tibet, onundur Ren nehri. Sanat özgür kılar köle halkları, Özgür halkları ise devleştirir.. II Ey güzel ülkem,yenilmez Fransa! O güzel ezgili şarkını söyle! Şarkını söyle ve gökyüzüne bak! Sevinç dolu, derinden gelen sesin, Umududur bütün bu yeryüzünün Kardeşliğin halkı, ey soylu halk! . Güzel halkım şarkını sabaha söyle! Akşam olunca bir daha söyle! Bilirsin ışıldar işleyen demir, Aldırma geçmekte olan yüzyıla, Aşkın şarkısını söyle yüksek sesle, Ve özgürlüğün şarkısını haykır! . Şarkısını söyle kutsal İtalya'nın, Toprağa gömülen şu Polonya'nın, Yüreği kan ağlıyor Napoli'nin, Macaristan can çekişiyor bak! Dinleyin zorbalar, şarkı söylüyor halk Aslanın kükreyişini dinleyin! . Çeviren: Tozan ALKAN Unutuş bir kaynak olmalı, Yeni’yi her an’a yaymak için. Ben sana olmalıyım, Bana sen bir kaynak. . Görüyorum geç, kıyım çok yakın! Biliyorum artık mut uzaklığını. Sen yüzümü götürmüyorsun, Kendi gözünü bile! . Gerçek bilinsin, diliyoruz, Düz, eğri, çapraz ya da değirmi. Güzeldir açığa çıkışı yüreğin, Sen bil ki, ben de seveyim! Biz tarik-i aşkın âşıklarıyız Baş ü can vermişiz canan bizimdir Ne gamdan kaçarsın divane gönül Kâşane bizimdir mihmân bizimdir. Bu nükte yetmez mi arife kâfi Sırra mahrem olan eylemez lâfı Çık aradan sufî değilsen sâfî Tekke-i aşk içre devran bizimdir. Emrah bu makamda olandır velî Hakk'a yakın halka görünür deli Elbet hatâ bizde demişiz belî Yazılan ahd ile peymân bizimdir Bir kez olsun dönüp bakmadı Hoşça kalın da demedi giderken Sustu ve yanlızca elinden yine de sazını elinden bırakmadı. Sonra hiçbir haber çıkmadı Çıkıp gelmedi apansız bir gün Gerçi yoktu yolunu bekleyen ve hiç kimse göz yaşı dökmedi Deprem oldu yüreğimde Gözlerine baktığım an Sığındım gönül hanene Can evimi yıktığın an. Her yolda sana giderim Gönlündür meskenim yerim İsyan etti gecelerim Kabus gibi çöktüğün an. Senle her an yandı bu can Anladım uslanmaz yanan. Sanki gönlüm viran yurdu Ne gün bitti ne gün durdu Sanma ondörtlü yarası Beni o gözlerin vurdu. Türküler yaktım inledim Çok aşk öyuküsü dinledim Sevda ne imiş anladım Çıra gibi yaktıgın an. Her yolda sana giderim Gönlündür meskenim yerim İsyan etti gecelerim Kabus gibi çöktüğün an. Senle her an yandı bu can Anladım uslanmaz yanan. Sanki gönlüm viran yurdu Ne gün bitti ne gün durdu Sanma ondörtlü yarası Beni o gözlerin vurdu Karga konsa gülistana Gülün kadrin ne bilir Kendi kadrin bilmeyen Elin kadrin ne bilir. Hal olunca örgüm işler Yollara bezirgan işler Karada yayılan kuşlar Gölün kadrin ne bilir. Sofra kıyısın bükmeyen Meydana ekmek dökmeyen Hakk'ın korkusun çekmeyen Kulun kadrin ne bilir. Koyun kuzudur meleyen Yapışacak dal olmasa Pir Sultan Abdal olmasa Şalın kadrin ne bilir Ölüm mü, Bir gölün dibinde durgun uykudasın. Denizler? Tanrılar karıştırır durur denizleri. Bu kitabı yurduma Taşı rüzgar, ne olur! Ölü yaprak açıyor Ağaç, köksüz olunca. . (1859-83). Fransızca'dan çeviren: Tozan ALKAN Önce, istediğimiz gibi biri misiniz bakalım? Takma gözün, Takma dişlerin, koltuk değneğin, Askın, çengelin, Takma göğüslerin . Ya da bir eksiğin olduğunu gösteren dikişlerin Var mı? Yok mu? Öyleyse ne verebiliriz sana? Ağlama. Aç elini. Boş mu? -Boş. Al sana onu dolduracak, . Çay getirecek, Baş ağrılarını geçirecek ve ne dersen yapacak Bir el. Evlenir misin? Garantisi var, . Kapar açık kalmışsa gözlerin Ve eriyip gider kederinden. Yeni bir parti çıkarmak üzereyiz tuzdan. Bakıyorum çırılçıplaksın. Bu elbiseye ne dersin — . Siyah ve sert biraz, ama iyi oturdu üzerine. Evlenir misin? Su geçirmez, dayanıklı her şeye, ateşe, Damı delip geçen bombaya. İnan bana, bunun içinde gömerler seni mezara.. Kafana gelince, kusura bakma ama, kafan boş. Tam sana göre biri var elimde. Gel şekerim, çık dolaptan. Evet, ne dersin buna? Kâğıt gibi bembayaz başlangıçta, . Ama yirmi beş yılda gümüş, Altın olur elli yılda. Canlı bir bebek neresinden baksan. Dikiş diker, yemek yapar, Konuşur, konuşur, konuşur.. Çalışır durumda, hiçbir eksiği yok. Açılmış yaran varsa, yara lapası. Gözün varsa, bir görüntü gözüne. Evlât, bu senin için son kurtuluş fırsatı. Evlenir misin, evlenir misin, evlenir misin? Şimdi'nin bedeni yok, Yontuyor geçmiş bilgisiyle gelecek belki olur diye taşı, taşını kokluyor yontu dağılıyor.... Şimdi'si yitik bundan boyuyor boyuyor evine aldığı ağacın üzerine tüneyip duvarını, tavanını, geçmişi ve geleceği ve her yanını; dal kırılıyor.... Şimdi'si yitik diziyor diziyor notalarını, göğe ışık üzerine boncuklarını, ucuza getiriyor varlığını sonsuzun sessizliğiyle sonlunun gürültüsü arasında, O bitirince kıyısında gezindiği yol çöküyor.... Şimdi'si yitik bundan yazıyor yazıyor enine boyuna içini ve dışını ve yeri ve göğü ve suyu, bindiği kadırga o inince batıyor Köle sahipleri ekmek kaygısı çekmedikleri için felsefe yapıyorlardı, Çünkü Ekmeklerini köleler veriyordu onlara; Köleler ekmek kaygısı çekmedikleri için Felsefe yapmıyorlardı, Çünkü Ekmeklerini köle sahipleri veriyordu onlara. Ve yıkıldı gitti Likya.. Köleler felsefe kaygısı çekmedikleri için ekmek yapıyorlardı, Çünkü Felsefelerini köle sahipleri veriyordu onlara; Felsefe sahipleri köle kaygısı çekmedikleri için ekmek yapmıyorlardı, Çünkü Kölelerini Felsefe veriyordu onlara. Ve yıkıldı gitti Likya.. Felsefenin ekmeği yoktu, Ekmeğin felsefesi. Ve sahipsiz felsefenin ekmeğini, Sahipsiz ekmeğin felsefesi yedi. Ekmeğin sahipsiz felsefesini Felsefenin sahipsiz ekmeği. Ve yıkıldı gitti Likya. Hala yeşil bir defne ormanı altında... Gitmek. Bir hançeri inceltip Okyanusa daldırmak isteği Ya da düşebilmek atlasların Dışına ki ey kalbim Yalnızsın bu yolculukta da. Gitmek. O kaos duygusu, aklın Sarsıntılarla yorgun düşüşü Bilincin kamaşması belki de. Rehin bırakılacak bir şey yok Unuttuklarından başka.. Gitmek. Bir büyü gibi saran Ağrılar yumağı, kışkırtılmış Düşlerdir ki sen şimdi Esirgeme kendini kalbim Kederin o derin yalnızlığından asıl büyük sarhoş benim uzaktaki ben ki tek damla şarap içmedim ekmeğin beyaz zeytinin siyah olduğunu biliyorum asıl büyük sarhoş benim uzaktaki benim kusturucu sarhoşluğum yoksulluğum. yüzüme bakmasan da yağmura düşürsen de gözlerini gözlerime bakmasan da ne kadar o kadar aydınlığın gökyüzüme uzanıyor uykularımda nefesinin sıcaklığı o kadar hangi akşam kapımı çalan sen değilsin sen değil misin gizli bir kıvılcım gibi gözbebeklerimde duran umutsuzlandığım her akşam senin rüzgârın almıyor mu uğultulu yorgunluğumu yoksulluğun eşiğinde kapaklandığım zaman ellerimden sımsıkı tutmuyor mu senin iyimserliğin. ben bu tezgâhı kurdumsa senin için kurdum senin için dokuduğum basma ve pazen denizin yeşilinden süzdüğüm balık göğün mavisinden çaldığım kuş senin için felsefe okudumsa iktisat okudumsa gece yarıları boğazım kurumuş içim bir kalabalık sıcacık mısralar okudumsa yunus' dan senin için okudum geceyarıları. sen beyaz bir kadınsın uzaktaki GÖZLERİN AKLIMDAN ÇIKMIYOR sen beyaz bir kadınsın karanlıkları dinleyen uzaktaki sarmaşıkları duyuyor musun rüzgârda yorgun başını üşümüş yastığına koyuyor musun uyuyor musun ellerimin el olduğunu hatırlatan kolejli kız gün görmüş bilge tavrıımı yerle bir edip geliyordun çok parçalı kırarak okulunu ben senin yaşında genelev hariçtim gerçi ben senin yaşında devrime sürekli taliptim. kareli eteğin kitapların örgülü saçın geleneksiz baktığımda sigara tutuşun bir lafın arkasında duran başka bir lafın kuşları ansızın kalkan dal gibi pembeleşn sesin ve rujun dudaklarında çalakalem enine boyuna uygun duruyordun her haftasonu ben seni küçük görüyordum. ben zaten ne zaman küçük görsem yanlış yapıyordum nicedir özlemişim bu rüzgarı hani doğu'dan eser bahar akşamları. nicedir özlemişim bir elma ağacının dibine oturmayı. nicedir özlemişim şoseleri,dağları. nicedir özlemişim bir dosta sarılıp ağlamayı Gönül bir bülbül-ü şeyda,öter aheste aheste İçüp cam-ı mushaffadan kanar aheste aheste. Zamanın hüzn-ü derdinden gönül bulamaz safa bir dem Derunum ateş-i suzan,yanar aheste aheste. Heman sayd ü şikar eyler............................... Hülasa bulamadım çare döner aheste aheste. Oturmuş meclis-i meyde süzer kaşın taravetle Şerab............ şuhum sunar aheste aheste. NESİMİ derde düşmüştür senin hüsnün zammanında Acebdir ateş-i aşka konar aheste aheste Hangi tele vurunca böyle hıçkırabilir Güneşi kanadında taşıyan büyük melek Senin ince gönlünü hangi kış kırabilir, Ey sırma nakışında sarkıt duran kelebek! . Yaz, bütün binalara birden geldiği zaman, Kanın gelişi gibi tıkalı bir damara, Ilık bir sükûnetle sarmalanır uyuman; Narin bir kadifeyle kaplanır derin yara.. Ağzın artık yanıyor. Artık anlatmayalım, Kim bu ağır şeyleri böylece diyebilir! Demirden kapıları neden ıslatmayalım Ta çürüsün çürüyen; evet çürüyebilir! . Gözyaşların geçiyor keskin kayalıkları, Şiir haddi olmayan bir denize varıyor Gözlerin, en dipteki gümüşî balıkları, Suvarıyor gözlerin, ve yüzün ağarıyor. Cümle kaplumbağalar Kanatlanmış uçmağa Kertenkele derilmiş Kırım suyun içmeğe. Bir pire bir med tuzu Yüklenmiş gider yola Geh at olup yorgalar Geh kuş olup uçmağa. Bir karınca devenin Tepmiş oyluğun ezmiş Bir budunu götürmüş Dönüp ister kaçmağa. Çekirge buğday ekmiş Manisa'nın çayında Sivrisinek derilmiş Irgat olup içmeğe. Balıkçıl köprü yapmış O çayların birinde Yüklü yüklü ördekler Gelir andan geçmeğe. Ergene'nin köprüsü Susuzluktan kurumuş Edirne'nin minaresi Eğilmiş su içmeye. Kaygusuz'un sözleri Hindistan'ın kozları Sen de bu yalan ile Gidem dersin Uçmağ'a Bana medet senden olur efendim Aşılmaz dağların dost ardında kaldım Eller dosta doğru çeker göçünü Elsiz viranede çöllerde kaldım . Sana derim sana ey kaşı kare Artıyor eksilmez dost sinemde yare Bir aşinam yok ki halımı sora Yalanlı dolanlı dillerde kaldım . Sabahtan sabahtan semah tutarım Dosta kadar gider oy benim katarım Baykuş gibi viranede öterim Gel gör ne perişan hallerde kaldım . Pir Sultan Abdalım ben de gülmedim Aradım derdime dost derman bulmadım Yol nereden gelir gider bilmedim Kesildi kervanım bellerde kaldım sana büyük şehirlerden bahsedeceğim. en büyük camiler orada kurulur, en küçük mezarlar orada kazılır en kara yazılar orda dizilir.. yüksek minarelerde sela verilir, civar hanelerde zina edilir. büyük şehirlerde yalan söylenir tosun, halbuki küçük köylerin mezarlığı bile yoktur.. büyük şehirlere bağlanma mehmedim. öyle bir şehre yerleşki, küçük olsun fakat bizim olsun. sokaklarında tanımadık yüz, ensesine şamar atmayacağın kimse dolaşmasın. her ağacına elin, her karış toprağına terin değsin. ve kuytu evlerden birinde senden habersiz ölenler olmasın. Şu yeryüzü er meydanı Gönül sevmez her meydanı Yüreksize yorgan döşek, Koç yiğite ver meydanı.. Başbuğlar tuğ kaldıranda, Atlar dizgin dolduranda, Malazgirt'te, Çaldıran'da Sakarya'da gör meydanı.. Kaytan bıyık bura bura Gakkoş, Dadaş sıra sıra Elaziz'de Çay'da Çıra, Erzurum'da bar meydanı.. Ey içi boş, dışı süslü! Eli kirli, yüzü paslı! Yetişsin Asım'ın nesli Etsin sana dar meydanı! . Geldiği gün kutlu çağrı Bas, titresin yerin bağrı. Doğu'dan batıya doğru Bir yay gibi ger meydanı.. Ben Türk'üm! De, dur sözünde, Yürü Bozkurt'un izinde Kalmasın şu yer yüzünde Şerirlere şer meydanı.. Tanrı Kut Mete Çağı'ndan, Son Peygamber kucağından, Hacı Bektaş ocağından, Açık bize sır meydanı.. Hayaller kalınca güdük Açıldı surlarda gedik... Mehter sustu, öttü düdük, Rezil oldu er meydanı! . Yer yüzünde kalsan da tek Eğme boyun, öpme etek! Çin seddinden, Nemçe'ye dek Yeni baştan sar meydanı.. Bak neler var dünlerinde Acı, tatlı günlerinde... Dumlupınar önlerinde Mehmetçik'ten sor meydanı.. Sancaklar kalmasın aysız, Boz Oklar Üç Oklar yaysız Soyunu bilmeyen soysuz Düşmanına kor meydanı.. Ayrılık can paresidir, Sıla, gurbet çaresidir, Ahi Evran töresidir. Yarenlerle yar meydanı.. Dön ardına bir bak hele Hatırına neler gele... Dar boğazda Çanakkale, Tarihin en zor meydanı! . Git danış büyük ceddine, Sor doğuda Çin seddine, Girmek kimlerin haddine Sen açmazsan bir meydanı! . Çabuk söner şişirdiğin Soya çeker devşirdiğin... Kırk Bismillahla girdiğin Meydan, şimdi kir meydanı.. İtibar olmazsa ere Düşmana kim göğüs gere? Kör döğüşü olan yere Derler elbet kör meydanı! . Uyanınca Türk'ün özü, Gerçekleşir Tanrı sözü... Olur bir gun şu yer yüzü, İnsanlığın hür meydanı! Siz hiç eski tahtalara yağlı boya yaptınız mı? Bütün iş ilk çekilen boyadadır, astarda Astar düzgün değilse tepserir boya Islak duvarlar gibi dökülür pul pul . Bir hava kabarcığı alttan doğru yavaş Taşır bazı şeyleri dipten yüze Çıkar suya yukarı, döner bir zaman yavaş Söner suyun üstünde . Daha demin titrek dokuyordu aşkı Konuşan bakışlar, ince gülüşler Daha demin vardı . Sustunuz ikiniz de, gözleriniz daldı Boğdu sevincinizi sularda kıskanç Bir hava kabarcığı Ben razı değilem hicrana gama Garip gönlüm haldan hala salan var Sabavetten beri bir yol gözlerim (sebavet = çocukluk dönemi) El zanneder uzaklarda kalan var . Didemden akıttım kanlı yaşımı Karametten kurtaramam başımı Gönül kalesinin mermer taşını Hicran kalemiyle kırıp delen var. Sümmani'yem Yarab gönlüm hoş eyle Ya sabır ver ya da bağrım taş eyle Ya bir çift kanat ver yada kuş eyle Tez ulaşam dost bağında talan var Ağaç demiş ki baltaya Sen beni kesemezdin ama Ne yapayım ki sapın benden Bak şu ağacın bilincine sen Ölen ben, öldüren benden. Bunca analar ağlayıp durur da Akıp gider gelinciklerden Kör müdür sağır mıdır bu ırmak Ölen ben, öldüren benden. Her yerde böyle olmuş bu Önce dağa, taşa, ağaca söyletmiş halk Sonunda sabahın bir yerinden Uyanıp kalmış ayağa ırmak Ölen ben, öldüren benden önemli gizli boyutlarıyla yeryüzündeki yaşantımız ne kadar azdır yaşadığımızdan yaşadığımızı sandığımız söylediklerimizle değil söylemediklerimizle varız o gün ki ölümün perdesine yapayalnız yansırız ne kadar azdır yaşadığımızdan yaşadığımızı sandığımız. bir incesaz ki süreklidir yaprak döken korularda çılgınlıkları oluşturur en çapraşık duygularda büyük çıkmaz akla gelip de sorulmayan sorularda bazı insan içten içe düşünür hesaplar da ne kadar azdır yaşadığımızdan yaşadığımızı sandığımız. üflediği sustuğumuz tutkuların düşlerimizi çokçadır çocukluktan çıktığımızı sanmak aslında çocukçadır gerçi gençlik bir uçta yaşlılık bir uçtadır birleştikleri gerçek o müthiş sonuçtadır ne kadar azdır yaşadığımızdan yaşadığımızı sandığımız ardından resmin asılır işlek yerlerine kentin piyangocunun yanında tahta çitlere yakıştırırım gözlüklüsün, üç yaş büyüksün, rize’de büyümüşsün başka adını da bilirim, hepsi yalan, o gülmen de eski, küçük bir limandır gülmen, takalar sığınır. ardından resmin asılır işlek yerlerine kentin denizle kavgalıdır kayalar, otururum, elim tuzlanır fırlatırım çakıl taşını, kaç kez sektirebilirim gömülmesin suya, sen tut, durma sonra bana yürü bulutların yerini doldurur yürümen, kuşlar kıskanır. ardından resmin asılır işlek yerlerine kentin birden boşanan yağmurda mağaza diplerindeyken otobüsten inerken, hiç aklımda yokken karşımdasın giderayak bir şey derdin, onu söyle işte, sonra sus ıssız istasyon kampanası susman, yapraklar döker. ardından resmin asılır işlek yerlerine kentin çardağa çıkarım, ay gömülür çalı çırpılara tutuşturur sarmaşıkları, seyredişinden alınırım uzak, içli şarkılar anımsarım, derken dönüp bakman, turaçlar çağırır bakman, bahçemde turunçlar açtırır. resmini astılar işlek yerlerine kentin çarşı içinde bir zaman daha konuşuldun su, sarnıçlardan bakraçlara çekiliyordu güze hazırlanıyordu kızlar, dağlar dalgındı gençtim, olur olmaz huylanışını sevdim en çok. Vazgeçtim bu dünyadan tek ölüm paklar beni, Değmez bu yangın yeri, avuç açmaya değmez. Değil mi ki çiğnenmiş inancın en seçkini, Değil mi ki yoksullar mutluluktan habersiz, Değil mi ki ayaklar altında insan onuru, O kız oğlan kız erdem dağlara kaldırılmış, Ezilmiş, hor görülmüş el emeği, göz nuru, Ödlekler geçmiş başa, derken mertlik bozulmuş, Değil mi ki korkudan dili bağlı sanatın, Değil mi ki çılgınlık sahip çıkmış düzene, Doğruya doğru derken eğriye çıkmış adın, Değil mi ki kötüler kadı olmuş Yemen’ e, Vazgeçtim bu dünyadan, dünyamdan geçtim ama, Seni yalnız komak var, o koyuyor adama.. Çeviren: Can Yücel Müsveddeler. “Tekirdir tekerlenir bir saranı bulunmaz” diyen o adama..... 1- Anlatarak bitiriyorum hayatımı Bilmiyorum başka nasıl bitirilir bir hayat Bir çiçek çizdim bu akşam avcuma İsmini herşey koydum. Simli ojeler sürdüm yalnızlıktan sıkıldığımdan. Müsveddesi gibi şimdi tırnaklarım Yıldızlı bir gecenin.. Yıl 2000 Tekke ve zaviyeleri kapatıldı kalbimin Tombul güvercinler dolaşırdı kiremit çatısında Bulutlar akardı paçalarından, uğuldarlardı. Kuşların şarkılarından anlarım. Kimse hayra yormaz beni Kuşbaz ve uçmaya meraklı, Ütüsüz giyerim karabasanlarımı Sakarım, sık sık çarpar deviririm yazgımı İçimdeki suyu döktükten sonra işte, ondan sonra Şikayetim yok, rahatım. Taşralı ve safım. Yağmurda unutulmuş bir Tanrı’yla ahbabım Balkonda asılı kalır günlerce gökkuşağım, Deterjan reklamına çıkacağız biz ikimiz Tanrı’yla Ben böğürtlen lekeli çocuğu oynayacağım, O kirli beyaz gömleğim. Ah bir de şu gömleğe, göynek diyecek kadar Cesur olaydım.. Teyzem öldü. Kırkı yeni çıktı En iyi hikayeleri ölüler anlatır Ölülerin anlattığı hikayeler İnşirah suresi gibi insanı ayartır. Kırmızı günleriyim ben takvimlerin Okullar tatil oluyor ben söz konusu olduğumda Şeker istemeye geliyor çocuklar. Oyun oynuyoruz, Sağlam bir halatla çekiyorum acıyı kendime doğru. Siyah iş günleri müdahale ediyor hayatıma Mor bir köşe yastığı gibi isyankar oturmak istiyorum, Ben oysa divanın en ucunda. Çorba pişirmek istiyorum, Sonra kalkıp ekmek kızartmak, Bıçağın ucuyla kazımak aşkı fazla kızardığında. Söyleyin ateşe, Ruhunu üflemesin benden gayrısına. Çiçek silindi bu sabah ellerimi yıkadığımda “Ellerim bomboş...” Kötü şiirlerden koru beni Tanrım Amin! . 2- Bir şaşkınlık şarkısı olarak besteliyorum aşkı Kaprisli notalar, huysuz sololarla Bekçisi olmayan geceler denk geliyor bana, Çaresiz bekliyorum, Düdük çalıyorum, İki el ateş ediyorum havaya. Gecenin bir yarısı oturup ağlıyorum bir çocuk parkında Ulumak gibi ağlıyorum Köpekler koşuyor sağımda solumda Tanrım! Diyorum sadece Başka bir şey diyemiyorum zaten o an. İyi niyetli ve sevimli bir kızdan kalanlar Sallanıyor durmadan boş salıncaklarda “Üzgünüm” diyor, Bir mutluluk şiiri yazamam bu saatten sonra! . Yoksul çocuğuydun sen benim 23 Nisan sabahımın Şiir okutmadım sana, folklor oynatmadım. Yoksulluk diyorum, O an, Ucuz lafların çalılarına takılıyor şiirimin elbiseleri. Sen tuz ol en iyisi sevgilim Ben ekmekle duruma müdahale edeyim. Bırak hazır soyunmuşken Kuru öksürüğüne elma kabuğu ve tarçın tavsiye edeyim. Tasfiye ettiler beni kediler aralarından Yar olmaz bundan sonra sarmandan sana. Beni tasfiye ve tavsiye arasındaki karışıklıkta Müsait bir yerde bırak sevgilim. Hem otuzumu geçtim azıcık Gerisini ben yürürüm artık. Çizgili olsun, buruşsun yüzü, Şiirlerim için yaşlanma etkilerini geciktirici krem kullanmayacağım.. Yokuş aşağı şarkımı söylerdim, sarhoş “Kanatlarım vardır benim uçarım” Koşup kaşe kabanından yakalardın uyduruk şarkılarımı Ne çok ısıttın beni, Ne çok ısıttım seni, Buruştu ve kirlendi 23 Nisan’da takılan simli ve tül kanatlarım Kurtulamadım, üstümde kaldı. Ben sevgilim... Bir çocuk bayramı gibi yaşamak isterdim her aşkı Cezaya kaldım. Bir mutluluk şiiri yazamamaktan dolayı İmlamı iyice bozsam da farketmez artık. Kime ne “de-da”ları ayırmasam? Noktalarda durmasam, Bir ünleme koşsam yalnızca, Sonu uçmak olan çığlığa. Kime ne anlatarak bitirsem hayatımı? Ölümüme de bir şiir yamar nasıl olsa birileri artık.. 3- Bazı vakitler tren geçiyor evin yakınından Yaşlanıyorum pencereden her bakışımda Anna Karenina’yı taklit ediyor zaman, Atıyor kendini raylara. Neden her aşk Bir kadının cenazesini kaldırır mutlaka.. Sevdiğim adamlar çarpıyor camlarıma Bir kelebek gibi kocaman, kara Pervazlarımda kuruyorlar sonra Begonya tozlanıyor, Unutmanın gözyaşları sanki bu tozlar. Annemin temizlik günleri gibiyim Yorgun, solgun ve beyaz. Kardeşim ayağını sallıyor sevdiği şarkılarda Birini çok sevmek gibiyim Sütle siliyor tozlarımı kardeşim. Kestane pişiririz diyoruz sobada Hayallerimiz çatlıyor sonra, çıtırdıyor, kızarıyoruz.. Bu şiirden bir bölümü attım Kilometrelerce uzağa Tavşanlı pijamalarımla balkona çıkıp el salladım ardından Havaya uçuracaktı şiirimi az daha, Attım. Lokum getirmişti ve kitap, Ben ruhunu getirsin istemiştim oysa. Onu da tam buradan attım. Ben ne de olsa yakıp yıkanlar listesinde Ölü yada diri arananlardanım.. Bir Doğuş şarkısı söyletiyorum bazen hayatıma: “Aramızda uçurumlar söz konusuyken” Uçurumlarda tenzilat varken hazır Uçalım, hadi uçalım Ben nasıl olsa Bu müsveddelerin ortasında yalnızım. Uyurken yüzünü seyredip yanımda, Tanrının büyüklüğünü görmüşüm. Gri gümüş telli saçların avuçlarımda, Kendimi dünyanın en zengini saymışım.. Sen ey ışık gözlü sevgili, Senden sonrasına, Ölümü yazmışım... Dag uzani gökyüzüne, Ölüler karanliga uzani.. Nerelerden nerelere varir yasamak, Acidan, igde sariligindan, düsünüden uzani.. Sever misin, öpüler ardi bos, Iste biraktigi güzelin, bir çirkin uzani.. Yankilar, gezegenlerden agri gelip gider, Basi kopmus gök mamurlarindan bir uzani.. Uzandigimiz, belki de bu gece, belki de bu yatakta En bilinmeze uzani. Yüreğim hopluyordu, hızlıca atın üstünde! Oluşmuştu düşünüldüğü gibiydi. Akşam dünyayı beşikte sallıyordu, Dağlarda gece asılıyordu; Sis elbisesinde meşe dikilmişti bile Üstüste yığılmış bir dev, orada, Karanlıkta çalılar arasından Yüz siyah gözlerle baktığında. . Seni gördüm, ve ılıman neşe Tatlımsı bakıştan üzerime döküldü; Kalbim tümüyle senin yanındaydı, Her bir nefesim senin için. Pembe renkli bir bahar havası Hoş yüzü sardı, Ve bana şefkat, ah Tanrılar! Umdumki, haketmeseydim! . Ay bir bulut tümseğinden Rayihadan tütsüyordu, Rüzgarlar sallıyordu sakin kanatları, Kulaklarımda korkunç uğulduyordu; Gece binlerce canavar yarattı, Ama cüretim körpe ve şendi: Damarlarımda öyle bir ateş! Yüreğimde öyle bir kor! . Fakat, ah, şafakla beraber Ayrılık kalbimi daralttı: Buselerinde nasılda bir sevinç! Gözlerinde nasılda bir hüzün! Yürüdüm, sen dikiliyordun boynun eğik Ve ardımdan baktın yaş, yaş: Ve genede, nasıl bir mutluluk, sevilmek! Ve sevmek, Tanrılar, öyle bir mutluluk! . Çeviri: Musa Aksoy 'seyrek gülüş sen ne güzel bir şeysin nazlanırsın ama bir gün gelirsin'. düşen bir yaprağa bağladım hayatımı olsun artık diyorum ne olacaksa paralı asker miyim neyim ben ekleyip duruyorum sabahları akşama ve kendimi arıyorum meşgul çalıyor gerçi söylenmez böyle şeyler uluorta aşk diyor başka bir şey demiyor kalbim nasıl bir dostluk ki bu,hem kadim hem de mayhoş elma tadında.. kendimi de koysam ayağımın altına yine de yetişemiyorum ey aşk, omzunun hizasına. çünkü bende birikiyor her şeyin tortusu ve ayağını kaldırıyor dünya,konuşurken benimle. budanan oğullar gibiyim,sessiz ve narin nereye konsam geri sayım başlıyor kurcalıyor beni bir çırağın elleri ah,unufak olsam ve desem ki ağzın tat görmesin hayat kandırdın beni.. sorma, elim kırılsın bir daha dokunursam güneşe.. kılpayı kaçırılmış bir şeyin bıraktığı ardında neyse oyum ben. yaralı serçe,benim için dua et; gök bir kayalık gibi şimdi üstümde dr şükrü öncüoğlu'ndan üç ayda bir reçete.. acıyan bir şeyim ben burdan çok uzaklarda ve koskocaman bir hansın sen uğraşma bu çocukla çünkü nasıl birşey biliyorum itin taştan korkması bir yastık arıyorum kuş seslerinden mühim değil sonrası.. sorma, yangın sönseydi suyla denizler her akşam böyle yanmazdı.. yakartop oynayan melekler gördüm güneşle ve büyük çiftçiler gördüm dağları biçen yolundaydı herşey,ben bile yolundaydım ama kıyıya vardığımda kendimi unuttuğumu anladım karşı kıyıda.. şiirler söyledim belki duyarsın diye çığlığıydım içinde dilsiz bir şehzadenin sana seslendim durdum bu küçücük odadan acımı duy,sensin pusulam benim ki dünya silinmiş bir harita gibi yabancı bana.. sorma, usulca uzandığında bir ceset oluyorsun öpüldükçe şımaran. 86. Dünya kadar büyük bir günüydü çocukluğumun, Mektebe ilk gittiğim o altın sabah. Omuzumda kalmıştı el sıcaklığıyla Anamın okşarken söylediği bir 'Bismillâh'. Muhayyeleme sığmayan beyaz bir bina Ve kocaman bir bahçe ki oyundan büyük. Harfler kadar yabancı ve çirkin çocuklar Renk renk elbise, renk renk göğüslük.. İlk ders bir bayramın son günü gibi soğuktu Gördük karatahtada, 'Hesap' denen karaltıyı, Ezberletti kendi numarasını hoca, herkese; Ben de öğrendim iki haneli seksen altı'yı.. Ve paydos gelmedi bir türlü odamıza Duvardaki levhaları ezberledim, masal gibi. Deminki çirkin çocukların oldu yavaşça hepsi güzel Ve o sevgiyle sevdim onları ki sızlatır daima kalbi. Oyunlar ve neş'elerle geçti o gün Ve tatlı rüyalar gibi bitti mektep.. Bilgimi düşürmeden eve götürmek için İçimden seksen altı, seksen altı diyordum hep. Eve gelince kestim defterimden bir güle benzeyen iki rakamı Dolabıma yapıştırdım yan yana, bir zafer saadetiyle Ablalarımın göreceği saati bayram gibi bekledim Tatlıydı bu bekleyiş mavi bir arifeden bile.. Fakat şaşırmıştım iki rakamın yerini Dolap kadar, ev kadar güldü halime ablalarım. Anlar gibi durdumsa da, anlamadım yer değişse ne olur? Ki hâlâ para saydıkça o hayreti duyarım.. Ki hâlâ yaşarım bir ayrılıkta o hayreti Dalarım 86, 68 diye bazen. Yer değiştirince başka şey olmak ne tuhaf Ne tuhaf ölümü duymak seksen altıdan! Şu Feleğin çarkında, akıl şaşırır. Bir kavanoz içinden düşler aşırır. Güneş bir ateş olmuş, dünya kavanoz; Döndürür simge, şekil; bizi taşırır! . (Hayyam'ın Türkçe Yüzü-Türkçe Yeniden Yazan-Yalçın Aydın Ayçiçek-Can Yayınları) Boynunda dolanıyor gün. Orada ölüm yorumdur hayata. Ağızdaki son kelimenin öbür yanı; rozetinden vurulan çocuk hep avuçta tutulan bir köz parçası... . Orkidesi kırık, duyguları yara içinde. Gökyüzünü çizip durmuştur dalgınlığı kaybolan elleri bulunmuştur, sonsuz elleri bir balığın karnında. Bir gürültüyle buruşturulmuş aldığı haber. Şimdi haziranı tartışıyor kendi kendine. Taşın sessiz öfkesini öğreniyor bir çocuk. Kente sığmıyor aşkların kokusu da. . Çırpınıyor bir yavru kuş, bilmeden nedenini anlamadan kanatlarının karıştığını rüzgâra düşecek uzun çığlığı, gagası yırtılacak sürçecek kalbimiz, uçurum kendine itecek bizi bir bozgunu kurcalayıp duracak sevgilimiz. . Kan iz sürüyor. Koyulaşıyor ayrılık. Anlamına çalışmakta yılanlı kuyu. İçimizde büyüyen bir uzaklık gibi deniz. Çürümeye başlayan gecede artık yalavuz kucaklaşırken ne kadar sivriyiz birbirimize bir suçuz kocaman öpüşürken dokunulmaz yarayız kendimize. . Yüzümüz bomboş ve en çıplak yerimiz ayartıldığımız doğru, hasretimiz geçersiz. Hep orada rozetinden vurulan çocuk artık, dünyayı insana gömecekler. . E, Nisan 2001 Can ellerinden gelmişem, fani mekanı neylerem Ol mülke meylim salmışam. Ben bu cihanı neylerem . Dunyaya geldim gitmeye, tim ile hilm yetmeye Aşk ile an seyretmeye. Ben în u anı neylerem . Devr-i zamandan doymuşam, Kevn ü fesadı koymuşam Darü'1-amanı duymuşam, bu sicn-i canı neylerem . Hep i'tibarı atmışam, aşıldığa el katmışam Ben nefsi dosta satmışam, bu düşmenanı neylerem . Aşkın şerabın içmişem, dil gülşenine göçmüşem Ben varlığımdan geçmişem, nam ü nişanı neylerem . Aşkı, tabibım kılmışam, derdinde derman bulmuşam Ben lübb-i hikmet bilmişem, Yunaniyani neylerem . Enfas-i aşkı darikem, mal ü menalı tarikem Genc-i nihane mâlikem, nakd-i revani neylerem . Taht-i tevekkül bulmuşam, mülk-i kanaat bulmuşam Mahfice sultan olmuşam, cah-i ayanı neylerem . Her ne gelirse yahşidir, o dostun bahsidir Çün cümle anın işidir, ben bed-gümanı neylerem . Olmuş anınla kalmışam, ayn-i hayata dalmışam Kendim bilip kam almışam, vehm ü hayalı neylerem . Gerçi zaman-i devran ile, pir etti cismin şan ile Gönlüm cüvandır can ile, pir ü cüvanı neylerem . Ten beslemekten sapmışam, gönlüm sarayın yapmışam Hurşidem, anda tapmışam, ben.ahteranı neylerem . Yarı bana bes görmüşem, ağyarı dilden sürmüşem Ünsiyle tenha durmuşam, ben ins ü canı neylerem . Dilden dile bin terceman,varken ne söyler bu lisan Çün can ü dildir hem-zeban, nutk ü beyanı neylerem . Hakkı, cemi'i halktan, müstağniyem billahi ben Hallak-i alem varken, halk-i zamanı neylerem Önkuzu hey! ... Önkuzu! ... Önde gider Önkuzu... Anası 'Dursun' demiş... Durmaz... gider Önkuzu. Kuzu yürür... kuzu yürür... Önde Önkuzu yürür... Kuzular meledikçe Gönlüme sızı yürür! ... Önkuzu hey! ... Önkuzu! ... Önde gider Önkuzu... Bu bayrak düşmez yere Ölmedikçe son kuzu! ... Dursun adı... Dursun adı... O gitti, dursun adı. Dillerde türkü olsun, Yürekte vursun adı! ... Kuzular koç olacak, Toy, düğün, göç... olacak Bu yıl ki kuzuların Adları 'öç' olacak! ! ! Yıllarca en acımasız yangınlarda Mısra mısra yaktınız beni Şimdi sıra bende Hazır olun Birer birer Ateşe veriyorum sizi... Ve kalbime gömüyorum küllerinizi Varsın dikenleriniz avucumu kanatsın farketmez Yeter ki Sevenler yüreklerine taksın güllerinizi Tende canım canda cananımdır Allah Hu diyen Dide sırrım serde sübhanımdır Allah Hu diyen. Dest-i kudretle yazılmış yüzüne ayat-ı Hakk Gönlümün tahtında sultanımdır Allah Hu diyen. Cümle azadan gelir zikr-i ene'l Hakk haresi Cism içinde zar-ı efganımdır Allah Hu diyen. Giceler ta subh olunca inletir bu dert beni Derdimin içinde dermanımdır Allah Hu diyen. Yere göğe sığmayan bir müminin kalbindedir Katremin içinde ummanımdır Allah Hu diyen. Kisve-i tenden muarra seyreder bu gökleri Çark uran abdalı uryanımdır Allah Hu diyen. Her kişiye kendinden akrab olan dost zatıdır Ey Nİyazi dilde mihmanımdır Allah Hu diyen Bir baş dönmesiydi bıraktıgın içindeki bilgeligi taşırmak için küçülüyordun karşımda bütün suçlarımı üzerine alıyordun.... Anlatmaktan yorulmuş bir veda oluyordun beni ölüme hazırlamak için küçülüyordun karşımda bütün suçlarımı üzerine alıyordun. Bir baş dönmesiydi bıraktıgın kirli, susuz, kutsal sızı küçülüyordun karşımda karnındaki bıçak izi yastıgımdı... Bir beyaz lerze, bir dumanlı uçuş; Eşini gaib eyleyen bir kuş gibi kar Geçen eyyâm-ı nevbahârı arar... Ey kulûbün sürûd-i şeydâsı, Ey kebûterlerin neşîdeleri, O bahârın bu işte ferdâsı: Kapladı bir derin sükûta yeri karlar Ki hamûşâne dem-be-dem ağlar! . Ey uçarken düşüp ölen kelebek, Bir beyâz rîşe-i cenâh-ı melek gibi kar Seni solgun hadîkalarda arar; Sen açarken çiçekler üstünde Ufacık bir çiçekli yelpâze, Nâ'şın üstünde şimdi ey mürde Başladı parça parça pervâze karlar Ki semâdan düşer düşer ağlar! . Uçtunuz gittiniz siz ey kuşlar; Küçücük, ser-sefîd baykuşlar gibi kar Sizi dallarda, lânelerde arar. Gittiniz, gittiniz siz ey mürgân, Şimdi boş kaldı serteser yuvalar; Yuvalarda -yetîm-i bî-efgan! - Son kalan mâi tüyleri kovalar karlar Ki havâda uçar uçar ağlar! . Destinde ey semâ-yı şitâ tûde tûdedir Berg-i semen, cenâh-ı kebûter, sehâb-ı ter... Dök ey semâ -revân-ı tabiat gunûdedir- Hâk-i siyâhın üstüne sâfî şükûfeler! . Her şâhsâr şimdi -ne yaprak, ne bir çiçek! - Bir tûde-i zılâl ü siyeh-reng ü nâ-ümîd... Ey dest-i âsmân-ı şitâ, durma, durma, çek. Her şâhsârın üstüne bir sütre-i sefîd! . Göklerden emeller gibi rîzân oluyor kar, Her sûda hayâlim gibi pûyân oluyor kar.. Bir bâd-ı hamûşun per-i sâfında uyuklar Tarzında durur bir aralık sonra uçarlar.. Soldan sağa, sağdan sola lerzân ü girîzan, Gâh uçmada tüyler gibi, gâh olmada rîzân,. Karlar.. bütün elhânı mezâmir-i sükûtun, Karlar.. bütün ezhârı riyâz-ı melekûtun.... Dök hâk-i siyâh üstüne, ey dest-i semâ dök, Ey dest-i semâ, dest-i kerem, dest-i şitâ dök:. Ezhâr-ı bahârın yerine berf-i sefîdi; Elhân-ı tuyûrun yerine samt-ı ümîdi! ... Yıllar var, o zaman küçüktü göğsün Boğuşmak bilmezdin bu kuş tüyüyle Hülyanın ve yazın ve teneffüsün. Sihriyle uyuyan bir kızdın öyle. . Alsan da koynuna seher yelini Saçının vermezdin ona telini Elinin üstüne konan elini Çekerdin ansızın bir ürpermeyle. . Ey şimdi boğulmuş, yorgun, soluyan Kumral kız! Şu atlas yastığa dayan O hafif, hülyalı ilk uykulardan Ne zaman, ne zaman uyandın söyle? Soyundum çileye dönmemesine Bilendim ışıktan gözyaşlariyle. Acılar umudu buldurur bize Bir zırha büründüm bu çağa karşı. Edep senin sabır benim derimdir Askerler üretir sessiz ve derin. Bayrağa dönüşen alnımdır şimdi Ellerim ağların mahşer makası. Türkümüz dünyayı kardeş bilendir Gökleri insanın ortak tarlası Sana büyük bir sır söyleyeceğim Zaman sensin Zaman kadındır İster ki Hep okşansın diz çökülsün hep Dökülmesi gereken bir giysi gibi ayaklarına Bir taranmış Bir upuzun saç gibi zaman Soluğun buğulandırıp sildiği ayna gibi Zaman sensin uyuyan sen şafakta ben uykusuz seni beklerken Sensin gırtlağıma dalan bir bıçak gibi Ah bu söyleyemediğim işkencesi hiç geçmeyen zamanın Bu durdurulmuş zamanın işkencesi mavi çanaklarda kan gibi Bu göz susuzluğundan sen yürürken odada Bense bilirim büyüyü bozmamak gerektiğini Daha beter seni kaçak Seni yabancı bilmekten Aklın ayrı bir yerde gönlün ayrı bir yüzyılda kalmaktan Tanrım ne ağırdır sözcükler Asıl demek istediğim bu Hazzın ötesinde sevgim hiçbir zararın erişemeyeceği yerde bugün sevgim Sen ki benim saat-şakağımda vurursun Boğulurum soluk alıp vermesen Tenimde bir duraksar ve yerleşir adımın Sana büyük bir sır söyleyeceğim Her söz Dudağımda bir dilenen zavallı Acınacak birşey ellerin için kararan birşey bakışının altında İşte bu yüzdendir sık sık seni seviyorum deyişim Boynuna takabileceğin bir tümcenin o parlakca kalp kristali Kaba konuşmamdan gücenme benim Bu konuşma Ateşte şu tatsız cızırtıyı çıkaran sudur o kadar Sana büyük bir sır söyleyeceğim Bilmem ben Sana benzeyen zamandan söz açmayı Bilmem senden söz açmayı bilir görünürüm Tıpkı uzun bir süre garda El sallayanlar gibi gittikten sonra trenler Bilekleri sönerken yeni ağırlığından gözyaşlarının Sana büyük bir sır söyleyeceğim Korkuyorum senden Korkuyorum yanın sıra gidenden Pencerelere doğru akşam üzeri El kol oynatışından söylenmeyen sözlerden Korkuyorum hızlı ve yavaş zamandan korkuyorum senden Sana büyük bir sır söyleyeceğim Kapat kapıları Ölmek daha kolaydır sevmekten Bundandır işte benim yaşamaya katlanmam Sevgilim. Bir resimde bağdaş kurmuş oturuyor Hacı Bektaş Veli. Evi gibi yeryüzü.. Bir bulut düşürmüş başını duruyor. Onunla gidip gelen. Uzakta bellibelirsiz.. Beyaz, uzun kavuğu. Demek ki güneş var.. Kucağına almış bir ceylanı, bir aslanı. Duruyorlar. Üç kişiler.. Hayvanları mı severdi Hacı Bektaş Veli? Bilmiyoruz. Ama açıktı hep evinin kapısı.. Çizgili mintanı. Yalın. Düz. Ta bileklerine değin uzuyor, uzayıp orda kalıyor.. Yüzü? Uzun yüzü. Sakallı, virdi okur gibi de önüne bakıyor.. Delik değil kulağı ve halkasız.. Yanında yeryüzü: Ağaçlar, sular, gök. Her sabah okuduğu. İster idim Allah'ı buldum ise ne oldu Ağlar idim dün ü gün güldüm ise ne oldu. Erenler meydanında yuvarlanır top idim Padişah çevganında kaldım ise ne oldu. Erenler sohbetinde deste kızıl gül idim Açıldım ele geldim soldum ise ne oldu. Alimler ulemalar medresede buldusa Ben harabat içinde buldum ise ne oldu. İşit Yunus'u işit yine deli oldu hoş Erenler manisine daldım ise ne oldu. (İstanbul,22.11.2000) Mutsuzluktan söz etmek istiyorum Dikey ve yatay mutsuzluktan Mükemmel mutsuzlugundan insansoyunun sevgim aciyor. Biz giz dolu bir sey yasadik onlar da orada yasadilar Bir dagin çarpikligini bir sevinç sanarak. En basta mutsuzluk elbet Kasaba meyhanesi gibi Kahkahasi gün isigina vurup ta ötede beride yansimayan Yani birinin solgun bir gülden kaptigi frengi Öbürünün bir kadindan aldigi verem Bütün ishanlarinin tarihçesi Bütün söz vermelerin tarihçesi sevgim aciyor. Yazik sevgime diyor birisi Güzel gözlü bir çocugun bile O kadar korunmus bir yazi yoktu Ne denmelidir bilemiyorum sevgim aciyor Gemiler gene gelip gidiyor Daglar kararip aydinlanacaklar Ve o kadar. Tavrim bir seyi bulup cosmaktir Sonbahar geldi hüzün Kis geldi kara hüzün Ey en akıllı kişisi dünyanın bazen yaz ortasında gündüzün sevgim aciyor Kimi sevsem Kim beni sevse. Eylül toparlandi gitti iste Ekim falan da gider bu gidisle Tarihe gömülen koca koca atlar Tarihe gömülür o kadar Neden gulmesin gul gibi yuzler; Nicin aglasin o guzel gozler; Niye sevgiye sevimsiz sozler, Soylenir diye sasar aglarim. Su gordugumuz reng-a-reng cicek, Sevdali bulbul, ari, kelebek, Yek digerini birakip gidecek: Vefasizliga bakar aglarim. Solmasin dersin sunbulum, gulum; Yarin elinden alacak olum; Butun dunyayi inletse unum; Caresizlikten cosar aglarim. Nes'e gizlenir, coker bir melal; Her vucud, her sey mahkum-i zeval; Son nefese kadar tukenmez cidal. Tukenmez derdim sayar aglarim. Mende Mecnûn'dan füzûn âşıklık isti'dâdı var Âşık-i sâdık menem Mecnûn'un ancak adı var. N'ola kan tökmekde mâhir ola çeşmüm merdümü Nutfe-i kâbildürür gamzen kimi üstâdı var. Kıl tefâhur kim senün her var men tek âşıkun Leylî'nin Mecnûn'u Şîrîn'ün eger Ferhâd'ı var. Ehl-i temkînem meni benzetme ey gül bülbüle Derde yoh sabrı anun her lâhza min feryâdı var. Öyle bed-hâlem ki ahvâlüm görende şâd olur Her kimün kim devr cevrinden dil-i nâ-şâdı var. Gezme ey gönlüm kuşu gâfil fezâ-yı ışkda Kim bu sahrânun güzer-gehlerde çok sayyâdı var. Ey Fuzûlî ışk men'in kılma nâsihden kabûl Akl tedbîridür ol sanma ki bir bünyâdı var Akıl akıl olsaydı adı gönül olurdu Gönül gönlü bulsaydı bozkırlar gül olurdu.. Tut ki gecenin Alacakaranlığında düşlemişim seni. Tut ki, rüyalarımı bölmüşsün ne çıkar? Ne çıkar gündüzlerin selamsız aşkına, Geceleri kefen biçsen. Bir anlık hırsla, Her şeyi yıkıp geçsen, ne çıkar.... Tut ki bundan böyle unutmuşum seni. Tut ki artık çalan parçalarda ismin geçmesin. Tut ki yazılan şiirler, seni anmasın, Varsın eller de unuttu desin. Ben seviyorum ya seni, Sen sevmesen, ne çıkar... Hep yol almak isterim, hiç duramam yerimde, Tanığımdır dalga, o denizde titriyorsa, Rüzgara seslenirim: gidelim! rüzgar dönse, Dalgadadır sıra: Haydi daha uzağa! . İlerlerim, kasırga alır götürür beni... İnsanlar, aşklarınıza dört elle sarılın, Kapının önündeki taş sedire oturun, Ve geçen günlerinizin arkasından bakın! . Ne mutlu evinden hiç çıkmayıp, Her akşam aynı saatte çatının aynı Köşesinden havalanan gece kuşunu Tekrar tekrar izleyen kişiye ne mutlu! . (1888-97) . Fransızca'dan çeviren: Tozan ALKAN ve elbet gözlerim sularımdan çekilince ürkek bir ceylanla anlaşırım yüzünün çok yakını olan bir limana dilinin ve ağzının verdiği baş dönmesine bahçeni tutan tavşanlara sığınırım. kanımdan geçilmiyor moraran ağzım kovalanıyorum ikinci zaman karanlığı iç çarşılar ey şafak bir askerle anlaş çünkü namluya sürüldün işte burada bir ordu yürüyen karnımda izim sürülüyor köpeklerin sürünerek yaklaştığı anlaşılıyor hatırlarımıza dokunulmamış fakat el konmuş aşkı yaşatırken kuğuların geleceğimizin serin suları ve göllerine. ey kadın kokla beni hayatım yasaksınız. gelinmiyor akşam zaman kaplanı kaçmıştım yeni bir ırmak şeklinde hayvanların ilkbahar sıcakları bölümünde kıvrılıp yeniden yakalanıyorum cam kesiyor göğüslerimi boynuma zümrüt bir gerdanlık atmışım. hem şarklıyım ben gövdem yara dolu. sevdiğim kolla beni anlıyorum. fakat artık dayanılmaz sarmaşıklara öpüşüyorlar harbin bittiğini söyle ayrılsınlar çünkü gece zamanın katranıdır gelip geçecek gibi değil omurgamdaki didişme çantamda sevişme askerleri harbin bittiğini söyle. önce beni boğacaklar özgür ve sevecen olmak için bir bıraksam yakut bir kuşun içinde duran ellerimi. sevdiğim önce kemir bu tel örgüleri gövdemden geç derimin altındaki tehlikeleri yürek kızgın bir kuma devrilmeden yokla beni. anlıyorum kaçmaya zaman yok şafak birden doğrulacak Ey pir-i penahım bir himmet eyle Duta gör elimi yaman günüdür Bugün korkuludur hasta vücudum Varayım tabibe duman günüdür.. Halimi sorarsan hele ver nefes İnanın yanıyor verane kafes Ya gel al canımı ya ağrımı kes Ya da ver dermanın yaman günüdür.. Koşa gözlerim dahi yollara nazır Kır atlı kadimim hazır ol hazır Yetiş imdadıma hazret-i Hızır Bu garip serimin duman günüdür.. Nice bir kalkayım yoktur idare Ayaklar altında kaldım biçare Meydanın içinde çektiler dare Yetiş Şah-ı merdan seyran günüdür.. Ah yardan ümidi kestim de geldim Vurduğum leşkeri küstüm de geldim Elimi üstüne bastım da geldim Yarama melhem kıl güman günüdür. Ben sana sığındım ey bari Hüda Aşığı maşuktan eyleme cüda Kulundur cümle bay ile geda Yusuf'un emrahı şivan günüdür.. Der HIFZI sığındım sana ey Ali Paşa Zerrece zulümün yoktur haşa bin haşa Şevketli şahım gel et temaşa Bugün rihalimin duman günüdür. Nabızlarımda vuran duygular ki tarihin Birer derin sesidir, ben sahifelerde değil Güzide, şanlı, necip ırkımın uzak ve yakın Bütün zaferlerini kalbimin tanininde Nabızlarımda okur, anlar, eylerim tebcil.. Sahifelerde değil, çünkü Atilla, Cengiz Zaferle ırkımın tetviç eden bu nasiyeler, O tozlu çerçevelerde, o iftira amiz Muhit içinde görünmekte kirli, şermende; Fakat şerefle numayan Sezar ve İskender! . Nabızlarımda evet, çünkü ilm için müphem Kalan Oğuz Han'ı kalbim tanır tamamiyle Damarlarımda yaşar şan-ü ihtişamiyle Oğuz Han, işte budur gönlümü eden mülhem: . Vatan ne Türkiyedir Türklere, ne Türkistan Vatan, büyük ve müebbet bir ülkedir: Turan Coşar âvîzeler artık, köpürür kandiller; Bu ışık çağlayanından bütün âfâk inler! Yalının cebhesi, Ülker gibi, baştan başa nûr; Nîm açık pencereler, reng ü ziyâdan mahmûr. Al, yeşil, mâvi fenerlerle donanmış kıyılar; Serv-i sîmînler atılmış suya, titrer par par. Dalgalardan seken üç çifte kayıklar sökerek, Süzülür sâhile, şâhin gibi, yüzlerce kürek. Bir taraftan bu akın yükseledursun karaya; Bir taraftan dökülür öndeki saflar saraya. Rıhtımın taşları, zümrüt gibi, Îran halısı: Suda bitmiş çemen, üstünde de Sultan Yalısı! . Renk renk açmış o başlar, biriken mahşere bak: Fes, arâkiyye, sarık, yazma, bürümcük, yaşmak, Taylasan, takke, nazarlıklı hotoz, âbânî, Mâvi boncuk, oyanın türlüsü, dal dal yemeni..... Ama birçokları da’vetli değilmiş, kime ne? Bu açılmaz kapılar, şimdi, açık her gelene.. Avlu, dış bahçe, harem bahçesi, taşlık, yer yer, Medd ü cezrin ebedî sâhası: Boy boy siniler, Ki donandıkça o başlarla, hemen, çepçevre, Tablalar, aydede çıkmış gibi, başlar devre! . Yayılır baygın, ılık bir buğu, bir tatlı duman; Çözülür büsbütün âvâre sinirler o zaman. Kafalar tütsüyü aldıkça döner, mest-i hayât; İki el bir baş için, kim kime artık? Heyhât! . Orta katlar, sofalar, belli ki da’vetlilere: Sofralar tahtanın üstünde değil bir kerre; Bir de, oldukça merâsimle mükellef huzzâr; Sonra, kalkıp oturanlar bütün ashâb-ı vakàr.. Yatsı bir hayli geçer, çifte ezanlar verilir; Yazma seccâdeler artık yere, boy boy, serilir. Doğrulur Kıble’ye herkes, kılınır şimdi namaz; Derken «âmin! » çekilip arz edilir Hakk’a niyaz. — Başlayın Mevlid’e! — Lâkin, hani? Mevlid-han yok! — Sordurun! — Hiç de gören bir kişi, bir tek can yok! — Üsküdar’dan gelecek sözde, olur şey mi ki bu? Bâri söz verme... — Adam sen de, bırak meczûbu! — Bence aynıyle kerâmet delinin gelmediği: Şu ilâhîcilerin hepsi okur ondan iyi. — Bilemem. — Dinlediniz şimdi... — Evet, çok yüksek... Ama hazretle kıyâs etmeye gelmez. — Ne demek? — O anaç bülbüle eş beslemez artık yuvalar. — Pek uçurdun, a beyim! — Yok, ben uçurmam, o uçar. Sâde bir gelse... Fakat gelmedi, bilmem ki neden? — Beklemek nâfile, hâlâ ne gelen var, ne giden! — Harem ağsında haber... — Anlayabilsek, ne diyor? — Okuyun, beklemeyin emrini tebliğ ediyor. Gâlibâ Vâlide Sultan gazab etmiş hocaya... — Gazab ettiyse, çanak tuttu herif, doğrusu ya. Bir saray halkını -sultanla berâber- hiçe say; Bunca da’vetliyi, da’vetsizi beklet bir alay; «Oyun ettim size; hey sersem adamlar! » diye, gül! Çekilir nağme değil... Neymiş, anaçmış bülbül! — Kim bilir, özrü mü var? Dinleyemem varsa bile! . Başlanır Mevlid’e mu’tâd olan âdâbıyle; Önce tevhîd okunur, gaşy ile dinler herkes. O, güzel, sonra, müessir, sekiz on parlak ses, Kimi yerlerde ilâhî, kimi yerlerde durak; Kimi yerlerde cemâ’atle beraber coşarak, Kalan üç bahri terennümle, çekerken «âmîn! » Ta uzaklarda çakar zulmet içinden bir enîn. Gecenin kalbi durur; ürperir inler, cinler; Açılan pencereler, göz kulak olmuş, dinler. O enîn karşıki sâhilden açılmaz mı biraz, Sûr-i Mahşer gibi sesler çıkarır, şimdi, Boğaz! Tutuşur, cebhe-i Sînâ’ya döner, sîne-i cev: Sanki yüzlerce yanık ney savurur, yer yer, alev! Kayalardan, kıyılardan bir ateştir çağlar: Lâhn-i Dâvûd ile inler yine gûyâ dağlar! Âh o kudsî nefes eşbâha ederken sereyan, -Karalar vecd ile pür-cûş, sular pür-galeyan- Dem çekip, dem tutarak etmeye başlar feryâd, Boğaz’ın her tarafından bir İlâhî inşâd:. «Sultân-ı Rusül, Şâh-ı Mümecced’sin, efendim! Bîçârelere devlet-i sermedsin, efendim! Menşûr-i «Le amrük»le müeyyedsin efendim! Dîvân-ı İlâhî’de ser-âmedsin, efendim! Sen Ahmed ü Mahmûd u Muhammed’sin, efendim! Hak’tan bize Sultân-ı Müeyyed’sin, efendim! » ......................................................................... Kesilir, gitgide, tedrîc ile sesler artık, Aktarır sâhile mevlidciyi bir köhne kayık. Koşarak, doğruca mâbeyne alır karşı çıkan; «Nerde kaldın, hoca? der, Vâlide Sultan o zaman, Sen de kalleşlik edersen, bize eyvahlar ola! ». — Henüz akşamdı ki, gelsem diye, düştüm de yola, Yürüdüm haylice... Derken -hele sen kısmete bak! - Öteden karşıma bir yaşlıca hâtun çıkarak, «Azıcık dursana, oğlum! » dedi. Durdum, nâçar. — Göğsün îmanlıya benzer, sana bir hizmet var, Ama reddetme ki, zâten beni mahvetmiş ölüm: Bir perîşan anayım, dağ gibi evlâd gömdüm! Kızımın cânı için, bâri bu kırkıncı gece, Şöyle bir Mevlid okutsam, diyorum, kendimce. Nasıl etsem? Okuyan çok ya, benim yufka elim... Hocasın, elbet okursun; hadi oğlum, gidelim. Ne olur bir yorulursan, hadi, bekletme, günah! Sen benim yavrumu şâd et ki, rızâen li’llâh, İki dünyâda azîz eylesin Allah da seni.. Hâtunun sözleri dîvâneye döndürdü beni; Ne saray kaldı hayâlimde, ne sultan, ne filân; . «Çile dolsun, yürü öyleyse, dedim, oldu olan! » Size yüzlerce adam Mevlid okur benden iyi, Ama bîçâre kızın, bağrı yanık, anneciği, Yoklasın merdini, nâ-merdini, insan diyerek, Eli yüzlerce heyûlâya deyip boş dönecek! Fukarânın seneler, belki, siler göz yaşını; Hangi taş pekse, hemen vurmaya baksın başını, Elin evlâdına yanmaz parasız bir kimse! Çâresizdim sizi bekletmede, beklettimse. — Hoca! der Vâlide Sultan, beni ağlatma, yeter! Yeniden Mevlid okursun bize, da’vâ da biter.. Hilvan, 15 Haziran 1347 (1931) Kimse taşıyamaz aşk acısını Yüreğe saplanan bir şiir kadar İnsanoğlu içindeki yangını Söndüreyim derken daha çok yanar Yalansız her aşkta şair kanı var. Aşklar şiirle kanar. Ve kimse kitleyemez yüreğini Ölümcül aşkına olsa da gaddar Şiirin yazgısı düşsel intihar Onun en hasını, en güzelini Acıya bulanmış şairler yazar. Aşklar şiirle yanar. Aşk mıdır her işin başı ve sonu Şiir mi her gizi çözen anahtar Kırık bir hayatın aşk olduğunu Dile getirsen de bu neye yarar Odur anılara yağan sıcak kar. Aşklar şiirle kanar Gözler önünde işte Gittikçe arınıyorum kendimden Her giden güzelleşir Gidiyorum güzelleşmek için Unutulsun diye çirkinliklerim Gelecek birisi güzeldir Gelince güzel değil Hele gelmişse çirkin Yaşam, ölüm gelecek diye güzel Ey güzeller güzeli beklediğim Kaç saatim, kaç dakikam ya da saniyem Artık ne gelmek ne de gitmek Yaşamın en zor yani beklemek Hiçbirimiz beklemedik doğmayı, Doğduğumuzdan beri beklediğimiz ÖLMEK 27 Tanrım; bu güzel yüze vermişsin emek, O sümbülü koklamak, saçın' ellemek. Sonra da ona bakma, dersen, anlamı: Dolu kadehi ters tut, hiç dökme demek! Rüzâr öyle esti, öyle esti ki, Her şey uçup gitti, kaldı Yaradan. Ayna düştü, hayal, perdelerdeki Bir akiscik gibi çıktı aradan.. Sırtımı uykuda dürtüyor bir el: Fırla yatağından koşar adım gel! O bir minicik zar, kabuğunu del! Seni çağıran var, tâ maverâdan!. (1958) Gül hazîn... sünbül perîşan... Bâğzârın şevki yok.. Derdnâk olmuş hezâr-ı nağmekârın şevki yok.. Başka bir hâletle çağlar cûybârın şevki yok.. Âh eder, inler nesîm-i bî-karârın şevki yok.. Geldi ammâ n’eyleyim sensiz bahârın şevki yok! . Farkı yoktur giryeden rûy-ı çemende jâlenin. Hûn-ı hasretle dolar câm-ı safâsı lâlenin. Meh bile gayretle âğûşunda ağlar hâlenin! Gönlüme te’siri olmaz âteş-i seyyâlenin. Geldi ammâ n’eyleyim sensiz bahârın şevki yok! . Rûha verdikçe peyâm-ı hasretin her bir sehâb.. Câna geldikçe temâşâ-yı ufuktan pîç ü tâb.. İhtizâz eyler çemen.. izhâr eder bin ızdırâb.. Hem tabîat münfail hicrinle.. hem gönlüm harâb… Geldi ammâ n’eyleyim, sensiz bahârın şevki yok! Kadinlarin istedigi Mavilik midir Gece midir Kocalar yaslanir da anlayamaz Annem yok artık.Beni düşünen kalbi yok.Bitti. Umutsuz olmak istemiyorum. Umutsuzlugun bir çıkar yol olmadıgını biliyorum. Annem yok artık,yeryüzü çok gördü onu, Kalabalığın arasında kuş gibi çırpınan varlığını Çok gördü Dalgın yüregini çok gördü Bizim için çarpan,kaygılarla dolu yüreğini. Annem yok artık.Bu kesin.Gelinecek bir yere gitmedi. İşte geldim çocuklar demeyecek Nasılsın yavrum demeyecek Sobanın yanında oturup uzatmayacak yorgun ayaklarını, Sabah kahvaltılarının masası olmayacak artık, Yine gel demeyecek, Çıkarken ben kapıdan,çıkıp karanlığa karışırken Yeni bir dönemi başladı ömrümün, Annemin olmadığı dönemi, Onu yüregimin üstüne nasıl bastırmak İstediğimi bilemeyecek artık. Gençlik dönemleri birşey anlatmıyor bana, Aklımda hep son dönemlerinin annemi Hayatım sürüp gidecek,annem olmadan, Çocuklarım oldugunda onlara annemi anlatabileceğim Sadece. Fotoğraflarına bakacaklar, Ufarak,biraz mahsunca bir kadın Küçücük tozlu pabuçlarıyla merdivenleri tırmanıp Kapımı açıp girmeyecek Yüreği dopdolu,trafikten insanlardan şaşkın, Kocasına sıgınan biraz bütün fotograflarında Hayatım rüzgar gibi akıp geçiyor, Ugultulu bir rüzgar gibi akıp geçiyor hayatım... aydın tolan'a. melekler gibi öldü melekler ölür mü hiç? bilmem... ama ölürse mutlaka böyle ölür... Şehitler tepesi boş değil, Biri var bekliyor. Ve bir göğüs, nefes almak için; Rüzgar bekliyor. Türbesi yakışmış bu kutlu tepeye; Yattığı toprak belli, Tuttuğu bayrak belli, Kim demiş meçhul asker diye? . Destanını yapmış, kasideye kanmış. Bir el ki; ahretten uzanmış, Edeple gelip birer birer öpsün diye fâniler! Öpelim temizse dudaklarımız, Fakat basmasın toprağa temiz değilse ayaklarımız. Rüzgarını kesmesin gövdeler Sesinden yüksek çıkmasın nutuklar, kasîdeler. . Geri gitsin alkışlar geri, Geri gitsin ellerin yapma çiçekleri! Ona oğullardan, analardan dilekler yeter, Yazın sarı, kışın beyaz çiçekler yeter! Söyledi söyleyenler demin, Gel süngülü yiğit alkışlasınlar Şimdi sen söyle, söz senin. . Şehitler tepesi boş değil, Toprağını kahramanlar bekliyor! Ve bir bayrak dalgalanmak için; Rüzgar bekliyor! Destanı öksüz, sükûtu derin meçhul askerin; Türbesi yakışmış bu kutlu tepeye Yattığı toprak belli, Tuttuğu bayrak belli, Kim demiş meçhul asker diye? ... Ölüm ile güzellik iki şeydir çok derin Karanlık verir biri, diğeriyse gökmavi İki kardeş çok korkunç, ve de bol, gür, verimli İçerirler bilmece, aynı zamanda gizi.. Ey hanımlar, ses, bakış, siyah sarışın saçlar! Cezbediniz seviniz, parlayınız durmadan Ey inciler denizde dalgalara karışan! Karanlık ormanlarda, ey parıldayan kuşlar!. Judith'le karedimiz birbirimize çok yakın Sanılacaktı görsek, yüzümüzde ve sende En büyük uçurumlar görünür gözünüzde,. Farkındayım tinimde yıldızlı ummanların; Her ikimiz komşuyuz, sizinle gökyüzünde, Siz ki çok güzelsiniz, bense çok ihtiyarım. Yıldızların, çivilediğin yerdeler, Bulutların, eksik olmasınlar, Hep ayni minval üzere, senden gelip sana giderler.. Güneşin böler günlerimizi Bir portakal gibi ortasından ikiye Yarısını kulların yer, yarısını geceler.. Denizlerin senin elinle doldurduğun kasede çalkalanmaktadırlar Ne bir damla srtmış, ne bir damla eksilmişlerdir.. Dağların bizim ayağımıza çok bol geldi; Onları bir defa bile giyen olmadı. Daha dün elinden çıkmış gibi hepsi yepyeni Şimdilik eskiyen bir şey varsa ömrümüzdür! . Sorup duruyoruz: Niçin nüfus küütklerinde her gün yeni bir isim, Kitaplarda yeni bir kahraman? Biz ölen ağaçları yontup Gemilerimize direk yapıyoruz Bizim canlarımızı alan acep onlarla ne yapar? . Saksılarda hep aynı karanfiller açıyor Tanrım. Niçin, biz bir defa doğuyoruz? Sensin benim bulduğum bütün bu şeylerde, Bu sevgiyle, kardeşçe bağlandıklarımda; Tohum gibi güçlenirsin daracık yerde, Büyükteyse büyüksün, bakarım da.. İnanılmaz oyunu bu güçlerin işte, Öyle işlerler aktıkları yerde ki: Köklerde büyürken azalır gövdelerde Ve dirilirler ağaç tepelerinde sanki. Kız kaptırdı gönlünü Sevdiği oğlan kalpsizin biri Alay etti güldü... Hiç aşka gülünür mü?. Ne çare, cahil aklı Kız hastalandı, yattı Mumda yandı pervane... öldü.. Oğlan sormakta haklı Hiç aşktan ölünür mü? Bir mavi gecede başlamıştı sevdamız Ve maviye çalmıştı bütün umutlarım o gece Unutturmuştun bana karanlığın siyah olduğunu Ve gözlerinde farkettim ilk kez Bütün gecelerin mavi olduğunu. Bir mavi geceydi o Bütün gecelerden güzel Bir mavi geceydi o Benim için ömre bedel. Ve sonra... Bir gidişin vardı ki Mutluluğuma inat Bir gidişin vardı ki Kırıldı içimde kol kanat. Umutlarımın mavisini alıp gittin Denizlerimin mavisini çalıp gittin Masmavi dünyama Simsiyah bir çivi çakıp gittin.... Gittin Ve sen de her yalan gibi Bittin... 'Zenciler prensesi olacağım. Hayat işte asıl o zaman başlayacak.' Pippi Uzunçorap . Çiçekli şiirler yazmama kızıyorsunuz bayım Bilmiyorsunuz. Darmadağın gövdemi Çiçekli perdelerin arkasında saklıyorum. Karanlıkta oturuyorum. Işıkları yakmıyorum. Çalar saat zembereği boşalana kadar çalıyor Acı veren bir sevişmeyi hatırlıyorum. Bir bıçağın gereksiz yere parlaması bu. Yıllardır kendini bulutlarda saklayan illegal bir yağmurum. Bir yağsam pahalıya malolacağım. Ben bir bodrum kat kızıyım bayım Yalnızlıktan başka imparator tanımaz bodrumum Bir süredir plastik vazolar gibi hiç kırılmıyorum Fakat korkuyorum. Birazdan da Kırküç numara ayakkabılarınızla Bahçede oynayan çocukların üstüne basacaksınız Bu iyi olmaz bayım! . 'Gün akşam oldu' diyorum Ekmek kırıntıları atıyorum kuşlara Cam kırıkları yiyorlar Rüyamda; bir kase dolusu suyun içinde Rengarenk yap-boz parçacıkları Anlatmak istiyorum, dinlemiyorsunuz. Hayır,sanırım sabahı bekleyemem Bilmiyorum. İnsanlar rüyalarım acilen anlatmalı. . Ondört yaşındaydı ruhum bayım Bir mermer masanın soğukluğunda yaşlandı. Protez bacaklar taktılar ruhuma ince ve beyaz Gıcırdaya gıcırdaya dolaştım şehri Protez bacaklarıma bile ıslık çaldılar O ara içimde çiçeklerden oluşmuş bir silahsız kuvvet ablukaya alındı Sinemalarda da 'organzm gıcırtıları' oynuyordu. Kaçmaya çalıştım. Olmadı. Bu nedenle, çiçekli şiiler yazmayı Ruhum açısından faydalı buluyorum bayım. Neyse işte Ben her filmi hatırlarım Sinemaların hiç bitmeyen gecesine sığındığım çok oldu. 'Sofı'nin tercihini' seyrederken çok ağlamıştım. Öpüşen Guramilerle ilgili bir film yapsalar Onu da mutlaka hatırlardım. İnsan içinde çevrilen bir çıkrığın sesini unutur mu? Hem sonra ben hatırlamaya alışkınım Bir 'eşya toplayıcısıyım' bayım. . Büyük gemiler de yok artık bayım Büyük yelkenler de Büyük kağıtlar yakmak istiyor şimdi canım. İşte az önce bir karabatak daldı suya Bir süredir de kayıp Dünyayı yutmuş olarak çıksa da ortaya Ölüm çok iri bir sözcük değil bayım. Kasımpatları kadar acı kokuyorum biliyorum. Ama siz sobada sucuklu yumurta pişirip yiyen Yoksul bir aşkın güzelliğini bilir misiniz? Bir gül, bir güle derdi ki görse Yalan söylüyorum Güller bu sıra hiç konuşmuyor bayım. deli gibi uykum var Nermin gözlerimi yumsam mayınlar patlayacak çobanlarımda kuzular geceye kırık bir kaval gibi dizilecekler elimden hiçbir şey gelmiyor inan dünyasız kaldıkça böyle aklıma seni düşürüyorum karnıma bir tank giriyor gibi seni düşünüyorum alnımda harp kaşlarıma basa basa yürürken çehreme çalınmış hilal kalbimden küllerle fışkıracak neredeyse dönüp baksan ölümün elimden olacak bir terazi bozacak eski bir teraziyi morga mor çalacak pıhtılaşan kan terlemeyen bir at patlayacak koşarken dönüp baksan Şeddad’ı indirecek kıyamet! tül rüzgarla değil artık güneş bile battı savrulan balyoz içinden geçiyor buharın tutan el yarıyor suyu kan zerk aleminde seninle dolanırken kuyumu kıyıldı nikah ölsem de durur nişanı ben bir tek damarımı bilirim onun da adı Şah! . deli gibi uykum var Nermin şuramda sen gecenin üçünde çevirmeme girmişsin o dakka telsizime ela gözlü türküler çalmışlar ve devletin dinlenmeden dinleyen dinlileri dillerimi işkenceye sağmışlar anlatamıyorum Nermin bu dudak öpemez deyince bana inanmıyorlar kimin içine değebilmiş bir dudak? mühür verilmiş ateşe ve erimemişse mühür bülbül ne için ölsün ki güle? o çekiç gözlü, bahçıvan mı sanıyormuş kendini? bizi elindeki çivilerle mi döndürecekmiş çöle? . deli gibi uykum var Nermin elimden hiçbir şey gelmiyor inan ben her gün bir emevi asıyorum içimde azalmıyorlar Nermin omzumda bir gülünç ağrısı nereye gitsem varır varmaz arıyorum seni kendime yapacak bir şeyim yok çok sağanak yağdın zarlarıma beni içime kadar ıslattın Nermin zührevi bir felçsin arlarıma şuramda sen şuramda… son sürat kan kaybediyorken devrilen bir ambülansın içinde kadar şuramda… açıp gösteremiyorum Nermin yasal tedbir koymuşlar gözyaşlarıma. deli gibi uykum var Nermin bir mengene ile şakaklarımı yeniden sipariş ettim kendime urlarımı cellâdıma bahşiş bıraktım zaten nereye uzansam ölüm içime bir gardiyan kaçmış gibi ben koğuşlarımdan sana daraltılmışım ipin koptuğu yerden boşanan bir çığlığınsın iki el sıksan havaya iki kuş düşer verir kalbini ama beni bir bahane bulup da… kurbağaları tartmaktan dönen bir yılgınlığınsın. deli gibi uykum var Nermin gözlerimi tankerler boşaltıyor gözlerini gözlerimden al beraber bir şeylere bakalım elimden hiçbir şey gelmiyor inan elimi çabuk tutman lazım ben ki böbreklerimle hayata bağışlanmışım anlamak istemediğim bir şey var gülüşünde istimlak edilmiş gövden ne kadar da kanlı duruyor sermayenin dişinde böyle ru be ru böyle eli belinde müteyakkız sittin sene geçse anlaşamayız beraber bir şeylere bakalım Nermin bakmayalım hiç birbirimize. deli gibi uykum var Nermin gövdemi söküyor şafak ipliğim çözüldükçe içimde ağırlaşan bir ittifak cebimde Marx boynumda dükkan kapatan esnaf dünya elindeki aynayla açı kuruyor omuzlarımın ortasına uyumuyorum Nermin kustuğum kükürt soluduğum azotla akraba birbirini bulan iki açık pencere gibi cereyan yapıyoruz seninle hayata artık kabullendim: beni karşılamıyorsun burada! ben senin uyuduğun yerlerde geziyorum sen benim sürülerimi sürüyorsun bozkırlarına. deli gibi uykum var Nermin elimden hiçbir şey gelmiyor inan ben nasıl uyurum sen uyanmazsan Allah biliyor hiçbir şeyim yok sevilecek şeyler ağaçların arasından geçip gidiyor seni sevmek de öyle orman! yanınca bitiyor her şey yanınca bitiyor kalanlarla avunmuyorum Nermin sen yoksun her nasıl olmayacaksan bu imtihan bu debi o terli atın külündense bu kalp çok sevinirim ya Rabbi beni her yerimden kapatırsan Ölüm bir melek elinde gelir Ve öper usulca çocuk yüzleri. Belki bir gün kurtuluruz Karıncaların yolunu şaşırtan ince rüzgarlarla Kaplumbağaların hasret kaldığı derin tepelerde Çocuk gibi bakalım mavi sulara Şehirlere bakalım insanlığımızı eskittiğimiz Sislerden dumanlardan yollara atılan mısır koçanlarından Belki tutarız birgün belki kurtarır bizi Simsiyah saralım bezlerle dağları rüzgarları Gül bahçeleri ağlasın Dallarda salınan çocuk salıncakları ağlasın Kırmızı balonlar bizsiz kaybolsun gökyüzünde. Haydi sığının şehirlere Kabuğunuza çekilin yorganınızı çekin üstünüze Kalsın titrek ve mavi elleriniz Bekleyin geliyor ölüm usulca Usulca girer koynunuza.. Çamlıca 1959 1/ HECELERKEN ÖMRÜMÜ. Ömrümün hangi hecesine baksam Uzadıkça uzayan bozkır yalnızlığı Ve duman rengi kasabalar ki sen Okunaksız mektuplar da diyebilirsin Sesini yitirmiş bu gergin coğrafyaya. Sözlerin eksilip eskidiği bu gri atlas Karanlık bir vadiye akıyor, bütün Işıkları söndürülürken belleğimin Ve sen kurtarabilirsin beni ancak Unutmanın bu vahşi saldırısından. Alnımı okşa dağıt alışkanlığımı Belki sümbül serinliği olur yeniden. Çocukluğumun elinden tutan masalcımdın benim, göğsüne yaslanıp gecelerce dinlediğim Dinlediğim ve kederini nehrin Kızıl kahve toprağına benzettiğim. Bana öyle geldi ki her çiçek Ve her kuş su içmek istiyor Sesinin gözesinden bu bahar Bense bir çiy damlasıyım Dudaklarının ışkın kokusunda. Ellerin diyorum, Berçelan Yaylası Yahut Munzur tedirginliği şimdi. Esirgedik kendimizi mutluluğun Sığ sularından ki aslında uzun Bir öyküye benziyor en kısa ömür Kayıp yıllarımızın uçurumundaysa Ay doğardı ve biz susardık seninle. Susardık, Munzur anlatırdı aşiret Töresinden dağ geleneği yarattığını Sonra arkadaşlarımız gelir konuk Olmazlardı ayrılıklara ki ay o vakit Bir göçebe çadırıydı Sümbül Dağı’nda. Zap Suyu ise telkari bir kemer olup Sarılırdı Kürt kızlarının beline. Kalbim dedim sonra, aşk da Bozkırdaki yangınlar misali Yeşerse de arsız otlar yeniden Ne dağların eflatun ufku ne de Kırlangıçların esmerliği görülür. Ki her ömrün ezberindedir Bu hecenin bütün harfleri Eprimiş anılar kalıyor geride Bir de ceylanların ürkek Sıçrayışları tetik boşluğunda. Ve unutuluyor işte bu kadar Çok sevilmişse sevilenin adı Çiledinmi Dünya tutar inilemen Ne saltanatı dünya pahada Ne saltanatı dünya pahada Ne kalbi altın mezarı şöhret Yer şahit Şahit bizler kardeşlerin Alevli hüzünlerdin mevla için. Ne atın yıllar verdin hep Dirilsin diyordun ve yöneliyordu binlerle Kapkara parlak ışıklı ve ışıtan göz Kıvırcık utangaç ve uçurumlardan güvenlere götüren Ve yalın Henüz gelmiş gibi kınından Ne altın yıllar verdiğin hep Ve ağır ağır çeviriyordun O dalgın ve ağır yüzünü devrin Yuya yuya o güzel Elçiye. Ne altın yıllar verdiğin hep Biriki bronz kişi konabilseydi önüne Ve ne altın yıllar daha çiledin Artık yalnız değil adımların Şimdi daha iri doğuyor sabahları Horantası bir hayli arttı güneşin. Kişinin güzelliği ağa ustalarına göredir. senin köylün olayım o uzak iklimleri erişilmez beldeye bakabilemezdik senin götürmen olmasa. şu küçücük kalpte (yaman halimiz helal ettiremezsek) nice hakkın yüklü. Sıra hep son kadehe geliyordu Dudakların başkalarının masasında lâle Ben boynumdaki ipe bir düğüm daha atı yordum Peşinden başka gidecek yer yoktu Seni artık hiç sevmediğim halde . Senin o eskisi olmamana imkân yoktu Ama inadından yapıyordun bunu Cemile İnattandı hep o içip içip gitmeler Bense boşalttığın kadehleri satın alıyordum Enayilik ettiğimi bile bile . Hele o çıkışın yok mu kapıdan O Allahın belâsı herifle Başkasının olmayı bir türlü beceremiyordun Millet arkandan gülüyordu Düştüğün hale... Sen ne getirdin bana çocukluğundan? şen kahkahalar ulumalar dona kalmalar mı? Üzüncün senin hangi çağrışımlara uzandı benim eskil saatlerimde? geçmişsiz ve geleceksiz suç sevinçleri, deniz kıpırtılarınca yürek dalgalanmaları? titreyerek uçurulan köpükten balonlar, anlık aşkın tasarımlar mı? . nasıl bir ak konutun isteklendiricisi oldun anılarıma düz baktıran ah, ben pembe fistanımla kuşanırdım dantelalı tafta yumuşaklıkla savaşırdım kovmaya, çifte yetkeyi hiçlemeye annemi ve uykuyu öğle sonlarında ürkünç odaların! . diledin mi yanında tümden varolmayı an için ve bir kaç sonrasında hiç yokmuşçasına beklememeyi bir şey çevremdekilerin uyumundan başkaca? . yok böyle bir şey yok! sunduğun sağaltımı kaçkın bir geçmiş, sayrılık tutsağı bir gelecek duyumu bulanık, sisi varlığının üzünç kanıtı bir vaktin şimd'i_ beni bağışlayan sarsan aşan bizleri mor birliktelik.. Şeytan'a Dualar Ey bütün Meleklerin en bilge,güzeli,sen, Yazgısı dönük tanrı,yoksun tüm övgülerden, Sen,ey şeytan bu uzun sefaletime acı! . Ey sürgünler prensi,haksızlığa uğrayan, Yenildiğinde bile,güçlü,doğrulup kalkan, . Sen,ey şeytan bu uzun sefaletime acı! . Her şeyi bilirsin sen ve tüm yeraltılarının Kralı,sıkıntıyı dindiren otacısın, . Sen,ey şeytan bu uzun sefaletime acı! . Bütün cüzamlılara,lanetli paryalara Şifayı öğretirsin sen,cennetin aşkıyla, . Sen,ey şeytan bu uzun sefaletime acı! . Ölüm adlı o eski ve güçlü sevgilinden Umudu,çılgın kızı sen doğurtacaksın,sen! . Sen,ey şeytan bu uzun sefaletime acı! . İdamlık,ölümünü görmeye gelenlere Sakin,tepeden bakar senden aldığı güçle, . Sen,ey şeytan bu uzun sefaletime acı! . Toprağın altındaki o değerli taşları sen bilirsin,nereye sakladı kıskanç tanrı, . sen,ey şeytan bu uzun sefaletime acı! . kefenlenip uyuyan madenler nerededir, derinlikleri gören keskin gözlerin bilir, . sen,ey şeytan bu uzun sefaletime acı! . atların çiğnediği sabahçı bir ayyaşın yaşlı kemiklerini korur,yumuşatırsın, . sen,ey şeytan bu uzun sefaletime acı! . sen öğrettin dindirmek için sızılarımı kükürt,güherçileyi karıp melhem yapmayı, . Sen,ey şeytan bu uzun sefaletime acı! . Kurnaz ortak,damganı ustalıkla sen vurdun alnına o acımasız ve alçak karun'un. . Sen,ey şeytan bu uzun sefaletime acı! . kızların gözlerine,kalbine sokmadın mı yıkımdan zevk almayı,paçavralar aşkını, . Sen,ey şeytan bu uzun sefaletime acı! . sürüngenlerin değneği,mucitlerin lambası asılıp ölenlerin,suçluların papazı, . Sen,ey şeytan bu uzun sefaletime acı! . baba tanrının,kızıp yeryüzü cennetinden kovduğu insanların o üvey babası,sen, . Sen,ey şeytan bu uzun sefaletime acı! . Charles Baudelaire Dünya benim diye göğsünü germe Dünya kadar malın olsa ne fayda Söyleyen dillerin söylemez olur. Bülbül gibi dilin olsa ne fayda . Kurtulamazsın Ayrail`in elinden Bir gün olur çıkarırlar evinden Allahç`ın ismini koyma dilinden Dünya kadar pulun olsa ne fayda. Sende dersin söz içinde sözüm var Çalarsın çırparsın oğlum kızım var Senin şunda üç beş arşin bezin var Bütün dünya malın olsa ne fayda. Yalan söyler kov gıybetten geçmezsin Helalini haramını seçmezsin Kesilir nasibin su da içmezsin Akan çaylar senin olsa ne fayda . Pir Sultan Abdal`ım çökse otursa Külli günahlarım alsa götürse Dünya benim diye çekse getirse Dünya sana baki kalmaz ne fayda Bilemedim gıymatını gadrini Hata benim günah benim suç benim Eliminen içtim derdin zehrini Hata benim günah benim suç benim. Bir günden bir güne sormadım seni Körümüş gözlerim görmedi seni Boşa Mecnun eylemişim ben beni Hata benim günah benim suç benim. Bilirim suçluyum kendi özümden Gel desem gelirdin benim izimden Her ne çekti isen benim yüzümden Hata benimgünah benim suç benim. Sana karşı benim bir sözüm yoktur Haklısın sevdiğim kararım haktır Garibin derdinin dermanı yoktur Hata benim günah benim suç benim Diyarbakır düze doğru Yar salınır bize doğru Bu hasretlik diner bir gün Dert dolanır saza doğru. Diyarbakır önü surlar İçinde bir sevdiğim var Ana bugün düğün olsun Güller açsın, gülsün dağlar. Diyarbakır size kalmaz Geceler gündüze kalmaz Bu acılar biter bir gün Devran döner güze kalmaz sigarasını söndüren berber darman duman dinliyor söylediklerimi elindeki makası nerdeyse dünyaya düşürecek yani biz ayrılınca dünya nereye gittiyse 'kökünden kesin saçlarımı' diye yineliyorum 'sonra toplayıp verin bana, bir ayrılığın andacıdırlar' dokunurken saç tellerime parmakları titriyor her zaman özene bezene taradığı siyah, kıvırcık bir sel boşanıyor ardından gözlerini yumarken aynalar yalnızca makasın sesi duyulan ve kanat çırpışı kafesinde çılgına dönen sakanın. sevgilim açtığında postacının getirdiği paketi yarın içinde senin yüreğini kaldıran dağlar benim gözlerimi dolanan sis ve sevişirken çam ağaçlarına takılan saçlarımız birden herşey, herşey, bir gölde bir sabah ansızın açılışı gibi yüzlerce nilüferin ayrıldığımız gün üzüntüden bayılan zaman kendine gelince olmadık anda vapurlar yağacak yüreğinin adalarına yeniden yeniden dalgalar yeniden limanlar yeniden sonu olmayan şarkılar hepsi yine birbirine karışsın diye saçlarımız. o zaman yine saçlarını topla sevgilim ve yüreğinde beklettiğin martıları sal Bir tavşan durdu da yoncalarla kıpır kıpır çıngırak çiçekleri arasında, örümcek ağları içinde doğru dua etti gökkuşağına. Kayıplara mı karışacaktı! o dört başı mamur taşlar, ya çiçekler tam açmışken hem de! Çöp içinde yüzen ana cadde boyunca kerevetler dizildi. Minyatürlerdeki gibi yukarılara asılmış bir denize doğru kaldırıldı, gemiler çekildi. Mavi Sakalın evinde dere gibi aktı kan-ya mezbahalar, ya o camları tanrı mühründen görünmez olmuş kanlı meydanlar. Dere gibi aktı kan, bir o kadar da süt. Kunduzlar yapı yaptı. Kahveler tüttü kahve ocaklarında Camları hala zangır zangır camlı köşkte karalar giymiş çocukların yaldızlı resimlere daldı gözleri. Çat! Kapı çalındı; köyün meydanlığında bir çocuk fırıldaklarla tekmil kulelerdeki horozların aklına uyup kollarını döndürmeye başladı, çakmak çakmak sağanağın altında. Filan hanım kuyruklu bir piyano kurdurttu Alp dağlarına. Katedralin bin bir mihrabında kudas ve vaftiz ayinleri yapıldı. Yollara düştü kervanlar. Harcedildi de buzların hercümerciyle kutup gecesi, kuruldu İspilandit Oteli. O zamandan beri ay, kekik kırlarından gelen ağlamaklı çakal sesleri işitir oldu- bir de meyve bahçelerinde dolaşan tahta pabuçlu çoban türküleri. Derken filize durmuş eflatun korudaki peri Ev karısı geldi yanıma, dedi, bahar geldi. Kaynayın! pınarlar, taşın, katın köprüleri önünüze, basın ormanları siyah kumaşlar, orglar, şimşekler, gök gürültüleri, kabarın hadi çağlayın; hadi su; hadisene keder, kaldırın ayağa selleri. Değil mi ki onlar senli-benli-gitti derler! O dört başı mamur taşlar! O açmaya varmış çiçekler! -değil mi ki bir kasvettir kalan geriye! Ecenin haliyse malum, toprak mangalının korlarını karıştırmaya dalmış büyücü, bilir ya söylemez bizim bildiğimizi. Ve bir sofra gibi sersem önüne Yerli düşüncenin ürünlerini. İnsani kirleten heykeller gördüm Güneşi karartan kıyamet gibi. Ey yolda kaybolan ezilen haber Asarak zamanı yenile çaği. Betonlar mezardır düşe sevince Saksılar doğaya özlem eylemi. Şiir bahçemizdi gökdelen oldu Aklımıza nasıl bak gülen oldu. Soyumu yüklendim bu çağ içinde Urfa bir dağ gönlüm bir bağ içinde Kavuşursak biteriz biz, Biz mutlu sonlar katiliyiz. Kavuşursak biteriz biz. Sevgiyle bakan gözleri kör ederiz. Herkesin bildiği bir aşk, Herkesin attığı bir imza Herkes gibi değiliz biz. Belki biraz serseri, Belki biraz deliyiz, Ama kavuşursak biteriz biz. Pervane böceğinin mum alevine sevdası Ateş böceğinin susuzluğuyuz biz Yanar ama su içmeyiz Etrafında döner, alevle dansederiz. Bize kimseden zarar gelmez, Biz zararı ancak kendi kendimize veririz. Severiz, özleriz, aşktan ölsek kimseye söylemeyiz. Biz artık biz değiliz. Ruhlar kavuşur ve konuşur gökyüzünde bir yerde Ama bedenen kavuşursak biteriz biz. Melekler bize ağlar, biz halimize güleriz. Onu bilir, onu söyleriz, Kavuşursak biteriz biz. İki sınır ülkenin dikenli telleriyiz, Dokunursak kanar ellerimiz. Kimselere söylemez gizli gizli severiz Ama kavuşursak biteriz biz. Bir kor var içimizde yanan, Onu küllendiremeyiz. Görüşemeyiz, konuşamayız ve sevişemeyiz. Bir aşk var bizi biz yapan, Kavuşursak biteriz biz. Biz herkes gibi değiliz. İstadeğimiz zaman gelip, İstediğimizde gidemeyiz. Kahve içip, gülüp, konuşup, başbaşa yemek yiyemeyiz. Ne bir filmdeki mutlu son, Ne de göz yumulacak bir kaçamak değiliz biz. Sadece özlemle severiz, Ve kavuşursak biteriz biz. Sevda iki kişinin birbirine aşkı değil artık. Artık her aşk her ağızda sakız. Biz birbirimize aslında her aşıktan daha yakınız. Belki ayrı şehirlerdeyiz, Ama her gece aynı mehtapta buluşur, Yağmur yağarsa, çıkar, Aynı yağmurun altında ıslanırız. Bu aşkı ancak biz biliriz. Şiirleri güvercinlerin kulağına fısıldar, Mektupları suya yazarız. Biz belki ayrıyız, Ama her gün aynı geceyi sabahlarız. Melekler bize ağlar, biz halimize güleriz. Onu bilir onu söyleriz. Kavuşursak biteriz biz. Pollyanna’ya Son Mektup. “Aşk mektupları elbette yakılmalı, geçmiş en soylu yakacaktır.” (Nabokov) . Muhabbet kuşumuz öldü Arkasında uçuşan tüyleriyle mavi bir sonbahar bırakarak Biliyorsun ölüm, mavi boş bir kafestir kimi zaman Acıyı hangi dile tercüme etsek şimdi yalan olur Pollyanna. Uyuyamadığım gecelerin sabahında Gözaltlarımdan mor çocuklar doğardı Mor çocuklarıma ninni söylerdi sabah ezanları Fırtına ters çevrilen şemsiyelere benzerdi Duaya açılan avuçlarım Avuçlarıma kar yağardı Kimi zaman tipi... Kaç kere avuçlarımda mahsur kaldım. Birkaç kış geçti Pollyanna Ben hep mahzun kaldım. Kocaman bir kardan adam yaptı içime bir çocuk şair Tuhaf şarkılar mırıldanarak: Şiirime kenar süsü olsam ben Bir kenar süsünün gülü olsam ben Sarı deftere tuttuğum bir günlük Aşk olsam ben.... Sonra yazları Yaseminlerle sarmaş dolaş bir balkonum oldu Balkon yaseminlerle sevişirdi Rüya hülyayla sevişirdi. Ben o beyaz ve güzel kokan çadırın altında Geceyle sevişirdim. Bir davet gibi otururdum balkonda Bir beyaz örtü gibi sarardım acılarımı başıma Ben sevgilisi çile olan bir gelindim Pollyanna Gel derdim gel, kim olursan ol yine gel... Çiçekli bir düğün davetiyesi gibi otururdum balkonda Yıldızlar ürkerdi, titrerdi davetimden Ayın etrafında beyaz bir hale dönerdi. Bileklerimi uzatırdım çıplak, beyaz ve inca Işıktan bir kelepçe istedim yüz görümlüğü olarak Pollyanna. Secde eden alnımı, Şarap içen dudağımla öpmek istedim. Dizlerimde ve dirseklerimde nasır tutan arayışımı Beyaz bir merhemle ovmak istedim. Beyaz bir günahtır aramak kimi zaman Pollyanna.... İtiraf etmek gerekirse Domates-biber biçiminde tuzluklar aldım pazardan Kalp şeklinde kültablaları Kalbimde söndürülmüş birkaç sigaradan kalan kül Yetmezdi yeniden doğmaya. Orhan Gencebay dinledim itiraf etmek gerekirse Bedelini ödedim ama Pollyanna İtiraf artık tedavülden kalkmış bir kağıt para.. Hayatım bir mutsuzluk inşaatıydı Pollyanna Çimento, demir, çamur... Duvarlarımı şiir ve türkü söyleyerek sıvardım. En üst kattan düşerdim her gün Esmer bir işçi gibi dilini bilmediğim bir dünyaya Hayatım bir mutsuzluk inşaatıydı Pollyanna Sana ve mutluluğa yazılmış mektuplarıma Cevap beklediğim zamanlarda.. Benim bir köyüm olmadı. Hiçbir şehir karlı sokaklarıyla bana Pazen gecelik giymiş bir anne gibi sarılmadı. İstanbul’u evlat edinsem Benimsemezdi nasıl olsa otuz yaşında bir anneyi Yüzyıllarca yaşamış bir çocuk olarak. Mütemmim cüz olamadım hiçbir aşka Pollyanna Bir kitaba bir cüz olamadım. Yukarıdan aşağı, yedi harfli battal boy bir intiharı denedim. Hiçbir bulmacayı tamamlayamadım. Bir kediyi okşasam ellerim yumuşardı Biri okşasam bir yumuşardı. Bire “BİR” olamadım.. Fırfırlar olmalıydı oysa hayatımın kenarında Pollyanna Kırmızı puanlı bir şiir olarak uyumalı, mor puanlı uyanmalıydım. Pişman olmamalıydı orada olmalarından yeşil farbelalarım. Bir çingenenin çıkardığı dil olmalıydı şiirlerim.. Sana bu son mektubu, Artık senden mektup beklemediğimi söylemek için yazıyorum Pollyanna son şiirini yazmaya cesaret edememiş bir şair olarak. Bir aşkın deryasın boyla Kıyısı öte mi dersin Bir gerçeğe hizmet eyle Emeğin yite mi dersin. Nadanı kondurma bağa Düşürür seni tuzağa Şekerler yedirsen sen zağa Tuti olup öte mi dersin. Arifler yola giderler İrfanda sohbet ederler Nişansız yari n'ederler Can gönül kata mı dersin. Bellidir kalbi boş olan Nişan verendir hoş olan Hercaiye yoldaş olan Menzile yete mi dersin. Pir Sultan Abdal coşmayan Aşk küresinde pişmeyen İlkin Hakk'a ulaşmayan Sonradan yete mi dersin Ey serseriligin denizleri! Ey ahtapolari atilmislar kiyiya mutsuzlugun! Bir kraliçedir oglum kanatlarini açmis. Örtünür canfes. Unutur gitgide yakilmis babasi büyücü. Selanik'te geçirir kisi. . Gelmis bir kadinla konusur Misrâyim'den. Yorgunlugu kusursuz bir at mor. Uyuyakalmis kayaliklarda. Yükselir niçin bilinmez deniz. Ey batik gemiler! Ey sürgün karaltilari! Aglayan bir melez ben. . Anlatilmaz bir kiliçtir kusanmis tasirim belimde karaduygululuk. Susmak bir karanlığın başka bir karanlığa Karışıp yanmasıdır bakışlarında senin Bir ömrün eylülünde sararmış yine toprak Bulut bir bezirgânın saçlarını arıyor Ben hangi mağaranın en ücra köşesinde Hangi yitik nehrine gömülmüşüm acının. Bir kez olsun eğil de, denizin kalbine bak Susmak yine o yangın, yine mahkûm bir keder Nur-ı aynım, ıslak bir karanfil mi gözlerin Her yaprağı nazenin, her çizgisi ağlamak. Sustum; pencereleri yağmurludur şiirin Kırılgan bir kapının ardında kaldı gökler Ellerim unutulmuş bir günün kıyısında Demek ki her lâmbası bana kızgın sokağın Yalnızlığa koşuyor bahçelerden ölüler Demek ki, ben en garip sahrasıyım bu çağın. Bir kadın ayrılığın köprüsünden bakıyor Bir köle bir sultanı bekliyor uykusunda Ey bahar cellatları, akşam yüzlü sefiller Kuyudan gelen sesi duyalım, bir susun da. Kuruyan çeşmelerden akmayı mı öğrendin Aynalarda ruhunu kaybeden şairlerin Sisli vadilerinden bakıyor gölgeleri Züleyha bahtımızı yakıyor kuytularda Senin kalbinde bahar, baharın kalbinde kış Kar tanelerinde can üşüyor ağlayarak. Ey körebe oynayan hayallerim, gitmeyin Bırak uçsun öteye düşlerimi, ey fanus Bir rüyadan gelip de içime düşen çığlık Ya götür beni burdan, ya da ebediyen sus Cennette huriler gezer, Huriden ahdim geçer. Ahde hikmet ne gerek, Gönlümden Yunus geçer.. Şol dağdan ırmak akar, Irmaktan bahtım geçer. Bahta hayret ne gerek, Gönlümden Yunus geçer.. Beytullah’a güneş doğar, Güneşten cânım geçer. Câna zulmet ne gerek, Gönlümden Yunus geçer.. Selçuk Uzman tarafından Yunus'a yazılmıştır... Ham isem atese atin Hak közüne çekilirim Dariysam harmanda yakin Hak közüne çekilirim yar. Fitne düsürür dillere Zulüm gelir bülbüllere Dünayayi koydum ellere Hak sözüne çekilirim yar. Sevdaliyim sevdaliyim Amma bana yar degil Asikar etmedim lakin sir degil Senin için ölmek bana ar degil Yollar uzadikca kervanim sensin Lokmanim ilacim dermanim Sensin ey güzel. SEFAI'yem imanima Haber edin mihmanima Yeter ettiler canima Gökyüzüne çekilirim yar Gelin yiyelim içelim Bu güzellik geçer bir gün Alem yaran yaran olmuş Ali'm sırrın açar bir gün. Yeyip yediren bir adem Eksik etmez Bari Hüda'm Gök ekine misal adem Anı eken biçer bir gün. Yeyip yedirmesi hoştur Dayan, kahbe yürek taştır Can dedikleri bir kuştur Kuş kafesten uçar bir gün. Ağaçlarda yeşil yaprak Bastığımız kara toprak Yer altında kefen yırtmak Boynumuzdan aşar bir gün. Pir Sultan'ım düşümüzde Uzak değil karşımızda Baykuş mezar taşımızda Dertli dertli öter bir gün O çırılçıplak gecede Sen sendin ben de ben Bütün gece güneş açtık öpüşlerden Gün doğunca ne oldu birden O sabah kendi soğuğumuzdan Kar yağdırdık güneşten hep o korkuydu içimdeki Ya sen de sen değilsen Şu bizim dışa dönük gözümüz, Bir daldan bir orman çıkaran Usumuza her zaman. Şu bizim bulup seçen gözümüz, bir kuşu yüzlerce yapan. Bir kanatla göğünü durmadan kımıldatan, Bak çapak tutmuş sevgiyi çoğaltmaktan.. Şu bizim çok arayan gözümüz, Baktığında karıştıran kendini. Aldatılan, yadsınan, başımıza vurulan. Bir yas çıkarır ortaya yaşamasından; Suskun ve gizemli, Küflü bir kitap gibi yazısı okunamayan Gençliğin günden güne kalırken gerilerde Bir yavru yaratırsan alsın diye yerini, Dinçken can verirsen o körpe can ilerde Senden göçen gençliğe varıp yaşatır seni. Böyle sürecek akıl, güzellik ve başarı; Yoksa cinnet, yaşlanmak, çürümek var yer altında: Hiç kimse düşünmese gelecek kuşakları, İnsanlık sona erip giderdi üç batında. Dünya çoğalmak için doğmayanlarla dolu, Kaknem, kakavan, kaba: kısırlıktan bitsinler; Yaradan vermiş sana en iyiyi, en bolu, Bu cömert aramağana cömertçe karşılık ver Seni kendine mühür yapmış, bunu böyle bil: Sen de eşler yap diye, ölüp git diye değil. Yelkenler biçilecek, yelkenler dikilecek; Dağlardan çektirilen, kalyonlar çekilecek; Kerpetenlerle sûrun dişleri sökülecek! . Yürü; hâlâ ne diye oyunda, oynaştasın? Fâtih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın! . Sen de geçebilirsin yardan, anadan, serden Senin de destanını okuyalım ezberden Haberin yok gibidir taşıdığın değerden. Elde sensin, dilde sen; gönüldesin, baştasın Fâtih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın! . Yüzüne çarpmak gerek zamânenin fendini! Göster: kabaran sular nasıl yıkar bendini! Küçük görme, hor görme, delikanlım kendini! . Şu kırık âbideyi yükseltecek taştasın; Fâtih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın. Bu kitaplar Fâtih'tir, Selim'dir, Süleyman'dır; Şu mihrab Sinânüddin, şu minâre Sinân'dır; Haydi, artık uyuyan destanını uyandır! . Bilmem, neden gündelik işlerle telâştasın Kızım, sen de Fâtihler doğuracak yaştasın! . Delikanlım! işaret aldığın gün atandan! Yürüyeceksin! Millet yürüyecek arkandan! Sana selâm getirdim Ulubatlı Hasan'dan! . Sen ki burçlara bayrak olacak kumaştasın; Fâtih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın! . Bırak, bozuk saatler yalan yanlış işlesin! Çelebiler çekilip haremlerde kışlasın! Yürü aslanım, fetih hazırlığı başlasın. Yürü, hâlâ ne diye kendinle savaştasın? Fâtih'in İstanbul'u fethettiği yaştasın! Sana duyduğum sevgi bir akşam İhtiyar ölümleri gibi geçti kapımdan Saksıda bir sardunya dalı gibi yalnız kaldım. Ne ağlamayı becerebilmişimdir doğrudan doğruya Ne senin ugrunda ya da başka birinin Bıçaklar çekip bıçaklar yemeyi. Ben belki de bilemedim sevmeyi... Hava güneşliydi,ama ılık bir kan gibi yağıyordu yağmur yine de... İki büklüm olmuştuk,başımızın üzerinde incecik, bembeyaz ve yorgun bir tülbent vardı... Kimdin sen,annem miydin,sevgilim mi, o an tanıştığım birimiydin, yoksa hepsi birden mi,bilmiyordum. Bildiğim,hava güneşliydi,iki büklüm olmuştuk, başımızın üzerinde bembeyaz,sevinçli bir tülbent vardı ve bize amansızca vuruyorlardı. Yüzünde anlamlı bir korku ve çok sevdiğim bir koku vardı...Çünkü bize vurdukça onlar,gerçek kokumuz çıkıyordu ortaya ve bu koku bizi birbirimize daha çok bağlıyordu... Hava güneşliydi,ılık bir kan gibi yağıyordu yağmur ve amansızca vuruyorlardı bize. Bense bu anı çok uzun yıllar öncesinden hatırlar gibiydim. Zaten ben bu ülkede ne yaşadıysam onu uzun yıllar öncesinden hissetmiş gibi yaşardım. Ne yaşadıysam çok uzak yerlerden görür gibi yaşardım. Bana benzemeyenlere yakında buralardan gideceğimi kanıtlamakla geçmişti ömrüm... Hava güneşliydi,ama ılık bir kan gibi yağıyordu yağmur yine de... Ve onlar vurdukça bize alışkanlıklarımız çözülüyordu böylelikle. Küçümsediğimiz yollar açılıyordu önümüzde. Çiçeklerin dudaklarındaki sıcak rüya korkularımızı dolduruyordu... Çünkü saf hiçbir şey yoktu bu dünyada. Kötülükler bile terkederken bir kalbi geride buruk bir üşüme bırakıyordu. Zulüm bile saf değildi,bize vuranlar yitirdikleri masala vuruyorlardı aslında...Hiç bilmedikleri sırlara,hissetmekten korktukları sevgilerine... İnsan ancak kendi cesedine bu kadar acımasız olurdu, ve biz onların hiç yaşamadıkları masallarda,hiç bilmedikleri sırlarıyla ve hissetmekten korktukları sevgileriyle birlikte ölmüş cesetleriydik aslında... Çünkü saf hiçbir şey yoktu bu dünyada... Bir ara yüzüne baktım,acıya dayanamayacak gibiydin, aşk gibiydin,saf bir güzellik gibiydin,olmayacak birşeydin. Sonra geçti,gülmeye başladın,bana mutluluklar, sonsuz mutluluklar diledin,sonra gözlerimden öptün,şükür dedin,şükür bu hayat bizim değil, bizim değil bu dünya...Bizim değil bu sınırları kayıp cesetlerle dolu ülke... Bize vuranlara hiçbir borcumuz yoktu artık, çünkü ancak zulüm altındakiler barışabilirdi cesetleriyle. Kimdin sen,annem mi,sevgilim mi,o an tanıştığım biri mi,yoksa hepsi birden mi,bilmiyordum... Önce kendimle kucaklaştım,sonra senle,çünkü kendini hiç bulamayan,kayıp insanların eseriydi bu ülke,bu dünya,bu sınırları kayıp cesetlerle dolu hayat... Dışındaydık artık cam fanusun ve başındaydık henüz fanusun içindeyken küçümsediğimiz yolların... Kimsem kalmamıştı artık uzağımda. Kimsem kalmamıştı artık kendisine benzemeyenlere birgün mutlaka buralardan çıkıp gideceğini kanıtlamaya çalışan... Senden başka kimsem kalmamıştı... Çünkü zulme borçluyduk bizi birbirimize bağlayan gerçek kokumuzu... Sevinin Düzeni ve Düzensizliği. Öğeleri sayacağım başlamak için Sesini gözlerini ellerini dudaklarını. Yeryüzündeyim olur muydum yeryüzünde Sen de olmasan Bu ortamda yüzü dönük Denize tatlı suya Bu ortamda yalımım Gözlerimizde biçimlendiği Bu mutlu gözyaşlarının ortamı Girdim içine Erdemiyle ellerinin Tadıyla dudaklarının İlk insancıl davranış işte Beliren bir çayır tıpkı Susuşlarımız sözlerimiz Uçup giden aydınlık Yeniden gelen ışık Tanyeri alacakaranlık güldürür bizi. İçinde bedenimizin Çiçeklenir oluşur ne varsa Samanlığında yaşantımın Yatırdım yaşlı kemiklerimi Tükettim orda.. PAUL ELUARD Tek başına bir odada kalıyordun. Odanın duvarları baştan başa camdı. Baştan başa sımsıcak ruhtu... . Odanın ortasında çırılçıplaktın. Bir sandalyede oturuyordun. Odan ılık, tanıdık, hiç kesilmeyen bir rüyanın ortasında salınıyordu. Yüzünden dünyadaki bütün zamanlar geçiyordu. Yüzündeki bütün zamanları özlüyordum... Yüzünün bütün zamanlarının dışındaydım. . Odanda tek başınaydın, ama o büyüsünü, o derinliğini yaşamayı çok arzulasam da, yine de nerede olduğunu bilmediğim dünyaya senden gidiliyordu... Senin gözlerinden görülüyordu... Senin gözlerinden görülüyordu benim sonsuz düşüm... Sonsuz kayıplığım... Varlığımın bir parçası sana gitmiş, bir parçası bende kalmıştı. Varlığımın sende olan parçası seninle gerçek dünyaya, başka ruhlara, öteki hayatlara gidiyordu... . Beni içeri, odana, yanına almamıştın. . Varlığımın en sahici, en cesur, en erdemli yanı içerde, seninle kalmıştı, seninle gitmişti öteki hayatlara, başka ruhlara... . Böyle başlamıştı o büyük dışlanmam. . Ömrüm odanın kapısında, beni içeri çağırmanı beklemekle geçmişti... . Yaşamadım diyemem, yaşadım. . Sevgilerim oldu. Başarılar kazandım. Misafirler geldi evlerime... Çılgın, başıboş, şımarık, ihtiras dolu yaz akşamlarım oldu... Sevgi dolu mektupları aldım. Telgraflar, çağrılar... Yolculuklara çıktım. Beni karşılayanlara el salladım sevinçle, içim kamaşarak... İştahlıydım. Arzularım hiç dinmeyecek gibiydi... Doğum günlerimde pastamı keserken herkese ve kendime hak ettiğimizden daha çok şans diledim hep... . Ama yine de unutamazdım senin kapında bekletildiğimi, beni içeri almadığını, varlığımın en anlamlı, en sahici parçasının sende kaldığını, o ikiye bölünmüşlüğümün derin sızısını unutamazdım, bunun yıllarca süreceğini ve de hiç dinmeyeceğini... . Bazı geceler penceremi açar derin nefesler alırdım. Nefes alırken gücümü daha da artırsın, acılarımı bana unuttursun diye Tanrı’ya yaranmak geçerdi aklımdan. . Doğanın ayrılmaz bir parçasıydı odan. Odan doğadaki o en ağırbaşlı cinayetlerin ortasında sessizce beklerdi... Daha da ısınırdı sahipsiz ruhlardan yapılmış camları... O camları kırabilsem, sana dokunabilsem, kendimi sana inandırabilsem kainatın bütün şefkati, bütün sevgisi içime akacaktı, biliyorum... . Yaşarken hiç tatmadığım bu duygu elimi uzatsam dokunabileceğim kadar yakındı sanki. Ama neden bu kadar uzaktaydı, hiç anlayamıyordum... Bilmek çözer sanıyordum bu muammayı... Bu uzaklığa çalışırsam beni içeri alırsın diye düşünüyordum... . Çünkü yaşadığım şehirlerden en umutsuz durumlardan büyük vaatler, büyük sürprizler çıkarıyorlardı karşıma insanlar... Sanki insanlar o büyük kayboluşlarını unutturmak için bir arada yaşıyorlardı... . Ben de o insanlardan biriydim ve bir gün kapını açıp beni içeri alacağını, bir gün beni gerçekten seveceğini sanıyordum... . Bu yüzden dünyadaki hiçbir şey üzerinde dikkatimi yoğunlaştıramıyordum. Bu hayatta hiçbir şeyi tam yapamıyordum. Görenler kendimden intikam alıyorum sanıyorlardı... . Sonsuz bir ertelemeydi hayatım. . Aslında bu bir gecikmişlik değildi. Hayattan istifa etmek de değildi. Hem sen olmadan nereye gidebilirdim ki? Ben senden uzaklaştığımda gecikmiş olurdum her şeye, seni sevmekten vazgeçtiğimde intikam almış olurdum her şeyden, seni sevmekten vazgeçtiğimde intikam almış olurdum kendimden... . Uzağa, istediğim uzaklara gitme şansım ancak yanında olursam mümkündü. Çünkü ne zaman içime baksam yüzünden geçen bütün zamanları, bütün özleyişleri, yüzünden gerçek dünyaya açılan yolları, başka ve öteki hayatları görüyordum... Yüzünde varlığımın sende kalan parçasını görüyordum. Böyle zamanlarda yüzünde, acıyla gölgelense de bağışlayan bir gülümseme olurdu. Ve bu gülümseme senin beni bir gün içindeki varlığımla buluşturacağını hissettirdi... . İşte o zaman bu sürgün bitecekti... . İşte o zaman yaşadığım bütün endişeler, bu suçluluk, değersizlik duyguları, bu korkular, bu günaşırı intiharlar bitecekti... . Bunu bile bile yaşamak nedir bilir misin? ... . Geri döneceğini bile bile tanımadığın, sana hep yabancı yollara düşmek... . Karşına çıkan herkeste seni aramak... Seni hatırlattığı için birine âşık olduğunu sanmak... Sen olmadığını bile bile, bütün hayatını bu ilişkiye adamak için çırpınıp durmak... . Bunu bile bile yaşamak nedir bilir misin? ... . Düşünsene, ben seninle düşlerimi, heyecanlarımı, çocukluğumu, acılarımı aldattım... . Seni unuturum diye yaşamaya başladığım her aşkı, ben yine seninle aldattım... . Sen beni içine almadığından beri yıllardır ben seninle kendimi aldattım... . Bir tek seni sevdiğim doğruydu... Ve bu doğru yüzünden hayatım yalana battı... . Sen beni dışladığından beri beni sevenlere bir hayalet hediye ettin... . Tepeden tırnağa aşka, tepeden tırnağa özleme batmış bir hayalet... . Bu hayaletin içinde beni değil seni gördüler hep. Çoğu bu hayalete dayanamayıp çekip gitti... . Kimisi senin beni beklettiğin kapıda, beni bekledi. Seni beklemekten yorulur, onunla birlikte çekip giderim diye buralardan... . Ve ben en çok onların sevgisine inandım. En çok onlara derinden üzüldüm. Ve hep merak ettim, karşılıksız ve onca yıl bir hayaleti nasıl böylesine sevebildiler diye... Dünyanın iyi bir yer olduğuna ve yaşamak için çok sebep bulunduğuna bu insanların bir hayalete duydukları o akılalmaz, o sonsuz sevgileri yüzünden bir kez daha inandım... . Seni unutmak için başladığı her aşkı yine seninle aldatan bir hayalete... . Seninle kendini, bütün hayatını, düşlerini, çocukluğunu, yaşadığı bütün acıları aldatan bir hayalete... . Bir tek sana duyduğu sevgisi doğru olan, bu yüzden bütün hayatı büyük bir yalan olan hayalete... Söylenenlere inanma Ben sarhoş değilim korkma diyorum Bir mum gibi tek başına karanlıklarda yanma Uzaklardan çıkıp geldi aç kapıları artık Odalara saklanma.. Ben sarhoş değilim, korkma, diyorum Beni böyle ağlatan yüreğimdeki gamdır. Başım gögsüme düşmüşse, sallanıyorsam Yorgunluğumdandır.. Ben sarhoş değilim, korkma, diyorum Bir varmış, bir yokmuş gibiyim sanki. Suçluysam gel bağışla, utandır beni artık Sensiz yapamıyorum inan ki.. Ben sarhoş değilim, korkma, diyorum Dökemiyorsam eğer içimi bir bir Konuşamıyorsam, susuyorsam, gidemiyorsam Seni sevdiğim içindir.. Ben sarhoş değilim, korkma, diyorum Beni böyle yapayalnız bırakıp kaçma Ya gel tut ellerimden geceye karşı Ya hiç kapıları açma Beni böyle yapayalnız bırakıp kaçma Ben sarhoş değilim, korkma, diyorum. Gazel. Ağyâre nigâh etmediğin nâz sanırdım Çok lutf imiş ol âşıka ben az sanırdım. Gamzen dili rüsvâ-yı cihân eyledi Billâh ben ol âfeti hem-râz sanırdım. Seyr eylemesem âyînede aks-i cemâlin Hüsn ile seni meh gibi mümtâz sanırdım. Ma'mûr idügin bilmez idim böyle harâbât Mestâneleri hâne-ber-endâz sanırdım. Sihr etdiğini senden işitdim yine Nef'î Yoksa sözünü hep senin i'câz sanırdım Kemter kuluyum ALİ'nin ol şah-ı karemdir HASAN başımın tacı,HÜSEYN gözümde nemdir İmam ZEYNEL'ABA,BAKIR mihr-i hürremdir 'Ve salli ala seyyidina al-i Muhammed'. İmam CAFER-İ SADIK gibi bir dahi arifan İmam MUSY-I KAZIM olmaya sultan Cihan yüzünü görse değer o şah-ı Horasan 'Ve salli ala seyyidina al-i Muhammed'. İmam MUHAMMED TAKİ gözlerime ayni ziyadır İmam NAKİ sayesi ol mürg-ü Hümadır İmam Hasen-ül Askeri derdimize ayni şifadır 'Ve salli ala seyyidina al-i Muhammed'. MUHAMMED MEHDİ zuhur ede nihan kalmaya perde Havariçler geçse gerek tig-ü teberde Seyyit NESİMİ mehdin okur şam-u seherde 'Ve salli ala seyyidina al-i Muhammed' Bu kapıdan kol ve kanat kırılmadan geçilmez; Esten,dosttan,sevgiliden ayrılmadan geçilmez. İçeride bir has oda,yeri samur döşeli; Bu odadan gelsin diye çağrılmadan geçilmez. Eti zehir,yağı zehir,balı zehir dünyada, Butun fani lezzetlere darılmadan geçilmez. Varlık niçin,yokluk nasıl,yasamak ne,top yekun? Akli yele salıverip çıldırmadan geçilmez. Kayalık boğazlarda yön arayan bir gemi; Usta kaptan kılavuza varılmadan geçilmez. Ne okudun,ne öğrendin,ne bildinse berhava; Yer çökmeden,gök iki sak yarılmadan geçilmez. Geçitlerin,kilitlerin yalnız Onda şifresi; İşte,işte o eteğe sarılmadan geçilmez! Ağzımın tadı yoksa, hasta gibiysem, Boğazımda düğümleniyorsa lokma, Buluttan nem kapıyorsam, vara yoga Alınıyorsam, geçimsiz ve işkilli, Yüzüm öfkeden karaya çalıyorsa, Denize bile iştahsız bakıyorsam, Hep bu boyu devrilesi bozuk düzen, Bu darağacı süratli toplum Derler ki, çakal da, köstebek de aslanın susuzluğunu giderdiği aynı ırmaktan su içer.. Ve kartal ve akbaba gagalarını aynı leşe daldırırlar, ölünün huzurunda barış içinde, beraberce.. Tanrısal eliyle arzularımı dizginleyen, ve onura ve gurura olan açlığımı ve susuzluğumu arttıran sevgi.... İçimde güçlü ve değişmez olanın, zayıf benliğimi baştan çıkaran ekmeği yemesine, şarabı içmesine izin verme. Varsın aç kalayım, ve yüreğim kavrulsun susuzluktan, ve ölüp yok olayım; yeter ki senin doldurmadığın bir bardağa veya senin kutsamadığın bir kaseye uzanmasın elim.. 'Haberci' 1920 Dağılıp belkileri aramak öyle Sonuçta belki şenlik belki yenik İnsan olmak sorunu ilk Büyük acılar bileşkesinde.. Hep kurtarmak baş tutku Duyguları katı çarklardan Korkusuz yaşamak hançer ucu Şimdi yoluna ayna tutan.. Kurur savaşlar, haksızlıklar Altı Kıta yürür el ele Kurur şüphesiz kötülükler kökünden Sevgi bayrak olursa evrene.. Yaklaşır arsız ve çabuk Ölüm fırtınadır her an Belirgin ve kesin Tek tek başlarda esecek olan.. Yürek özgür yaşamak ister Kimselere yüksünmeden, kızmadan Buyurmaya açılan ağızlara bir tomurcuk Barış çocuklarından. Gazel. Ney kimi her dem ki bezm-i vaslunı yâd eylerem Tâ nefes vardur kuru cismümde feryâd eylerem. Rûz-ı hicrândur sevin ey murg-ı rûhum kim bugün Bu kafesden men seni elbette âzât eylerem. Vehm edüp tâ salmaya sen mâha mihrin hîç kim Kime yetsem cevr ü zulmünden ana dâd eylerem. Kan yaşum kılmaz vefâ giryân gözüm isrâfına Munca kim her dem ciger kanından imdâd eylerem. İncimen her nice kim ağyâr bî-dâd eylese Yâr cevri içün gönül bî-dâda mu'tâd eylerem. Bilmişem bulman visâlin lîk bu ümmîd ile Gâh gâh öz hâtır-ı nâ-şâdumı şâd eylerem. Levh-i âlemden yudum eşk ile Mecnûn adını Ey Fuzûlî men dahi âlemde bir ad eylerem Biz böyle olacak adam değildik Ahmet abi Bu değildi hayattan beklediğimiz Ne hayallerimiz vardı seninsle Gel gör ki beş para etmedi ümitlerimiz. Yıldırımlar düştü güvendiğimiz dağlara Hep boş çıktı sarıldığımız eller Hep taş çıktı inandığımız kalpler Kaç kez sırtından vuruldu hayallerimiz Kaç kez yıkılıp kaldık köşe başlarında Kaç kez delik deşik oldu yüreğimiz Görüyorsun ya Ahmet Abi Görüyorsun ya Bozuk para gibi harcandı gençliğimiz.. Kimbilir nerede senin o liseli Kimbilir nerede benim o üniversiteli Birimiz doktor olacaktık birimiz mühendis Gel gör ki beş para etmedi ümitlerimiz. Oku adam ol derdin bana hatırlar mısn? Oysa daha okumadan elimden aldılar kitaplarımı Sayfa sayfa yırttılar umutlarımı... İşte bu yüzden hala ıpıslak bakışlarım İşte bu yüzden hala yumruk yumruk ellerim İşte bu yüzden hep böyle çatıktır kaşlarım Adam olamadımsa Kendini adam sananlar utansın be Ahmet Abi! Kendini adam sananlar utansın.... Bak bir türlü bitmedi hayat kavgamız Hep başka bahara kaldı sevdamız Kim vurduya gitti yarınlarımız Yalan mı be Ahmet Abi? .. Yalan mı be? ... Sınırı olmayan bir dünya yok mu? Kavgasız savaşsız bir hayat yok mu? insanca yaşamak bu bize çok mu? Konuşsana be Ahmet Abi.. Konuşsana be.... Elveda aşklara Elveda yıllara Bu nankör hayata Yenildik be Ahmet Abi Yenildik be.... İnsanın insanı ezdiği bu yerde Bak bir ömür harcadık Ve harcandık be Ahmet Abi Harcandık be! .. Ah Ahmet Abi ahh.. Yatıyor.yüz hatları sert yastıkta solgun ve yadsır gibi durmakta, dünya ve dünya üstüne tüm bilinen onun duyularından koparak ilgisiz yıla tekrar çekildiğinden.. Bilmiyorlardı onu yaşarken görenler bütün bunlarla arasında nice birlik var; evet, bu derinlikler, bu çimenler ve bu sular y ü z ü y d ü onun, bunlar.. Ah evet, onun yüzüydü bütün uzaklar da onu hala isteyen, onu hala arayan; maskesiyse, ürküp can çekişen orda, narin ve açık, yarılan beir meyve sanki havada çürüyüp duran. Hayatın merdivenleri yüksek ve dardı çoğu zaman Kendinizi her salışınızda biraz daha aşağı iner Ve dibe hızla yaklaşırdınız İnmek çıkmaktan daha kolay olurdu Tıpkı yaşlanmanın genç kalmaktan kolay olduğu gibi Belki de hayat merdiven çıkmaktan ve merdiven inmekten ibaretti Bir yaşa kadar Büyük bir yaşam savaşıyla çıktığımız merdivenler bir yaştan sonra iniş oluverir Ve sizi ömrün bittiği yere yönlerdirirdi. Son nefeste yanında olmak istediğimiz Belki ana belki evlat, belki de yardı Daha yapacağım çok şey vardı belki yarın Ama her şey buraya kadardı Ve ömür denilen şey deli gönüle dardı Seçme şansımız olsa seçerdik elbet Çünkü ölümün bile güzeli vardı. ...Beni yiğitler götürür Katlarına Sevda ile varılan Yiğitler ki, Dilerini tükürmüş Yiğitler ki, Hâyaları burulan.. Yanyana, upuzun, Boylu boyuca Tepeden tırnağa kan. Yiğitler ki, Herbiri bir parça vatan. Gözlerinde Bir küfür kasırgası Ana-avrat Ah ulan... Bu gece ben giderim resmim kalır, belli ki bir hevesim kalır, gözüm arkada kalmaz,. Seni göresim kalır.. Sesim kalmaz, sözüm kalmaz, yarım kalır bir öykücük, bozulmuş bir tılsım kalır. Güze ulaşır vakit kurur dallar, ayaz kalır… Gece çöker baykuş öter, yaşanmamış bir yaz kalır. Söner içimdeki yangın, direnen kımıl, göğ ekinler, açar güneş, mevsim ilkbahara döner, yemyeşil bir tınaz kalır. Alacak renkler susar, ortada tek “beyaz” kalır. Çürür düzen zulüm biter, kar altında gülüm biter, vakit ulaşır yolum biter, bir de yasak? adım? kalır. Toplatılır yazılarım, yakılır dizelerim, kurutulur gözlerim, geride genç ölüm kalır.. 1990 Severim ben seni candan içeri, Yolum ötmez bu erkandan içeri.. Nereye bakar isem dopdolusun, Seni kanda koyam benden içeri! . O bir dilberdürür yoktur nişanı Nişan olur mu nişandan içeri.. Beni benden sorman, bende değülüven, Suretim boş yürür dondan içeri.. Beni benden alana ermez elim, Kadem kim basa sultandan içeri.. Tecelliden nasib erdi kimine, Kiminin maksudu bundan içeri.. Kime didar gönülden şule değse Onun şulesi var, günden içeri.. Senin aşkın beni benden alıptır, Ne şirin dert bu; dermandan içeri.. Şeriat, tarikat yoldur varana, Hakikat, marifet, andan içeri.. Süleyman kuş dilin bilir dediler Süleyman var Süleyman'dan içeri.. Unuttum, din-diyanet kaldı benden. Bu ne mezhepdürür, dinden içeri.. Dinin terkedenin küfürdür işi, Bu ne küfürdür, imandan içeri.. Geçer iken, Yunus, şeş oldu dosta, Ki kaldı kapıda andan içeri... gün biterdi gözuçlarımda saçlarının şiddetine sokulurdum gözlerine karşılık vermeye gelirdim ardımda şehirler bırakarak eline hangi çiçeği alsan suyun hükmü kırılırdı, duyardım hangi şekilde bıraksan da gövdeni uykusuz kalırdım. adını ağzımda köz tutar gibi tutardım, ölüm harfi harfine çınlardı akşamları alışırdım alışırdım köpüklerini bir türlü anlatamayacağım denize, hüzün ceketimin iç cebinde bir tütün yaprağı gibi dalardı yüreğime öyle hafif öyle derin, hayat yolculuklar sonrası sabun gibi azalırdı sanki, sen. ey bukleli saçlarında şairliğim ölen kız, kahrım seninle kuleleri gençliğim olan o kente gidilmez mi? . artık gözkapaklarımda zorlanan gözyaşlarını anlatmayacağım sana anlatmayacağım artık ağzmla kardığım papatyanın her gün caddelerde üstüne basarak geçtiim ıssızlığımı bir şeylerin kayıp gitmesini ellerimin arasından, umulmaz bir şekilde soluk soluğa duyuyorum gırtlağıma yüklenen bu şarkıyı, venasıl horlanıp geçildikse ölü gülüşlerle yıllar boyu çocukken bir şarkısı söyler gibi ağlamanın sevinci ağlamak istiyorum yeniden uçarı kitapları okuyarak ellerime dikenler batsın istiyorum dizlerimin kanamasını. yeniden ağlamak istiyorum sesimin bütün hazinelerine dokunarak ve sonra dağların gerisinde duruyorum, rüzgarın savurduğu derin kalbimin görkemini bağırmak istiyorum şakıyan bir kuş gibi benimle ölür müsün? sevgilim sevgilim.. (Aralık 1982) Zeus bir gün seslendi insanlara göklerden; 'Dünyayı size verdim, alın mülkünüz olsun! Bu sonsuz armağanı bölüşüverin hemen, Ama kardeşçe yapın, herkes hakkını alsın! '. Eli ayağı tutan herkes geldi üşüştü, Harıl harıl işlere sarıldı genç, ihtiyar, Ekin dolu tarlalar hep çiftçilere düştü, Elde silah avcılar ormanlara daldılar.. Tüccar ambarlarını doldurdu tıka basa, Altın gibi şarabı rahipler seçti hemen, Yolları tutan kral çıkararak bir yasa, Dedi: 'Ben de onda bir alacağım her şeyden.'. Bu paylaşma bittikten çok sonra bir gün şair, Uzak uzak ellerden gelip dünyaya vardı; Yeryüzünde nimetler çoktan bitmişti bir bir, Gördü ki, her nesnenin bir de sahibi vardı.. 'Herkese bol bol nimet dağıtırken ey ilah, Unuttun mu en sadık oğlunun hissesini? ' Diye şikayet etti, haykırdı: 'eyvah eyvah' Tahtına yüz sürerek, yükselterek sesini. . Tanrı dedi: 'Hayeller aleminde gezersen, Bana söz söylemeye hakkın olmaz evladım! Sen acaba neredeydin dünya paylaşılırken? ' Şair dedi: 'O zaman ben senin yanındaydım.. Seyrediyordu gözüm yüzünü hayran hayran, Duyuyordu kulağım göklerin ahengini, Coşup sarhoş olmuştum ışığınla o zaman, Dünya nimetlerini kaçırdım, affet beni! '. Zeus dedi: 'Ne yapsak, bu dünyayı verdim ben, Benim malım değildir şehirler kırlar artık; Ama gökte benimle yaşamak ister isen, Her gelişte cennetin kapısı sana açık.' Bir yürüyüş eylediler sabahtan Ilgıt ılgıt kan gider loy loy! Dayan dizlerim dayan! Ağla gözlerim ağla! Namlu puşt olmuş, atayağı puşt. Yine düşman elindeydi vatan. Bir oğul çıktı Malatya'dan: Anası Yılmaz çağırırdı Haram süt emmemişti anadan. Ve Beyazıt derler bir büyük alan. Düşman sarmıştı sağı solu Düşman çok, cephane yoktu. Yetişmemişti daha Cemal Paşa kolu Amandı el aman! . Tank paletleriydi alanda dönen Kusan namlularda, kalleş ölümcül Ve vuran ve kıran ve haykıran Malatyalı şöyle baktı bir Ana baba günüydü herhal Her yönde toz duman! . Vay anam vay! Bu belalı başınan Kime ne diyem Kime ne diyem Nerelere gidem Ya derdime derman Ya katlime ferman! . Başı daralınca Yılmaz'ın Baktı atacak taşı yoktu Baktı eli durmuş, ayağı durmuştu Vurulmuştu. Çıkardı yüreğini kan içinde Çarptı kötünün kafasına Hay bu nasıl devran? . 28 Nisandı Yavri Hey! Ham Meyveyi Kopardılar Dalından.. (Mayıs 1960) Çocukluğum çıraklıkta geçti, kir-pas içinde Gençliğim korsan yürüyüşlerde, mitinglerde Hapse erken düştüm.. copla erken tanıştım Küçük voltalardan bıktım, usandım Şimdi uçsuz bucaksız ovalarda Adımlarımı saymadan, geriye dönüp bakmadan Usanmadan, bıkmadan Deli taylar gibi koşmak istiyorum! Ve görüyorsunki aşkı beceremiyorum Beni kendi halime bırak yavrucuğum Ben yolumu nasıl olsa bulurum.... Upuzun çayırlarda yalınayak koşmak istiyorum Saçlarım rüzgara konuk..yüzüm dağlara dönük Göğsümün çeperini ölümle sınayan esaret Ve yüreğimi yararcasına zorlayan cesaret Kıyasıya vuruşsun istiyorum! Koşmak.. koşmak istiyorum sevgilim Dönemezsem affet... Firari gecelerin uzmanı olmuşum Bütün istasyonlarda afişim durur Beni bir çocuk bile bulur! Dokunma bana çıldırırsın Dokunma bana sende ellerin tutuşur! . Koşmak istiyorum Eksozların, molozların, yağmaların kıyısından Onca insafsızlıkların, onca haksızlıkların Manzarasızlıkların, parasızlıkların Allahsızlıkların kıyısından Kimseye ve hiçbirşeye değmeden Ciğerlerimi yok edercesine koşmak istiyorum! . Koşmak istiyorum Şiirimin ve yumruğumun namusuyla Kavgaya karışmadan, tutuklanmadan ve küfür etmeden Kafamı kırarcasına koşmak istiyorum! . Avucunu son bir defa, ağlamadan tutmak istiyorum Gözlerim yüzüne küskün, sazım sevgine suskun.. Saati ayrılığa krmuşum olmaz teslimiyet ziyan aklımı senle bozmuşum, içerim felaket! . Kurşunlara geleyim istiyorum Ölmek..ölmek istiyorum sevgilim Sağ kalırsam affet. Firari acıların uzmanı olmuşum Bütün telsizlerde adım okunur Beni bir korkak bile vurur! . Dokunma bana fişlenirsin Dokunma bana, sende yanarsın Güneş yok, gökyüzü tozuyor biraz, bu sabah ve işte şu saatte yağmur saçlardan süzülüyor.. El, görünen bir sevgiyle tutuyor bir eli ve diyor ki, İsa kendi çarmıhını sırtında taşıyan, marangoz muydu, yoksa bir marangozun oğlu mu? . Zamanın başladığı günlere kadar gitsem, yaşamak yine de çok kısa, diyor; ve körüm ben, karanlıktan korkan ağzının yarısıyla gülen bir kuşum.. Ve gülüyor ağzının yarısıyla. Bir yürekki yanmaz yürek denir mi ona Sevmek haram yüreğinde ateş olmayana Bir gününü sevgisiz geçirdinse yazık En boş geçen günün o gündür inan bana Seni sevdim, seni birdenbire değil usul usul sevdim 'Uyandım bir sabah' gibi değil, öyle değil Nasıl yürür özsu dal uçlarına Ve günışığı sislerden düşsel ovalara. Susuzdu, suya değdi dudaklarım seni sevdim Mevsim kirazlardan eriklerden geçti yaza döndü Yitik ceren arayı arayı anasını buldu Adın ölmezlendi bir ağız da benden geçerek Soludum, üfledim,yaprak pırpırlandı Ağustos dindi Seni sevdim, sevgilerim senden geçerek bütünlendi. Seni sevdim, küçük yuvarlak adamlar Ve onların yoğun boyunlu kadınları Düz gitmeden önce ülkeyi bir baştan bir başa Yalana yaslanmış bir çeşit erk kurulmadan önce Köprüler ve yollar tahviller senetler hükmünde Dışa açılmadan önce içe açılmadan önce kapanmadan önce Nehirlerimiz ve dağlarımız ve başka başka nelerimiz Senet senet satılmadan önce Şirketler vakıflar ocaklar kutsal kılınıp Tanrı parsellenip kapatılmadan önce Seni sevdim. Artık tek mümkünüm sensin Modan yaylasına eşkin almadan Maktela üzerinde sağımız Karbeyaz Çermik Dağları Solumuz kan kırmızısı Fırat'tır Dört mevsim yeşildir orman Ve toprak çetin Baharları aşiretler iner Dersim üstünden Sürü otlatır. Odunda Kömürde Pamukta Gönlü bir akarsu gibi alıp götüren Irzdan ve ekmekten yana Bir kara sevdadır Yeşil murattır Ve bundan ötürü tutmuş dağları Ve almış yürümüş sulardan öte Kıl çadırlarda maceramız Yasak bundan böyle zulüm; Ve öşür Ve haraç Ve angarya Ve katil Ve şirkat Ve talan Ve küfür kıza kısrağa Yasaktır, emreder Dağlar Paşası Elinde, affetmez Fransız üçlüsü.... Gayrı malumunuz olsun halım Hayrola encam Malum ola Ayan beyan Dosta ve düşmana serencam. Önce şeyhulislam fetva buyurur Katlim dört mezhepte vacip görülür Sonra saray ferman eyler Ve kaltak vurulur ordugahlarda Dar vakit yetiştin tatar ağası Bir elimde kana batmış hamaylim Bir elim derman eyler Dostooo Buncasına kavga demezem Kızanlar idman eyler Hele sarılmasın dört bir yanımız Tamam cümle dağlar mevzi almıştır Ve yatmış pusuya patikalar. Salavat getirir dağ dağ taburlar Narlı bahçe üzre kanlı bir akşam Gelen elçi değil Azrail olsun Anam avradım olsun kaçarsam. Seni, anlatabilmek seni. İyi çocuklara, kahramanlara, Seni, anlatabilmek seni, Namussuza, haldan bilmez, Kahpe yalana.. Ard-arda kaç zemheri, Kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu. Dışarda gürül-gürül akan bir dünya... Bir ben uyumadım, Kaç leylim bahar, Hasretinden prangalar eskittim. Saçlarına kan gülleri takayım, Bir o yana, Bir bu yana.... Seni bağırabilsem seni, Dipsiz kuyulara, Akan yıldıza. Bir kibrit çöpüne varana, Okyanusun en ıssız dalgasına Düşmüş bir kibrit çöpüne.. Yitirmiş tılsımını ilk sevmelerin, Yitirmiş öpücükleri, Payı yok, apansız inen akşamdan, Bir kadeh, bir cigara, dalıp gidene, Seni, anlatabilsem seni... Yokluğun, cehennemin öbür adıdır Üşüyorum, kapama gözlerini... Biliyorum sana giden yollar kapalı Üstelik sen de hiç bir zaman sevmedin beni. Ne kadar yakından ve arada uçurum; İnsanlar, evler, aramızda duvarlar gibi. Uyandım uyandım, hep seni düşündüm Yalnız seni, yalnız senin gözlerini. Sen Bayan Nihayet, sen ölümüm kalımım Ben artık adam olmam bu derde düşeli. Şimdilerde bir köpek gibi koşuyorum ordan oraya Yoksa gururlu bir kişiyim aslında, inan ki. Anımsamıyorum yarı dolu bir bardaktan su içtiğimi Ve içim götürmez kenarından kesilmiş ekmeği. Kaç kez sana uzaktan baktım 5.45 vapurunda; Hangi şarkıyı duysam, bizimçin söylenmiş sanki. Tek yanlı aşk kişiyi nasıl aptallaştırıyor Nasıl unutmuşum senin bir başkasını sevdiğini. Çocukça ve seni üzen girişimlerim oldu; Bağışla bir daha tekrarlanmaz hiçbiri. Rastlaşmamak için elimden geleni yaparım Bu böyle pek de kolay değil gerçi…. Alışırım seni yalnız düşlerde okşamaya; Bunun verdiği mutluluk da az değil ki. Çıkar giderim bu kentten daha olmazsa, Sensizliğin bir adı olur, bir anlamı olur belki. İnan belli etmem, seni hiç rahatsız etmem, Son isteğimi de söyleyebilirim şimdi:. Bir geceyarısı yazıyorum bu mektubu Yalvarırım onu okuma çarşamba günleri Uzun sulardan tirenler aklkıyor Islak bir istasyona iniyorum akşamları Adım başında bir gaz`te ölüsü Bozuk bir şemsiye gibi kapanıyor gün Ve bir kapı açılıyor Senin iki kanatlı kapın. Ne benim yalanlarım ne de bu haftalarca yağmur Kimseler yıkayamaz ellerinin beyazlığını Seninle zamanların en ölmezini yaşamıştık En büyük çemberini çizmiştik mutluluğun En geniş açılarına aşkı taşımıştık beraberce Hatırlar mısın? . Yağmurlar yağdırmıştık en kurak mevsimlerde Boy boy umutlar yeşertmiştik içimizde O ne özlemlerdi gizlediğimiz Hatırlar mısın? . Bir şarkımız vardı ki en içlisiydi şarkıların Şiirlerim vardı sana okurdum mısra mısra Ve sonra göz göze gelirdik uzun uzun Hatırlar mısın? . Sen bensiz ben sensiz az mı ağladık Az mı kaçtık gölgesinden ayrılığım? Tanrıya kaç geceler avuç açtık Hatırlar mısın? . Ve neden sonra sarardı yaprakları mutluluğun Ve neden bir bir kuruttuk umutları, özlemleri? Oysa bir ağaçtık dal dal çiçek açan, meyve veren Hatırlar mısın? . Öyle ya bir kara tren ayırmaya yetti bizi Bir mendil bile sallayamadım ardından Öylece yalnız, öylece sensiz kaldım Hatırlar mısın? . Şimdi boş vagonlarda arıyorum seni Anıları yaşıyorum yeni baştan Elimde değil seni hatırlıyorum bilmem ki sen de beni Hatırlar mısın? Karda izler bırakıyorum avcılar peşime düşsün Bir uçurum kıyısında vursunlar beni ki dünya Uğuldayıp duran bir uçurum değil miydi zaten. Karda izler bırakıyorum avcılar peşime düşsün. Adımı yazıyorum kar üstüne ve ıslığını çığlık Gibi incelterek yetişiyor ardımdaki tipi bana Siliyor adımı bir dal kırarak çam ormanından. Geçmişim kar sessizliğiyle özetleniyor artık Anılarım buz tutmuştur aşklarım kar yangını Ömrüm parmak uçlarımda eriyen bir kar tanesi. Karda izler bırakıyorum avcılar peşime düşsün. Kar yağıyorken milyon bekerel hüzün yağıyordur Derim ki kar ve hüzün bir aşkın seyir defteridir Yolculuklar ve ayrılıklarla anlatılabilir ancak. Karda izler bırakıyorum avcılar peşime düşsün Bir uçurum kıyısında vursunlar beni, vursunlar Bir kahkahayla çekip giderim karlı ovalardan. Şairler vurulmalıdır, hayat yakışmıyor onlara Toy, düğün kumaş oldu, ölçüldü biçildi. Toy, düğün elbise oldu uzun boya. Toylar, düğünler tam bizim için, toyumuz, düğünümüz kutlu olsun dünyaya.. Şekere eş oldu dudu kuşu, zühre eş oldu aya. Toylar, düğünler tam bizim için, toyumuz, düğünümüz kutlu olsun dünyaya.. Bugün hayat öylesine rahat. Bugün yürekler öylesine ferah. Bugün insanlar öylesine kardeş. Toylar, düğünler tam bizim için, toyumuz, düğünümüz kutlu olsun dünyaya.. Ey şehrimizi aydınlatan sultan, güvey oluyorsun bir güzele bu gece. Ne de güzel yürüyorsun mahallemizde salına salına, ne de güzel akıyorsun deremize çağlaya çağlaya, ey bizi unutmayan, bizi arayan dost, ey bizim suyumuz, ırmağımız. Toylar, düğünler tam bizim için, toyumuz, düğünümüz kutlu olsun dünyaya.. Dostlarım, gün bugün, oynayın, raksedin, dönün. Bir bölük halk deniz gibi köpürüyor, bir bölük halk dalga dalga secdede. Bir bölük halk kılıç gibi savaşıyor, bir bölük halk kanımızı içmede. İşte girdi gerdeğe nergisle gül, işte astım davulumu boynuma.. Toylar, düğünler tam bizim için, toyumuz, düğünümüz kutlu olsun dünyaya. Gümüşüm ve aynen. Yok önyargılarım. Ne görürsem ben, yutarım aniden. Tam olduğu gibi, sevgiyle ve nefretle puslanmamış Zalim değilim ben, doğrusözlü yalnız — Küçük tanrının gözü, dort-köşeli. Çoğu zaman zıt duvarda düşünceye dalarım. O pembedir, çillerle. Ona o kadar uzun süre baktım Sanırım bir parçasıdır kalbimin. Fakat o titreşir. Yüzler ve karanlık ayırır bizi yeniden ve yeniden.. Şimdi bir gölüm ben. Bir kadın eğilir üzerime. Erişebilecek yerlerimi araştırarak o gerçekten nedir diye. Sonra o yalancılara döner o kadın, mumlara ya da aya. Arkasını görürüm onun, ve onu içtenlikle yansıtırım O bana gözyaşlarıyla ve ellerden bir koşuşmayla karşılık verir. Ben önemliyim ona. O gelir ve gider. Onun yüzüdür her sabah karanlığın yerine geçen. İçimde genç bir kızı boğdu o benim. ve içimde yaşlı bir kadın Yükselir ona doğru, berbat bir balık gibi, günbe gün. Ve güneş yasak Duvarlar vardır Ve korkunçtur yalnızlığı ranzaların Sen yatağında yanüstü düşmüşsün Dudaklarında dost cıgaran Kaysılar belki bu gece çiçek açacaktır Çalmış kışlaların yat boruları Kalmışsın en güzel kavgaların haricinde Kalbin, Zonguldak'ta çökmüş bir kuyu Kafan, sokak çarpışmasıdır Çin'de istediğim yağmur hazır mı bakalım yerlerine konuldu mu soğuk katiller karanlığı ya gevşek dokudularsa öldürüleceğimden emin olmalıyım. şimşekler gecikti herhalde unutulmuş acı yeşil keseceklerdi birden yolumu hani viraj ıslıklarıyla hain otomobiller sarı sarı göz kırpan trafik ışığı. yeryüzünde çok fazla bir yalnızlığım başka yalnızlıklara hak tanımayan biliyorum kuralları bozduğumu yerimi uysal birine bırakmalıyım Bakıp o şûh ile nâz û niyâza meşk ederiz Gülün tebessümüne bülbülün terânesine. Bir şeker hândeyle bezm-i şevkâ câm ettin beni Nîm sun peymâneyi sâkî tamam ettin beni. Ayağın sakınarak basma aman sultânım Dökülen mey kırılan şişe-î rîndân olsun. Yetmez mi sana bister ü bâlin kucağım Serd oldu hava çıkma koyundan kuzucağım. Pek istedi efendimi iydin üçüncü gün Lütfeyle gel Nedimi'ne kurbânın olduğum. Ben dedikçe böyle kim kıldı Nedîm'i nâ-tüvân Gösterir engüşt ile meclisdeki minâ seni. Leblerin mecrûh olur dendân-ı sîn-i bûseden Lâlin öpdürtmek bu haletle mûhal olmuş sana. Yok bu şehr içre senin vasfettiğin dilber Nedim Bir perî-sûret görünmüş bir hayal olmuş sana. Düşmen ne denlü sahd ise de şâd ol ey Nedim Seng üzre gösterir zer-î kâmil ayarını. Ey Nedim ey bülbül-ü şeydâ niçin böyle hâmûşsun Sende evvel çok nevâlar güft ü gûlar var idi keklik serer palazını tenha kayalıklara uçurur korkusunu kara diken savurur tohumunu kurtulur korkusundan orda bir dağ orda bir taş bir pınar dağ ardında taş ardında pınarlı bir kara mavzer bıyıkları kartallıda başı yağlıklı durur dimdik bakar dimdik bakar barışlı bir güvercin pır pır eder ucunda namlusunun 'tutam yar elinden tutam çıkam dağlara dağlara! ' koçero hep durur orda dağlarda. ben türkçe anlatamam o Kürtçe anlatamaz Farsça çıkmaz doruklara koçero hep durur orda dağlarda. ey elleri mis kokulu sabunlarla kurtulan beyler şimdi siz içebilir misiniz kendi sıcak kanınızı altun taslarda geçirebilir misiniz şu yağlı ipi kendi güzel ellerinizle o güzel boynunuza ve şakıyormuşçasına kafeste kanaryanız bakıp bakıp zindanlı akşamlara yudumlayabilir misiniz soğutulmuş içkinizi? . dolaşıyor akşam yelinin büyücü parmakları Çankaya’nın genç irisi kavaklarının gümüşlü yapraklarında önce yaprak sonra dal sonra dallar ipil ipil küme küme kavakları Çankaya sırtlarının çalar gibi bir gizli piyanoda sonsuzluğun şarkısını ve saksıda soluk alan belki de bir camgüzeli bir fesleğen bir kaktüs tutuşurken ormanlar oylum oylum savrulurken kül ve kerpiç rüzgarda! ey elleri mis kokulu sabunlarla kurtulan beyler almış kanlı gömleğini nere gider bu türkü sarınmış kıl şalvara nerden gelir bu ağıt? . yığdım kitapları dağ dağ çağırdım nemrutu karanlığıma bir kucak yeşil yoncayla geldi nemrut öptü ıslak gözlerini aç öküzümün. gocunmayın güzel beyler hanımlar alınıp incinmeyin silah silah çatmayın o güzel kaşlarınızı imdatlara saldırmayın basmayın düğmelere yürekleri hoplatmayın güzel beyler hanımlar zor ve çetin bir ağıttır koçero bir gelin ağlar onu ben ağlayamam bıyıkları çengel çengel bir kardaş ağlar acılı bir bacı ağlar bağrı yanık bir ana ben ağlıyamam! ince bir ay batar gider karadağın ardında dolanır kerpiç damı ince bir rüzgar irkiltir bir gece kuşu osmanlı karakollarının duvarlarını bir elinde kanlı mendil bir elinde kara mavzer kimse bilmez nerde nasıl taptaze bir sımsıcak bir gencecik bir ölüdür o bir selamdır sımsıcak varamamış dostuna varamamış koçero 'leb-i derya' şu saltanat şu konaklar şu saraylar şu köşkler bu bereket bu bolluk bu çılgınca hovardalık gocunmayın güzel beyler hanımlar alınıp incinmeyin! kırk bin köyden birer kişi göçüyor kırk bin kişi kırk bin köyden onar kişi göçüyor yarım milyon ya ellişer yüzer kişi? göçüyor milyon milyon vatanda vatan güzel beyler hanımlar kusuyor bütün köyler insanlarını kusuyor kasabalar baştanbaşa bütün ülke kusuyor insanını! bu eziklik bu hırçınlık güzel beyler hanımlar bu sınırsız tedirginlik acaba nerede biter? nasıl başlar acaba şenlikli günleri bu toprakların? . bulacak bir gün elbet yatağını bu nehir durulup dinginleşecek birgün elbet bu nehir ve çocuklar oynaşacak mutlu çocuklar anacan sularında bu mutlu nehrin! . koçero bir dağ çekirgesinin gecede irkilmesidir bir belirsiz karanlıktan bir belirsiz karanlığa irkilip uçmasıdır bir dağ çekirgesinin bir kurdun kaçmasıdır kendi karaltısından yamaçtan bir taşın yuvarlanması bir pınarın durup durup akması bir çift gözün karanlığa bakması şimşeklerin uzak uzak çakmasıdır dağlarda bir mavzerin yanlışlıkla patlamasıdır bir geyiktir koçero sekerken taştan taşa kırılmış bilekleri tırnakları kekik nane ve menekşe kokulu tırnakları rüzgarlı suçsuz bir geyik avcılar yakalarsa mezedir eti köpekler kovalarsa diş kirasıdır bir okul piyesidir koçero açış konuşmalıdır ve halaylı türkülüdür müsamere derler adına oralarda kaymakamlı savcılı ve çavuşludur biletlidir ve yoksullar yararınadır festivaldir sosyetede modada son buluşlar en taze ilişkiler gürültülü boşanmalar gürültülü birleşmeler hele bir de balesi ve operası 'ey vatan' aryası bir de saygıdeğer prensesin saygıdeğer oynaşının ardından telli sazlar ardından yaylı sazlar ardından vurmalılar çekmeliler ve üfürmeliler ardından 'kuğu gölü' ardından 'fındık kıran' hemencecik candarmalar ve ardından 'haydutlar'ı siller'in köroğlu'nun narası: 'yine de hey hey! ' ve ardından çocukları gülmekten kırıp geçiren çağdaş banka reklamları! candarmalar geçirince kelepçeyi zinciri bileklerine karıncanın poz verince bir fukara karınca en komprador basın aynalarına aşka gelir kompütürler aşka gelir telefonlar telsizler ve doyum noktasına sosyete ninni! o zaman işte çelenk o zaman işte tören alkış bando ve rap rap donanır bayraklarla bankalar sigortalar ve uygunsuz işyerleri bilcümle ve kadehler kadehler ki ses verir yıldızlardan! . gocunmayın güzel beyler hanımlar alınıp incinmeyin! koçero bir oyundur yazılır yazılır bitmez koçero bir oyundur oynanır oynanır bitmez vurur onu jandarma vurur onu candarma durmadan vurur ama o bitmez o hep durur öyle orda bıyıkları kartallıda göğsü çapraz fişeklikli gözleri beş yaşında kolları nuh nebi'den bir elinde kanlı mendil bir elinde kara mavzer pır pır eder bir güvercin ucunda namlusunun o hep öyle durur orda taş ardında rüzgarda! . muhtara sorarsanız bizim serseri veli marabaya sorarsanız işini bilmemiş deli köylüye sorarsanız ekmeksiz garibin teki çocuklara sorarsanız yüce dağlar aslanı aslan koçero kimsesize sorarsanız hükümet bilir onu candarmaya sorarsanız devletin dağlarda silah çatması vurguncuya sorarsanız yol kesici yağmacı soyguncuya sorarsanız devletin acizliği sağcıya sorarsanız siktiret pezevengi solcuya sorarsanız 'ferman padişahın dağlar bizimdir' İstanbullu inanır ki boğazda kaşalottur Ankaralı sanır ki temele dinamittir İzmirlinin düşlerinde şaşkın köpek balığı Antalyalı her gece gergedan görür düşünde Erzurum’da kol başıdır Erzincan’da deli daysak pir sultan yoldaşıdır Sivas’ta bir 'kılıcı kanlı' Van’da Mardin’de bir gözü kanlı kaçakçı ah koçero vah koçero koçero eyvah! . gocunmayın güzel beyler hanımlar alınıp incinmeyin! patron gazetelerinde yüksek tirajdır koçero hükümet programlarında bir 'nakl-i yekun' kapitalist dış basında nobel'lik bir roman politik sürtüşmelerde bir yılan hikayesi diplomata sorarsanız turistik bir serüven kaymakama sorarsanız 'ahval-i adiye'den sosyeteye sorarsanız eğlenceli bir briç sorarsanız bezirgan filimciye gişelik bir senaryo sorarsanız bürokrata Atatürk’ün gardrobuna tükürmüş biri hümaniste sorarsanız Fransızca bilmeyen montenyi'den anlamayan mitologya tragedya hümanizma helenizma hiçbirinden çakmayan bir yörüktür koçero! ne anlar rönesanstan ne anlar restorasyondan? bir bazlama bir uçkur üç telli bir zımbırtıdır koçero! sanki sırası mıydı dağlara tırmanmanın demokratik tragedyayı uçuklatmanın sanki sırası mıydı! . müfrezeler yürümüş dağ dağ ve dere dere kesmiş geçitleri korkunun silahları bir tükenmez sermayedir koçero haksız yönetimlere! gocunmayın güzel beyler hanımlar alınıp incinmeyin silah silah çatmayın o güzel kaşlarınızı koşturmayın şifreleri telefonları basar gibi tuz yarama basmayın düğmelere yürekleri hoplatmayın güzel beyler hanımlar paralar girsin diyedir kalantor kasalara toprak sömürülsün diyedir orta çağlarda ışıksız kalsın diyedir bir koca ülke karanlıkta boğazlaşsın diyedir güzel yüzlü insanlar fabrikalar işçi yesin para kussun diyedir kıyılar yağmalansın ormanlar çiftlikleşsin bankalar yağ bağlasın tekeller et bağlasın holdingler palazlansın ortaklıklar göbeklensin bu rüzgar böyle essin bu değirmen böyle dönsün bu çuvallar böyle dolsun diyedir koçero'nun dağlarda medetsiz yalnızlığı! gocunmayın güzel beyler hanımlar alınıp incinmeyin yeni değil bu hikaye bu oyun eski oyun! ah koçero vah koçero koçero eyvah! . bir akşam birdenbire bir can çıkar dağlara bin kardaş bin acı bin ana bin kerpiç bin harman bin açlık bin yenge bin emmi bin dayı bin zulüm bin acı ve bin karanlık bir akşam birdenbire çıkar dağlara bıyıkları terlememiş bin çocuk bin aşık bin deli bin meczup bin ekmeksiz bin işsiz bin suçsuz kıl şalvar kurtlu çarık naldöken mazı kıran derviş çatlatan itburnu koyak gülü ahlat çalısı bir akşam birdenbire çıkar dağlara çökelekler yoğurtlar arpa bazlamaları yalnayaklar gömleksizler dayanaksızlar munzur'lar çilo'lar palandöken'ler dersim'ler tunceli'ler bingöl'ler tunceli'de mercan'lar ağrı bereketleri tahtalı'lar toroslar ve binboğa'lar bir akşam birdenbire çıkar dağlara. turistik bir gösteridir dağlara çıkmak örneğin ağrı'lara alpler'e sübhan'lara ant'lara himalaya dağlarına derin asya'nın klimancaro'nun tropik karlarına turistik bir gösteridir dağlara çıkmak! gel gör ki böyle yazmıyor bizim burda kitaplar turistik diye göstermiyor dağları turist diye vermiyor dağlara çıkanları bir sürekli çıplaklıktır koçero bir sürekli açlıktır bir sürekli haksızlıktır koçero bir sürekli itilmişlik koçero bir vazgeçiştir koçero bir ilgisizlik bin yıllık yoldan gelir üstü başı kan içinde yorgun bir dilekçedir bir arzuhal koçero bir tanrı selamıdır alınıp verilmemiş görülmemiş bir hacettir koçero çiğnenilip geçilmiş ve sorulmamış upuzun bir eyvahtır upuzun bir pişmanlık bir ünlemdir koçero sığmaz okul kitaplarına erzurum yaylasından erzincan çukuruna ve tecer dağlarından harran cenderesine bir uzun masaldır ki koçero dağların dağlara yaslandığı yerde anlatılır geçitlerin geçitlere küstüğü oyaklarda benek benek anlatılır nakış nakış anlatılır bıçak bıçak kurşun kurşun ve türkü türkü! göğsü çapraz fişeklikli bıyıkları kan içinde bir kara mavzerdir koçero yatar türkülerde upuzun ağıtlarda fidan fidan koçero bildirir hal-u ahvalini dört mevsim tanrısına bildirir divanına şaşırtılmaz adaletin: 'arkam sensin kalam sensin dağlar hey! ' gocunmayın güzel beyler hanımlar alınıp incinmeyin! koçero bir vatandır yaşanılır boydan boya koçero bir vatansızlık bir dağlaşmış yalnızlıktır koçero mavzerleşmiş bir haksızlık yanıtsız bir dilekçe! ben Türkçe anlatamam o Kürtçe anlatamaz Farsça çıkmaz doruklara! gocunmayın güzel beyler hanımlar kan bulaşır ellerime ben anlatamam! Canlar canını buldum bu canım yağma olsun Assı ziyandan geçdim dükkanım yağma olsun. Ben benliğimden geçdim gözüm hicabın açdım Dost vaslına ulaşdım gümanım yağma olsun. Benden benliğim gitdi hep mülkümü dost tutdu La-mekan kavmi oldum mekanım yağma olsun. İkilikden usandım aşk donunu donandım Derdi hanına kandım dermanım yağma olsun. Varlık çün sefer kıldı ondan dost bize geldi Viran gönül nur doldu cihanım yağma olsun. Geçdim bitmez sağınçdan usandım yaz-u kışdan Bostanlar başın buldum bostanım yağma olsun. Taalluktan üzüştüm ol dostdan yana uçtum Aşk divanına düştüm divanım yağma olsun. Yunus ne hoş demişsin bal u şeker yemişsin Ballar balını buldum kovanım yağma olsun Birbiri ardına geliyorsa mutsuzluklar Keskin bir bıçak gibi saplanıyorsa acılar Köşebaşlarını tutmuşsa umutsuzluklar Ve uçurumlarda yankılanıyorsa aşkın son çığlıkları Ayrılık güzeldir.... En kalabalık yerlerde büyüyorsa kimsesizliğin Binlerce kahkaya karışıyorsa gözyaşların Son çiviyi çakıyorsan yorgun sabrına Daha kirpiklerinde can veriyorsa hayallerin Ve dilinin ucundaysa en çılgın küfürler Yalnızlık güzeldir.... Güvendiğin yüreklere karlar yağmışsa Buz tutmuşsa o sımsıcak bakışlar Sen yangınlar içinde üşüyorsan Ve bir zavallılıksa artık o çok sevmek Böyle bir dünyaya tükürmek Ve ölmek güzeldir... Dün, beni derin duygularla sevdiğini söyleyen bir kadına karşı, kabuğuna gizlenen, korkak, hatta ruhsuz biri gibi davrandım... Hatta tedirginliğimi, korkaklığımı bana hissettirdiği için öfke bile duydum ona... Sebebi belliydi: Bu kabuğuna gizlenen, korkak, sevgi yeteneksizi birini nasıl bu denli gözü pek, bu denli koşulsuz duygularla sevdiğini söyleyebilirdi ki o... Görmüyor muydu halimi, hissetmiyor muydu beni kendimle bir türlü örtüştürmeyen etrafımdaki derin boşluğu? Her gün defalarca lanetler yağdırdığım, başkalarından utançla gizlediğim bu sevgi yeteneksizi varlığı nasıl sevebilirdi... . Beni sevmekte ısrar ederek bana verdiği acı ve sıkıntının farkında da değildi anlaşılan! .. . Üstelik bütün korku ve kaygılarıma aldırmadan, hatta bütün bunlardan sevgisine ve varlığıma ilişkin gizemli duyarlılık payları çıkarttığını ileri sürmesi beni iyiden iyiye geriletiyor; çevremdeki boşluğu biraz daha büyütüyor; kendimle buluşmamı sağlayan bütün çıkış yollarını kapatıyordu... . Aslında o beni sevgisiyle yukarıya, günlük hayata, olup biten her şeye, anında, hemen oracıkta tepki vermeye çağırıyordu. Birisine araba mı çarptı, hemen o yaralıyı kucaklayıp hastaneye götürmeye; birisi birisine bıçakla mı saldırdı, üstüne mi yürüdü, hemen ayırmaya; olayı kimin başlattığına dikkat edip, gerekirse mahkemede tanıklık yapmaya; komşularla dayanışmaya; çocuk büyütmeye; karşı apartmandaki gözleri görmeyen adama roman okumaya; yan dairedeki yatalak kadına ilaç ve moral taşımaya çağırıyordu... Oysa ben çok istesem de, bunların hiçbirini yapamam. Elimden gelmez, beceremem. Ben istesem de hiçbir şeye müdahale edemem, ben sadece önümde, çevremde olup biten her şeye maruz kalırım. Dayak yiyen adamın kendisini elleriyle, kollarıyla korumasına; bıçaklanan adamın, yandım anam, diye bağırışına; yaralılara yardıma koşan insanların ayak seslerindeki telaşlı ve abartılı sevecenliğe; yatalak kadını ziyaret edip çıkarken, kadının minnetle gülümsemesinin usul usul ve hüzünle sönüp tamamen donmasına; mahkemede verilen ifadelere değil de, ifade veren insanların sanki başka bir gezegenden düşmüşlercesine o yabancı ve ürkek ifadelerine; tam bu esnada, orada yaşanan bütün bu gerginlik ve korkulardan uzakta yalanan bir kediye; güneşin mahkeme camlarındaki tozlu kırılmalarına ve o anda bahçede top oynayan çocukların uzun yıllar öncesinden gelen ve solmuş bir sevincin içimi acıtan seslerine; kendisine roman okunan kör adamın, çevresinde kimsenin görmediği yaratıklar varmışçasına belirsiz, ama güçlü ifadelerle etrafı izlemesine maruz kalırım... . Çünkü en dalgın, en silik, en beceriksiz tanığıyımdır önümden hızla gelip geçen bu gündelik hayatın... Sadece kimsenin çekmeye gerek görmediği garip, işe yaramaz fotoğrafları art arda çekip, belleğimin gizli bölgelerine kaydeder dururum. Sonra ruhumun mağarasına çekilirim usulca... Ve orada, tarihlerinden ve yurtlarından kopan yüzlerin, seslerin, acemiliklerin, dikkate değer görülmeyen davranışların, ancak ters ışıkta bir anlam taşıyan gizemli çelişkilerin üzerine gümüş yağmurlar yağar usulca, belli belirsiz... . Susar, hareketsiz seyrederim, yeryüzünde sır vermeyen zamanın parmaklarından sızan gümüş yağmurunu... Çünkü sonunda yaralılar iyileşir, hapishaneler dolar boşalır, çocuklar büyür, yatalak kadınlar ölür, komşular taşınırlar... . Beni koşulsuz ve ömrü boyunca seveceğini söyleyen sevgili bir gün yorulur ver artık bir başkasına sunduğu sevgisini ona, uzak bir şehre götürmeye karar verir. Otobüsün camına yasladığı bitkin başı hafifçe titremektedir... . Ağzının kenarından sızan belli belirsiz, masum ve ılık suda görürüm yüzümü, kendimi... Uyanmasın, dinlensin diye elimi, başıyla otobüsün camı arasına yavaşça yerleştirir, sonra da ağzından sızan ılık suyu usulca silerim. Çünkü beni mağaramda bıraktığı için ona sonsuza dek minnet borçluyumdur... . Bu yüzden artık onunla her yere gider, onunla bütün sevgileri, özlemleri, acıları ve coşkularını yaşarım... Onu kutsal ve sarsılmaz bir sevgiyle seven ve yaralıların hiç durmadan yardımına koşan, olayları anında gören, hemen tavır alan, mahkemede hakimin gözlerinden dikkatli bakışlarını hiç ayırmayan, kavgaları anında ayıran, sevildiği için, bunda öfkelenmek, içine kapanmak şöyle dursun yaşama dört elle sarılan ve kendine olan güveni ve sevgisi çoğaldıkça çoğalan sevgilisinin yerine koyarım kendimi... . Hatta zaman zaman, garip, anlaşılmaz bir boşluğa düşüp: Sevgilerde yetmeyen bir şeyler var, sanki bu bulutun arkasında gizli bir kapı, şu sisin ardında beni bana hatırlatan bir cümle, bir kelime var, ama bulamıyorum, dediği zamanlarda ona, göremediği kapıyı gösterip; hatırlayamadığı cümleyi, kelimeyi usulca kulağına fısıldayınca gözleri birdenbire sevinçle ışıldadığında, bu ruhumun mağarasından sızan gümüş yağmurları gibi içimi aydınlatırdı. . O şimdi, beni bıraktığı mağaramda geceler boyu kaybolmuş aşk yüzlerini ve yerin üstünde hep eksik kalan ya da unutulmuş duygu hallerini, gümüş bir yağmurun altında buluşturup, birleştirdiğimi de bilmiyordur... . İstediğim anda başka ruhların davetsiz konuğu olduğumu da... Mağaramdaki ruhumun yerin üstündeki ruhumla bir türlü birleşip bütünleşemediğini de bilmiyordur... İşte bu yüzden kötü olduğumu ve her tür kılığa bürünmüş kötülükleri anında hissettiğimi de... . Benim kötülüğümün başkalarına asla zarar vermeyen ve sadece bana korkunç cezalar veren bir kötülük olduğunu da bilmiyordur... . Şimdi kendisine yeni bir sevgili bulan yerin üstündeki sevecen kadın benim onu hiç sevmediğimi düşünüyordur... Elim otobüsün camıyla başı arasındayken bile onu sonsuza dek unuttuğumu sanıyordur... . Ben kendimi bir mağarada ömür boyu yaşamaya, acı veren ve “suçlu bir zevkle” mahkûm ettiğim için, onu sonsuza dek hatırlamaya ve ruhunda konuk olmaya mecbur olduğumu hiç bilmiyordur... Annemin sessiz geceleri için! . Kaşan şehrindenim Fena sayılmaz halim, Bir lokma ekmeğim var, biraz aklım, İğne ucu kadar da zevkim. Annem var, ağaç yaprağından daha güzel, Dostlar, akan sudan daha iyi. Ve Allah, burada yakındadır, Şebboylar arasında, uzun çamın altında Suyun bilincinde, Bitkilerin kanununda.. Ben müslümanım. Kıblem bir kırmızı güldür, Namazlığım bir pınar, Mührüm ışıktır, Ova seccadem. Penceremi titreştiren ışık ile abdest alırım. Namazımın içinden ay geçer, tayf geçer, Namazımın bütün zerreleri billurlaşır, Namaz kaybolur taş görünür, Rüzgâr, selvilerin üstünde ezan okuduğunda, Namaz kılarım ben. Otların tekbirinden sonra, Denizdeki dalganın kamedinden sonra Namaz kılarım.. Kâbem su kıyısında, Kâbem akasyaların altındadır. Kâbem bir esinti gibi bahçeden bahçeye, Şehirden şehre gider.. Hacerülesvetim bahçenin aydınlığıdır.. Kaşan şehrindenim. İşim resim yapmaktır. Bazen bir kafas boyar, Size satarım. Orda mahpus çayırkuşu, sesiyle Yalnız gönlünüzü tazelesin diye. Bu bir hayal, bu bir hayal, … Biliyorum, Tuvalim cansızdır, İyi biliyorum, Çizdiğim havuz balıksızdır.. Kaşan şehrindenim. Soyum belki Hint’de bir bitkiden gelir, Belki “Sialk” toprağından yapılmış bir çömlekten, Soyum belki de Buharalı bir fahişeden gelir.. Babam, kırlangıçların iki kere gelmelerinden önce, İki kardan önce Babam terastaki iki uykudan önce, Babam zamanlar önce ölmüştü. Babam öldüğü zaman, gökyüzü maviydi. Annem birden kalktı uykudan, kızkardeşim güzelleşti Babam öldüğü zaman, bekçilerin hepsi şairdi. Kaç kilo kavun istiyorsun? Diye sordu manav bana. Sordum: Gönül hoşluğunun gramı kaça? . Babam ressamdı Saz yapar, saz çalardı. Üstelik iyi bir hattattı.. Bahçemiz bilginin gölgesindeydi. Bahçemiz duyguyla bitkinin karıştığı yerdi. Bahçemiz bakışın, aynanın ve kafesin kesiştiği noktaydı. Bahçemiz belki de yeşil saadet çemberinin bir parçasıydı. Tanrının ham meyvasını çiğniyordum o gün uykuda, Suyu felsefesiz içiyor, Dutu, bilgisiz topluyordum.. Nar dalında yarıldığında, Elim tutkudan bir şadırvan olurdu. Çayırkuşu şakıdığında, Gönlüm dinleme hazzıyla yanardı. Kâh yalnızlık, yüzünü camın arkasına dayar, Kâh heyecan, elini duygunun boynuna dolardı. Düşünce oyun oynardı. Bayram yağmuru gibi bir şeydi yaşam, Sığırcıklarla dolu bir çınar. Işık ve taşbebek alayıydı yaşam, Bir kucak özgürlük idi, Yaşam, musıki havuzuydu o zaman.. Çocuk yavaş yavaş uzaklaştı yusufçuklar sokağından. Kendi yükümü bağlayıp, Hafif hayallerin şehrinden çıktım, Yüreğim yusufçuk gurbetiyle dolu.. Ben dünya misafirliğine gittim. Ben sıkıntı ovasına, Ben irfan bağına, Ben bilim ışığının balkonuna gittim. Dinin basamaklarını çıktım.. Şüphe sokağının sonuna kadar, Gönül doygunluğunun serin havasına, Islak sevda akşamına kadar. Ben birini görmeye gittim, Aşkın öbür ucuna Gittim, gittim kadına kadar, Lezzet ışığına kadar, Tutkunun sessizliğine, Yalnızlığın kanat sesine kadar.. Yer üstünde neler gördüm: Bir çocuk gördüm ay kokluyordu. Kapısız bir kafes gördüm, İçinde, aydınlık kanat çırpıyordu. Bir merdiven gördüm, Üzerinde aşk melekler âlemine çıkıyordu. Bir kadın gördüm, havanda ışık dövüyordu. Öğle, onların sofrasında ekmekti, Sebzeydi, şebnem tepsisiydi, Sıcak sevda kâsesiydi.. Bir dilenci gördüm, çayırkuşundan bir şarkı için, Kapı kapı dolaşıp, dileniyordu. Bir çöpçü, kavun kabuğuna secde ediyordu.. Bir kuzu gördüm, uçurtmayı yiyordu. Bir eşek gördüm yoncayı anlıyordu. “Nasihat” otlağında bir inek gördüm, doymuştu.. Bir şair gördüm, konuşurken bir zambağa “siz” diyordu.. Bir kitap gördüm, kelimeleri billurdan. Bir kâğıt gördüm, ilkbahardan. Müze gördüm yeşillikten uzak, Cami gördüm sudan uzak. Umutsuz bir fakih gördüm, Başucunda sorularla dolu bir testi vardı.. Bir katır gördüm yazı ile yüklü. Bir deve gördüm, “nasihat ve misal”in boş sepetiyle yüklü. Bir arif gördüm “ya hu” ile yüklü.. Aydınlık götüren bir tren gördüm, Fıkıh götüren bir tren gördüm, Nasıl da yavaş gidiyordu. Siyaset götüren bir tren gördüm, (ne de boş gidiyordu) Nilüfer tohumları ve kanarya şarkıları götüren bir tren gördüm, ve bir uçak, binlerce metre yüksekteyken Penceresinden toprak göründü; Hüthüt kuşunun tepeliği, Kelebek kanatlarının benekleri, Kurbağanın havuzdaki aksi, Ve yalnızlık sokağından bir sineğin geçişi.. Bir serçenin çınardan yere indiğindeki arayış.. Ve güneşin ergenliği, Ve oyuncak bebeğin sabah ile kucaklaşması. Basamaklar şehvet serasına gidiyordu. Basamaklar içki mahzenine iniyordu. Basamaklar kırmızı gülün fesat kanununa Ve hayat matematiğinin anlamına Basamaklar aydınlanmanın damına, Basamaklar tecelli kürsüsüne gidiyordu.. Aşağıda, annem, Nehrin hatırasında çay bardaklarını yıkıyordu.. Şehir görünüyordu: Büyüyen çimento, demir, taş geometrisi, Güvercin taşımayan yüzlerce otobüs. Çiçekçi çiçeklerini mezata götürüyordu. İki yasemin ağacı arasına, Salıncak kuruyordu bir şair, Çocuğun biri okul duvarına taş atıyordu. Bir diğeri erik çekirdeğini, Babasının renksiz seccadesine tükürüyordu Ve bir keçi haritadaki “Hazar”dan su içiyordu.. Çamaşır ipi göründü, sallanan bir sutyen.. Bir at arabasının tekerleği, atın durmasına hasret, At, arabacının uykusuna hasret, Arabacı ölüme hasret.. Aşk göründü, dalga göründü. Kar göründü, dostluk göründü. Kelime göründü. Su göründü, eşyaların sudaki aksi… Kanın sıcaklığında, hücrelerin serin gölgeleri. Hayatın rutubetli tarafı. Sıkıntılı Doğu insanının yaratılışı. Kadın sokağında serserilik mevsimi. Mevsim sokağında yalnızlık kokusu.. Yazın eli bir yelpaze gibi göründü.. Tohumun çiçeğe, Sarmaşığın evden eve, Ayın, havuza yolculuğu, Hasret çiçeğinin topraktan fışkırışı. Körpe asmanın duvardan dökülüşü. Şebnemin uyku köprüsü üstüne yağışı. Neşenin ölüm hendeğinden atlayışı. Sözün ardında geçen hadise.. Bir pencere ile ışığın savaşı. Bir basamak ile güneşin büyük ayağının savaşı. Yalnızlık ile bir şarkının savaşı. Armutlar ile boş bir sepetin güzel savaşı. Nar ile dişlerin kanlı savaşı. “Naziler” ile naz çiçeğinin sapının savaşı. Papağan ile güzel konuşmanın savaşı. Alın ile soğuk mührün savaşı.. Camideki çinilerin secdeye saldırışı. Sabun köpüğünün yükselmesine rüzgârın saldırışı. Kelebek ordusunun “ilaçlama” programına Yusufçuk alayının kanal işçilerine saldırışı. Kamış kalem taburunun kurşun harflere saldırışı. Kelimenin şairin çenesine saldırışı.. Bir devrin fethi, bir şiir eliyle, Bir bahçenin fethi, bir sığırcık eliyle, Bir sokağın fethi, iki selam eliyle, Bir şehrin fethi, üç dört tahta süvari eliyle, Bir bayramın fethi, iki oyuncak bebek ve bir top eliyle.. Bir çıngırağın katli, ikindi yatağının başında, Bir hikâyenin katli, uyku sokağının başında, Bir hüznün katli, bir şarkı emriyle, Ayışığının katli, neonların emriyle, Bir söğüdün katli, devlet eliyle, Bir umutsuz şairin katli, bir kar çiçeği eliyle.. Yeryüzü tümüyle belirdi: Yunan sokağında düzen gidiyordu. Başkuş “Babil bahçelerinde” ötüyor, Rüzgâr, Hayber yamacından, doğuya Tarihin çer çöpünü sürüklüyordu. Durgun “Negin” gölünde bir kayık çiçek götürüyor, Benares’te her sokağın başında ebedi ışık yanıyordu.. Halklar gördüm. Şehirler gördüm. Ovalar, dağlar gördüm. Suyu gördüm, toprağı gördüm. Işık ve karanlık gördüm. Bitkileri ışıkta ve bitkileri karanlıkta gördüm. Hayvanları ışıkta ve hayvanları karanlıkta gördüm. Ve insanı ışıkta ve insanı karanlıkta gördüm.. Kaşan şehrindenim Ama, benim şehrim değil Kaşan. Benim şehrim kayboldu. Telaşla ve pür heyecan, Gecenin öbür tarafına bir ev yaptım.. Ben bu evde, Kimsenin adını bilmediği nemli otlara yakınım. Bahçenin nefesini duyuyorum. Ve karanlığın sesini bir yapraktan düştüğünde. Ağacın arkasında aydınlığın öksürük sesini. Her taşın deliğinde suyun aksırığını. Baharın çatısında kırlangıcın sesini. Ve açıp kapanan yalnızlık penceresinin saf sesini. Ve müphem aşkın deri değiştirmesinin temiz sesini. Kanatta uçmak zevkinin toplanmasını, Ruhun kendi kendini tutarken çatlamasını.. Ben tutkunun adımlarını duyuyorum. Ve damardaki kan kanununun Ayak sesini duyuyorum. Güvercinler kuyusunda seher çırpıntısı Cuma gecesinin kalp çarpıntısı, Düşüncede karanfil çiçeğinin akışı Hakikatin, uzaktan saf kişnemesi. Ben uçuşan maddenin sesini duuyorum. Ve coşku sokağında inanç ayakkabısının sesini. Ve aşkın ıslak gözkapakları üstündeki, Ergenliğin hüzünlü musıkisi üstündeki, Nar bahçelerinin türküsü üstündeki yağmurun sesini. Ve gece içinde neşe şişesinin kırılmasının, Güzelliğin kâğıt gibi parçalanmasının Gurbet kâsesinin rüzgârdan dolup boşalmasının sesini.. Ben dünyanın başlangıcına yakınım. Çiçeklerin nabzını tutuyorum. Suyun ıslak kaderine, Ağacın yeşil olma adetine aşinayım.. Ruhum nesnelerin tazeliklerine akar, Benim ruhum, gençtir. Ruhum bazen heyecandan kekeler, Benim ruhum, işsizdir: Yağmur damlalarını, duvardaki tuğlaları sayar, Ruhum bazen yol ağzında duran bir taş gibi gerçektir.. Ben birbirine düşman iki çam görmedim, Gölgesini yere satan bir söğüt de görmedim Karaağaç kovuğunu bağışlar kargaya. Nerde bir yaprak varsa, içim açılır. Afyon çiçeği yıkadı beni varoluşun selinde.. Bir böcek kanadı gibi, seherin ağırlığını biliyorum. Bir saksı gibi,yeşermenin musıkîsini dinliyorum. Bir sepet dolusu meyva gibi, Olgunlaşmak için sabırsızlanıyorum. Uyuşukluk sınırında bir meyhane gibiyim. Deniz kenarında bir bina gibi, Ebedi dalgalardan endişeliyim.. İstediğin kadar güneş, istediğin kadar bağlılık, İstediğin kadar çoğalma.. Ben bir elmayla hoşnutum, Ve bir papatyanın kokusundan. Ben bir ayna, bir saf bağlılıkla yetiniyorum. Bir balon patlasa, gülmüyorum, Bir felsefe ay’ı ikiye bölerse, gülmüyorum. Ben bıldırcın tüylerinin sesini tanıyorum, Toy kuşunun karnındaki renkleri, Dağ keçisinin ayak izlerini. Nerde ravent yetişir, iyi biliyorum. Sığırcık ne zaman gelir, keklik ne zaman öter, Şahin ne zaman ölür, Çölün uykusunda ay nedir, Tutku sapındaki ölüm. Ve sevişmenin ağızda bıraktığı ahududu lezzeti.. Yaşam hoş bir adettir, Yaşamın ölüm genişliğinde kanatları vardır, Aşk kadar sıçrayabilir, Yaşam, alışkanlık rafına kaldırıp Unutulacak bir şey değildir. Yaşam elin çiçek koparma isteğidir. Yaşam turfanda siyah incirdir, Yazın ağzında buruk bir tat. Yaşam böceğin gözünde ağacın boyutudur. Yaşam yarasanın karanlıktaki tecrübesidir. Yaşam bir göçmen kuşun gariplik duygusudur. Yaşam uykunun dönemecinde bir tren düdüğüdür, Yaşam uçak penceresinden bir bahçeyi görmektir. Füzenin uzaya fırlatıldığı haberi, Ayın yalnızlığına dokunuş, Başka bir gezegende çiçek koklamak fikri.. Yaşam bir tabak yıkamaktır.. Yaşam sokakta bir metelik bulmaktır. Yaşam aynanın “karesi”dir. Yaşam çiçek “üstü” sonsuzdur. Yaşam yer “çarpı” yüreğimizin çarpıntısıdır. Yaşam basit ve eşit nefesler geometrisidir.. Nerede olursam olayım Gökyüzü benimdir. Pencere, fikir, hava, aşk, yeryüzü benimdir. Ne önemi var Bazen büyürse Gurbetin mantarları? . Bilmiyorum, neden “At soylu hayvandır, güvercin güzeldir.” derler? Ve neden hiç kimse yarasayı kafese koymuyor. Yoncanın ne eksiği var kırmızı laleden. Gözleri yıkamalı, başka türlü görmeli. Kelimeleri yıkamalı. Kelime rüzgâr olmalı, yağmur olmalı.. Şemsiyeleri kapatmalı. Yağmur altında yürümeli. Düşünceleri, hatıraları yağmur altına getirmeli. Şehir bütün halkıyla yağmur altına gitmeli. Dostu yağmur altında görmeli. Aşkı yağmur altında aramalı. Yağmur altında bir kadınla sevişmeli. Yağmur altında oyun oynamalı. Yağmur altında yazmalı, konuşmalı, nilüfer dikmeli. Yaşam sürekli ıslanmaktır. Yaşam “şimdi” havuzunda suya girmektir.. Çıkaralım giysileri: Suya bir adım var.. Aydınlığı tadalım. Bir köy gecesini, ahunun uykusunu tartalım. Leylek yuvasının sıcaklığını hissedelim. Çimenlerin kanununu çiğnemeyelim. Bağbozumunu tadalım. Ve eğer ay çıkarsa ağzımızı açalım Ve gecenin uğursuz olduğunu söylemeyelim. Ateş böceğinin bahçenin bilgeliğinden Yoksun olduğunu sanmayalım.. Sepeti getirelim Biraz kırmızı biraz yeşil toplayalım.. Sabahları ekmekle ebegümeci yiyelim. Her sözün başında bir fidan, İki hecenin arasında sessizlik tohumu ekelim.. İçinde rüzgâr esmeyen kitabı okumayalım, Ve içinde ıslak şebnem yüzeyi olmayan kitabı Hücreleri canlı olmayan kitabı okumayalım ve Sineğin tabiatın parmağından uçmasını istemeyelim. Ve panterin yaratılış kapısından dışarı çıkmasını. Ve eğer solucanlar öldüyse, Yaşamda bir şeyin eksildiğini bilelim. Eğer ağaçbiti yoksa, ağaç kanunları zarar görmüştür. Ve eğer ölüm olmasaydı, neyin peşine koşacaktık. Ve eğer ışık olmasaydı, uçuşun mantığı değişecekti. Ve mercandan önce Denizlerin düşüncelerinde boşluk vardı.. Ve nerdeyiz diye sormayalım, Hastahanenin taze çiçeklerini koklayalım.. Ve geleceğin fıskiyesi nerde diye sormayalım, Ve neden hakikatın kalbi mavidir diye Ve dedelerimizin esintileri nasıl, geceleri nasıldı Diye sormayalım.. Geçmiş artık canlı değil. Geçmişte kuş şakımıyor. Geçmişte rüzgâr esmiyor. Geçmişte çamın yeşil penceresi kapalı. Geçmişte bütün kâğıt fırıldakların yüzü tozlu. Geçmişte tarihin yorgunluğu kaldı. Geçmiş dalganın hatırasında, Sahile vurmuş hareketsiz soğuk sedeflerdir.. Deniz kıyısına gidelim, Sulara ağ atalım, Suların tazeliğini çekelim.. Yerden bir çakıl taşı alıp, Varolmanın ağırlığını hissedelim.. Eğer ateşimiz çıkarsa ayışığına söylenmeyelim. (Bazen ateşim varken ay’ın aşağı indiğini görürüm, Elimin melekler katına eriştiğini, İspinozun daha iyi öttüğünü. Ayağımdaki yara, Yerin inişli çıkışlı olduğunu öğretti bana. Çiçeğin hacmi kaç misline çıktı, hasta yatağımda, Daha da büyüdü turuncun çapı, fenerin ışığı) Ve ölümden korkmayalım, (ölüm güvercinin sonu değildir.) Bir cırcır böceğinin ters dönmesi ölüm değildir. Ölüm akasyanın aklından geçer. Ölüm düşüncenin güzel ikliminde yaşar. Ölüm köy gecesi derinliğinde sabahı anlatır. Ölüm üzüm salkımı ile gelir ağzımıza. Ölüm gırtlağın kızıl hançeresinde fısıldaşır. Ölüm kelebek kanatlarındaki güzellikten sorumludur. Ölüm bazen reyhan koparır. Ölüm bazen votka içer. Bazen gölgede oturur ve bize bakar. Ve hepimiz lezzetin ciğerinin, Ölüm oksijeni ile dolu olduğunu biliriz.. Çitlerin arkasında yaşayan sesi var kaderin Yüzüne kapıyı kapatmayalım.. Perdeyi açalım: Bırakalım duygular soluk alsın. Bırakalım ergenlik her ağacın altında yuva kursun. Bırakalım içgüdü oyun oynasın. Yalınayak mevsimlerin peşinde, Çiçeklerin üstünde uçsun. Bırakalım yalnızlık, Türkü söylesin, Birşeyler yazsın, Sokaklara çıksın.. İçten olalım. İçten olalım, Bankada da bir ağacın altında da içten olalım.. Bizim işimiz değil kırmızı gülün sırrını anlamak. Bizim işimiz belki de: Kırmızı gülün büyüsünde yüzmektir. Bilimin ötesine çadır kuralım, Bir yaprağın cezbesiyle elimizi yıkayıp Sofraya oturalım, Sabah güneş doğarken doğalım, Heyecanları serbest bırakalım, Uzayın, rengin, sesin, pencerenin Anlamını tazeleyelim, Varlığın iki hecesi arasına, gökyüzünü yerleştirelim, İçimizi ebediyetle doldurup boşaltalım, Bilimin yükünü kırlangıçların sırtından alıp yere koyalım, Bulutların, çınarın, sivrisineğin, yazın ismini geri alalım, Sevdayı yağmurun ıslak basamaklarından Yükseltelim, Kapıyı insana ve ışığa ve bitkiye ve böceğe açalım.. Bizim işimiz belki de, Nilüfer çiçeği ve çağımız arasında, Hakikat şarkısının peşinde koşmaktır. Gittikçe artıyor yerçekimi Çek elimden, Kurtarsın yerçekiminden Aşkın çekimi.... Akıyorum aşağılara sızım sızım Duyuyorum içimdeki derinlikleri Öpe öpe çek çıkar, Soluğunla dirilt beni... Kumsaldan nasıl sızarsa sular Çöküyorum dibe azar azar Dağılıp parçalanıp ayrılıyorum Topla beni tut beni.... Yağmurca gözyaşlarınca Aşağı aşağı çizgilerim al avuç avuç fırlat gökyüzüne Yeniden yarat beni... Again and again, however we know the landscape of love and the little churchyard there, with its sorrowing names, and the frighteningly silent abyss into which the others fall: again and again the two of us walk out together under the ancient trees, lie down again and again among the flowers, face to face with the sky.. Translated by Stephen Mitchell Bilir misin hancı, bugüne kadar Hanından kaç yolcu çıktı bu yola? Sıladan gurbete giden yolcular Kaç damla gözyaşı döktü bu yola? . Getirmeden bu yolların sonunu Kaç yolcu son durak yaptı hanını? Kaç yolcu bu yolda verdi canını? Ecel kaç yolcuyu çekti bu yola? . Ben bilmedim gitti, n'olur sen söyle Bu yollar kararsız uzar mı böyle? Yâr için ah çekip karşıki köyde Hangi göz, kaç sene baktı bu yola? . Akar bir oluktan beş dağın karı Demişler adına 'hasret pınarı' Şu mezarı gölgeleyen çınarı Kimin için, kimler dikti bu yola? . Kaç âşık bu yolda zaman eritti? Kaç yorgun hanında terin kuruttu? Bu taşlı yol kaç çarığı çürüttü? Kaç topuğun kanı aktı bu yola? . Yollar kıvrım kıvrım, dağlar sıralı Düşünürüm, yollar beni yoralı. Kaç ceylan iniyor böğrü yaralı, Her gecenin seher vakti bu yola? . (Dosta Doğru) İlk günbatımının hemen ardından söylediklerimiz, bir yüzyıl sonra da geçerli olabilirdi ve biz, güneşe boğulmuş bir ilkyaz sabahının ilk saatlerinde, en çalışkan çiftçilerle yarışarak, zamanı değirmenlerimize çuvallar dolusu taşıyabilirdik. Bunları düşleyemiyorsak eğer,. anlat bana, nedir aşk? . İlk mektuplarımızla birlikte okumayı sökerdik ve ellerimizin tutkusu uğruna en yakıcı özlemleri göze alabilirdik. Sonra geleceği müjdelenmiş yokülkelerin tapınaklarında beklemek yerine, şimdi ele geçirilmiş bir gecenin saatlerinde eritebilirdik. Yapamamışsak bunları eğer,. anlat bana, nedir aşk? . Sabahın ilk dalgaları bizi kumsalda bulmayabilirdi ve biz, günah çıkartmak için mavi sığınaklarımızı yeğlerdik. Köpüklü haritalarda yerimizi arayanlar, bir an sonra haritalarını yitirirler, sonradan, çok sonradan söylencelerimizle yetinmek zorunda kalırlardı. olmamışsa söylencelerimiz eğer,. anlat bana, nedir aşk? yazın mavi akşamlarıyla ineceğim patikalara buğdaylarla bezeli ufak otları çiğneyerek: ayaklarımda o tazelik, aklım bir karış havada bırak yıkasın çıplak başımı rüzgar diyerek. konuşmayacağım, düşünmeyeceğim bir an bile: lakin tırmanacak içimde bitmek bilmez aşk ve ben uzağa, uzaklara gideceğim derbedercesine doğayla, ve mutlu, sanki bir kadınlaymışçasına Giriş: Duvarlar çıkıyor önüme Şehrin mahpus yüklü duvarları Hiçbir sır kalmamış ardında hiçbir duvarın Nereye gitti diyorum benim elbisem nerede Şehir soyunmuş diyor biri Şehrin elbisesini çalmışlar Bütün şehir çöküyor yüzünde bir insanın Şehir boğuluyor içinde insanların kan gibi bir sesle Mor bir kabus çöküyor üstümüze Parkta son ağaç da ölüyor intiharı hatırlatan bir ölümle Veda çizgisi Kalabalık toplanıyor büyük meydanlara ------------ Aşka veda İnsanlar geçiyor yollardan ------------ İnanca veda Şehir kapanıyor içine ------------ Toprağa veda Dolaşıyor bir heykelin taştan eli üstlerinde insanların Kuşlar göç ediyorlar bulutlar göç ediyorlar Yüzünde son gülümseme kaybolurken çocukların ------------ İnsana veda Bir gezgin adam Bir adam belki de en çok bir rüzgardır şimdi Sisli yabancı gölge gibi gezgin bir rüzgar Şehri bir yabancı gibi dolaşıyor Şehrin mabetleri bir bir tükeniyor Başlıyor içinde sonsuz susuzluk Avuçların içi terliyor. Kaos Kirli yollar kapansın sular akmasın deniz sığmasın kabına Gün batmasın aydınlatsın yüzlerde umutsuz mahkumluğu Makineler çalışsın taşlar yarılsın ortalarından Anneler ağlamasın çocuklar gülmesin Gök çöksün toprak başkaldırsın su sussun Ağaçlar durmasın bütün saatler dursun Durmasın ulu rüzgar şehri göklere savursun. Durum Makinalar bir elin baş parmağını çarmıha geriyorlar Akıl bir akreptir intihara hazır. Anı Bizim ellerimiz vardı şimdi onlar nerede Kadife gibi okşardık çocuk yüzlerini şimdi onlar nerede Şehirde evler olurdu sıcak odaları olurdu evlerin Sığınacak yatakları olurdu bu bizim yatağımız derdik Bayram günleri donanırdık su gibi yumuşardı yüreklerimiz Camilere dolardık tüm olmaya ererdik Biz vardık şimdi o biz nerede. Bitiş O en öksüz köşesine sığındığımız yalnızlığın Yalnızlığın teselli çiçekleri üstümüze Göçen son kuşların sedef gagalarından dökülür Şehir bir mahşer gibi içimizde ölür.. 1968 İstanbul düştüğünüzde çok şeyden ırak bir daha yaşayamayacaksınız çok şeyi tutamayacaksınız kolundan kısa pantolonlu bilya çağında bir çocuğu coşamayacaksınız bir kızın eteklerinde oyun rüzgârı uçurmasından bir daha hiç kalkamayacaksınız belki demir kaşıklı beyaz bir sofradan ve kanınız kaynasa da deli yalnız düşlerinizde tadacaksınız sevişmeyi ama dışarı baksanız da bakmasanız da avaz avaz sıçrayacaksınız camdan ne zaman bir yaşıtınız düşse delik deşik süngü ucundan 'Sait Mutlu, Sabri Arslan, Mehmet Emin Balyan, Ahmet Yücel'in aziz hatıralarına'. Onlar gittiler Yalnız bir yemin kaldı aramızda Ben şimdi bu yanda Kasılmış çıplak bir kurşun gibiyim Namluda.. Onlar gittiler Topraktan bir işaret taşıyarak alınlarında Ben şimdi bu yanda Gerilmiş bir an gibiyim Doğumla ölüm arasına.. Onlar gittiler Gelen zamandan bir haber gibiydiler. Ben şimdi bu yanda İçilmiş bir and için bekleyenim Kurulmuş saat gibi.. Onlar gittiler Giderken bir muştu gibiydiler.. Ankara, 1968 Benim memleketim yanar kavrulur şimdi Tarlalarda başaklar sararmıştır Yel esmez, yaprak kımıldamaz ağaçta İnsanları yağmur diye göğe el açmıştır. Bir bulut görünse uzaklardan, güler yüzleri Yalınayak çocuklar koşuşur tozlu yollardan Oysa ne yağmur yağar, ne rüzgar çıkar Bilmem ki Tanrı ne ister bu garip kullardan. Geceleri gökte binlerce yıldız Aydınlatır yamalı cibinlikleri Erkekleri uyur, hayale dalar genç kızları Giyerler düşlerinde beyaz gelinlikleri. Gönüllerde umutlar hevenk hevenk Üzümler bağlarda salkım salkımdır Ellikten çıkar elleri pamuk toplamaktan Onlar benim memleketlim, benim halkımdır. Alışkındırlar her mihneti çekmeğe Derileri güneşten kalınlaşmış, kararmıştır Dururlar güneşin altında bir kara heykel gibi Yüzlerine bakmayın, sıtmadan sararmıştır. Benim memleketim yanar kavrulur şimdi Bıçak açmaz ağızları, her gün aynı matemdir Yağmur değil, alev yağar, ölüm göklerden Ağustos burda cennet orda cehennemdir Silindi akçemizin yazısı ve turası; Bizi yere batıran batının faturası... 1976 Dôstum âlem senünçün ger olur düşmen bana Gam degül zîrâ yetersin dôst ancak sen bana. Işka saldum ben beni pend almayup bir dôstdan Hîç düşmen eylemez anı ki itdüm ben bana. Cân ü ten oldukça benden derd ü dâğ eksük degül Çıhsa cân hâk olsa ten ni cân gerek ni ten bana. Vasl kadrin bilmedüm fürkat belâsın çekmedin Zulmet-i hecr itdi çoh târîk işi rûşen bana. Dûd ü ahkerdür bana serv ile gül ey bâğbân N’eylerem ben gülşeni gülşen sana külhan bana. Gamze tîgin çekdi ol mâh olma gâfil ey gönül Kim mukarrerdür bu gün ölmek sana şîven bana. Ey Fuzûlî çıhsa can çıhman tarîk-i ışkdan Reh-güzâr-ı ehl-i ışk üzre kılun medfen bana bütün itfayecilerin derin uykulara düştüğü saat sen çalgılı çengili sen çırılçıplak son sigaram söner sönmez kadınım şiirden kıskandığım nazardan sakladığım gözün aydın hadi uzanmışsın yanıma saçımın ipek yoluna bir el kibrit çakmışsın ben cayır cayır ben çırılçıplak bu oda dişlenmiş yasemin kokuyor hayret doğrusu övünmek gibi olmasın çiçeklerden anlarım eee az çiçek koklamadım ben aşklara gide gele bak bu sen çiçeği bak bu ben çiçeği armudun iyisinden de anlarım orasını karıştırma ama aklımın lodosu poyrasa seninle döndü kadınım açık deniz kuşlarım seni yurt bildi daha uçmadan dur bir dakika işitiyor musun bu ne bu, deprem sesi mi göktaşı mı mutluluğa attığımız düğümü mü çözüyorlar yoksa hay allah . bütün itfayecilerin derin uykulara düştüğü saat biz afrika yangını biz çırılçıplak çarşaflar buruş buruş yaz kış dört mevsim hastasını şaşırmış virüs gibi aramızda aşk evet eminim, bu oda dişlenmiş yasemin kokuyor bir ağzının kıyısında çiçekler büyütmüş bizden habersiz sus kadınım sus bir şey söyleme biliyorum bu ayırılık kokusu başkasının olamaz zaten ipe sapa gelmez bir aşktı bizdeki noktasız virgülsüz kural dışı yolunu beklerdi el değmemiş kızlar bir dışarı çık orospular adına ağlardı akşamlar kırmızı kırmızı seni okşarken buzdağlarının eridiğini duyardım Kuzey Kutbu'nda başıbozuk bir aşktı yağmur sızım yani bizdeki nerde akşam orda sabah ustura ağzı bir aşk için yaşadık sabahları hiç sevmezsin ya, bak sabaha az kaldı son kez ağart elini geceyi bir çeyrek uzat ona göre sevişelim kadınım yarınsız günaydınsız çılgınçıplak Ben de günahkâr kullarındanım Allahım... Bir bilirim dualardan, Bir de demeyi doyunca. Bir kere oruç tutmam ramazan boyunca, Ama çekmediğim kalmadı sevdalardan. Ben de günahkâr kullarındanım Allahım!.... Benim gibi kulun çok dünyada, allahım!... Eğer bilmiyorsan işte,haberin olsun. Ekmek derdi, aşk derdi unutturdu seni. İnsan hatırlamıyor dün ne yediğini. Zaten yediğimiz ne ki hatırda dursun. Benim gibi kulun çok dünyada, Allahım!.... Yazdıklarıma sakın darılma Allahım!... Meleklerin sana bunları söylemezler. Artık, pek yarattığın gibi değil dünya İnsanlar hem sabuna karıştı, hem suya: Ne olursun, hoşuna gitmedi ise eğer, Yazdıklarıma sakın darılma Allahım!.... Sana birşey soracağım, affet, Allahım!... Baş vakit kızlar doluyor camilerine, Beyaz yaşmaklı, beyaz tenli, masum kızlar... Benim bir defa görüşte yüreğim sızlar; Sen tutulmadın mı, içlerinden birine? Sana birşey soracağım, affet, Allahım!... . İşte insanlar bu minval üzre, Allahım!... Kıt kanaat sere serpe yollar boyunca... Sen, bizim için hâlâ o ezeli sırsın. Sen de bizi bilmiş olsan, başkalaşırsın... Herkesin kederi, gailesi boyunca. İşte insanlar bu minval üzre, Allahım!... Arzularım kaldı bir Arap atta Koyma kadir Mevla'm gamda firkatta Düğünde bayramda ağır ziynette Anar m'ola emmi dayı il bizi. Getir oğlan ben geyeyim postumu Kimse bilmez garazımı kastımı Gurbet ilde koydum geldim dostumu Geri dönsem kınar m'ola il bizi. Dost elinden içtim içtim mat oldum Kahpe felek güldü ben de şad oldum Emmiden dayıdan dosttan yad oldum Ne zaman uzağa attı yol bizi. Karacaoğlan dermanım var demim var Yar yitirdim düşüncem var gamım var Yedi derya içinde bir gemim var Atar m'ola bir kenara sel bizi İki gözünde iki zindan On parmağında on çeşme nur Yüreği yanmış tutuşmuş Sıvas'tan bir aşık gelir.. Kara diken tırmalama yüzünü Deli poyraz köstekleme hızını Dağlar taşlar incitmeyin dizini Yedisinde kaybetmiş iki gözünü Sıvas'tan Aşık Veysel gelir.. Sekizinde düzenlemiş sazını Dokuzunda düşmüş garip yollara Sazına banmış sözünü Acısını, sızısını ekmeğine katık etmiş Pençe vurup sarı teli inletmiş Dağlar çiçek açmış Veysel dert açmış Elinde sazı var dut dalından Bir kara gün dostu tutmuş elinden Dağlar taşlar hoşnut kalmış dilinden Yol verin ağalar yol verin beyler Bu gelene Veysel derler.. Saz petek misali, söz de bir arı Beraber uğraşıp yapmışlar balı Veysel bu sırra mazhar olmuş İki sanat bir gönülde birleşmiş Samanlık seyran olmuş.. Ama sadece sanat sevgisi mi dersin Veysel'i Veysel eden? Usta olmak yeter mi dersin sazın sapına kadar? İşin içinde zokayı yemek var Yedisinde kaybetmese iki gözü Ne tadı kalırdı şu beytin ne tuzu Kuş olsaydın kurtulmazdın elimden Eğer görse idim göz ile seni... Ben seni alamam ah Holofira Azığım tam takır bineğim nalsız Bir bende geçerim kalacağım yok Dostlarım bivefa düşmanım yalsız Kolum halat değil bakracımda kum . Ben seni alamam ah Holofira Sade yoksulluktan yokluktan değil Eline kir olsun elli üç lira Amma ki alamam Bir uzak sevi gelmişte çökmüş ta onlar gibi . Ben seni alamam ah Holofira Geç git hiç bakmadan eylenme emi Pusatları parlak bimbaş istesin seni ulak elçi naim-i kral Ben hoyrat söyleyeyim, el bana hoyrat Gelip de ne diyeyim şu dillerim lâl . Ben seni alamam Ah Holofira Baban kafirine kılıç üşürsem Hemde gece bassam iti uykulu Şöyle ya Allah’la bohçanı dürsem Amma ki alamam . Yaradan beni ne ardıç ne çınar ufarak çayır Koşumun gıcırdar ölmek dilerim Bağrım kaynıyordur yüklerim ağır Sen bir düş imişsin kuşluk çağında Soluma tükürdüm rabbim gafurdur Bilesin kavuşmak yoktur islamlıkta Kavuşan kısmısı ancak gavurdur. Bu nasıl ayrılık, bu nasıl veda Gözlerin kal diyor, dudakların git. Bakışın anahtar, sözlerin kilit, Ellerin aç diyor, dudakların git. . Ayrılık dönüşü olmayan bir nehir Yalnızlık yıkılmış bomboş bir şehir. Kaç sevda kül oldu böyle kimbilir, Gözyaşın kal diyor, dudakların git.. Gidersem bir daha dönmeyeceğim, Kalırsam kalbime yenileceğim. Çözemedim seni delireceğim. Gözlerin kal diyor diyor, dudakların git.. Duvardan insinmi resimlerimiz, Yabancı olsunmu isimlerimiz. Ya deli dolu gecelerimiz, Anılar kal diyor, dudakların git.. Bu romanda biter belki birazdan, Ne aşklar yıkıldı gururdan nazdan. Ağlıyor besteler yine hicazdan, Şarkılar kal diyor, dudakların git..... Ahmet Selçuk İLKAN Dünya kainat'tan kopup gelirken Adem miyim hayvan mıyım? ben neyim? Adem ile Havva vücut bulurken Cennet miyim? Şeytan mıyım? Ben neyim? . İdris Nebi biçer iken hülleyi Yüksekten geçerken insanlık payı Muhnaci aşarken ulu deryayı Gemi miyim? Kaptan mıyım? Ben neyim? . Döküldü gazelim çürüdü bağım Yıllar evvel göçmüş köyüm bucağım Bugün doğdum varım, yarın da yoğum Aradaki yalan mıyım? Ben neyim? . Kimler akıllanmış? Kimler bunamış? Eyüp derde düşmüş, cahil kınamış Mevlam İbrahim’i boşa sınamış Kasap mıyım? Kurban mıyım? Ben neyim? . Aramızda yatar eroğlu erler Erleri ne bilir köroğlu körler Bana bu ellerde Mahzuni derler Merdan mıyım? Mervan mıyım? Ben neyim? . Şaşkınım, düşkünüm, perişanım, ne haldeyim Arıyorum, soruyorum kendimi, Ben kimim? Ben neyim? Tane. Patiskadan bir neşe alçacık penceremde Yavaşça kapanıyor yasakların üzeri Parmak hesabında daha acılar Takvimlerle işi yok beyaz günlerin. Çocuktu kar, sevinçler çizerken yeryüzüne. Tipi . Güneşle geldiğin yalnız şehrimde Hangi gece el ele verdin karla Her güzel şeyin üstünü örtmese tipi, Değişmezdim gül ovamı bu yalçın dağla. Seslendim gidişine -bu gürültü ne? -. Çığ. Gözlerinden koptu çığ, tam içime düştü Dizdi ufkuma en uzak gemileri Kolay kolay açılmazdı kalbimin önü Bir kardelen bırakmasa kapıma kürekleri. Çalışmak iyi gelir buz kesmiş harflerime. Nisan. Nerden çıktı dedim böyle yağarken Yeşilçamdan kaçmış bu mutlu son Kendi şarabına kendisi ilaç atmış Bir yere varır elbet saptığımız yol. Akşamlardır kaçağım avunma treninde Böylece bir kere daha boynunlayız sayılı yerlerinden En uzun boynun bu senin dayanmaya ya da umudu kesmemeye Lâleli'den dünyaya doğru giden bir tramvaydayız Birden nasıl oluyor sen yüreğimi elliyorsun Ama nasıl oluyor sen yüreğimi eller ellemez Sevişmek bir kere daha yürürlüğe giriyor Bütün kara parçalarında Afrika dahil. Aydınca düşünmeyi iyi biliyorsun eksik olma Yatakta yatmayı bildiğin kadar Sayın Tanrıya kalırsa seninle yatmak günah, daha neler Boşunaymış gibi bunca uzaması saçlarının Ben böyle canlı saç görmedim ömrümde Her telinin içinde ayrı bir kalp çarpıyor Bütün kara parçaları için Afrika dahil. Senin bir havan var beni asıl saran o Onunla daha bir değere biniyor soluk almak Sabahları acıktığı için haklı Gününü kurtardı diye güzel Birçok çiçek adları gibi güzel En tanınmış kırmızılarla açan Bütün kara parçalarında Afrika dahil. Birlikte mısralar düşürüyoruz ama iyi ama kötü Boynun diyorum boynunu benim kadar kimse değerlendiremez Bir mısra daha söylesek sanki her şey düzelecek İki adım daha atmıyoruz bizi tutuyorlar Böylece bizi bir kere daha tutup kurşuna diziyorlar Zaten bizi her gün sabahtan akşama kadar kurşuna diziyorlar Bütün kara parçalarında Afrika dahil. Burda senin cesaretinden laf açmanın tam da sırası Kalanalık caddelerde hürlüğün şarkısına katılırkenki Padişah gibi cesaretti o, alımlı değme kadında yok Aklıma kadeh tutuşların geliyor Çiçek Pasajında akşamüstleri Asıl yoksulluk ondan sonra başlıyor Bütün kara parçalarında Afrika hariç değil Sen dostumdun benim gülünce güneşler açan Bulutlara rüzgara asarım suretini her akşam Her akşam bir mektup yazarım dağlar kadar Meşeler göğermiş diyorsun, varsın göğersin Anlamını yitiren bir şeyler mi var şimdilerde Yazdığım şiirlere yabancıyım, sokaklara yabancıyım Taşı delemiyor bir çığlık ve apansız Su oluyorum ipince, kendime sızıyorum Dünya yetmiyor bazan, bırakıp gidebilir miyim? Kuşları ürkütülmüş bir dal gibiydin, öylesine mahzun! Efkar da yakışırdı sana, ilk kadeh kekik kokardı Unutalım mı şimdi kente indiğimiz o ilk günü Sabahlara kadar okuduğumuz o kitapları Sabahlara kadar düşüncelerimizde yaşattığımız hayallerimizi Kar aydınlığında yürüdüğümüz o yolları Sen dostumdun benim gülünce güneşler açan Bulutlara rüzgara asarım suretini her akşam Her akşam mektup yazarım dağlar kadar Kayıp bir adresten geliyor sesin şimdi, üşüyorsun Unutma dostumsun sen, neredeysen orda ölmek isterim! I. düşen bir yaprağa bağladım hayatımı olsun artık diyorum ne olacaksa paralı bir asker miyim neyim ekleyip duruyorum sabahları akşamlara ve kendimi arıyorum meşgul çalıyor gerçi söylenmez böyle şeyler uluorta aşk diyor başka bir şey demiyor kalbim nasıl bir dostluk ki bu, hem kadim hem de mayhoş elma tadında.. sorma, elim kırılsın bir daha dokunursam güneşe.. II. kendimi de koysam ayağımın altına yine de yetişemiyorum ey aşk, omzunun hizasına. çünkü bende birikiyor her şeyin tortusu ve ayağını kaldırıyor dünya, konuşurken benimle. budanan oğullar gibiyim sessiz ve narin nereye konsam geri sayım başlıyor kurcalıyor beni bir çırağın elleri ah, unufak olsam ve desem ki ağzın tat görmesin hayat kandırdın beni.. sorma, üstü açık araba dünya dediğin.. III. kılpayı kaçırılmış bir şeyin bıraktığı ardında neyse oyum ben. yaralı serçe, benim için dua et: gök bir kayalık gibi şimdi üstümde dr şükrü öncüoğlu’ndan üç ayda bir reçete.. sorma, yangın sönseydi suyla denizler her akşam böyle yanmazdı.. IV. acıyan bir şeyim ben buradan çok uzaklarda, ve koskocaman bir hansın sen uğraşma bu çocukla çünkü nasıl bir şey biliyorum itin taştan korkması bir yastık arıyorum kuş seslerinden mühim değil sonrası.. sorma, siliniyor her şey, hatta uçurtma takılıp kalıyor göğe.. V. yakar top oynayan melekler gördüm güneşle ve büyük çiftçiler, dağları biçen yolundaydı her şey ben bile yolundaydım ama kıyıya vardığımda kendimi unuttuğumu anladım karşı kıyıda.. sorma, kaldım altında devirince kitabı.. VI. şiirler söyledim belki duyarsın diye çığlığıydım içinde dilsiz bir şehzadenin sana seslendim durdum bu küçük odadan acımı duy, sensin pusulam benim ki dünya silinmiş bir harita gibi yabancı bana.. sorma usulca uzandığında bir ceset oluyorsun öpüldükçe şımaran. I. . Bütün varım toplasam sonra varsam toprağa Hepsin üstüne atsam ve savursam toprağa . Er geç basar bağrına sevgili gibi beni Ne denli meydan okur gibi dursam toprağa . Elbet bilir uğruna niçin öldüğümüzü Ve bir bir söyler bana, bir gün sorsam toprağa . Anlatsam üzerinde ne olup bittiğini Çıkar toprak olmaktan, haber versem toprağa . Kimse karşı koyamaz alır götürür bir bir Çeker beni ne denli, göğüs gersem toprağa . Uğraşıp biriktirip döksem alın terimi Bir özgürlük evreni varıp kursam toprağa . II. . Bütün varım toplasam, sonra varsam toprağa Senin çağınla olsam, senle girsem toprağa . Senin doğduğunu ve geldiğini senin Atılır yerden yere, haber versem toprağa . Bulsam ve saptasam bir bir ayak izlerin Öpsem öpsem ve sonra alnım vursam toprağa . Kutlu ayaklarındır, değdi diye sevgili Yalnız senin adına,bir kapansam toprağa . İncinmesin diye sen, taşlara dikenlere Diz çöküp te önünde ve yakarsam toprağa Yamansın her zaman aldattın beni, Kâh düşürdün kâhi kaldırdın felek! Mecnun'sun diyerek Leylâ peşinden, Issız vâdilere saldırdın felek! . Rehbersin dedin ben ise kördüm, Elimle başıma çok çorap ördüm. Kendimi bıraktım âlemi gördüm, Hesapsız günahlar aldırdın felek! . Şifadır dedin zehir tatdırdın, Gençliğin okunu boşa attırdın, Körlerin yurdunda ayna sattırdın, Çıkmaz sokaklara daldırdın felek! . Barışmadı gönlüm merd ile zenle, Ne bir iş bilenle, ne boş gezenle Hicran köşesinde bozuk düzenle, NEYZEN'e her telden çaldırdın felek! Sahra-i cedid 1913 Issız bir evde, Korkudan ağlayabilseydim; Gözlerimi çıkarabilsem de, Yiyebilseydim; Senin sesin için yapardım Bunları, Yaşlı portakal ağacı sesin; Senin şiirin için yapardım Bunları, Çığlık çığlığa fışkıran şiirin. Baksana, Maviye boyuyorlar hastaneleri, Senin için; Kıyıdaki kenar mahalleleri Ve okullar, Senin için büyüyorlar; Tüy salıyorlar, Yaralı melekler; Pullar örtünüyor, Düğün balıkları; Deniz kestaneleri, Göğe uçuyorlar; Siyah tülleriyle terzi dükkanları: Kanla doluyorlar, kaşıklarla, Senin için; Ve, Yutuyorlar, Yırtılmış kurdeleleri; Öz canlarına kıyıyorlar, Öpüşe öpüşe; Ve ak sadeler giyiniyorlar. Bir şeftali ağacı Giyinip de, Kuş gibi seğirtirken sen; Kasırga gibi fırıl fırıl, Bir pirinç gülüşüyle gülerken; Türküler çağırdığında; Allak bullak ederken, Atardamarlarını, Dişlerini, gırtlağını, Parmaklarını; Vay ne şirindin, Kahrolurdum ben Kahrolurdum ben Kızıl göller için: Güz ortasında bir şahbaz at Ve kana belenmiş bir tanrıyla, Beraber yaşadığın. Kahrolurdum ben, Mezarlıklar için: Gece, sesi kısılmış Çanlar arasından, Suyla, mezarlarla küllenmiş Nehirler gibi geçen; Nehirler: Hasta asker koğuşları sanki, Tıklım tıklım dolu; Ve matem yağlı ölüme, Çürük taçlı mermer şifreli ölüme, Nehir nehir gelen ölüme doğru; Birdenbire taşıveren nehirler. Gece, ayakta, ağlaya ağlaya, Boğulmuş çarmıhların geçişini Seyrederken sen; Kahrolurdum seni görmek için: Bak, Ölüm nehrinin önünde ağlıyorsun Perperişan; Garip kalmış köşelerde başın, Durmaz ha, durmaz gözlerin Ağlar yaşın yaşın. Gece ve çıldırasıya yalnız, Külleri ısıra ısıra; Dumanı, gölgeyi, unutmayı: Siyah bir huniyle yığabilseydim, Trenlerin, gemilerin üstüne; Filizlendiğin ağaç için, Yapardım bunları, Topladığın, Yaldızlı su yuvaları için; Sarmaşık için, Yapardım bunları; Gecenin sırrını sana ileterek, Kemiklerini saran Sarmaşık için. Islak soğan kokusu gelen Şehirlerden, Seni bekliyorlar; Boğuk bir sesle, Şarkı söyleyerek Geçesin diye. Yeşil kırlangıçlar, Saçlarının arasına yapıyorlar, Yuvalarını; Dilsiz sperma sandalları, Peşin sıra geliyorlar; Sümüklü böcekler, haftalar, Yelkenleri düşürülmüş serenler, Kirazlar da, Dönüveriyorlar ossaat: Gözükünce solgun başın, On beş gözlü başın, Al kan içindeki ağzın. Şehrin otellerini, İsle doldurabilseydim; Hıçkıra hıçkıra, Yok edebilseydim Çalar saatları; Ezik dudaklarıyla yaz ayı, Evine nasıl gelecek, Göreyim diye Yapardım bunları; Yığın yığın insanların, Melil mahzun tantanalarıyla Ülkelerin, İşlemez sabanların, Gelincik çiçeklerinin; Mezar kazıcıların, süvarilerin, Kanlı haritaların, gezegenlerin, Evine nasıl geldiklerini Göreyim diye; Yapardım bunları. Küllerle örtülü dalgıçların, Uzun bıçaklarla delik deşik olmuş Meryem Ana tasvirlerini Sürüte sürüte gelen maskelerin; Damarların, köklerin, hastanelerin, Karıncaların, su gözelerinin, Evine nasıl geldiklerini Göreyim diye; Yapardım bunları. İçine kapanmış atlının Örümcekler arasında öldüğü Bir yatakla, Gecenin; Kinden, dikenlerden bir gülün, Sarıya çalan bir geminin, Rüzgarlı bir günle, bir bebeğin; Evine nasıl geldiklerini Göreyim diye: Yapardım bunları. Ben, Oliverio, Norah, Vicente Aleixandre, Delia, Maruca, Malva, Marina, Maria Luisa, Larco, La Rubia, Rafael Ugarte, Cotapos, Rafael Alberti, Carlos, Manolo Altolaguirre, Bebé, Molinari, Rosales, Concha Méndez, Ve daha da unuttuklarım; Evine nasıl gelecektik, Göreyim diye Yapardım bunları. Gel de taçlar takayım, Gel, sağlık esenlik delikanlısı, Gel, kelebek kıravatlı civan; Sen ey, Sonsuz hür siyah bir şimşek gibi: Pırıl pırıl insan; Madem, geç vakitlere dek, Kalınamıyor daha kayalıklarda; Bari aramızda konuşalım, Gel, Şöylece bir, olduğumuz gibi; Çiğ için olmadıktan sonra, Şiirlerde n'olacak yani? Bir ağu hançerin, İçimize işlediği bu gece için Olmadıktan sonra; Şiirlerde n'olacak yani? Bu tan kızıllığı için, Olmadıktan sonra; İnsanın vurulmuş yüreğinin, Ölüme hazırlandığı, Şu viran köşe için olmadıktan sonra Şiirlerde n'olacak yani? En çok gece, geceleyin: Kıyamet gibi yıldızlardır, Dolmuşlar hepten ırmağa; Bir kurdele gibiler, Fakir fukara dolu evlerin Pencerelerindeki.. . Bir ölen var, Onların evlerinde; Bürolarda, hastanelerde belki, Belki asansör ve madenlerde, İşlerinden oldular. Onulur şey değil yaraları, Yaratıklar, Acı çekiyorlar. Her yanda dert yanış, Her yanda, Vay şuymuş vay bu; Pencereler, Göz yaşıyla dolu, Aşınmış eşikler, Göz yaşından; Yüklükler ıslak, Bir dalga gibi Halıları dişlemeye gelen Göz yaşından, Oysa ki yıldızlardır akar Uçsuz bucaksız bir nehirde. Federico, Dünyayı görüyorsun. Yolları görüyorsun, Sirkeyi görüyorsun; Birkaç ayrılıştan, Taşlardan, raylardan gayrı, Kimseciklerin kalmadığı, Köşeden: Duman ha deyince, Zalim tekerleklerine; Hoşça kalları görüyorsun, İstasyonlardaki.. . Her yanda, sorunlar koyuyorlar, Çeşit çeşit insan var: Kanlı bıçaklı kör var, Öfkelisi, ümitsizi var, Yoksul var, tırnak ağaçları var; Şunun bunun sırtından, Geçinmek sevdasıyla; Harami var. . Hayat böyle, Federico, Ey babayiğit, Ey kara sevdalı adam. Sana, Dostluğumun sunabileceği şey İşte bunlar.. Sen de epeyce şey biliyorsun Şimdiden. Yavaş yavaş, daha da, Öğreneceklerin var. . Çeviren: Enver GÖKÇE Gül kokuları çocukların kaburga kırıklarından geliyor Acıyı ve insanlığı çocuklar Böyle dayanılmaz kıldılar ve yeni suları Onların bilgileri getirdi Elleri önlerinde bağlı-duruşları Omuzlarından göğüslerine doğru kıvrık ve yumulu Yaşarlar ebedi göz ve ölümsüzlük aşısı yapan kitabı Ki şimendifer Nasıl peşinden koşturursa katarları yolcu kutularını Oralarda civarda Böcekler sürüngenler bulunan kırda Dönen çember- toprakla çalkalanan çocukların önünde Bir dev gezinir Şimşek düşer . * Ve balık yumurtaları Ki onları balıklar Suyun gencine bırakırlar Ve suları da gezer ölüm Çelikağ yok eder insan eliyle uzanarak Hem balığı hem yumurtayı Hem yumurtadaki balığı Hem balıktaki yumurtayı.. Toprağa dikili göz neler bulmaz İstese dağlar mı bulmaz Sonsuz gebelik ölümü suçiçeği gibi döken hayat Suları ve karaları uluyor birbirine Erkekler kadınla donlarının altında harp cep kitapları Dudaklarında verem çiçekleri uzaktan Yakından aynı ve ayrı uluslardan * Genç bir adamdım Tren uğurlardım. Eski ve yeni efendileri Taç giyen şehzadenin karpuz gibi Ya da gemilere açılan çelik bir köprü gibi Serin kırmızı ve sıcağını bırakarak İkiye bölüneceği haberini Büyük olayları hava limanlarında zonklayan Trenlerle ben yolladım. Parklarım vardı akşamları Kapatırdım Saati vurunca trenlerin beklenip gelmeyenlerin. Bıldırcın tüneli ve bir açık bir örtülü tren Akşamsa hemen Korkardım-bir kızeline tutunarak Karşı komadan sarışın-onu dökülmüş yapraklara yayarak Çıkarırdım yanağından ürkek şapkalı Ve çantalı adamı Yaklaşırdı ve sorardı -Oralı mısınız oralıyım -alın ve okuyun incil ve yohannaya göre -misyoner misin değilim -O hah ha -Değilim ve okuyun yohannaya göre İnsana olan sevgim-bodurluğuna kurnazlığına Birden bilerek İstasyon bir boşluk Çünkü bir yok bir var Trenler çehreler * Üçüncü hat koş üçüncü hat Katlan elele katlandık ey Anna taş içinde heykelim Yonttum yonttum taş bitti sen çıkmadın Yanıldım avrupalanmakla çün bizde Kadını kelimeyle kurarlar saklarlar örtülerle Derken katar üstümüzdeki katardan çoğaldı Sen burgu oldun içimin dağlarına tünele girdin Strasburg akşamın karnında Uslu çocuk olarak bekledi Bianka boğazlanan boğanın önünde kaldı İstersek durduruldu diyelim Çünkü halklar vardı Güvercin halkı Meydan Göz halkı İnce doğranmış fransız halkı Ey anna sen kalkan balığı Kafa vurmayan fakat gövde vuran Ağzın karnından biraz yukarda Karnında bir anne yeni kız doğuruyor işaretleri Kan gidişmeleri Açık göğün önünde açık meydan halkları Bianka kıvılcım Ucu kendine kıvrılmış kılınç. Öpüşümüz gizli olmalı Öpebilirsek uzanıp kaderlerimizden öpmeli Sıcak gözyaşı ve şikayetle Ağzı konuşmaz kılan Ağzımızda Dilimizi şişiren ayrılık bademi * Senin elin söyler Avucunun toprağa değip donan çizgileri Anlatır İstasyon çayevini dolduran gebeyi Dumanlı ve biraz her şey kokan gebeyi Aşkın Şişen bir yara gibi gelişip İçimizden iki yolcu gibi gideceğini. Venedik birdenbire kavruldu Nedensiz ve niçin Çün korkunç Ve savaşla gidiyorsun Ama ancak sen Vurulduktan sonra ve kurşun Benden ayrıldı Ve gittin Ve dağ çöktü * Artık dayanamam Yabancı isimlerin isim ebelerinin içinden Yabancının ter kokusunun içinden Yabancının buyruğuyla geçmeye. Ey toprağım kalkamadığım Üs kimin üssü Kime ait minare. Ey sen karşımda paylaşılan Alna dudağa ve kalbe ayrılan Sen aşkım sabah doğrulunca bağırdım Geceleri sancınla kıvrandığım. Karanlığı itiyorum yine gelir Sabahı seviyorum özlüyorum Seni aydınlığa getirip anlıyorum Daha sonra ışıksızlıkta anlamsız Ve sancım var İnceden ve derinden gözlüyorum Çılgınlık ve inceliyorum Kilom elli beş boy bir yetmiş üç Sen kendime etiplikle eklediğim Kanı benden canı ciğerimden alırdın Aydınlıktın Hep onarırdım eskiyenlerini güneşle. Ay gece görününce açar aylığını Kurbanlar ve senin büyüklüğün dağınıklığın Çünkü her bölgeni başka bir şehirde yaşadım. Küskünlüğünü aşk öncesi şehirde Etinin lekelerini doğduğum şehirde Korkularını ve yüksek korkmalarımla Irmağı kapayan boydan boya Suyu toprağa ilave eden şehirde Gidişini özel olarak Kalbimin bağışlandığı şehirde- en önce Ayrılık vardı hep. Ay gece olunca pay eder ayrılığı Ey güzelce yakalandığım Mutlulukla sunulan Bize bahşedilen armağan kılınan Ayrılık sen ki Aşkın ve sanatın Durmadan doğumlar getiren anası Hep orada gebe karınların dibinde içinde Doğuma en yakı Doğmadan gibi ve aralıksız doğarak * Böyleydi kuruluş yapı ve bizim ustalığımız * Fakat sen Hep karşımda kalan Ağzı ağzımdan alınan Paylaşılmakta olan * Biz dördüncü Muratın kılıcının sivri ucunu tutuyoruz Keskin yanında karılarımız ve çocuklarıyla Hızla akan bir vatan tuttular Aşkın ve birlikteliğin çatısını orda kurdular. Karılarımız her asrın insan güzelleri İmkan bekçileri Ağır arabalarla taşınan sancılarımız Ağır tabanlarımız Etten değil gibi az yiyen gövdemiz Toprağın ürününe avuç açan karşı koyan Yeri var olmayan bir lisanla bağlayan Sıcağa ve nalın kıvılcımına gerçek isimler koyan. Irmak ve ırmağı süren yol Biri uzağında kaldığımız Öteki içine daldığımız. Buzul uzaksa ve beraberlik ateşi kucaklamışsa Sabaha çıkmamız kolay Güneşi bir mızrak boyu yükseltmemiz Yabanı kolundan tutup germemiz Alnına bir mıh Sırtına bir yafta ekleyip göndermemiz Yekin seslerindeki yanlışlığı düzeltip Büyük doğrulamanın aklına geçmemiz Yavuz boğalara benzeyecek Ve sancı değiştiren hayvanlara . Küçük kahraman öğütlerle büyük esere Bir mısramızdan girer Bir çocuk avlusunda salıncaktaki çocukların Anneleri ablaları sahilde çay içen evden konuşan Gelecekle haberli yemiş tutan elleri Şimdi salıncakta aynı anda Bir fotoğrafta gibi Her geçen anı bir fotoğraf olan çocukların Altlarındaki toprağa Öğütlerle büyük eser okları işaretleri Düştükleri taşlara dizlerini kanatmak için Biz açıyoruz Ekonomik iktisat risaleleri. Her şey benzinle aşk ve ilkbahar bile Barut ateşle harmanlandı Kılıç nasıl deldi geçti ve çekildi Ve nasıl kan göstermedi et Tanrı adıyla renk değiştiren mavileşen ateşe Örtü yayıp otururlar ateşten ateş ve yanmazlar Güvercin teslimiyeti içinde Bakın istiyorsak. Nasıl yıllarla sürüyor bir salise Sabah bulantıları birlikte yatılan akşamlar Kuşların yalnız uzanıp pencereden. Havaya alıştıkları saksıları kavrayıp uzaklaştıkları O gökler ağaçların tulumba gibi çalışan özsu boruları Sızıları tahta kulübelerin Dağda tahta kulübelerin * Ateş için odun topladık Ben makki ve beşimiz Kısa ama kesin çağırarak İçeriksiz coştuk hemen. Hey önce ateşin içinde ol Hey önce alevin sıçrasın Yüreğimizi kavra soluğumuzu başka yollardan geçir Aynı an ayağa kalkındı Doğranıldı Nasıl söyler bir erkeğe bir kadın Denize atılan bombanın Balıklar delirttiğini En zor sorunun yöneltildiği Bir kadındı Nasıl ki kelimesiz ve gözler olmadan. Renksiz bir iz seçiliyor Belki karanlığın kendisi işaret veriyor Saçların değişiyor Karanlık tahta kulübe ve saçların Hepsi bu hepsi bunlar. Özgürlüğü kur Suyu dök yürek etlerimizi Parçalanmalarımızı topla Büyük ateş meydana yağmur getirdi Gökteki kazan devrildi Ağaçların gece aydınlığı Duygunun canlılığı Kıvrılıp eğilişi dalların hüznü ateşe hüznü ateşe hüznü ateşe tutuşu Toprağı üzüntüden ayıklayışı Sende kaybedebildiğim yani ey korkulu hayat Taktığım tarafımızdan sevilen Haklarımız esenliğimiz karanlığımız Güzelliğin ellerin alnımla Mızrağına seç önce seç kabarık alnımı Fırlat kayaya kimliğini kişiliğini Dişlerimin ortasına Sar beni kumla ağaç kütükleriyle Ki suyu geç beni kurula. Arkamdan rüzgâr seğirtiyor Ellerim dağdaki kulübeden ses ediyor Orman uğultular kurt ulumaları Aşkın omurgan Yapışkan Yak beni çocuğumsuz. Senden ışıklandırılmış havuzlarımda Ve gizli su yollarımda Sözün ediliyor. O sen sen Gölgemi bırak beni sürme Ben benimleyim. İçim büyük sabırla haşlandı İçim ey içim bu yolculuk nereye Yine bir şehrin ölümünü başladır gibisin * Ve çocuğun uykusu böyle başladı Çünkü yeni bir çocuk uyanacaktır. Ey ana Parkları çocuğunla eş doğurdun Çimenleri mutlu kıldın. Bayrakların sularda aktı Pulatın İnce ve yumuşak saçın Yaralı ağzın. Mutlu kılan çocuk Çimene düşen yaprakları. Kadın sen tattın Babanınkine benzeyen Çocuğun böbreğindeki katlar. * Gün gelişini açıkladı Sen kapanan gözü açıkla Karısına arabayla tabut taşıyan adamı Güzel yontulmuş ve parlak sarıları olan kadını Yeni bir çocuk planı yapan Yeni ve ölümü de transfer eden aileyi. Nalçayı yiyince nasıl çöküyorsun yere Nasıl dumanını üfürürken ve solarken ciğerlerime Düşten yıkanıp ava değil çocuğa yatıyorum Değil vurmaya ve rastlantıya Değil hülyalanıp dalgalanmaya Çıkara değil kedi gibi sokulup ayartmasına Değil sarı demire Değil söylev'e asla değil aştım gitti yirmi dokuz yıl önce ölenleri. Nalçayı yedikçe nasıl çöktüm yere Zorla ezilenin zorlu öldürmesi olur Fabrikanın kasıklarını ovan işçilerin Hak dünyasında hastalanırım olağandır Neden mi şimdi tepilebilirim Maden ocaklarına dinamit yerine. Bir hakkın düşmanıyla kucaklaşıyorsam Sök beni yeniden şakağıma it ellerimi Bileklerime aklım aksın Damarlarımı lif lif denetle çöz gözümün perdelerini Trenleri uzlaştır sulh fenerlerini yak Nerede olursan ol kim olursam olayım. Sesimi bir dağ zannet Irmağa ver haberi Yangına doğru sürünen haberi Güneş beni saklar Sen alnımdaki dumanı kazı Kemiğinin geleceğini düşün beni yont alıştır. Sararan örtü cafe müller Gırtlakta sarı halka Esirlik ve kendinden kayma halkası Yalnızlığın çarmıhı dere balıklarının ilanı Çarmıh yaylı ve değişken Karın çarmıhı belkemiği ve baldırın Karnımız ayrı sancılardan kaymış Yeşil ya da yeşil olmayan çocuğun ağzından çoğaltılmış * Ey gece sen de aldatıldın Sana da tuzak kurdu yüzü güneş parıltılı kız. Rosemariegirbach * Gidip bilmediğin kentlerin Böğrünü delen harp mikkaplarını gördüm Kartpostal tüccarlarını Kilise ortak Pazar birlik orak çekiç Ve asya ve afrikaya ayak atma postallarını. Ve kimseyi göstermeyen aynaları. Ve bir istasyonda Hatta önemsiz bir memurun yakınında İçinden asya çıkan bir balya. Geleceği Ormana terketmeyi dener gibi yeni doğan çocuğu Ananın karın bulaşıklarını arıtmadan Çalıları ve topraklaşan yaprakların içine Alabildiğine Gevşeyip bırakılmış gerginliğin ortasına iterek Geleceği ormana iter gibi ormana iterek Meleklerin hayatını yaşamaya Gidelim sizinle kendinde insan olmadan Kimseyi insanlamadan yaşamaya Sıcak kayayı arayan iki tavşan gibi Evleri korkutmadan uluyan kurtlar gibi Bellemeden Etle bilinçlemeden Evdeki sevinci kırgınlığı ballanan üzümleri Bilmeden aşkı ve aşk benzerini Çocuk sesinin düzlüğünü arayan bir çeşit insan gibi. Görevi bu olarak Yalnızlığımızı sessizce ortaya koyalım Erkekçe sessiz ve erkekçe Kiminki sahipse ölümü o karşılasın Ağırlasın. Ayaklarım ağrıdı güvercin izlemekten Onun başının önündeydi alevli sancak Elimi ve kalbimi uzattım Eriştim tanrıya çağırma kuleli evin Bekleyen güvercinine Güneşi ayı ve yeryüzünü bütün şekilleriyle Bir kutlu çehrenin emrine kul bildim Bilesiniz Ona döndürüleceksiniz. Ve başı yeşil hâleyle çevrilen Yüzünde tarihten ve gelecekten bir renk beliren Atmacanın pençesinde atmacayı kendinden geçiren Bir güvercin ki ne gören olmuş Ne işiten. Bir sabah bir çeşit güvercin fırtınasıydı sur önünde Gözleri burçlara Bayrak tebdiline dikilmiş bir kartalın Buyruğundan hızlanarak Bir kartaldı gözünü burçlara dikmiş Döşü surları geriletmiş Durur güvercinlerin en önünde. Emrolundu. Haliç bir yılan gibi yönelip Soktu Kayser'i. Zaman bir takla attı Zaman bir takla daha attı. Zaman altında kalan Çıplak boynu hançer kuşattı Başı sülük ağızlarında Ayakları boşlukta çırpınan Bir millettik artık. Güvercin Merhamet kılınçlarını toplayabildi ancak. Camide toplantı var davranın Aşkı denetleyen güvercinler Kılınçlar eskinin habercileri Keskin bekçiler Bildiriciler.. Bu iç çığlıkla Yürürken üstüne bir mısır habbesinin Yeni yorum yatırımcıları Ve büyük doğrulma günüyle Bir aliterasyon olan güvercin. Dansöz kalkışlı güvercin Gel. Sen gelince Azap çıkacak her evden Gidecek kendi evine. Organlar sizinle benim savaşım Ben ahretim Ahret yere gebedir. Sizinle hep beraberim Dağı tutmuştunuz kalbinizden geçendim Güzel duydunuz ve durduruldum Atımı atınız büyüledi Okyanus everesti nişanlayıp durdu Çünkü etin ötesinde Bir şey değildi everest ve okyanus. Korkunun yüzüne ayna konmuş gibi Başkayım sizinle Aynayı eline alan korkuyu bilir Çün korku etin içinden yekinir. Hep koşmaklayız kitabın onayıylayız Tarlayı çok severiz. Yaradan Lokma lokma bölmüş isteyenlere Karından gelenlere Ve karna gelenlere * Aşkı cambazımız aldı Tokmak kırıldı Kapının çatlağı esner Gözetleyen göz şişer küçülür Et aralığından görmeyi dileyince.. Duyulur iç ses Uyan ey kaplumbağa kelimeyi kımıldat Çünkü kıyamet sezilsin otobüs devrilsin Kımıldat kanlarını Koşanın yıldırım gibi duranın Susanın ve dağlarla konuşanın Kendiyle Dağları konuşturanın Aklı çok kez hançerce bulunduranın Kendini sürü için öldürüp Sürüyü çobansız bırakan çobanın Hep içilmez sulara varan koyunların Mermerin namütenahi bekleyen kayanın İçinden hata edilerek çıkarılanların. İnsan yüzleri Çömelmiş inleyen ve içgüdü şekilleri Yaralar kan akmayan Kanla işi olmayan Taştan çıkanın ve çıkaranın birlikte söylevleri İnsan sanatı çığlıkları (bir yerde onlarlayım) Öpülerek topuğu parlatılan tuncun Günah anlatılan karanlıkların 'Enriko istersen anlat önce sonra işel'. O dağlar güvercinin yabanına yuvadır Hiç solunmamış bir hava üfler rüzgâr Dünya sürü yürüdükçe döner Çoban sürü için ölmez gelecek sürüler için Yaşamağa bakar Kısa süren bir hatıra değildir toplum. Mısır taneli çocuk avuçları Fotoğrafını çek günahların Tövbeleri yıldırımla yayınla yine de. Esmeri Karayı Kızıl ve sarıyı bir tutanı Benden aldın. Buruşmaz entarisi İstanbulun entarisi buruşmaz entarisi Maraşın seferde Fakat İstanbul ve Maraş Fakat Maraşın Her kurban arayışında Fazla davrandım ben Yangına uğradım Kara bir moloza ayrıldım Bazen marsık sanıldım. Maraşın her kahraman kurban arayışında Ve bulup sunuşunda Mutlaka bir işareti vardı Bayram çöreklerini tuzundan yağından anlayışın Sertçe düşmanca gibi tokça kucaklanışın Harbeder gibi sevişin. Mesela adil erdem aynı silahla mücehhezdi. Üstümüzden aynı katar geçti Mutluluğumuz anlaşılsın yıkıldık Toprağa yayıldık ve büyüdük Çünkü topraktan ancak böyle geçtik * Kızlar burgulu Etlerinde tahta kıymıkları karınca yığınları Alabildiğine açılmış bir organ Bir gramofon Geniş ağızlı. Her adımlarını bildiğimiz Hangi yörüngeyi güttüklerini Hangi suyu geçtiklerini Ne çeşit bir şölenden koyulduklarını Çünkü sokağı aman nasıl eğilerek geçiyorlar Hangi tahta kapıdan çıktıklarını Zenginini ve bulgurla su içenini Ellerinin çatlaklarını yine krem sürülenini Göğüslerinin bakımını tahta sütyenlerini Ocaktaki dumanın yaktığı sapladığı göz sürmelerini. Çünkü kara dumanlı ocak Ve sürmeydi. Sürmeyi niye çekmeli Sürmeyi çekmeli mi. -Annen ne söyledi -(Elmanın yarısını kardeşin yesin) Kardeşin yesin anne yemesin mi. Elmayı yemiyorsun bir Ve öyle sıkılıyorsun ki elma ölecek Ne sen yiyeceksin Ne kardeşin ne annen. Bu evde yılanı yine değiştirmemişler Baba ana ve kardeşler Aynı odada soluyorlar Oda şişip iniyor Dışarıdan bakınca odaya Duvarları kıvrılan oda Özel bir korku ve kuşkuyla irkilerek Tehlikenin hayvanları yönünden Boğularak Yılandan gizli işaret alarak Göz kırpar gibi yapıp uluyor Oda uluyor. Yılan göz kaş işareti Konuşmayan hiçbir şey yapmayan. Başını yılandan çevri yemek taşmasın Başını yılandan çevri kuyu yakın Başını yılandan çevir unutma babayı yürekte tut Baba dağ ve balta. Anne Kolundan koynunda karnında çocuklar Gitti pazara dolandı çığlık beğendi. Anne eve dönünce Anne eve dönecek. Ölün bilinecek küçük ölün Mahalle daracık bilinecek. Alçak duvar ötesinde ölün tahta sıcak su Ve odun kokusu Kabre akıtılan sabunlu suyu (Yolun burasında coşkuyla karşı ko) Nasıl ki beyninden apartman fışkıran mimarın Yaşamın öte yarısı Burçları gezer Kutup yıldızından söz eder. Gök çoğalınca Göğe açılan göz kapanınca Beni duyacak anlamayacaksın. Bunlar hep senin ölün Bir yerinde yatağa sığmayan çocukların Suçları bir atmacayla alınan çobanların. Her şey karıştı çünkü öldün Artık kimse bulamaz kendini Eller birbirinin içinde Senin ölmüş elin yapışır Benim tetiğimin üzerine * Silah benim tetik bende koşanadek kurşun benim Parmak senin et senin güç senin İrade kimde Benim elim hangi köpeğin içinde Dişleri birbirine geçmiş bileğimde İlk tıraşını olan gencin Jileti kemiğin iliğinde -Kan seli -Tetik kan seli Hedef nerde kız mı erkek mi Dünya çekirdeği mi Yeryüzü ateşi mi Şehvetin ya da nur içinde birleşmenin Satan'ın içinde beklerken her şeyi önceden kestirenin Çünkü şarttı bir kere Ölümle yan yana şeytanın içinde durmak. Karnından geçmek Bir lambayı bekleyen makkinin Öpüşünü kanla bekleyen En küçük kilisede çarmıha çekilen Dom'un üç asrın Kana kan koyup Yücelttiği abesin Galerisi insan ve heykel ve resim ve kezzap galerisi. At gözü oyuk Heykel atın içinde Çünkü at büyük heykel Sürücünün içinde on aziz birkaç isa yezus hiristus. Yüz bin haç Atın ayağında bir nalbant heykeli Nalın içide bir at benzeri Karşılıklı uyuşan iki arslan Biri dişi diğeri dişi Yuvarlak yalanmış ve parlatılmış derileri Ki karpuz yenmiş gibi Goldah karpuz Kalf karpuz Anna karpuzun çekirdeki Frankrayh şu dağın ardındaki dağ * Düşmanın kim onu anlat Mişel'i hatırlat alnımı uğraştır Kalbine plânlı ve Avrupa bir duvarın taşları dizilen mişeli Saçlarına çocuk kuşları konmaz Çocuk uçmaz dallarından. İçinden yanında Boy tüfeği patlatsan Tuzaklı Hatırlat mişeli mişeli İçinden hep bir kuşku tankeri Bir petrol tankeri namıyla yol alır Pergel petrol Borusu motorun icadı Aşkın feda bayramı cenaze şekli Boyuna hatırlat Yoksa olur ki unuta kalırım esmerliğimi. Telefon -Görünüşünüz nasıl -Yorgun uyanırken ve gittikçe diri ve daha esmer. Tanımadığım kentin Ağırlık merkezine alındım Taşıtlar grevler insan böğürmeleri Alış verişler Şapka seçerken birden çocuk doğuruyorlar Baba oyundan çağrılan çocuklar gibi isteksizdir Ya da bırakır kürekleri denizin üstüne Suda kayan cilalı bir taş gibi seğirtir * Her doğan çocukla orada Birlikte. Daha yeryüzüne bakınamadan Kırbaçlanırız uyumaya. Anakarnı yorgunluğumuz alınmadan Vurulur kollarımıza ve. Çarpılır dizimiz dizime. Her doğan çocuk Bir ertelenmeydi analarca bağlanarak memelere (Artık sigara içmeyeceğim artık Koyun gütmeyeceğim) Meşgul uğraşır azar altında bile uyurken de Uykusundan silkelenip irileşmeye hamle elleri ve duramadan Yan beşiktekinin yüzüne gölgesini indirerek Bir gün önceki bedenini Kaybedilmiş bir okul eşyası gibi özleyerek. Her doğdu Bir ölendi. Mayland uzun yüzlü bir kız resmi Hani şu hep Selamlaşıp geçerdik Uzun yüzlü kızlar çizen ressamla Aklımı anlat gönlümü kazandır Benden beni çıkar bakalım kalacak mıyım Üstüme beni koy bir de Gözle dayana bilecek miyim Yoksa hemen bir kez daha bütünle bende beni Özümü kullan Çünkü aşktır Beyaz bir sanattır * Evlerin dışında Çünkü böyle oldu. Pencereden uzanan başın dışında Günâhın ve sevabın. Merkezinde hem tanımadığım Alışmadığım bir sistem gitgelinde Boyuna sırtımdan ve kafamın arkasından delindiğimi Oynuyorum ve rolümü. Oyun çarkının boşuna döndüğünü Seyircilerden bir kadın olgun ve eteçalan Çıplak. Eşyadan ve odanın kapamasından Her an biraz daha soyunarak Yatağında Çivilenmeden gerilmiş çarmıha gibi yatan. Anlıyorum oyun çarkının kendine döndüğünü Ölümün Saklanacağı kalmayan av hayvanı gibi Avcısına göründüğünü Ah anlıyorum Çünkü annanın Anlaşılmaz bir gözaldanımıyla İçimde bir gemi batırıp döndüğünü. Unutmadı Yanlışlıkla Onlara: Beni unutmayacaksınız * Anlat kızın ekmek tutuşunu İçimdeki soylu kişiden utanışını Annayı tutarken balık tutuyorum Ekvator ağzıyla kolumu buzdan denize indirmişim Kız içimde bir sarmaşık kelimesiyle büyürken Arada bir kanla uslayıp Seni anıyorum -ey eski sevdiklerim-. Sizi şaşırtıyorum. Sanatım Fakat ben korkutuldum * Şatoya bağlanan tahta köprüde beynim Ağırlaşmış dalmışım Güneş doğmuş işte böyle. Taş ısınmış ısınmış Nerdeyse belleğinden kan ürperten Bir sipahi sureti. Aşka ne zaman veda Demiş ki bu topraklar Boyuna kiliselere taşıyorlar otobüslerle. Isınamıyorum. VE baden Baden'de kaçtım Başka bir kiliseye gittim. Hafifçe. Çok ve canlı renkli süslemelerden az ürpererek. Dost için yani dosto için Dönerken Kule yerine Küreye yakın parlak başlıklarına dönüp baktım. Dosto Badende Ve kumar da oynardı Bir çocuğun. Hırsla. Bir taşı. Atışı gibi. Dikine.. Kapa perdeyi kapa köprüyü Ve şatonun ta kendisini İnce bedenin mühürlenişini Tüfek mahzenini Sevginin tiklerini aort deliklerini Duvarda asırlardır dinlenemeyen Dört işkence resminin. Takip tutuklanma işkence Ve tahta kurulan işkenceli etin Bin dokuz yüz 77 yıl Yenilen içilen kan ve etin Yarı açılan mor pelerinin Çizgi - kan Çizgiler ve kanın Başta yer yer kemiğe batan tacın Dört resmin dört korkunç dakikanın İri jestlerini anlıyorum. Makkiyi hayır Sigridi tren getirdi Tren götürdü Yedi * Duruşu kımıldanışı Mağrur tavırları olan Çünkü o güzel kelimelerle ağırlanan. Göllerin beşiği toprak eğrisi At yiyen ejderdi Tılsım Karıncanın kölesi. At köpeğin kuruyan ölüsünü Minderi düzelt Baklava kırıntılarını Ana babanın kol gezdiği koruduğu pencere kıyılarını Mutfak ve yüznumara korolarını Yatak ameliyatlarını cinsiyet taslarını An binlerce yıllık olan et kabartmalarını. Pervaz ve şimdi Büyük taraçalarda doğuruyorlar Kol bakımı bilek ve dizkapağı bakımı Gebelik ve sancı limonlukları Sıcağa karşı ay ışığı Yelpaze atkı palan Acılar yer delen sinir göğü tırmalayan Kutlu sevinç giysileri yalayan Ve yağmur suyunu Havuza koyan ırgat olarak. Anlat insanda ölümsüz olmak yaprağının Hangi ağacın kıvranışı olduğunu Güzün hazırladığı insan yavrularını Kışın insan yeteneklerini Baharın insan olanaklarını Anlat durmadan. Hurmayı anlat dala uzanan Tüylü kalın dudağa anlat Yaban elmayla eriği Aşıyı Elmanın gelinliğini geyiğin baskın güveyliğini Atlı karıncayı Lunaparkta bir hayvan olan. Atlı karınca bir hayvansa 'İsa ağladı' Kuzeyde ses kalmadı Alnımız buz dondu gece Aksın. Gündüz karıştırılmasın Ah sade bir gün yaşasak Dal dal - Kitap bil Lord kimin lordu hangi mabedin Sinonimi İkisi duman tütsü su rengi Perde kıllı el korku Bölüşmek kekelemek Donup kal - Aklımı al. Durmaz bilmez yaşamakla Senin yaşamın nereye kadar ne yana böyle benimki Can kamaram Yalnız göğsüm değil Hayat var kaçıp bıraktığım zamanlarda da Ölmek koşup varmak mıdır oralara Soluğunu yatıştırarak Perdeyi aralayıp girmeden çiçekli ovalara Ah kıra gitmek böyle zor olmasa Ellerimiz ısınan ocakta - Tabakta ziyafet tasında Kızartılmış bir keklik Paslı ve kükürt salyalı bir ağızla Tatlılıkla ololki Ölünü gebeliğini morarmışlığını Etin devinme sanatını Bilesin yuvarlak akasın akşam olunca Yuvarlak akşam akşam Serçenin girdiği dolap. Şehri –ey canım- uçtan hayvan kuşları olarak yukarıdan Devgözüyle - bakışı görüyorsun Süzül. Kanatlar arasından Uzanan boynunla evleri ara ikizleri araştır Ren'in çamurlu suyundan bir gümüş iplik bük Sür yeryüzü hamuruna Ki orda Bir yılan renkli başını onarır Kuyruğunu ağrı dağında yakala. Ekmek paketini çıkar kuşlar çağrılsın Kirazın yuvarlağı gibi yanağın Bir güçlü böceğin ki gibi alnın Otalara yayılmış çıplaklığında bir uçuç böceği Yanından dikine toprağa iniyor Ekmeği göğsünden ufala kuşlar çağrıldı Tutulmuş ve öyle güzelken Korkarak. Ağaçların arasında dolanan cin. Sen misin -Ama içim Eyiçim. Kara başımı tutup kara başımı Şu suyun insanını güttüğüm vakit Göğsümü asya bir edayla gerdiğim vakit Hem barışmak ne demek kendimle 'Sen yoksan mekan yok zaman belli değil' dediğim vakit Sen ölçebilirsin ancak sesimdeki beygirimsiliği Çün bu çamur Şu yaşamı bulandıran su Donyüzlü rahibe şu Şu ev ki ev Ve o karanlıkta cin Ve ormandaki dev. Oysa melodim Ne güzel. sözlerim ne tatlı. Kuşkusuz. Yanımda olaydın Testiyi deler ırmağı temizlerdik Avucumuzla buz gibi içer Bileğimizden akan toprağa düşerdi * Ve şimdi Anlat bana ey can tatlısı kız ki Çünkü ben ödevliyim yinelemeye Eskiçağ ozanlarının ağız toplantısını Anlat bana gönüllerindeki bağ bozumunu Hep şarkı sancıyan dizelerini Kocamış dumanı ve is yüklü tavan direklerinin Arasından destanlara sarkan yılanı Kapıdaki baharı yaprak selini sarı kanaryayı Ölümsüzlüğün karyığınını - granityığınını - suyığınını Anlat durmadan. Oğlu teketek öldüren babanın Oğula mızrağın ucuyla Gürzün kılıcın kıyımıyla ad koyan babanın Anlat bize içinde koşan atların Hangi koşudan kaçtıklarını Yani ilkel Ya da kültürle deşilmiş olmanın Anlat durmadan anlat oğulun Gençliğin Yarısı akan yarısı mezara konan kanın Genç ve geniş bir yaradan Hem babanın elinden mızrakla Ve baltayla açılmış yara'dan Şefkat ve müthiş bir dikkatle Ve müthiş bir hayranlıkla Şövalyelik adına açılmış yara'dan /Huysuz kan sonuna dek akar düşünürüz/. Anlat ki ey can tatlısı kız Babanın cesedi bir türlü toprağa atamadığını Yine de kanın sonuna dek akmadığını Anlat Babanın can elmas'ıyla kesilen oğulu Aydınlığa sun Toprağa sözü olan kanın Neden sonuna dek akmadığını. Karşılık verir Can tatlısı kızlar korosu:. OĞUL MIZRAK KESKİN GENÇ Oğul genç mızrak keskin BABA DİNÇ YAŞLI MIZRAK AKILSIZ Oğul baba MIZRAK BABA ÖLÜM baba Ölüm Oğul Mızrak Ölüm Baba Mızrak OĞUL MIZRAK baba ÖLÜM. Kan ŞAŞIRDI KAN Şaşırdı. Genç cesedin Ölüm gölünün başında Diz çökmüş olan baba Hınç ayırdı Hayret ve üzgünlük şerbeti Ve abes ayırdı Çok yıl sonraki tanrıtanımaz savaşlara Ve yenilip ve yenip dönerken ordu Neyi algılarsa çiftleşip çoğalmaktan. Babanın yüreği ordu yüreği /Zırhını kırdı/ Narası göğe vurdu Daha gür bir ses duyuldu Belki bir melek gülümsedi Çünkü sıyrıldı gergefi dizinden Belki ayağının dibine vuran sesten. Ey baba Kılıcını toprağa gizle Gizledi Kendini kınamak için çıkardı gerektikçe Yüzünü sarartıp karartmak için Ve düşüncenin kavurması geldikçe. Çünkü bir serçenin diliyle gelmiyordu düşünce Beyaz güvercinin Bir ilkbahar gencinin güz güneşinin Taşı heykelleştiren eğilimin Su taşıyan kedi seven uykunun altına geçen döşeğin Erkeği kadında koşturan geleneğin Kızlıkta açan çiçeklerin Sevişen fillerin Uyuyan çocuk ellerin Karaya vuran geminin Yemeğe hazır eden annenin ... Yalvaran dilin diliyle Gelmiyordu düşünce Geliyordu düşünce Ateş kuşunun gagasında. Çünkü soyluluğun ağırlaştı baba Bir'din ordu oldun Zamanın bir gerisine bir ilerisine Son dünya savaşının eşiğine serildin Çocuğu vururken çekilen işkencenin Beşiğine Baba Çocuk Azap Sancak. Baba genişledi nalbandı bildi Toprağın içinde oğulun ölümü Arttıkça ve gezdikçe denizlerin dibini Çünkü ölüm artık canlı oldu Nasıl kuduran boğa canlıysa Ve bir şeye koşarsa. Baba açığa çıkan kandan yedi Gezdi yeryüzünü Hayvan alım satım yerlerini Anneyi annenin ayak diplerini Karıncanın ölmez gelenekçiliğini Hayvanları şartlayıp Şatoları kefenleyip Ahırları koyunları Gördü baba gezdi baba Oğulun taş benzerlerini Nasıl ki oğulun ölümü /Eli babanın derisinde/ bir gerisinde bir ilerisinde arttıkça ve gezdikçe suların dibini. Baba devşirdi bir ana Ki yüreğinin altında Bir et kordonla tutan Oğulu delmeyecek olan babayı Keçiyi yardan uçuran Bir tutam ottur Gözümün önüne geliyor keçi Hala cıvıl cıvıl gözlerinin içi Ağzında ecel yeşili Körpe ıslak Ezilmiş yırtılmış bir çift yaprak Uçurumun dibinde incecik bir su Tatlı mı tatlı duru mu duru Açmış kocaman gözlerini Düşünür su Canlıyken ne kadar hafifti keçi Şimdi ne kadar ağır. Sizi Sevmiyorum. Sesimden arındım ve ufku Bir harmani gibi giyindim Kahraman bir korkaktım Kavmimin kadim tarihinde Ki onlar için umutsuzluk Kendim için haramiydim. Böyle bilindiydi bu hikâye Yarından bugüne kaldıydı. Tersine akan bir ırmaktım Sözün şaşkın serinliğinde Kendi deltasında boğulandım Ve sizi sevmiyorum ey kavmim Yakın beni rüzgârın ıslığa Islığın hükme döndüğü yerde. Derim ki ey kavmim, zulmünüz Payidar, yurdunuz çığlığımdı Ki hükmümü kendim veriyorum Yakın beni sesim sorulara dönmeden Küllerimin altında kalacak Mutluluk sandığınız ne varsa. Böyle yaşandıydı bir ömür ve söz Giyotindi sözün belleğinde. (Çocuksun Sen). Ahmet Telli Giyotinler bilenmiş Dar ağaçları kurulmuş Son arzular sorulmuştur . Şarjörler takılmış Nişan alınmış Kurşun namluya sürülmüştür . Başlıyor ön yargılı infazlar . Şimdi zaman Saatli bir bombanın Tik tak sesleridir Korkunç ve çileli . Karlı gecenin ateşinde Umut denilen yorgun gemide Gurbet türküleriyle Dönüyorum geriye Demli bir sevdanın buruk tadı yüreğimde . Hayatı seçiyorum Ölümün eşiğinde. Ya beklemiyorsan? ... Bildik bir oyundu bu oynadığımız, Bir daha da oynamak istemiyorum. Kazanan ben olsam da her oyun sonu, Bin kez ebe sen olsan istemiyorum.... Bir yanı yitik hep her yanımızın, Gözlerimiz bile bak, yalan söylüyor. Rengi aynı olsa da her damlamızın Kanımda tek kırmızı istemiyorum.... Miskette senin olsun, toplarda, ip de Hem bizim mahalleli değilsin artık. Oyuncaklar da sende, git oyna işte, Ben seninle oynamak istemiyorum.... Oyundaki kuralı bilmiyormuşum. İlk defa oynamıştım, nerden bileyim? Bir daha deneyecek güçüm yok artık, Çek git artık buradan istemiyorum.... Bir gün bizde büyürüz, süt içmeyiz ki Bir kere ağzı yanan yoğurdu netsin? Sapan taşları bir bir gönlümü deldi, Hayata küsmüşüm ben oyunu batsın.. Artık ben oyunları hiç sevmiyorum, Kimseyle de oynamak istemiyorum... Tozan Alkan (?) çevirisi ile; . Kulak verin sözlerime iyice, Herkes öldürebilir sevdiğini Kimi bir bakışıyla yapar bunu, Kimi dalkavukça sözlerle, Korkaklar öpücük ile öldürür, Yürekliler kılıç darbeleriyle! . Kimi gençken öldürür sevdiğini Kimileri yaşlı iken öldürür; Şehvetli ellerle öldürür kimi Kimi altından ellerle öldürür; Merhametli kişi bıçak kullanır Çünkü bıçakla ölen çabuk soğur.. Kimi aşk kısadır, kimi uzundur, Kimi satar kimi de satın alır; Kimi gözyaşı döker öldürürken, Kimi kılı kıpırdamadan öldürür; Herkes öldürebilir sevdiğini Ama herkes öldürdü diye ölmez.. Özdemir Asaf (?) çevirisi ile; . Her insan öldürür gene de sevdiğini Bu böyle bilinsin herkes tarafından, Kiminin ters bakışından gelir ölüm, Kiminin iltifatından, Korkağın öpücüğünden, Cesurun kılıcından! . Kimisi aşkını gençlikte öldürür, Yaşını başını almışken kimi; Biri Şehvet'in elleriyle boğazlar, Birinin altındır elleri, Yumuşak kalpli bıçak kullanır Çünkü ceset soğur hemen.. Kimi pek az sever, kimi derinden, Biri müşteridir, diğeri satıcı; Kimi vardır, gözyaşlarıyla bitirir işi, Kiminden ne bir ah, ne bir figan: Çünkü her insan öldürür sevdiğini, Gene de ölmez insan.. Orjinali:. Yet each man kills the thing he loves By each let this be heard, Some do it with a bitter look, Some with a flattering word, The coward does it with a kiss, The brave man with a sword! . Some kill their love when they are young, And some when they are old; Some strangle with the hands of Lust, Some with the hands of Gold: The kindest use a knife, because The dead so soon grow cold.. Some love too little, some too long, Some sell, and others buy; Some do the deed with many tears, And some without a sigh: For each man kills the thing he loves, Yet each man does not die. hüzünlü bir kış günü başladı yolculuğum çocukluğum yıkık kentlerde ve kesme kaya caddeli ahşap evlerde geçti okuma yazmayı öğrendiğim gazetelerdeki terör sayfaları ve haliç tersanelerinde korsanlar evden çıkarken vedalaşırdı babalarla evlatlar her sokağın başında anaların isyanı dururdu ve günler kısa ama geceler uzun olurdu bir kurşun bir liraya ve bir hayat bir kurşuna malolur benim doğduğum yerlerde insanlar can evinden vurulurdu sen sarayburnunun dimdik delikanlısı yavuz zurhlısında deniz piyade eri yetmişikiye dört çakı gibi asker arkadaşının kaza kurşunu izini sırtında taşıyan ve giderken bıraktığı sevdiğini döndüğünde bulamıyan yakar mı bizi bu sevda? bir aşk delikanlıyı bozar mı? hadi kalk eski günlerde olduğu gibi karanlığa yine ışık yak arka bahçedeki mahalle kavgalarında kaşına sapan taşı geldiğinden beri hani kanına kanımı sürdüğüm o günden beri can dostum ve kan dostum ister kalbine gömdüğün sevdanın aşkın ister Allahın aşkına kalk bir ışık yak bir kor küşür yüreğimize savaşmak ne güzel bir şey uğrunda ve yeniden yeniden aşık olmak unutmadık o günleri sevdamız yüreğimizde gizli kalır ve mahallemizin kızına aşık olmak ayıp sayılırdı bir kıza aşık olmak bir de parkayı çıkarmak haramdı ve dünya dedikleri şey yalandı paranın geçmediği günler vardı gençliğimizde ve namerdin yıkamadığı mertliğimiz silah çekmek ve tesbih sallamak değildi delikanlılık tesbihi çekmek ve silahı saklamaktı yazık gün geldi nasıl da azaldık sonra üç kuruşa satılan arkadaşlıklar ve ucuz aşklar artık bizim işimiz değildi ah sarayburnunun dik ve yitik delikanlısı ne geçmişten yükselen ağıtlar anlıyor seni ne de geleceğe satılan aşklar gidiyorsun belki sana kal diyemem giderken sevmek kadar ölmek de kader ama giderken bile ışığın yol göstersin kayıp gemilere gözlerin gökyüzünü aydınlığa bürüsün ve sen ölsen bile bir gün namın yürüsün... Her şey araya giriyor, aradan çıkıyor Arada çocuklar doğuyor, büyüyor, yürüyor Arada evler, evlenmeler, ölümler duruyor Arada yaz kış bahar, dünya dönüyor. Biz unuturuz başka! Ölümler arada, hatırlatır Dünyanın malını toplasak da Bu dünyanın sonu vardır. Ölümler varsa arada, anılar da var Sevdiğin miydi, geceleri Gelir uykulara canlı.Nemli sabahlara taze Açılmış çiçekler kadar.. Zorluklar varsa arada, İnsansın! Engellere harcanmayan güçler ne güne Dayat ki, yaşadığını anlayasın! ! ! ! ! ! ! ! Cânı kim cânânı içün sevse cânânın sever Cânı içün kim ki cânânın sever cânın sever. Her kimün âlemde mıkdârıncadur tab'ınde meyl Men leb-i cânânumu Hızr Ab-ı Hayvânın sever. Başa dem düştükçe taksîr eylemez eyler meded Ol sebebden muttasıl çeşmüm ciger kanın sever. Müşg-i Çîn âvâre olmuşdur vatandan men kimi Hansı şûhun bilmezem zülf-i perîşânın sever. Şu ki ser-gerdân gezer başında vardur ki hevâ Gâlibâ bir gül-ruhun serv-i hırâmânın sever. Akıbet rusvâ olub mey-tek düşer il ağzına Kim ki bir ser-mest sâkî lâ'l-i handânın sever. N'olacakdur terk-i ışk etme Fuzûlî vehm edüb Gâyeti derler ola bir bende sultânın sever Yağmur yağıyor sevgikim, günlerdir ara vermeden; senin nefesin gibi sıcak,hayat veren bereketli,ferah,serin.. Öğrendim ki sen, bin bilmem şu kadar kilometre ırakta bir haftadır evlisin.. Ben,ot yatağımda uykusuzum yağmurlu gecelerde sesini dinliyorum tabiatın. beraber yürüdüğümüz yollar, ayaklarının, toprağa vuruşu geçiyor gözümün önünden.. Bir ışık aydınlatıyor kararan camları, hayalin kıyıyor bana son defa canevimden.. Sağıma dönüyorum. Birisi kitap okuyor otobüste İlk durakta vuracaklar onu Dizlerinin üstüne çöken Bir zürafa gibi kalakalacak o Ve bu kent çapraz ateşler altında yazarken kendi tarihini zürafaların nesli nasıl tükendi Diye bir sayfa açacak. Birisi kitap okuyor otobüste ilk durakta vuracaklar onu Eyvâh! .. Ne yer, ne yâr kaldı, Gönlüm dolu âh ü zâr kaldı. Şimdi buradaydı gitti elden, Gitti ebede gelip ezelden.. Ben gittim o hâksâr kaldı, Bir kûşede târumâr kaldı. Bâkî o, enîs–i dilden eyvâh! Beyrût’ta bir mezâr kaldı.. …… Çık Fâtıma, lâhdden kıyâm et, Yâdımdaki hâlime devâm et! Ketmetme bu râzı, söyle bir söz, Ben isterim âh öyle bir söz! ... Güller gibi meyl-i ibtisâm et, Dağ-ı dile çâre bul, merâm et! .. Bir tatlı bakışla, bir gülüşle Eyyâm-ı hayâtımı tamâm et! .. ……. Yâ Rab, öleyim mi neyleyim ben? .. Ayrı yaşayım mı sevdiğimden? .. Verdin bana böyle bir mûsibet, Ettin beni düşmen-i muhabbet.. Ya bir kulu sevmiyor musun sen? .. Ya böyle bir ölüm değil mi erken? .. Hiç bulmamak üzre gâib ettim, Mecnun gibi ben onu severken.. …… Her yer karanlık pür-nûr o mevkî? .. Mağrib mi yoksa makber mi yâ Râb! Yâ hâbgâh-ı dilber mi yâ Râb, Rüyâ değil bu ayniyle vakî.. Kabrin çiçekten bir türbe olmuş, Dönmüş o türbe bir haclegâhe, Bir haclegâhe dönmüşse türben Aç koynunu aç maşukânım ben. ……. Sen öldün, ölüm güzel demektir, Ölsem yaraşır gamınla her gün. İlk defa bu kadar sağlam yazıyorum. Haç şeklinde 128 dikişle.. Galiba ahbap artık sana ulaşacağım.. Yeteneğim geri geldi, göreceksin artık kutsal dizeler yazacağım. Hiç yapmadığım şeyler yapıyorum ahbap Maç seyrediyor ve devamlı topa bakıyorum Telepati yapıyorum. Hey ahbap ben arada bir fikir buluyorum. Kuşlar için küçük şemsiyeler yapabiliriz Böylece yağmurda ıslanmazlar Ve içimdeki ağır sözler için de şemsiyeler Böylece paraşütle iner gibi hafiflerler Şiirin içine girerken Bana bazı şarkılar lazım ahbap hafif şarkılar, acı olmayan şarkılar çok şarkıya ihtiyacım var Tutam tutam saçlarımı savuracak şarkılar Saçlarımla ne yapacağını bilemeyenler Bir gün onları kaybederler Böyle bir şey yani ahbap Çok acıyor. Saçlar zaman zaman Bana neşeli şarkılar B harfine notalardan sütyen yapan şarkılar. Bir mutfak cadısıyım şu sıralar. Çeşitli şeyleri çeşitli şeylere karıştırmak Ve seni düşünmek, mırıldanmak Bazı büyülü yemekler yapmak Bazı şifalı yemekler yapmak Ve kalmak istemek ahbap.... Füsunun yeşil ela gözleri var. Ve pembe plastik fincanı ile kahve getirişi var Ve bana anne deyişi var Benim pembe fincandan pembe kahve içişim var Bu kahveleri seviyorum ahbap İçimi pembe bulutlar kaplıyor Şekerli ve tatlı bir biçimde havalanıyorum.. Sonra ağrılar, sonra hastaneler ve sonra doktorlar.... Şeker donup yapışıp kalıyor bir kağıda. Acı bazen öyle yoğun, çok yoğun. Patlak gözlü bir kurbağa. tarifsiz çirkin ve kel. Edibin kurbağası yakup benimki seyfettin Neden bilmem işte Nereden çıktı şimdi seyfettin. Acı dindi diyorum bazen yağmur dindi der gibi. Öyle kendiliğinden ya da tanrı istediğinden Yüzüklerim yok takmıyorum kolyelerim yok istemiyorum. Öyle çok şimşek çaktı gece. Ben sonu Z harfi olarak düşündüm Son harf olarak Ben Zeni düşündüm ahbap.. Doğdum, doğurdum. Bir insan nasıl büyüyor gördüm Hayatta kalmak için Ve hayatta kalmanın yanında İnandım şiir bir gevezelikti Şimdi 128 harfli bir şiir var karnımda Satırlar artık bomboş Karnımda hissiz bir şiir var İçimde durmadan bölünen şiirler Birlikte yok olacağımız şiirler Birlikte unutulacağımız şiirler Hiç borcu olmamış şiirler Ve bu yüzden çok acıyan şiirler. Acı aniden diner yağmurun dindiği gibi. Bazen sadece tanrı öyle istediğinden Sadece bir mağarada resim çizerim belki Rüyaların büyük harfle başladığı bir ülkede Üstümden kaldırılmış bir ölü var Ahbap senin istediğin o mu? Nerede olsam karşıma çıkıyor bir kanlı ova Sen misin yoksa hayalin mi vefasız kosova Hani binlerce mefahirdi senin her adımın Hani sinende yarıp geçtiği yol Yıldırım'ın Hani asker, hani kalbinde yatan şah-ı şehid Söyle Meşhed öpeyim secde edip toprağını Yokmudur Murad'ın sende iki üç damla kanı Başımızın Üstünden uçan Ve giren serseri bir bulutun karışık düşüncelerine Ve sesi kisa bir mızrak gibi geçen, ufku baştanbaşa O karga Kente götürecek bizim haberimizi Herkes biliyor Herkes biliyor Sen ve ben o soğuk asık yüzlü delikten Bahçeyi gördük Ve kopardık elmayı 0 oynaşan ve uzak daldan Herkes korkuyor Herkes korkuyor ama sen ve ben Ulaştık ışığa, suya, aynaya Ve korkmadık Ne pamuk ipliğiyle birleşmesi iki adın, söylemek istedigim Ne de bir buluşma yıpranmış bir defterin sayfalarında Benim mutlu saçlarımdır söz konusu olan Senin yanık kırmızı şakayık öpüşlerini taşıyan saçlarım Ve içtenliği tenimizin Çıplaklığımızın parıltısı Balık pulları gibi Söz konusu olan gümüş rengi türküsüdür yaşamın Tan ağarırken kaynaktan fışkıran Biz o yeşil ve akan ormanda Bir gece yaban tavşanlarından sorduk Ve kaygılı, soğukkanlı denizde Incilerle dolu istiridyelerden Ve o tuhaf ve fatih dağda Genç kartallardan sorduk Ne yapmalıyız? Herkes biliyor Herkes biliyor Sessiz ve soğuk uykusuna ulaştık biz simurgların Gerçeği bahçede bulduk Bilinmez bir çiçeğin utangaç bakışında Sınırsız bir anda bulduk ölümsüzlüğü Iki güneş birbirine bakıp dururken Söylemek istediğim korkak fısıltılar değil karanlıkta Gündüzdür söz konusu olan ve ardına kadar açık pencere Ve tertemiz hava Ve bir ocak tüm yararsız şeylerin yanıp gittiği Ve apayrı bir ekinin tohumlarını taşıyan tarla Ve doğum ve gelişme ve gurur Bizim seven ellerimizdir söz konusu olan Bir köprü kuran kokular, ışıklar ve esintilerle Gecenin üstünde Çimenliğe gel Kıyısız çimenliğe ve çağır beni Ibrişim çiçekleri usulca nefes alırken Çağır bir ceylan eşini çağırır gibi Perdeler bir gizli acıyla dolu Ve toprağa bakıyorlar Masum güvercinler Kendi beyaz burçlarının tepelerinden Bazen çıkardım Fenerden Hiç... Öylesine Önce kalbime Sonra ayaklarıma Bırakırdım Gideceğim yerin seçimini. Ve bir kaç saat sonra Ulaştığım yer hep aynı olurdu Eski cumbalı ahşap evlerin bulunduğu Kesme kaya caddeli dar sokaklar. Çocukluğum gelirdi buralarda aklıma Belki ondandı Önlüğüm Hiçbir zaman bembeyaz Ve ütülü kalamayan yakalığım Kendimden ağır okul çantamla Çıktığım yokuşları, çıkmaz sokakları Dolaşırdım. Bazen Her pazartesi sabahı Ve cuma günleri esas duruş Avaz avaz çınlardı kulaklarımda Türküm, Doğruyum, Çalışkanım.... Sonra Okul çıkışı simitçiler Macun ve pamuk helva fasılları İki buçuk liraya iki gofret Ve bir gazoz içtiğim günler Ve top oynadığımız Çöplük bozması arka bahçe. Çocuk olmak güzeldi Çocukluğunu yaşayabildiğin sürece.... Çocuklar görürdüm Kendi küçüklüğüme benzeyen Sokak aralarında. uzaktan izlerdim Ve izlerken çocuk olurdum İster istemez. Eskiden daha mı güzeldi herşey Yoksa çocuk olduğumuz için mi öyleydi.. Ama birşeyler eksikti Belki de Eski renkler ben az konuşan çok yorulan biriyim şarabı helvayla içmeyi severim hiç namaz kılmadım şimdiye kadar annemi ve allahı da çok severim annem de allahı çok sever biz bütün aile zaten biraz allahı da kedileri çok severiz. hayat trajik bir homoseksüeldir bence bütün homoseksüeller adonistir biraz çünki bütün sarhoşluklar biraz freüdün alkolsüz sayıklamalarıdır. siz inanmayın bir gün değişir elbet güneşe ve penise tapan rüzgarın yönü çünki ben okumuştum muydu neydi biryerlerde tanrılara kadın satıldığını ah canım aristophones. barışı ve eşek arılarını hiç unutmuyorum ölümü de bir giz gibi içimde ölümü tanrıya saklıyorum ve bir gün hiç anlamıyacaksınız. güneşe ve erkekliğe büyüyen vücudum düşüvericek ellerinizden ve bir gün elbette zeki müreni seveceksiniz (zeki müreni seviniz) Bursa'da eski bir cami avlusu, Küçük şadırvanda şakırdayan su. Orhan zamanından kalma bir duvar... Onunla bir yaşta ihtiyar çınar Eliyor dört yana sakin bir günü. Bir rüyadan arta kalmanın hüznü İçinde gülüyor bana derinden. Yüzlerce çeşmenin serinliğinden Ovanın yeşili göğün mavisi Ve mimarilerin en ilahisi.. Bir zafer müjdesi burda her isim: Sanki tek bir anda gün, saat, mevsim Yaşıyor sihrini geçmiş zamanın Hala bu taşlarda gülen rüyanın Güvercin bakışlı sesszilik bile Çınlıyor bir sonsuz devam vehmiyle. Gümüşlü bir fecrin zafer aynası, Muradiye, sabrın acı meyvası, Ömrünün timsali beyaz Nilüfer, Türbeler, camileri eski bahçeler, Şanlı hikayesi binlerce erin Sesi nabzım olmuş hengamelerin Nakleder yadını gelen geçene.. Bu hayalde uyur Bursa her gece, Her şafak onunla uyanır, güler Gümüş aydınlıkta serviler, güller Serin hülyasıyla çeşmelerinin. Başındayım sanki bir mucizenin, Su sesi ve kanat şakırtısından Billur bir avize Bursa'da zaman,. Yeşil Türbesini gezdik dün akşam, Duyduk Bir musikî gibi zamandan Çinilere sinmiş Kur'an sesini. Fetih günlerinin saf neşesini Aydınlanmış buldum tebessümünle.. İsterdim bu eski yerde seninle Başbaşa uyumak son uykumuzu, Bu hayal içinde... ve ufkumuzu Çepçevre kaplasın bu ziya, bu renk, Havayı dolduran uhrevi ahenk. Bir ilah uykusu olur elbette Ölüm bu tılsımlı ebediyette Belki de rüyası büyük cetlerin, Beyaz bahçesinde su seslerinin. berbat kavgalar. ve sonunda, kadının güzel çiçek desenli kocaman yatağında huzur içinde uzanmışım, göbeğim sereserpe başım yanda abajurun ışığı damla damla kadın öbür odada yıkanıyor, çoğu şey gibi, bütün bunlar benden uzakta, küçük radyodan klasik müzik dinliyorum, kadın yıkanıyor, suyun şırıltısını duyuyorum. Ne var ki mevcûd ise âlemde, güzel, doğru, iyi; Arayan fikri, bulan ruhu, seven sevgiliyi Bize bahşetmiş olan Hazret-i Rahmân'a şükür.. O büyük Rabb'e şükürler ki, ayak bastığımız Yeri halketti barınsın diyerek varlığımız; Ve yer üstünde hayâlin cereyânınca uzun,. O büyük Rab ki, ışıklar yakıyor göklerde, Lûtfunun feyzini, görsün diye insan yerde; En büyük nîmete hamd, en küçük ihsâna şükür.. O büyük Rab ki, ufuklar boyu nîmetlerini, Hüsn ü an, reng ü füsun, aşk ü cünûn mahşerini Gayrı kâfi görerek sevdiği biz kullarına Şimdiden vâdediyor başka bir âlem yarına; Mâ-i Tesnîm'e şükür, Ravza-i Rıdvân'a şükür.. O ki, sedâsına yandıkça bütün mahlûkat, Arş-ı Alâ'da Ezel kasrına çıkmış yedi kat, Geriyor hüsn-i ilâhîsine atlas perde... En güzel vuslatı tattırmak için mahşerde Bize, gündüz gece, zehrettiği hicrâna şükür.. O büyük Rab ki, dalâlet yolu düşkünlerine Ben gazûbum diye seslendi derinden derine; Ve meleklerle kitâb indirerek her yandan Yine yol çizdi halâs etmek için şeytandan… Sayısız cürme bedel sonsuz inâyetlere hamd, Ve bu hizmetle celîl ettiği Peygamber'e hamd, Gökyüzünden yere indirdiği Kurân'a şükür. bütün gün kahvede oturdum yedek kulübesinde ve bir kardeşim saf dışı kalsın diye çay söyledim kahveden.. işsizim ya ismi naz oldu herkesin temiz bir sopa istiyor şu serçe bile isterse yalan desin.. hiçbir şey gitmiyor da gücüme. şimdi tıklım tıklım pariste pastaneler kürkün içinde kadın, kadının içinde vaşak birlikte tatildeler.. oysa tatil dediğin şımarık bir çocuktur yapışır yakamıza biraz güneş görünce hem sermaye istiyor pişti oynamak bile. koynuna mı aldın güllü yarimi soluğunun buharına giren mi eteğine, sürünerek varan mı hangi uzak şehrin ışığındadır hangi muammanın beşiğindedir ey sırları sırlarımı kuşatan yetim koyup ayazında üşüten sen de mi görmedin yitirdiğimi kendi hüsranımda bitirdiğimi Aklım fikrim yâr eyledim ben bana Öğüt verdim deli gönül almadı Bir kileciği var almış eline Dünyayı içine koydum dolmadı. Alması farz imiş sünnettir selâm Hak nurdan yaratmış yaz dedi kalem Bir çiçek yarattı ol Rabb'ül-âlem Anı kokulayan mahrum kalmadı. Var bir pire eriş serseri gezme Gözet gözün önün yolundan kalma Değme bir dükkâna yükünü çözme Bunda çok bazergân assı kalmadı. Gençlik yaza benzer kocalık güze Yüreğim başlıdır dertlerim taze Boynun eğ de hizmet eyle üstâza Şeytan benlik ile menzil bulmadı. Kul Himmet'in deste gülü elinde Daima zikreder Hakk'ı dilinde Bir güzel sevmişim Hakk'ın yolunda Hayali gönülden zail olmadı Sarıldım yaz şafağına.. Hiçbir şey kımıldamıyordu daha alnacında sarayların. Ölüydü su. Orman yolundan ayrılmıyordu alacakaranlığı konak yerleri. Yürüdüm, diri ve ılık solukları uyandırıp; ve baktı değerli taşlar, ve gürültüsüzce havalandı kanatlar. Şimdiden yepyeni ve solgun ışıklarla dolu bir patikada, bir çiçek yaptı ilk girişimi ve adını söyledi bana.. Gülümsedim çamların arasında saçını dağıtan sarışın çağlayana: Keşfettim tanrıçayı gümüş rengi dorukta.. O zaman kaldırdım örtüleri birer birer. Ağaçlı yolda sallayıp kollarımı. Onu horoza gösterdim ovada. Çan kuleleri ve kubbeler arasında kaçıyordu büyük kentte, ve, tıpkı bir dilenci gibi, koşarak kovalıyordum onu mermer rıhtımlarda.. Yolun yukarısında, bir defne ormanının kıyısında, sardım onu mat mat örtüleriyle, ve duyumsadım uçsuz bucaksız gövdesini. Ormanın alt yanına indi tan ve çocuk.. Öğle olmuştu uyandıklarında.. Çeviri: Özdemir İNCE Geceye hey dedim Bir bulut beyaz aydınlık geçiyor ve ben görüyorum Belki yalnızlık. Kâğıt gibi bir kadın sana bakıp gülüyor Demek sen daha güzelsin gökyüzünden artık. Sokakları bembeyaz evleri geçiyorum Bir koşu bir rüzgârı alıyorum Karanlık. Bir kenttesin ve var ta ne zamanlardan beri O zamandan trenler evler geçiyor Kapanık. Aşkın ki hiç durup dinlenmek nedir bilmiyor Aşkın ki anlatılamaz ihtiyar ve yıkık. Nice nice yaşamalara açılmışsındır Nice yaşamalar ki kalmıştır yarım buruk. İşte Adakale Sokağındayım ve birden Benim işte dünya kadar güzel ağzın artık. Durup bir yıkık aşk dedim İlhan Berk bir yıkık aşk Şimdi o şiirlerde senden kalan ancak Daha deniz görmemiş bir çoban çocuğuyum, Bu dağların eskiden aşinasıdır soyum. Bekçileri gibiyiz, ebenced buraların, Bu tenha derelerin, bu vahşi kayaların Görmediği gün yoktur sürü peşinde bizi, Her gün aynı pınardan, doldurup testimizi Kırlara açılırız çıngıraklarımızla. Okuma yok, yazma yok, bilmeyiz eski, yeni, Kuzular bize söyler yılların geçtiğini, Arzu, başlarımızdan yıldızlar gibi yüksek; Önümüzde bir sürü, yanımızda bir köpek Dolaştırıp dururuz aynı daüssılayı, Her adım uyandırır acı bir hatırayı. Anam bir yaz gecesi doğurmuş beni burda, Bu çamlıkta söylemiş son sözlerini babam, Şu karşıki bayırda verdim kuzuyu kurda, "Suna"mın başka köye gelin gittiği akşam, Gün biter, sürü yatar ve sararan bir ayla, Çoban hicranlarını basar bağrına yayla, - Kuru bir yaprak gibi kalbini eline al Diye hıçkırır kaval: Bir çoban parçasısın olmasan bile koyun, Daima eğeceksin başkalarına boyun; Hülyana karışmasın ne şehir, ne de çarşı, Yamaçlarda her akşam batan güneşe karşı, Uçan kuşları düşün, geçen kervanları an, Mademki kara bahtın adını koydu çoban! Nasıl yaşadığından, ne içip yediğinden, Çıngırak seslerinin dağlara dediğinden Anlattı, uzun uzun. Şehrin uğultusundan usanmış ruhumuzun Nadir duyabildiği taze bir heyecanla, Karıştım o gün bugün bu zavallı çobanla Bingöl yaylalarının mavi dumanlarına, Gönlümü yayla yaptım Bingöl çobanlarına Son gün olmasın dostum,çelengim,top arabam; Alıp beni götürsün, tam dört inanmış adam... Söyle, Anlaşılmaz adam, kimi seversin en çok, ananı mı, babanı mı bacını mı, yoksa kardeşini mi? “Ne anam, ne de babam var, ne bacım, ne de kardeşim.” “Dostlarını mı? ” “Anlamına bugüne kadar yabancı kaldığım bir söz kullandınız.” “Yurdunu mu? ” “Hangi enlemdedir bilmem.” “Güzelliği mi? ” “Tanrısal ve ölümsüz olsaydı, severdim kuşkusuz.” “Altını mı? ” “Siz Tanrı’ya nasıl kin beslerseniz, ben de ona öylesine kin beslerim.” “Peki, neyi seversin öyleyse sen, olağanüstü yabancı? ” “Bulutları severim... işte şu... şu geçip giden bulutları... eşsiz bulutları! ” . Çeviri: Tahsin Yücel Dağda dolaşırken yakma kandili, Fersiz gözlerimi dağlama gurbet! Ne söylemez, akan suların dili, Sessizlik içinde çağlama gurbet! Titrek parmağınla tutup tığını. Alnıma işleme kırışığını Duvarda, emerek mum ışığını, Bir veremli rengi bağlama gurbet Gül büyütenlere mahsus hevesle, Renk dertlerimi gözümde besle! Yalnız, annem gibi, o ılık sesle, İçimde dövünüp ağlama gurbet!.. günesin yüzü denli muhtesemdir bogalar ve bayat kalabaliklar için öldürseler de onlari, bogadir atesi yakan, her ne kadar korkak bogalar da varsa da korkak matadorlar ve korkak erkekler gibi, genel olarak boga saftir ve saf ölür sembollerden, hiziplerden ya da sahte asklardan uzak, ve onu sürükleyip götürdüklerinde ölen bir sey olmaz, bir sey geçmistir ve neticede kokusmus olan, dünyanin kendisidir. adımı unuttum adı olmayan yerlerde ne in ne cin ne benî âdem. zamanlar içinde kuşlar uçuyor kervanlar geçiyor bir iğne deliğinden. çarşılar kuruluyor sarayları oyuncak insanları karınca şehirler zamanları gördün mü bir iğne deliğinden? . adımı unuttum adı olmayan yerlerde geçip gidenlere bakarak Iki kisi birbirini aldatir Köy olur oralari Uluslar yalan söyler birbirine Ülkelerde dolar yeryüzümüz Sapmam ne tuzluya ne ekşiye, Erkeklik yaraşır erkek kişiye İblis'in öptüğü o pis eşiğe, Ömrümde ben bir kez ayak basmadım.. Aman vermedim hiç sefil arzuma, Kendi ekmeğimi bandım tuzuma Haram yedirmedim hatta kuzuma, Dikenli hülyâlar kurup yasmadım.. Din-ü milletimi sevdim hak için Hakka bende oldum sırr-ı aşk için, Kavuk sallayamam ben alçak için, Elimle boynuma lâle takmadım.. 'Aşık Hasan' der ki bağrım yanıktır, Halal süt emmişim, alnım açıktır, Milletin derdiyle çehrem açıktır. Yoksa kimseye ben kata kasmadım. Bu gelen savaş ilk değil. Çok savaş oldu bundan önce. Bittiği gün en son savaş bir yanda yenilenler vardı gene, bir yanda yenenler vardı. Yenilenlerin yanında kırılıyordu halk açlıktan. Yenenlerin yanında halk açlıktan kırılıyordu. Dokunmayın parlayayım, olana kadar; Sakın beyaz elbisemi çıkarmayın! Bakın gidiyorum doğrudan aşağıya Bu güzel dünyadan, O muhkem yuvaya.. Orada az biraz sakin dinlenirim, Sonra o körpe Nazar açılır, Ak kılıftan kurtulur salınırım, Kuşağım ve kudretim sıyrılır kalır.. Ve malum yüce kılıklı endamlar, Onlar karı kocaları sormazlar, Ve hiçbir urba, onca kırışıklar Nurlanmış bedene dokunmazlar.. Gerçi gamsız ve çabasız yaşamıştım, Ama yalnız en acıyı yeterince sezdim. Kederden hayli çabuk ihtiyarlamıştım- Hadi beni tekrar ilelebet gençleştirin! . Çeviri: Musa Aksoy kurt kuzuya gel gel dedi kuzu gitmedi gitti kuzuyu kurt yedi gitti vallahi iyi etmedi bunu gördü bir tilkicik alıverdi paçasını pilicin bay horoz çöplükteydi öttü de öttü. bu yıkıntı yıkılırsa kimler gelip kaldıracak sen ben yine bizim oğlan ortalığı süpürecek çakal helva pişirecek tilki uyak düşürecek kardeşlik eski türkü sonu gelmedi gitti. birleştiler buluştular söyleştiler sözleştiler ne tükenmez laf ambarı masal bitmedi gitti oğlan kıza gel gel dedi kız gitmedi gitti 'bülbül güle gül bülbüle yar olmadı gitti'. diplomasi diye birşey diye birşey diplomasi kurt kuzuyu yedi gitti pilici sevdi tilki kız oğlana gel gel dedi oğlan gitmedi gitti kız uçtu başkasına bu iş de burda bitti. ingilizce 'the end' türkçesi 'bitti' Aysel git başımdan ben sana göre değilim Ölümüm birden olacak seziyorum. Hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim Aysel git başımdan istemiyorum. . Benim yağmurumda gezinemezsin üşürsün Dağıtır gecelerim sarışınlığını Uykularımı uyusan nasıl korkarsın, hiçbir dakikamı yaşayamazsın. Aysel git başımdan ben sana göre değilim. Benim icin kirletme aydınlığını, hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim . Islığımı denesen hemen düşürürsün, gözlerim hızlandırır tenhalığını Yanlış şehirlere götürür trenlerim. Ya ölmek ustalığını kazanırsın, ya korku biriktirmek yetisini. Acılarım iyice bol gelir sana, sevincim bir türlü tutmaz sevincini. Aysel git başımdan ben sana göre değilim. Ümitsizliğimi olsun anlasana hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim. . Sevindiğim anda sen üzülürsün. Sonbahar uğultusu duymamışsın ki içinden bir gemi kalkıp gitmemiş, uzak yalnızlık limanlarına. Aykırı bir yolcuyum dünya geniş, Büyük bir kulak çınlıyor içimdeki. Çetrefil yolculuğum kesinleşmiş. Sakın başka bir şey getirme aklına. Aysel git başımdan ben sana göre değilim, ölümüm birden olacak seziyorum, hem kötüyüm karanlığım biraz çirkinim. Aysel git başımdan seni seviyorum... Çok yakından tanırım geceyi, Birbirimizin düşüncelerini okuruz, Eski zamanlardan kardeşiz biz, Aynıdır bizim yurdumuz.. Fakat bir gün vakti gelecek Ve o beni bütünüyle kucaklayacak! Eğiyor başını, yanaklarımı okşuyor Ve ‘Hazır mısın? ’ diye soruyor Mezartaşı Yontucusu. mezartaşı yontan bir adamın gözleri miras pay edilirken uykusu gelen bir çocuk gibi bomboş bakar dünyaya. der ki bu şenlikistanda her şeyin varisi benim adım muamma kuruyan yüzünüzü ancak ben onarırım cilt bakım setleri gider boşa size bembeyaz bir yüz yaparım.. Kör. Körüm ben, aydınlığa karşı kötürüm umrumda değil gündüzün uzaması hiç karışmam Tanrı’nın işine mesela kaç ölçek kırmızı katıyor güle -gül neyse- körüm ben, seslerden insan yaparım dolaşıp dururum gece bekçisi gibi şart olsun ki insan burda karanlıktan kuruyor bana mı bulaştı yoksa, dünyanın isi.. Mecnun. kusura kalma teselli hazretleri sana layık bir mürit olamadım besbelli büyük şehirlerin küçük içinde dansa kaldırılan utangaç bir kız gibi buldum bu dünyada kendimi. ve camları hohlayıp da çizdiğim resimlerden bir ben kaldım ve sevgilim suyu ihmal edilmiş fesleğen gibi gitti gözlerim terledi yolunu gözlemekten.. Sevgili . gökyüzü kapalı ben açık hece bir dua damlar yapraklarıma ceylan derisinden bir ezan sesi gelir ve cilt olur dudaklarıma.. Foto ali. bir vesikalık kestim aynanın içinden pazar ola ey çünkü ben yana yatmayan saçları gibi bir insanın hep şuna inandım, geciken bir mektup, düşünün sevgilinizden işte o mektup benim, siz karşımda gülerken üzüntümdür yüzünüzde patlayan foto ali ben falso alırken her şey hayatın karşısında çoğaltırım sizi hiç üşenmeden.. Dilenci. ey insan sana küstüm çünkü sen beni birazdan kurşuna dizilecek bir mahkum gibi bıraktın ve gittin endişe limanında. ama sorarım, mesela samatyada kimin bahçesi daha büyük ölümden.. Cüce. kurban olduğum, iki ters bir düz örerken insanları birkaç ilmek daha atsaydın bu fakire sevaba girerdin ve olmazdı kimseye hıncım ama şimdi üç beş santim için zıplayıp duruyor elim ayağım.. Deli. deli sizsiniz böyle bir çağda akıllı kaldığınız için. ben sizin akla hayale sığmayan yanınızım siz ki dünyayı üstünüze giyseniz yine de açıkta kalırsınız çünkü gözleriniz dipsiz bir ambar sanki. ah siz, mezarlıklar müdür olsanız bundan daha iyi bir koyup hiç almasanız bir tohum gibi kendinizi toprağa. Ellerimle seni düşünüyorum Ellerine karşı Ellerin halden anlamaz Ellerin zalim Ellerin güzel Ellerin beyaz Benim ellerim kaba Benim ellerim çirkin Benim ellerim Seni düşünmeden yaşayamaz Uzat ellerini Tut ellerimden Ellerim mağrurdur ağlayamaz . Gözlerimle seni düşünüyorum Gözlerine karşı Gözlerin denizler gibi Gözlerin gökyüzüne benzer Gözlerin yıldız yıldız Gözlerin masmavi Benim gözlerim yorgun Benim gözlerim perişan Beni gözlerim seni düşünüyor Bakma gözlerime Yeter artık Başım dönüyor . Dudaklarımla seni düşünüyorum Dudaklarına karşı Dudaklarına merhametsiz Ellerin gibi beyaz değil Gözlerin gibi mavi değil Kıpkırmızı dudakların Benim dudaklarım anlaşılmamış Benim dudaklarım kahrolmuş zamanla Tutma ellerimden Bakma gözlerime Dudaklarımı anla Anlattı erenler: Bir bahar değil, Aşıkın ömründe bin bahar varmış. Hicranla ağaran bu saçlar değil, Savgisiz kalan kalp ihtiyarlarmış.... Sorardım sırrını hiç düşünmeden: 'Bu fani gönlümün sevinci neden? ' Beni günden güne meğer genç eden Daima değişen maceralarmış! . Gönlümde kovalar eskiden beri Sarışın kumralı,kumral esmeri. Dolmadan boşalmaz birinin yeri. Gönlümde,anladım,her dem baharmış. Yirmi yaşımdayken annem bana şöyle demişti:. - Manastıra girseydim, hem kendim, hem başkaları için en iyisini yapmış olacaktım. - Eğer manastıra girmiş olsaydın ben dünyaya gelmezdim, dedim. - Dünyaya gelmen daha önce kararlaştırılmıştı oğlum, dedi. - Evet ama, dünyaya gelmeden çok önce seni annem olarak seçmiştim ben, diye karşılık verdim. - Dünyaya gelmeseydin cenette bir melek olarak kalacaktın, dedi. - Ama ben hâlâ bir meleğim, diye cevaplardım.. Gülümsedi ve dediki ' Kanatların nerede peki? ' Elini tutup omzuma koydum ve ' Burada ', dedim. ' Kırılmışlar ', dedi. . Bu konuşmadan dokuz ay sonra, annem dönülmez ufukta yitip gitti. Ama 'kırılmışlar' sözü içimde yankılanmaya devam etti.... * * * . Bana mutluluktan söz etme; anısı beni mutsuz ediyor. Bana huzurdan söz etme; gölgesi beni korkutuyor; ama ban bana, sana, Cennet' in kalbimin külleri içinde yaktığı mübarek feneri göstereceğim; seni bir annenin yegane bir çocuğunu sevdiği gibi sevdiğimi biliyorsun. Aşk seni kendimden dahi korumayı öğretti bana. Beni, seninle birlikte uzak diyarlara gitmekten alıkoyan şey, ateşle temizlenmiş o aşktır. Aşk, senin özgürce ve erdemli bir şekilde yaşamana imkan vermek için içimdeki arzuyu öldürüyor. Sınırlı aşk, sevdiğini sahiplenmek, sınırsız aşk ise sadece kendini ister. Gençliğin saflığı ve uyanışı arasına düşen aşk kendini sahiplenme ile tatmin eder ve sarılmalarla büyür. Ama gökkubbenin kucağında doğan ve gecenin sırlarıyla inen aşk, edebiyat ve ölümsüzlükten başka hiçbir şeyle huzurlu olamaz; İlahi varlık dışında hiçbir şeyin önünde hürmetle eğilemez. Allah Allah Desem Gelsem Hakkın Divanına Dursam Ben Bir Yanıl Alma Olsam Dalında Bitsem Ne Dersin. Sen Bir Yanıl Alma Olsan Dalımda Bitmeye Gelsen Ben Bir Gümüş Çövmen Olsam Çeksem İndirsem Ne Dersin. Sen Bir Gümüş Çövmen Olsan Çekip İndirmeye Gelsen Ben Bir Avuç Çavdar Olsam Yere Saçılsam Ne Dersin. Sen Bir Avuç Çavdar Olsan Yere Saçılmaya Gelsen Ben Bir Güzel Keklik Olsam Bir De Toplasam Ne Dersin. Sen Bir Güzel Keklik Olsan Bir Bir Toplamaya Gelsen Ben Bir Yavru Şahin Olsam Kapsam Kaldırsam Ne Dersin. Sen Bir Yavru Şahin Olsan Kapıp Kaldırmaya Gelsen Ben Bir Sulu Sepken Olsam Kanadın Kırsam Ne Dersin. Sen Bir Sulu Sepken Olsan Kanadım Kırmaya Gelsen Ben Bir Deli Poyraz Olsam Tepsem Dağıtsam Ne Dersin. Sen Bir Deli Poyraz Olsan Tepip Dağıtmaya Gelsen Ben Bir Ulu Hasta Olsam Yoluna Yatsam Ne Dersin. Sen Bir Ulu Hasta Olsan Yoluma Yatmaya Gelsen Ben Bir Can Alıcı Olsam Canını Alsam Ne Dersin. Sen Bir Can Alıcı Olsan Canımı Almaya Gelsen Ben Bir Cennetlik Kul Olsam Cennete Girsem Ne Dersin. Sen Bir Cennetlik Kul Olsan Cennete Girmeye Gelsen Pir Sultan Üstadın Bulsan Bilecek Girsek Ne Dersin Aşktan yana söz duyunca, Ben hep seni düşünürüm. Uçsuz hayaller boyunca, Ben hep seni düşünürüm.. Yıldızlar kayar yüceden; Renkler sıyrılır geceden; Yüreğim sızlar inceden; Ben hep seni düşünürüm.. Aklın ucu değer hiçe; Yol ararım içten içe. Kâinat uyur sessizce, Ben hep seni düşünürüm.. Korkunun bittiği yerde, Haz duyarım perde perde. Bir mezar görsem bir yerde, Ben hep seni düşünürüm.. Zaman hep sonsuza akar Meyve dökülür, dal kalkar. Çiçeklere bakar bakar, Ben hep seni düşünürüm.. Rüzgâr eser ilden ile Sağlıkta bitmez bu çile. Vardan öte, Yokta bile Ben hep seni düşünürüm.. (Dosta Doğru) Kuşanmış keyifle, Yiğit bir şövalye, Gün ışığında ve gölgede, Bir şarkı söyleyerek, Yol almıştı epeyce, Arayarak Eldorado'yu.. Ama yaşlandı- Bu korkusuz şövalye Ve bir gölge düştü yüreğine Bulamayınca hiçbir yer Anımsatan Eldorado'yu.. Ve en sonunda Gücü tükendiğinde, Rastladı bir gezgin gölgeye- 'Gölge' dedi, 'Nerede olabilir- Bu Eldorado denilen ülke? '. 'Sür atını aydaki Dağların üzerinden. Aşağıya gölgeler vadisine, Korkmadan sür' Diye yanıtladı gölge, - 'Arıyorsan eğer Eldorado'yu' Bu sabah mutluluğa aç pencereni Bir güzel arın dünkü kederinden Bahar geldi bahar geldi güneşin doğduğu yerden Çocuğum uzat ellerini. Şu güzelim bulut gözlü buzağıyı Duy böyle koşturan sevinci Dinle nasıl telaş telaş çarpıyor Toprak ananın kalbi. Şöyle yanıbaşıma çimenlere uzan Kulak ver gümbürtüsüne dünyanın Baharın gençliğin ve aşkın Türküsünü söyliyelim bir ağızdan Hep yanıldı ve yenilgilere uğradı Ama atıldı yine de serüvenlere Vakti olmadı acıların hesabını tutmaya Durup beklemeye, geri dönmelere vakti olmadı.. Yangınlarla geçti ömrü ve hep yalnızdı - ki onlar daima birer yalnızdılar. Nerde doğmuştu ve ne zaman kopup Gitmişti o kentten anımsamıyor artık Hangi sokaktaydı ilk sevgili ve hala Sürüp gider mi ilk öpüşmenin esrikliği Gizlice buluşmaya gelen ve ölürcesine Korkular geçiren o kız nerededir şimdi Sensiz olursam yaşayamam diyen O liseli kız hangi kentte kaldı Ve o sarışın O afeti devran bekler mi hala Atlas yataklara sererek yaşamanın anlamını. Üşüten bir acıydı belki her ayrılık Her yolculuk yangınların başladığı yereydi Ama vakti olmadı hesabını tutmaya Aşkların, ayrılıkların ve acıların. İstese de kalamazdı vakti gelince Geyik sesleri yankılanınca yamaçlarda Yürek burkulması ve hüzün ve keder Aralıksız doldururdu acıların bohçasını Dudaklarında öpüşlerin gül esmerliği İçinde kıpırdanıp durur ufuk çizgisi Ay bile soğuktur o zaman Bir buz parçasıdır Çaresiz çıkılacaktır o yolculuklara Ki bir ömrün karşılığıdır serüvenler. Biraz da serüvendi yaşamak Belki yatkındı büyük yolculuklara Ki serüvenler daima büyük aşklar Ve büyük yolculuklarla başlar. Anıları aşkları ve bir kenti Bırakıp gidebilirdi apansız Apansız başlardı yolculuklar Hangi saatinde olursa günün Ve hep kar yağardı nedense Durmadan kar yağardı yol boyunca Ve nasılsa yok olup giderdi hüzün Kent görünmez olunca arkada Ne bir veda sözcüğü dökülürdü dudaklarından Ne de dönüp bakardı geriye bir kez olsun. Ne zaman yollara düşse biterdi acılar Gül yüzlü sular fışkırırdı toprağın karnından Kavaklarsa oynak bir çingene kızı Her kıpırdanışında açılıverir uzun ince bacakları. Mekan tutmak ve her akşam aynı ufukta Güneşin batışını seyretmek ölümdür biraz Ölümdür biraz hep aynı yatakta Aynı kadınla sevişerek sabaha varmak Kitapları hep aynı raflara sıralamak Aynı eşyayı kullanmak eskimektir biraz Soluk soluğa yaşamalı insan Her sabah yeni bir şeyler görebilmeli Ve cehenneme dönse de bir ömür Mutlaka bir şeyler değişmeli her/gün. Ey o büyük yolculukların ürperten heyecanı Okyanus dalgalarının sesleriyle dol bu ömre Ölüme ve aşka durmadan kement atan Serüvenlerle geçsin yaşamak. Buz tutmuş bir dünya ortasında Yollara düşerdi o hep aynı ıslıkla Önünde dağlar, uçurumlar Sarsılan gök, yarılan toprak Çelik uğultularla burgaçlanırken Yaşamak işte öylesine kucaklardı onu Ve her nasılsa keklik sekişli Bir aşkın sevinci dolardı yüreğine Çıkarıp atardı o zaman deli bir ırmağa Ne kalmışsa bir önceki serüvenden. Soluk soluğa yaşadı kentleri, aşkları Bağlanacak kadar kalmadı hiçbirinde Pervasız bir acemi, bir çılgın Soyu tükenen bir bilgeydi belki de.... O yalnız kaybetmesini öğrendi ömründe Avucundan dökülen kum taneleriydi her şey Ne bir serseriydi ne de yılgın bir savaşçı Ama kendi kafasıyla düşünen ve hakkında Ölüm fermanları çıkartılan biriydi belki Sevince deli gibi severdi Pervasız severdi sevince Dövüşmek ancak ona yakışırdı Ona yakışırdı aşklar ve yolculuklar Yoktu bağlandığı herhangi bir şey Bulutlar gibi çekilip giderdi seslerin arasından. Ne bilir ömrün değerini bir çılgın Yalnızca kendini yaşamayı nereden bilebilir Ve başarısız eylemler çağında o Kaçabilir mi binlerce kez ölmekten. Yerleşik yargıları olmadı hiç Kurmadı güzel gelecek düşleri Nerede bir yangın, nerede tehlike O mutlaka oradaydı birdenbire Dinsizdi, özgür sayılırdı belki Ama bağlanmazdı özgürlüğe de Hiçbir yerde yeterinden çok kalmadı Beklemedi anılar sarnıcının dolmasını Şikayetsiz yaşadı yaşadığı her günü Yoktu yüreğinde pişmanlıkların izi. Ayrıntıların izi kalmamış artık Üst üste yaşanmakta ayrılıklar Ve bir bulut gibi sıyrılıp gidilmiştir Dağların, denizlerin üzerinden. Geride kalan ne varsa soluktur şimdi Titreyen kandiller gibi sönmek üzeredir O eski konaklar gibidir anılar Gül bahçeleri, sessiz koru ve orman Belki sağanak boşanır apansız Yüzyıllık bir yağmur başlar Ve sinsi bir hastalığa dönmeden alışkanlıklar Yok olup gider her şey, belki kül olur. Hırçın bir okyanustur yürek Dar gelir ufuk ve mutluluklar çevreni Anılarsa birer çıban izidir Yaşanmaz onların ölgün gölgesinde. Durgun bir su gibi aktı mı yaşamak Ve zaman uysal bir kısrak gibi dinginleşti mi Anısız kalınmıyor artık ne yapılsa Kuşatıyor yolları, aşkı ve ömrü Bekleyişleri kemiren çakal sesleri Oysa bütün köprüler yakılmalı ayrılık vakti Ve herhangi bir şeyle eşit olmaksızın Yollara düşülmeli habersiz ve sessiz Çürük bir diş gibi kanırtıp kentleri Dünyanın ağzını kanlar içinde bırakmalı. Bir ömrün olgunlaştıramayacağı acemilikler toplamı ve bir çılgın boyun eğmedi kendine bile seçme zorunda kalmadı yaşamayı. nasıl bağlanmadıysa yere ve zamana bağlanmadı kendine de ömür boyu dağlara tırmana atlar gibi soluk soluğa yaşamak istedi dünyayı bir şahin gibi bulutlara kurdu dumanlı sevdaların yörük çadırını sıradan bir gezgin değildi hiç dövüşür gibi yaşadı yolculukları belki korkusuz sayılmazdı büsbütün korkardı korkulara düşmekten zaman zaman. ve bütün gemileri yakıp yollara düşerdi o hep aynı ıslıkla mutlu muydu, hiç düşünmedi böyle şeyleri umutlardansa nefret etti daima. hep yanıldı ve yenilgilere uğradı ama atıldı yine de serüvenlere. pervasız bir acemi soyu tükenen bir bilgeydi belki de . Ama bir şey vardı yine de Başarısız ihtilallerden kendine kalan Yüzünü aradın sen hep en çok sevmek isterken bile... Bir bulsan yüzünü bir bulsan insanlara dağıtılmış hasretini İstediğin gibi sevecektin. Oysa utandın, utandın kendin oldukça en çok severken bile Sevdiğinin kişiliğine girdin bu yüzden Ne söylesen hep eksik kaldı Sahipsiz utancın gibi eksik kaldı. Delice sevmeyi istedin aslında sen hep ama ne zaman böyle sevsen deli sevgini senden çaldılar Ne zaman söylesen sevgini, seni seninle böyle yüzünü ararken bıraktılar.... kıstın ateşini, küçülttün kanatlarını çekildin en arka odana Gölgelerini bıraktın pencerelere Ah bu hayattan sana kalan sadece deli sevgini özlemekti... Sana kalan, bu hayatta kendini delice özlemekti... Saçma ey göz, gözyaşımdan gönlümdeki ateşe su Çünki bu denli tutuşan ateşe olmaz çâre su. Bu renk gök kubbenin rengi mi bilemem Yoksa akan gözyaşlarımın rengi mi bu su. Keskin bakışlarından gönlüm olsa parça parça Çünki zamanla parçalar yarar taşı bile su. Korkuyla söyler gönül, ok kirpiklerinin sözünü İhtiyât ile içer her kimde olsa yara su. Bahçıvan sulamak için gülşeni çekmesin zahmet Bir gül açılmaz yüzün gibi, bin güle verse su. Senin yüzüne benzer bir hat çizemez hattat Kağıda bakmaktan inse gözlerine kara su. Yanağını hatırlarken kirpiklerim ıslansa ne olur Boşa değil gül temennisiyle dikene vermek su. Gam günü esirgeme hasta gönlüme bakışlarını Sevapdır vermek karanlık gecede hastaya su. Gönül! Bir bakışınla, dindir ayrılık hasretimi Susuzum bir kez bu sahrâda benim için ara su. Zahidler Kevseri arzular, ben senin dudağını Sarhoşa şarab içmek hoş gelir ayığa su. Senin Ravzana her dem durmadan akmakta Âşık olmuş galibâ o hoş endamlı dosta su. Toprak olup su yolunu tutsam Ravza’ndan Çünkü rakîbimdir orası akmasın o yana su. Onun elini öpemeden ölürsem eğer dostlar Testi yapın toprağımı sunun onunla yâra su. Servi serkeşlik ederse kumrunun niyazına Gidip ayağına vazgeçirsin yalvararak su. İçmek ister bülbülün kanını meğer bir hile ile Gül budağının mizacına girip de kurtara su. Pak fıtratını aşikar kılmış ehl-i âleme Tâbi olmuş Ahmed-i Muhtâr’ın yoluna su. İnsanlığın gerçek efendisi seçkin inci deryası Onun mucizeleri kötülerin ateşine döker su. Kılmak için tâze o nübüvvet gül bahçesini Mucizendendir ki akıtılmış sert taştan su. Mucizen bir sonsuz derya imiş bu alemde Yetmiş ondan binlerce âteşperst hanesine su. Hayret ile parmağın ısırır kim işitse bunu Parmağından verdiğin şiddet günü Ensâr’a su. Dostu yılan zehiri içse olur ona âb-ı hayât Düşmanı su içse yılan zehrine döner su. Değince damlası, dalgalanır bin rahmet deryası Abdest almak için serpilince gül yanağa su. Ayağının tozuna varmak için hiç durmadan Başını taşdan taşa vurup gezer âvâre su. Zerre zerre eşiğinin toprağına ister salmak nûr Dönmez ol dergâhdan olsa bile paramparça su . Zikri na’tının tekrarını dermân bilir günahkâr Kimi sarhoş ayılmak için yüzüne serper su. Yâ Habîballah yâ Hayru’l beşer âşıkınım Yanıp dudağı kurumuşlar ister bir damla su. Sensin o Mirac gecesinde keramet deryası Feyzinin damlası yetermiş sabit ve seyyara su. Güneş çeşmesinden halka halka feyz iner Lazım olsa kabrini tazeleyen mimâra su. Korku salmış cehennem ateşi yanık gönlüme Var ümîdim ihsan bulutundan serpe o nâra su. Seni överek inciye dönmüş Fuzûlî sözleri Nisan yağmurundan olmuş birer inci su. Mahşer günü gaflet uykusundan uyanıp Gözyaşına hasret uykusuz göz dökünce su. Ümidim odur ki mahrum olmayım mahşerde Vuslat çeşmesinden vere susamış bana su. Düzenleme: Osman Gerçek Varlığım sır oldu Sen yoksun diye Hayalin yar oldu Sen yoksun diye. Şahittir dört duvar Hep yokluğun var Ağlar hatıralar Sen yoksun diye. Çile çekmedim yar Sensizlik kadar İçimde bir sen var Sen yoksun diye. Vuslata dargınım Estim durgunum Hasrete vurgunum Sen yoksun diye. Her dem ah çekişim Boynumu büküşüm Dağılıp çöküşüm Sen yoksun diye Ona 'Haydi Savaşa' dediler Başkaca birşey Söylemediler. Aldılar köyünden Davulla zurnayla Geride üç çocuk Bir eş ve bir ana. Eline bir silah Tutuşturdular Ve karşılaştı Düşman ordular. Vurulup düştü İlk çatışmada Göğsünde bir oyuk Üç delik alnında. 'Ey bu topraklar için Toprağa düşen' Bir karış toprağın Var mıydı yaşarken? Geçen gün bir kadın gördüm, Kucağında bir çocuk vardı. Yüzü kehribar rengindeydi. Ne oldu sana bebek dedim Noldu da böyle zayıfladın? Çocuk yüzüme bakıp güldü. Geçen gün bir çocuk gördüm Yüzü kehribar rengindeydi.. Geçen gün bir gelin gördüm Gelinin yüzü gül rengindeydi. Kocasının koluna asılarak gider. Ne oldu gelin sana dedim, Noldu da böyle güzelleştin? Gelin yüzüme bakıp güldü. Gözleri zeytin rengindeydi.. Çok güvenme haline gelin dedim Bir gün gelir sen de anlarsın. Dünya dediğin şeker şerbet İçi başka dışı başkadır. Bir gün şu kadına dönersin, Dönersin de sonra ağlarsın. Çok güvenme haline gelin dedim.. Geçen gün bir adam gördüm Bir şeyden korkar gibiydi. Kim korkuttu adam seni dedim Herif yüzüme bakıp güldü, Geçen gün bir adam gördüm.. Dayanamıyorum onların haline Yüreğime oklar saplanıyor. İstiyorum ki kadınlar her zaman Vefalı, iyi, sıcak, Erkekler sağlam yapılı, çalışkan, Çocuklar tosun gibi, İstiyorum ki pırıl pırıl olsun Dünyamızın günleri. Ne çare evdeki hesap Çarşıdakine uymuyor İnsanlar bol bol laf ediyor ya Yine de işlerine Akıl fikir ermiyor.. Bizim bir dünyamız var ki İstesek güzel olur, Denize gisek balık gibi Yumuşar kemiklerimiz, Güneşin altında otursak Isınır dinleniriz. Bizimdir rüzgarı, ağacı, meyvesi Bizimdir dostluğu, kardeşliği, sevdası. Ama biz insanoğulları Babadan mirasa konmuşuz Her gün bir taşını söker atarız Hele bir işimize elversin Tozu dumana katarız. Ama biz insanoğulları Babadan mirasa konmuşuz.. (1947) Aşkım da değişebilir gerçeklerim de Pırıl pırıl dalgalı bir denize karşı Yangelmişim dizboyu sulara Hepinize iyi niyetle gülümsüyorum Hiçbirinizle döğüşemem Siz ne derseniz deyiniz Benim bir gizli bildiğim var Sizin alınız al inandım Sizin morunuz mor inandım Ben tam kendime göre Ben tam dünyaya göre Ama sizin adınız ne? Benim dengemi bozmayınız Bana bir türkü öğretsen Ayın aydınlığında söylesem Gecenin karanlığında söylesem Yağmur yağınca söylesem Toprak uyanınca söylesem Bana bir türkü öğretsen. Bana bir türkü öğretsen Beraber olunca söylesem Ayrı kalınca söylesem Seni unutunca söylesem. Bana bir türkü öğretsen Geldiğim yerlere er geç dönebilsem Sevebilsem her şeyi yeniden sensiz Sensiz vazgeçebilsem Gece demesem gündüz demesem Kimseleri dinlemesem Hem yürüsem hem söylesem Hem söylesem hem yürüsem Aziz dostum,sen bu ilden gideli, Sekiz mevsim geldi-geçti duydun mu? Gine kar koymadı baharın yeli, Şeftaliler çiçek açtı duydun mu? . Memiklerin Iraz için Kel Durdu, Sinan oğlu Muharrem’i öldürdü Keş Ahmet bayram da namaz kıldırdı; Kerim Ağa köyden göçtü duydun mu? . Çavuşların yumuk gözlü Tahir’i Kahve yaptı kırk senelik ahırı, Erkek Fatma, Dişi çürük Mahir’i Güpegündüz aldı kaçtı duydun mu? . Ala-kardır Binboğa’nın yücesi.. Asker oldu Halime’nin kocası.. Sazlıköy’ün ilerici hocası Minarede şarap içti duydun mu? . Dikkat eyle; anlam çıkar sözüm den; Bir hızarcı geldi Mercanözü’nden İpsiz Mustafa’nın tek boynuzundan On altı çift tahta biçti duydun mu? . Kenan’ların sarı saçlı Reşad’ı On çocuğun anasını boşadı, Sultan serbest kaldı, sarhoş yaşadı, Hürriyeti yeni seçti duydun mu? . On iki gün önce yaptık bir seçim, Tekgöz murdar öldü partisi için. Nasreddin Hoca’nın dediği biçim; ”Dünyayı yanlışsız ölçtü(!) ” duydun mu? . Daha bunlar bildiğimin yarısı, Gelecek mektuba kalsın gerisi. Bu yıl KARAKOÇ’un gönül arısı Çiçekten çiçeğe uçtu duydun mu? . (Vur Emri) Lideri dese ki; 'evladım Hayri Dört ayak üstünde yürü sen gayri'. Hiç itiraz etmez, bu emre uyar Lider ne söylese 'hikmet var' sayar. Takla atar, lider 'takla at' dese Yatar her çamura 'hadi yat' dese. Lideri düşünür, Hayri düşünmez Hayri liderlerinden ayrı düşünmez. Lideri karaya demiş ise ak 'Onun bir bildiği vardır muhakkak'. Aklı yok, beyni yok mazurdur Hayri Kula kulluk için hazırdır Hayri. 'Keramet' hükmünü verir zırvaya Emin adımlarla yürür zirveye. Lidere sarılan sarmaşık Hayri Biraz bencil, biraz karmaşık Hayri. Tek gayesi makam, artı menfaat Lider basamaktır, parti menfaat. Emeline vasıl olursa Hayri Umut ettiğini bulursa Hayri. Kendine münasip köleler seçer Açar tekkesini irşada geçer. İki ayak üzre yürür artık O Sırrı bilir, gaybı görür artık O. Dalkavukluk böyle verir semere Bundan sonra eşek biner semere.. (Akıl Karaya Vurdu) Evvel sen de yücelerden uçardın Şimdi enginlere indin mi gönül Derya, deniz, dağ, taş demez geçerdin Karada menzilin aldın mı gönül . Yiğitliğin elden gitti yel gibi Damağımda tadı kaldı bal gibi Hoyrat eli değmiş goncagül gibi Bozulmuş bağlara döndün mü gönül . Hasta oldun yatağını istersin Kadir mevlâm sağlığını göstersin Cennet-i Aladan bir köşk dilersin Boynunun farzını kıldın mı gönül . Karacaoğlan der ki söyle sözünü Hakka teslim eyle kendi özünü El içinde karalama yüzünü Yolun doğrusunu buldun mu gönül Sen varken kötü diye birşey bilmiyorduk Mutsuzluklar, bu karalar yaşamda yoktu Sensiz karanlığın çizgisine koymuşlar umudu Sensiz esenliğimizin üstünü çizmişler Nicedir bir pencereden deniz güzel değil Nicedir ışımayan insanlığımız sensizliğimizden.. Sen gel bizi yeni vakitlere çıkar. hiçkimse kalmadı çiçekler çarpık açıyorlar ampuller eğriydi merdivenlerden çıkamıyordum tavan basıktı sifon işlemiyordu sıçamıyordum işeyemiyordum bir ölü militan baharı bir apartman dairesinde bekliyordum ben ki beklemeyi sevmem beklemek benim için bir azap olduğuna göre beni gazaba getirir tramvay ihtiyarı duraklarında bekleye bekleye ihtiyarlamış bir komünist olarak gitardan çıkan tın sesleri beni yeniden adam edecektir havada havva olan bir adem ve yaklaşırken bütün güzellikleri baharla birlikte arkadaşlarım olan cazcılar elbette bulacaklar bir acıbadem ve biz yaşamayı yeniden kuracağız bu zıkkım denilen ritim ve stringtin hepimiz yaşamaktaki inkılap içinde değiliz yaşasın cazın getirdiği devrim. Senin dudakların pembe Ellerin beyaz, Al tut ellerimi bebek Tut biraz! . Benim doğduğum köylerde Ceviz ağaçları yoktu, Ben bu yüzden serinliğe hasretim Okşa biraz! . Benim doğduğum köylerde Buğday tarlaları yoktu, Dağıt saçlarını bebek Savur biraz! . Benim doğduğum köyleri Akşamları eşkıyalar basardı. Ben bu yüzden yalnızlığı hiç sevmem Konuş biraz! . Benim doğduğum köylerde İnsanlar gülmesini bilmezdi, Ben bu yüzden böyle naçar kalmışım, Gül biraz! . Benim doğduğum köylerde Kuzey rüzgarları eserdi, Hep bu yüzden dudaklarım çatlaktır Öp biraz! . Sen Türkiye gibi aydınlık ve güzelsin. Benim doğduğum köyler de güzeldi. Sen de anlat doğduğun yerleri Anlat biraz. ey babamın otağında bulunmuş ey göklere elif gibi salınmış sordum O'nu suda büyüyenlere cıva havuzunda uyuyanlara Bağ-ı Halvet'e Bağ-ı Vefa'ya koku yok, umut yok; her taraf kafes ne bir işaret var ufukta, ne ses izine rastlamış ne de bir hancı İrem kurbanları bile yabancı Hangi çığlık bir çığ gibi yarıyorsa gecenin gerilmiş karnını bu saatte acı tükenip bitmiştir orada artık çırılçıplaktır tarihin bu sayfası. Fiziğin armağan ettiği bu teller keçeleştirirken cinsel organımı haykırıyorum insan olduğumu ve çatlatıyor alnımın en gergin teli Bu Kent Öldürüldü Diyorlar. Bu kent öldürüldü diyorlar kurşuna dizildi bir geceyarısı. Hayaletler geziniyormuş şimdi sokak aralarında ve caddelerde baykuş tüneği olmuş alanlar ve yarasalar uçuşuyormuş. Silah ve esrar kaçakçıları altın çağını yaşarlarken artıyormuş bir yandan da kumarhaneler, meyhaneler. Borsa oyunları, hileli iflaslar birbirini kovalayıp dururken nasıl çıkmışsa pek bilinmiyor yaygınmış şimdilerde rus ruleti. İntiharların sayısı bilinmiyor çoğalıp duruyormuş fahişeler ve artık bunların hiçbiri olay bile sayılmıyormuş şimdi. Bu kent öldürüldü diyorlar bahar gelmez artık buraya Anmazmısın sen şol günü cümle alem uryan ola Ne ata oğula baka ne kardaştan derman ola. Dağlar yerinden ayrıla heybetinden gök yarıla Yıldızın bendi kırıla yere düşe perran ola. Malik tamuya çağıra zebaniler saf saf dura Korkusundan yer yarıla titreyü ben hayran ola. Malik eder hey hey tamu kıyameti gördün ya'ni Asileri getireler gire sende perran ola. Zebaniler yetip tuta getüre tamuya ata Derü yanup sökük tuta dün gün işin efgan ola. Yunüs senin ki bu sözün kan yaşıla doldu gözün Ol hazrete tuta yüzün yine derman andan ola Bakma öyle mutlu göründüğüme, Yaşıyorum işte rolüm icabı. Bir mutlu tebessüm koyup yüzüme; Taşıyorum işte rolüm icabı.. Attığım kahkaha gözyaşı oldu Boynuma takılı kaderin kolu Bende bilmiyorum gittiğim yolu Yürüyorum işte rolüm icabı.. İçimde ne varsa aşkla bölüştüm, Umut sırt çevirdi,dertle öpüştüm Yağmurdan kaçarken karlara düştüm Yaşıyorum işte rolüm icabı.. Bir bilsem zaman mı insan mı nankör Şansımın şansı yok,gözleri de kör Hayat bir oyunsa bende bir aktör Oynuyorum işte rolüm icabı.. Bin söze bedelmiş bazen bir bakış Yılların acısı içimde nakış Gözlerimde bahar yüreğimde kış Gizliyorum işte rolüm icabı.. Beni benden iyi tanır şarkılar. Kemanlar,gitarlar,sazlar çalgılar Bir bilseniz içimde ne acılar var, Susuyorum işte ROLÜM İCABI.. Bulutların yeryüzüne doğru saçaklandığı vakitler Sürüleri doyurmuş Köylere emin bir gece yaymış Serin ve ılık evlerin seccadelerinde Yatsılarla nehrolmuş Helal kadınlarıyla yukarılara bakıp akan Huzurlu gürbüz ve yetişkin adamlar gibi Adamlar gibi duruyorlar silahlarının başlarında. Meşakkate Adeta ısrarla Yılmadan Sabretmektedirler. Biliyoruz Gördüğümüz resimlerini Aylardır birlikte yattıkları giysileri Çok aşıyorlar. Boyları bosları Yaşları başları bakışları renk renk geniş adımları iri solukları sıcak yelpazeler gibi. gözüm görmüş gibi onları kardeşim gibi gelir haberleri hele saldırdılar mı bakılsın gerek topuklarıyla devirdikleri tank kütleleri. Ne yaman gönülleri Çöl toprağı gibi yayılı kavruk esrarlı Yanaklarına Değer güneş. Ve bastıkları dağ şurdaysa Ötekinde kıskançlık nöbeti. Hiç kimseden öğrenemezdin Daha kesin Gözünün önünde vurulan kardeşinden Buhara kelimesini. Hiç kimse öğretemezdi sana Daha kesin ve böyle emin Ateş altında Azık getiren kızkardeşinden Buhara kelimesini. Bir ok işaretidir Buhara Varılırken ve varılınca Gösteren Daha ikibin kilometre ilerisini. Ve buhara ki Pirlerin Asırlar önceki kader sürücülerin İşte bugünleri anlatıp Kollarına girip avuttukları şehir Hep açlığında büyür yaşamın Hep korkulusunda dolanır Gezer durur elden ele Şiirsiz sancılar kıvranır Zavallı tutsak yürek. Bugün onlardadır yarın bizde Çırpınır ha çırpınır Bir ağlamaklı şiir dizesi Bir yıpranmış imge diye. Alır başını bazen çekip gider Taksit taksit konuşur arkadan Yaşanmış coşkuları taklit eder Yanıbaşında boğulurken şafak Ve katledilirken ter Oturur kanın üstüne şarap içer Mevsimleri de bilmez ama Her mevsimde üç renge girer kim demiş haram nedir bilmez hayyam ben helali haramı karıştırmam seninle içilen şarap helaldir sensiz içtiğimiz su bile haram Eczanede ama hangi rafta şişede? İslam ki,tek ilaçtır,örümcekli köşede... 1977 kardeşiyim ağaçların, ırmakların ve taşta uyuyan yalnızlığın korkular çağında sürgüne yem oldum, sanki gurbet yaşındayım. ruhum kırık, ruhum dalgın, ruhum isyan ay içer, güneş yerim, sanki ölüm yaşındayım. rüyacı buldu beni, çöl adam yaptı beni mor bir kuyu bu şehir, kendime çıkmak yaşındayım. mavi bir gündüzdüm eskiden, şimdi gecelerin karnındayım nar suyuyla yıkandım da büyüdüm, artık vedalar yaşındayım. doldum taştım bu viranede, sanki can lokmasıyım şarabımdan sarhoş oldu derya kuşları, sanki uçmak yaşındayım. gül ve hüzün aynı şey değil de nedir, ikisi de fazla duman gitmek duman, kalmak duman, güzel bakan kadınların yaşındayım. yazların kalbinde dağıldım, çocukların gözleriyle şaşırdım tenimin içinde saklandım, her şeyi hatırlamak yaşındayım. son hamlede anladım, dünya bir ceset, sanki anılar hurdası sizin siyahınız çifte kavrulmuş, unutmak ve bağışlamak yaşındayım. bende uzak olanın, akan suların görgüsü var hem mağrur hem kalenderim, sesime saplanan yıldızların yaşındayım. ağrıyan yerlerime suçlarınızı bırakıp kayboldunuz yüzünüzü ben uydurmuştum, kış renkli bir orman yaşındayım. nerede olsa tanırım ömrümün beyaz kokusunu ışıktan bir canım var, ısırılmış bir elmanın yaşındayım. susmayan bir hasret edindim kendime, doğudan koparılmış acıyor gövdemin uykusuzluğu, aşık kalmak yaşındayım... Beni hor görme kardeşim Sen altınsın ben tunç muyum Aynı vardan var olmuşuz Sen gümüşsün ben sac mıyım. Ne var ise sende bende Aynı varlık her bedende Yarın mezara girende Sen toksun da ben aç mıyım. Kimi molla kimi derviş Allah bize neler vermiş Kimi arı çiçek dermiş Sen balsın da ben cec miyim. Topraktandır cümle beden Nefsini öldür ölmeden Böyle emretmiş yaradan Sen kalemsin ben uç muyum. Tabiata Veysel aşık Topraktan olduk kardaşık Aynı yolcuyuz yoldaşık Sen yolcusun ben bac mıyım Uydurma söz yapmayız, Yapma yola sapmayız, Türkçeleşmiş, Türkçedir; Eski köke tapmayız.. Türklüğün vicdanı bir; Dîni bir, vatanı bir; Fakat hepsi ayrılır Olmazsa lisanı bir. Sana diyeceğim var eğlen yolcu Kurduğun yuvayı yık da öyle git Zamanede ilk görevdir insana Baştan dinden haktan çık da öyle git. Bir sudan geçince köprüyü devir Sel basmış tarlaya ırmağı çevir Birlik dümenini tersine kıvır Sağa sola sövüp dök de öyle git. Allah bir deseler sen söyle haşa Nadanın ehliyle çıkılmaz başa Komşunun açlığı tatlı tamaşa Bir tekme de sen vur yık da öyle git. Ortak isen hesap etme ölçmeyi İhmal etme dost ırzına geçmeyi Bir döğüşte çok ayıp gör kaçmayı Beş on yumruk yiyip sek de öyle git. Elinden tut çamurlara at körü Beriye öte de öteye beri Kapıya gelirse döv misafiri Bir de ana avrat çek de öyle git. Kızına bakanın oğlunu öldür Meclise girersen büyüğe saldır Kefeni soy mezarlara kül doldur Ölünün dişini sök de öyle git. Ciğerin yarası sivri cam ister Kötülük meydanında kendin göster Adamın cömerdi yavuz it besler Meteliği başa kak da öyle git. Küfür eksik etme aziz dilinden Gaddarlık kılıncın koyma belinden Hiçbir şey gelmezse bile elinden Fesat tohumunu ek de öyle git. Hasılı sözümün tersine yürü Görmesin gözlerin topalı körü Kısa yerden eksik etme ömürü Mahzuni Şerif’ten bık da öyle git İçimde bir ümit var onun için burdayım, Belki gelirsin diye senin için burdayım Vakit çok geç olsa da gönlüm mahzun kalsa da, Yine aynı masada senin için burdayım. Burada izlerin var Islanmış gözlerin var Verdiğin sözlerin var Onun için burdayım. İnan ki sensiz canım mutluluğa düşmanım, Affet beni pişmanım demek için burdayım Elini elime alıp öylece bir an kalıp, Sana son kez sarılıp ölmek için burdayım. Burada izlerin var... Eyvâh, ıssız diyâr-ı dilber... Her hatvesi bir mezâr-ı muğber! Uçmuş da bakındığım terâne, Kalmış sessiz bir âşiyâne. Yer yer medfun durur emeller... Gûyâ ki kıyâm-ı haşri bekler! Yâ Rab! Niye böyle bir yığın hâk Olmuş yatıyor o buk’a-i pâk? Yâ Rab, ne için o lem’a nâbûd? Yâ Rab, ne için bu sâye memdûd? Yâ Rab, ne demek harîm-i cânan Üstünde bu perde perde hicran? Lâkin görünen kimin hayâli? Cânan gibi tıpkı yâl ü bâli... Gîsû-yi siyâh-ı târumârı, Altında cebîn-i lem’a-dârı, Zulmetler içinde subh-i mahmûr; Yâ gözbebeğinde nazra-i nûr; Yâ ebr-i bahâr içinde cevvâl Bâran şeklinde dürr-i seyyâl; Yâ sînede her zaman coşan yâd, Yâ kayd-i bedende rûh-i âzâd. Ey tayf-ı nigeh-firîbi yârın, Olmaz mı bir ân için karârın? Heyhât, serâb-ı şavka döndün... Karşımda parıldamanla söndün! Kimden sorayım ki nerde dilber? Makber gibi samt içinde her yer. Cânan! Cânan! ... dedim, arandım... «Bir aks-i nidâ» dedikçe, yandım! Yâ Rab, niye hem sağır, hem ebkem, Dağlar, dereler, bütün şu âlem? Ey sevdiğimin sevimli yurdu, Hâlin bana şimdi pek dokundu! Aç sîneni; yâd-ı nükhetinden Bir şemmeye kàilim bugün ben. Bir vakt o şemîm-i nâz-perver Tâ subha kadar yanımda bekler, -Ümmîde verip bekà sabûhu- Sermest-i safâ ederdi rûhu. Heyhât o nesîm-i sâf şimdi Nâzan nâzan semâya gitti. Ey lâne-i târumâr söyle, Cânan sana artık inmiyor mu? Ey mâtem-i pâyidâr söyle, Sâhandaki nevha dinmiyor mu? Ey ebr-i semâ-güzîn-i seyyâr, Yâdında mıdır o nazlı reftâr? Ey darbe-i bâda karşı, ra’şân, İnşâd-ı enîn eden nihâlân! Bir şi’r-i revân olup da cânan, Geçmez mi bu gölgeden hırâman? Ey dilber-i mihriban, zuhûr et! Ömrüm gibi ansızın mürûr et! Yâ kalb-i fezâya bir hutûr et: Âfâkımı lem’a lem’a nûr et. Bin nevha-i cân içimde pür-cûş, Geldim bu garîb yurda, medhûş. Feryâdımı yok mu eyleyen gûş? Yâ Rab, bu nasıl cihân-ı hâmûş: Bir «yok! » diyecek sadâ da yokmuş! ... (Şiir 'Cinayet Gırnata'da işlendi' üçlemesinin 2. şiiridir). Ölümle başbaşa yürürken görüldü o Korkmadan tırpanından -Gene de kuleden kuleye güneş Çekiçler örsde. örsde, demirci ocaklarının örsünde. Konuşuyordu Federico Okşayarak, ölümle.Ölüm dinliyordu onu. 'Daha dün mısralarımda canyoldaşım, Kuru avuçların şaklıyordu senin Daha dün mısralarımda, Daha dün kırağını verdin şarkıma Ve ağlatı'ma gümüş tırpanının keskinliğini, Seni şakıyacağım, sende artık kalmayan eti, olmayan gözlerini, Rüzgarın dağıttığı saçlarını şakıyacağım O öpülen kırmızı dudaklarını.. Ölüm, güzel çingenem, ölümümsün dün de bu gün de, Ah! Ne kadar rahatım seninle başbaşa, İçime çekerken Gırnata'nın havasını, Benim Gırnata'mın! ' Kaçmış uykum yabancı ormanlardan, Dağlar mağaralarla ovalardan kaçmış.. Yağız at bir başka kişi, bir uzak, Çözülür çözülmez kaçmış.. Soğuk, düzgün, anlamlı, taş, oyunsuz, Dev okuldan mini mini çocuklar kaçmış.. Suçlama bu ak gövdeyi şimdicik, Usu bilinmeze kaçmış.. Geceleyin çırılçıplak düşmüşüm ben ardına, Yüz ölü'm var, biri kaçmış. Yas mas tutma sevgilim, öldüğüm zaman. Toprakta böceklere güldüğüm zaman Duyurunca, paslı sesiyle, ölüp gittiğimi, bir çan... Yas mas tutma sevgilim, öldüğüm zaman. Çürüyen gövdem gibi, yitip gitsim aşkın da... Ne bir mektup kalsın bizden, ne bir söz, ne bir eşya... Unut gitsin adımı, arkamdan da ağlama Göz yaşınla da eğlenir, onu da alıp-satar bu dünya... Oraya gitmek istiyorum, oraya Artık güvenim var koluma, kendime Önümde uzanan açık deniz Bir gemi taşıyor beni engine.. Her şey pırıl pırıl, daha yeni Uyur mekânda, zamanda öğle vakti Yalnız senin gözlerin, ey sonsuz! Senin bakışın seyreder beni.. Çeviri: Selâhattin BATU Çekirgeydi Raşko’nun elindeki güvercin Raşko’da mengeneydi, bu beynimizde kalsın! Çekmişler ıstor diye muhribin dumanını Böyle aşk, böyle barış, Allah belamı versin! . Bugün kitabım verdim tek pedal matbaaya Bu yol beni götürür sağlam Selimiye’ye Ağlıyorsam gözyaşım iki gözüme dursun Vermişim ben canımı al-uzun bir havaya MAHOMET. HZ.MUHAMMED. Vazifesinin yakın olduğu içine doğmuştu. Metindi, kimseyi kınamıyor, incitmiyordu. Yolda gördüğü kimselerle selamlaşıyordu. Her gün sanki biraz daha yaşlanıyordu. Oysa sadece yirmi ak vardı siyah sakalında. Durup su içen develeri izliyordu arada sırada. Böylece, deve güttüğü zamanları hatırlıyordu.. Sanki Cenneti görmüş, İlahi Aşkı bulmuştu. Sanki kâinatın yaratılışına şahit olmuştu. Alnı dik, yanakları kusursuz, benzersizdi. Kaşları ince, bakışları anlamlı ve keskindi. Boynu, gümüş bir testinin boğazıydı sanki.. Tufanın sırlarını bilen Nuh'un havası vardı.. Ona danışmaya gelenlere, adil davranırdı. Kimi itiraf eder, kimi güler ve inkâr ederdi. Sessizce dinler, en son konuşurdu kendisi. Ağzından dua ve zikir hiç eksik olmazdı. Çok az yer, karnının üzerine taş koyardı.. Boş durmaz, koyunlarını sağıp oyalanırdı. Oturur yere, elbiselerini kendi yapardı. Artık genç değildi, eski gücü de kalmamıştı. Yine de, herkesten daha fazla oruç tutardı. Altmış üç yaşında, bir ateş sardı vücudunu. Kutsal Kitap Kur'an'ı bir kez daha okudu. Sonra, sancağı, Said'in oğluna teslim etti.. Onlara: "Artık aranızdan ayrılma vakti geldi. Allah birdir, hep onun yolunda savaş" dedi.. Mahzundu, bakışlarında, yurdundan zoraki. Sürülen yaşlı bir kartalın hüznü vardı sanki. Yine, her günkü vaktinde mescide geldi,. Ali'ye tabi olanlar da arkasından geliyordu. Ve, kutsal sancak rüzgarda dalgalanıyordu.. Benzi soluktu, döndü ve kalabalığa seslendi. "Ey insanlar, ömür bitiyor, hayat gelip geçici. Biz, karanlıkta birer zerreyiz, yüce olan O'dur. Ey insanlar, O'ndan başka rehberim yoktur. Onsuz bir değerim olmazdı.". Bir zat ona: "Ey müminlerin gerçek Sultanı! . Seni dinler dinlemez, herkes inandı sözüne. Sen doğduğunda, bir yıldız doğdu gökyüzüne. Kisra sarayının üç kulesi birden devrildi" dedi.. O da: "Melekler ölümümü müzakere etti; . Vakit tamam, dinleyin! Eğer herhangi birinize. Bir kötülük yaptıysam, çıksın herkesin önünde. Ben ölmeden, gelsin intikamını alsın şimdi; . Kime vurmuşsam, o da bana vursun" dedi.. Ve uzattı usulca asasını oradan geçenlere.. Yaşlı bir kadın, bir koyunu kırpıyordu eşikte. Ona: "Tanrı yardımcın olsun! " diye seslendi.. Bakışlarında bir hüzün vardı, oldukça bitkindi. Dalgındı; birden, şöyle dedi: "Herkes duysun! . Allah benim adımı andı! Bundan emin olun. Topraktan insan, nurdan bir peygamberim. İsa'nın getirdiği dini tamamlamaya geldim.. Ashabım, ben sabır taşıyım, İsa tatlı dilliydi.. Zira her şafak, doğacak güneşin müjdecisi. İsa benden önce, ama ne Tanrıdır ne de oğlu. O, gülü koklayan Bakire Meryem'den doğdu.. Unutmayın, ben de etten kemikten bir faniyim. Kuruyan bir balçıktan başka bir şey değilim; . Şu dünyada başıma gelmeyen şey kalmadı; . Çektiğim çilelere, yol olsa, dayanmazdı. Baskı ve işkenceden, şu bedenim çok çekti; . Ve eğer işlediğimiz her bir günahın bedeli. Korkunç bir haşere olsaydı, o karanlık mezarı. Bize dar eder, cehenneme çevirirdi orayı.. Tekrar tekrar bedenlenir cehennem ehli. Ve kurtlar yeniden kemirir tüm bedenlerini. Böylece, defalarca tükenir ve yeniden dirilir. Cezalarını çekince de, yeniden huzura erişir.. Ben, kutsal savaşların mütevazı meydanıyım. Bazen bir efendi bazen de bir köle gibiyim. Kelamım, tıpkı çöldeki kum ve kuyular gibidir. Bir sözüm korkutuyorsa, bir diğeri müjdecidir; . Ey inananlar! Çektiklerimi görüyorsunuz işte! . Karşıma alıp, insanı aldatıp yeniden delalete. Sürüklemek isteyen o dehşet saçan iblisleri. Engellemeye çalıştım, bağladım o pis ellerini. Çoğu zaman, Yakup gibi, karanlıklar içinde. Çarpıştım durdum, görmediğim kimselerle; . Fakat insanlar beni özellikle öldürmek istedi. Bana karşı sürekli kin ve kıskançlık besledi. Ben ise, asla, Hak davamdan vazgeçmedim. Onlarla savaştım, ama kimseden incinmedim. Savaş boyunca: "Bırakın yapsınlar! " diyordum. Kanlar içinde tek yaralı ben olayım istiyordum. Varsın hepsi vursun bana, zaten durmazlar ki. Zira sağ ellerine Ayı, sol ellerine Güneşi. Versem de, düşmanlarım vazgeçmezdi asla. Yine de saldırırlardı bana şu çileli yolculukta. Fakat ne olursa olsun geri adım atmadım. Zira bu kutsal dava uğruna tam kırk yıl savaştım. İşte, böyle geçen bir ömrü nihayet tamamladım. Şimdi Allah'a gidiyorum, dünyayı geride bıraktım.. Greklerin Hermès'i, Yahudilerin de Lévi' yi. Desteklediği gibi siz de hiç bırakmadınız beni. Çektiğiniz bu sıkıntılar, mutlaka son bulacak. Bu soğuk, ıssız geceye elbet Güneş doğacak. Müminler, asla ümidinizi kesmeyin O'ndan. Zira Kronnega dağlarını aslan yuvası yapan,. Denizleri incilerle, karanlıkları da yıldızlarla. Donatan Allah, elbet sizleri de koymaz darda.. Sonra: "O'na inanıp teslim olun " diye ekledi. İnanmayan, ancak, inkâr da etmeyenlerin yeri. Cennet ile cehennemi ayıran duvarın üzeri. Kararmıştır kalpleri, günah işlemek tek işleri; . Hiç kimse tamamen günahsız değildir belki. Ama çabalayın ki, Allah cezalandırmasın sizi. Namaz kılın, bütün azalarınız değsin yere. Zira o dayanılmaz cehennem ateşi, sadece. O'nun için yere kapanmayan bedenleri yakar. O, kapkaranlık dünyayı, masmavi gökle açar; . Misafiri sevin, dürüst olun, adaletle hükmedin. Yüce katında türlü türlü nimetler var sizin için. Yedi göğü geçmek için altın eğerli atlar,. Ve yıldırımları geride bırakan hızlı arabalar. Huriler, tertemiz, hep ter ü taze ve neşeli. İncilerden yapılmış köşklerde oturur her biri. Cehennem ateş ehlini bekler, vay hallerine! . Ateşten ayakkabıları olacak ve giydiklerinde,. Sıcaklıkları kazan gibi beyinlerini kaynatacak. Cennet ehli ise, pek neşeli ve gururlu olacak.". Biraz durdu, hep ümitli olmalarını öğütledi. Sonra, ağır adımlarla yürümeye devam etti. Ardından: "Ey insanlar! Size sesleniyorum. Vakit saat doldu, ebedi bir âleme gidiyorum. Belki bu sizinle son görüşmemiz, acele edin. Beni tanıyan herkes gelip son kez dinlesin. Bir hatam olduysa, yüzüme söylesin" dedi.. Kalabalık sessizce sağa sola açılıp yol verdi. Gitti ve Ebufleya Kuyusunda sakalını yıkadı. Biri ondan üç drahmi istedi, çıkardı verdi. "Şimdi, mezara bırakmaktan daha iyi" dedi.. Herkesin, bir güvercininki gibi ışıl ışıldı gözleri. Bakıp, kendilerini hep kollayan o yüce insana,. Ağlıyordu halk; evine kadar eşlik ettiler ona. Birçoğu gözünü bile kırpmadan orada bekledi. Bütün geceyi dışarıda taşların üzerinde geçirdi. Ve ertesi sabah, günün ağardığını fark edince. "Ben artık kalkamıyorum, dedi, Ebubekir'e. Kitap'ı alıp yanına, sen kıldıracaksın namazı.". Eşi Aişe de o sırada cemaatin arkasındaydı. Ebubekir okuyor, Muhammed ise dinliyordu. Nihayet, okuduğu ayetleri usulca bitiriyordu. O, dua ve zikrini yaparken herkes ağlıyordu. Ve, Ölüm Meleği çıka geldi akşama doğru. "İçeri girebilir miyim" diye müsaade istedi. "Gelsin" dedi. Dünyaya açtığı o ilk günkü gibi. Yine ışıl ışıl parlıyor ve gülümsüyordu gözleri,. Ve, Melek ona: "Allah seni bekliyor" dedi. Memnuniyetle, dedi. Şakakları şöyle bir titredi. Bir an aralandı dudakları ve ruhunu teslim etti. Bir cam gibi önünde Yüzümü elinle sil, Hohlayarak üstüne. Seyret boş bir sokağa Hüzünle yağışını yağmurun. Sonra kaplasın yavaşça, Ilık buğusu soluğunun Yüzümü baştanbaşa.. Ve bırakıp gittiğinde Bir küçük boşluk kalsın Alnını dayadığın yerde; Bir yalnızlık işareti İşleyen ta içime. Denizin sakladığı bir şey var Sevmek der kimi, Kimi unutulmak.. Peki neden üşütür hep Bu ağustos gecesinde Karanlığın büyüklüğü? . Beni düşünme, dedindi ayrılırken Düşünmüyorum ki Düşüncem sende kalmış. Hadi gülümse bulutlar gitsin İşçiler iyi çalışsın, gülümse Yoksa ben nasıl yenilenirim Belki şehre bir film gelir Bir güzel orman olur yazılarda İklim değişir, Akdeniz olur, gülümse. . Sazlarım vardı, ırmaklarım vardı çok Çakıltaşlarım vardı benim Ama sen başkasın anlıyor musun Tut ki karnım acıktı, anneme küstüm Tüm şehir bana küskün Bir kedim bile yok anlıyor musun . İklim değişir, Akdeniz olur, gülümse. Ne kadar çok elimiz varmış meğer İlkin, senin elinle tutuşan benimki Sonra çocuklarınki Gençlerinki Tekel işçilerininki Sonra, ellerin elleri... Ne kadar çok elimiz oldu, baksana Tutuşa tutuşa Bir orman yangını gibi Ezeli sırları ne sen bilirsin ne de ben Bu muammayı ne sen okuyabilirsin ne de ben Perde ardında sen ben dedikodusu var amma... Perde kalktı mı ne sen kalırsın ne de ben. Ey dünyanın işinden haberi olmayan sen yoksun Dünya esen yel üstüne kuruldu.. Varlığımız iki yokluk arasındadır Çevrendekilerde hiçdir sen de bir hiçsin. Medresede söz vardır tekkede de hal Fakat bu aşk sözden de dışarıdır halden de İster şeriat müftüsü ol ister şehir vaizi Aşk mahkemesine gelindi mi dilsiz kesilir. Bugün zevk etmek elindeyken zevkine bak Yarını düşünmen beyhude bir heves Bir çok kişiden arda kalanlar Sana da kalmayacak sen de göçüp gideceksin... Bir cigligin icinde yakaliyorum seni Kac kez Istanbulsu, Parildayan, isitan, yakan bir alev gibi. Ustunde uzun, pis, yalniz sokaklarin yagmuru.. Odalarin, merhabalarin, gulucuklerin sikintisi Tramvaylarin, vapurlarin sikintisi Yitmis asklarin, yitecek asklarin Ayni vazolarin, ayni ogutlerin, ayni yasaklarin sikintisi. Yakaliyorum, opuyorum, avutuyorum. Karanlik etini kemiriyor, Vaktimiz kisa, Duslerimizi kolluyorlar durmadan Durmadan kovusturuyorlar Mendilimi islatip alnina koydugum Suyundan ictigimiz hayat cesmeyi, Yalniz-geceler boyu uzanan kadini bakirlarda Durmadan horluyorlar Geyigim, saklim benim Bakma arkana, ne olur, aldirma Onulmazligimizdan buyuk yapilar kurduk Horlandikca askimiz, derya. Vaktimiz kisa, Karincalara, ruzgarlara, sulara dokunmak Uyanan topraklari bilmek gerekiyor. Ormanlar gormus dolunayin tilsimini Aglamayi unutmadan Dovusmeyi bilmek Tirnaklarinla tutunmayi bilmek gerekiyor Saagilandigimizi, kollandigimizi bilmek gerekiyor. Kapa tunc, kapilarini gece Soguktan, kirgin, parasiz milyon kisi. Geyigim, saklim benim, Olum dayanmadan kapiya Sev, op, yitir beni Dalgın geceler! El ele geldik yarınızda, Sallandık o şen kızla salıncaklarınızda Hummalı denizlerden esen rüzgarınızda Sallandık o şen kızla salıncaklarınızda.. Ben gün gibi yorgun, o sebular gibi ince, Birdenbire düşdük gibi bir gizli sevince; Gezdik yürüdük yan yana rüzgarlar esince, Sallandık o şen kızla salıncaklarınızda Yatırırken bu sedef kakmalı şimşir beşiğe Neyle kundakladılar Hazret-i Mevlânâ'yı?. Perdelerden taşırıp neyleri çığlık çığlık Neyle kundakladılar Hazret-i Mevlânâ'yı.. Bir, ipekten ve köpükten yaratılmış yumuşak Tüyle kundakladılar Hazret-i Mevlânâ'yı.. Kıyılardan, ovalardan dererek inciyle, Çiyle kundakladılar Hazret-i Mevlânâ'yı.. Gece, mehtâbı elekten geçirip kirpikler Ayla kundakladılar Hazret-i Mevlânâ'yı.. Mesnevî'sinde bir altın lüleden nûr akıtıp Öyle kundakladılar Hazret-i Mevlânâ'yı.. 'Bu yürek durmayacaktır' dediler.. esmâdan 'Hay'la kundakladılar Hazret-i Mevlânâ'yı.. Sakalar doldurarak kırbaların Kevser'den Meyle kundakladılar Hazret-i Mevlânâ'yı.. Ve açıp ağzını Nîsan Tası'nın Besmele'ler Suyla kundakladılar Hazret-i Mevlânâ'yı.. Rûhlardan, kokulardan, durulardan duru bir Şeyle kundakladılar Hazret-i Mevlânâ'yı.. Ulu Tûbâ'ların altında gönüller, eller Böyle kundakladılar Hazret-i Mevlânâ'yı. Kaç nota var Do re mi fa sol la si Onun da üstünde O kadar giysi. Etekliği fa Sütyeni sol Papuçları la Şapkası si. Sevmektedir onları Kendi bedeni gibi. Usul usul giyinir Sabahları evinde İşte do, sonra sonra sırasıyla re mi fa sol la Sonunda da şapkası si. Püsküren bir çiçek gibi Çıkar kapıdan. Gel ki geceleri sahnede Müzik başlamayagörsün Her şey hızlanır birden Açılıp kapanmaya başlar Burun delikleri. Hiç de uzakta olmayan Bir piyano eşliğinde Müthiş bir hışımla Atı atıverir Üstündekileri: Alın size si İşte la sol fa mi re dooo! Sararıp dökülmeden önce kızaran yapraklar ki onlar Şan verdiler ortalığa bütün bir sonbahar. Mevsim dönüp de yeniden yeşermeğe başlayınca rüzgar Çıplaklığında o atın yine onlar koşacaklar O çocuklar O yapraklar O şarabi eşkiyalar. Onlar da olmasa benim gayrı kimim var? -1-. Biz şimdi seninle bitişiğiz sözüm ona Bir vahşi hayvan sesleniyor içimizden Gözlerini avucumda buluyorum aradığımda Sonra dudakların, küçük, öptükçe güzelleşen. Bir mahzun oluşun var kadınca, kadınlarca Bir çağırışın var ellerimi, sevişmeye uzun Ah anlatamam, utanırım, yıllarca, yüzyıllarca Ansızın gitsen bile içimde kalır yokluğun. -2-. İpek çoraplarında gözlerim biraz daha tutkun Bir şeydir o şeyler, bir şeydir görüyorum Kaçmaya alışkın ayakların öyle yorgun Bak sen, tutup önce dizlerinden öpüyorum. Sana sen diyeceğim, sizlerden usandım Ellerin ellerin diyeceğim sıcacık Eskiden bir sevgilim vardı, onu hatırladım Her öpüşmemizde biraz daha ölürdük. -3-. Sözü mü olur yanında güzelliğin, taptazeliğin Baş döndüren bir çiçektir tenin pembesi, ak Kollarında, elbet bir şarkıyım söylediğin Elleri kelepçeli mahkum, ayakları prangalı, tutsak. Seninle birçok evlerde, birçok odalarda Çoğalıp küplerce, karelerce birçok olmuşuz Biz hep o yerlerde, oralarda, oralarda Soyunup tüm korkulardan sevişmeye durmuşuz Açıklara çıkalım boğulmamak için Günün kuytu yerleri şimdi harap İçimizde bir ezgi inceden inceye Bizi kendimize bağlarken akşam olur Karanlığı gümüş rengine boyar mehtap. Oturup uzun uzun konuşsaydık Sevişmek nasıl olsa gene olur iyi kötü Bir ıhlamur sıcaklığı yayılırken odamıza Her şeyi ince ince düşünseydik Ölümü kırgınlığı inceliği en başta Bütün eksiklerimize gülüp geçerek. Belki de boşa geçti onca zaman Bu da bir tür geçip gitme duygusudur Ne güzel olurdu yeniden başlasak Ne yapsan en başa dönülemiyor Ne yapıp yapıp dalı unutmalı Rüzgârla yere düşen sarı yaprak Sofi müselles der içer şarabı, Gelir nısfet ile nasahat verir, Sim gibi aguşa çeker dilberi, Sorsan eğer başka bir suret verir. . Bazı dervişler var tarikte seyyah, Sorsan tarikatten değildir agah, Bir destur öğrenmiş bir de eyvallah, Yoktan mürîdana bir himmet verir. . Sofi senin fendin bana yalandır. Suretperest olmak dîne ziyandır, Bilmezsin içtiğin peymane kandır, Ayine-i kalbe kudüret verir. . Emrah hevadan geç istersen cemal, Terk-i heva ile kesb olur kemal, Bu dil bu güftügü bu bî-hude kal, İki alemde de nedamet verir. Bu gece en hüzünlü şiirleri yazabilirim. Şöyle diyebilirim: "Gece yıldızlardaydı Ve yıldızlar, maviydi, uzaklarda üşürler". Gökte gece yelinin söylediği türküler. Bu gece en hüzünlü şiirleri yazabilirim Hem sevdim, hem sevildim, ya da o böyle söyler. Bu gece gibi miydi kucağıma aldığım Öptüm onu öptüm de üstümde sonsuz gökler. Hem sevdim, hem sevildim, ya da ben böyle derim Sevmeden durulmayan iri, durgun bakışlı gözler. Bu gece en hüzünlü şiirleri yazabilirim Duymak yitirdiğimi, ah daha neler neler. Geceyi duymak, onsuz daha ulu geceyi Çimenlere düşen çiy yazdığım bu dizeler. Sevgim onu alakoymaya yetmediyse ne çıkar Ve o benimle değil, yıldızlıdır geceler. Yürek zor katlanıyor onu yitirmelere Uzaklarda birinin söylediği türküler. Bakışlarım kovalar onu tellim her yerde Bakışlar sanki onu bana getirecekler. Böyle gecelerdeydi ağaçlar beyaz olur Artık ne ben öyleyim ne de eski geceler. Sesim arar rüzgârı ona ulaşmak için Şimdi sevmiyorum ya, eskidendi sevmeler. Şimdi kimbilir kimin benim olduğu gibi Sesi, aydınlık teni, sonsuz uzayan gözler. Sevmiyorum doğrudur, yürek bu hâlâ sever Sevmek kısa sürdüyse unutmak uzun sürer. Bu gece gibi miydi kollarıma almıştım Yüreğimde bir burgu ah onu yitirmeler. Budur bana verdiği acıların en sonu Sondur bu onun için yazacağım dizeler. Çeviri: Hilmi YAVUZ Yorgunluktan başım düşüyor Gökte kanadı ayrıç ayrıç bir kırlangıç Dere gibi geçiyor içerimden Ekmek kurumuş Zeytin çekmiş yağını Yürüdüm yutkuna yutkuna Toza belendi miğdem Gözlerim soldu Armuda vardım yüksek Bostana vardım ellerin Köy hayat gibi ırak Dönendim durdum Bir dost bulamadım Gün akşam oldu. Taze yavrum kan kusuyor Dışarda eli kırbaçlı bir rüzgar Hançer gibi geçiyor yüreğimden Tezek tükenmiş Oda çekilmiş sıcağını Düşündüm tütünü sara sara Ağuyla dağlandı ciğerim Yüzümün rengi durdu Avrada baktım ağlıyor Komşuya vardım susuyor Kasaba devlet gibi ırak Yol kapalı Kalktım oturdum Bir dost bulamadım Gün akşam oldu. Amerikan buğdayı bereketli olmuyor Ötede bizim buğdaydan sapsarı bir ırmak Güneş gibi geçiyor düşlerimden Öküzler zayıflamış Toprak çekmiş elini Eridim hilal oldum Sele karşı terim Gücüm dondu Tüccara vardım ürkek Yakın köye vardım bakmıyor Geçim bir kanlı tuzak Sordum sordurdum Bir dost bulamadım Gün akşam oldu. Şehre inince keyfim kaçıyor Her yerde yüzüme çarpan bir tokat Eski bir kin gibi geçiyor gözüm önünden Kapılar kapanmış Hükümet çekmiş ayağını Bekledim köle oldum Yere yapıştı dizlerim Umuduma set kondu Valiye vardım ödlek Başkana vardım gülüyor Belki çıkar diye evrak Sustum oturdum Bir dost bulamadım Gün akşam oldu. Tanrı beni ilkbaşta sana kul yaptı, sonra Keyfine el koymayı kurmamı yasak etti. Ya da özlem duymamı hesaplı zamanlara; Kölenim ya, boş vaktin olsun diye bekletti. Ah, bırak katlanayım, el pençe divan: değer, Senin özgürlüğünün tutuklu yokluğuna; Her mihnete sabreder, her azara baş eğer, İncittin diye hiç suç yüklemez bile sana. Sen nerde olursan ol, yetkin, güçlü, özgürsün; Hâkimsin dilediğin gibi kendi vaktine: Canın neyi isterse varsın o keyif sürsün, Kendine suç işlersen kendin bağışla yine. Beklemek cehennemdir, ama beklerim seni, İyi kötü demeden, suçlamadan keyfini. Kim senin yasanı çiğnemedi ki söyle? Günahsız bir ömrün tadı ne ki söyle Yaptığım kötülüğü kötülükle ödetirsen sen sen ile ben arasında ne fark kalır ki söyle Gözlerim kapalı, bir sonbahar akşamında Sıcak göğsünün kokusunu içime çeker Dalarım, gözlerimden mesut kıyılar geçer Hep aynı günün ateşi vurur sularına . Sonra birden görünür, baygın, tembel bir ada Garip ağaçlar, hoş meyveler verir tabiat Erkeklerin biçimli vücutlarında sıhhat Ve bir safiyet kadınların bakışlarında . O güzel iklimlere sürükler beni kokun Bir liman görürüm, yelkenle, direkle dolu Tekneler, son seferin meşakkatiyle yorgun . Burnuma kadar gelen hava kokular taşır Yemyeşil demirhidilerden gelen bu koku İçimde gemici şarkılarına karışır . Çeviri: Orhan Veli Kanık Seyyah olup şu alemi gezerim Bir dost bulamadım gün akşam oldu Kendi efkarıma okur yazarım Bir dost bulamadım gün akşam oldu. Bilmem amelimden yoksa özümden Ah ettikçe kan yaş gelir gözümden İki elim kalkmaz oldu dizimden Bir dost bulamadım gün akşam oldu. Kul Himmet üstadım ummana daldım Gelenden geçenden haberin aldım Mecnun olup geyip dolandım Bir dost buldum ama tez akşam oldu bağırma sesinin ardında yüzün huzursuz bir tabanca gibi duruyor bağırma kendimi kötü kurulmuş bir cümle sanıyorum bağırma hangi aşk kendi fırtınasına dayanabilir bilmiyorum bağırma çürük bir yalan oluyor bütün ömrüm bağırma gece yüklü bir kamyon aklımı solluyor bağırma gece yüklü bir kamyonu solluyorum bağırma komşular duyacak diyorum bağırma şeklimi kaybediyorum bağırma ke-kemeleşiyorum bağırma utanıyorum ağırma garsonların bile ciddiye almadığı sesimi bağırma usul usul sesimi kesiyorum bağırma soğuktan ve korkudan bağırma bir çükün çekilebileceği en son yere çekiliyorum bağırma bir bardak su istedim akdeniz değil bağırma sevgili bağırma gidiyorum Ah elinden zülf-i kemendim benim Müjen urdu sinem yaralandı gel Güzel başın içün ağlatma beni Dilber gam başımdan aralandı gel . Gamdan hasar oldu mekanım yurdum İşidüp avazım dinlemez virdim Bir değil beş değil on değil derdim Yaralar baş verdi sıralandı gel . Aceb gafil midir gelür mü Leyla Bu gam bu kasavet kalur mu böyle Çok tuz ekmek yedik gel helal eyle Bu garibin gönlü zarelendi gel . Gevheri yar gelür haftada ayda Sevüp ayrılması vermeyor fayda Başım yastıktadır gözlerim yolda Gözümün beyazı karalandı gel Evde oturmaya o kadar alıştı ki millet Sokağa çıkma yasağı yasaklandı o kızı nerede nasıl görsem aklımı başımdan alır ağzı saçları şıra köpüğü desem kaşları bıçak izi kırmızı . yakut pulları mı? bu ne görkem kanlı gözbebeklerindeki yazı beni nasıl büyüledi bilmem kirpikleri örümcek kırmızı . kızıl demirden bir ünlem salınması yangın yalnızı korkmasam öpmeye eğilsem dişleri elektrik kırmızı . çarpılmışım başım sersem sevdim jilet yiyen kızı göğsündeki kumrulara değsem gagaları zehirli kırmızı . gece gündüz tek düşüncem kasıklarımdaki ince sızı artık kimseyle sevişemem anladım sevişmek kırmızı . jilet yiyen kız merih'li gecem birlikte bulacağız belâmızı sonumuz kuşkusuz cehennem kırmızı kırmızı kırmızı Yok coğrafyalarda bu Bağdat Bin geceden bir kent Bunca acıyı nereye sakladılar Anlatmaz, çekerler kendilerini Dalgın susarlar.. Bir gezide uğranılan yerlerden Çok kısa bir selam atılan kart - - Yalnızlık yaslanmak geçmişe Bir eşin, bir çocuğun olduğu Zamanları yaşadılar. Çağrışır bülbüller gelmiyor bağban Hoyrat dost bağından gül aldı gitti Yüz bin mihnet çektim bir bağ bezettim Yari ben besledim el aldı gitti . Nice mihnet çektim bin daha gerek Hayli ômür ister bir daha görek Nazlı yarim aldı o kanlı felek Aktı gözüm yaşı sel oldu gitti. . Nazlı yardan kem haberler geliyor Dostlarım ağlıyor düşmanlar gülüyor Dediler ki sefil Emrah ölüyor Kimi kazma kürek bel aldı gitti Belki şimdi sana son Sözlerimi yazmadan Gözlerim kapanacak Belki var daha beş on Dakikalık bir zaman. Anne, için yanacak Mektubum okunurken. Lakin ölümün eli Alnıma dokunurken Beliren bir emeli Çok görme bana sakın. Ben tanrıya en yakın Bir yola sapıyorum. Milletimin uğrunda Türbemi yapıyorum. Düşündüm huzurunda Edebi bir akşamın. Düşündüm ki babamın Dizi dibinde geçen Yirmi iki seneden Elimizde kalan ne? Sorarım sana anne! Madem ki gün gelecek, Herkes aynı meleğin Önünde eğilecek. Niçin o güne değin Çan sesleri duyayım? Bugün de bir yarın da! Bırakın uyuyayım İzmir kapılarında. Anne, elveda artık! Şu iki üç asırlık Gecenin gündüzünü Görmeden gidiyorum. Ne beis var diyorum O günün seherinde Senin ince yüzünü Görüyor gibiyim ya!.. Ey genç gecelerinde Beşiğimi bekleyen, Ediyorum emanet Seni Anadolu’ya.. Sütünden ekmeğinden, Ne verdinse helal et. Söyle Hacer’e o da Hakkını helal etsin. Gönülcüğü dilerse Başka birine gitsin! Ben ermeden murada Ecel kırdı kolumu Artık beyhude yere Beklemesin yolumu.. O ne anne, o güzel, Gözlerinden akan ne? Geri dönmedim diye Ağlıyor musun anne? Ürperir tabiat, üfleyince rüzgârı derin gök soluğu Ulu ses dokununca çarka Düşer ölümün gölgesi eşyaya.. Başlar eşyada hareket kurtulmak için kendinden Daha öteye geçmek için arınmak gibi elbiseden Yakalar ölümsüzlüğün sonsuz ipini Sonra ses olur Zamanın idrak incisi ses döner, döner, döner de Yönelir sebebe Sebeb ey! . Sesi damarla çizer Mutlak sözü damarda kanla çizer Uzar bir göz ağrısının gecesi uçsuz bir nehir gibi Bir bebeğin ilk hecesi düşer ağzından ansızın ve bulur Sonra toprak sıkışır sıkışır taşar da renk olur tarla da Günesin çarpılmış elçisi Van Gogh´la gelir önümüze Portakalla yayılır karanfilde tutuşur karar kılar denizde Renk denizde karar kılan ebedi tarla olur. Renk başkaldırırken helezonlar çizerken ses Som fatih su fetheder tabiatı Döner döner döğünür eritir dağları yobaz kayaları Daha der sığmaz kabına yönelir göğe teslim olur Ve düşerken toprağa çağırır Sebeb ey! . Her sabah bütün bitkiler iştahlı bir çocuktur Emer, emer, emer toprak anayı O sultan hazinesi o hep veren sonsuz cömert anayı Yeşil hayat, kırmızı hareket, sarı sabır emer Ve beyaz iman çizer sesini Tamamlar kavisini. Sebeb ey! Sen sık sık gülen gülerkende Sevecen bir akdeniz çizgisini Sol yanına ağzının İliştiren çocuk özenle Yabana mı atıyorum yani seni Yabana mı atıyorum saat altı buçukları Çocuk ve Allah'ın en eski baskısını Değil, değil bunların biri Gözlerimin gemileri kuş istiyor Açılıp kapandıkça sevdam Kapanıp açılıyor bir mavi Şahmaran süt istiyor kefeninde Üç aylık ölmüş çocukların Kerem ile Arzu geliyor Aslı ile Kamber Ay kana kana batıyor. Ay kana kana batıyor Eşkiyalar gecenin yangınını izliyorlar uzakta Kargapazarı dağlarını dolanan yaşlı ve öfkeli bir otobüsteyim Jandarma daima nesirde kalacaktır Eşkiyalar silahlarını çapraz astıkça türkülerine Ve bu dağlar böyle eşkiya güzelliği taşıdıkça Patronun karısını zimmetine geçirip Amasya'dan Kars'a kaçmakta olan sayman yardımcısıyla Alevilikten konuşuyoruz uzun süre Yanımdaki hep bir gazetede Marilyn Monroe'nun resimlerine bakıyor Mariyln Monroe öldü diyorum ona Ölümü siyah bir kakül gibi alnına düşürmesini bildi Şimdiyse cennette Nietzsche'nin metresi olması gerekir Bunları diyorum daha ne varsa diyorum İşte hiçbir sebep olmadığını sevişmemeye İşte çocukluğumdan beri içimde bir önsezi olduğunu Bunun bir gün birine rastlamak gibi bir şey olduğunu Belki de bir günler bunun için Aydın'da bulunduğumu Zaten nedense hep bir şehirden bir şehre yolcu olduğumu İşte eflatun kakalı çocuklar olduğunu Kütahya'da Ankara'da dokunak Yozgat'ta becerik olduğunu Van'da güreşçi develer gibi süslediklerini kamyonları İstanbul'da minarelerin lirik olduğunu köprülerinse dialektik Acemi bir bulut bozuyor görüntüyü eski bir şarkı gibi Bu şarkıyı ne zaman duysam aklıma Sinirli bir elin uysal bir bardağa Çok yukardan döktüğü bir içki gelir Sonsuz ve olağanüstü bir bira Köpüklene köpüklene biçimlendirir Soyunarak ağlayan bir kadını Acı bilincinde sonrasızlığın Ama bırakalım bırakalım bunları Yoldan piyade erleri geçiyor tahta bavullarıyla ve büyük yakalarıyla Ve faytoncular görüyorum Yere basışlarındaki ağırlığı azaltmak için Tanrısal bıyıklarıyla durumlarını paraşütlendiren. Kars'tayım bu ne biçim Kars bir kenarda Pekala yalçınlık iddiasında bulunabilecek bir tepenin üstünde Kars kalesi yükseliyor Gökyüzünü Ankara kalesine göre daha soyut ve daha elverişli bir şekilde Hırpalayan bu kale de olmasa N'olacak bakalım hırpalayan bu kale de olmasa Kuşkusuz artacak yalnızlığım sevgili çocuk Biliyorsun ben hangi şehirdeysem Yalnızlığın başkenti orası. Bir de yine sevgili çocuk Biliyorsun kişi tutkularıyla Yalnızlığını adlandırıyor o kadar. Arkada bir su devrile devrile akıyor Rastgele bir ağaca soruyorum Bir şey var sanki onu soruyorum Değil orda diyor belki biraz daha ilerde Tanrı meleğini ağırlamaya çalışan Ataerkil bir aile gözümü alıyor. Dedelerin yüzlerinde erozyon Silip götürmüş bütün evetleri. Annelerinse ağızlarında hiyeroglif Babalarınsa ağustoslar atasözleri. Amcalarınsa avdan boş dönüyor elleri Teyzelerse elleriyle yargılıyor gök güzelliğini. Ablalarınsa boyunları soru işareti Ağabeylerse utançlarından emrah. Sıralanmışlar su boylarına Bıçakla soyuyorlar kelimeleri. Ya suya giden küçük kızlar Onlar Tıpkı o kuşlar gibi Uçan daha bir süre Sonra da vurulduktan. Bir mezarın doğurduğu iştahlı bir çocuktur Anadolu şiiri. Ey şiir arayıcısı ey esrik kişi Şu son dönemecini de aşınca gecenin Doğacak gün artık gündüze ilişkin değil Bu ağartı ancak yürekle karşılanabilir Bütün iş orda işte, ordan usturuplu geçmesini bil Tutsaksan ellerin sıvışır gider zincirlerinden Ve balyozla vursalar mısralarına Soylu bir demir sesi yükselir Soylu büyük ve mavi bir demir sesi. Ellerim gece yatısına çağrılmış Ve Telaşsız görünmeye çalışan bir Kafka gibi. Yüzüm giyotine abone I Gerçekten, karanlık günlerde yaşıyorum! Doğru söz delilik. Düz alın Kanıtı vurdumduymazın. Gülen ki Korkunç haberi Henüz almamış.. Ne günlere kaldık, ki Neredeyse suçtur ağaç üzerine bir konuşma İçerir çünkü susmayı bunca kötülük üstüne! Orda ağırdan caddeyi geçen Erişilmez mi dara düşen Arkadaşları için? . Doğrudur: geçimimi sağlıyorum daha Ama inanın: bu bir rastlantı yalnız. Yaptığım Hiçbir iş doyma hakkını vermiyor bana. Rasgele korunmuşum. (Talihim dönüverse. Yokum.). Bana diyorlar: ye iç! Bak keyfine! Nasıl yer içerim, kaparsam Yiyeceğimi bir açın elinden ve Bardaktaki suyum bir susuzda yoksa? Ve yiyip içiyorum gene de.. İsterdim bilge olmak. Eski kitaplarda yazılı nedir bilge Kavga dışı kalmak dünyada ve kısa yaşamını Korkusuz geçirmek Zora başvurmadan edebilmek Kötülüğe iyilikle karşılık vermek. İsteklerine ermeyip, unutmak İşi bilgenin. Yapamam bütün bunları: Gerçekten, karanlık günlerde yaşıyorum! . II Şehre geldim bozuk düzen günlerde Açıklık sürerken. İnsan arasına karıştım ayaklanmada Ve onlarla birlikte öfkelendim. Böyle geçti zamanım Yeryüzünde.. Yemeğimi yedim iki savaş arası Katillerin arasında yattım Sevgiye saygısız Ve doğaya sabırsız baktım. Böyle geçti zamanım Yeryüzünde. Her yol batağa çıkardı benim zamanımda. Dilim durmaz ele verirdi beni. Elimden gelen azdı. Ama hükmedenler Daha rahat olurdu bensiz, buydu umudum. Böyle geçti zamanım Yeryüzünde.. Gücüm azdı. Hedef Uzak mı uzak. Apaçık belliydi, benim ulaşmam Mümkün değildiyse de. Böyle geçti zamanım Yeryüzünde.. III Siz, siz ki çıkacaksınız Battığımız tufandan Düşünün Eksiklerimizden söz ederken Karanlık çağı da Sizin kurtulduğunuz. Gittiydik, ayakkabıdan çok ülke değiştirip Sınıf savaşları arasından, umarsız Yalnız haksızlık var da baş kaldırma yoktuysa.. Biliyoruz oysa: Alçaklıktan nefret bile Çarpıtır çizgileri Haksızlığa öfke bile Kısar sesi. Ah, biz Hazırlamak isterken dostluk yolunu Dost olamadık kendimiz.. Siz ama, o gün gelince İnsanın insana el uzattığı Anın bizi Hoşgörüyle.. ... O gün mavi eylül ayında Sessiz körpe bir erik ağacı altında Tuttum onu, sessiz beyaz aşkı Kolumda kutsal bir düş gibi. Ve üstümüzde güzel yaz göğünde Bir bulut vardı, çoktan gördüğüm Çok beyazdı ve çok yukarılarda Ve başımı kaldırıp baktığımda, değildi orda.. O günden beri birçok, birçok aylar Geçti sessiz aşağı kaydılar Yok oldu o bütün erik ağaçları Ve bana sorarsan aşk n'oldu diye Sana derim ki: hatırlayamıyorum Ama gene de, inan ki, biliyorum ne demek istediğini. Ama gene de gerçekten hatırlamıyorum onun yüzünü. Yalnız: o zamanlar öpmüştüm onu, biliyorum.. Ve bu öpücüğü de çoktan unutmuş olurdum O bulut olmasaydı orada Onu bugün de hatırlıyorum ve hep hatırlayacağım Çok beyazdı ve yukarılardan geliyordu Erik ağaçları belki çiçek açıyordur gene de Ve o kadının belki de şimdi yedi çocuğu olmuştur Ama o bulut yalnız birkaç dakika için açtı Ve yukarı baktığımda, rüzgârda kayboluyordu bile. Eşdeğeriyle yanyana yürürken Cehennem sokağında birey olmak, Ve en inceldikten sonra İlkel sözcüklerle konuşmak seninle.. Saat beş nalburları pencerelerden Madeni paralar gösteriyorlar, Yalnızlığı soruyorlar, yalnızlık, Bir ovanın düz oluşu gibi bir şey.. Hiçbir şeyim yok akıp giden sokaktan başka Keşke yalnız bunun için sevseydim seni. Duru bir suyun dibindeki renkli çakıltaşları Nasıl taşarlarsa oynak renkleriyle biçimlerinden, Esneterek cansız ve katı sınırlarını; Tıpkı o çakıllar gibi taşırıyor benim de sesim, Dilimdeki sözcükleri kalıplarından dışarı. Acıyla, hüzünle ve umutsuzlukla Çoğaltarak gün be gün bilinmedik bir aşkı. 1 Ne söyledimse bulutlar için söyledim Deniz ağacı için söyledim sana Her dalga için kuşlar için yapraklarda Çakıltaşları için gürültünün Tanıdık eller için Yüzler ya da görünüm olan göz Ve ona göğünün rengini veren uyku için İçilmiş bütün gece için Parmaklıkları için yolların Açık pencere için açığa çıkarılmış bir alın için Düşüncelerin için söyledim sözlerin için Sürüp gidiyor her okşayış her güven.. 2 Yalnızsın ve otlarını dinliyorum gülüşünün Sen bu seni kaldıran başın Ve yukarısından ölüm tehlikelerinin Koyaklarda yağmurun puslu küreleri altında Ağır aydınlığın altında yerin göğü altında Doğuruyorsun düşüşü.. Kuşların yok artık elverişli bir sığınağı Ne tembellik ne yorgunluk Ormanların kırılgan derelerin anısı Heves sabahında Göze görünebilen okşamalar sabahında Yokluğun büyük sabahında düşüş Yolunu şaşırıyor gözlerinin kayıkları Danteli içinde yitip yok oluşların Örtülmüştür uçurum başkalarına sönmemek için Gecenin hakkı değil yarattığın gölgeler.. 3 Seviyorum seni tan bütün gece ben damarlarda Bütün gece sana baktm Bulmam gerekiyor herşeyi güvenim var karanlıklara Onlar veriyor bana Seni sarıp sarmalama gücünü Seni kışkırtma gücünü yaşama isteği Kımıldamazlığımın bağrında Seni açığa çıkarıp Seni salıverip yitirme gücünü Görünmez alev gündüzde.. Sen gittin mi açılıyor kapı gündüze Sen gittin mi açılıyor kapı üstümüze. Aşkı konuşmak için dudaklarımı kutsanmış ateşle temizledim, ama hiçbir sözcük bulamadım. Aşktan haberdar olduğumda sözler cılız bir hıçkırığa dönüştü, yüreğimdeki şarkı derin bir sessizliğe gömüldü. Ey bana gizlerinin ve mucizelerinin varlığına inandığım Aşk 'ı soran sizler, Aşk peçesiyle beni kuşattığından beri ben size aşkın gidişini ve değerini sormaya geliyorum. Sorularımı kim yanıtlayabilir? Sorularım kendi içimdeki için; kendi kendime cevaplamak istiyorum. İçinizden kim içimdeki benliği bana ve ruhumu ruhuma açıklayabilir? Aşk adına söyleyin, yüreğimde yanan, gücümü tüketen ve isteklerimi yok eden bu ateş nedir? Ruhumu kavrayan bu yumuşak ve kaba gizli eller nedir; yüreğimi kaplayan bu acı sevinç ve tatlı keder şarabı nedir? Baktığım bu görünmeyen, merak ettiğim açıklanamayan, hissettiğim hissedilemeyen şey nedir? Hıçkırıklarımda kahkahanın yankısından daha güzel, sevinçten daha mutluluk verici bir keder var. Neden kendimi beni öldüren ve sonra şafak sökene kadar tekrar dirilten, hücremi ışığa boğan bu bilinmeyen güce veriyorum? Uyanıklık hayaletleri kurumuş gözkapaklarımın üstünde titreşiyor ve taştan yatağımın etrafında düş gölgeleri uçuşuyor. Aşk diye seslendiğimiz şey nedir? Söyleyin bana, bütün anlayışlara sızan ve çağlarda gizli olan o sır nedir? Başlangıçta olan ve herşeyle sonuçlanan bu anlayış nedir? Yaşam 'dan ve Ölüm 'den, Yaşam 'dan daha acayip, Ölüm 'den daha derin bir düş oluşturan bu uyanıklık nedir? Söyleyin bana dostlar, içinizde Yaşam 'ın parmakları ruhuna dokunduğunda Yaşam uykusundan uyanmayan biri var mı? Yüreğinin sevdiğinin çağrısıyla babasından ve annesinden vazgeçmeyecek kimse var mı? İçinizden kim ruhunun seçtiği kişiyi bulmak için uzak denizlere açılmaz, çölleri aşmaz, dağların doruğuna tırmanmaz? Hangi gencin yüreği tatlı nefesli, güzel sesi ve büyülü dokunuşlu elleriyle ruhunu kendinden geçiren kızın peşinden dünyanın sonuna gitmez? Hangi varlık dualarını bir yakarış ve bağış olarak dinleyen bir Tanrı 'nın önünde yüreğini tütsü diye yakmaz? Dün kapısından geçenlere Aşk'ın sırları ve değeri sorulan tapınağın girişinde durmuştum. Ve önümden çok zayıflamış, yüzü hüzünlü yaşlı bir adam iç çekerek geçti ve şöyle dedi: 'Aşk bize ilk insandan beri bağışlanmış bir güçsüzlüktür.' Yiğit bir genç karşılık verdi: 'Aşk bugünümüzü geçmişe ve geleceğe bağlar.' Ardından kederli yüzlü bir kadın hıçkırarak şöyle dedi: 'Aşk cehennem mağaralarında sürünen kara engereklerin ölümcül zehiridir. Zehir çiy gibi taze görünür, susuz ruhlar aceleyle içer onu; ama bir kere zehirlenince hastalanır ve yavaş yavaş ölürler.' Sonra gül yanaklı bir kız gülümseyerek dedi ki: 'Aşk Şafak 'ın kızları tarafından sunulan ve güçlü ruhlara güç katıp onları yıldızlara çıkaran bir şaraptır.' Ardından çatık kaşlı, kara giysili, sakallı bir adam geldi: 'Aşk gençlikte başlayıp biten kör cahilliktir.' Bir başkası gülümseyerek açıkladı: 'Aşk insanın tanrıları mümkün olduğunca fazla görmesini sağlayan kutsal bir bilgidir.' Sonra yolunu asasıyla bulan kör bir adam konuştu: 'Aşk ruhlardan varlığın sırlarını gizleyen kör edici bir sistir; yürek tepeler arasında sadece titreşen arzu hayaletlerini görür ve sessiz vadilerin çığlıklarının yankılarını duyar.' Çalgısını çalan genç bir adam şarkı söyledi: 'Aşk ruhun çekirdeğindeki yangından saçılan ve dünyayı aydınlatan bir ışıktır. Yaşam 'ı bir uyanışla diğeri arasındaki güzel bir düş olarak görmemizi sağlar.' Ve paçavraya dönmüş ayaklarının üzerinde sürüklenen güçsüz düşmüş çok yaşlı bir adam titrek bir sesle şunları söyledi: 'Aşk mezarın sessizliğinde bedenin dinlenmesi, Sonsuzluk 'un derinliklerinde ruhun huzura ermesidir.' Ve onun ardından gelen beş yaşındaki bir çocuk gülerek dedi ki: 'Aşk annemle babamdır, onlardan başka kimse bilmez aşkı.' Ve böylece Aşk'ı tarif eden herkes kendi umutlarını ve korkularını bıraktı önüme sır olarak. O anda tapınağın içinden gelen bir ses duydum: 'Yaşam iki yarıya ayrılmıştır: biri donar, biri yanar; yanan yarı, Aşk 'tır.' Bunun üzerine tapınağa girdim, sevinçle diz çökerek dua ettim: 'Tanrım, beni yanan alevin besleyicisi yap... Tanrım beni kutsal ateşine at...' Gafil olman hey erenler Gelen Murtaza Ali'dir Yezid'e batın kılıcın Çalan Murtaza Ali'dir. Alçağa tutmuş yüzünü Hakk'a bağlamış özünü Kırklar ile bir üzümü Yiyen Murtaza Ali'dir. Turnaya vermiş sesini Aşıklar tutsun yasını Hem önünce devesini Yeden Murtaza Ali'dir. Ali'dir Allah'ın dostu Hü dedi Zülfikar kesti Selman'a sünbüllü desti Veren Murtaza Ali'dir. Gülün bağlar deste deste Bağlar da gönderir dosta Mihmandan bir dolu iste Sunan Murtaza Ali'dir. Derildi çıktı havaya İndi döşendi ovaya Güvercin donda kayaya Konan Murtaza Ali'dir. Gülün bağlar baka baka Bağlar da gönderir Hakk'a Ejderhayı iki şakka Bölen Murtaza Ali'dir. Dost bağında kızıl alma Gül rengi sararıp solma Pir Sultan'ım gafil olma Gelen Murtaza Ali'dir Neyi yaşıyoruz şu anda Nelerle sığmıyoruz dünyaya Aşktan Öfkeye geçiriyoruz birdenbire Sevinçten üzüntülere Durgunluktan coşkulara koşuyoruz Coşkulardan Mutsuzluğa gömülüyoruz sessizce Ve yaşıyoruz böylece her yılı Koskoca bitmez bir saniyede. Bu çelişkili yürüyüşler içinde Bizden ne kalır ki geriye Bir ölenle ölebilmek Bir gülenle gülebilmek Mutluluğuna sevinmek insanlığın Kan ağlamak ölümlerine Ve Afrika'lı kapkara bir acıyı Duyabilmek bembeyaz yüreğimizde Evler büyük dedikçe büyük Ben insanların en garibi Uzağı ilk defa kavradım Görür yahut dokunur gibi. Eski bir saçakta kuşlarla Yele yağmura karşı oturdum İç içe daireler çiziyor İçine adını yazıyorum. Gün uzun türküsünü bitirdi Karlı dallara yürüdü karanlık Yalnızlık çekilmez bu vakit Delirdi denizde yosun çayda balık Gel artık ağzımda mavi bir ıslık omuz başımda yıldızlar sırtımda kurşun yanıkları gültepe sokaklarını adımlıyorum derelerden caddeye uzanan yoksul işçi sokaklarını. gözü yaşlı anaların ellerini öperim sabah çaylarını demlerim işçilerin genç kızlar sevda şiirleri ister gerçi sokaklar suskun sokaklar kelepçeli ama gece tepeleme yıldızla dolu mavilerim çocukların düşlerini. bir ev var köşe başında boyasız iki canı eksik iki dalı kırık her gece özenle iki yatak serilir bahar serinliği anamın elinde yumuşacık nöbetleşe yatar bizimkiler gece boyu şefkat beklenir. parayla alınmazları satarım yoksul sokakların çerçisiyim ben heybem kavga nakışlı umut dolu bütün yasakların üstünü çizerim koşarak gelir çocuklar tamamlanır yarım kalmış yazılar. biter elbet bu firari gezintiler kırık kapılı evinde gültepe`nin bir bebek ağlar babası yitik ağzımda ıslık dönerim metris damına ağlama bebeğim türkülü sabah bırakırım kapına Yağmur yağardı biz ağlaşırdık Kaldırımlar boyunca Bir hüzün vardı sanki aramızda Susardık ay batınca. Birden yüzün solardı Birden gözün dolardı Birden bırakarak ellerimi Uzun uzun ağlardın. Yalan bu sevdalar Yalan bu gözyaşları Yalan bu ayrılıklar yalan Solan bir çiçekten Kırılan bir yürekten Başka ne var elde kalan. Yıllar uzardı mahzunlaşırdık Hasretin kollarında Yollar tozardı kavuşamazdık Dağların yangınında. Birden rüzgar eserdi Birden efkar basardı Birden sarsılarak bir dağ gibi Fırtınalar Koparırdı Muslumanlik sizi gayet siki, gayet saglam, Baglamak lazim iken, anlamadim, anliyamam, . Ayrilik hissi nasil girdi sizin beyninize? Fikr-i kavmiyyeti seytan mi sokan zihninize? . Birbirinden muteferrik bu kadar akvami, Ayni milliyetin atlinda tutan islam'i, . Temelinden yikacak zelzele, kavmiyettir. Bunu bir lahza unutmak ebedi haybettir.... Arnavutlukla, Araplikla bu millet yurumez.. Son siyasetse bu! Hic boyle siyaset yurumez! . Sizi bir aile efradi yaratmis Yaradan; Kaldirin ayrilik esbabini artik aradan.. Siz bu davada iken yoksa, iyazen-billah, Ecnebiler olacak sahibi mulkun nagah.. Diye dursun atalar: 'Kal'a icinden alinir.' Yok ki hicbir isiden... Millet-i merhume sagir! . Bir degil mahvedilen devlet-i islamiyye... Girdiler ayni siyasetle butun makbereye.. Girmeden tefrika bir millete, dusman giremez; Toplu vurdukca yurekler, onu top sindiremez.. Birakin eski hukumetleri meydandakiler Yetisir, soyle bakip ibret alan varsa eger.. iste Fas, iste Tunus, iste Cezayir, gitti! iste irak'i da taksim ediyorlar simdi. 30 Muharrem 1331 27 Kanunuevvel 1328 1913 Yıllardır ki bir kılıcım kapalı kında, Kimsesizlik dört yanımda bir duvar gibi; Muzdaribim bu duvarın dış tarafında, Şefkatine inandığım biri var gibi. . Sanıyorum saçlarımı okşuyor bir el, Kıpırdamak istemiyor göz kapaklarım; Yan odadan bir ince ses diyor gibi gel! Ve hakikat bırakıyor hülyamı yarım. . Gözlerimde parıltısı bakır bir tasın, Kulaklarım komşuların ayak sesinde; Varsın yine bir yudum su veren olmasın, Baş ucumda biri bana 'su yok' desin de! Gönül ne yatarsın gaflet içinde Doğdu seher vaktı kalk hacet dile Özünü zulümden kurtaram dersen Doğdu seher vaktı kalk hacet dile. Evliyalar enbiyalar varisi Kalkar hacet diler gece yarısı Çığrışır ötüşür arşın horozu Doğdu seher vaktı kalk hacet dile. Evliyalar enbiyalar bilüşür Müezzinler Allah Allah çığrışur Gökte aziz melaikler seğrişür Doğdu seher vaktı kalk hacet dile. Allah'ım cömertsin cömert ganisin Halil gelsin hulle donu biçilsin Rabbim uyumazken sen ne uyursun Doğdu seher vaktı kalk hacet dile. Pir Sultan'ım sevdiğine ağlasın Yezitler bağrına kara bağlasın Mümin kullar dergahında eğlesin Doğdu seher vaktı kalk hacet dile Anne beni onayla ve daha çok sev, dersiniz.. Baba, beni önemse ve hep yanımda ol, dersiniz... Bakın size yazdığım bir şeyi okuyacağım, can kulağıyla dinleyin... Okulda çok büyük bir başarı kazandım, bunun benim için ne kadar önemli olduğunu ne olur anlayın, dersiniz... Hiç eksilmesin, hep artarak sürsün istersiniz... Ama bir türlü istediğiniz olmaz. Onaylarmış görünürler, ama sadece görünürler... Sevmiş gibi yaparlar, ama bilirsiniz ki sevgileri istediğiniz kadar değildir... Önce yüceltir, önemser gibi görünürler, ama hiç beklemediğiniz da küçümserler. Hem de kalbinizin en savunmasız bir anında... Yazdığınızı okurken ilgiliymiş gibi yapmaya çalışsalar da ilgisiz bakışlarla dinledikleri gözlerinizden kaçmaz... O sırada akıllarından günlük, sıradan meseleler geçer, kazandığınız başarının onlar için gerçek bir anlamı olmadığını o kayıtsız bakışlarından anlarsınız... Önce öperler, ama hiç ummadığınız bir anda öptükleri yerden kanatırlar sizi... Sonra yine kanattıkları yerleri öpmeye çalışırlar, acısı geçsin diye... Sizi en çok sevdikleriniz yaralar... Hem de en derinden... Bu sızı hiç gitmez içinizden. Aradan yıllar geçmiş olsa bile sanki birkaç saat önce olmuş gibidir. Hiç, ama hiç unutamazsınız, silip atamazsınız içinizdeki o sızıyı... İşte asıl benliğiniz budur... Hayatınızın geri kalan yıllarında sizi hiç beklemediğiniz bir anda ortaya çıkıp olmadık yerlere sürükleyebilecektir. Zamanını kollamaktadır, içten içe bunu çok iyi bilirsiniz, ama onu unutmaya çalışırsınız... Bütün derdiniz onu gizleyip susturmaktır aslında. Kimseye göstermemektir. En derinlere itersiniz onu. Bu sızıyı en ürkütücü sırrınız gibi saklarsınız. Size en yakın olan insanlardan bile... Çünkü bilirsiniz ki, o sızı bir kez uyandı mı ne yapsanız onu dindiremeyeceksinizdir... Bir kere kendisini hatırlattığı zaman, ne zaman dineceğini asla bilemeyeceksinizdir, unutmak isteseniz de içten içe bilirsiniz bunu... Bilirsiniz ki bu sızı ortaya çıkar çıkmaz körleşecek, bildiğiniz her şeyi unutacak, savunduğunuz her değer anlamını kaybedecek, o güne dek kazandığınız sandıklarınızın bir hiçten ibaret olduğunu göreceksinizdir... Ömrünüz sandığınız şey elinizden kaçacak, asıl yazgınız ortaya çıkacaktır... Yazgınız işte o en derinlerde sakladığınız yaralı ve sızılarla dolu benliğinizdir. En yasak bölgenizdir... Onu en alta gizlemek için birçok benlik edinirsiniz. Bu benlikleri hayranlıklarla, ilgilerle, başarılarla, kazandığınız imgelerle süsleyip gösterişli hale getirirsiniz ki, sizi tanıyan en altta yatanı görmesin, hep onlarla ilgilensin, onları gerçek sansın, onlara hayran olup bağlansın istersiniz... İlişkiler yaşarsınız, beraberlikleriniz olur, kimseye, ama kimseye yeterince güvenmez, onu; o altta yatan yaralı benliğinizi elinizden geldiğince saklamaya çalışırsınız. Yaşadıklarınıza, ilişkilerinize karıştırmazsınız onu. Ne yaparsanız, ne söylerseniz, onsuz yaşar, onu hiç hesaba katmadan söylersiniz. Ondan habersizmiş gibi yaparsınız. İyisinizdir böyle, çok da yara almadan sürükleyip götürürsünüz hayatınızı... Her ilişki bir diğerini besler. İlişkilerde çoğu kez hayranlıkla seyrettiğiniz yüzünüzde o sızı yoktur. Kaybetmemiş kazanmışsınızdır. Hiç söylemediğiniz güzel ve anlamlı sözleri hayatınıza yeni girecek insana saklarken aynanızdaki yüzünüz bir bütündür... Ya da siz öyle görürsünüz... Sonra hiç ummadığınız anda biri çıkar karşınıza... Ona da diğerlerine yaptığınız gibi yaparsınız. Süsleyip gösterişli hale getirdiğiniz benliklerinizle yaşamaya başlarsınız onunla... Çünkü daha önce kimselere güvenmediğiniz gibi ona da tam anlamıyla güvenemezsiniz... Başlarda güzeldir onun aynasında gördüğünüz yüzünüz. Bütündür... Eski ilişkinizden sakladığınız güzel ve anlamlı sözlerin onu etkilediğini hissettikçe daha da aydınlanır aynasındaki resminiz. Ona çocukların arkadaşlarına yeni aldıkları oyuncaklarını gösterir gibi o süslü ve daha önce başkaları tarafından hep onaylanmış benliklerinizi gösterip durursunuz... Ama her şey yolunda gibi giderken birgün sizi artık eskisi gibi onaylamadığını, söylediklerinizi hayranlıkla dinlemediğini anlamaya başlarsınız. Hatta zaman zaman başlardaki onayının gizli bir onaysızlığa, hayranlığının sinsi bir küçümsemeye dönüştüğünü fark etmeye başlarsınız. Birçok insanı etkilediğini sandığınız oyuncaklarınızın onu etkilemediğini hissedersiniz... Onu büyülemek için söylediğiniz sözlerin sanki bir duvara çarpıp yine size geri döndüğünü ve her geri döndüğünde kanatsız ve kanı çekilmiş kuşlar gibi içinizdeki o çok gizli olan boşluğa birer birer düştüğünü görürsünüz... Tuhaf bir ürküntüyle sarsılır, ayaklarınızın altındaki zeminin usulca kaydığını anlarsınız. Aynasındaki fotoğrafınız çoktan gölgelenmeye başlamıştır. Sanki sizi sizden iyi bilen, ama sizin çok da tanımadığınız birisinin çocukluğunuzun arka bahçesinde, yeni alınmış ve o çok sevdiğiniz oyuncaklarınızı teker teker yaktığını görürsünüz... Oyuncaklarınızdan çıkan yanık kokusu çok eski ve hiç unutulmayan bir felaketin yaklaştığını hissettirir... Bu yaklaşan felaket hissi yangının arka bahçenize doğru ilerlediğini hatırlatır size... Artık aynasındaki yüzünüze bu yanık kokusu eşlik etmeye başlamıştır... Yüzünüz eskisi gibi tanıdık gelmemeye başlamıştır... Bir an önce buradan bir çıkış aramak ve bu ilişkiyi sonlandırmak istersiniz... Ama bir şey tutar sizi... Basiretiniz bağlanır. Giderayak yüzünüzü onun aynasında bir kez daha güzel, aydınlık ve bütün olarak görüp öyle çıkıp gitmek istersiniz bir başka aynaya... Yangın arka bahçeye sıçramadan ona güzel ve hep hayranlıkla anımsayacağı bir son hazırlamak istersiniz... Ve artık tek derdiniz onu bu güzel sona ikna etmekten başka birşey değildir... Ama hazırladığınız hiçbir veda şöleni onu etkilemez... Yangın içerlere, derinlere doğru hızla ilerlemeye başlamıştır. Artık ona gösterebileceğiniz hiçbir yeni oyuncağınız kalmamıştır... Her veda şöleni bir öncekinden daha gösterişsiz, bir öncekinden daha yoksul ve acınası olmuştur... Savunmalarınız birer birer onun gözünde anlamını yitirmiştir... Herşeyi öylece bırakıp gitmek, bırak beni artık, gitmek istiyorum, deseniz de bu ondan çok size inandırıcı gelmez. Ayrılıp gitmeye önce kendinizi ikna edemez olmuşsunuzdur... Beni bırak, bitsin artık bu ilişki, deseniz de, bu sözler ona çarpıp; beni böyle bırakma, beni onaylamadan, bana hayran olmadan, beni sevmeden bırakma, olarak yine size geri döner... Bu artık kendinizi onun gözüyle görmeye başladığınızı gösterir ki kaçıp kurtulmanız için artık çok geçtir... Yıllardır herkesten sakladığınız o yaralı benliğiniz saklandığı yerden, artık birer külden ibaret olan benliklerinizin yanık kokuları arasından en üste çıkmıştır... Artık söz sizden çıkmıştır... Kaderinizin ipleri elinizden kaçmış yazgınızla savunmasız bir şekilde karşı karşıya kalmışsınızdır... Aynasındaki yüzünüz paramparçadır... Artık o aynadaki yüzünüze o çok eski sızılar olmadan bakamaz olmuşsunuzdur... O çok eski sızılar, sanki birkaç saat önce girmiş gibidir içinize... Sanki unuttuğunuzu sandığınız o çok eski zamanlarda değil de henüz şimdi yaralanmış gibisinizdir... Sanki hayata başladığınız yere sizi geri çağırmıştır o sızılar... O noktaya nasıl geldiğinizi anlamadan, karşınızdaki insandan tıpkı o yaralı çocukluğunuzdaki özleminiz gibi, sizi sonuna dek anlayıp benimsemesini beklersiniz.. Anne beni onayla ve daha çok sev, der gibi... Baba beni önemse ve hep yanımda ol, der gibi yaparsınız ne yapsanız... Ama ne deseniz, ne yapsanız hep eksik kalırsınız onun gözünde, hep yetersiz... İşte bu yüzden sizi birgün bırakıp gidecektir... Asıl bu korkunun altında yatar bir zamanlar onca korktuğunuz ölüm... Bu korkuyu yaşamamak için defalarca kendinizi yok etmek geçer aklınızdan... Ama tek birşey yüzünden kıyamazsınız kendinize, tek birşey: Onu bir daha göremeyecek olmak korkusu... Bu korku yüzünden her sızıya katlanırsınız, her acıya, her ayrılık endişesine... O da tıpkı anneniz gibi yapar, babanız gibi davranır... Onaylamış gibi görünür, ama istediğiniz gibi onaylamaz. Seviyor gibi yapar, ama bu beklediğiniz o sevgi değildir. Önce yüceltir, ama hiç beklemediğiniz bir anda küçümsemeye başlar... Hem de kalbinizin en savunmasız anında... Söylediğiniz ya da yazdığınız birşeyi ilgiliymiş gibi dinler, ama içten içe ilgisizliğini hissedersiniz... Bir başarınızı anlatırken anlarsınız ki, o sırada aklından günlük, sıradan sorunlar geçer... Önce öper, ama hiç ummadığınız bir anda öptüğü yerden sizi kanatmaya başlar... Sonra kanattığı yerleri yeniden öpmeye çalışır, acınızı dindirmek için... İşte böyle anlarda ona hiç olmadığı kadar bağlanırsınız. Böyle anlarda sizi hiç beklemediğiniz zamanlarda kanattığı için bile ona minnet duymaya başlarsınız. Ne yaparsa yapsın, ne dersen desin, ne kadar incitirse incitsin, ama sonra gelip kanattığı yerleri öpsün, yeter ki neden olduğu acımı dindirsin, dersiniz... Onun durmadan değişen yüzlerine, duygularına göre yaşamaya başlarsınız... Sizi incitip kanattıktan sonraki sarılmasına... Ansızın niye ve neden olduğunu bilemediğiniz öfkelenmesinden sonraki gülümseyişine... O dünyanızı karartan küçümsemesinden sonra size yıllar sonra güneşin doğuşu gibi gelen ilgi ve hayranlığa göre yaşamaya başlarsınız.. Artık ondan gelecek her şeye razı olursunuz. Bu yoğunluğun adı köleliktir. Gönüllü kölelik. Peki, neden bir başkasına değil de ona karşı duyarsınız bu yoğunluğu, bu gönüllü köleliği... Neden başkaları sizin o süslü ve gösterişli benliklerinize hayranlıkla inanmış, sizi size doğrulamıştır da, neden onun aynasında seyrettiğiniz yüzünüz böyle paramparça, böyle yangınlar içindedir... Neden başkaları değil de o gelip dokunmuştur yıllardır herkesten sakladığınız o yaralı benliğinize... İşte bu çoğu kez derin bir sırdır. Çok zordur bu muammayı çözmek... Yüzü, yüzündeki garip bir ışık... Bakışlarındaki eski bir esrar... Hangisinde, hangisinde saklıdır o size bile bir sır olan teslimiyetiniz, bilemezsiniz... Karanlık bir ormandır insan. Ürkütücü ve çözülmez görünür... Uzaklardan gelen bir ışık gelir, bu ormanın içindeki inleyen bir hayvanın gözlerindeki acıyı parlatır. Bu kısacık parlayış anında ayakları kırılmış bir atın gözlerindeki derin acı sezilir. Atın acıyla inip kalkıyordur göğsü... O koca ormanın içinde bir başınadır... Sonra ışık kaybolur gider. Ama artık koca ormandan geriye o ayakları kırık atın gözleri kalır sadece aklınızda... Acıyla inip kalkan göğsü kalır... Sanki bütün o karanlık ormanın ruhu ayakları kırık atın acıyla bakan gözlerine doğru akıp durur... İşte o karanlıktan gözlere doğru akan yoğunluk aşkın ta kendisidir. Orman ne kadar karanlıksa bu akış o kadar hızlı olur... Yani siz ne kadar karanlıkta kalmışsanız, o karanlıktan gözlerinize doğru akan yoğunluk o kadar acı ve o kadar güçlüdür... İçinizdeki karanlık ormandan gözlerinize doğru akan bu yoğunluğun adı aşktır... Artık gözleriniz bir köle gibi bakmaya başlar... Bir efendiniz vardır artık, nereye baksanız onu görürsünüz... Gördüğünüz herşey ondan bir iz, bir soluk taşır. O herkesten gizlediğiniz yaralı benliğiniz zincirlerinden kopmuş, sahip olduğunuz herşeyi ezip geçmiş, gelip gözlerinizi kaplamıştır... Gördüğünüz, dokunduğunuz, baktığınız herşeye o yaralı benliğinizin gözleriyle bakmaya, onun gözleriyle görmeye başlamışsınızdır... Dünya o yaralı benliğinizden ibarettir artık... O güne dek bildiğiniz herşeyi unutmuşsuzdur... Yaşadığınız bu yoğunluk o güne dek taşıdığınız değerleri, inatla savunduğunuz doğruları bir anda unutturmuştur size... Sahi, siz daha önce kim ve nasıl biriydiniz... Unutmuşsunuzdur... Başkalarının görmediği, görüp de anlamadığı şeyleri görür ve hissedersiniz de, sizi asıl ilgilendiren, ilgilendirmesi gereken şeyleri bir türlü görüp hissedemezsiniz... Kimdir, aslında ne düşünür sizi bu hale sokan sevgili... Gerçekte sizin için ne düşünmektedir... Hayatla ve kendiyle ilgili ne hesapları, nasıl kaygıları vardır... Sizin sevginiz ona ne kadar geçmektedir... Sevginizin ondaki yansımaları nelerdir... Bunları bilmezsiniz de, dokunduğunuz ve gördüğünüz herşeyde onu hissettiğinizi, gördüğünüzü bilirsiniz... Çünkü sizin için dünya odur... Ama onun dünyası bu dünyanın neresindedir, işte bunları asla bilemezsiniz... Siz hiçbir eve, hiçbir odaya, hiçbir yere sığmazsınız, ama onun kaç evi, kaç odası, sığınıp gizlendiği kaç yeri vardır, bilemezsiniz. O sizi onaylayıp beğensin, hep yanınızda olsun ve hep sevsin diye ona içinizden geçen herşeyi eksiksiz anlatırsınız da, o size sizinle ve kendiyle ilgili düşündüklerini ne kadar anlatır, işte bunu asla bilemezsiniz... Sizin onu sevdiğinizi herkes, bütün dünya bilsin istersiniz, onun sizi sevdiğinizi, o da seviyorsa nerede, hangi odada, kime ve ne şekilde söylediğini asla bilemezsiniz... İşte bu eşitsiz bir ilişkidir... Siz köle, o efendidir... O sizin dünyanıza istediği an girebilir, ama siz onun dünyasına giremezsiniz... Sizin için onu sevdiğiniz dünya bir bütündür, ama onun dünyası evlere, odalara, gizlere, bilinmeyen yerlere bölünmüştür... Siz onu dünyanızda ararken, o kimbilir hangi evde, hangi odada, sizin hakkınızda kime ne söylemektedir ya da ne söylememektedir, işte bunu asla bilemezsiniz... Siz onu öyle çok sevmişsinizdir ki, işte en çok bu yüzden onun sadece bir yönünü görürsünüz... Çünkü sevginiz o güne dek hayatın görünmeyen yanları hakkında olan bütün bilgilerinizi unutturmuştur size... Onu artık bu bilgilerle, bir zamanlar savunduğunuz değerler ve doğrularla değil, onu artık bu yaralı benliğinizle görürsünüz. Bu yüzden siz ne kadar haklı olsanız da, durmadan ona karşı suçlu ve ezik hissedersiniz kendinizi... Ne kadar büyükse onun boşluğu sevginiz o kadar eksiktir... Büyüdükçe onun boşluğu siz bu yüzden o kadar çok pişmanlık biriktirirsiniz, keşke onu daha çok sevseydim, diye... Aslında kendisine güvenli bir kıyı arayan odur, ama siz onu böyle görmek istemediğiniz için onun için okyanuslara hep geç kaldığınızı hissedersiniz... Bu suçu, bu pişmanlığı, bu gecikmişliği sorgulatmak, biraz olsun temize çıkmak için bir mahkeme ararsanız, ama kimse böyle bir mahkemenin yerini bilmiyordur... Siz onun için neleri göze aldıysanız ve alacaksanız, onun da sizin için aynı şeyleri göze aldığını ve alacağını hissedersiniz... Oysa o sizin sandığınızdan çok ayrı biridir. Bildiğiniz o yönünden başka bilmediğiniz birçok yönü, birçok yüzü, birçok odası vardır... Sizin sevdiğiniz yanından başka bilmediğiniz ve bu sızılar içinde asla bilemeyeceğiniz yerleri vardır onun... Tamamen körleşmemek onu bütünüyle görmek için alttan alta bunu hissedersiniz de bu boşluğun adını tam olarak koyamazsınız... Bu boşluk onun gerçekliğidir... Ayaklarının yere bastığıdır; sizin gibi bu hayatın kurallarından hiç kopmayıp, aksine ona sımsıkı sarıldığıdır... Size istediklerinizi ancak hayatın bütün o bağlarından, bütün bu parçalanmışlığından, parasal ve gelecekle ilgili korkularından kurtulmuş biri verebilir, ama öyle biri değildir ki; işte bu yüzden onun sarıldığı yerlerden sizin o büyük yanılgınız başlar... Aslında siz bir anlam, bir yüz, bir ışık, bir ruh diye bir boşluğu seviyorsunuzdur... Dopdolu diye sarıldığınız... Kurtuluşum, diye sarıldığınız onun ardına gizlendiği, sizin hiç bilmediğiniz ve belki de hiç bilemeyeceğiniz boşluğudur. Karanlık ormanınızdan gözlerinize, gözlerinizden dünyaya doğru akan o yoğunluk işte bu boşluğa doğru akmaktadır... Aşkınız işte sınırları bilinmeyen bu boşluğun çekimine kapılmıştır... Acınız, içinizdeki sızıların derinliği, üzerinden koştuğunuz uçurumlarınız bu boşluğun çekimiyle daha çok büyür... Sizi o yaralı benliğiniz körleştirmiştir, bu yüzden düştüğünüz yerleri göremezsiniz... Siz o diye onun bir yanını görürsünüz, ama o sizin için ayırdığı odalardan birinden sizi seyretmekte ve oradan sizi bütün yönlerinizle görmektedir... Sadece sizin için ayırdığı o odada bu halinize üzülmekte, belki de sizi özlemekte ve bu aşk için acı çekmektedir... Ama bir diğer odasına geçtiğinde orada bir başkasıyla sizin hiç bilmediğiniz yönüyle, bu hayatta ayakta nasıl kalırım, nasıl acı çekmeden, nasıl üzülüp incinmeden yaşarımın hesabını yapmaktadır... Siz onu bütünüyle bildiğinizi zannederseniz, ama sizin hiç bilmediğiniz yönlerinden biriyle parasal bir sırrı konuşmaktadır bir başkasıyla... O da sizin gibi herşeyini, bütün suçlarını, bütün itiraflarını bildiğini, ama ona ne kadar güvence vereceğini, ona ne kadar güven ve rahatlık sağlayacağını bilemediği bir başkasından parasını nereye gömdüğünü öğrenmeye çalışmaktadır. O nerede kime ne söylerse söylesin, o hangi odada hangi parasal sırların hesabını yaparsa yapsın, o hangi evde bilmediğiniz hangi yönünü yaşarsa yaşasın, sizin ona duyduğunuz aşkı asla eksiltmez bu... Aksine onu hiç tanıyamadıkça ona duyduğunuz aşk daha da artar... Sizin için her geçen gün dayanılmaz bir hale gelen çekiciliği onun birtürlü göremediğiniz o büyük boşluğuyla daha bir artar... Karanlık ormanınızdan gözlerinize, gözlerinizden dünyaya ve oradan sevdiğiniz insanın boşluklarına doğru akan yaralı benliğiniz bir önceki günden daha büyük bir sızıyla kaplanır. Öyle bir sızıdır ki bu, kendi boşluğunda öylesine büyüyen bir sevgidir ki, karşınızdaki eğer böyle bir sevgiyle dolu değilse bir süre sonra geri çekilir... Geri çekilirken bir odalık bile olsa size duyduğu sevgiyi fazla acı çekmemek için anında zehirleyip geri çekilir... Ve birgün gelir size ayırdığı o tek bir odanın bile ışıklarını söndürüp, kapılarını kapatıp; çekip gider ve sizi aşkınıza terk eder... Sizi artık ilgisiz de olsa dinleyen o yoktur... Artık sizi önemsiyor görünüp de aslında önemsemeyen, yanındayım, dediği halde aslında çok uzakta olan biri bile yoktur... Önce öpen, sonra öptüğü yerleri kanatan, ardından kanattığı yerleri çok acımasın diye öpmeye çalışan o yoktur yanınızda... Sevdikçe sizi bir o kadar çok yaralayan o bile yoktur artık. İşte o zaman sevgili diye, dünya diye, hayat diye baktığınız her boşluğu artık sadece sizin o yaralı benliğiniz doldurur... Artık nereye, hangi kalabalık şehre gitseniz bile peşinizden o ıssız, o karanlık ormanınızı birlikte götürürsünüz... Nereye gitseniz kendinizi orada kaybolmuş hissedersiniz... Yollarda kime rastlasanız, çıkartıp onun fotoğrafını gösterirsiniz... Bu insanı tanıyor musunuz, buralardan geçti mi, onu gördünüz mü, diye sorarsınız... Akşamları göl eflatun bir keder Sazlıklarda pırıl pırıl Buz tutmuş bataklık kuşları Ağaçlardan Çürük sarı ve kızıl Son yapraklar dökülüyor Rüzğarlı sonbahardan Nasılsa kurtulmuşları Gümüş karanlığında anlaşılmaz sesler Havada mutsuz bir bulut Umutsuz ve kararsız süzülüyor Neredeyse akşam yıldızı Yorgun kırmızı Neredeyse ay Neredeyse ay (Herşey niçin bu kadar eski Niçin bu kadar uzak) Caricin'de geçen kış Tepeden tırnağa katran ve su buharı Volga'nın uykusuna bir rüya gibi sarkmış Ateşten örümcek nehir vapurları Neredeyse akşam yıldızı Yorgun kırmızı Neredeyse ay Neredeyse ay Caricin'de geçen kış Dalgın bir sarışın Karanlık bir miralay Birisi nijniy novgorod'dan henüz gelmiş belki Belki kazan'a öbürü yola cacak (Herşey niçin bu kadar eski Niçin bu kadar uzak) Caricin'de geçen kış Seyrek sakallarında yıldızlar İskelede namaza durmuş İhtiyar bir tatar Altında sokak lambasının Dalgın bir sarışın Karanlık bir miralay Kadının astragan mantosu sırtında Uzun ve beyaz ellerini çaresiz kavuşturmuş Kısa kirpiklerinde incecik buz tozu Adam buz mavisi pelerin astragan kalpak İçinde bir atmaca ayrılık korkusu Yüreğini parçalar (Herşey niçin bu kadar eski Niçin bu kadar uzak) Caricin'de geçen kış Neredeyse akşam yıldızı Yorgun kırmızı Neredeyse ay Neredeyse ay Kararmış bir can gibi çınlıyor Dönmüş gölün üstünde akşam ayazı Kararmış ve kocaman Konakta zaman zaman Koridorda ürkek ayak sesleri Kapının ardında fısıltılar Onun için herkes kaygılanıyor Bugün de geçti svetlana radiceva Ardında nemli bir is kokusu Giderilmez pişmanlıklar Eflatun bir keder Bırakarak Giydim ben de yalnızlık hırkasını Dilimde eski hüzzamlar Kulağımda ipek sesi unutulmuş hatmi çiçeğinin Kar mavisi kirpiklerinin sesi Bir güvercin curcunası olan yaz göğünün sesi Usulca çömelip yem arayan serçe sesi Uçtum o serçeyle Uçmasını bilen limon ağacının sesi Bir Chagall resminin çocuksu sesi Uykusuz şairler korosunun güneşli sesi Sanayi sokağında hangarların orada Uçarı gölgelerin sesi Mozaikler arasından püsküren bir çiçeğin sesi Manastır avlusunda Bir Sümer tabletinin kırık sesi Yaklaştım yanına gök sayfaları arasında Sırlar saklayan kapıların sesi Seviyorsan beni hala saçındaki leylak sesi. Kökü ordadır diye sevdanın Bir bumerang gibi sana döndüm Varoşların burcu kalbine Yaşadım beter bir aşkı, öğrendim Kalp kalesinin ikiye bölündüğünü Dolunayların senin çocuk gözlerine dolduğunu Bunun şaşırtıcı bir şey olduğunu Solgun gelinciklere söyledim Ürgüp'te Develerin üstünde hatıra fotoğrafı çektiren seyyahlara Bakırcılar çarşısının esnafına Çömlek ustalarına Çuha çiçeklerine söyledim dere boyunda Bir tel uzadı ışıklı bir tel saçında Giydim aşk urbasını sana geldim. Birdenbire yaz yağmuru başıboş caddelerde Giyindim yağmuru sana geldim Üstelik vakit ikindi, Kalbe akan çınarların sesi Balkonların kuş vakti, vaktin sesi Seviyorsan beni hala pırıl pırıl sevdanın sesi Yağmur muydu yağan yoksa yıllar mı Kirli sarı bir şehir omuzlarımda Sokuldum kırık yazılara Yazıların veda sesi Kuş sayfaları arasında . Uc Dogu. Anadolu'yu anlatacaktir ogretmen. Haritayi asar. 2. Butun sinif korkmustur; goller,irmaklar dokulecekler! Dünya yıldıramazsın beni ne yapsan Ölümden de korkmam, er geç ölür insan Ölmemek elimizde değil ki bizim İyi yaşamamak, beni tek korkutan Fetva vermiş koca başlı kör kadı Şah diyenin dilin keseyim deyü Satır yaptırmış Allah'ın laneti Ali'yi seveni keseyim deyü. Şen kulların örüğünü uzatmış Müminlerin baharını güz etmiş On ikiler bir arada söz etmiş Aşıkların yayın yaşayım deyü. Hakk'ı seven aşık geçmez mi candan Korkarım Allah'tan korkum yok senden Ferman almış Hıdır Paşa sultandan Pir Sultan Abdal'ı asayım deyü bilmemek bilmekten iyidir düşünmeden yaşayalım mâra günü ve saatleri ne yapacaksın senelerin bile ehemmiyeti yoktur seni ne tanıdığım günleri hatırlarım ne seneleri yalnız seni hatırlarım ki benim gibi bir insansın. tanımamak tanımaktan iyidir seni bir kere tanıdıktan sonra yaşamak acısını da tanıdım bu acıyı beraber tadalım mâra. başım omuzunda iken sayıkladığıma bakma beni istediğin yere götür ikimiz de ne uykudayız ne uyanık Bir gececik uyuma, ne olur. Ayrılık kapısını çalma bir gececik. Bir gececik dostların gönlü olsun, ne olur sabahı et bir gececik.. Bir gececik gözlerimiz seninle aydın olsun, kör olsun şeytan bir gececik. Dünyayı güzel kokular sarsın bütün. Karanlıklardan ışıklar aksın ovalara. Sofrandakiler dirilsin bir gececik.. Bir gececik uyuma, ne olur. Ayrılık kapısını çalma bir gececik. Bir gececik ata bin, meydana gel. Gönüller bir gececik rahat olsun, göğüsler meydana dönsün bir gececik.. Yeniler giyinelim biz kulların. Musa gibi sen bir sopa al eline. Sopa bir anda elinde yılan olsun. Süleyman gibi sen karıncaların yanına var. Karıncalar bir anda birer Süleyman olsun.. Ne olur, bir gececik kapısını çalma ayrılığın. Seni kamçılardan çıkardım Tevbelerle başladı rahmet vuruşları İnsan ağlar oldun yürekli göğüsler kurdun Sesimi işkencelerden alırdın Elimin altına dökerdin etlerini. Hızlı varışlara bile hazırım daha Dayanırdı yelken bezleri saf saf insan enginlikleri Bir geçmiş zaman kalkanı indi Çınar ağaçlarından sahil sularına. Kalbim kalkıp indi gemilerden Çok tarandım başka saçlar tarandım sokaklarda Kapris kamburu çıkardı yıllar Ve bir tek çıban çıkaran yoktu sancılarla. Habire vuran rüzgâr Kabirlerde su yollarında Dehlizlerde İç çekmeler Sızlanmalar fısıltılar Ne zora çekiyor zaman ki bildiler farkettim Götürüp Kelimeleri başka bir semte attılar beni. Üzgün melal içre ve âşık Yürüdüğüm deniz sahillerindeyim Yakın sabahlarda öğlelerde ve daha Üç parıltısında günün Devlerimi güreştirmek işim Üstüm başım heykel kırıkları Yardın be cancağzım Yardın sonunda şu Beyoğlu trafiğini İlkyardım pamuklarıyla O ölümcül acelenden Korna çiçekleri açıyor şimdi yaralarının üzerinde Ölen yok sen gibi güzel Sınıfsal ecelinden. Can Yücel Yâ Rab bela-yı aşk ile kıl âşîna beni Bir dem bela-yı aşktan kılma cüdâ beni. Az eyleme inayetini ehl-i dertten Yani ki çoh belâlara kıl müptelâ beni. Gittikçe hüsnün eyle ziyâde nigârımın Geldikçe derdine beter et müptelâ beni. Öyle zaîf kıl tenimi firkatinde kim Vaslına mümkün ola yetürmek sabâ beni. Nahvet kılıp nasîb Fuzuli gibi bana Yâ Rab mukayyed eyleme mutlak bana beni Rabbim, Rabbim, bu işin bildim neymiş Türkçesi; Senin aşkın ateştir, ateşin gül bahçesi... Kendini yalanlayan gölge zamanlardan düşman kiracılarımla geldim. Ruhumda iskeletim uğulduyordu terk edilmiş bir köprü gibi inançsızlıktan, 'ailede ölmek' maskesiyle geldim.. Oysa masum sayardı kendini o bencilliğin alevinde ısınır, düş saatlerinde misafirdi.. Kutsal sırrım diye sahipsiz lanetimi fısıldayınca kulağına gözyaşlarım boyandı kayboluşunun sahici renkleriyle. Artık düşleri düşman ona masumiyeti zehirliyor bencilliğini. Tenine kazıdığım inançsızlık saatleriyle sürgün kendi odasında. Şaşkın yüreğinin hatırası şehirde oynattığım tek gecelik bir film şimdi... ay battı anne, çocuklar kanıyor sarhoş kent topluyor çekmecelerini pantolonu yırtık uçurtmalar firarda kim sobeler devler ülkesinde Gulliver'i? . kirli bir ırmak akıyor gönlümün ortasından kırmızı bir turnayım göç kokan gözlerinde aşktan düştüm anne, yazlarım kırık nasıl söz anlatırım kalbimin ney sesine? . deniz de kesti saçlarını rüzgâra uyup böyle olmazdı şarkı söyleseydi kül çiçekleri öptüm dünyayı anne, yüzüme bakmadı yanlış vadilere akıttık günahsız nehirleri. ay battı anne, her şey kanıyor... 241 Ne kazandım dünyadan? Sorulunca: Hiç. Şu kısacık yaşama sarılınca? : Hiç. Yanan neşe mumuyum, üzme boşuna; Cem elinde kadehim, kırılınca: Hiç. Hiç kimse benzemez sana, Leylâ nedir ki yanında! Mecnunda hak verir bana, Leylâ nedir ki yanında!. Ferhat-Şirin olsa şaşar, Görse ayağına düşer, Mevlâ seni sende yaşar, Leylâ nedir ki yanında!. Gam çekersen güneş doğmaz, Gökten yere rahmet yağmaz, Gözlerin tarife sığmaz, Leylâ nedir ki yanında!. Baldan leziz lafın batmaz, Sen uyursan şafak atmaz, Nutkum durur, dilim tutmaz, Leylâ nedir ki yanında!. Gücüm artar, ilmim artar, Aşk ver gafletimden kurtar, Saç telin bin Leyla tartar, Leylâ nedir ki yanında!. Dara düştüm, zora düştüm, Adını söylerken coştum, Seninle ben beni aştım, Leylâ nedir ki yanında!. Rüzgâr yalamasın seni, Ecel alamasın seni, Zaman silemesin seni, Leylâ nedir ki yanında!. Kerem,Yunus, Mansur gelmiş, Hepsi pek fazla ün almış, SELİMÎ bir güzel bulmuş, Leylâ nedir ki yanında! Ölüm ölene bayram, bayramda sevinmek var Oh ne güzel bayramda tahta ata binmek var. Taşı aş diye yedirdiler senin yüzünden Boğazımıza dizildi taştan lokmalar. Ve yalnız zehir İçtik su diye yudum yudum senin yüzünden.... Halimizi hatırımızı soran olmadı. Kırk katır mı kırk satır mı diye sordular hep; Katırla satır arasında gidip gelirken, katıra bindirip satırı indirdiler. Senin Yüzünden. Uzadıkça uzadı kara gecelerimiz azap sakızı gibi. Sabahı masallarda dinledik. Kara topraktan başka sadık yâr bulamadık Veysel misâli. Onun göğsünde dindirdik. acılarımızı. Toprak okşadı saçlarımızı. Bir kan lekesi sırtımızda ve toprağın eli alnımızda... Senin Yüzünden. Tanımadığımız hicranlar, hiç görmediğimiz ıstıraplar, selâmımız sabahımız olmayan kederler çaldı kapımızı. Hepsi de bildiği adres bizim ki! ... Nasıl iş bilmem ki... Çat kapı biri düştü hergün. Buyur ettik 'Tanrı misafiridir' diye Yemedik yedirdik; Giymedik giydirdik. Yetemediğimiz an olmadı. Ömrümüzü yedirdik doysunlar diye.... Gençliğimizi giydirdik, güzelim ümitlerimizi giydirdik.... Dostlarla da zamanla ayrıldı yollarımız... Öyle özledik ki... Anadan ayrıldık, yârdan ayrıldık, arkadaştan ayrıldık... Ayrılıktan ayrılamadık. Ne zaman baksak yanımızda kalleşliğini görmediğimiz de bir o kaldı zaten. Bir de medrese... Yalnızlığım Senin Yüzünden. Ah! ... Bu derdi anlatamıyorum ki ben... Keşmir Vâdisi'nden Kerkük sokaklarına kadar lime lime ettik yüreğimizi. Bir Doğu Türkistan çadırında ilmik ilmik dökülen gözyaşı, Sibirya'ya Tatar sevki yapılan bir istasyondaki kan lekeleri, ümidini pamuk balyasına ip yapan Azeri oturdu gözlerimize... Hangisine ağıt yetiştirelim, şaştık kaldık! ... Kurudu gözlerimiz.. Yüreğimizle ağladık. Yüreğimizle! ... Senin Yüzünden... Senin Yüzünden... Ruhumda darb izleri var... Dağ delermişsin Ferhat... GeI de del bakalım şu dağları! Vardiyalı hafriyat amelesi gibisin benim yânımda. Bir görseydin deldiğin dağları Ferhat... Çöllerde gezermişsin Mecnun... Gel de gez tozuttuğum yollarda. Senin çilen, benimki yanında zamane müzikali gibi... Benim Leylâm, öyle nazlı, öyle nazlı ki.,. Benim çöllerim öyle taşlı, öyle sıcak ki... Senin çölün yakmadı topuğunu, benim yüzümü kavuran ampuller kadar... Senin yüzünden. Ruhumda darb izleri var... Bu derdi anlatamıyorum ki ben... Ama, Ben yine sana deliyim! Ben yine sana âşığım Sırılsıklam... Toprak hasretini dindirene kadar... dağılırdı saçlarınız yaz akşamı batan güneşe karşı / kumral susardınız ne de çok susardınız anlaşılması güç susmanızın anlamı sanki bir bulmaca uzun bir sarmal uzadıkça sersem eder adamı o zaman sevmek değil ölmek zamanı. (uzak bir kız sisli mavi susarsa acılarla yüklüdür suskunluğu akıl almaz tehlikeler içerir hele hayatında bir sürgün varsa kelepçe kuşlarının buz gibi uçuştuğu o siyah tren uğultularla gelir bütün üçüncü mevki cıgara dumanı). bana susar bir hayalle konuşurdunuz hani fakülteden çıkarken vurmuşlardı kollarınızda ölen tıbbıyeli çocuk birbirinize nasıl da uymuştunuz sevginizde yüceltici birşeyler vardı korku bulaşığı garip bir mutluluk bir filmi hatırlatan belki bir romanı. (uzak mavi kız dalgasız bir su ah onun yalnızlığı benim yalnızlığım içimizde gemiler ansızın yol kesiyor ansızın beni de vururlar mı korkusu izlendiğini sanmak her gece adım adım şehrin karanlığında devriyeler geziyor telsizde cızırtılar / cinayet alarmı). eflatun ve ıssız ağzınız bir muamma susardınız arkasında susmuşluğunuzun tekrar tekrar sizi duruşmaya çağırırlar geç vakte kalır sorgular bitmez ama hapislik nedir ki / unutulmak asıl sorun seyreldikçe seyrelir istanbul'dan mektuplar ne arayanı kalır gittikçe ne soranı. (baksa da beni görmüyor sanki yokum duymadığı açık anlattıklarımı sessizliği kalabalık giremiyorum ölüler kuşatılmış sağımı solumu geçmişte yaşıyor biliyorum bir anlatabilsem onsuz olamadığımı o zaman sevmek değil ölmek zamanı) De bana nasıl öldürebilir kişi kendini Sevgiyçin. Sonra nasıl düşünebilir deniz deniz Sonra nasıl sever? . Güzellikle çirkinlikle ilgin yok Büyüksün Ve varsın her oluda Buğdaydan yalıma dek.. Duy gecenin üstünden Seni düşündükçe Öyle yaslıyım ki Yeryüzünün bütün sevgilerine gülüyorum. Öpüşün karanfil kokardı aşkı bulurdum Işık hızını geçen bir uçakta aşkı Bulutlar tükenir kuşlar görünmezdi Yitip giderdi altımızda nice denizsiz kent Çelik gürültüleri arasında sayısız çiçek. Mutlu ederdim seni kadınım olurdun. Seninle ikimiz ilkyaz gibiydik Sevda avcumuzda tuttuğumuz gül yaprağıydı Uzayda bıraktığımız ayak iziydi Güzelim, hangi güç durduracaktı bizi Hangi güç ince parmaklarının hünerini. Aşka izin yoktu, gün soldu kuşluk vakti Usul usul konuştuktu hani Aşkı savunanları düşen bir kenti savunur gibi Bütün sahici aşkları konuştuktu Leyla ile Mecnun'u, Elsa ile Aragon'u Yani ikimizle yarının ölümsüz olduğunu. Giyilmemiş çamaşırlar gibi kokardı aşkın Güzelim benim bir tanem Sırasında hazırdın onarmaya İşkencedeki insanın incinen onurunu Yaşadığımız günü, tutsaklığı, bugünü Buğular içinde yüzen geceyle gündüzü. Işıkları yalandı kederle akardı kent Ne kadar da güzeldi kışı, sisi, ayazı Güzelim benim, bir tanem, yanımda sen olunca Özlenirdin anlıyor musun Bir karanfile baka baka uçarılaşırdın Yitirmeden henüz aşkı, ilkyazı Saçların çiçek tozu, çam kokusu Sende düğümlenirdi bir uçumluk tadı çocukluğun Aşk dediğin nedir ki Tenden bedenden sıyrık Çocukların içinde Yaşadığı bir çığlık. Aşk dediğin nedir ki Histen nefesten varlık Umutsuzluk içinde Karanlığa son ıslık Yanımızda iki melekler gezer Bin hayır biri şerrimiz yazar Kahbe felek bizi aldatır üzer Nerede seyreder andan haber ver. Cümlemizin başı Allah'tan ferman İsmail Peygambere indi bir kurban Bir ot biter bütün dertlere derman Ol ot nerde biter andan haber ver. Sabahtan gün doğar gün dile doğar Dal boynun eğdikçe rahmetler yağar Bin bir gün içinde bir yıldız doğar Yıldız nerde doğar andan haber ver. Musa Peygamber de atına bindi Can cesetten çıktı nerede durdu Peygamber uğrunda bir delil yandı Delil nerde yanar andan haber ver. Pir Sultan Abdal'ım geldik de gittik Gelirken giderken ne kazanç ettik Yükünü yükletip kül olduk bittik Yurdunda ne kalır andan haber ver Yaz ortasındaydı Ve geceyarısı ve yıldızlar yörüngelerinde Ölgün ölgün pırıldarken Daha parlak ışığında Kendisi göklerde Köle gezegenlerin arasında Işığı dalgalarda olan soğuk ayın Soğuk tebessümüne dikmiştim gözlerimi Fazlasıyla-fazlasıyla soğuktu benim için Derken kaçak bir bulut Geçti örtü niyetine Ve ben sana döndüm Yükseklerdeki iştihamına Mağrur akşam yıldızı Senin ışığın daha değerlidir benim için Çünkü yüreğime mutluluk verir Göklerdeki gururun geceleri Ve daha çok beğenirim O alçaktaki daha soğuk ışıktan Senin uzaklardaki ateşini.2802 Ahmet Oktay’la, rahmetli Edip Cansever’in şiir tiplerini konuşuyorduk. Oktay’a göre, Edip Cansever’in yarattığı şiir tiplerini gerçek hayatta bulmamız pek olanaklı değildi. Çünkü bu tipler öncelikle duyarlı, yetkin bir gözlem gücüne sahip, kendilerinin ruhsal analizini titizlikle gerçekleştiren, dahası, bilgili ve kültürlü kişilerdi. Böylesine gelişkin bir oltacı, garson, otelci, gül satıcısı, genelev kadını vb. görmek, hiç kuşkusuz mümkün değildi. Biz de katıldık bu görüşe, sonuçta, bu tiplerin Edip Cansever’in kendi düşüncesini açıklamak için kullandığı motif tipler olduğuna karar verdik. Bu kişiler, Edip Cansever’in düşünce katlarından başka bir şey değildi; dahası, konuşan, Edip Cansever’in kendisiydi... . Her şey buraya kadar iyi hoş da, siz, ayakkabılarınızı boyattığınız boyacının kültürlü bir varoluşçu olduğunu öğrenirseniz ne yaparsınız? Tabii ben da şaşırdım. Ve aklıma Edip Cansever’in yarattığı şiir tiplerinin gerçek olabileceği geldi. Demek böyle insanlarla karşılaşmak hiç de olanaksız değildi. . Genellikle ayakkabı boyacılarıyla sıradan şeyler konuşulur. Ben de Taksim’deki bir boyacıya, 'Nerelisin? Nerede oturuyorsun? Nasıl geçiniyorsun? ' gibi sıradan şeyler sordum. Adının Hayri Tonozlu (58) olduğunu öğrendiğim ayakkabı boyacısı sorularıma, 'Hususi hayatım sizi niye ilgilendiriyor? Öyle olmuş, böyle olmuş, ne fark eder? ' diye cevap verdi. Onun ciddi bir boyacı olduğunu düşünerek, farklı şeyler sormaya başladım. 'Eskiden İstanbul’da ne kadar seçkin yerler varmış, şimdi hiçbiri kalmadı. Her şey yozlaştı, ' dedim. Hayri Bey, bunun üzerine 'Evet, Markiz, Baylan, High-life vardı. Ben eskiden hep High-life’e giderdim, ' demez mi, şaşırıp kalmıştım. Ama Hayri Bey, hem ayakkabımı boyuyor, hem de İstanbul’un sanatçı mekânlarını anlatıyordu. Bir ara 'Siz hangi felsefi ekole yakınlık duyarsınız? ' dedi. Onun hafife alma isteği, şaşkınlığımı bastırdı, 'eksistansiyalistim, ' dedim. Hayri Bey’in gözlerinin içi güldü: 'Ne güzel, ben de varoluşçuyum, ' dedi. Elimde olmayarak ayağımı boya sandığının üzerinden çektim. Şaşkınlığım henüz geçmemişti; ama o devam ediyordu: 'Bakın, varoluşçuluk deyince akla hemen Sartre gelir; oysa Sartre, parlak cümleler, gösterişli buluşlardan başka bir şey değildir. Gerçekte varoluşçuluğu sistemleştiren Heidegger'dir. Sartre, Heidegger’in yanında garnitürden başka bir şey değildir.' . Bir şok yaşıyorum âdeta. Zaman kazanıp Hayri Bey’in üstüne başına bakmaya çalıştım. Üstünde siyah bir kaban vardı. Pantolonu yazlıktı ve çok eskimişti. Başında limon küfü renginde yazlık, keten bir şapka vardı; yüzü çökmüştü. Eğer çok dikkatli bakılırsa gözlerinde olgunluk ve zekâ belirtisi bir ışık fark edilebiliyordu. . Hayri Bey’le tartışamayacak kadar donatımsızdım. Heidegger’in hiçbir kitabını okumamıştım. Çünkü Hayri Bey gibi Almanca bilmiyordum. Bu arada Hayri Bey, canlı el kol hareketleriyle varoluşçuluğu tanımlamaya çalışıyordu bana. Her şey bir yana, beni tanıdığına sevinmişti. Hiç değilse bazı ortak bilgilere sahiptik. Bir ara 'Başlangıcından bugüne kadar felsefe bir arpa boyu yol katetmiştir, ' dedi. Artık her şey kabulümdü. 'Ya öyle mi? ' demekle yetindim. Ayakkabı boyacılarını hafife almanın cezasını çekmeye hazırdım. Beriki devam ediyordu: 'Kant ne yaptı, insan beynini 12 kategoriye ayırmaktan başka? Spinoza yok güzellikmiş, yok ahlâkmış, bir yığın metafizik şey attı ortaya. Dogmatikler keza öyle...' . Bir ara Hayri Bey’e Marksist felsefeyi soracak oldum. Önce kısa bir açıklama yaptı. Daha sonra Marksist felsefenin ferdi yanının olmadığını iddia etti. Daha sonra söz Troçki ile Lenin’e geldi. 'Bunların ikisi de aynıdır. Aralarında hizipleşme vardır o kadar. Bu kişiler, şartlar neyi gerektirirse onu yaparlar. Yaratıcı değildirler.' . Varoluşçu Boyacı: 'Kendi kendimizi yaratmanın imkânı bizim elimizdedir' 'Unutmadan söyleyeyim, ben Kapital’i de okudum, Kapital çok sıkıcıdır. Rakamlar, misaller falan filan.' . Cezamın hiç de hafif olduğunu sanmıyordum. Bu işkence ne zaman bitecek, diye düşünüyordum. Başlangıcından bugüne kadar felsefede bir arpa boyu yol alınmadığını söyleyen Hayri Bey, Nietzsche ve Kafka’nın, bilmeden varoluşçu felsefeye katkıda bulunduklarını iddia ettikten sonra bana, 'Peki siz varoluşunuzu gerçekleştirdiniz mi? ' diye sordu. Afalladığımı görünce konuşmasına devam etti: 'Kendi kendimizi yaratmanın imkânı bizim elimizdedir, ' dedi. Bir ara üstün insan teorisiyle, varoluşçu düşünce arasında yakınmaya başlamıştı. Her şeyi oluruna bırakmıştım. . Hayri Bey’in felsefe bilgisinin altında daha fazla ezilmemek için sık sık konuyu değiştiriyordum. Sözü dönüp dolaştırıp güncel bir konuya getirdim. Türkiye’de son günlerde sık sık konuşulan irticayı nasıl değerlendirdiğini sordum ona. 'Bakın bu politik sahaya girer. Din, yöneticilerin işine geliyor. Böylelikle halkı daha kolay isteklerine boyun eğdiriyorlar. Aslında din bir imajdır ve insan, kendisi yaratır bu imajı; insan yine düşünmelidir ve yoğunlaşmalıdır, ama düşüncesinin içinde Allah, peygamber gibi imajları çıkarmalıdır. En eski din olan Budizm 5000 yıllıktır. Musevilik 3000, Hıristiyanlık 2000, İslamiyet ise 1400 yıllıktır; ama insanlığın tarihi 50 000 yıllıktır. Peki 45 000 yıldır ne oldu, onu soran yok. Ne yazık ki milyonlarca insan dine inanıyor ve onlara kimse ışık tutmuyor. İşin doğrusu din zararlı bir şeydir. Ama insan bir şeye inanmak zorunda. İnançsız olmak da benim hayatımı hafifletiyor.' . Hayri Bey’in dünya görüşüne hiçbir idealist ve metafizik düşünce sızmamış. Kader, şans gibi toplumsal yaşantımızı yönlendiren kavramlarla hiçbir alışverişi yok, öyle ki bir ara bu durumu 'ideolojinin ölümü' diye nitelendirdim. . Hayri Bey felsefe bilgisinin yanı sıra, geniş edebiyat bilgisine sahip, en çok O’Henry’yi sevdiğini söylüyor. O’Henry’nin, Quartet’ini, Viyana’da sinemaya uyarlanmış haliyle seyretmiş ve hayran kalmış. Dostoyevski, Hayri Bey’in başucu yazarıymış. Tolstoy, Bernard Shaw, Jean Jacques Rousseau ve Voltaire’i ilgiyle okuyormuş. . Hayri Bey, özel hayatların öyle rastgele anlatılmasına karşı; ama bu kadar uzun konuştuktan sonra, beni kırmayarak hayatının bazı dönemlerini bana kısaca anlattı. Hayri Bey, genç yaşında Avrupa’ya gitmiş. Almanya’da yaklaşık 14 yıl kalmış, bu süre içinde devlet dairelerine, hastanelere cam çerçeve monte etmiş. Daha sonra Avusturya ve İsviçre’de kalan Hayri Bey, buralarda uzun süre Dolçe Vita bir hayat sürmüş. 'Avrupa’da hayat o kadar güzel ki, kopmak imkânsızdı. İnsanı hep içine çekerdi. Bu yüzden az kalsın sağlığımı kaybediyordum, ' diyor.1975 yılında İstanbul’a dönmüş Hayri Bey. Kendisi kabul etmese de, şimdiki hayatı tam bir sefalet. Ayda yaklaşık 50 bin lira kazanıyor, kaldığı otele günde 1200 lira veriyor, otel parası olmadığı günler parklarda yatıyormuş. Almanya’dan getirdiği bir miktar parayı harcadığı için bu durumu kaçınılmaz buluyor. 'Her şey olması gerektiği gibi, ' diyor. 'Dolçe Vita yaşamaktan, evlenmeye zaman bulamadım, ' derken bile, kimsesizliğinin nedenini başkasında aramaya çalışmıyordu. . Hayri Bey, beni bilgisiyle olduğu kadar, kişiliğiyle de etkilemişti. Ayakkabılarımın boyanması bitmişti. Parayı uzattım. Teşekkür etti. Yeniden görüşmek üzere vedalaşırken, bir daha hiçbir ayakkabı boyacısını hafife almamaya söz veriyordum. Mihman olmuşum gelmişim Hakk'a bağlamışım özüm Ev sahibi iki gözüm Gönder bizi safa ile. Gelin örselemen bizi Hakk'a ısmarladık sizi Ayağın tozuna yüzü Sürdür bizi safa ile. Sürüye katılan koçlar O da Hakk'ın emrin işler Yiyip içtiğimiz kardaşlar Gönder bizi safa ile. Hey dedeler hey babalar Yerde gökte hü diyenler Rıza lokmasın yiyenler Gönder bizi safa ile. Gidiyoruz hoşça kalın Gahi siz de bize gelin Heybemize azık koyun Gönder bizi safa ile. Pir Sultan ere varalım Hak divanına duralım Yolcu çizmesin giyelim Gönder bizi safa ile Erimek tadılmamış hazların ortasında Sevgiden kanatlarla bir boşluğa yükselmek Yasamak dolu dizgin ve her gün biraz ölmek Zevklerin sonsuzluğa acılan sofrasında Akar ta, içimize çeşmelerinden sükun Dopdolu gollerinde gezer beyaz bir kuğu Huzur; o sevilmeyen kalplerin unuttuğu En eski bir seraptır ellerinle sunduğun Büyük bir yangın gibi ateşin dudaklarda Duyardan özlemini en uzak bir yıldızın Sırrına eremeyiz nasıl yandığımızın Bir gün o ateş bizi alev alev sarar da. Ne kadar tutuşsak boş, hala yanmak isteriz Ellerindeki bir şey çeker bizi derine Bir buyu varmış gibi dalarız gözlerine Biliriz kanılmasın, yine kanmak isteriz Bir rüyadan silkinip görürüz tek gerçeği Çeker bizi o tutku eşiğinden ölümün Anlarız hayallerin bizi terk ettiği gün Dünyada tek gerçek var, SENI SEVMEK GERCEGI. Korkuyorum anneciğim, nerde ellerin Bu gecelerden ki kalbe aşina Havalarda büyük misafirlikler dolaşıyor. Korkuyorum değerken karanlığın hayatına.. Korkuyorum anneciğim, nerde ellerin; Bu adamlar ki çalışmakta Sabahın temiz şarkıları, Yükselmiş bayraklar uzakta.. Korkuyorum anneciğim ellerin nerde Okşa benim saçlarımı rüyaya bedel. garip ninnilerle uyut beni, Korkuyorum yaşamaktan ki, çok güzel. Çocukluğum, çocukluğum... Uzakta kalan bahçeler O sabahlar, o geceler, Gelmez günler çocukluğum.. Çocukluğum, çocukluğum... Gözümde tüten memleket. Artık bana sonsuz hasret, Sonsuz keder çocukluğum.. Çocukluğum, çocukluğum... Habersiz ölen kardeşim, Mezarı bilinmez eşim, Her bir şeyim çocukluğum.. Çocukluğum, çocukluğum... Bir çekmecede unutulmuş, Senelerle rengi solmuş, Bir tek resim çocukluğum... Güzeller semtinden bize gel oldu Varamam şu iller yazlanmayınca Kalmadı hiç talib ehl-i dil oldu Gerçekler bilinmez azlanmayınca. Yezid'e verildi cevr ile cefa Mümine verildi zevk ile sefa Bunda inanmazlar, lafınız hava Yalan ile gerçek gözlenmeyince. Ali'yi seversen dilinden koma Bek sakla sırrını kimseye deme Bu bir sırr-ullahtır beyan eyleme Cemiyet kurulup sözlenmeyince. Ali'yi sevenler gönül düşürür Düşürüben aşk kazanın taşırır Değme rehber çiğ talib mi pişirir Ocaklar yanıp ta közlenmeyince. Pir Sultan Abdal'ım demek mi olur Hercai güzele emek mi olur Terbiyesiz, ey can semek mi olur Mürşit huzurunda tuzlanmayınca Şu dağlarda kar olsaydım Bir asi rüzgar olsaydım Arar bulur muydun beni Sahipsiz mezar olsaydım. Şu yangında har olsaydım Ağlatıp bizar olsaydım Belki yaslanırdın bana Mahpusta duvar olsaydım. Şu bozkırda han olsaydım Yıkık perişan olsaydım Yine severmiydin beni Simsiyah duman olsaydım. Şu yarada kan olsaydım Dökülüp ziyan olsaydım Bu dünyada yerim yokmuş Keşke bir yalan olsaydım I. Mutluyum, çünkü galip gelmedim Cana ferahlık veren o gizemli sarnıçtan Arklar açmalıyım bahçesine kalbimin. Mutluyum, çünkü galip gelseydim Madalyam olacaktı, yüreği kangren yapan Ve bir gururum, kendini okşatan. Mutluyum, çünkü yenilmeseydim Ey hırs, ben senin ürkek ülkenim- Diye bitmeyecekti şiirim.. II. Gidenleri öp benim için, çünkü benim Ceylan bakışlı bir kırlangıçtan Bile mahcup ruhum var. Buruk bir ömrü yaşasa da bedenim Mutluyum, çünkü hâlâ kılıçtan Utanan bir boynum var. Güzel dil Türkçe bize, Başka dil gece bize. İstanbul konuşması En sâf, en ince bize.. Lisanda sayılır öz Herkesin bildiği söz; Ma'nâsı anlaşılan Lûgate atmadan göz.. Uydurma söz yapmayız, Yapma yola sapmayız, Türkçeleşmiş, Türkçedir; Eski köke tapmayız.. Açık sözle kalmalı, Fikre ışık salmalı; Müterâdif sözlerden Türkçesini almalı.. Yeni sözler gerekse, Bunda da uy herkese, Halkın söz yaratmada Yollarını benimse.. Yap yaşayan Türkçeden, Kimseyi incitmeden. İstanbul'un Türkçesi Zevkini olsun yeden.. Arapçaya meyletme, İran'a da hiç gitme; Tecvîdi halktan öğren, Fasîhlerden işitme.. Gayrılı sözler emmeyiz, Çocuk değil, memeyiz! Birkaç dil yok Tûran'da, Tek dilli bir kümeyiz.. Tûran'ın bir ili var Ve yalnız bir dili var. Başka dil var diyenin, Başka bir emeli var.. Türklüğün vicdânı bir, Dîni bir, vatanı bir; Fakat hepsi ayrılır Olmazsa lisânı bir. alev almış yıldız sesiyle çalınca herhangi bir telefon sanadır durma aç alooo'na karşılık bir tanıdık koku duyarsan, gönül borcu var gibi hani mummutluymuş, sevinçten dili tutulmuş gibi anla sevdiğim o'dur telefon kulübesine ektiğimiz karanfil büyümüş de, evlendik mi onu soruyor Gözüm seni görmek için elim sana ermek için Bu gün canım yolda kodum yarın seni bulmak için. Bu gün canım yolda koyam yarın ivazın veresin Arz eyleme uçmağını hiç arzum yok uçmak için. Benim uçmak neme gerek hergiz gönlüm ona bakmaz İşbu benim zarılığım değildürür bir bağ için. Uçmak uçmağım dediğin mü'minleri yeltediğin Vardır ola bir kaç huri arzum yoktur koçmak için. Bunda dahi verdin bize ol huriyi çiftü helal Ondan geçti arzum tamam arzum sana ermek için. Sufilere ver sen onu bana seni gerek seni Haşa ben terkedem seni şol bir evle çardak için. Yunus hasretdürür sana hasretini göster ona İşin zulüm değil ise dad eylegil istedi çün. Ey şair! Değer verme sevgisine sen halkın Tez geçer gürültüsü zafer övgülerinin; Aptalın yargısına, soğuk kalabalığın Gülüşüne de boş ver, aldırışsız ol, sakin. . Sen çarsın: Yalnız yaşa. Yürü özgür yolunda Özgür akıl nereye götürüyorsa seni. Yetiştir emeğinin sevgili meyvesini, Ödül beklemeksizin soylu çabalarına. . Ödül sendedir, çünkü en yüce yargıç sensin; Ürününe en titiz değer biçebilensin, Ey güç beğenir usta, sen ondan hoşnut musun? . Hoşnutsan, kalabalık varsın küfretsin sana, Tükürsün ateşinin tutuştuğu mihraba, Şımarık bir inatla rahleni sarsıp dursun. Bir tren atılır kurşun gibi geceye Demir gibi gök yüklü tren karanlığın ürpertisine girerken Ötede kuşlar derlenir ana olurken bir gün doğumuna Kent horozlarla uyanır sularla gerinir zamana geçerken ezanla Sayfalar sayfa olurken Kuran'la Bir kuş yağmuru boşanır bilmediğim bir yerden Bir boranın patladığı bir yerden Ben ölünce etsin dostlarım bayram; Üstüste tam kırk gün, kırk gece düğün! Açı doyurmaksa kabirde meram, Yemeğim fatiha, günde beş öğün.. Hey gidi, gölgeler ülkesi dünya! Bir görünmez şeyin gölgesi dünya! Boşlukta ayrılık bölgesi dünya! Bu dünyada yeme, içme ve dövün!. (1972) işleyerek kalbimi henüz yazılmamış şiire karanlığın dudağında gülümseyen gül gibi girdiniz ....bir çocuk ağlıyordu sesini arayarak. şafağın en tenha yerinde çizilmiş gelincik miydiniz rengi düşmüş kalbinizin kırgın sözcüklerine. biçtiniz tülünü yalnızlıkların akarsuya düşmüş iki yıldız gibiydi gözleriniz. mevsim nar çiçeği göğsünde bahardı kaldıran duvağını elleriniz sevinci tutuşturan köz ateşlerle girdiniz bu kuzey ülkesine ....bir çınar soluyordu yitirilen her güne ağıt gibi dökülen Tedbirini terkeyle takdir hüda'nındır Sen yoksun o benlikler hep vehm ü gümanındır Birden bire bul aşkı bu tuhfe bulanındır Devran olalı devran erbab-ı safanındır. Aşıkta keder neyler gam halkı cihanındır Koyma kadehi elden söz pir-i muganındır. Meyhaneyi seyrettim uşşaka mataf olmuş Teklif ü tekellüften sükkanı maaf olmuş Bir neşe gelüp meclis bi havf u hilaf olmuş Gam sohbeti yad olmaz meşrebleri saf olmuş. Aşıkta keder neyler gam halkı cihanındır Koyma kadehi elden söz pir-i muganındır. Ey dil sen o dildara layık mı değilsin ya Da'va-yı mahabete sadık mı değilsin ya Özrü nedir Azra'nın Vamık mı değilsin ya Bu gam ne gezer sende aşık mı değilsin ya. Aşıkta keder neyler gam halkı cihanındır Koyma kadehi elden söz pir-i muganındır. Mahzun idi bir gün dil meyhane i ma'nade İnkara döşenmiştim efkar düşüp yade Bir pir gelüp nagah pend etti alel- ade Al destine bir bade derd ü gamı ver bade. Aşıkta keder neyler gam halkı cihanındır Koyma kadehi elden söz pir-i muganındır. Bir bade çek efzun kap mecliste zeber-dest ol Atma ayağın taşra meyhanede pa- best ol Alçağa akar sular Pay i huma düş mest ol Pür cuş olayım dersen Galib gibi düş mest ol. Aşıkta keder neyler gam halkı cihanındır Koyma kadehi elden söz pir-i muganındır Sapı eğri bir pipo gibi, ağza kurulmuş, Ya da bir Melek gibi berberin ellerinde, Yaşayıp gidiyorum işte öyle oturmuş Bardaklar arasında, duman yelkenlerinde.. Tatlı yaralar açar içimde binlerce düş Sıcak dışkılar gibi boş bir güvercinlikte; Bakarım ki yaramın kabukları soyulmuş, Kanıyor yüreğim altın sıvıyla birlikte.. Sonra, bütün düşleri yalayıp yuttuğum an, İndirince mideye otuz kırk bardak birayı, Bir boşalma gereği sıkıştırır o zaman.. Lübnan selvilerinin Tanrısı gibi tatlı, Sidiğini göklere, yükseklere attıran Ben kulunuzu bağışlayın siğilotları! Bizden selam olsun sofu canlara Vücudun şehrini yuyanlar gelsin Yedi kat göklerin yedi kat yerin Kudret binasını kuranlar gelsin. Sofu dedikleri bir kolay iştir Erenlerin gördüğü bir engin düstür Eti yok kanı yok bir uçar kuştur O kuşsun adını bılenler gelsın. Pırim sorarsan Ali`dir Ali Altından çakılmış Düldül`ün nalı Kim sürdğ kuyuda kırk arşın yolu Bu yolun erkanın bılenler gelsin. Pir Sultan`ım eydür özüm didarda Saklayalım Hakk katında nazarda Çıkmadı can kazılmadık mezarda O canın namazın kılanlar gelsin 'Barındırmaz mısın koynunda, ey toprak? ' derim, 'yer pek'; Döner, imdâdı gökten beklerim, heyhât, 'gök yüksek'. Bunaldım kendi kendimden, zamân ıssız, mekân ıssız; Ne vahşetlerde bir yoldaş, ne zulmetlerde tek yıldız! Cihet yok: Sermedî bir seddi var karşında yeldânın; Düşer, hüsrâna, kalkar, ye'se çarpar serserî alnın! Ocaksız, vâhalar, çöller; sağır, vâdîler, enginler; Aran: Beynin döner boşlukta; haykır: Ses veren cinler! Şu vîran kubbe, yıllardır, sadâdan dûr, ışıktan dûr; İlâhî, yok mu âfâkında bir ferdâya benzer nûr? Ne bitmez bir geceymiş! Nerden etmiş Şark'ı istîla? Değil canlar, cihanlar göçtü hilkatten, bunun, hâlâ, Ezer kâbûsu, üç yüz elli, dört yüz milyon îmânı; Boğar girdâbı her devrinde milyarlarca sâmânı! Asırlardır ki, İslâm'ın bu her gün çiğnenen yurdu, Asırlar geçti, hâlâ bekliyor ferdâ-yı mev'ûdu! O ferdâ, istemem, hiç doğmasın 'ferdâ-yı mahşer'se... Hayır, kudretli bir varlıkla mü'minler mübeşşerse; Bu kat kat perdeler, bilmem, neden sıyrılmasın artık? Niçin serpilmesin, hâlâ, ufuklardan bir aydınlık? O 'aydınlık' ki, sönmek bilmeyen ümmîd-i işrâkı, 'Vücûdundan peşîman, ölmek ister' sandığın Şark'ı, Füsünkâr iltimâ'âtıyle döndürmüş de şeydâya; . Sürükler, bunca yıllardır, o sevdâdan bu sevdâya.. Hayır! Şark'ın, o hodgâm olmayan Mecnûn-i nâ-kâmın, Bütün dünyâda bir Leylâ'sı var: Âtîsi İslâm'ın. Nasıldır mâsivâ, bilmez; onun fânîsidir ancak; Bugün, yâdıyle müstağrak yarın, yâdında müstağrak! Gel ey Leylâ, gel ey candan yakın cânan, uzaklaşma! Senin derdinle canlardan geçen Mecnun'la uğraşma! Düşün: Bîçârenin en kahraman, en gürbüz evlâdı, Kimin uğrunda kurbandır ki, doğrandıkça doğrandı? Şu yüz binlerce sönmüş yurda yangınlar veren kimdi? Şu milyonlarca öksüz, dul kimin boynundadır şimdi? Kimin boynundadır serden geçip berdâr olan canlar? Kimin uğrundadır, Leylâ, o makteller, o zindanlar? Helâl olsun o kurbanlar, o kanlar, tek sen ey Leylâ, Görün bir kerrecik, ye's etmeden Mecnûn'u istîlâ.. Niçin hilkat zemîninden henüz yüksekte pervâzın? Şu topraklarda, şâyed, yoksa hiç imkân-ı i'zâzın, Şafaklar ferş-i râhın, fecr-i sâdıklar çerâğındır; Hilâlim, göklerin kalbinde yer tutmuş, otâğındır; Ezanlar nevbetindir: İnletir eb'âdı haşyetten; Cihâzındır alemler, kubbeler, inmiş meşiyyetten; Cemâ'atler kölendiı: Kâ'be'ler haclen... Gel ey Leylâ; Gel ey candan yakın cânan ki gâiblerdesin, hâlâ! Bu nâzın elverir, Leylâ, in artık in ki bâlâdan, Müebbed bir bahâr insin şu yanmış yurda, Mevlâ'dan.. Ankara – Nisan 1338 (1922) İftardan önce gittim Atik-Valde semtine, Kaç def’a geçtiğim bu sokaklar, bugün yine,, Sessizdiler. Fakat Ramazan mâneviyyeti Bir tatlı intizâra çevirmiş sükûneti; Semtin oruçlu halkı, süzülmüş benizliler, Sessizce çarşıdan dönüyorlar birer birer; Bakkalda bekleşen fıkarâ kızcağızları Az çok yakından sezdiriyor top ve iftarı. Meydanda kimse kalmadı artık bütün bütün; Bir top gürültüsüyle bu sâhilde bitti gün. Top gürleyip oruç bozulan lâhzadan beri, Bir nurlu neş’e kapladı kerpiçten evleri. Yârab nasıl ferahlı bu âlem, nasıl temiz! Tenhâ sokakta kaldım oruçsuz ve neş’esiz., Yurdun bu iftarından uzak kalmanın gamı Hadsiz yaşattı rûhuma bir gurbet akşamı. Bir tek düşünce oldu tesellî bu derdime; , Az çok ferahladım ve dedim kendi kendime: ‘Onlardan ayrılış bana her an üzüntüdür; Madem ki böyle duygularım kaldı, çok şükür.’ 272 O gün Felek atına eğer vurdular. Göklere de süs diye yıldız kurdular. Orda verdi payımız' kader divanı; Düşen günahı burda, bizden sordular. Nasılda üzüyor insanı Yürüyüş, yabancı bir şehirde Çatıları ayın parlattığı Öylece uyuklayan sessiz gecede. Kule ve tepelerin üzerinden Bulutların imrenilen gidişi Vatansız, ama vatanını arayan Güçlü ve sessiz bir ruh gibi. Fakat sen iradesizce, aniden Teslim oluyorsun bu acılı sihre Ve bırakıp mendilini elinden Acı acı ağlıyorsun uzun süre Bir güzelin aşığıyım erenler Onun için taşa tutar el beni Gündüz hayalimde gece düşümde Kumdan kuma savuruyor yel beni. Al gül olsam al gerdana takılsam Kemer olsam ince bele sarılsam Köle olsam pazarlarda satılsam Yarim deyi al sinene sar beni. Abdal Pir Sultan'ım gamzeler oktur Hezaran sinemde yaralar çoktur Benim senden özge sevdiğim yoktur İnanmazsan git Allah'a sor beni Şahid-i şevk u safa etmez teveccüh bizlere, Yaver-i bahtı ezelde gırtlağından boğmuşuz. Safha-i mazi mülevves, hal bok, ati kenef Mader-i hürriyetin guya g...nden doğmuşuz. Bir büyük sır söyleyeceğim sana Zaman sensin Kadındır zaman sevilmek özlemi duyar Aşıklar eteğinde otursun ister Bozulacak bir entaridir zaman Perçemdir sonsuz Taranmış Bir aynadır buğulanan buğuları dağılan soluklarla Zaman sensin uyuyan uyandığım şafakta Sensin bıçak gibi geçen boynumu Geçmek bilmeyen zamanın işkencesi oy Mavi damarlardaki kan gibi durmuş zamanın işkencesi oy Hep doyumsuz arzudan daha da beterdir bu Daha da beterdir bu Sen odada yürürken gözlerin susuzluğundan Korkarım hep bozulur diye büyü Daha da beterdir bu senle yabancılaşmaktan Başın Kaçak dışarda ve yüreğin başka bir çağda oluşu Sözcükler ne ağır Tanrım anlatırken bunları Arzunun ötesinde erişilmez yerlerde bugün aşkım Sen şakağımda vuran duvar saatisin Sen solumazsan eğer ben boğulurum Duraksar ve tenime konar adımın. Bir büyük sır söyleyeceğim sana Dudağımdaki Her söz dilenen bir yoksulluktur Bir yoksulluktur ellerin için bakışında kararan bir şeydir Bundandır sana sık sık seni seviyorum demem Boynuna takacağın bir tümcenin saydam kristalinden yoksunum Şu sıradan sözlerimi hor görme Onlar sade bir sudur ateşte o sevimsiz gürültüleri yapan. Bir büyük sır söyleceğim sana Beceremem ben Sana benzer zamandan sözetmeyi Senden sözetmeyi beceremem ben İnsanlar vardır hani istasyonlarda El sallayan tren kalktıktan sonra Yani ağırlığıyla göz yaşlarının Kolları yana düşer onlara benzerim ben. Bir büyük sır söyleyeceğim sana Korkuyorum senden Korkuyorum ikindilerde seni pencerelere götüren şeyden Korkuyorum davranışlarından söylenmedik sözcüklerden Hızlı ve usul geçen zamandan korkuyorum senden Bir büyük sır söyleyeceğim sana kapıları ört Ölmek sevmekten daha kolaydır Bundandır yaşamanın sancılarına yönelmem Sevgilim. Aşkımız iki gözlüklünün öpüşme çabasıydı; gözlükleri çıkarmak hiç aklımıza gelmedi. . Hiç düşündün mü belki Belki, eline en yakışan takı benim elim. Belki de en belli olacak yalan, benim söylediğim... Belki sen ve belki ben... . Yoksulluk, kirden rengi tanınmayan bir beyaz tutsaklık... İnsan kendine iltica edebilir mi? . Ölü olarak ele geçiriliyor en sıcak insan sözleri.. Ve hüznüm bir kamu morgunda işe başladı. Allah biliyor ya benim şaşkınlığım sizinkine benzemez hayrete düşürür beni umursamadığınız şeyler mesela ırmağa binen balık güneşi sırtında taşıyan dağ ve peribacaları, avurtları çökmüş kayalar ve sarışın semazenler, ayçiçekleri hayrete düşürür beni.. merakım da sizinkine benzemez şöyle seslenirim bazen: yağmurkuşu bana bir şeyler söyle deli ırmak ne fısıldar denize.. savaşım da benzemez savaşınıza yalın kalem dayanırım kelam kapılarına ya simmurga ya morga, farketmez.. ve korkum, o da sizinkine benzemez saflar sıklaştıkça korkarım anlaşılmaktan korkarım, düşlerimden korkarım üstelik kırmızı ışıkta cam silen çocukları şoförlerden sakınmak zorundayım. Bülbül olmuş gülistanı beklerim Geçti cahil ömrüm gülizâr deyu Azgındır yaralar kabul etmez em Ya kime varayım yaram sar deyu. Bir gün bile dost bağına girmedim El uzatıp gonca gülün dermedim Dünya güzeline gönül vermedim Benim sadâkatli yârim var deyu. Emrah devran sürsün bezminde ağyar Bu gam diyarında ben kılayım zâr Sen tek başına gez taş yürekli yâr Ben de böyle dolanayım yâr deyu Ala gözlerine kurban olduğum Say edip aleme bildirme beni Açıp ak gerdanı durma karşımda Ecelimden evvel öldürme beni. Dilber at kolların dola boynuma Ölüm endişesi gelmez aynıma Bir gece misafir eyle koynuna Sabah oldu deyu kaldırma beni. Karac(a) oglan tutma beni el gibi Akıttım gözümden yaşı sel gibi Bahçende açılan gonca gül gibi Dizip al yanağa soldurma beni Hayatımı genişleyen halkalar içre yaşarım ben, nesneler üzre açılan birim birim. Sonuncuyu, belki, başarmak gelmez elimden; fakat denemek isterim.. dönerim çevresinde Tanrı'nın, o eski kulenin gece gündüz dönerim binlerce senedir; doğanmıyım ben, fırtına mı, bilmem henüz, yoksa bir büyük şarkı mıyım nedir... seni de vururlar bir gün ey acı uçuşup durduğun kanatlarından sazın, sözün, türkülerin tükenir ellerin koynunda kalakalırsın. şakaklarına kar yağıyor bilesin ey acı gül açan yüzlerimizde göğeriyor rengin senin de. biz seni tâ eskiden tanırız hani göğüslerimize taş olur inerdin avuçlarımızda hira dağıydın al atların tan yerine ayarlanmış yelelerinde akdeniz rüzgarlarına karışan sendin. biliyorum hiçbir tarih yazmayacak ve bir sır gibi kalacak yakılan kitaplarda göbek bağı anasından henüz çözülmemiş bebelerimize mitralyözlerin washingtondan ayarlandığını. seni de yakarlar bir gün ey acı bir taptuk kul gözlerinden vurursa parmakların eğri ağaç tutmaz çığlıkların çağlar aşar duymazsın. ve ben biliyorum örümceği, mağarayı, güvercini, asâyı. ve ibrahim'in baltasını biliyorum. nereden başladı bu kesik dans ve bu dansa karşı afyonlanmış hecin yüzlü insanlar kim? . kim kimin yanında kim kimin karşısında. meclis kürsüsünden konuşan bu adam kim. üsküdür kız lisesinde okuyan genç kız çantasında kimin fotoğrafını taşıyor. kadıköy vapurunda sigara tüttüren delikanlılar neden gülüyorlar ki. seni de vururlar bir gün ey acı filistin'de sapan taşlı çocuklar dalın, kolun, fidelerin budanır kuru bir kütükle kalakalırsın. öyle bakmayın balkonlarınızdan fırat nehri ayrılık çıbanına tutuldu, damarlarımızı yırtıyor tuna nehri, onulmaz boşnak sızıları pompalıyor yüreğimize. pilevne türküleri ağıtlara dönüşürken, çeçenya'da yiğitler inancın emeğin / ve aşk'ın kılcal damarlarına ulanıp sustular.... ve ne bağdat'tan ne şam'dan ne mekke'den ne diyarıbekir'den ne istanbul'dan ne buhara'dan bunca telefon direğine rağmen kimse kimseyi duymuyor. seni de vururlar bir gün ey acı halepçe'de soldurulmuş gül gibi bu sevdaya düşsen, sen de yanarsın suskun, sıcak, uzun yaz geceleri. ve siz ey analar, hani siz, gecelerinizi böler, çocuklarınıza ninniler söylerdiniz. hani siz, fatihler doğururdunuz.... gelin kızların giysileri kirletildi çocuklar hep yetim kaldı. 'elem yecidke yetimen feava'. ve ben biliyorum ben biliyorum istanbul'un bağdat'ın diyarıbekir'in mekke'nin buhara'nın birbirine nasıl bağlandığını, nasıl çözüldüğünü; sonra ey insan ey insanlık ayağa kalk. kolları ve bacakları budanmış delikanlıları boyunları gövdelerinden ayrılmış insanları gözleri uyur gibi kapanmış, kan pıhtıları içindeki bu çocukları. gelişmiş laboratuarlarınızda dikkatle inceleyin ve bir gün bu dünya gül bahçesine dönecek. bunu böyle bilin; ve unutmayın.. Oyle sevdim ki seni Oylesine sensin ki! Kuslar gibi civildar Tattirdigin acilar Diyorsun ki, davamıza hayrı yok bu gidişin. Karanlık gitgide, diyorsun, derinleşiyor. Güçler azalıyor, diyorsun, gitgide. Bunca yıl, diyorsun, çalış çabala, sonunda ilk günden daha güç bir duruma düş. . Oysa işte düşman her zamankinden daha kuvvetli. Yenilmez gibi de görünür. Biz de hatalar yaptık, bu inkar edilmez. Sayımız yavaş yavaş azalmada. Sloganlarımız orda burda dağınık. Düşman sözcüklerimizin bir kesimini çarpıttı. . Bugüne dek söylediklerimizden hangisi yanlış şimdi? Bir kısmı mı, yoksa hepsi mi? Güveneceğimiz kim var artık? Arta kalanlar mıyız bizler yaşayan bir ırmaktan fırlatılmış? Geride mi kalacağız kimseyi anlamadan ve hiç anlaşılmadan? . Yoksa şans mı gerek bize? . İşte senin sordukların bunlar. Ama kimseden bir yanıt bekleme, yanıtını da kendin ver. Vahdet kaynağından dolu içenler Kanmıştır badeye,şarap istemez Hakikat sırrına candan erenler Ermiştir mahbuba, mihrab istemez. Bu yolda can yoktur,canan isterler Gönül kabesinde erkan isterler Ademe secdeyi her an isterler Başka bir ibadet,sevap istemez. Ariftir mushaftan dersler okuyan Tevrat'ı İncil'i ezber okuyan Cemal-ı muzhafı ezber okuyan Almıştır fermanı Kur'an istemez. Nesimi'yem,aşkla zar-ı zar olan Ezel ikrarında ber-karar olan kiramen katibe yar-ı gar olan Düşmüştür defteri kitap istemez (Cemil Çakır hocaya). Dudaklarımı kanatırcasına ısırıyorum günlerdir her sözcük dilimin ucunda küfre dönüyor çünkü Bir gök gürlese bari diyorum bir sağnak patlasa bitse bu sessizlik, bu kirli yapışkanlık bitse ama bir tufan az mı gelir yoksa yine de yırtılan ve parçalanan birşeyler olmalı mutlaka hiç durmadan yırtılan ve parçalanan bir şeyler. Oysa ne kadar sakin bu sokaklar ve bu kent ne kadar dingin görünüyor bana şimdi gökyüzü. Gidenler nerde kaldılar, özledim gülüşlerini bir kenti güzelleştiren yalnız onlardı sanki onlardı çocuklara ve aşka ölesiye bağlanan kadınları güzelleştiren herhalde onlardı 'Tükürsem cinayet sayılır' diyordu birisi tükürsek cinayet sayılıyor artık ama nerde kaldılar, özledim gülüşlerini onların. Uzun uzun bakıyorum kıvrılan sokaklara tek yaprak bile kımıldamıyor nedense ve tek tek söndürüyor ışıklarını varoşlar alnımı kırık bir cama yaslıyorum, kanıyor kanımın pıhtılarında güllerin serinliği ve fakat bir cellat gibi yetişiyor pusudaki Dilimin ucunda küfre dönüyor her sözcük. Yaşamak neleri öğretiyor, düşünüyorum okuduğum bütün kitaplar paramparça çıkıp dolaşıyorum akşamüstleri bir başıma bir uçtan bir uca yalnızlıklar oluyor kent bulvar kahvelerinin önünden geçiyorum sırnaşık aydınlar, arabesk hüzünler bir gazete sayfasında sereserpe bir yosma. Sesler gittikçe azalıyor, kuşlar azalıyor ve ne zaman yolum düşse vurulduğun yere kızgın bir halka oluyor boynumda o sokak Hüznü yalnız atlarımız duyuyor artık biz çoktan unutmuşuz böyle şeyleri ama içimde bir sırtlanın dalgın duruşu ve dilimin ucunda küfre dönüyor her sözcük. İçimde zaptedilmez bir kırma isteği dizginlerini koparan bir at sanki bu soluk soluğa kalıyorum her sonbahar ve sevgilim ne zaman hoşgörülü olsa bir yolculuk düşüyor aklıma, gidiyorum bütün gençliğim böylece geçip gitti işte ama hala bir şeyler var vazgeçemediğim. Hangi duvar yıkılmaz sorular doğruysa birgün gelirsek hangi kent güzelleşmez şiirlerim bir dostun vurulduğu yerde yakıldı geri almıyorum külleri yangınlar çıksın diye Devriyeler çıkart şimdi, bütün ışıklarını söndür sorduğum hiçbir soruyu geri almıyorum ey sokak ve dilimin ucunda küfre dönüyor her sözcük. Dudaklarımı kanatırcasına ısırıyorum günlerdir bir gök gürlese bari diyorum bir sağnak patlasa bitse bu kirli ve yapışkan sessizlik, hiç gitmesem oysa ne kadar sakin sokaklar, kent ve bütün yeryüzü ipince bir su gibi sızıyorum gecenin tenha göğüne sessizce çekip gidiyorum şimdi, sessiz ve kimliksiz Belki yine gelirim, sesime ses veren olursa bir gün Goft yeki Hace Senai bimord Merk-i çünan Hace ne karist hord. ÖYLE KOLAY DEĞİL Birisi dedi ki:Hoca Senai öldü.Böyle bir erin ölmesi,öyle kolay,öyle mühimsenmeyecek iş değil Saman çöpü değildi ki uçtu diyelim.Su değil ki soğuktan donsun. Tarak değil ki bir saç teli kırsın onu.Buğday tanesi değil ki toprak sıkıştırsın,gizlesin onu. O şu topraktan yaratılan yurtta bir altın definesiydi ki iki cihanı da bir arpaya sayardı. Topraktan yaratılan bedeni fırlattı,toprağa attı,akıldan ibaret ruhuysa aldı,göklere götürdü. Yanıltacak söz mü söylüyoruz yoksa? Halkın bilmediği o ikinci canı sevgiliye bağışladı. Saf şarap tortulanmıştı,safı küpün üstüne çıktı,tortudan arındı. Azizim,bir Kürt,Maragalı,Reyli,Rum ülkesinden üç kişiyle buluşmuş yolculuğa çıkmıştı.Yolculuğu bitirdiler mi her biri kendi yurduna,kendi ülkesine gitti; atlas kumaşla kara çalı hiç aynı olur mu? Sus,çünkü padişah,senin adını nokta kazır gibi söz söyleme defterinden kazımıştır. Biraz Paris. - 1. place pigalle. telefonlarla geldi telaşlı ve ürkek birdenbire geldi beklemiyordum hayli dargın sesi kalın ve titrek umutsuzluğuma geldi oysa yorgundum üstelik incittim de istemeyerek. akşamdı samanyolu patlamıştı bütün sacre coeur silme akordeon mulhouse'lu muydu neydi işte unuttum ilk yudumda ağlamaya başlamıştı şakakları ter içinde gece saat on kibrit aranıyor göğüs geçirerek bütün sevgilerinde yanılmıştı. bir omzuna almış sanki gökyüzünü dudakları masmavi alsace lorrain yüzü cermenlerin en eski hüznü hölderlin bakıyor sisli gözlerinden ellerini şöyle okşayacak oldum duydum nabzının gök gürültüsünü. adı yağmur mu akşamüstü mü uzak bir panayırda ip atlayan çocuklar dalgalar vurdukça sarsılan mendirek gecesi kaydı mı nedense beni arar dilinde özürler bilerek bilmeyerek zenciler çaldı mı cazın hali başka oturduğu yerde içtikçe eksilerek barın camlarına orospular çiziliyor özlem büyük korku epeyce şaka. telefonlarla geldi telaşlı ve ürkek birdenbire geldi beklemiyordum hanidir içimden bir başkası geçiyor gözlerim hanidir ondan uzakta hölderlin'i bırakmıştım artık sevmiyordum Hangi taşı kaldırsam Anamla babam Hangi dala uzansam Hısım akrabam Ne güzel bir dünya bu İyi ki geldim Süt dolu bir torbayla Şöylece çıkageldim Kime elimi verdimse Döndürüp yüzümü baktımsa Kısmet kapıyı çaldı Kör pınara su geldi Ben şakıyıp durdukça öyle Gülün kokusu geldi Bebesi olmayana Bunalıp da kalmışa Acılarla yüklü Dargın yüreklere Yetiştim geldim İyi ki geldim Çıktım seyreyledim Niğde'yi Bor'u Acep gezsem mavi donlum var m'ola Güzeller durağı Tokat, Engürü Acep gezsem mavi donlum var m'ola. Hey geri de deli gönül hey geri Adana, İlbeyli, Göksun, Tekir'i Otuz iki sancak, Diyarbekir'i Acep gezsem mavi donlum var m'ola. Heşiri de deli gönül heşiri Deryada dönüyor kıral yesiri Halep, Trablus, koca Mısır'ı Acep gezsem mavi donlum var m'ola. Yeşil ördek yayılıyor çimende Mehdi günü doğar ahir zamanda Kürt'te, Hindistan'da, Çin'de, Yemen'de Acep gezsem mavi donlum var m'ola. Yeşil ördek sulanıyor gölekte Altın küpe şavk veriyor kulakta Cennet-i alada, huri, melekte Acep gezsem mavi donlum var m'ola. Mecliste içerler demi kanyadan Guzel seven murad alır dünyadan Kayseri'den, Karaman'dan, Konya'dan Acep gezsem mavi donlum var m'ola. Hacı Bektaş Veli şeyhlerin piri Konya'da yoklayın Molla Hünkar'ı İçel'den, Antep'den, Gürün'den beri Acep gezsem mavi donlum var m'ola. Mardin'den de Karac'oğlan Mardin'den Çeken bilir ayrılığın derdinden Koçhisar'dan, Hasan Dağın ardından Acep gezsem mavi donlum var m'ola ADIM YALNIZLIK BENİM. Önce seni Sonra kendimi Bugün de kimliğimi kaybettim Hükümsüzdür Bulanlar Boşuna yorulup getirmesin yazık Çünkü Ahmet'i türkülere Selçuk'u şarkılara İlkan'ı şiirlere gömdüm artık Bundan böyle 'Adım yalnızlık benim Soyadımsa ayrılık' Sen Deniz Gök, Bir an dursanız uykuda Büyür bir yosun geceye karşı.. Tedirgin olur ölüler Bir an yaslansanız karanlığa, Sen Deniz Gök. --------------------- Dalarım engine Ki yaşadığım Anladığımdr.. Roma'yla Kartaca'nın arasında Yüzer, sevgi sevgi İstanbul.. Böler bir kuş düsüncemi ikiye Maviden Yarıda kalır içki. --------------------- Dersin ki Ellerimize değecek Yıldızlar Büyüyecek büyüyecek de.. Dersin ki Bir aydınlığı var Sevgililer için, Karanlık sessiz de.. Dersin ki Uyuyamıyorum Yalnızız Gece, mavi de. --------------------- Sessizdi yeryüzü Yeryüzünde bircik Akdeniz vardı Akdenizde Yalnız ikimiz.. Beni seviyor musun dedim, Yumdu gözlerini uzaklığa, Tam sorulacak an, diye gülümsedi, Tam sorulacak yer. --------------------- Bir kocaman yeşil bir kocaman boz Yellerde Çarpar birbirine çarpar enginlere dek.. Dalgaların ucunda yıldızların ucu Her köpük bir fırtına Her köpük bir evren.. Su deniz su gök gizlenebilir Seni sevdiğim Gizlenemez. --------------------- Havaya da yalıma da ağaca da benzer ama En çok suya benzer Sevgimiz.. Morluğun acısı var sonu yok Karışır yaşamımıza Kendiliğinden.. Herkes ölünce toprak olurmuş Hayır hayır Bizim su olacağımız besbelli. --------------------- Akdeniz enginlerde kararmaktadır Ama Ben Öyle maviyim ki.. Akdeniz bir gitmişlikle eski, uzak, Ama Ben Sahibi gibiyim yıldızların.. Akdeniz seni bir daha yaratamaz Ama Ben Seni bir daha sevebilirim. --------------------- Deli gibi bir gürültu, ansızın, Yırtılırcasına yarılır sessizlik, Düşünür Akdeniz.. İşte uçaklar geçer havalarından Kalır mavilik üstünde apak izleri, Akdeniz anlar ve sever. --------------------- Denizdir, Her aksam üstü Bütün düşüncelerde Gelip gider.. Senin le Acısı Uzunluğu Aksi.. Ve gece yarısıdır bu masmavi şey, Senin Uzaklarda Unuttuğun sessizlik. --------------------- Duymuştun Bu türküyü Çok eskiden de.. Bu türküyle anılarsın yelden Yeşilden Kadırgaların dibindeki sessiz yosunları.. Bu Akdeniz dalgalarında bu türküde sen Varsın ışıl ışıl Ve yoksun biraz. --------------------- İyice düşün bu bütün yaşamamızdır. Kim esir değildir Kendi içerisinde? Akşamlar hey akşamlar!. Doğmasaydım eğer O küçük şehirde Kim böyle boş gezer, Yüzer gibi olur, Bir koca nehirde?. Yorgunluk hey yorgunluk! İnatçı yorgunluk! Dalgın bir yüz kadar Tozlu ayakkabılar. Yorgunluk hey yorgunluk!. (1944) Kevser ırmağında saki olan yâr Bir bardak dem ikram etmez mi ola Sıratın yolunu iyi bilen yâr Benim de elimden tutmaz mı ola. Aman medet, duy sesimi dardayım Sorma hallerimi, gayet zordayım Cehennemden daha beter kordayım Yanarım, yandığım yetmez mi ola. Her yanımı harlı ateş çevirdi Vücut sarayımı yaktı kavurdu Yaptım mamur ettim, geri çevirdi Viranemde, güller bitmez mi ola. Zindanda kalsam da gam yemem gene Sefil Selimî'yle dursan yan yana Olmak istiyorum, dostla can cana Muradımca bülbül ötmez mi ola İstemem artık ışık rayiha renk alemini koklamam yosma karanfille beyaz yasemeni Beni bir lahza müsait bulamaz idlale Ne beyaz bakire zambak ne ateşten lale Doruk beyaz, dere mavi; Etekler, yeşil çuhadan.. Dağlar, koskoca dünyayı İkiye böler ortadan... Ki nesi kalır dünyanın Dağları çeksen aradan? . Kartal, süzülür yuvadan; Yuvası vardır kayadan. Dağlarda kartopu diye Birbirine ay atan Kızlar... ki dudakları al... Alları, değil boyadan.. Dağ uykulariyle mahmur Yüzlerini, gün doğmadan, Seyrederler, ya suyun ya Ayın tuttuğu aynadan.. Yaratırken şu dünyayı Yeri, göğüyle yaradan, Dağı sahiden yaratmış, Geri kalanı şakadan! Kurtlarına helâl olsun Ne alırlarsa ovadan! Ben senin krallığın ülkene yetiştim Kaldım gölge tanımayan güzelliğinle. Her sabah büyüten denizimizi böyle Gülüşlerindi o ülkede bilmez miyim. Sen o çıktığım sularsın,zencim benim. Denize bakan evler gibiydim seninle. Dur, geliyorum ellerin ne güzel öyle. Beni şey et gülüşlerini bekleyeyim.. Sen gittiğim o ülkesin varılmıyorsun Vurmuş sonrasız nasıl en güzel sulara Güzelliğin balıkları gibi İstanbulun.. Şimdi her yerde ne güzeldiniz o kalmış Yankımış denizlere öbür kadınlara Dünyada sizinle İstanbul olmak varmış.. ne olur kim olduğunu bilsem pia'nın ellerini bir tutsam ölsem böyle uzak uzak seslenmese ben bir şehre geldiğim vakit o başka bir şehre gitmese otelleri bomboş bulmasam içlenip buzlu bir kadeh gibi buğulanıp buğulanıp durmasam ne olur sabaha karşı rıhtımda çocuklar pia'yı görseler bana haber salsalar bilsem içimi büsbütün yıldız basar bir hançer gibi çıkıp giderdim . ben bir şehre geldiğim vakit o başka bir şehre gitmese singapur yolunda demeseler bana bunu yapmasalar yorgunum üstelik parasızım pasaportsuzum ne olur sabaha karşı rıhtımda seslendiğini duysam pia'nın sırtında yoksul bir yağmurluk çocuk gözleri büyük büyük üşümüş ürpermiş soluk ellerini tutabilsem pia'nın ölsem eksiksiz ölürdüm. Yalnızlık... caddede, sokakta, evde Ben beni özlerim; gurbet bu derim. Mezarlıkta güler yaşlı bir dede Yaşarır gözlerim; gaflet bu derim.. Sevgi gürül gürül içime akar Gönlüm dalgalanır ayağa kalkar Özüm dost kucaklar, gözüm dost bakar Bağlarım, çözerim; rahmet bu derim.. Kendi yavrusunu yemez kurt soyu Gül açtı sayarım düğünü, toyu Derde denk olursa sabırın boyu Göğsüme dizerim; servet bu derim.. Zulüm tez doyurur, adalet aç kor Yazık! . Arkasında intikam, öç kor Toprak beş-on kemik, bir tutam saç kor Düşünür gezerim; ibret bu derim.. Susayan toprağı gökler emzirir Acıkan ağacı kökler emzirir Dost ilhamlar beni, yoklar emzirir Oturur yazarım; nimet bu derim.. (Beşinci Mevsim) Sevmek gibi geliyordu her şey, sevmek gibi gidiyordu kadın adının anlattığı,canın teni yakmasıydı, bir bulut evet ama aslolan bulutun suyu yağmasaydı.... 'bir insanı sevmekle başlıyordu her şey' ve boşanmak için en az iki şahit gerekiyordu -Halide Edib'e, sanatta ve fikirde ulvi varlığına derin hürmetle.. Bazen kader, gelen bora halinde zorludur ; Dağlar nasıl bakarsa siyah ufka öyle bak. Bazan da cevreden nice bir adem oğludur, Görmek değil düşünmeğe bigane kal! Bırak!. Dindar adam tevekkülü, rikkatle, herkese İsa'yı çarmıhında, uzaktan, hatırlatır. Bir arslan esniyor gibi engin vakar ise Rind'in belaya karşı kayıtsızlığındandır Şüphemin dalgaları her dini boğdu, aştı, Gönlümün yolları gittikçe karanlıklaştı.. Bir teselli veremez bilgi denen şu kötürüm, Hele imân ise, o köhne yular, mahz-ı cürüm.. Sû-i kasd eylemiyen aklına iyman edemez, Takılıp bir masalın ardına mantık gidemez.. İşte su nâmütenahi denilen varlıklar, Sevdiğim fâhişenin bir piçi dersem ne çıkar? . Kâinatı doğuran kahbe bilir iç yüzünü, Önü zulmet, sonu zulmet, nideyim gündüzünü? . Sen takıl da peşine bir sürü ehl-i tarabın, Korkmadan gir kanına hikmetin, aşkın şarabın! en bağlayıcı emek kutsanmış bir bayrak altında iki yakanı bir araya getirmeye çalışmaktır. başkalarıyla niyet benzerliği aptalı kaşiften ayırır.. bunu herhangi bir bilardo salonunda, hipodromda, barda, üniversitede ya da kodeste öğrenebilirsin.. insanklar yağmurdan kaçar ama su dolu küvetlerde otururlar.. milyonlarca insanın hidrojen bombasından korkması epey kasvetli ancak zaten yaşamıyorlar ki.. yine de para kazanmaya kadın kapmaya mantıklı davranmaya çalışmayı bırakmıyorlar.. ve sonunda Büyük Barmen olanca beyazlığı ve saflığı gücü kuvveti ve gizemiyle öne eğilip yeterince içtin, der, tam da keyif almaya başladığında. başarısızlıklar. birbiri ardına. bir ördekgöleti dolusu başarısızlık. sağ kolum ta omuzbaşıma kadar ağrımakta. aynen hipodromdaki gibi. bara yanaşırsın gözlerin korkudan yuvalarından fırlamış ve dikip bitirirsin: bar bacaklar kıçlar duvarlar tavan program atpisliği. yaşanacak yalnızca 35 saniyen kaldığını bilirsin ve bütün kırmızı ağızlar öpmek ister seni, bütün elbiseler yukarı sıyrılıp bacak göstermek ister sana, borular ve senfoniler misali savaş misali savaş savaş misali. sonra barmen uzanır ve der ki duyduğuma göre bir sonraki yarışta 6'yı sokacaklarmış.. sen de canın cehenneme dersin, anneannenin evindeki artık orda bulunmayan beyaz bir bulaşık bezine döner suratı.. sonra o da bir şey söyler.. işte kolumu böyle incittim. karanlık basmadan ovalarıma kainatın duru illetsiz aydınlıkları katılaşırken çocuk ruhlarında karanlık basmadan kararmadan taşıtlar . et kemik taşıtı tam da mayalanmış yüreğimin hamuru ve ne yakıp kavuran yaklaştırmayan kalıplara hiçbir daraban olmadan ziynetli topraklara da yanardağ akıntısı yer cazibesine mermut akan lav katiyeti heybetiyle akıp dağ'la terbiyeli bir insan eli olan elinle şekillenmeye hazırken NEREDE BULABİLSEM SENİ yetişip dizüstü düşebilsem eteklerine . karanlık basmadan dünyayı kapatan karanlık elimizde kılınç ben ince işler ustası musa kardeşim ya ki heybem değişince kubbeli evim girdabım - tövbem kapımın önünde akan ırmak en zengin denizcisi incilerin - uzak şarklara yollanan elçilerin . kelimeler okyanusla yarenliğe dalıp çoluk çocuğu unutacak kadar bol ve bereketli binlerce yılçün kurulmuş bir zemberek içimizde ağzımıza boşalttı onca sözden birinin heybeti ve lezzetinden damağımız çatlamakta . ya ani karanlık 'inanana rahmet inaçsıza esef' olan . (hiçistanda bir rüzgar belirmiş kulağımıza gelir bir ey muhalif rüzgar ki oyropeiş örneği hafifçe terli bedenin krondeli göz dikmiş duyduk ki meni yataklarına bile). /japonya büyür büyür bir gün toprağını denize yayarak peygamber sözüne ordan hizmet olur/ . kucak açanlar kadar geniş istekli göçüp gelenler kadar hafif az'la doyan yük olmadan . ve başlar kimin yüreği daha yüce yarışı . musa kardeşim ağlamaktan mı okumaktan mı az uyumaktan mı kan gölü gözlerin . her an karanlığını giyinecek gibisin ne kadar uzun sürüyor ta içinden gözlerine gelmesi dikkatin . karnın ne kadar küçük ve içerde ince belin fazla kabarık değil kemiklerinden etlerin biliyorum ancak sen bu kadar yetindikçe ve ekmeği böyle mübarek tuttukça doyar karnı çinin hindistanın amerikanın sen olabilirsin çaresi . su içinde susuzluk hissinden ölen kimselerin . musa kardeşim haya'dan mı boyuna posuna güzelliğine rağmen hafifçe kıvrık omuzların hafifçe eğik başın hele terazi tutuşun zarif sapasağlam ve artık en insansız çölde tek başına kalsa bile eğilmezken adalen bile yine de bir nebzesini tutsa yüreğindeki tartarkenki dikkatin ikiye yarılır bir su aygırı . ve çocuklar tuz yalarken çocuk avuçlarından NEREDE BULABİLSEM SENİ baba bıçağını ağır ağır çekerken YETİŞİP ana dalgın ve su dibinde yürür gibi DİZÜSTÜ DÜŞSEM ETEKLERİNE . ana dalgın ve su dibinde yürür gibi üzüm tiyekleri ceylan dolu etekleri . 1 . çocuklar kurtulamazlar yanaklarına konan yaradan olmadık anda bırakılırlar sonra nice sonra hatta bazen karanlıklarına uzanırken kadar sonra üzerinde gözyaşı izleri senelerin izleri ile yol yol kalmış yanakları mahzun yayılır ancak görünür güzel dişleri . ve 'kuşlar da kaderle uçar' Korkuyorum yitirmekten o eşsiz; yontu gözlerini senin ve gece; yüzüme koyan ezgiyi, kimsesiz gülünü ah soluğunun,öylece.. Yanarım bu kıyıda dalsız nesiz bir kütük olmama; yanarım nice çiçeksiz olmama,kilsiz,meyvesiz; keder kurdu beslenmeye gelince.. Sen eğer bir gizli gömüysen bende; çarmıhsan,kederimsen ıpıslak, bir köpeksem eğer senin ülkende; kazancımı benden almamaya bak, süsle ırmağınn suyunu sen de bu deliren güzümde yaprak yaprak. (mektup yerine). Sigara dumanlari kemiriyor havayi Oda: Krucyonik`in cehenneminden bir bolum sanki. Ve hatirla: Su pencerenin ardinda azgin bir arzuyla ellerini oksamistim ilk defa. Bugun birlikteyiz iste. Iste sen: Zirhli yurek. Ve yarina kalmaz kovarsin yanindan hakaretler yagdirirsin bana.. Ve evin holunde uzun bir zaman bir kol gizli bir urperisle kivranarak ceketi arayacak.. Savurup kendimi sokaga gidecegim. Vahsi ve agzima ne gelirse sayiklayarak umutsuzluk tarafindan kiymalanmis bir halde gidecegim.. Hayir sevgilim hayir oyle degil yalan hepsi yalan biricigim, gel bana veda et haydi. Bil ki nerede olursan ol nereye gidersen git bir demir yigini kadar agir ceker senin icin askim. Ve birak da haykirayim son defa aci haykirisiyla gururu kirilmisligin. Takati tukenen okuzler gidip kendinilerini soguk suyun icine atarmis. Ama benim icin askindan gayri bir okyanus yok ve bosunadir aglayip haykirmam biliyorum bosunadir ummak tukenmemeyi. Dinlenmek isterse yorgun fil kizgin kumlara uzanirmis krallar gibi Ama benim icin askindan gayri hic bir gunes yok ki. Ve bilmiyorum bile nerdesin simdi bilmiyorum kiminlesin. Sair olmus olsaydi bunca azap cektirdigin su kisi coktan satip gitmisti sevgilisini servet ve san karsiliginda. Sevinc vermiyor oysa bana hic bir can sesi senin o mubarek ismini tekrarlayan can gibi. Ne bosluga firlatirim kendimi ne zehir icerim ne de tabanca namlusu dayarim sakagima.. ve bir bicagin gucu yetmez bakislarin bir yana kesmege beni.. Yarina kalmaz unutursun basina koydugum taci ve askinla besleyip yaktigim o cicek acmis ruhu da. Ve hareketli gunlerden bir karnaval ruzgari dort bir yana dagitir kitaplarimin sayfalarini.. Soyle: Kelimelerimin kurumus yapraklari yolunu kesip de durdurabilir mi? seni? Hic degilse birak son sevgimden dokudugum haliyi sereyim ayaklarinin altinda yitip giden topraga... Sevgisinin kepaze edilmesine, Kanunların bu kadar çabuk yürümesine, Kötülere kul olmasına iyi insanın Bir bıçak saplayıp göğsüne kurtulmak varken? Kim ister bütün bunlara katlanmak Ağır bir hayatın altında inleyip terlemek, Ölümden sonraki bir şeyden korkmasa, O kimsenin gidip de dönmediği bilinmez dünya Ürkütmese yüreğini? Bilmediğimiz belâlara atılmaktansa Çektiklerine razı etmese insanı? Bilinç böyle korkak ediyor hepimizi: Düşüncenin soluk ışığı bulandırıyor Yürekten gelenin doğal rengini. Ve nice büyük, yiğitçe atılışlar Yollarını değiştirip bu yüzden, Bir iş, bir eylem olma gücünü yitiriyorlar. Ama sus, bak güzel Ophelia geliyor. Peri kızı dualarında unutma beni, Ve bütün günahlarımı rüzgâr etekli geçin çocuklar gözlerimden geçin kısa pantolon boy boy oyun oyun şakacıktan oyuncuktan olsun razıyım dünden ba-ba deyin çığlık çığlığa önümde durun . pamuk ellerinizle boynuma tırmanın dizlerimden karıştırın ceplerimi yüzünüzü sakalıma sürün ağlamıyorum kokunuz kaçtı da gözlerime o yüzden öpeyim gıdığınızı hadi katıla katıla gülün . ulaş barış evrim özlem gökçe devrim güzelim adlarınız şimdiden tutmuş umutları yapraklarca balıklarca kuşlara geçin tuzakları aferin çocuklar size aferin bin aferin . kat kat katlanıyorsam acılara gıkım çıkmıyorsa gövdemi serin bir dal gibi şafaklara salmışsam ipten alıp zehir-zıkkım müebbetlere yatırmışsam şair olmuşsam ekmekten ve aşktan yana bir adım daha erkene almışsam yani ömrümü bulutsuz yürüyün diyedir altında göğün hadi öpün birbirinizi öpün bir daha öpün ve alın artık ellerimden sizde büyüsün gülüm Madem dilber meylin yoğudu bende Ezelinden ikrar vermeyeydin Muhabbettir güzelliğin nişanı Uğrun uğrun bakıp gülmeyeyidin . Siyah saçlarını eylersin perde Beni sen uğrattın bin türlü derde Ben kendi halımda gezdiğim yerde Çağırıp yağdigar vermeyeyidin . Karacaoğlan der ki ey mahı mestim Kaşla göz edersin benimi kestin Severler güzeli darılma dostum Darıldıysan güzel olmayayıdın Kedimin her gece böbrekle dolardı sepeti Yok idi Ni'metinin râhatının hiç adedi Çeşmi şehlâ nigehi fârik iken nik ü bedi Sardı etrafını bin dürlü adular Kedimi gaflet ile fare-i idbâr yedi Buna yandı yüreğim âh kedi vâh kedi. Keyfi gelse bıyığın oynatarak mırlar iken Kızdırırsan yüzüne atlayarak hırlar iken Kuyruğu geçse ele dırlanarak hırlar iken Sofrada her kedinin def'ini hazırlar iken Kedimi gaflet ile fare-i idbâr yedi Buna yandı yüreğim âh kedi vâh kedi. Keseyi kapsa dökerdi yere hep pâreleri Ciğere işler idi tırnağının yâreleri Koşturur oynar idi kukla gibi fareleri Deliğe sokmaz idi bir gün o âvâreleri Kedimi gaflet ile fare-i idbâr yedi Buna yandı yüreğim âh kedi vâh kedi. Ürperir tüyleri bir kerre deyince mırnav Korkudan başlar idi lerzişe bakkal ile manav Saldırırdı âdeme bulmaz ise başka bir av Yüzünü görse köpekler diyemezken hav hav Kedimi gaflet ile fare-i idbâr yedi Buna yandı yüreğim âh kedi vâh kedi. Sokulunca yatağa kovmak ile gitmez idi Okşamakla tokadı tekmeyi farketmez idi Yiyecek görse gözü mırlaması bitmez idi Kedimi gaflet ile fare-i idbâr yedi Buna yandı yüreğim âh kedi vâh kedi bu gece de gelmediler anne ağustosböceklerini duyuyor musun duvar duvar duvar sana ne desem ki ah incitmeden gözlerini mahkûmun her taşını kırmalı bir bir gerisi laf-ü güzaf Kardeşim Midhat Cemâl’e . Yıkıldın, gittin amma ey mülevves devr-i istibdâd, Bıraktın milletin kalbinde çıkmaz bir mülevves yâd! Diyor ecdâdımız makberlerinden: «Ey sefîl ahfâd, Niçin binlerce ma’sûm öldürürken her gelen cellâd, Hurûş etmezdi, mezbûhâne olsun, kimseden feryâd? . Otuz milyon ahâlî, üç şakînin böyle mahkûmu Olup çeksin hükûmet nâmına bir bâr-ı meş’ûmu! Utanmaz mıydınız bir, saysalar zâlimle mazlûmu? Siz, ey insanlık isti’dâdının dünyâda mahrûmu, Semâlardan da yüksek tuttunuz bir zıll-i mevhûmu! » . O birkaç hayme halkından cihangîrâne bir devlet Çıkarmış, bir zaman dünyâyı lerzân eylemiş millet; Zaman gelsin de görsün böyle dünyâlar kadar zillet, Otuz üç yıl devâm etsin, başından gitmesin nekbet... Bu bir ibrettir amma olmayaydık böyle biz ibret! . Semâ-peymâ iken râyâtımız tuttun zelîl ettin; Mefâhir bekleyen âbâdan evlâdı hacîl ettin; Ne ’âlî kavm idik; hayfâ ki sen geldin sefîl ettin; Bütün ümmîd-i istikbâli artık müstahîl ettin; Rezîl olduk... Sen ey kâbûs-i hûnî, sen rezîl ettin! . Hamiyyet gamz eden bir pâk alın her kimde gördünse, «Bu bir cânî! » dedin sürdün, ya mahkûm eyledin hapse. Müvekkel eyleyip câsûsu her vicdâna, her hisse, Düşürdün milletin en kahraman evlâdını ye’se... Ne mel’unsun ki rahmetler okuttun rûh-i İblîs’e! . Değil kâbusun artık, devr-i devlet intibâhındır. Gel ey nâzende hürriyyet ki canlar ferş-i râhındır. Emindir mevki’in: En pâk vicdanlar penâhındır. Serâpâ mülk-i Osmânî müeyyed taht-gâhındır. Serîr-ârâ-yı ikbâl ol ki: Bir millet sipâhındır. . * * * . — Bir gün evvel — . Bizim mahalleye poyraz kışın da uğrayamaz; Erir erir akarız semtimizde geldi mi yaz! Bahârı görmeyiz amma lâtîf olur derler... Çiçeklenirmiş ağaçlar,yeşillenirmiş yer. Demek, şu arsada ot bitse nev-bahâr olacak... Ne var gidip Yakacık’larda dem-güzâr olacak? Füsûlü dörde çıkarmaz bizim sokaklarımız; Kurak, çamur, iki mevsim tanır ayaklarımız! Müneccimin, bereket versin, eski takvîmi Haber verir bize, mevsim şehirde gelmiş mi? . Sıcak, ziyâde sıcak bir geceydi; baktım ki: Oturmak evde ölümden beter, dedim: Belki, Çıkar dışarda gezersem biraz nefeslenirim; Epey de yorgunum amma gelince dinlenirim. Bizim müsâmere meydânı Yayla tümseğidir; Uzak çekerse de poyraz tutar, yazın iyidir. Giyip ayağmı çıkarken sopam yetişti hele... Emîn olup gidemem, çünkü, vermesek el ele. Odur cihanda benim, varsa yoksa, mu’temedim; Vakùr, hâtırı mer’î, vefâlı, çok denedim. Bizim sokakları tahmîn için deyin ki: Kuyu! Doğar şehirde güneş, yükselir minâre boyu, İdâre kandili karşımda göz kıpar hâlâ; Gurûb ikindiyi bulmaz, leyâl hep yeldâ! Nasılsa bedrin o akşam nigâh-ı sîmîni, Tarassud etmek için sanki evlerin içini; Dikildi safha-i mînâda semt-i re’simize. Tavansız evlere, yâ Rab, ne hoş bir âvîze! Dur ey sirâc-ı ezel, gitme olduğun yerden: Biraz şu sahne-i deycûru okşasın şu’len. Şu’â-i muhriki altında, gündüzün, şemsin Yanan alınlar için bir hayât olur lemsin... Açıktı pencereler; sağlı sollu her evden Gelirdi türlü sadâlar, acıklı, ba’zen şen. . — Bak anne, aydede bak bak! — Aman da mâşallah Değirmi tabla kadar var... — Susundu Ayşe, günâh. — İlâhi teyze tuhafsın, neden günâh olacak? — Günâh dedim ya, bırak şimdi... — Haydi sen de bunak! — Bunak, munak deme billâhi çarparım elimi... Aşifteler sizi... Âhir zaman tevekkeli mi! . Evin birinde nevâ-sâz bir güzel ûdî; Birinde cezbe-fezâ bir sadâ-yı dâvûdî, Tilâvet etmede Kur’an; gelip geçenlerse Ayakta irkiliyor incizâb edip o sese. Duyulmasın mı biraz sonra başka bir acı ses? Aceb ne var? diyerek koştu önceden herkes; Fakat gidenlere baktım ki kaldırıp tabanı, Bucak bucak kaçıyor: Kaç bilir misin amanı! Kısıldı karşıki evlerde mumların hepsi, Kısıldı sanki bütün bir mahallenin nefesi! Kesildi nağme-i Kur’an, kesildi nağme-i sâz; Zaman zaman duyulan sâde bir rakîk âvâz. Niçin kaçıştı ahâli, ne var ki yâ Rabbi? Yavaş yavaş sokulur anlarım nedir sebebi. Ne manzaraydı İlâhî o gördüğüm sahne! Beş on herif yapışıp bir fakîrin ellerine, Sürüklüyor; öteden bir kadın diyor: — Bırakın! Kocam ne yaptı? Nedir cürmü bî-günâh adamın? Zavallının büyük evlâdı öldü askerde; İkinci oğlu da sürgün Yemen’de bir yerde. Acıklı, göğsü sakat koyverin, didiklemeyin; Günâhtır etmeyin oğlum, ayıptır eylemeyin. Efendi kim, o ne bilsin? Bilirse hem ne çıkar? Kilercisiyle uzaktan biraz hısımlığı var. Geçende komşuyu görmüş, demiş selâm söyle. Demek alınmayacak Tanrı’nın selâmı bile! Köpek sürür gibi insan sürüklenir mi ayol? — Kadın, çekil döverim ha! Sokulma, haydi defol! — Herif bırak, diyorum... Durdu işte bak nefesi. — Ne dırlanıp duruyor? Susturun canım şu pisi! Demez miyim size ben her zaman ki «dağdağasız» Yapın? Eşek gibi siz hiç lâf anlamaz mısınız? — Kadın, paşam, ne yaparsın? . Paşam mı? Nerde paşa? Şu korkuluk gibi dimdik duran herif mi? Paşa! Tasavvur et: İki arşın kazık kadar bir boy; Getir de üstüne kalpaklı bir kemik kafa koy. Ocak süpürgesi şeklinde bir sakal yaparak, «Senin bu işte yüzün, al! » deyip o yüzsüze tak. Ocak süpürgesi, lâkin süpürmüyor, yıkıyor; Nedense bittiği yerden cenâzeler çıkıyor! Budak delikleri tarzında aç da çifte oyuk, Büyükçe bakla kadar alnının az altına sok. Bilir misin çalı altında gizli inler olur: Yılan sabah çıkar, akşam usulcacık sokulur; Bıyık o kırda yetişmiş diken yemişli çalı; Ağız da in gibi aslâ görünmüyor, kapalı. Bu şekl-i mûhişi mümkünse bir düşün şöyle, Paşam dedikleri u’cûbe işte aynıyle! Belinde seyf-i «sadâkat», elinde bir kamçı, Ferik nişanları altında gördüğüm umacı, Ziyâ-yı bedr-i münîrin içinde, yâ Rabbi, Dururdu sîne-i îmâna girmiş ukde gibi! Semâ, zemin bütün envâr iken o pis gölge, Cebîn-i pâkine leylin ne pâyidâr leke! . — Kuzum, nasıl paşasın, görmüyor musun? Kocamı Sürükleyip duruyorlar... — Defol kadın, adamı Vurunca öldürürüm ha! Benim şakam yoktur. — Çekil hanım, paşa lâf dinlemez; vurur mu, vurur. Bilir misin onu! Şevket-meâb Efendimiz’in Birinci bendesidir... — Hay yetişmesin pampin! — «Sürün! » demiş, ona Şevketli’nin irâdesi var. — Sürüm sürüm sürünün tez zamanda alçaklar! Ya sen, zebâni kıyâfetli, gulyabâni paşa, İlâhi yumru başın bir geleydi sivri taşa! Yılan bakışlı şebek, bir bakın şunun gözüne! Kazık boyundan utan... Tû! Herif senin yüzüne! Sakın mahallede erkek bırakmayın, götürün. Sayıyla vermediler, öyle, posta posta sürün! Bakın şu hayduda; durmuş yıkın diyor evimi! Torunlarım ya herif, aç kalıp dilensin mi? Mahallemizde de çıt yok, ne oldu komşulara? Susup da kurtulacak sanki hepsi aklısıra. Ayol, yarın da sizin hânümânınız sönecek... Ne var sıçan gibi evlerde şimdiden sinecek? Yazık sizin gibi erkeklerin kıyâfetine... — Yetişti yaygaran artık... Çekil kadın evine! Atın şu kaltağı gitsin, tıkın hemen içeri. — Paşam, bayıldı kadın. — Anlamam o hîleleri. Demek ki bekleyelim gelsin âlemin keyfi... Saat üç oldu, geciktik, omuzlayın herifi. . Refîk-i ömrü giderken cenâze hâlinde, Serildi, kaldı kadın âşiyân-ı lâlinde. Benim de bitti nihâyet tahammülüm, tâbım; Boşandı seyl-i dümû’um, boşandı a’sâbım. Utandım ağlayarak, ağladım utanmayarak! Diyordu sanki o bîçâre karşıdan: — Alçak, Demin gerekti hamiyyet! Hem ağlamak ne demek? Figân ederse kadın, susturur koşup erkek. . Eve döndüm, bütün o fâcialar Geldi karşımda durdu subha kadar. Döndü dîdemde bin hayâl-i elîm! Öttü beynimde bin figân-ı yetîm. Ağlasın inlesin de bir mazlûm, Olayım seyre sâde ben mahkûm! Yalınız ben miyim fakat câni? Kim çıkıp «Yapmayın! » demişti, hani? Sustu herkes duyunca feryâdı, Kimsecikler yerinden oynamadı. Sesi hattâ kısıldı Kur’ân’ın, Sustu gûyâ sadâsı Mevlâ’nın! Sus! O susmaz: Nidâ-yı tehdîdi, Dinle bak nerden in’ikâs etti: Arnavutluk’ta gürleyen toplar Geliyor işte Pâyitaht’a kadar! Bakımlı parkların görgülü ağaçları eli yüzü düzgün kibar dalları Sarı yaprakları günışığını sarınmış bırakmamış Banklardan her birinde gündüzden kalma bir koku Bir kedi miyavlar yalnızlık hakkında elinde bir belgeyle geçer Yakın denizde bir derinlik kokusu ve kımıldayan bir ölüm duygusu Ve deniz Onun sularda olmayan bir sesle mendireğin iri kayalarına yalvarışı Işıklarını takınmış zillerini kapamış son ada vapuru Haydi ay da sulara kaysın denize yaysın gümüş dantelasını. Bir şair olarak geç karşılarına Bir de sevgili yavrula kalbinin minicik seslerinden Yavaş yavaş boğulan Hafif bir de sarhoşluk özlemiyle kendini Parktan anladığın dostluğa ver. Bir miktar da elbette ağlamak istersin Saçın kararmış yakından neşeli insanlar geçmiştir Haydi toprağa çök de ağla Ve bre Başının üstüne uykular çağıran adam. Kendi yamanevinden habersiz dam özleyen adam Bu şehrin gecesinde bulduğun safiyet şeytandan Deniz ve vapurlar ay ve ağaçlar ne de kedi Ne de elin ayakların duydukların gerçek yerlerinden değil Şimdi geç bunları geç parkları geç Hepimizin yırtılır gibi olan ağzına bak. Yazdıkların şiir değilse kalsın Cennetse sevdan çık dışarı Solgun ışıklar Sessiz ağaçlar parklarla O cümbüş gecesini de tak peşine Yazdığın şiir değilse bırak bunları kalsın... Cennetteki tüm demir yatakların içinde seninki en gaddar olanıydı ben aynada bir dumandım sen ise, saçlarını, bendlerini aşan yeşim taşları ile yıkıyordun, ama sen bir kadın, ben ise bir oğlan çocuğuydum, demir bir yatak için yetreli bir oğlan çocuğu şarap ve senin için de yeterli bir erkek. şimdi artık ben bir erkeğim her şey için yeterli bir erkek, ve sen, sen ise yaşlandın. o kadar zalim değilsin artık. artık demir yatağım bomboş. Nefes almak, içten içe, derin derin, Taze, ılık, serin, Duymak havayı bağrında. . Nefes almak, her sabah uyanık. Ağaran güne penceren açık. Bir ağaç gölgesinde, bir su kenarında. . Üstünde gökyüzü, ufuklara karşı. Senin her yer: Caddeler, meydan, çarşı... Kardeşim, nefes alıyorsun ya! . Koklar gibi maviliği, rüzgârı öper gibi, Ananın sütünü emer gibi, Kana kana, doya doya... . Nefes almak, kolunda bir sevgili, Kırlarda, bütün bir pazar tatili. Bahar, yaz, kış. . Nefes almak, akşam, iş bitince, Çoluk çocuğunla artık bütün gece, Nefesin nefeslere karışmış. . Yatakta rahat, unutmuş, uykulu, Yanında karına uzatıp bir kolu, Nefes almak. . O dolup boşalan göğse... Uyumak, sevmek nefes nefese, Kalkıp adım atmak, tutup ıslık çalmak. . Sürahide, ışıl ışıl, içilecek su. Deniz kokusu, toprak kokusu, çiçek kokusu. Yüzüme vuran ışık, kulağıma gelen ses. . Ah, bütün sevdiklerim, her şey, herkes... Anlıyorum, birbirinden mukaddes, Alıp verdiğim her nefes. Sen gidince bizim dağdan ovadan Bak meydan kimlere kaldı Ahmedim? Bir kartaldı uçurdular yuvadan Bilmiyorum sana noldu Ahmedim. Gür sesinde çınlar gibiydi gökler Ağladıkça ağlar dağlar höyükler Seninle gülerdi derdi büyükler Yokluğun kalbime doldu Ahmedim. Gün yağardı bıyığın her telinde Bir genç fazla geldi Türkmen elinde Kükrer idin sazıyın her telinde Hangi makam seni çaldı Ahmedim. Yanağında tüten ürperen allar Ne çabuk ayrıldı vatandan yollar Kaya gölgesinde yatan çakallar Kaya olmaz ama oldu Ahmedim. Sen ağlarken ağlıyordu mor dağlar Sen burada yokken virandır bağlar Şimdi Fırat suyu bir başka çağlar Kenarında kenger soldu Ahmedim. Mahzuni arzular şimdi gurbeti Zehir imiş ayrılığın şerbeti Aslanın yerine koymuşlar iti Bilmem bunu kimler buldu Ahmedim Benim de öyle akşamlarım vardır. Kapıdan girince anama sarıldığım, Çocuklara karamela ve çekirdek getirdiğim, Meyhaneye uğramadan çakır keyif, Düşmanım yok, Gündeliğim cebimde, Küfretmeden Öyle tasasız döndüğüm akşamlar.. Benim de öyle akşamlarım vardır.. Her gece böyle değilim. Gazel. Yoklamazsın hîç var mı dilde dâğın yâresin Böyle mi gözler güzeller âşık-ı bîçâresin. Âh ile derdi bilinmez âşık-ı bîçârenin Çâk çâk ede meğer âhı dil-i sad-pâresin. Gördüğün öldürmedir kârı o hûnî gözlerin Koymaz anınçün elinden gamzeler gaddâresin. Zülfüne bend etmesin yâ n'eylesin Mecnûn gibi Zabta kâdir olmayan âşık-ı dil-âvâresin. Halka-i zülfünden eyler dil temâşâ ruhların Vermese hurşîde n'ola revzen-i nezzâresin. Derdin izhâr etmek ister dâ'imâ Nef'î sana Sen de lutf et yokla bir gün dilde dâğın yâresin Ortasında bir gecenin, düşünürken yorgun, bitkin O acayip kitapları, gün geçtikçe unutulan, Neredeyse uyuklarken, bir tıkırtı geldi birden, Çekingen biriydi sanki usulca kapıyı çalan; "Bir ziyaretçidir" dedim, "oda kapısını çalan, Başka kim gelir bu zaman? ". Ah, hatırlıyorum şimdi, bir Aralık gecesiydi, Örüyordu döşemeye hayalini kül ve duman, Işısın istedim şafak çaresini arayarak Bana kalan o acının kaybolup gitmiş Lenore'dan, Meleklerin çağırdığı eşsiz, sevgili Lenore'dan, Adı artık anılmayan.. İpekli, kararsız, hazin hışırtısı mor perdenin Korkulara saldı beni, daha önce duyulmayan; Yatışsın diye yüreğim ayağa kalkarak dedim: "Bir ziyaretçidir mutlak usulca kapıyı çalan, Gecikmiş bir ziyaretçi usulca kapıyı çalan; Başka kim olur bu zaman? ". Kan geldi yüzüme birden daha fazla çekinmeden "Özür diliyorum" dedim, "kimseniz, Bay ya da Bayan Dalmış, rüyadaydım sanki, öyle yavaş vurdunuz ki, Öyle yavaş çaldınız ki kalıverdim anlamadan." Yalnız karanlığı gördüm uzanıp da anlamadan Kapıyı açtığım zaman.. Gözlerimi karanlığa dikip başladım bakmaya, Şaşkınlık ve korku yüklü rüyalar geçti aklımdan; Sessizlik durgundu ama, kıpırtı yoktu havada, Fısıltıyla bir kelime, "Lenore" geldi uzaklardan, Sonra yankıdı fısıltım, geri döndü uzaklardan; Yalnız bu sözdü duyulan.. Duydum vuruşu yeniden, daha hızlı eskisinden, İçimde yanan ruhumla odama döndüğüm zaman. İrkilip dedim: "Muhakkak pancurda bir şey olacak; Gidip bakmalı bir kere, nedir hızlı hızlı vuran; Yatışsın da şu yüreğim anlayayım nedir vuran; Başkası değil rüzgârdan...". Çırpınarak girdi birden o eski kutsal günlerden Bugüne kalmış bir Kuzgun pancuru açtığım zaman. Bana aldırmadı bile, pek ince bir hareketle Süzüldü kapıya doğru hızla uçarak yanımdan, Kondu Pallas'ın büstüne hızla geçerek yanımdan, Kaldı orda oynamadan.. Gururlu, sert havasına kara kuşun alışınca Hiçbir belirti kalmadı o hazin şaşkınlığımdan; "Gerçi yolunmuş sorgucun" dedim, "ama korkmuyorsun Gelmekten, kocamış Kuzgun, Gecelerin kıyısından; Söyle, nasıl çağırırlar seni Ölüm kıyısından? " Dedi Kuzgun: "Hiçbir zaman.". Sözümü anlamasına bu kuşun şaşırdım ama Hiçbir şey çıkaramadım bana verdiği cevaptan, İlgisiz bir cevap sanki; şunu kabul etmeli ki Kapısında böyle bir kuş kolay kolay görmez insan, Böyle heykelin üstünde kolay kolay görmez insan; Adı "Hiçbir zaman" olan.. Durgun büstte otururken içini dökmüştü birden O kelimeleri değil, abanoz kanatlı hayvan. Sözü bu kadarla kaldı, yerinden kıpırdamadı, Sustu, sonra ben konuştum: "Dostlarım kaçtı yanımdan Umutlarım gibi yarın sen de kaçarsın yanımdan." Dedi Kuzgun: "Hiçbir zaman.". Birdenbire irkilip de o bozulan sessizlikte "Anlaşılıyor ki" dedim, "bu sözler aklında kalan; İnsaf bilmez felâketin kovaladığı sahibin Sana bunları bırakmış, tekrarlıyorsun durmadan. Umutlarına yakılmış bir ağıt gibi durmadan: Hiç -ama hiç- hiçbir zaman.". Çekip gitti beni o gün yaslı kılan garip hüzün; Bir koltuk çektim kapıya, karşımdaydı artık hayvan, Sonra gömüldüm mindere, sonra daldım hayallere, Sonra Kuzgun'u düşündüm, geçmiş yüzyıllardan kalan Ne demek istediğini böyle kulağımda kalan. Çatlak çatlak: "Hiçbir zaman.". Oturup düşündüm öyle, söylemeden, tek söz bile Ateşli gözleri şimdi göğsümün içini yakan Durup o Kuzgun'a baktım, mindere gömüldü başım, Kadife kaplı mindere, üzerine ışık vuran, Elleri Lenore'un artık mor mindere, ışık vuran, Değmeyecek hiçbir zaman! . Sanki ağırlaştı hava, çınlayan adımlarıyla Melek geçti, ellerinde görünmeyen bir buhurdan. "Aptal," dedim, "dön hayata; Tanrın sana acımış da Meleklerini yollamış kurtul diye o anıdan; İç bu iksiri de unut, kurtul artık o anıdan." Dedi Kuzgun: "Hiçbir zaman.". "Geldin bir kere nasılsa, cehennemlerden mi yoksa? Ey kutsal yaratık" dedim, "uğursuz kuş ya da şeytan! Bu çorak ülkede teksin, yine de çıkıyor sesin, Korkuların hortladığı evimde, n'olur anlatsan Acılarımın ilâcı oralarda mı, anlatsan..." Dedi Kuzgun: "Hiçbir zaman.". "Şu yukarda dönen gökle Tanrı'yı seversen söyle; Ey kutsal yaratık" dedim, "uğursuz kuş ya da şeytan! Azalt biraz kederimi, söyle ruhum cennette mi Buluşacak o Lenore'la, adı meleklerce konan, O sevgili, eşsiz kızla, adı meleklerce konan? " Dedi Kuzgun: "Hiçbir zaman.". Kalkıp haykırdım: "Getirsin ayrılışı bu sözlerin! Rüzgârlara dön yeniden, ölüm kıyısına uzan! Hatıra bırakma sakın, bir tüyün bile kalmasın! Dağıtma yalnızlığımı! Bırak beni, git kapımdan! Yüreğimden çek gaganı, çıkar artık, git kapımdan! " Dedi Kuzgun: "Hiçbir zaman.". Oda kapımın üstünde, Pallas'ın solgun büstünde Oturmakta, oturmakta Kuzgun hiç kıpırdamadan; Hayal kuran bir iblisin gözleriyle derin derin Bakarken yansıyor koyu gölgesi o tahtalardan, O gölgede yüzen ruhum kurtulup da tahtalardan Kalkmayacak - hiçbir zaman! . Çeviri: Ülkü TAMER Yıllar geçiyor ki, yâ Muhammed, Aylar bize hep muharrem oldu! Akşam ne güneşli bir geceydi... Eyvah, o da leyl-i mâtem oldu! Âlem bugün üç yüz elli milyon Mazlûma yaman bir âlem oldu! Çiğnendi harîm-i pâki şer'in; Nâmûsa yabancı mahrem oldu! Beyninde öten çanın sesinden Binlerce minâre ebkem oldu. Allah için, ey Nebiyy-i mâsûm, İslâm'ı bırakma böyle bîkes, İslâm'ı bırakma böyle mazlûm.. (30 mayıs 1330) (1914) . * * *. Bize “Dînî, Felsefî Musâhabeler” gibi muazzam bir eser yazan yâr-ı cânım, üstâd-ı hâkîmim Hazret-i Ferîd’in kıymetdâr bir hâtıra-i iltifâtıdır:. “Enîs-i rûhum Akif’e,. Safahât’ın üçüncü kısmını neşre muvaffakiyetinden dolayı seni hâlisâne tebrîk eder; diğer kısımlarının da peyderpey neşrine muvaffak olmanı Cenâb-ı Hak’tan temennî eylerim.. Lisân-ı nazma -mâhiyetini tağyîr etmeksizin- müstaid olduğu inkişâfı verdin. Türkçe’nin nazma gâyet elverişli olduğunu eserlerin ile isbât ettin. Bir müddetten beridir lisânımızda herkes istediği gibi tasarrufâta kıyâm eylediğinden, lisânımız bütün Osmanlıların lisânı olmak derecesinden lisân-ı şahsî olmak derekesine düşmüştür. Filhakîka, üslûb, şahsın malı, ta’bir-i dîgerle sâhibinin timsâlidir; fakat lisânın rûhuna dokunulmamak şartıyle.. Herkesin lisânda bir tasarruf-i mahsûs icrâsına salâhiyetdâr olması bir hadde kadar mücâz olabilir; o haddi tecâvüz edenlere: “Dur! ” demek lâzım gelir. Halbuki lisânımızda icrâ-yı tasarrufâta kıyam edenler, teceddüd gösterenler, hiçbir hadde riâyet etmiyorlar, hiçbir mikyâsa tâbi’ olmuyorlar, onun için lisânımız da günden güne çığırından çıkıyor.. Meselâ bir heykeltraş, tasarrufât-ı hayâliyesiyle eserini kemâl-i mümkine îsâle çalışır. Lâkin hiçbir zaman tabîatin ta’yin ettiği haddi tecâvüz edemez. Eserini o had dâhilinde kemâl-i mümkine îsâl eder. O haddi tecâvüz ettiği anda, eseri bir eser-i san’at değil, bir nümûne-i garâbet olur. Zîrâ sanâyie hâs olan kemâl nev’înin zevk-i sahîh denilen bir mikyâsı vardır. Âsâr-ı san’atte gösterilecek kemâl dâimâ o mikyâs ile ölçülür.. Ressamlık da böyledir. Ressam, eserinde göstereceği kemâli, anâsır-ı san’atin nazm-ı tabî’îlerini bozmamak şartıyle gösterebilirse mahâret ibrâz etmiş olur; gösteremezse tabîati kaba bir sûrette istinsâh ederek âdî bir mukallid derekesinde kalır.. Anâsır-ı san’ati vaz’-ı tabî’îlerinden çıkaran kimse, kavânîn-i san’ati ihlâl etmiş demektir. Vâkıâ bu hâl ender olarak duhâttan sudûr eder. Halbuki nazar-ı sahîh ile bakılacak olursa dehâ-yı hakîkînin, bu hareketiyle kavânîn-i san’ati ihlâl etmediği, belki san’atin kavânîn-i mevcûdesine bir kânun daha ilâve eylediği görülür. Dehâya has olan bu tasarrufu taklîde kıyâm edenler dâimâ aldanırlar, dâimâ muvaffakiyetsizlik girdâbına düşerler.. Mûsikînin de o gibi tasarrufât-ı mübdiâneye aslâ tahammülü yoktur. Heykeltraş olsun, ressam olsun, mûsikîşinâs olsun dâimâ san’ate hâs olan mikyâs-ı nev’îyi elinde tutmağa, san’atinde göstereceği eser-i kemâli o mikyâs ile ölçmeğe mecburdur.. Bu şarîtaya riâyet etmeyen san’atkârların eserleri âsâr-ı san’atten ma’dûd olamaz. Ne fâide ki şiirde bu dakîka asla nazar-ı i’tibâre alınmıyor. Çok kimseler sâha-i nazmı tasarrufât-ı mübdiâneleri için gâyet vâsi’, gâyet müsâid buluyorlar. O vâdîde gösterdikleri garâbetleri herkese birer bedîa-i ma’rifet sûretinde kabul ettirmek istiyorlar. Yeni şiirlerde bunun pekçok numûneleri görülüyor. Çok kimseler de şi’rin hakîkatini, şi’rde gösterilebilecek tasarrufâtın hadd-i tabî’îsini ta’yînden âciz olduklarından bu başkalıklara teceddüd, yâhud kemâl-i san’at nazarıyle bakıyorlar.. Elhâsıl öteki san’atlerin kabûl etmedikleri o gibi tasarrufât-ı dâhiyâneyi zavallı şi’r kolayca kabûl ediyor. Eğer şi’rimizde gösterilen keyfî tasarruflar bil-farz heykeltraşlıkta, ressamlıkta gösterilmiş olsaydı, heykeltraşın elinden çıkan bir heykel her halde bizim bilmediğimiz bir mahlûk olur idi! Kezâ bir ressamın böyle bir tasarruf netîcesinde vücûda getireceği eserler de bize görmediğimiz, bilmediğimiz bir âlemin menâzırını tasvîr eder idi. Şi’rimizde bu garâbet çoktan ta’ayyün etti. Fakat onun temyîzi diğer san’atlerdeki garâbetlerin temyîzi kadar kolay olmadığından bugün o garâbetlere yukarıda söylediğim gibi, teceddüd, yâhud kemâl-i san’at nâmı veriliyor. Bakalım bu hâl ne zamana kadar devam edecek? Fakat sen lisân-ı şi’ri, mâhiyet-i nev’iyesine hâs bir tekâmüle namzed kıldın; muvaffak da oldun; daha da olacaksın.. Gelelim ikinci mülâhazaya: İhtimâl ki “San’at san’at içindir; san’atten maksad yine san’attir; san’atte dinî, ahlâkî, siyâsî bir gâye aramak abestir” diye senin mesleğine i’tirâz edenler, onu hoş görmeyenler vardır. Fakat o halde, ya’ni san’at hakkındaki bu düstûr kabul edildiği takdirde, onu dinsizliğe, ahlâksızlığa da âlet ittihâz etmemek lâzım gelir. Zîrâ san’at, bu sûretle kayıddan âzâde edilmiş olmayıp, belki kuyûdun en berbâdıyle takyîd edilmiş olur. Ben, senin eserlerinde bu düstûra muhalefetini gösterecek bir şey görmüyorum. Çünkü sen san’atte gâye aramıyorsun; lâkin gâyede san’at arıyorsun. Mesleğin tamâmıyle maksadını te’mîne kâfîdir. Hemen feyyâz kalemine istediği cevelânı ver, ciddî eserlere teşne olanları feyz-i kaleminle reyyân et! Safahât’ın bu kısmını teşkîl eden manzûmelerin menbaı, Furkân-ı Hakîm olduğundan hepsinin ilhâm-ı mahz eseri olduğunu söylemek zâiddir. Hemen söyle, hemen yaz! Tevfîk-i Hudâ refîkin olsun azîzim.. 30 Mayıs 1329 (12 Haziran 1913) Ferîd” Anısı biz olalım bu sokakların öpüşmediğimiz tek saçak altı hiç bir otobüs durağı kalmasın Biz yürüyelim kent güzelleşsin gürültüsüz sözcükler bulalım yeni sevinçlere benzeyen. Biz gelince bir yağmur başlar yüzün çizilir buğulanan camlara bir uzun karartma biter akasyalar köpürür birdenbire ve her avluda adınla anılan çiçekler sulanır akşamüstleri. Bir arkadaş evine uğrarız yolüstü bir fincan kahve içeriz, ısıtır bizi başını sessizce omzuma koyarsın gülüreyhan olur soluğun Biz kalırız kuşlar dönüp gelir her balkonda bir menekşe sesi. Belki yeniden güzelleştiririz adları değiştirilen parkları perdeleri hiç açılmayan evlerde ışıklar yanar çocuk sesleri duyulur tanıdık sevinçlerle dolar yeniden kendi sesini kemiren alanlar. Anısı biz olalım bu sokakların ve hiç durmadan yağmur yağsın Biz gürültüsüz sözcükler bulalım sarmaşıklar fısıldaşsın yine Gidersek birlikte gideriz yeni sevinçler buluruz hüzne benzeyen Iste yine basbasayiz icimin acisi yine birlikteyiz ver elini sus ve ne olur incitme beni. Ey kalbimin agrisi ver elini cikalim seninle soluksuz kalmadan sessizce bu karanlik ve ugultulu ormandan. Icimin acisi, kalbimin agrisi, askim iste yine basbasayiz ver elini sus ve ne olur incitme beni Göbekler perçin olmuş Hava geçmez aradan Bozulmayacak kız mı var Sen haber ver paradan Çünkü annem bir yorgun zorunluluk Yüzünde içi çiçekli eski kutu duruşu Neydi unuttuğu mutfağa girip çıkarken? Dalgınca boyayıp duruyordu kirli göğü. -Annem yelkovanın bıkkın dönüşü Tek katlı evlerde mutluluklar aradı. Yok. Çok çocuklu evlerde cıvıltılar istedi.Yok. Çukur yerlerinde geçmişin titreyişi Toz suretinde yapışmış anılar duvara. - Annem bir tekerlemeydi odalarda Geçkin yazlarla soldu ahşap düşleri Eski bir telaşın dinmez sancısında Ağlardı annem gülmek gibi dururken Küçülür incelirdi aya baktıkça. -Annem balkıyan bir göl gülümsemesi Bir kuşun uçuverişi gibi kolay ölümler çağı Rahat yataklarda dikeni batar gecenin Örterken annem yıllanmış perdesini Babam bir ünlemdi akşamla uzayan -Annem ki deltaların yazılmamış tarihi Dostluğumuz güzel bir kuştu Alkanat morkanat belalı bir kuş Alkanat morkanat pahalı bir kuş Otuz yıl nuh demiş kafeste durmuş Kadrini bilmemişiz uçmuş Uçar ayak olmayacak yerler sıçmış Oluyor böyle şeyler oluyor Canıma değdikçe canım acıyor Elime değdikçe elim yanıyor Çok uzaklarda bir yer kanıyor Yo olduğun gibi görün diyor Ya göründüğün gibi ol Dol karabakır Dol karabakır Dol karabakır. Olur mu böyle olur mu? Olur yersiz bir çalım bir azamet Siktirici bir çalım Şaşı bir kibir Bir afra bir tafra Ciğeri beş para etmez yersiz bir gurur olur böyle şeyler olur Gururun bu kadarı ebegümecinde de bulunur Dostluk dediğin güzel bir kitap Hava gibi Su gibi Ekmek gibi Vazgeçilmez bir tad Sonuna kadar dayanmak şart Dostluk dediğin eşsiz bir kitap Sevmediğn sayfaları varsa Atla Sayfayı kökünden yırtmak şart mı Dostluk dediğin kiralık at mı Dostluk dedğin taksi mi Dilediğin zaman açan mı Dostluk dediğin çok nazlı bir kuş Kapıp da kaçan mı Gözünün bebeği gibi korumak marifet Dostluk dediğin nadir bir kuş Huyuna suyuna dikkat Bir kez kuyruğu titretti mi Diriltene mükafat. Oluyor böyle şeyler oluyor Her ahbaba dost denmiyor Gitti mi bir kez gelmiyor Dostluk dediğin nazlı bir kuş Her kuşun eti yenmiyor Dol kara Dol bakır Dol. Dostluk dediğin filfilli fistan Her Allahın günü giyince insan İster istemez aşınıyor-eskiyor-inceliyor Eskidikçe tadına doyulmuyor Nazdan nazik oluyor. Çiniden bilezik- Bizer kadrini bilmedik Hıyarca davrandın mı tuz buz- Paramparça dostluğumuz Gördüm ol meh dûşuna bir şâl atup lâhûrdan Gül yanaklar üstüne yaşmak tutunmuş nûrdan. Nerdübanlar bûsiş-î nermîn-i dâmânıyle mest İndi bin işveyle bir kâşâne-î fağfûrdan. Atladı dâmen tutup üç çifte bir zevrakçeye Geçti sandım mâh-ı nev âyîne-î billûrdan. Halk-ı Sa’dâbâd iki sâhil boyunca fevc fevc Va’de-î teşrîfine alkış tutarken dûrdan. Cedvel-i Sîm’in kenârından bu âvâzın Kemâl Koptu bir fevvâre-î zerrin gibi mâhûrdan Bütün azalarını harbe çağır Sofran açılsın elin şehit ballarından alsın. Saraylar damlar yeniden kurulsun Ağaçlar içinden akan nehre Dalçık günde bin kere ve gecelerde Omuzbaşlarını denetleyen defterlerden yalnız sağdaki kalsın. Kalem yazsın yazsın Küheylan bir aşık ol Öyle yalvar ki ellerim zahmet balyalasın Kaslar şehit dalgaları ve haykıran kan Başlasın vuslat gününü toprağa Başlasın hatırlatmaya denize kumsalını. Şimdi üzgünüz arkadaş Yolumuza çıkmayın üzgünüz.... Hava çok hoş denizin tuttuğu yerler derin -Konuş şimdi zaman hiç geriledi mi Hava çok hoş kuşların tuttuğu yerler berrak -Konuş şimdi daveti duydun mu Bir gece uyandın ki ellerin başaklarda -Konuş şimdi açık ağzına o gül yaprağı konan şehidi gördün mü Çoktan hayretle dondu kaldı bağlar ovalar -Konuş şimdi bekliyor mu yalınayak çocukları ağacında buğday. Hava çok hoş insanın tuttuğu yerler azar azar Kalbin zengin davetleriyle oynar Çocuklar o anda çok yakında bakarsın bir aşk sayhasında . Yaslanırlar güzel anaların kollarına Hava çok hoş başın tuttuğu idrak yanımızda. Adamlarımız yiğit Kadınlarımız hamarat Çocuklarımız dolu bilinç harmanı Köpeklerse sayılı. Elimizde cahiliye dönemi sonrası bir pala (Kavmiyetçilik etme dedik ucu kırılır). Kırıldı da Şimdi severiz türkmeni peştunu Onarılmış gerilmiş bileylenmiş ve doğramakta. Isın gökyüzü ısın Çocukları kavrulmuş kadınlar yeniden hamarat yeniden gebe. Bunlar gübre insan değil Gömlekler çelik zırh Öyle bir çalgı çaldılar ki Seslerin çağırıp koyunlara bile Koyduğu zehirli gaz rüyaları. Analara şaşkın çocukların Üç beş yaştakilerin Yüzleri harp yarası Harp yanığı Ama öpülmekte okşanmakta yanakları. Hangisi hangisine mübadil (Dünya bu olamazdı) Hangisi özne hangisi edilmiş gelinmiş bilinmemiş Yağmur peyderpey kar tane Gamzem oyuyor düşüncemi Kime eşitim nasıl nerdeyim Gamlanmaktayım . Hayır bir tereddüttü geçti Füsun bu karadağmağdeni İsyan muannit Mösyö sevinçli mister memnun ağa yarı tok köylü sarı yaprak Millet üzgün. Hani dengeler kuracaktık batının kızıl ulusları bindokuzyüz seksen kölelik yapmak istemiyorum. bu kahveniz yıldızlarınız şapkanız buyrun unutmuş olmalısınız dehanız şerefiniz buyrun cep feneriniz Buyrun boynumuzdaki halkayı tutunun Ve semirin . Hani dengeler kuracaktık Hani çağdaş uygarlıklardan tutunacaktık Hayır batının ulusları kızıllarla karışık Bin dokuz yüz seksen bay batıya buna şuna Cennetlik yapmak istemiyorum Çevir tarihi çevir BindörtyüzBİR. Bu kafa ne zaman köreldi Çalınanlar siren besteleri İmdatlarla düşün Bu anne asla merhamet dışında Gözleri nemli olmamıştı. Hayır batının ulusları yıl bindokuzyüz seksen değil Bindörtyüz bir Fakat beşyüz yetmiş dokuz yıl geçmiş değil Ne bir karışıklık var Ne bir dev rüya görmüş Değil. Kıraç bir yamacı bir ekspres kıymıklıyor gibi Tünellere ses basılmış değil Elbette bunlar değil Yazmaktan çektiğim yalnızlık da değil Bahsi kapatalım ve yatalım için de değil Hiçbir şey değil hiç biri değil. Anlatabildik mi arkadaş. Acaba Körebe bitti duvarı kaldır at. Haydi zemini düzledik alt yapısını kurduk savaşın Dikil yanıma Ellerimizde birer çakıl taşı Onlarla dikilelim karşı karşıya Yüzlerimizin kefen örtülerini yırtalım baştan başa Görürsün berrak içi Derisi yüzülmüş kan gibi yüzlerimizin Bu harp başka. Kim diyorsa ki batılılarla başımız bir taşta Cellatlarla aynı kaptan yiyoruz Aynı kirli hava Aynı kafa ayağımızın bodrumunda Hayır arkadaş bu hesap bambaşka Ne son aylardayız ne bu son gün Sanki dünya bir tek kaldırıp vuracağım gürze gebe. Gözleri yumuşak yüzü yorgun bileği sert toprak Sanma ki harp derdinden geçtim Düşünme ki dökeceğin kanlar hunhar Derimin altında ne belalar baygın Bir devlet taşıyorum başımda Bu ev bana dayanmaz Çöker kızıllar kuduran inleri dünyanın. Arkadaş Şimdi yalnız savaş Namaz, sancıma ilaç, yanık yerime merhem ; Onsuz, ebedi hayat benim olsa istemem !. (1978) nerden baksan üzünçgiller akşamdan kalma uyuşuk bir keyif sofrada geceleri temize çekiyorum steril satırlarla. seni düşünüyorum kimseye belli etmeden nerden baksan hasret kurusu nerden baksan üveylik. altın özü arıyorum işe yaramaz kelimeler arasında şeçip şiir yapacağım posasından düz yazı nerden baksan yürek simyası. akış içinde sevili bir tekrar oluyor kaş altından bakışın gül ki uzun kenarı da olsun üçgenimin. nerden baksan pisagor bağlantısı nerden baksan üveylik… Geçtiğin köprülerin dayısı kaç hemşerim? Baş Bey'in köprü tutan ayısı kaç hemşerim? Yediğin naneleri saysak hesaba gelmez, Kırdığın yumurtanın sayısı kaç hemşerim? . 08.12.2008 Saat beşte akşamlayın Tam saat beşte akşamlayın Ak çarşaflar getirdi çocuk Saat beşte akşamlayın Hazırdı bir sepet kireç Saat beşte akşamlayın Kalanı ölüm.Yalnız ölüm. Saat beşte akşamlayın Rüzgar savurdu pamukları Saat beşte akşamlayın Kristal, nikel serpti oksit. Saat beşte akşamlayın Kumru parsla savaşır şimdi Saat beşte akşamlayın Bir kalça, bir ıssız boynuz Saat beşte akşamlayın Sessler başladı, uğultular Saat beşte akşamlayın Duman, arsenik çanları Saat beşte akşamlayın Sessiz insanlar köşelerde Saat beşte akşamlayın Yalnız boğanın yüreği şendi Saat beşte akşamlayın Geliyor kar teri işte Saat beşte akşamlayın Tentürdiyot kokusu alanda Saat beşte akşamlayın Ölüm yaraya yumurtasını koydu Saat beşte akşamlayın Akşamlayın saat beşte Tam saat beşte akşamlayın. Tekerlekli bir tabut yatağı Saat beşte akşamlayın Kemikler, flütler kulağında Saat beşte akşamlayın Boğa böğürdü alnına doğru Saat beşte akşamlayın Can çekişmeyle ışılar oda Saat beşte akşamlayın Kangren yaklaştı uzaktan Saat beşte akşamlayın Zambak bir boru yeşil kasığında Saat beşte akşamlayın Güneş gibi yanar yaraları Saat beşte akşamlayın Pencereleri kırıyor kalabalık Saat beşte akşamlayın Ah! New korkunç saat beşi akşamın! Saat beşti bütün saatlerde! Akşamın gölgelerinde saat beşti! . Not: (Ignazio Sanchez Mejia için Ağıt'ın 1 .Bölümüdür. Daha önce gruba gönderdiğimiz 'Giden Can' ise Said Maden'in çevirisi ile bu Ağıt'ın 4.şiiriydi.) . Federico Garcia Lorca Çeviri: Sabri ALTINEL Yayıncı: KİBELE Hü dedem çağırdım gerçek erlere Pirim var n'eyleyim dünya malını Çünkü varacağım kara yerlerdir Ölüm var n'eyleyim dünya malını. Hazreti Ali'yi gördüm batında Zülfikar elinde Düldül altında Erenler yanında pirler katında Malım var n'eyleyim dünya malını. Gönlümü gönderdim dünya dolaşa Gökten kısmet yağıp kullar üleşe Pirim Ali ile Hakk'a ulaşa Ali'm var n'eyleyim dünya malını. Gönlümü gönderdim neye erecek Gönül ile güzel Hakk'ı bulacak Hakk'ın divanına doğru varacak Yolum var n'eyleyim dünya malını. Pir Sultan Abdal'ım biçare fakir Mümin bahçesinde bülbüller şakır Muhammet Ali'nin alnında balkır Nurum var n'eyleyim dünya malını Hiç kimse yok kimsesiz Herkesin var bir kimsesi Ben bugün kimsesiz kaldım Ey kimsesizler kimsesi ******* Kimse aradığım yollarda Kimsesizlik kimsem oldu Dinsin artık hicranın cana Kimse aradığım yollar Kimsesiz kimselerle doldu Zaman çığlık dolu; bu son geceden Aydınlığa indi bütün kederler Bir ses 'uyan' diyor, 'ölüm gelmeden Yoksa seni karanlığa iterler' Zaman çığlık dolu; bu son geceden Neden korkuyorum, bilmem ki neden. Kelepçe vurdular, eyvah, dilime Eski bir ülkede, yitirdiklerim Toztoprak misâli çöktü elime Rüyalar içinde getirdiklerim Kelepçe vurdular, eyvah, dilime Öksüz kaldı benden hece, kelime. Elim silahlı sermayem: Gurur Neçiçekler benim; ne ben çiçeğim Bir gün hesap için divan kurulur Ayaklar altında kalır yüreğim Elim silahlı sermayem: Gurur Korkarım beni de alnımdan vurur. Pişmanlık ve hüzün hep yığın yığın Bütün varlığımla soyujluyorum Ortasında kaldım bir bataklığın Kurtarın dostlarım, boğuluyorum Pişmanlık ve hüzün hep yığın yığın Bahçesi harâbe tüm insanlığın. Karşımda yokluğun alev gözleri Zindanlar içinde zavallı ruhum Mükâfat mı, bana şu kan gölleri Yoksa işkence mi, avutulduğum Karşımda yokluğun alev gözleri Bana diş biliyor yıllardan beri. Dilene dilene eğilmiş belim Yüzüm kaktüs yaprağına benzemiş Bİlmiyorum, neden böyle tembelim Kim bana 'çalışma, yaşarsın' demiş Dilene dilene eğilmiş belim Artık görmüyorum, sağırım, kelim. Acaba çıkar mı yollarım düze Yoksa yokuşlar mı öldürür beni Birgün kavuşursam belki, gündüze Talih bir defacık güldürür beni Acaba çıkar mı yollarım düze Sonsuzluğa, mutluluğa, denize Çok şey öğrendim geçen üç yıl boyunca Alt katında uyumayı bir ranzanın Üst katında çocukluğum... Kağıttan gemiler yaptım kalbimden Ki hiçbiri karşıya ulaşmazdı. Aşk diyorsunuz, limanı olanın aşkı olmaz ki bayım! . Allah’la samimi oldum geçen üç yıl boyunca Havı dökülmüş yerlerine yüzümün Büyük bir aşk yamadım Hayır Yüzüme nur inmedi, yüzüm nura indi bayım Gözyaşlarım bitse tesbih tanelerim vardı Tesbih tanelerim bitse göz yaşlarım... Saydım, insanın doksan dokuz tane yalnızlığı vardı. Aşk diyorsunuz ya Ben istemenin allahını bilirim bayım. Çok şey öğrendim geçen üç yıl boyunca Balkona yorgun çamaşırlar asmayı Ki uçlarından çile damlardı. Güneşte nane kurutmayı Ben acılarımın başını evcimen telaşlarla okşadım bayım. Bir pardösüm bile oldu içinde kaybolduğum. İnsan kaybolmayı ister mi? Ben işte istedim bayım. Uzaklara gittim Uzaklar sana gelmez, sen uzaklara gidersin Uzaklar seni ister, bak uzaklar da aşktan anlar bayım. Süt içtim acım hafiflesin diye Çikolata yedim bir köşeye çekilip Zehrimi alsın diye Sizin hiç bilmediğiniz, bilmeyeceğiniz İlahiler öğrendim. Siz zehir nedir bilmezsiniz Zehir aşkı bilir oysa bayım! . Ben işte miraç gecelerinde Bir peygamberin kanatlarında teselli aradım, Birlikte yere inebileceğim bir dost aradım, Uyuyan ve acılı yüzünde kardeşimin Bir şiir aradım. Geçen üç yıl boyunca Yüzü dövmeli kadınların yüzünde yüzümü aradım. Ülkem olmayan ülkemi Kayboluşumu aradım. Bulmak o kadar kolay olmasa gerek diye düşünmüştüm. Bir ters bir yüz kazaklar ördüm Haroşa bir hayat bırakmak için. Bırakmak o kadar kolay olmasa gerek diye düşünmüştüm.. Kimi gün öylesine yalnızdım Derdimi annemin fotoğrafına anlattım. Annem Ki beyaz bir kadındır Ölüsünü şiirle yıkadım. Bir gölgeyi sevmek ne demektir bilmezsiniz siz bayım Öldüğü gece terliklerindeki izleri okşadım. Çok şey öğrendim geçen üç yıl boyunca Acının ortasında acısız olmayı, Kalbim ucu kararmış bir tahta kaşık gibiydi bayım. Kendimin ucunu kenar mahallelere taşıdım. Aşk diyorsunuz ya, İşte orda durun bayım Islak unutulmuş bir taş bezi gibi kalakaldım Kendimin ucunda Öyle ıslak, Öyle kötü kokan, Yırtık ve perişan.. Siz aşkı ne bilirsiniz bayım Aşkı aşk bilir yalnız! Yalnızlık benzer bir yağmura. Yükselir denizden akşamlara; çıkar göklere, o ırak ve ücra ovalardan her zaman ki yerine. Ve dökülür gökten şehrin üzerine. . Tüm sokakların yüzü sabaha çevrilirken, bir şey bulamamış bedenler birbirilerinden hüsranla ve mutsuz ayrılırken; biri diğerinden nefret edenler bir yatakta beraber uyumaya mecbur kalırken aradaki o saatlere yağar: . Yalnızlık sonra ırmaklarla akar. . Çeviri: Osman Tuğlu Sâki, arttır canımdan diri kalanı, Halk sohbetinde çok az yeri kalanı. Bilirim, dün şaraptan kaldı bir kadeh; Kim bilir ki ömrümden geri kalanı? . (Hayyam'ın Türkçe Yüzü-Türkçe Yeniden Yazan-Yalçın Aydın Ayçiçek-Can Yayınları) Pülümürün bir dağ köyünde gördüm onu yaşını sordum bir giz gibi güldü kimi seksen dedi köylülerden kimi yüz yüzüne baktım bir giz gibi güldü . bir asa vardı elinde bir solmuş kırallığın kadifeden harmanisi üzerinde bir hititliydi o bir selçukluydu bir ermeniydi bir kürttü bir türk . yaşını sordum bir giz gibi güldü koluma girdi bir soylu kadınca tozlu köy yolunda sürüyerek eteğini beni tek gözlü sarayına götürdü köy yapısı kulübesinin . zamanı onda yitirdim ben yitik zamanlara onda eriştim en soylu yoksulluğun toprak döşeli sarayında bir taç gibi kondu başıma Türkiyeliliğim. Çocuklarınız sizin çocuklarınız değil, Onlar kendi yolunu izleyen Hayat'ın oğulları ve kızları. Sizin aracılığınızla geldiler ama sizden gelmediler Ve sizinle birlikte olsalar da sizin değiller. Onlara sevginizi verebilirsiniz,düşüncelerinizi değil. Çünkü onların da kendi düşünceleri vardır. Bedenlerini tutabilirsiniz,ruhlarını değil. Çünkü ruhları yarındadır, Siz ise yarını düşlerinizde bile göremezsiniz. Siz onlar gibi olmaya çalışabilirsiniz ama sakın onları Kendiniz gibi olmaya zorlamayın. Çünkü hayat geriye dönmez,dünle de bir alışverişi yoktur. Siz yaysınız,çocuklarınız ise sizden çok ilerilere atılmış oklar. Okçu,sonsuzluk yolundaki hedefi görür Ve o yüce gücü ile yayı eğerek okun uzaklara uçmasını sağlar. Okçunun önünde kıvançla eğilin Çünkü okçu,uzaklara giden oku sevdiği kadar Başını dimdik tutarak kalan yayı da sever mızgin ve frok için ah! Tamara . (bitmemiş bir şiirin ipuçları). yaşam ve ölüm iki hasım şimdi iki şüpheli şahıs her an birisindir her an ikisi . ý Samanyolu uzanmış sere serpe hasat bitmiş erzak, kuruyarı istif geriye bir şairin hüznü kalmış biçilmedik boy vermiş, Başak uçları göbekte! incecik bileklerime batıyor ah, Tamara! büyüdükçe mi yitiriyoruz saflığımızı? . Samanyolu çırılçıplak, gece yıldızlı dut yaprakları hışırdıyor, orda mısın? . ý ý meyva dalları ağır, yorgun er sabah doğuracaklar yarın şimdi geceye karışıyorlar simsiyah yapraklarıyla kapımın yüzyıllık mavisi bir sağımlık çiyi çiçeklerimin -en çok şafakta tazedirler hep tükenmez bir umudun habersiz sebepleridir . ağzımda dağılan Toran üzümü sapsarı tınazlarla sağılmayı bekleyen harman saçları tutuşan dağlar havaya akan kuru buhar! hep bu umudun dirilişidir Tamara! bundan tenim bu kadar esmer ve savrulup gidişim adı geri verilen diyarlara.. . ııı tandırdan ahker eksilmez olmuş yapışmış hamuru yakıyor, bu koku oradan Batman Çayı, Malabadê’nin ayaklarını öpüyor ve tutsaklığının farkında bunca yıllık kalıbında böyle aktığı görülmemiştir bezgin, biteviye.. ve sesler eksiliyor geceden hasretlik bir Fa vurulmuş en son dört Mi yaralı Requiem’den Re teslim olmuş, pişmanmış diğerleri karanlıktan.. . ama alev aydınlatır dumanı da saçılmış bir beyinden içeri kara burunlu kara postal işte her şey bu kadar açık, Tamara.. . ıv adım, soyadım da söyleniyormuş gibi uzundu çok dövdüler beni, çok ağaçtan düştüm kafamda on dört kırık izi var, sıyrıkları saymadım katlayıp katlayıp boyuma uydururdu annem yine de çıplak ayaklarımı gizleyemezdi pantolon derken kırmızı bir kundura aldılar bir yaz Çermik’ten dönerken eskimesin diye hiç giymedim sonra ayağıma dar geldi.. . yüzlerce bilye bulurdum düşlerimde uyanınca hiçbiri olmazdı hep ütüldüğüm günlerde görürdüm karığım büyüdü, düşler seyreldi.. . bir sabah ayrı bir dünya, intizam! öğretmenin yazısı kadar yabancı.. paydosta kendi harfleriyle ağlayan annem hangisi bendim.. ben hangisiyim.. biraz Kafka okumak gibi bir şey galiba kapkara olmak belki belki ismin ne? hâli . v - a ha! bu atlı Mıhlıso’dur ilerde itirafçı olacak! Nuro bir kolcu daha vurur bu kırkıncı! sıtma çaputuna birebir ellerinin şifası.. . Edip vurulmuş. Edip vurulmuş.. Edip vurulmuş... hawaaar! . jandarma. sıkıyönetim.. harekât... . içtima. işkence.. terörist... . sıtma. verem.. kolera... . ölüm. yas.. taziye... . vı dört parçalı göğsümü paletler çiğner her gün yürür giderler kirpiklerim boyunca önüme atılan kardeş başları taşırır yoksul gözlerimi de inadına ağlamam işte acım, yaşadığımca ağlasam bitecek değil! . birilerinin kahır doluyor içi Tamara! birileri yakıyor kendini yunmak için acılardan yeter yeteeer y e e e t e e e e e e e e e r r r... . vıı kaç çiçek kurusu kaç kelebek ölüsü kaç yüz buruşuğu yaşanamayan kaç aşk olası kaç heyecan kaç eksik ürperti hiç saramayacak kaç beden bir taş oynuyor yerinden bir adam güç bela öpebiliyor sevgilisini bir saz kırılıyor bir civan uçuruma salıyor ağırlığını bir köprü uçuyor bakmaktan ellerim yanıyor kâğıtta ellerime ağustos yağıyor durmadan en çok Baharları ağlıyorum bir yanardağın batısında . vııı beklemek zamanı çoğaltır Tamara! belki bir deprem, hadi bir deprem taşırır yoksul denizleri . ilk kurşun. ilk sağım.. ilk ağızsütü... . dışarda fırtına var: bütün pencereleri açın! . ve kederli bir yüze kapanır kapı tanrı kadar mağrur kadınlar bekler köylerde, şehirlerde acır yalnızlık başkasının ölümü: tek gerçek felaket! sapsarı bir endişeyle sokaklara çıkılır: . Ağıt vurulmuş. Ağıt vurulmuş.. Ağıt vurulmuş... ah, heval! . hiçbir romana sığmayacak hiçbir yüzyıla hasretimiz alnımdan kırgın sloganlarla bir şehir geçer her gün bültenler kelle başı söz eder öldüğümüz ülkeden . ıx soğuk olur anneciğim.. soğuktur beklemek soğuktur kör umut biriktirmek sağır beyinlerde yeni yükünü yıkmaya benzemez ama en az senden eksilen kanlar kadar kutsal ve yardan, yarenden yoksun, öylece, birbaşına, sebepli bir intihar sebepli bir koyverip kendini, arkadan geleceklere.. yani anneciğim soğuk olur dizinden uzak her yer ölüler.. ölümler artar ömründe kaygıyla bültenleri izlersin.. soğuktur bahar gelmez soğuktur, ihanet artar.. soğuktur, iftira.. ve ben cüzamlı bir yolcuyumdur kimsenin konuk etmediği düşümde bir sevda bulurum, adı: Tamara! uzar, uzar sesim sessizlikte, bıkkınlığında sessizliğin derken yarına inanmaya başlar birileri düşlerinde umut bulur saçlarında bölünmüş bir şefkatin sımsıcak izi dudaklarında kaçak tütün tebessümü ve tokalaşmaları sertçedir, samimidir kendi renginde akar Kızılırmak Dicle kendi dilinde çalkanır ansızın hatırlanmış bir şey gibi . x a a h, Tamara! niye mi tutuyorum ellerini niye mi dönüyorum köklerime sen ki birden çok, çoktan fazla ve kelimenin birkaç anlamıyla dişi ve ben tutuşmalıyım Tamara bir aşk da mutlu bitsin! . xı Ayışığı Sonatı’nı çaldığımız akşam.. tabanlarım ağırıyor bıyıklarım gürültüyle uzuyor hışmımdan korkuyorum Tamara! bir namlu ucundaki darağacında tepinir, tepinir kesilmiş bir kuş gibi içim bıraksalar sulardım, dallarına çıkardım yeşilken şimdi savaşçılık oynar içimdeki çocuk artık hep ebe değil ve oyunlarına almıyor Beko’yu.. . korkarak üşenerek büyüyen Feyzo’yu vurmuşlar! ensesine ölüm sıkılmış, iki el! . Feyzo vuruldu. Feyzo vuruldu.. Feyzo vuruldu... a a h, heval! . yaşam ve ölüm iki hasım şimdi iki şüpheli şahıs her an biriyim, Tamara her an ikisi, . 94-95 cennette huriler varmış kara gözlü içkininde ordaymış en güzeli desene çoktan cennetlik olmuşuz bak biryanda şarap biryanda sevgili... Beni böyle uzun sev Gölü delirt Tutuştur suyun kanını. Gitmeni yalanlayan kuşlar bul. Bir küflü yorgunluk Zamansız bir deniz kaldı Gecenin avuçlarında . Hem varım sanki yokum. Beni böyle ıslak sev Gizimi dağıt . Kuşlar demiştik kuşlar. Kal öyle Öyle rüzgarlı . Ahşap bir kapı Açılıyorum sana. Gonca Özmen / Adam Sanat Dergisi Ocak 2001 sayısı İstediğimi buldum eşkere can içinde Taşra isteyen kendi kendi nihân içinde. Kâim durur ırılmaz onsuz kimse dirilmez Adım adım yer ölçer kendi revân içinde. Bu tılsımı bağlayan cümle dilde söyleyen Yere göğe sığmayan girmiş bu cân içinde. Uğru olmuş uğrular kendi kendini çalar Sahne kendisi olmuş kendi zindân içinde. Tutun diye çağırır uğru dahi çığırır Bu ne acâib uğru bu çağıran içinde. Siyaset meydanında galebeden bakan ol Siyaset kendi olmuş girmiş meydân içinde. Kudret kılıcın almış nefsin boynuna çalmış Nefsini tepelemiş elleri kân içinde. Sayrı olmuş iniler Kur'ân ününü dinler Kur'ân okuyan kendi kendi Kur'ân içinde. Bu tılsımı bağlayan cümle dilde söyleyen Yere göğe sığmayan girmiş bu can içinde. Yüce yüce arş düzer kend'özün anda bezer Gör nice cevlân eder hırka pilân içinde. Türlü türlü imâret köşk ü saray yapan ol Kara nikâb tutunmuş girmiş külhân içinde. Baştan ayağa değin Hak nûru seni tutmuş Hak'dan ayrı ne vardır kalma gümân içinde. Bir isen birliğe bak ikiyi elden bırak Bütün mana bulasın sıdk u îmân içinde. Girdim gönül şehrine daldım onun bahrîne Aşk ile seyrederken iz buldum cân içinde. O izi ben izledim sağım solum gözledim Çok acâibler gördüm yoktur cihân içinde. Şâh oluban oturur kula buyruk tutdurur Fermânını buyurur küfr-i fermân içinde. Yûnus senin sözlerin ma'nîdir bilenlere Söyleyeler sözünü devr-i zamân içinde İstanbul boğazından beyaz Gemiler geçer, su kesimi mavi İnsanı gecelerce uyutmaz Benim sevdiğim de, bu gemiler misali barış nedir sevgilim biliyor musun bir köprü müdür üstüne gölgeler düşünce çöken halka açılamadan batan bir şirket iki savaş arasında verilen çay molası mıdır barış yoksa hurdacıya söylediği son sözler mi bisikleti vurulan bir çocuğun söyle sevgilim Einstein'ın Roosevelt'e yazdığı mektup mudur barış Lozan'dan gelen telefon mu Mustafa Kemal'e çöplerini bilimin süpürdüğü bir sokak mıdır barış yoksa söyle sevgilimde ki tünediği balkon uçuruma düşen yavru bir kuştur barış saatçiyi hapse attıkları için kurulamayan bir meydan saati ayağımızdaki paslı çiviyi bacağımızı keserek çıkaran bir melekde ki aptalların türküsü oyuna getirilenlerin ülküsüdür barış dişleri sökülmüş Asya kaplanıdır kapitalizmin sirkinde ki sevgilim içine bayat pil konmuş el feneridir barış fosforlu izleridir bayrakların üzerinde gezen salyangozların barış düşsel beyaz buluttur bir kaleye çarpıp dağılan kör bir toplumun tehdit dolu yazılarla kirlettiği bir defterdir barış kendinde bulamayıp başkalarında aradığıdır insanın barış halkının üzerine devrilen bir devlettir zor dönemeçlerde açılmadığı için posta kutusunda ölen bir mektuptur barış patlayıp seyircileri öldüren bir futbol topudur son dakikada bunların hiçbiri hiçbiri değilse barış söyle sevgilim savaşın düş kurduğu yerlerde hangi yüzsüzün uydurduğu bi' sözcük türşu dillerden düşmeyen barış Testici dükkânından geçtim, eski zamandı, Ve o toprak ustası becerikli adamdı. Gözü bağlılar görmez, baktım gönül gözümle; Avucunda tuttuğu toprak, gördüm, babamdı! . (Hayyam'ın Türkçe Yüzü-Türkçe Yeniden Yazan-Yalçın Aydın Ayçiçek-Can Yayınları) Bir gün kışı hatırlatan bir akşam Ruhumda son kalan mana uçacak, O gün dinlenecek vücudum ancak, Kulaklarım kurşun ve gözlerim cam.. Birden örtülecek önümde dünya Bir anda silinip yakın uzaklar Beni tahtalara uzatacaklar; Bitecek yaşamak, bu yarım rüya.. Her dakika biraz daha kırılan Kalbim parçalanmış, yazık, içimde. Artık ıstırap yok, artık içimde Çöreklenmeyecek her gün bir yılan.. Kapatacak bana aşina bir el Gözlerimi kesik hıçkırıklarla Oh, kalbe batmayan bu kırıklarla Her yasa yabancı kalmak ne güzel! ... Seneden seneye ve ağır ağır Gömüleceğim ben de ine ine Hareketsiz ve kör, dilsiz ve sağır, Boş bir karanlığın derinliğine. keşke bir erinç yeri olacak olsa idi ya da şu çok uzak yola ulaşılsa idi keşke toprağın altından bin yıl sonra bile otlar gibi yeşerme umudu olsa idi Dertli firkatli hasretli Na'ralar ishak kuşları Nedir suçum yüz bin yerden Yaralar ishak kuşları. Ağladım eyledim seyri İstedim ilacı hayrı Demez ağlamaktan gayri Çareler ishak kuşları. Her yandan gelir ah u zar Çağrışır hezar sad hezar Her ötüşte bin dert yazar Karalar ishak kuşları. Öter men'olur dadıma Ol dem yar düşer yadıma Bir ah çeksem feryadıma Varalar ishak kuşları. Öter her bağda niceler Sanki ders almış heceler Uzan mübarek geceler Ereler ishak kuşları. Kimi ağlar kimi inler Eder tekrar yüzler binler Biri okur biri dinler Sıralar ishak kuşları. Ötme ishak kuşu ötme Garip gönlüm viran etme Gitme yaz baharım gitme Duralar ishak kuşları. Geceler gündüzden seyran Seslerine oldum hayran Değme felek böyle devran Süreler ishak kuşları. Zikreder Hakkın adını Dal olam duyam tadını Yüzüm üste kanadını Sereler ishak kuşları. Seslerim gelmez yanıma Sesi kar etti canıma İster bir avuç kanıma Gireler ishak kuşları. Umarım derdime derman Yüreğimi kıldı harman Çok mudur katlime ferman Vereler ishak kuşları. Bağları sardı leşkeri Talan oldu can şehiri Nice bin gönül askeri Kıralar ishak kuşları. Her biri hançer belinde Kavlederler öz dilinde Hıfzı'yı aşkın ilinde Vuralar ishak kuşları Terketmedi sevdan beni, Aç kaldım, susuz kaldım, Hayın, karanlıktı gece, Can garip, can suskun, Can paramparça… Ve ellerim kelepçede, Tütünsüz, uykusuz kaldım, Terketmedi sevdan beni… Ben, kağnılarla yaylılarla büyüdüm geldim Çocuk yüreğimi yakan türküler dinleye dinleye. Mahzun kağnılarla, nazlı yaylılarınla Ve tozlu yollarınla sevdim seni Türkiye! . O tezek topladığım kırlar, yaylalar... Başına oturduğum, yemek yediğim atandır. Türkiye'm, anayurdum, sebebim, çarem... Taşına toprağına vurgunluğum bundandır.... Akşam karanlığıyla başlardı kurbağalar Susar gökyüzü kadar, dinlerdim biteviye. Gecemi besteleyen cırcır böceklerinle. Kurbağa seslerinle sevdim seni Türkiye! . Bir Peygamber sofrasıydı soframız: Biraz tandır ekmeği, biraz çökelik... Yoksulluğunla da bağlandım kaldım sana Mecnunlar gibi üstelik.. Yağmurlar başlayınca, odalarımız damlardı Dizlerini döve döve ağlardı anam. Şimdi kırkikindiler boyunca sırılsıklam Küçük kerpiç evlerin çıkmaz aklımdan! . Türkiye'm! Hasretim! Kınalı türküm! .. İçiçe güzellik, uç uca kahır Yüreğimi bin parçaya bölseler Her parçası yine seni çağrışır. Usul usul azalıyordu sevgisi,kalbi soğuyordu... Aynı masada,yanyana oturuyorduk,ellerinden tutuyordum...Akıntıya kapılmış bir çiçek gibi bilmediğim,bilmediği uzaklıklara doğru gidiyordu...Öyle acı çekiyordu ki sevgisinin azalmasından...Seni artık özlemiyorum,eskisi gibi içimi acıtmıyorsun,bu benim için ne büyük acı biliyormusun,derken sesi titriyordu.. Dalından kopmuş bir çiçek gibi unutuluş denizinde usul usul sürükleniyordu...Sevgimiz yurtsuz kalmıştı şimdi... Can çekişen bir hastayı ölümüne hazırlar gibi, nefesimi tutmuş saçını okşuyordum durmadan... Sevgisi,yaralanmış çocukluğumuzu ve dünyayı değiştirmeye yetmemişti. Hayal kanatları yanmış sevgisini öksüz kalan sevgime kattım.Sevgisi biterken gözlerime son bir kere baktı.İnanmıştı çektiğim ıstıraba.... Son anda sarıldı bana: Hadi,sen de benimle gel,birlikte karışalım kayboluşa,dedi. Yapamam,dedim,istesem de yapamam.Bu sevginin ömrünü beklemeliyim... Bu sevginin beni götürdüğü yere kadar gitmeliyim... İçimde sırrın,kimseye benzemezliğin sızısı,yarım kalan yolculuğun aşk yüzlü çocuğu var.... Sevgisi soğurken son tesellisi,son kıskançlığı,son umudu bu olmuştu... İçin dışın mundar iken dost neylesin senin ile gözün gönlün nefsi hava Aşk neylesin senin ile . Zakir ile yoldaş olup Sadıklara yar olmadın olmaz yere verdin gönül Dost neylesin senin ile . Dünya gözün ruşen edip Gönül gözün kör eyledin Zulmet dolucak gönlüne Nur neylesin senin ile . Gerçek ere derviş gerek Doldu cihan dava ile Duydun ise aslın işi Kal neylesin senin ile . Dostlugu sanma hemen olur suret dizmek ile Dilde ise senin işin Hal neylesin senin ile . Dostun hoş derdi ile merdana sür devranını dost değilsen dost yolunda Ar neylesin senin ile! Adı Mehmet... Kara kıtanın kara gözlü, zayıf yüzlü çocuğu. Göz kapaklarında güneş ve çapakları çöl sarısı. Çaresizliğin girdabında. Kelebek renkli yüzünün yorgun yarısı. . Adı Mehmet... Bir halkın hikayesi yani. Yeni günün solduğu beldeye, asırlar öncesinin bir yolculuk efsanesi. Bir halkın ismi yani. Kaderden ötesi olmayan. . Adı Mehmet... Kimseden medet ummayan. Aç karınlı, hasta yüzlü ama tok gözlü. Öylece duran ve sabreden. Uzaktan gelen yolcuları ağırladığı günkü gibi. Necaşi gibi, Habeşi gibi. Doğru, dürüst, iyi, insan yani... . Adı Mehmet... Bir umudun ismi. Çöle yağmur yağdığı günün. Karnının doyduğu günün. Öldüğü günün. Ve üstünde çiçekler açabilen bir mezara gömüldüğü günün ismi yani. . Adı Mehmet... Kimse tanımaz, kimse bilmez. Kara gözleri gülmez. Dünyanın gözü kör olmuş sanki. Kimse onları görmez. . Adı Mehmet... Kim duyar ki; Dudağında bir feryat! ! Savaşmak dudurken yani, Mehmet'i kim dinler ki? Açlığı kim dinler ki? Adı mehmet... Hastalığın gözlerindeki buğusu. Açlığın kokusu. Ve ölümün korkusu. Bir kum fırtınası uğultusu. Ağlayan bir bebek sesi. Ve zayıf dizlerin yağmursuz çöllerdeki izi. Söyle dünya insanların kaç kişi? Kaçı sağır, kaçı kör, kaçı arsız, kaçı erkek, kaçı dişi? Açlıktan ölmek kaldımı be şimdi? Söyle dünya insanlık kimin işi? ..... Sen istinyede bekle ben burdayım İçimde köpek gibi havlayan yalnızlığım Çünkü ben buradayım karanlıktayım Belki gelmem gelemem beş dakika bekle git Çünkü elimi kestim beni kan tutuyor Şarabım bütün ekşi suyum soğuk Yanımda olmadın mı seni daha bir çok seviyorum Belki gelmem gelemem beş dakika bekle git . Yüzünü ıslatmadan ağlayabilir misin Yarı geceden sonra telefon ettin mi hiç Karanlık adamlar hüvviyetini sordu mu Ben senin olmadığını arıyorum Belki gelmem gelemem beş dakika bekle git Belki gelmem gelemem beş dakika bekle git Bana ait ne varsa hepsi seni korkutuyor sana ait ne varsa Hiçbiri benim değil Belki ölmek hakkımı kullanıyorum Belki gelmem gelemem beş dakika bekle git Belki gelmem gelemem beş dakika bekle git Evet, biliyorum nereden geldiğimi Daim aç bir alev gibi Yakıp tüketirim kendimi Işığa döner anladığım herşey Geride bıraktığım ne varsa kül Ateş benmişim demek ki . Friedrich NİETZSCHE . ingilizceden çeviren: şaban öztürk. ECCE HOMO . Yes, I know from where I came! Ever hungry like a flame, I consume myself and glow. Light grows all that I conceive, Ashes everything I leave: Flame I am assuredly. . Friedrich NİETZSCHE Hani saz çalınırdı ölüm Türküler söylenirdi kan Sen gideli kaç mevsim Kaç yıl geçti aradan Şimdi rakı sofrasında Evvel zaman diyor biri Diğeri kalbur saman Oysa hala günün yüreğinde Elektrik tadında bağıran Kara bir katrandır zaman. O barut soluğu gecelerde Sanki hiç yürünmemiş gibi Ve çökülmemiş gibi korkunun üstüne Yaşam vurulmuş diyorlar Aşklar susmuş seninle birlikte Bütün gözlerde aynı yılgınlık Aynı alkol aynı bunalım Ne bir çocukta görüyorlar sabahı Ne fışkıran bir çiçekte. Hangi sabır demişti dağlar Aşk demişti ya deniz Nasıl geldik bu günlere Bu duyarsız yerlere nasıl Şimdi rakı sofrasında Evvel zaman diyor biri Diğeri kalbur saman Oysa hala her an Çırılçıplaktır bir yeşilin Ateşte çığlığıdır yaşanan Hakikat bir gizli sırdır Açabilirsen gel beri Küfr içinde iman vardır Seçebilirsen gel beri. Şüphe getirme gönlüne Hak perde çeker önüne Dondan bir gömlek eğnine Biçebilirsen gel beri. Ata ana kavim kardaş Olduk Hak ehline yoldaş Can ile baştan ey kardaş Geçebilrsen gel beri. Pir Sultan'ım ere yettik Vardık pir damenin tuttuk Biz ağuyu bala kattık İçebilirsen gel beri Mersiye. Kan ağlasın bu dîde-i dürbârım ağlasın Ansın benim o yâr-ı vefâdârım ağlasın Çeşm ü dehân u ârız u ruhsârım ağlasın Başdan başa bu cism-i siyehkârım ağlasın Ağyârım ağlasın bana hem yârım ağlasın Gûş eyleyen hikâyet-i Esrâr’ım ağlasın Nâdîde bir güher telef etdim dirîg u âh Hâk içre defnedîp gerü gitdim dirîg u âh. Zât-ı şerîfi âleme bir yâdigâr idi Fakr u fenâ vü aşk u hüner berkarâr idi Her şeb misâl-i şem benim ile yanar idi Sâve gibi yanımda enîs-i nehâr idi Hakkâ tamâm âşık idi yâr-ı gâr idi Bir kaç zaman muammer olaydı ne var idi Allâh verdi aldı yine kurb-i Hazrete Biz kaldık ile intizâr rûz-i kıyâmete. Âhir nefesde sohbeti oldu muhabbet âh Bir yâre urdu bağrıma âh derd-i firkat âh Gelmezdi hîç kalb-i fakîre bu sûret âh Ey kâş etmeyeydim o âşıkla sohbet âh Telh etdi kâmımı o zehrnâk şerbet âh Eyvâh elden o gül-i handânım aldı mevt Esrâr’ım aldı cümle dil ü cânım aldı mevt. Meydân-ı Mevlevîde nişân âşikâr edip Pervâz ederdi şevk ile Ankâ şikâr edip Eylerdi nây u defle semâ âh u zâr edip Bulmuşdu kân-ı matlabı Hak’da karâr edip Almışdı müjde kûyuna yârın güzâr edip Gitdi ne çâre Gâlib’i hasretli yâr edip Olsun visâl-i Hazret-i pîrânla kâmyâb Kıldı karîn-i kabri Fasîh-i felekcenâb Sözüm el gün için değil Sevenlere bir söz yeter Sevdiğimi söylemezsem Sevmek derdi beni boğar. Taş yürekte ne biter Dilinden ağu tüter Nice yumşak söylese Sözü savaşa benzer Ellerime girdi ağaç Suyu kollarıma yürüdü, Göğsümde boy verdi ağaç - Aşağı doğru, Dallar dallanır benden, kollar gibi.. Ağaçsın sen, Yosunsun sen, Üzerinden yeller esen menekşesin. Bir çocuksun - şu kadarcık, Bütün bunlar umurunda mı dünyanın. Leylim - leylim dünyamızın yarısı Al - yeşil bahar, Yarısı kar olanda Gene kavim - kardaş, can - cana düşman, Gene yediboğum akrep, Sarı engerek, Alnımızın aklığında puşt işi zulüm Ve canım yarı geceler Çift kanat kapılarına karşı darağaçları, Mahpusanede çeşme Yandan akar olanda, Gelmiş yoklamış ecel Kaburgam arasından. Yoklasın hele... Çağıdır, can dayanmaz, Çağıdır, en çatal, en ası, Cehennem koncası memelerinin. Çağıdır, kırk gün - kırk gece Kolların boynuma kement, Ha canım kötüye inat... Vah ki ne desem, Kurşunları namlulara sürülü, İ'kelleri kan, Baskıncılar uykumuzu yıkar olanda, Alır yüreğim: Yankın yasak, aynalara. İnemem bahçende talan, Tam, boş yanı bu, derim namussuzun, Tam, bıçağım cehennem gibi güzelken, Aklıma düşüyorsun Ellerim arık.... Bilmiş Bütün zula'lar Eğri hançer, kara mavzer, kan pusu. Ve insan düşüncesinin o en orospu, O en ayıp, frengili yemişi, Çıldırtılmış uranyum Bilmiş, Bilsinler! Sana nasıl yandığımı Uuuuy gelin... İşte kan tutmuş korsanlar, Haramla beslenmiş azgın, Düzmece peygamberler Ve cüceleri Ve iğdiş ve aptal kölelerine karşı, İşte bir kez daha Bu can bendeyken, Delin, divanenim işte Uuuuy gelin... Bu yasaklar, Firavun kalıntısı. Yoksun, Akdan - karadan. Gizline, canevine kurulu faklar. Gün ola, umut kesip korkunç yetinden, Murdar tutkusuna dünyasızlığın, Gün ola, düşesin bekler. Düşme! Ölürüm... Gözlerinden, gözlerinden olurum.. Leylim - leylim Ayvalar, nar olanda Gen bana yar olanda. Belalı başımıza Dünyalar dar olanda. 1- Bir ilaç içsem bari diye düşündüm, Biraz kolonya sürünsem, Ferahlasam, pencereyi açsam. Şöyle bir şey yazdım sonra: Yağmur, çamurlu bir elbise dikiyor şehre Sıkılıyoruz hepimiz bu çamurlu giysinin içinde. Berbattı, Bir şiire böyle başlanmazdı.. İç ses diye söylendim, Ardından Yıldırım Gürses... Aptal aptal güldüm bir de buna. Ayşecik vazoyu kırıyor Ve ‘tamir et bakalım’ diyordu babasına. Yapıştırsam da parçalarını hayatımın Su sızdırıyordu çatlaklarından. Karnabahar kızartmıyordu asla Başrolde kadınlar.. Güçlü bir el silkeledi beni sonra Sanırım Tanrı’nın eliydi. Sayamadım kaç ah döküldü dallarımdan. Binlerce yeşil gözü olan bir zeytin ağacı gibi, Çok şey görmüşüm gibi, Ve çok şey geçmiş gibi başımdan, Ah...dedim sonra Ah! . İç ses, diye söylendim Çocukken şöyle dua ederdim Tanrı’ya: Tanrım bana hiç erimeyen, Kırmızı bir bonbon şekeri yolla. Eski tül perdelerden gelinlik biçerdik Kardeşimle kendimize durmadan, Olmayan çayları, Olmayan fincanlardan içerdik. Olmayan kapıları açardık, Olmayan ziller çaldığında. Siyah papyonlu olurdu mutlaka Resim defterimizdeki damat. Yedi günde yarattığımız dünya Mutlu olurduk pastel koksa.. Ve şimdi şöyle dua ediyorum Tanrı’ya: Olanlar oldu tanrım Bütün bu olanların ağırlığından beni kolla! . Kaybolmak istemiştim bir zamanlar Kapının arkasında yokum demiştim Ve divanın altında da. Bulamazsınız ki artık beni, Hayatın ortasında. Kaybolmak istemiştim bir zamanlar Beni kimse bulamazdı Tanrı’nın arkasına saklansam. O Kocamandı, en kocamandı o. Bir kız çocuğunun hayalleri kadar.. Bir zamanlar kendimi Bulunmaz Hint kumaşı sanmıştım. Kaç metredir benim yokluğum? Benden daha çok var sanmıştım. Benim yokluğumdan dünyaya Bir elbise çıkar sanmıştım. Dünyanın çıplaklığına bakmaya utanmadan Sonunda ben de alıştım. Ah...dedim sonra, Ah! . Güzin Ablası kitaplar olan bir kızdım, İçim sıkılmasa o kadar Tek bir satır bile okumazdım. Taş bebeğim ters çevrilince ağlardı Bir derdi var derdim. Derdimi demeyi ben taşbebeğimden öğrendim. Ninni derdim, ninni bebeğim! Cam gözlerini kapardı, naylon kirpiklerini. Plastik gözkapaklarının ardında, Bilirdim rüyaları yoktu bebeğimin, Gözyaşları da. Ağladıkça tükürüğümden sürerdim gözaltlarına. Bu kadar kolay harcamazdım rüyalarımı, Kırmızı çantamda bayram harçlıklarım olmasa.. İnsan çıtır ekmeği ısırdığında, Kırıklar dolar kucağına, İşte orası umudun tarlasıdır. Ve orada başaklar ağırlaştığında, Sayısız ah dökülür toprağa.. İç ses, diye söylendim Ve ah dedim sonra, Böyle ah demeyi beli bükük bir ahlat ağacından öğrendim.. Dallarına salıncak kurardı çocuklar, Hızlı yaşanan bir hayatın şarkılarıydı salıncaklar. Meyveleri tatsızdı Eski bir lanetten dolayı Herkes dişlerdi acı meyvelerini, Ve herkes söverdi ona. İsmini yazardı herkes onun bağrına, Ah derdi o. Ah! . Bıçağın ucundaydı insanların hafızası ‘İnsan unutandır ve insan unutulmaya mahkum olandır.’ Tanrı şöyle derdi o zaman: Ah! . Ne çok dikeni vardı ahlat ağacının tanrım, Ulaşılamazdı, Sen sarılmak istesen ona, O sana sarılmazdı. Ne çok dikenin vardı Tanrım! Ne çok isterdim, Sana sarılamazdım. Ve şöyle derdim o zaman: Ah! . Ahlat ahların ağacıydı, Yaşlanmaya başlayanların, İtiraf edilememiş aşkların, Evde kalmış kızların. Ahlat ahların ağacıydı, Cezayir nasıl cezaların ülkesiyse, Öyleydi işte.. Ve etimoloji Eti’lerden kalma Bir zaman birimiydi yanılmıyorsam. Ve yanılmıyorsam yalnız insanların, Kahvaltı edip ağladıkları pazar sabahları yokmuş o zaman. Mesela o zamanlar Mutsuz olduğunda insanlar, Yok olurmuş bazı dakikalar.. Gülümsedim o sıra, Bazen sevinirim, Sevinmek nedense hep yedi yaşında Ve ah... dedim sonra, Ah! . Bazen ah diyorum durmadan, Şimdi ben ahlatın başında, Otuz iki yaşımda. Ahlar ağacı gibi. Rengarenk çaputlar bağladım yıllarca dallarıma, Mavi, mor, kırmızı ve yeşil, İstedim, hep istedim, Sen iste derdim, iste yeter ki Vereyim. Her istediğimi verdim.Arttım, fazlalaştım, Eksikli yaşamaktan. Ahlar ağacıyım, gibisi fazla. Başka bir şey istemem Artık beyazlaşan üç-beş tel saçıma, Hesabımı vermekten başka.. Vasiyetimdir: Dalgınlığınıza gelmek istiyorum Ve kaybolmak o dalgınlıkta.. At arabasıyla kağıt toplardı Her sabah çingene kadınlar. Üst üste yığılırdı buruşuk kirli kağıtlar Şaşırırdım Kadınların mı yoksa kağıtların mı memeleri kocaman? . Bir zamanlar öfkem beni zora koşardı. Kızıl yelelerim yapışırdı terli alnıma Ne eğere gelirsin ne de semere derledi bana, . Yeniden doğmuş olurdum oysa, Öldüğümü sandıklarında, Yalnızca kağıtlarda iyi koşan bir at olarak.. Vasiyetimdir: En güçlülerinden seçilsin Beni taşıyacak olanlar. Ahtım olsun, Yükleri ağırlaşsın diye iyice, Tabutumun içinde tepineceğim.. 2- Bir göl vardı evimizin karşısında, Mavi gözleri olan, Kara yağız bir şehirde yaşamışım meğer yıllarca.. Ya siz, Nasıl bilirdiniz çocukluğunuzu ey cemaat? Nasıldı Öldürdüğünüz birinin cenaze namazını kılmak? . İlk üç vişneyi verdiğinde bahçedeki ağaç Annem sevindiydi hatırlarım. Ah demişti. Ah! Üç küçük kırmızı dünya verilmişti sanki ona. Annem çok sevinmelerin kadınıydı. Bazen sevinince annem gibi, Rengarenk reçeller dizerim kalbimin raflarına. Annem çok sevinmelerin kadınıydı, Sıcak yemeklerin. Başına diktikleri o taş, Ne zaman dokunsam soğuktur oysa. Ben okşadığımda ama, ısınır sanki biraz.. İç ses! Bu bahsi kapa! . Mutfağa gidip domates çorbası pişirdim. Çoktandır öksüz olan mutfakta Buğulandı ve ağladı camlar, Gözyaşlarını kuruladım perdelerin ucuyla. Çoktandır öksüz olan dünyaya baktım, Allah babasıyla baş başa kalmış insanlara, Poşetin tamamını beş bardak suya boşaltınca, Sanki biraz rahatladım. Kazanlar dolusu çorba kaynatsam sanki, Artık kimse mutsuz olmayacaktı. Ah...dedim sonra, Ah! İç sıkıntımla çektirdiğimiz bu fotoğrafta, Aynı vampir gibi çıkacağız. Kırmızı çorbama ekmek doğrayınca, Sanki biraz ferahladım. Karıştırdım ve iç ses diye fısıldadım: Hala aç mısın? . Bir tren geçti yine tam o sıra Ustura gibi kara, Düdük çala çala, Geçti şiirimin ortasından. Kes şunu dedim, kes artık! Oldu olacak, Kan kardeşi olsun ruhumla yollar. Merak ederdim, Kesik başları ve sarı ışıklarıyla Nereye gider bu insanlar? Raylar uzanırdı içimde kilometrelerce Bir kara yılan gibi, Bilemezdim menzil neresi? . Ah...dedim sonra Ve acilen makas değiştirdim. İç ses, diye söylendim, Raydan çıkma bundan sonra.. Kuyruk sallardı, annemden kalma maaşım her üç ayın sonunda. Sevinirdi, Kocaman bir kara kediyi okşamış gibi ellerim. Sarımsak kokulu fötr şapkalı amcalarla, Muhabbet ederdik kuyrukta. Bizler sarımsak kokan uzun bir dizenin, Fötr şapkalı kelimeleriydik, Çürük dişlerimizle bizler, Dökülmüş harfler gibi kelimelerden, Saf ve pembe gülümserdik. Bizler her üç ayın sonunda yeniden doğan bebeklerdik. Neden ilerlemiyor bu kuyruk derdik, Neden hep aynı yerdeyiz, Hayattan söz edilirdi, Zor denirdi, Ve ardından susulurdu mutlaka.. Fötr şapkalı amcalardan biri Ah derdi sonra, Ah! Kuyruk öfkeyle kıpırdanırdı o zaman.. 3- “Bir Arap şairi şöyle demiş, Savaşta yenilen halkına, Ağlamayın, ağlamayın, acınız azalır”. Uzun bir dize dayardı hayat her sabah karnıma Şiir için düelloya gelmiş bir sevgili gibi, Sorardı: Daha yazacak mısın? Hayır derdim, Artık yazmayacağım. Ama şöyle denir: Kılıç çeken kılıçla ölür. Ama şöyle denir: Kaderden kaçılmaz.. Ama yazgısını yaldızlı çokomel kağıtları gibi, Tırnaklarıyla düzeltemiyor insan. Yıllarca biriktirdim rengarenk çokomel kağıtlarını kitap aralarında. Aşık olduğumda, Çikolata kokardı kırmızı yazgım. hayatıma hayat diyemem artık. sarı yazgım her sonbahar onu biraz daha fazla, ömür yaptı. Maviye de, yeşile de dili dönmez ömrümün artık.. Kara yazgımı şimdi kim bilir Hangi kitabın arasında saklıyorsun tanrım? Ah.. dedim sonra Ah! . İç ses, diye söylendim, Başımda rüzgar vardı Başımda uğultular... Kalbim usulca kıpırdardı Ve ses çıkarırdı dokununca Çan çiçeğiyle karıştırırdı onu belki Bir başkası olsa. Başımda rüzgar vardı, Yine esiyordum Hızla dönmeye başladı kalbim Rüzgargülüyle karıştırırdı onu belki Bir başkası olsa. Başımda uğultular... Fırtına çıktı sonra, Yaşadığını anladı kalbim, Böyle yaşanamaz derdi Bir başkası olsa.. Bir zamanlar meydan okumak isterdim. Kaç meydanını okudum da bu hayatın. Yalnızca iki harfini öğrendim: A H! . Ah benim nergis kokulu cehaletim... Ruj lekeleri bıraktın bardaklarda Anlatmak isterdin kendini durmadan Bir bardağa bile olsa. Ne diyecektin, ne söyleyecektin Şairlerin şahı olsan, Bir AH’dan başka. Ah benim nergis kokulu cehaletim Bana yıllarca, bunca sözü boşa söylettin. AH! . Güçlü bir el silkeledi beni sonra Sanırım tanrının eliydi, Sayamadım kaç ah döküldü dallarımdan, Çok şey geçmiş gibi başımdan Ah dedim sonra, Ah! . İç ses, diye söylendim. Gel! Ahlar ağacından sen de biraz meyve topla.. Vasiyetimdir: Bin ahımın hakkı toprağa kalsın... Hayatın hızıyla yaşadık o aşkı Her şey bir anda başladı Yaşandı Ve bitti.... Yan yana gidip de bir süre Ayrı yönlerde uzaklaşan İki tren gibi... Seçkin bir kimse değilim İsmimin baş harfleri acz tutuyor Bağışlamanı dilerim. Sana zorsa bırak yanayım Kolaysa esirgeme. Hayat bir boş rüyaymış Geçen ibadetler özürlü Eski günahlar dipdiri Seçkin bir kimse değilim İsmimin baş harflerinde kimliğim Bağışlanmamı dilerim. Sana zorsa yanmaya razıyım Kolaysa affı esirgeme. Hayat boş geçti Geri kalan korkulu Her adımım dolu olsa İşe yaramaz katında Biliyorum Bağışlanmamı diliyorum geldiğim yol ateş ve taştan harcı yeryüzü bir yaşamak yalanı geldiğim yol, sil baştan. al bu kızıllığı bir kuş uçuşu al bu kızıllığı bir dağ geçişi al ve sına kalbinde bir derenin çağıl çağıl akışı. ben bunları kendime söyledim, dilimde bir kesiğin yıllardır kanayışı. dur, gitme! bir tek kurşun sekip duruyor kalbimde yarım, diyorum. yaşamak diyorum orman ağlar mı, gördüm diyorum ölü bir balerin ağaçların dibinde dur, gitme! bir tek kurşun sekip duruyor kalbimde. buzlar çözülüyor ve suyun kiri tenimizde. kaygan, soğuk bir yılan süzülüyor, susuyoruz nicedir yanmayan bir madenci feneri gibi eksiliyoruz. şimdi gece açık bir yara, ya da ıssız bir lunapark hüznünde ölü bir balerin süzülüyor yeryüzünün kalbine dur, gitme! Sevişirken yılan bile dokunmaz Tapınmakta aşktan saygın olamaz Sevda üzre yıldırım olsa çarpmaz İstiyorsan uzak kalmak ölümden Hep aşk üzre olmaslısın a caanım Ki ölüm de sevişirken kıyamaz Her sabah şiir uyandırır uykularımdan beni Şiirle kahvaltı ederim Şiirle giderim öğlen önceleri işime İkindileri yine onunla dönerim. Şiir ellerimde benim Gözlerimde, yüreğimde Oturur akşamları birlikte içki içerim Kaldırırız kadehlerimizi Kah ayrılıklar Kah mutluluklar üstüne. Ve şiirle birlikte ağlarım, gülerim Velhasılı Küçük bir çocuk nasıl severse annesini Ben de şiiri öyle severim Uzun ince bir yoldayım Gidiyorum gündüz gece Bilmiyorum ne haldeyim Gidiyorum gündüz gece. Dünyaya geldiğim anda Yürüdüm aynı zamanda İki kapılı bir handa Gidiyorum gündüz gece. Uykuda dahi yürüyom Kalmaya sebep arıyom Gidenleri hep görüyom Gidiyorum gündüz gece. Kırk dokuz yıl bu yollarda Ovada dağda çöllerde Düşmüşem gurbet ellerde Gidiyorum gündüz gece. Düşünülürse derince Irak görünür görünce Yol bir dakka mıkdarınca Gidiyorum gündüz gece. Şaşar Veysel işbu hale Gah ağlaya gahi güle Yetişmek için menzile Gidiyorum gündüz gece Cânan aramızda bir adındı, Şîrin gibi hüsn ü âna unvan, Bir sahile hem şerefti hem şan, Çok kerre hayâlimizde cânan Bir şi'ri hatırlatan kadındı. . Doğmuştu içimde tâ derinden Yıldızları mâvi bir semânın; Hazzıyla harâb idim edânın, Hâlâ mütehayyilim sadânın Gönlümde kalan akislerinden. . Mevsim iyi, kâinât iyiydi; Yıldızlar o yanda, biz bu yanda, Hulyâ gibi hoş geçen zamanda Sandım ki güzelliğin cihanda Bir saltanatın güzelliğiydi. . İstanbul'un öyledir bahârı; Bir aşk oluverdi âşinâlık... Aylarca hayâl içinde kaldık; Zannımca Erenköyü'nde artık Görmez felek öyle bir bahârı. İnsanı çocuklara bölen öfke, çocuğu eşit kuşlara bölen, kuşu, küçük yumurtalara; yoksulun öfkesi bir zeytin taşır iki üzüme karşı.. Ağacı yapraklara bölen öfke, yaprağı, eşit olmayan tomurcuklara bölen, tomurcuğu, görünmez gözeneklere; yoksulun öfkesi iki ırmak taşır bir çok denize karşı.. İyiyi kuşkulara bölen öfke, kuşkuyu, benzer kavislere bölen, kavisi, umulmayan mezarlara; yoksulun öfkesi bir çelik taşır iki hançere karşı.. Canı bedenlere bölen öfke, bedeni, benzersiz organlara bölen, organı, sekiz düşünceye; yoksulun öfkesi bir yanardağ ateşi taşır iki kratere karşı.. Çeviri: Ülkü Tamer içimdeki mağarada kurumuş ölüler yatar zehirle gülen zümrüt ve yakut yatak içinde bir zaman beni uğurlamaya gelen haramîler. içimdeki mağarada bir yığın kitap var bakınca yakından tasvirlerin gözleri oynar ve konuşur hepsinin yüzleri benim yüzüm gibi ve gözleri benim gözüm gibi Acının miladıyla başlayan bir hikayedir bu yaşayıp gelmişiz ormanlar bir yanarak her dönemeçte uğultulu uçurumlar her şafakta uzun uzun kurt ulumaları Ey masalcı otur şu geyik postuna ve anlat şimdi bütün bunları. Önce yaşadıklarımızı koy ortaya hatamızı ve sevabımızı anlat görelim nelere kahretmişiz bunca zaman nelere göğüs germişiz görelim bir bir bedeli ödenmiş midir şafağın, bilelim yaşamak yeni acılara sürgün etse de bizi. Hayatımız göründüğü kadar basit değil ama anlaşılmaz gibi de değil öyle çoğunu unuttuk belki şimdiden belki bitti birtakım bekleyişler umutlar da bitti bir zaman, sevgiler de ama unutmayalım zulüm de biter hayatımızda I. Eğit beni Beni eğit Okumadan evvel yüzünü Hiç şiir okumadım ben Ve buğday tenini keşfetmeden Harabeydi bu dünya Öğret bana kadın dilini Ki ben Bilmeme rağmen sevgiyi Hiçbir şey bilmiyorum Ezberlediğim halde halk şiirleri Ezberlememişim hiçbir şey İstediğim halde Çin’deki ilmi bile Fakat Çinli kadınlar Çay ikram ettiler yalnızca Öğretmediler sevgiden bir şey Eğit beni Beni eğit Aldığım diplomalar Gördüğüm eğitim Hepsi hayaldi. II. Öğret bana küçük bir öğrenci gibi Nasıl cümle kuracağımı göğüslerinden Dudaklarından nasıl öpücük yazacağımı Çiz bunlar üzerine benim için yaprak Nasıl hurma olur kalçası bir kadının Nasıl tavan olur kadın saçı Ve nasıl şemsiye olur Halk şiir Yaz mevsimi Azarlama. III. Başla benimle ilk satırdan Başla ilk kaymaktan ve ilk kardan Koltukaltı tüylerinden başla Çetrefilliğinden bileziklerin Üstünden başla örgülerin Dilersen altından başla İçime giren ve gezinen saldırgan kokudan Başlangıçtan itibaren başla Çünkü ben Kadınlarla olmasına rağmen tarihim Cevabını bilmiyorum. Çeviren: İlyas Altuner akşam hüznümün soluk aynası vurdukça yüreğime kanım oynaşır derinleşir acısı parmakuçlarımın kırmızı bir ölümü görmüş gibi kanarım.. yoruldum değiştirmekten kanını yüreğimin hergün yeniden başlayan çığırtkan bir şarkıyı söylemekten hergün yeni bir şarkı bestelemekten. ben hüznün ben gölgemin kiracısı yeni bir ev değiştirmekten. hergün gövdemle büyüyen hüznümle kimselerden habersiz eskiyen yüreğimin dinlemiyorlar dinlemiyorlar şarkısını oy. sustukça çoğalıyor tekliğim ah benim sıska yüreğim ah benim kimselere söz geçiremez yüreğim ah benim neyim kaldı elimde ah benim üreyemiyorum kendime. böyle niye beni biraz yankı biraz karıncayken şimdi eski bir enosis düşlerim kendimi koparıyorum kendimden yetişemiyorum.. tekliğim yorgun ve kanadı kırık kuştur hüznün yapraklarında gölgelendiği kim koparır dalından ağzı açık bir gülü kırmızı bir ölümü görmüş gibi kanarım. yoruldum değiştirmekten kanını yüreğimin ne zaman bitecek bu hüzün. (Soyut, Ocak 1968) Bütün saadetler mümkündür.. Şu kapının açılması, İçeri girivermen, Bahar, kuşlar, gündüz. Ve bütün dünya Bir an içinde gürültüsüz.. Bütün saadetler mümkündür... Bahtsızların biraz gülümsemesi... Körlerin gün görmesi, Mümkündür bütün mucizeler... Ana, baba, evlat, bütün kaybolanlar... Ebedi bir sabahta buluşmamız bir daha.. Ölüler! Hepimiz için yalvarın Allah'a... Orda şehitler Afgan Derler ki gel iman armağanıyla boyan. Kan sancağı Cennet sedirlerinin basamağı. Yanlarında savaş atlarının cezbesi Her biri islâm ocaklarının gözbebeği. Fidan gibi Demir yapılı çocuklar şehit fideliği. Serinliği koşuyor nehirlerinin cennet Bildikleri yalnız emret! emret! . Bir dalga ki okyanus yavrusu. bir dalga bedir'den besli. mübarek kalblerinde fatma ve meral isimleri. bir uçlarından yaktılar mı kağıt gibi tanklar. elbet şehitler kırmızı ışıklar çelik ışıklar. bu renkler bu renkler kaslar kayalara çalınmış gibi. dil uçlarında ünlü ruhlar analar dualar dualar. bir gül açtı şöyle bir gül açtı: besmele baskın emri rehber'in emrinde. bu kalkış gece akınına yatsı geliyor aralarına. menekşe soluklarıyla önlerinde diz kırıyor gece. yıldızlar üstlerinde bakışlar kırpışırlar dikkat içinde. + bir omuzun delinmiş heryana hâlâ dağlar düşüyor. gözkapakların gittikçe ağır damarlarında sanki bir fil kalabalığı. yaran sıcak ve buğulu ateşleriyle alıyor gövdeni içine. başında bir mücahit dost nöbette sanki dünya sanki kainat tehlikede. orda şehitler Afgan aşk adı cennet sedirlerinin basamağı Arzulayıp Hak demine gelince Gönülde kin kibir eylemiyesin Hakikatın kubbesine girince Zinhar kötü kelam söylemeyesin. Evliya cemidir sayılmaz hatır Eğer isterlerse bir kelam yetir Ağır ol sakin ol postunda otur Her yerde ataklık eylemeyesin. Yeğlicelik edip gerine bakma Delil çağrılırken gerine bakma Aşnan musahibin odlara yakma Yükünü günahla toplamayasın. Sen seni gör elin aybını görme Tarikat ateştir tamuya girme Sen de bu anlığın kimseye deme Bu sözlerim garaz anlamayasın. Pir Sultan Abdal'ım mana bilemez Kibrine yedirip haber alamaz Kılavuzsuz giden yolu bulamaz Bulunmaz yolda yola aramayasın Ne isyan edersin zülfü sırmalım Uykular geldi'de kovdumu gözüm Ahfalına taşın yakar sinemi Uykular geldi'de kovdumu gözüm . Sular inişine durmaz akarken Kara bulutlarda şimşek çakarken Gece karanlıga çıra yakarken Uykular deldi'de kovdumu gözüm . Besmeleyi çeksem aşın dibinde Sevdam gizli kaldı kaşın dibinde Hayalin uyutmaz taşın dibinde Uykular geldi'de kovdumu gözün . Sevdam yatar sıra sıra toprakta Gizlidir görünmez yara toprakta Kuş tüyü yastıkta kara toprakta Uykular geldi'de kovdumu gözüm Seher vakti kalkan kervan, İniler de zarilenir. Bir güzele düşen gönül, Çiçeklenir, korulanır.. Bahçenizde güller biter, Dalında bülbüller öter. Engel gelir bir kal katar, Olan işler gerilenir.. Bülbül geldi kondu dala, Bülbülden hata yok güle. Engel bir taş atar göle, Yüzen ördek yaralanır.. Pir sultan abdal göçelim, Pir elinden bade içelim. İnkar olandan kaçalım, İnkar bir gün parelenir. Günlerce ne gördüm ne de kimseye sordum, 'Yarab! hele kalp ağrılarım durdu!' diyordum. His var mı bu alemde nekahat gibi tatlı Gönlüm bu sevincin heyecanıyla kanatlı Bir taze bahar alemi seyretti felekte, Mevsim mütehayyil, vakit akşamdı Bebek'te, Akşam!.. Lekesiz,,saf, iyi bir yüz gibi akşam!.. Ta karşı bayırlarda tutuşmuş iki üç cam; Sakin koyu,şen cepheli kasrıyle Küçüksu, Ardında vatan semtinin ormanları kuytu; Bir neşeli hengamede çepçevre yamaçlar Hep aynı tehassüsle meyillenmiş ağaçlar Dalgın duyuyor rüzgarın ahengini dal dal. Baktım süzülüp geçti açıktan iki sandal. Bir lahzada bir pancur açılmış gibi yazdan Bir bestenin engin sesi yükseldi boğazdan Coşmuş yine bir aşkın uzak hatırasıyla, Aksetti uyanmış tepelerden sırasıyla, Dağ dağ o güzel ses bütün etrafı gezindi: Görmüş ve geçirmiş denizin kalbine sindi. Ani bir üzüntüyle bu rüyadan uyandım. Tekrar o alev gömleği giymiş gibi yandım, Her yerden o,hem aynı bakış ,aynı emelde, Bir kanlı gül ağzında ve mey kasesi elde; Her yerden o, hem aynı güzellikte göründü, Sandım bu biten gün beni ram ettiği gündü. Bu mevsim insanlar Taş gözlü korku ayaklılar Gözbebeklerindeki rüyalar Kafeste vahşi hayvanlar. Manzaranın tozu Ateş ve demir Günün büyük oyunu Eski talanlara direnir. Kuruntusuz ormanda Gidiyor kurtlar kadife adımlarla Her günün Vebasıdır Güneşin canavarlığında. Ayıp ve zafer arasında tutku Ve inkarcılık arasında umut Adaletin terazisi Yanlışların lanetli kitabında. Nehrin güvensiz geçidindeyiz Yaşayanlardan ölülere giden Pişmanlıkların asma köprüsünden Ölülerden yaşayanlara giden. Kalp ve gömlek arasında Yer var sadece bıçağa Tez mi geç mi Her şey ihanetin tadında. Züllümün gizli rüzgarı Acayip döndürdü başları Ne dileniyor bu kişiler Sözlerin ayrılığında Felek benim senden bir sualim var Rüzigarın Süleymanı nic'oldu Sana gelenlerin işi ah-u zar Erenlerin o devranı nic'oldu. Musa Tur'a çıktı niyaz eyledi İsa göğe ağdıimekan bağladı Yakup,oğul deyü her dem ağladı Hazret-i Yusuf'u Ken'an nic 'oldu. Baba Emir, vardı Kuh ile kaaf'a Küffara kılardı cevrile cefa Şatırların piri Bengü Mustafa Alemin gerdan keşanı nic'oldu. Başun için bize veresün haber Nesl-i Ali evlad-ı emürül kiber Harici askere yürüttü teber Eba Müslüm'ün meydanı nic'oldu. Batında onlar münkiri taşlar Erenlere ayan seyr olan işler Gaiptedir kırıklar,yediler,üçler Erenlerin yok mekanı nic'oldu. Bunca sahib-kıran gelüp geçmiştir Hızır İlyas ab-ı hayat içmiştir Sanan İskenderler konup göçmüştür Ahd-ı vefaya seyranı nic'oldu. Nurdur kalbimizi eyleyen ziya Şefaat eyleyen gedaya baya İki cihan fahri hatem-ül enbiya Bilsem ol mürüvvetkanı nic'oldu. Gahi ayyar idi gahice abdal İslama dost idi küffara kattal Erenler şahbazı ol Seyyit Battal Bilmem ol canımın canı nic'oldu. Hazret-i Resul'in muhib yarıdır Hakkın dostu serbanların piridir Ser-i evliyanın sırr-ı nakdidir Yemen'de Veyselkarani nic'oldu. Molla Hünkar deyü melekler iner Kudretten nurdan kandilleri yanar Arş-ı muallada külahlar döner Sultan Osman şazanı nice oldu. Hazret İbrahimi attılar nara Eyyub'a kurt düştü başladı zara Zekeriyya nice çekildi dara Nuh Peygamberin Tufanı nic'oldu. Ol server her kande gitse giderdi Din yoluna ikrarını güderdi Bir narada çok Harici geberdi Ahmet.... yaranı nice oldu. Doksan bin erenler dediler beli Bindi hake, doğru gösterdi yolu Kutb-ı alem Hacı Bektaşi Veli Bunca erenler serefrazı nic'oldu. Alemin ahvali alem değil mi Bendesi de mir-i kelam değil mi Nesl-i Ali Kutb-i alem değil mi Bu... EMİR SULTAN'ı nice oldu. Ah eder NESİMİ geçdi serinden MANSUR 'enelhak' der dönmez darından Gitti gelmez, bir haber yok birinden Bu feleğin karbanı nice oldu Bir adam hasmını utandıramaz Elde külliyetli var olmayinca Pervane sem'ini uyandıramaz Başta sevda, kalpte nar olmayinca. Nice mertler durur, mert ülkesinde Adam heveslenir eğlenmesinde Diyar-ı gurbetin car kösesinde Eğleşilmez kisb u kar olmayınca. Karac'oglan der ki, sözün bilmişi Tedbirle görülür dünyanin isi Ne etsin, neylesin alemde kişi Felek Mustafa'ya yar olmadıkca Miadım dolmaya fırsat beklerken Tükenen ömrüme candı gözlerin Yarına umudum kalmadı derken Hayata döndüğüm andı gözlerin . Gözlerin olmadan boş bir izahtım Bir anda değişti kör olan bahtım Sarsıldı makamım sarsıldı tahtım Şöhretimi yıkan şandı gözlerin. Ne vahşeti vardı ne de çilesi Emsalsizdi bu savaşın hilesi İçten kuşatıldı gönül kalesi Sanki Fatih Sultan Handı gözlerin . Nazarın mıh gibi çakıldığı an Adeta can buldu cananda bu can Bir yanım kesilse sendin damlayan Damarıma giren kandı gözlerin . Ne kadeh kaldırdım ne şarap içtim Sarhoş olmak için ben seni seçtim İçtikçe aşkını kendimden geçtim Halimi ayık mı sandı gözlerin . İnsaf eder alev alev yakmazdın Hedef alıp can evimi yıkmazdın Bir ışık görmesen böyle bakmazdın Demek ki gözüme kandı gözlerin Mektup derken şiir oldu bak yine Darılırsan ben ölürüm unutma! Taze sarmaşığım hoyrat bedene Sarılırsan ben ölürüm unutma!. Birgün güneş olur göğe doğarsın Birgün yağmur olur yola yağarsın Birgün çiçeklerden koku sağarsın Yorulursan ben ölürüm unutma!. Kılıç ağzı yoldur ok ucu meydan Dikkat et sen benim canımsın ey can Koyakta kekliksin kayada ceylan Vurulursan ben ölürüm unutma!. Aşk denince aklı bırak ol deli Işık ışık gökten inen dolu ol Boz bulanık akan yağmur seli ol Durulursan ben ölürüm unutma!. Dinlemek zor anlamak zor yar beni Göreceksen dertte gamda gör beni Gönül toprağıma yaptım türbeni Dirilirsen ben ölürüm unutma! Hasret beni cayır cayır yakarken Bedenimde buzdan bir el yürüyor. Hayaline çılgın çılgın bakarken Kapanası gözümü kan bürüyor.. Dağda kırda rasgetirsem bir dere Gözyaşlarım akıtarak çağlarım. Yollardaki ufak ufak izlere Senin sanıp bakar bakar ağlarım.. Güneş güler, kuşlar uçar havada, Uyanırlar nazlı nazlı çiçekler.. Yalnız mısın o karanlık yuvada? Yok mu seni bir kayırır, bir bekler?. Can isterken hasret odiyle yansın, Varlık beni alil alil sürüyor. Bu kaygıya yürek nasıl dayansın? Bedenciğin topraklarda çürüyor!. Bu ayrılık bana yaman geldi pek, Ruhum hasta, kırık kolum kanadım. Ya gel bana, ya oraya beni çek, Gözüm nuru oğulcuğum, Nijad'ım! Öyle sevdalar vardır, biter baslar; Buruk tatlar vardır, ağızda şurup giden; Bir aşka vuran güneş kolayca batmıyor. Yanıyor bin kollu şamdanı, tutuşuyor Ufkunuzda camları göksel konağının Ve bir yaz aksamı buhurdan gibi tüten Hanisellerinin morumsu buğusunda, Bekliyor bahçemize donuk balkonunda, Sarmaşık gülleri kokladıkça kırmızı, Hüzünler, japon fenerleri arasında. Öyle günler var, öyle anlar, hiç bitmeyen! Nasıl bir ışık emmişler ki sevginizden, Ansızın başka bir yüzle güzel, kopmuşlar Büyük Irak’tan, ayrı düşmüşler desteden, Yağmışlar ilkyaz yağmurlarınca ve özlem Açmış yaban çiçeklerini tarlanızda. Olumsuz günler onlar, bir hiçle beslenen; Zaman dişi güvercinler, uçma bilmeyen; Uzay ötesi ovalar, ayak değmemiş; Başka bir mevsim, başka bir dal, başka yemiş. Esrir kim basa o toprağa ve kim tatsa O yemişten. Balla dolar testi, açılır Açılmayan kilit, çiçeğe durur badem, Dolanır bilgelikle mutluluk yüreğe. Ak bir bulut bekler üstünüzde havada, Kuşlar iner, devinme birden bitiverir, Çit çıkmaz evrenden. İste ortadasınız, Havuz, ağaç, deniz, ne varsa size göre. İste aydınlarda, çekilmiştir bir resim Gibi kalır aklınızda, gölgesiz, duru, Küçük bir bahçede susar gibi yaparak Karşılıklı gizemlere daldığınız gün. 1 Denizde boğulan o ilk Fenikelilerdendi. 2 Vergi memurluğu yapardı ve köpekler saldırırdı hep. 3 Babası barbar akınlarını durdurmuştu. 4 Kırlangıcın geveze bir kuş olduğunu ilk ondan duyduk. 5 Ben o zamanlar çocuktum ve çok fakirdim. Ben seni seçtim... sen de Ya göğsüm üzerine Ya da şiir defterlerim üzerinde ölümü seç! Ya aşkı...ya da aşksızlığı seç Seçmessen korkaksın... Orta yer yoktur Cennet ile cehennem arasında.... ***** Bütün kağıtlarını at... Herhangi bir karara razı olacağım Söyle...haydi bir tepki göster...infilak et! Çivi gibi çakılıp kalma! Sonsuza kadar kalamam Saman sapı gibi yağmurların altında... Bir kader seç ikisi arasında Kaderlerim ne kadar acımasız! . ***** Bitkinsin sen... korkaksın Bende sözü çok uzattım Ya denize dal... ya uzaklaş Deniz yoktur...tutması olmayan... Aşk... büyük bir yüzleşmedir Akıntıya karşı denize açılmadır... Çarmıha gerilme, azap ve gözyaşıdır Yıldızlar arasında bir yolculuktur.... ***** Korkaklığın beni öldürüyor... eyyy kadın! Perdenin arkasında oynuyorsun Ben, İsyankarların taşkınlığını taşımayan... Bütün surları kırmayan Kasırga gibi vurmayan Bir aşka inanmıyorum Ahhhh... keşki aşkın beni yutsa Kasırga gibi kökümden söküp çıkarsa.... ***** Ben seni seçtim... sen de Ya göğsüm üzerine Ya da şiir defterlerim üzerinde ölümü seç! Orta yer yoktur Cennet ile cehennem arasında.... Çeviren: Rıza Halilov, Aysel Ergül . Çılgın Kasideler (1970) . A1 Yüce yüce dağlardan mı gelirsin Hayır mı gök turnam yardan ne haber Benim sevdiğimi sen de bilirsin Hayır mı gök turnam yardan ne haber. Koyuverin ben yarime varayım Muradıma maksuduma ereyim Sen bilmezsen ağ kuğudan sorayım Hayır mı gök turnam yardan ne haber. Benim yarim kıya kıya bakınır Ak ellere al kınalar yakınır O da senin gibi güller sokunur Hayır mı gök turnam yardan ne haber. Benim yarim gezişinden bellidir Ak elleri deste deste güllüdür İbrişim kuşaklı ince bellidir Hayır mı gök turnam yardan ne haber. Pir Sultan Abdal'ım güllerin beştir Yarimden ayrıldım günlerim hiçtir Kılavuzun birdir katarın kaçtır Hayır mı gök turnam yardan ne haber Bâde-i nâb ile buldu rûh-ı cânân revnak Gûyiyâ güller ile buldu gülistân revnak. Zülf-i miskîn ki rûh-ı yâr ile tâbende durur Şem'-i pürnûr ile san buldu şebistân revnak. Göricek yaşımı naz ile salınır ol yâr Cûyibar ile bulur serv-i hırâmân revnak. İşidip nâlemi handân olur ol yâr bulur Na'ra-i bülbül ile gonca-i handân revnak. Eşk-i çeşmimle olur lâ'l-i leb-i yâr ferah Tâb-ı kevkeble bulur lâ'l-i Bedahşân revnak. Hatt u hâl ile bulur Avnî rûh-ı yâr şeref Bâblarla nitekim buldu Gülistân revnak ey yıllardır içimde besledigim kanarya senin o sulusepken, yeşil gözlerin varya gökleri denizin elinden aldı fırtına delirdi; deniz bunaldı kızıl tüylü kanatların firakını cekti uzaklara resimlerini bana özlemin kaldı. patikalar ustune yasıverdin adımı acımasız,her aksam ciğnedin feryadımı ey yıllardır içimde besledigim kanarya senin o sulusepken goslerin varya sanki bir alev topu, yakar hayallerimi her ikindi sonrası ruhumun toprağına garip tohumlar gibi atarım ellerini. sana mahsun bir umut, desemmi bilmiyorum sana çılgın bir bulut, desemmi bilmiyorum derin bir ucurumda arıyorum kalbini ya gel, yabeni unut, desemmi bilmiyorum. ey yıllardır içimde besledigim kanarya senin o sulu sepken yeşil goslerin varya ruyalarımı caldı sevda ırmagında sular alcaldı son bahar ugradı yureğimize sararttı gülleri, yaseminleri bana özlemin kaldı yokluyorum, aklınız zzzt zzzt beş karış havada bir kulağınızdan kürdilihicazkar giriyor zenci şarkıları çıkıyor öbüründen, acılı hüznü nedendir o şarkıların ilerde öğreneceksiniz şimdi sevinciniz çalçene, gençsiniz çok siz genç olunca elbet aşk da genç gün ışığı da genç ücyüzbin kilometre bölü saniye taşbebeğiniz dolaba kilitlenmemiş, o da genç ben yaşlandım unutuyorum içlerinde çiçek adları olan şiirleri koparmayın demiş miydim size Birden bire sanki çıplak Bir oyunuyla hafızanın Bir kuş sesi çırpınarak Düştü bağrına hazanın.. Her bahçenin yabancısı Ve her ümidin üstüne Bir ses ki, sonsuz acısı Güllerin üzüntüsünde.. Araştırdı bir baharın Unutulmuş kokusunu. Ay ışığında dalların Rüya dolu uykusunu.. Bir akşamın beyaz fecre Gönderdiği kanlı haber: Herkes ömründe bir kere Bu zalim davetle titrer. Yenik değiliz boşa gitmedi çektiğimiz acılar ilk yaz yağmuruyla yeşeren tohumlara bak bir yangın gecesini andıran sesleri dinle savaş alanlarında çarpışanlar var. yenik değiliz etselerde bizi ekmeğimizden çocuklarımızın buğday başağı saçlarından yardan ayırsalarda bizi yenik değiliz kanımızda bir pınar gibi kaynayan hayat yenik değiliz torbamız tohum dolu koşar adım giriyoruz kavgaya Cemali dolunay gözleri bela Kaslari bir hançer sarsa yarami Gönül avgahinda sözleri bela Tetik düsürmeden vursa yarami. Ilaci dermandi sanan gönlümü derdi yudum yudum kanan gönlümü Gülü kapristandi yanan gönlümü Deyinki daglardan sorsa yarami. Ya devleti tanirsin Ya devletsiz kalirsin Ya soyunu bilirsin Yada soysuzlasirsin. Isteyenler yunus desin Isteyen varsa yavuz Özümüzde alplik yatar Gönlümüzde dervişlik. Türk-islam davasini yasarken Bozkurtcasina azatlanmis daglarda Ne istiyorsunuz beyler belami! . SEFAI'yem ehli tarik gezerim Ayaklari yarik yarik gezerim Senelerdir gönlü kirik gezerim Bir tabib gelsede sarsa yarami Biz aşk bahçemizi küçük tuttuk seninle içinde güvensizlik ağaçları, küstüm otları kendini saklama çiçekleri. Özlem kirli bir kan gibi yüreklerimizi boğmasın yalnızlık karanllık bir orman gibi çökmesin içimize diye biz aşk bahçemizi küçük tuttuk seninle Önümüzde dokunuşlardan uzak, İnsafsız ve çok uzun bir kış var diye koca bir yaz kendini saklama çiçeklerini suladık durduk yalnızca. Biz aşk bahçemizi küçük çok küçük tuttuk seninle... Kayıp bir gün daha. Çocuklar büyüyor, yaşlanıyoruz seni seviyorum.. Soğuk bir çağrı daha. Tanıdık bir boşluk, dağılıyoruz seni seviyorum.. Gitti bir arkadaş daha. Zaman ölüyor, duruyoruz seni seviyorum.. Gizli-açık bir mutsuzluk daha. Çok konuşuyorlar, sıkılıyoruz seni seviyorum. peltek vaiz hani senin cema'atin bak öteki bülbül gibi şakıyor hele hutbede duruyor saatin iteklesen bir saniye gitmiyor. gizlesen de dilindeki kanburu çıkmak için bir yolunu buluyor s yılan z kuyu evet kanguru gibi harfler ah nasıl da zıplıyor aldırma, kaldığıma tenhâda böyle sessiz derdime vâkıf olan simurg bile çâresiz asırlar taşıyacak alnında mühür gibi yurdunda en karanlık zindan bile hür gibi mağmada yeşerecek sevdayı bulan tohum güneşin filizidir toprak altında ruhum bulutları sükûna kavuşturan bu iklim ölüleri umutla buluşturan bu iklim üç mevsimi alacak acılar beldesinden mavi kuşlar uçacak zamanın ötesinden esrik bir mezarlıktan geçince yollarınız kemiklerin diline düşecek halleriniz üç boyutlu bir yağmur yağacak üstünüze tabutlar ağlayacak sizin de bahtınıza kâinat bu ebedî destanı konuşunca her kurşun bir yürekte lâleye dönüşünce rengini kalbimin renginden alacak gülüm bu sevda kitabında sultan olacak gülüm beni anlamasalar, deseler de: Masalcı! yiğitlerin rüyası yetim kalır mı, Balcı gülüme kavuşmadan ölsemde kuytularda biliyorum, bu rüya biyiyecek sularda Bırak ben de geleyim seninle. Ne kadar da güzel ay bu akşam! İyidir ay, iyidir, -kimse görmeyecek nasıl da ağarmış olduğunu saçlarımın.. Ay altın rengine dönüştürecek gene. Sen de anlayamayacaksın. Bırak ben de geleyim seninle. Ay çıkınca büyür evdeki gölgeler, görünmez eller açar perdeleri, piyanonun tozlarına unutulmuş sözcükler yazar. solgun bir parmak -duymak istemem onları. Ne olur sus.. Bırak ben de geleyim seninle, biraz daha uzağa, fabrikanın duvarlarına kadar, o beton, o göksel, o ayışığıyla . badanalanmış, öylesine kayıtsız, öylesine maddeden uzak, öylesine gerçek ve neredeyse soyut kentin göründüğü o köşebaşına kadar, istersen inanabilirsin yaşadığına, yaşamadığına hatta, istersen hiç yaşamadım diye düşün, inanma istersen zaman ve yıkımlarına. Bırak ben de geleyim seninle. Sevdanı çalabilsem Sen uyurken gizlice Razıyım müebbete Sevildikçe. Eskiden birinci işimdi sigara içmek Şimdiyse içmemek birinci işim. Deli gönül ile düştük bir cenge, Hikmeti sorulmaz iştir bu gönül. Günden güne girer her türlü renge, Bazı solar gah kumaştır bu gönül.. Bazı yelkenini derin yürütür, Bazı âh vah ile ömrüm çürütür, Bazı lâle sümbül çiçek bürütür Bazı pus dumandır kıştır bu gönül. Bazı nefse uyar pek bühtânlanır Bazı seyre çıkar pek seyrânlanır Bazı yere iner perişânlanır, Bazı padişahtan baştır bu gönül.. Sümmâni dünyada sen çekme yası Allah de silinsin kalbinin pası Göğsüne uğrarsa ecel pençesi O zaman anlarsın boştur bu gönül Nasıl gönül taparsa Tanrı'ya,görmeksizin, Var adını bilmeden bağlandığım bir peri... Bir beyaz dalga gibi hep o engin denizin Üstünde gezmedeyim doğduğum günden beri.. Ne ben yedim ihtiras peteğinin balından, Ne o tattı arzunun buğulu kevserini, Ne kırda kestiğimiz taze incir dalından Kaval yapıp çağırdık gönül türkülerini.... Gördü mü efsaneler buna benzer haile? Leyla böyle sevilmiş,böyle sevmiş mi Mecnun? Yavrusuna tapınan analık aşkı bile Şehvete benzer biraz yanında bu duygunun.. O bir gülüdür,yetişmiş kalbin altın tasına, Ve bir bülbül ki yalnız şi're vermiş sesini: Ne sular genç yüzünü nakşetmiş aynasında, Ne güneş yere sermiş boynunun gölgesini! ÇANLAR / THE BELLS / Çeviren Dr. Osman TUĞLU . I . Kızakların işitin çanlarını- Gümüşten çanlarını! Ezgileri haber veriyor dünyasından eğlencenin! Çıngır çıngır çıngırdıyorlar nasıl da Buz gibi havasında gecenin! Göklere serpilmiş yıldızlar, Kristal hazlar, sevinçlerle parıldar, göz kırparlarken adeta, bir tür Runik uyak içinde vakti, vakti, vakti saklayarak, çanlar, çanlar, çanlar, çanlar ve çanlardan, çıngırtılarından, şıngırtılarından çanların, öylesine uyumlu fışkırıp dökülen çınlama tınlamalara. . II . Tatlı düğün çanlarını duyun, Altın çanları! Armonileri ılık gece boyunca nasıl da mutlu bir dünyadan haber ediyor! Çınlıyor sevinçleri nasıl da! O zevklenirken, o ayda Dinleyen kumruya Tamamıyla akortlu, Erimiş altın notalardan Nasıl da küçük akışkan bir şarkı akıp gidiyor. . Oh, ses veren ufacık odalardan dışarı Nasıl da ahengli bir ses fışkırması gürce dökülür taşar! Nasıl da kabarır şişer! Nasıl da yerleşir Geleceğe! nasıl da söz açar Salınan ve çalınan Çanlara, çanlara, çanlara, Çanlara, çanlara, çanlara, çanlara, Çanlara, çanlara, çanlara, Uyağına ve uyumuna çanların Sevk eden kendinden geçişten! . III . Yüksek alarm çanlarını işitin- Pirinçten çanları! Çalkantıları şimdi ne kadar da korkunç bir öykü anlatıyorlar! İrkilmiş kulağına gecenin Nasıl da acı acı bağırıp korkularını boşaltıyorlar! Korkuları konuşturmuyor onları, Yaygaralı bir yalvarma ile insafına ateşin, Sağır ve çılgın ateşten delice bir rica ile, Daha yükseğe, daha, daha yükseğe sıçrayarak, Umutsuz bir istek Ve azimli bir çaba ile, Hiç bir zaman değilse şimdi -şimdi, Rengi solmuş ayın yanına oturmak için Çığlık çığlığa uyumsuzca Haykırabiliyorlar yalnızca. Ah, çanlar, çanlar, çanlar! Korkularıyla nasıl da onlar, Bir umutsuzluk masalı anlatırlar! Nasıl da çalar, çarpışır, gümbürderler! Çarpıntılı göğün göğsüne Korkuyu nasıl da döker akıtırlar! Ama yine de kulak bilir tamamen, Çangırdayarak, Tangırdayarak, Nasıl geri çekildiğini tehlikenin ve yükselip taştığını, Kulak apaçık anlar buna rağmen, Hır gürleşerek, Dalaşarak Nasıl indiğini tehlikenin ve kabarıp coştuğunu, İniş ve yükselişlerle çanların, Çanların, çanların, çanların, Çanların, Çanların öfkesindeki, Çanların, çanların, Çanların, Çanların çalmasında ve çınlamasındaki. . IV . Dinleyin çalmalarını ağır ağır çanların- Demir çanların! Tekdüzelikleri düşünceleri nasıl da bir törensel dünyaya mecbur kılar! Sessizliğinde gecenin, Paslı gırtlaklarından Yükselen her ses Bir inilti olduğundan Ses tonlarının kasvetli tehditindeki Korkuyla nasıl da ürpeririz! Ve insanlar- ah, insanlar- Onlar ki yüksek kulenin ucunda otururlar, Yapayalnız, Ve o çanları ağır ağır çalan, çalan, çalan kimse Şu sarmalanmış monotonluğun içinde İnsan yüreğine bir taş yuvarlanmasından böyle Bir şan, bir ihtişam duyar, Onlar erkek de değildirler dişi de- Onlar insan da değidirler vahşi de- Gulyabanilerdir onlar: Ve o ki krallarıdır onların, çanları ağır ağır çalar, Çanlardan bir zafer şarkısını Gümbürdetir, gümbürdetir, gümbürdetir, Gümbürdetir! Ve onun neşeli göğsü Çanların zafer şarkısıyla dolar Ve o raks eder, ve o çığlık atar sevinçle; Çanların, Zafer şarkılarına çanların bir tür Runik uyak İçinde vakti, vakti, vakti saklayarak: Çanların, çanların, çanların, Zonklamalarına çanların, Hıçkırmalalarına çanların, Bir tür Runik uyak İçinde vakti, vakti, vakti saklayarak; Çaldıkça çanını o, matemin, matemin, matemin, Çanların, çanların, çanların, Çanların gürlemelerine Çanların, çanların, çanların, Çanların, çanların, Ağır ağır çalmalarına çanların, İnlemelerine ve inildemelerine çanların Mutlu bir Runik uyak İçinde vakti, vakti, vakti saklayarak. . ULALUME Meraklısı İçin Asıl Metin . ----- THE BELLS by Edgar Allan Poe 1849 . ----- . I Hear the sledges with the bells- Silver bells! What a world of merriment their melody foretells! How they tinkle, tinkle, tinkle, In the icy air of night! While the stars that oversprinkle All the heavens, seem to twinkle With a crystalline delight; Keeping time, time, time, In a sort of Runic rhyme, To the tintinnabulation that so musically wells From the bells, bells, bells, bells, Bells, bells, bells- From the jingling and the tinkling of the bells. . II Hear the mellow wedding bells, Golden bells! What a world of happiness their harmony foretells! Through the balmy air of night How they ring out their delight! From the molten-golden notes, And an in tune, What a liquid ditty floats To the turtle-dove that listens, while she gloats On the moon! Oh, from out the sounding cells, What a gush of euphony voluminously wells! How it swells! How it dwells On the Future! how it tells Of the rapture that impels To the swinging and the ringing Of the bells, bells, bells, Of the bells, bells, bells,bells, Bells, bells, bells- To the rhyming and the chiming of the bells! . III Hear the loud alarum bells- Brazen bells! What a tale of terror, now, their turbulency tells! In the startled ear of night How they scream out their affright! Too much horrified to speak, They can only shriek, shriek, Out of tune, In a clamorous appealing to the mercy of the fire, In a mad expostulation with the deaf and frantic fire, Leaping higher, higher, higher, With a desperate desire, And a resolute endeavor, Now–now to sit or never, By the side of the pale-faced moon. Oh, the bells, bells, bells! What a tale their terror tells Of Despair! How they clang, and clash, and roar! What a horror they outpour On the bosom of the palpitating air! Yet the ear it fully knows, By the twanging, And the clanging, How the danger ebbs and flows: Yet the ear distinctly tells, In the jangling, And the wrangling, How the danger sinks and swells, By the sinking or the swelling in the anger of the bells- Of the bells- Of the bells, bells, bells,bells, Bells, bells, bells- In the clamor and the clangor of the bells! . IV Hear the tolling of the bells- Iron Bells! What a world of solemn thought their monody compels! In the silence of the night, How we shiver with affright At the melancholy menace of their tone! For every sound that floats From the rust within their throats Is a groan. And the people–ah, the people- They that dwell up in the steeple, All Alone And who, tolling, tolling, tolling, In that muffled monotone, Feel a glory in so rolling On the human heart a stone- They are neither man nor woman- They are neither brute nor human- They are Ghouls: And their king it is who tolls; And he rolls, rolls, rolls, Rolls A paean from the bells! And his merry bosom swells With the paean of the bells! And he dances, and he yells; Keeping time, time, time, In a sort of Runic rhyme, To the paean of the bells- Of the bells: Keeping time, time, time, In a sort of Runic rhyme, To the throbbing of the bells- Of the bells, bells, bells- To the sobbing of the bells; Keeping time, time, time, As he knells, knells, knells, In a happy Runic rhyme, To the rolling of the bells- Of the bells, bells, bells: To the tolling of the bells, Of the bells, bells, bells, bells- Bells, bells, bells- To the moaning and the groaning of the bells. . THE END Ben de şu dünyaya geldim geleli Emanetten bir don giymişe döndüm Sahibi çıktıda elimden aldı Koru yerde koyun yaymışa döndüm. O yar geldi geçti geri bakmadı. Hendekler kazdırdım sular akmadı Çok yuva bekledim cücük çıkmadı Boş yuva beklemiş yoz kuşa döndüm. Pir Sultan abdalım bu dünya fani Baştan başa kim sürdü bu devranı Yarin bir çift sözü üşüttü beni Yüce dağ başında donmuşa döndüm küçük dünyalarında yoğurdular hamurlarını umutlarıyla ve sevgiyle katık ettiler insandılar. ulaşılmayacak kadar uzak ve inanılmaz sıcaktılar iliklerine kadar cesur iliklerine kadar korkaktılar insandılar. yoklukların ortasında merhametlerin ve acımasızlıkların mimarıydılar her an dost ve düşmandılar insandılar Benim sevdiğim dilberin Gönlü çelik bağrı taştır Deli gönül nedir zarın Kalbin viran gözün yaştır. Hayattaki mücadele Kaçan fırsat girmez ele Aşıklıktaki mesele Kalbde dönen bir ateştir. Durmaz yanar tütünü yok Yazısı yok sütunu yok Bu sevdadan çetini yok Uzun boylu bir savaştır. Senin aşkın gündüz gece Rahat komaz hiç zerrece Yolunda ölsem böylece Cevrü cefan lutfun hoştur. Bu Veysel'in arzusu sende Muhabbetin kadim canda İşitsem seni Yemen'de Gönül bulur uçan kuştur Birgün, bir yagmurla garip garip -Çolugu çocugu terk edecegim.- Bir sevgiyle doymayacak kalbim,anladim Alip basimi gidecegim.. Asir yirminci asirdir,amenna Bir yanimda sevgilerim, bir yanimda sancim Neon lambalari büsbütün karartir gecemizi Uzaklar daha uzaklasir Bir define çikarir gibi kayalardan, Ademden beri Simsicak sevgilere muhtacim.. Bir gün alip basimi gidecegim -Yildizlar isisin, yollar üsüsün, yollar...- Belimi bir ilik sal sarsin, mavi Hüzünlü bir serencamin ardindan, sarkisiz Rüyalarim unutulmus bir handa pes desin Görmüs geçirmis bir çift duygulu dudak karsisinda.. Kendi kendine çekilmez oluyor ömrüm Her insanin ayri ayri yasayabilsem kaderinde Diyari gurbette kanli bir ask Bahtsiz bir çocukluk uzak köylerin birinde En uzak beyazlar, En yakin ikindilerde, duygulu Ve bir sahil meyhanesinde bir aksam Içip içip aglasam.... Nasil kisa kesmeli bilmiyorum? Herkesin derdinden pay isterken. Uzak kaderlerin sulari çaglar simdi Yildizlar dökülür sonsuza içimizden.. Birgün, bir parkta otururken, biliyorum Bir el yagmurla dokunacak omuzuma Bir çift göz,bir davet, bir kalp Çolugu çocugu terk edecegim. Yapraklar dökülecek, çiçekler solacak. Bir sonbahar,bir sabah ve bir yagmur olacak Toprak ve insan kokulariyla, Ugultulu bir sarhosluk içinde, yillar için Basimi alip gidecegim. 'aynı kadınla iki kez evlenerek hayatımı mahvettim'demiş William Saroyan.. hayatlarımızı mahvedecek bir şeyler her zaman vardır, William, neyin veya kimin bizi önce bulduğuna bakar, mahvolmaya hep hazırızdır.. mahvolmuş hayatlar olağandır bilgeler için de ahmaklar için de.. ancak o mahvolmuş hayat bizimki olduğunda, işte o zaman farkına varırız intiharların,ayyaşların,hapisane kuşlarının,uyuşturucu müptelaları ve benzerlerinin. varoluşun menekşeler kadar, gökkuşağı kasırga ve tamtakır mutfak dolabı kadar olağan bir parçası olduklarının. geçer gider yeryüzünde en güzel nimetler bile zaman sınırlarını aşan düşüncelerimizle yaptığımız etki düşünenlere bir tek o vardır o kalır sonsuzluğa Bir safa bahşedelim gel şu dil-i na-şada Gidelim serv-i revanım yürü sa'd-abada İşte üç çifte kayık iskelede amade Gidelim serv-i revanım yürü sa'd-abada. Gülelim oynayalım kam alalım dünyadan Ma-i Tesnim içelüm çeşme-i nev-peydadan Görelim ab-ı hayat akdığın ejderhadan Gidelim serv-i revanım yürü sa'd-abada. Bir sen ü bir ben ü bir mutrib-i pakize-eda İznin olursa eger bir de Nedim-i şeyda Gayrı yaranı bugünlük edip ey şuh feda Gidelim serv-i revanım yürü sa'd-abada. (12-01-2001) Aşkın odu ciğerimi Yaka geldi yaka gider Garip başım bu sevdayı Çeke geldi çeke gider. Kar etti firak canıma Aşık oldum cananıma Aşk zincirin boynuma Taka geldi taka gider. Sadıklar durur sözüne Gayrı görünmez gözüne Bu gözlerim dost yüzüne Baka geldi baka gider. Bülbül eder ah-u figan Hasret ile yandı bu can Benim gönülcüğüm ey can Hakk'a geldi Hakk'a gider. Arada olmasın naşi Onulmaz bağrımın başı Gözlerimin kanlı yaşı Aka geldi aka gider. Miskin Yunus'un sözleri Efgan eder bülbülleri Dost bahçesinin gülleri Koka geldi koka gider Dinleyin ağalar tarif edeyim Fani değimlidir yani bu dünya Bir kapısız hane kimseler bilmez Gün be gün artırır şanı bu dünya. Adem Havva evvel dadına yetti Nice yüzyıl anlar ömür sarfetti Encamı anlarda dünyadan gitti Havva'dan ayırdı anı bu dünya. Adem Havva buna şaşıben kaldı Bak iki kardaşa ne fitne saldı Habil'in muradın elinden aldı Kabil'e ettirdi kanı bu dünya. Kabil'i mest edip attı bir taşı O taşa rast geldi Habil'in başı Habil koydu gitti kavim kardaşı Ondan bilindiki fani bu dünya. Adem Peygamber'den Nuh'a varınca İnsanlar kaynadı misli karınca Abadı hoş görür kendi karınca Harap etti o mekanı bu dünya. Orda gitti insanların hayası Nuh'a bakmadılar oldular asi Suya gark eyledi o kadar nası Anda oldu Nuh Tufanı bu dünya. Hep su aldı kara yerin yüzünü Deresini tepesini düzünü Kimisinin hak kurtardı özünü Andan artıp oldu sani bu dünya. Bu dünyaya gelen elbette gider Hanidir yüz yirmi dört bin peygamber Hani Şah-ı Alem Sahib-i Mimber Netti o Şah-ı Cihan'ı bu dünya. İnanma dünyaya uyandır dili Hani Hak arslanı o gerçek veli Sahibi Zülfükar Hazreti Ali Nitti o Şah-ı Merdan'ı bu dünya. Hani nitti nida eden Bilal'ı Hani Peygamberin dokuz helali Hazreti Fatıma kaşı hilali Nitti o Mah-ı tabanı bu dünya. Bu dünyadan asla vefa ummu sen İnanma ki kimse kala sağ esen Hazreti Hüseyin Hazreti Hasan Nitti ol iki civanı bu dünya. Her kimi sorarsan toprakta ara Nicesi yüzünü vermiştir yara Çaresiz ölüme bulmuştu çare Acep nitti o Lokman'ı bu dünya. Bir nazar et yalancı meydana bak Cennet yapan şeddad-ı şeytana bak Kaftan kafa hükmeden sultana bak Yemedi mi Süleyman'ı bu dünya. Kimi yağa bala indirmez başı Kimisine vermez doyunca aşı Kimisi beğenmez kutnu kumaşı Kimine vermez keteni bu dünya. Bu dünya fanidir kalmaz selamet Bir gün kıyametten gelir alamet Teccal çıkar dünya olur melamet Gösterir ahır zamanı bu dünya. İsa iner teccallarla cenk eder Bu cihanı teccallara teng eder Tevahu fitnesi aradan gider Kırk yıl İsa'nın mihmanı bu dünya. İsa gidip dünya halı kalınca Cümle alem ayşınuşa dalınca Emredip İsrafil suru çalınca Dağıtır taht-ı divanı bu dünya. İsrafil bir kere surunu vurdu Künfe yükün emri aleme erdi Nice yüzyıl bir insanı gördü Ne bir kuşu ne insanı bu dünya. O zamanda alam giyer hep kara Kalmaz al üstünde bir kitap kara Ay gün her taraftan olur kapkara Harap görür asumanı bu dünya. Hak-taala evrakları saçanda Herkes cihed bulup gözün açanda HIFZI der ki biz mahşere göçende Orda teslim eder canı bu dünya hümeyra kına yakmasaydı annen saçını yolarak taramasaydı dağı kızdıran sen değilsin, biliyorum şimdi kül olan saçların dağınık kalsaydı Koş Hümeyra koş suyu seyret şöyle uzaktan son bir kez daha bak şöyle uzaktan minnacık ellerini aç, gerdir bileklerini serçekuş yüreğini bir an sıkıca tut sonra, savur göğe kocaman dileklerini . Ölürken gözlerini görmemeliydim Hümeyra yalvaran, suçlayan vuran ben her saniye öldüm sense ateşin koynunda, yaşıyorsun hala şu iki azap meleği gibi duran gözlerini çek üstümden . Yaşayacaktın, hayatı görecektin görecektin denizi görecektin gemiyi binecektin hüzne el sallayacaktın soluk soluğa savuşturmağa gelen seni . Başkalarının işlediği günahın cezasını çekiyorsun Hümeyra madem sefihlerle aynı . gemiyi paylaşıyorsun dur, deli çocuk, çırpınma boşuna yere geciyorsun yalvarışın o yüzden çarpıp geri dönüyor göğün duvarına o yüzden gelmiyor melekler yanına Arkadaş, iyi bir günü Sakla kötü günlere İyi bir dostu da öyle Güleç bir yüzü de sakla Sakla yiğitliği korkaklığı sevgiyi Kini sakın saklama. Ağaç dik, sula çiçekleri Çocukları görünce gülsün gözlerinin içi Üç günlük dünya De, bağışla herkesi Söz götüreni, söz getireni Kalleşi hayını sakın bağışlama. Arkadaş, ezberle ya da yaz bir yana Otogarlarda, istasyonlarda Ayrılık sözlerini Hastanelerde, mapushanelerde Söylenen türküleri Ezberle ve sakın unutma 'Bu gece sende kalabilir miyim? ...' Lokalden henüz çıkmış, sokağın köşesindeki küçük büfeden sigara ve bira alıyordum. Eve mi dönecektim? Aslında hiçbir yere gitmek istemiyordum. Eskiden nedense hep benim gibi insanların gittiği yerlerden incinmiş, yaralanmış dönerdim evime. Evim yaralarımı sardığım yerdi. Şimdiyse evim her gün biraz daha yabancılaşıyor bana. Evimde yaralarım iyileşmiyor artık... Beni evine götür ne olur, çok üşüyorum... Dönüp baktım; genç, zenci bir kadın vardı yanımda. Soğuktan titreyen kalın alt dudağını dişleriyle eziyordu. Bütün bedeniyle üşüyordu. Bütün tarihiyle. Sanki bir tek gözleri üşümüyordu. Hesap soran, insanın ta içine saplanan, bütün yalanlara doymuş olan gözlerden kimse kaçamazdı... Omuzunda çuval bezinden yapılmış büyükçe bir çanta vardı... Eski moda çizmeleri çamurlanmıştı. Üzerinde tek göz alıcı ve en yeni şey boynundaki gökkuşağı rengindeki fularıydı... Gözlerinden kendimi zor alıp: 'Daha önce hiç tanıştık mı, kim olduğumu biliyor musunuz? ' diye sordum... Simsiyah yüzünde sıcacık bir gülümseme dolaştı. Gözlerindeki keskin hüzün bir an yumuşadı. Dişleri titreyen alt dudağını serbest bıraktı: 'Hayır tanımıyorum sizi, hiçbir yerde de tanışmadık...' Sesinde sanki bir alay gizliydi. Anlamıştım tanıdığını. 'Peki, neden ben? Neden benim evimde kalmak istiyorsunuz? ' Durdu, o yalana doymuş gözleriyle içime bir kez daha baktı. Omuzundaki çantayı hafifçe düzeltti ve vurgulayarak: 'Çünkü sen diğerlerine göre bana daha az zarar verirsin...' Üşüme sırası bendeydi. 'Daha az zarar öyle mi? ' Sanki şu bugüne dek hayatıma giren bütün kadınları simgeliyordu bu siyah derili kadın. Sanki onlar adına konuşuyordu. Daha az zarar verirsin, derken, onlar adına çok eski ve belki de hiç ödenmeyecek bir sitemi dile getiriyordu. Onlar adına üşüyordu, üşütüyordu. Seni tanımıyorum derken, hayatıma giren bütün kadınlardan sakladığım o karanlık, o gizli yanıma dokunmak istiyordu... Onu yargılıyordu... Sevdiğim, hayatıma giren kadınların neredeyse hiçbiri egemen, burjuva sınıfından değildi. Hiçbiri güçlü, korunaklı, varlıklı olmak istememişti. Hiçbiri bu hayatta iyi ve güçlü bir yer edinmek derdinde değildi. Sevmekti asıl hırsları, asıl dertleri. Sevmekte kaybolmak isterlerdi. Sevildiklerini hissettiklerinde onlar için zaman hep sonsuz şimdiki an'dı... Ruhları ve bedenleri zenciydi... Uyumsuzdular ve derilerini koruyan hiçbir kalkan, hiçbir yapay deri yoktu. Belki de hepimiz zenci doğuyorduk, kimimiz uyum sağlıyor, güçleniyor, kazanıyor, kazandıkça siyah derisinin üzeri beyaz, parlak, güvenli bir deriyle örtülüyordu... Ailesi hakkında hiç bir şey öğrenemedim. Söylemiyordu. Ailesiyle olan bütün bağlarını koparmıştı. 'Merak et, ' diyordu sadece. 'Merak et.' İstanbul'da doğmuştu. Okuduğu üniversiteyi yarım bırakmıştı. Geçinmek için çalışmak zorunda kalmıştı hep. Geçinmek... Bütün tutkularını, arzularını, düşlerini gölgelemişti, bastırmıştı. Geçinmek. Ev kirası ödeyebilmek, karnını doyurmak, ayakkabı almak, mavi kart çıkartabilmek... Geçinmek! .. Bu kelime, kronik bir hastalık; acımasız bir kabus gibi yıllarca başka bir şey düşünmesine izin vermemişti... Apartmanın merdivenlerini çıkarken adımlarına, ayaklarına baktım göz ucuyla. Öyle yavaş, neredeyse ürkek denilebilecek bir şekilde çıkıyordu ki merdivenleri, uzun süre hep yabancı evlerde konakladığı hemen belli oluyordu... Onu sokaklardan kurtarıp, bir gece de olsa misafir eden birine minnetini ödemeye önce merdivenleri olabilecek en sessiz adımlarla çıkarak ödüyordu sanki... Evime girdik. Salona, odalara tedirgin bakışlarla baktı; 'Evde kimse yok, doğru söyledin değil mi? ' diye sordu... Emin olunca salonun duvarındaki fotoğraflara bakmaya başladı. İçi pembe, dışı siyah ve soğuktan şişmiş olan ellerini, bir yere çarparlar, bir şey düşüp kırılır endişesiyle arkadan birbirine kenetlemişti. Mutfağa gidip, bira şişelerini açtım ve tabaklara kuruyemiş doldurdum. Bunları salondaki sehpaya bıraktım sonra da teybe bir kaset koydum... Bütün bunlar benim için çok sıradan şeylerdi. Evimin olması, evimde rahatça içki içebilmem, müzik dinleyebilmem, misafir ağırlamam... O ise beni şefkat dolu hayranlıkla, gizemli bir merakla izliyordu... Bir ara; 'İnsanın kapısını açıp girebildiği bir evi olması nasıl bir şey? ' diye sordu... Ne diyeceğimi bilememiştim o an... Evsiz kaldığım günleri, arkadaş evlerinde gecelediğim geceleri, otel odalarını çoktan unutmuştum, öylesine sıkıntılı, çekilmez günlerdi ki, aslında unutmak istemiştim... O ise yıllardır hep başkalarının evinde kalıyor, kendine bir ev tutamıyordu. Çünkü sürekli bir işi olamıyordu hiçbir zaman. Çok kısa sürelerde yayınevlerinde, pazarlama şirketlerinde çalışmıştı. Onun deyişiyle, bu kadar beyaz işsiz genç varken, bir siyaha, bir zenciye bu şehirde kim sürekli iş verirdi... İçine girilmeyecek evlerin kiraları elli milyondan başlıyordu. Depozit, iki, üç aylık peşin para istemeleri de cabası... Üstelik hiç eşyası da yoktu. Bütün her şeyi, dahası evi sırtında taşıdığı o çuval bezinden çantasının içindeydi... Bütün gün gazete ilanlarında iş arıyor, akşam olunca da umutlarını bir sonraki güne erteleyip kafelerde, barlarda, köşebaşlarında kendisine 'az zararı' dokunabilecek birini bulmaya ve onun evine o gecelik davet ettirmeye çalışıyordu... İçinde boğulmuş ıstırapların kanı, içinde sahici acıların kıvılcımları olan gözleri insanın ruhunu ne kadar didik didik edip okumaya çalışsa da sonuçta o da yanılıyordu... 'Az zararı' dokunur diye kendisini davet ettirdiği ya da çağrıldığı erkeklerin evlerindeki kadınların çoğunlukla kendilerine ait bir evleri olmuyordu, sandığından daha büyük, daha derin zararları oluyordu ona... Tahmin ettiğim gibi 'az zararı' dokunmak sözü onun dilinde gizli bir alayla çıkıyordu... Böyle insanlar derisinin rengi yüzünden onu ruhu olan bir insan olarak görmüyorlardı: Yarı hayvandı, ya da ruhsuz bir cinsel objeydi onların gözünde... Bir kere hemen hepsi onunla zorla da olsa yatmak istiyorlardı... O da içini acıtsa da, bedeni buz kesse de bu tekliflere çok da direnmiyordu zaten. Sokaklarda tecavüz edilirken öldürülmekle kıyasladığında bunu artık daha katlanılır bulmaya başlamıştı... Sevişmeyi çaresiz kabul ettiğini anladıkları anda kimi erkeklerin inanılması güç, akıldışı, iyilikleriyle, jestleriyle karşılaşıyordu... Ama çoğu boşaldıktan, işini bitirdikten sonra birdenbire garip bir acımasızlığa, gaddarlığa bürünüyordu... Aynı insanda bu iki zıt duygunun nasıl olup bir arada bulunduğuna her defasında ürpererek şaşırıyordu... Bazıları onu ruhu olan, iğrenme duygusu olan bir insan olarak görmediği için tuvalete kapısını örtmeden giriyor, bazısı yakın bir erkek arkadaşını; 'Şu an evimde zenci bir kız var, istersen gel, hep söyler dururdun, bir de sen dene, ' diye telefonla evine çağırıyordu... Çoğu kez uğradığı aşağılanmalar o çok derin olan tahammül sınırını bile aştığında, sırtında taşıdığı evi olan çantasını alıp o evi terk etmek istediğinde derisi siyah olan birinin kanayan gururundan kendisine hakaret payı çıkartan kimileri tarafından kıyasıya dövülüyordu... Derisi siyah olduğu için evine gittiği, yatağına girdiği erkekler içlerinde taşıdıkları hastalıklı, iğrenç, zayıf, sapkın, ahlakdışı, sakat saydıkları ve taşımaktan korktukları bütün duygularını, her eğilimlerini ona yansıtıyor, onda görüyor bu yüzden kişiliğini ve gururunu biraz olsun korumak için yaptığı davranış bu insanlarda akıldışı bir vahşete, inanılması güç bir gaddarlığa neden oluyordu... Bunları uzun zamandır kimseyle paylaşmamıştı. Beni biraz olsun tanıdığı için adeta zincirlerinden boşanmışcasına, bir duygu patlaması halinde, hatta zaman zaman benim varlığımı bile unuturcasına anlatıyordu... Bazen kendisine benim yerime soru soruyor, benim yerime kendi yanıtlıyordu... Yaşadığı eziyetler onu bu dünyadan kopartıyordu. Kendisine, içindeki o çok gizli yuvasına gizleniyordu... Artık bencilleştiğinden ya da kendine kilitlenmiş olduğundan değil, acıların durmaksızın üzerine yağmasından bazen her şey onda başlıyor yine onda bitiyordu... Böylesi anlarda yanındakini bir an unutup kendisiyle konuşması bu yüzdendi... O kendisiyle gözyaşlarıyla konuşurken bir ara kalkıp yatağını hazırlamaya başladım, ayrı yatak hazırladığımı görünce çok şaşırmıştı, o insanın içini acıtan kocaman gözleriyle beni bir süre izledikten sonra; 'Birlikte yatmayacak mıyız, içime girmeyecek misin? ' diye merak, öfke ve düş kırıklığıyla harmanlanmış, kırık bir ses tonuyla sordu... Evet, bana bütün yaşadıklarını, acılarını, uğradığı aşağılanmaları geçirebiliyordu bu an. Başarmak istediği buysa başarıyordu işte... Bütün sevdiğim kadınlardan gizlediğim ve garip bir korkuyla savunduğum karanlık yanıma dokunabiliyor, onun kapısını öfkeyle zorluyordu... Vahşetim, çaresizliğim, köleliğim ismimin arkasına sakladığım ve görülmesinden korktuğum, utandığım bütün duygularım, bütün korkularım, bütün saplantılarım o gizli yerdeydi işte... Ve o bunu çok iyi biliyordu. Beni bu hayatta, şu birkaç saat önce tanıdığım kimsesiz, işsiz, evsiz, bu itilmiş siyah derili kadın kadar gerçekten tanımak isteyen kimse çıkmamıştı karşıma... O bugüne dek sevip bağlandığım ve hep 'az zarar' verdiğini düşündüğüm ve bununla kendimi avuttuğum bütün kadınların ortak ruhu, ruhlarının toplamıydı sanki... Kendisini kaybetmişcesine ve yıllar öncesinden, bütün geçmişimi bilircesine bakıyordu bana... Birden fermuarını çözdü, pantolonunu aşağıya indirdi. Sonra da külodunu çıkarttı. Beni nasıl aşağılayacağını biliyordu, ama öfkesini kontrol edemiyordu da: 'Hadi gel, gir içime, hadi hakkındır, beni evine aldın ya, beni o soğuk sokaklardan kurtarıp getirdin ya buraya, gir içime hadi...' diye bağırmaya başladı... Karanlık yerimin bu denli zorlanması öfkeden deliye döndürmüştü beni. Ona tam, 'Yeter artık, yeter, bitir bu oyunu, ' diye bağırırken, cinsel organının çevresinde, kasıklarında, karnının altında derin sigara yanıklarını fark ettim... İşte o an da öfkem gülünç geldi bana, gülünç ve acınası... O ise adeta acıyla kıvranarak ve soluk soluğa, kendiyle konuşmaya devam ediyordu. 'Gir içime, ama sigara söndürme oramda, duyarlı yazarsın ya sen de içime gir, hadi...' Yıllardır biriktirdikleri dökülüyordu ağzından. Yavaşça koluna girdim. Yatağına kadar götürdüm. Hatırladığı her şey onu bitkin düşürmüştü. Pijamasını giydirdim. Üzerini örttüm, gözyaşlarını sildim... 'Hadi içime gir, içime girmiyorsan, gömleklerini ütülerim, bulaşıklarını yıkarım istersen, ' diyen dudaklarını susturdum. Yüzünü hiçbir zaman unutmamak için ona bütün benliğimle, ruhumla baktım. Sevdiğim kadınlara verdiğim bütün o 'az zarar'lar onun yüzünde kaskatı, tesellisi imkânsız bir acıya, acının gerçek, sahici imgesine dönüşmüştü. Eğildim ve o acıyı öptüm, dudaklarım parçalansın, bu acı beni ne yapacaksa yapsın ve ben artık böyle kalmalıyım, diye öptüm... Odama çekildim sonra. Ben de onun kadar bitkin düşmüştüm. Sıkıntılı bir uykuya daldım. Sabah uyandığımda ilk fark ettiğim yanımdaki yastığın üzerindeki en yeni ve en gözalıcı şeyi olan fularıydı... Yastığa boylu boyunca uzatmıştı gökkuşağı rengindeki fularını. Yanımda küçük bir de not vardı: 'Her şey için sağ ol. Giderken uyandırmaya kıyamadım. Seni daha fazla rahatsız etmek istemiyorum. Hem yazarların herkesten daha çok yalnızlığa ihtiyacı vardır. Senden ricam, biraz daha umutlu, iyimser şeyler yaz. Benim gibi insanların buna çok ihtiyacı var...' Titrek bir damladır aksi sevincin Yüzünün sararmış yapraklarında Ne zaman kederden taşarsa için Şarkılar taşırsın dudaklarında.. İşlerken hülyama sesten örgüler Bir çini vazodan dökülen güller Gibi hülyada fecirler güler Buruşmuş bir çiçek parmaklarında.. Gözlerin kararan yollarda üzgün Ve bir zambak kadar beyazdı yüzün Süzülüp akasya dallarından gün Erir damla damla ayaklarında.. Sesin perde perde genişledikçe Solan gözlerinden yağarken gece Sürür eteğini silik ve ince Bir gölge bahçenin uzaklarında.. Sen böyle kederden taştığın akşam Derim dudağında şarkı ben olsam Gözlerinde damla, içinde gam Eriyen renk olsam ayaklarında. Sevgileri yarınlara bıraktınız Çekingen, tutuk, saygılı. Bütün yakınlarınız Sizi yanlış tanıdı.. Bitmeyen işler yüzünden (Siz böyle olsun istemezdiniz) Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi Kalbinizi dolduran duygular Kalbinizde kaldı.. Siz geniş zamanlar umuyordunuz Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek. Yılların telâşlarda bu kadar çabuk Geçeceği aklınıza gelmezdi.. Gizli bahçenizde Açan çiçekler vardı, Gecelerde ve yalnız. Vermeye az buldunuz Yahut vakit olmadı Aynalarda seni hissediyorum, Hayal ırmağının çağıltısında Umutların mecnun parıltısında Rüyalarda seni hissediyorum... . Ey dost en güzelin nakışındasın, Nurun karanlığa akışındasın, Bir denizin şehlâ bakışındasın Dalgalarda seni hissediyorum... . Şûledar eyleyip sundun elini, Tayfuna çevirdin sevda yelini, Tutuşturdun yüreğimin külünü, Nevalarda seni hissediyorum... . Yürürken gecenin kalbine doğru, Gönlümden beynime vuruyor ağrı, Yalnızlık bir çöldür, ayrılık uğru, Tenhalarda seni hissediyorum... . Akşamın renginde ay ışığında, Bir gül yaprağının kırışığında, Bulutta, yağmurda, gökkuşağında, Semalarda seni hissediyorum.... Hüzün gözlerinden ruhuma düşer, İçim acılarla yoğrulur pişer, Ey hicran yıldızı ahsen-i beşer, Dualarda seni hissediyorum. Karışır kıpkızıl acılarla çocuğun alnı Daha cıvıl cıvılken düş arıları yüzünde bozbulanık Yatağına yaklaşır alımlı ablaları Zarif parmaklarıyla tırnakları gümüşten. Oturturlar çocuğu pencere kıyısına Geniş açık pencere gök bir çok çiçeği orda yıkar Ve çocuğun çiğ yağan kabarık saçlarının arasında Gezdirirler ince, korkunç, çarpıcı parmaklarını. Dinler şarkısını çocuk o ürkek solukların Çiğ ve bitki ballarında çiçekler açan Kesilen sık sık öpüş istekleriyle küçük ıslıkların Belki de tükrük alışverişinden ağızla dudakların. İşitir çarpışını siyah kirpiklerinin sessizlikler altında O kokulu kirpiklerin. Ve o tatlı mıknatıslı elleri Çıt çıt yapar boyuna loş bir umursamazlıkta Ve o şahane tırnaklar arasında minicik bitleri can verişi.... Ve derken yükselir bardakta bir tembellik şarabı Rüya gören sayıklayan bir armonikanın sesi Ve çocuk ta canevinde duyar okşamaların yavaşlamasıyla ayarlı Ansızın kabaran sonra eriyen tükenen sönsen bir ağlama isteğini. Çeviri: Sezai Karakoç Beni unutamazsın bilirim, beni unutamazsın Denizin durgunluğu, gözlerimi Coşkunluğu, saçlarımı hatırlatır Kulaklarını tırmalar sesim, hayatından silemezsin Beni unutamazsın bilirim. Parkın tozlu yollarında yalnız dolaşacaksın Mutsuz gökyüzünde bir iki yıldız, ışık tutacak karanlığına Delikanlının biri uzanacak ellerine ansızın Çaresizliğine, yalnızlığına irkileceksin Ve daha sonra tarakta kalan saçlardan anlayacaksın ihtiyarladığını Dudaklarının pembeliği solacak Cilâsı çıkmış bir mobilya gibi eskiyecek güzelliğin Kahrolacaksın! Ve bir gün gelip, beni anlayacaksın. Oysa; vakit çoktan geçmiş olacak Ama sen yine de sözlerime aldırma. Gözlerin zamansız ıslanmasın. Çünkü, artık çocuk değilsin Güneşin nereden doğduğunu bilirsin Başka bir İstanbul olmadığını bilirsin Ve seni nasıl sevdiğimi bilirsin Ama gitmek istiyorsan, yine de sen bilirsin Güzelliğin on par'etmez Bu bendeki aşk olmasa Eğlenecek yer bulaman Gönlümdeki köşk olmasa . Tabirin sığmaz kaleme Derdin dermandır yareme İsmin yayılmaz aleme Aşıklarda meşk olmasa . Kim okurdu kim yazardı Bu düğümü kim çözerdi Koyun kurt ile gezerdi Fikir başka başk'olmasa . Güzel yüzün görülmezdi Bu aşk bende dirilmezdi Güle kıymet verilmezdi Aşık ve maşuk olmasa . Senden aldım bu feryadı Bu imiş dünyanın tadı Anılmazdı VEYSEL adı O sana aşık olmasa. Ne zaman eğilip baksam yüreğime Eski aşklarımın kırıntıları Parlayıp söner Ve bir yaz gecesi karanlığında gözlerim İKİ GÖLGE SEÇER İstasyon Binası Ağaçlar ve Merdivenler Rumca söylenen bir ezgiyi dinlerken DALAR gider Ve bir tren gelip geçer aniden NE ZAMAN EĞİLİP BAKSAM YÜREĞİME Ne zaman elleri zambakli padisah olursam Sana uzun heceli bir kent verecegim Girilince kapilari yitecek ve bos!. Azizim, guzel atlar da guzel siirler gibidirler Oldukten sonra da tersine yarisirlar, vesselam! Ölü bir camdan ağlayan korku İnliyor serserî ve boş geceye; Kaldırımlar bütün sükût, uyku... . Her duvar, her kovukta şimdi niye? Bir büyük göz niyâz eder, ağlar "Bitsin artık bu gizli şüphe! " diye.... Korkarım... Saklanır heyulâlar... Bana der: İşte bir sahîfe oku, Sarı gölgemde hasta kalbin var! Ölü bir camdan ağlayan korku... Asrın yeni bir umdesi var, hak kapanındır. Söz haykıranın, mantık ise şarlatanındır. Geçmez ele bir pâye, kavuk sallamayınca, Kürsî-i liyakat pezevenk, puşt olanındır! 'Hıyar, seviyesiz, sahtekar, alçak Demagog, satılmış, adi, dangalak Aşağılık, terbiyesiz, pis yalak' Mebus beyler yalan söylemez el hak. Şaron neyin olurdu, Olmert neyindir senin? Golde Meir ninen mi, dayın mı Netanyahu? Akan çocuk kanları belki suyundur senin Elini göğsüne koy, birazcık utan ya hu.. 19.01.2009 O kapıyı kapa. Gayret kemerini kuşan. Bize can şarabını sun. Bu meyhaneye aşık kişileriz biz, hem çok uzaklardan geliyoruz bak, çok uzaklardan.. O kapıyı kapa. gel sen asıl bizi gör, gör halimizi, acı. Bir başka kapı aç, işte na şurda, bir gizli kapı. Bir büyük sağrak bul getir bize. Sonra doldur şarabı eski dostluğumuzun şerefine. O kapıyı kapa. Gel bizi yıka, arıt.. Hani bir gün, bilmem unuttun mu, biz hepimiz uykudaydık. Sen bir tekme atmıştın bize, derken bir, bir daha. Sıçramış uyanmıştık uykudan. Oturup şarap içmiştik sonra. Şarap başımıza vurmuştu O zaman olmuştu işte ne olduysa.. Denizleri yüksük gibi gören timsahlarız artık, tirit, mercimek, aş erleri değil. Haydi inadı falan bırak, inadı bırak da kendine gel, bize şarap ver, şarap. bu siiri sevdigim kiza yazmisim Şu gökteki ay var ya Şu boktan şu yarım ay Bakarsan bakarsan bakarsan Bi tek sözüme bakıyor benim dolunay olmak için O bana bakıyor Ben ona. O bana bakıyor Ben ona, Hepimiz ama Hepimiz Hepimiz Bakıyoruz hep birbirimize bakıyoruz hep bakıyoruz ADAM olmak için hep Ay! Ay! Ay! O bana bakıyor Ben ona. O bana bakıyor Ben ona Canım yanarcasına Ne zaman Ama ne zaman olacak bu iş? Bakıyorum bakıyorum da aya Bakıyorum da ayın ayaklarına Yatırmışlar yine Ahmed’i falakaya Ne kaçarsın benden bahtı karalım Deli gönlüm sende kaldı beri gel Ben gidince yataklara düşmüşsün İki yanım kanda kaldı beri gel . Ahı'nan vah'ınan yüklenmiş göçüm El sözüne uydun küsersin niçin İmam Hüseyin'in başı hak için İki gözüm kanda kaldı beri gel . Dolaşır Mahzuni sevda çölünde Koyma beni hal bilmezin elinde Yusuf Nal köyünde Maraş elinde Emanetim sende kaldı beri gel. Çok oldunuz be serçeler Kapatırım şimdi kapıyı Dedim Dinlemediler beni Ben de kapatmadım kapıyı Varsın dinlemesinler sormasam da adını prangalarım söyler... iki damla göz yaşı akıtan yüreğime.. baharı unutturan sormasam da adını soldun bir tabeladır asılan düşlerime.. çaresizlik hep sana özgü müdür sanırsın.. yalnız sen mi kararır,küçülür aldanırsın.. beni de sömürüyor bu zalim vaveyla intihar etme leyla... bir muamma akşamı közlere sardın beni.. bir türlü aşamıyorum yasaklarını ulaşamıyorum sofralarına... mıknatıslı yolların çekiyor ayaklarımı ölü bir badem gibi öyle durma karşımda bir ceset olup düşme hüsranın kollarına.. intihar etme leyla.. mevlevi duruşunla eritiyorsun beynimi çiçekler manzumesi yanaklarından... iliğim süzülüyor geç geldin iklimine yalnızlığımın ağırlayacak yerim kalmadı hicranını umutlarımdan başka.. gitme mumyalanmadan cilasıyla ... Şimdi bir rüzgar geçti buradan Koştum ama yetişemedim, Nerelerde gezmiş tozmuş Öğrenemedim.. Besbelli denizden çıkıp Kıyılar boyunca gitmiştir, Tuz kokusu, katran kokusu, ter kokusu Yüreğini allak bullak etmiştir.. Sonra başlamış tırmanmaya dağlara doğru Bulutları koyun gibi gütmüştür, Okşayıp otları yaylalarda Büyütmüştür.. Köylere de uğradıysa eğer Islak, karanlık odalarda beşik sallanmıştır, Günes altında çalışanlara İmdat eylemiştir.. Sonra başlayıp alçalmaya ovalara doğru, Haşhaş tarlalarında eflatun, pembe, beyaz, Kıraçlarda mavi dikenler.. Toz toprak gözlerine gitmiştir.. Şehirlere uğramış ki yanımdan geçti, Haşhaş çiçeğine benzer kızlar görmüştür, Bir gülüş, bir tel saç, allık pudra Alıp gitmiştir.. Şimdi bir rüzgar geçti buradan Koştum ama yetişemedim, Soraydım söylerdi herhalde Soramadım. Ne zaman aynadaki yüze baksam, bilmiyorum hangi yüz bana bakıyor; bilmiyorum hangi yaşlı yüz sessizce ve bezgin bir öfkeyle kendi imgesini arıyor. Karanlığımda yavaşça görünmeyen çizgilerimi araştırıyorum ellerimle. Bir kıvılcımın ışığı sızıyor içime. Saçlarını tanıyorum, külrengi, hatta altın sarısı olan. Gene söylüyorum yalnızca boş ve yapay yanlarını yitirdim eşyanın. Bu soylu sözler Milton’un bilgeliği, ama ben gene de harfleri ve gülleri düşünüyorum. düşünüyorum ki görebilseydim yüzümün çizgilerini, bilebilirdim kim olduğunu bu benzersiz akşamda. Bu yıl bu dağların karı erimez Eser bâd-ı sabâ yel bozuk bozuk Türkmen kalkıp yaylasına yürümez Yıkılmış aşiret il bozuk bozuk. Kızılırmak gibi çağladım aktım El vurdum göğsümün bendini yıktım Gül yüzlü cerenin bağına çıktım Girdim bahçesine gül bozuk bozuk. Elim tutmaz güllerini dermeye Dilim tutmaz hasta hâlin sormaya Dört cevabın mânasını vermeye Sazım düzen tutmaz tel bozuk bozuk. Pir Sultan'ım yaratıldım kul diye Zalim paşa elinden mi öl diye Dostum beni ısmarlamış gel diye Gideceğim amma yol bozuk bozuk Susarak anlattın bütün gizliyi Sakladım duygumu ben konuşarak. Bir acı tarlası sessiz yüzünde Aşkı yürürlüğe koyma savaşı. İçimde bir düzen kaynaşmaktadır Büyük ve çekingen bakışlarından. En iyi anlatış artık susmaktır Anladım bunu ben seni bilince. Gel denize yaslan yalnız denize Sırrını denizler taşır insanın. Zaman bir hızdır ve yıldızlar akan Esneye günler ve gece üstünden. Bir uyku bölmezse anılarımı Korkarım çıldırtır bu hayal beni. Gözlerin ne kadar İstanbul öyle Sebiller uçuşur parmaklarında. Ortak günlerimiz tarih şöleni Saçlarında sayfa sayfa güneşi. İçimde bir sergi var portrelerin Hayalim her yerde kavrar gölgeni. Aşka ve tabiata ulaştır bizi Gel kurtar bu şehrin gürültüsünden. Terketme n'olursun bir eşya gibi Ölümsüz bir hasret yaşarken bende. Vurulmuş geyiktir sensiz zamanlar İçimin ormanı bir yangın yeri. Bir uyku bölmezse anılarımı Korkarım çıldırtır bu hayal beni. Istırap varoluş şartımız oldu Esef etme yazım karaymış diye. Bir yanım vahşidir ürkütür seni Aykırı düşerim sulhçülüğüne. Bir gün deli gibi sarsarak seni Göklerin yolunu sorabilirim. Başımı taşlara vurabilirim Aklımdan çıkarsa anılarımız. Paramparçayım gel sen onar beni Topla aynalardan eski gölgemi. Göçebe ömrümü bağla zamana Dağılsın içimin karıncaları. Bir uyku bölmezse anılarımı Korkarım çıldırtır bu hayal beni Tûtî-i mu'cize-gûyem ne desem lâf değil Çarh ile söyleşemem âyînesi sâf değil. Ehl-i dildir diyemem sînesi sâf olmayana Ehl-i dil birbirini bilmemek insâf değil. Yine endîşe bilir kadr-i dür-i güftârım Rûzigâr ise denî dehr ise sarrâf değil. Girdi miftâh-ı der-i genc-i ma'ânî elime Âleme bez-i güher eylesem itlâf değil. Levh-i mahfûz-ı suhandir dil-i pâk-i Nef'î Tab'-ı yârân gibi dükkânçe-i sahhâf değil. Günümüz Türkçesi. 1. Mucize gibi sözler söyleyen bir papağanım, dediklerim lâf değildir. Felekle konuşamam; tenezzül etmem; çünkü onun aynası, kalbi temiz değildir. (O benim seviyemde değildir.). 2. Gönlü temiz olmayana gönül ehlidir diyemem; gönül ehillerinin birbirlerini bilmemesi insafa sığar bir iş değildir.. 3. Felek alçak, dünya ise kıymet bilmez; inciye benzeyen sözümün değerini gene düşünce bilir.. 4. Şiir hazinesinin kapısının anahtarı elime geçti; âleme bol bol cevher dağıtsam bunlara ziyan olmuş gözüyle bakılamaz.. 5. Nefi’nin temiz gönlü şiirin levhi mahfuzudur, dostlarınki gibi kitapçı dükkânı değil! Gece bir tabut gibi çöker omuzlarıma bir ölünün iç çekmesi olur rüzgar hüzünle düşünürüm uzaktaki bir evi . yıldızlar sayılmaz: hasret uzakta hasreti bir ben bilirim . bir de gecenin gözlerindeki baykuş baykuş kötü kuş baykuş çirkin kuş onu hüznümle güzelleştiririm. hüznümle süsler. bir damın üstüne oturturum süsler. Damımın üstüne oturturum . -sizi hiç bu kadar yakından görmedimdi . yıldızlar sayılmaz: hasret uzakta . abimin acıyla yontulmuş yüzü yaşlı bir güvercin gibi düşer avuçlarıma dağılır ses olur acısı ezberlediğim bir öğüdü yineler bana . -çocuğum üşütme yüreğini şimdi hüzün mevsimidir bütün şiirleri gezen . ben doğma büyüme evciyim göç benim harcım değil hasret bana çabuk dokunur yalnızken karanlıktan korkarım . mesela mevsim kışsa yağmur yağıyorsa mesela annem de yoksa yanımda mesela, şimşek de çakıyorsa ben çok korkarım ağlarım . -ana bana kurşun dök. dua oku. üfle ana ana ben daha çok küçüğüm. bana ninni söyle ana . yalnızım. bunu hep söylüyorum yalnızım. bunu hep söylüyorum . geceyi çarmıha geriyorum kimseler tapmıyor hüznümü ölçeğe vuruyorum yüreğine sığmıyor her şey ne kadar olabilir meraklanıyorum yüzüme dokundukça tırnaklarım kanıyor yalnızlığımı hüznümle yoğuran gece öyle basitsin ki sen bütün şiirlerin içinde biliyorum. biliyorum bunu da biliyorum gökteki yıldızlar kadar dizeler yazılsa da kendime kendimden başka kendim yok ne utancımı kuşanan bir sevgi ne çirkinliğimi öpen bir kız . yalnızlığımdan yalnızlığım yalnız . -ana bana bir hal oldu. hep böyle titriyorum ana çok üşüyorum, ıhlamur ısıt bana . yıldızlar sayılmaz: hasret uzakta ben sevgiye hasretim, sevgi uzakta . ey insanlar ey gecede unutulmuşluğumun yargıçları iğrenerek öpüyorum parmaklarınızı iğrenerek. hepinizi kucaklıyorum ilkin ağzınızı dudaklarınızı dişlerinizi öpüyorum bilmiyorsunuz. ben kendimi öpüyorum . cinsel bir çiftleşmedir çarşaflar ıslak bir gece en fazla kendini çoğaltır bir solucan vücuduna yeni bir halka ekler döllenir acı. sevişme daha da erselikleşir . -hü'yü tanıdım size anlatmalıyım bir gün size bir gün mutlaka hü'yü anlatmalıyım . geceyse tükenmişse güneşin güçlülüğü gök gözlerinin buğusunu yansıtır senin acın acıların ölümüne gebedir korkma yavrum ne gece ne geceler senin suçsuz mızıkçılığını küçültemez bir çirkini öpmek için uzattığın yüreğini . güzelleşip bir sevginin göğsüne yatmak biraz biraz yorgun biraz korkak bir insan sevmek biraz dayayıp sırtını gecenin duvarına bir ölünün ağzını dudağını öpmek biraz . yıldızlar sayılmaz: hasret uzakta ben sevgiye hasretim, sevgi uzakta . ey kanımda tefler çalan mevsimle gelen sesimi çakallarla boğan gece hüznüme vur acımı soy beni de kuşat boris karlof kadar masum yüzümü karanlığınla frenkeştaynla çünkü artık büyütmeliyim içimde nefreti kalbim ki yıllardır iyiliğe abone nerde bir insan görse bırakır sevgi kuşlarını çünkü o bağışlar yargıçlarını kendi yasalarını kuramıyan yargıçlarını . ey gecede unutulmuşluğumun suçluları ey yanlışlığımın yanlış yargılayıcıları suçum: nefreti öksüz bırakmak savunmam: sevgimi yüceltmek içindir sakalım yok biliyorum ama kötü değilim büyükleri sayarım küçükleri severim çocukları incitmeden severim. kadını öpmesini bilirim . sizi de sizi de öpmesini bilirim . -ana ben çok yalnızım. benim başka sevgim yok içimde utanç çiçeği gibi büyüyor hü . kural tanımayan sevgim benim aykırım fizikötem doğaüstüm yanlışlığım aşkım. sevgili yanılgım benim başyargıcım nefretim nefretim nerdesin . kalbim bir gün elbette sana hükmedeceğim . elbet geçer bu hüzün mevsimi bir baykuş bir serçeyle arkadaş olduğu gün o gün size sevinci de anlatıcam bir solucan bir leylekle çiftleştiği gün o gün bahar mevsimidir size aşkı anlatacağım . ve bir gün elbette yıldızları sayacağım . -gelin kucaklayın beni. yıldızları sayamıyorum. Beşi beşyüz gösterip insan aldatamazsın Yalanın büyüğünü deve yutmaz hemşerim İpotekli yaşarsın, kaçsan ki kaçamazsın Bir kez sökülen akıl dikiş tutmaz hemşerim.. 01.10.2008/Vakit Sana göre değilim; sırtımda kambur viraneleri ömrün Ellerimde birikmiş kan damlaları; ayaklarım tutuklu Yüzüm istediğince taze değil; kirpiklerim yıpranmış Gözlerim diri, bakışlarım hercai değil meydanlarda. Yürümek istesek deniz kenarında, her şey kararıyor Bakmak dilesek gönlümüzce ufka, bulutlar yanıyor Hiçbir şey gereğince olmuyor, ne sessizlik, ne çığlık Ayağa kalktığım yerde oturuyorsun; göğe dönüyorsun Gülümsediğin yerde ağlıyorum; yere bakıyorsun. Ne zamana değin ıssız bir sevda, kırık aynalarda Ne zamana kadar acı bekleyişler uyandıracak volkanları Seninde özgür bir evrenin olmalıydı yeryüzünde Seninde uşakların su dökmeli avucuna yorgun bezirganların Seninle sahilde yürümeliydi rüzgar Biraz rıhtım koymalıydı, biraz dünya ve şiir. Hain kahkahalar yükselmemeli gölgelerden Tenhalar size bakmamalı, kırılmamalı pencereler Mum yakmalısınız romantik olsun diye karanlık Yokluğumda keşfetmelisin özgürlüğü Unutmasan da silinmeyen izlerimi bir ömür, her taraf deniz. ‘‘ancak ölüm’’ desek de, ayrılık dudaklarında bir ölüm gibi gelip ayıracak kalplerimizin öpüşen dudaklarını bir daha görmeyeceğim yüzünü gözlerimde celladınla uçurumlarda gezdireceksin ayaklarını. sonrası nedir bilir misin, tufan mı, kıyamet mi? ateş niçin? Ne ben varım senin için dünyada, ne de sen yaşadın benim için Tesadüf perisi dün yine beni şaşırttı. Aksaray’da Kafka isimli bir markete rastladım. Kafka’nın üstündeki bez afişte de “Kafka Market’te et ve şarküteri satışına başlandığı” yazıyordu. Randevuma gecikmek pahasına hemen otobüsten indim. Heyecan ve şaşkınlıkla Kafka Market’e girdim.... Kapının hemen yanında oturan kasiyer kızlar beni soluk soluğa görünce telaşlandılar. Onlara hemen Kafka Market’in sahibi ile görüşmek istediğimi söyledim. “Hemen şimdi! ” Kasiyer kızların telaşı daha da arttı. Yarattığım panik, diğer market görevlileri ve alışveriş eden birkaç müşterinin de dikkatini çekti. Herkes bana doğru yöneldi. “Ne oldu beyefendi, nedir bu telaşınız? ” diyerek yanıma geldiler. “Derhal! ” dedim. “Derhal buranın sahibiyle görüşmek istiyorum.”. O sırada kravatlı, bıyıklı, esmer bir adam depodan koşarak çıkageldi. “Buyrun beyefendi, kusura bakmayın”, dedi: “Otobüsten gördüm. Marketinizin addı beni çok etkiledi. Kafka benim en sevdiğim romancıdır. Aslında ona romancı da dememeli. Çağdaş bir mesihtir o bana göre. Milan Kundera da onun geleceği gören şair-romancı olduğunu söyler. Bilirsiniz. ‘Roman Sanatı’ adlı kitabında...”. Sorumlu müdür şaşkınlık içindeydi: “Ne romancısı, ne Milan Kundera’sı beyefendi... Bir yanlışlık var galiba”, dedi, kibar, ama gergin bir ses tonuyla.. “Nasıl yanlışlık olur? ” dedim. “Dünyada kaç tane Kafka var ki. İşte siz de o büyük romancının adını marketinize koymuşsunuz, bundan daha ilginç, çarpıcı ne olabilir? ” Artık sorumlu müdür sinirlenmişti: “Beyefendi, ben Kafka’yı tanımam, kendisini de hiç görmedim”, dedi.. Ben hayal kırıklığının kıyılarında dolaşırken, bu arada içeri Kafka Market’in sahibi girdi. Kahvede okey oynuyormuş, kasiyer kızlardan biri koşarak gidip çağırmış. Herhalde “Market’e tuhaf biri geldi. Kafka diye bir romancıyı sorup duruyor” demiştir. Marketin sahibi yüzündeki teri silerken, “Buyurun beyefendi, sorun nedir? ” diye sordu. “Efendim” dedim. “Marketinize ünlü romancı Kafka’nın adını koymanız beni çok heyecanlandırdı ve çok sevindirdi de, sizi tebrik etmek için geldim” dedim. Market sahibi zararsız bir deli olduğuma kanaat getirmiş olacak ki, derin bir soluk aldı: “Yok kardeşim, ne romancı Kafka’sı diyorsun sen. Bu Kafka, Kafkas Kartalı’nın kısaltılmışıdır. O kadar. Ben esasen o kartalı çok severim de. Gökyüzünde öyle bir süzülüşü vardır ki, bir görseniz. Ah Kafkas Kartalı ah. Ya canım, böyle işte...”. Marketten boynum bükük çıkarken, şu tesadüf perisinin son günlerde bana pek de olumlu sürprizler yapmadığını düşündüm. Ama olsun. Yine de ben onu şaşırtmaya devam edeceğim. Yeter ki o şımarmasın; ben bu şehirde ve bu ülkede hayal dünyamı hor görmeye devam ederim... Tatlı dile güler yüze Doyulur mu doyulur mu Aşkınan bakışan göze Doyulur mu doyulur mu . Doyulur mu doyulur mu Canana kıyılır mı Cananına kıyanlar Hakkın kulu sayılır mı . Zülüflerin dökse yüze Yar badeyi sunsa bize Lebleri meyime meze Doyulur mu doyulur mu . Hem bahara hemi yaza Yarın ettikleri naza Yar aşkına çalan saza Doyulur mu doyulur mu . Garibim geldik gitmeze Muhabbetimiz bitmeye Yar île sohbet etmeye Doyulur mu doyulur mu Ne zaman yağmur yağsa Bir buluşma yeri olurdun İstanbul'da rüzgâr soluklara Mavisi yasaklanmış deniz Kızıl tufanı yaratmadan daha Ne zaman yağmur yağsa Tarihin şiir tanığı olurdun Yağmurdan sonra Toprak kokusu bakışlılara. Tam otuz yıl nasıl kıydım sana Bin zehirli duman arasında Islığınla besteledim hep En pembe çocuk düşlerini Pan'ın flütünden mi kalma Babam'ın dilsiz kavalından mı Hep rüzgârla bir tuttum seni Hani yolu yakın Aşkı sonsuz kılan rüzgârla bir. Ey can içre cankörüğüm Hangi kentin temiz havası Yetmez oldu ki soluğuna Çıkardın kendini ölüm doruğuna Ölmek kolay değil cankörüğüm Kalbimde sevinç gözesi pınarlar Kalbimde yaşamak aşkı çınarlar Ve bir nice coşkular coşkular Sende onlar gibi yaşayacaksın Akıp ırmaklara karışacaksın Sırılsıklam bütün sevişmeleri Yine soluğunla kurutacaksın Tarifi imkansız böyle bir aşkın Yüreğim komada, feleğim şaşkın Bin yerimden vurdu, her bir bakışın Vay anasını, vay anasını. Hasretin içimde mayın tarlası Gözlerin karşımda idam mangası Sevdan yüreğimde bir el bombası Vay anasını, vay anasını. Yıktın duvarını korkularımın Ateşi sen oldun umutlarımın Kölesiyim şimdi duygularımın Vay anasını, vay anasını. Satmışken dünyanın ben anasını Kapatmışken aşka her sayfasını Yaktın yüreğimin tam ortasını Vay anasını, vay anasını. Bir küstün, çatıldı bahtımın kaşı Yağmura çevirdin gözümde yaşı Yerlere değdirdin bu mağrur başı Vay anasını, vay anasını nasıl bir ayin gerek bu lanete Femina yaşamının kırıkları birleşsin diye hangi büyülü ezgiyle dans edeceksin yeni günün şafağında? . bin yılların laneti bu Femina başka gün yok başka dünya hadi dans et, elinde bir tas zehir ayak bileklerinde demirden halkalarla. sıkılgan hecelerin sedef çiçekleriyle kanırt çivisini tüm kutsal kitapların Femina dans et ince topuklarınla sars kızıl opalini toprağın. uzun kürklü hayvanların ininde soğuk yıldızların ince yılanı gibi kıvrıl Kybele ananın suretinde. başka gün yok başka dünya boyun eğişlerin gururlu zilleriyle çal bin yıllık aldanışı Femina. içinde eskil ritim, yırtılan etin sesi umarsız sessizliğin iç çekişleri eşlik edecek senin dansına. işaret bekleme sim gölgeler çağından ışığın içindeki gölge gibi gel ballı şerbetleri yudumlar gibi iç aykırılığın saf içkisini yaz buğusunda yanan ülke gibi gel. aklın deliliğe çarpan kıyılarından bay tanrının yatağından sisten çık gel siyah tüller içinde. siyah güller içinde dantel tencerelerin kızgın köpüklerinde. hadi dans et, çoktan başladı ayin büyülü ellerinle çal aşkın zillerini Femina, uysallığın çılgın gelini. dans et, siyah iplik gününde parlak taşların dans et, lanetli çığlığıyla bataklık kuşlarının dans et, usanmış askeri gündelik savaşların dans et, çağıran ritmiyle kaybolmuş hayatların. başka gün yok başka dünya yeni günün şafağında Femina dans et Türk Oğullarına. Düşman yine öz yurduna el attı, Mezarından ata'n kılıç uzattı, Yürü diyor, hakkı zulüm kanattı, . Attilâ'nın oğlusun sen unutma! Medeniyet deme, duymaz o sağır; Taş üstünde taş kalmasın durma kır: Kafalarla düz yol olsun her bayır, Attilâ'nın oğlusun sen unutma! . Koş, Pilevne yine al bayrak taksın, Gece gündüz Tuna suyu kan aksın, Yaksın kahrın, bütün Balkan'ı yaksın; Attilâ'nın oğlusun sen unutma! 1 Dünyayı süslediler, bir şey kalmadan. Bu süslere inanma, akıl olmadan. Giden de çok dünyadan, gelen de ama; Sen payını al ondan, seni almadan! Ulu rüzgarlar esmedikçe, Yaşamak uyumak gibi. Kişi ne zaman dinç? Dalgalanırsa bayrak, bayrak gibi.. Ne var şu dünyada ekmekten daha aziz? Sürdüğün tarlalara sevginle serpildik, Ekmek olmak için önce Buğday olmak gibi.. Silinir sözlüklerden sen hatıra geldikçe Cılız sözler: usanmak, yorulmak, durmak gibi. Kuvvettir yaptıkların her yeni yetişene, Bir ışık-kaynak gibi.. En yakınlar zamanla fersahlarca uzak gibi; Bir sen varsın kalacak, bir sen ölümsüz Daha da yakınsın, daha da sıcak. Bıraktığın toprak gibi.. Kaç Türk var şu dünyada, bir o kadar susuz: Hepsinin gönlünde sen, bir pınar bulmak gibi. Ancak senin havanda sağlıklar, esenlikler; Olmaya devlet cihanda Atatürk'ü duymak gibi... Burada vakitler durgun bir göle civilenmis kugular ilk kuguyu yuzup duruyor hala bir yaprak sararınca tüm tabiat titriyor ölüme kef geliyor,çünkü her yan musalla. Çekilsin ardımsıra sürgüsü dış kapının zaten köklerim ayırık incinmez ayrılıktan sevsinler aqnneleri gitmeyen oğulları onlar için ortaya koysunlar kişmiş ve safran. Gecenin rahlesinde yağmurdan bir risale göğün atı kişniyor huysuslanıyor ruhum denize bakan yerde dudağı nardan beter çekip o ince kızı sevmeye gidiyorum. Ben bir küçük çocukken bir zavallı sefildim; Ömrün ağır yumruğu beni dahi inletti; Kopardığım feryâdı yine bana dinletti; Çok vakitler hiç kimse sormadı ki: Ben kimim? .... Lâkin bir gün dedim ki: 'Benim gibi en sağlam, En kuvvetli kollara sahip olan bir adam Kendi gibi bir kuldan, Bir merhamet umarak ekmeğini dilenmez; Yer yüzünde kendine av bulacak bir arslan Başkasına güvenmez; Her bahtiyar alında bir kavganın teri var; Eğer kişi isterse tâli'ini kucaklar.'. Gençliğimin en tatlı, en ateşli yaşında, Şu örsümün başında, Çekicimle çalışmak sanatını buldum ben; Memleketin namuslu demircisi oldum ben.. Demircilik! ... Evet bu, sıkıntılı bir iştir; Bunun için göğüste kalbim gibi kalp gerek, Öyle erkek bir kalp ki Allah ona ürkmemek, Zahmet çekmek, katlanmak kuvvetini vermiştir.. Ancak benim zahmetim karşılıksız değildir; Örs üstünde döğdüğüm bir biçimsiz sert demir, Çekicimin altından Alet olup çıkınca bana bir zevk aldırtır.. Benim terli alnımı asâletli bir insan, Vakarıyla kaldırtır. Bu saatte duyduğum yorgunluklar hep gider; Bir ses bana içimden: Çalış, çalış, çalış der.. Yan, ocağım bir güneş aleviyle yan, parla; Gözlerimi bir mihrab nûru gibi yaldızla. Yan ocağım, can göster; Bir ananın mübârek bağrı gibi sesler ver. ruhlar incinir. sürekli incinirler. onları yaşatmak için günboyu çalışır bahaneler. çok zayıf hafızaları vardır güçlü doğarlar yaşlandıkça daha unutkan olmak zorundadırlar, bu ölümlerini geciktirir. Evet, evet ruhlar ölürler. o kadar hızlı ölürler ki hiç yanmaz canları. ruhların canları vardır, bir değil, beş değil milyon tane canları vardır. hepsini birden bir kadında da bırakabilirler sakat bir köpeğin bacağına da sarabilirler yüzlercesini. bir bakarsanız hain bir masada kirli ellere bacaklarını sunup ölen ruhçuklar görürsünüz.. ruhlar düşünmezler. her ruh iyi bir bedende ruh konağı bulmak ister, iki üç gün refakat ederler değişik bedenlere, olmadı mı olmaz bedensiz ölen ruhlar vardır. bazı ruhlar bedenlerle valse kalkarlar bu uyum diğer ruhları acıtır. ruhlar acırlar. birbirlerine, kendilerine, bedenlerine. güzellik ruhta değil, ruh güzellikte konaklar. iyi bir ruh için iyi bir beden mükemmel olmak demektir. bunu hep inkârda da olsalar ruhların sırrı güzel bedenlerdir, buna ulaşanı kıskanırlar.. bu yüzden bendeki ruhu, hep dışladılar. Siz beni halâ anlayamadınız. Ve anlamayacaksınız çağlarca da... Hep tutturmuş 'Yıl 1919, Mayıs'ın 19'u' diyorsunuz. Ve eskimiş sözlerle beni övüyor, övüyorsunuz. Mustafa Kemâl'i anlamak bu değil, Mustafa Kemâl ülküsü, sadece söz değil.. Bırakın o altın yaprağı artık, Bırakın rahat etsin anılarda şehitler. Siz bana, neler yaptınız ondan haber verin. Hakkından gelebildiniz mi yokluğun, sefaletin? Mustafa Kemâl'i anlamak yerinde saymak değil. Mustafa Kemâl'in ülküsü, sadece söz değil. . Bana muştular getirin bir daha, Uygar uluslara eşit yeni buluşlardan... Kuru söz değil, iş istiyorum sizden anladınız mı? Uzaya Türk adını Atatürk kapsülüyle yazdınız mı? Mustafa Kemâl'i anlamak avunmak değil, Mustafa Kemâl'in ülküsü, sadece söz değil. . Hâlâ, o, acıklı ağıtlar dudaklarınızda, Hâlâ oturmuş, 10 Kasımlarda bana ağlıyorsunuz. Uyanın artık diyorum, uyanın, uyanın! Uluslar, keşfe çıkıyor, uzak dünyaların... Mustafa Kemâl'i anlamak göz boyamak değil, Mustafa Kemâl'in ülküsü, sadece söz değil... Beni seviyorsanız eğer ve anlıyorsanız; Laboratuvarlarda sabahlayın, kahvelerde değil. Bilim ağartsın saçlarınızı... Kitaplar... Ancak, böyle aydınlanır o sonsuz karanlıklar... Mustafa Kemâl'i anlamak ağlamak değil, Mustafa Kemâl'in ülküsü, sadece söz değil.. Demokrasiyi getirmiştim size, özgürlüğü.. Görüyorum ki, hâlâ aynı yerdesiniz, hiç ilerlememiş, Birbirinize düşmüşsünüz, halka eğilmek dururken. Hani köylerde ışık, hani bolluk, hani kaygısız gülen? Mustafa Kemâl'i anlamak itişmek değil, Mustafa Kemâl'in ülküsü, sadece söz değil.. Arayı kapatmanızı istiyorum uygar uluslarla. Bilime, sanata varılmaz rezil dalkavuklarla. Bu vatan, bu canım vatan, sizden çalışmak ister, Paydos övünmeye, paydos avunmaya, yeter, yeter! Mustafa Kemâl'i anlamak aldatmak değil, Mustafa Kemâl'in ülküsü, sadece söz değil... Gökte rahmet olsan, umrum değilsin Senin yağmurunla ıslanmıyor bedenim Kızgınlığım sana değil, kendime benim Senin mevsiminde açmıyor çiçeklerim... Gözümün İçine Derin Manidar Baksan Neye Yarar Artık Geç Oldu Araya Örülen Çok Duvarlar Var Yıksan Neye Yarar Artık Geç Oldu. Kıyamete Kadar Bil Ki Bu Sürgün Ölmekten Bin Beter Olsam Da Her Gün Pişmanım Diyerek Karşıma Bir Gün Çıksan Neye Yarar Artık Geç Oldu. Mesken Tutarım Da En Viran Yeri Cenneti Vaadetsen Dönemem Geri Dönüşüm Yok Deyip Son Gemileri Yaksan Neye Yarar Artık Geç Oldu. Kıyamete Kadar Bil Ki Bu Sürgün Ölmekten Bin Beter Olsam Da Her Gün Pişmanım Diyerek Karşıma Bir Gün Çıksan Neye Yarar Artık Geç Oldu Saatler sabahı çalıyor yine Bir gece lambası bir ben uykusuz Kulağım hep senin ayak sesinde Bir şu kaldırımlar bir ben uykusuz. Yaralı yüreğim her an pusuda Şafakla dönersin hani olur ya Şimdi bütün şehir derin uykuda Bir şu yaralı gözler bir ben uykusuz. Bir tek o şahitti son akşamında Yeniden yanarım her yanışında Ben gibi kimsesiz köşe başında Bir sokak lambası bir ben uykusuz. Nöbetteyim sokaklarda Gözlerim hep şafaklarda Sense benden uzaklarda Bir gece bekçisi bir ben uykusuz..... Yetişemez en hakir çobanın idrakine; Yirminci asır putu,taptıkları makine... 1974 Dün gece seyrimde gördüm cerenim. Kızlar ne kadar çok seviyorlarmış ki seni Mosmor olmuş gülyazısı bedenin. Mosmor olmuş gülyazısı bedenin Düşmüş sanki erguvanlar içinde En genç burcu yıldızdan bir kalenin. En genç burcu yıldızdan bir kalenin Uçmuş sanki uçsuz bir uçuruma Gökyüzünün çakır gözlerinden. Gökyüzünün çakır gözlerinden Düşmüş bir damla, bir deniz feneri Işınlarıyla şile bezlerinin Güdüyor çobansız kalmış tekneleri Akşamüstü bir kahvede Bira içtim birkaç bardak Gazeteden yoruldukça Gelip geçene bakarak. Kahvenin müşterileri İçerdeydi daha fazla Camlı terasta idim ben Çıkıntı yapan sokağa. Sevimsiz bir kocakarı Torununu azarladı Bir köpek geldi içerden Camdan dışarıya baktı. Salınarak geçip gitti Genç bir anne çocuğuyla Kasketli iki müşteri Bir şey konuştu patronla. Biraz sonra geldi köpek Baktı yine aynı yere Tıraş edilmiş yüzünde Kederle ve ciddiyetle. Kocakarı torununu Azarladı bir kez daha Karıştı iki kasketli Akşamın ıssızlığına. Köpek yine gelip baktı Camdan ve hep aynı yere Yüzünde aynı ciddiyet Ve gözlerinde kederle. Kocakarı içkisini Bitirmiş olmalıydı ki Çıkıp gitti torunuyla Biri bir kahve söyledi. Az önceki anne çocuk Döndüler elde ekmekle Köpek yine gelip baktı Camdan ve hep aynı yere. Bakıyor birkaç saniye İçeriye dönüyor ve Geliyordu çok geçmeden Bakmak için aynı yere. Koyulaşırken gitgide Usul ve yumuşak akşam Eğildim ben de yavaşça Baktım köpeğin ardından. Uzuyordu bombuş sokak Gelip giden azalmıştı Parketmiş birkaç araba Ve akşamın ıssızlığı. Eğilip bir daha baktım Belirgin hiçbir şey yoktu Köpek ise arada bir Gelip bakıp dönüyordu. Ben de bu notları aldım Bir şiir yazarım diye Yaşamın anlamsızlığı Ve ciddiyeti üstüne Bütün denizlerin ayni limana çıkması neden? Neden gökyüzünun bu sinirsiz karamsarlığı? Yitirecek neyimiz var ki umutlarımızdan başka? Ve batacak başka bir gemimiz mi kaldı?. Dev bir ağaç yapraklarını dokuyor içimizde Nereye baksak her haliyle o çıldırtan sonbahar Kaç yüz org birden çalınıyor, duyuyor musun? Hani o birlikte söylediğimiz şarkılar?. Ne oldu o düşlere? Nemde o iyimserlik Biz seninle şatolar kurmadık mi bir zaman Simdi biz o değiliz sanki, hiç o olmamışız, Sanki bir şey var incinen dağılan bozulan.. Su martinin kanatları neden kırık biliyor musun? Bu adamı dört duvar içine kim koydu sensiz? Eğil bir kuyuya seslen, yankılanan benim hep Benim içimde can verdi o gök o deniz! Sonunda tek başımayım, bak böyle bıçaklanmış! Biliyorum bir olu var, ama ne? Ama kim? Soğuk, merhametsiz kollarıyla sarmış her yerimi Bir KANSER tümürü gibi buyuyor çaresizliğim. Aziz diyar El aziz Madenin gülü kokmuyor sensiz Hala haritanın sağ köşesindeyiz Her defasında sensiz her defasında sana dertliyiz Aziz yarim sanki ben hala 25 sen hala 18 Değişen hiçbir şey yok bak bizde Telvelerin kabardığı diplerde Eşrefin oturduğu mahalledeyiz Öyle bir özlemişiz ki seni Artık dönsen de olur dönmesen de Biz her daim yine sana sitemli yine sana hasret gideriz Aziz yar sen bir sabah bu şehri başıma yıkıp gittin Dağları deviriverdin üstüme hiç çekinmedin Ben bu şehirde bir daha da sabah görmedim Günaydınlar olmadı günler aymadı sensiz Karalar çekildi gözümün ferine Son soluğumun dibine çöktüm öylece Gidişin gibi durdum şuracıkta Her gün şu köşe başında kaç yıllar saydım Hiç yaşamadım sensiz ama hep yaşlandım inadına Her hazan hep hüzünle geçti bu şehirde Ben bir El azize birde sana kıyamadım işte Her hazan hep hüzünle geçti bu şehirde Ben bir El azize birde sana kıyamadım işte Daha geçmedi benim sana ağrılarım Salındığın sokaklar hala sızım sızım Yıktığın duvarlarda durur yine gül adı n Hiç dayanmadım hiç dayanamadım Bu enkazın altında seni düşünmeden yaşamadım yaşayamadım Ben sana nerde yanlış yaptım aziz yar Bir sabah gidiverdin aklımı kaçırdım Anlamadım hatalarımı hiç söylemedin Kafamın içinde bu sorularla ölmedim bile bak ölemedim Ben kafamın içinde bu sorularla ölmedim ölemedim Bana bir özlemin kaldı yadigar bu viranede Derdimi sığdıramıyorum bedene Yıkılıyorum her geçen gün yokluğunun üstüne Sıkılıyorum bazen Sakınıyorum yinede seni gönlümün her köşesinde Yine duruyor mu toyluğunun kabri gamzelerinde İşvenin alası savrulurdu tellerinde Ne senden geçilirdi ne bu diyardan gidilirdi Bir tutam saçın uğruna yaktıydım ben bu şehri Sonra bende yandıydım içinde Hiç gitmedim buralardan senelerce Sensizlikten gidemedim bir adım öteye Bir derin yara bir derinlikli sevda bıraktın ya sen bana Paylaşamadığım tek acı hatıra en anlamlı dua yine sendin bana sendin Aziz yarim El aziz Madenin gülü kokmuyor sensiz Biz hala haritanın sağ köşesindeyiz Her defasında sensiz her defasında sana demiz Aziz yarim ben sanki hala 25 sen sanki 18 Değişen hiçbir şey yok bak bizde Telvelerin kabardığı diplerde Eşrefin oturduğu mahalledeyiz Öyle bir özlemişiz ki seni Artık dönsen de olur dönmesen de Biz her daim yine sana sitemli yine sana hasret gideriz Bir zamanlar, bir narın ortasında, her şeyden habersiz yaşarken ben, bir gün, bir nar tanesinin, "Gün gelecek bir ağaç olacağım," dediğini işittim, "Gün gelecek bir ağaç olacağım ve rüzgâr şarkı söyleyecek dallarımın arasında; dans edecek gün ışığı yapraklarımın üstünde; bütün mevsimler boyunca güçlü güzel ve görkemli olacağım.". Bunun üzerine, bir başka nar tanesi, "Senin kadar genç olduğum günlerde," diye söze karıştı, "ben de hayaller kurardım böyle; ama olup biteni, geçmişi, geleceği ölçüp tartabiliyorum şimdi ve görüyorum ki, boşmuş, boş, boşun boşu, ümitlerim de hayallerim de.". Sonra bir üçüncü nar tanesi karıştı söze, "Hiçbir şey görmüyorum ben," dedi, "hiçbir şey, bu tıkış tıkış ve tekdüze hayatta- öyle büyük, öyle parlak falan bir gelecek vaat eden.". Bir dördüncü nar tanesi, "Fakat, parlak bir gelecek umudu olmadan da, düşünsenize," dedi, "ne kadar manasız olurdu hayat.". Beşinci nar tanesi, "Niye tartışıp duruyorsunuz, olacaklar hakkında böyle boş yere," dedi, "anlam veremiyorum buna, doğrusu, daha bilmezken şimdi ve burada ne olduğumuzu.". Fakat sohbet böyle felsefi boyutlara varınca altıncı nar tanesi: "Şimdi neysek," diye açıkladı fikrini, "gelecekte de öyle sürdüreceğiz, bence, neysek, o halimizi ve bu, hiç yoktan daha iyi.". Yedinci nar tanesi, "Gelecekte hayatın ve onu bu tohum ambarından dışarı taşımanın yolu olabilecek çok parlak bir fikir var aklımın ucunda, fakat," dedi "bir türlü sözcüklere dökemiyorum onu.". Böyle, böyle tartışma kızıştıkça kızıştı, sekizinci, dokuzuncu, onuncu, derken bütün nar taneleri tartışmaya karıştı her ağızdan bir ses değil, sanki birkaç ses birden çıkmaya başladı bir an ve ben söylenenlerden artık hiçbir şey anlamaz oldum.. Bunun için de, tuttum hemen o gece taşındım bir ayvanın içine, Birkaç çekirdek vardı ayvanın ortasında sadece; ve ortalık sessizdi, sessiz ve çürüyecek kadar rahat, sanırım, bu nedenle.. Çeviri: Cahit Koytak urfanın etrafı dumanlı dağlar yüreğim yanıyor aney içerim ağlar urfanın etrafı dumanlı dağlar o dumanlar içimi kaplar gezme ceylan bu dağlarda seni vururlar seni vuran kurşun benim yüreğim dağlar ve sevdam karalar bağlar urfalı ayağı kabaralı kunduralı benim sevdiğim başkasının gelini bu değildir sevdamın bedeli ağa kızı paşa kızı beni hor mu görürsün kır atının üstünde gurbete mi yürürsün yakışmadı ihanet edişin yakışmadı ihanet edişin ve gidişin bir yiğidi bırakıyorsun ardında giderken yaralı bir yiğidi can çekişen kır at gibi bu yiğidi vurmalı keremi aslı yaktı beni de sen urfalı göresim gelir kör olduğumu ve ölesim dumanlı dağlarda vurasım gelir kendimi yada mecnun olasım ağa kızı paşa kızı ele gelin giderken bu yiğidi vurmalı ferhatı şirin yaktı beni de sen urfalı urfalı ayağı kabaralı kunduralı benim sevdiğim başkasının gelini bu değildir sevdamın bedeli ibrahimi yakan ateşler var içimde fıratın suyu az gelir urfanın etrafı dumanlı dağlar o dumanlar içimi kaplar durma ceylan bu dağlarda durma seni vururlar seni vuran kurşun benim yüreğim dağlar ve sevdam karalar bağlar yakışmadı ihanet edişin yakışmadı ihanet edişin ve gidişin bir yiğidi bırakıyorsun ardında giderken yaralı bir yiğidi keremi aslı yaktı beni de sen urfalı urfalı başında al duvağı ayağı kabaralı kunduralı gel vur gitmeden gitmeden bu yiğidi vurmalı ferhatı şirin yaktı beni de sen beni de sen urfalı Çağrışır bülbüller gelmiyor bağban Hoyrat dost bağından gül aldı gitti.. Yüz bin mihnet çektim bir bağ bezettim Yari ben besledim el aldı gitti... Nice mihnet çektim bin daha gerek Hayli ômür ister bir daha görek Nazlı yarim aldı o kanlı felek Aktı gözüm yaşı sel oldu gitti... Nazlı yardan kem haberler geliyor Dostlarım ağlıyor düşmanlar gülüyor Dediler ki sefil Emrah ölüyor Kimi kazma kürek bel aldı gitti.. Şimdi aşk kaçmış bir ilmektir gövdenin örgüsünde Uykusuz bir gecenin çitlerine takılan. Sökülür durmadan uzayan ipliğiyle, Sarılır mekiğine sabahın Ürkek bir güvercin halinde. Ve sen eksildikçe o güvercin tamlanır, Kanatlanır böylece köpüren özlemiyle. Uçar gider geçmiş bir günün ardından, Bir tüy kalır geriye senin bittiğin yerde. Bu dünyanın evvelini sorarsan Allah bir Muhammet Ali'dir Ali Sen bu yolun sahibini ararsan Allah bir Muhammet Ali'dir Ali. Tahtını terketti İbrahim Edhem Süleyman Nebi'ye verildi hatem Her kulun alnına yazıldı sitem Kişinin çektiği yoludur yolu. Erenler öldürür yoldan şaşanı İhlas ile kaldırırlar düşeni Tarikatta her kişinin nişanı Erenler katında bellidir belli. Erenler elinden dolu içildi Ol saatte kıl-ü kalden geçildi Firdevs-i alada güller açıldı Cennet-i alanın gülüdür gülü. Pir Sultan Abdal'ım ummana daldı Yenemedi kendin engine saldı Hak-i payınıza yüz süre geldi Erenlerin kemter kuludur kulu Bu sana onuncu mektubum Ve de sonuncu Artık fark etmiyor benim için Ne olursa olsun sonucu Nasılsa göründü artık İkimize ayrılığın ucu. Derler ki; Her aşkın gökyüzünde bir meleği varmış Bir aşk bitince o melek ağlarmış Ve bir yıldız kendini vurup Sonsuzluğa kayarmış Kaldır başını Bak gökyüzüne Şimdi bütün melekler yasta Ve bütün yıldızlar sana 'Gitme' diye yalvarmakta Sense Hala içi boş kupkuru bir inatta Bense Hala resmini çiziyorum bu son mektupta. Oysa Aylar var umutlarım komada Hayallerim bitkisel hayatta Ve bu zavallı yüreğim Acele Rh pozitif bir aşk aramakta. Anlayacağın Seninle tarihi geçmiş bir aşkı yaşadık ikimiz Eskimiş düşlerim bir eskiciye yakışır artık İple çektiğim temmuzları da sana bıraktım İstersen Göz yaşlarımı bir madalya gibi diz göğsüne giderken Çünkü Kapattım aşkın bütün sayfalarını artık... Son postayı koydu sabrım yalnızlığıma Ve son resti çekti gözlerim Dönüşü olmayan yollarına.... Ama yine de sen üzülme Sözüm var kendime Bu aşkı sensiz de yaşatacağım Olurda bir gün Zamansız kapanırsa gözlerim Sakın şaşırma Sana anlatamadığım bu aşkı Orada meleklere anlatacağım Ve işte o gün İki damla yaş düşecek gözlerinden biliyorum İşte o gün Seni de sana ağlatacağım.. Dedim ya Bu sana onuncu mektubum Ve de sonuncu Artık fark etmiyor benim için Ne olursa olsun sonucu Sen yepyeni aşklara yolcusun artık Ben en eski yalnızlığıma yolcu... Dostumdu önceleri, Göznurunu kitaplara dökmek varken Avare gezerdi caddelerde. Dünya böyledir zaten, Kadın olmasın ara yerde.. Bir varmış, bir yokmuş aramızdaki dostluk. Kızına kıl kadar olsun göz koysaydım, Derdim, buydu korktuğu. Odama uğramaz oldu, semtimden geçmez; Oysa bir ben vardım içli dışlı olduğu. En mutlu gün en mutlu saat Kurumuş körelmiş yüreğimin bildiği, en büyük umutları gücün ve gururun Hissettiğim, geçip gitti.. Güç mü dedim? Evet öyle düşünmüştüm Ama yazık! Çoktan yitip gitti hepsi Gençliğimin hayalleri- Ama boşver şimdi.. Ya gurur, ne yapacağım senle şimdi sakin ol ruhum! Belki bir diğer baş devralır Üzerime döktüğün zehri.. En mutlu gün-en mutlu saat gözlerimin gördüğü göreceği, En parlak ışıltısı gücün ve gururun Hissettiğim: Ama o zaman çektiğim acıyla Gücün ve gururun umudunu verselerdi, Yaşamazdım o parlak saati tekrar. Çünkü onun kanatlarındaydı kara alaşım Ve çırptıkça-bir öz dökülüyordu Öldürmeye yeterli Onu bilen bir ruhu. 285 Derler: Aşık ve sarhoş cehennemlik olacak! Bu söz ki gönüllere sanma korku salacak. Giderse cehenneme tüm aşık ve sarhoşlar; Küçük yapın cenneti, yarın bomboş kalacak! Kime sordumsa seni doğru cevap vermediler; Kimi alçak, kimi hırsız, kimi deyyus! dediler... Künyeni almak için, partiye ettim telefon: Bizdeki kayda göre, şimdi o mebus dediler! .. Deniz gülümsüyor uzaktan. Dişleri köpükten, dudakları gök.. 'Ne satarsın, deli kız rüzgarda memelerin? '. 'Suyunu denizlerin, yiğit, suyunu denizlerin.'. 'Ne taşırırsın kara oğlan, kanınla karıştırıp? '. 'Suyunu denizlerin, yiğit, suyunu denizlerin.'. 'Bu tuzlu gözyaşları, ana, nerden gelirler? '. 'Ağlarım suyunu denizlerin, yiğit, suyunu denizlerin.'. 'Bu derin sızı, gönül, nerden doğdu oy? '. 'Ne acıymış, ne acı suları denizlerin''. Deniz gülümsüyor uzaktan. Dişleri köpükten, dudakları gök. Ondört asır evvel, yine bir böyle geceydi, Kumdan, ayın ondördü, bir öksüz çıkıverdi! Lâkin o ne hüsrandı ki: Hissetmedi gözler; Kaç bin senedir, halbuki, bekleşmedelerdi! Nerden görecekler? Göremezlerdi tabî'î: Bir kere, zuhûr ettiği çöl en sapa yerdi; Bir kere de, ma'mure-i dünyâ, o zamanlar, Buhranlar içindeydi, bugünden de beterdi. Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta; Dişsiz mi bir insan, onu kardeşleri yerdi! Fevzâ bütün âfâkını sarmıştı zemînin Salgındı, bugün Şark'ı yıkan, tefrika derdi.. Derken, büyümüş, kırkına gelmişti ki öksüz, Başlarda gezen kanlı ayaklar suya erdi! Bir nefhada kurtardı insanlığı o ma'sum, Bir hamlede kayserleri, kisrâları serdi! Aczin ki, ezilmekti bütün hakkı, dirildi; Zulmün ki, zevâl akılına gelmezdi, geberdi! Âlemlere, rahmetti, evet, Şer'-i mübîni, Şehbâlini adl isteyenin yurduna gerdi. Dünya neye sâhipse, onun vergisidir hep; Medyûn ona cem'iyyeti, medyûn ona ferdi. Medyûndur o ma'sûma bütün bir beşeriyyet... Yâ Rab, bizi mahşerde bu ikrâr ile haşret.. Hilvan, 11 Rebîülevvel 1347 (28 Ağustos 1928) Gel seninle ahd-ü peyman edelim Ne sen beni unut ne de ben seni İkimiz de bir ikrarı güdelim Ne sen beni unut ne de ben seni. Aman kaşı keman elinden aman Sürdük sefasını etmedik tamam Ehl-i irfan içre olduğum zaman Ne sen beni unut ne de ben seni. Hem saza mailem hem de sohbete Hem sana mailem hem de devlete Aşkın ile düştüm diyar gurbete Ne sen beni unut ne de ben seni. Yarimin cemali güneşte mahı Sana aşık olan çekmez mi ahı Getir and içelim Kelamullahı Ne sen beni unut ne de ben seni. Abdal Pir Sultan'ı çektiler dara Düşmüşüm aşkına yanarım nara Bakın hey erenler şu giden yara Ne sen beni unut ne de ben seni Her şeye boşver, dolu dolu yaşa. Madem ki bir aşkın var, ne güzel, tadını çıkar.... Sanki ayıp bir şeymiş de utanıyormuşsun gibi yazmışsın bana.... Her şeye boşver ve aşkı yaşa... İlle de büyük aşk olması gerekmez; yaşanan her aşk büyüktür, yeter ki tadını çıkarmasını bil.... Çok büyük umutlar bağlama, yarını hiç düşünmeden, günü gününe sev, sevginin tadını çıkar.... Sevgide geleceği düşünürsen aşkı, bombok edersin. Sakın haaa... Sonsuz, monsuz diye karşındakinin başını yeme.... Her şeye boşver; öylesine sev ki, sevdiğini bile umursama, salt kendin için sev, bencilce yaşa aşkı, bütün maddesiyle.... Yaşamdan elinde kala kala salt yaşadığın sevgiler kalır sonunda, ne şu, ne de bu.... Bütün onlar, aşkı yaşamak için gerekli olan - ne yazık ki gerekli olan- gereklerdir.. Aslolan aşktır yaşamda.... Dolu dolu, dolu dizgin, zilzurna, saniye saniye aşkı yaşayarak sev.... İki yıl, üç yıl sürecek diye umutlanıp enayilik etme... İster sürer, ister sürmez... Sen o anı yaşa yeter ki.... Yitirdiğin zaman; yaşadıklarını kazanmış olacaksın... Sonunda elbet yitireceksin, ama yitireceğini hiç düşünme; çünkü aynı zamanda kazanmışsındır da.... Anılar kazanıyorsun daha ne... İç o zaman, sarhoş ol.... Yüce şeyler düşünme severken, sevgiyi berbat edersin; çünkü sevginin kendisinden daha yüce bir şey olamaz... Aferin sana seviyorsan, seviliyorsan.... Sakın kuşkulara kapılma. Karşındakini didikleme, yiyip bitirme.... Türk gelenekleri, görenekleri öyle... Sakın bu aptallığı yapma.... Severken yirmi yıl sonrasını değil, . yirmi dakika sonrasını bile düşünme, sevinin içine edersin.... An an yaşa, derin derin hem de... Afferin sana.... Çok sevindim. İşe güce boşver. Artık sana ne Surname'yi, ne de başka şeyi soruyorum.. Keyfince yaşa, sev... Sevildikçe sev, sevilmeyince de tastamam boşver ve o zaman o güzelim yalnızlığına sarıl.... O yalnızlık ki, bütün sevgilerden daha güzeldir ve sonunda onun koynuna girmek için kendi kollarımızla kendimizi sararız.... O zaman da hiç üzülmeyeceksin. Çünkü nasıl olsa, sığınacak bir yalnızlığımız var; günün birinde anamız bile bizi bırakır gider ama o yalnızlığımız, biz yaşadıkça bizi hiç bırakmaz.... Severken bunları düşünme, lütfen yarınsız sev! . Hadi, sevgiyle öperim. Yaşa sen! ... Sevda vadisine düştüm Gamlıyam şahım Ali Kimsesiz kaldım karanlık Gün be gümrahım Ali Doğmuyor mihr-i ümidim Çıkmıyor mahım Ali Gelmiyor mu kulağına Ahlı eyvahım Ali. Merhamet et herşeye agahım Ali Var mı senden başka söyle irticagahım Ali. Bir günahkar insanım ben Yok yüzüm peygambere İstemem bir türlü gitmek Böyle huzur mahşere Tesadüf eylerim derken Belki bir gün rehbere düşmüşem elsiz ayaksız Bak aslan-ı haybere. Çıkmıyor bir an ciğerden Geldi sevda hançeri Hakkın aşkına esir ol Duğum günlerden beri Zikreylerim ismini ben Gal-u beladan beri O kadar yandım yakıldım Unuttum her yeri Bu şehir girdap gülüm Girdapta mehtap gülüm Feleğin bir suyu var Su değil kezzap gülüm. Feleğe dayandım gülüm Öldüm de uyandım gülüm Öldüm de uyandım. Bu şehir serap gülüm Serapta mihrap gülüm Feleğin bir topu var Mermisi kezzap gülüm. Feleğe dayandım gülüm Öldüm de uyandım gülüm Öldüm de uyandım. Yezidin harcı zulüm Yiğidin burcu ölüm Feleğe dayandım gülüm Öldüm de uyandım gülüm Öldüm de uyandım Geldim Suskun ve kederli Bıraktım kendimi toprağına Kalbim bekle diyordu Bir tapınak bu geç olmadan Ama geciktim Gölgesi kalmış duvarların Kendileri gitmiş uzaklara. Doğu diyorum bazan Rüzgarı acıtan doğu Yeter mi anlamama Avunmak için Dörtlükler ve haritalar Topladım çantama Taşlar biriktirdim Saçlarımı uzattım kahırla. Senden konuşan O tuhaf kalabalığın ortasında Baktım dağ göllerinin derin uykusuna Görünen tüm yollara baktım Gücüm yok Acıyan yaralarını sormaya. Orada Tanrının biliniyor kuşlar Kadınlar tanrının biliyor kuşları Ve soruyorlar ona Tanrım ne yaptık sana Kuşlarının kanatlarını mı kırdık Ne yaptık sana. Tanrı sessiz Annem kadar sessiz Bakarak Neden bekliyorsunuz burada Diyordu kalanlara. Ah sevgili ten Neden bekliyorsun burada Alıp kokunu git Git O acı rüzgarın ardından Bir an kayboldun gibi! yaşadım kıyameti Yoruldun ama buldun ey kalbim emaneti. Yeniden su yürüdü dalıma yaprağıma Bir bakışın can verdi kurumuş toprağıma. Çiçeğe durdu kalbim içtim parmaklarından Göz çeşmem suya erdi sevda kaynaklarından. Bir aydınlık denizin sonsuz derinliğinde Yüzüyorum gözünün yeşil serinliğinde. Bir ışık bir kelebek biraz çiçek biraz kuş Yeni bir ülke yüzün ellerimde kaybolmuş. Soluğum bir kuş gibi uçuyor ellerine Kapılıp gidiyorum saçının sellerine. Gözlerinden göğüme sayısız yıldız akar Bir gülüşün içimde binlerce lamba yakar. Bir kurtuluştur o an çağrılsa senin adın Sesin ne kadar sıcak sesin ne kadar yakın. Tabiat bir bembeyaz gelinlik giymiş gibi Yüzüme kar yağıyor sanki elinmiş gibi. Sensiz geçen zamanı belli yaşamamışım Sensizlik bir kuyuymuş onu aşamamışım. Bir yol buldum öteye geçerek gözlerinden İşte yeni bir dünya peygamber sözlerinden. Ölüm bize ne uzak bize ne yakın ölüm Ölümsüzlüğü tattık bize ne yapsın ölüm. Güzlek 1971 Varsın biraz da yollar çeksin benim cefamı Artık verin çocuklar, artık verin asamı!. Bir başka kâinata, bir başka yurda yol var; Siz örtünün garipler siz örtünün abamı! Yorgun düşüp uzandım altında asumanın; Gölgende buldum ey dal bir anne ihtimamı. Şahane manzaraydı dünya sınırlarında Bir kubbenin rüku’u, bir zirvenin kıyamı. . Yükseklerinde ömrün dağlar, sular kovuklar: Yükseklerin diliyle tekrar edin nidamı! Dağlar lisana geldi, gökler lisana geldi; Şerh oldu Mesnevi’den yıldız Şerh oldu Mesnevi’den yıldızların kelamı. Şeffaf mavinizden abdest alıp el açtım Artık yakındayım, ey gökler, duyun duamı! Hayat bize mutlu olma şansı vermedi sevgili, biz kendimizden başka herkesin üzüntüsünü üzüntümüz acısını acımız yaptık çünkü. Dünyanın öbür ucunda hiç tanımadığımız bir insanın göz yaşı bile içimizi parçaladı. Kedilere ağladık, kuşların yasını tuttuk... Yüreğimizin zayıflığı kimi zaman hayat karşısında bizi zayıf yaptı. Aslında ne güzel şeydir insanın insana yanması sevgili... Ne güzeldir bilmediğin birinin derdine üzülebilmek ve çare aramak. Ben bütün hayatımda hep üzüldüm, hep yandım. Yaşamak ne güzeldir be sevgili... Sevinerek, severek, sevilerek, düşünerek... Ve o vaz geçilmez sancılarını duyarak hayatın... Porsuk nehrinin geçtiği kadınlar Hepsine yüzer kere rastladım en azdan Umutsuz sevdalara tutulmak onlarda Bozkıra doğru seyrele seyrele yaşamak onlarda Verdi mi adama her şeylerini verirler Ben gördüm ne gördümse kadınlarda Porsuk nehrinin geçtiği. Kızılırmak parça parça olasın Bir parça ekmek siyah, on kuruşluk kına kırmızı Taş toprak arasında türküler arasında Karanlıkta bir yanları örtük bir yanları üryan Kocaman gözleriyle oy anam bu kadar dokunaklı Kimler ürkütmüş acaba bu kadar kadını . Dicle kıyılarına tiren varınca Büyük bir gökyüzü git allahım git Genel olarak önce kaşları görünür Sonra bütünsüz uykuları kaşla göz arasında Yanaklarında çıban izi taşıyan kadınlar Gül kurusu. Bir gün sizin de yolunuz düşer memlekete Siz de görürsünüz bunları kadınlarda Ödevleri yenilmek olan hep Bıçakla kemik arasında Susmakla ağlamak arasında Yenilmek Kadınlar Mescidim mihrabım üstad işidir Yola secde kılmak farz oldu bize Bir musahip gerek yola gitmeğe Evliya buyruğu arz oldu bize. Pir Eşiği Kabe Muhammet mihrap Özün turap eyle dört kapını yap Şu dünya fanidir hem hane harap Güvenme faniye bahara yaza. Cehd eyle halini yoluna uydur Yoluna uymazsa emeğin zaydır Nefsine cellat ol canına kıydır Açılsın güllerin hem taze taze. Ser nedir muhabbet canım arzular Yol içinde hesap çoktur gaziler Derdim çoktur yarelerim sızılar Er olan dayanır bal ile tuza. Pir Sultan Abdal'ım yola gelince Yolda varlığını ele alınca Dört kapıya kırk makama erince Kim bahane bulur şol kamil söze -Aysel Zehir için-. Yarım kalan hiçbir yolculuk yok bu yaşamda Birbirine Karıştırılan hiçbir boyut yok Onbeş yaş nedir ki Yılların sözle çizilen anlamında Ya bir duygu selidir aralıksız Ya da bir inanç fırtınası yüreğin Dirence açılan gençlik koylarında. Bir devrin sembolü diyorlar şimdi adına. Toprağa ölüm düştükten sonra Hiroşima’da Tüm bitkilerden önce yeşeren bir açelya Şimdi Kadıköy-Rıhtım’da Neyi çağrıştırıyor sana Sen söyle ey direnç çiçeği-neyi. Liseli bir kız iken / saçlarında rüzgarlar Cevizli tekelinde / ellerinde yarınlar Elleri utandırır Gözündeki söz senin / içindeki öz senin . Bir köpük onur uğruna kuruyan ırmaklar Ve gelenek denizlerinde ezgilenen ışıklar Henüz dile gelmedi İstanbul’u ezen suskunluğunda senin. Gazetelerde resimlerinle dolarken sayfalar Nedense söyleşilerde yalnızca Beyin hücrelerine yöneltiliyor sorular Sense ölüm rengine inat Tan maviliğince susuyorsun Yalnızca geçmişin Gelecekteki ölümsüz sesini yanıtlıyorsun Hani çok çok övmekten korktuğun O bin renkli açelyanın inançlı sesini Yanıtlıyorsun-gülümsüyorsun-susuyorsun. Bağrıdaki besteler / yüzündeki ezgiler Dile gelmez sözlerin / bilinmez ki ne söyler Dilleri utandırır Gözündeki söz senin / içindeki öz senin. Ey ovaların ateş ateş çölleştiği yerde Toprağın ırmak ırmak yüreklenişi sen Yarınlara selamını iletsin diye adın Damarlarına bağlanan yaşamı Ölümü kucaklarken ellerinle kopardın. Kurtarmak için enginlerin anlamını Gökyüzünü yere indirdiğinden beri Ya da silmek için bir damlanın yüzünü Bir okyanusun kucağına bastığından beri Ve bıçak sırtı bir dönem uğruna Bütün zamanı omuzlarına aldığından beri Adın bir açelyadır artık senin Koynuna ölüm düşürülen bütün topraklarda Bir açelya. Askıda falakada / her mevsimde dört açan Hücrede zindanlarda / güneşsiz ışık saçan Günleri utandırır Gözündeki söz senin / içindeki öz senin. Yepyeni sözcükler yeşeriyor şimdi Alnının ışıklı yamaçlarında Yüreğini içmek gerek duymak için Soluğunu solumak gerek Her dalıp gidişinde bin şiir çıkarıyor belki gözlerin Yaşama gözlerinle dalmak gerek. Bir devrin sembolü diyorlar şimdi adına. Dolar dolar gözlerin / varılmaz ki gizine Bir damlası bile / dökülmez ki yüzüne Selleri utandırır Gözündeki söz senin / içindeki öz senin Gitmek istiyorsan gidebilirsin Biz ne ayrılıklar görmüş adamız Çekinme sende vur sırtımdan beni Biz ne ihanetler görmüş adamız. Aldırma sen benim yalnızlığıma Aldırma sen benim gözyaşlarıma Boşver sende kalmış yarınlarıma Biz kadere çelme takmış adamız.. Sevsen gidemezdin sevsen bırakmaz Sevsen çıldırırdın seven ne yapmaz Git bu ateşte beni kül etmez yakmaz Biz ne cehennemler görmüş adamız. Hadi daha çabuk daha acele Koş başka kollara koş güle güle Sen de unutursun adımı bile Biz ne vefasızlar görmüş adamız. Hep aynı hikaye hep aynı masal Sen bu şarkıyı git başka yerde çal Al yanı başımdan gölgenide al Biz ne yalnızlıklar görmüş adamız Korkmazdı kimseden Ya da hiçbir şeyden Fakat bir sabah güzel bir sabah Bir şey gördüğüne inandı Ama bir şey yok dedi Ve haklıydı Hiç şüphe duymadığı mantığıyla Bir şey yoktu Fakat sabah aynı sabah Birisini duyduğuna inandı Ve açtı kapıyı Ve kapattı kimse yok diyerek Ve haklıydı Hiç şüphe duymadığı mantığıyla Kimse yoktu Aniden bir korkuya kapıldı Ve anladı ki yalnızdı Ama yapayalnız da değil Yaşıyordu beraberce Karşısındaki hiç kimseyle. (fransızcadan, Faruk Günay) Görüyorum ki, bir an önce varmak istiyorsun oraya. Gerginsin kıpır kıpırsın, soluk soluğasın, yay gibisin ey yolcu coşkunluğun ne güzel, ofken ne güzel Sana selam, sana saygı ey yolcu . Fakat düşündün mu yolunun uzunluğunu? Neler var yolunun üstünde, düşündün mu? Koşar-adim asabilecekmişsin su dağı, geçebilecek misin bu hızla su beli, tırmanabilecek misin bu solukla su sırtı? Ovada dikenler yollara uçmuştur, kuru dereleri seller basmıştır, kar yağmıştır belki o tepelere? Böyle, uçar gibi geçip gidebilecek misin oralardan, hemen varabilecek misin oraya? Belki sırtlanlar üşüşmüştür leşlere, kuzgunlar tutmuştur belki yolları. Belki silinmiştir ayak izleri yolcuların. Butun bunları düşündün mu ey yolcu? çünkü sen, ne ilk yolcususun bu yolun, ne de son.. Derim ki sana: Nehirler boyu git Nerelerde ve niçin durgundur nehirler, nerelerde ve niçin hırçındır nehirler, nerelerde ve niçin mendereslidir, nerelerde ve niçin çağlayanlı ve de çavlanlıdır nehirler, gözlerinle gör, duy kulaklarınla Gör ve duy ki, nasıl varır nehirler denizlere . Derim ki sana: Denize varmaktır amacı nehrin, denize varmak, ey yolcu Büyükse dağ, aşamıyorsa üstünden nehir, dolanır çevresini dağın. Büyükse kaya, sokup atamıyorsa nehir, birikip birikip taslar üstünden, dolanır yanını yöresini. Yokuşsa yolu, koşamıyorsa menderesler çizer nehir. uçurum çıkarsa önüne, kapıp bırakır kendini nehir, acar kanatlarını; varır varacağı yere, oraya denize . Derim ki sana: Nehirler boyu git ve gör nehirlerin nasıl yol aldıklarını sen de bir nehirsin ey yolcu Senin de varmak istediğin bir yer var Gerçekten varmak istiyorsan oraya, nehirlere iyi bak Engeller nasıl asılır, öğren nehirlerden Yari yolda yok olup gitmek değildir amaç, nehirler gibi akıp, nehirler gibi ulaşmaktır oraya Varmaktır oraya, ey yolcu . Derim ki sana: iyi oku yolunu, avucunun içi gibi bil Dizlerini, ciğerlerini, yüreğini siki tut, iyi dengele Ovada koşar gibi vurma kendini dik yokuşlara uçuruma atlar gibi bindirme kayalara daha koş, daha koş diye alkış tutanlara kanıp da, kesilip kalma yari yolda Dipdiri varmalısın oraya Hız koşusu değil bu, ey yolcu, engelli koşudur bu Engelleri asa asa, gücünü koruya koruya varmalısın oraya çünkü oraya varmaktır amacın, koşmak değil Boşuna sevmedim nehirleri Aktıkça büyümesi boşuna değil nehirlerin Akan buyur, ey yolcu erişir menzil-i maksuduna aheste giden demiyorum ben sana, tiz reftar olanın peyine damen dolaşır demiyorum. Böyle demiyor çünkü nehirler. Duracaksın, dolacaksın, atlıyacaksın, asacaksın, koşacaksın ve varacaksın oraya, diyor nehirler. Öyle diyorum ben de Beni dinle, beni anla ey yolcu . adim adim kulaç kulaç ilerliyor nehir yoklayıp araştırarak tartıp dengeleyerek adim adim pençe pençe ilerliyor nehir birdenbire koçbaşı birdenbire ipek bir çarşaf ve balıklar kurbağalar yosunlar köprüler ve yoksul değirmenleri bozkırın birdenbire bir uğultu birdenbire bir kıyamet bindirip çekilerek çekilip toparlanarak veriyor cüceleşip devleşerek veriyor nehirlerce Kahtalarla. şarkılar söylemeliyim nehirler gibi uzun nehirler gibi kollu nehirler gibi hırçın ve yumuşak ve nehirler gibi dur durak bilmeyen şarkılar söylemeliyim. gitmek nehirlerle yan yana gitmek nehirler gibi zor nehirler gibi çetin nehirler gibi umutlu gitmek nehirlerden de öteye oraya taaa oraya o büyük kurtuluşa yüreğim yaralı kuşum topla ve aç kanatlarını Bir daha dünyaya gelsem Yine seni severdim Beni üzesin diye Beni deli divane edesin diye Biliyorum Sen de bir daha dünyaya gelsen Yine beni sevmezdin Kahrımdan öleyim diye Düştüm bir öylesi çekilmez derde, Ne ölümü düşünürdüm, ne yaşamak korkusu, Ne sır aradım herşeyde, ne gariplik var serde, Ne kara sevda, ne sevmek ne sevilmek arzusu Artık her şarkı dokunur bana bu şehirde. Hasret nedir bilmezken o kadar Şimdi, her an, her yerde gurbetteyim. Çünkü daha görmediğim güzellikler var, Öyle bir yürek koymuşlar ki içime neyleyim, Her yere gönlümü vermeden geçemem dostlar! Ben deli miyim bilmem mi neler ettiğimi. Bir han köşesinde yatmayınan Kerem diyorlar, Ne tuhaf bu insanlar derdini dökmeyinen Çaresiz derde bulunmaz merhem diyorlar,. Ah.. bir alıp satıcı gönlüm var gezer çarşı çarşı, Başım güneşe düşmüş yanmayı öğrenir. Nolur böyle duradursun cama güneşe karşı, Gönül her yerde bir kardeşim güzel her yerde bir.. Evet Evet . tanrı aşkı yarattığında çoğu insana yaramadı tanrı köpekleri yarattığında köpeklere yaramadı tanrı bitkileri yarattığında eh işte idare ederdi tanrı nefreti yarattığında standart bir hizmete kavuştuk tanrı beni yarattığında beni yaratmış oldu tanrı maymunu yarattığında uyuyordu zürafayı yarattığında sarhoştu uyuşturucuları yarattığında kafası kıyaktı ve intiharı yarattığında bunalımdaydı. senin yatakta uzanmış halini yarattığında ne yaptığını biliyordu sarhoştu ve kafası kıyaktı ve sonra dağları ve denizi ve ateşi aynı anda yarattı. bazı hataları oldu ama senin yatakta uzanmış halini yarattığında tüm Kutsal Evren' in üzerine boşaldı.. Charles Bukowski Bana yirmi yaşımda ateş saçan bir sevdâ, İlk şi'rime altundan kanad veren o hulyâ Ak saçlarım altında yine alev saçacak.. Milletinin ruhuyle feryad eden bir dudak O şeyleri söyler ki çağlattığı gümüş ses Asırların önünde nağmesini dindirmez.. Hiddet, tahkir hepsi boş! .. Her cefaya katlanan Yine şair kalbinden başka bir kalb değildir; Bu zayıf kalb en mağrur alınları eğiltir.. Şu dünyada bir büyük rüya gören kahraman O kartala benzer ki en yangınlı şimşekler Onun sisli ve korkunç yollarına nur serper. Ne hakim, ne savcı, ne de doktor ol Hedefe yürüyen adam ol yeter Çıksa da önüne binbir türlü yol Hedefe yürüyen adam ol yeter. Elbet seni hakir görenler olur Kınayanlar olur, yerenler olur Vazgeç diye akıl verenler olur Hedefe yürüyen adam ol yeter. Kararlı ol, kim ne ederse etsin Düşmana el salla kör dövüş bitsin Sonsuza talipsen aldırma gitsin Hedefe yürüyen adam ol yeter. Engeller çıkarsa pes etme sakın Ölümüne giden bir tavır takın Kışlar bahar olur, uzaklar yakın Hedefe yürüyen adam ol yeter. Şu sahte dünyada gözün kalmasın Dışın alsa bile için almasın Makamın, şöhretin varsın olmasın Hedefe yürüyen adam ol yeter. Garibi, mazlumu üzen değişmez Ezilen değişmez, ezen değişmez Lafazanlık ile düzen değişmez Hedefe yürüyen adam ol yeter. Bir çınarsın, kimse bükemez seni İstediği yöne çekemez seni Hesaplar, planlar yıkamaz seni Hedefe yürüyen adam ol yeter. Mertlik ve dürüstlük hileyi yener Yalancının mumu yatsıda söner Mutlaka bu devran tersine döner Hedefe yürüyen adam ol yeter Yurdumuzun dostuna dost, düşmanına düşmanız, Bizi sorun tarihlere, biz nasıl kahramanız. . Göz dikilmez bu vatana, yan bakılmaz bayrağa, Kahramanlar nesliyiz biz, Oğuzun soyundayız.. Biz cihâna karşı durduk, Ezdik düşmanı, yere vurduk.. Karşımızda secde etti, en kavi düşman bile, Kim bilir, kaç gazaya şahit oldu bu yerler? . Destan oldu savletimiz*, azmimiz, dilden dile, Bize, "Yılmaz, korku bilmez, arslan oğlu Türk" derler.. Biz cihâna karşı durduk, Ezdik düşmanı, yere vurduk... Sana yaralarımdan çiçekler, ilk yardım geceler biraz da ve yangından kurtarılması imkansız acılar bırakıyorum.... seni özümün gizinde saklıyorum... bütün aşklarımın izlerini sayıklayarak ve aldatarak tüm sevdiklerimi,. sana cinayetimin ipuclarını bırakıyorum... vasiyeti olmayan ölüler ülkesinden (türkülerin sırtındaki muamma!) yazık bir nakarat bırakıyorum sana. 'ben sana gülüm demem,gülün ömrü az olur'. öç biter, biter şarkı,. yaz olur... düşmezse düşmesin yakamızdan ölüm bizim de ülkemizde sabah olacak gülüm Düşkün bir prenstin muhtaç kalmıştın bu dünyada görünmeye bitmeyen arzularına muhtaç kalmıştın. Sadece fakir biriydin sana göre beni görünce öylesine kaptırmştın ki o eski muhteşem günleri anmaya fark edememiştin beni. Yine de küllerini getirdin bana bu kayıp dünyanın sayıklıyan tarihine benimle geçmek istedin.... Oysa düşkünde olsalar prensesler iyi bilmeliydi kimlerle tarihe geçeceklerini vurulmuş bir insanla kurtulmayı düşlemenin onu bir kez daha vurmak oldugunu.... Hem artık sayıklayan tarihin bile çok vakti yoktu düşkün prenseslerin arkadaşlık hatlarını bagışlamaya... Korkunç bir hızla Devreder eskiye yeniyi Tarihin kum saati Yetmez Arap çölleri . Sürer müthiş dönüşüm Yeni eskinin omuzlarında Ölüme doğar usulca Solar bir tomurcuk Dönüşerek eskiye . Bitmiştir beklenen gün Beklenecekler sonsuz Gecedir günün habercisi Bir ümit dökülür karamsarlığa Ve bir şiir başlarken biter Fişekler patlıyor güneş tutuk hilal berrak Dağ taş can evinden tekbir tekbir çağlayarak Sultanım seni uğurlar bu ebedi bayrak Sen ki kevseri namluyla içtin ırmak ırmak Sen bir köprü, düştün de geçit verdi uçurum Al kanlar içinde boyuna kurban olduğum Şehidim, ruhum, melekler katında alptuğum. Albeni, albeni nur yüzün gök alnın boyadı al beni Cennet tanıdığım bağrındaki albeni Öcün sorayımda şehidim al beni Uçtu bulut yeleli yiğidim gökten emin Kanından tapusuyla ocağımdır bu zemin Yemin dövüşte secdeye kırılan kalemin Silahın bayrağın kuranın üstüne yemin Cephanem hatıramdır gece gün yudum yudum Sen gayret pınarım suyuna kurban olduğum Şehidim, ruhum, melekler katında alptuğum. Yüreğim kor yüreğim pir yandı bir daha sönmez kor yüreğim Kim demiş haini canda kor yüreğim Yedi kat yerin dibine kor yüreğim Gördüğüm tabut mu köy ufkunda seher vakti Tabut değil yıldız yıldız mahyam yola çıktı Dağ dağ omuzlarda geliyor ecelin tahtı Semalar kıskanır ey makber sendeki bahtı Sabrımda vurulan iç içe bin kere mazlum Varını vakfetmiş huyuna kurban olduğum Şehidim, ruhum, melekler katında alptuğum. Özümün özü bu girdapta kanayan Sen asıl yar için akmayan kana yan O yar özü kim bakar bu kana yan Özüm özüm kanayan Müjde ey toprak tuğbadır bu fidan bu civan Şehidim ölümsüz fani gönüllerde divan On binler yüz binler göz göz, saf saf hakka revan Diyet alacağız billah top yekün bir cihan Ölmedin sen bir oluştur bu bir şanlı doğum Kütüğü göklerde soyuna kurban olduğum Şehidim, ruhum, melekler katında alptuğum. İşte namazındayım, işte veda bayramı Sundular bu mercan sükutta sonsuz meramı Gayrı rahatta buldum canıma ilk haramı Yalnız senin rütbene hasret sarar yaramı Kalmayacak gümüş hilal okçusundan mahrum Irz diye devraldık yayına kurban olduğum Şehidim, ruhum, melekler katında alptuğum Bir yelkenli bayrağı al -Mor da olabilir- Almış yaprağına rüzgarı Rumca bir şarkı patlatıyor denizin gözüne gözüne. Mubalağa laz oldu vre sevgilim Aramızda bu yaz Pontuslarını zaptetmeye birbirimizin Selvi yeşili serenlerimizle. Beğenmediysen o yeşili -Nefti mi? Değil- Camgöbeği olabilir mesela Suların postekisinde sevişmek için. Mubalağa yaz oldu bu yaz İkimiz de ömrümüzün güzünde Fuzuli'nin dediği Geday-ı Muhteşemler. Bitkiniz tatlı-işlemeden Böyle böyle deryadil oluyor derya Derunumuzdaki.. Uyuyalım mı dedin vre sevgilim? Gaflet ki, o bayrağı al yelkenliden -Mor da olaballir- Dalgalarla dalga geçer geçerken Kucağımıza atlayan bir lapindir Menzilimiz pontus değil azrail Ve önümüz sırf ebabil... Lakin o da ölecek bir gün mutlak Bizcileyin yaşarsa bir yaz. Bunu Rabiş'in camına Bayrağı al bir yelkenliyle yaz! -Mor da olabilir ama- Rumca bir şarkı patlataraktan Ağaran siyaha doğru Siya siya! .. İki ceset ki aşktan boğulmuş Kasımpatları gibi patlayan kulaklarıyla Tozlarından tuzlarından donanmalar kurulmuş Gidiyorlar Cezayir'i fethe yeni baştan Biri erkek biri dişi İki korsan. Güler'le Can... İkisi de birbirinden ala İkisi de mubalağa! . Şiirin bütün bu felaketine rağmen İkisi de yaşıyorlar hala... Böylece tekmil oluyor yavaş yavaş Bütün bir sonbahar.... (Rengahenk) Bana yaşadığı kentin kumunu gönderen Bir sevgilim vardı Bense merak ederdim hep oranın rüzgarını Uslu mu deli mi sürekli mi Apansız mı çıkar gökte savurur Yerden aldığını. Paylaştığımız kentler oldu sonra Rüzgar usta ben acemi Esti geçti bir hışımla geçti Kum doldurdu gözlerimi Himalayaların tepesine tırmanmak güç ama mümkün Okyanusu asmak da güç ama mümkün Ay'a ulaşmak da öyle. Ama mümkün değil iste Bülbülün eti için öldürüldüğü bir ülkede sanatı zincire vuranlara meram anlatmak. Öt kuşum Öt kuşum Öt güzel kuşum Eller ne derse desin ben sana vurulmuşum. Burçlarında ceylan taşıyan yücelere ey Ayın hüzün saati gözlerinden Kuytu yerlerine sümbüller dökülen Nergisler açan eteklerinde Göklerden muştular indiren güvercinleriyle Dorukları bembeyaz yaşmaklarıyla Güneşe uzanan ağaçlarıyla Zamanı hiç geçmeyecekmiş gibi donduran Ey bir yanıyla derin sulara dayanan Ey dağlar nerdesiniz ey. . Kim bizi senden koparan Hangi ses çağıran bulvarlara Dengemizi bozan intihar vitrini bulvarlara cebbar oğlu mehemmed . kaman civarına bahar gelince yıkılır ovadan apdal çadırları yücesinde pare pare duman tutmuş düdüldağ'ın yaylasında mekan kurulur hoş gelmişsin evvel bahar nisan ayı içinde donanır dağlar donanır yeşilinden alından istasyon deresi kabarmıştır hacıdağ'ın selinden dağlar sıra sıradır eylim eylim dağlar uzanır bir uçtan bir uca dağlar bir birinden yüce yamaçlarında kireç yakılır bir ömür boyunca kahrı çekilir kimse anlamamış sırrını hikmetini bu bereket nereden gelir başınızdan duman eksilmesin gavurdağları siz hikayet eylediniz bana bahçe kazasının kaman köyünden cebbar oğlu mehemmed'in hikayesini. yılların yücesinden şöyle bir seyran edelim bir avuç toprağıma çöreklenmek için yürümüş selamsız sabahsız destursuz girmiş memleketime yedi çeşit frenk askeri uğursuz bir hava çökmüş üstüne memleketimin uğursuz ve karanlık çocuklar gülmemiş artık sessiz sessiz ağlamış analar oduna giderken vurulmuş ve yahut harman yerinde avuçları buğday kokan delikanlılar. ve nice gavurdağı kızlarının birer birer ırzına geçilmiş yalvarmış ihtiyarlar allah'a - rivayet şöyledir kim - dumanlı bir güz akşamı şu mor dağlar efendim destur demiş de yürümüş silkinip kalkmış ayağa. gel haberi öteden verelim çıkmış dağlara kendiliğinden cebbar oğlu mehemmed fransız'a silah çekmiş hür yaşamak uğruna ırz uğruna namus uğruna ana için baba ve kardeş için. şu mübarek topraklar şu mübarek vatan için derken efendim bir gün kaman'dan öte uğrun uğrun haber ulaşmış urfa'nın antep'in köylerine gözü kanlı maraş beylerine. cebbar oğlu mehemmed burcu burcu çam kokan bir yaz akşamı omuz vermiş bir ağaç gölgesine usul usul türkü söylüyor - hasret kuşun kanadında deli kuşlar uçun gayrı yazımız böyle yazılmış bu diyardan göçün gayrı - kirveleri durdu ve süleyman on sekiz adım gerisinde şahin gibi tünemişler kayaların üstüne avuçları sıcak bakışları ok gibi deliyor her dokunduğu yeri biri doğuya bakıyor diğeri batıya. iptida durdu görüyor geleni yel midir toz mudur anlamıyor lakin bıyıkları terlemeden çeteci olan garip ökkeş çok geçmeden getiriyor haberi tabur tabur üstümüze varıyor düşman yola çıktı savranlı'dan. hemen mevzie sokuldu mehemmed yanıbaşında durdu ve gerisinde süleyman çeteler yer tutup pusu kurdular kanlı geçit boyuna düşman yanaşırken kaman köyüne bekletmeden yaylım ateşi açıldı mermi kurşun yağmur gibi saçıldı ilk seferinde on beş kişi vurdular ve bir hayli düşman kırdılar yamaçlarda koptu kızılca kıyamet cesaretlerine söz yoktu ama neyleyip nitsinler düşman daha çoktu düştü birer birer bütün yiğitler gürültüler boğazda sustu nihayet. demek diz üstü düşmüş mehemmed kirvesi durdu'nun yanıbaşına kanlar akar yarasından al al olmuş çevresinden. köpük köpük gözlerini doldurur bir başına mehemmed yedi düşman öldürür mavzerinin namlusu hala sıcak tutulmaz ölümün derdi büyük yiğenim çare bulunmaz. aynı akşam doğurmuş karısı döne mavi gözlü bir çocuk sarışın bir avuç toprak sarmışlar altına ve kemal koymuşlar adını Uyur idik uyardılar Diriye saydılar bizi Koyun olduk ses anladık Sürüye saydılar bizi. Sürülüp kasaba gittik Kanarada mekan tuttuk Seri Hakk'a teslim ettik Ölüye saydılar bizi. Halimizi hal eyledik Yolumuzu yol eyledik Her çiçekten bal eyledik Arıya saydılar bizi. Pir divanına dizildik Aşk defterine yazıldık Bal olduk şerbet ezildik Doluya saydılar bizi. Pir Sultan Abdal'ım şunda Çok keramet var insanda O cihanda bu cihanda Ali'ye saydılar bizi Birara neydi o bulutlar Somurtkan dudakları yere sarkan. Arkasında deniz alev alan adam Çehrem sarsılıyor bakmaktan. Güneş inip suya dokun Nehre yaslanıp baş aşağı koşan bir yaşlı ağaç ol Anne ben senin oğlunum Kanayan bir yurdum var Anne ben senin oğlunum Sönmeyen bir umudum var. Ellerimi tutma ne olur Beni ağlatma ne olur Anne ben senin oğlunum Bu kavgaya inancım var. Yaşamak güzeldir anne Yaşamak senin için Yaşamak güzeldir anne Yaşamak yarınlar için. Ölmek yaşamaktır yine Halkının yüreğinde Ölmekte güzeldir anne Ölmek özgürlük için. Anne seni seviyorum Sana ihtiyacım var Anne seni seviyorum Ciğer delen bir acım var Aha bu mektubu saldığım zaman Köyde kötü şeyler oluyor gene. Pekmeze karıştı olanca saman Pınara sülükler doluyor gene.. Bir rezil türküdür dinlediğimiz Tadını, tuzunu bilmediğimiz Tüküre tüküre kirlediğimiz Utanmaz suratlar gülüyor gene.. Evlek evlek ekin idi tarlalar Hasar etti piç sıpalar, danalar Emeği zay'olan garip analar Ağlayıp saçını yoluyor gene.. Tohum gene susuz, toprak gene sert İlâç gerek, ilâç; öldürür bu dert... Köy, oba, mahalle,öfkeden fert fert Ölüyor; ölüyor, ölüyor gene.. Yaramız bir değil, elli değil ki.. Odun kim? adam kim? belli değil ki.. Her insan pergelli, pilli değil ki.. Biri gidip, biri geliyor gene.. Çarkı ters çevirdi kalleş kolanlar Ne olduysa bize oldu olanlar Adam sandığımız cıvık oğlanlar İbiş'in sazından çalıyor gene.. Yiğit kim? korkak kim? göremiyorum. şaşırdım, bir karar veremiyorum 'Neme lâzım' deyip duramıyorum Öfkeler uykumu bölüyor gene!. (Vur Emri) Bir savaş: Otlukbeli Bir mavi: Spartaküs Bir soru: niçin Spartaküs Bir kuş: nereye gidiyon kuşu Bir çiçek: bilmem ki çiçeği Bir su: şüpheli. Bir belge: noterlerinden Elbet başkent noterlerinden Bir şair: Ahmed Arif Toplar dağların rüzgarlarını Dağıtır çocuklara erken Bir çocuk: ince burunlu. Ey ince burunlu Güneyli çocuk Ne soracaksan işte sor Bir çalgı: fayton Bir içki: rakı hayır votka Bir tabanca: tabii dolu Bir haber: ölümüm yakın. Bir imza: okunmuyor XIV. Selam Oza, evde, geceleyin Ya da uzakta bir yerde, neresi olursa olsun, havlarken köpekler,yalarken kendi göz yaşlarını Senin soluğundur duyduğum ses. Selam Oza! . Nasıl bilebilirdim, sinik ve gülünç Bir kişi gibi, ürkerek giren bir göle, Gerçekte korku olduğunu aşkın, söyle? Selam Oza! . Ne korkunç, bir başına düşünmek şimdi seni? Daha da korkunç,bir başına değilsen oysa: Şeytan öylesine doyumsuz bir güzellik vermiş ki sana. Selam Oza! . Ey - insanlar, lokomotifler, mikroplar Gerin kanatlarınızı elinizden geldiğince ona. Harcatmam onun, dokundurtmam kılına. Selam Oza! . Yaşam bir bitki değilse aslında, Neden dilimliyor, parçalıyor insanlar onu Selam Oza! Ne acı bu denli geç rastlamak sana Ve böylesine erken ayrı kalmak sonunda.. Karşıtlar getiriliyor bir araya Bırak çekeyim kahrını ve acını kendime Çünkü acılı kutbuyum mıknatısın ben, Sense sevinçli. Dilerim sonuna dek kalırsın öyle.. Dilerim hiç bilmezsin ne denli hüzünlüyüm. İnan, kendimle üzmeyeceğim seni. İnan, ders olamayacak sana ölümüm. İnan, yük olmayacağım sana yaşamımla.. Selam Oza, dilerim ışıl ışıl kalırsın hep Bir sokak fenerinden sızan bir ışık gibi. Suçlayamam bırakıp gittiğin için beni. Şükür ki girdin yaşamıma.. Selam Oza! . Çeviren: Mehmet H. DOĞAN - Turgay GÖNENÇ Neden kadınlar böyle sıcak? Neden kadınlar böyle taze? Yaz gelince basmalar giyerler Sade.. Ben yine çocukları severim Bütün kadınlardan ziyade.. (1942) Dün gece yine yalnızdım Sokağa çıktım Ve kendime bir çiçek aldım Kendim almamış gibi yürüdüm sokaklarda Ve yalnız değilmişim gibi düşündüm Ama her gece gibi Dün gece de yalnızdım Ve kendime bir çiçek aldım Bir saat geri alınmış saatler Ben geri almadım Ve bir saat daha yalnız kalmadım Bir masaya oturdum İki çay ısmarladım Ben içtim sen soğuttun sana söyleyeceğim her şeyi yuttum çok dert etmedim çünkü yoktun dün gece yine yalnızdım rahat ağladım yokluğundan gizlemedim gözyaşlarımı ve lambaları hiç karartmadım dün gece her gece gibi yalnızdım sokağa çıktım ve kendime bir çiçek aldım sen sandım Koklamadım Aşkını gözlerinle, dün, kalbime işledin, Bir sanatkâr, eliyle, oyar gibi mermeri. Rüzgâr yüzü görmeyen ufkumda genişledin Bir fırtına halinde koptuğun günden beri.. Daha fani olaydı kurtulurdu zarardan, Aşkım ki farkı yoktur bir dağ başında kardan. Gururuma basarak üstüne çıkanlardan Dönmeyen bir sen varsın, yalnız sen varsın geri.. Nasıl taşta çeliğin izi kalırsa derin, Üstüne satır satır öyle nakşoldu yerin. Üzülme, senden sonra kalbime girenlerin Yalnız senin aksindir orda göreceklerin... Artık ne pencerem var seni koyacak Ne masam Sevgilim de yok bu şehirde Çiçek seni alıp ne yapsam Seyret doya doya, Güneşi ay'ı, Ha senin, Ha benim, Ne fark eder ki Kimden esirgeriz, Fani dünyayı, Ha senin, Ha benim, Ne fark eder ki. Ne hayaller kurdu bak nice canlar, Nice padişahlar, nice sultanlar, Mademki yolcuyuz saraylar, hanlar, Ha senin, Ha benim, Ne fark eder ki. Akibet belliyken bu telaş niye, Şu kısa ömürden kim almış paye, İki metre kefen en son sermaye, Ha senin, Ha benim, Ne fark eder ki . Vefadan payını almayan dünya, Hiç kimseye yaren olmayan dünya, Sana da bana da kalmayan dünya, Ha senin, Ha benim Ne fark eder ki Bilmek istersen seni Can içre ara canı Geç canından bul anı Sen seni bil sen seni. Kim bildi ef'alini Ol bildi sıfatını Anda gördü zatını Sen seni bil sen seni. Görünen sıfatındır Anı gören zatındır Gayri ne hacetindir Sen seni bil sen seni. Kim ki hayrete vardı Nura müstağrak oldu Tevhid-i zatı buldu Sen seni bil sen seni. Bayram sözünü bildi Bileni anda buldu Bulan ol kendi oldu Sen seni bil sen seni beş yıldır aynı lamba siperliğine bakıp duruyorum üzerinde bir tür bakar tozu birikti ve buraya gelen kızlar temizlemeyecek kadar meşguller. ama önemi yok zaten ben de şu ana dek farkedemeyecek kadar meşguldum. ışığın beş yıllık toz nedeniyle iyi aydınlatmadığını Şimdi bir an dönerek gerilere, hani Bir zamanlar beni ölesiye yaşatan Ellerimi bırakıp sevecen ellerini Çevremi sımsıcak bir sevgiyle kuşatan Seni arıyorum. Bir deniz hıçkırıyor ta içimde, dinle Giderek yalcın kayalar, kumlar eriyor Simdi baş başayım bir kıyıda kendimle Ve bende var ettiğin o ben can veriyor Seni arıyorum. Gülerdin bir zamanlar güneş batmazdı Baştanbaşa bir gül bahçesiydi ortalık Renkler ya mavi, ya pembe, ya beyazdı Oysa simdi ne yana baksam karanlık Seni arıyorum. Varsın ama yoksun. yanımdasın, değilsin Gözlerim boşuna deliyor geceleri Tek seni bir kez daha görebilmek için Daldırıp ellerimi benden içeri Seni arıyorum. Ellerim içimde bir kan golüne batıyor Bağırıyorum kimseler duymuyor sesimi Dişlerim hırsla dudaklarımı kanatıyor Ve senden uzakta verirken son nefesimi Seni arıyorum. Bu son aldanışım, son yıkılışım olacak Gelsen de bos artık gelmesen de, ben yokum Yine de son bir ümit kırıntısıyla, bak O her şeyi yitirdiğim anda bulduğum SENI ARIYORUM. Benim küçük gecemde Rüzgar ağaçların yaprağına son kez süre tanıyor Benim küçük gecemde viran olmanın korkusu var . Kulak ver Karanlığın esintisini duyuyor musun? Ben garipçe şu talihime bakıyorum, ümitsizliğe alıştım . Kulak ver Karanlığın esintisini duyuyor musun? . Gecede, şu an bir şey geçiyor Ay kızıl ve karmaşık Ve her an düşme korkusu yaşanan bu damda Bulutlar yaslı kalabalıklar gibi Sanki yağmurun yağacağı anı bekliyor . Bir tek an Ondan sonra hiç Bu pencerenin arkasında gece titriyor Ve yeryüzü Geri kalıyor dönüşünden Bu pencerenin arkasında bir bilinmeyen Beni ve seni bekliyor . Ey baştan ayağa yeşil olan sen Ellerini, yakıcı hatıralar gibi benim aşık ellerime bırak Ve dudaklarını, sıcak bir his gibi senden benim aşık dudaklarımın okşayışlarına teslim et . Rüzgar bizi kendisiyle götürecek Rüzgar bizi kendisiyle götürecek Gün olur Deniz olmasa da yakınlarda Yosun kokusu gelir burnuma Ve bazı gün Yüreğimde hissederim Yoksul ülkelerdeki savaşları Gün olur Ülkemdeki yokluklar ve acılar Yiyip bitirir beni Bazı gün Sevinç içinde koşarım Çiçekli,yeşil ağaçların arasından Ve geri dönesim gelmez Hüzne ve kedere Bazen şiir yazarım hayata aşka dair Bazen ne hayat Ne aşk Ne şiir. En şık elbiselerin Diğer yanının tezgahında dokundu. En tatlı yemeklerin Diğer yanının sofrasında yediğin. İstirahat ettiğin en rahat divan Diğer yanının evindeki. Allah aşkına! De bana Nasıl olur da Kendini diğer yanından ayırabilirsin? Ne hüzünler kurtarır seni ne çeyiz sandığının ceviz gölgesi ve ne de acının ses duvarındaki yorgun ve bıkkın bekleyişler. Acılar karartmışsa bile günlerin duvağını düşürmüşse de ilkyazın tomurcuklarını fırtınalar hayat kendini yeniden yaratan bir bahardır verecektir en olgun meyvelerini mutlaka yeter ki hüzünler sarartmasın yüzünü. Yak sevdanın çırasını türkülerle barajını yıkan bir ırmak gibi katıl hayata Hüznün isyana dönsün artık bitsin bezginliğin ölümcül suskunluğu evde kalmış bir cinsellik değildir çünkü dünya. Şimdi gemiler geçer uzaklardan Gönlüm güvertede sereserpedir. Işıklı geceler,saz sesleri, peynir ekmek Ne biletim ne param ne dostum var Pır pır eder yüreğim bakındıkça... -Uyan Turgut um, garibim, uyanBura Terme'dir.. Terme köprüsünden kamyonlar geçer, Irgatlar üç orada beş burada konuşurlar Bir gece başlar, yarı siyah, yarı kırmızı Cigaramı yakar evime dönerim... -Gidin gemiler, gidinVardığınız yerlere selam edin Gün olur bütün kaygılardan uzak Ben de gelirim... Aşk bu Kanatları yıldırımlanmış katı boğalar Ateşin saydam gövdesini kırarak Yatarak hayat dolu sarnıçların karnına Sıkı sıkıya kapalı sivri ve kıvrak gaga. Delip geçecek dalıp yeryüzünü Bak istersen avuçlarıma Küçük parmağın hizasında o derin havzada Göğüs göğüse iken ikimize İki ayrı kadeh gibi doldurulmuş yudum kat'i Sesin Sırrım Gözüm palaspandıras çehremde. Aşk bu Çölün sarı sofrasında atlılar Hepsinde Gererken parçalanan elimde Çelik yay parçaları Ağızlarımız kum rüzgarlarıyla yanık Yiyip içmezik acıkmazık. :Başkanları Uyutmasın vahalar diye Koynuna doldurmuş yılanları:. /çocuk Bir tane.Dayanmış yanağını cama Karşı evin balkonuna bakıyor Orada bir çocuk Tutunmuş demirlere../. İki kadeh arasında ufak kara nehrim Beni senden bölen.Suyu yakut de ki kafur Çölün arı çehrenin gamsız ölümün uzakça olduğu bir demde. Diz çökeyim söyle Tahtın nerede Bende kaynayan sende kaynak Tıpatıp iki kristal küre. Aramızda ceylanımsı bir sıçrama Çalkalanır sonsuzca.Şöyle irice Bir kelime bul ok atsın döş kemiğime. Öfkemi iyi belesin öfken. Aşk duraksar ve yara alır Uçak çelik rengi göğü sesiyle sokunca Alçalarak yemyeşil ekinlerin arasına Kuru ekmek yiyen üzgün köylüleri bombalamaya. İlkin küçük nir göl kan dolu ağzı /hava nasıl da yeşil/ Su mu yoksa o katı ışık mı yanakların taşıdığı Nilüferler isteklerkoca bir dev. Aşk bu çiğnenmiş kırbaçlanmış alta alınmış Tanıyıp tutunacak bir insan arayan Gördükçe çelik kazanlarının iç kaynamasını Kaliforniyadaki silah fabrikalarını. /Doların egemenliğ halkın refahı: Depolar boşalmalı/. Aşk aşk bir şehir harabesi daha kazandın Kurşun kanatları gergin Fosforlu mermiler yine taze Yıldırımlanmış boğalar Havanın katı gövdesini kırarak Yararak hayat dolu sevdanın karnını Pilot ağzı zehirli bir dil Kentelenmiş çeneler arasından Gözler ovaya başını çıkaran insanları. Haydi aşk aşk De ki dağları delerim senin için Yıldızlar yakarışlar açık kartlar Ve haydi hoşçakal. Kilimin üstünde Bir ampül Bir kırbaç bir ayakkabı Yılan olup bir taşa girsen de Sâki, Ecel yine olacak ensende Sâki, Dünya ki hep topraktır, oku bir şiir Şarap ver, bir nefeslik yel bende, Sâki! . (Hayyam'ın Türkçe Yüzü-Türkçe Yeniden Yazan-Yalçın Aydın Ayçiçek-Can Yayınları) -Genç Osman Destanı-. İptida Bağdad'a sefer olanda Atladı hendeği geçti Genç Osman Vuruldu sancaktar kaptı sancağı İletti bedene dikti Genç Osman. Eğerleyin kır atımın ikisin Fethedeyim düşmanların hepisin Sabah namazında Bağdad kapısın Allah Allah deyip açtı Genç Osman. Sultan Murat eydür gelsin göreyim Nice kahramandır ben de bileyim Vezirlik isterse üç tuğ vereyim Kılıcından al kan saçtı Genç Osman. Kul Mustafa karakolda gezerken Gülle kurşun yağmur gibi yağarken Yıkılası Bağdad seni döğerken Şehitlere serdar oldu Genç Osman Ruh ufuksuz yaşamaz. Dağlar ufkunda mehabet, Ova ufkunda huzur, Deniz ufkunda teselli duyulur. Yalnız onlarda bulur ruh ezeli lezzetini. Bu ufuklar avutur ruhu saatlerce, fakat Bir zaman sonra derinden duyulur yalnızlık. Ruh arar kendine bir ruh ufku. Manevi ufku pek engin ulu peygamberler - Bahsin üstündedir onlar-lakin Hayli me'ud idiler dünyada; Yaşıyorlardı havarileri, ashabiyle; Ne ufuklar! Ne güzel ruh imiş onlar! Yarab! . Annemin na'şını gördümdü; Bakıyorken bana sabit ve donuk gözlerle, Acıdan çıldıracaktım. Aradan elli dokuz yıl geçti. Ah o sabit bakış el'an yaradır kalbimde, O yaşarken o semavi, o gülümser gözler Ne kadar engin ufuklardı bana; Teneşir tahtası üstünde o gün, Bakmaz olmuşlardı artık bu bizim dünyaya. . Yaşıyan her fani Yaşıyan ruh özler, Her sıkıldıkça arar, Dar hayatında ya dost ufku, ya canan ufku. seni benim kadar sevecek olan başını taşlarda çürütmelidir yarasına dikenleri sarmalı kalbinde dağları yürütmelidir. gözleri her sabah başka bir çeşme her akşam krater, her gece duman gökleri günboyu alevlenirken boynunda bir kement olmalı zaman. yollar düğüm düğüm boğmalı onu ızdırap sızmalı baktığı yerden kaplan tutuşmalı, kurt inlemeli saçından bir teli yaktığı yerden. sana benim kadar tutulmak demek vurulmak demektir kartallar gibi tâcını, tahtını kaybetse bile gülümseyebilmek krallar gibi. seni benim kadar sevecek olan ruhunu kapından kovabilir mi seni benim kadar sevemeyenler seni benden fazla sevebilir mi Bir karga bir kediyi öldüresiye bir oyuna davet ediyordu. Hep böyle mi bu? Bir şeyden kaçıyorum bir şeyden, kendimi bulamıyorum dönüp gelip kendime yerleşemiyorum, kendimi bir yer edinemiyorum, kendime bir yer... Kafatasımın içini, bir küçük huzur adına aynalarla kaplattım, ölü ben'im kendini izlesin her yandan, o tuhaf sır içinden! Paniğini kukla yapmış hasta bir çocuğum ben. Oyuncağı panik olan sayın yalnızlık kendi kendine nasıl da eğlenir. Niye izin vermiyorsun yoluna kuş konmasına niye izin vermiyorum yoluma kuş konmasına niye kimseler izin vermez yollarıma kuş konmasına? "Öyle güzelsin ki kuş koysunlar yoluna" bir çocuk demiş. Ormanlarda yuvasını yitiren Bir kuş görsem, sen gelirsin aklıma. Beni alıp uzaklara götüren Bir düş görsem, sen gelirsin aklıma.. Gönlüm viranedir yıkılmış, yanmış Hayâl mermerinde hatıram donmuş Asırlar öncesi duvara konmuş Bir taş görsem, sen gelirsin aklıma.. Toprakta ağacın her hâli güzel Gölgesi, meyvesi, hem dalı güzel Nerede ne zaman faydalı, güzel Bir iş görsem, sen gelirsin aklıma.. Açılmış çiçektir her gülen dudak Kılıfta tomurcuk zor gülen dudak Bir dostluk bakışı, bir gülen dudak Bir diş görsem, sen gelirsin aklıma.. Yüreğinde deli taylar eşinen Gam ilinden dert iline taşınan Altmış yıl yaşayıp, bin yıl düşünen Bir baş görsem, sen gelirsin aklıma.. (Beşinci Mevsim) Ağaçlar al giydi kuşlar dillendi Açtı bahar çiçekleri Ada'nın Toprak mevce geldi yer yeşillendi Açtı bahar çiçekleri Ada'nın. Kuğul kuğul ötüşüyor kumrular Çağlayıp akıyor bulanık sular Meleşir koyunlar körpe kuzular Açtı bahar çiçekleri Ada'nın. Adapazarı'na demişler Ada Yar elinden yaralarım ziyade Çiğdemleri dağda gülü ovada Açtı bahar çiçekleri Ada'nın. Mektup yok sıladan dağlar kar mıdır Akar gözüm yaşı bir pınar mıdır Kuşlar eşin bulmuş ilkbahar mıdır Açtı bahar çiçekleri Ada'nın. Veysel'de kalmadı hiç sabrı karar Gün günden ediyom ömrümden zarar Bizim ele selam söylen turnalar Açtı bahar çiçekleri Ada'nın Nehirler gibi, Ağlamak istiyorum, Garip bir başıma ben; Kaygılar almalı beni, Dalıp gitmeliyim, Eski maden gecelerin gibi. Neden, Pırıl pırıl anahtarlar, Neden harami elinde? Kalksana Oello ana, Aç sırrını, Bu bitmez gecenin Yorgunluğuna; Akıl ver damarlarına, Senin olsun, Yupanqui’ler güneşi Uyku hali konuşurum Seninle, Toprak toprağa. Sıradağların; Döl yatağı; Sen ey Perulu ana, Nasıl oldu nasıl oldu da Saplandı, Bu hançerler çığı, Senin gebe kumluğuna? Ellerin içindeyim, Kıpırdamam, Duyuyorum: Madenler yayılıyorlar, Yeraltı boğazlarına. Köklerinden olmuşum, Ben, senin; Bilmem neden, Toprak vermez bilgeliğini Bana. Geceden gayrı, Gördüğüm yok; Yıldızlı topraklar, Altında. Bu uyduruk, Bu cinli hayal da ne? Sürünür gider, Ta kızıl bir çizgiye? Yasın gözleri, Bitki, kapkara. Nasıl vardın, Bu acı rüzgara; Nasıl oldu, nasıl oldu da, Öfke taşları arasından, Kopak; Kaldırmadı kil tacını, O gözler kamaştıran? Yanayım kara bahtıma, Çadırlar altında, bırak! Kararmış ölü bir kök gibi, Ko batıp gideyim! Bu bitmez zalim gecede, Yerin dibine ineceğim, ben; Bir altın ağza kadar. Gecenin taşına uzanmalıyım. Burada ölmeliyim, derdimle. Bir zamanlar sizi de sevmiştik hatırlar mısınız Güzelsiniz demiştik gerçekten güzeldiniz Her gece ayla beraber çıkardınız gökyüzüne Gün olur güneşler doğardı aydınlığınızdan Gözlerinizin şavkı vururdu duvarlara Gün olur dağ rüzgarıyla gelirdiniz İnsanı büyüleyen bir havanız vardı Güzelsiniz demiştik gerçekten güzeldiniz. Tutunca avuçlarımızda eriyecek sanırdık elleriniz Öyle beyazdılar, inceydiler anlatılmaz Ya dudaklarınız yaban eriği kokulu İnsanı deli divane eden dudaklarınız Hiç öpmemiştik ama bilirdik tadını öpmüşçesine Zekiydiniz aklımızdan geçenleri bilirdiniz Bir tanrı yüreğiyle severdik sizi Güzelsiniz demiştik gerçekten güzeldiniz. Nereye gitsek sizi bulurduk karşımızda Yürüsek gölgemizdiniz uyusak düşümüzdünüz Kır çiçekleri açardı bastığınız yerde İyot kokuları gelirdi uzak denizlerden Gözlerinize gemilerin biri gelir biri giderdi Yosun yeşili elbiseler giyerdiniz Bilseniz nasıl da yaraşırdı size. Şimdi ne desek faydasız yoksunuz Bir karanlıktır bıraktınız arkanızda Yüzünüzü görmek mümkün değil artık Kulaklarımızda yalnız aksi kaldı gülüşlerinizin Hani yokluğunuz bu kadar uzun sürmeyecekti Hani giderken gelirim demiştiniz Vefasızlık bile yakıştı size Güzelsiniz demiştik gerçekten güzeldiniz Gözlerim daldı gitti bir rüya denizine, Sularda uzun uzun baktım ayın izine Dedim: Yirmi yaşımın ay ışığı değil bu, Hani başım düşerdi bir sevgili dizine. . Sular gene o sular, kıyı gene o kıyı, Gene çamlar dinliyor uzaktan bir şarkıyı, Ah artık görmüyorum eridi mi ne oldu? İri yeşil gözlerde gördüğüm pırıltıyı! Mevlâm gül diyerek iki göz vermiş Bilmem ağlasam mı ağlamasam mı Dura dura bir sel oldum erenler Bilmem çağlasam mı çağlamasam mı. Yoksulun sırtından doyan doyana Bunu gören yürek nasıl dayana Yiğit muhtaç olmuş kuru soğana Bilmem söylesem mi söylemesem mi. Mahzuni Şerif’im dindir acını Bazı acılardan al ilâcını Pir Sultanlar gibi dar ağacını Bilmem boylasam mı boylamasam mı Bunca yıkılmış dağlar üstüne Kalbimin kanını buharlaştırdı gözlerin. Oysa kaç güvercin havalanmıştı içimden Konarak pervazlarına gülüşlerinin Kaç mermi sıyırmıştı ruhumu Acımasız yürüyüşlerinin mevzilerinde Dayanmıştım Ağlamıştım saatlerce parçalanan düşlerime Ta ki sevgilim Kızaran bir gök bulutu Ölümü Bir yıldırımla düşürdüğün ana değin Kalbimin haritasına. Artık ilgilenmiyorum seninle Demiştin barut kokan kelimelerle Demiştin de hayat ölü bir bıldırcın gibi Tutuşup yanmıştı yanan bir tahta içinde Tarla küllerle dolu, ortasında yumurta Çatladıkça yeniden doğuruyor kanımdan Fışkıran harflerle kalbim olan cümleyi: Ben ancak bir tarih kitabı kadar İlgileniyorum seninle... Kalbimi hoplatan da ne? Nedir beni dışarı çeken? Çevirip de sıkarak Evden itip yuvadan eden? Aynı ta oradaki bulut Kayalardan sıvışır gibi! Göç etmek istiyorum Varmak ve kalmak bengi! . Aha salkıyor kargalar Dostane uçuşlarıyla; Karışıyorum aralarına Ve takılıyorum alaya. Ve dağları taşları Beraber kanatlıyoruz. Oysa aşağıda bulunuyor, Arıyorum onu sonsuz.. Şimdi gelirken değiştiriyor; Bense acele etmekteyim, Kuş gibi öterken, Çalımsı ormana ermeliyim. O bekledi ve dinledi Ve gülümsedi kendine: 'Nede çok tatlı öter ya Ki sadece sade bana.'. Batarken Güneş Altınlıyor tepeleri; Anımsayan Güzel, Bırakıyor geçeni, Çınarın kıyısında salınıyor Çayırlardan ileri, Ve gitgide kararıyor Dolanıyor Tanyeri.. Birden uyanıyorum Nurla, Parlayan bir Yıldızım. 'Ne ışıldar yukarda, Çok yakın ufuklarda? ' Ve sende hayretle O yananı gördüysen: Bakarsın kaymışımdır ayaklarına, Yalnızca kapanmış, umutluyumdur!. Çeviri: Musa Aksoy Ama enine olmayı tercih ederdim. Ben kökünü toprağa batırmış bir ağaç değilim Taşları ve o ana sevgisini emen Bu yüzden büyüyemiyorum parlak yapraklara her nisan, Bir çiçek tarhının güzelliği de olamadım ne yazık ki Sanki özenle boyanmış ve kendi payına düşen hayranlarını kabul eder gibi, Pek yakında bütün yapraklarından birer birer döküleceğini bilmeden. Benimle karşılaştırılırsa, ölümsüz sayılır bir ağaç Ve bir çiçek o kadar uzun boylu değildir belki, ama kalkışmanın anlamını bilir, Bense ömrünü bir ağacın, cesaretini istiyorum bir çiçeğin.. Bu gece, yıldızların o sonsuz incelikte ışıkları altında, Ağaçlarla çiçekler serin kokularını serperlerken havaya. Aralarında yürüdüm, hiçbiri farkıma varmadan. Uykuya dalmadan düşünürüm de bazen Ben de onlar gibiyim aslında – Düşüncelerim bulanır sonra. Uzanıp yatmak, daha doğal geliyor bana. Sınırı olmayan sohbet yürürlüğe girdiği zaman, gökle aramızda. Ve son kez uzanıp yattığımda bir gün ben asıl o zaman yararlı olacağım: O gün ağaçlar bana bir kez olsun dokunabilecek ve benimle ilgilenecek vakti olacak çiçeklerin Bu fena mülkünde ben nice nice hayran olam Ye nice handan olam ye nice bir giryan olam. Geh feleklerden meleklerden dileklerden dileyem Gah arş u şemste gerdun olam gerdan olam. Adımım attım yedi dört onsekizden ben öte Dokuzu yolda kodum şah emrine ferman olam. Dost ferah kıldı terahtan ben teberra eyledim Suret-i insan olam hem can olam hem kan olam. Gah bir müfti müderris geh mümeyyiz gah temiz Gah bir müdbir-ü nakıs (naks) ile noksan olam. Gah batn-ı hut içinde Yunus ile söyleşem Geh çıkam arş üzere bir can olam Selman olam. Gah inem esfellere şeytan ile şerler düzem Geh çıkam arş üzre vü seyran (olam) cevlan olam. Gah işidirem işitmezem işümezem aceb Nice bir nisyan olam hayvan olam insan olam. Gah ma'kuulat-ı mahsulat takrir-ü beyan Gah maksurat olam geh sahib-i Keyvan olam. Nice bir surette insan ü sıfatta canver Nice bir tilki olam ya kurt u ya arslan olam. Nice bir tecrid ü ferd ü mücerred münferid Ye nice (cin) nice ins ü nice bir şeytan olam. Nice bir aşk meydanında nefs atın seyittirem Ye nice bir başımı tup eyleyip çevgan olam. Gah birlik içre birlik eyleyem ol bir ile Geh dönem derya olam katre olam umman olam. Gah düzahta yanam Fir'avn ile Haman ile Gah cennete varam gılman ile Rıdvan olam. Gah bir gaazi olam Efrenk ile cenk eyleyem Geh dönem Efrenk olam nisyan ile isyan olam. Gah ola odlar yakam diler yıkam canlar yakam Gah varam arşa çıkam geh şah u geh sultan olam. Nice bir dertler ile odlara yanam yakılam Nice bir şakir olam zakir olam mihman olam. Gönlümün gencine renc irgörmeden bir yol bulam Yahu deryaya girem bi reng ü bi elvan olam. Ye nice bir ben diyem sensin diyem utanmadan Ye nice deksiz olam dilsiz olam hayran olam. Nice bir balçıkt' olan alçakta olam har olam Gah varam gevher olam yakuut olam mercan olam. Ademilikten çıkam uçam melekler mülküne Levn olam bi levn olam geh kevn olam bi kan olam. Gah zındandan çıkam azad olam abad olam Geh yine der-ban olam mahbus olam zindan olam. Dar olam girdar olam Mansur olam ber-dar olam Ten olam hem can olam hem in olam hem an olam. Yunus'a Taptuğ u Saltuğ u Barak'tandır nasib Çün gönülden cuş kıldı ben nice pinhan olam. Yunus imdi bu sözüben aşıka di aşıka Kim sana ben sıdk olam hem derd ü hem derman olam. Gah halis gah muhlis olam uş Furkaan ile Gah Rahman'ur-Rahim ya Hayy ü ya Mennan olam. Geh dönem bir şems olam zerremde yüzbin arş ola Geh yien tuğyn olam alemlere tufan olam. Evveli Hu ahırı Hu ya Hu illa Hu olam Evvel ahır ol kala vu ' Men aleyha fan ' olam Yunus Emre 'Bir zaman lale de sendin bize peymane de sen' Az mı sular içtik o Çoban Çeşmeleri'nden. Bir zaman senden esti şiirin rüzgarları Hala bir anıt gibi durur Han Duvarları. İşte o kızıl saçlar, işte suda halkalar Memleket türküleri, yarım kalan mısralar. Dinledik neyden kaç yıl en güzel besteleri Seyrettik şiirinde o eski bahçeleri. Ali'si Ayşe'siyle sendeydi memleketim Yaz, ölümsüz şairim, şiirine hasretim yil dört mevsim on iki ay yil üçyüzaltmisbes gün olur olmaz yerinde gecenin ve gündüzün tenimde uyaniyor senin çiglik çigliga tenin kütür kütür kirmizi kaniyor elimde bir karpuz ne bir uyku gecelerimde ne düs ne bir huzur elmaya sakalimi sürtüyorum yanaklarin düsünce aklima egilip aliyorum kirazi islak dudaklarini alir gibi agzima gözlerinden akiyor ardarda kaç kugu sonra bütün kugu egimleri boynunda omuzlarinda sirtinin olugunda saçlarin bir gümüs ugultu uçup uçup ellerimi aranan memelerin degirmi bugusu belin belinin çukuru deli edecek beni durduk yerde baslayan kalçalarindaki müzik ve çisil çisil uyanmis bulutlari kivircik.. felâket hüzün bir bahar bir kus uçursa hüznün sevgilim kus bahçesine döner yüzün büsbütün uçurmali oysa geceme seni bilerek isteyerek unutup herseyi açligi surada kavgayi orada militani sorguda isçiyi sokakta parmaklarinizda gün boyu günes bögürtlen yer gibi temmuz gecelerinde mosmor sevismeliyiz seninle sabaha kadar (MÜEBBET TÜRKÜSÜ / 1987) Cahil ile dost olma İlim bilmez, irfan bilmez, söz bilmez, üzülürsün Saygısızla dost olma Usul bilmez, adap bilmez, sınır bilmez, üzülürsün Açgözlü ile dost olma İkram bilmez, kural bilmez, doymak bilmez, üzülürsün Görgüsüzle dost olma Yol bilmez, yordam bilmez, kural bilmez, üzülürsün Kibirliyle dost olma Hal bilmez, ahval bilmez, gönül bilmez, üzülürsün. Ukalayla dost olma Çok konuşur, boş konuşur, kem konuşur, üzülürsün. Namertle dost olma Mertlik bilmez, yürek bilmez, dost bilmez, üzülürsün. büyük bir şaşaadır ölüm ebruli nurlarla gelir öyle bir yanardağdır ki öfkesi mutantan destur'larla gelir. karşıtıyla yüklüdür herşey mutlak çözümlerden vazgeç tartışılmaz mükemmellikler ne gizli kusurlarla gelir. sen sen ol korkma karanlıktan dik ışık çekirdeklerini çünkü en berrak sular bile en yağlı çamurlarla gelir. nasıl doğmakla başlarsa ölüm ölmekle başlar öyle hayat bil ki dünyayı sarsan sıçramalar birikmiş şuurlarla gelir Yarin beyaz gerdanında Türlü türlü haller gördüm Sıralanmış her yanında Yıldız gibi benler gördüm. Yar ile tenha buluştuk Gizli dertlerimiz açtık Hayli bir zaman konuştuk Dudağında ballar gördüm.. Dudu diller inci dişler Ahu gözler o bakışlar Kesme kakül sırma saçlar Zülüfünde teller gördüm.. Elmas küpe kulağında Güller açmış yanağında Seher vakti dost bağında Taze açmış güller gördüm.. Söylenir sevdan Veysel'i Aşıktır aşığın temeli Ben o yari görmeyeli Aylar geçti yıllar gördüm. İkbâl için ahbabı siâyet yeni çıktı Bilmez idik evvel bu dirayet yeni çıktı . Sirkat çoğalıp lafz-ı sadâkat modalandı Nâmûs tamâm oldu hamiyyet yeni çıktı. Düşmanlara ahbabını zem oldu zarafet Dil-dârdan ağyara şikâyet yeni çıktı . Sâdıkları tahkîr ile red kaide oldu Hırsızlara ikram u inayet yeni çıktı . Hak söyleyen evvel dahi menfur idi gerçi Hâinlere amma ki riâyet yeni çıktı. Evrak ile i`lân olunur cümle nizâmât Elfâz ile terfîh-i raiyyet yeni çıktı. Âciz olanın ketm olunur hakk-ı sarîhi Mahmîleri her yerde himâyet yeni çıktı. İsnâd-ı taassub olunur merd-i gayûra Dinsizlere tevcîh-i reviyyet yeni çıktı. İslâm imiş devlete pâ-bend-i terakkî Evvel yoğ idi işbu rivayet yeni çıktı. Milliyyet-i nisyân ederek her işimizde Efkâr-ı Fireng’e tabaiyyet yeni çıktı. Eyvah bu bâzîçede bizler yine yandık Zîrâ ki ziyan ortada bilmem ne kazandık. Açıklaması. 1- Yükselmek, iyi bir mevkiye gelmek için dostlarını çekiştirmek yeni çıktı, önceleri bu beceriksizliği bilmezdik, bu da yeni çıktı 2- Hırsızlık çoğalıp sadakat sözü moda haline geldi, namusu bitirdik, hamiyet yeni çıktı 3- Düşmanlara dostları yermek bir incelik oldu; başkalarına gönül dostlarından şikayet yeni çıktı 4- Sâdık kişileri aşağılama, reddetme benimsenir oldu; hırsızlara ikram ve yardım yeni çıktı 5- Her ne kadar doğruyu söyleyenler de önceleri nefretle karşılanmışsa da ancak hainlere uyma yeni çıktı 6- Bütün düzenlemeler bazı kâğıtlar ile ilan olunur, söz ile halkın refaha eriştirilmesi ise yeni çıktı 7- Güçsüz olanın en belirgin hakkı saklı tutulur, himaye görenleri her yerde korumak yeni çıktı 8- Gayretli kişiler taassubla suçlanırken dinsizlere özgü derin düşünce yeni çıktı 9- Devletin yükselmesine engel olan İslamiyet imiş, önceleri yoktu, bu rivayet yeni çıktı 10- Her işimizde millî benliğimizi unutarak Batı düşüncesine körü körüne bağlılık yeni çıktı 11- Eyvah bu oyunda bizler yine yandık, çünkü zarar ortada bu konuda bilmem biz ne kazandık Bu gün ben seni gördüm Selam vermek istedim Yüzünü yana çevirdin Söyle,yıllardan beri Kalbimiz beraber duydu Beraber vurduğu yılları Peki,ne çabuk unuttun Beş yıl gözümden akan o kanlı yaşları Bir selama değmedi mi? Hiç yüzüme bakmadan yanımdan nasıl geçtin Sen aşkın selamını korkuya mı değiştin Yoksa sen kendi yeminine sözüne sadık kalmadın mı? O kadar yakın iken bu kadar uzak oldun Tatlı gülüşlerimiz, acı feryatlarımız Bir selama değmedi mi? Kaygılı-kaygısız anlarımız Bir selama değmedi mi? Yalnız şimdi anladım ah sen daha benim için Ulaşılmaz bir çiçeksin Yaşanmış günlerim tekrar geri dönmeyeceksin Kop ey tufan, es ey yel, Hazan oldum döküldüm Tam beş yıl kalbimde Beslediğim sevgi, bir selama değmedi Bir günlük hasretime dayanamayan gülüm Peki ne oldu bu hasret bir selama değmedi mi? Gittin, arkandan baktım can ayrıldı canımdan Sen nasıl sorumsuzca geçtin yanımdan Ah çektim,üstümdeki yapraklar titredi gülüm Senin kalbin titremedi Arkanada bakmadın Neden senin yolunu sevgi kesmedi? Kazancımız söyle bu mu? Söylenmemiş o selam elvedamız mı oldu? Sen bana zulm ettin bana zulum yakışır Bir selama değmeyen aşka ölüm yakışır Müslümanlık nerde! Bizden geçmiş insanlık bile... Adem aldatmaksa maksad, aldanan yok, nafile! Kaç hakiki müslüman gördümse, hep makberdedir; Müslümanlık, bilmem amma, galiba göklerdedir; . İstemem, dursun o payansız mefahir bir yana... Gösterin ecdada az çok benziyen kan bana! İsterim sizlerde görmek ırkınızdan yadigar, Çok değil, ancak Necip evlada layık tek şiar. Varsa şayet, söyleyin, bir parçacık insafınız: Böyle kansız mıydı -haşa- kahraman ecdadınız? Böyle düşmüş müydü herkes ayrılık sevdasına? Benzeyip şirazesiz bir mushafın eczasına, Hiç görülmüş müydü olsun kayd-i vahdet tarumar? Böyle olmuş muydu millet canevinden rahnedar? Böyle açlıktan boğazlar mıydı kardeş kardeşi? Böyle adet miydi bi-perva, yemek insan leşi? Irzımızdır çiğnenen, evladımızdır doğranan... Hey sıkılmaz, ağlamazsan, bari gülmekten utan! ... "His" denen devletliden olsaydı halkın behresi: Payitahtından bugün taşmazdı sarhoş naresi! . Kurd uzaklardan bakar, dalgın görürmüş merkebi. Saldırırmış ansızın yaydan boşanmış ok gibi. Lakin, aşk olsun ki, aldırmaz otlarmış eşek, Sanki tavşanmış gelen, yahut kılıksız köstebek! Kâr sayarmış bir tutam ot fazla olsun yutmayı... Hasmı, derken, çullanırmış yutmadan son lokmayı! ... Bu hakikattir bu, şaşmaz, bildiğin usluba sok: Halimiz merkeple kurdun aynı, asla farkı yok. Burnumuzdan tuttu düşman; biz boğaz kaydındayız; Bir bakın: hala mı hala ihtiras ardındayız! Saygısızlık elverir... Bir parça olsun arlanın: Vakti çoktan geldi, hem geçmektedir arlanmanın! Davranın haykırmadan nakus-u izmihaliniz... Öyle bir buhrana sapmıştır ki, zira, halimiz: Zevke dalmak söyle dursun, vaktiniz yok mateme! Davranın zira gülünç olduk bütün bir aleme, Bekleşirken gökte yüz binlerce ervah, intikam; Yerde kalmış, naşa benzer kavm için durmak haram! ... Kahraman ecdadınızdan sizde bir kan yok mudur? Yoksa, istikbalinizden korkulur, pek korkulur. Yangınlar, Kahpe fakları, Korku çığları Ve irin selleri, aç yırtıcılar, Suyu zehir bıçaklar ortasındasın. Bir cana, bir başa kalmışsın vay vay! Pusatsız, duldasız, üryan Bir cana bir de başa Seher vakti leylim - leylim Cellat nişangahlar aynasındasın. Oy sevmişem ben seni.... Üsküdardan bu yan lo kimin yurdu! He canım... Çiçekdağı kıtlık, kıran, Gül açmaz, çağla dökmez. Vurur alnım şakına Vurur çakmaktaşı kayalarıyla Küfrünü, Medetsiz, Munzur. Şahmurat Suyu kan akar Ve ben şairim.. Namus işçisiyim yani Yürek işçisi. Korkusuz, pazarlıksız, kül elenmemiş, Ne salkım bir bakış Resmin çekeyim, Ne kınsız bir rüzgar Mısra dökeyim. Oy sevmişem ben seni.... Ve sen daha demincek, Yıllar da geçse demincek, Bıçkılanmış dal gibi ayrı düştüğüm, Ömrümün sebebi, ustam, sevgilim, Yaran derine gitmiş, Fitil tutmaz, bilirim. Ama hesap dağlarladır, Umut, dağlarla.. Düşün, uzay çağında bir ayağımız, Ham çarık, kıl çorapta olsa da biri Düşün, olasılık, atom fiziği Ve bizi biz eden amansız sevda, Atıp bir kıyıya iki zamanı Yarının çocukları, gülleri için, Koymuş postasını, Görmüş restini. He canım, Sen getir üstünü.. Uy havar! Muhammed, İsa aşkına, Yattığın ranza aşkına, Deeey, dağları un eder Ferhadın gürzü! Benim de boş yanım hançer yalımı Ve zulamda kan - ter içinde asi, He desem, koparacak dizginlerini Yediveren gül kardeşi bir arzu Oy sevmişem ben seni... Atatürk'ün bir sözü vardı Yediveren gül gibi açardı. Atatürk'ün bir atı vardı Etilerden beri yaşardı. Atatürk'ün bir resmi vardı Buğday tarlası gibi ağardı . Atatürk'ün bir saati vardı Durmadı. Ansızın kalbimde uyanan aşkın Mübarek cemalin görünce coşar Gerdan yaylasında gördüğüm köşkün Adalet tahtını kurunca coşar. Aşıklar aşk meyin içmiş ezelden Ne kuru tahtadan ne sarı telden Dostun bahçesinde açılan gülden Girip deste deste derince coşar. Sevme ile umut dünyanın tadı Dünya güzel'olsa istemem yadı Bu garip gönlümün sensin muradı Kol kola can cana sarınca coşar. Veysel'in kalbinde gizlidir canan Bir suna bakışlı kaşları keman Bulursam ağyardan hali bir zaman Aşıklar visale erince coşar kasım’da bir çarşamba çatladı yarısını çaldılar yarısını ben çaldım on üç gün dudak dudak yaşadım dün gece kayboldu beni bıraktı bir cıgara yaktım telefon ettim ekipler on bir buçukta geldiler gemisi on bir yirmi beşte kalktı gözbebeklerimize mızrak gibi saplı çığlıklar götürüp getiren bir tren dokuz gün yolculuk dedik durduk o eksik bir çarşamba ben eksik bir salı 1. armstrong’ın delik deşik sesinden otuz altı saat hayal dokuduk çekirdekli ve mürekkep kanatlı bir yağmur üstümüze yıkılırken yolculuk dedik durduk yolculuk. sonra aşk sıyrılmış dört gün bir gece iki bıçak hızıyla yaşadığımız ateş ve barut gibi sımsıkı içiçe birbirimizin avuçlarına kapanışımız sabırsız dudaklarımıza değdikçe rüzgarın sünger gibi köpürmesi aklımıza dakar limanı geldikçe zehirli gözlerimizin yaşarması kaybettiğimiz kaybolduğumuz vs…. yarın şafakla bir konsolosluğun kapısındayım dakar için fransız vizesi isteyeceğim -... pardon monsieur! je vais vous demander un visa, si c’est possible, pour dakar Bir dağbaşı yalnızlığı yaşıyorum yeniden., Dağbaşı yalnızlığı ölümden beter. Hiç kimse aramasa sormasa beni Sen gelsen yeter.. . Huzur ellerinin güzelliğidir. Gözlerin karşımda mutluluk denizi. Her sabah soframızda ekmeğimizi Sen bölsen yeter.. . Yüreğim seninle yaylalar kadar serin Ne bir çizgi hasret, ne bir nokta gam Yayla dumanı gibi gözlerime her akşam Sen dolsan yeter.. . Bende çaresizlik sonsuz kördüğüm. Bende sabır sende naz.. Gündüzünden vazgeçtim düşümde biraz Bir yüz görümlüğü sen olsan yeter.. . Duymasa da hiç kimse şâir gönlümün, Sende karar kıldığını... Ve içimin şerha şerha yarıldığını, Sen bilsen yeter.. . Bir gün duysan bittiğimi, tükendiğimi.. Çıkıp gelsen uzaklardan korkulu ürkek.. Bir incecik dal gibi üzerime titreyerek, Eğilsen yeter........... Yakınlaştıkça kaybolan bir kente dönüşürdün Keşfedilmezim olurdun içinde yolculuk etsem de... Günahkar mevsimimdin.. Hiç umut yoktu sende o yüzden vazgeçilmezdin, vazgeçilmezimdin... Kayboldum Bir köpeğin çocuğu beklediği gibi Hasterle kamaşık yüreği. Kayboldum Bağırırlar, seslerini yankısı dönmez geri Dönemez bir türlü. Kayboldum Herkesin adı okunur, düşmüştür onunki. Kayboldum Yıllarca beraber uyumak uyanmak Suya ve ekmeğe uzanmak birlikte Tartışmak, küsüşmek, sevişmek Ama sevda nerde sevda nerde. Kayboldum Kimilere göre hüzündü kimlere nostalji Kimler tutkun idi kimler unuttu. Siz hepiniz ölüleri ve mezarları seversiniz Çoğa sürmez bir gün bende beklerim Önü Kapalıçarşı; Arkası Mısırçarşısı. kadın havaya sprey sıkan uzun bir hortum misali durmadan yazı yazıyor, ve durmadan kavga ediyor; söyleyebileceğim gerçekten farklı hiçbir şey olmadığından söylemekten vazgeçiyorum; sonunda- üzerinde etki yaratmaya çalışmıyorum gibi bir şey deyip söylene söylene çıkıp gidiyor.. ama biliyorum ki geri dönecek hep dönerler.. ve akşam 5'te kapıyı çalıyordu.. açtım kapıyı beni istemiyorsan uzun kalmam, dedi.. eyvallah, dedim, banyo yapmam lazım.. evlilik gibi bir şey: her şeyi hiç olmamış gibi kabulleniyorsun. Gece yarısı saatleri saçıp savururken Bereketli zamanı, Daha da ötelere gideceğim Ulises’in yoldaşlarından, İnsan belleğinin ulaşamadığı Düşler ülkesine. Aklımın almayacağı parçalar kaldı bende O sualtı dünyasından: İlkel bir bitkibilimden otlar, Her türden hayvanlar, Ölülerle konuşmalar, Aslında hep birer maske olan yüzler, Çok eski dillerden sözcükler, Ve zaman zaman bir korku, gündüzün Bize sunduğuna hiç benzemeyen. Ya bunların hepsi olacağım ya da hiç biri. O öteki olacağım bilmeden olduğum, O öteki düşe, uyanık halime Bakmış olan kişi. Şimdi onun değerlendirdiği, Yakınmadan ve gülümseyerek. Ah, küçük bir atom bombası verin bana Fazla büyük olmasın Küçücük Sokakta gezinen bir atı öldürmeye yetecek kadar Ama hiç at yok ki sokakta. Öyleyse, saksıdaki çiçekleri uçurmaya yetecek kadar Ama hiç çiçek yok Görmüyorum saksıda . Aşkımı korkutmaya Yetecek kadar Öyleyse, Ama aşkım yok ki. Kirli ve sevimli bir çocuğu yıkar gibi Küvetimde yıkayabileceğim bir atom bombası Verin bana Öyleyse. (küvetim var). Düğme burunlu Pembe kulaklı Temmuz ayında İç çamaşırı gibi kokan Bir atom bombası, general . Aklımı kaçırdığımı mı düşünüyorsunuz? Düşüncelerinize bakarak Ben de sizin aklınızı kaçırdığınızı Düşünüyorum: Başkası yollamadan Siz yollayın bir tane. Kitabımı sana adamak istedim Gözlerine baktım Gözlerin yok Öpmek istedim Yüzüne baktım Yüzün yok Tutmak istedim elini Elin yok Isıt sözlerimi yüreğe işleyen kulakların yok Anlat bana bişey anlat Dilin yok Haydi yanyana yanın yok Kitabımı sana adamak istedim Adın yok Güvercin getirdi şiirimi geriye Bu dünyada anlattığın kadın yok.... Hele îd oldu ol gül-gonce handân olduğun gördük Demâg-ı telh-kâmın şekkeristan olduğun gördük. O sîm endâmı aldık halka-î ağûuşa bir kerre O elmâsın hele zîb-i nigin-dân olduğun gördük. Meh ü mihrin senin olsun felek biz îd-gehlerde Hilâl ebrûların hurşîd-i tâbân olduğun gördük. O kâfir-beççe bir peymâne sahbâ sundu kim alıp Derûn-i lâleden âteş fürûzân olduğun gördük. Niyâz ü nâz ü nûş ü bahş ü ibrâm-ı kenâr ü bûs... Bugün meclisde zevkin böyle tûfân olduğun gördük. Yalan olmaz o şûhun görmedik mey içtiğin ammâ Bir iki kerrecik hem-bezm-i mestân olduğun gördük. Gülistân görmedik gül kokmadık ammâ ruhün meyden Gül-ender-gül gülistân-der-gülistân olduğun gördük. Bi-hamdillâh yine kilk-i Nedîmâ-yı sühân-sâzın Gazel-perdâz-ı bezm-i sadr-ı zî-şân olduğun gördük. ***********************************************************. Bayram oldu gonca gülün açıldığını gördük Keyifsiz meyus olanların sevindiğini gördük. O gümüş teni kucağımızın halkasına aldık bir kez O elmasın bu halkada yüzüğün taşına bezek olduğunu gördük. Mihriban sevimli olman sana kalsın felek biz bayram zamanlarında Kaşları hilal (ay para) olanların parlayan şafak saçan güneş olduğunu gördük. O kafir çocuk bir kadeh dirilik suyu, şarap sundu, alarak Kalbindeki ateşten bir ışık parladığını gördük. Onun devresinde yalvararak, ısrar ettik tatlı bir öpüş için Bugün mecliste zevkin böyle tûfân olduğun gördük . Yalan olmaz o şûhun görmedik şarap içtiğin amma Bir kaç kez sarhoşlarla aynı mecliste olduğunu gördük. Güllük gülistanlık görmedik, gül koklamadık, amma ruhun şaraptan Ve onun gül içinde gül, gülistanlık içinde gülistan olduğunu gördük. Şükürler olsun kamış kalemli Nedimi söze hazır söze uygun Gazel yazanlar meclisinin başında muhterem, saygıdeğer olduğunu gördük. Uyarlama: Xalide Efendiyeva Kara gözlü dilber lebin lezzeti Sükker midir şerbet midir bal mıdır Dökülmüştür ak gerdanın üstüne Kakül müdür sırma mıdır tel midir. Kudretinden eğnine hulle biçilmiş Gerdanına siyah benler saçılmış Hüsnünün bağında çiçek açılmış Lale midir sümbül müdür gül müdür. Gönlümdür aşk ile arayup süzen Ağyar olur yarin ardınca gezen Söyledikçe kara bağrımız ezen Ağız mıdır dudak mıdır dil midir. Alçakları koyup yüksekte uçmak Rakib-i naşiye sırrını açmak Yadlara meyledip fakirden kaçmak Adet midir kanun mudur yol mudur. Mustafa der acep gördüğüm düşü Dilbere meyletmek aşıkın işi Yolunda harcolan gözümün yaşı Derya mıdır ırmak mıdır göl müdür Bir tapınaktır doğa, sütunları canlı Anlaşılmaz sözler duyulur zaman zaman Sembol ormanları içinden geçer insan Tanıdık bakışlar süzer gibidir sizi . Bir derin, bir karanlık birlik içinde Aydınlık kadar sonsuz, gece kadar geniş Uzaktan söyleşen uzun yankılar gibi Renkler, sesler, kokular karışır birbirine . Kokular vardır çocuk tenlerinden taze Obua sesinden tatlı, çayır gibi yeşil Kokular da vardır azgın, zengin, gürül gürül . İnsana sonsuz şeylerin tadını veren Misk, amber, aselbent, buhur gibi kokular Duyuları, düşünceyi alıp götüren . Çeviri: Sabahattin Eyuboğlu Gece gündüz dolaşırım tenhalarda menhalarda Benim annem güzel annem beni koyver Sağ yanımda bir sızı var, sol yanımda yandım aman altıpatlar Bu dert beni verem eder. Eğri büğrü bakar oldum boyunbağı takar oldum şaşkın oldum şakar oldum İkide bir yüreğimi dağa taşa diker oldum Şunca yıldır karanlıkta göz kırpmak bıkar oldum Benim annem şeker annem gençlik elden gitti gider. Dama çıktım damdan düştüm kılıç kestim esrar içtim Şahin oldum keloğlanın külahını kaptım kaçtım Yare ağlar güler uçtum yarı yolda yorgun düştüm Benim annem kadın annem buna nasıl iş bana deyver. Gece gündüz düşünürüm tenhalarda menhalarda Aman annem güzel annem beni koyver Sağ yanımda bir sızı var, sol yanımda dağlar duman altıpatlar Bu dert beni adam eder Garip bir cesaretle konuyor kalemimin ucuna Ve gittikce böcekleşiyor, kemiriyor şiirimi de Sözcüğün birine biraz böceköldürücü ekliyorum Çılğına dönüyor sokakta böcek gibi böcek Üstüme söverek gel, bayılırım; fakat sövmen bir fikir öfkesine, bir düşünce sinirine bağlı olsun... Böyle gelebiliyor musun? Sen, yalnız kendine oyuncak edindiğin mukavva Dünya içinde sahte gerçekler imal edip bunları insanlara yutturmaktan anlıyorsun! Güvenle gel, biterim; öyle ki, hiçbir desteğin olmasa da güvenindeki heybet bana yeter? Böyle gelebiliyor musun? Sen yalnız, arslanın iki ayağı arasına sığınıp, faaliyetine engel gördüğü kediyi rapor eden sıçana benziyorsun! Fikrin yok, hakikatin yok, bilgin yok, ihlâsın yok, güvenin yok; ve düşün, bunlardan tek tek pay almış olarak ne çapta ahlâkın yok! .. Böyle olunca, işte böyle perişan olur; ve kalemini vücudunda en uygun kılıfa sokup, suspus, oturursun! Darısı Bâbıâli yokuşundan inip çıkarken bâb-ı âdi kulübesi sakinlerine mahsus bir eda takınanlara... (22 Ocak 1962 Hani bir sevgilin vardı Yedi sekiz sene önce, Dün yolda rastladım Sevindi beni görünce.. Sokakta ayaküstü Konuştuk ordan burdan, Evlenmiş, çocukları olmuş Bir kız, bir oğlan.. Seni sordu Hiç değişmedi, dedim, Bildiğin gibi... Anlıyordu.. Mesutmuş, kocasını seviyormuş, Kendilerininmiş evleri.. Bir suçlu gibi ezik, Sana selâm söyledi. Elimde ne var Elimde, avucumda - - Gene ne var Yolların ucunda? . Avucu alalım: Yüzük, değirmen taşı Hançer, kama Defne dalı? . Buğday, karınca Hangisi kimden Süleyman'dan, Adem'den? . Yollara bakalım: Yolların sonu dağ, Bisütun mu yoksa Ferhad'ın deldiği? . Bilemem bildiğim Zaman zaman zamanın Bize neler verdiği, Bizden neler aldığı. Ben hüzünlerle sevdim şiirleri Ben hüzünlerle büyüttüm kendimi Küçükken gamzelerim vardı benim Büyüdükçe hüzne sattım hepsini... kederli bir ağustostu mehtabı ölüm tehlikesi tellerde bir vınlama elektriğin titremesi adeta gümüş kaplama yağlı beyaz bir taksi bebek'te unutulmuştu cihangir'e son müşterisi. gece böcekleri sustu kadın değil koyu sinema bir renkli film güzelliği içi hayli eskimiş ama yosmalığı kusursuzdu cıgara bir cıgara daha besbelli eksiklendiği dolmabahçe'de kustu. hem sarhoş hem huzursuzdu hayatı büyük bir yanılma pektaş holding'in metresi yani sırılsıklam mutsuzdu kul köle olmuştu adama gençken ne kadar korkusuzdu yaşlandıkça artıyor endişesi. gecelerdir uykusuzdu bu da gelmişti başına herhalde başka bir kız buldu etine dolgun genç irisi adam ondan soğumuştu az kaldı kovulmasına kederli bir ağustostu acı sular geliyor ağzına gözlerinde korkunun isi Alev alev yanmadadır Ruhumda deniz köpüğü Benimle uyanmadadır Tanrıların en büyüğü . Dünyalara sığamıyan Sessizlikler içindeyim Uyan, siyah ruhum uyan Mavilikler içindeyim . Sür ey masmavi zaman sür Bir cihanı dinliyorum Bütün genişliğiyle hür O ummanı dinliyorum. . Ömrün sustuğu yerdeyim Sorma: Niçin, nasıl, hangi Bedenim, ruhum, herşeyim Tanrı huzurunda sanki. Çocukluğunu düşünüyorum Emilia Deniz boyundaki ıssız yolu sabahleyin Hani saçların, atkın uçuşurdu rüzgarda Kokusunu duyuyorum bembeyaz gömleğinin Seni kucağıma alıyorum Emilia. Ben büyüttüm seni, ben yetiştirdim Bugüne bu sevdaya Toprağım ekmeğim kitabım şiirim Sen ne varsa iyiden doğrudan yana Gözümün nuru, başımın tacı, efendim Yıllar var ki sizleri düşünüyorum: Yanan şehirlerim, Düşmana ekmek veren tarlalarım Teknelerim, ocaklarım, öğretmenlerim! Ve sizleri: Caddeler, tarlalar, fakülteler, Nehir boyları, şehirler, ordular Aşklarım, hünerlerim, sefaletlerim! Ellerime ateş düştü Yüreğime, gövdeme, kollarıma. Biliyorum ey demokrasi! Bütün şairlerin ölür Barikatların susar Ve yanar da limanların, iskelelerin Zafer gülleri sensiz açmaz Böyle bir macerada. Kardeş, kardeş! Alkış tutan ellerini kesmedim, Tanklarımla tarhlarını ezmedim. Ben kendi halimle müthiş kişi Ben sevici sert ve delişmen... Ve hürlük kardeşlik çırasını Kendi hissemce götüren insan. Biliyorum bu dünyada Gökyüzü ve denizyüzü Cümle çiçek ve cümle yemişler vardır Biliyorum bu dünyada Yalnız ve 'yalnız insanlar Yani kardeşler vardır.' Beni şehir şehir beni, Beni köy kent beni Beni usul, beni yolca götür Kardeşlik treni! Ağır yaralılar taşıyorum İncinmesin kollarım, ayaklarım, ellerim Işıltılı gündüzlere gitmeliyim Acılar, darağaçları, kelepçe demirleri! Bayram şenliklerine, Demokrasi şenliklerine gitmeliyim Uğruna şiir yazılan, döğüşülen, ölünen insanlar! Yeter değil bana Zaferlerin, Yıllardır gece hücumlarına Sokak savaşlarına katlandığım. Camiler serbest ama bütün yolları yasak; Onlar meydana hakim,bizse camide tutsak... 1974 Daha on sekizindeyim İbo Nasıl yiğit nasıl delikanlıyım Daha on sekizindeyim İbo Koskoca bir ihtilal atlatmışım Sakallarım çıkmış tam ve eksiksiz Bir resim çektirmişim hatıra diye Sakal bu nasıl bekledim sen de bilirsin Babam tıraş olmuş canım çekmiş de Öylesine beklemişim on sekiz sene Daha çocuk olmadan adam olduk biz Kavgada kırıldı burnumun solu Façamızı çizdiler rezil olduk biz Arabesk müzikler dinlemişiz İbo Sevmişiz sevgimizi diyememişiz Okul duvarına adını yazmış Bir kalbin içinden ok geçirmişiz Mahallenin kızlarını hep biz korumuş Namus deyip başımız önde geçmişiz Ne bir kıza bakmış, ne baktırmışız Kapı önlerinden hep sessiz geçmiş Ezanda müziği kapattırmışız Daha on sekizindeyim İbo Sadece genç değil delikanlıyım Hem nasıl platonik hem ne aşığım Onun dar sokağına öylesi mahkûm O kaldırım tozuna ne aşinayım Daha on sekizindeyim İbo O hiç benzemiyor on yedisine Hukuk özgürsün diyor Bir adım reşit olmuş Ehliyet cebimde gıcır duruyor Abim de 74 tosbağa almış Arabayla giriyorum o dar sokağa Camımdan ucuz müzik düşmüyor artık Orson Welles dinliyorum Frank Sinatra Acı duygularım kalmamış artık Abartmışım İbo on sekizdeyim Öyle artık eve meve gitmez olmuşum Bir bekar evinin bodrum katında Reşit kimliğimle özgür olmuşum Daha on sekizindeyim İbo Sesim kişilik olmuş, yumruğum demir Ne diyorum sana on sekiz İbo Bu sadece takvimde bir yaprak değil Dedim ya; dedim ya genç değil delikanlıydım Torba taşıyamadım hiç bir teyzeye Otobüslerde yayılıp hiç oturmadım Yer verdim benden bile biraz bile büyüğe Sağ sol davalarına hiç bulaşmadım Benim sevdalarım ütopyadandı Hiç kimseyi fikrinden yargılamadım Benim kavgalarım haksızlıktandı Sevdalarım olmuş gelip geçici Kimsenin namusuyla oynamamışım Bizim kitabımıza uymamış belli Bu yüzden bu yüzden hepsinden yara almışım Hiç kimseye zararım olmamış İbo Bir anamı üzmüşüm naçar kalmışım Anam etme oğul dellenme demiş Anamı naz makamından çok kullanmışım Doğru yerde yanlış adam olmadım İbo Yanlış yerde doğru adam oldum ben Bırak düşmanıma düşman olmayı Düşmanıma bile dost olmuşum ben Ne yaparsan yap bugün kendine İbo Günahların da senin sevapların da Kavgaların da senin sevdaların da Bunlar masal değil, yaşamdı anla On sekiz, on sekiz özel bir tarih her yaşantıda Özgürlük, ehliyet hepsi bir kında O günden burnumda kırık var hala Bir de sakalım da eskiye inat üç tane beyaz çıktı Üç dertli nokta www.sendeyim.com Özet şu ki; on sekiz dertliydi İbo Özet şu ki; on sekiz zevkliydi İbo Özet şu ki; on sekiz insan ömründe Bir daha on sekiz olmuyor İbo Bir daha on sekiz olmuyor İbo Fecre benzettiği bayrakla kefenlenmiş Ata, Çıktı bir kor gibi mermer kapısından sarayın. Gönlümüz, bayrağı öğrendiği günden beri ta Duymamıştır bu kadar hüznünü yıldızla ayın! Gidiyor, gizleyerek sır gibi bizden sesini, Çıkıyor, ilk olarak bir yola Başbuğ bizsiz. Biz, ki dünyada, bırakmazdık onun gölgesini, Bu ne hicranlı seferdir ki beraber değiliz. Yürüyor, kalbimizin durduğu bir yolda değil, Kanlı bir gözyaşı nehrinde muazzam tabutun. Ey ilâhın yüce davetlisi, göklerden eğil, Göreceksin, duruyor kalbimiz üstünde putun! Sen ki Gayya'ya düşen on yedi milyon Türk'ün Dehşetinden sararırken yüzü yaprak yaprak, Onu bir hızla çevirmiştin ölümden daha dün: Tunç elin, yalçın iradenle kolundan tutarak. Ve bugün on yedi milyon geliyor bir yere de, Ebedî yolculuğundan seni döndürmek için -Onu yoktan var eden sendeki derman nerede? Gücü ancak yetiyor kabrine yüz sürmek için Bak sabah olmuş Sağ elim kement gibi bak sana uzattım. Ben karanlığım korkma ben karanlığım Sessiz sabahların korkak idamlıkları kalkın. Ben sizi mavi sabahlara sararım.. Yeni bir çağa giriyoruz bakın En serseri bombalar ensesinde kimsesizliğin Öcünü kusuyor önünüze Bunalan sessizliğin.. Ey sarı benizli idamlıklar kalkın Yeni bir çağa giriyoruz bakın.. Beyaz çarşaflarla al kanlar donarsa. Senin kanın donarsa benim kanım donarsa Ben serin mezarlara muştular götürürüm. Ölürüm diyor ki, -Ne diyor ölüm? -Cemal hariç değil! . Diyor ki, -Ne diyor Cemal Süreya? -Her ölüm erken ölümdür/ üstü kalsın. -Olur diyor ölüm, kabul! Aynı bardaktan içmeyeceğiz, Ne suyu,ne tatlı şarabı, Şafakta öpüşmeyeceğiz Ve akşam çöktüğünde pencereden bakmayacağız.. Sen güneşle soluklanıyorsun ben ay ile Ama aynı aşkla yanıyoruz ikimiz de.. Benim yanımda sadık,sevgili yarim, Senin yanında neşeli eşin, Ama okuyorum gri gözlerindeki korkuyu Çünkü sensin acım. O arada bir buluşmalarımız bundan böyle Daha bir aradabir olsun. Gönlümüz rahat olsun,o zavallı gönlümüz.. Şiirlerimde yalnız senin sesin var Senin şiirlerinde,biliyorum benim soluğum esiyor Ah bir ateş ki cesareti yok Ne unutuşa,ne korkuya dokunmaya... Bir bilsen nasıl seviyorum şu an O kuru dudaklarını,gül rengi! . (çev: Güneş Acar) Benden selam söylen vefasız yare Gurbet benim olsun sıla kendine.. Çekilmedik derdimizi bölüşek Yadı ben alayım sıla kendine... Dökek derdimizi ölçek bölüşek Ne el bize ne biz ele karışak Felek bize gül demezki gülüşek Cefa benim olsun çile kendine... Çektigim cefalar yar senden geldi Bana bu sitemler kar senden geldi Başımdaki duman kar senden geldi Ben kara bağlayım ala kendine... Evvelden hastadır yaralı gönlüm Sevdayı mahbuba ereli gönlüm Aşkın gömleğine gireli gönlüm Hicranı Veysel'den n'ola kendine Sen, hür adam, seveceksin denizi her zaman; Deniz aynandır senin, kendini seyredersin Bakarken, akıp giden dalgaların ardından. Sen de o kadar acı bir girdaba benzersin. . Haz duyarsın sulardaki aksine dalmaktan; Gözlerinden, kollarından öpersin, ve kalbin Kendi derdini duyup avunur çoğu zaman, O azgın, o vahşi haykırışında denizin. . Kendi aleminizdesiniz ikiniz de. Kimse bilmez, ey ruh, uçurumlarını senin; Sırlarınız daima, daima içinizde; Ey deniz, nerde senin iç hazinelerin? . Ama işte gene de binlerce yıldan beri Cenkleşir durursunuz, duymadan acı, keder; Ne kadar seversiniz çırpınmayı, ölmeyi, Ey hırslarına gem vurulmayan kardeşler! . Çeviri: Orhan Veli Saçma ey göz eşkden gönlümdeki odlara su Kim bu denli dutuşan odlara kılmaz çare su. Âb-gûndur günbed-i devvâr rengi bilmezem Ya muhît olmuş gözümden günbed-i devvâre su. Zevk-i tiğından aceb yok olsa gönlüm çâk çâk Kim mürûr ilen bırakır rahneler dîvâre su. Vehm ilen söyler dil-i mecrûh peykânun sözin İhtiyât ilen içer her kimde olsa yara su . Suya versin bağban gülzarı zahmet çekmesin Bir gül açılmaz yüzün tek verse bin gülzâre su. Ohşadabilmez gubârını muharrir hattına Hâme tek bakmaktan inse sözlerine kare su. Ârızın yâdiyle nemnâk olsa müjgânım n'ola Zayi olmaz gül temennâsiyle vermek hâre su. Gam günü etme dîl-i bîmardan tiğin diriğ Hayrdır vermek karanû gecede bîmâre su. İste peykânın gönül hecrinde şevkim sâkin et Susuzum bu sahrede benim içün are su. Ben lebin müştâkıyım zühhâd kevser tâlibi Nitekim meste mey içmek hoş gelir huşyâre su. Ravza-yı kûyuna her dem durmayıp eyler güzâr Âşık olmuş gâlibâ ol serv-i hoş reftâre su. Su yolun ol kûydan toprağ olup tutsam gerek Çün rakîbimdir dahi ol kûya koyman vare su. Destbûsi arzûsiyle ger ölsem dostlar Kûze eylen toprağım sunun anınle yâre su. Serv ser-keşlük kılur kumrî niyâzından meger Dâmenin duta ayağına düşe yalvara su . İçmek ister bülbülün kanın meger bir reng ile Gül budağının mîzacına gire kurtâre su. Tînet-i pâkini rûşen kılmış ehl-i âleme İktidâ kılmış tarîk-i Ahmed-i Muhtâr'e su. Seyyid-i nev'i beşer deryâ-yı durr-i istifâ Kim sepiptir mu'cizâtı âteş-i eşrâre su. Kılmak için taze gülzâr-ı nübüvvet revnakın Mu'cizinden eylemiş izhar seng-i hâre su. Mu'ciz-i bir bahr-i bî-pâyan imiş âlemde kim Yetmiş andan bin bin âteşhâne-i küffâre su. Hayret ilen parmağın dişler kim etse istima Parmağında verdiği şiddet günü Ensâr'e su. Dostı ger zehr-i mâr içse olur âb-ı hayât Hasmı su içse döner elbette zehr-i mâra su . Eylemiş her katrede bin bahr-i rahmet mevchîz El sunup urgaç vuzu için gül-i ruhsâre su. Hâk-i pâayine yetem der ömrlerdir muttasıl Başını taştan taşa vurup gezer âvâre su. Zerre zerre hâk-i dergâhına ister salar nûr Dönmez ol dergâhtan ger olsa pâre su. Zikr-i na'tın virdini derman bilir ehl-i hatâ Eyle kim def-i humar için içer meyhâre su. Yâ Habîballah yâ Hayr'el-beşer müştâkınım Eyle kim lebteşneler yanıb diler hemvâre su. Sensin ol bahr-i kerâmet kim Şeb-i Mi'rac'da Şeb-nem-i feyzin yitirmiş sâbit ü seyyâre su. Çeşm-i hûrşidden her dem zülâl-ı feyz iner Hâcet olsa merkâdin tecdîd eden mi'mâre su. Bîm-i dûzah nâr-ı gam salmış dîl-i sûzânıma ebr-i ihsanın sepe ol nâre su. Yümn-i na'tınden güher olmuş Fuzûlî sözleri Ebr-i nîsandan dönen tek lü'lü-i şehvâre su. Hâb-ı gafletten olan bîdâr olanda rûz-i haşr Hâb-ı hasretten dökende dîde-i bîdâre su. Umduğum oldur ki Rûz-i Haşr mahrûm olmayam Çeşm-i vaslın vere ben teşne-i dîdâre su . Saçma ey göz yaşından gönlümdeki ateşe su Ki bu denli tutuşan ateşe olmaz çare su. Ya su rengindedir gökyüzü rengini göremiyorum Ya da gözümden yayılmış hepten gökyüzüne su. Mızrağının zevkiyle tutuşarak yok olsa gönlüm Ki geçerken yarıklar açar duvarda su. Yaralı gönlüm korkuyla söz eder kirpiğinden Nitekim çekine çekine içer kimde olsa yara su . Suya versin bahçıvan gülzarı zahmet çekmesin Bir gül açılmaz yüzün gibi verse bin gülzara su. Hattat yazısıyla benzetemez yüzünün tüylerini Kağıda bakmaktan inse gözlerine kara su. Sevgili anısıyla ıslansa kirpik ne olur Boşa gitmez gül umuduyla vermek dikene su. Gam günü esirgeme hasta kalbe oklarını Hayırdır vermek karanlık gecede hastaya su. Gönül yalnızlığında kirpiğinle özlemimi gider Susuzum bu sahrada benim için ara su. Ben dudağı arzularım zahitler kevser ister Nitekim meste mey içmek hoş gelir ayıka su. Her an yerinde durmayıp senin köyünden geçer Aşık olmuş galiba o hoş huylu serviye su. Su yolunu o köyden toprak olup tutsam gerek Rakibimdir diye bırakmam varsın o köye su. El öpme arzusu ile ölecek olsam dostlar Testi yapın toprağım sunun onunla yara su. Servi dik başlı olur kumrunun yalvarmasına Karşı, eteğini tutup ayağına düşse yalvarsa su. İçmek ister o bülbülün kanını hile ile Gül budağının doğasına gire kurtara su. Tertemiz doğasını göstermiş dünyalılara Uymuş seçilmiş Ahmed peygamberin izine su. İnsan türü efendisi af denizinin incisi Serpmiş mucizesi kötülerin ateşine su. Peygamberlik bahçesini yeşertmek için Çıkarmış mermer taşından mucizeleriyle su. Mucizesi dünyada engin bir denizmiş ki Yetmiş ondan kafirlerin bin bir ateşevine su. Hayret ile parmağını dişler kim dinlese Parmağından vermesi şiddet günü Ensar'a su. Dostu yılan zehiri içse hayat suyu olur Düşmanı su içse döner yılan zehirine su. Var etmiş her damlada binlerce dalgalı deniz Abdest alırken değdiğinde yanaklarına su. Ayağının toprağına varayım der çağlardır Başını taştan taşa vurup gezer avare su. Zerre zerre dergahın toprağına salsın ister nur Dönmez o dergahtan lime lime bile olsa su. Natının virdini hata işleyen ilaç bilir İçkiden kurtulmak için içer ayyaş bile su. Ey peygamber ey en güzel insan seni özlerim Nasıl ki susuzlar yanıp her an ister kendine su . Sensin keramet denizi ki miraç gecesinde Feyzin şebnemi yetirmiş durana gezene su. Güneşten her zaman duru ışıklar saçılır ki Gerekirse kabrini imar eden mimara su. Cehennem korkusu ateşi salmış yanık gönlüme Rahmetinin bulutu serpsin o ateşe su. Natının kutuyla cevher olmuş Fuzûlî sözleri Nisan bulutundan inen inci tanesi gibi yere su. Gaflet uykusundan uyandığında kıyamet günü Hasret uykusundan döküldüğünde uyanık gözlere su. Umudum odur ki kıyamet günü mahrum kalmayayım Kavuşma pınarın versin susuz dudağıma su Üner Birkan'a. Rakı içilir mi hiç çiçeksiz çiçeksiz ölürüm dükkanları hem kim olsa ölür ispatinin ebesi zulmü ilan edilmiş sokağa çıkar yalnızlığının ut sesi bir fonograf tanzimat fermanında unutulmuş hacivat gelip kahkahalar tarafından iğne ister. Yalnız belki çocuklar için atlı gülen tramvayı ölümün cumhuriyete enflasyonu sekiz memeli bir zenne o çirkinim tasviri efkar bir zindan vakitlere açıktır kepengi aşkı memnu ölü teyzesine yazlığa giden kim çocuk pire kasketini deve kimler giyer acaba zehir dükkanları çiçek çiçekçi pera'da. Benim ut teyzem de öldü galiba hacivat şimdi şu rakıdan ne diye vergi alırlar sanki. Benim varlığım senin yaptığım bir nakış Türlü güzel renklerini senden almış Kendimi düzeltmeye nasıl varsın elim Senden güzelini yapmak bana mı kalmış Ben sevdayım, al beni sevecenliğine Ben gülüm, dallarına aşıla beni Çocuğum ben, göğsünde büyüt, Umudum ben, düşüncende geliştir.. Acıyım, gerçeği ararsan bende, İnancım, çoşkuyu yaşarsan bende.. Ey dil ey dil niye bu rütbede pür gâmsın sen Gerçi vîrâne isen genc-i mutalsamsın sen Secde-fermâ-yi melek zât-ı mükerremsin sen Bildiğin gibi değil cümleden akvâmsın sen Rûhsun nefha-i Cibril ile tev’emsin sen Sırr-ı Hak’sın mesel-i İsi-i Meryem’sin sen . Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen. Merteben ayn-ı müsemmâdadır esmâ sanma Merciin Hâlik-i eşyâdadır eşyâ sanma Gördüğün emr-i muhakkakları rü’yâ sanma Başkasın kendini sûretle heyûla sanma Keşf ile sâbit olan mâ’niyi dâ’vâ sanma Hakkına söylenen evsâfı müdârâ sanma. Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen. İnleyip sırrını fâşeyleme ağyâra sakın Düşme bilmezlik ile varta-i inkâra sakın Değmesin âhların kâkül-i dildâra sakın Sonra Mansûr gibi çıkman olur dâra sakın Arz-ı acz etmeyesin yâreden ol yâra sakın Bulduğun cevher-i âlîleri bîçâre sakın. Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen. Sendedir mahzen-i esrâr-ı mahabbet sende Sendedir mâ’den-i envâr-ı fütüvvet sende Gizli gizli dahi vardır nice hâlet sende Ma’rifet sende hüner sende hakiykât sende Nazar etsen yer ü gök duzâh u cennet sende Arş u kürsiyy ü melek sendedir sende. Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen. Hayftır şâh iken âlemde gedâ olmayasın Keder-âlûde-i ümmîd ü recâ olmayasın Vâdî-i ye’se düşüp hiç ü hebâ olmayasın Yanılıp rehrev-i sahrâ-yı belâ olmayasın Âdeme muttasıl ol tâ ki cüdâ olmayasın Secdeler eyle ki merdûd-i Hüdâ olmayasın. Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen. Merk-i hâtif gibi bu kayd-ı sivâdan güzer et Erişen hâr u hasa âteş-i aşkı siper et Dâmenin tutmaya âsâr-ı alâyık hazer et Şems veş hâhiş-i Munlâ ile azm-i sefer et Sâf kıl âyineni kâbil-i aks-i suver et Hele bir cem’-i havâs eyle de Gâlib nazar et. Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen Hayat kısa, Kuşlar uçuyor.. (Yeni Yaprak, Sayı: 2, Ocak 1989) Birinci zumreyi teskil eden zavalli avam, AVAM: Halktan ilmi irfani Biraksalar devam edecek tatli uykusuna devam. az olan kimse Bugun nasibini yerlestirince kursagina; 'Yarin' nedir? Onu bilmez, yatar donup sagina. Yikilsa ars-i hukumet, tikilsa kabre vatan, KABR: Mezar Vazifesi degil; cunku 'hepsi Allah'tan! ' Ne hukmu var ki, esasen yalanci dunyanin? Olurse, yan gelip yatacak cennetinde Mevla'nin. Fena kuruntu degil! Ben derim, sorulsa bana: 'Kabul ederse cehennem ne mutlu, amca, sana! ' .......... ikinci zumreyi teskil eden cemaat ise, Hayata kuskun olandir ki: saplanip ye'se, YE'S: Umitsizlik 'Selametin yolu yoktur... Ne yapsalar bosuna! ' Demis te hirkayi cekmis butun butun basina. Bu turlu bir hareket mahz-i kufr olur, zira: MAHZ: Sirf, katiksiz Talepte amir olurken bir ayetinde Huda; Buyurdu: 'Kesmeyiniz ruh-u rahmetimden umid; NEFHA: Guzel koku Ki musrikin olur ancak o nefhadan nevmid.' NEVMiD: Umitsiz Bu bir; ikincisi: ye'sin ne olsa esbabi, ESBAB: Sebebler Onun atalet-i kulliyedir ki icabi, ATALET: Tembellik ............. KULLiIE:Tamamiyle. Osmanli(yok olusununun hemen oncesi) 'daki 4 zumreden 3.cusu ........... Bu zuppeler acaba hangi cinsin efradi? kadin desen, geliyor arkasindan erkek adi; . Hayir, kadin degil; erkek desen, nedir o kilik? Demet demetken o saclar ne muhtasar o biyik? . Sadasi baykusa benzer, hirami saksagana; Hulasa, zuppe demistim ya, artik anlasan a! .... Fakat bu kukla herif bir buyuk seciyye tasir, Ki, haddim olmiyarak, 'Aferin! ' desem yarasir.. Nedir mi? Anlatayim: oyle bir metaneti var, Ki en savulmiyacak ye'si tek birayla savar.. Sinirlerinde teessur denen fenalik yok, Tabiatinda utanmakla asinalik yok.. Bilirsininiz, hani, insanda bir damar varmis, Ki yuzsuz omak icin mutlaka o catlarmis, . Nasilsa 'Rabbim utandirmasin! ' duasi alan, Bu arsizin o damar zaten eksik anlindan! . Cebinde gordu mu uc tane cil kurus nazlim, Tokatliyan'da satar mutlaka, gider de calim.. Eger dolandirabilmisse istenen parayi; Gorur mahalleli ta karnavaldan maskarayi! . Beyoglu'nun o mulevves muhit-i fahisine Dalar gider, takilip bir sefilin pesine.. 'Haya, edeb gibi sozler rusum-u fasidedir; Vatanla aile, hatta, kuyud-u zaidedir.'. Diyor da hepsine birden kuduzca saldiriyor.. 'Ayip degil mi? ' demissin... Acep kim aldiriyor! . Namaz, oruc gibi seylerle yok alis verisi; Mukaddesat ile eglenmek en birinci isi.. Duyarsaniz 'kara kuvvet' bilin ki: imandir. 'Kitab-i kohne' de -hasa- Kitab'i Yezdan'dir.. Usenmeden ona Kur'ani anlatirsan eger, Su ezberindeki esmayi muttasil geveler:. 'Kurun-u maziyeden kalma cansiz evradi Cekerse, dogru mu yirminci asrin evladi? '. Nedir alakasi yirminci asr-i irfanla Bu saklaban herifin? Anlamam ayip degil a! . Meta'-i fazli mi varmis elinde gosterecek? Nedir meziyyeti, gorsek de bari ogrensek.. Hayir! Mehasin-i Garb'in birinde yok hevesi; Rezail, oldu mu lakin, siaridir hepsi! . Butun kebaire (icki, kumar, zina) tiryaki bir kopuk tanirim. -Ne oldu bilmiyorum simdi, sag degil sanirim-. Kumar, senaatin aksami, irtikap, icki... Hulasa defter-i a'mali oyle kapkara ki:. Yaninda leyl-i cehennem, sabah-i cennettir! 'Utanmiyor musun. Ettiklerin rezalettir! '. Denirse kendine, milletlerin ekabirini Sayardi gostererek hepsinin kebairini:. 'Filan icerdi... Filan fuhsa munhemikti...' diye Mulevvesatini bir bir rical-i maziye. Izafe etmeye baslardi paye vermek icin. 'Peki! Fezaili yok muydu soylediklerinin? '. Diyen cikarsa 'muverrihlik etmedim! ' derdi. Su zuppeler de, bugun ayni ruhu gosterdi.. Fransiz'in nesi var? Fuhsu, bir de ilhadi; Kapiti bunlari 'yirminci asrin evladi! '. Ya Alman'in nesi var zevki oksayan? Birasi; Unuttu ayrani, ma'tuda dondu kahrolasi! . Heriflerin, hani dunya kadar bedayii var: Ulumu var, edebiyyati var, sanayii var.. Giden birer avuc olsun getirse memlekete; Doner muhitimiz elbet muhit-i ma'rifete.. Kucak kucak tasiyor olmadik mesaviyi; Begenmesek 'medeniyyet! ' diyor; inandik iyi! . 'Ne var, biraz da maarif getirmis olsa...' desek Emin olun size 'hammallik etmedim? ' diyecek.. .......... Fatih Kursusunde - 1914 Yağmurda Sis Düdükleri. imdat çığlıkları mıdır bir felaketi mi duyururlar anlaşılmaz söyledikleri salkım saçak çökerler karanlığıma yalnızlığımı dağıtırlar yağmurda sis düdükleri. camlarda çehreler hayal meyal aramızdan müthiş ayrılmışlardır anlaşılmaz niye öldükleri son nefeslerini tasarladıkça insan ısrarla ölümünü yaşıyor yağmurda sis düdükleri. yürekte keder yoğunlaştıkça bulutlar buz tozuna yozlaşıyor anlaşılmaz neleri götürdükleri sabahlar olur bir türlü uyuyamam içimde sanki şilepler çarpışıyor yağmurda sis düdükleri Çok uzun bir gündü aşka dönüyordum Çok uzun, yavrum, çok uzun seni sevmekten İşte diyordum ilk öpüş işte masmavi yarığın İşte yedisi sabahın ve ıslak ağzının İşte eski bir otu kasıklarının ve karnının İşte dilinin getirdikleri işte ormanlarım İşte döşekte çırılçıplak upuzun uyanışın İşte kayaya vuran eski gölgen eski sesin İşte o ağzındaki esmer kuş o yaban ırmak Kal öyle diyordum böyle anadan doğma iç içe Kal öyle ilkin orandan öpeceğim diyordum Aşk ki karadır tek heceli bir sözcüktür İşte tam böyle, sevdalım, tam böyle diyordum Ne idim ben, ne tabii bir kız Belki sahrada rebii bir kız. En büyük zevkim, ümidim, neşem Kırda seyran idi, her gün, her dem. Düşünürken o büyük sahrada Beni halk eyleyeni tenhada. Duruyorken hareketsiz, sessiz Yere inmiş göğe benzerdi deniz. Aksi tekbir ile dolmuş dereler Secde eylerdi bütün meşcereler. Şebi mehtap doğar aynı şafak Her taraf nura olur müstağrak. Akıyormuş gibi her suda hayat Yüzüyormuş gibi hep mahlukat. Uçacakmış gibi eflake zemin Halden, mazi ile atiden emin. Mutmain şevk ile soldan, sağdan Bir şataretle inerdim dağdan. Kimbilir kaç kişi senin zarif hallerini sevdi Kaç kişi güzelliğini sevdi Belki gerçek aşkla; belki değil. Ama bir tek kişi seni sevdi. Bir tek kişi değişen yüzündeki hüznü sevdi. Olduğun gibi gel, süslenmek için uğraşma! Saçının örgüleri çözüldüyse Ayrımı düzgün değilse Korsenin kurdeleleri bağlanmamışsa, aldırma! Olduğun gibi gel, süslenmek için uğraşma! . Çimenlerin üzerinden, koşar adımlarla, gel! Dudağının boyası çiğ taneleriyle silindiyse Ayaklarında şıngırdayan bilekliklerin gevşek duruyorsa Kolyenin incileri koparak yere düşüyorsa, aldırma! Çimenlerin üzerinden, koşar adımlarla, gel! . Gökyüzünü kara bulutlar kaplıyor, görmüyor musun? Irmağın karşı kıyısından turnalar havalanıyor Ve anında, rüzgar gibi, arka arkaya Geniş fundalıklar üzerinden geçip gidiyorlar Ürkmüş koyun sürüleri ağıllarına koşuyor Gökyüzünü kara bulutlar kaplıyor,görmüyor musun? . Aynanın önündeki feneri yakma boşuna Alev yine titreyecek ve rüzgar onu yine söndürecek. Gözlerin sürmesiz olsun, ne fark eder ki? Gözlerin gökyüzündeki bulutlardan daha siyah, bilmiyor musun? Aynanın önündeki feneri yakma boşuna . Olduğun gibi gel, süslenmek için uğraşma! Çiçeklerden tacını öremediysen, ne önemi var? Bileziğinin kopçası kapanmıyorsa, bırak kalsın Gök bulutlarla kaplandı …Vakit geç oldu Olduğun gibi gel, süslenmek için uğraşma! Ne hoştur kırlarda yazın uyumak! Bulutlar ufukta beyaz bir yumak, Ağaçlar bir derin hulyaya varmış, Saçında yepyeni teller ağarmış. Baş yorgun, yaslanır yeşil otlara, Göz dalgın, uzanır ta bulutlara. Öğleyin bu uyku bir aralıktır, Saf hava bir kanat gibi ılıktır. zaman gönülde ne varsa diner, Yüzlere tülümsü bir buğu iner. Erirken sıcakta yaz kokuları, Ne hoştur, ne hoştur kır uykuları! Bir duygu mu var böyle derin, böyle geniş Sevmek bir ölüş, belki tekrar diriliş Bitmez kederim, bil ki tükenmez derdim Aç kalbimi öğren, seni sevmek ne imiş! . Seven kaybeder miydi arayıp bulmasaydı Yeni güller açmazdı o güller solmasaydı Hiç çekilmez olurdu yaşadığımız dünya Aşkın bittiği yerde unutmak olmasaydı.. Bir gün zaman kayar ellerinden tutamazsın Sel gibi akan yaşlarını kurutamazsın Öylesine bendesin ve öylesine sendeyim ki Unutmak istesen de artık unutamazsın. Herkes gibi bir gün dürülür defterimiz Ergeç çürüyüp toprak olur her yerimiz Kinler durulur, anlaşılır gerçekler Söyler, o zaman her şeyi dörtlüklerimiz. Bir gün kader çağırır, gelmem diyemezsin Ecel isterse eğer, ölmem diyemezsin O kadar sevildin ki Tanrılar misali Artık, aşkı tatmadım, bilmem diyemezsin.. Bir duygu mu var böyle derin, böyle geniş Sevmek bir ölüş, belki tekrar diriliş Bitmez kederim, bil ki tükenmez derdim Aç kalbimi öğren, seni sevmek ne imiş! Mecnun'a dönmüşüm bilmem gezdiğim Dağlar mıdır sahra mıdır yol mudur Dostumun bağına girip dizdiğim Lale midir sümbül müdür gül müdür. Aşk değil mi beni derde düşüren Ferhad gibi yüce dağlar aşıran Yari böyle benden ayrı düşüren Adu mudur engel midir el midir. Kamil olan belli olur söz ilen Al yanağa çifte benler dizilen Mah yüzüne bölük, bölük yazılan Kakül müdür zülüf müdür tel midir. Gevheri der bulmam kimsede vefa Dost diye sevdiğim etti kim sefa Hubların aşıka ettiği cefa Kanun mudur erkan mıdır yol mudur Ben şiirin nefer taşı Büyük bir Amerika keşfettim ruhunuzda Ben başarıların Kristof Kolomb’u Ne duruyorsunuz hadi alkışlayın! . Cennete gitmek isterdim otostopla, Cinnete kadardı tüm yollar oysa, Tüm hayatı okşamak isterdim kedilerin şahsında Tüm sarı, tüm kara, tüm yumuşak. İlk sevgilimle bir kilisenin bahçesinde buluşurduk. Bir mezarlıkta öpüştük ilk defa, Rengarenk boncuklar saçılmıştı benden her tarafa, Kapkaraydı ama toprak. Binlerce ruhu taciz etmiş bir ilk aşk Tanrım sorarım sana neye yarar? İpek yolunda ipektim o zaman Baharat yolunda baharat. Aşk kırmızı atlastı, Ten Greenwich başlangıç meridyeni Yağmur yağardı, durmadan yağmur Coğrafyadan da anlarım, hadi alkışlayın! Keşke aşk şiiri yazsam Ne güzel, Aktarlara tarçın diye satardım Ticareti de öğrendim bakın, Hadi alkışlayın. . Cesaret sanırım bir çeşit esaretti, Iskat edilmekti mirastan Tüm malvarlığını veremli kıza bırakmak Ananın vasiyetini çekirdek külahı olarak kullanmak Korkuyorum ama artık Hadi alkışlayın! . Cesaretim bir süredir gözaltında İhzar müzekkeremi kendim yazdım Tehlikeli sayılmam artık. Kalbimin kalın kitabının arasında kuruttum Onu orada Beş parmaklı bir çınar yaprağı gibi unuttum. Kalbim! Şiirimin Hacer’ül esved taşı Hadi ama baylar, Bakın kaldıramıyorum, Yardım edin de şunu yerine koyalım. . Hay! Keşke susmanın muhabbet kuşu olaydım. Ters Pinokyo olmak istiyorum Gepetto Usta Kötülüklere boğulup İnsanlıktan çıkmak istiyorum artık! Kafam karışık ama Yetişir! Bir beyaz balinanın karnında uyumak istiyorum artık. Camdan papuçlarım kırık... Prens de bulamaz beni artık. Hayata söyleyin bundan sonra gitsin Anlamını masallarda arasın Hay! Ben sizin ruhunuza çiçek aşısı yapayım Da çiçekler açsın ruhunuz. Hadi alkışlayın! Biliyorum hala biraz safım. . Keşfettim Küçük ruhlarınızdaki büyük Amerika’yı Hadi alkışlayın! BU SİZİN BAŞARINIZ. Önce bir kafes resmi yaparsın Kapısı açık bir kafes Sonra kuş için Bir şey çizersin içine Sevimli bir şey Yalın bir şey Güzel bir şey Yararlı bir şey Sonra götürür bir ağaca Asarsın bu resmi Bir bahçede Bir koruda Ya da bir ormanda Saklanır beklersin ağacın arkasında Ses çıkarmaz Kımıldamazsın Kuş bazen çabuk gelir Ama uzun yıllar bekleyebilir de Karar vermezden önce Yılmayacaksın Bekleyeceksin Yıllarca bekleyeceksin gerekirse Resmin başarısıyla hiç ilişiği yoktur çünkü Kuşun çabuk ya da yavaş gelmesinin Geleceği olup da geldi mi kuş Çıt çıkarmak yok Kafese girmesini beklersin Girdi mi kafese fırçanla Usullacık kapısını kaparsın Sonra kuşun bir tüyüne dokunayım demeden Bütün kafes tellerini teker teker silersin Yerine bir ağaç resmi yaparsın Dallarının en güzeline kondurursun kuşu. Tabii ne yapraklarının yeşilini unutacaksın Ne yellerin serinliğini Ne de yaz sıcağındaki böcek seslerini Otlar arasında. Sonra beklersin ötsün diye kuş Ötmezse kötü Resim kötü demektir Öterse iyi olduğunun resmidir İmzanı atabilirsin artık Bir tüy koparırsın usulca Kuşun kanadından Ve yazarsın adını resmin bir köşesine. İğrenmesine iğrenirim ya kentsoyluların egemenliğinden Polislerin papazların egemenliğinden Daha bir öğrenti verir bana iğrenmeyen adam Benim gibi Kendi güçlerinden.. Tükürüyorum yüzüne doğadan daha küçük adamın Bu şiirin eleştirisi'ni bütün şiirlerime yeğ tutmayan adamın. - Oğlum Türk-İslâm ile Enderhan'a -. Çıktık Ötüken'den günün birinde, Yıkandık Mekke'nin tevhid nurunda. Hem dünde, bugünde, hemi yarında İslâmlık Miraçtır, Ülkü sancaktır Bu mübarek yoldan dönen alçaktır.. Yürüdük 'Nizam-ı Âlem' uğruna Doğduk güneş gibi küfrün bağrına Batılın elleri düştü böğrüne İslâmlık rahmettir, Ülkü sancaktır Bu mübarek yoldan dönen alçaktır.. Hep karaya kara, aka ak dedik Korkaktan, millete fayda yok dedik Hayat mücadele, ölüm hak dedik İslâmlık cihaddır, Ülkü sancaktır Bu mübarek yoldan dönen alçaktır.. Biz dava uğruna serden geçmişiz Anadan, babadan, yârdan geçmişiz İman denizine yelken açmışız İslâmlık hedeftir, Ülkü sancaktır Bu mübarek yoldan dönen alçaktır.. Engeller yıldırmaz Müslüman Türk'ü Şüphesiz, inandık; söz verdik çünkü... Kıyamete kadar yaşar bu ülkü! İslâmlık sevdadır, Ülkü sancaktır Bu mübarek yoldan dönen alçaktır.. (Kan Yazısı) Rintlerin yolunda kendini unut Namazın, orucun kökünü rut Ögütlerin iyisini Hayyam'dan işit Şarap iç, yol kesme, yoksulları tut Yüreğimi görmek için Yüreğini yak bu gece Sana bende ermek için Benden sana bak bu gece. Gel destursuz, gir haneme Yakın deme, uzak deme Gözyaşını dök içime Ilık ılık ak bu gece. Ha var, ha yok olmuş tenim Nasıl olsa ben hep senim Ya aklımı oynat benim Ya aklımdan çık bu gece. Bahtım sararıp solmaksa Dertle, matemle dolmaksa Vuslatım hüsran olmaksa Dağıt beni yık bu gece ellerinden yağardı en güzel yalanından dünyanın bedenimde titreyen kar taneleri. hangi sevişme bir vedadan daha uzundur nedir ki aşk çağımızda bir merhabadan başka? demiştin ya, aşk kış yorgunluğu gibi yürürken aramızda. bir merhaba yeterdi güneşi ısıtmaya. gecenin gömdüğü gümüş bir yıldız gibi mermer bir unutuşun mücevherine bağışladım kar sesini yüreğinde donup kalmış kışın merhametine. kurudu bir içdeniz, güneş çekildi bir mevsim gözlerini bırakıp gitti kar kokan bir rüzgârı çıkarıp sandığından. derken bir “merhaba” sildi kendini içimdeki ülkelerin haritasından. gecenin gömdüğü gümüş bir yıldız gibi öyle sevdim ki, unuttum sevmeyi bağışlamaz beni artık hiçbir hatıra aşkımız bir gün uçup giderse aramızdan sevgilim sırt çantalı bir duman gibibir melekle çarpışan kelebeğin kanadından dökülen toz bir çağlayanda sürüklenen bir dal parçası gibi istemediğimiz yerlere giderse aşkımız sevgilim yalnızca kanatlarına güven kendi yarattığımız boşluğun ucunda sıkı sıkı tuttuğumuz bir kapı koludur yaşam ve aşk, en derin kuyumuza düşen keman yürüdüğümüz yollar daralırken çökerken altımızdaki merdivenler sevgilim yalnızca kanatlarına güven sevdalılar bilir bir kuş yağmurudur ilkbahar sevmeyi beceremeyenlerin koyduğu yasaklar çözülüp gider çocuk gölgelerinde yazın ve ağzımızın içinde dağılır aşk sapsarı bir şeker gibi erirken sonbahar bitmeyen bir kıştan söz açılırsa sevgilim sevgilim yalnızca kanatlarına güven elimi uzattığımda sana gemileri göstermek için dümende kan kokusuyla bayılmış bir kaptan ateşin yüreğine sürüklenen bir ülke ufukta ve çekirge sürüleri yolcu bavullarından çıkan sevgilim dökülürken tüyleri savaş uçaklarına çarpan güvercinlerin her gün değişen atlasların içinde tara saçlarını ve yalnızca kanatlarına güven götürürlerse bir gün beni ellerim iplerle bağlı şiirlerimin bilmediği yerlere ve hiç kimsenin alnımdan fırlayacak göçmen bir kuş gibi dur dünyanın paslanmış sırtında ve bensizliğe havalanırken korkma sevgilim sevgilim yalnızca kanatlarına güven Giderken ne büyük sözler etmiştin Ben hiç unutmadım senden ne haber? Ölsem de bu sevda bitmez demiştin Ben aynı aşığım senden ne haber? . Dönüşü olmayan yolda mı kaldın? Dağların ardında çölde mi kaldın? Yoksa yabancı bir kolda mı kaldın? Ben aynı yerdeyim senden ne haber? . Ağladığın günde mendilin oldum Karanlık gecende kandilin oldum Aşığın esirin, sevgilin oldum Ben aynı sevdalı senden ne haber? . Uykusuz şarkılar dudaklarımda Sigaram ters dönmüş parmaklarımda Gözyaşım kurumuş yanaklarımda Bu gecem de böyle senden ne haber? Bayraksızlar bayraksızlar Yere düşse bayrak sızlar Nerden bilsin kıymetini Soysuz sopsuz bayraksızlar . Ne olurdu yazmasaydım Ben bu kara yazıyı Bilmeseydi namert soysuz İçimdeki sızıyı . Yıldızların isyanı var Hilâl taşıyan felek Damla damla kan akıyor Delik deşik bu yürek . Al rengine kara bağlar Yastadır deli gönül Aşık'ın olmuşum senin Hastadır deli gönül . Renginde şehitlik gizli Hilâlinde mana var Yüreğimde saklamışım Kurbanında kına var . Toprağa düşse yiğit Ölüm güç verir bize İnancıma teslim oldum Zulüm güç verir bize . Uğrunda ölen yiğit Kim ne bilsin ne kadar Geriye ne can kaldı Hepsini kurban adar . Yamacında gezindiğin Şimdi dağlar ağlasın Bayrağım hançerlendi Şimdi çağlar ağlasın . Bayrak yere düşerken Alkışlayan piçleri Kahredecek Türk milleti Destek veren güçleri . Susmayın ey milletim Bayraksızda ar olmaz Susar ise yiğitler Vatan bize yar olmaz . Başı bozuk yaylada Pusuları kurdular İki yaşında yiğit Kürşad'ımı vurdular . Bundan gayrı düşmanım Bayrağa ters bakanlar Artık hesap vermeli Dağı taşı yakanlar . Meleküt aleminde Destan olan can bizim Dalgalansın bayrağım Üstündeki kan bizim . Dört aylık bebeklere Kurşun sıkan nerdesin Nereye gidersen git Öleceğin yerdesin . Hükmü ilâhi varsa Belki korur Yaradan Kan düşmanı olmuşuz Çekilsinler aradan . Bu vatanın ekmeğii Gözünüze durmalı Yiğit bir can gelmeli Sizden hesap sormalı . Sefai'yem yaşamak ki Bundan gayrı ar gelir Ay yıldızlı bayrağa Bu yeryüzü dar gelir! Koca Mustapaşa! Ücra ve fakir İstanbul! Ta fetihden beri mü’min, mütevekkil, yoksul, Hüznü bir zevk edinenler yaşıyorlar burada. Kaldım onlarla bütün gün bu güzel rü’yada. Öyle sinmiş bu vatan semtine milliyetimiz Ki biziz hem görülen, hem duyulan, yalnız biz. Manevi çerçeve beş yüz senedir hep berrak; Yaşıyanlar değil Allah’a gidenlerden uzak. Bir bahar yağmuru yağmış da açılmış havayı Hisseden kimse hakikat sanıyor hülyayı. Ahiret öyle yakın seyredilen manzarada, O kadar komşu ki dünyaya dıvar yok arada, Geçer insan bir adım atsa birinden birine, Kavuşur karşıda kaybettiği bir sevdiğine.. Serviliklerde sükun, yolda sükun, evde sükun. Bu taraf sanki bu halkıyle ezelden meskun. Bir afif aile sessizliği var evlerde; Örtüyor farkı asaletle çekilmiş perde. Kaldırımsız, daracık, iğri sokak, doğru sokak.. Her geçildikçe basılmış ve düzelmiş toprak. Kuru ekmekle, bayat peyniri lezzetle yiyen, Çeşmeden her su içerken: <<Şükür Allah’a>> diyen Yaşıyor sade maişetlerin en safında; Ruh esen kuytu mezarlıkların etrafında. Bu vatandaş biraz ahşapla, biraz kerpiçten Yapabilmiş bu güzellikleri birkaç hiçten. Türk’ün asude mizaciyle Bizans’ın kaderi Karışıp mağrifet iklimi edinmiş bu yeri.. Şu fetih vak’ası, yarap! Ne büyük mu’cizedir! Her tecellisini nakletmek uzundur bir bir; Bir tecellisi fakat, ruhu saatlerce sarar: Koca Mustafa var, camii var, semti de var. Elli yıl geçtiği günlerde büyük mu’cizden, Hak’dan ilham ile bir gün o güzel semte giden Rum vezir, eski manastırda ederken secde, Kalbi çok dolduran iman ile gelmiş vecde, Onu, tek Tanrısının mabedi etmiş de hayal, Vakfedip her neye malikse, bütün mal ü menal, Bir fetih camii yapmak dilemiş islama. Sebep olmuş bu eser yad edilir bir nama.. Dört asırdır inerek camie nur üstüne nur Yerde bulmuş yaşıyanlar da, ölenlerde huzur. Ona hala gidilirken geçilir bir yoldan, Göze çarpar ölüm ayetleri sağdan soldan, Sarmaşıklar, yazılar, taşlar ağaçlar karışık; Hafız Osman gibi hattatla gömülmüş bir ışık Bu mezarlıkta siyah toprağı aydınlatıyor; Belli, kabrinde, O, bir nura sarılmış yatıyor.. Gece, şi’riyle sararken Koca Mustapaşa’yı Seyredenler görür Allah’a yakın dünyayı. Yolda tek tük görünenler çekilir evlerine; Gece sessizliği semtin yayılır her yerine. Bir ziyaretçi derin zevk alarak manzaradan, Unutur semtine yollanmayı artık buradan.. Gizli bir his bana, hatif gibi, ihtar ediyor; Çok yavaş, yalnız içinden duyulan sesle, diyor: <>. Geç vakit semtime döndüm Koca Mustapaşa’dan Kalbim ayrılmadı bir an o güzel rü’ya’dan. Bu muammayı uzun boylu düşündüm de yine, Dikkatim hadisenin vardı derinliklerine; Bu geniş ülkede, binlerce latif illerde, Nice yıl, cedlerimiz kökleşerek bir yerde, Manevi varlığının resmini çizmiş havaya. Ki bugün karşılaşan benzetiyor rü’yaya.. Kopmuşuz bizler o öz varlık olan manzaradan. Bahseder gerçi duyanlar bir onulmaz yaradan; Derler: İnsanda derin bir yaradır köksüzlük; Budur alemde hudutsuz ve hazin öksüzlük. Sızlatır bazı saatler dayanılmaz bir acı, Kökü toprakta kalıp kendi kesilmiş ağacı. Ruh arar başka teselli her esen rüzgarda.. Ne yazık! Doğmuyoruz şimdi o topraklarda! Yalnızım. Gündüzler, geceler boyu yalnız, Ne elimden tutan dost, ne yüzüme gülen kız Dolaşıp durduğum sokaklar ıssız.. Sokaklar unutturmaz yalnızlığımı, . Bekarım. Beklemez yolumu penceresinde karım. Ne bir türkü duyarım bekar odamda ince Ne dağınık eşyama değer kadın eli Ne olurdu her akşam eve gelince Masal gözlü bir çocuk 'Baba' desydi.. Rüyalar unutturmaz bekarlığımı. Çirkinim. Usandım tek başıma türküler çağırmaktan Biliyorum güzel değil gözlerim, dudaklarım İçinizden çıkıp gitsem bir gün diyordum Başladığım bütün türküler yarım Öyle bakmayın yüzüme kahroluyorum.... Türküler unutturmaz çirkinliğimi.... Üstelik şairim bilemezsiniz Her akşam rüzgar gibi sokaklara düşürek Elleri ceplerinde birisi gezer Bir yürek taşı gögsünde duygulu, ürkek Ceylan Yüreğine benzer. Mısralar anlatmaz şairliğimi. Okunmuş toprak Çocukluğumun resmi Sargıdan görülmüyor Boynumda köstebek izleri.. Lise son sınıf Gençliğimin resimleri Gülümseyen arkadaşlar Neydi isimleri? . Kuytu köşe, kitaplar Gömüldüğümün resmi: Yüksek okul, bir onuru korumak Habersiz çekilmişti.. Sonra her şey değişti Yolum bir ormana düştü Gür otlar, çalı, ceylan Vurulan ben oldum, bu onun resmi.. Bunlar da ellerim yazgı çizgi Derken tenha bahçe Biraz dinleneyim dedim Kovulduğumun resmi. Felek ne cömert aşağılık insanlara Han, hamam, dolap, değirmen, hep onlara Kendini satmayan adama ekmek yok Sen gel de yuf çekme böylesi dünyaya ! Kalk, günü zevkine bak, hem, ne bu dünya tasası? Gel, otur, keyfini sür, mutluluğun tam sırası. Eğer olsaydı bu dünyada vefadan bir eser Başkasından sana kalmazdı sevilmek sırası Seneler var ki yazmadım bir şey Bende yok sanma ra'd-ü berk-u sema Hayli demdir hamuş idim amma Feveran oldu, infilak ettim. Sanmayın yer katında bir bodurum Açmışım gökyüzünde bir uçurum Ki derununda ben varım ancak. Bugün olsam da bir cihan dide Karlar altında nevbaharım ben. Yıldırım yağdırır ateş böceğim Haniya bende böyle şeyhuhet? . Gazebim geçti, sakinim şimdi yok canım bir latife ettimdi Mest idim önce, şimdi bihuşum. (Büyük şair Abdülhak Hamid'in sekseninci yıl dönümü kutlanırken bir İstanbul gazetesi Hamid dahi midir? diye bir anket açtı. Kendisi bu ankete aldırışsız bir tebessümle dahi değil vahiyim cevabını verdi. Büyük şairin o tebessümü zehir doluydu. Bu zehrini gazup bir şair şiiriyle akıttı.) onu her nasılsa yazışma ya da şiir veya dergiler yoluyla tanıdım ve bana tecavüz ve şehvet konulu çok seksi şiirler yollamaya başladı, ve işin içine biraz da entellektüellik karışınca biraz kafam karıştı ve arabama atlayıp Kuzey'e sürdüm; uykusuz, akşamdan kalma, yeni boşanmış, işsiz, yaşlanmış, yorgun, beş on yıldır çoğunlukla uyumak ister bir halde, sonunda moteli buldum küçük güneşli bir kasabada toprak bir yol üzerinde ve orda oturup bir sigara tüttürdüm düşündüm, gerçekten delirmiş olmalısın diye, ve bir saat geç çıktım kadınla buluşmaya, epey yaşlıydı, nedense benim kadar, pek seksi değildi ve bana çok set, ham bir elma verdi kalan dişlerimle çiğnediğim; adı konulmamış bir hastalıktan ölüyormuş astım gibi bir şeyden, ve sana bir sır vermek istiyorum dedi, ben de biliyorum; bakiresin,35 yaşındasın, dedim. ve bir defter çıkardı, on-oniki şiir: bir ömürlük çalışma ve okumak zorunda kaldım ve anlayışlı olmaya çalıştım ama çok berbattılar. sonra onu bir yere götürdüm, boks maçlarına ve ellerini kenetleyip dumanın içinde öksürdü ve etrafına bakınıp durdu bütün insanlara ve sonra da boksörlere. sen hiç heyecanlanmazsın, değil mi? , dedi ama o gece tepelerde epeyce heyecanlandım, ve onunla iki-üç kere daha buluştum şiirlerinin bazılarında yardımcı oldum ve dilini boğazımın yarısına kadar soktu ama ondan ayrıldığımda hala bakireydi ve berbat bir şair. düşünüyorum da bir kadın açmamışsa bacaklarını 35 yıl iş işten geçmiştir aşk için de şiir için de. Şarabı ışık, güneş gibi içmeli, İçmeli dolu dolu ve deli deli. Bir tanıdık sokakta beni görünce: Merhabalar Ey Şarap; deyip, geçmeli! . (Hayyam'ın Türkçe Yüzü-Türkçe Yeniden Yazan-Yalçın Aydın Ayçiçek-Can Yayınları) Bir tohum verdin çiçeğini al Bir çekirdek verdin Ağacını al Bir dal verdin Ormanını al Dünyamı verdim sana Bende kal Mescid-i Aksa'yı gördüm düşümde Bir çocuk gibiydi ve ağlıyordu. Varıp eşiğine alnımı koydum Sanki bir yeraltı nehri kaynıyordu. . Gözlerim yollarda, bekler dururum 'Nerde kardeşlerim' diyordu bir ses. İlk kıblesi benim ulu Nebimin Unuttu mu bunu acaba herkes. . Şimdi kimsecikler varmaz yanıma Resulden yoksunum, tek ve tenhayım. Rüzgarlar silemez gözyaşlarımı Çöllerde kayıp bir yetim vahayım. . Mescid-i Aksa'yı gördüm düşümde Götür Müslüman'a selam diyordu. Dayanamıyorum bu ayrılığa Kucaklasın beni İslâm diyordu. öne çık: duyduk ki iyi bir adammışsın satılık değilmişsin ama eve düşen yıldırım satılık değildir o da dönmezmişsin bir kez söylediğinden neymiş söylediğin onurluymuşsun, söylermişsin düşünceni açıkça hangi düşünceni yürekliymişsin kime karşı bilgeymişsin kimin için düşünmezmişsin kendi çıkarını kiminkidir o zaman düşündüğün iyi bir arkadaşmışsın iyi insanlar da var mı arkadaşların arasında. dinle şimdi: biliyoruz düşmanımız olduğunu. onun için bir duvar önüne götüreceğiz şimdi seni ama hizmetlerini ve iyi yanlarını da göz önünde tutarak iyi bir duvar seçeceğiz sana ve seni iyi tüfeklerden çıkacak iyi kurşunlarla vurup iyi bir kürekle iyi toprak atacağız üstüne Kalbim dinamit kuyusu Şafakları; Taaa şafakları Nice bir Yangınları düşer alın çatıma Gencecik ölüme gitmenin. Yığılır boşkovanlar, dumanlı Ve susar mitralyözler kuytularda. Suskundur, Karanlıktır, Kayıtsızdır, Her namlu. Beni kurşunlar götürür Kollarım vurulu Gözlerim açık. Şafakları, Taaa şafakları, Kınalı tavşanlar suya inmeden, İlk çığlıklarındayken martılar, Kamplarda idamcılar Azgın ve manyak Tan yerinde kızartılar... . Tan yerinde kızartılar Hey canım, Orada, Sularla Sınırlarla Uzaklar uzağında Ve benim şuncağızımda hemencecik Göğüs kafesimin altında, solda, Barajlar, yeşeren çöller, Katarlar, traktörler, Yani her vidasynda bin sevda, Her civatasında bin saygı, Bin ustalıkla, İşlenen ve yaratılan dünyaların kımıldanışı Ve hayatı pırıl pırıl çarktan çıkaranların Deliksiz uykularından uyanışı.. Kutlu ve saygındır bir daha Berrak çelik, Renkli pamuk Ve sütlü buğday. Kutludur, saygındır kuşkusuz Çimentosu ninnilerle karılan Çeliğine su diye Öpücükler verilen Çatılarında köpürmüş güvercin uğultusu Bahçelerinde güneş sağnaklarıyla Görkemli çocuk saraylarının Cana can katan nuru. Yani, yaratan ve adaletli olan insan gücünün O her yerde geçerli Kesenkes haklı onuru. Kutlu ve saygın olacak elbet... . Beni yiğitler götürür Katlarına sevda ile varılan Yiğitler ki, Dişlerini tükürmüş Yiğitler ki, Hayaları burulan. . Yan yana, upuzun, boylu boyunca Tepeden tırnağa kan Yiğitler ki, Her biri bir parça vatan. Gözlerinde Bir küfür kasırgası Ana-avrat Ah ulan... . ........................ . Canımda damıttım seni ey zulüm, Sancısını İnceden Kum gibi taşıdığım. Kasığımda Amerikan kemendi Bağıra bağıra geceler boyu Kaskatı kesilip Kan işediğim. . Beni baskınlar götürür Gerillanın şah damarı halkıma Korkunç ve soylu bir tutkudur dayatma Yalnız bu kadar da değil, Yarin hayâli gibi üstelik Nazlıdır, Usuldur, İnce, Bilgedir, Biz ki, ustasıyız Vatan sevmenin Umut, saklımızda ölümsüz bayrak Kırmızı-kırmızı Dalga-dalgadır... . Beni gözlerin götürür Gözlerin, aşkla, acıyla... Kuşatmışlar sesimi, soluğumu. Kesilmiş tuz-ekmek payım. Vurgunum Ve darda, Gözaltındayım. Dal, kor keser penceremde açarsa; Kuş, vurulur üzerimden uçarsa, Ve hal böyle böyle, Yol bu yöndeyken. Gelir, Ki, her gelişinde daha da içten Gelir, Soluk soluğa benim olursun. Amansız sarmasında kollarımın Esrik, çığlık çığlığa Erir, tükenir vücudun. . ....................... . Nicedir, Kahpe ağzında Bir salgın, Bir deprem gibi künyemiz Nicedir, Başımıza zından dünyamız Biz ki, yarınıyız halkın Umudu, yüzakıyız Hıncı, namusu... Şafakları, Taaa şafakları Hey canım, Kalbim, dinamit kuyusu... Oyuncak kırılır, haydi, ya insan, Nasıl parçalanır, nasıl bölünür? Söylerler, mezara kulak dayasan; Bir daha ölmemek için ölünür.. Çekilmez akılda bu kadar sancı; Akıl bir küçük diş, at, kurtulursun! Ölmemenin olsa gerek ilacı; Eski rafta ara, belki bulursun! ... 1972 üç kere üç dokuz eder bilirsin birin karesi birdir kare kökü de bilirsin 'mutlu aşk yoktur' bilirsin. ama baharda ya da dışarda sonsuz göğün altında aşkın aşkla çarpımı nedendir bilinmez garip bir biçimde hep sonsuzdur Genç bir ülkeden, kökleri otlardan doğan, (o kökler ki Amerika'nın öfkesini yadsıyan) sizlere geliyorum, kuzeyli kardeşlerim. Acılı haykırış, umutsuzluk ve inanç yüklü, sizlere geliyorum, kuzeyli kardeşlerim. Biz 'homo sapiens'lerin geldiği yerden, nice yol aldım göçebe ayinleriyle, bir haç gibi taşıdığım astımımla ve onun özüme yakışmayan mecazıyla. Uzundu yol ve çok ağırdı dert sürmektedir bende avare adımlarımın kokusu, hala batık bir gemidir derinlerdeki özüm -kurtarıcı kıyılar görünseler bile- dalgalara karşı gönülsüz yüzüyorum batık bir gemi oluşumu koruyarak. Yalnızım acımasız geceye karşı ve biletlerin bıraktığı kesin şeker tadına. Avrupa çağırıyor beni yıllanmış şarabının sesiyle, sarı etinin soluğuyla, müzedeki eserleriyle. Yeni ülkelerin neşeli klarnet sesiyle alıyorum karşıdan geniş etkisini Lenin'in icra ettiği ve halkların söylediği Marks ve Engels şarkılarının. Bilmiyorum Hangi cellat Uzatıp ellerini O eşsiz güzelligi Umut çiçeklerimi Hiç gözünü kırpmadan Ayırdı gövdesinden. Mutluluğu aradığın sürece, Mutlu olacak kadar olgun değilsindir, Ve ulaşacak kadar her istediğine. Kayıplara yakındığın sürece Ve hedeflerin varsa durmadan yöneldiğin, Bilemezsin huzur nedir diye. Vazgeçersen şayet her arzudan, Ne hedef, nede istek tanıyıp Mutluluğu artık adıyla anmıyorsan, O zaman olup bitenlerin akışına Dayanamaz yüreğin ve ruhun erişir huzura.. Anneciğim bilmem farkında mısın? Söylenmemiş en mübarek en aziz Duygularla çepe çevre çaresiz Sana yöneldiğimin farkında mısın? . Demeden yakın ırak Bulutlarla savrulup, ırmaklarla akarak Sana 'Anne' diyen dilleri kıskanarak Kapına geldiğimin farkında mısın? . Bütün anneleri düşündüm tek tek Sensin benim için en güzel örnek Seni dinleyerek, seni severek Nasıl yüceldiğimin farkında mısın? . Seni göremedim diye bu bahar İçimde bin türlü duygunun isyanı var Turnaların gökyüzünü sevdiği kadar Seni sevdiğimin farkında mısın? Mavi, maviydi gökyüzü Bulutlar beyaz, beyazdı Boşluğu ve üzüntüsü İçinde ne garip yazdı.... Garip, güzel, sonra mahzun Işıkla yağmur beraber, Bir türkü ki gamlı, uzun, Ve sen gülünce açan güller.. Beyaz, beyazdı bulutlar Gölgeler buğulu, derin; Ah o hiç dinmeyen rüzgâr Ve uykusu çiçeklerin.. Mor aydınlıkta bir çınar Veya kestane dibinde; Mahmur süzülen bakışlar İkindi saatlerinde.... Birden gülümseyen yüzün Sabahların aynasında Ve beni çıldırtan hüzün İki bakış arasında.. Kim bilir şimdi nerdesin Senindir yine akşamlar Merdivende ayak sesin Rıhtım taşında gölgen var Sen beni sevmekten gidince ben bana borçlu kaldım Ya sen bana fazla geldin ya ben sana az kaldım Gitme bir adım öteye gülüm bir adımda gurbet olur Gitme bir nefes öteye gülüm her nefes hasret olur. Aşk yasaklandı artık halka açık yerlerde El tutmak yol açıyor diye hesapsız Susmalara kaldırdık tüm tutuşmaları Yasak kelime oyunu yapmak Yalan söylemek mecburi ve serbest ayyuka çıkmak Artık yağmur sonraları toprak kokmak yok Tomurcuklanmak günah Ve bir insan gözü yüzünden 100 gün ardarda uyumamak Kimse ölmesin diye Kimsenin aklında her sevdalı verdiği sözü geri alacak Güneşi ayı ve hatta hiç bir tabiat olayı Şahit gösterilmeyecek hiç bir sevdaya Ne deniyorsa onu atacak kalp Ve süresi24 saate çıkarılacak meskun mahallerde ağlamanın. Sen sesini alıp gidince ben burda dilsiz kaldım Ya sen bana fazla geldin Ya ben sana az kaldım Gitme bir adım öteye gülüm bir adımda gurbet olur Gitme bir nefes öteye gülüm her nefes hasret olur Ben eski zaman aşığıyım Sevda çeker düşünürüm ağlarım Bazen tilki kadar kurnaz bazen akılsız Bazen çocuk gibiyim bacak kadarım. Herkes aşık olur sevdalanır Bir yolu var gönül çekmenin de Benimki sevda değil ateşten gömlek Bir kor düşmüş ışıl ışıl yanar içimde. Ama ben eski zaman aşığıyım Sevmek kadar katlanmak da gelir elimden Gece hayalimde gündüz fikrimde Ela gözlü o yar çıkmaz gönülden Bir kâse su gibi dökülse kuma Kuramlar kollayan dik başlı aklım . Rüzgârın başıma verdiği şekil Yol olsa içimin ormanlarında . Unutsam eşyanın gürültüsün Rengini suların tadını gülün . Günleri bir secde hızıyla geçip Erişsem mahşere bir iftar gibi . Genişle ey kalbim kardan sözlerle Ayıkla ve yıka pıhtılarını Simsiyah Bembeyaz Bomboşum İster siyah tebeşirle çiz İster beyaz tebeşirle Nafile ‎ ''Allah'a dayandım! '' diye sen çıkma yataktan... Ma'na-yı tevekkül bu mudur? Hey gidi nadan! Ecdadını, zannetme, asırlarca uyurdu; Nerden bulacaktın o zaman eldeki yurdu? Üç kıt'ada, yer yer, kanayan izleri şahid: Dinlenmedi bir gün o büyük nesl-i mücahid. Alemde ''tevekkül'' demek olsaydı ''atalet'' Miras-ı diyanetle yaşar mıydı bu millet? Çoktan kürenin meş'al-i tevhidi sönerdi; Kur'an duramaz, Nezd-i İlahi'ye dönerdi.. ''Dünya koşuyor'' söz mü? Beraber koşacaktın; Heyhat, bütün azmi sen arkanda bıraktın! Madem ki uyandın o medid uykulardan, Bir parçacık olsun, hadi, hiç yoksa, kımıldan. Dünya koşuyorken yolun üstünde yatılmaz; Davranmayacak kimse bu meydana atılmaz. Müstakbeli bul, sen de koşanlarla bir ol da; Maziyi, fakat, yıkmaya kalkışma bu yolda. Ahlafa döner, korkarım, eslafa hücumu: Mazisi yıkık milletin atisi olur mu? . Ey yolcu, uyan! Yoksa çıkarsın ki sabaha: Bir kupkuru çöl var; ne ışık var, ne de vaha! Biz,kısık sesleriz...minareleri, Sen,ezansız bırakma Allahım! Ya çağır şurda bal yapanlarını, Ya kovansız bırakma Allahım! Mahyasızdır minareler...göğü de, Kehkeşansız bırakma Allahım! Müslümanlıkla yoğrulan yurdu, Müslümansız bırakma Allahım! Bize güç ver...cihad meydanını, Pehlivansız bırakma Allahım! Kahraman bekleyen yığınlarını, Kahramansız bırakma Allah'ım! Bilelim hasma karşı koymasını, Bizi cansız bırakma Allah'ım! Yarının yollarında yılları da, Ramazansız bırakma Allah'ım! Ya dağıt kimsesiz kalan sürünü, Ya çobansız bırakma Allah'ım! Bizi sen sevgisiz,susuz,havasız; Ve vatansız bırakma Allah'ım! Müslümanlıkla yoğrulan yurdu, Müslümansız bırakma Allah'ım! Ağladığını istemem ben ölürsem Beni en sevdiğin halimle hatırla Uzak bir yerde çalıştığımı düşün Hayatta olduğuma inan Bir gün gelir kendiliğinden Geçer bütün üzüntüm. . Her yeni gelen günü Yeni bir ümitle beklemeli Her yeni gün Yeni havalarla gelir. Gece, yağan yağmurla uyursun Sabah, bir de bakarsın odan güneşli. Her gelen vapuru, treni Yeni bir ümitle beklemeli Her gelen vapur, tren Yeni insanlarla gelir Ben esmerdim güzelim Bu sefer bir sarışını seversin Aşk yaşayanlar içindir. Sana bakmak toprağa bakmak kadar güzeldi Sert şarkılar vardı yanaklarında. Sabahın sisini dalgın atlara yükledim Senin şehrine vardım saçlarını aradım boşuna Sen yoktun bir şey yoktu Bütün dillerde yalan söyledim sana inanmak için. Sen gittin tarih bitti milat neyi açıklayabilir Sana bakmak toprağa bakmak kadar güzeldi. Ne vardı bir de bahçeler vardı. Bahçeye resimler düşmeye devam ediyor. Kimi eski bir denize çizilmiş Kimi her yanı haziran bir trene Kimi bir kelimeye. Bir resimde isa akşama bakıyor Bir resimde tarihçiler eliboş dönüyor kadınların verdiği sözlerden Bir resimde yüzlerce anahtar var hiç kapı yok Bir resimde telefon çalıyor açıyoruz ve yağmur Islanıyor zaman Bir resimde yedi kişiyiz aramızda en güzel ölüm gülümsüyor. Çiçektik çok Hatırlar mısın Hatırlarsın. Geçtik dünyanın arasından Geçtik bu küçük omuzlarımızla Maviler giymiş ağlayan meleklere Tarifsiz kadınlara Düşmüş bayraklara gecikerek Geçtik dünyadan bağışla bizi. Yaptıklarımız için Yapmadıklarımız için Elimizi Dilimizi Tanrım Bağışla bizi. Kimsenin olmayan bir yoldan geçerken Kimsenin olmayan bir resmini gördüm hayatın. Büyük dalgınlar vardı Cevapsızlar Hiç deniz görmeyenler Kimseye bir şey sormayanlar vardı Kaybedenler Hayatın büyük ırmağında Vardı ve akıyordu. Sonra kimse kalmadı Hiç kimse Bağırmak için Yalvarmak için. Çünkü herkes gitti Çünkü herkes gider. Geceler var bir de iyi geceler. İyi geceler bayım hiç yittiniz mi En az bir defa yitmeli insan. Nasıl geçti yıllar telefon beklerken mi Şarkılar bitti şarkılar bitti Bir şey söylemedin kadınlar için Devrimler için bir şey söylemedin Yıldızlar için İyi geceler bayım. Yine birisi ağlamış bak yeryüzü ıslak.. İçinde yalan olmayan bir cümle söyle bana İçinde amerika olmayan bir cümle söyle İçinde zulüm olmayan bir cümle İhtiyacım var buna. Çok hırpalandım zeytin ağacı Çok hırpalandım sevgilim Bu vakitsiz değişen haritalardan Kederli göklerden mübarek çocuklardan kapanmış çiçeklerden Geldi geçiyor dünya Elimi tut Bir cümle söyle İçinde yalan olmayan bir cümle Göklere bakma anında dünyadan çıkma anında Söyleyip kaybolayım söyleyip varolayım Bir cümle bir cümle bir cümle. Lailaheillallah Kırıldığın zaman, çitin ötesindeki insanları düşün, acıları içini ısıtsın, doğrulansın yüzün, gözlerine çekimser bir mevsim süsü ver korkma, kimsenin gözükmez içi.... Hem bak nasıl da harcanıyor dünya aileler... sevgililer... bütün ülke. Üstelik kadının yüzü paramparça kadın kalpten ölecek, o kadına sakın nüfuz etme.... Boğ odana deniz menevişleri getiren kızı vehimlerinden yaptığın sevginle, ufacık sahnelerde büyük öfkeler tasarla, antika bir çerçeve uydur büyük insanlık derdine… Nasılsa çitin ötesinde insan dolu, sen gövdeni düşün yalnızca göğsünün en ince yerinde…. Hem bak nasılda harcanıyor dünya aileler… sevgililer… bütün ülke üstelik kadının yüzü paramparça, kadın kalpten ölecek, o kadına nüfuz etme…. Kış başladı… başlayacak, artık hesaplar açık veriyor, bir isim bulmalısın kendine engellenmiş kaçak… engellenmiş kaçak… Ninni söylüyor akşam, portakallara.. Kız kardeşim şarkı söylüyor: Dünya bir portakaldır.. Ay ağlıyarak diyor: Bir portakal olmak istiyorum.. Olamaz kızım, pembeleşsen de.. Olamaz dönsen bile küçücük bir limona. Yazık! Kafaları kızınca darbeye başvurdular Devrim yobazlarından çok şamar yedi ülkem. Akrebi sıvazlayıp bülbüle taş vurdular Sıcak çorba yerine soğuk kar yedi ülkem.. 18.11.2008/Vakit Sen ol dersen olur, Nur bize Allah'ım nur! çok yalnızım, mutsuzum göründüğüm gibi degilim aslında karanlıklarda kaybolmuşum ...bir ışık arıyorum, bir umut arıyorum uzun zamandır aradıkça batıyorum karanlik kuyulara kimse duymuyor çığlıklarımı duyan aldırış etmiyor çekip kurtarmak istemiyor bense insanların bu ilgisizligi karşısında ilgiye susamışım ümidimi yitirmişim biliyorum bir gün dayanamayacak küçük kalbim arkamı dönüp inandığım ve güvendiğim herşeye veda edeceğim. "en yakın yabancı sendin, daha sürülmemişken ışığın biberi yaramıza, yaslanırken boşlukta duran bir merdivene henüz. ... güzdü sonsuz bir çöle takılan bakışımız, ilkyaz derken -kışı gözden kaçıran yüzlerce eller yukarı, saygı duruşlarımız en güçsüz kollarla-. çözüldü aşkın zarif ilmeği bulandı aynalar duruluğu. çok gizli bir doğru gecenin toyluğunda bilmedik çekenin yanlış bir uzaklık olduğunu.... yabancıların en yakınıydın sen! ". ey iki adımlık yerküre senin bütün arka bahçelerini gördüm ben! rastlaşmasak bulanır kırbaç tutan gözlerin ardındaki yalnızım, üfledin mumu gittin uzakta uyuyunca sandın ki söner kandil bir bakıma eksikti, her bakımdan çekinik yakandan bir gül düştü, dağıttın ezip geçtin. denize sarı düştü, sen buna inanmadın başını kaldırsaydın güneşteydi mavilik dudakların birleşti açılmadı bir daha topladın bavulunu gözyaşların döküldü sığmadı ikimize bir kılıcın gezliği dışına yuvarlandık birlikteliğin. ardındaki yalnızım, öncende küflü bir söz yosun tutmuş bir milat sarkıyor çevremizden omuzlarımız gergin o yükü taşımaktan sana avam geliyor gece gelen su sesi ben ise şarkılar besteliyorum ondan. yatkınım dudaklarını aralayan her söze bohçan çözülse yeter, gönlü olur boşluğun bir rüzgar efil efil seslese bu sükutu akşamları çığlığı duyulur olur günün yatkınım gözündeki o merdiven boşluğa bakışların takılmış benli bir oruçluğa gölgeni unutmuşsun bir gün geri almaya geldiğinde hüzünden o parmağa bak. sen yokken ben senle nişanlandım, üzgünüm bir genç kız ölüsünden yüzük yaptılar bana. Acının tutanakçısıyım Anlatıp dururum aşkları Ayrılıkları ve o destan Yalnızlığını ömrümüzün. Göçebe, Gezgin ve Aylak Birmiydim aklıma gelmedi Bir çingeneyle bir bilici Hep ayni şeydi bildiğim. Ve serseriliğimdi aşklar Bir masalcıydım belki de Yaşadım o büyük serüvenleri Yolculuklar tarihimdi benim. Acılar yaşanıyordu yurdumda Pespese yakılıyordu kentler Bense hep oralardaydım Daha yangın başlamadan önce Acep şu yerde varm'ola Şöyle garip bencileyin Bağrı başlı gözü yaşlı Şöyle garip bencileyin. Gezdim Rum ile Şam'ı Yukarı illeri kamu Çok istedim bulamadım Şöyle garip bencileyin. Kimseler garip olmasın Hasret oduna yanmasın Hocam kimseler duymasın Şöyle garip bencileyin. Söyler dilim ağlar gözüm Gariplere göynür özüm Meğer ki gökte yıldızım Şöyle garip bencileyin. Nice bu dert ile yanam Ecel ere bir gün ölem Meğer ki sinimde bulam Şöyle garip bencileyin. Bir garip ölmüş diyeler Üç günden sonra duyalar Soğuk su ile yuyalar Şöyle garip bencileyin. Hey Emre'm Yunus biçare Bulunmaz derdine çare Var imdi gez şardan şara Şöyle garip bencileyin. Kamu: Tamamı, hepsi Od: Ateş Göynümek: Dertlenmek, içlenmek Sin: Mezar taşı Yumak: Yıkamak Şar: Şehir Öyle parçalandım ki ömrümde Sevgiyle öfke arasında, Sevgimi öfke vurdu Öfkemi sevgi kaçırdı İçim parçalandı arada. Bi de bi gün baktım gökyüzüne bir bayram gecesi Bi kestane fişeği açmıştı yedi rengimden Yağıyorum çocukların üstüne Bu yıldızlı gökler Ne zaman başladı dönmeye Kimse bilmez Kimse bilmez Seni dağladılar, değil mi kalbim, Her yanın, içi su dolu kabarcık. Bulunmaz bu halden anlar bir ilim; Akıl yırtık çuval, sökük dağarcık.. Sensin gökten gelen oklara hedef; Oyası ateşle işlenen gergef. Çekme üç beş günlük dünyaya esef! Dayan kalbim üç beş nefes kadarcık!. (1972) 1. Bir öpüş su içiyor maşrapasından gecenin, her dudak yalnızlığımızın peşinde, batık gemileri dirilen güneşleriyle göksel balıklarına karşıcı gelebilir mahalle.. Ne güzel ölüler vardı bir vakitler, yüzler, şimdi dirilerin bil çaydanlığı boş, omuzları sarkık ceketler içinde, çayırdaki evlerinin gözleri kör, bir adamın boşluğunca sırtını denize dönmüş kedileri nokta gibi sedirde, unutulmuş bir anı kalıntısı gibi uzaktalar içleri yok kutularıyla baş başa.. Yeniden uyumalı o kuşla kanadının altında, aktarmalı damlayan suyu yavaşça oluklarına ruhumuzun, neresini veriyorsak yine orası, örselemeden, incitmeden.. 2. Her sabah bir gül tutarak uyanıyor, her akşam bir sofranın dikeninde uzatıyor saçlarını unutmak için, dişlerini biliyor ya da bilmiyor, avuçları belli ki güneşe dönmek için, yüreği bir çardaktan sarkabilir.. Hep o kapıdan girip çıkıyoruz, ak evler giyiniyoruz, sofamız, taşlığımız gel diye sesleniyor kuleden atladığımız kuleden denizin sesine doğru, bir kent çekiyoruz ardımızda avutulmaz bülbüller kadar hızlı.. Hep o saraydan görünüyor, bahçesinden, tüm başlangıçlara gebe tek dilenci, üfürülmüş bir saksağan karaltısı gibi elleri nar tanesinde, dudağında bayıltıcı son karanfil kokusu, fesleğenler, fesleğenler.. 3. Geri dönmesini, yüz geri etmesini seviyor, seviyor geçtiği yollardan tersine yürümesini, bakıyor eskiden düşürdüğü bir çakı otların arasında, uyutuyor ağzında başka bir tadı var, uyanıyor başka bir güneş damarlarında. taş bir simgeymiş, yalnızlık tıka basa dolu, yaprakların savruluşu rüzgarda bir umudun suya vuran rengiymiş buluttan, bulutsa uçan kuşmuş memesinden tip tip bütün gece.. Kendini bir de rüzgarlarında bulsa. 4. Ah sen en güzel taş, taşken su, suyken kara burçak, yaba, bel, çivi, bütün kapıların mandalı, ipler, serilmiş çamaşırlar, ağızlık, mintan, camdaki saksı, saksıyken bulut, bulutken tesbih, çektiğim hali silktiğim, yatırdığım, üstüne bindiğim, öptüğüm, mezarında yanında yattığım, yatarken deniz, denizken balık, balıkken güneş, güneşken tarla, tarlayken ev, pencere, pencerede insan başı, kendim, bir başkası, karanlık duvarda yürüyen akrep, tenekelerle çekilen kuyudan suladığımız, kırptığımız, bir sopa diktiğimiz yanına, iple bağlanan, bağlanırken çözülen, çözülürken misina, hepsi bir anda, hepsi bir solukta, hepsi, hepsi, hepsi.. 5. Gözlerim değince tarlada mısıra, bir su akıyor içimden otlar arası, bir kuş uçuyor üstünde yabanil, gözlerim değince kuşa, yalayınca tüylerini bir ağaç büyüyor boynumda kara yeşil, güneşe bakıyorum, ırgatlara bakıyorum, bulutum geçiyor başlarından salınarak, veriyorum, alıyorum, öğütüyorum, ekmek ediyorum saçta, çöreotu ekiyorum, bebelere, yoksullara, acıkanlara Işıl’a..... Yine gittin o karanlık odaya Karanlık uykularına. Sen hep gülerdin oysa, gülüverirdin Bir bakardım eğilmiş su içiyor Gamzelerinden kuşlar. Bir bakardım gözlerinde Güneşli ve sıcak iki hurma. Bir bakardım hayata dikleniyor Diktiğin horoz ibikleri saksılarda. Biriciğim, kardeşim ne oldu sana? . Karşıyaka vapurunda alıştı dilim en çok acıya Acı çaylar içer ve bakardım karanlık sulara Bir balığın uykusunu düşlerdim Karanlık sularda kaybettiği rüyaları, Sigaramdan kopup giden iki kıvılcım Merak ederdim ne konuşurlar aralarında? Sen beni hep merak ederdin, Sen beni hep yemeğe beklerdin, Seni sıcacık evimizde bulduğumda İki kıvılcım buluşmuş gibi olurdu Balığın karanlık uykusuyla. Bir kesmeşeker koymuş gibi olurdun sanki Dilimin ucuna.. Berekettir diye hani geçen hıdrellezde Karınca kumu toplayıp getirmiştin Kimse bereketi öyle getirmedi bana Küçük, küçücük bir torbada Az gerçi cüzdanımda hala kağıtlar, Ama bozuklar harmandalı oynuyor, Zil oluyor parmağımın ucunda, Küçücük insanlar şimdi cüzdanıma her bakışımda Neşeli bir ateşin üstünden atlıyor. Kardeşim, biriciğim, kimse yoksulluğu benim için Böyle sevimli kılmadı şimdiye kadar.. Kötü rüyalar görürdüm durmadan Bağırırdı bir yaşlı kadın: “Mavi alevlerin ortasına, Bu kırmızı elbise giymiş kadın yakışır.” Sanırım birileri beni yakacak diye tuttururdum sabahları. Ateş iyidir derdin sen, başarıdır, Çok şeyler başaracaksın. Kardeşim, biriciğim sen olmasan, Ablanın kabuslarını kim hayra yorardı? . Yine gülsen, gülüversen, Ben böyle saymazdım çarşafımdaki kırmızı gülleri o zaman, Sayıyorum, sayıyorum Hiç bitmiyor güller, sensiz hiç bitmiyor zaman. Çıksan o karanlık uykudan, Kilerde fazla güneşimiz kalmış mı bir baksan. Bütün serotonin geri kalım inhibitörleri birleşseler Geri alamazlar çünkü, hayra yorulmuş bir rüya kadar sevinen hayatı, geri alamazlar bir avuç karınca kumunun huzurunu. yüzüme sevgi dolu bakarken canımı acıtıyorsun, sokaklar tekin değil kuytu bir köşe bile bırakmadılar bize rasgele işlenen cinayette tek ipucu sözlerin onlar da konuştukça kusmuk gibi dilinde. sokaklar tekin değil, hava soğuk, üşürsün yün eldiven tak, parmak izin bulaşmasın kente haydi son kez sevişelim o yanlış evlerde o trenin vagonuna asalım derimizi nazlanma; yanlış bir adres daha ver bana bak bir elmanın tombul kurdu gibiyiz kırık bir şemsiyenin sapı gibiyiz senle. yüzüme sevgi dolu bakma; içimden silah sesleri geliyor bir adam bir sancıyı kudurtuyor içimde sokaklar tekin değil, zar tutarken hırpalanan biri var büyük bir ihtimalle. bir güle ceza veren yeniyetme çocukları olur olmaz yerlerde öldürmekten yoruldum olduğun gibi gel, olduğun yerde soyun! yani terli ve kırışık, yani solgun ve kirli yani tuzlu bir gölde biriken cesetler gibi benim dilim yetmez diye delileri topladım yalamaya hazırız çürüyen yerlerini. yüzüme sevgi dolu bakarken canımı acıtıyorsun, sokaklar tekin değil iyisi mi kendine çevir dur tüm serseri mermileri Hansı gülşen gülbüni serv-i hıramanunca var Hansı gülbün üzre gonce la’l-i handanunca var. Hansı gülzar içre bir gül açılur hüsnün kimi Hansı gül bergi leb-i la’l-i dür-efşanunca var. Hansı bağun var bir nahli kadün tek bar-ver Hansı nahlün hasılı sib-i zenahdanunca var. Hansı huni sen kimi cellada olmuşdur esir Hansı celladun kılıcı nevk-i müjganunca var. Hansı bezm olmış münevver bir kadün tek şem’den Hansı şem’ün şu’lesi ruhsar-ı tabanunca var. Hansı yerde tapılur nisbet sana bir genc-i hüsn Hansı gencün ejderi zülf-i perişanunca var. Hansı gülşen bülbüin derler Fuzuli sen kimi Hansı bülbül nalesi feryad-u efganunca var Çamlıbel'den Tokad'a doğru Tozlu yolların aktığı ırmak! Ben seni çoktan unuttum; Sen de unuttun mu, dön geri bak.. Atların kuyruğu düğümlü, Bir yandan yağmur yağar, ıslak; Bir yandan hamutlar şak şak eder, Bir yandan tekerler döner, dön geri bak.. Orda, derenin içinde İki üç akçakavak, Tekerler döner, başım döner, Kavaklar yeşeriyor dön geri bak.. Orda, derenin içinde İki üç çırılçıplak Alçacık damı düşündükçe Gözlerim yaşarıyor, dön geri bak.. Irmaklar gibi uzaklaşır Bir türkü kadar uzak Tekerler iki çizgi bırakır, Hamutlar şak şak eder, dön geri bak. Kör bir Maraş bıçağının üzerinde Bir Urartu sikkesinin taşıdığı motiflerle Şu yazılıydı: ‘İçimizdeki ve üstümüzdeki anlatılamaz olana’ . I . Bir şey değişmedi. Anlaşılacak bir şey yok. Sadece bedenimi kesen suyun Uzaklığına bırakabilirim kendimi. Anlamak için gitmeyi Giderken ölmeyi. . Bir şey değişmedi. . II . Güneşin erittiği şarkı söylendi burada Ölümün tükettiği şarkı. Dağlara yürümekle anladığım dikenlerin dili Söyledi bana Gitmeliyim Gitmiş tüm kavimler gibi. . Dinledim şarkısını dikenlerin Acıtmak için yaratıldıklarını bilmiyorlar. Bıraktıkları gölge kadar olduğunu hayatın, Küçük sıradan. Taşlarla konuşuyorlar Gece ay ışığıyla. Böceklerle dostluğu onların Toprağın katı yatağıyla . Öldüm ben Varlığın uykusunda uyuyarak Ve bakındım Her yer kurak Her yer kurak . III . Uyansın buradan bir acıyla, bir gece yarısı Sürülen kavim. Kuyulardan Asma dallarından Ve utancı örten varlığından incirin Kim daha eskiydi? Kim dünyada olmanın bir gölgeyle Bir olduğunu bilir? Toprağın üzerinde ve altında yeni olmayana Diyen gümüş sikke kaç bin yıllık? Zaman hızla geçiyor sanıyordum. Yalan. Geçmiyor Birikiyor acısı kavimlerin Tarih bırakmıyor zamanı kuyusundan. . Kör bir Maraş bıçağını taşlara sürtüyorlar Kan için. Sulara karışacak Ve unutulacak kan için. . IV . Biriktirdiği doğrudur suyun hayatı Büyüttüğü. Ama burada, Bu derin vadide kıvrılarak kaybolan nehir Götürüyor ruhunu kavimlerin. Götürüp ölümlerini denizlerin diplerinde saklıyor. Ölümlerini onların, balıklara söyletiyor Şakayıkların titrekliğine katıyor düşlerini Mercanların sabrına. . Kör bir Maraş bıçağını biliyorlar bir taşla Kan için. Sulara karışacak ve unutulacak Kan için. . V . Gece oldu Yolu bitmemiş kavmin ürpertisi Sardı beni. Gitmeliyim. . Kesilmeden önce bir kurban Konuşur Vardır söyleyeceği. Ben duydum. Eğildim ve bir kuyuda gördüm göğü Dünyaya göz olmuş kuyunun nemi Söyledi bana; . İçindeki ve üstündeki anlatılamaz olan Aynıdır aslında Aynılığındandır ki Avutmaz. Metinlerde buluştuk kopkoyu deyimlerde, Koşut ve eş zamanlı okuduk kimi kitapları; O arada iki de defterimiz oldu, Biri babasına daha çok benziyor.. Bir türlü kotarılamayan uğraş, Ç harfini daha yeni dönmüşüz; Gözlerimizde İbni Sina bozukluğu, Dostumuzsa, Bodrum'da, dönmez geri.. Uzaklardaydın, oracıkta, öbür kıtada, Keşke yalnız bunun için sevseydim seni. Doğrudur yıldırımın düştüğü, yağdığı yağmurun, Bulutların rüzgarla sökün ettiği. Ama savaş öyle değil, savaş rüzgarla gelmez; Onu bulup getiren insanlardır. Duman tüten topraktan bahar boyunca, Dökülüp yükselir birden gökyüzü. Ama barış ağaç değil, ot değil ki yeşersin: Sen istersen olur barış, istersen çiçeklenir.. Sizsiniz uluslar, kaderi dünyanın. Bilin kuvvetinizi. Bir tabiat kanunu değildir savaş, Barışsa bir armağan gibi verilmez insana: Savaşa karşı Barış için Katillerin önüne dikilmek gerek, 'Hayır yaşayacağız! ' demek. İndirin yumruğunuzu suratlarına! Böylece mümkün olacak savaşı önlemek.. Onlar demir çeliği elinde tutan birkaç kişidir, Yoktur karabasandan bir çıkarları Dünyaya bakıp 'ne küçük' derler, Bir şeylerle yetinmezler ucunda, Para hesap eder gibi hesaplıyorlar bizi, Savaş da bu hesabın ucunda. Ürkmeyin tutmuşlar diye suyun başını: Korkunç oyunları, davranın, bitsin.. Söz konusu olan çocuğundur, ana: Koru onu, dikil karşılarına, Biz milyonlarca kişi Savaşı yener miyiz? Bunu sen bileceksin. Bunu biz bilecek, biz seçeceğiz. Bir de düşün 'Yok! ' dediğini: Düşün ki savaş geçmişin malı ve barış taşıyor gelecekten.. Çeviri: Attilâ TOKATLI Aldanmıyorsam bir zamanlar hayatım, önüne bütün gönüllerin açıldığı, yoluna bütün şarapların döküldüğü bir şölendi. Bir akşamdı dizimi oturttum Güzelliği-Terslik edecek oldu-İler tutar yerini bırakmadım ben de. Bayrak açtım adalete karşı. Aldım başımı kaçtım. Ey büyücüler, size ey bahtsızlık, ey nefret, hazinem size emanet. Azmettim, söndürdüm içerimde insan ümidi adına ne varsa. Bir yırtıcı hayvan amansızlığıyla atıldım üzerlerine boğayım diye cümle sevinci. Cellatlara seslendim, ısırayım diye ölürken mavzerlerin kabzalarını. Seslendim salgınlara, boğsunlar istedim, kan içinde, kum içinde beni. Tanrı bildim musibeti. Gırtlağıma kadar battım çamurlara. Cürümün ayazında kurundum. Hop oturup hop kaldırdım çılgınlığı. Bana baharın getirdiği iğrenç bir budala kahkahasıydı. Derken az önce işte, bir de baktım ki kıkırdamak üzereyim; aklıma eski şölenin anahtarlarını aramak geldi, dedim belki de yeniden heveslenirim. Hayırmış meğer o anahtarın adı-Anlaşıldı ben bir düşteymişim. 'Sen canavar kalacaksın...' falan filan... atıp tutmaya başladı başıma bu şirin hasırları ören şeytan. 'Ölümüne sürsün cümle iştahın, bencilliğin, cümle bağışlanmaz günahın.' . Ah, canıma yetti arttı-Kuzum şeytan, ne olur daha bir öfkesiz bakıver de benden yana ufak tefek, yolda kalmış alçaklıklar vara dursun, sen ki yazarda tasvir, öğreticilik vergilerinin yokluğuna vurgunsun, senin için kopardım lanetli gün defterimden bu uğursuz yaprakları. Ferman-ı aşka can iledür inkiyadumuz Hükm-i kazaya zerre kadar yok inadumuz . Baş eğmezüz edaniye dünya-yı dun içün Allah'adur tevekülümüz i'timadumuz . Biz mükteka-yı zerkeş-i caha dayanmazuz Hakk'un kemali lütfunadır istinadumuz . Zühd ü salaha eylemezüz iltica hele Tutdı egerçi alem-i kevn-i fesadumuz . Meyden safa-yı batın-ı humdur garaz heman Erbab-ı zahir anlayamazlar muradumuz . Minnet Huda'ya devlet-i dünya fena bulur Baki kalur sahife-i alemde adumuz. Bâki. *************************. Güncel Türkçe Uyarlama. Aşkın fermanına boyun eğmekliğimiz ta candan ve yürektendir. Bu uğurda alın yazımıza karış zerre inadımız ve karşı koymamız söz konusu değildir. . Şu alçak dünyanın birtakım geçici menfaatleri uğruna aşağılık kimselere boyun eğmeyiz. Bu yolda bütün tevvekülümüz, bütün güvencimiz Allah'adır. O'nun hükmüne rıza gösteririz. . Biz geçip gidici mevkii ve makam ile makam ile edin,lmiş altın işlemeli yastıklara sırtımızı verip dayanmayız. Bütün dayanağız Cenabıhakk'ın noksansız ve sınırsız lütfunadır. . Hele sofuluk ve gözü kapalı dindarlığa asla sığınmayız. Velev fesadımız bütün mevcudat alemini tutmuş bile olsa! . Bizim içkiden anladığımız küpün içindeki safadadır. Her şeyi, gördükleri dış yüzüyle değerlendirip hüküm verenler, bizim meramımızı asla anlayamazlar. . Dünya devleti geçip gider ve yok olur ama Allah'a binlerce şükürler olsun ki, bizim adımız alemin sayfasında Baki kalır.. Uyarlama: Xalide Efendiyeva Hanımefendiye teşekkür ve hürmetle . antoloji.com Kader cellâdına Sessiz uzat boynunu; Acıma ne kendine, ne de gelecek günlerine Yalnız bir düşünceye yum gözlerini Son darbe inmeden evvel, en son anda Bir çiçek, bir kuş, bir tebessüm ol; Düşüncen kurtarsın seni senden, Bil! Biraz sonra Ebediyen senindir Senden uzak olan her şey.... II. Ellerini yüzümde gezdir, Sil alnımdan yorgunluğu, Gözlerimin altından Yaşamak korkusunu al, Avuçlarından çıkmış bir heykel olsun başım. Sonra sen de gözlerini kapat, Bırak, ellerin sessizce düşünsün Düşüncende yaşamak isterim ben senin: Bir gün en yalnız saatinde Parmak uçlarından Ve avuçlarından Gelip konuşurum seninle.. III. Ayrılalım, Sen annen güneşe git, nur ol; Ben toprakta dağılacağım. Bir akşamüstü Ormanı tek bir saz yapan En son dalda Son ışık ol, Gel, beni bul. Aşkımız sembolleşsin iğde çiçeklerinde Olgunlaşan meyveler dalları eğerken gel. Duru bir yaz sabahı Toros eteklerinde Akdeniz dalga dalga kıyıyı döğerken gel.. Seher yeli çamları, çavdarları tararken Dağlar göller üstüne sisten perde örerken İlkbaharın ilk gülü kılıfını yararken Sonbaharda son yağmur yollara yağarken gel.. Suların sessiz akıp, kuşların ötme vakti Yollar daha bitmeden düşlerin bitme vakti Semada yıldızların uykuya yatma vakti İster ay batarken gel, ister gün doğarken gel.. (Dosta Doğru) Nefta 1. Feminin rengi aksedip tenine Yeni açmış güle misal olmuş İn'itafiyle bak! ne al olmuş! Serv-i simin safalı gerdenine Bu letafetle ol nihal-i revan Giriyor göz yumunca rü'yama Benziyor aynı, kendi hülyama Bu tasavvur dokundu sevdama Ah böyle gezer mi hiç canan? Gül değil arkasında kanlı kefen Sen misin sen misin ey garib vatan! . Nefta 2. Bu güzellikte hiç bu çağında Yakışır mıydı boynuna o kefen? Cisminin her mesamı yare iken Tuttun evladını kucağında Sen gider isen bizi kalır sanma Şühedan oldu mevt ile handan Sağ kalanlar durur mu hiç giryan? Tende yaştan ziyadedir al kan Söyleyen söylesin sen aldanma! Sen gidersen bütün helak oluruz Koynuna can atar da hak oluruz. Nefta 3. Git vatan! Kabe'de siyaha bürün Bir kolun Ravza-i Nebi'ye uzat Birini Kerbela'da Meşhed'e at Kainatta o hey'etinle görün! Bu temaşaya Hak da aşık olur Göze bir alem eyliyor izhar Ki cihanda büyük letafeti var O letafet olunsa ger inkar Mezhebimce demek muvafık olur Aç vatan göğsünü İlah'ına aç! Şühedanı çıkar da ortaya saç! . Nefta 4. De ki Yâ Râb bu Hüseyn'indir Şu mubârek Habîb-i zî-şânın Şu kefensiz yatan şehîdânın Kimi Bedr-in kimi Hüneyn'indir Tazelensin mi kanlı yâreleri? Mey dökülsün mü kabr-i eshâba? Yakışır mı sanem bu mihrâba? Haç mı konsun bedel şu mîzâba? Dininin kalmasın mı bir eseri? Adem evlâdı bir takım cânî Senden alsın mı sâr-ı şeytânî? . VAVEYLA:çığlık FEM: ağız İN'İTAF: yönelme,(bu şiirde: yansıma) SEVR-İ SİMİN: gümüşten selvi NİAL-İ REVAN: yürüyen fidan MESAM: ter delikleri,gözenek ŞÜHEDA: şehitler HAK OLMAK: toprak olmak,ölmek MEVT: ölüm HANDAN: sevinçli,şen GİRYAN: ağlayan RAVZA-İ NEBİ: Peygamberin mezarı MEŞHED: bir şehidin öldüğü yer (bu şiirde: Hazreti Hüseyin'in öldüğü yer) HEYET: olduğu gibi GER: eğer HABİB-İ ZİŞAN: ünlü büyük sevgili,Hazreti Muhammet ŞEHİDAN: şehitler BEDR,HÜNEYN: Peygamberimizin müşriklere karşı iki savaşı ESHAB: Peygamberimizi görenler,O'nun zamanında yaşayanlar SANEM: put MİZAB: oluk,su yolu SAR-İ ŞEYTANİ: şeytanın öcü Hattım hisabın bil dedin gavgalara saldın beni Zülfüm hayalin kıl dedin sevdalara saldın beni. Geh ebr veş giryan edip geh bad veş püyan edip Mecnun-ı sergerdan edip sahralara saldın beni. Vaslım dilersin çün dedin lutf edeyin olsun dedin Yarın dedin birgün dedin ferdalara saldın beni. Yusuf gibi izzette sen Yakub veş mihnette ben Dil sakin-i beytül hazen tenhalara saldın beni. Baki sıfat verdin elem ettin gözüm yaşını yem Kıldın garik-i bahr-ı gam deryalara saldın beni Hangi hissin parmağı dokundu ki, derine, Düştü bir gizli alev salkımı içerine? . Hangi kabus bastı ki, seni uykularında, Birdenbire cehennem kaynadı sularında? . Örtüldü baştan başa tenin beyaz bir terle, Duman duman yayılan incecik köpüklerle.. Hangi dert kaldı, söyle, bağrına üşüşmeyen, Hangi ölüm şarkısı, bu dilinden düşmeyen? . Hangi öfkeyle yüzün, böyle karıştı yer yer, Sana yan mı baktılar, bir şey mi söylediler? . Bir şey dinleme artık, artık bir şey dinleme! Çağır, bütün günahkar ruhları cehenneme! . Karşına, sahil, kaya, insan kim çıkarsa vur! Vur başına, alemde, kör, sağır, ne varsa vur! . Sal her taraftan, dağdan, gökten, pencereden sal! Nihayet kala kala dünyada tek kişi kal! sen yoksun deniz yok yıldızlar arkadaşım ya bu gece harikalı bir şeyler olsun yahut bir bomba gibi infilak edecek başım. ağzımda eski mısralar uzanıp kalmışım istanbul minareler odamda gibi gökyüzü temiz ve parlak işte kol kola girmiş en mesut günlerimiz muhalif bir rüzgar karşı sahilden. fosforlu ışıklarıyla gökyüzü bir deniz havada kanat sesleri ve çılgın kokular. deniz yok yıldızlar uzaklaşıyor ben yine yalnız kalıyorum istanbul minareler kaybolmuş sen yoksun Maltepe Askeri cezaevinin avlusunda Sisler içindeki Büyükada'nın karşısında Oturmuş yazarım bu şiiri. Eylül başlarında bir cumartesi sabahı Lodos titretiyor ağaçları Yağmur geceden yıkamış çiçekleri. Gökyüzü mavi,bulutlar beyaz Ardından baharın geçti koca bir yaz Hapisteyiz hala ve güzün ilk serinlikleri. Avlunun dört yanı dikenli teller Tellerin gerisinde nöbetçiler bekler Kapanır uykusuzluktan gözleri. On gündür çocuk sesi duymadım Özledim 'baba' deyişini kızımın Özledim beni görünceki sevincini.... Hayatım benim, kırk yıllık hayatım Seni başarabildiğimce dürüst yaşadım İçim burada da pırıl pırıl şimdi. Geçer,güzelim,bu günler de geçer Sökülüp atılır dikenli teller Koparır halk bir gün zincirlerini Ne güzel geçti bütün yaz Geceler küçük bahçede Sen zambaklar kadar beyaz Ve ürkek bir düşüncede Sanki mehtaplı gecede Hülyan, eşiği aşılmaz Bir saray olmuştur bize Hapsolmuş gibiydim bense Bir çözülmez bilmecede Ne güzel geçti bütün yaz Geceler küçük bahçede Sevdasını başımızda Görür nazlanı nazlanı Sülün gibi karşımızda Yürür nazlanı nazlanı. Gözümden akan kan gibi Güzellere sultan gibi Hublar üstünde han gibi Durur nazlanı nazlanı. Âşıkı mest eder sözün Bin kan eder elâ gözün Kâkülüyle ol mah yüzün Burur nazlanı nazlanı. Mustafa metheder seni Terk ediben gitme beni Takip boynuma zülfünü Sürür nazlanı nazlanı Sabahleyin-öğlenleyin-akşam karanlığında- Benim ilahimi duyarsın, Maria. Kederde ve sevinçte, iyide ve kötüde, Tanrının anası benimle ol. Saatler pırıltıyla uçtuğunda, Ve tek bir bulur karartmadığında göğü, Aylak olmasın diye ruhum, Lütfun götürürdü onu sana ve seninkine; Şimdi, fırtınaları kaderin Geçmişimi ve günümü karartınca, Bırak ışısın geleceğim Senin ve senin olanın tatlı ümidiyle Ölmez, sağ olursam bu yaz inşallah Sılayı bir daha görmek istiyom Kırşehir'e varsam ya ağşam, zabah Topraklara yüzüm sürmek istiyom. Harmana denk gelse, düvene binsem Şöyle dabaz olup, kaşınsa ensem Acık bağ bellesem, acık dinlensem Çayıra bir pala sermek istiyom.. Kaman'ı, Mucur'u, Çiçekdağı'nı Kındam, Dinekbağı, hem Özbağ'ını Köylü, kentli, hastasını, sağını Görüp bir muhabbet kurmak istiyom.. Bağ bozumu üzüm haftına batsak Bekmez kazanına hayvalar atsak Boranıynan damla şiresi datsak Arı soksa, çamır sürmek istiyom.. Hacı Bektaş, Ahi Evran Sultanı Aşık Paşa, Kaya Şeyhi cananı İmarette neslim Şeyh Süleyman'ı Aşk ile bağrıma sarmak istiyom.. Üç arkadaş şöyle bir bahça bulsak Çalpıdan hatlayıp, bir üzüm yolsak Sağbısı dutsa da, bir rezil olsak O tatlı günlere ermek istiyom.. Ahievran, çarşı içi, hökümet Kümbetaltı, Kayabaşı, İmaret. Akrabayı, eşi dostu ziyaret Uğrayıp, hal-hatır sormak istiyom.. Seğirdip, dolaşsak hep tarla dapan Keklik dutmak için kursaydık kapan Daş döğüşü olsa, vızlasa sapan Kafamı, gözümü yarmak istiyom.. Ne büyüktür zevki yurdu görmenin Kaç senenin hasretine ermenin Dört bir yanda methedilen termenin Şifalı suyuna girmek istiyom.. Bilmem ki olur mu gine becerim? Çayırda oynasak zıkka, acerim Terleyip, karakıp, bir su içerim Dalağım kabarıp, böğrmek istiyom.. Halam sağ olsa da, sesim duysaydı Cebime devramel, iğde koysaydı (Şunda yi) diyerek alma soysaydı Cevizi de dişle kırmak istiyom.. Enteremi giysem, sümüğüm aksa Koluma silerim, yağlığım yoksa (Başangı) dır diye mahalle bıksa Kesekle camları kırmak istiyom.. Bir de gitsem tezem beni görseydi İçi çokelikli dürüm dürseydi Hele azıcık da sızgıt verseydi O an pirzolayı yermek istiyom.. Cesurluğum dutsa, şöyle kasılsam Yaylıların arkasına asılsam Kımçıyı yiyince yere yassılsam Yollarda ağlayıp durmak istiyom. . Dayımgilden acık köğtür aldırsam Emmimgilden armıt kak'ı buldursam Ceblerime şak leblebi doldursam Töhmeleyip, uşgur kırmak istiyom.. Ceviz kaval etsem, sakam da toksa Çızgılı oynarım, eneğim çoksa Koluma söylerken bir döğüş çıksa Sumsuk yimek, hem de cırnak istiyom. Sögürmelik bir et çıksa satırdan Höşmerim, çullama gitmez hatırdan Kuşlukleyin hedik gelse tandırdan Çölmeğin içine girmek istiyom.. Tok, çik, opban, mirre bir aşşık atsam Sakanın dımığna kurşun akıtsam Üç yüz enek ütüp, cebe bakıtsam (Ne şişiyon la) dedirmek istiyom.. Bir hağbe kemeyi yüklesem sırta Çıksam bir alamaç yapacak sırta Beş gö suvan, üç kaynamış yımırta Bazlama içine sarmak istiyom.. Görür m-ola bu fakirin gözleri Delice Çay'ını, berrak özleri Kıssıkkaya serinledir bizleri.. Neyleyim denizi, ırmak istiyom.. Bunları her daim arzular özüm Memleket mahsulü vücuda lüzum Tokaloğlu kaysı, dıranı üzüm Tek, yimeyim, şöyle dermek istiyom.. Kim sorarsa yazdın bunları niye? Gelecek nesile kalsın hediye Kırşehir'de doğdum, Türkmen'im diye Her yerde göğsümü germek istiyom.. Bir düğün olsa da bir kayın gitsek Dokuz butlu tavuk lafını etsek Dam pilavu, gelse yisek tüketsek Davullu zurnalı dernek istiyom.. Ey Şemsi Yastıman, ümitli kulsun Kısmet ise gayen yerini bulsun Hemşeriler buna vasıta olsun Kırşehir'e selam vermek istiyom. Zarif bir hüzündür bembeyaz dolaşan kuğuya bakarsak Mücevher titreşimleriyle mütereddit bir akşam suya bakarsak Fazlasıyla ısındı deniz kaynadı kaynayacak Dipten bir deprem yaklaşıyor suyun üzerindeki buğuya bakarsak Ne kadar yoksul ve çıplak görünürse görünsün ağaçlar O kadar yakındır ilkbahar özsuyu yürümüş dallara uğultuyla bakarsak uyandırmak için seni ayışığı sonatından geceyi çaldım ıssız bir şehre gittim hiç gitmediğin sessizliğe bilmediğin şiirler fısıldadım. rüzgârların dindiği kıyılarda öykünü dinledim ıslak kumlardan deniz uyuyordu ayak ucunda aramızda tüy gibi uçarken zaman. aralık perdelerden yüzüne düşen ayın tenha seslerini okşadım açıklarda yitmiş bir yelkenliden eğilip sulara gölgeni öptüm. kimsesiz çocukların ince parmaklarıyla dokundum düşlerinin kırılmış aynasına eski resimlerin soluk çizgilerinden ellerini seyrettim mağaralarda. uyandırmak için seni bütün geçmişini yeniden yazdım bir gül iliştirip yalnızlığına unuttum ne varsa unutmadığın. uçucu bir kokuyla sardım yalnızlığını bir dağ gecesi gibi ürperdi tenin soluğundan soluğuma uzanan uzun bir yol diledim. uyandırmak için seni alnına solgun düşen saçlarını seyrettim sonsuzluğu çağırdım avuçlarından kayan bir yıldız gibi ölürken kalbim İşte karanlik büyümüstür, Dag daha dag Su daha su Yildiz daha yildiz olmustur ötelerde. İşte karanlik büyümüstür, Ellerin Ayaklarin Soluklarin karasi, Göklere, göklerin karasina karismistir kocaman. İşte karanlik büyümüstür, Yarali atlarin kisnemeleri Geri çekilen toplarin gicirtisiyla büyümüstür yusyuvarlak. Uzaklarda İzmirden çok uzaklarda İşte karanlik büyümüstür, İşte gözlerini örtmüstür yenilen. Ne çok isteği var tatlı yârin! İsteksizdir elbet aşksız insan. Sevinç duyarım suyun sâkin Saydam buz altında kalışından.. Ve atların buza – yardım et Tanrı’m! – O aydınlık ve kırılgan olan, Sakla, sende kalsın mektuplarım, Gelecek’tir bizi yargılayan.. Açık, apaçık olman için ve Bilge görünmen için onlara, Senin o şanslı yaşam öykünde Hiç yer verilir mi boşluklara? . Her nimet tatlıdır bu dünyada. Sıkı dokunmuştur ağları aşkın. Benim adımı ders kitabında Çocuklar okusun, farkına varsın,. Bıyık altından gülümsesinler, Bu hazin öyküyü öğrenince… Aşk ve huzur vermedin, bu sefer Acı bir şöhret ver, hiç değilse.. 1913. Çeviri: Kanşaubiy MİZİEV - Ahmet NECDET 'Tanrı misafiriyiz.' deyip kondular Tanrı'm! Benim evimi senin evin sandılar, Tanrı'm! Ey fitnesi çok kavli yalan yandum elünden Bir nâz ile bin gönül alan yandum elünden. Sen şem’ gibi gayr ile meclisde gülersin Ben akıduram yaş ile kan yandum elünden. Ney gibi delindi ciğerüm ışkun elinden Her dem iderem âh ü figaan yandum elünden. Yandı dü cihan âteş-i âhumla ve likin Ben senün eyâ şâh-ı cihân yandum elünden. Şol sunduğun âteş midür ey sâki bana kim Sen aldun ele câm hemân yandum elünden. Her hâr ile sen sohbet idersin dün ü gün hem Derdün iderem mûnis-i can yandum elünden. Ahmed çeke cevrüni ve lûtfun göre agyâr Ey şefkati az şâh-ı cihan yandum elünden Kuğuların ölüm öncesi ezgileri şiirlerim, Yalpalayan hayatımın kara çarşaflı bekçi gizleri.. Ne zamandır ertelediğim her acı, Çıt çıkarıyor artık, başlıyor yeni bir ezgi, -bu şiir - Sendelerken yaşamım ve bilinmez yönlerim, Dost kalmak zorunda bana ve sizlere! . Çünkü saldırgan olandan kopmuştur o, uykusunu bölen derin arzudan. Büyüsünü bir içtenlikten alırsa Kendi saf şiddetini yaşar artık, -bu şiir - Kuramadığım güzelliklerin sessiz görünümü, ulaşılamayanın boyun eğen yansısı, Sevda ile seslenir sizlere! Ben bir gar saatiyim küçük bir istasyonda bekleme salonunda . eğer bir kaç yolcu varsa ve gün aşırı gelen posta hiç rötar yapmazsa değmeyin mutluluğuma . Ben bir gar saatiyim küçük bir istasyonda bekleme salonunda hiç yolcu olmasada zamanının dolmasını bekleyen. Biz seninle hep bayağılıktan kaçtık... Sıradan, basit, gündelik olandan. Küçük mutlulukları, hayatın içindeki o kanaatkar doyumları değil, hep trajediyi aradık. Mükemmeli... Biz seninle hep kusursuzluğu aradık. Bizi birbirimize yakınlaştıran ne varsa hep kutsaldı, özeldi, ayrıcalıklıydı. İlişkimizden aslında ikimize de ait olmayan, kutsal ve kusursuz bir imge yarattık. Hayatımızda eksik kalmış ne varsa, o yarım kalmış tutkularımızı o yaralı arzularımızı, eksik çocukluğumuza ait ve içtenlikle koruyamadığımız bütün duygularımızı bu imgeye ödünç verdik. Artık yaşayan gerçek kişiliklerimiz değil, sanki bu kutsal, bu kusursuz imgeydi. Bu imge lekelenmesin, bu düş bozulmasın diye öyle çok şey gizlerdim ki senden. İçim ürperirdi böyle anlarda, kendimden çok uzak bir yere çekilirdim sanki, bilinmezliğe... Aramızda öyle çok tanımlanmamış anlar, öyle kopuk, öyle başıboş duygular, bana o denli ait olduğu halde nasıl anlatacağımı bilemediğim öylesine derin savruluşlarım vardı ki... Yarattığımız ve aşk adını verdiğimiz bu kutsal imgeye sadık kalabilmek için kendime karşı sadakatsiz davranıyordum. Seninle yanyana uzanırdık, dünyanın dışındaki yaz bahçelerinde, o gerçekdışı mevsimlerin kıyılarında... Üzüntülerimiz, içimizdeki yaralar yanyana dururdu öyle. Bizden çok bu yaralar özlerdi birbirini, o kimsesiz üzüntülerimiz... İçimdeki yaram senin yaranı özledikçe ruhumun gurbetlerinde daha çok hissederdim kendimi... Asıl çektiğim acı buydu aslında, yanındayken kendimi yine de senden çok uzaklarda hissetmemdi. Farkederdin sürükleniş suskunluklarımı. Böyle anlarda zamanı durdurmak isterdin. Zamanı dondurdukça içimizdeki boşlukların kapanacağını, o gizli ürpertilerin dineceğini, tanımlanmamış anların ve o kopuk, o başıboş duyguların tanımlanacağını, savrulmaların biteceğini düşünürdün. Zamanı dondurunca hep iyi ve mükemmel insanlar olarak kalacağımızı sanırdın. Hayata bu donmuş zamandan, bu mağrur ve korunaklı kristalin ardından bakınca hiç kirlenmeden ve ebedi bir saflık halinde yaşayacağımızı hayal ederdin. Oysa ne zamandan kopabiliyor, ne de hayattan gizlenebiliyorduk. Biz zamandan kopmak istedikçe zaman bizi daha çok acıtıyor; hayattan gizlendikçe o kendisini daha çok hatırlatıyordu. Hayattan ve kendimizden korktukça kendimizi aşkın kutsal acısına kapatıyorduk. Hayat acı verdikçe biz o kutsal, o ayrıcalıklı kıldığımız acımıza daha bir sarılıyorduk. Bu kutsal ıstırap bizi hayattan korurken başkalarından üstün kılıyordu. Oysa kutsallık hiç saf değildir sevgili; gücünü zayıfların kanından alır. Mükemmellik, kaybedeni çok, anlamsız ve haksız bir yarıştır. Saflığın içinde birçok günah gizlidir. Ben bu kutsal aşkın kan kaybeden zayıfıydım işte. Bu kötü yarışta hep kaybedendim. Saflıktı benden istediğin, ama saklayamazdım kendimden, içimde birçok günah gizliydi. Ben kaybettikçe yarattığımız o kutsal imge sana ait oldu. Ben günahı kabullendikçe kusursuz ve mükemmel olan sen oldun. Oysa kendisini diğer insanlardan biraz olsun farklı ve özel sayan her insana zor gelir hayatın o basit, o sıradan dertleri, doğal acıları, lekelenmiş tutkuları. Böyle insanlar ya kutsal olmaya soyunurlar, ya da kutsal birine adarlar kendilerini. Hayatın içinde çırılçıplak varolmak gururunu incitir böyle insanların. Gerçek bayağı gelir. Mükemmelin kölesi olmak, hayatın sıradanlığını yaşamaktan daha gözalıcıdır çoğu kez. Kendi sıradanlığından tiksinince hayallerinde yarattıkları gerçekdışı bir trajediye sığınırlar. Başta bende böyleydim. O dokunulmaz güzelliğini, o ulaşılmaz kutsallığını gördükçe sıradanlığımdan tiksiniyordum ve yaşadığım gerçek giderek daha çok bayağı geliyordu bana. Sıradan biri olmaktansa, mükemmelin kölesi olmak istiyordum. Bildiğim ve bilmediğim bütün zaaflarımı gizleyip, bu trajedinin cesur ve ölümsüz kahramanı olmak istiyordum. Oysa gerçek hiç böyle değildi. Sadece seni yitirmekten korkuyordum. Çünkü sen özlediğim herşeydin. Mükemmeldin, kusursuzdun, sıradanlığı aşmıştın, en önemlisi kutsaldın. Sana ulaşmam, seni etkilemem için yaşadığım herşeyi inkar etmem gerekti bu yüzden. Hiç olmadığım kadar iyi, hiç olmadığım kadar ince, hiç olmadığım kadar derin gözükmem gerekiyordu. Hissetmediğim şeyleri hissediyormuş gibi gözükmem gerekiyordu. O kutsal güzelliğin benden herşeyimi istiyordu. Oysa ben o herşeyim neydi bilmiyordum ki... Tamamlanmamış, eksik bir varlıktım. Tıpkı hayat gibiydim. İstediğin şeyleri verebilmem için hissetmediğim şeyleri hissediyor gibi söylemem gerekiyordu. O kutsal aşk için sana yalan da söyledim. Seni yitirmemek içinde hepsi. En zor, en gizli, en iflah olmaz yaralarımı gizleyerek anlattım sana kendimi. Seni kazanırsam bu yaralarımdan kurtulurum sanıyordum. Oysa sen o dokunulmaz güzelliğine, o ulaşılmaz kutsallığına sığındıkça hayattan gizlenirken, ben sana ulaşmaya çalıştıkça kendi hayatımdan, kendi gerçekliğimden daha geriye, daha aşağıya düşüyordum. İkimiz de kendi gurbetimizde yaşıyorduk oysa. Ne yapsak, ne etsek kendimizi özlüyorduk. Yaşadığımız acı hayatlarımız gibi gerçekdışıydı. Ama acıydı sonuçta... Sen hayatın bayağılığından kaçıyordun, bense kendimden. Ama buluştuğumuz yer aynı acıydı. Bizi hayattan kopartan, bizi hiç ummadığımız kadar bencil kılan bir acıydı bu. Ve hayatla sınanmayan bu içe dönük acı bizi hep yüzeyde tutuyordu. Çünkü en derinde yatan gerçeğimize insek ne olacağımızı bilmiyorduk. Oysa belki çıldıracak, belki de gerçekten değişecektik. Tabiatımız değişecekti. Oysa biz kendimizi kutsala adadıkça, mükemmelin, kusursuzluğun peşinden koştukça, hayat bize dokunmadan, içimize hiç sızmadan geçip gidiyordu uzaklara. Tıpkı bize dokunmadan geçip giden hayat gibi. Aslında biz de birbirimize dokunmadan geçip gidiyorduk. Sana taptığımı söylüyordum, ama seni gerçekten tanımıyordum. Sen beni hayatın bayağılığından, sıradanlığından yanına çağırıyordun, ama aslında beni pek tanımıyordun. Bu yüzden inanmıyordum yaşadığımız hiçbir şeye. Bizi başkalarından üstün kıldığını sandığımız bu acının hayatta bir karşılığı yoktu, inan... Seni unutmam mümkün değil, ama ben geldiğim yere geri dönüyorum. Bu kusursuzluk senin olsun. Birgün kendimi inkar etmeye karar verirsem bunu sadece kendim için yapmalıyım: Mükemmellik senin olsun. Sana herşeyimi vermemi istiyorsun. Oysa ne seni, ne de kendimi tanıyorum: Kutsallık senin olsun. Bu aşk beni tutuk, ezik, korkak biri yaptı. Seni biraz olsun etkileyebilmek için yaptığım bütün fedakarlıkların, hayatımın en büyük bencillikleri olduğunu anladığım an kendimden kaçıp kurtulmak istedim. O an anladım ki, fırından aldığım ekmeğin sıcaklığı bu aşktan daha kutsaldı. Yüzümü ısıtan mütevazi güneş, evlerine ekmek götürdüğüm çocukların sevinci, çay bardaklarındaki kaşık sesi daha kutsaldı. O küçük mutluluklar, o eksik, o kanaatkar doyumlar daha kutsaldı... Evet, hayat karanlık, bayağı, acımasız, kirli, sıradan, incitici; ama gerçek sevgili... Ona dokunabiliyorsun. Ama ben senin kutsal ve mükemmel saydığın hiçbir şeye ulaşamadım. Sana ulaşamadığım için duyduğum kaygı ve pişmanlıklar da bana ait değildi. Çektiğim acıysa yıllardır sakladığım yaraları biraz daha gizlemeye yarıyordu. Oysa hayat çok basit sevgili... Bunu bir anlayabilsek herşey çok farklı olacak. Ve hayatın o basitliği içinde saklı derinliği, vazgeçilmezliği... Artık kutsal olan hiçbir şeye inanmadığım için daha berrak ve açık görüyorum çarşıdan eli boş dönenleri... Şehirleri hızla saran açlar ordusunu... Dünyayla aramdaki o sahte acıları ortadan kaldırdığım için tanık oluyorum herşeye: İşte dün gece TEM karayolunda bir travestiyi daha ezip geçti; sürücüsü karanlık ve sarhoş bir araba... İzmir'de bir kafeteryada garsonluk yapan Dersim'li Gökhan bugün, tıpkı dün ve önceki günlerde olduğu gibi tam onbeş saat ayakta servis yapacak müşterilere ve onca yorgunluktan sonra evine döndüğünde, Jack London gibi sabah dek ezilen insanların öyküsünü yazacak. Eskiden olsa çok romantik gelirdi bu gencin hali bana. Ama değil, çok sert, çok acımasız bir hayatı var; ama yine de gözlerinden o sımsıcak gülümsemesi hiç eksik olmuyor. Yıllardır görmediğim üniversiteden bir arkadaşımın matbaasına uğradım geçenlerde. Devrimci bir belediye başkanının afişiyle aynı makinede bastığı porno dergileri kurusunlar diye birlikte ipe asıyordu. Bunu yaparken de bütün içtenliğiyle, bu düzeni değiştirmeliyiz arkadaş, diyordu. Cezaevindeki çocukları için direniş yaptıklarından karakola götürülüp gözaltına aldıkları yaşlı anneleri polis gecenin bir yarısı sokağa bırakıyor. Ceplerinde neredeyse hiç para olmadığından şehrin çok uzağında olan evlerine gitmek için yürümekten başka çareleri yok bu çilekeş kadınların. Neredeyse sabaha dek yürüyecek olan bu yaşlı kadınların çektiklerini mutlaka içimizde hissetmezsek yaşadığımız hayatın hiçbir anlamı olmaz. Çünkü çoğu kez biz farketmesek de bu hayatta acı tek... Istırap tek... Aşk ve iyilik tek bir yerden akıyor kalplerimize... Aynı saatlerde başka bir yerde, yaşlı ve eşcinsel bir tiyatrocu iki kimsesiz sokak çocuğunu zorla evine götürmek istiyor; onunla birlikte olurlarsa çok para vereceğini iddia ediyor. Evet, hayat hiç romantik değil; ama yargılamadan önce onu anlamalıyız sonuna dek... Belki de tam bu sırada lekesiz bir aşkı özleyen ve yalnızlığın o korkunç kaderiyle boğuşan Serpil öğretmeni çalıştığı kasabada, çocuklarını okuttuğu adamlar telefonla arayıp, yanına gelelim mi, boş musun, diye taciz ediyorlardır. Asıl trajedi hayatın ta kendisi sevgili... Hayat karanlık, acımasız, bayağı ve kirli; ama bizim erdem sayıp abarttığımız duygusallıklardan, kendimizi başkalarından üstün kılmak için sığındığımız kutsallıklardan daha gerçek, daha sahici. Yıllardır ruhumun gurbetinde yaşamaktan tükendim. Kendi yaramı görüp, ona sarılamadığım için, ondan akan kanla yıllardır zehirleniyorum. Yıllardır senin yanında, ama senden çok uzakta kalmaktan sevgim acıyor. Birlikte yarattığımız bu hayattan kopuk imgeyi bırakıp, kendime doğru yürüyorum. Hayatı ve seni buradan seyrediyorum. Odandasın ve tek başına dans ediyorsun.... İyilik ve sevgiyle gülümsüyorum; seni sevip hissetmem için seni sahiplenmem gerekmiyor. Oradasın ve varsın işte. Nereye gitsem içimde hissediyorum seni... Hayatın bütün renkleri yüzünde...Odanda tek başına dans ediyorsun... İlk kez acı çekmeden özlüyorum seni... Her gözün takıldığı o bir-içim-su yüzü Özenle, incelikle yaratan şu saatler Birer zalim olup da vurunca yaman gürzü O eşsiz güzellikten kalmaz hiçbir hoş eser. Durmak bilmeyen zaman, yaz’ı söküp götürür, Yok eder iğrenç kışın kucağına atarak; Özsu, ayazda donar, sağlam yapraklar çürür: Güzellik kar altında, her yöne çıplak, çorak. Özsuyu çiçeklerden çekip almamışsa yaz, Cam duvarlar içine kapatmamışsa onu, Güzel göçüp gidince güzellikten iz kalmaz: Gelir, kendisi gibi, anılarının sonu. ___Özsuyu çekilmişse, kış gelince o çiçek ___Kupkuru kalsa bile, tatlı özü sürecek. Yıllar sonra itiraf etti. Üniversitede okuyan üç erkek çocuğu vardı ve faşizmin gemiyi azıya aldığı günlerdi. Silahlarını hayatlarının en üstün gücü sayan faşistler tarafından öldürülmemiz an meselesiydi. Küçükyalı MHP’de benim için “vur emri” çıkmıştı. Eve arka bahçelerden dolaşarak giriyordum. Sonra, biz geceleri derin uykulara daldığımızda, sessizce uyanıp sokak kapısının önünde, bir sandalyenin üzerinde sabahlara kadar bekliyormuş: Eve, kapıyı kırıp bizi öldürmeye gelen faşistlere önce kendi canı ve bedeniyle karşı koyabilmek için. Gün ışımaya başladığında biz onu görmeyelim diye usulca yatağına girer, biraz olsun uyumaya çalışırmış. . Çoğunlukla bizim için katlandıklarını göremezdik. Yaptıklarını hemen hiç önemsemezdik. Titrek bir mum ışığı gibi yaşardı. Biz büyük düşlere koşarken, o küçük dünyasında bizim için eşsiz anları örerdi. Farkında değildik. Çok da konuşmazdık onunla. Bir şeyler anlatırdı, sıkılırdık. İçten tek cümlemiz yeterdi, artardı oysa. O cümleyi kuramadık. Vaktimiz kısıtlıydı, devrim yapacaktık, Ama bizim için her gece kapı önünde canını siper eden annemizden haberimiz yoktu! .... Annemiz, annelerimiz, bizden umudu kesince teselliyi birbirinde arayan kalbi kırık insanlar... Her gün önümüzden defalarca gelip geçen ve bizlere sırılsıklam âşık olan; ama sevgilerine asla karşılık bulamayan o bedbaht insanlar... . Onların tren istasyonlarında, otobüs duraklarında, ağaç altlarındaki bankalarda birbirleriyle konuşurken, dertleşirken, birbirlerine kalplerini açarken görüyorum. Gözlerindeki derin acıları, çamaşır yıkamaktan kurumuş elleri, solgun eşarpları ve insafsız ağırlıktaki alışveriş torbalarının yardımıyla tanışıyorlar birbirleriyle. Hemen oracıkta çocuklarına duydukları o derin sevgiyi, o naif öfkelerini, parçalanmış hayallerini anlatıyorlar birbirlerine. . Ah o evlatlar, o acımasız sevgililer neden hep böyledir onlar? Neden hep böylesine soğuktur kalpleri? İşte hepsi binip gitmişlerdir arzu ve ihtiras tramvaylarına. Arada bir, bir lütuf gibi gelip yüzlerini gösterirler. Ama yanlarında asla kalplerini getirmezler. Düşünmeden ve özensizce konuşurlar onlarla, vakit geçirir gibi. Sıkıcı bir görev gibi! ... . İşte çabucak geçti öfkeleri. Bir sessizlik girdi araya. O eski soru atıldı ortaya. Şimdi nerede ne yapıyorlar acaba? Sabah evden çıkarken ördükleri gül kurusu ya da uçuk mavi veya şarap rengi kazaklarını giymişler midir? İyi bir kahvaltı yapmışlar mıdır? O ışıklı omuzları gece açıkta kalıp üşümüş müdür? Eşleri onlara mutlaka iyi bakmıyordur. Çünkü sadece kendileri onları aşkla düşünüyordur. Çünkü aşkın olmadığı yerlerde geceleri omuzlar açıkta kalır. Aşkın olmadığı yerlerde mutfaklarda besleyici ve lezzetli yemekler pişmez. Aşk yoksa gözyaşı ve dokunaklı dizelerle örülmüş gül kurusu kazaklar giyilmez, unutulur. Aşkın olmadığı yerlerde koşullu sevgiler vardır. Herkes birbirine sevgisini ölçerek, biçerek verir. Oysa anneler çocuklarını, yani aşıklarını hep yarın öleceklermiş gibi doyasıya ve imkânsız bir aşkla severler. . Oysa çocukları sevgililerinin kendilerine öyle ya da böyle veda edişlerini hiç unutmazlar ve hep yürek çarpıntısıyla anarlar da, ama annelerinin onlar giderken, evden çıkarken sırtlarına hafifçe utanarak, belli belirsiz dokunmalarını hemen hiç hissetmezler, hissetseler de üzerinde pek durmazlar. Omuzlarına o arkadan dokunuşun içinde çok büyük anlamlar vardır. O dokunuşta imkânsız bir aşk vardır oysa... . Anneleri görüyorum buradan. Birbirlerinin kırık kalplerini sarmak, o umutsuz ve imkânsız aşklarının acısını dindirmek için tren istasyonlarında, otobüs duraklarında, ağaç altlarındaki banklarda bir araya geliyorlar. Gözlerindeki derin acıları, çamaşır yıkamaktan kurumuş elleri, solgun eşarpları ve insafsız ağırlıktaki alışveriş torbalarıyla... Titrek bir mum ışığında yaşayan annemiz, annelerimiz. Biliyorum her şey için çok geç değil; ama yaptıklarımdan utanıyorum. Çok utanıyorum! ... herkes dört gözle tatili beklerdi bense okulların açılmasını çünkü seni görmek vardı koridorlarda ve bana güleceği günü beklemek.. ben okul bahçesindeki ağaca, baş harflerimizi sen gönlüme sevdanın adını yazmıştın ben sırama isimlerimizi sen kalbime ilk aşkı yazmıştın.. senden sonra sana yazdığım şiirlerden haberin bile yok ve yağmur yüzüme vuruyor ve soğuk.. okuldan sonra her dolma kalem, her lacivert kravat her beyaz gömlek ve yakalık ve her 12 aralık sen gelirsin aklıma çocukluk işte, belki de ilk AŞK belki de ilk delilik.. seversin demiştin ya hani bundan sonrada inan ki o kadar kimseyi sevemedim ve o iki kelimeyi senden sonra kimseye ama kimseye söyleyemedim.. belki hiç olmadın benim için belki de azdın ama olsun ben hep sana şiirler yazdım.. ceketimi ve kravatımı saklıyorum hâlâ birinin üzerinde tebeşir birinin üzerinde ayran lekesi ve SENİ SEVİYORUM HÂL elmayı da, havayı da, suyu da. ve bilmeni istemiyorum hâlâ sana şiirler yazdığımı ve bilmeni istemiyorum bütün bunları çünkü her şey böyleyken güzel en dokunulmamış,en yaşanmamış ve ne tadılmamış haliyle. bir sahilde el ele dolaşılmamış ve bir kafede çay içilmemiş haliyle her şey böyleyken güzel belki de. ama sen gönlüme sevdanın adını yazmıştın ben aşkına tutulmuş bir deli candım sen gönlüme sevdanın adını yazdın ben aşkına tutulmuş seni ararım. SENİ SEVİYORUM O seni düşünmek yok mu Geceler dolusu seni düşünmek Sarılmak karanlıklara sen diye Sen diye kucaklamak yorganı okşamak, öpmek. O seni beklemek yok mu Her gün sabahlara dek uykusuz beklemek Ahh, ayak sesleri, kapı gıcırtıları bilemezsin Bir defa yaşamaktır o, bin defa ölmek. O seni özlemek yok mu Saçlarını, ellerini, dudaklarını özlemek Uzun uzun gözgöze gelmek seninle Seninle bir olmak, beraber olmak, sevişmek. O seni gizlemek yok mu Kuşlrdan, çiçeklerden bile kıskanıp gizlemek Seni saklamak içimde delice, divanece Öylece yaşamak seni, öylece sevmek. Ve seni kaybetmek yok mu Bulduktan sonra seni kaybetmek İşte o beni yakan, yıkan, solduran Ses versem de duyamazsın artık Yüreğimde kan, gözlerimde kan, dudaklarımda kan Toprak döşek, taş yastık Huzme emziren ağaç Dünyayı dala astık Bir saatlik bir ilaç. Oruç bozmayan su Peygamber uykusu Peygamber uykusu. Büründük gölgemize Güneş bakarken dimdik Uzandığımız göze Gönül dağında geldik. Yar eteğinden su Peygamber uykusu Peygamber uykusu. Birkaç pamuk bulutla Sarılır göz yaramız Ten kavgasına mola Dalıp dolmak sıramız. Rüzgar yüzdüren su Peygamber uykusu Peygamber uykusu umutsuzsun muhtemelen yağmur yağacak anladım nisan! . başka yere gidemediğin için burdasın başkası olmadığın için kendi . bir kadının terli koynunda feodal erkek yalnızlığın ancak mezara gömersin korku senfonisi ıslığınla . bütün komşular esmerliğine düşman aşkın yol yordam bilmezi yüreğine dayanırlar Süleyman bütün şiirleri üstlenirsin . fiili meçhul birisin başkasına yeten yetmemiş sana . kışın kesin zatürree örenci kahvelerinde potansiyel çay bardağı! kaçman yazıklanışın üstelemeyisin susmasa . bir zaman gözlerinde kallavi bir sitem dokunur kendine uçurumlanır barışıklığın bir zaman yorulursun . hayat yorucu hayat bıktırıcı tekrarlarda hayat biraz kavgalıyken barışık olduğumuz . Pazarcık ovasında bir turaç ötüyor sevdiğini kim öpüyor ha Süleyman . hadi sokaklara vur şimdi belki kendine rastlarsın . herkes biraz başkası vurma kazmayı ferhâaad. he'nin iki gözü iki çesme âaahhh. dağın içinde ne var ki güm güm öter ya senin içinde ne var ferhâaad. ejderha bakışlı he'nin iki gözü iki çeşme ve ayaklar altında yamyassı. kasrında şirin de böyle ağlıyor ferhâaad Sen ki, bir sapık ırza geçse nefret kusarsın; Milletin ruh ırzına geçerlerde susarsın! .. 1978 Tükendi ömrümün çoğu gidiyor Cahil ömrüm geldi geçti yel gibi Sevdiğim uzaktan seyir ediyor Beni görüp bakınıyor el gibi. Geçti günler, yıllar, ömürse doldu Giden gitti bilmem geri ne kaldı Ömrümün baharı sarardı soldu Yandı kaldı garip bağrım çöl gibi. Veren, geri almak için gözlüyo Her an her saniye beni izliyo Garip bağrım için için sızlıyo Sazımda inleyen sırma tel gibi. Uzun yoldan gelmiş gibi yorgunum Ne kimseye küskün ne de dargınım Bir ahu gözlüye candan vurgunum Garip gönlüm kapısında kul gibi. (Neşet Ertaş'ın son şiiridir.) Dermân aradım derdime Derdim bana dermân imiş Bürhân aradım aslıma Aslım bana bürhân imiş. Sağ u solum gözler idim Dost yüzünü görsem deyû Ben taşrada arar idim Ol cân içinde cân imiş. Öyle sanırdım ayrıyam Dost gayrıdır ben gayrıyam Benden görüp işiteni Bildim ki ol cânân imiş. Savm-u salât u hac ile Sanma ki biter zâhid işin İnsan-ı kâmil olmağa Lâzım olan irfân imiş. Kande gelir yolun senin Ya kande varır menzilin Nerden gelip gittiğini Anlamayan hayvân imiş. Mürşid gerektir bildire Hakk’ı sana hakka’l-yakîn Mürşîdi olmayanların Bildikleri gümân imiş. Her mürşîde dil verme Kim yolunu sarpa uğradır Mürşîdi kâmil olanın Gâyet yolu âsân imiş. Anla hemen bir sözdürür Yokuş değildir düzdürür Âlem kamu bir yüzdürür Gören onu hayrân imiş. İşte Niyâzî’nin sözün Bir nesne örtmez Hak yüzün Hak’tan âyân bir nesne yok Gözsüzlere pinhân imiş Orda bir köy var, uzakta O köy bizim köyümüzdür. Gezmesek de, tozmasak da O köy bizim köyümüzdür.. Orda bir ev var, uzakta O ev bizim evimizdir. Yatmasak da, kalkmasak da O ev bizim evimizdir.. Orda bir ses var, uzakta O ses bizim sesimizdir. Duymasak da, tınmasak da O ses bizim sesimizdir.. Orda bir dağ var, uzakta O dağ bizim dağımızdır. İnmesek de, çıkmasak da O dağ bizim dağımızdır.. Orda bir yol var, uzakta O yol bizim yolumuzdur. Dönmesek de, varmasak da O yol bizim yolumuzdur. Çekirge bulutu içinde Koynuma soktuğun ekin; Çalgılar ikidurur sürgün ilinde, Bir gözü mavidir bir gözü bleu.. Gölgede boy atmış top fesleğen, Bir ilkokul bahçesinde görmüştüm seni, Marienbad ilkokulu, Nişantaş'ta; Bir çocuk yeşil örtüyü çekiverdi.. Hızla geçen otobüslerin ardında benzeşmek.. Keşke yalnız bunun için sevseydim seni. melengecin dalinda cifte sigircik diley cifte sigircik cigerime ates degdi oley diley oley gencecik zehir pamuk irgatligi gavur gundelikcilik. rinna-rinnan-nay yuregim bolundu lay damarlarim delindi kan gider kan gider. melengecin dalinda cifte saksagan diley cifte saksagan boynumda donup batir oley diley sol kahbe devran aglarim bir yandan kan kusarim bir yandan. rinna-rinnan-nay ellerim kirildi lay gozum seli duruldu kum gider kum gider. melengecin dalinda cifte guvercin diley cifte guvercin egnimde goynek yok oley diley ayagim yalin olursem kahrimdan oldugum bilin. rinna-rinnan-nay yollarim kapandi lay bulutlar parcalandi gun gider gun gider. melengecin dalinda cifte ispinoz diley cifte ispinoz aziktan yetimim oley diley katiktan oksuz dirliksiz duzensiz hanidir hurriyetsiz. rinna-rinnan-nay kunyemiz yazildi lay kervanimiz dizildi can gider can gider Onca atilistan sonra balkonuma dondum Onca bilgi utandigim cocuklugum icindi Cunku beni hep bir baskasi savunuyor Sesimden, ellerimden, gulusumden biliyorum. Hep sakladigim yara izini balkonumdan odama goturuyorum iste... odamdan bir kez olsun cikartmadigim sesimden, ellerimden, gulusumden biliyorum... Sevgim seni yurduna getirdi: tuzak ev,dilsiz baba,yenik anne... İşte hepsi bu... Hayallerini yak,evi ısıt. Gideceğin en büyük oda arka odan. İçerden sesleri geliyor annenle babanın, yanlış ilişkiler ayaklarını yerden kesiyor. Artık biliyorsun çarpınca duvara ne kadar acıyacağını kalbinin. Sevgim seni yurduna getirdi... . Arkadaşların çok uzaklara gitti. Sevmeden seviştiler özgürlük adına Kaptırmadan kendilerini hiçbir şeye, bütün hazları tattılar. Sense evinde kaldın, acıları gömme töreninde. Katı kuralların vardı, tutucuydun onlara göre. . Döndüler sonra birer birer sana sordular yine de kaderlerini. neydi yaşamak, neydi hayatın anlamı... . Bütün yanlış ilişkiler seni yurduna getirdi. Artık biliyorsun yere düşünce ne kadar acıyacağını kalbinin. Sevgim seni yurduna getirdi. Miskin Adem oğlanı,nefse zebun olmuşdur Hayvan canavar gibi,otlamağa kalmıştır. Hergiz ölümün sanmaz,ölesi günin anmaz Bu dünyadan usanmaz,gaflet önin almışdur. Oğlanlar öğüt almaz,yiğitler tevbe kılmaz Kocalar taat kılmaz,sarp rüzgar olmuştur. Beğler azdı yolundan,bilmez yoksul halinden Çıktı rahmet gölünden,nefs gölüne dalmışdur. Yunus sözi alimden,zinhar olma zalimden Korkadurın ölümden,cümle doğan ölmüşdür. Gelmek’çün ikinci bir hayata, Bir gün dönüş olsa ahretten; Her ruh açılıp da kainata, Keyfince semada bulsa mesken; Talih bana dönse, nazikane; Bir yıldızı verse malikane; Bigane kalır o iltifata, İstanbul’a dönmek isterim ben.. Bin bir tepe yükselen Boğaz’dan Baktıkça vatan görünsün engin; Her yıl, bin ömür boyunca, yazdan, Yelkenler açılsa ufka gergin. Lakin bu ikinci varlığımda, Son devrede, ihtiyarlığımda, Artık çekilince söz ve sazdan, Ömrüm İç-Erenköyü’nde geçsin. Bugün Ondokuz Mayıs, Mayısın ondokuzu! Sen ey Türk ülkemizin geleceği, Ulusumuzun gözbebeği, Sen ey demirparmaklıklarda barfiks yapan, Ranzalarda parende atan Sportmen ve kahraman Türk gençliği, Önünde senin bütün Kilit-bahirler açık, Ama her zaman Samsun'a çıkılmaz ya, Bu sabah da avluda volta atmaya çık! III bakışından yakaladım seni duruşundan su gibi akışından sesinin ağaçlar kuşlar cümle bulutlar geçti hüznünden yakaladım seni. saçlarımda eski zaman karıncaları ve ilk ışıkları çeşmelerin yüzün yüzüme değer gibi yıldızlar akşamından yakaladım seni. sevinç mi telaş mı tahtaya kalkmış çocuk gibiyim karşında. IV yaz akik bir güldü yanağında soldu ve bitti sende mi esti bu rüzgar savrulur saçların da şimdi yapraklar tümden nefti. bir düş horozudur güneş her saat seninle kurulur masaya bir güzel ıssızlıklardan ıssızlıklara öter. en tetik yerindesin sabahın kuşlar uçuruyor bakışların. (Bin Yılın Destanı) . Arif Ay Senin artık gülmekten vazgeçtiğin gün topladım bu hurûfât tozlarını. Gözlerindeki ışığa yeniden dokundum,rutubetli sabrını yarıladım,badem çiçekleriyle tazelenen gönül bağını yağmurlu vedalara bağışladım.... Ki orada, o cefa yurdunda, tüyleri su duasına çıkmış figan içinde kavrulan bir titreyiş tin sen... Habersizce varılan bu ıssız yolculukta, yüzüme üflenen siyah dakikaları sen say! . Sensay, helak oluş provasında çırpınan acziyet liflerini.. O panik halinin şiddetinde gezinen kasvet ve muhabbeti.... Ve artık bütün aynaları ihmal et; geri çekil ve seyret: Hangi betbaht sine tahammül gösterebilir senin göz bebeklerinle hükmettiğin bu vahşi dansa? Ruhumda doğuştan gelen bunca metalik kusuru böyle çabuk ve muntazam kim setredebilir? Bundan böyle dudakların hangi harfe kilitlenecek, son defa kalbine sensor! . Ben ki, bu ummanı çoktan kuruttum! Kuru bir gül deseni gibi saçlarının huzurunda sedef seccadelere saçıldım.... Dilinin oyuklarında çocukları uyandıracak başka ne kaldı diye sormayı hiç düşünmedim o tuhaf limon ağacında sudan bir sebeple sendelerken. Avucunun tiklerini her saat başı rüzgarın kumuyla ovmanın anlamı ne demeden önce, ayak bileklerine varoluş kımıltısı zerkeden sarışın heyecanına dönüp bakmayı aklımdan geçirmedim. Kederli silüetini iyiliklerle dondurdum.. Sesindeki zayiata alıştım... Kalbimi mecalsiz bırakan kaybediş sözleriydi iki yakana bütün teferruatıyla iliştirdiğim fısıltılı dilekler. Ruhumun ihyası adına kınına sokulduğum o kadim kelimeler bile alnımın çatısına biraz olsun pey vermedi.. İyi ki bu yaşta beni kabahatli kılacak çocuksu huylarım var diyerek sürdürdüğüm sersemlik halim, giderek seni daha çok soldurmanın naçiz sıfatı olmakta gecikmedi.... Çok uyumaktan sararan dişlerim için biriktirdiğim bu mayhoş lezzet, senin dumanlı susuşuna çarpan beyaz mecazi bir kokuya dönüştü. Ağlamaktan kırıldığın gibi sükûn buldu herşey... Sonunda hayata yaptığın yas dolu teklif, irili ufaklı bir çok ham hevesi söktü aldı benden.. Günün birinde lalelerle serinlemek hayali, meçhul bir zamanın koyu karanlık girdabına sıkıştı kaldı.. Ve göğsümde yeis içinde didişen kimse için değilim ben! sayhası, senin sesinle ıslandığım her gün sanki biraz daha kabardı.. ... Nihayet bitti! Ve başladı o keten rüyanın ömrümü sızlatan hışırtısı diyebilecek kadar uzun ömürlü olmam gerekmeyecek.. Belki de o mel'un tuzağı bir daha hiç demeneyecek, mazinin ıslak teniyle nabzımı uyuşturmayacak, babaların hareli sırrını büyük bir iştahla kazıyacağım hayatın canını sıkan toplu fotoğraf albümünden... Belki de neden sonra yanılacak hafızam.. İkiz bir harf gibi sayıklanacağım dünyanın sonunu sayıklayan o mûtena sarnıçta. Hiç kalbim kalmayacak! .. ithaka'ya doğru yola çıktığın zaman, dile ki uzun sürsün yolculuğun, serüven dolu, bilgi dolu olsun. ne lestrigonlardan kork, ne kikloplardan, ne de öfkeli poseidon'dan. bunlardan hiçbiri çıkmaz karşına, düşlerin yüceyse, gövdeni ve ruhunu ince bir heyecan sarmışsa eğer. ne lestrigonlara rastlarsın, ne kikloplara, ne azgın poseidon'a, onları sen kendi ruhunda taşımadıkça, kendi ruhun onları dikmedikçe karşına. . dile ki uzun sürsün yolun. nice yaz sabahları olsun, eşsiz bir sevinç ve mutluluk içinde önceden hiç görmediğin limanlara girdiğin! durup fenike'nin çarşılarında eşi benzeri olmayan mallar al, sedefle mercan, abanozla kehribar, ve her türlü başdöndürücü kokular; bu başdöndürücü kokulardan al alabildiğin kadar; nice mısır şehirlerine uğra, ne öğrenebilirsen öğrenmeye bak bilgelerinden. . hiç aklından çıkarma ithaka'yı. oraya varmak senin başlıca yazgın. ama yolculuğu tez bitirmeye de kalkma sakın. varsın yıllarca sürsün, daha iyi; sonunda kocamış biri olarak demir at adana, yol boyunca kazandığın bunca şeylerle zengin, ithaka'nın sana zenginlik vermesini ummadan. . sana bu güzel yolculuğu verdi ithaka. o olmasa, yola hiç çıkmayacaktın. ama sana verecek bir şeyi yok bundan başka. . onu yoksul buluyorsan, aldanmış sanma kendini. geçtiğin bunca deneyden sonra öyle bilgeleştin ki, artık elbet biliyorsundur ne anlama geldiğini ithakaların. İBADƏ T . Artıq dönüb dövran, də yişib zaman Gə lmə k istə yirə m haqqa sə cdə yə , İmdad istə mə kçün indi tanrıdan Hə r gecə ə llə rim uzanır göyə : . - İlahi, qə lbimi açıram sə nə , Çin eylə sə n mə nim röyalarımı. Diz çöküb önündə gə ldim sə cdə nə , Qə bul et sə n mə nim dualarımı. . İbadə t! Allahla pünhani söhbə t, İbadə t - öz arzum, öz niyyə timdir. Amma bacarmadım, yaş ötüb.. fə qə t Mə nim dualarım ibadə timdir. . Allaha duama, namaz yerinə Başqa cür ibadə t, başqa yol - dedim. Qol, boyun! Bağlıdır biri-birinə . Boynun öz yüküdür sınmış qol - dedim. . 'Çoxdur günahları ömür yolunun' Neylə rə m bu sözü mə nə el desə ? Mə n nə yə gə rə yə m sınımış qolumun Yükünü, cövrünü boynum çə kmə sə ? . Yaman üstə lə di günah tövbə ni, Ruh da nə fsimizdə yox olmuş bizim. İlahi, o qə də r unutduq sə ni, Bə sirə t gözümüz tutulmuş bizim, Durdu üzümüzə günahlarımız, Bə ndə lik etmə di tanrıya bə ndə . Sə ni yaxşı gündə unutduq, yalnız Düşdün yadımıza dara düşə ndə . . Dünyanın qə ribə oyunları var, Dünə n aldananlar aldadır bu gün. Dünə n sə ni danıb rütbə alanlar Sə ni tə bliğ edə n molladır bu gün. . Ya Rə bbim, sə n özün kömə k ol bizə , İşıq saç qaranlıq ürə yimizə . Biz bu var dünyada yaşarkə n yoxuq, Sə n yox ikə n varsan, biz varkə n yoxuq. Bizə bir kə ramə t bə xş elə yoxdan, Tanıyaq yolunu, qılaq sə cdə ni. Ey gözə görünmə z, ey yeri pünhan, Könül gözümüzlə biz görə k sə ni. . Bizim qə lbimizə nur ver, ilahi, Bizi haqq yoluna döndə r, ilahi. Sə nin kömə yinə möhtacıq bu gün, Eşit fə ryadımı, eşit nalə mi. Bizim də rdimizə ortaq et bu gün Bizim də rdimizə lal-kar alə mi. . Özün görürsə n ki, bu gen dünyada Haqqımız tapdanır hə r addım başı. Tə klə ndik, ə l açaq indi biz yada? axı, göz yaşımız ə ridir daşı. Dözdük bu on ili, dözə rik yenə , Başqa bir hikmə tdir tə ntidə n mə ni: Mə ə ttə l qalmışam sə nin sə brinə , Sözüm küfdürsə , ə fv et sə n mə ni. . Qaldı yad ə lində namus, arımız, Millə t unudulmuş, xalq unudulmuş. Bir loxma çörə kçün övladlarımız Özgə qapılarda didə rgin olmuş. . Də yanə t, lə yaqə t qalmadı bizdə , Hə r gün gə lmə lə rlə dolur mə mlə kə t. Öz doğma, öz halal və tə nimizdə Gə lmə sahibkara ə l açır millə t. . Fə hlə maaşını alammır nə də n? On qat artıq alır yad oğulları. Bizim ac fə hlə nin göynə rtisində n Göyə rir gə lmə nin gömgöy dolları. . Bu millə tverilə n quru və də yə , Yaddan gə lə n paya şükran edilmiş. İçilə n bol suya, bomboş mə də yə Udduğu havaya şükran edilmiş. . Doğma mə mlə kə tdə , doğma diyarda Bu xalqı hə yansız qoyma, Allahım, Cırıq çadırlarda, şaxtada, qarda Donan körpə lə rə qıyma, Allahım. . Hamı yalanlardan cə zanə gə lmiş, Riyalar, boyalar basıb ölkə ni. Bir qarın çörə yə möhtac edilmiş Bu xalqın üstünə çə k öz kölgə ni. . Elə hey sabaha baxdıq bu gündə n İşartı görünmür, qarşı dumandır. Ə n adi, ə n kiçik haqqımızla sə n Bizi imtahana çə kmə , amandır. . Gə l bu imtahandan sə n qurtar bizi, Ya Rə bbim, ağıl ver, kamal ver bizə . Çoxdan unutmuşuq düşmə nimizi, Düşmə n kə silmişik bir-birimizə . . Yol bir olmalıdır, ə qidə birsə , Neçə tə riqə tə bölünmüşük biz. Ailə də tirə lik - didişmə dirsə , Millə tdə tirə lik - fə lakə timiz! . Və tə n bir, millə t bir, yollar cürbə cür, Ə qidə - ağ yalan, mə qsə d - kürsüdür. Köhnə bayatıya, köhnə sə s-küyə Tə zə ad verdilə r, ünvan verdilə r. Gözə kül üfürüb uca kürsüyə Ə qidə paltarı geyindirdilə r. . Tarix sə hnə sində n qorxuram silə Biri-birimizə bu nifrə t bizi. Ə fv et suçumuzu, bizə rə hm elə , Bu də rin uçrumdan xilas et bizi. . Nə hiylə tanıdı, nə tə lə millə t, Sə nin anan ölsün, a belə millə t. . Bizi endirdilə r göylə rdə n yerə , Qaytar tariximin qızıl çağını. İlahi, hökmünlə qaldır göylə rə İslam bayrağını, türk bayrağını. . 1-3 yanvar,1999 haberin var mı taş duvar demir kapı, kör pencere, yastığım, ranzam, zincirim uğruna ölümlere gidip geldiğim, zulamdaki mahzun resim, haberin var mı? görüşmecim yeşil soğan göndermiş karanfil kokuyor cigaram dağlarına bahar gelmiş memleketimin ona, gözle görülmeyen müzik verildi, zamanın bir armağanı, zamanla son bulacak. güzellik verildi, yürekleri dağlayan bir güzellik. aşk verildi, armağanların en korkuncu.. ona, yeryüzündeki kadın güzelliklerinin tümünün bir olduğu bilgisi verildi. bir öğleden sonra ay'ın ayırdına vardı, ay'la birlikte yıldızların simyasının.. ona alçaklık verildi. alçakgönüllülükle, kılıcın işlediği suçları araştırdı, kartaca yıkıntılarını, doğu'yla batı arasındaki göğüs göğüse çarpışmayı.. ona dil verildi, şu yalan. ten verildi, sonunda toprağa karışan. ürkünç bir karabasan verildi. ve aynadaki öteki yansıdı, bizi gözünde alıkoyan. zamanın devşirdiği kitaplar arasından birkaç sayfa bağışlandı ona; elea'dan bir karşıtlıklar yığınağı, zamanın aşındıran rüzgarından sakınılmış.. insan sevgisinin yüce kanı (bir grek bu imgenin sikkesini bastı) ödülüydü, adı bir kılıç olan ve gökyüzünden yeryüzüne edebiyatı indiren biri'nden gelen.. başka şeyler verildi, her birinin kendi adı vardı: küp, küre, piramit, sonsuz kum, tahta ve insanlar arasında yürümek için bir gövde.. her gün tadını çıkarmayı hak etti: işte senin tarihin, tıpkı benim tarihim gibi... Yağmurlar yağmıyor mu inceden ince Rüzgarlar esmiyor mu serince Bir sigara yakıyorum efkarlanarak Çıkıp karşıma sen geliyorsun Saçların ıslanmış oluyor “Gel” diyorum duymuyorsun beni bir türlü Seni böyle hayal meyal yaşamak çok zor Uzanıp tutsam diyorum incecik ellerinden Ellerim boşlukta kalıyor.. Bir gün çıkıp gideceksin Sonra arkandan yine ince bir yağmur yağacak Cadde cadde,sokak sokak Sayıklar gibi dolaşıp seni arayacağım Beni bir köşe başında ağlıyor bulacaklar. Saklamak zor olacak,çaresiz kalacağım Seni sevdiğimi anlayacaklar. Üstüme yağmurlar yağacak İnce bir dal gibi birden kopup kırılacağım Kaldırım taşlarında sıcaklığım kalacak Kahrolacağım.. Bu şiiri yağmur yağarken yazdım Ezanlar okunuyordu minarelerden Seni düşünmeseydim yağmurlu havalarda Sokaklara çıkmayı göze almazdım. Melul mahzun dolaşmazdım akşam karanlığında, Duraklarda yapayalnız kalmazdım.. Yağmurlar yağmıyor mu inceden ince Rüzgarlar esmiyor mu serince Bir sigara yakıyorum efkarlanarak Çıkıp karşıma sen geliyorsun Saçların ıslanmış oluyor “Gel” diyorum duymuyorsun beni bir türlü Seni böyle hayal meyal yaşamak çok zor Uzanıp tutsam diyorum incecik ellerinden Ellerim boşlukta kalıyor. - bu şiir ikinci dünya savaşı içinde kahredilen bütün dünya duvarları için yazılmıştır.-. ben bir duvarım hiç güneş görmedim sen hiç güneş görmemiş bir başka duvar yüzümüz benek benek tahta kurusundan ve sinemiz baştan başa ak üstünde karalar - kelepçeden kahroldu kahroldu bileklerim - sıyrılıp çıktım artık ölüm korkusundan - dilim dilim sırtımdaki yaralar ben demirbaşım sığır siniriyle dayak yedim biz de duvarız dinliyen duyan düşünen duvarlar bizim kucağımız terkedilmiş bir yatak gibi kirli soğuk ve bizim kucağımızda kasırgalı insanlar. yüzündeki deniz parlaklığıyla durur hatıramızda o çocuk yumruklu dev o dev yumruklu çocuk o zaman mayıs'tı yağmurlar başımızda bir cumartesi akşamı girdi kapımızdan gözlerinde kıpkızıl diken diken öfkesi adeta birden bire aydınlandı zindan onu böyle görünce nasıl da korkmuştuk sapından fırlamış bir balta gibi çehresi ve omuzlarında delikanlı gölgesi. o zaman mayıs'tı yağmurlar başımızda o sırt üstü yatağında yatardı sımsıcak gözleri şimdi bile aklımdadır bir sana bakardı bir bana bakardı dışarda tabiat mevsimin en çıngıraklı ayındadır toprak ana bütün zincirlerinden çözülmüş sabahlar akşam üstleri manolya gibi parlak tarlaların yüzü gülmüş işte her akşam geçtiği denize çıkan sokak ah işte annesi annesi sevgilisi işte biz dinliyen duyan düşünen duvarlar işte o çocuk yumruklu dev o dev yumruklu çocuk. dışarda tabiat mevsimin en çıngıraklı ayındadır bizim kucağımız terkedilmiş bir yatak gibi kirli soğuk o bir kaç defa kartal gibi gitti kartal gibi döndü çığlıklarını değil kırbaç sesini duyduk biz duvarız neyleyim gözlerimiz ağlamayı bilmez onu bir gece sabaha karşı büsbütün götürdüler kendi gitti ismi kaldı yadigâr bağrımızda o zaman mayıs'tı yağmurlar başımızda. ya biz idam duvarıyız karşımızda çok insan öldürdüler onlar hep döküldü biz hep ayakta kaldık temelimiz kanla beslendi ama nedense uzamadık öyle bakmayın bu yaralar şerefli yara değil getirirler vururlar biz öyle dururuz yağmurlar gözyaşı bulutlar mendil elimizden ne geldi de yapmadık ah öyle bakmayın utanırız kahroluruz. onlar hep döküldü biz hep ayakta kaldık bir mayıs sabahı toprak rezil gök rezil yıldızlar küfür gibi yüzümüze tükürür gibi şafak sancılarıyla iki büklümdü ufuk ve simsiyah çamur gibi bir manga ortasında siyaset meydanına geldi dev yumruklu çocuk bulutlar eğilip alnının terini sildiler ve mermiler birdenbire ölümü getirdiler. o düştü biz yine ayakta kaldık halbuki ne kadar yorgunuz öyle bakmayın bu yaralar şerefli yaralar değil ah öyle bakmayın utanırız kahroluruz Sende sevgidir zaman ve Leyla'dır Kulak ver, tükenmeyen âh ü zârıma, gözler Ey, dikenli yolları gökyüzüne bağlayan Bir hayali dilberin çehresinde parlayan Mehtabım gülümse de kalbimde gül büyüsün Sen ki, güzel gözlerin belki en büyüğüsün Güneş gibi, ufkumda doğup da yanan gözler Ruhumun yağmurunu içip da kanan gözler. Geceye mi çırpınış, gurbete mi bu hasret Bitmeyen bir susuzluk ve sönmeyen hararet Ortasında kalmışsın; saçların darmadağın Gülşenim, yıkılmadan saray gibi otağın Hayatın donbaharı kuşatmadan rengini Yitirmeden şu billur ve masmavi engini Beni al kollarına, uyut sonsuza değin Yüzümde dalgalansın o simsiyah eteğin Göreyim elmas gibi parlayan nakışları Gönlümü çiçek çiçek sırlayan nakışları. Papatya bir simada sana taht kurmuş Allah Ne olur, üzme beni; çektiğim her derin âh İçimden bir parçayı koparıp götürüyor Ve hicrân sis misali, her yanımı bürüyor Mehtabım, yıldız gibi süsle kâküllerini Koklayayım kalbimde yeşeren güllerini Islanmış sinesine çekiver bir baharın Uyandır şarkısıyla beni, kanaryaların Duaya kalksın elim, başım şükre uzansın Sesim dudaklarıma mahpus iken, uyansın Ve matem kuyusundan çekeyim ellerimi Toplayayım yerlere düşmüş hayallerimi Kapkaranlık dünyama bir ışık yakan gözler Bana, benimmiş gibi, ümitle bakan gözler Nasıl anlatılıyordu o duygu Sözler tozpempeydi Susmalar uçuk mavi. Nerde benim belleğim Unutmuşum o en çok bildiğim sözü Bu gece ellerim bile dilsiz Konuştukça zehir yeşili Sustukça zifirden karanlık Hak bir gönül verdi bana Ha demeden hayrân olur Bir dem gelir şâdân olur Bir dem gelir giryân olur. Bir dem sanasın kış gibi Şol zemheri olmuş gibi Bir dem beşâretden doğar Hoş bağ ile bostân olur. Bir dem gelir söyleyemez Bir sözü şerh eyleyemez Bir dem dilinden dür döker Dertlilere dermân olur. Bir dem çıkar arş üzere Bir dem iner taht-es-serâ Bir dem sanasın katredir Bir dem taşar ummân olur. Bir dem cehâletde kalır Hiç nesneyi bilmez olur Bir dem dalar hikmetlere Câlînus u Lokmân olur. Bir dem dev olur yâ peri Vîrâneler olur yeri Bir dem uçar Belkîs ile Sultân-ı ins ü cân olur. Bir dem varır mescidlere Yüz sürer anda yerlere Bir dem varır deyre girer İncil okur ruhbân olur. Bir dem gelir Îsâ gibi Ölmüşleri diri kılar Bir dem girer kibr evine Fir'avn ile Hâmân olur. Bir dem döner Cebrâil'e Rahmet saçar her mahfile Bir dem gelir gümrâh olur Miskin Yunus hayrân olur Ben en hakîr bir insanı kardeş sayan bir rûhum; Bende esîr yaratmayan bir Tanrı'ya îman var; Paçavralar altındaki yoksul beni yaralar; . Mazlumların intikamı olmak için doğmuşum. Volkan söner, lâkin benim alevlerim eksilmez; Bora geçer, lâkin benim köpüklerim kesilmez.. Bırak beni haykırayım, susarsam sen mâtem et; Unutma ki şâirleri haykırmayan bir millet, Sevenleri toprak olmuş öksüz çocuk gibidir; . Zaman ona kan damlayan dişlerini gösterir, Bu zavallı sürü için ne merhamet, ne hukuk; Yalnız bir sert bakışlı göz, yalnız ağır bir yumruk! .. Gel ey kardeş, Hakkı bulayım dersen, Bir kamil mürşide varmasan olmaz, Resulün cemalini göreyim dersen, Bir kamil mürşide varmasan olmaz. . Niceler gittiler mürşid arayı, Arayanlar buldu derde devayı, Bin kez okur isen aktan karayı, Bir kamil mürşide varmasan olmaz. . Gel şimdi kardeşler gidelim bile, Nice aşıkların bağrını dele, Cebrail delildir, Ahmet'e bile, Bir kamil mürşide varmazsan olmaz. . Kadılar mollalar cümle geldiler, Kitapların hep bir yere koydular. Sen bu ilmi kimden aldın dediler. Bir kamil mürşide varmasan olmaz. . YUNUS EMRE bunda mana var dedi, Bir kamil mürşide sen de var şimdi, Hazret Musa'ya Hızır'a var dedi, Bir kamil mürşide varmasan olmaz. -I- Önce sevinç uyutmadı beni Sonra üzüntü nöbet tuttu bütün gece. İkisi de gidince başımdan Uyudum, ama ah, her Mayıs gecesi Bir kasım sabahı getirdi ardından.. -II- Senin derdin benimdi Benimki senin Paylaşamazsam bir sevinci seninle Yoktu benim de sevincim Mehlika Sultan'a aşık yedi genç Gece şehrin kapısından çıktı: Mehlika Sultan'a aşık yedi genç Kara sevdalı birer aşıktı. . Bir hayalet gibi dünya güzeli Girdiğinden beri rü'yalarına; Hepsi meşhur, o muamma güzeli Gittiler görmeye Kaf dağlarına. . Hepsi, sırtında aba, günlerce Gittiler içleri hicranla dolu; Her günün ufkunu sardıkça gece Dediler: ''Belki bu son akşamdır'' . Bu emel gurbetinin yoktur ucu; Daima yollar uzar, kalp üzülür: Ömrü oldukça yürür her yolcu, Varmadan menzile bir yerde ölür. . Mehlika'nın kara sevdalıları Vardılar cikrigi yok bir kuyuya, Mehlika'nın kara sevdalıları Baktılar korkulu gözlerle suya. . Gördüler: ''Aynada bir gizli cihan.. Ufku çepçevre ölüm servileri.....'' Sandılar doğdu içinden bir an O, uzun gözlu, uzun saçlı peri. . Bu hazin yolcuların en küçüğü Bir zaman baktı o viran kuyuya. Ve neden sonra gümüş bir yüzüğü Parmağından sıyırıp attı suya. . Su çekilmiş gibi rü'ya oldu!.. Erdiler yolculuğun son demine; Bir hayal alemi peyda oldu Göçtüler hep o hayal alemine. . Mehlika Sultan'a aşık yedi genç Seneler geçti, henüz gelmediler; Mehlika Sultan'a aşık yedi genç Oradan gelmeyecekmiş dediler!.. Gözkapaklarımın üzerinde ayakta duruyor Ve saçları saçlarımın içinde Biçimi ellerimin biçiminde Gözlerinin rengi gözlerimin renginde Gölgemde yitip gidiyor Tıpkı bir taş gibi gökyüzünde.. Gözleri var her zaman açık Ve bir an olsun uyutmaz beni. Düşeri var apaydınlık Güneşler buharlaştıran Güldürür, ağlatır beni ve güldürür Konuşturur beni söyletmeksizin tek bir söz. Bir öküz varmış altında yerin, Bir Öküz de üstünde göklerin. İki öküzün arasında Tepinişine bakın şu eşeklerin... İzmir'de bir ağaç gördüm Adı karabiberdi karabiber Yaprağının ucunu ısırdım Tadı karabiberdi karabiber.. Bir yaşıma daha girdim Biber dediğin tuzluğa yaraşır Fidesi olur fidan olur Bir çınar boyunda karabiber İnsanın başı döner. Çiçek mi, meyva mı, tohum mu nedir Nar tanesi gibi pırıl pırıl Çingen pembesinden sıcak Karabiber ağaçlar dolusu Karabiber sebil Karabiber salkım saçak. İzmir'de bir ağaç gördüm Adı karabiberdi Ya karabiber türküsü Allahım Necati Cumalı söylerdi Soba borusu gibi bir sesi vardı Karabiberim, derdi karabiberim Candarmalar geliyor kalk gidelim. İzmir´de bir ağaç gördüm Adı karabiberdi Benim,avuç içi kadar saksılarda Asma kütükleri,yeşerten anam Bu ağacı görse sevincinden ağlardı. İzmir´de bir ağaç gördüm Adı karabiberdi Dalını,meyvasını,gölgesini Getirdi masamıza serdi Yapraklarını görsen bayılırsın Bir yazma oyası kadar ince Söğüt dallarından narin Saçlarının arasında dolaştığını duyarsın İncecik biberli ellerin Ağlama gözlerim mevla kerimdir Her daim rüzigar böylede kalmaz Dermansız dert olmaz sabreyle gönül Geçer bu ah ü zar böyle de kalmaz . Adem Sefiyullah yedi buğdayı Kıldı ihtiyarsız N ehi Hudayı Bilirdi affeder bayi gedayı Afeder ol Digar böyle de kalmaz. Ferman Hudanındır emrolsa ondan Nuh-u Nebiyullah çıkar Tufan'dan Açılır deryanın yolu bir yandan Görünür bir kenar böyle de kalmaz. Ne kadar çok olsa dağların karı Eridir Hudanın hoş bulutları Yetişir bağların ayvası narı Açılır nev-bahar böyle de kalmaz. Yandı nar içinde İbrahim Halil Tevekkül dalını yandırdı zelil Ateşi gülüstan eyledi Celil Gördüler sönmede nar böyle kalmaz. Eyup gibi çeken varmış cefayı Cefayı çekmiyen bulmaz sefayı Bir derde akibet binbir şifayı Verir Perverdigar böyle de kalmaz. Ne ise Haktandır Gal ü Beladan Lokman haber verdi arş ü aladan Gel HIFZI gümanın kesme Mevaldan Bu çark-ı bergarar böylede kalmaz. Derdim ondur,çün dokuz diyemem ağyare men Sekizinde kaldı aklım,yedisinde avare men. Altısı mende var iken,beşten çekemem elimi Dörtte Hüda lütfederse,üçte buldum çare men. Ey Nesimi çün iki gönül hali değildir Anın için yalvarırım gece gündüz bir'e men Çok geç, yüzeydeki güller için Bırakmaya çocuklar hatırlanır Kiliseler, camiler ve Allah'ın yoksulları Yapılır yeniden süslenir okşanır.. Ölünen bir nehir olmalı dünya Kocamış filleri çekip kıyısına. Döner sona doğru bir ses bayırlardan Kendinden önceki: yanıldım mı ne? Yüzü, uzun oyunların ağıt çizgileri Gittikçe inen kuşları görür görür ağlar. Ölünen bir nehir olmalı dünya Kocamış filleri çekip kıyısına. İki ürkek, kırılgan insandı onlar. Bir yolun ağzında buluştular. Çıplak bedenlerinde geçmişin yara izleri, Çuvaldan bir örtüye sarındılar. Ve baktılar birbirlerine, Baktılar ürkerek kırılmaktan.. Biri çıkarsa örtülerini , Diğeri de çıkaracak. Biri bıraksa kalkanlarını, Diğeri de bırakacak. Öylece beklediler birbirlerini, Beklediler ürkerek kımıldamadan.. İlk kadın cesaretlendi. Sıyırdı azıcık örtüsünü, Sol omuz başı göründü. Adam uzattı elini, Adamın eli çeliktendi. 44 yıllık uğraşının sonucu, El yapımı çelikten. Ve soğuktu. Adam sıcağı unutmuştu. Tir tir titredi yüreği kadının. Geçmişin hayaletleriyle savaştı bir süre Ve örtündü ürkerek yeniden. Bulabildiği ne varsa, çer, çöp, taş, diken, Kat kat örtündü eskisinden beter.. İki ürkek, kırılgan insandı onlar. Bir yolun ağzında ayrıldılar. Kadın çirkindi artık, Adamsa hala çelikten. Çözülen bir demetten indiler birer birer Bırak, yorgun başları bu taşlarda uyusun Tutuşmuş ruhlarına bir damla gözyaşı sun Bir sebile döküldü bembeyaz güvercinler. Nihayetsiz çöllerin üstünden hep beraber Geçerken bulmadılar ne bir ot ne bir yosun Ürkmeden su içsinler yavaşça, susun, susun! Bir sebile döküldü bembeyaz güvercinler. En son şarkılarını dağıtarak rüzgara Beyaz boyunlarını uzattılar taslara Bir damla suya hasret gideceklermiş meğer Şimdi bomboş sebilden selviler bir şey sorar Hatırlatır uzayan dem çekişleri rüzgar Mermer basamaklarda uçuşur beyaz tüyler Soruyorum sevgilime - Darağacından Notlar’ı okudun mu? Bu bizim hayatımız. Gece doluyor içeri Yıldızlarıyla. Üç ilde Sıkıyönetim var. “Askeri savcı” Sözü Yer alıyor Günlük bir sözcük olarak Hayatımızın sözlüğünde. Aşklar kelepçeli Güney Amerika’da. Kederden Geberiyorum. Herkes hayatını anlatıyor. Deli anneler Yıkık binalar Paramparça Bir gençlik Yaşadığımız. Hayatımızın kanadığını görmüyor musun? - Darağacından notları’ı okudun mu? İşkence Ve umut Şiiri fışkırtır. Ruhumun yaralarını saracak Şafağın sözcüklerini Arıyorum. “Kalın devrimci romanların Sonundaki keder” Kalın Devrimci Bir roman olarak hayatımız. - Darağacından Notlar’ı okudun mu? Sevgilim Seni Öpüyorum. Her gün Geçtiğim denize Yabancılaşmasam Bütün hayatları Anlatabilsem. Ölüme karşı Dururken bir adam Tek bir mısra halinde Hayatını Okuyor. Çıldırasıya Boğuntuluyum. Çıldırasıya Bir özlem Günler ve Prag Ve trenler Ve alıp beni Götüren keder. Günleri zincire Vuruyorlar. Aşklar kelepçelidir. Güney Amerika Çe Guevara. Her şeyi bir bir Anımsıyorum. Kalın Devrimci romanları. Hayat Dolduruyor beni Nasıl Yıkık bir binayı Gökyüzü doldurursa. - Darağacından Notları’ı okudun mu? Prag’da Bir sevgilim var. Ve ikinci dünya savaşı Ve tanklar Ve ellerim Sana son kez dokunduğunda Artık Senin Olmayacağını bilmek; Artık Olmayacağımız. Çünkü Çıkış yok buradan. Silah sesleri Bir bahar. Ey uçuşan Güvercinleri kalbimin. Ey bir imkanı Yaşamak duygusu. Ey içime Sindirdiğim sevgin. Prag’daki Sevgilim. Karlı gecelerde Anımsarım seni Yağmurlar altında Dolaştığımız Litvanya’yı. “Kanal”ı Seyrederken Bütün Slav Ve Slavak güzellikleri. Kalın sesli Kadınlar. Ortodoks Hüznü. Ve “Tütün”ü Okurken Ve Fuçiği. Kanımızla Yazılmıştır Hayatın destanı Toprakta Dudaklarımızın İzi var. Ve donup kaldığımız Cephelerde Buruşuk Mektuplar Ve yerlerine Ulaşmamış. Savaş Ve keder Ve şiirler Korkunç bir Aşk özlemi. İnsanlara Duyduğum sevgiden Boğulurcasına Kalbimi Çatlatırcasına İmgeler Ve trenler boyunca Taşıdığım. Şehirlerden Geçerek Ve her bir insanın Bakışlarında Köyler ve uzak Duygular. Sonsuzca seninle Sevişme özlemi Ve erkek olduğumun Bilincinde olarak Ve idama Giden bir adamın Karısına Bıraktığı Mektup kadar Çağdaş ve anlaşılır. Ekmek kadar Kederli. Vaptzarov’un Şiirleri kadar. Sevgilim, binlerce kilometreye Yayılan kalbim Ve gözyaşlarım Ve her şeye Yetişme duygusu. Bütün romanları Yutarak Bütün aşkları Yaşayarak Ve çağdaş ve sarsak Kalbimi Avutamaz Ne yağmur... Ne şiirler... Dokuz ay koynunda gezdirdi beni Ne cefalar çekti ne etti Anam Acı tatlı zahmetime katlandı Uçurdu yuvadan yürüttü Anam . Anaların hakkı kolay ödenmez Analara ne yakışmaz ne denmez Kan uykudan gece kalkar gücenmez Emzirdi salladı uyuttu Anam . Doğurdu beni Sivas ilinde Sivralan Köyünde tarla yolunda Azığı sırtında orak elinde Taşlı tarlalarda avuttu Anam . Ben yürürdüm Anam bakar gülerdi Huysuzluk edersem kalkar döverdi Hemen kucaklayıp okşar severdi Çirkin huylarımı soyuttu Anam . Çocuğudum Anam bana ders verdi Okumamı çalışmamı ön gördü Milletine bağlı ol da dur derdi Vatan sevgisini giyitti Anam . Tükenmez borcum var Anama benim Onun varlığından oldu bedenim Kimi köylü kızı kimisi hanım Ta ezel tarihte kayıtlı Anam . Veysel der kopar mı Analar bağı Analar doğurmuş ağayı beyi İşte budur sözlerimin gerçeği Okuttu oğretti büyüttü Anam Bütün insanlık adına Amerika katil katil Kanun yapar kendi teper Amerika katil katil. Vietnam'ın suçu nedir? Hür yaşamak ayıp mıdır? Atom patlat ister kudur? Amerika katil katil. Türk Milleti Türk Milleti Nerden gelmiş elin iti? Bu gidişin sonu kötü Amerika katil katil. Birgün gramlar bir olur Kilodan hakkını alır Zalim olan bela bulur Amerika katil katil. Mahzuni Şerif uyuma Gün geldi çattı akşama Bizden selam Vietnam'a Amerika katil katil Yaşadım! Erik ağaçları şahidimdir Yıldızlar şahidimdir.. Yaşadım! Avuçlarımın gücü yettiği kadar Dağları, kadınları, meyveleri Yaşadım! İncirin dallarına yürüyen süt Yonca tarlasından gelen nefes Horozun ibiğinden damlayan kan Yollar ve sevgili türküler şahidimdir. İlk güneşi duyuyoruz etimizde Derimizde ansızın kaçak bir rüzgar yakalıyoruz Bir serinliyoruz bilseniz bir serinliyoruz Her gün gidip beş vakit Denizi öpsek yeridir.. Bir karınca durmuş yaşamayı anlatıyor Bir dinliyor böcekler görseniz bir dinliyor Bir çoban yıldızları sayıyor Bir arabacı şapkasını atıyor havaya.. Sabah oluyor yalınayak koşuyoruz yeni bir çağa Derin asfaltları duyuyoruz Sıcaklığını duyuyoruz Bazen bir serinlik doluyor içimize Ayaklarımızdan Göğü kapatan çatıları yıkıyoruz ellerimizle Ve şunu iyi anlıyoruz En iyisi yürüyerek gidilir yaşamağa.. İstanbul, 1960 Yay yine gerilmede, fırlayacak yine ok; Yine vatanımızın yeryüzünde eşi yok; Bozkurt, Ergenekon'u yeni delmiş gibidir: Her biri ihtiraını seyre gelmiş gibidir. Kalpler ellerde çarpar gibi alkış kopuyor; Her ruh bir tutam ışık ve her göz bir damla kor: En büyük, en sevgili, en genç, en mert geliyor; Dünya imtihanını veren tek fert geliyor; Kürsüye her çıkışta, Türk daha yükselecek... Dinle: Her cümlesinde doğuyor bir "gelecek"; Aslan, insan ve Tanrı bir arada bu başta... Kıvılcımlar doğuyor bastığımız her taşta, Önümüzde mesafe ve zaman çökmekte diz; Bir İnönü azmiyle ardındayız hepimiz... Yerine getirmeye yeni dileklerini, Koymuş on yedi milyon, yola yüreklerini, "Marş! Marş! " Öz yurdu fethe! " Şimdi manen, yeniden: Deliyor dağı taşı öncümüz gibi tren, Fabrikalar kalemiz, kanallar siperimiz Ve bu fetih olacak bizim şaheserimiz... Çirkin, yavrum, dudaklarindaki kizillik, Kansiz dogaya karsi. Uyurken memleket ve evren uzaktan, Uyurken bir hücre, hücreler içinde, Eksi.. Çirkin, bu satislar, Yüzde yirmi, yüzde otuz. Geçer anlarin tadi içerden ; Anilar ve sevgiler, çarsilar üstünde, uçar. Yeniden var oluruz.. Sürünür ovalar yasli ve bosuna, Çirkin simdi, yükselmis güzellik. Ve kaçar yasamanin ölçülerinde; yeni, uzun; Bir avuçluk, bütün dokunduklarimiz, Bir ellik.. Okulumuz, bahçelere, hesaplara dönmüs, Çirkin. Sonsuz ormanligi rahatligin, yüce uzamisligi erdemliligin, Daglarda ve sokaklarda. Tedirgin.. Yalanla, gerçeklerin sirrina varmis, Oyunla karismis, ölmüslerin akillarina; Çirkin, mahkemelerde bir avukat. Gelir bilinmeyen yönlerin namussuz hoslugu, Körlerden ve topallardan daha sakat.. Çirkindir, uzayan erkek vakitlere göre, Gece yarisi. Agriyan kemiklerle, uzakliklara gizlenmis, Acimakla degil, korkunçluguyla büyük, Yildizlar yildizlar ve yukarisi.. Çirkin degil midir, dolarken nesillerin hayirsizligina, Yavas yavas. Ninelerin çarpilmis yüzünde, Kabul edilmemis duasinda gelinlerin, Tarihlerden bir savas?. Bir ekmek kavgasi duyulur ta böceklerden, Uluyan agaçlar, susan makineler sesi. Igrenç hendeseleri gövdenin, bürünür düslere; Gezegenler arasindaki uygarliga karsi, Çirkin, doymuslarin ve doymamislarin nefesi.. Nasil kimildamasin, nasil uyusun, Sabrimiz ve ahmakligimiz, derinde ? Güzel degildir avunmak, kuslar çiçekler bosunadir; Çirkindir, küçük mutlulugumuz, Piç dünyalar üzerinde.. Insan boyu kadar cüce, insan ömrü kadar kisa, Güzel neymis ki ulu çirkinin yaninda? Çirkin, bu, bardaklara sigmayan kederimiz, Çirkin, bu ardi ve önü görünmeyen kader, Karanlikla ve soysuzlukla yasar, vataninda.. Ölüm, karsiliksiz gülümseme, çaresiz sey, Ugruna efsaneler beyazliginda yürür nefis. Çirkin, bin yil önceki anam babam, Koyduklari her tas, inandiklari her masal, Pis.. Tanri duymaz, cenazeler duymaz, Göklerde sehrimizin utanmayan sagirligi, Biter, aptalin türküleri, gömülerde, Askin, havanin, yerin hafifliginde ey dost, Çirkindir agirligim, agirligin, agirligi. Kadın sevdiği adama sorar: ' Neden Ağlıyorsun? ' Adam cevap verir: ' Seni sevemediğim için.'. İşte bu yüzden bir kez daha iyi ki varsın diyorum sana.. Senin de beni sevmeni elbette çok isterim. Belki de inanmayacaksın ama, olmasa da olur. Çünkü yıllarca sevgimin öyle çok düşmanı, öyle çok muhafızı vardı ki, ben seninle onları aştım, inan varolman bile yeterli ve seni seviyor olmak bile büyük bir nimet benim için.. Ve şunu bil ki bu sevgime asla çoklarının yaptığı gibi yeteneksizliklerimi, kusurlarımı, yalnızlık korkumu, başarısızlıklarımı yüklemiyorum. Eğer öyle olsaydı, yitirmekten ölesiye korkar, seni kör bir tutkuyla sahiplenirdim.. Oysa seni bir dine bağlanır gibi değil, kendi özgürlüğümü sever gibi seviyorum. Ey sesimi keskin bir bıçak gibi Kınında saklayan çağ Ey sabırla bileyen günlerimi. Elım ile yıktım, boşandı bendim. Coşkun sular gibi çağlar, gezerim. Yitirdim kendimi, bulmadım gitti. Sevdası başımda ağlar, gezerim.. Sinem üstü düğüm olsun, dağ olsun; Çevre yanı mor sümbüllü bağ olsun; Irak, yakın kömür gözlüm sağ olsun; Hayalin gönlümde eğler, gezerim.. Benden selam olsun yedi benlime, Yine gam, kasavet bastı gönlüme. Saçım, başım yolup kendi eğnime Geyik postlarını bağlar, gezerim.. Karac`oğlan der ki: Derdim deşmeğe, Arzuhal yazdırdım, yare göçmeğe, Aman deyip kapısına düşmeğe, Dertli yüreğimi dağlar, gezerim. Bende bir insan oğluyum Bırak beni konuşayım Bir başım bir beynim vardır Bırak beni konuşayım Düşüneyim, danışayım. Beni öldürüp ağlama Böyle bulanıp çağlama Yazık kolumu bağlama Bırak beni konuşayım Düşüneyim, danışayım. Senin dilin benim dilim Yakışmaz insana zulüm İnsanım hayvan değilim Bırak beni konuşayım Konuştukça düşüneyim. Ya sen niçin düşünürsün Düşündükçe boşanırsın Halk demeye üşenirsin Bırak beni konuşayım Hep gerçeğe ulaşayım. Düşünen cahil olamaz Cahil kendini bilemez Can gider fikir ölmez Bırak beni konuşayım Cahilliği biz yenelim. Mahzuni halk için ölsün Ben giderim dostlar kalsın Koltuk sana sizin olsun Bırak beni konuşayım İnsan gibi yaşayayım Yaşadıkça düşüneyim. Yaz gelip de beş ayları dolunca Açılmış bahçenin gülleri güzel Yaktı beni Fadime'nin nazarı Zülüften ayrılmış telleri güzel. Elif'i dersen de nazlıdır nazlı Esme'yi dersen de sırf ala gözlü Söyletme Şerfe'yi bülbül avazlı Söylüyor Zehra'nın dilleri güzel. Emne'yi der isen incedir ince Bağdat'ın Mısır'ın gülleri konca Eşşe'nin kaşı da kalemden ince Sevmeye Hörü'nün belleri güzel. Döne güzelliğin halka bildirir Kamer pınardan da kabın doldurur Eşşe yürüy'şünde beni öldürür Sevmeli Cennet'in boyları güzel. Karadan da Karac'oğlan karadan Sürün çirkinleri çıksın aradan Herkesi sevdiğ'ne vere Yaradan Sevdiğim Meryem'in benleri güzel "Vak'a Halkalı Zira: at Mektebi' nde geçmişti". - Bence Doktor, onu siz soyarak dinleyiniz; Hastalık çünkü değil öyle ehemmiyetsiz. Sade bir nezle-i sadriyyemi illet? Nerede? Çocuğun hali fenalaştı son günlerde, Ameliyata çıkarken sınıf on gün evvel, Bu da gelmez mi? Dedim 'Kim dedi, oğlum sana gel? Nöbet üstünde adam kaçmalı yorgunluktan; Hadi yavrum, hadi söz dinle de bir parça uzan.' O zamandan beridir za'fi terakki ediyor; Görünen: bir daha kalkınması artık pek zor; Uyku yokmuş; gece hep öksürüyormuş; ateşin Oluyormuş biraz dindiği . - Ben zaten işin, Bir ay evvel biliyordum ne vahim olduğunu Bana ihtara ne hacet, a beyim. Simdi bunu? Maamafih yeniden bakalım dikkatle: Hükmü kat' i verelim, etmeye gelmez acele. . - Çağırın hastayı gelsin. . - Kapının perdesini, . Açarak girdi o esnada düzeltip fesini, Bir uzun boylu çocuk.. Lakin o bir levha idi..! Öyle bir levha-i rikkat ki unutmam ebedi, Rengi uçmuş yüzünün, gözleri çökmüş içeri. Elmacıklar iki baştan çıkıvermiş ileri. O şakaklar göçerek cepheyi yandan sıkmış; Fırlamış alnı, damarlarla beraber çıkmış, Bet-beniz kül gibi olmuş uçarak nur-i şebâb; O yanaklar iki solgun güle dönmüş, bitâb! O dudaklar morarıp kavlamış artık derisi; Uzamış saç gibi kirpiklerinin her birisi! Kafa yük gibi kesilip boynuna, çökmüş bağrı; İki değnek gibi yükselmiş omuzlar yukarı. . - Otur oğlum seni dikkatlice bir dinleyelim … . Soyun evvelce, fakat … . - Siz soyunuz yok halim! . Soydu bîçâreyi üç-beş kişi birden, o zaman Aldı bir heykeli uryân-i sefalet meydan Yok bu kemik külçesinin dinlenecek bir ciheti: ' Bakmasak hastayı nevmid ederiz belki ' diye; Çocuğun göğsüne yaklaştım biraz dinlemeye: Öksür Oğlum … Nefes al…Oldu, giyin; Bakayım nabzına... A’ la... Sana yavrum, kodein Yazayım, öksürüyorsun, O, keser, pek iyidir… Arsenik hapları al, söylerim eczacı verir. Hadi git, kendine iyi bak… . - Nasıl ettin doktor? . - Edecek yok, çocuk artık yola girmiş, gidiyor! . Sol taraftan rienin zirvesi tekmil çürümüş; Hastalık seyr-i tabiisini almış yürümüş. Devri salisteki asarı o mel'un marazin Var tamamıyle, değil hiçbir eksik arazin. Bütün a'raz, sehikiyle, zefiriyle…. - Yeter! Hastanın çehresi meydan da! İnsanda meğer Olmasın his denilen şey.. O değil, lakin biz Bunu ' Tebdil-i hava ' derde nasıl göndeririz? Surda üç-beş günü var.. Gönderelim Yolda ölür…. ' Git! ' demek, hem, düşünürsek ne büyük bir zuldür! Hadi göndermeyelim.. Var mı fakat imkanı? Kime dert anlatırız? Bulsan a derdi anlayanı! . - Sözünüz doğru, Müdür bey; ne yapıp yapmalı; tek Bu çocuk gitmelidir. Çünkü eminim, pek pek, Daha bir hafta yasar, sonra sirayet de olur; Böyle bir hastayı gönderse de mektep ma'zur. . - Bir mübaşşir çağırın. . - Buyrun efendim. . - Bana bak: . Hastanın gitmesi herhalde muvafık olacak. ' Sana tebdil-i hava tavsiye etmiş doktor. Gezmiş olsan açılırsın..' diye bir fikrini sor. ' İstemem! ' de o fakat dinleme, iknaa çalış; Kim bilir, belki de biçare çocuk anlamamış? . - Şimdi tebdil-i hava var mı benim istediğim? Bırakın halime artık beni, rahat öleyim! Üç buçuk yıl bana katlandı bu mektep, üç gün Daha katlansa kıyamet mi kopar? Hem ne içün Beni yıllarca barındırmış olan bir yerden. ' Öleceksin! ' diye koğmak? Bu koğulmaktır. Ben, Kimsesiz bir çocuğum nerde gider yer bulurum? Etmeyin sokaklarda perişan olurum! Anam ölmüş babamın bilmiyorum hiç yüzünü; . Sanki atideki mevhum refahım giderek, Onu çalkandığı hüsranlar, içinden çekecek! Kardeşim kurduğun amali devirmekte ölüm; Beni göm hurfe-i nisyana, ben artık öldüm! Hangi bir derdim için ağlıyayım, bilmiyorum. Döktüğüm yaşları çok görmeyiniz; mağdurum! O kadar sa'y-i beliğin bu sefalet mi sonu? Biri evvelce eğer söylemiş olsaydı bunu, Çalışıp ömrümü çılgınca heba etmezdim, Ben bu müstakbele mazimi feda etmezdim! Merhamet bilmeyen insanlara bak, Yarabbi, Koğuyorlar beni bir sail-i avere gibi! . - Seni bir kerre koğan yok, bu sözün pek haksız. ' İstemem yollamayın ' dersen eğer, kal, yalnız.. Hastasın.. . - Hem Verem'im! Söyle, ne var saklayacak! . - Yok canim, öyle değil… . - Öyle ya herkes ahmak, . Bırakırlar mi, eğer gitmemiş olsam acaba? Doğrudur gitmeliyim.. Koşturunuz bir araba. Son sınıftan iki vicdanlı refikin koluna Dayanıp çıktı o biçare, sefalet yoluna. Atarak arkaya bir lemba-i lebriz-i elem, Onu teb'id edecek paytona yaklaştı ' Verem'! Tuttu bindirdi çocuklar sararak her yerini, Öptüler girye-i matem dökerek gözlerini; . - Çekiver doğruca istasyona …. . - Yok, yok, beni ta, . Götür İstanbul’a bir yerde bırak ki; guraba, - Kimsenin onlara aldırmadığı bir sırada - Uzanıp ölmeye bir şilte bulurlar orada! canim oglum guzel yavrum gözumun isiltisi ölumden ölmekten degil korkumuz. dalda yaprak acar birgun guler birgun solar birgun savrulur KARISIR TOPRAGA TOZ OLUR GIDER. bunlar kirlangic yavrum guneyli guzellerimiz gelirler birgun bir firtinayla yazarlar mavimizi piriltilarla doldururlar mavimizi gunesli cigliklarla harmanlayip yavrulari agustos kapisinda karalayip mavimizi cilginca birgun birdenbire bir firtinayla cekip giderler karalanmis mavi kalir yukarda catilarda yuvalar usur birgun tozar birgun dagilir KARISIR TOPRAGA TOZ OLUR GIDER. ölumden ölmekten degil korkumuz yaprak duser cicek solar sogur elbet yuvalar taa eskiden cok eskiden binlerce yildanberi kirlangiclar gibi savrulur gunlerimiz ve kimbilir nerde nasil ne bicim cikar birgun karsimiza sonumuz. ölumden ölmekten degil korkumuz daha guzel bir dunya YASANILIR BIR VATAN diye baslarken sarkimiza vurulup kahpe tuzaklarda bir geyik gibi dusmek boyluboyunca cepte vergi makbuzumuz. bundan iste korkumuz canim oglum guzel yavrum gözumun isiltisi bundan kaygumuz! Güz yakmadan gülün pembesini avuclarimda ol, sokul yanima gülüsünle isinsin bedenim ve dudaklarimda acilasan islik adinla ciceklensin. Serceler göce dayanmaz bilirsin ne özleyen bir bakis kalir ne de simsicakligin sular donar yürek üsür sende kalir seni yakan. Ucurumlar acilir yollarinda buharlasir ciy damlalari Terli bir kisrak gibi gel kapima savrulsun saclarin yastigim kekik koksun. Uzagi yakin et pembelessin carsafin ölüm kapimin tokmaginda ayriligi iyi bilirim ferhat olmayayim daglarda. Ey gülün pembesiyle bir gülümseyisi paylasan kar yagiyor yatagima avuclarim kutuplara döndü gün kararmasin geldiginde Beklemiş beklemiş birden gelmiş ölüm Sanki bin yıl beklemiş beni bulmuş ölüm. Kuşatmış her yandan bütün yolları tutmuş Herkesi bir av gibi önüne katmış ölüm. Siz niçin böyle dimdik ayaktasınız dağlar Sanki sizi görmemiş sizi unutmuş ölüm. Ey bir türlü doymayan gözleri zulmün Seni de vurmak için pusuya yatmış ölüm. Ey zulüm denizleri köpürüp taşan Her yanı tutmuş ölüm her yanı tutmuş ölüm. Nerede bir can varsa ağını atmış ölüm Kendi hiç uyumamış bizi uyutmuş ölüm. Beklemiş beklemiş birden gelmiş ölüm Sanki bin yıl beklemiş beni bulmuş ölüm Duysak ayak seslerini akşamın Ve sokaklardan el ayak çekilse Bir ürpertiyle duyarım o zaman Seni çağıran sesi uzaklardan. Ne zaman ayrılık saati gelse Bir gariplik çöker içime birden Kalan tek anı gibi bir devirden Durmadan çalınır o gamlı beste Sanki bilir de hazin öykümüzü Bulutlar ağlar, kararır gökyüzü. Ne zaman ayrılık saati gelse Bir çaresizliği anlatır gibi Birden değişir gözlerinin rengi Mavi solar, koyulaşır yeşilse Sarınca ruhunu eski bir hüzün Uçar gider pembeliği yüzünün. Ne zaman ayrılık saati gelse Uzatsan özlemle dudaklarını Tüm ağaçlar döker yapraklarını Ne çiçek kalır ortada, ne bahçe Sadece uğultusu o rüzgarın Ve bir umut kırıntısı: belki yarın. Ne zaman ayrılık saati gelse Bir fırtına çıkmışçasına, büyük İçimizdeki güllerin boynu bükük Bir zaman kalakalırım öylece Neden sonra gittiğini anlarım İçimde güller ağlar, ben ağlarım. promete şimdi kentte kayalara bağlı değil beton duvarlarla çevrilidir kartalların giremiyeceği bir semtte kendi kendini kemirir Eski bir sevdayı anlatır, Çalan her şarkı. Her nağmede gizlidir, Eski bir sancı. Bazen hüzzamdır sessiz, Hüzünlüdür eskiden. Bazen sabadır sensiz, Mistik ve de derinden.. Sen ki hasret yüklü gemide, Yanımdayken özlemim. Sen ki özlem yüklü sevdada, Yurt yurt gezindiğimsin. Ne sen bil bunu, Nede ben söyleyeyim. Aşık maşuktan ayrı, Acı çeker bilirim... Bin kere nasihat eyledim sana, Gönül düşme dedim bu deryalara, Sen guş huşunu vermedin bana, Düşürdün başımı ne belalara. . Vaktin dilberinde namus ar olmaz, İkrarında sabit ber-karar olmaz, Aldatırlar seni sana yar olmaz, Gönül niçün düştün bi-vefalara. . Münafık sözüne gel gitme beyim, Hatır-ı mahzunum incitme beyim, Dert-ment Emrah'a cevr etme beyim, Zird dayanılmaz bu cefalara. Bu bizim gökler gibisi hiç bir dağda çatılmamıştır Yıldızlarımızın titremesi yüreğine deprem indirir Hiç bir yerde bu denize bu acı tuz katılmamıştır Topraktan sağdığımız pekmez güneşin başını döndürür On birinde bir yar sevdim Yeni açmıs güle benzer On ikide şeker şerbet Oğul vermiş bala benzer. On üçünde gözün süzer Zülüfün gerdana düzer Kargı kamış gibi uzar Boyu servi dala benzer. On dördünde pek derbeder Dostun ikrarını güder Nere çekersen ora gider Boynu toklu kula benzer. On beşinde yaşar yaşın Her örnekten bağlar başın Tenhalarda arar eşin Tez alışkın tele benzer. On altıda kurt bilekli Yüreği Hakka dilekli Sağrısı yesil örekli Esen poyraz yele benzer. On yedide delidolu Hiç bilmez gittiği yolu Hasbahçenin gonca gülü Kız turnada tele benzer. On sekizde geçer gücü Kız oğlana bulur suçu Gelinin ibrişim sacı Kızın altın tele benzer. On dokuzda olur hasta Zülüfleri deste deste Gelin şeker şerbet tasta Kız petekte bala benzer. Naçar Karac(a) oğlan naçar Aşkın kitabını açar Yiğirmide vakti geçer Geçmez akça pula benzer Helen, senin adın Eskinin Nicean yelkenlileri gibidir, benim için Usulca, kokulu denizin üzerinden O yol yorgunu gezgini taşır Kıyısına kendi memleketinin. Gezmeyi özler yapayalnız denizlerin üstünde Yunanlı yüzün, sümbül saçların Senin havaların getirmişti beni eve Yunanistanın görkemine ve Roma yüceliğine.. İşte, oradaki pırıltılı pencere nişinde Nasıl da bir heykel gibi, görürüm dineldiği Ah, Pysche, kutlu topraklar olan bölgelerden Akik lamba elinde. O dedi ki: Bir gün bana gönül verdin 'Aşktır benim mayam' derdin Sonsuz bir hisle severdin Aklında mı? . Ben dedim ki: Aşktan yana, histen yana Gayri sual sorma bana. Belki dün bilirdim ama Unutmuşum! . O dedi ki: Yüreğime ektin bir köz Yaralarım oldu göz göz Yemin edip verdiğin söz Aklında mı? . Ben dedim ki: Yanan yakar iyi bil ki Ben de yaralıyım belki Unutmak ayıp değil ki Unutmuşum! . O dedi ki: Yalan söylemezdin hani? ... Unutmam derdin sen, beni Sormak suç olmasın yani Aklında mı? . Ben dedim ki: Hangi yalan, hangi gerçek? Meyvesini yedi çiçek Soru sorma, cevabım tek; Unutmuşum! . O dedi ki: Mühürledin dudaklarım Düğümün kalpte saklarım Mektup yazan parmakların Aklında mı? . Ben dedim ki: Ne mühür kaldı, ne senet Er-geç kopar çürük kenet Uçmuş akıl denen meret Unutmuşum! . O dedi ki: Beni, benden almıştın ya Çıkla sen ben olmuştun ya Gerçek sevgi, yalan dünya Aklında mı? . Ben dedim ki: Vazgeç gayri iş yok bende Yitirmişim seni, sende Kimin nesisin, adın ne? Unutmuşum! . Ve bilenler dediler ki: Aşk da, söz de yalan imiş Akıl işi değil bu iş.. Ve sonra hatırladık ki Sevenler hep boşa sevmiş.... Çıkla: Sadece benim hiç sapanım olmadı anne, ne kuşları vurdum, ne de kimsenin camını kırdım... çok uslu bir çocuk değildim ama, seni hiç kırmadım, hep boynumu kırdım. ben hayatım boyunca bir tek kendimi vurdum! .. . suskun görünsem de, fırtınalı ve mağrurdum anne. bir mızrak gibi, aynada hep dik durdum anne! .. ben sana hiçbir gün laf getirmedim, leke sürmedim. ama göğsümü çok hırpaladım, kalbimi çok yordum... ben hayatım boyunca, en çok kendimi sordum! ... . benim hiç sevgilim olmadı anne, ne bir yuva kurdum, ne bir gün şansım güldü... öpemeden bir bebeğin gidişini, tükendi gitti çağım... kimi yürekten sevdiysem, yüreğini başkasına böldü... bir muhabbet kuşum vardı, o da yalnızlıktan öldü... . sen beni göğsünde hep acılarla mı soğurdun anne? yoksa evlat diye, koca bir taş mı doğurdun anne? eziyet değilim, zahmet değilim, musibet hiç değilim; bir senin mi balına sinek kondu, söylesene! doğurdun da beni, ne ile yoğurdun anne? . benim hiç hayalim olmadı anne... ne seni rahat ettirdim, ne kendim ettim rahat... bir mutluluk fotoğrafı bile çektirmedi bu hayat! kaybolmuş bir anahtar kadar sahipsizim anne... ne omzumda bir dost eli, ne saçımda bir şefkat... . say ki yollardan akan, şu faydasız çamurdum anne... say ki ıslanmaktım, üşümektim, say ki yağmurdum anne! bunca yıldır gözyaşlarını, hangi denizlere sakladın? oy ben öleyim, Sen beni ne diye doğurdun anne? azdılar yine; sıçrayıp ısırıyorlar,geri çekiliyorlar,etrafımda dolanıp sonra yine saldırıyorlar.. oysa ben kurtulduğumu sanıyordum onlardan,beni unuttuklarını; ama şimdi daha da çoklar.. ve ben daha yaşlıyım şimdi. ama köpeklerin yaşı yok. ve herzamanki gibi etinizi ısırmakla yetinmiyor beyninizi ve ruhunuzu da ısırıyorlar. bu odada etrafımda dönüyorlar şimdi.. harikulade değiller; cehenem köpekleri bunlar. ve sizi de bulacaklar. şimdi onlardan biri olsanız da. Çekemezsin bir yere sineden başka. Biliyorum günler hep böyle geçecek. Ne akşamleyin komşu, ne bir akraba, Ne bir dost, oturup karşılıklı içecek... Yalnızlık sade şurda burda değil, Düşüncede, hatırada ve dilekte. Hangi taşı kaldırsan, nerde 'of! ' çeksen, Bir dudağı yerde, bir dudağı gökte... Bilmem rengi nasıldır, boyu ne kadar. Biçen her kimse yıllardır yanlış biçiyor. Bir elbise ki, alabildiğine dar... Nedir bir türlü sırrını anlamadık, Kimdir bizimle böyle şaka ediyor, Hangi cebini karıştırsan yalnızlık... Turgut Uyar Arz-ı Hal Ne vefasın gördüm bezm-i cihanın Kan ile pür olsun peymâneleri Ne lütfunu gördüm pîr-i mugânın Basma yıkılsın meyhaneleri. Çok çektim feleğin cevr ile kahrın Bin kerre nüş ettim tas ile zehrin Boş olsun şarabı sâk-i dehrin Lebinden emzirmez mestaneleri. Emrahi beyhude sanma emeğin Elbette dergâha geçer dileğin Kırılsın dişleri çarh-ı feleğin Nice hor eylemiş merdaneleri yırtarak geçiyor kalbimizden hayatı da törpüleyen zaman. şuramızda bir şey var acıya benzer umuda benzer böyle günlerde hayat hem acıya, hem acıya benzer gün ölümle başlatıyor hayatı her şafak taze bir ölünün üstünde doğuyor her sabah ölümü anlatıyor gazeteler sol köşede ölümü kutsallaştıran bir fotoğraf yeni bir cinayetin röntgenini çıkartıyor gövdeme beynim sabırla keskin iğdişliyor haber bültenlerini, yorumları, sahte ölüm ilanlarını bizim ilanlarımız çoktan verilmiştir gelirse de bilinir nerden ve nasıl böyle ölümün yücedir adı ha kanağacı canım, ha gelincik tarlası çünki ölümün kanıdır besleyen bir başka baharın tohumlarını şuramızda bir şey var bizi onduran şey acıya saran umudu kuşatan. kalbim: kalbim mi desem var kalbim: yaşayan ben hayatla ölümle cinayetle gazetelerde, radyolarda, eski üniversitelilerde eski prof hocalarla yaşayan ben: geç mi kaldık/kabul edemem ah benim sevgili annem oğlun da elbet yurtseverden bir gün bırakırda sizi yüzüstü yüzüstü değil: elbette bizüstü bırakır da: kötü sarmaşıkları, yaban güllerini bırakır da: sekizyüzlük hırtları, şunları, bunları giriverir senin sıcacık kucağına yani hem sana karşı, hem senin için giriverir o yanılmaz tarihçinin yaprağına ölüm mü dedim annem ölüm senin gibi güzel annelerin senin gibi güzel çocuklar feda etmiş o tarih atlasında bir kırmızı gül olur ancak koksun diye çocukların bahçesi. şuramızda, tam şuramızda kanserli bir virüs gibi kanımıza karışsa da bizi yaşatan günler perişan. işte bir bir kırıyorlar dalıylan yeryüzünün olgunlaşan meyvelerini çünki biliyorlar vakit dar oysa dalları kırılmayan ölür mü sonsuz ağaç hayatı pekiştiren kökümüz var dünyayı emeğe kazandırmak için hayata ve ölüme sonsuz bir anlam veren kanağacına sözümüz mü var. biz şimdi gidiyoruz gibi ya dostlar bir gün döneriz elbet acısız, adsız. ölümsuyu sürünün sürünün ölüm suyu bir ölü bir dirinin kanıdır besler hayatsuyu. şuramızda, tam şuramızda tarihe nasıl anlatsam. ey anneleri korkutan bizi yaşatan kan. günler perişan I-Kumarcı Musa. Vedha'lardan birinde Musa kumar oynuyor Peygamberlik bir meslek oldu Bozuk radyo ne demişti ağustosta (Ben karımın fotoğrafını isterim sizden) Dördüncü duvarda ben bulunuyorum. Vedha'lardan birinde bir küçük tanrı Küçük işler için (Ben görmemiş olayım) Nasılsa tanımadığım bir toprakta öleceğim Burada sakal uzatıp Taranmış saçlarıyla (Siz kendinizin kaçıncı peygamber olduğunu sanıyorsunuz) Hangi rejim için (O kadar çabuk değişiyorlar ki) Birinci katları dinamitlenmiş evlere benzer yıkılıveririz Sokak başlarında görür ve fotoğraflarını çekeriz (Vedha sana ne dedi) (Dedi ki) . II- Amatörler ve Profesyoneller. (Kaçıncı Vedha'da vardı bu) Bir ay vardı Ay çıkınca gitmeliydim oysa Gidin unutun diyorlardı Vrangel'in orduları bile unutuldu masaların başında. Viski bize bir profesyonel orospu kadar pahalı geliyor Sokakta şapkalarımı çıkarıp selam veriyordum (Numarasını bilmediğim Vedha'lardan birinde) Artık kendilerini bir eşya ile karıştırmaya başlayan orospular Çok iğreti duruyorlardı düşecek gibi oluyordum Bunlar da bizim Vedha'larımız Vedha belki hiç doğmamıştı Ne denebilir belki hiç doğmamıştı. III- Got'lar ve Genç Vedha. Bir Got sürüsü için Genç Vedha anlamsız bir Vedha'ydı Vizigot Kralı Alerik - takma adıyla - Ayıların ayısı tütün sarar (Çağının en kötü tütün saran kralı) . IV- Duba'dan Laternacı. Hiç bakmasa bu kadar dikkatli Laternacı geçiyor azınlıklardan arta kalanı Çaldığı havayı ne tanır ne sever benim gibi. Adamlar geldi denizden ölmüş Kimin şansı yoksa bırakmış ellerini dubadan İşe yaramayanların felsefesi bunlar Bir uşak üçüncü katın balkonundan aşağı attı kendini (Çocukluğumu saklasaydım benim de ellerim olurdu dubada) . V- Ayşe Dolley'in Bulunmadığı Bölge. Kim bu adamlar ayakları üzerinde duruyorlar Başlangıçta dinleniyorlardı Sonraları hiç yorulmadılar (Vedha çok gençti) . Deniz tuzu kokan saçlarını yıka sararıyorlar Bir takım unutulmuş yüzler gibi Sigara içiyorlar çok ve ölümü kullanıyorlar. Artık onları ben bile tanımıyorum Romanyalı pembe gözlü şeytan - Yahudi soyundandır biraz - Harita bilmeyen bir Vedha'yı Bir ağacı yakıp içer gibi öpüyordu Eski takvimleri seve seve kullanır. Ben ikinci gözümü bir kurşunla değiştim Ne denebilir benim gözüm maviydi. VI- Vedha Vedha Vedha. Denizden uzaklaşmaksızın birbuçuk ama değişen birbuçuk İnançlarını nerede bırakmıştın sen Aradığın şehirleri taşıdı trenler Pabucumun bir teki ırmağa düşmüştü Göğün ta kendisi o zaman geldi Gel biz gidelim buralardan yalınayak (Vedha'm gitmiş) Vedha Vedha Vedha ne diyordu (diyordu ki) . Sevidir öz türkçe Tüm belaların mümessili Her dilde aynı sızıyı hatırlatır Yalnızlık Bakma kemik sesidir sesimin içine sızan Kırılmaktadır sabah akşam Eklemlerim fire vermektedir ek yerlerinden Ruhumdaki Dikiş izleri belli olmaktadır Evet değirmende bir başak kederidir un Ama suyla hamur olacak bir şey değildi bu kördüğüm... Sen bir sokak oluyorsun bazı Bazı bir koku Birinin saçına sinen Sen bir şaka oluyorsun bazı Durup dururken aklıma gelen Sen bir çift göz oluyorsun bazı Bir tek sözü bile aklında tutamayan Herkes kötü davranıyor bana Sözüm kesiliyor Ve kanıyor en zayıf harfinden Saçım çekiliyor Yüzümden Herkes bana kötü davranıyor Yalnızlığım ki,yirmidört saat birlikteyiz Kendisiyle Bazı o bile uğramıyor Asıl gelmayince gelen Bir ölüm haberi gibi Ağaçlarım sökülüyor sonra Başka yere ekilecekmiş süsü veriyor Kuru dallarımın pişmanlığına Ellerime yapraklar dökülüyor Hak edilmiş bir sonbahardan Herkes bana kötü davranıyor Uğradıklarında anlıyorum Görmezden geliyorlar Yol uzun vakit kalmıyor bana Ayaküstü kalbimi kırıp gidiyorlar Ağzımda kendi gözyaşım birikiyor İçin için bir tuz tadı İçin bu kayıplar içinizden geldiği gibi Üzülmeniz için Herkes sevsin istedim beni Suç işledim masa örtülerime Süs mahiyetinde Kimseyi sevemedim uluorta Suç işledim kayıtlara geçti Geçti gitti bir ömrün Henüz bilmiyorum ne kadarı Cezadır ey halkım Çekilir tenimden Tez elden hazırlanır doktora Kendini ele veren tezler Konumuz yoktur ey halkım Konuşmacınız yalnızlık illetinde Yazılarına bir süre zarar verecektir Kendisi yıllık gizinde Kar bile yağmaz Kış kendini tanımlamaz Akdenizin zedeli mevsimlerinde Seyrine buğu dayanmazdı oysa Çocukluğum Lapa lapa bir seyirliktir Komikliğimiz yoktur ey halkım Komiğiniz kar izindedir Kadındır Saçlarında birbirine karışır teller Sevgilinin tellerine bakışlar konar Herkes sevdiğine canım Böyle mi yazar? Aşkımız yoktur ey halkım Sevdalınız şıllık izindedir Yazımız yoktur ey salkım Üzümlerimiz üzünç içinde Şarap meylindedir Şiirimiz çoktur ey halkım Şairiniz acı çekmektedir. İçin için yanarız biz durmadan Bin bir şekil bin bir çizim ocakta Ortalıkta dönüyor iz durmadan Nice muammaya çözüm ocakta . Seçmeli zamanla karadan akı İyi kollamalı gül veren bagı İlim irfan medeniyet kaynagı İkrarım var derki sözüm ocakta . Filizi olmayan kökü sökeyim Sevdası olmayan yere dikeyim Yunuslar misali odun çekeyim Küllenmeden yansın közüm ocakta . Köz ateş vurdukça kaynasın kazan Yanıpta kül olsun huzuru bozan Yapraklar sararıp gelmeden hazan Ham kalmasın pişsin özüm ocakta . Özü pişirdikten sonra varayım Yaralı kuş kanadını sarayım Varıp dostun divanına durayım Ak olsu isterim yüzüm ocakta . Leksizdir elbet yüzümüz bizim Sefai namustur sözümüz bizim Durmadan dövülür özümüz bizim Nice hamlar pişer bizim ocakta Bir söyle pir söyle Hakk'ın aşkına Konuşan dili ol susan canların Mazlumu sömüren dönsün şaşkına Konuşan dili ol susan canların Hakkı var üstünde garibanların . Saltanata gözün gönlün tok olsun Nazarında makam mevki yok olsun Yüreğin yay gibi sözün ok olsun Konuşan dili ol susan canların Hakkı var üstünde garibanların . Mazluma yoldaş ol yüreğini ver Bir cana can olmak her şeye değer Vebalin büyüktür susarsan eğer Konuşan dili ol susan canların Hakkı var üstünde garibanların! .. . Adalet hükmetsin divan kurulsun Hak yerini bulsun meydan durulsun Haksız babansa da hesap sorulsun Konuşan dili ol susan canların Hakkı var üstünde garibanların! .. . Şu dünyada bir tek doğru kalsa da Doğruyu demekten alem yılsa da Bunun sonu ipe gitmek olsa da Konuşan dili ol susan canların Duası üstünde garibanların! .. Ömür tükendi ise Allah başka bir ömür verdi. Geçici ömür kalmadıysa, işte şuracıkta tükenmeyen,ölümsüz ömür... Aşk, hayat suyudur, bu suya dal! Bu denizin her damlasında başka bir hayat, başka bir ömür var. Allah dostunu gördüm, bundan altı yıl evvel; Bir aksamdı ki, zaman, donacak kadar güzel. Yonca Pazar günü toplanır, insan pazartesi Peygamber çiçeği bilmeden ölür Omaholar çiçek koparmaz gece Çünkü bolluğu ölüler getirir bize Suda boğulmuş martı ölümsüzdür Ve yaşlandım, buzlu camın havailiği gibi Savaşan yalnızlığın gökyüzü kış Sabah yumuşak karla yükseldikçe Artık ölüm tümden yeşermezmişcesine Belleğin eşiği yunmuş yıkanmış. Deniz sen her zaman kusursuz düşündürdün Çok eskidenmiş gibi ölüyorum Tanımadığım otlarla içiçe Çünkü bolluğu ölüler getirir bize Ama bir şey daha var, biliyorum (güneşte) Kırılırda bir gün bütün dişliler Döner şanlı şanlı çarkımız bizim Gökten bir el yaşlı gözleri siler Şenlenir evimiz barkımız bizim. Yokuşlar kaybolur çıkarız düze Kavuşuruz sonu gelmez gündüze Sapan taşlarının yanında füze Başka alemlerle farkımız bizim. Kurtulur dil, tarih, ahlak ve iman Görürler nasılmış, neymiş kahraman Yer ve gök su vermem dediği zaman Her tarlayı sular arkımız bizim . Gideriz nur yolu izde gideriz Taş bağırda, sular dizde gideriz Bir gün akşam olur bizde gideriz Kalır dudaklarda şarkımız bizim yoksulların çocukluk fotoğrafı az olur hiç olmaz belki de avuntunun bez bebeği misketler yuvarlanır yokuş aşağı her şey masallar kadar yakınken gerçeğe sabahları umuda yoran babalar akşamları yarı bunak ve kambur yokuşu sırtlanıp da gelirler eve. çok yokuşlu semtlerde yaşadık hep derimiz de bahtımız da abanozgillerden beş taştan biri yuvarlanır dört taşa kız oyunu der çekilir erkekler eğilir topaçlar ve gazoz kapakları ölüler de yoksulluğun payandasıymış gibi eğik yatar mezarda yokuş aşağı. ama gülümsemiştim bu yokuşa ben bir kez ancak ilkokula başlarken çektirdiğim ödünç yakalıklı fotoğrafımda kuş ayaklı bir sevinçtim yokuş yukarı bir kamyon freninden koptu yokuş aşağı altında ben okulda fotoğrafım avuntunun bez bebeği hiç olmadı sanırım... Alnımın üzerinde saçım dümdüz kesilirdi daha; Oynardım sokak kapısının önünde, çiçek derlerdim. Bambu sırıklarına binmiş gelirdin, atlılar gibi, Dört dönerdim yörende, mürdüm erikleriyle oynardın.. Chokan köyünde yaşayıp gidiyorduk işte: İki küçük çocuktuk, sevgiden gayrisini bilmeyen. Ondördümde vardım sana, efendim benim. Gülemezdim karşında, sıkılgandım çünkü.. Başımı eğer, duvara çevirirdim yüzümü. Kırk kere de çağırsan, gözüm yerden kalkmazdı. Onbeşimde yüzümü çatmadım artık Ayağının bastığı toprak olayım istedim,. Dünyalar durdukça durdukları yerde... Daha yukarılarda mı olacaktı gözüm? Onaltıma bastım sen gittin. Anafor kaynattığı sulardan, Ku-to-yen´e. Beş ay oldu ayrılalı Dallarda maymunlar üzünç içinde. Ayağını sürüyordun gittiğinde. Kapının önü yosun şimdi, bir sürü yosunlar var, Yolunmayacak kadar kökleri derinlerde. Yapraklar erkenden dökülüyor bu güz estikçe rüzgar Çiftleşen kelebekler Ağustos´ta sarardı daha. Batı bahçesindeki otların üzerinde, Dokunuyor bana bunlar. Yaşlanıyorum.. Kiank ırmağının dar geçitlerinden inmekteysem şimdi, Bana haber ver, bileyim de önceden, Karşılayayım seni Cho-fu-sa´ya kadar çıkıp. Gözlerin bir diken yüreğe saplanmış, çıldırasıya sevilen, işkencesine dayanılamayan. Gözlerin bir diken, rüzgârdan koruduğum, ötesinde acıların, gecelerin, derinlere sapladığım. Kandiller yanar ışığınla, geceler dönüşür sabaha. Bense unuturum birden, - göz rastlar rastlamaz göze-, yaşadığımız bir vakitler kapının ardında yanyana.. * Şakırdın sanki konuşurken. İsterdim konuşmak ben de. Dudaklarda hayır mı kalmıştı ki, O bahar gibi dudaklarda! . Sözlerin güvercin gibi yuvamdan uçtu gitti. Kapımız, sonbahar kadar sarı basamakları ardından fırladı gitti canının çektiği yere. Aynalar oldu paramparça, yığıldı içimize acı üstüne acı. Topladık sesin küllerini getirdik bir araya. Böylece söyler olduk acılı türküsünü yurdumuzun. Hep birlikte sazın bağrına ektik bu türküyü, evlerin damlarına taş fırlatır gibi fırlattık attık bu türküyü, alın, dedik, sancıdan kıvranan kalplere. Oysa her şeyi unuttum ben şimdi. Ya sen, ya sen, sevgili, sesini kimselerin bilmediği! Belki de gidişindir senin ya da susmandır sazı paslandıran.. * Dün seni limanda gördüm, yapayalnız, yolluksuz yolcu. Bir yetim gibi sana doğru koşuyordum, arıyordum sanki yaşlı anamı.. Nasıl, nasıl, yemyeşil bir portakal ağacı kapanır bir hücreye ya da bir limana, nasıl saklanır gurbet elde ve yemyeşil kalır? Yazıyorum not defterime: Limanda durakaldım... En dondurucu kış kadar soğuk gözler gibiydi dünya, doluydu portakal kabuklarıyla ellerimiz. Ve hep çöl, ve hep çöl, ve hep çöldü ardım.. * Seni yalçın dağlarda gördüm, kuzularınla, kovalanan çoban kızı. Sen benim bahçemdin,yıkıntılar ortasında. Bendim o yabancı, bendim kapını vuran. Ey gönül! Ey gönül! Kapı kalbimin üzerinde yükseliyordu, pencere, taşlar ve çimento Kalbimin üzerinde.. * Seni su testilerinde gördüm, buğday başaklarında, yıkık dökük, parça parça, unufak. Hizmet ederken gördüm gece kulüplerinde, sancıların şimşeklerinde gördüm ve yaralarda. Bağrımdan koparılmış ciğer parçası sensin. Dudaklarıma ses olacak yel sen. Ateş ve akarsu sensin. Gördüm seni bir mağaranın ağzında yetimlerinin çamaşırlarını iplere asarken.. Gördüm sokaklarda seni ve ateş ocaklarında, kaynayan kanında güneşin. Ve ahırlarda... Ve bütün tuzlarında denizin. Ve kumlarda... Toprak gibi güzel, yasemin gibi, ve çocuklar gibi.. * Ve ant içerim ki, bir mendil işleyeceğim yarına kadar, gözlerine sunduğum şiirlerle süslü ve bir tümceyle, baldan ve öpücüklerden tatlı: 'Bir Filistin vardı, bir Filistin gene var! '. * Gözleriyle Filistin, kollardaki, göğüslerdeki dövmelerle Filistin, adıyla sanıyla Filistin. Düşlerin Filistin'i ve acıların, ayakların, bedenlerin ve mendillerin Filistin'i, sözcüklerin ve sessizliğin Filistin'i ve çığlıkların. Ölümün ve doğumun Filistin'i, taşıdım seni eski defterlerimde şiirlerimin ateşi gibi. Kumanya gibi taşıdım seni gezilerimde. Koyaklarda çağırdım seni bağıra bağıra, inlettim senin adına koyakları:. Sakının hey kayaları döve döve şarkımı koparan şimşekten! Benim gençliğin yüreği! Benim beyaz kanatlı atlı! Benim yıkan putları! Kartalları tepeleyen şiirleri benim eken tüm sınırlarına Suriye'nin! Zalim düşmana bağırdım, ey Filistin, senin adına: 'Ölürsem, ey böcekler, vücudumu didik didik edin! ' Karınca yumurtasından kartal çıkmaz hiçbir vakit, yalnız yılan çıkar zehirli yılanlardan! Ben barbarların atlarını iyi bilirim. Bir ben dururum onların karşısında, bir ben, gençliğin yüreğiyim her daim, yüreğiyim beyaz kanatlı atlıların.. Mahmud DERVİŞ. Çevirenler: A. KADİR - Süleyman SALOM Kadir geceleri fırsat sizindir Böyle Hakk mihmanı can ele girmez Peygambere yüzler sürmek bizimdir Gitti bu günkü gün dün ele girmez. Azrail el sunar alır canı Cehteyle burada menzil alasın Nasip olur mu bir daha göresin Duasın alacak kul ele girmez. Kimler dinler avazını ününü Allah'ın velisi imam soyunu Böyle Hakk mihmanı can ele girmez Özünü kul eyle iman bulasın. Ey Nesimi sakın durup oturma Sırrını sakla nadana taş götürme Cehteyle de imanını yitirme Zay edersin din iman ele girmez Dağlar dağımdır benim Gam ortağımdır benim Söyletme çok ağlarım Yaman çağımdır benim.' Dündar Taşer'in büyük hâtırasına.... İşit beni, dinle beni, duy beni... Eylendirmez dügün, dernek, toy... beni. Yar beni hey... dil beni hey..oy beni... Dündar Ağam, bizi koyup gitti bil! ... Uçmağ içre bir menzile yetti bil! .... Ülkü yolu diken olur, taş, olur, Yağsız ayran, kuru ekmek aş olur... Kim derdi ki, Ağama bir iş olur? ? ? Kahpe felek bize oyun etti bil! ... Attıgı taş bağrımıza battı bil! .... Uluna da Bozkurtlarım, uluna... Uluna da ince aylar doluna... Gafil durup güvenirsen soluna Başın üzre sefil baykuş öttü bil! ... Vatanını iki pula sattı bil! ... Tanrı bilir, dün de bizim, yarın da... Bir gün olur; bir sabah tan yerinde, Dalgalanır dokuz tuğ gönderinde... Türkmen Ağam nağrasını attı bil! ... Otağ kurup gölgesine yattı bil! .... Yol demeyem, yel demeyem, yürüyem... Göğüs verem, şu dağları kürüyem... Ben Oğuz'un dediği Gök Börü'yem... Yine doğum sancılarım tuttu bil! ... Tanrıdağ'da 'kalk' borusu öttü bil! .... Sanmayın bu, ağlama ya ağıttır. Bu, Ağamın kavlince bir ögüttür. Ağlamak ne? Dündar Ağam şehiddir Ağlar olsan kaşlarını çattı bil! ... Oraları birbirine kattı bil! ... Pencereden atları gördüm.. Berlin'deydim, kıştı. Işık Işıksızdı, gökyüzü yoktu gökyüzünde.. Havanın aklığı ıslak bir ekmek gibi.. Ve penceremden boş bir sirk Kışın dişleriyle kemirilmiş.. Ansızın bir adamın yedeğinde On at göründe sislerin içinden Çıkarken titremediler, ateş gibi, O saate kadar bomboş olan Evreni doldurdular gözlerimde. Görkemli, yangınlı Uzun bacaklı on tanrı gibiydiler, Yeleleri tuzun düşlerini andırıyordu.. Portakaldan ve evrenlerdendi sağrıları.. Baldı derileri, amber, yangın.. Boyunları gururun taşlarından Oyulmuş kulelerdi, Ve kızgın gözlerine güçlü bir dirim Eğilmişti bir tutuklu gibi.. Ve orada, sessizlikte, ortasında Günün, kirli ve dağınık kışın Haşarı atlar kan, Uyum ve yaşamın kışkırtıcı gömüleriydiler.. Baktım, baktım ve yeniden yaşadım: Kaynağın, altın dansın, gökyüzünün, Güzellikte yaşayan ateşin Orada olduğunu bilmeden.. O kapanık Berlin kışını unuttum.. Ama atların ışığını unutmam. Ey benim gül demetim, ey bir çile ipeğim! Seni çok seviyorum, daha çok seveceğim.. Sen benim kuraklıktan solan gönül bahçemde, Sen benim şu yıldızsız kalan hulya gecemde Bir son bahar değilsin, sonuncu bir baharsın; Ufkumda fecri açan gül kanatlı rüzgarsın. . Şi'rimdeki heyecan bugün sendedir ancak, Bu şi'rim bende artık son heyecan olacak, . Şu gönlüm bilsen, nasıl çırpınarak yoruldu. Bir güzelden kurtuldu, bir güzele vuruldu. Her birinde bir parça daha yorgun düşerek, Kimine lanet edip kimiyle öpüşerek, Nihayet, işte bugün hepsinden ayrılmışım; O kadar bıkkınım ki, mazime darılmışım.... Sen ki bir çocuk kadar şakraksın, neşelisin; Sen ki aşka gençlikle koşan güzel delisin; Bana mahkum olduğun lahzalar var sanırım; Busemle ürperdiğin o anları tanırım.. Ey cici kırlangıcım, benim ipek böceğim! Yaklaş sana pek gizli bir şey söyleyeceğim: Seni gittikçe fazla seviyorum yaramaz! Bugün dünden daha çok ve yarından daha az... Kıymetli tutuyorsun, değil mi, bu sevgimi? Yalvarırım, beni hep titreyerek sev, e mi! Bakışımdan korkarak, göğsüme sokularak, Aşkın bütün şiirini her an bende bularak.. Yalvarırım, böyle sev! Bana karşı aciz ol! Sevişmekte zalimlik, inan ki en fena yol..! Artık mücadelesiz, gözyaşından müstağni Bir sevgiye muhtacım, sen de böyle sev beni. O ipekten göğsünde bırak başım dinlensin! Bir çile ipeğim sen, gül demetim de sensin! Sakın sanma bıkarım tatlı buselerinden... Sevilmek ihtiyacı bende öyle derinden Gelen bir iptila ki severim sevildikçe. Esirinim, seninim olduğunu bildikçe.. Şairliğim seninle en bahtiyar, en mağrur Anındayken düşün ki gençliğimin sonudur. Bırak gönlüm kendini bu aşka hakim sansın! Genç kadın, mahkum ol ki ona hakim olansın... siz şimdi bana bir kucak gökyüzü getirebilir misiniz demir örgülerle parçalanmamış suda serin suda pırıl pırıl akan bir yaprak bana çiçek kokusu bana deniz bana toprak boyunca mayısa batmış bir ağaç büyütebilir misiniz bana verebilir misiniz muştusunu silahları susmuş bir dünyanın aç doydu güneşe sarındı çıplak-diyebilir misiniz söyleyin bana okuyabilir misiniz kurtuluş haberlerini şiir tadında güney afrika'da kara öfke kara bir kartal gibi kondu karanlığın gözüne alaydınlık bir sabah doğdu zencilerin yüzüne- mesala . gencecik öpüp gitmek birşey değil şu kahrolası merak olmasa Dün gece dün gece gördüm düşümde Göçün çekmiş gider ili Zeyneb'in İnci mercan gibi ufak dişinde Tatlı tatlı söyler dili Zeyneb'in. Zeyneb pek küçüktür haldan bilmiyor Ün eyledim hiç yanıma gelmiyor Göz görüp de gönül karar kılmıyor Aştı üstümüzden yolu Zeyneb'in. Yaz gelip de meyvaları yetmemiş Şeyda bülbül konup figan etmemiş Bahçasında mor menevşe bitmemiş Açılmış goncası gülü Zeyneb'in. Sabah olur seher yeli estirir Siyah zülfü mah yüzünde gezdirir Zalım engel yari bize küstürür Dolansın boynuma kolu Zeyneb'in. Bahar olup seher yeli esti mi Zeyneb bizim ile kadem bastı mı Acep bizden umudunu kesti mi Karacaoğlan olsun kulu Zeyneb'in Uzaktadır her şey; gökyüzü, deniz. Her an peşimizden koşan gölgemiz, Özlenen limanlar, yanan yıldızlar. Uzaktadır her şey; anneler, kızlar.... Uzaktadır her şey, hep... yalnız ölüm, Her yerde, her an yakınımız ölüm. Seni ben bekliyorum göğsüm açık, bağrım açık; Hançer ol göğsüme saplan, ecel ol karşıma çık.. Çalmamış madem ki bir gece felekten gönlüm; Gelecek bari elinden gelsin dilerim ölüm. Toprağın rengi kanımdan kızarırken yer yer; Uzanıp sapsarı, son busemi koymazsam eğer; Obenim kalbimi göğsümden ayırmış çeliğe. gezsin ismim yedi kat gökte kahpe diye. Beni mahfetmeden alemde obiğane duruş; Bana sal yalvarırım pençeni, ey yırtıcı kuş.. İşte ben bekliyorum göğsüm açık, bağrım açık; Hançer ol göğsüme saplan, ecel ol karşıma çık. Seninle bir yağmur başlıyor iplik iplik, Bir güzellik doğuyor yüreğime şiirden. Martılar konuyor omuzlarıma, Gözlerin İstanbul oluyor birden.. Akşamlardan, gecelerden, senden uzağım Şiirlerim rüzgardır uzak dağlardan esen Durgun sular gibi azalacağım Bir gün, birdenbire çıkıp gelmesen.. Şarkılarla geleceksin, duygulu, ince Yalnız gözlerime bak diyeceksin. Ellerim usulca ellerine değince Kaybolup gideceksin. Bir elim seni çizecek bütün pencerelere Bir elim seni silecek. Kalbim: Ebemkuşağı; günde bin kere Senin için yeni baştan can kesilecek.. Ne güzel seni bulmak bütün yüzlerde Sonra seni kaybetmek hemen her yerde Ne güzel bineceğim vapurları kaçırmak Yapayalnız kalmak iskelelerde.. Seninle bir yağmur başlıyor iplik iplik, Bir güzellik doğuyor yüreğime şiirden. Martılar konuyor omuzlarıma, Gözlerin İstanbul oluyor birden. Bir mermi de benden aslanım, Bir mermi de benden. Bir mermi de benden zafer topları Mukaddes namlular! Daha gelmesin mi bahar, Daha gülmesin mi ağlayanlar? Yıllardır kan içinde, sargı içinde Unuttunuz mu Sevmesini şakalaşmasını? Çekik gözlüler, Kıvırcık saçlılar, ablak yüzlüler! Küller mi saz beniz etti sizi Yabani güller, dost bakışlar, otlu çiçekler! Ve sizler: Adana, Aras pamuğu kadar Sevdiğim yüzler! Yayla türkülerim kadar Memleketlilerim kadar Sevdiğim yüzler! Altıya mı değdi yaşlarınız Otuz dokuz doğumlu çocuklar? Ömrünüz, gözleriniz, uykularınız Sığınaklarda geçti harp boyunca. Oylum oylum ateşleri gördünüz mü, Cepheden dönenleri sordunuz mu? Tanır mısınız Ay nedir, gün nedir, elma nedir? Güneşi gözlere doldurmak güzelken Hey küçük kardeşler hey Görün ne hale koydular dünyamızı.. Şimdi zafer topları gürlüyor Avrupa'da. Ve deniz ötesi kıtalardan Şarkılar... Şimdi kazaska oynuyor Avrupa. Şimdi silah yerine bayrak tutanlar... Hiçbirini tanımadığımız, Oyunlarını bilmediğimiz Mişiganlılar, Oksfortlular, Ukranyalılar Şimdi, göz aydın etme zamanıdır. Yeni bir dünya doğuyor. Şorul şorul giden kan pahası. Müjdeler, müjdeler olsun Yeni bir dünya doğuyor Zincir seslerinden Verem basillerinden uzakta... Büyük ölülerini bağrına basıp Yaralı insanlarımız Kahramanlarımız konuşuyor: 'Benim olsun, senin olsun, bizim olsun, Hani kardeşlerimiz vardı ya Bu dünyada. -Kız kardeşlerimiz, annelerimiz, şairlerimiz- Dumdum kurşunuyla vursalar da Her zaman böyle döğüşeceğiz: Gırtlak gırtlağa, diş dişe, tank tanka Demokrasi için, Eşitlik ve hürlük uğruna' Bir mermi de benden aslanım Bir mermi de benden Bir mermi de benden Zafer topları, mübarek namlular! Hasretinle beni üryan eyledin Beklerim yolların gel efendim gel Gönül kuşu kalktı cevlan eyledi Beklerim yolların ali ali gel efendim gel. Evvel ahir sensin dönmezem senden Meyl ü muhabbetin çıkar mı candan Gönül göç eyledi kevn ü mekandan Beklerim yolların gel efendim gel. Tevarih çoğaldı da hadden aştı Urum sofuları bildiğin şaştı Şimdi gayret Şah-ı Merdan'a düştü Gözlerim yolların gel efendim gel. Horasan'dan kalktı Hind'i yararak Top top olmuş hariciler kırarak Bendelerin Şah'ına yalvararak Beklerim yolların gel efendim gel. Bozuldu yolcular yollarda kaldı Ayin erkan gitti dillerde kaldı Bendelerin zayıf hallerde kaldı Beklerim yolların gel efendim gel. Pir Sultan'ım Allah Allah diyelim Gelin nikabını elden koyalım Takdir böyle imiş biz ne diyelim Beklerim yolların gel efendim gel Bir Elde Çatal Bir Elde Dehre Dalar Dikenlerin Kengerlerin Peşinde Kaderimmiş Söğerim Oy Meri Kekliğim Yeter Çektiğim. Dut Kurusu Süpürge Tohumu Yediğimiz Ve Bir Godik Arpa İçin Sivas Kapılarından Geri Çevrildiğimiz Günleri Defledik Meri Kekliğim Yeter Çektiğim. Yol Paraı Veremedim Diye Şu Dağları Bana Aştırdılar Şu Yolları Bana Hacizlere Gitti Suna Gibi Keçim İneğim Meri Kekliğim. Kore Dağlarında Tabakam Kaldı Mapus Damlarında Özgürlüğüm Hey Meri Kekliğim Yeter Çektiğin. Bir akşam üstüdür şarabî Bahçeler ve dağlar üzre hükümran Tam dünyayı dolaşmak saatindesin Ay ışığı su içer birazdan.. Kızarmış kalçalarını çanlar Alabildiğine vurur Manşetlerde kilometre kilometre yalan Sallanır durur.. Sen çocuk tulumunda Matbaa mürekkebi Rüsva olmuş ellerin emeği Alıp götürmüşler dost dediğini Almış rüzgârlar içini.. Ümide benzer Sevdaya Soğuk bir namludur Kör ve pusuda Ense kökünde zulüm Ve sermiş cânım sofrasını dört başı mâmur Burnun dibine Hürriyet.. Seviyorsun mümkün Aranızda kurşun Yasak bölge var Sen genç Sevdan ölünecek kadar güzel Kanunu yapanlar ihtiyar. Çok zamansız yakaladın beni Çok acemi Bunu saymıyorum aşk Bir daha gel emi! .... Ahmet Selçuk İLKAN. 'Erkekler hep yalnız ağlar' kitabından www.ahmetselcukilkan.com.tr Bu ne yeşil, ne mavi bu, ne sarı? Yolumuzda. Nasıl koyup gitmeli bu denizi, bu kırları? Uğulda, uğulda, uğulda sonbahar rüzgârı, Bir dal kırabilir misin bakalım, gönlümüzde?. Bu şarkılar, bu hâlis sözler varken, dilimizde. 268 Beni, toprak ve sudan kazdı; benim suçum ne? Dokuduğu ipek, çul, sazdı; benim suçum ne? İyi, kötü yaptığım her şeyi ve her sözü Bu alnıma kendisi yazdı; benim suçum ne? Ne zaman ayrılık saati gelse En vazgeçilmez yerinde yaşamın Duysak ayak seslerini akşamın Ve sokaklardan el ayak çekilse Bir ürpertiyle duyarım o zaman Seni çağıran sesi uzaklardan. Ne zaman ayrılık saati gelse Bir gariplik çöker içime birden Kalan tek anı gibi bir devirden Durmadan çalınır o gamlı beste Sanki bilirde hazin öykümüzü Bulutlar ağlar, kararır gökyüzü. Ne zaman ayrılık saati gelse Bir çaresizliği anlatır gibi Birden değişir gözlerinin rengi Mavi solar, koyulaşır yeşilse Sarınca ruhunu eski bir hüzün Uçar gider pembeliği yüzünün. Ne zaman ayrılık saati gelse Uzatsan özlemle dudaklarını Tüm ağaçlar döker yapraklarını Ne çiçek kalır ortada, ne bahçe Sadece uğultusu o rüzgarın Ve bir umut kırıntısı: Belki yarın. Ne zaman ayrılık saati gelse Bir fırtına çıkmışçasına, büyük İçimdeki güllerin boynu bükük Bir zaman kalakalırım öylece Neden sonra gittiğini anlarım İçimde güller ağlar... Yabanıl ot kokuları getiriyor bir rüzgar kıpırdatıyor suları. Belki sonbahar vurgun yapamayacak yol vermeyecek sular. Ve neşeli bir ıslık tutturmuş şimdi ova nice acıya karşılık. Aşkı savunmada doğa Tînet-i Âdemde konmasa eğer sevdâ-yı aşk Cenneti bir dâneye satmazdı ol dânâ-yı aşk. Kenz-i mahfîden zuhûra geldi eşyâ lâ-cerem Bâd-ı hubbiyle temevvüc etdi çün deryâ-yı aşk. Tâlib-i dîdâr olup ayılmaya tâ haşredek Kim ki nûş ede ezel bezminde ger sahbâ-yı aşk. Aşk ü müşg olmaz nihân ânı bilir halk-ı cihân Âşık-ı bî-çâreye mümkün müdür ihfâ-yı aşk. Bülbülün hâlin bilenler gûş ederler nâlesin Bir gül-i bî-hâr içündür bunca hûy u hây-ı aşk. Aşk-ı Şîrîn oldu feryâdına Ferhâd'ın sebep Ey nice dânâyı Mecnûn eyledi Leylâ-yı aşk. Ey Hüdâyî hâlet-i aşkı ne bilsin her meges Kulle-i Kâf-ı hakîkat mürgüdür ankâ-yı aşk -I-. Sen dostumdun benim, gülünce güneşler açardı Su gibi azizdin, yurdumdun, alnında ateşler yanan Işıklı bir ırmak gibi aktığımız o uzun yürüyüş Daha dündü sanki, her patlayan sağanak bunu anlatır Fabrika düdükleri bunu anlatır bana her vardiyada. Hazırladığımız ilk taş baskısı afişi anımsar mısın Bükülüp giden kent sokaklarını, fabrika önlerini Sonra kitapları (kokuları hala burnumda onların) Hangi mayısta taşıdık kentlere güllerin rengini Gerçi gülistan olmadı ömrümüz, gam değil. Belki tanırdın ilk vurulanı, o gün hiç ağlamadık Hayır ağlamadık, çıldırdık o gün çıldırasıya Adını çocuklarımıza verdik onun, çoğaldı Mezarlar çoğaldı o günden sonra, yetişmedi bize Öldürülecek kadar büyümüştük, öyle demişlerdi. Ve hayat öylece akıp durdu işte, akıp duruyor Kimilerinin bakışlarına yine karlar yağmış Saçları dumanlı bir geçit sanki, dudakları lâl Kitap yakanlar eksilmiyor, şu uçuşup duran Kırlangıç ölülerini görüyor musun kentin üstünde. Sen dostumdun benim, gülünce güneşler açan Bulutlara, rüzgara asarım suretini her akşam Her akşam bir mektup yazarım dağlar kadar Kayıp bir adresten geliyor sesin şimdi, üşüyorsun Unutma dostumsun sen, neredeysen orada ölmek isterim. -II-. Kasabalı bir hüzün çökerdi söylediğin türkülere Meşeler göğerir kalbin rehin kalırdı o huysuzda Ve akşam soframıza ağarken bir yayla bulutu Kuşları ürkütülmüş bir dal gibiydin, öylesine mahzun Efkâr da yakışırdı sana, ilk kadeh kekik kokardı. Kısa pantalonlu resimlerimiz sararmadı daha İlk sigarasını bölüşen iki okul kaçağı, iki haylaz Hiç kimseler anlamıyor muydu o günlerde İlk sevgilileriyle denizaşırı yolculuk düşleri kuran bizi Ve ne çok yalnızdık sinemalar olmasa. Unutalım mı şimdi kente indiğimiz o ilk günü Sabahlara kadar okuduğumuz o kitapları Kar aydınlığında yürüdüğümüz yolları unutalım mı Artık çok geç, işçiler seni soruyor ve ötekileri Her karşılaşmamızda sizi konuşuyoruz uzun uzun. Anımsar mısın odamızın talan edilişini Her katta yaralı bir kardeşin çığlığını sonra Kantinde kitaplar yırtılıyordu, delik deşikti duvarlar Mosmor bir çığlıktı gözleri malatyalı kızın Sana hep o huysuzu anımsatırdı, bilirdim. Kimilerine göre ancak ölümü güzelleştirirdik biz Birer çılgın mıydık gerçekten, serseri bir rüzgâr mıydık Göğermiş meşeler kadar yakın mıydık bulutlara Ve tarih upuzun bir hikâye miydi -öyle diyorlardı- Bir işçi kıza söyledim bunları, yalandır, dedi. Anlamını yitiren birşeyler mi var şimdilerde Yazdığım şiirlere yabancıyım, sokaklara yabancıyım Taşı delemiyor bir çığlık ve apansız bir Su oluyorum ipince, kendime sızıyorum Dünya yetmiyor bazen, bırakıp gidebilir miyim. Ve hayat böylece akıp durdu işte, akıp duruyor Kentler karıncalanmış birer namlu gibi Upuzun yatıyorlar dizlerimde ama sımsıcak Meşeler göğermiş diyorsun varsın göğersin Her yaprak bir öpücüktür sana o huysuzdan. Sen dostumdun benim gülünce güneşler açan Bulutlara rüzgâra asarım suretini her akşam Her akşam bir mektup yazarım dağlar kadar Meşeler göğermiş diyorsun varsın göğersin Unutmadım bırakıp giderken söylediğin sözleri Sevgili! Bir başka güzelsin bugün, Ay gibisin! Pırıl pırıl gülüşün, Güzeller yalnız bayram günleri süslenir, Seninse bayramları süsler gül yüzün. Gel sevelim sevileni seveni Sevgisiz suratlar gülmüyor canım Nice gördüm dizlerini döveni Giden ömür geri gelmiyor canım. Özü gülmeyenin yüzü güler mi Sevgisiz muhabbet Hakk'a değer mi Seven insan kaşlarını eğer mi Zorunan güzellik olmuyor canım. Sevgi haktır seven alır bu hakkı İçi güler dıştan görünür farkı Sevmeyene akmaz sevginin arkı Boş lafla oluklar dolmuyor canım. Bir zaman aşıkken sen de sevmiştin O anda dünyayı nasıl görmüştün Sanki cennetin bağına girmiştin Çokları bu hakkı bilmiyor canım. Aşkın ateşine yandım alıştım Bu ateş içinde aşkla tanıştım Doğru mu yanlış mı deyi danıştım Sevgisiz hakka kul olmuyor canım. Sevenin içinde yanar ışıklar Kaybolur karanlık tüm dolaşıklar Garibim sevenler bunca aşıklar Boş hayale boşa yelmiyor cenım bu böyle bir şiir işte ay girince geceye bu şiirde bakır yeşil çuha delik deşik lekeli masalarda ihtiyarlar en kimsesiz ihtiyar kahveler nargilesiz. bu şiirde çatanalar denizsiz çocukların gözü pamuk helvacılarda kadınların kocaları haylidir işsiz. badem çiçekleri kırağı pası bahar ayaksız elsiz sıkıyönetim gecesinde bir yüzün kalmış çırılçıplak kimliksiz. bu şiirde aşk yüzümde unuttuğun utanmasız bakışın mor kumlarda çürümüş deniz kabuğu ikindi güzlerine düşürdüğün bir tarih. bu böyle bir şiir işte ay vurunca yüzüme İşte uzaklara gittim çok uzaklara Kıyısında bu soğuk denizlerin Seni düşünüyorum Doremifa Ayaklarımın altında kumlar çıtırdıyor Başımda büyük dalgaların sarhoşluğu Denizin yeşilinde gözlerini görüyorum Köpüklerin beyazlığında ellerini . Senin için balıklar tutuyorum vazolar dolusu Kırmızı balıklar yeşil balıklar mor balıklar Canım sıkılıyor dudakların aklıma geldikçe Tutup denizleri sarıya boyuyorum Gökyüzünü siyaha Bu bulutlar sana benziyor Bu bulutlar senin gibi Oysa sen bulutlara benzerdin Doremifa. . Uzaktan gemiler geçiyor duman gibi hayal gibi Büyük kanatlı kuşlar dönüyor başımda Dudaklarımda sevdiğin şarkılar Elimde bir bıçak var kana bulanmış Kumların üstüne adını yazıyorum Sana gelme diyorum Sana git diyorum Elimde bıçak var diyorum sana Üstüme gelme . İşte uzaklara gittim çok uzaklara Gözlerimin önünde alabildiğine deniz yemyeşil Alabildiğine gökyüzü masmavi Alabildiğine bir keder içimde kapkara Seni düşünüyorum Famiredo Famiredo Doremifa Bir bebek Dünyaya açtı gözlerini Ve alabilmek için İlk nefesini Bastı çığlığı Keşke gerekli olabilseydi bu kadar Yaşamdaki tüm ağlamalar. Kızlar vardır kıvırcık salat gibi Ağızları burunları kıvır kıvır Bacak bacak üstüne vapurlarda Rüzgâr eser oraları buraları görünür Baktıkça fık fık eder adamın içi. Vay canına tükürdüğümün İstanbul'u Bir oynak olur Fındıklı önlerinde Elimde yüz iğnelik çapari Poyraz gibi dalarım Palamutlara Altımda Turgut Reis motoru. Rumelihisarı'nda Orhan'ın mezarı Ne gittim ne gördüm gitmek de istemem Taze ekmek bir parça beyaz peynir Şimdi olsa şuracıkta kafa çeker Denize mi bakar kim bilir. Ben rıhtımdan suya atlarım Altımda balıklar Üstümde bulutlar Ağzımın kenarında çırpıntılı Boğaz suyu Pembe yalıya doğru yüzerim Gök mavi, dağlar ak, ovalar yeşil.. Dört mevsim bahardır güney illeri Çiğ düşmüş çiçekte gün ışıl ışıl.. Bir sarı, bir mordur güney illeri . Yollar kıvrım kıvrım iner yokuştan Köpüklü suları dökülür taştan Kuşları çiçekten, çiçeği kuştan Seçilmeyen yerdir güney illeri. . Dağılır yaylanın boz dumanları Eğilir yıldızlar öper çamları Bir başka âlemdir yaz akşamları Cennet ile birdir güney illeri. . Baharda haz duyar nar çiçeklenir Arı sesi çan sesine eklenir Tüm güzellik Toroslarda renklenir Oylum oylum kardır güney illeri. . Motor sesleriyle uyanır sabah Kekik kokusuna boyanır sabah Özene-bezene yaratmış Allah, Ne geniş, ne dardır güney illeri. . Ordadır ozanın gönül bolluğu Sevgi sıcak sıcak, aşk buğu buğu.. Gerçek yiğitlerin harman olduğu Eşsiz bir diyardır güney illeri. Karşı karşıya değildi evler, sevmezlerdi birbirlerini, yine de yan yanaydılar. duvar duvara, fakat pencereleri bakmazdı sokağa, konuşmazdı, öyle sessizdiler.. Bir kâğıt uçuruyor havalanır gibi ağaçtan kışın kirli bir yaprak.. Akşam ortalığı tutuşturuyor, kaygı içinde yok oluveren bir ateş boşaltıyor gök.. Kara sis balkonları örtüyor. . Açıyorum kitabımı. Yazıyorum bir maden ocağının çukurunda sanıp kendimi, bir ıslak, bırakılmış dehlizde. Biliyorum kimse yok şimdi evde, sokakta, acı kentte. Bir mahkûmum açık kapısının önünde, açık dünyanın önünde, akşam alacasında şaşkın, gamlı bir öğrenciyim, çıkıyorum işte o zaman şehriye çorbasına, iniyorum ardından yatağa ve yarına. Asardın okulu her sabah Sen de aşıktın bir zamanlar, Geceleri sokak sokak gezerdin Ellerin ceplerinde, yıldızları sayarak.. İnsanın sevdası on beşinde Horoz şekerlerine güneşlere benzer, Gülerdi tramvaylarda küçük bir kız Bekareti beyaz dişlerinde.. İçi kadın çamaşırı doluydu vitrinlerin, Allık pudra, frenk altını küpeler, O tarihte dükkanların önünde Dalıp giderdin.. (1943) İçimden tanırım ben o illeri Onlar ki zahirde viran olurlar Ardıçlı dağları çamlı belleri Aşanlar Şirin'e hayran olurlar. Dökülür köpüklü sular yarından Baharlar yaratır kışın karında İçenler sihirli pınarlarında Şöyle bir silkinir ceylan olurlar. Başı boş kırlara salar tayını Elinden düşürmez okla yayını Aklına getirmez zafer payını Memleket yolunda kurban olurlar Sizin oynadığınız uzun eşek, birdir bir, Ya bizimki o tek yol bir tanedir bir'dir bir! Güneş altında söylenmedik söz yokmuş.. Bu yüzden geceleri söylüyorum sevdiğimi.. Ne gece ne gündüz yokmuş söylenmemiş söz.. Bende söylenmişleri söylüyorum yeni biçimde.. Hiç bir biçim kalmamiş dünyada denenmedik... Bende susuyorum sevgimi saklayıp içimde.... Duyuyorsun değil mi suskunluğumu nasıl haykırıyor... Susarak sevgisini ilan eden çok var sevgilim ... Ama bir başka seven yok benim sustuğum biçimde ..... Oydu bir bakışta tanıdım onu Kuşlar bakımından uçarı Çocuk tutumuyla beklenmedik Uzatmış ay aydınlık karanlığıma Nerden uzatmışsa tenha boynunu. Dünyanın en güzel kadını oydu Saçlarını tarasa baştan başa rumeli Otursa ama hiç oturmaz ki Kan kadını rüzgardı atların Hep andım ne yaşanır olduğunu. En çok neresi mi ağzıydı elbet Bütün duyarlıklara ayarlı Öpüşlerin türlüsünden elhamra Sınırsız denizinde çarşafların Bir gider bir gelirdi işlek ağzı. Ah şimdi benim gözlerim Bir ağlamaktı tutturmuş gidiyor Bir kadın gömleği üstümde Günün maviliği ondan Gecenin horozu ondan dağ köyünde körbağırsak sancısa konur karnın ağrıyan yanına alev gibi tuğlalar / Bir kalbiniz vardır onu tanıyınız. Bir şehir kadar kalabalıktır bazıları Bir dehliz kadar karanlıktır bazıları Konuşurlar İsterler Susarlar Dinlememişseniz nice yıl kalbinizi Ev meslek iş para geçim diyerek Düşünün şimdi bir de Şehirlerde kasaba ve köylerde Başını eğmiş kalbiyle söyleşen bir kişi olduğunuzu Hak belasın versin Mülcem Oğlu'nun Hançer ile kanın saçtı Ali'nin Terk eyledi Bağdat gibi şarını Ecel burcu boynun büktü Ali'nin. Ali'm çeker idi dünya firkatın Cümle kullarını alırdı satın Fatma Ana ile Şehriban Hatun Libasın üstüne döktü Ali'nin. Ali'm ah eyledi eridi sızdı Kanber de bu işte ayrılık sezdi Oğlu İmam Hasan tabutu düzdü Tabutu misk anber koktu Ali'nin. Bir nur doğdu Muhammed'in veçhinde Zülfikar oynadı Çin ü Maçin'de Doksan bin evliya sancak içinde Gözleri kan ile doldu Ali'nin. Pir Sultan Abdal'ım sever hazırı İstemişler Üveys ile Hızır'ı Yükletmişler Ab-ı Zemzem çadırı Deve kapısına çöktü Ali'nin Yürü bre kahpe felek Gafil gafil gelme bari Biz de doğduk ölmek için Yüzümüze gülme bari. Gafil gelirsin yanıma Kıyarsın tatlı canıma Toprak atarsın sineme Sorucuyu salma bari. Bildim feleksin cihandan Çıkmaz parmakların kandan Kurtuluş yok imiş senden Yiğitlikte gelme bari. Sen bir feleksin sözün yok Yola gidersin izin yok Kimi görmeğe gözün yok Kimisini görme bari. Pir Sultan'ım der hanedir Bilirm kastın canedir Her işlerin tersinedir Bildiğinden kalma bari Evvel sen de yücelerden uçardın Şimdi inginlere indin mi gönül Derya deniz dağ taş demez geçerdin Karadan menzilin aldın mı gönül. Yiğitliğim elden gitti yel gibi Damağımda tadı kaldı bal gibi Hoyrat eli değmiş gonca gül gibi Bozulmuş başlara döndün mü gönül. Hasta oldun yastığını istersin Kadir Mevlâ'm sağlığını göstersin Cennet-i âladan bir köşk dilersin Boynunun farzını kıldın mı gönül. Karacaoğlan der ki söyle sözünü Hakk'a teslim eyle kendi özünü Nâs işine karalama yüzünü Yolun doğrusunu buldun mu gönül Hayatın kıyısında Delinmiş bir kayıksın Yanlış yere yanaştın Sen bunlara layıksın. Bu şehre bel bağladın Doymadı gitti karnın Bir kondu yaptın ama Yıkıldı kaldı yarım. Vurma Nurettin vurma O senin karın Bak onlar çocukların iftiharın. Yaşama kavgasında Ne gelirse yutarsın Belki fırsat çıkarsa Bir ucundan tutarsın. Bu şehrin girdabında Kayboldu yoğun varın Böyle umutsuz olma Hele bir olsun yarın En son denizi işittim -Öc alıyor benden- İçim için kaynıyordu demin Patlamadın ya dedim Patladı işte Öbür sesler -Fabrikanın düdüğü cankurtaranla ezan Ve göğsümün hırıltısı- Hiçbiri ayağına su dökemez bunun Bu vurdu muydu uçuyor canımın yongaları Pul pul pırıl pırıl ve oğul oğul Bir mevlut balığı ağıyor sanki menevişlere Hiç kalır yanında bütün seviştiklerim Bu deniz, düştükçe düşen nabzım terim benim Beyler gayrı beni sarı defterinizden silin Nem varsa definem ipim kefenim Hepsi sizin hepsi sizin, hapsinizin. Yeter ki beni bir genel afla başınızdan defedin Ve defleriyle çalparalarıyla gümüş sürülerinin Bu dif gibi cesedi Kanal`ın döllüğüne defnedin Kulaklarınızı çınlatırım ordan Isırırım gözlerinizi Geri dönen bir hecetaşı gibi geceden Heceleyerek kendi kitâbesini Unutmuş bildiği ne varsa önceden Sekerek ve sikerek denizi Şaş kalacaksınız o zaman Şeytan minareleriyle nasıl okunurmuş ezan Ve düşmüş kalkmış bir Allah gibi tuzlar içinde Varacağım ki cenazenize Bir kızım daha olmuş denizanalarından Ve tıpkı ve tıpkı bir insan Kaptığım gibi onu da atacağım ki dalgalara Ayrı düşmesin garip, sütanamızdan Anladınız mı şimdi Can Niye gelirmiş hep Boğaz`dan Kamusal alan var beri dünyada Müslümana yasak, Papa'ya serbest Koşu meydanına çıkmak çok tuhaf Safkan taya yasak, sıpaya serbest... 27.11.2006/Vakit Gece soğuk, kar serpiyor Fırıncı ekmek yapıyor, Beş küçük çocuk. Bakıyorlar somunlara, Yazık değil mi bunlara Donları delik! . Ve fırıncının kolları Çeviriyor somunları Harlı fırında.. Somunların çıtırtısı, Fırıncının zevzek sesi Kulaklarında.. Büzülmüşler o daracık Ana göğsü gibi sıcak Delik önünde.. Ekmek, iftar sofrasının Çörekleri gibi, bakın Çıkıyor işte.. Delikten yaşam tütüyor Böcekler ile ötüyor Kızaran ekmek. Çarpıyor, nasıl iştahla Yırtık giysiler altında Beş çocuk yürek.. Toplanmış kuşluk vaktinde, Kırağı, çiyler içinde Yoksul İsalar.. Küçük delikte yüzleri, Ekmeklerde aç gözleri Ne söylüyorlar? . Büzülmüşler, bu alaca Tan vaktinde, budalaca Dualar kime? . Yırtık donlar patlıyor Bağırmaktan. Savruluyor Gömlekleri kış yelinde.. (Fransızcadan çeviren:Erdoğan Alkan) Burada kal. Öğlen avlusunda. Zamanın yalın diline yerleş. Ufka bakmanın meraklısı ol. Maviye, beyaza, gündüze çalış.. Zakkumu anla! Ağusu,tenime sürdüğüm merhemdir diye beni, mırıldanıp şaşırt.. Ağustosun hummalı böceğini, onun terli şarkısını gayret et,Türkçe' ye çevir.. Taşlığı yıkamanın, asmayı budamanın, çıplak ayakla yürümenin hayli zengin üslubunu edin.. Burda kal. Kalıcı zamanda. Öğlen avlusunda.. Arın gövdenden. Kendin oluncayakadar soyun.. Ferah sular dökün. Derin uyu. _Sivastopal,2 temmuz 1993, 37 ölü, milyonlarca şiir yaralı._. sizleri tanıyordum sabahları geçerek önümden giderdiniz işlerinize siz kendini amber ağacı sanan karalahana suratlı manav yüreğini örümceklere diktiren terzi çırağı siz çocuklara çarpıp kaçma eğilimli belediye şoförü maçlarda peygamberlere küfreden zabıta memuru evet siz siz öğrencilerine Atatürk heykelini tokatlatan öğrenci yurdu müdürü yani siz beyefendi siz çanakçılar, kışkırtıcılar, kibritçiler melek boğazlayıcılar sahte itfa’ye aslanları siz cinayet sonrası toz olan pır pır sultan imamlar bayat yeşil biberler kanat düşmanları sizleri tanıyordum kutu kutu odalarım kol kanat gerdi askerlik anılarınıza banka cüzdanlarınıza astım ilaçlarınıza kiminiz evden kovuldunuz bende yattınız sabaha kadar zik zak korudum sizi göktaşlarından ve ay çarpmalarından çocukluk arkadaşınızdı otel kayıt memuru önce onu yaktınız türküleri yaktınız şiirleri yaktınız doğru sözü yaktınız. akşamları geçerek önümden gidersiniz evlerinize yıkıntıma sinsi sinsi gülersiniz kapıda sizi karşılayan çocuklarınız onlar da öğrenir bir gün içindeki insanlarla yaktığınız bir otelin sonsuza dek kül tüküreceğini yüzünüze. Ellerin son gemiden artakalan bir hüzün Bir vadiyi çoğaltan saf suyu sessizliğin Erimeyi bir kalbin potasında öğrenmiş Bir gecenin nabzında damlamıştır yerlere Belki son meddücezir vaktidir denizlerin O hangi aynalardan çıkıp gelmiş ansızın Sen hangi dağ başında bırakmışsın ruhunu Şimdi yalnızlık için kan döküyor gözlerin. Artık duymuyor seni fırtınalar, bulutlar Sözlerin bin bir çeşit alevlerle yanıyor Sen O’nda unutulan resimlerin matemi O sende her çiçeğin yüzüyle uyanıyor. Uzak beyaz bir hayal tutuyor ellerini Irmağı yatağından ayırdıysa karanlık Su şimdi kahra giden yolların ayrımıdır Bir tohum gülümsüyor; kökleri yüreğinde Bir tohum ki, bahçenin en nazlı kıvrımıdır. Bir tohum, dallarında asılı kirpiklerin Bir tohum, gövdesine gözbebeğin gömülü Bir tohum, kabuğunda gül baharı taşıyor Bir tohum, ardı sıra sefiller ağlaşıyor. İstenmeyen birisin şimdi doruklar kadar Oyuncak bekleyip dur yetim çocuklar gibi Bilmiyor ki, senin de görünmez bir günün var Uzak beyaz bir hayal tutuyor ellerini Ben bugün pirime vardım Pirin cemali güldür gül Oturmuş tahtı mekana Tahtı revanı güldür gül. Gülden terazi tutarlar Gülü gül ile tartarlar Gül alır gül satarlar Çarşı pazarı güldür gül. Gülden degirmeni döner Onun ile gül döverler Akar arkı döner çarkı Bendi pınarı güldür gül. Ak gül ile kırmızı gül Çift yetişmiş bir bahçede Bakışları hare karşı Har-ı ezharı güldür gül. Gel ha gel Seyyid Nesimi Hak nefesi güldür gülün Şu öten garip bülbülün Derdi figanı güldür gül Seni bildim bileli, ey balçık dünya, başıma nice belâlar geldi, nice mihnet, nice dert. Seni sırf belâdan ibaret gördüm, seni sırf mihnetten, dertten ibaret.. İsa'nın yurdu değilsin sen, yayıldığı yersin eşeklerin. Nerden tanıdım seni bilmem ki, nerden parçası oldum bu yerin,. Bana vermedin bir yudum tatlı su, sofranı yaydın yayalı. Elimi ayağımı bağladın gitti, elimin ayağımın farkına varalı.. Bırak da bir ağaç gibi yerin altından çıkarıp ellerimi sevgilinin havasıyla sarmaşdolaş olayım, uzayıp gideyim bâri.. Ey çiçek, dedim çiçeğe, dedim, bu küçük yaşta sen, neden ihtiyar oldun bu kadar, dedim, nasıl oldu bu böyle?. Çocukluktan kurtuldum, dedi çiçek, sabah rüzgârını tanıyalı, hep yukarlara doğru çıkar yukarlardan gelmiş bir ağaç dalı.. Şunu da söyledi çiçek: Madem aslımı tanıdım, madem yersizlik âlemi aslım, artık bana tek bir şey düşecek: Yücelip aslıma gitmek.. Sus yerter artık, var git yokluğa haydi, yoklukla yok ol. Git, yokluklardan tanı yokluktan var olanı. Başlayan bir şey vardı unuttum Anımsamaya çalışıyorum şimdi Emekdar kelimelerle: Bahar Gençlik Bebek Çiçek Deniz İşçi Bağımsızlık Özgürlük Eşitlik Aşk Mezarımda dönüyorum da Yuvarlanıyorum baştan kıça Kalafattan yeni çıkmış bir tekne Dalga olmayan dalgaların üstünde.... (Güle Güle Seslerin Sessizliği Bir derin uykudaydım ölümün içinden Açtımki gözlerimi Bir suyun gölgesi gibi Kendisi adeta bir suyun Ayakucumda sen oturuyorsun. Şiir getirenlerin çok olsun çocuğum! kalkıp bir ağacı suluyoruz ellerinle yağmura bakıyoruz -hep yağıyor- pirinçhan'da bir gramofon -beni kör kuyularda... ellerin öylece duruyor masada kuyum ustası ellerin bir şunu unutmuyorum gülerdin, şenlenirdi bahçelerim. ben alıp ellerini uzaklara gideyim ardım sıra kambur cüce çevirsin çemberini alıp gideyim ellerini...ellerinin tenimdeki gül dövmesini. kaç kış uyudum, unuttum karlar nasıl erirdi soğuk göllerde paslı dilim ağulu dilim kekeme çamaşır günleri kapı önleri sevişmeme saatleri evlerin, bir peygamber çiçeği ağzında yarım bir cüzle beni ezberle, diyor, beni ezberle bir bunu unutmuyorum, bir de parmak izlerini,ateşler içinde. kaç vurgun kaç hastalık ölmedimse, telkâri gümüş ellerin, işlediği için bir gül bir daha köklerime. bir şunu unutmuyorum aşk engüzel yenilgi ellerin değince denizlerime Bir tatlı ömür gibi gitmeye niyetlendin, ayrılık atına eyer vurdun inadına. Ama bizi unutma, hatırla ama.. Sana temiz dostlar, iyi dostlar, bağdaş dostlar yeryüzünde de var. gökyüzünde de var. Eski dostla ettiğin yemini, hatırla ama.. Sen her gece ay değirmisini başına yastık edince yollarda, dizimde yattığın geceleri hatırla ama. Sen ey, hüsrev'i kendine kul, Şirin gibi bir nice güzeli esir eden, aşkının ateşiyle tıpkı Ferhat gibi benim ayrılık dağını delmede olduğumu, hatırla ama.. Bir deniz kesilen gözlerimin kıyısında bir aşk ovasını görmüştün hani; sarfan dallarıyla, ağustos gülleriyle sarmaşdolaş. Bunu unutma, hatırla ama.. Ey Tebrizli Şems, dinim aşktır benim, senin yüzünü gördüm göreli, benim dinim senin yüzünde övünür, ey sevgili. Bunu unutma, hatırla ama. 'saçıma dokunma' diyorsun masal saçan bir sesle ekmek gibi dilimlediğimiz yatak sarılmış bize, bırakmak istemiyor kasıklarını öperken 'saçıma dokunma' diyorsun dilimde gezdirirken seni, 'saçıma dokunma, n'olur' kapısı açılan bahçene girerken bir daha, bir daha anılar dökülüyor göksarmaşıktan. ikimiz de biliyoruz bir çözsem saçlarını bir daha söz etmeyeceğiz ayrılıktan saatlerin saçları olsaydı sevgilim bu kadar hızlı geçip gider miydi zaman ah sevgilim ne diyecektim ben sana aç pencereyi ve dışarıya bak son gecemizde kar altında kuğular Bir yandan türkü söyler Bir yandan yürür ağlıyarak, Sevdası rüzgâr gibi iter Dere boyunca yalnayak.. Nilüferler gibi solgun Ophelia! Yanaklarına yapışır saçları. Açılır etekleri suyun yüzünde, Seyrederdi söğüt ağaçları.. İnsan kalbi o zamanlar da vardı Daha küçüktü, daha kırmızıydı ama şimdikinden Kopardılar kalbini Ophelia'nın Nilüferler gibi sarardı.. Şimdi de kızlar sokaklarda, Minnacık eller, ayaklar, saçlar. Ama nerde onlar, nerde Ophelia Nerde evvel zaman içindeki aşklar.. Sevdamız kayboldu zamanlarda. Dişi ceylânla erkek ceylân Ayrı yönlere koşar gider. Bir sevişmek kaldı romanlarda. Yar yüreğim yar, gör ki neler var, Bu halk içinde bize gülen var.. Ko gülen gülsün, Hak bizim olsun, Gaafil ne bilsin,Hakk'ı seven var.. Bu yol uzaktır menzili çoktur, Geçidi yoktur derin sular var.. Girdik bu yola aşk ile bile, Gurbetlik ile, bizi salan var.. Her kim merdane gelsin meydane, Kalmasın cana kimde hüner var.. Yunus sen bunda meydan isteme, Meydan içinde merdaneler var. Yunus ki sütdişleriyle Türkçenin Ne güzel biçmişti gök ekinini, Düşman müşman girmeden araya Dolanıp bütün yukarı illeri Toz duman içinde yollar boyunca Canından sızdırmıştı şiiri; Vasf-ı Hal'inde öyle esrikti Acı dirliği Aşık PAşa'nın, Günlük gibi havayı doldururdu. Sevginin ve kimyanın öğretisi; Bursa 'da otlar ağaçlar arasında kim yazdı günün aydınlığın O diri o insan yüzlü beratını Başka kim yazdı Emir Sultan 'dan Ve bakalım Balım Sultan Urum Abdallarından Baba dostlarıyla kadınlarla Birtakım ilişkilerden sıyrılarak Çıkarak karıkocalığın dükkanından Tuttu aynasında Kızıl Deli'yi; Yağmur altında sicim gibi Parasını serperken havuzlara Aşık Garip unutmuştu kendini Aklını fikrini takıp Mecnun'a, Oralarda sevgili bir küfür gibi Son yükselişigibi bir sesin Demirin taşın yergisiyle dolu O çimenleri yeşerten nârâ O dalga dalga yayılan Anamın içi gib ovalara, Ve indi mi birden bire inen SImsıcak bir şafak gibi dağlara, Sütbeyaz Ayvaz Kankırmızı Köroğlu; Sen ki şu kısacık hayatında Sevdin ve yaşadın kelimeleri Bir gün bile düşürmedin kalbinden Yarana bastığın büyülü deyimi Niye mi koşarsın böyle ufka doğru Pir Sultan mı ısmarladı seni Kızılırmaktan öte Sivas'a doğru Yeryüzü gökyüzü ve sabah vakti Bilece uçarsınız hastanız ulu Alnında göğsünde parmak uçlarında Kan pıhtısının ısrarlı bakışı Siyaset meydanı hıncahınç dolu, Ustamın gözlerindeki son damla mavi Takılıp kalmış kirpiklerine, Perçemi uysalca dolanmış darağacına, ; Uzakta kavaklar kuşku sorulu Bir tambur dehşeti sazında Hazırlar kaderini Kadı Burhanettin'in Olsa da bir gün Sivas 'a sultan Fışkıracaktır kanı bir tuyuğ gibi Azeri ağzıyla koçlara devran Bir tuyuğ gibi elemsiz bir fıskıye gibi Başı omuzundan kaydığı zaman; Sen ki gözlerinle görmüştün 57'de Babanın parçalanmış beynini Kağıt bir paketle koydular mezara İstesen belki elleyebilirdin de Ama ağlamak haramdı sana O günler istesende istemesen de Boğazında buruldu kaldı Türkçe Mevsimlerin tülüne sarılı halde Yıllarca dinlendirdin acını Utandın ondan korktun bir bakıma Sakladın geleninden gideninden; Ve sen daha nice raslantılarla Nice suçsuzun başında bulundun ki Göğe urmak ister gözbebekleri Nice şair nice duyarlık elçisi Zehir Kazak zıkkım Gedayi Bir buğday yüzlü zülfü doşaşığın Özlemiyle karmış doğanın buyruğunu Kütüğü nakıştan beter olmuş Nar çiçeği Karacaoğlan: ; Yaz kış yapraklı Dertli Boran; Ezilmişin tutanakçısı Kabasakal; Dördüncü Murad'ın çılgınlığıyla Yeniçeri bedeninenişanlar vuran Seyrek asker Kayıkçı Kul Mustafa; İşgal acılarından mavi bir lirizm çıkaran Maliyeci şairlerin ilki Bayburt'lu Zihni; Ve sürgün şairlerin ne ilki ne de sonuncusu Yiğit ve açık Türkmen: Dadaloğlu; Kamu kuşların yedi bin yıl Tam bir danişmendlik içre uçtuğu Ve gülün tek bir solukta Köy köy dağılıp kahverengide Kent kent kırmızıda toplandığı Gülşehri; Kim bu Gülşehri öksüz Emrah kim? Şems Banu ne olacak Kişverkişan nere kalesi? YA ulu Camiin ünlü romancısı Yalvaçlara kimlik kağıdı dağıtan Çekidüzeni unutulmaz Süleyman Çelebi? Sen işte bunlarla bildin Türkçeyi Bunlarla Gelen giden obayı sevdi. Öperse sakalımı biralanmış bir berber Aşkımın civcivleri kanatlanmış merhaba şiirlere kılıç çeken gökyüzü yerin bu şiirde de bir çocuk ağlamasıdır (yerin bu şiirde küçük bir çocuk ağlamasıdır) yani ki sen. EY li bir heple başlayan hüzünlerin ve yalnızlığın bekçisi bütün şiirlerin babası üvey babam merhaba EY (artık küçül) -ey- acıların güç çeşmesi suyun artık beslemiyor çocukları ey babam merhaba olmasa babamın karısı büyütün artık beni. (ağlamak acıların yontulmuş biçimidir hüzünse bir çocuğun gökyüzünü sevmesidir) . yorgunum bir gülü devşirmekten görseniz artık yüzüm bozulan bir çiçektir evde kalmış kızların göğsünde sık bulunan beni solduran akşamüstleridir pencerelerde çünkü hüznü hüzün besler yalnızca merhaba. diyorum bir acıyı ikiye bölmek bir elmayı ikiye bölmek kadar güçtür görseniz artık yüzüm bozulan bir dengedir. bir serçeyi gökyüzünde barındırmaktan kıyan (bence bütün serçeler yaşlandıkça serçedir) güneş(ki göğün orospusudur) yatar da çirkinliğin baykuş kuşuyla unutur bir serçeyi kendisiyle sevişmeyi şimdi yaşlanan bir gökyüzüdür hayatı aşkı ve sevişmeyi kendisinde arıyan merhaba diye bir ses nerden gelirse küçük bir çocuğun serçeleri çok seven bir çocuğun eskiyen yüzüdür güneşe karşı. (babam benim annemi sana emanet ediyorum) Öyle yıpranmış ki Bir forması eksik içinden, Sahafa düşmüş bir kitap Gibi sararmış üzüntüsünden. Bir ay doğuyor usul usul Karanlığın göğsüne, Dünden bugüne kendini Biraz daha eksilterek getiren Küsmüş göğüne besbelli Geleceği göremediğinden Taşıyor oysa hüzünlü bitişinde Doğuşunu yeniden Kıt'a. Ey dil hele âlemde bir âdem yoğ imiş Vâr ise de ehl-i dile mahrem yoğ imiş. Gam çekme hakîkatde eğer ârif isen Farz eyle ki el'ân yine âlem yoğ imiş -babam şair bedri ilhan'a...- olmuyor neyleyim olmuyor velinimetim efendim olmuyor yirminci asırda tarz-ı kadim üzre gazeller söylemek beşiktaş'a yakın hanesi yerle yeksan oldu nedim'in baki o enis-i dilden bir yahya kemal kaldı hal-i hazırda ayıptır efendim iç bade güzel sev demek var ise akl-u şuurun ayıptır bu zamanda yardeyip yar işitmek kıvılcımlar kaymalı insanlarım dedikçe şair kaleminden zaten ömrümüz rüzğarlı sular gibi dalgalı kimseler başlamaz medar-i maiset derdinden kim okur kim dinler siham-i kazayı? yalnız alıp verilir bir selam kalmıştır nabi efendi'den. sen benim velinimetim efendim ben senin hayr-ul-halef sen vakt-i zamanında uyan derdin uyan ey mest-i habinaz uyan artık uyan bense uyandım hab-i gafletten uyan derim uyan ey esirler dünyası! Yıldızları süpürürsün, farkında olmadan, Güneş kucağındadır, bilemezsin. Bir çocuk gözlerine bakar, arkan dönüktür, Ciğerinde kuruludur orkestra, duymazsın. Koca bir sevdadır yaşamakta olduğun, anlamazsın. Uçar gider, koşsan da tutamazsın... Üç yıl sonra mıydı bilmiyorum ama ekimin onbeşiydi biliyorum ekimin onbeşiydi ama ekimin onbeşinde ne oldu bilmiyorum herkesin sular gibi dağıldığı ama herkesin bir sur önünde miydik bir yolda mı semtini bilmediğim bir karakolda mı sonra topluca bir bahçede durduk. bıktım böyle sayrılıklardan ateşim çıksa neyse ne neyi bıraksam aklımdan bir suya karışıyor bir büyük savaşda Kıbrıs kıyılarında vurulan ve ölen bir askerin çelik miğferi gibi dipde ışıltısını görüyorum yalnız elimi eteğimi çekiyorum bahçeden sazlıklara vuruyorum belliğimi. zalim bir ilk yazdı ama yaşadığımız işte bunu unutmamalı unutmamalı bir ölüm nefes alırken bir dudakda öbür bütün şeyleri nasıl anlatmalı miğferin paslandığını usul usul bir yangının söndüğünü ve suların pırıl pırıl kaldığını bir otobüs Mersin den Mardin e giderken. o zaman aşkınla dol kalbim nerden ne kadar derlediysen o kadar senin kendine seçtiğin alameti farika uzun bir gece görünümünde geçerli hala İçme, ilk yudumda zehirler seni Bahtın kadehime döktüğü şarap. Her akşam koynunda uyutur beni, Her sabah alnımdan öper ızdırap.. Sen, yirmi yaşında bir baharsın ki Gölgende neş'enin rüzgârı eser. Düşünen alnımda benim her çizgi Baharı olmayan bir kışa benzer. Sana ufuklar “Gel! ” diye bağırır, Ellerinde çiçek haykırarak Seni gür sesiyle hayat çağırır, Beni de çiğneyip geçtiğin toprak... Şu karşı yaylada göç katar katar Bir güzel sevdası gözümde tüter Bu ayrılık bize ölümden beter Geçti dost kervanı eyleme beni Şu benim sevdiğim başta oturur Bir güzelin derdi beni bitirir Bu ayrılık bize ölüm getirir Geçti dost kervanı eyleme beni Pir Sultan Abdal'ım kalkın aşalım Aşıp yüce dağı engin düşelim Çok nimetin yedik helallaşalım Geçti dost kervanı eyleme beni bugün kalbimi eski bir plak gibi öyle çok tersine çevirdim ki. bazı şarkılar vardır cızırtılı bir yağmur gününü anlatır uzaklarda süren sarı yağmurluklu bir hayatı deniz bazen kendini kaldırımlara fırlatır o zaman bir yavru yengece bakan insanların şarkısı olurdu o şarkının adı keşke ismim iris olsaydı keşke ismim herkese sarı yağmurluğuyla koşan hayatı anlatsaydı. bazı şarkılar vardır ellerim kocamanlaşır, tuhaflaşır işte o ellerimle herkese çamurlu şiirler uzatsaydım hepsi çok kirli olsaydı tanrım. bazı şarkılar vardır kırmızı akşamsefalarını anlatır karanlığın kalbinde yalnız, açmanın acısını komşu kadınların basma elbiseli konuşmalarını geceyi onlar bahçeye taşırdı ben ne zaman öleceğim tanrım sabah olunca mı keşke birkaç dakikayı ipek mendillere sarıp saklasaydım irileşen, gitgide irileşen ağaç gibi ismi nedensizce iris oluveren bir ağaç gibi şu odanın ortasında dursam saat kuleleri dökülürdü dallarımdan tanrım artık sarı yaprakların ölü olduğuna inanmıyorum. bazı şarkılar vardır kanatlarında yağmuru taşıyan kelebeği anlatır kırmızı bir çakmak gibi neşeli ölmek olurdu o şarkının adı ardında yalnızca nemli sigaralar bırakmanın acısı keşke ismim iris olsaydı keşke ismimin bir anlamı olmasaydı. herkes çıkarsın kalbini o çirkin mücevher sandığından ve herkes onu birbirine fırlatsın tanrım Ben ki yokluk ve varlık nasıl oktur; bilirim. En küçükten büyüğe, bilgim çoktur; bilirim. Bu bilgim boşunadır, yanılsam da utansam; Sarhoşluktan yüksek bir rütbe yoktur; bilirim! . (Hayyam'ın Türkçe Yüzü-Türkçe Yeniden Yazan-Yalçın Aydın Ayçiçek-Can Yayınları) Ey padişah! Ey padişah! Çün ben beni verdim sana, Genç ü hazinem kamusu Sensin benim önden sona.. Evvel dahi bu akl u can Seninleydi asl iken; Ahır gerü sensin mekan Uş varırım senden yana. Senden sana varır yolum, Sana seni söyler dilim, İlla sana ermez elim, Bu hikmette kaldım tana. Bu hikmeti kim ne bile, Bilse dahi gelmez dile; Bu ah ile bu zar ile Gözüm yaşı nice dine! . Dursam seninle dururam, Baksam seninle görürem Her kancaru kim yürürem, Gönlüm yönü senden yana.. Sensin bana can u cihan, Sensin bana genc-i nihan, Sendendürür assı, ziyan; Ne iş gelir benden yana.. Söz söyleten dilimde sen, Hükmeyliyen içimde sen, Alıveren elimde sen Cümle işim önden sona.. Şöyle yakın olmuş iken, Görmez seni bu can u ten Kim geçiser bu perdeden, Kim mani olur hükmüne? . Aşık sana tuttu yüzün Unuttu cümle kendözün Cümle sana söyler sözün Söz söyleten sensin yine. Sihirli mühürlü bir kapıdayım, Gâhi örtük, gâhi açık gözüme. Esrara bürünmüş bir yapıdayım, Gâhi mamur, gâhi açık gözüme.. Gördüğüm her şeyde ararım mânâ, Esrarla hikmetle kalırım dona, Her varlık mahsustur yalnız ona, Gâhi büyük gâhi küçük gözüme.. Yoruldu mantığım kurudu zekâm, Hakk’ın boyasına yetmiyor rakam, Sarmış bu alemi top yekün bekam, Gâhi bin gâhi buçuk gözüme.. Çeşitli kılıkta o verir emir, Kendi düzeninde fikri hür amir, Yaptığını eder, eliyle tamir, Gâhi binâ, gâhi saçak gözüme.. SEFİL SELİMÎ’nin derdi var köklü, Haksız gözükür ya tamamen haklı, Aradığı hakan adem’de saklı, Gâhi emir, gâhi köçek gözüme. Son çocukluk da bitmişti ömrümde Düşlerim belki kış ölüsü belki yaz Kırlara bahar yetmese de içimde Yüreğim nar çatlamasıydı sana kadar Dilimde sözcüklerin çelik dinerci Sesimde ölüm rengine inat aşklar . Mavilikler yasaklandı gökyüzünde Özgürlüğü kuş kanatlarında bekledim Doğduğum gün adına 'imge' dedim . Sevdim bütün insanları insan yanlarını Sen de seveceksin Dallarına su yürümüş ağaçlara güleceksin Kar yağsa da yaktığn ateşler üstüne Ateşi yüreğinle körükleyeceksin Kuş sesleri de ertelenebilir güne karşı Çiy de düşebilir anıların üstüne En güzel ezgileri nehirağzı denizlerde Hep kendi sesinle türküleyeceksin Hüzün ağaçlarının sevinç açtığını Adının sonsuz anlamında göreceksin . Sevdim soluğunu rüzgar kılan insanları Soluğumu soluklarına kattım Bir damla uğruna gökyüzünü omuzladım Bir çocuk ölümleri ağlattı beni Bir de türkülerde kalabalık ihanetler Gülüp geçtim yalan iktidarlar görkemine Aşk adına sesimi sürdüm namlulara En büyük eylemleri söz eyledim Doğduğun gün adına 'imge' dedim . Sen elbette sen olacaksın biliyorum Sesinde yirmibirinci yüzyılı dinliyorum Ağır gözkapaklarım, yorgun gece içinde Hayalinle apaçık kalsın, dileğin bu mu? Sana benzer gölgeler, gözümle eğlensin de Keyfince parçalayıp geçsinler mi uykumu? Gönderdiğin, ruhun mu canevinden uzağa İşlerime gözkulak olsun, düşürsün diye Aylak saatlerimi, utancımı tuzağa: Hasedine, kuşkuna yardakçılık etmeye? Hayır, sevgin çoksa da büyük değil o kadar Benim kendi aşkımdır vermeyen uyku durak, İşte öz sevgim, dirlik düzenliğimi bozar Senin uğruna bana hep nöbet tutturarak. Ben bekçinim, sen başka yerlerde uyanıksın: Benden uzaksın, sana başkaları çok yakın. (İngilizce'den çeviren Talat Sait Halman) Evimden karlı dağlar görünür Niğde'de Baktıkça hüzünlenir, efkarlanırım Sığmaz bu dağlara kaderim, sığmaz Dayanılır dert değil bu Tanrım. Niğde bir taş yığını, toprak yığını Bir gök var burada denize benzer Ben denizlerin aşığı adam Bana uzak denizler. Evimizin önünde pazar kurulur her hafta Ben ecelle can pazarlığındayım Günlerimi aydınlatan güneş değil Karanlık gecelerin en karanlığındayım. Gönlümde eser rüzgarları Niğde'nin Bir gariplik çöker üstüme her akşam Düşündükçe ağlamak gelir içimden Ağlayamam. Penceremden kimsesiz mezarlar görünür Ve karşıda ağaçlar içinden tren yolu geçer Sahillere, sahillere doğru trenler Dolu dopdolu geçer. Velhasıl bir garip adamım ki Niğde'de Ömrümüm otuzuncu, evimin beşinci katındayım Sormayın günlerimin nasıl geçtiğini Başka sefere anlatayım Kim ısıtır, kim sever beni daha? Sıcak eller uzatın bana! Yürek mangalları uzatın bana! Vurulup düşürülmüş çırpına çırpına, can çekişenler gibi, ayakları ovuşturulan, sarsılmışım, ah! Bilinmeyen ateşlerle yana yana, sen peşimdesin, ey Düşünce! Adlandırılamaz! Açıklanamaz! İğrenç! Sen, ey bulutların ardındaki avcı! Yerle bir olmuşum senin şimşeklerinle, sen alaycı göz, dikmişin gözünü bana karanlıklardan! Yatıyorum öyle, kıvrılarak, çırpınarak, işkencesiyle bütün sonsuz ezaların, vurdun beni sen ey zalim avcı, sen ey tanınmaz - T a n r ı... ur, daha derine vur! Bir kez daha, haydi vur! Kopar, parçala bu yüreği! Niye bu işkence körelmiş oklarla? Neye göz koydun böyle, usanmadın mı bu insan işkencesinden, acı vermekten haz duyan Tanrı şimşeği gözlerle? Öldürmek değil istediğin, yalnızca eziyet, eziyet etmek mi? Bana - niye eziyet ediyorsun, sen, ey acı vermekten haz duyan tanınmaz Tanrı?. Ha ha! Usul usul sokuluyorsun böylesi gece yarısında? ... Ne istiyorsun? Konuş! Üstüme geliyorsun, sıkıştırıyorsun beni, Ha! Çok yaklaştın yanıma! Soluğumu duyuyorsun, yüreğimi dinliyorsun, kıskanç seni! - neden kıskanıyorsun beni? Git! Defol! O merdiven de niye? İçeri mi girmek istiyorsun, yüreğime tırmanmak, en mahrem düşüncelerime tırmanmak? Utanmaz! Tanınmaz! Hırsız! Ne çalmak istiyorsun? Ne gözetlemek istiyorsun? Ne işkencesi etmek istiyorsun? Sen ey işkenceci! sen - Cellat - Tanrı! Yoksa köpek gibi, taklalar mı ataydım karşında? teslim mi olaydım, kendimden geçerek sevginle - sırnaşarak?. Boşuna! Sürdür batırmanı! Zalim diken! köpek değilim - avınım yalnızca senin, zalim avcı! en gururlu esirinim, en ey bulutların ardındaki haydut... Konuş artık! Ey şimşeklerin ardına gizlenen! Tanınmaz! konuş! Ne istiyorsun, ey Eşkiya... b e n d e n?. Nasıl? Fidye mi? Ne istiyorsun fidye diye? Çok iste - böylesi yaraşır gururuma! ve az konuş - böylesi yaraşır öteki gururuma!. Ha ha! Beni - istiyorsun ha? beni? herşeyimle beni? ... Ha ha! Ve işkence ediyorsun bana, delisin ya işte, gururumu kırıyorsun işkencenle? S e v g i ver bana - kim ısıtır ki beni daha? kim sever ki beni daha? sıcak eller uzat bana, yürek mangalları uzat bana, bana, yalnızların en yalnızına, buzunu ver ah! yedi kat donmuş buz, düşmanları bile düşmanları özlemeyi öğreten, ver, evet, teslim et, ey zalim düşman bana - k e n d i n i!. Kaçıyor! Bu kez o kaçıyor, tek yoldaşım, en büyük düşmanım, tanınmazım benim, Cellat-Tanrım benim! .... Hayır! gel geri! bütün işkencelerinle birlikte geri gel! Bütün gözyaşlarım sana akıyor, yüreğimin son alevi seni aydınlatıyor. Gel, geri gel, tanınmaz Tanrım! A c ı m benim!. son mutluluğum benim! .... (***) Gene yaptım, gene yaptım işte. On yılda bir kere Beceririm bunu ben –. Bir çeşit ayaklı mucize, tenim Bir Nazi abajuru kadar parlak, Sağ ayağım. Kağıt üstüne ağırlık, Yüzüm hiçbir özelliği olmayan, halis Yahudi keteni, en incesinden.. Kaldır o örtüyü Sevgili düşmanım. Korkuttum mu yoksa? . Göz ve burun oyuklarımla, otuz iki dişimle? Sasımış soluğum Yok olur gider bir günde.. Pek yakında, evet pek yakında Mezar inimin yediği etim Gene üstümde olacak eve gittiğimde.. Bir kadın olacağım yine, yüzümde gülümseme. Otuzundayım daha. Kedi gibi dokuz canım var hem de.. Bununla üç etti. Ne pis iş bu Silip, yok etmek her on yılı böyle.. Milyonlarca lif, milyonlarca. Ağızlarında fındık fıstık çatur çutur, itişip Kakışıyor kalabalık, görmek için ellerimin, ayaklarımın. Açığa çıkarılışını. Baylar, bayanlar! Böyle striptiz görmediniz.. Bunlar ellerim. Bunlar da dizlerim. Bir deri bir kemiğim belki, . Ama, aynı kadınım işte, tıpatıp aynı. İlk kez olduğunda on yaşındaydım ben. Kazaydı.. İkincisinde, işi bitirmeye Ve bir daha dönmemeye öyle kararlıydım ki. Kapatmıştım kendimi, . Sallanıyordum deniz kabuğu gibi. Seslenmek, durmadan seslenmek, bir de ayıklamak Zorunda kaldılar üstüme inciler gibi yapışmış kurtları.. Ölmek, Herşey gibi, bir sanattır, Bu konuda yoktur üstüme.. Öyle ustaca yaparım ki cehennem gibi gelir. Öyle ustaca yaparım ki gerçekmiş gibi gelir. Bir talebim olduğunu bile söyleyebilirsiniz.. Öyle kolay ki bir hücrede bile yapabilirsiniz. Öyle kolay ki yaparsınız ve kımıldamazsınız. Benim canıma okuyan. Aynı yere, aynı surata, Aynı şaşkın, hayvansı 'Bu bir mucize! Mucize! '. Haykırışlarına güpegündüz Görkemli bir dönüş yapmak. Bir bedeli var. Yaralarıma bakmanın, kalp atışlarımı Dinlemenin bir bedeli var – Tıkır tıkır çalışıyor işte.. Bedeli var, hem de ne bedeli var, Bir sözcüğümün ya da bir dokunuşumun Ya da kanımdan bir damlanın. Ya da saçımın bir telinin ya da bir parçasının elbisemin. Ya, işte böyle, Herr Doktor. İşte böyle, Herr Düşman.. Beni siz yarattınız. Ben sizin kıymetli eşyanız. Eriyip bir çığlığa dönüşen. Som altından bebeğiniz. Dönüyor, yanıyorum. Yüksek alakalarınızı küçümsüyorum sanmayın.. Karıştırıp durduğunuz Küller, küller – Et, kemik, yok orada başka bir şey –. Bir kalıp sabun, Bir alyans, Bir de altından diş dolgusu.. Herr Tanrı, Herr Şeytan Aman dikkat Aman dikkat. Ben diriliyorum, kalkıyorum işte Küllerin arasından kızıl saçlarımla Ve insan yiyorum, hava solurcasına. gecenin terli etinde hayat, o ağır yele savuruyor hiçliğin tozlarını çınlayan reklam ışıklarına demirli gölgelere. afişler kımıldıyor yorgun caddede bir kahkaha, ipekten bir çekiçle kırıyor taş aynasını zamanın rüzgâr kristalleri dağılıyor gecenin ellerinde. dans ederek geçiyor şenlik alayı ışıldayan altın külçeler gibi gecenin buz tutmuş gözlerinde parıldıyor yalnız bir atın sessiz yaşları. hayat, o ağır yele uçuşuyor yıldızların sönmüş nefeslerinde yaşlı bir at ölüyor seğiren karlar üstünde. yaşlı bir at ölüyor minicik bir yıldız gibi doğan bir at bakıyor dünyaya soruların içinden inleyen karlar üstünde. tanrılar ve adamlar görmüyor onu zıplıyorlar gecenin neşeli güneşinde bir geliyor bir gidiyor ışıklar ürperen karlar üstünde. bir leke gibi duruyor at caddede uçacak bir tüy gibi ağır ve ince hayatın kıyıları uzaklaşıyor soluyor kar çiçekleri yüzünde. dans ederek geçiyor şenlik alayı kahkaha çığlık at çöp yığını hiç. gömülüyor kalplerin çürüyen gecesine Ak odada oturur Kapısı penceresinden çok. Gözlerinde yıldızlar Serin yerde durur. Bir elinde kadeh Öbürünü yarasına bastırır. İnşaattan ses gelir Bir şeyi okşar gibidir. Uzanıp durmuş mahcup Işığagöçerin şarkısı. Dönülmez dizeler içinde Onunkiler gülaçılır. Öldüğü gün Hepimizi işten attılar. Bütün gece bir saat tıkır tıkır işledi Düşündüm bütün gece Kurulmuş bir saat gibi. Elimde seçkin bir sözcük demetiyle, Düşündüm gelip arasam seni. Bütün gece bir saat tıkır tıkır işledi. Vakti anlamak güçtü, ama kulağımdaydı sesi Bir saat suyun dibinde, Kıvrımlar çizen yelkovanı akrebi. Duydum çaldı gecenin bir yerinde. Düş müydü, gerçek miydi? Vakti anlamak güçtü, ama kulağımdaydı sesi.. Geldim mi sana, yoksa gelmedim mi? Ne zaman kapatsam gözlerimi, Hep o saat dibinde suyun Ve ben yanında bir gemi leşi. Belki hiç yaşamadım senin öznel tarihini. Geldim mi sana, yoksa gelmedim mi? . Sen sırtına giymedin çiy tanelerini, Avucuma düşmedi yılın ilk cemresi Seni hiç görmedim, sana gelmedim, İkiye ayırmadık biz o tarihi. Neden durmuyor öyleyse dipteki saat? Sen sırtına giymedin çiy tanelerini.. Anılardır bir batığın koruyan gövdesini, Acı verseler bile. O saat, o çarpık saat duyuracak sesini Düşümde, gerçeğimde Sevgiyle kurarak kendi kendini. Anılardır bir batığın koruyan gövdesini. A kara, E ak, I al, U yeşil, O mavi, sesliler Diyeceğim bir gün gizli doğumlarınızı da Karanlık koylara, kara sineklere benzer A O amansız pis kokular üstünde fır dönerler. Kır çiçeği, buhar, çadır beyazlığında E'ler Benzer dik buzulların mızrağına, ak krallara Kızıla I, gülüşüne o canım dudakların, kana Hani hoş pişmanlıklar içinde hani öfkeler. Çevreler U, yeşil denizlerin çalkantısı Duruluğu onca otlakların, kırışıkların Bastığı simyanın geniş alınlara damgasını. Kutsal borazan O, yaban çığlıklar, gürültüler Meleklerden, acunlardan geçmiş sessizlikler - Sen ey OMEGA, O mor ışığı gözlerinin! Bir baltada indirdin Ağacından dalımı Bana zehir yedirdin Elaleme balımı. İstemem ne dil ne mal Bana ne verdinse al Sazını kafana çal Ver bana kavalımı -1-. Giyindin mi? Tırnaklarını boyadın mı? Ya dudakların Onları da boya Tara saçlarını bir güzel Hazır mısın? Çıkabilir miyiz Doruklarına aşkın? O yerlere varabilir miyiz? Denizleri geçebilir miyiz? El ele Hazır mısın? Hadi soyun öyleyse. -2-. Sağında bir yürek çarpıyor Benim yüreğim Sağımda bir yürek çarpıyor Senin yüreğin Şimdi İki yürek bir bedeniz Sonra İki beden bir yürek. -3-. Her parçam bir ayrı yerde Bir ayağım bu günde Bir ayağım yarında Bir gözüm göklerde Bir gözüm denizlerde Biri yaşamakta ellerimin Biri ölümse Yüreğimse Bin parçaya bölünmüş Her biri bin yerinde. -4-. Beni çoğalt Beni artır Beni benimle çarp Seni bin yürekle seveyim Beni kendinle çarp Seni bir milyon yürekli seveyim Beni yerden yere çarp Duvardan duvara Öleyim Seni bir milyar yürekle seveyim. -5-. Bir ova Sonsuz Ovada bir at koşuyor Soluk soluğa Sarp bir kayalık Dağ başında Bir kartal kanat çırpıyor Soluk soluğa Ellerimde bir balık Kıpkırmızı Can veriyor Soluk soluğa. -6-. Nefesin nefesime karıştı Kokun kokuma Etin etime karıştı Gözlerim gözlerine Suyum suyuna Canım canına karıştı Bir dere Geldi ta uzaklardan Gürül gürül Denize karıştı Gök toprağa karıştı Toprak sonsuzluğa Ben sana Sen bana. -7-. Saat kaç Akşam oldu mu? Gidiyor musun? Yoo gitme Kal ne olursun Bırak giysilerin gitsin Çorapların Yüzüklerin Ayakkabıların gitsin İstiyorlarsa Sen kal bebeğim Aşk varsa Tanrı varsa. -8-. Yokluğunda Hangi eve girdiysem Hangi odaya Orada ben yokum Uzaklarda Bir ev vardı O evde bir oda Orada sen yoksun. -9-. Uzaktayım Beni çağırıyorsun Yanındayım Beni çağırıyorsun İçindeyim Beni çağırıyorsun İçimdesin Avaz avaz bağırıyorsun. -10-. Ölürdüm bu sevgiden yana yana Alevlerim yıldızlara yükselirdi Küllerim kaplardı tüm evreni Ve ruhum dolaşırdı ta mehşere dek Kordan bir çığlık gibi. Yaşamam seni kıskandığım içindir Bilir misin yüceler yücesi tanrı Şarap ne zaman coşturur içenleri? Pazar, pazartesi, salı, çarşambe, perşembe, Bir de cuma, cumartesi günleri.... Dün seni görende sinem sızladı, Damarım çekildi dilim lal oldu, Kara kaşın başkaldırıp bakanda, Aklım koydu gitti fikrim kül oldu.. Salınır da dağlar taşlar salınır, Deli çaylar gibi gönlüm bulanır, Seni görmeyinc ebeynim dolanır, Bir gün derler bu garip de del oldu.. Kurbanın olayım kurtaran yok mu, İki kelam etmek garibe çok mu, Bakışın kılıç mı gülüşün ok mu, Söküldü ciğerim her yan al oldu.. Güzel seni bir kenara koymayım, Hayalini syrettikçe doymayım, Yüzünü görüyüm sesin duymayım, Kim ne bilsin SEFAİ'e hal oldu. Ey sevgili karamba sen busun işte Sen herşeyden birhabersin Sen muslattan daha tuhafsın sen ölümü benliğine işlemiş karamba karavitasın Yarın erkenden kırlar ağardığı zaman Gideceğim... biliyorum beni bekliyorsun bak, Geçip gideceğim dağlardan, ormanlardan Daha fazla kalmayacağım senden uzak.. Gözlerim düşüncelerime saplı yürüyeceğim, Duymadan hiçbir haber, hiçbir şey görmeden, Yalnız, kimsesiz, birbirine kenetli ellerim Gideceğim, farkı yok gündüzümün gecemden.. Ne uzaklarda Harfleur'ü saran perdelere Bakacağım, ne de inen altın renkli akşama Kavuşunca bir bağ yeşil çoban püskülü ve Bir çiçekli funda koyacağım mezarına. Bir an, akşamın fikirden geçmesi, İlk insandan son insana kadar, daima. Kendimi ve herkesi boşlukta hissediyorum; Dairemsi bir müddet iniyor ruhuma.. Bir an, coğrafyanın dışında, Ve bütün sathı, atmosferin. Sevgilerin en samimi olduğu saat; En çok düşünceye benzediği vakit, çiçeklerin. Bir an, zamanın gölgesi yüze değer. Ve aralığı hayatın ölümün aralığı. Bembeyaz bulutlar gibi geçer göklerden, Kör bir adamın bahtiyarlığı.. Bir an; bütün anaların şefkati, Ve maviliklerde rüyası, bütün genç kızların. Merhametin büyük varlığı gibi silik, Kalpteki ışığı gibi uçan yıldızların.. Bir an, kaybolmuş sonsuzluğu göz yaşlarının, Hatıraların kaybolmuş mesafesi. Bir misafirliğin ilk manzaraları kaplar, Ve gurbet kaplar, herkesi.. Bir an, hayalden hendeseler dünyasında, Kürelerin mesafelerindeki ahenk. Bütün sessizliğiyle hayatın uzunluğu, Denizlerden, gözlerde mazi olan renk.. Bir an üstümüzde elbise, Kızını okşayan bir adamın avuçlarındaki sıcaklık. Ve bütün atomları kaplar habersiz, Gençlikleri ölümden uzaklık.. Bir an, bir an ki her şey farkında. Her gün aynı vakit semadan geçer. Ve susar bir insan gibi hüzünle, Taşlar, bulutlar, ışıklar, fikirler.. Bir an ki cesaretin büyük sessizliği, Hissin ve aklın sonsuz memleketinde. Allaha mevcut veriliyor, Kâinat hazır ol vaziyetinde! Beng ile seyretmeğe ah bize bir bağ olsa İssi soğuk olmasa havası hub sağ olsa Pireden incinmesek kar ü yağmur olmasa Sinek hey vızlamasa ana hem yasağ olsa Dobruca Ovası’ndan büyük yağlı çörekler Akkirman’ın yağından benzimiz hey ağ olsa Cümle cihan koyunun semiz yahni etseler Biz yemeğe başlasak engeller irağ olsa Gaziler helvasından cihan dopdolu olsa Zülbiye halkaları sütü dahi çoğ olsa Kanda bir gül varisa badem paluze olub Bir yanından diş ursak çevresi yağ bal olsa Düpdüz bu yaş ovalar her biri boş durmasa Sulu şeftalisi çoğ bin üzümlü bağ olsa Kaygusuz Abdal otur kimin ye kimin götür Sufiye koz kalmadı abdala kaymağ olsa Varlığından şu güzel ülkeyi kurtarsak da; Adımından kalan izler, lekedir toprakta! 70.000 aşk ve 90.000.000 dize: Ünlü şair İlhan Berk burda yatıyor! N'olur yolcu, sevaptır, sakın üşenme Yukardaki sayıya bir sıfırda sen ekle.. (Yusufçuk, Sayı: 7, Temmuz 1979) Dün, bir gölge gibi geçti yanımdan Oydu, bir bakışta tanıdım onu; Rüyalarıma tayf halinde konan, Peşime bir korku gibi düşen o.. Bazı yapraktı, bazı bir rüzgâr. Dolardı aydınlık olup, odama. Bahçemde süzülür giderdi bahar Sabahının fecri vururken cama.. Ayakları kumda bırakmadan iz Yanıma geldiği hep gecelerdi; Sanki bir lahitten kalkar ve sessiz Uzak bir maziye dönüp giderdi.. Bir avuç ışıktı incecik yüzü, Gözleri geceler gibi derindi; İçine başımın her an düştüğü Avuçları sudan daha serindi.. Geçerken dün yoldan, ruhumu saran Bir gölge halinde ve ağır ağır; Tanıdım; o, yâdı hoş zamanlardan Seven ve yaşayan bir hatıradır. Yeryüzü padişahların, kralların olsun. Cehhennem kötü insanın olsun, Cennet iyi insanın... Tanrıya toz kondurmamak meleğin işi olsun, Temizlik, Cennet kapıcısının işi... Kim, ne olursa olsun, Sevgili bizim olsun tek, Canı, Canımız olsun.... Gülün tam ortasında ağlıyorum Her akşam sokak ortasında öldükçe Önümü arkamı bilmiyorum Azaldığını duyup duyup karanlıkta Beni ayakta tutan gözlerinin. Ellerini alıyorum sabaha kadar seviyorum Ellerin beyaz tekrar beyaz tekrar beyaz Ellerinin bu kadar beyaz olmasından korkuyorum İstasyonda tiren oluyor biraz Ben bazan istasyonu bulamayan bir adamım . Gülü alıyorum yüzüme sürüyorum Her nasılsa sokağa düşmüş kolumu kanadımı kırıyorum Bir kan oluyor bir kıyamet bir çalgı Ve zurnanın ucunda yepyeni bir çingene. (1954) Gün tutuşur canım gece tutuşur Zindanlarda tutsak canlar tutuşur Gülüm toprak olur yele karışır Yürür gelir canlar yollar tutuşur . Sıvas ellerinde sazım tutuşur Söz tutuşur canım türkü tutuşur Teller bizi söyler diller yarışır Özgürlüğü yazan kalem tutuşur . Canlar can olur da eller tutuşur Dost evnide canım sevda tutuşur Pir Sultanlar ölmez binler yetişir Akar gelir canlar tarih tutuşur Yükseklerden bakamıyorum Korkuyorum Derinlik çekiyor kendine Düşecekmişim gibi içimin derinliğine Başım dönüyor yükseklerden Çekiyorum beni kendi derinliklerime Hangi günün gecesidir / yazı kışta kılan bilir Gün içinde görünmeden / günü suya salan bilir Dağlar düze iner birden Aşkı sonsuz kılan bilir / rüzgarla bir olan bilir. Göl göl olur damda biri / çentik atar günlerine Sel sel akar diğerleri / güneş güler tenlerine Biri bine döner birden Yolu yakın kılan bilir / rüzgarla bir olan bilir. Rüzgar çocuk sesleriyle / mavi bir düş kurar gökte Sözde türkü dalda çiçek / olur açar her yürekte Gözden perde iner birden Düşü gerçek kılan bilir / rüzgarla bir olan bilir Güğl diye kokla güz dalgınlıklarını Umut tacirlerine yüz verme sakın Yenilirsen dövüşerek yenilmelisin Hiç kimseye vereceğin hesap kalmamalı Biz böyle bir gün için gelişmiş ikizleriz; Boyundan öpme çürür, öpülecek bizleriz... ilk şiirini ne zaman yazdın. ilk aşık olduğumda. ilk ne zaman aşık oldun. ilkokula giderken. nedenli sevebilir ki çocuk. bir insan nasıl severse. ama erin bile değil. acılar erken büyütüyor bizim ülkede çocukları. anlayamadım. yirmi besi geçmiyorsa başımız yedisinde baslarız sevmeye ölümüne severiz on birinde. peki ya aşk nedir. en güzel bölüşümdür. ne zaman doğdun. hangisini soruyorsun. o da ne demek. 1960'ta büyücek bir bakir leğen içinde iki damla çiğlik katışık buğday kokulu anam diz kırıp titrek bacaklarından doğurdu beni. aşık olduğumda doğdum ikinci kez ela gözlü bir kızdı narince çabuk kirildi ama ben donemdim geriye. sonra dostlarım doğurdu beni gürül gürül düşünerek tezgahtar yoktu aramızda. ve zindanda şiir adında bir kız tanıdım barıştı kavgaydı insandı sevdim onu o da beni sevdi sevişir doğarız o günden beri. duvarlar çok yüksek yakışıklı mısın göremiyorum. gecen gün şiir yazıyordum açılmış dünyaya kollarım at ötede unutulmuş bir ayna eğilip baktım yüzüme boyuma poşuma göğüslerimi şişirdim içeri çektim karnimi yok canim benzetemedim bir şeye. gözlerim özlem ateşi alnım kursun yeri ellerim çocuk eli boyum insan boyu tenim alaca şafak insanim iste olancası bu. ölmek nedir. yasadım diyebilmektir. ya yasamak. ölebilmektir çırılçıplak orta yerinde yasamın. ama sen çok gençsin. kendine bak yüzyıl yasadım ben. anlayamadım. önemi yok ben seni anladım ay soluk soluğa yıldızlar akla ziyan bir irilikte uzaydan yanmış kibrit kokuları koklasam korkarım koklamasam gizli yılan ıslıklarıyla özsuyu zaptediyor henüz birer iskelet gibi çıplak aşağıdan yukarıya ağaçları çiçekleri uyandı uyanacak koparsam korkarım koparmasam öyle yoğun bir elektrikle çıtırdar ki saçları kim değse tutuşacak dokunsam korkarım dokunmasam gözleri bir yangın başlangıcıdır dudakları kırmızı alarm uğultusu şehre yayılır sokak sokak tutulsam korkarım tutulmasam Ala gözlerine kurban olduğum Hep senin derdinden yanar ağlarım Kime arzedeyim garip halimi Ellerin yanında görür ağlarım . Benden kaçar sevdiğim, gayrden kaçmaz Dahi pek küçüktür, aşıkın bilmez Yalvarsam Mevla'ya dileğim geçmez Yüzümü yerlere sürer ağlarım . Yine düşt'ayrılık vücut şehrine Yürek mi dayanır dilber cevrine Sürülünce insan mahşer yerine Hak'kın divanına durur ağlarım . Kerem der bu firkatla yanarsam Tükenir ömrümüz bir gün ölürsem Bu hasretle kıyamete kalırsam Kefenim boynuma sarar ağlarım I. Sorumludur gözlerin, sevgilim Aleme dökülen her bir yağmurdan Ve her bir ağaçtan ormanda yetişen Sorumludur gözlerin yazılmasından şiirin İnci ve sedefin teşekkülünden Olgunlaşmasından sevgi ve cinsiyetin Ve büyümesinden çocuklarla çiçeklerin Gündüzün abasından gecenin çıkmasından. II. Sorumludur gözlerin dönüşünden bu evrenin Işığın seferinden ve değişiminden renklerin İklimin vaziyetinden Ve kıvamından denizlerdeki maviliğin Sorumludur gözlerin, sevgilim Baharda tarlaların giyindiği her şeye karşı Ormanlarda ateşin tutuşturduğu her şeye karşı Ve her şeye karşı, şehirlerde nehirlerle dolup taşan. III. Sorumludur gözlerin, sevgilim Bu dünyadan; doğudan batıya kadar Kuzeye ve güneye kadar Sorumludur balıkların hicretinden Dönmesinden yıldızların Bitkilerin sürgün vermesinden Hayatın sürekliliğinden Soluklanmasından günbatımında hülyaların Sorumludur sarkıtılan ipten Ve koza yapmasından ipekböceğinin Sorumludur parlayan yahut ışıyan her şeyden Konandan yahut uçandan Sorumludur gözlerin, sultanım Arzın dönmesinden Ve istikbalinden milletlerin. Çeviren: İlyas Altuner Zulümden münezzeh adil padişah Ey şahların şahı sana sığındım Kulunam kapında kurbana geldim Beklerem dergahı sana sığındım. Çok demdir çekerim aşk ile sevda Oldum hasretinden bülbül-i şeyda Sen sakla gülümü har oldu peyda Elaman İlahi sana sığındım. Yedi yıldır hasretini çekerim Menevşe misali boynum bükerim Görmedi gözümden kan yaş dökerim Çeküben bir ahı sana sığındım. Maşuk şirin sudur aşık balıkdır ne kadar nuş etse bağrı yanıkdır Ah bu nasıl seldir ne bulanıkdır Huda, ben birmahi sana sığındım. HIFZI hayran oldu aşkın yasına Ne kendine malik ne dünyasına Daldı sefinesi gam deryasına Yunus'un Allah'ı sana sığındım. Âheste çek kürekleri, mehtâb uyanmasın, Bir âlemi hayâle dalan âb uyanmasın.. Âğuş'u nev-bahâr'da, hâbîdedir cihân; Sürsün sabâh-ı haşr'e kadar, hâb uyanmasın.. Dursun bu mûsikî-i semâvî içinde sâz, Leyl-i tarâb'da bir dahî mızrâb uyanmasın.. Ey gül, sükûtâ varmayı emr-eyle bülbüle, Gülşen'de mest-ü zevk olan ahbâb uyanmasın.. Değmez Kemâl, uyanmaya ikmâl-i ömr içün, Varsın bu uykudan dil-i bîtâb uyanmasın. Sözüm saçlarına, yetki elde eden Sömürgeci olmuş da saçların Deli gibi devamlı koşuyor yalınayak Ardım sıra koşuyor Ve dans ediyor etrafımda Çekiyor üstüme perdelerini Ben farkında olmadan Öyle bir gündüz olsa ki Zalim, kudretli ve etkili Özür kabul etmeyen bir gündüz Bu güzel bir hakimiyet terk ettiğim Lanet ettiğim ve kabullendiğim isteyerek. Sözüm saçlarına, kendini hortumlayan Yıldızlar görüyorum haber getiren . Çeviren: İlyas Altuner Yüklenmiş kanadına uzak kırların ve gecelerin kar ürpertilerini taşıyıp gelmiş buraya dek hâlâ uğulduyor ürkek göğsünde dağ başlarının çelik fırtınaları. Çocuksu bakışlarında yorgunluk değil bir hasretin direnci var daha çok ama üşüyor yanlızlıktan.üşüyor tek düşmüşlüğün acımsı utancından boynu eğik bekliyor şafağı şimdi. Bir yanlızlık mıdır bunca çoğaltan acıyı ve biberli yanılgıyı ve bir yanlızlığı kabullenmek midir inceden ve usuldan başlatan yürekte burgaçlanan sancıyı. Sessizce çekilmiş dostların arasından bir yanlışı sürdürmenin ortasından kendince Ayrımına bile varılmamış o yangın günlerinde Ama üşüyor şimdi kar fırtınasına tutulmuş gibi üşüyor yanlız kuş. Şimdi biliyor artık yalnız kuş biliyor ki artık gecikmiştir yolcular varmıştır varacağı yere Anlıyor ki şimdi yalnız kuş yalnızlık yanlışlığın ilk adımıdır.. AHMET TELLİ Şunda bir güzelin salınışını Selviye benzettim, dallar içinde Irmak kenarında, derya yüzünde Kuğuya benzettim, göller icinde. Yörü güzel yörü, yolun basmazlar Söyledip de şirin dilin kesmezler Güzel sevmis deyi çekip asmazlar Koy ben de söylenem diller icinde. Benim yarim gelişinden bellidir Ak elleri deste deste güllüdür Eşinden ayrılan neden bellidir Gezer melil melil iller icinde. Alına da deli gönül alına Ciğerciğim aşk oduna deline İller atlas geye, çıkıp salına Ko, ben de kalayım çullar içinde. Karac'oglan der ki, isim zar m'ola Aşk kemendi boynumuza dar m'ola Acap yarim gibi güzel var m'ola Hakk'ın yarattığı kullar içinde on iki sandalyeli bir masayla, masanın gençliğinden konuşuyorduk. on bir sandalye ve iki intihar büyütmüş balkon pür dikkat beni dinliyorlardı. . zamanın mücadelesi armağan etmişti bizi, birbirimize. pireli bir devletin kanatlarının arasındaki karıncalardık. ne söylesek ayıptı biraz söylemesi. . dahası an, tıbben ölüydü. atık kamyonlarında mühürlü bir yürek şehir çöplüğünde martı ziyafetinden önce bir film setine emanet edilirdi belki, korkuturdu yine bizi. . senin dünyanda vapur kalkınca balıklar çamaşır yıkardı içindeki hileli sayaçların aritmetiği sıfırdan sıkılmıyordu bir türlü . tırabzanlardan aşağıya ayaklarını sallandırıp annesine hınzır hınzır gülen o çocuk uçurumlara gözlerini gıdıklatacak yaşa çoktan geldi. ama ikimiz de biliyorduk elleri harita kadar acılı her annenin son görevi çocuğunu öleceği yaşa büyütmekti. . sağır ve dilsizler ülkesinde kulaktan kulağa oynarken özgürlük düşün, sigaranla aynıydı aşkının geleceği duman hali. . şimdi biz, yatırılmamış bir şans kuponu pişmanlık olur en iyi ihtimalimiz. . oysa mendil satar yine de bakardım bu kente olsaydın içinde. Aşkın aldı benden beni Bana seni gerek seni Ben yanarım dün ü günü Bana seni gerek seni. Ne varlığa sevinirim Ne yokluğa yerinirim Aşkın ile avunurum Bana seni gerek seni . Aşkın aşıklar oldurur Aşk denizine daldırır Tecelli ile doldurur Bana seni gerek seni. Aşkın şarabından içem Mecnun olup dağa düşem Sensin dünü gün endişem Bana seni gerek seni. Sufilere sohbet gerek Ahilere ahret gerek Mecnunlara Leyla gerek Bana seni gerek seni. Eğer beni öldüreler Külüm göğe savuralar Toprağım anda çağıra Bana seni gerek seni. Cennet cennet dedikleri Birkaç köşkle birkaç huri İsteyene Ver anları Bana seni gerek seni . Yunus'dürür benim adım Gün geçtikçe artar odum İki cihanda maksudum Bana seni gerek seni Yanaşıyorsunuz yine, sendelenen kılıklar, Erkence, vaktiyle fersiz nazarlara görünen. Sizi bu sefer hiç tutmaya yelteniyormuyum? Yüreğimi hala o evhama eğik seziyormuyum? Kapalı dürtüşüyorsunuz! Tamam, buyrun halledin, Buhar ve sisden nasıl etrafımdan kalkarsınız; Sinem delikanlı sarsılmış seziliyor Cazip nesiminizle, esrarengiz esintinizin. . Beraberinizde neşeli günlerin resmini getiriyorsunuz, Ve kimi sevimli gölgeler çıkıyor göğe; Bir eski, yarı kısık efsane gibi İlk aşk ve dostluk ulaşıyor yükseklere; Acı yenileniyor, kederde tekrarlıyor Hayatın labirent divane seyrini Ve iyileri sayıyor, kimi güzel saatlerde Bahtın kandırdığı, önümde ansızın kaybolan. . Duymuyorlar, arkalarından dökülen nağmeleri, O ruhlar, benim ilk söylediklerim; Kaybolmuş şen mahşer, Susmuş, ah! O ilk aksiseda,. Derdim sesleniyor yabancı topluma, Alkışları dahi kalbimi endişelendiriyor, Ve daha neler, aryamla dağlanan, Yaşıyorsa eğer, dünyada dolaşır elvanlı. . Ve beni çoktan kesilmiş bir hasret yakalıyor Sahi ve sakit, deha alemine, Belirsiz selenlerle uçuyor şimdi Benim peltek türküm, Eol harpı gibi, Bir dehşet kapıyor, yaş akıyor ardıl, Keskin yürek, narin ve yufka hissediliyor; Sahip olduğumu çok uzaklarda görüyorum, Ve kaybolanlar bende gerçeğe dönüşüyor. . Çeviren: Musa Aksoy. Not: Bu şiir GOETHE’nin dünya edebiyatına miras bıraktığı FAUST’un girişidir. Hayat bir televole masalı değildir kızım! Sakın aldatmasın seni Seda'nın Güllü'nün o hoş kahkahaları Ebru'ların Çağla'ların Demet'lerin O sabun köpüğü muhteşem aşkları (!) Ben ne dev yalnızlıklar bilirim Ben ne ayrılıklar ben ne hıçkırıklar Kim bilir Nasıl ıslaktır geceleri onların yastıkları.... Hayat Mehmet Ali'nin çiftliği değildir kızım! Öyle hep yüzüne gülmez bu çarkıfelek Feleğin çarkına düşünce anlarsın Aslanın neresinde ekmek.. Hayat bir Tarkan şarkısı değildir kızım Öyle hüp diye içine almaz seni hiçbir sevgili ve hiç kimse kuş sütüyle beslemez seni Güzelliğin solunca anlarsın Aynalarda bile zor bulursun kendini.. Hayat ne Aydın'ın 'Aydın Havası' Ne Fatih'in 'o kıskıvrak yılan dansı! ' Ne bir Gülben Ne de Bir Hülya kavgası Hayat seni kaybettiğim günden beri İçimde bir kurşun yarası.. Hayat bir peri masalı değildir kızım! Öyle evinin önünde Beklemez seni beyaz atlı prensler Bak Beyaz'ın bile simsiyah oldu hayalleri çoktan Ve Okan yaralı bir kuştur artık Hergün kendini gagalamaktan Ve sanat adına Arto'yu Hande'yi Sevda'yı zagalamaktan. Hayat bir tatil köyü değildir kızım! Bir o yana bir bu yana sallamaz seni Bir düşün Yıkılan yuvaları O kırık hayatları Yarınsız çocukları Bir düşün O arka sokakları Sahipsiz çığlıkları Çaresiz anaları - babaları.... Hadi olacaksan Gel doktor ol öğretmen ol alim ol Kırılmış kanadım, kolum, elim ol Umudum ol güneşim ol ateşim ol Seni de sarsın mutluluğun O sımsıcak kolları Ve senide yutmadan Reyting canavarının o sahte yıldızları! .... Unutma sakın unutma kızım! Onların Hazin bir romandır Özendiğin bütün hayatları... Durup durup bana sorma Bunu bilmek olay değil İnsan doğduk insan ama İnsan olmak kolay değil. Kalpten başka bir yolu yok Aşktan başka bir dalı yok Kitabı yok okulu yok İnsan olmak kolay değil. Yüreğinde sevgi yoksa Gözlerinde şefkat yoksa Dünyalar da senin olsa İnsan olmak kolay değil. Neler gördük bu dünyada Neler verdik bu uğurda Sultan olmak kolaydı da İnsan olmak kolay değil! Bizden selam olsun gül yüzlü yare Salınıp sevdiğim bağlara gelsin Severim dilberi elde ne çare Yürekte eriyen dağlara gelsin. Sevda derler bir acayip dengim var Güzeller giyecek şali rengim var Bugün benim adüvlerle cengim var Kılıçlar bilensin zağlara gelsin. Ne kadar cevr etse şikayet etmem Öperim koçarım hiyanet etmem Canım sende iken feragat etmem İsterse gerdanım ağlara gelsin. Gevheri bağlamış bir özge eda Elinde tesbihi dilinde Hüda Dellal-i muhabbet eylemiş nida Mecnunum olanlar dağlara gelsin Yeryüzünde yalnız benim serseri, Yeryüzünde yalnız ben derbederim. Herkesin dünyada varsa bir yeri, Ben de bütün dünya benimdir derim.. Yıllarca gezdirdim hoyrat başımı, Aradım bir ömür, arkadaşımı. Ölsem dikecek yok mezar taşımı; Halime ben bile hayret ederim.. Gönlüm ne dertlidir, ne de bahtiyar; Ne kendisine yar, ne kimseye yar, Bir rüya uğrunda ben diyar diyar, Gölgemin peşinden yürür giderim... istiyorum gideyim sevdiğimle. istiyorum boş vereyim sonu ne olacak. istiyorum düşünmeyeyim iyi mi, kötü mü. istiyorum bilmeyeyim beni seviyor mu? istiyorum gideyim sevdiğimle. Yeşil çalışkandır, Kırmızı yaramaz, Sarı uykucu, Ak yıkanmış, Kara korkak.. Ben erkenden Anaokuluna giderken Yeşil gibiyim. Eski bir yalnızlıktan ödünç alınmış günlerle Yaşadım gençliğimi ölü bir kadının saçlarını Okşayarak ... Yaşadım babamın ruhuma ithaf ettiği Bütün pişmanlıkları , Bozgun bir kalp ve siyah bayraklı şiirlerle Dolaştım bütün sahipsiz duyarlıkları.... Ömrümü kayda geçirdi bir sokak Sokak ki vaiz ve ticaret Islak tül kokusu ve kömür.. Sokak ki hep kışa doğru yürür günlerim karbon kağıdı ve en keleği bir böcek olmak kıyısında aç leyleklerin beklediği bir orman yangınında İlâhi nizamdır yorulmaz, şaşmaz Bulutlar dünyaya rahmet dağıtır. Zerreden kürreye haddini aşmaz Yıldızlar semaya rahmet dağıtır.. Seyreyle âlemi ibret içinde Görene hikmet var hikmet içinde Türlü renk, sayısız lezzet içinde Topraklar meyveye rahmet dağıtır.. Toplar çeşme, kaynak, dereyi, çayı Aksatmaz günleri, haftayı, ayı Ezelden ebede asırlar boyu Irmaklar deryaya rahmet dağıtır.. Korkulu, karanlık, kör gecelerde Aklın, hissin, ilmin bittiği yerde Mânâ ülkesinden açılır perde Uykular rüyaya rahmet dağıtır.. Yıl, beş yüz yetmiş bir, bir mübarek an Arz’a teşrif eder en yüce Sultan Elinde ALLAH’ın kelâmı KUR’AN Fâniden ukbâ’ya rahmet dağıtır.. (Suları Islatamadım) Mehmet Ali' yi anası İşe giderken doğurdu Savaş bitiminden üç ay önce. Az süt emdi Mehmet Ali, Az ışık gördü, Az ısındı, Duydu anasının yorgunluğunu, Bol bol uyudu Mehmet Ali Çocukların bedava uykusunu.. Zeytinyağı ve ekmek kadar Kıttı özgürlük memlekette. Büyüdüğü zaman akranları Mehmet Ali' nin Her şey bol olur elbette.. (1945) Yeşil pencerenden bir gül at bana, Işıklarla dolsun kalbimin içi. Geldim işte mevsim gibi kapına Gözlerimde bulut, saçlarımda çiğ.. Açılan bir gülsün sen yaprak yaprak Ben aşkımla bahar getirdim sana; Tozlu yollarından geçtiğim uzak İklimden şarkılar getirdim sana.. Şeffaf damlalarla titreyen, ağır Koncanın altında bükülmüş her sak. Seninçin dallardan süzülen ıtır, Seninçin karanfil, yasemin zambak.... Bir kuş sesi gelir dudaklarından; Gözlerin, gönlümde açan nergisler. Düşen öpüşlerdir dudaklarından Mor akasyalarda ürperen seher.. Pencerenden bir gül attığın zaman Işıkla dolacak kalbimin içi. Geçiyorum mevsim gibi kapından Gözlerimde bulut, saçlarımda çiğ. Hoş geldi bana mey-kedenin âb ü havâsı Billâh güzel yerde yapılmış yıkılası. Zibâ yaraşır hil’at-i nâz ol boyu serve İki kolumu etsem ana bel dolaması. Dikkatler ile seyr ederiz yâri serâpâ Görmez mi idik biz de eğer olsa vefâsı. Dünyâ değer ol mâh-likaa dilber-i garrâ Yusuf’ta dahi yoktur anı hüsn ü behâsı. Meddâh olalı çeşm-i gazâlânına Bâki Öğrendi gazel tarzını Rûm’un şuarâsı Ve bir genç, şöyle dedi: 'Bize arkadaşlıktan bahset.'. Ve o cevap verdi: . 'Arkadaşınız, cevap bulan gereksinimlerinizdir. O, sevgiyle ektiğiniz ve şükranla biçtiğiniz tarlanızdır.. O sizin sofranız ve ocak başınızdır. Çünkü ona açlığınızla gelir ve onda huzuru ararsınız.. Arkadaşınız sizinle içinden geldiği gibi konuştuğunda, ne 'hayır' demek zor gelir, ne de 'evet' demekten çekinirsiniz.. Ve o sessiz kaldığında, kalbiniz onun kalbini dinlemek için sessizleşir. Çünkü arkadaşlıkta, kelimeler susunca, tüm düşünceler, tüm arzular ve beklentiler, gürültüsüz bir sevinç içinde doğar ve paylaşılırlar.. Arkadaşınızdan ayrıldığınızda ise yas tutmazsınız; Çünkü onun en sevdiğiniz yanı, yokluğunda daha bir berraklık kazanır, tıpkı bir dağın, dağcıya, ovadan daha net görünmesi gibi.... Ve arkadaşlığınızda, ruhsal derinlik kazanmaktan başka bir amaç gütmeyin.. Çünkü, salt kendi gizemini açığa vurmak peşinde olan sevgi, sevgi değil, savrulmuş bir ağdır ve sadece yararsız olan yakalanır.. Ve arkadaşınıza, kendinizi olduğunuz gibi sunun. Eğer dalgalarınızın cezrini bilecekse, meddini de bilmesine izin verin.. Çünkü salt zaman öldürmek için bir arkadaş aramanızın anlamı olabilir mı? Onu, zamanı yaşatmak için arayın.. Çünkü o gereksiniminizi karşılamak içindir, boşluğunuzu doldurmak için değil.. Ve arkadaşlığın hoşluğunda, kahkahalar, paylaşılan hazlar olsun. Çünkü küçük şeylerin şebneminde, yürek sabahını bulur ve tazelenir.' Senden bütün istediğim; Küçük bir sevgidir. Gelen ve ağır ağır büyüyen Değil, gelen ve giden.... Ve senden bütün istediğim; Ümit dolu güneşli bir gün Sevgi dolu bir kucaklayış Değil, kucaklayış sonra da gidiş.... Senden bütün istediğim; Beni kırmamak, Beni bekletmemek.. Yarın çok geç olabilir. Unutma ki vermek almaktır. Senden bütün istediğim Küçük bir sevgidir, Gelen ve ağır ağır büyüyen Değil, gelen ve giden... Gönül çalamazsan aşkın sazını Ne perdeye dokun ne teli incit Eğer çekemezsen gülün nazını Ne dikene dokun ne gülü incit. Bülbülü dinle ki gelesin coşa Karganın namesi gider mi hoşa Meyvesiz ağacı sallama boşa Ne yaprağını dök ne dalı incit. Bekle dost kapısın sadık dost isen Gönüller tamir et ehli dil isen Sevda Sahrasında Mecnun değilsen Ne Leyla'yı çağır ne çölü incit. Rızaya razı ol hakka kailsen Ara bul mürşidi müşkülde isen Hakikat şehrine yolcu değilsen Ne yolcuyu eğle ne yolu incit. Gel haktan ayrılma hakkı seversen Nefsini ıslah et er oğlu ersen Hüdai incinir inciden versen Ne kimseden incin ne eli incit Günlerce yağmurda, günlerce karda, günlerce rüzgar esti Erzurum'da,Zara'da. Bir sıcak sen kaldın içimde.. O gün bu gün dünya bir yana sen bir yana. Dünyalar senden yana.. (1954,İstanbul) sanırım geleceğim, ellerimle başa çıkabilirim yürüyüşümü değiştirdim, paçama çamur sıçratmıyorum kuşkulanıp koşsam anlarlar o kumral kızı sevdiğimi aradığım adresleri çıkarabilirler gezindiğim garlardan korkarım ele verir beni avuçlarıma sürdüğüm maviler telefona davransam, çeviremem numarayı, sesim tutuklanır . gelirim, yüzümü denizden kalan izlerle seçersiniz dağların arka yüzleriyle bir çağrılır adım boynuma diken dolasınlar, dayatacak alnım var güneşe götürecek sırtım var, içimi üşütemezler ağbilerim öğretti, yalnız suya teslim olurum neresinden olsa yırtarım örümcek sessizliğini . ordan balkonlarımı güz yaprakları boğarken ayrılmıştım şimdi salaş iskeleden gün batışlarına sataşıyorum akşam kapımın önüne taş bırakıp sabah buluyorum bir parça kum koyuyorum bileklerime karıncalar için dikmiyorum gömleğimin söküklerini, böylesi daha iyi kasaba delisi uğurluyor gittiğim her yerden, geliyorum . saçlarınıza saklanan kuşlarla karşılayın beni kirpiklerimi telekleriyle siler, gözbebeklerimde uyurlar serpin üzerine, bir onlar yabana atmaz beni . YALAN ŞİİRLER - YİNE ÇİÇEK TOZLARINA (Akif Kurtuluş) Kendini boşuna harcamış olur insan, Dilediğine erer de sevinç duymazsa. Yıktığın hayat kendininki olsun daha iyi, Yıkmakla kazandığın şey, kuşkulu bir mutluluksa. Himalayalarin tepesine tirmanmak guc ama mumkun Okyanusu asmak da guc ama mumkun Ay'a ulasmak da oyle. Ama mumkun degil iste Bulbulun eti icin olduruldugu bir ulkede sanati zincire vuranlara meram anlatmak. O't kusum O't kusum O't guzel kusum Eller ne derse desin ben sana vurulmusum Gel anla ve yaşa doğrusal hüznü Acılar güvence ölümsüzlüğe Senden her kaçtıkça sana yaklaştım Göç nasibim özlem kanımdır benim. Bu tenha dünyanın ürküntüsünü Ekledim gövdeme bir parça gibi Bir sözdür susuşun bir ince fikir Bin yorum getirir aklıma birden. Gövdemi kurşunlar sererse yere Kırgın bakışların değdi bilirim Ve ölüm konuğum olduğu zaman Duyduğun vicdanın ayak sesidir. Herkes kendince seviyor baharı Kimi ufuklarda yaşamı karşılıyor Kimi bakışlarda yeni başlayan aşkları Ey yasa bürünen mayıs sabahları Kimler onarıyor şimdi Dallarda dağılan kuşsuz yuvaları. Yapraklar üstünde yanan gözyaşları Tutulan yasın gizli sözleri Damlalar Yine tan vakti analar mı ağlıyor. Ben bu baharlara bahar diyemem Dersem şivan düşer bahçelere Nerde yaşamın o fidan coşkuları Aşkın gelincik yangınları sevgiler Kırlara bahar yetmiyor ne yapsak Kara haberlerle soluyor güller. Kim kimden alınıyor bu topraklarda Bu topraksa tohumu biz Her bahar boy verip yeşermişiz Şu çiçeklerse gözlerimiz Gizli gizli açılıp sevinmişiz Siz bu sevinmeyi yaşayabilir misiniz? Geleceği besleyen emeğin sabrını Bir suyun akışında bulabilir misiniz? Ve karanlığın ihanetine karşı Tetikte nöbetçi bütün sabahları Ölürcesine sevebilir misiniz? Siz bu sevdayı öldürebilir misiniz? Bu çizmeleri bendim sana giy diyen, oğlum, bu haki gömleği bendim sana giy diyen. Nerden bilecektim bu kara günleri göreceğimi, bilseydim, giydirmem, derdim, giydirmem, asın beni, derdim, daha iyi. Elini görürdüm hani ben senin, oğlum, 'Hayl Hitler! ' diyerek kaldırdığın elini, Hitler' i selamladın diye, nerden bilecektim, kuruyacağını bir gün elinin. Duyardım, oğlum, söz ettiğini senin üstün bir ırktan. Nasıl varacaktım farkına, nerden bilecektim, nerden celladıymışsın meğer sen kendinin. Gittiğini görürdüm senin, oğlum, uygun adımla Hitler' in ardından. Nerden bilecektim, onu izleyenin artık bir daha geri dönmeyeceğini. Bana derdin ki, oğlum, derdin ki:Almanya gelecek bir gün tanınmaz hale. Nerden bilecektim, oğlum, bu yerin nerden bilecektim, küller ve kanlı taşlar arasında kalacağını böyle. Haki gömlek vardı her zaman sırtında senin. Giyme şu gömleği demedim sana, demedim, oğlum. Bu günleri göreceğimi bilmiyordum, ne yapayım, sana o gömleğin kefen olacağını bilmiyordum. Güvenme dünyada malım var diye Acep insan mıyım sorarlar beni Halımdan anlamaz cahiller niye Her biri bir yandan yorarlar beni. Hoşlar meclisine girdim hoşlandım Aşkın ateşine düştüm haşlandım Dallarımda meyve döktüm taşlandım Ya niçin gövdemden kırarlar beni. Döndü gitti Hak yolunu övenler Pişman olup dizlerini dövenler Bir lokmaya nice bana sövenler Ah Mahzuni diye ararlar beni Tılsımlı çocuğu saf aydınlığın Bu kadın vücudu beyaz ve çıplak. Eşiğinde sanki sonsuz varlığın Her an değişiyor dönüp uçarak.. Ve gülümseyerek öyle derinden Her lâhza başka şey ve hep kendisi Bir başka yıldızdan veya alevden Anın ve hareketin mucizesi. . Arkasında ritmin geniş rüzgarı Bir gül kasırgası gibi enginde. Savruluyor yüzü, çılgın kolları Yarattığı zaman bahçelerinde. . Her an değişiyor, yelken, gül, kanat Bütün burçlarıyla uzanmış gece. Defneler önünde şaha kalkan at Zihnin eşiğinde ürkek düşünce. . Her lâhza başka şey ve hep kendisi Yaralı bir ceylân gibi bakarak, Anın ve hareketin mucizesi Uçuyor, duruyor, bekliyor... çıplak. . Ve ümitsiz avı bin sonsuzluğun Bekliyor ruhunun eşiklerinde. Tılsımlı kaderi her susuzluğun Bir gül fırtınası gibi derinde. Butun insanlığı dövsen havanda, Zerre zerre herkes yine yalınız. boşlukta yol alan uçsuz kervanda, Her şey tek basına, dağ, tas ve yıldız.. Herkes bir vücutsuz hayal peşinde; Esini kaybetmiş herkes esinde. İçinizde yiv yiv derinlesirde, Çıksın karsınıza en yakınınız| Bu şehrin bütün sokaklarına sinmiş yalnızlığım Sensizliğin köşe başındayım Avuçlarımda kırık dökük pişmanlıklar Avuntusuz çıkmazlara doğru yürüyorum Bütün umutsuzluğuma inat Yine seni arıyorum.... Dudaklarımda bildiğin o ıslık Sokak lambalarına sığınıyorum Hafiften bir yağmur ağlıyor benimle Bir deli rüzgar saçlarımda Yalnızlıktan üşüyorum Bulamayacağımı bile bile Yine seni arıyorum.... Anlatacak nelerim var bir bilsen İçimde ihtilaller kopmuş Kendime sürgüne verdim Mutluluğum çoktan iflas etmiş İtiraza hakkım yok biliyorum Beni savunmak sana düştü Seni arıyorum.... Yarım kalmış şiirlerim gibisin Yaşanmamış çocukluğumsun anılarımda Öylesine eksiğim sensiz Öylesine sahipsiz İşte bütün umutlara havlu attım gidiyorum İçinde geç kalmışlığın çaresizliği Çocuklar gibi ağlıyorum Ve gel gör ki her damla gözyaşımda Yine seni arıyorum... Attığım her adım benden uzakta Bastığım her yerde yokmuşum meğer Çırpınırken “ben” denilen tuzakta “Ben” bana saplanan okmuşum meğer.... Aklım kumsal iken ben toz paresi Çıktıkça yükseğe alçalır oldum.. Düşündüm, derdimin nedir çaresi Susarak konuşmak sonunda buldum.... Esrarlı vuslata bir adım kala Hasretin vecdiyle ben kement attım Yürekte boğulmak ne güzel bela Battıkça kurtuldum çıktıkça battım…. Görünmez cevheri buldum diyerek Körlüğü kör ettim deli bir taşla Bilmeyi bilmeden bildim diyerek Boşluğu doldurdum dolu bir boşla.... Nasılların sebebini sorarken Sualimi cevapladım ‘niçin’de Çokluğumda yokluğumu ararken Yalnız kaldım yığınların içinde…. Satır satır böldü beni heceler Her kırkımı kırka yardım savuştum Boşluğumu kucakladı geceler Sessizlikte gürültüyle boğuştum… . Var’da yoku haykırırken her seda Aklım ki, aklımı başımdan aldı O’na gidiyorum bana elveda Sonsuz olan sona bir nefes kaldı... *** Dervişlik der ki bana Sen derviş olamazsın.. Gel ne diyeyim sana Sen derviş olamazsın.. *** Dövene elsiz gerek Sövene dilsiz gerek Sen derviş olamazsın.. Derviş gönülsüz gerek. *** Derviş yunus gel imdi Ummanlara dal imdi Ummana dalmayınca Sen derviş olamazsın. *** Temiz bir can gelmiş; ne toz, ne toprak. O dünya konuğuna, burda iyi bak. Otur, biraz sohbet et; sabah şarap sun; Birazdan diyecek ki: Sonrası; yasak! . (Hayyam'ın Türkçe Yüzü-Türkçe Yeniden Yazan-Yalçın Aydın Ayçiçek-Can Yayınları) Her kuyuda saçlarını kesen bir kadın oturur Hırpalanmış güllerin, uğultusunda eti, henüz çiğ Sabahın dilsizliğini öğrenmiş gibi erken Ve buğulu bir Modigliani tenhası boynunda. -Ah eşiğim! Eşiğimde kaç ölü sevişme Eşik ki en dar yolculuktur kadında. Mühürlüydü yüzünün okunmamış mektubu Tepeden tırnağa dağılıyordu çatısız bir hayal Hangi yanımdı bu kadın böylesine ırak? O soyunan bir orman, bense bunaltı akşama. -Ah çıkmazım! En çingenesi mevsimlerin Ne ki her bahçede azarlanmış rüzgârım . Suçüstüyüz tüm yenik bağışlamalardan Ağırlaşan çıplaklıktan odalar dolusu Freud'su bir leke uzar diye derisinde aynanın Annemin bocalaması hep göğüs uçlarında. -Ah cinnetim! Söktüm rahmimden göğü Lanetli bir kısrağım ancak hiçlikte soluyan . Gonca Özmen / Adam Sanat Dergisi Ağustos 2001 sayısı Ben uzaklarda olmalıyım, çok uzaklarda Acılar unutulduktan sonra Dönmeliyim. . Ölümlerin karşısında şaşırıyorum Ne desem ki Düşünüyorum. . Kalanları ağlıyor gidenin Benim gözlerim kuru Herkes bana bakıyor, biliyorum İçlerinden geçenleri. . Başsağlığı dilemek Garibime gidiyor Ölen öldü, sen yaşa Küçültmeye benziyor. . Beni böyle kitaplar mı yaptı ne Kağıtlarda gidenlere içlenip ağlayan ben Hayattaki ölümlerde put gibi duruyorum. . Ben canavar ruhlu muyum Bir ölü evinde tek söz söylenmeden Put gibi duruyorum . kimse anlamaz derdimi Ben uzaklarda olmalıyım, çok uzaklarda Bir yakınım öldümü. Kapıya ne icra memuru gelir, Ne Birinci Şube sivil polisi.... İçerde kimine kuş tüyü sedir; Yüz üstü toprağa düşer kimisi..... Bir musiki orda zaman ve mekân.... Yıldız dolu feza küçük camekân.... İmkân atomunu çatlatan imkân.... Bir hiç ki, içinde heplerin hepsi Yakın gözlüğümü yitirdim Yitirince seni kadın- Doğumun ardından Çatladı kapı sanki . Öyle uzak bir doğu ki her şey Görünmüyor burnumun ucundan . Çiğnenecekmiş gibi geliyor hep Geçerken kıtadan kıtaya . Ters bir dizeye rastladım demin Taburcuymuş, öyle dedi Çıkışını yaptırıyormuş acundan . Lâf! . Ne sen ne ben sevgilim Öldükse ölümden değil Sevişmenin acısından Müjdecim, Kurtarıcım, Efendim, Peygamberim; Sana uymayan ölçü, hayat olsa teperim! Dört kişi bir parkta çektirmişiz Ben, Oktay, Orhan bir de Şinasi Anlaşılan sonbahar Kimimiz paltolu, kimimiz ceketli Yapraksız arkamızdaki ağaçlar Henüz babası ölmemiş Oktay'ın, Ben bıyıksızım, Orhan Süleyman Efendiyi tanımamış.. Lakin ben hiç böyle mahzun olmadım; Ölümü hatırlatan ne var bu resimde Halbuki hayattayız hepimiz. ben kışın güzelliğini söylerim ne gelirse dilime çünkü kış bir hazırlıktır soluğuma kıpkırmızı gülüme. nice kırmızı ayaklar gelip geçti o gün katar katar kış günleri sözgelişi ben bir çöp bile almadım elime. altı kız bir ay ışığı def çalıp şarkılar söylediler beri yanda ormanlar yanardı, ciğerpareler lime. artık su uyur aşk uyanır mendilim kana boyanır bilirim bu baharda da herkes hasetlenir halime. ve ellerim batık bir suda akar gözlerim her şeye bakar bahar bir gelsin yeter artık eksikse de bırak elleme. su uyur düşman uyumaz suların dibi güllerde. altı kız bir oğlan def çalıp şarkılar söylediler baktım birinin kara bir gecesi düşüvermiş mendilime. şimdi elimde baston silah, başımda şapka öyle ağzımda kurşun hızında seçtiğim her kelime. su. hiç kimse durmazsa her şey yürür, bu aşk demektir her şey kullanılmazsa dirim bir ihanettir ölüme. sakiniz elimiz filan temiz baharı filan bekleriz fincanı tastan oyarlar içine bade mi koyarlar. biz silah kuşanırız bize bir şey söyleme Neden diye sormayın hemen. Onu ben kendi kendime de açıklayabilmiş değilim henüz. Kişinin ihtiyaç duyunca aramasının binlerce çeşidi olmalı.. Aradığımızın ne olduğunu biliyorsak, arayacağımız yer bellidir. Bakınırız ve onun işaretlerini tanımakta güçlük çekmeyiz.. Sıkıntı kollarını göğsümde kavuşturmuş. Soluk alırken, genişleyip daralan kaburgalarım, zamanın boşuna ve nedensiz geçtiğini biliyor.. Çoktandır yabancı bir cismin kalbime sürtünmekte olduğunu biliyorum.. Yine de biri çıksa, nasılsın dese alışkanlıkla iyiyim diyeceğim. Kederli olduğumda söylenemez zaten. Buna sebepte yok çünkü. Ne taze bir ölüye sahibim, ne felâket geçirenlerim var. Dedim ya oturuyorum öylece. İyi ki etrafımda kalbimi tanıyanlar yok.. Hiç beklemiyordum, birden kadın bana çevirdi bakışını. Tanrım ne büyük bir merak içindeydi bu bakış. Durmadan sormaktaydı. Hayattan ne beklediğimi sormaktaydı...Günü birlik yaşama içinde elde edilebilen sayısız imkanlar kaçırmıştı.. Bu durumda ona bakmak zordu. Huzursuz kımıldayarak ondan kurtulmaya çalıştım. Fakat bakışımı tutmuştu, ondan ayrılamıyordum, tanışmıştık bir kere. Tekrar karşılaştığımız takrirde, sorularını, ikinci kez tekrarladığını bilerek, düşündü mü der gibi, başkalarının öğrenmelerine duyulan güvensizlikle, yine alay ederek tekrarliyacağını düşünüyordum. Fakat umulmadık bir anda başka, herhangi bir şeyle ilgilenmeye başladı... Birden sahipsiz kalmıştım. Bakışım, yere paralel durmak zorunda bulunan, fakat içindeki sertlik süratle yumuşayan bir bakır tel gibi eğiliyordu boyuna. Durumun saçmalığını kavrayıncaya kadar bir an bocaladım. Bu belki de devam edecekti ama, seni hissettim. Evet, bakıyordun, yanılmamıştım...Bunu hissetmemden ne kadar önce başlamıştım bilmiyorum ama, bakışlarımız karşılaşınca kaçtın, önüne döndün...ve dönmen için zamanın vardı. Fakat dönmemiştin. Omuzlarından bana dokunup kaldığını anladım.. Görüyordun, beni hissediyordun.. Ve o zaman başladı.. İste yine bir şey var.. Bakıyordum sana.. Şimdi birşeysin benim için...Varsın. Fakat bocalıyordum.. Gizlice düşündüğüm, farkedilmesinden korktuğum hakikat sen miydin, yoksa ben, hatırasızlığı, boşluğu, en ucuz şekilde, sırtımdan korkakça, hiç bir teşebbüste bulunmadan birden bire atmak için yine hayal mi kuruyordum.. Dedim ya işte, bocalıyorum.. Yeniden yaşamaya başlamak kolay mı? . Yaşamak s.168-174 gece ipince bir yağmur gibi indi sustu sular yıldızlar savurarak gümüşten saçlarını toprakla öpüştüler. ufkun ulaşılmaz çizgisinde yer yasladı yorgun başını göğün geniş göğsüne bin yılların sevdalısı dalgalar çakıltaşlarında harelendiler. titriyordu kirpikleri uykusunda gülümseyen çocuğun usul usul fısıldarken sonsuzluğun o gizemli ezgisini rüzgarlar Samanyolu'nda bir yerde yalnız değildi insan yalnız değildir insan Sunu. Filler mezarlığında fil ölüleri Ve belki birkaç da şiir bulursunuz Ki o şiirler kendi ölümlerini sezen Birer kuğuydular kuytu sularda. Ahmet Telli Duy feryad etmede her an bu ney, Anlatır hep ayrılıklardan bu ney. . Der ki feryadım kamışlıktan gelir, Duysa her kim, gözlerinden kan gelir. . Ayrılıktan parçalanmış bir yürek İsterim ben, derdimi dökmem gerek. . Kim ki aslından ayırmış canını, Öyle bekler, öyle vuslat anını. . Ağladım her yerde hep ah eyledim, Gördüğüm her kul için dostum dedim. . Herkesin zannında dost oldum ama, Kimse talip olmadı esrarıma. . Hiç değil feryadıma sırrım uzak, Nerde bir göz, nerde bir candan kulak? . Aynadır ten can için, can ten için, Lakin olmaz can gözü her kimsenin. . Ney sesi tekmil hava oldu ateş, Hem yok olsun, kimde yoksa bu ateş! . Aşk ateş olmuş dökülmüştür ney'e, Cezbesi aşkın karışmıştır mey'e. . Yardan ayrı dostu ney dost kıldı hem, Perdesinden perdemiz yırtıldı hem. . Kanlı yoldan ney sunar hep arz-ı hal, Hem verir Mecnunun aşkından misal. . Ney zehir, hem panzehir, ah nerde var, Böyle bir dost, böyle bir özlemli yar? . Sırrı bu aklın bilinmez akl-ile, Tek kulaktır müşteri, ancak dile. . Gam dolu günler zaman hep aynı hal, Gün tamam oldu, yalan, yanlış, hayal. . Gün geçer yok korkumuz, her şey masal, Ey temizlik örneği sen gitme, kal! . Kandı her şey, tek balık kanmaz sudan, Gün uzar, rızkın eğer bulmazsa can. . Olgunun halinden ah, anlar mı ham? Söz uzar, kesmek gerektir vesselam. . (Farsça, Çeviren: F. Halıcı) Gönül gurbet ele çıkma Ya gelinir ya gelinmez Her dilbere meyil verme Ya sevilir ya sevilmez. Yöğrüktür bizim atımız Yardan atlattı zatımız Gurbet ilde kıymatımız Ya bilinir ya bilinmez. Bahçemizde nar ağacı Kimi tatlı kimi acı Gönüldeki dert ilacı Ya bulunur ya bulunmaz. Deryalarda olur bahri Doldur ver içem zehri Sunam gurbet elin kahrı Ya çekilir ya çekilmez. Emrah der ki düştüm dile Bülbül figan eder güle Güzel sevmek bir sarp kale Ya alınır ya alınmaz Ben gidersem sazım sen kal dünyada Gizli sırlarımı aşikar etme Lal olsun dillerin söyleme ya da Garip bülbül gibi ah-u zar etme. Gizli dertlerimi sana anlattım Çalıştım sesimi sesine kattım Bebe gibi kollarımda yaylattım Hayali hatır et beni unutma. Bahçede dut iken bilmezdin sazı Bülbül konar mıydı dalına bazı Hangi kuştan aldın sen bu avazı Söyle doğrusunu gel inkar etme. Benim her derdime ortak sen oldun Ağlarsam ağladın gülersem güldün Sazım bu sesleri turnadan m'aldın Pençe vurup sarı teli sızlatma. Ay geçer yıl geçer uzarsa ara Giyin kara libas yaslan duvara Yanından göğsünden açılır yara Yar gelmezse yaraların elletme. Sen petek misali Veysel'de arı İnleşir beraber yapardık balı Ben bir insanoğlu sen bir dut dalı Ben babamı sen ustanı unutma. 'Savaş istiyoruz! ' En önce vuruldu Bunu yazan.. (a.kadir- a.bezirci) Uyuyan göllere ay ışığında Sevginin resmini çizsem kim anlar? Tomurcuk ayrılıp gül açtığında Yağmurun saçını çözsem kim anlar?. Bir mekan kaplamış ne varsa nerde Kendi ötesini saklar her perde Sonsuzluğun sona erdiği yerde Huduttan bir kulaç kazsam kim anlar?. Aşk kömür beyazı kin süt karası Eklenir yarama her dost yarası Et oldum bıçakla kemik arası Cellatla ahdimi bozsam kim anlar?. Doğumda yalan var ölümde gerçek Bir şeyler anlatır balık kuş çiçek Kırık gönülleri toplayıp tek tek Toplayıp göğsüme dizsem kim anlar?. Gün geldi zamanı gömdüm kabire Dağ oldu aklımın verdiği fire Bağlasam telaşı çelik zincire Sabrın derisini yüzsem kim anlar?. İçte deprem olur dışın düğümü İhlassız çözülmez işin düğümü Aklımdan geçeni düşündüğümü Okusam kim dinler yazsam kim anlar? Çift başlı yılanlar çıktı kabirden Tokmaklar inmeye başladı birden Beynime saplandı zehirli oklar Kıpkızıl kan ile doldu oluklar Tokmaklar inmeye başladı birden Çift başlı yılanlar çıktı kabirden. Adımlarım bataklığa gömüldü Bülbüller ağladı; baykuşlar güldü Aynalarda cesetleşti umutlar Devler gibi haykırıyor umutlar Bülbüller ağladı; baykuşlar güldü Adımlarım bataklığa gömüldü. Yeryüzü kaynıyor damarlarımda Kar yağıyor artık baharlarımda Ufuklar daraldı, boynuma geçti Kabuslar ruhumu ikiye biçti Kar yağıyor artık baharlarımda Yeryüzü kaynıyor damarlarımda. Gözlerim çiyanlı bir kuyu, eyvah Kapkara tüllere büründü sabah Makinalar ezdi duygularımı Hıçkırıklar böldü uykularımı Kapkara tüllere büründü sabah Gözlerim çiyanlı bir kuyu, eyvah. Yorgunum; titriyor bütün bedenim Kimseler duymuyor âhımı benim Nerede huzuru sardığım günler Neşeli bayramlar, tatllı düğünler Kimseler duymuyor âhımı benim Yorgunum; titriyor bütün bedenim Şaraptı rakıydı şuydu buydu Kişi esrimeyi bir aşkta tatmalı ilkten Dedim ya ondan gayrı korkuluğa güvenmem İçtiğim hep aşktı benim gerisi tortu. Sevişik bir keçi yumukgöz oğlağına Özüne aşk sızmış o sütü emziriyor Yumurtasını bir kovuğa koyarken Aşkı da koyuyor anaç zargana. Aşk mavisi tükendiyse o boşuna denizde Bil ki diken bir çamurla örtülüdür sığlığı Niye enez bu zambak diye sordular mıydı Aşksız geçen günlerinde örselenmiş, de. Aşk bürünmeseydi de bak hiç şakır mıydı Şu bi damlacık isketeyi ta gagadan kuyruğa Kişi gönlünü yitirdi mi ne yüzle çıkar sokağa Yaşamda nesi varsa aşk işte onun adı. Ansıyın, aşkla yağdı da sular Ondan kokulandı ıtır çekirdeklendi elma Doğayla elele bizi üreten bir sevgi var Evrende en soylusu sezdim ki bu çoğalma Mavi dövmeleri Ve bitmek bilmez yasların çürük izleriyle Durup ateşe bakıyorlar. Rüzgâr estiğinde hepsi ürperiyor Göğüsleri değiyor toprağa . Ellerinde yanan odunlar taşıyan kadınlar Siyah kazanların pası çökmüş yaşlılığıyla Dolaşıp duruyorlar. Ateşin öfkesi kabardığında Sesler artıyor. Orada ateş hiç bitmiyor Söndürmek bir belâ . Göğüsleri pörsüyen kadınlar Ellerinin korkunç inceliğiyle Tutacakları odunların sertliğini düşünmekte Ve susmaktalar. Sustuklarında yaşları farkedilmiyor Toprak kokuyor bağırdıklarında . Nereye yaslanacaklarını unuttuklarından Gözlerini toprağa bırakıyorlar Çünkü bulutlar gökte kalıcı değil En içten Toprağa veriyorlar kendilerini Ve kokuyorlar arasıra Rıhtımda uyuyan gemi Hatırladın mı engini? Sert dalgaları, yosunu Suların uğultusunu? . N'olur bir sabah vakti Çağırsa bizi sonsuzluk Birden demir alsa gemi Başlasa güzel yolculuk.. Yırtılan yelkenler gibi Enginle başbaşa kalsak. Ve bir şafak serinliği İçinde, uykuya dalsak.. Rımtımda uyuyan gemi Hatırladın mı engini? Gidip de gelmeyenleri Beyhude bekleyenleri? Duyumsadığın her şeye En küçük önemi ver.. Söylemişti sensiz yaşayamayacağını Unutma bunu, yeniden rastlarsan ona Tanıyacaktır seni.. Bana bir iyilik yap, bu kadar çok sevme beni. Son kez sevildiğimde Duymamıştım en küçük bir sevinç bile.. (turgay fişekçi) 34 Dün şarap bulmak için biraz yürüdüm. Ateş kenarında bir soluk gül gördüm. Dedim: Ne yaptın ki sen, yakarlar böyle? Dedi: Şu çimenlikte bir kere güldüm! Anladım ki susmak bir cüsse işi… Derin denizlerin işi… Serin sular en hafif rüzgârları bile coşturabiliyor Derin denizleri ise ancak derin sevdalar… . Derin denizlerin sükutu büyüler beni İçimi bir heybet hissi kaplar Benliğimi hasret duyguları istila eder Kalbim ürperlerle dolar Dalgalı denizler, durgun mavi denizler kadar heybetli gelmez bana Göklerin suskunlugu da öyle Gök gürlemeleri, mavi derinliklerin heybetini siler diye düşünmüşümdür hep Sükut her zaman daha manalı, daha derindir. Kalbe sözden çok sükuttan manalar akar İnsan evrendeki sükutu anlayabilseydi, kim bilir belki de söz olmayacaktı İnsanlar sükutun dilinden anlayacak, derin ve manalı bakışlarla konusacaklardı Ve ses, sükutun heybetini bozamayacaktı Konuştuğum zamanlar hep acze düşmüşümdür de ondan kelama sarılmışımdır Evrendeki her varlıkta sükutu bir süs, bir hikmet olarak algılamışımdır Sözü ise ancak bir zaruret. Hep derin denizler kadar heybetli bir sükut dinledim ondan Sanki durgun ve derin bir ummanın kıyısına varmıştım Derinliklerinde gönül ve hikmet incilerinin gülümsediği bir deniz bulmuştum Hayatın hiç bir kasırgası, hadiselerin hiç bir fırtınası onu dalgalandıramıyordu O denize imrendiğim an, gözlerim şu mısralara takılmıştı:. Gittim, gittim, denizin sınır yerine vardım Halin bana da geçsin! diye ona yalvardım Bir çılgın vesvesede içim didiklense de, Olaydım o cüssede, O’nun gibi susardım. Gercekten de öyle olmustu Sonsuza götüren bir denizin kıyısına varmıştım O zaman anladım ki, susmak bir cüsse işi Derin denizlerin işi Sığ suları en hafif rüzgarlar bile coşturabiliyor Derin denizleri ise ancak derin sevdalar Anladım ki, derin ve esrarengiz olan her sey susuyor Anladım ki susan her şey derin ve heybetli… Sana korkunç gülümsemeler bitti sonra hiç kimseyi göremedim herkes beni arıyordu bir ölü macar cambaz buldu beni buldu beni samyeli esiyordu denizden Yaşamaktan mı yorgunum,bilmem Seni günlerce beklemekten mi? Yine yoldan geyik geyik sekişin Gün sönerken mi,ay batarken mi?. Söyle:Memnun musun uzaklarda Yuvan aydın gönülcüğün şen mi?. Yine kalsın mı, dizlerimde başın Yine koynumda can çekişsen mi... Kim sorar,ey hayat,kim düşünür Ki vakit geç mi yoksa erken mi?. Söyle:Memnun musun uzaklarda Yuvan aydın gönülcüğün şen mi?. Gökte kanatlar bizimdi...bilmezdik Bu hafiflik kanat mı yelken mi; Anlamaz,anlamazdık Allahım Böyle yekpare can mıyız ten mi?. Söyle:Memnun musun uzaklarda Yuvan aydın gönülcüğün şen mi?. Bilemem:Gizli gizli'gel'dediğin Başka bir aşina mıdır,ben mi; Kadehinden mi sarhoşum hala Kadahlerinden mi?. Söyle:Memnun musun uzaklarda Yuvan aydın gönülcüğün şen mi? Ey şûh-ı kerem-pişe dîl-i zâr senindir Yok minnetin asla Ey kân-ı güher anda ne kim var senindir Pinhân u Hüveydâ Sen kim gelesin meclise bir yer mi bulunmaz Baş üzre yerin var Gül goncasısın gûşe-i destâr senindir Gel ey gül-i rana Neylersen edip bir-iki gün bâr-ı cefâya Sabreyle de sonra Peymâne senin hâne senin yâr senindir Ey dil tek ü tenhâ Bir bûse-i cân bahşına ver nakd-i hayatı Ger kail olursa Senden yanadır söz yine bazar senindir Ey âşık-ı şeydâ Çeşmân-ı siyeh mest-i sitem kakülü pür-hâm Ebrûları pür-çîn Benzer ki bu dîldâr-ı cefâkâr senindir Biçâre Nedîmâ öylesine bir Mayıs. bu ikinci, sen yoksun. ruhum çinko bir tepside. yalnız; arayan değil dönen biridir. her yer bulaştı üstüme. kirliyim, bir zenci kadar telaşlı. bağırın, diye sustum, söz ve ses yabancıdır, ten yanılmaz. ansızın bir teleferik, termometre ya da aysar... deliyim, bir gece bekçisi kadar dalgın. kefen diye örtünmedin üstüme. işte herkes çekip gitti. geç oldu, ama anladım, insandan korkmak gerektiğini. söyler- im, zaman ve veznedar cüreti: 'esrik bir kadını öpüyorum. bakmayın adımı bilmiyor. nasılsa unutur güneşin kuzeyden battığını. kasıklarımda cinlenen hin'e sarılıyor. bildiğim tek özgür ülke, nüfus: 1, rakım: 1.72! '. içime döndüm yine. seni severek kullandım çarşı iznimi. Aşkın kanununu tahsil etmiştim kalbimin en doğusunda İçimde yağmur duasına çıkmış birkaç köy Birkaç köy sular altında. Kalbimin doğusu, Her resme güneş çizen bir çocuktu. Gam yükünün kervanları yürürdü dudaklarımda Kavruk ve çatlaktı dudaklarımın toprakları. Ölümün ötesinde bir köy vardı Orda, uzakta, kalbimin en doğusunda Şimdi bana yalnızca Dertli türkülere duyduğum karşılıksız aşk kaldı.. Güzel beyaz bir tay doğururdu her sene hafızam Yorgundu oysa Durmadan, durmadan hatırlamaya koşmaktan.. Kalbimin doğusunda bir yalan dünya vardı. Okyanusları mavi olmayan. Benim için hayat, Kalbi kalpazanlıktan kırk sene yatmış çıkmış bir adamdı. Geçmişim acıyor şimdi, yalnız benim değil Benim ülkemin geçmişi de acıyor mesela. Bilirdim oysa ilk badem ağaçları çiçek açar baharda. Bilirdim çiçek satan çingene kızlarını Onlar bütün şimdileri, bütün zamanlara Bir gül parasına satardı. Oğlan kıza bir gül alsa Bilirdim odur en kırmızı zaman. Adına aşk diyorlardı Kalbimin en doğusunda bir yalan dünya vardı.. Kim bir şairi kırsa Şair gider uzun bir dizeyi kırar mesela Bilirim kim dokunsa şiire Eline bir kıymık saplanacak. Bilirim kırılmış dizeleri tamir etmez zaman Yorgunum oysa Durmadan kendime bir tunç uyak aramaktan.. Aşkın kanununu tahsil etmiştim kalbimin en doğusunda Boş salıncaklar gibi gıcırdayarak konuştum karanlıkla Kediler gibi mırıldanarak. Alkolden bir denize bıraktım kalbimi Kırmızı bir sandal gibi, Arka sokaklarda sarhoş konuştum karanlıkla. Avuçlarımla konuştum, Allah büyüktür diyen insanlar gibi. Kedi dili bisküvilerinin bir pastayla konuşması gibi Yumuşak ve kremalı konuştum onunla. Baharda leylaklar açardı boynumda Mor ve pembe konuştum karanlıkla Gece açılıp gündüz kapanan bir parantezdim, Sözler vardı içimde işe yaramayan Sözlerle konuştum karanlıkla... Önce söz yoktu kalbimin en doğusunda Sözler... Bir yağlı urgandı acıyı boğmaya yarayan. Neydi o denizin maviliğinden güzel? Dupduru, apaydınlık eden gecemi neydi? Nerde o gözlerimde büyüttüğüm resim? O şarkılar ansızın bitecek miydi? . Hani bizdik sonsuzluğa açılan ilk pencere Hani bizi var eden o yanyana dakikalardı Bitti mi çağırışı gecelerin, plaklar sustu mu? Hani seninle doludizgin yaşamak vardı. Bir ölüm kadar güzeldi her şey Yeniden arınırdık her sevişmede Doğan gün bir uzak iklimde bulurdu bizi. Şimdi neden o çizgiler bir bir değişmede? Bütün zamanların beni terketmesi neden? Yoksa nesli tükenmiş bir hayvan mıyım ben? İlan edemezken gönül halimi İçini döküşün beni anlattı Lal eylerdi derinliğin alimi Engine çıkışın beni anlattı . Aşk elinden nağmeleri sesleyip Sükut ile ifadeyi süsleyip Duyguları gözyaşıyla besleyip Sel gibi akışın beni anlattı . Can evime hapsol diyen o çağrı Titretti adeta felç olan bağrı Maziye gerilip atiye doğru İçini döküşün beni anlattı . Vakit daraldıkça açıldı perde Yokluğun korkusu başladı serde Zamanın en erken olduğu yerde Boynunu büküşün beni anlattı . Kaderin zuhuru ne geç ne erken Anlaşılır ancak vuku bulurken Talihin yüküne talib olurken Dağılıp çöküşün beni anlattı . İradem susunca, sevda yer etti Sevdayı beyana gönlüm ar etti Bir anda başlayıp bir anda bitti Gönlümden çıkışın beni anlattı Suphi suphi bir acayip adam Suphi suphi benim canım ciğerim . Kimse bilmez nereli olduğunu . Suphi suphi bir acayip adam Suphi suphi susar akşam oldumu . Bir cebinde daskapital, Bir cebinde kenevir tohumu . Suphi suphi bir acayip adam Suphi suphi benim canım ciğerim . Fırtınadan artakalmış bir teknede tevekkül içinde Görkemli sakalı ve iğreti parkasıyla Gizlediği macerasıyla bir acayip adam yaşardı Akşamları susardı ben konuşsam kızardı Bir sürgün kasabasıydı bir eski zamandı Hazirandı, çocuktum, evden kaçmıştım Gelip ona sığınmıştım Küçücük bir koydu, sığdı Burayı keşfeden belki o oldu Uzaktan kasabanın ışıkları yanardı İçim anneyle dolardı ağlardım Suphi şöyle bir göz atardı Gizli bir cigara sarardı ağlardı Sonra barışırdık ben flüt çalardım Cigara sönerdi ağlardı Nerden geldiğini bilmezdim Kimsesizdi belki kimliksizdi Onun macerası onu ilgilendirirdi Kimseye ilişmezdi bir şeylere küfrederdi hep Tedirgin bir balık gibi uyurdu Bazen kaybolurdu arardım Yağmurun altında dururdu Bir kalın kitabı vardı cebinde dururdu Her gün okurdu ben bir şey anlamazdım Kapağını seyreder duymazdım Sakallı bir resimdi kimdi ne kadar mütebbessimdi Sordum bir gün Suphi’ye Söylediklerini niye anlamıyorum diye Bildiklerini dedi yüzleştir hayatla Ve sınamaktan korkma Doğruyla yanlışı o zaman ayırabilirsin Ve onu anlayabilirsin Sonra gülerdi Günlerim yüzlerce ayrıntıyı merak etmekle geçerdi Sonra yine akşam olurdu Suphi susardı Ben konuşsam kızardı Tekneye martılar konardı Yüreğim Suphi’ye yanardı ağlardım Suphi denize tükürürdü Gökyüzünü tarardı ağlardı Sonra barışırdık ben flüt çalardım Yıldız kayardı ağlardık . Suphi suphi bir acayip adam Suphi suphi benim canım ciğerim . Kimse bilmez nereli olduğunu . Suphi suphi bir acayip adam Suphi suphi susar akşam oldumu . Bir cebinde daskapital, Bir cebinde kenevir tohumu . Suphi suphi bir acayip adam Suphi suphi benim canım ciğerim . Bir sürgün kasabasıydı bir eski zamandı Hazirandı, çocuktum, evden kaçmıştım Gelip ona sığınmıştım Bir gün aksilik oldu annem beni buldu Suphi kaçıp kayboldu kasaba çalkalandı Olay oldu ben sustum kanım dondu Polisler onu bulduğunda tekti, felaketti Herkes meydanda birikti Karakoldan içeri girerken sanki mağrur bir tüfekti Ansızın dönüp bana baktı anladın mı dedi Anladım dedim anladım Ve o günden sonra hiçbir zaman Hiçbir yerde hiç ağlamadım Simdilik beni en son sen ara uzunc melegi dolasip dursun odamda.. Kis omuzlarini, kucult kendini birsey isteme, istemeye yeltenme arzuyu arzulama hosa gorun, hosa git...incitme incin, icini kanat... Hep acit kendini Kendini kalabaliklara sun..Bosluga el salla guleryuzlu ve canayakin bir hayalet ol yuzunu hep onlara tut gozlerini icine cevir nefesini tut ve yasa. Cunku bitmedi daha icindeki o buyuk hazirlik ve sen sevdikce...sevdikce amansiz bir sevda halinde birgun olecek bu kasvet, olecek benimle birlikte.. Simdilik beni en son sen ara uzunc melegi dolasip dursun odamda. Bilgisayar olarak kullanmış bir gölü Selçukluya pragmalar taşıyan Gazali Bir ilk aptallığı düğüm sayarak Yadsımış dört yanı hep yukarı bakmış.. Bu yüzden önündeki ayna kırılır kırılmaz İntihar etti sayılmış tasavvuf ehli, Yine bu yüzden doğduğu an Kaymaya başlamış Osmanlı yıldızı, . Baktım yeri toparlıyor ayak izleri Keşke yalnız bunun için sevseydim seni. Oldum çü mahv-ı mahz-ı zat, buldum vücudumdan necat Ben içmişim ab-ı hayat, ermez bana herkiz memat. Ben dost yolunda varımı terk eyledim önden sonra Küfrile iymandan geçüp a'yanda bulmuşam sebat. Her kande baksam görünür gözlerime sırr-ı ezel Her şey ulaşıp aslına çıktı aradan kainat. Dost ile ben dost olalı, zevkiyle işret bulalı Zayf-ı mükerremdir bu can hep yediğim kand ü nebat. Halvet'den ettim rıhleti, kesretde buldum vahdet'i Bazar'da düzdüm halveti, ruz u şeb'im iyd ü berat. Gördüm bu alemler kamu benim vücudumla dolu Bir olmuş 'Uçmağ' u 'Tamu', cümle bana olmuş sıfat. Her ne yana kim eğilem, ol yana her şey eğilir Olmuş Niyazi hep senin sayelerin sitti cihat Gülerken yüzün Dem çeken bir güvercinin sesini İçin için büyüyen çimenleri Baharda lunaparkı, bayramyerini Ve alışkanlıklar dışında her şeyi. Gülerken yüzün Aşıyor geçmişin acılarını Kendini yarına değiştiriyor. Gülerken yüzün Sanki çarmıhını kırmışsın Senin ve ardından geleceklerin Aylası alnına düşmüş gecenin Oturmuş ağlıyor kendisi. Bunu öyle candan öyle yürekten Öyle bir tutkuyla istiyorum ki Aklımda hep öyle kalmalısın Ne içindeyim zamanın, Ne de büsbütün dışında; Yekpare, geniş bir anın Parçalanmaz akışında.. Bir garip rüya rengiyle Uyuşmuş gibi her şekil, Rüzgarda uçan tüy bile Benim kadar hafif değil.. Başım sükutu öğüten Uçsuz bucaksız değirmen; İçim muradına ermiş Abasız, postsuz bir derviş.. Kökü bende bir sarmaşık Olmuş dünya sezmekteyim, Mavi, masmavi bir ışık Ortasında yüzmekteyim. Güzelsin sevgilim, Ama çok yakından! Mavi yaz akşamları, patikalarda, dalgın, Gideceğim sürtüne sürtüne buğdaylara. Ayaklarımda ıslaklığı küçük otların Yıkasın, bırakacağım başımı rüzgara.. Ne bir şey düşünecek, ne bir laf edeceğim; Ama sonsuz bir sevgi dolduracak içimi; Göçebeler gibi uzaklara gideceğim; Mes'ut sanki yanımda bir kadın varmış gibi. Yaşamaz ölümü göze almayan Zafer, göz yummadan koşarda gider. Bayrağa kanının alı çalmayan Gözyaşı boşana boşana gider!. Kazanmak istersen sen de zaferi Gürleyen sesinle doldur gökleri Zafer dedikleri kahraman peri Susandan kaçar da coşana gider.. Bu yolda herkes bir ey delikanlı Diriler şerefli ölüler şanlı Yurt için döğüsen başı dumanlı Her zaman bu sandan, o sana gider. Aramak... Ömür boyunca aramak... Yalnız seni aramak... Paslı teneke kutularda, küf kokan dolaplarda, çerçevelerde, tenhalarda, ağaç diplerinde, sonra vapurlarda, trenlerde hep seni aramak. Belki bu şehirde değilsin. Ne çıkar? Seni arıyorum ya. Belki de ayni sokakta evlerimiz, sabahları beni görüyorsun işime giderken. Sonra akşamı bekliyorsun, alacakaranlığı... Beni bekliyorsun ya da bir başkasını, bir başkasını.... Hiç gel demiyeceğim sana. Aramak neredeyse ben oradayım. Ayaklarım ne güne duruyor? Yok yok birden karşıma çıkma. Kaç, saklan. Seni aramak istiyorum.. Git bu şehirden haydi git. Dağlara çık, o uzak dağlara. Rüzgârların krallığında hüküm sür. Baktın ki oraya da geldim, yine kaç. Başını al, açıl denizlere. Gemilerin en güzeli, en büyüğü dilediğin limana götürmeli seni, dilediğin yere demir atmalı. Ben küçük bir balıkçı kayığı ile peşinden gelsem yeter. Seni arıyorum ya !. Bir yıl, beş yıl, on yıl değil; beşikten mezara kadar aramalı insan ama ne aradığını bilmeli. Yaklaşıp uzaklaşmalı aradığından. Okyanus dalgaları üstünde bir küçük tekne gibi alçalıp yükselmeli. Yalınayak koşmalı yollarda, ayaklarını sivri taşlar kesip kanatmalı. Çöllerden geçmeli yolu, yanmalı kavrulmalı. Sonra gözün alabildiğine ak, soğuk ülkelere düşmeli. Buzlar kırılmalı ayaklarının altında, üstüne kar yağmalı.. Bir gün bulacaksam bile parça parça bulmalıyım seni. Ayaklarını Afrika'dan getirip bir kâğıt üzerine yapıştırmalıyım, saçların Sibirya'da bir mabudun gözleri olmalı, ellerin İtalya'da bir heykelin elleri. Bulsam da seni parça parça bulmalıyım.. Yine de bir yerin eksik kalmalı. Yeniden yollara düşmeliyim, onu aramalıyım. Ve tam seni tamamladığım anda ölmeliyim. Ey neftî gölgesinden uzanıp birkaç dalın Şeref rüyalarına dalan yeşil Çankaya! Nasıl kanatlarını sakladın o kartalın, Nasıl yettin yıllarca onu barındırmaya? O ki sarsıntısından taçlar düşerdi taçlar, Nasıl saydın korkmadan göğsünün çarpışını? Nasıl ateş almadı onu görmüş ağaçlar, İçinde yanan güneş yakmadı mı dışını? Arzı oynatmak için yeterken her adımı Yanardağlar bulurken kül olmuş her yığın dağ, O seni yıkmadı mı, o seni yıkmadı mı? O eşsiz kahraman ki dünya ağırlığında: On milyon bel iki kat olmuşken eğilmeden Onda on beş milyonun boynu birden uzaldı, Tanrı, peygamber diye nedir, kimdir bilmeden Taptığımız ne varsa hepsi ondan şeklaldı. Şeref rüyalarına dalan yeşil Çankaya, Gölgesi baş döndüren bu sırrı anlat bize: Nasıl yettin yıllarca onu barındırmaya, Seni böyle ebedî kılan hangi mucize? Bir nisan akşamı,serin bir günün, Şark'ın bu sevimli,güzel köyünün Cenneti andıran bir akşamıydı.. Sizi ilk balkonda gördüğüm gündü, Yüzünüz sararmış gibi göründü, Acaba ruhunuz çok hasta mıydı? . Sordum ki bu kimdir,gülümsediler, 'Eşinden ayrılan bir kız dediler, 'Gezdiği yer işte bu ücra saray.. Hicran ne anlamış,sevda ne bilmiş, Ağlatmış,ağlamış,sevmiş,sevilmiş Bir güzelmişsiniz,isminizde Ay. Hayat kitaplarda yazılan gibi değilmiş. Kitaplarda her kelimenin altında başka bir kelime gizliymiş. Her yüzün altına başka bir yüz... Böyle gidiyormuş bunun sonu yokmuş. Geç de olsa şimdi anlıyorum. Beni aşar bu kelimelerin altındaki kelimeler, bu yüzlerin altındaki yüzler... . Ben içimdeki acıya bakarım. İçimdeki enayiliğe bakarım. Evet kelimelerin altındaki kelimeyi, yüzlerin altındaki yüzü biliyorum ama, ben seni içimde hissederken, sana inanmışken şehrin her tarafında yanan bir ışık vardı. Yollarda, bahçelerde, hiç durmadan yanan bir ışık... Sen bu hayatta her şeyi benden iyi bilirsin. Öyleyse açıkla seni içimde hissettiğim her an hayatı aydınlatan bu ışığı... . Yollarda, bahçelerde, evlerde gece ve gündüz durmadan yanan bu ışığı... Hadi böyle bir ışığın hiç olmadığına inandır beni. Enayisin de bana... Çocuklardan, sarhoşlardan, budalalardan bile daha enayi... Dünyayı, insanları, hayatları göründüğü gibi sandığım için... Herşeyin göründüğü gibi olduğuna inandığın ve öyle sevdiğim için enayisin de... . Ama açıkla bana bu ışığı... Göç oldu bir acıdan öbür acıya oysa sağrısı kurumamıştı atımızın daha dün sürüp gelmiştik buralara bugün göründü yine yolların ucu. Devrildi kıl çadırlar seher vakti usulca uyandırıldı çocuklar ve kadınlar bohçası çözülmemiş bir keder gibi gibi düştüler yola. Turnalar gitti biz gittik bitmedi peşimizdeki nal sesleri nerde konaklasak tedirgindik kuruyordu ırmaklar ve göller. Bir yangın gibi taşıyıp durduk kederi ve acıyı göğsümüzde yer gök duman içindeydi sanki genzimizi yakıyordu ayrılıklar. Zulüm bırakmadı peşimizi hiç biz gittik o buldu izimizi konar göçer olduk yedi iklimde tanığımızdır dağlar taşlar. Yalnız bir öfke ışıltısı kaldı gözlerimizin yorgun sularında yaşamak bir inat oldu artık yaşamak bir direnme oldu zulme. Ve işte devrildi yine kıl çadırlar göç başladı bir acıdan bin acıya Geride akşamın küllenen ateşi ve susturulmuş çocuk sevinçleri kaldı. (Su Çürüdü) Okul defterlerime Sırama ağaçlara Kumlar karlar üstüne Yazarım adını . Okunmuş yapraklara Bembeyaz sayfalara Taş kan kağıt veya kül Yazarım adını; . Yaldızlı tasvirlere Toplara tüfeklere Kralların tacına Yazarım adını . Ormanlara ve çöle Yuvalara çiğdeme Çın çın çocuk sesime Yazarım adını . En güzel gecelere Günün ak ekmeğine Nişanlı mevsimlere Yazarım adını . Gök kırpıntılarına Güneş küfü havuza Ay dirisi göllere Yazarım adını . Tarlalara ve ufka Kuşların kanadına Gölge değirmenine Yazarım adını . Fecrin her soluğuna Denize vapurlara Azgın dağın üstüne Yazarım adını . Bulutun yosununa Kasırganın terine Tatsız kaba yağmura Yazarım adını . Parlayan şekillere Renklerin çanlarına Fizik gerçek üstüne Yazarım adını . Uyanmış patikaya Serilip giden yola Hıncahınç meydanlara Yazarım adını . Yanan lamba üstüne Sönen lamba üstüne Birleşmiş evlerime Yazarım adını . İki parça meyvaya Odama ve aynaya Boş kabuk yatağıma Yazarım adını . Obur köpekçiğime Dimdik kulaklarına Acemi pençesine Yazarım adını . Kapımın eşiğine Kabıma kacağıma İçimdeki aleve Yazarım adını . Camların oyununa Uyanık dudaklara Sükütun ötesine Yazarım adını . Yıkılmış evlerime Sönmüş fenerlerime Derdimin duvarına Yazarım adını . Arzu duymaz yokluğa Çırçıplak yalnızlığa Ölüm basamağına Yazarım adını . Geri gelen sağlığa Kaybolan tehlikeye Hatırasız ümide Yazarım adını . Bir tek sözün şevkiyle Dönüyorum hayata Senin için doğmuşum Seni haykırmaya . Özgürlük . Paul Eluard. M. C. Anday - O. V. Kanık Gözlerin gözlerime değince Su katılıyor rakıya Denizler açılıyor önümde.. Üç çeşit deniz var bildiğim: Birincisi süt liman deniz. İlkgünün özenle okşadığı, Gökyüzüyle kaynaşan deniz.. İkincisi dalgalı oynak, Bir kedi gibi önce sokularak Sonra tozu dumana katan deniz. Balıklara beşik sallayan deniz.. Üçüncüsü volkansı dağlar... Tüfek namlusundan menevişli, Baştan başa gövdesi köpek dişli, Kendi kendine savaşan deniz. Anadolu dağları gibi kıraç, Kış ortasında kurtlar gibi aç Karanlığa uluyan deniz.. Senin gözlerin de öyle uzak, Üç türlü denizde balkıyarak Bütün yaşamımı alıp gitti. Türküler yitirdim dağlarda. Çiğdemleri rüzgar okşar ya, Sarkar ya söğütler ırmağa Rakıya su katılır gibi Gözlerin başlar yansımaya. Gözlerin gözlerime değince su katılıyor rakıya, Ülkeler de kadınlara benziyor, Başlıyor yansımaya.. İşte güvercin kemikli kız! Koca Fransa, Akdeniz... Ve Almanya ki lahana, tütün, Sokakları kan kokarken bir gün Gençliğimi orada bırakıp geldim. Oysa balık gibiydi Urzula Rayh Bir sarı çiğdem gibi severdim. Koku, tad, sıcak... sende her aradığım vardı: Seni soğuk bulanlar, ısıtamayanlardı. Tarihlere,destanlara yol bulabilsem Hiç durmadan düşünmeden geri giderim... Buna şaşma ki geçmişte yaşamayı ben, Gelecekte yaşamaya tercih ederim. Türk diline kimse bakmaz idi, Türklere hergiz gönül akmaz idi. Türk dahi bilmez idi bu dilleri, İnce yolu ol ulu menzilleri. . Bu Garibname eğer Gönül geldi bile, Kim bu dil ehli dahi mana bile, . Yol içinde birbirini yermiye, Dile bakıp manayı hor görmeye, Ta ki mahrum kalmaya Türkler dahi, Türk dilinden anlayanlat ol haki. Ellerimle soydum seni Taç yapraklarını açması gibi Nar gibi diş dişti tazeliğin.. Ah şakıyan ormanı solukların, Öpüşün, bakışın yüreği, Soran diri sessizliğinde.. Bağladım seni dişlerimle Doymak bilmez ipek böceği gibi, Ay gibi yarıktı kırmızılığın.. İki dilim lâle döşekte. kısaydı kalem ömrü yetmedi uzamaya kaybolmuş tılsımlı aceleci bir gezginin kurulmuş kumsaatiydi ağlamaya. adını soruyorlar adını söylemiyor. hırçın bir yağmurum ben harflerim yetmez akrostiş ya da kartvizit yapmaya. şiir bir sezdirmedir diyor lamsız an'lar için imgeler yalan söyler yalanı şiir eyler imgeler dokunduğun yerlerde izsiz ıssız sesler kalıyor adsız ama elmacık kemikleri belirgin mısralar başlıyor saçlarının kaldığı yerden konuşmaya. adını soruyorlar adını söylemiyor biraz da susmaktır diyor şiirimi okumak usta işi bir tabloya yeniden yeniden yeniden bakmak van gogh'un kulağıyla duymak tanrısal seslerini hayatın pazar günkü bir sokaktır cismim vesaitin yetmez yeryüzümü adımlamaya. adını soruyorlar adını söylemiyor. efsunlu kaldırımlar boyu açık açık susabilen sınırsız şehirsiz uzadıkça vatansız çoğaldıkça isimsiz yurttaşlarım yaşar dünyanın on bir yanında yalnızlaştıkça. adını soruyorlar susun diyor şiirim yeri yurdu sahibi olmayan haymatlos bir piç bir gölgenin yorgunluğuyum ben yazılması unutulmuş günahlar için bir fihrist bin yıl sonrası için bir ajanda anlatmaktan sıkılmış bir meddahım ben otopsisiz gömülmüş! Bir şehla bakışın güneş edalım Deliyor dağ gibi kalkanlarımı. Yitirdim denizin saçına tutkun Sabahleyin erken kalkanlarımı. Bağrımda büyüdü ömür dikeni Hürriyet harcadı alkanlarımı. Gecenin karanlık yüzü içinde Zaman yuttu şimşek çakanlarımı. Hangi rüzgar alıp götürdü, bilmem Kendini ateşte yakanlarımı. Dostlarımı geri verin uzaklar Her seher semaya akanlarımı Gel seninle resim yapalım Bir yüz çizelim ince, Küçük nezleli bir burun Ve gözler zeytin iriliğinde.. Sonra bir gelincik, ince bir boyun, Soyulmuş bademden daha ak bir ten, Öyle bir yüz ki seher vakti Mutluluk estirsin güneş doğarken. Ve saçları çizelim, bulutlar, Türküler, masallar gibi, Hepsinin üztüne sonra Kocaman bir insan yüreği.. Öyle bir yürek ki sevgiyle Arkadaşlıkla, mutlulukla dolsun, İsterse ondan sonra Bütün şairler ölsün.. CAHİT KÜLEBİ Biz dünyadan gider olduk Kalanlara selam olsun Ama hep böyle gidecekse bu dünya Kalanlara haram olsun. Yıkılmış yuvama kaldırıyorum kadehimi Kin , öfke dolu hayatıma Yalnızlığına ikimizin ve sana kaldırıyorum. Yalanına bana ihanet eden dudaklarımın Gözlerindeki ölü soğukluğuna Hayatın bu kadar acımasız , kaba oluşuna Ve kurtarmamasına bizi tanrının. 1934 Susarak,iki komşu gibi güne değerek Asıl söyleneceklerin üstünden aşarak Sevdiğim Ayrı ayrı uzakta,yanyana. Birbirimizi derinden gözlediğimiz yazlarda Ve üstün körü baktığımız kentlerde Güllerin güllerimiz Hüzünlerimse hüzünlerimiz değil. Bir deli kuzgun gibiyim yaşlı teleğimle Göğü siliyorum duraksamadan Yorgunluktan değil,öyel sanıyorum Yalnızlıktandır Hızla dökülüyor tüyüm teleğim. Orda öyle aramızda soluyor işte Ayrı ayrı uzakta,yan yana Hangi yangın hangi deprem becerebilir? Yokluğun her dakika ölüm demek gitme kal Hasretim daha yüz yıl dinmeyecek gitme kal Yetişir senden uzak yıllardır kahroldugum Ayrılma hiç yanımdan mahşere dek gitme kal Yaza dönsün kışınız, bayramlar bayram olsun Dert görmesin başınız, bayramlar bayram olsun Otlar/dikenler dolsun Nemrut'ların çanına Kolay gelsin işiniz, bayramlar bayram olsun.. 07.12.2008 Dört şaşkın gözümüz için tek bir ormana. --birbirine gönülden bağlı iki çocuk için bir kumsala. -- bizim apaçık duygudaşlığımız için ezgili bir eve, -- indirgendiğinde dün- ya, işte o zaman bulacağım sizi.. Dingin ve yaşlı bir adamdan başka kimse kalmazsa dünyada, bir 'görülmemiş zenginlik'le kuşatılmış yaşlı adamdan, -- işte o zaman ocağınıza düşeceğim sizin.. Anılarınızın tümünü kavrarsam, -- size boyun eğdirmeyi beceren kadın ben olursam, -- işte o zaman boğazlayacağım sizi. Benim de bir zamanlar sevdiğim vardı Beyaz dantel yakalı liseli bir kız. Bağlarda, bahçelerde, yaylalarda yeşeren Al karanfiller gibiydi aşkımız.... Gülünce içimde rengârenk güzel, Güller açılırdı iri. Hani bilirsiniz ya yıldızsız siyah Geceler gibiydi gözleri.. Bir mermer çeşmeden akan su gibi, Geçip gidiyordu günlerimiz. Biz bize yaşıyorduk kendi kaderimizi Bütün yaratılkardan habersiz. Ve yuvada bekleşen sabırsız, küçük Serçeler gibiydik ikimiz.. Gözleri konuşurdu susunca, mahzun: 'Seni seviyorum' derdi. Sevdadan, gurbetten, hasretten yana Sıcak türküler söylerdi.... Üstelik bir ceylan gibi sebepsiz Ürkek halleri vardı. Ayrılık deyince oturup sessiz Çocuklar gibi ağlardı.. Bilmiyorum simdi kaç yıl, kaç mevsim İçli mektuplar yazdık. Bazen yan yana yürür, beraber otururduk Ama konuşamazdık.. Ben görmedim şimdi öyle diyorlar Büyümüş artık liseli kız, gelin olmuş... Unuttum her şeyi diyormuş Ve her gece rüyâsını nur topu kadar güzel sarışın çocukları süslüyormuş.. Görsem çocularını şimdi diyorum Bakamam yüzlerine çaresiz Bana bakar çocuklar sessiz. Çocukları gözlerinden tanırım Biliyorum, hiç birşey bilmezler ama Bakamam, utanırım Nice nice acıları aklına getir Bunca yoksulluğu aklına getir Gözyaşlarını aklına getir "GİTME KAL" var yok dinlemez bir çocuk isteğidir Gitme aklına getir. Kıraç mı kıraç toprakların üstüne Güneşler açar yağmur kesilince Çırılçıplak kayada yetişir incir ağacı Dağların kuytusunda bir uslu çiçek Dağıtır mevsimi kendi kendine Gitme beraberlik içinde Nasıl sevinirdik aklına getir. Her şeyi her şeyi aklına getir Gece yarılarını aklına getir Söylediklerini aklına getir Sinsi yağmurlar yağıyordu Soğuktu Yaktığımız ateşi aklına getir. Nelerden geçiyorsun aklına getir Gitme dünyamızın her yerinde Yorgun eller gülleri derleyince Ellerin sevincini aklına getir Güllerin sevincini aklına getir. Ne çok severdik seni aklına getir Biliyor musun giderek azalıyoruz böyle sen bir susuşa doğru kırılarak ben senin susuşunun ardında nereye gitsek orada olmuyoruz biliyor musun giderek azalıyor muyuz böyle. akmaktadır günler belki bunlar son rüzgarlardır çünkü neye değsek ellerimiz yanıyor yaz kimliksiz bir gülle orada kalakalmış yaz kalsın orda çocukluğum ağlasın burda bakışlarımızı sular boğmaktadır. Kör dünyanın göbeğine Hak yol İslâm yazacağız. Kuşların göz bebeğine Hak yol İslâm yazacağız. . Yola, ağaca, pınara Esen yele, yağan kara Yağmur yüklü bulutlara Hak yol İslâm yazacağız. . Koç burcuna, yay burcuna Bebeklerin avucuna Minarelerin ucuna Hak yol İslâm yazacağız. . Bucak bucak, köşe köşe Kara taşa, kor-ateşe Yıldıza, aya, güneşe Hak yol İslâm yazacağız.. Askerlerin miğferine Kağnıların tekerine Buda´nın tunç heykeline Hak yol İslâm yazacağız. . Her kapının eşiğine Her sofranın kaşığına Balaların beşiğine Hak yol İslâm yazacağız. . Herkes duyacak, bilecek Saklanmaz gayrı bu gerçek Yaprak yaprak, çiçek çiçek Hak yol İslâm yazacağız.. (Vur Emri) “Annemin anısına adıyorum” . Bütün anneler, annelerin en güzeli, Sen, en güzellerin güzeli. Onüçünde evlendin, Onbeşinde beni doğurdun, Yirmialtı yaşındaydın, Yaşamadan öldün. Sevgi taşan bu yüreği sana borçluyum. Bir resmin bile yok bende, Fotoğraf çektirmek günahtı. Ne sinema seyrettin, ne tiyatro. Elektrik, havagazı, su, soba, Ve karyola bile yoktu evinde. Denize giremedin, Okuma yazma bilmedin. Güzel gözlerin, Kara peçenin arkasından baktı dünyaya. Yirmialtı yaşındayken Yaşamadan öldün... Anneler artık yaşamadan ölmeyecek... Böyle gelmiş, Ama böyle gitmeyecek! Sağ çıkıp günlük savaştan Evin yolunu tutmuşum Yemek yedik, çocuklarım uyudu İniyor üstüme yavaştan Allah’ın bembeyaz bulutu Kederlerimi unutmuşum. . Hayatta olduğuma Seviniyorum şimdi Kavuştum çoluk çocuğuma Koltuğuma uzandım, rahatım Kahvem içime sindi Başladı gecelik saltanatım. Edelim nazmile hoş bir nasihat Dinlesin talib-i destan olanlar Şayet verdi nutkum cahile sıklet Kadrim bilir ehl-i irfan olanlar. Meylini vermişsin kesb ile kare Zikirden fikirden olup avare Bulursun ey miskin ölüme çare Bulmadı âlemde Lokman olanlar. Kimsenin kimseye yoktur sayesi Sütlere karıştı cehlin mayesi Tilkiye verildi aslan payesi Tilki payesinde aslan olanlar. Bütün cihan tuttu şimdi efkâre Küçükten büyüğe yoktur mudare Hizmet gördürürler pir ihtiyare Üç beş yaşındaki sübyan olanlar. Niçin garip oldu hükm-i şeriat Kadının müftünün yediği rüşvet İçkide zinada cahile nevbet Vermiyor hafız-ı Kuran olanlar. Mağrip dediğimiz şark olur bir gün Mümin münafık fark olur bir gün Cennet libasına gark olur bir gün Hak için sinesi üryan olanlar. Kim ne işler ise kendisi biler Her âdem bir türlü sevdaya yiler Dünyada ağlayan ahrette güler Ruz ü şeb Hak için giryan olanlar. Fark etmez dediğin asla din iman Anınçün bilemez yahşiyle yaman Haraç korkusundan olmuş Müslüman Bir alay nimet-i küfran olanlar. Cellad-ı ecelden yemişler satır Kimi tellak imiş kimisi natır Kara toprak içre gark olmuş yatır Kimi veli kimi sultan olanlar. Hiç kimse kimsenin gayretin gütmez Anınçün Hak sözün tutup işitmez Meyhaneye gider camiye gitmez Kadısı müftüsü şeytan olanlar. Dinleyene sivrisinek saz olur Anlamaza davul zurna az olur Sureta insanlar hilebaz olur Böyledir manası hayvan olanlar. Görmüş yok cihanda cahilden vefa Vefa umup etme kendine cefa Olur mu insana zehirden şifa Fikretsin gönülden ihvan olanlar. Sultan isen koyma boynunda vebal Her işin sonunda var elbet zeval Bir mezaristana git eyle sual Kimdir o hâk ile yeksan olanlar. Küçük lokma ile dolmaz avurdu Ne yaman insanı kastı kavurdu Cihanın külünü göğe savurdu Geçti sadarete hayvan olanlar. Bizleri bu ateş haşredek yakar Sanma şimdi sular engine akar Borcunu zannetme gırtlağa çıkar Ecelden kalbine ferman olanlar. Alırsın rengini yeşilli morlu İlletin yok iken olursun çorlu Kılıç vuran düşman olursa zorlu Kurtulmaz sahib-i kalkan olanlar. Herkes belasını azdı da buldu İnsanda evvelki sadakat n'oldu Eski sarayları beğenmez oldu Yere sığmaz oldu sultan olanlar. Çarh-ı felek daim dönüp övünmez Dönerse de dahi eyliğe dönmez Yedi derya suyu dökülse sönmez Bu zulmün nârından suzan olanlar. Seyranî kâmiller ta'nın eylesin Cahiller nutkun zemmin söylesin Bundan âlâ destan yapıp neylesin Şairlikte merd-i meydan olanlar O ki bardağa dökülen seraptır (Bal yoğunluğundadır, sıcaktır, ışıktır). O ki sabah erken bir bahçedir (Çayır kokusudur, serinliktir, muttur). O ki esen yeldir kar erirken (Çiğdemdir, ağaç çiçeğidir, okşayıştır). O ki içilen sudur kana kana (Özlemdir, doymayıştır, kardeştir). O ki bir yüce ırmaktır akar (Ürküntüdür, baş dönmesidir, gidiştir). O ki maviliği belirsiz denizdir (Buğulanmadır, düştür, sevmekte ölümdür). O ki bir ince kızdır ak tenli (Yaşamdır, umuttur, gözyaşıdır) Dağlar ile taşlar ile Çağırayım Mevlâm seni Seherlerde kuşlar ile Çağırayım Mevlâm seni. Sular dibinde mâhiyle Sahralarda âhû ile Abdal olup yâhû ile Çağırayım Mevlâm seni. Gök yüzünde İsâ ile Tûr dağında Mûsâ ile Elimdeki asâ ile Çağırayım Mevlâm seni. Derdi öküş Eyyûb ile Gözü yaşlı Ya’kûb ile Ol Muhammed mahbûb ile Çağırayım Mevlâm seni. Hamd ü şükrullah ile, Vasf-ı Kulhüvallah ile Daima zikrullah ile, Çağırayım Mevlam seni . Bilmişim dünya halini Terk ettim kıyl ü kâlini Baş açık ayak yalını Çağırayım Mevlâm seni. Yûnus okur diller ile Ol kumru bülbüller ile Hakkı seven kullar ile Çağırayım Mevlâm seni Ölümüm kandil olacak, akşamlar akşamlar akşamlar olacak Ben bu acılı baloda Maskesini yitirmiş seferi şair Ben inançsız yolcu Bütün istasyonlarda kanlı rütbeler takılacak omuzuma Bir kuşluk vakti dalgın atların hıncını düşünürken sen'Yalnızlığın bahçesini sulamış olacaksın' Ve gidiyorum... Dudaklarımda bir nergis tadı Bak,kar izleriörtü bile, Kendini iyi koru, bu kış çok uzun sürebilir. Anılarım tutkularıma bağlıydı bilirsin Artık pişmanlık olsa da ılur olmasa da. Ne olursun sen hep böyle kal Varsın ellerim ellerinsiz kalsın. 'Ölümüm kandil olacak, akşamlar akşamlar akşamlar olacak...' Yollara bakardın hep korka korka Dalardı gözlerin, hatırlar mısın? En kısa zamanı otuza, kırka Bölerdi gözlerin, hatırlar mısın? . Kavgalıydın bir kadersiz baş ile Gücün yetse kovalardın taş ile Kederlenir, mercan mercan yaş ile Dolardı gözlerin, hatırlar mısın? . Çıkar seyrederdin tepeyi, dağı İnerdin sessizce dağdan aşağı Her adım attıkça kara toprağı Sulardı gözlerin, hatırlar mısın? . Zaman hızlı, kaçamadın önünden İkrar et, geriye ne kaldı dünden? Ne kadar kötülük varsa kökünden Yolardı gözlerin, hatırlar mısın? . Yürekten verirdin verdiğin vakit Sular ürperirdi girdiğin vakit Bir çocuk, bir çiçek gördüğün vakit Gülerdi gözlerin, hatırlar mısın? . Mezar taşlarında kitabeleri Okumak huyundu öteden beri Giderdin ezele, dönmezdin geri Solardı gözlerin, hatırlar mısın? . 28.01.2005 İki üç balta ayırmaz bizi mazimizden. Ağacın kökü madem ki derindir cidden, Dalı kopmuş, ne olur? Gövdesi gitmiş, ne zarar? O, bakarsın, yine üstündeki edvarı yarar, Yükselir, fışkırıp, afak-ı perişanımıza; Yine bir vaha serer kavrulan imanımıza. Tankınız ne güçlü generalim, Siler süpürür bir ormanı, Yüz insanı ezer geçer. Ama bir kusurcuğu var; İster bir sürücü.. Bombardıman uzağınız ne güçlü generalim, Fırtınadan tez gider, filden zorlu. Ama bir kusurcuğu var; Usta ister yapacak.. İnsan dediğin nice işler görür, generalim, Bilir uçurmasını, öldürmesini, insan dediğin. Ama bir kusurcuğu var; Bilir düşünmesini de.. Çeviren: A.Bezirci Her eylem yeniden diriltir beni Nehirler düşlerim göl kenarında. Ey deprem gel yetiş bu şehirlerin Doğayı çarptıran konumlarına. Doğ ey güneş erit taştan adamı Ve kurut taşları diken elleri. Babamın gölgesi koruyor beni Oh ne güzel şehir bu eski şehir. Dönüştür ey kalbim bahçeli eve Anlamı ezen o makinaları. Kurtuluş haberi olsun dünyaya Ayırma üstümden bir an gölgeni Dönülmez akşamın ufkundayız.Vakit çok geç; Bu son fasıldır ey ömrüm nasıl geçersen geç! Cihana bir daha gelmek hayal edilse bile, Avunmak istemeyiz öyle bir teselliyle. Geniş kanatları boşlukta simsiyah açılan Ve arkasında güneş doğmayan büyük kapıdan Geçince başlayacak bitmeyen sükunlu gece. Guruba karşı bu son bahçelerde, keyfince, Ya şevk içinde harab ol, ya aşk içinde gönül! Ya lale açmalıdır göğsümüzde yahud gül. Geçti felek geçti gayri zamanım Gidiyorum kara gözlüm ağlama Gök yüzünde kayıp oldu dumanım Savruldu poyraza külüm kalmadı. Erenler konardı erler göçerdi Mevla'nın aşkına demler içerdi Güzeller toplanır ekin biçerdi Harman savuracak yelim kalmadı. Mahzuni Şerif'im ah bre günler Kırılmış sazımın telleri inler Alnı top perçemli güzel gelinler Düğünler tutacak halim kalmadı İşte İstanbul yorgun şehir işte canından bezmiş boğaz vapurları kederli tramvaylar ve Galata Köprüsü'nden telaşlı insanlar geçmektedir bir gizli sevinç mahzun gözbebeklerimde eriyen bir sükun kaldırımlarda adım adım işte İstanbul İstanbul dedim de seni hatırladım.. Balıkçı tepsilerinde gümüş balıkları tekir,barbunya,canım uskumru,levrek işte İstanbul kulaklarımda bir derin uğultu hiç bitmeyecek karşıda kızkulesi gözleri yaşlı bir kadın gibi ve minareler çaresizliğimizi haykırmakta Allah'a caddelerinde başım dönüyordu gecelerinde ağladım İstanbul,o büyük şehir o mahzun şehir İstanbul dedim de seni hatırladım.. Boğaz içinden bir vapur geçer benim aklımdan senin gözlerin geçiyordu -Bebek, dediler indim nereye baksam denizdi mavi mavi bir hüzündü ayaklarımın altında işte İstanbul Haliç, Çiçek Pasajı, Beyoğlu... Beyoğlu'nun daracık sokaklarında seni aradım. İçim ürpertilerle dolu,amansız korkularla İstanbul dedim de seni hatırladım. Yücelerden yüce gördüm Erbabsın sen koca Tanrı Alem okur kelâm ile Sen okursun hece Tanrı. Âsi kullar yaratmışsın Varsın şöyle dursun deyü Anları koymuş orada Sen çıkmışsm uca Tanrı. Kıldan köprü yaratmışsın Gelsin kullar geçsin deyü Hele biz şöyle duralım Yiğit isen geç a Tanrı. Kaygusuz Abdal yaradan Gel içegör şu cür’adan Kaldır perdeyi aradan Gerelim bilece Tanrı Emek çektim bir ev yaptım erenler Yine bu güzele bildiremedim Bahar geldi çiçek bitti ot bitti Toprak güldü taşı güldüremedim. Yüreğimde belli belli yaralar Şeytan kalbin almış gözün köreler Hakk'ın niyaz eylemeye âr eyler Eğilip bir secde kıldıramadım. Hû demine bir ikrarı güdenin Tu yüzüne ikrarından dönenin Pîr Sultan'ım münafığı nâdanın Gönül aynasını sildiremedim Bir kış göğü gibi o saat alçalır ölüm, Yalnız işitme duyusu kalır ortada. Asya kentleri yürür dururlar, Höyükler burnumda hızma.. Uzakta dev bir damla:Pırıl pırıl Pencap! Tabanlarından kayıp duran sütunlar Yitmiş bir geleceğin işaret parmakları: Horasan uykusuna havlayan köpekler, Buhara.. Uzaklara bir bakışın vardı kafeteryada Keşke yalnız bunun için sevseydim seni. sen türkü söyle ve gülümse küçüğüm, çünkü sesinin ırmağıyla yeşerecek hasretin bozkırları Kocaman yildizlar altinda ufacik dünyamiz, Ve minnacik bir ``hane'': Kokar kir çiçekleri gün agarmadan, Anisiz, uykusuz, Kokar nane.. Ta öncelerden beri mestolmus herkes, Bir bakima her sey ``mestane''. Hayal edilir nazli yar yönlerden, Ask ile kuslar süzülür, Degisir gökler sahane.. Farkinda degil gönül, Sanki hepten divane; Içimizden, disimizdan Geçer vakit Zalim, zalimane ! Rüzgârına kapıldım hazin bir sonbaharın Ahengine büründüm çıldıran aynaların Korkunç bir heyulada gömüldükçe derine Kapandım kan dağının hayalet evlerine Günlerimi boşluğun ipinde sıraladım Her akşam gözlerimin akını karaladım 'Kavurucu bir yazın sıcağını ân' diye Kar çiçeği sevdiğim saatlere hediye Sesler yankılanınca arkamdan ve önümden Bir şey koptu ve uçtu semalara gönlümden Anladım ki, sonuna ulaşınca bir ömür Yeni bir ömür başlar, daha güçlü, daha gür Ve ruhun gergefinde nakışların arzular Baykuşlar bana âşık, bana düşkün kayalar Diye üzülmüyorm; kapım taş, pencerem taş Gönlüme mağaranın duvarları arkadaş Ah, yalnızlığın şekle bürünen cenâzesi Ah, ruhumun hastalık taşıyan ferâcesi Her akşam hançeriyle bani kalpten yaralar İçime karanlığı dolduran mağaralar Özü bozuk sözü bozuk dile mihnet eylemem Bağına bağban değilsem güle mihnet eylemem Mecnununu susuz koyan çöle mihnet eylerim Derdi benim dermanımdır ele mihnet eylemem. Dostun ayağına turab toza kurban oluyum Varımda o yoğumda aza kurban oluyum Aşk ehlinin sofrasında tuza kurban oluyum Namertlerin sofrasında bala mihnet eylemem. Binbir yıllık aşk taşırım başım gönül yorgunu Gökyüzünün fırtınası özüm yerin durgunu Güz ayının mihricanı sinem ülger vurgunu Aşkın ataşına yandım küle mihnet eylemem. Denizlerin deryaların benki taşkın delisi Ehli gönül muhabbetin benki şaşkın delisi Benki kelamın yolcusu benki aşkın delisi Beni benden alan almış kula mihnet eylemem. Sefaiye ışık olan nura mihnet eylerim Beni divane eyleyen yara mihnet eylerim İnceden inceye gelen sıra mihnet eylerim Arsız adapsız töresiz yola mihnet eylemem Sizin alınız al inandım Sizin morunuz mor inandım Tanrınız büyük amenna Şiiriniz adamakıllı şiir Dumanı da caba. Bütün ağaçlarla uyuşmuşum Kalabalık ha olmuş ha olmamış Sokaklarda yitirmiş cebimde bulmuşum Ama sokaklar şöyleymiş Ağaçlar böyleymiş Ama sizin adınız ne Benim dengemi bozmayınız. Aşkım da değişebilir gerçeklerim de Pırıl pırıl dalgalı bir denize karşı Yangelmişim diz boyu sulara Hepinize iyiniyetle gülümsüyorum Hiçbirinizle dövüşemem Benim bir gizli bildiğim var Sizin alınız al inandım Morunuz mor inandım Ben tam kendime göre Ben tam dünyaya göre Ama sizin adınız ne Benim dengemi bozmayınız Bugün ahmet benim, ama dünkü Ahmet değil. Bugün anka benim, ama yemle beslenen kuşcağız değil.. Enelhak kadehiyle bir yudum içen sızdı Tarılık şarabından. Şişelerle, küplerle içtim ben, sızmadım, ben, sultanların aradığı sultan.. Ben hâcetler kıblesiyim. Gönlün kıblesiyim ben. Ben cuma mescidi değilim, insanlık mescidiyim ben.. Ben saf aynayım, sırım dökülmemiş, paslanmamışım. Ben kin dolu bir gönül değilim, Sinâ dağının gönlüyüm ben.. Üzüm sarhoşluğu değil benim sarhoşluğum, benim sarhoşluğumun sonu yok. Tarhana çorbası içmem ben, can yemeği yerim, içerim can şerbeti.. İşte sarttı seni bir gümüş bedenlinin özlemi. Altın haline geldin artık. Sen altına âşıksın, altın benim rengime âşık.. Gönlü saf sûfiyim ben, benim tekkem âlem, medresem dünya benim. Değilim abalı sûfilerden.. İster yakarış eri ol sen, meyhane eri istersen, bundan sanki ne çıkar? Yok cumartesiymiş, yok cumaymış, bence ne farkı var?. Gerçeğin tadını alan er ne altına aldırış eder, ne kalendar tacına bakar. Ne tasası vardır, ne kini.. Ey Tebriz'li hak Şems'i, yüzünü göstermediysen sen, yoksul çaresiz kalırdı kulun; ne gönlü olurdu, ne dini. Gördün mü o kızı Fıldır esen hızını? İsterdim eşim olsun! Tabi! Sarışını, Bozu! Evcil, Kırlangıç gibi narin, Yuva kurarken misali.. Sen benimsin ve o kadar kibar, Sen benimsin ve hayli terbiyeli, Ama, tek bir şeyin eksik hala; Sivri dudaklarınla öpersin, Kumruların su yudumlaması gibi; Pek naziksin daha.. Çeviri: Musa Aksoy Başımızın üstünde bir bulutun Güneşe asılmış gölgesi, Uzakta toz halinde dağılan Yoğurtçu sesi, Gün bitmeden başladı içimizde Yarınsız insanların gecesi. Ah nice bir uyursun, uyanmaz mısın? Göçtü kervan kaldık dağlar başında. Çağrışır tellallar inanmaz mısın? Göçtü kervan, kaldık dağlar başında. . Emir Hac göçeli hayli zamandır, Muhammed cümleye dindir, imandır. Delilsiz gidilmez, yollar yamandır, Göçtü kervan, kaldık dağlar başında. . Bülbül olup dost bağında ötegör İyi amellerle yükün tutagör Efendimin kervanına yetegör Göçtü kervan kaldık dağlar başında . Yunus sen bu dünyaya niye geldin? Gece gündüz Hakk'ı zikretsin dilin. Enbiyaya uğramaz ise yolun, Göçtü kervan, kaldık dağlar başında. Uyu! Gözlerinde renksiz bir perde, Bir parça uzaklaş kederlerinden. Bir ruh gülümsüyor gibi derinden, Mehtabın ördüğü saatler nerde?. Varsın bahçelerde rüzgar gezinsin, Yağmur ince ince toprağa sinsin, Bir başka alemden gelmiş gibisin, Dalmış gözlerinle pencerelerde. Tekmil medreseler, minareler bir gün yıkılmayacaksa, iman küfür olmayacaksa bir gün, küfür bir gün imanın yerine geçmeyecekse, işte o zaman halimiz tamam. Bir daha ne kalenderliğin yolu yordamı bulunur, ne dünyamıza layık bir adam. Hem sıkıntı hem hüzün ve yok el uzatacak kimse İçinin daraldığı bu dakikalar... İstekler! ...Boşuna ve sonsuzca istemenin yararı ne? ... Ve yıllar geçmede, en güzel yıllar! . Sevmek...fakat kimi? Değmez emeğine bir an için, Ve yok olanağı sonsuz bir aşkın. Kendi ruhunda da kalmamış izi geçmişin: Yitirmiş anlamını sevinçlerin, acıların.... Tutkular mı? Gönlün o tatlı ağrısı da Mantığın sözü önünde silinip gidecektir; Ve yaşam, çevrene soğuk bir dikkatle baktığında Boş ve aptalca bir şakadan başka nedir.... (1840) Önce öksürüverdim Öksürüverdim hafiften, Derken ağzımdan kan geldi Bir ikindi üstü durup dururken. Meseleyi o saat anladım Anladım ama, iş işten geçmiş ola Şöyle bir etrafıma baktım, Baktım ki yaşamak güzeldi hâlâ. Mesela gökyüzü, Maviydi alabildiğince İnsanlar dalıp gitmişti Kendi alemine Aydınlıkta köhneliği belirginleşen ve kentte ve konutta hiçbir şey neyse ben oyum. Öylesine bağsız ve yeğniyim ki bu hafifliğin şiddetinin bedelini bir gün öderim diye düşünüyorum. Sanki varoluş beni cezalandırmak ister gibi; yoğunluğundan bana düşen payını benden geri alarak bu yoğunluğa, olur olmadık herkese ve her şeye fazlasıyla katlayarak sunuyor. Ülkem yok, cinsim yok, soyum yok, ırkım yok; ve bunlara mal ettirici biricik güç, inancım yok. Hiçlik tanrısının kayrasıyla kutsanmış ben yalnızca buna inanabilirim, ben. Yere göğe zamana denize kayalara ve kuşlara da dokunan aynı tanrı değil mi? Bu kutla tanrının yönetkenliğinde, olmayan ellerimle bir yok-tanrı'yı tutuyor ve ölçüyorum yokluğun ağırlığını. Kefe'lerinden birine onun oylumu pekâlâ sığıyor, diğerine duygular, duyumlar ve düşünceler yığılıyor, işte yetkin eşitlik...her gün her gece bu eşitliğin bilgisiyle geçiyor. Bir eskiciden satın alınmış bu teraziyi bir gün başka bir eskiciye vereceğim, o gün, tozanlarım her bir yana dağılıp toprağın suyun ölümsüzlüğüne eklemlenecekler ve ben özgürleşeceğim. Umutları hayâllere bağla-çöz, boş oturma. Sevgilere, nefretlere hudut çiz, boş oturma. . Rüzgârı, yağmuru dinle; gecelerden nur topla Kimse yoksa nefsin vardır, söyle söz boş oturma. . Dirilerle irtibatın bozulmuşsa ne çıkar Mezardaki ölülere mektup yaz, boş oturma. . Yeryüzünde yalnız kalıp sıkılırsan çare çok Yum gözünü, çık yukarı gökte gez, boş oturma. . Tamiri mümkün değildir eskiyen kundakların Boş bulduğun her mekâna tabut diz, boş oturma. . Ev yapmayı ihmal etme fani konuklar için Sonra son menzili düşün, mezar kaz, boş oturma. . Yeis seni kuşatmasın, ataleti silkip at Karanlığın liflerinden ışık süz, boş oturma. . Korkak tembelin işidir ham tevekkül, ham sabır Hak yoldaki tuzakları kır ve boz, boş oturma. . Yürü kutsal hedeflere ölsen bile gam değil Hiç olmazsa geleceğe kalsın iz, boş oturma.. Sula tevhid bahçesini, uyuyanlar uyansın İsyan lazımsa isyan et, zulmü ez, boş oturma. . Sana söylüyorum sana, yapma naz, boş oturma. Doğrul hadi, ayağa kalk… vakit az, boş oturma.. (Akıl Karaya Vurdu) Tükendi gençliğim karanlıklarda, Çılgın fırtınalarda ve yağmurlarda; Güneş bazan açtı, kapandı derhal Bahtımın yazgısı karanlıklarda; Öyle harap ettiler ki gönül bahçemi Dallar hep kırıldı, yapraklar yerde Kuytularda birkaç meyvesi kaldı.... İşte ulaştım güz aylarına Fikirler sararmış yapraklar gibi; Kullanmalı artık her bir aleti Küreği, tırmığı ve ötekileri, Düzeltip onarmak için yeniden Bahçemdeki bütün harap yerleri Suların basıp da oyup açtığı Kocaman çukurları mezarlar gibi.... Hayal ettiğim yeni çiçekler, Acaba bulurlar mı kimbilir, Ardıç kuşlarının bulduğu gibi Güç alabilecekleri her bir gıdayı, Gizemli gıdayı, özlü gıdayı Bu sulak topraklarda. Bu hoş havada.. Ey acı! Ey acı! Yiyip bitiriyor hayatı zaman, Ve yüreğimizi kemiren düşman Bu anlaşılmaz, bu garip düşman Büyüyüp güçleniyor kanlarımızla Durmadan kaybettiğimiz kanlarımızla.. (Fransızca`dan Çeviri : Şevket Seydialioğlu) Yürü bre bol mezarlık Her gün de varan varana Kahrolası koca dünya Birbirin kıran kırana. Gayrı çekemem bu nazı Kış temsil edemez yazı Kör olmuş insanın gözü Gerçeği soran sorana. Mahzuni nedir bu zulüm Kalmadı takatım halim En sonunda vardır ölüm Kendini yoran yorana buğulu bir camdan bakar gibisin gözlerinde bu dalgın, bu yorgun bulut yüreğimde güz kıyamet fırtınalar koparan bu dargın bulut. yaban bir yağmur sonrası sesin dallarına çekilmiş durgun bir çınar gibi sakin suskunluğu telâşsız sözlere sarıyorsun yüreğim örselenmiş kırık kanatlarıyla düşerken avucuna anlamıyorsun. böyle mi biter aşklar gün batımına uçan göçmen bir kuşun yitivermesi gibi bir rüyanın ansızın bitivermesi gibi. nasıl unutursun? nasıl unutursun beni sevdin harlı ateşler yaktın karanlığıma aşkların haraç mezat satıldığı dünyada yıldızları birer birer indirdin saçlarıma. seni sevdim kocaman bir dağ gibi genişledi yüreğim. ne çok şeyimiz vardı anlatacak kimsenin bilmediği ne çok şeyimiz ne çoktuk, ikimizdik, ne çoktuk ne güzeldik, hiç olmadığımız kadar. sen alır gelirdin kendini beni getirirdin yüreğindeki öyle anlardı, aşardık insanın yazgısını nasıl unutursun? . giderdin masamda söylenmemiş şiirleri bırakıp sen gelinceye kadar nasıl da yalnızlıktı yastığımda unuttuğun ve artık hep yokluğun…. bir rüzgârdı, kapandı pencereler son sesleri bunlar ezgimizin duyuyor musun? gidiyorum kal, demiyorsun. şimdi bozkırlarda usul usul ağlayan kahır yüklü ağır bir tren gibiyim kimsesiz bir aşkın ayak izinden uzak yıldızlara doğru yol alan ve gittikçe ırayan ve gittikçe ırayan yazı orda geçirdik kışa gerek kalmadı safça acemice şarkılar söylendi oyunlar oynandı sözde sevinç haline getirildi yıllanmış hüzünler aşklar unutuldu ve bazılarına yeniden başlandı. "insan yaşlandıkça kurtulur" demiş birisi korkudan belki yılgınlıktan ve başka bir şeylerden. oysa yaşlandıkça bulunur mavinin en iyisi akasya çürür tren hızlanır eller ufalır gibi kim yitirir söz gelimi bir başkasının bulduğunu evet kim yitirir kim bulur herhangi bir akşam alacası değil ki bu. imdi ey kış diyorum seni de orda geçirseydik kim düşünecekti bir kumsalda sabahın tanıksız kendi kendine olduğunu. "oysa" diyor birisi "sabah yeniden hatırlamadır yaşamayı" bana kalırsa "oysa" diyenlerden hep korkmalı "oysa ölüm var" da diyebilir aynı kişi. oysa ölüm yakın olmamalı süzgün ve uzun şeylerden de korkmalı bana kalırsa uzun süren devrimlerden süzgün aşklardan ve bunlara benzeyen başka şeylerden akasya hemen çürümeli tren birden hızlanmalı şimdi ey kış diyorum ne kadar sürersen sür yaz güzeldi ve sapsarıydı herkes doydu ve eğlendi oyunlar oynandı oteller ve sokaklar da sapsarıydı kimler ne konuştu ne yitirdi ne kazandı. ama bir şey vardı eksilen ya da çoğalan kumun altında mı denizin üstünde mi masalarda mı. "dünya bir sanrıdır" diyor birisi "belki bir sancı". ne bırakmıştım orda sahi mor gibi soylu bir şey mi bir eziklik mi yoksa. herkes ne kadar da mutluydu "oysa". ne bıraktıysam o kadar kaldı orda 1. Dalgası ırmağın Gökyüzünün kuşağı Rüzgar yaprak ve kanat Bakış söz Bağlılığım sana Gidiyor bir yere durmadan.. 2. İyi bir haber, Bu sabahla gelen Düşünde gördün beni.. 3. Bizim yapayalnız sevimizi ortak etmek isterdim Dünyanın en kalabalık kentlerine Yerini bıraksın sırası geldiğinde Bizim gibi sevişenlere Sayısı çok onların çok az.. 4. Kin duyuyorum yüreğime kin duyuyorum bedenime Ama bir şey demek elimden gelmez sevdiğime.. 5. İki kişiydik yaşıyorduk Bir sevişme gününü parıltılar içinde Güneşimiz o kucaklıyorduk birlikte Yeryüzü tüm ışıktı bizim için. Gece bastırınca gölgesiz kaldık Altını parlattık ortak kanımızda İki kişiydik bir tek kaynakta Bu aydınlık bir daha kararmaz.. 6. Sis karıştırıyor ışığını Yeşiline karanlığın Ilık bedenini sen Delice istediğim benim. 7. Kapanıyorsun aydınlanıyorsun Uyuyorsun uyanıyorsun Boyunca akıp giden mevsimlerin. Sen bir ev yaptın Pekiştirdin yüreğinle Bir yatak bir yemiş tıpkı. Sığınağı bedeninin Düşlerin uzar gider Güzel günlerin evi bu. Ve öpüşmeler gecenin içinde. Günün sonunda bir yüz Bir beşik gibi günün ölü yapraklarında Bir çıplak yağmur demeti Gizlenmiş bütün güneş Kaynakların bütün kaynağı suyun dibinde Kırık aynaların bütün aynası Bir yüz sessizliğin tartılarında . Öbür çakıllar arasında bir çakıl Günün son ışıklarının sapanları için Unutulmuş bütün yüzlere benzeyen bir yüz. Aklım takıldı! Bir şey diyeceğim! Yok, yok demeyeceğim! Vazgeçeceğim! . Aslında başka bir şeydi söylemek istediğim. Yazdım, sildim. Yazdım, sildim. Seni düşünüyorum ne yalan söyleyeyim. Ama sorsan söylemem! Sen anla! Hisset ya da. Yormak istemiyorum artık hiç kimseyi. Yorgunum zira! Yeniden kurasım yok hiç, aşka dair cümleler. Kelimeleri yan yana getiresim yok bir de, kendimi anlatmak için. Sen anla! Konuşmak istemiyorum kısaca. Konuşacak ne var ki? Benim sana gelene kadar ne yaptığım mı, senin bana gelene kadar ne yaşadığın mı? Saçma! Ne geçmişe aidim artık ne de geleceğe ve kaçırmak istemiyorum şu anı da, olmuşların, bitmişlerin, gelmişlerin, geçmişlerin laf kalabalığında. Olacakların, biteceklerin ve geleceklerin kurgusunda ya da. Ama şimdi burada, seni düşünüyorum ne yalan söyleyeyim. Ama sorsan söylemem! Sen anla! . Ne şu andan öncesi ne şu andan sonrası Dedim ya; bir tek şu anın ciddiyetindeyim. Hayallerim yok sana uzun uzun anlatabileceğim ama çok istersen kurarım tabi senin için ve illâ merak ediyorsan hatırlarım elbet canımın yanmışlığını da zira unutmuş değilim. Ruhumda dikiş izlerim.. Yeni bir alfabe arıyorum konuşabilmek için! Hiç söylenmemiş sözler duymaya ihtiyacım var, ve belki yeniden cümleler kurmaya ihtiyacım var, yetmiyor bildiklerim.. Şimdilik, baş edilir gibi değil içime çekilmişliğim.. Sözlerini duyuyorum; düşüncemi zorlayan, aklımı sana uçuran. Her anlamaya çalıştığımda merak edilen oluyorsun. Anlamak istemiyorum merak etmekten korktuğum için! Yoksa buradayım yani, yörüngendeyim.. Masallar tadındayım. Zehirli elma hevesindeyim! Bul beni! Lakin ne soru istiyor canım ne cevap. Ne bir beklentim var ne de bir söz verebilirim. Bulursan, sadece bulduğuna sevineceğim! Ve eğer geleceksen, seni burada bekleyeceğim. ... Özür dilerim bu kadar yorgun olduğum için! Dedim: Dilber, sen de sevdakâr mısın? Dedi: Senden evvel nâra ben yandım. Dedim: Doğru söyle, bana yâr mısın? Dedi: Sadık yârim, gönülde andım.. Dedim: Gel, ağyarı feramus eyle! Dedi: Terkeyledim, gönlüm hoş eyle. Dedim: Gam-ı aşkı sen de nuş eyle. Dedi: Çoktan anı nus edip kandım.. Dedim: Germanına benler dizilmiş. Dedi: Görenler bağrı ezilmiş. Dedim: Mahmur musun gözler süzülmüş? Dedi: Hâb-ı nazdan yeni uyandım.. Dedim: Emrah gibi var mı âşıkın? Dedi: Elbet benim senin lâyıkın. Dedim: Halinden bil bağrı yanığın! Dedi: Bilmez idim, şimdi inandım. Şu karşıdaki delikli kutuya ev derler İnsanoğulları burada yer burada içer Ve daha tuhaf tuhaf işler görürler Bunların çoğu ayıp şeylerdir söylenmez Evlerimizin üstü kapalıdır Ve bütün şairler gökyüzüne pencereden bakarlar Halbuki kuş yuvalarının üstü açıktır Ve kuşlar şiir yazmazlar Kurşunî yapraklar altında çıktı yukarlara kurşunî hep ve zeytinliklere karışırcasına; toza belenmiş alnını gömdü sonra kızgın elinin tozluluğuna. . Hepsinden sonra bu. İşte buydu sonu. Gözlerim körleşirken gitmeliyim ben; neden istiyorsun bunu, var olduğunu neden söyliyeyim, seni artık bulamazken. . Artık bulamıyorum seni bende, hayır. Başkalarında da. Bu taşta da yoksun sen. Artık bulamıyorum seni. Yalnızım ben. . Bütün insanlığın acısıyla yalnızım, onu seninle hafifletmek için omuzlamıştım; oysa yoksun, adsız utanç, sen... . Sonradan anlatıldı: “Bir melek geldi derken...” . Ne meleği? Ah geceydi gelen ağaçlarda yaprakları ilgisizce kımıldatarak. Havarilerse düşlerinde sıçradılar ancak. Ne meleği? Ah geceydi gelen. . Görülmemiş bir gece değildi gelen gece; onun gibi yüzlercesi geçip gider. Sonra köpekler uyur, taşlar durur öylece. Ah yaslı bir gece, ah herhangi bir gece tekrar sabahın olmasını bekleyen. . Melekler böyle yakaranlara gelmez çünkü, geceler genişlemez bunların çevresinde. Kendini kaybedenleri her şey bırakır yüzüstü; babalar onları terkederler, kapanır onlara analar rahmi de. . (Çev: A.Turan Oflazoğlu) Aşiyan-i mürg-i dil zülf-i perişanındadır Kanda olsam ey peri gönlüm senin yanındadır . Aşk derdiyle hoşem el çek ilacımdan tabib Kılma derman kim helakim zehri dermanındadır . Çekme damen naz edip üftadelerden vehm kıl Göklere açılmasın eller ki damanındadır . Bes ki hicranındadır hasiyyet-i kat'-i hayat Ol hayat ehline hayranem ki hicranındadır . Ey Fuzuli şem'-veş mutlak açılmaz yanmadan Tablar kim sünbül rişte-i canındadır şimdi yoksun seni düşünebilirim artık tutar ellerini öperim uzun uzun kimseler ayıplayamaz beni yokluğunda seni nasıl sevdiğimi anlayamazlar işte gözlerin işte dudakların senin olan ne varsa karşımda duruyor ayaklarını dilediğim yere götürebiliyorum artık sevdiğim şarkıları söyletiyorum dudaklarına ve hoyrat ellerimle seni her gün biraz daha güzelleştiriyorum bütün resimler sana benziyor hayret bütün aynalarda sen varsın nereye gitsem peşimden geliyorsun şimdi sigarasın dudaklarımda biraz sonra beyaz bir kağıt ve akşam içtiğim bir kadeh içki olacaksın kimse yokluğunda bunca sevilmedi kimse yokluğunda ilahlaşmadı bu kadar saçların böyle daha güzel sen daha güzelsin gelecek mutlu günlerin ışığında her şey daha güzel ne var ki ayrılığın adı kötüye çıkmış yoksa bin yıl daha yaşamak isterdim ve seni bin yıl daha ayrılıklar içinde sevmek isterdim ama biliyorsun nihayet ben de bir insanım umutsuzluğa düştüğüm anlar oluyor hiç gelmeyeceksin sanıyorum o zaman kurşun gibi bir korku saplanıyor kalbime katran gibi bir yalnızlık sarıyor içimi yalnızlığımdan utanıyorum beni sevmesen ölürdüm beni sevmesen bir çakıl taşıydım şimdi beni sevmesen bir duvar gibi sağırdım kördüm bir at kadar ölümden acıydım ölümden beterdim beni sevmesen dünyayı bütün insanlara zindan ederdim beni bu kadar saracak ne vardı kanıma girecek göz bebeklerime oturacak bir sen fani gibi dudaklarımdan eksilmeyecek ne vardı hiç karşıma çıkmasaydın bu kör olası gözler görmeseydi seni ne vardı güzelliğini bilmeseydim bir dua gibi bellemeseydim adını ne vardı bütün gece gözlerimi tavana dikerek seni düşünmeseydim belki karşımda değilsin yanılıyorum bu gözler senin gözlerin değil aldatıyorlar beni karanlığın gözleri olmalı bunlar bana böylesine keder veren gülmeyi,yaşamayı haram eden bir karanlığın gözleri olmalı öyleyse sen hiçbir yerde yoksun sana hiçbir zaman yaklaşamayacağım yalan bu geçici sevinç,bu nur,bu ışık bu karanlığın ortasında yanan alev gözler bu kadeh içki gibi aydınlık ne dedimse inanma seni değil kendimi anlatıyorum sen istediğin kadar varlığın ta kendisi ol ölümsüzlüğün ta kendisi ben günden güne yok olmaktaydım bütün ışıkları kaldırıp attım bir yana anlıyor musun gökyüzü güneş olsa sensiz karanlıktayım Anma mısın sen şol günü? Gözün nesne görmez ola. Düşe sûretin toprağa, Dilin haber vermez ola. . Çün Azrâîl'i ne tuta? Assı kılmaz ana ata, Kimse doymaz o heybete, Halktan medet ermez ola. . Gele sana can alıcı, Dahi can alır kılıcı, Aklını baştan alıcı, Bir dem aman vermez ola. . Oğlan gider danışmana, Salâdır dosta düşmana, Sonra gelmeyin pişmana, Sana assı kılmaz ola. . Evvel gele şu yuyucu, Ardınca şu su koyucu, İletip kefen sarıcı, Bunlar hâlin bilmez ola. . Ağaç ata bindireler, Sinden yana göndereler. Yer altına indireler, Kimse ayrık görmez ola. . Üç güne dek oturalar, Hep işini bitireler. Ol dem dile getireler, Artık kimse anmaz ola. . Yunus miskin bu öğüdü, Sen sana versen yeğ idi. Bu şimdiki mahlûkata, Öğüt assı kılmaz ola. Gelip kuşattığında alnını kırk yılın kışı, Ve güzelliğinin meydanında derin siperler kazdığında, Gençliğinin göz alıcı kibirli giyim kuşamı, Dönüşür değersiz eski püskü paçavraya. Derken sorulduğunda sana güzelliğin nerde diye, O diri günlerinin definesi nerde bulunur, Dersen ki derine çökmüş gözlerimde, Bu yanıt, ezici bir utanç ve müsrif bir övünme olur. Oysa ne çok övünme hak ederdi güzelliğin, Eğer şöyle deseydin: “Bu benim güzel yavrum Mazur gösterecek beni, toplandığında yekunum”. Çocuğunda sürdüğünü gösterebilseydin keşke güzelliğinin! Çocuğun daha körpeciktir sen yaşlanırken, Ve duy kanının ısındığını üşüyorken sen.. Çeviren: İsmail Haydar Aksoy Yaptığımız Kabedir Yıktığımız kilise Şu bizim seyranımız Bir seyrana benzemez. Süleyman'lar içinde Ali bir Süleyman'dır Süleyman'lar bildiler Bir Süleyman'a benzemez. Abdesttimiz katlanmak Namazımız sabretmek Biz bir oruç tutarız Ramazana benzemez. Kitabımız da kıl var Dağlar kadar görünür Biz bir ayet okuruz Bir Kur'an'a benzemez. Kul Nesimi sen seni Mana bilir söylersin Biz bir deniz geçeriz Bir ummana benzemez Ölüm çok güzel olmalı, yumuşak, kahverengi toprakta yatmak, birinin başının üzerinde çimlerin dalgalanması, ve sessizliği dinlemek. Dünün olmaması, ve yarının olmaması. Zamanı unutmak, hayatı affettmek, barışta olmak… Biri iz sürüyor İthaka yollarında, unutmuş kralını yıllarca önce Troya’ya giden; biri yeni ele geçirdiği toprakları düşünüyor, yeni sabanın, oğlunu, ve belki de mutlu. Yerkürnin sınırları içinde ben, Ulisses, Hades’in derinliklerine indim ve yılanların aşk düğümünü çözen Tebai’li Tiresias’ın hayaletini gördüm, bir de, ovada aslanların gölgelerini öldüren ve Olimpos’ta oturan Harekles’in hayaletini. Biri yürüyor bugün Bolivar ve Şili’de, belki de mutlu, belki değil. Ben o olmak isterdim. Sedef, safir ve kör uyku, dünden Kalan bir aynaya vuruyor düş gibi Ve kâhinin her remil atışında ölüm Kara değil, karada havada ve suda. Ağlayan narım da çatladı çünkü ben Çocuklarımı kaybediyorum dağlarda Dağlar ki ceylan yurdu, bir gülistan Olsun içindi düşerse yolu Şahmaran'ın. Ve anılardır diye bilinen Şahmaran Belleğin derin kuyusundaki uykusunu Bir hançerle kesip çıkmalıdır günyüzüne Ve bırakarak derisini çöl iklimlerine. Tozlaşan ve durmadan tozlanan keder Sedef, safir ve kör bir uykuya dönerken Çöl hep çöldür, daima çöl, gri söylence Ve buhurun incelttiği ölümcül bir büyü. Gülen ayvamı soruyorum ağlayan kızımı Nerdesin bunca zaman ey Şahmaran Dağlar ceylan yurdudur, bir gülistan Düş yollara, keder öcünü almalıdır çünkü. (Çocuksun Sen) ah bilsen bir bilsen duyduklarımı sanki bir dağ ağırlığı kalkacak üzerimden ve nehirler boşalacak bir anda içerimden sakın bilme.... anlatsan duyarım bütün güzellikleri erir dağlarımın başındaki kar sussan içerimde kıyamet kopar sakın konuşma.... ha küreğe mahkum olmak prangaya vurulmak ha görmemek gözlerini, ikisi de bir bütün kördüğümleri çözecek gözlerindir sakın bakma.... bir haberin gelse iki satırlık yüreğim birdenbire kanatlanır yücelir bir martı gibi çıkar kapına gelir sakın yazma.... çıkıp gittiğinden beri, sessiz sedasız başıboş kalan esir, zindanda yatan hürüm dönmezsen çaresiz kalır ölürüm sakın gelme.... işte dağlar, taşlar şahidim olsun yüzüme bakma, konuşma, yazma istemiyorum dipsiz karanlıklara bağırıp duruyorum sakın işitme... Senin bu küsümser yüz Bir ağlar bir gülersin. Seninle ayakta duruyor Hercai sözcüğü. Seninle biçim - bozuma Uğruyor Türkçe. Günübirlik değerleri ters yüz ede ede Döküntü değeri kazanıyor Her sevgili.. Yüzün göğe açılmış Gündeş yazı Begonyalı pencere Bir mineli altın saat, Bir altın köstek ve madalyon Bir roza maşallah, On iki miskal inci.. Madalyonunu ve boncuğunu İttim içeri, Gözlerimizin dibi karıştı Dağyollarının uzak dumanı gibi.. Ve konsolün üstünde noksan bir gümüş kutu Keşke yalnız bunun için sevseydim seni Demek sen böyle salına salına bensiz gidiyorsun ey canımın canı. Ey, dostlarının canına can katan, Gül bahçesine böyle bensiz gitme istemem.. İstemem, ey gökkubbe, bensiz dönme İstemem, ey ay, bensiz doğma. İstemem, ey yeryüzü, bensiz durma Bensiz geçme, ey zaman, istemem.. Sen benimle beraberken Hem bu dünya güzel bana, hem o dünya güzel. İstemem, bensiz kalma bu dünyada sen, O dünyaya bensiz gitme, istemem.. İstemem, ey dizgin, bensiz at sürme. İstemem, ey dil, bensiz okuma. İstemem, ey göz, bensiz görme. Bensiz uçup gitme, ey ruh, istemem.. Senin aydınlığındır aya ışığını veren geceleyin. Ben bir geceyim, sen bir aysın madem, Gökyüzünde bensiz gitme, istemem.. Gül sayesinde yanmaktan kurtulan dikene bak bir. Sen gülsün, bense senin dikeninim madem, Gül bahçesine bensiz gitme, istemem.. Senin gözün bende iken Ben senin çevganın önündeyimdir. Ne olur, öylece bak dur bana, Bırakıp gitme beni, istemem.. O güzelle berabersen, sen ey neşe, İstemem, sakın içme bensiz. Hünkarın damına çıkarsan, ey bekçi, Sakın bensiz çıkma, istemem. Bir şey yoksa bu yolda senden, Bitik bu yola düş enlerin hali. Ben senin izindeyim, ey izi görünmez dost, Bensiz gitme, istemem.. Ne yazık bu yola bilmeden, rasgele girene! Sen ey, gideceğim yolu bilen, Sen ey yolumun ışığı, sen ey benim değneğim, Bensiz gitme, istemem.. Onlar sadece aşk diyorlar sana, Oysa aşk sultanı mısın sen benim. Ey, hiç kimsenin düşüne sığmayan dost, Bensiz gitme, istemem. gece bir anda yıldız bahçe bir anda çiçek uzaktan denizin kokusu karanlıkta kımıldayan böcek. içimi bir anda aydınlatır mimozalar bir anda yaşamak yeniden güzel yepyeni bir aşk pusuda hazır 'Simdi sen gideceksin, git' guzelligini, ulasilmazligini al ve git. Birak beni eski kisimda yarinimi gotur. Gencligin o yara almaz bencilligine git. Icinde git gide buyuyen o yalnizlik kurdunu guzelligine dadanan o hastalikli huznunu birak ve git... Kibirli arzularina, altin golgedeki kusursuz yuzune... Yillar sonra yasayacagin unutuluslari, o acimasiz kislari bana birak ve git ... Bir öğüdüm vardır sana söyleyem En iyi dostundan sakın sen seni Öğüdüm dinlersen manası budur En iyi dostundan sakın sen seni. Gelir senin ile güler de oynar Ardınca önünce ayıbın söyler Bir vakit gelince önüne çıkar En iyi dostundan sakın sen seni. Senin ile hüsnün bahçesin gezer Gönül aşk elinden satırlar yazar Ardınca önünce kuyular kazar En iyi dostundan sakın sen seni. Gelir senden önce yükseğe çıkar Gözlerinden kanlı yaşını döker Ayağın kayınca urganın çeker En iyi dostundan sakın sen seni. Pir Sultan Abdal'ım böyle söyledi İndi aşkın deryasını boyladı Bunu işlemeyen kula söyledi En iyi dostundan sakın sen seni ben Menaf; hayatın şaşmaz mağduru bir kez olsun güldüğüm iftiradır.diye söylüyor türküsünü ceketçilerin.alnında bitkin bir ter soğuk ve nasılsa kavruk. biz yani Gençlik Parkı'nı severiz.sevgilimiz tedirgin çıkmıştır mahellenin o bildik solgunluğundan daha çok kışı atlatır yaza boza yürüdüğümüz.diye söylüyor türküsünü bekârhanlarının.elinde Tekel Birası.ve tek sap leylakla çiziyor güvenilmez bir maviyi . burada çalınmış kepler, postallar kürtçe ve Artvin ve Çerkeş, Sivas suyun tonları ve ışığı dinlenmiş lambaların.diye söylüyor türküsünü hamalların.sırtında unutulmuş bir şive.Türkçeyi öpüyor yabancı kaldığım bir yerinden. bense bütün dillerde söylüyorum emeğin uzun tarihini.ve fakat Temmuz Sokağı'nda işler kesat! Biz ne zaman içsek, Köfte geç gelir Ve oturur muhabbetin terkisine Çıplak bir efkar sözcüğü. Biz ne zaman içsek, Sabah akar meycinin cebine Günde kaç kez öpüşür ki akrep ile yelkovan Biz ne zaman içsek, İç değilizdir aslında. Dışımızda bronz bir akşam sözcüğü, Çırıl bir efkar sözcüğü Delikanlı kıvamında sevda değilse de Tabansız sevişmelerdeki el değmemiş pişmanlık Biz ne zaman içsek, iç değilizdir aslında.. Bu alkol ikindisi şiirle Şimdi burda açılsaydın Adımın baş harfi gibi Belki ağustos kokardı ağustos Sen, Fikrini ipotek etmiş kiralık sevdalara Senine boyuna sevilmiş sen Yalanı sevdasından büyük sen Bir bil-sen.. Biz ne zaman içsek seni düşünüyoruz Genzimizde göl gözyaşları Biz ne zaman içsek, İç değilizdir aslında.. Dışımızda bronz bir İzmir akşamı... Çirkin değil benim halkım Anlar dilinden aynaların Konuşur aynalarla. Nevruzcana nazlıdır o Sarp kayalarda gizlidir Sümbüldür boynu bükük Ağıtlar tanığıdır Söğüttür incecik su başlarında Dalı yağma yaprakları tozludur Uzak atar yakın düşer kurşunu Balaban bakışlı sulu gözlüdür. Bir bakarsın Yunus Emre Bir bakarsın Pir Sultan Buluşur tanrısıyla yavan ekmekte Emeğin hakkına kılıç sözlüdür Bir yüzüyle Bedrettin o Bir yüzüyle Karacoğlan Hacıbektaş der de uçar bir ak güvercin Yeryüzünün en bilge topraklarında Balık olur takla atar deryada Turna olur aşıp gider dağları Okul der de boylar hapis damları Gün göremez kahrolası dünyada. Tanığımdır bol yıldızlı geceler Tanığımdır yaban gülü şafaklar Barış buram buram tüter burnunda Kan sızar en oynak türkülerinden İmecidir yoksuldur katar terini Aş pişirir ölüsüne yürek yağından Yakınması yoksulluktan Yakınması ayrılıktan Ölümden Kolkolalık nakış olur ışır örtülerinde. Çirkin değil benim halkım Anlar dilinden aynaların Konuşur aynalarla Düşman değil benim halkım Barışa kardeşliğe Kahpeliğe kalleşliğe puştluğa düşman En başta da sömürüye Açlığa düşman Hadi yavrum ben seni bugün için doğurdum Hamurunu yiğitlik duygusuyla yoğurdum Türk evladı odur ki yurdu olan toprağı Ana ırzı bilerek yad ayağı bastırtmaz Bir yabancı bayrağı ezan sesi duyulan Hiçbir yere astırtmaz. Git evladım yıllarca ben oğulsuz kalayım Şu yaralı bağrıma kara taşlar çalayım Hadi yavrum hadi git ya gazi ol ya şehit. Hadi yavrum köyüne, nişanlına veda et Sabanını tarlanı her şeyini feda et O silaha sarıl ki böyle günde bir erkek Bir dualı demirden başka bir şey kullanmaz Bunu tutan bir bilek köleliğin Uğursuz zincirine uzanmaz. Git evladım yıllarca ben oğulsuz kalayım Şu yaralı bağrıma kara taşlar çalayım Hadi yavrum hadi git ya gazi ol ya şehit. Hadi yavrum kendine sen de yiğit er dedir Büyüdüğün gaziler ocağına can getir O cenkleri kazan ki senin büyük Türk adın Yedi iklim dört bucak içerisine ün salsın Beş yüz yıllık ecdadın kabirlerde titreyen Kemikleri öç alsın. Git evladım yıllarca ben oğulsuz kalayım Şu yaralı bağrıma kara taşlar çalayım Hadi yavrum hadi git ya gazi ol ya şehit. Hadi yavrum bugün de dertli ninen ağlasın Ayrılığın oduyla yüreğini dağlasın O yaşları saçsın ki senin aslan göğsünde Benim kanlı gözyaşım düşman için kin olsun Kara yerin yüzünde ayağının bastığı Dağlar beller leş olsun seni asla lekeleyemem,çünkü en derinimdesin buluşmak için çırpındığım o ta içimde. seni asla lekeleyemem,çünkü günlük,basit,sıradan hayatımda yoksun yasakların geri çekildiği, korkunun sustuğu o saf anlarda beliriyor kalbin...kalbime... Ervahı ezelde taksim babında Herkese bir türlü ihsan ederler, Kimi gam çeker de hayal habında, Kimini tahtında sultan ederler.. Adamın bağrın muştayla ezerler, Aheste aheste yola dizerler, Elden ele kap dan kaba süzerler. Yoğururlar sonra insan ederler.. Sümmani değilsin her işe agah, Geçer gençlik fayda vermez ahu vah, İstersen geda ol ister padişah, Sonunda hak ile yeksan ederler. Geldimse bu dünyaya ne bulmuş dünya Gitsem de eğer kıymeti eksilmez ya ! Bir kimse çıkıp da anlatıp söylemedi Gelmekte ve gitmekteki hikmet ne ola? Ben sana bok demem, Boklar duyar ar eder. Bir zerren düşse boka, Onu da mundar eder.. Tanrı senin hamurunu Necasetle yoğurmuş, Anan seni s.ç.r iken Yanlışlıkla doğurmuş. Uykunda ağlıyorsun... Uykunda öpüyorum seni... Korkmadan ağlıyorum seninle... Senin için bir şey yapamayışıma, seni bu dünyada yapayalnız, kimsesiz bırakışıma ağlıyorum... Senin için gerçeklik yok, bu hayat, bu hayatın kuralları yok... Kendine nasıl derinden ve katıksız inanıyorsan, bu hayata, bu insanlara da öyle inanıyorsun... Bunu sana ben anlatamam. Bak bu sensin, bak bu da hayat, bu da kuralları; bak, insanlar seni aslında nasıl görüyor, yok bu hayatta duygularının karşılığı, diyemem. Seni sevginden uyandıramam... Yıllar önce senin olduğun yerdeydim ben de. Tam orta yerde. Benim de saçlarım sevecen bir kardeşlik kokardı. Herkese koşarken açıkta kalırdı öldürülmeye en açık, en savunmasız yanlarım. Nereme bıçak saplanırdı bilmezdim, ama hep yersiz kanayan o zavallı saçlarıma dostluklara gölge düşürüyor, diye kızardım...Umudu ürkütüyor diye yaralarıma kızardım... Ben en çok beni yaralayanlara koşar; bir suç, bir yanılgı varsa, çoğunu omuzlamak için kendimden vazgeçerdim... Sırf sevgiler bitmesin, sırf hayatın sevinci gölgelenmesin, dostlukların son günü gelmesin diye üstüme alırdım bütün günahları, bütün yanılgıları, geçmiş ve gelecek bütün kötülükleri... Sevginin umutları sürsün diye, göze alırdım kalbime akıtılacak zehirleri... Göze alırdım eksik yaşanmış bütün sevgilerin tanığı ve sürgünü olmayı... Sonra baktım kimsesiz ve tesellisiz ölüyorum... Gördüm kendimi nasılsa. Gördüm anısız ve habersiz öldüğümü... Son kez baktım etrafıma, bir yakın, bir içten ses, bir kardeş kokusu aradım kendime. Bağlanmak istedikçe öylesine kopmuştum ki insanlardan, öylesine çok sevmiş, öylesine çok inanmıştım ki, nasıl oldu bilmiyorum, içimden bir kötülük, bir acımasızlık; içimden zavallı bir intikam duygusu çıkartıp, o yaralı kendimi, beni ben yapan o kimsesiz sevgimi o boşluktan çekip aldım... Aldım onu ve korumaya başladım.. O yaralı, o parçalanmış, o kimsesiz sevgimi, kötülükle, acımasızlıkla, hırsla, kıskançlıkla korumaya başladım... O da yetmedi, yazmaya başladım sevgili. Yazmaya... Ne hissedersem, ne hissedeceksem, hayatımda ne varsa, her şeyi yazmaya başladım... Yazmak, acılardan, aşklardan, yitirişlerden, itilip kakılmalardan kurtulmanın en geçerli yolu oldu benim için... Kimse elimden söküp almasın diye o yaralı, o kimsesiz sevgimi ve bir daha o karanlık boşluğa düşmemek için yazmaya başladım... Yıllar sonra şimdi sen o boşluktasın. O yaralı, o kimsesiz sevginle bir zamanlar benim olduğum yerdesin. Saçlarındaki kan kokusunu buradan duyabiliyorum. Bu kokuyu iyi bilirim. Çünkü yıllarca, sevginin peşinden koşulsuzca koştuğum o yıllar boyunca hep kendi kanımı, hep bu kokuyu koklamak zorunda kalmıştım... Arzuladığım ne varsa her şey karşılıksız kaldı bu hayatta. Saçlarımdaki kan kokusu şimdi içimde sahipsiz bir nefrete dönüştü... Kin öyle bir şeydir ki sevgili, her şeyi; yaşanmış ve yaşanan bütün sevgileri, gerçek adına ne varsa her şeyi çamurunda gizler.. Gün gelir, artık hiçbir şey anlaşılmaz olur. Haklılar haksızlara, kurbanlar cellatlara, sevgiler nefretlere karışır... Ve bir bakarsın, sen de bu acımasız hayatın hakemliğini kabul etmişsin. O kanlı nehrin kenarına gider ve günlerce, hatta yıllarca oradan düşmanının cesedinin geçmesini beklersin... Bu bekleyişin sonu yoktur. Çünkü düşmanlarının sonu yoktur... Biri biter, diğeri gelir ardından. Ve sen düşmanlarınla uğraşmaktan bezgin ve kimsesiz sevginle uğraşmaya dayanamaz, öylece kalırsın... Yalnızlığınla birlikte düşersiniz boşluğa. O çok korktuğun boşluğa... Öyle kirletirsin ki yalnızlığını, o kirlettiğin yalnızlığını sevsinler diye, dünyanın en samimiyetsiz insanlarına, kardeşim, diye sarılırsın... Biliyor musun, sen benim o çok eski halimsin... Sana bakıyorum yazılarımı yazdığım bu soğuk, bu uzak odadan. Bana umutsuzca sevdalanmanı seyrediyorum. Bende hiç umut yokken, beni vazgeçilmezin yapmanı seyrediyorum... Seni seyrediyorum sevgili, seni... Saçlarındaki kan kokusunu içime çekiyorum. Yıllar önceki kendi kokumu içime çekiyorum... Hayır, acımıyorum sana, sendeki kendimi özlüyorum en çok. Sendeki o çocuk cesaretini, o çıplak sevgiyi özlüyorum. Sendeki o kanayan, o kimsesiz, ama saf, o tepeden tırnağa sevgiye inanan kendimi özlüyorum... Bedelsiz, acıtmayan, hesap sormayan ve çok savunmasız bir güzelliğin vardı senin... Duygusuzlara göre çok kolaydın. Kurbanın o doyumsuz şehveti vardı sende. En kırgın, en yaralı insanları bile bir cellat yapardı o saf, o gerçeküstü sevgin... Seyrederdim seni o uzak odamda, bir şey yapamadan seyrederdim seni yazarken... Buruk bir sevinçle izlerdim cellatlarınla sevişirken aldığın hazzı. Nasıl da kıskanırlardı seni, kendilerine duyduğun sevgiyi bile kıskanırlardı... Seninle sevişirken aldığın o inanılmaz hazzı kıskandıkları gibi... Sen o çıplak, o bedelsiz sevginle bütün dengelerini bozardın onların. Aldığın o hazla kendilerine duydukları o bütün sahte güvenlerini derinden sarsardın... Senin bu sınırsız hazzı, bu çıplak sevgiyi, bu derin ve çılgın bağlanışı onca yitirişler, onca göze alışların sonucunda kazandığını anlamazlıktan gelirlerdi... Ne kadar zevk alsalar da bu kimsesiz sevginden, her yakınlığa hazır oluşundan, çabucak bağışlamandan, yine de seni kendilerine benzetmek, dahası yorulmanı, güce ve gerçeğe teslim olmanı, onları bütün o kayboluşlarında, tükenişlerinde, yani her durumda, her şekilde kabullenmeni isterlerdi... Onları her halleriyle kabul ettiğinde ise senden korkmaya başlarlardı... Çünkü öylesine korunaklı, öylesine derinlerde saklıydı ki sevgileri, seni anlaşılmaz, tuhaf, hatta bulaşıcı bir hastalığa yakalanmış, tehlikeli biri gibi görmeye başlarlardı... O çıplak, o sahipsiz sevgin yıllar önce terk ettikleri kalplerini, düşlerini, inançlarını hatırlatırdı onlara. Çekiciliğine kapılıp yanına geldikleri anda ve seni anlar anlamaz ölümcül bir ürküntüye kapılmaları bu yüzdendi... Çünkü bugünün insanı kimden korkuyorsa, kim ona yok ettiği kendisini hatırlatıyorsa onu öldürmek ister sevgili. Safı, çıplağı, koşulsuz seveni, kendisine yitirdiği insanlığını hatırlatanı öldürmek ister... Kabul et artık, kimi sevsen, kimin özgürlüğünü istesen ölümünü istemedi mi senden. İstemedi mi... Kabul et artık... Ben onlardan hiç olmadım. Ben gözümü senden hiç ayırmadım. Çünkü sen benim saf çocukluğumdun. Sen benim o yaralı, o kimsesiz gençliğimdin... Hayatı bitirdiğim yerde sen yeniden başlıyorsun.. Dokunurken içimi acıtan başında benim kanım var... Anla artık, seni değil, en çok kendimi yalnız bırakıyorum o rutubetli evde... Senin o affedemediğin kalbinde yatıyor benim tek ve gerçek sevgim... Tek umudum senin bu savunmasız halin. Senin bu kimsesizliğin... Uyumsuzluğun. Tek çıkışım senin bu deli, bu çıplak sevdan... Kötülüklerin yok muydu, yok muydu hırsların... Vardı elbet. Ama öylesine acemiydi ki hırsların; kötülüklerin bu hayat karşısında öylesine çaresiz ve öylesine masum kalırdı ki, sonunda yine sana dokunurdu zararı; karşındakileri değil seni engellerdi o kimsesiz öfken... Kötülüklerinin zararı sonunda sana dokunmasaydı, yenseydin karşına çıkanları, yenseydin kalbini, hayat senin için hiçbir zaman böyle olmayacaktı... O kutsal, o hiç sönmeyen ışık nereye gitsen ardından gelmeyecekti... O sevinçli ıstırap kalbini hiçbir zaman böylesine içtenlikle ısıtmayacaktı. Bu şehri ebediyen terk edip giderken, bana söylediğin o son sözde saklı olmayacaktı hayatımızın gerçeği: 'Hayatın kuralları derdin hep, biliyor musun, bu hayatta hiçbir şeyi başaramadım ben...' Yaklaşan ayak sesleridir aksamın Seraktan çıkmış bu uzun yolculuğa Bir gelen var uzaktan soluk soluğa Kapkara gözleri hüzünlü ve dalgın Aksam, rüyalarımıza giren o esmer kadın. İste! acilmiş dipdiri göğüsleri Bir vuslat gecesine çağırır bizi Ve ansızın büyüler gözlerimizi Saçlarında o yıldız yıldız süsleri Sair 'hoyrattır' diyor aksam üstleri. Hoyrattır evet, o butun aldanmışlar Yüz karası fahişeleri dünyamızın En vazgeçilmez yerinde rüyamızın Gelir, gözlerinde o vahşi bakışlar Aksam, uzak bir golde büyüyen kamışlar. Ne hazin batması çiğlik çığlığa her gün Gullerin solması ve dönmesi havada kuşların O bitmeyen hüznü, apansız akşam oluşların Affedilmez bir zamandır bu, isteksiz, olgun Her aksam dünyamıza gölgesi düşer olumun. Biz eli kolu bağlı insanlarız çirkin ve zavallı Kötülük kusmak için karanlığı bekleriz Kirletir geceleri turlu pisliklerimiz Bizim gibisini görmedi evren, evren olalı Böyle kotu bir dünyaya bir daha gün doğmamalı Bir vakitler bir gece yarısı sıkkın, kafa yoruyorken, yorgun argın, Unutulmuş eski ilimlerin garip ve acayip kitap ciltleri üzerine ben- Kestiriyordum, tam dalacağım esnada, ani bir tıkırtı geldi öteden, Odamın kapısını kibarca birisi vuruyor, vuruyordu sanki tak tak. 'Bu', diye söylendim, 'odamın kapısını tıklatılıp duran bir konuk, Sadece bu, başka bir şey yok.' . Anımsıyorum ah çok kesin, bir Aralık ayındaydık, rüzgârlı, hazin, Ölen her bir köz parçası dövüp işliyordu yer döşemesine ruhunu. Sabahı diledim arzuyla; Ben boşu boşuna ödünç bir avuntuyu Arıyordum acı dindirici kitaplarımda, acısı için Lenore' un, o yitik, O meleklerin Lenore dedikleri kızın, o eşsizin, ışıyanın ışık ışık, O burada adı anılmayanın artık. . Ve titretiyor, erguvani perdelerin ipeksi, kederli, belirsiz hışırtısı Öylesine dolduruyordu ki içimi hiç duyulmamış tuhaf korkularla Nihayet kalp çarpıntımı bastırmak için tekrarladım kalkıp ayağa 'Bu, odamın kapısında içeri geçmeye yalvaran biri, bir konuk Bu, oda kapımdan gireyim diye yalvaran geç kalmış bir konuk Budur ancak, başka bir şey yok.' . Çok geçmeden topladım cesaretimi, uzatmadan tereddütümü 'Bayım ya da Madam, içtenliğimle bağışlamanızı ediyorum rica, Şöyle bir şey oldu fakat, uyukluyordum ben, sizse öyle kibarca Gelip çaldınız oda kapımı, öyle belli belirsiz tıklattınız ki tık tık, Tam emin değilim sizi işittiğimden.'- dediğimde açtım kapıyı ardına dek: - Bir şey yoktu, karanlık vardı dışarıda bir tek. . O karanlığın derinliğine dikkatle bakarak, orda durdum, merak, Korku, kuşku duyarak, daha önce hiç bir faninin cüret edemediği düşler kurarak uzun süre. Bozulmadı sessizlik lakin, karanlık vermedi bana bir emare, Ve fısıldaşılan 'Lenore! ' sözcüğüydü, orada tek söylenen sözcük, Fısıldadığım 'Lenore! ', bir yankıyla mırıltılı geri dönen sözcük, Başka bir şey değil buydu ancak. . Odama geri döndüğümde ben, ruhum tutuşmuştu tamamen, Çok geçmeden öncekinden daha yüksek bir tıkırtı işittim tekrar. 'Eminim', dedim, 'pencere kafesinde eminim hayret bir şey var; O halde, şu esrarı araştırmam, neymiş orada ki görmem gerek- Bir araştırayım şu esrarı, kalbim bir anlık sakin olman gerek:- Rüzgâr bu daha başkası yok.' . Panjuru hızla açınca, girdi o an, oradan içeriye çırpına uça, Çok eskideki kutsal günlerden gelme haşmetli bir Kuzgun; Göstermeksizin en ufak bir saygı, bir azcık dur durak olsun, Lort veya leydi edasıyla tünedi oda kapımın üstüne konarak- Tünedi oda kapımın tam üstündeki Pallas büstüne konarak- Tünedi, oturdu, hepsi bu dahası yok. . Takındığı ifadenin haşin ve ciddi adabı bu abanoz kuşun, Kederli hayallerimi gülümsemeye çevirdi sonra hemen, 'Korkak değilsin sen' dedim, 'kırpık, tıraşlı tepeliğine rağmen Söyle bana, senin lorda yaraşır ismin nedir Gece'nin Plutonik Kıyısında, Gece'nin kıyısından gelen, korkunç, amansız ve antik Kuzgun! ' Dedi ki, 'Asla Olmayacak.' . Açıkça duymaktan böyle düzgün konuşmasını bu çirkin kuşun Hayrete düştüm, anlamı, alakası zayıf olsa da cevabının; Kabul edelim ki henüz ihsan edilmemiştir odasında kapının Üzerinde bir kuş görmek yaşayan bir insana şimdiye dek- Oda kapısı üstündeki yontu büstte, adı Asla Olmayacak Gibisinden bir kuş ya da hayvan görmek. . Fakat o yumuşak büstün üstünde bir başına oturdu, söyledi sade O bir tek sözcüğü, sanki o bir tek sözcükle dökercesine içini. Daha ne bir tüyünü oynattı Kuzgun, ne de bir şey söyledi yeni, Ta ki ben 'Diğer dostlar önceden uçtular' diye mırıldanana dek, ' Uçup giden umutlarım gibi önceden, o beni yarın edecek terk.' O zaman kuş dedi ki 'Asla olmayacak.' . Yerinde verilmiş bu cevapla bozulmuş dinginlikte irkilmiş, 'Kuşkusuz' dedim, 'sarf ettiği laflar peşindeki merhametsiz yıkım Tarafından izi sürülmüş mutsuz bir üstattan kaptığı tek birikim, Öyle ki, izi şarkıları tek nakarat olana dek sürülmüş gittikçe çabuk İzi umutlarına ağıt olana dek sürülmüş o bir tek melankolik Nakarat, 'Asla', diyen 'asla olmayacak.' ' . Fakat hala sevk ediyordu üzgün ruhumu gülümsemeye kuzgun, Bir iskemleyi dosdoğru kuşun büstün ve kapının önüne çektim; Sonra kadife mindere çöktüm, kendimi düşü düşe eklemeye bıraktım Bu uğursuz geçmiş zaman kuşunun ne olduğunu düşünerek, Ve bu katı kaba korkunç kuru geçmiş zaman kuşunun ne demek İstediğini, 'Asla olmayacak' diye gaklayarak. . Bunu sezinlemeye çalışarak oturdum, tek hece söylemeden durdum Ateş gibi gözleri şimdi göğsümün içinde yanmakta olan kuşa, Bunu ve dahasını düşünerek oturdum, başım dayalı rahatça, Seyrettiği kadifeye, lamba ışığının şeytanca zevklenerek, Lamba ışığının zevkle seyrettiği mor kadifeye yaslanamayacak Fakat o, ah bu asla olmayacak. . Derken, sanki hava ağırlaştı çöktü, görünmez bir buhurdandan esanslar koktu Sallanan, adımları tüy kaplı zeminde çıngırdayan Meleklerce sola sağa. 'Zavallı' dedim kendime, 'Tanrın sana ödünç verdi, gönderdi bu Seraphimlerle sana, Soluklan, rahatlan ve Lenore'un anılarının acısından arın artık, İç, kana kana iç, bu acılardan arındırıcı iksiri ve unut o yitik Lenore'u. Kuzgun dedi ki 'Asla olmayacak'. . 'Kötücül şey! ' dedim, 'Kâhin! Kuş da olsan iblis de yine de kâhinsin! Yoldan Çıkarıcı göndermişse de, fırtına fırlatılmışsa da seni bu yakaya, Yapayalnız ama yine de gözü pek, büyülenmiş bu çöllük ülkeye, Dehşet uğrağı bu evin üstüne, var mı, yalvarırım, söyle bana neyse gerçek, Şifalı bitkisel bir merhem Gilead'da, yalvarırım, söyle bana apaçık. Kuzgun dedi ki 'Asla olmayacak'. . 'Kötücül şey! ' dedim, 'Kâhin! Kuş da olsan iblis de yine de kâhinsin! Üstümüzde uzanan cennetin, ikimizin de tapındığı tanrının adına Söyle, bu gamlı ruh uzak Aden'de sarılabilecek mi o genç kadına Meleklerin Lenore dedikleri o azizeyi sarabilecek mi kucaklayarak, Meleklerin Lenore diye çağırdıkları o ışıyan, o eşi benzeri yok Kadını. Kuzgun dedi ki 'Asla olmayacak'. . 'Kuş ya da iblis! ' diye haykırdım, 'Ayrılığımızın işareti olsun o söz, Katıl ona, o fırtına ile Gece'nin Plutonik kıyısına geri dön, Git söylediğin yalanın izi gibi kara bir tüy bile bırakmadan, Yalnızlığımı bozmadan git! Kapımın üstündeki büstten kalk! Gaganı kalbimden çıkart, suretini kapımdan çek! ' Kuzgun dedi ki 'Asla olmayacak'. . Ve Kuzgun uçmadan hiç bir yana, hala oturuyor, oturuyor hala, Oda kapımın hemen üstündeki solgun büstünde Pallas'ın; Ve gözleri tamı tamına benziyor gözlerine düş kuran bir iblisin, Ve lamba ışığı zemine vuruyor gölgesini onun üzerinden akarak, Ve ruhum zeminde dalgalanarak uzanan bu gölgesinden onun Hiç sıyrılamayacak, asla olmayacak. . EDGAR ALLAN POE’dan çeviren Dr.Osman Tuğlu ben kan diye başlamak isterim oysa gülün derdi başkadır lâle bahardan yanadır çiğdem güneşten konu değişir. hepsine pekâlâ amma bilirim gülün derdi uydurma kıpkırmızı en çok yakışırken kendine onu değişir. lâle mayıs ayıdır mora turuncuya filan boyanır pek güvenmem yabancıdır bakarsın yönü değişir. çiğdem cefaya katlanır alışmıştır kendi yeşiline haklıdır bakımsızdır yağmurun durmadan günü değişir. hoş olsun bütün verdikleri aldıkları şu çiçeklerin gül susar çiğdem uyanır tüfek başlar konu değişir. hep böyle süreceği sanılır bu gül hikayesinin hep böyle sürer gerçi ama bir gün sonu değişir Dil binayı kibriyadır Yıkma gönlün kimsenin Esrar-ı kenzi Hüdadır Yıkma gönlün kimsenin. Mümin kalbine eyle İzzet ile hürmeti Daha enderi Hüdadır Yıkma gönlün kimsenin. Kalb-i mümin Beyt-ü Hakk'tır Hac-ı Ekber andadır Belki Hakk onda bakidir Yıkma gönlün kimsenin. Ey Nesimi belki Hakk'ın Belki vahdetnamedir Secdegahım Mustafa'dır Yıkma gönlün kimsenin "Sis" şairine ithaf edilmiştir.. Salkım salkım tan yelleri estiğinde Mavi patiskaları yırtan gemilerinle Uzaktan seni düşünürüm İstanbul Binbir direkli Halicinde akşam Adalarında bahar Süleymaniyende güneş Hey sen güzelsin kavgamızın şehri. Ve uzaklardan seni düşündüğüm bugünlerde Bakışlarımda akşam karanlığın Kulaklarımda sesin İstanbul. Ve uzaklardan Ve uzaklardan seni düşündüğüm bugünlerde Sen şimdi haramilerin elindesin İstanbul. Plajlarında karaborsacılar Yağlı gövdelerini kuma sermiştir. Kürtajlı genç kızlar cilve yapar karşılarında Balıkpazarında depoya kaçırılan fasulyanın Meyvesini birlikte devşirirler Sen şimdi haramilerin elindesin İstanbul. Et tereyağı şeker Padişahın üç oğludur kenar mahallelerinde Yumurta masalıyla büyütülür çocukların Hürriyet yok Ekmek yok Hak yok Kolların ardından bağlandı Kesildi yolbaşların Haramilerin gayrısına yaşamak yok. Almış dizginleri eline Bir avuç vurguncu müteahhit toprak ağası Onların kemik yalayan dostları Onların sazı cazı villası doktoru dişçisi Ve sen esnaf sen söyle sen memur sen entellektüel Ve sen Ve sen haktan bahseden Ortaköyün Cibalinin işçisi Seni öldürürler Seni sürerler Buhranlar senin sırtından geçiştirilir İpek şiltelerin istakozların ve ahmak selameti için Hakkında idam hükümleri verilir. Haktan bahseden namuslu insanları Yağmurlu bir mart akşamı topladılar Karanlık mahzenlerinde şehrin Cellatlara gün doğdu Kardeşlerin acısıyla yanan bir çift gözün vardır Bir kalem yazın vardır Dudaklarını yakan bir çift sözün vardır Söylenmez. Haramiler kesmiş sokak başlarını Polisin kırbacı celladın ipi spikerin çenesi baskı makinesi Haramilerin elinde Ve mahzenlerinde insanlar bekler Gönüllerinde kavga gönüllerinde zafer Bebeklerin hasreti içlerinde gömülü Can yoldaşlar saklıdır mahzenlerinde. Boşuna çekilmedi bunca acılar İstanbul Bulutların ardında damla damla sesler Gülen çehreleri ve cesaretleriyle Arkadaşlar çıktı karşıma Dindi şakalarımın ağrısı. Bir kadın yoldaş tanırdım Bir kardeş karısı Hasta ciğerlerini taşıdığı çelimsiz kemikli omuzları Ve hüzünlü çehresiyle bebelerini seyrederdi Cellatlara emir verildiği gün haramilerin sarayında Gebeliğin dokuzuncu ayında Aç kurtların varoşlara saldırdığı Tipili bir gece yarısı Sırtında çok uzak bir köyden indirdi Otuzbeş kiloluk sırrımızı Zafer kanlı zafer kıpkırmızı. Boşuna çekilmedi bunca acılar İstanbul Bekle bizi Büyük ve sakin Süleymaniyenle bekle Parklarınla köprülerinle kulelerinle meydanlarınla Mavi denizlerine yaslanmış Beyaz tahta masalı kahvelerinle bekle Ve bir kuruşa Yenihayat satan Tophanenin karanlık sokaklarında Koyunkoyuna yatan Kirli çocuklarınla bekle bizi Bekle zafer şarkılarıyla caddelerinden geçişimizi Bekle dinamiti tarihin Bekle yumruklarımız Haramilerin saltanıtını yıksın Bekle o günler gelsin İstanbul bekle Sen bize layıksın Ne kaçarsın benden ey yüz ü mahım Seni sever var mı benden ziyade Ruz-i şeb durmayıp alırsın ahım Aşığın ağlatma bundan ziyade. Kaşların yay mıdır kirpiğin ok mu Bir kez ben de sana sarılsam çok mu Hey zalim göğsünde imanın yok mu Sana lazım değil benden ziyade. Gel ver muradımı ben de bileyim Çok ağlattın bugün ben de güleyim İstersen canım sana kurban olayım Hünerim yok sana bundan ziyade. Hercaisin gonca gülün kokulmaz Cevredersin nice hatır yıkılmaz Kerem der ki mah yüzüne bakılmaz İnsanı yakarsm günden ziyade Göz gamın ne olduğunu bilseydi, gökyüzü bu ayrılığı çekseydi, padişah bu acıyı duysaydı; göz gece demez gündüz demez ağlardı, gökler yıldızlara, güneşle, ayla gece demez gündüz demez ağlardı. padişah bakardı ününe, tacına, tahtına, tolgasına, kemerine, gece demez gündüz demez ağlardı.. Gül bahçesi güzün geleceğini duysaydı, uçan kuş avlanacağını bilseydi, gerdek gecesi bu özlemi görseydi; gül bahçesi hem güle hem dala ağlardı, uçan kuş uçmaktan vazgeçer ağlardı, gerdek gecesi öpüşmeye, sarılmaya ağlardı.. Zaloğlu bu zülmü görseydi, ecel bu çığlığı duysaydı, cellâdın yüreği olsaydı; Zaloğlu savaşa, yiğitliğe ağlardı, ecel bakardı kendine ağlardı, cellât, yüreği taş olsa, ağlardı.. Kumru, başına geleceği duysaydı, tabut, içine gireni bilseydi, hayvanlarda bir parça akıl olsaydı; kumru selviden ayrılır ağlardı, tabut omuzda giderken ağlardı öküzler, beygirler, kediler ağlardı.. Ölüm acılarını gördü tatlı can, koyuldu işte böyle ağlamaya. Olanlar oldu, gitti dostum benim. şu dünya bir altüst olsa, ağlasa yeri var. öylesine topraklar altında kalmışım. Güllerin ağladığı bir saat vardır hani Büyür o saatte yalnızlığı bahçelerin Düşer korkusu kalbe yaklaşan gecelerin Bir dev uzatır gökten o çirkin ellerini Gullerin ağladığı bir saat vardır hani Her şey o saatlerde merhametsiz ve soğuk Gitgide uzaklaşır batan güneşle sesin Bir bakarım ki benden en uzak çizgidesin Baslar geceye doğru upuzun bir yolculuk Her şey o saatlerde merhametsiz ve soğuk Yüzünü hatırlatır gökyüzünde ne varsa Gözlerin bu saatte kopkoyu elemlidir Dudakların kim bilir şimdi nasıl nemlidir Ellerin öyle yanar ufuk nasıl yanarsa Yüzünü hatırlatır gökyüzünde ne varsa Bir çıngırak sesidir uzaklarda kaybolan Umulmadık bir anda bitiverir şarkılar Kapanır yüzümüze o mermer kapılar Özlemler ateş simdi anılar duman duman Bir çıngırak sesidir uzaklarda kaybolan Ak köpükler kararır deniz görünmez olur Çağırır yasamaya bizi tek-tuk ışıklar Böylece üstümüze çöker de karanlıklar Camlar, bir kapanır, odalar, evler uyur Ak köpükler kararır deniz görünmez olur Gullerin ağladığı bir saat vardır hani Cıvıl cıvıl bahçelerden el-ayak çekilir Yapraklar düşünceli, dallar hüzün kesilir Her aksam uzaklara alır oturur seni Gullerin ağladığı bir saat vardır hani. Saat Çini vurdu birden: pirinççç Ben gittim bembeyaz uykusuzluktan Kasketimi eğip üstüne acılarımın Sen yüzüne sürgün olduğum kadın Karanlık her sokaktaydın gizli her köşedeydin Bir çocuk boyuna bir suyu söylerdi. Mavi. Bir takım genç anneleri uzatırdı bir keman Sen tutar kendini incecik sevdirirdin Bir umuttun bir misillemeydin yalnızlığa. Yalnız aşkı vardır aşkı olanın Ve kaybetmek daha güç bulamamaktan Sen yüzüne sürgün olduğum kadın Kardeşim olan gözlerini unutamadım Çocuğum olan alnını sevgilim olan ağzını Dostum olan ellerini unutamadım Karım olan karnını ve önlerini Orospum olan yanlarını ve arkalarını İşte bütün bunlarını bunlarını bunlarını Nasıl unuturum hiç unutamadım Kibrit çak masmavi yanardı sesin Ormanlara ormanlara yüzünün sesi En gizli kelimeleri akıtırdı ağzıma Şu karangu şu acayip şu asyalı aşkın Soluğu kesen ağulayan ormanlarında Yaşadım o kısa ve korkunç hükümdarlığı Ve çarpıntılı yüreğim saçlarının akıntısında Karadeniz'e karışırdı ordan Akdeniz'e Ordan da daha büyük sulara. Geceyse ay hemen tazeler minareleri Kur'an sayfaları satılan sokaklardan Ölüm bir çeşit sevgiyle uçar Ölüm uçar çocuk yüzlere Ben o sokaklardan ne kadar geçtim Damağımda dilinin yosunlu tadı Önce buğulu sonra cam gibi parlak sonra buğulu yine Bir takım tavşanları andıran bir takım su hayvanlarını Pazartesi günlerini ve haftanın öbür günlerini Yani salı çarşamba perşembe cuma cumartesi. Bir başak ufak ufak bildirir Konya'yı O başakta o Konya'da seni ararım Ben şimdilerde her şeyi sana bağlıyorum iyi mi Altın ölçü çift ölçü ve altın karşılıksız Para basma yetkisini Fırat'ın suyunu Palandöken'i Erzincan'ın düzünü asma bahçelerin dibini Antalya'nın denizini o denizin dibini Beş türlü yengeç yaşıyan sularında Çağanoz adi pavorya çingene pavoryası ayı pavoryası bir de çalpara Bilinir ne usta olduğum içlenmek zanaatında Canımla besliyorum şu hüznün kuşlarını Sen kalabalıkta bulup bulup kaybettiğim kimya Yokluğun gayri şurdan şuraya geldi Bir günler şölenlerle egemen ülkende Şimdi iri gagalı yalnızlıklar dönüyor N'olur ağzından başlıyarak soyunmaya Bir kez daha sür hayvanlarını üstüme üstüme Çık gel bir kez daha çıkıntılardan Çık gel bir kez daha bozguna uğrat Elektrikler sondu dun gece, Zorbela toplayip satrancin taslarini M E C B U R E N yattik. Simsiyah kediler gibi dolasiyor kogusta Uyuyan dostlarin nefesleri. D O L A S S I N L A R azicik !. Tam ben de eve dogru aciliyordum Sipirdatmadan hic kurekleri, Yanmaz mi o tepemdeki yuz mumluk isik!. Bir kurek mahkumunu Bogazda sandal sefasina Haklilar, birakmazlar tabii ama... Ya'u ne guzel seymis meger K A R A N L I K ! Palmiro, Palmiro şanlı işçi Sıcak yaralarındaki barut kokusu kesik, anaların sütü Ve kaçmıştır bebelerin uykusu Koku katedrallerinde yarımadanın Gün görmüş meydanları Roma'nın Bizimledir Mavi mavi eser deniz meltemi Sicilya'nın güneşli kalçaları Bizimle kartpostal dalgınlığında Napoli bahçeleri Bizden yanadır hava Bizden yanadır su Bizden yanadır Sinyor de Gasperi'nin Ve bütün sinyorların korkusu Ürkmüştür manastır fareleri. Kör bir kuyuda yitirdim suretimi belki bir yezidiyim Bir ceylanın gözlerine akşam çökünce Sanki yağlı kementler dolanıyor boynumda Düşlerimde kanlı çocuk kundakları Delik deşik ağtlar bin yıllık çıban Eski bir yalan oluyor babil söylenceleri Toprağa ateşe su ve rüzgâra Kan damlıyor avestanın sayfalarından. Her coğrafyaya bir renk işledim belki bir çingeneyim Kırlarda unuttum desem de düşlerimi Sönmedi o ateş hep yandı bedenimde Kondular beni kendine benzetemedi Her toprakta ölülerim var Atlaslar parçalar yüreğimi bu yüzden Ateşten bir ordudur bütün sınırlar . Ertelenmiş bir acıyım belki bir ermeniyim Ziyaretçisi olmayan bir mezartaşı gibi Hep tenha oldum nasibimi bilirim Bütün replikler yanlış şifrelenmiştir Yüzümün çizgilerinde durur rivayet Her gün yeniden çarmuha gerilirim. Bir sığınmayım sanki bu dünyada belki bir süryaniyim Eski bir çeşme gibi artık su akıtmayan Silmeye çalışmayın anıların izini İçinde yarım kalmış günlüklerimle Gümüş işlemeli bir sandık gibi kalayım öyle Varsın hüzün sözcüğü eşanlamlı tutulsun ömrümüzle Ben yine her gece kulağına fısıldarım taşların Yüzümü serin sularında yıkarım Dicle kirvem olur milattan beri . Yaratım, sayı 17, 2007 Yola koyuldum ama, ilerlemek ne de zor; Şu yorucu yol var ya, ben sonuna vararak Rahata kavuşmayı umarken, şöyle diyor: “Sen ne kadar gidersen dostun o kadar ırak.” Beni götüren hayvan, üzüntümün yorgunu, Güçbelâ yürür benim dert yükümü taşırken; Zavallı, bir sezgiyle öğrenmiş sanki şunu: Binicisi hız sevmez senden uzaklaşırken. Kanlı mahmuzum bile onu öne süremez Sağrısını öfkeyle bazen dürtükleyince; Yalnız inilder de, başka yanıt veremez, O, derisini deşen mahmuzdan keskin bence. ___çünkü o inleyişten şu doğuyor kafamda: ___benim derdim önümde, sevincimse arkamda. Yürü bire yalan dünya Sana konan göçer bir gün İnsan bir ekine misal Seni eken biçer bir gün. Ağalar içmesi hoştur O da züğürtlere güçtür Can kafeste duran kuştur Elbet uçar gider bir gün. Aşıklar der ki n'olacak Bu dünya mamur olacak Haleb'i Osmanlı alacak Dağı taşa katar bir gün. Yerimi serin bucağa Suyumu koyun ocağa Kafamı alin kucağa Garip anam ağlar bir gün. Yer yüzünde yeşil yaprak Yer altında kefen yırtmak Yastığımız kara toprak O da bizi atar bir gün. Bindirirler cansız ata İndirirler tuta tuta Var dünyadan yol ahrete Yelgin gider salın bir gün. Karac'oğlan der nasıma Çok işler gelir başıma Mezarımın baş taşına Baykuş konar öter bir gün En uzun kosuysa elbet Turkiye'de de Devrim O, onun en guzel yuz metresini kostu En sekmez luverin namlusundan firlayarak ... En hizlisiydi hepimizin, En once gogusledi ipi... Aciyorsam sana anam avradim olsun Ama ask olsun sana cocuk, Ask olsun Bak burada tanrı iyi. Bu kasaba, Dünya burada başlıyormuş Gibi duruyor. Deniz kal diyor sadece Kal ki ömrün, Gelip geçen yolculara Bakmakla geçsin. . * . Kuzeyde, Dünyanın başladığı yer gibi Duran kasabada, Işığı gömmek için zaman Kalbi yormak için ten olacaksa, Buna inanan insan Yollar yapar. Buna inanan bir kadınla adam Elbet çıkar. Ve giderler Ayın hilal haliyle Kadına göründüğü dağlardan. Kadın ölmüş bir şairden söz eder ‘dil karmaşık olan hayatı düzenler’ diyen ve öldürülmüş olan bir şairden. . Anlamıyorum der sonra Yol yoldur Topraksa toprak İnsanın ruhu gözlerinden konuşur Ve bazan da ağzından. . * . Yol biter Dünya başlayınca Kasabaya hayatı öğreten dalga Emdiği kayalığı iterek: İşte bak diyordu Ağlıyorum batırdığım bu kayanın başında. Bak işte, Bu köpükler benim boş laflarımdır Büyülendim taşın sabrından. . Göğsüne siyah ağaçlar iliştirmiş bu tepe Bir korsan kalesidir Ses çıkmaz tarihten Ağzını bir kapatsa. . * . Kaşları çatılmıştı kadının Kekeme ağızlı seyrelmiş orman Homurdanarak: Sanıyor musun ki bu deniz Vaktiyle Bir dağı almasa içine Bu toklukta Böyle... Neyse . * . İşte geldin Ve gördün Işık bir cevap değildir Devam et der sadece Devam et. . * . Sen ki aşkını Karanlık bir odada Uykuya dalmadan fısıldadın Rahmetin yine de topraktan olur . * . Biri dese ki Ruhtan öncedir ışık Ve kusura yakın İnan. . Hayat ne kadar karmaşıksa İyilik o kadar yalın Bir eylüldü başlayan içimde Ağaçlar dökmüştü yapraklarını Çimenler sararmıştı Rengi solmuştu tüm çiçeklerin Gökyüzünü kara bulutlar sarmıştı Katar gidiyordu kuşlar uzaklara Deli deli esiyordu rüzgar Dağılmıştı yazdan kalan ne varsa Yaşanmamış bir mevsim gibiydi bahar. Neydi o bir zamanlar Sevmişliğim, sevilmişliğim O heyheyler, o delişmenlikler neydi Ne bu kadere boyun eğmişliğim Ne bu acıdan korlaşan yürek Ne bu kurumuş nehir; gözyaşım Önümdeki diz boyu karanlıklar da ne Ne bu ardımdaki kül yığını; elli yaşım. Beni kötü yakaladın haziran Gamlı, yıkık eylül sonuma Bir ilk yaz tazeliği getirdin Masmavi göğünle Cana can katan güneşinle Pırıl pırıl engin denizinle girdin içime Çiçekler açtı dokunduğun Çimler büyüdü yürüdüğün Ve güller katmer oldu güldüğün yerde. Başımda senin kuşların kanat çırpıyor şimdi Oldurduğun yemişlerin ağırlığından Dallarım yere değiyor Güneşi batmadan saçlarının Bir dolunay doğuyor bakışlarından Gün boyu senden bir meltem esiyor yanan alnıma Uykusuz gecelerim seninle apaydınlık Başım dönüyor, of başım dönüyor yaşamaktan Ölebilirim artık. Ölme diyorsan; gitme kal öyleyse Sarıl sımsıkı, tenim ol, beni bırakma Baksana; parmak uçlarım ateş Lavlar fışkırıyor göz bebeklerimden Hadi gel, tut ellerimi, benimle yan Benimle meydan oku her çaresizliğe Benimle uyu, benimle uyan Birlikte varalım on üçüncü aylara Gazel. Ezel kâtipleri uşşâk bahtın kare yazmışlar Bu mazmûn ile hat ol safha-i ruhsâre yazmışlar. Havâs-ı hâk-i pâyun şerhini tahkîk edîp merdüm Gubâr îlen beyâz-ı dîde-i hûnbûre yazmışlar. Girip büthâneye kılsan tekellüm cân bulur şeksiz Musavvirler ne sûret kim der ü dîvâne yazmışlar. Muharrirler yazanda her kime âlemde bir rûzî Bana her gün dil-i sad-pâreden bir pâre yazmışlar. Yazanda Vâmık u Ferhâd u Mecnûn vasfın ehl-i derd Fuzûlî adını gördüm ser-i tumâre yazmışlar Senin güllerin her yerde açar Dağda, bayırda, kırda, bozkırda Bozkır biraz şüpheli ama Günlerden bir gün açar mı açar Bozkır dediğin sakar Senin güllerin her yerde açar Ya benim güllerim Sevinen çocuk gözlerinde bir Bedava iyilik yapanların gözlerinde iki Bağışlamasını bilen yüreklerin en kuytu yerinde açar üç Benim güllerimle senin güllerin el ele En güzel bahçe Benim güllerim olmadıkça Senin bahçelerin yetim, yitik Kapı kapı,bu yolun son kapısı ölümse! Her kapıda ağlayıp,o kapıda gülümse. Yet each man kills the thing he loves By each let this be heard, Some do it with a bitter look, Some with a flattering word, The coward does it with a kiss, The brave man with a sword!. Some kill their love when they are young, And some when they are old; Some strangle with the hands of Lust, Some with the hands of Gold: The kindest use a knife, because The dead so soon grow cold.. Some love too little, some too long, Some sell, and others buy; Some do the deed with many tears, And some without a sigh: For each man kills the thing he loves, Yet each man does not die. 1. Sevdiğim, tabutum, ak kefenim; Derin ve dar mezar çukurum benim.. 2. Yeni bir kalıba dök, beni arıt bir potada. Geçmişim saklı ama geleceğim ortada.. 3. Kabahatinden daha büyüktür özümü; Yüreğimin aşık olmaktan ötürü.. 4. Sen vazgeçilmez kötü bir alışkanlıksın, Cinnete ve ölüme karsı bir esrarsın.. 5. En büyük yanlış bir kadına bağlanmaktır; Gerçek aşk bir kadından kadınlara akmaktır.. 6. Seni kuşanıp çıkarım sokaklara. Tuhaftır, hep ben olurum hazır patlamaya.. 7. Yüreğime benzin döküp kibrit çakan; Ey usta kundakçım iz bırakmayan! . 8. Söylentiler çıksın, elimi kana bula; Yeter ki günlerim olsun çırılçıplak koynunda.. 9. Kumar borcum, yani namusumsun; Masum değil, iflah etmez tutkumsun.. 10. Bütün pislikleri ortaya çıkardığından, Aşıksam nefret ediyorum yaşamaktan.. 11. Aşk bütün kötülüklerin anasıdır. Her aşk sonunda bir bozgun anısıdır.. 12. Seninle içimde bir yakın ölüm sevinci; Sen vaktini şaşmazsın salgınlar gecikmeli.. 13. Aşkın fincanından kayıp gitmiş bir pul sırça Ve güve yeniği umudun havli kumasında.. 14. Benim soluğum barut kokar ve de kan. Seninki bir ağıttır kendini yerden yere vuran.. 15. Bu ham dünyada zoraki bir söz gibi sevgim. Sevsem sana yazık, sevmesem incinirsin.. 16. Sevgimiz bir tastır yarısı gömük toprağa; Kaldırsan böcekler görürsün altında.. 17. Temiz kalmış ne bulunur bir çöplükte Aşk da kirlenir elbet insanla birlikte.. 18. Gözlerine derinden ne zaman baksam; Hep uzaklaşıp giden yalnız bir adam. Neler var bir düşün ikimizin arasında; Senle ben varız önce katı sınırlarımızla. Aç da bak sabırla, iyice ara Bir çocuğun kanayan ilk atlasında Kaçılacak yer yoktur bulanmadan acıya. 'Mutlu aşk yoktur dünyada' Seninle benim aşkımız bile olsa. bitirelim kendi en yükseğinden itilince herkes incinir yağmacıların ortasızlığı güneş yanığı bir suratın ortasızlığı çekirdeksiz mandalinaların ve çekirdeksiz kadınların ortasızlığı biri bana söylesin geldiysem ordaysam gerçekten bitirelim şu işi herkese benden. geçmemiş gelmemiş olmamışlardan bahsederdim basit bir el hareketiyle bitirilmemiş akşam eve dönmese de hiç merak edilmemiş. espriler iyi, kadınlar çekirdeksiz, kimse ümraniye’de oturmuyor boğaz manzaralı bir bilboardda oturuyor kimse ne kadar çok incinmiyor, bitirelim bu balık bir çocuk tüfeğiyle vurulmuştur diyorum herkese benden bunu hep kullanmak istediğimden değil, ağızsız bir çığlık ağızsız bir çığlık herkese benden kendi etinden. bana geçmemiş gelmemiş olmamışlardan bir zaman, hiçbir etikette aralık 08 gibi saçma sapan bir şey yazmayan neden çıkmayalım bu özürlü takvimden aptalların gramerinden, mitoloji filan bilenlerin noktalı virgülü hep en doğru yere: ah belinda filminden yüzünü buruştur ve bunu kimseye açıklama tek başına bilemediğin, tek başına bilemediğini… kimseye açıklama elmayı soyma, dilimleme ama dilimlenmiş bir elma hakkında kasıkların çamaşırlarca kandırılması hakkında peynirli poğaçalardaki peynirin yetersizliği hakkında kendi yükseğinden itilip düşürülenin incinmesi hakkında bitirelim şu işi bitirelim geçmemiş olmamış gelmemişlerden geçelim -hadi geçtik. ilk büfeden birkaç tane alabilirim peynirli poğaça, tüfek, kalem; yirmi at ve bir rum kızı peki: bir roman taslağı için kötü hemen oracıkta adımı veriyorum her kırkbir saniyede on bebek doğuyor her elliiki saniyede onu ölüyor bu on ısrarından hemen vazgeç kayıtlara geçmeyen onbirinciden geçme. işte aşağıda boş bir çerçeve yazmak çizmek bedava o en parlak cümleni, bilinmeyen hünerini herkese benden Bu dünyada ne kimseye uymuşluğumuz var, ne şu atlas kubbe altında ev kurmuşluğumuz. Biz susuz kalmışız, içtikçe içiyoruz. Güzel bir sarhoşluğumuz var, güzel, hiç doymayan. Rahmet denizinin dalgasıdır bu; bir saman çöpünden başka bir şey değildir bu dalganın üstünde düşman.. Aşşağılık kişinin peşine düşmemeyi şiar edindik biz. Gönül dalgasını bırakmamayı şiar edindik. Şu yokluk yurdunda Nuh veHalil gibi, ölmezlik denen yerde aşk çardağı kurmak varken, burnu büyük Âd ve Smud gibi köşkler kurmamayı, Kafdağı'nda avlanmak duruken Gerkes gibi leş avlamamayı, iyi yürekli, tertemiz dostları bırakıp kahpeleri aldatan dev'e yönelmemeyi, şu kara toprağa meyvası cefa olan fidanı dikmemeyi, kafiye de, şiir de önem vermemeyi, bizden olmayan şeylere pek aldırış etmemeyi şiar edindik. O esrarlı yangına bu can nasıl dayandı? Sahile vurdu kalbim,su yandı,kum da yandı. Bir mum gibi eriyip aktı uykusuzluğum, Ölüme başkaldıran dertli uykum da yandı. Yurdundan mahrum edip dolaştırdın Cem gibi. Ruhumla söndü alev,sonra ruhum da yandı. Kül oldu bir yiğidin figanıyla her umut. Bülbülün küllerine konan puhum da yandı. Böylesi bir yangını görmedi Nemrut bile. Kaktüsün gölgesinde nazlı âhım da yandı. Âhımdır zannederdim en belalı kıvılcım, Kirpiğine dokunan kanlı âhım da yandı. Bir damla su ver bana ey çöl! Bari sen küsme. Kalmadı hiçbir şeyim bak,günahım da yandı. Yenilgiler bir tufan gibi çöktü üstüme. Ülkem yıkıldı heyhat! Ordugâhım da yandı. Köleleri her akşam duman kıldı gözlerin, Başıma tâc ettiğim padişahım da yandı. İlk defa böylesine tutuştu gökkuşağı. Renklerim siyah oldu ve siyahım da yandı. O'ndan başka ne varsa yandı, Yandık sen ve ben. O'nu göreyim diye,kıblegâhım da yandı. Silâh ve şarkı ben bütün karanlıkları bunlarla yendim doğacak çocuğumun kanında esen emekçi karımın dimdik bakışlarında ve çetelerin sipsivri uykusuzluğu silâh ve şark . benim bütün şarkılarım iri kuşlardır al ve şafakleyin ışıklı nehirler büyütür silâh seslerim tankaranlığında yekinir yürür orman yekinir yürür toprak yekinir yürür kalabalıklar ve der ki kitabın ortayerinde bütün ırmakları dünyanın kızılırmaktan geçer . vurun kanatlarınızı karanlığa kuşlarım geçin sıcak ırmakları kuşlarım kızılırmak kızılırmak akın kuşlarım . açtım kırkıncı kapıyı gördüm ki atın önünde et titrer biryerleri zamanın kırdım kırkıncı kapıyı gördüm ki itin önünde ot ürperip durur hiç olmalardan şakıdı kuş yarıldı nar delirdi ateş ve başladı uğul uğul uğuldamağa bütün ırmakları dünyanın kızılırmak kızılırmak . güneşin ortasında insanlar kımıldaşır ve der ki şakıyan kuş yarılan nar deliren ateş: zaman akıyor omuzlarında kalabalık nalkırıklarıyla anasonlu duyarlığında general nargilelerin bir damla kankurusu çok eski savaşlardan belki silâhların çürümedik biryerlerinde belki pişman bir ağzın acıyarak anlattıkları aşka benzer bir karışık kıtlık direnci boyunları kafataslı saray kahramanları yığınlara vatan diye kalan yoksunluk . ne de çok özlemişiz gökyüzüne kansız bakmayı! . yıkık bir ud tiryakiliği antika cumbalarda kanaryalarında berberli bezginliği burjuvalığın bir polis burnu belki - dağdaki çarıksızın çarıksızlığı bir büyük vurgun düzeni - belki de bir lavrens vurgunun soygunu nevyork'ta döllediği bir kucak sakal sanmak belki de marks'ı toprakları denizleri insanları ingilizlemek silâhlarla beklemek sömürge sofralarını vaşington ağalarının pilâtin dişlerine taze bir kan gibisine gerinir güneşlerde saklar genişliğini şarapçasına altun tepsilerde çok büyük ölür yürek çok büyük hıncı kalır mayonezli kirenaların . yanyana birsofrada sanfransisko ve c.i.a. yâni çuval ve mızrak notrdam'ın kargalarının güldüğü . sakalları incili hümanizma satıcıları halep pazarlarından gecikmiş bir ikindi kışlalar öğlesonları asurbanipal bir böcek ölüsünün geceyi kemirdiği tektanrılı çokyataklı ve çok çok acımaklı ikindi parklarında köpek ve kıral altun ve brovningin karanlık egemenliği . konuşun soytarılar çalgılar susun daha bitmedi açlar salınır o eski sularda cüzzam yalnızlığı kirliliklerin gözün gözü sömürdüğü topraklarda ayıp ve kara şimdi çoktaaan terekesi o serüven kahramanlığın o bezirgan mutluluk balık tutar şimdi mor kuytularda . ne de çok özlemişiz gökyüzünü kirşiz sevmeyi . kırdım kırkıncı kapıyı kandım o pınarlardan başladı ugul uğul uğuldamağa bütün ırmakları dünyanın kızılırmak kızılırmak . Sen ne cömert topraklarsın ey ortadoğu sen ne çok soyulansın ve hiç uyanmıyansın . akdeniz'de mor bir deniz burjuva gitarlarında kuytuların kuytularda ölüme döllenmesi sevişmenin soyutluğu ve çamurluğu duaların çamurluğu ve soyutluğu gökyüzüne insanca bakamamak yâni hiçbir şey yâni utanç ve lavanta yâni mum çoktespihli bir ebabil ki uzar çöllerde uzatır baltazar bayramlarını petrol petrol uzatır köleliği âmin âmin çeşmelerinden hâlâ şehname akan şahlı seccadelerde acem ve anka mezarlık toprak reformu - kölelerin eşelendiği keskin bir ingiliz burnu - de ki abadan ya da bir şah ve allah ve dolar üçlemesi saat tam onikiye beş kala . akdeniz'de mor bir deniz burjuva gitarlarında soyubitmiş balıkların akvaryum bezginliği bir dilim ay bir lokma arap - gölgesini güneşten bile esirgeyen - ve şakkulkamer bedeviliği yâni utanç ve lavanta yâni kirli ve kaçak yâni mum kalçaları, kadın pazarlarının - yok başka karanlık vatanseverliği kaçakçılığın - yok başka general nargilelerin madalya törenleri ve şeytan taşlaması petrol kırallarının - yok başka ezik ve utangaç bilgiç ve yoz mum yâni demek istiyorum ki sadakalı sosyalizm soytarılığı . konuşun soytarılar çalgılar susun bekler güzel yarınlarını bu tutsak toprakların çetelerin o sipsivri uykusuzluğu . akdeniz'de mor bir deniz burjuva gitarlarında neyin neye düşman olduğu belki de hiç bilinmeyen hergece bir düşük, sam radyosunda hersabah bir komik âdem bir hacıyatmaz ve komünistli bir kıralistan yunanistan'da . hacının develeri gevişirken ay altında ortadoğu'da petrol ve çelik kırallarının gölgesinde bir istanbul akşamı bizans ve kirli türk ve yoksul ve mâcun allaha ve devlete ve bilcümle gölgelere dualar eyliyerek biryanı yangın yıkım biryanı yoksul yetim biryanı dökülür pul pul deniz altun ve kristal karışımı halinde bir istanbul uyanır köprüaltı uykularında . elektıronik müzikli bir hicazkâr ud ve kızıl çağrısı açlığın o devletli tekliğinin kabuğunda bir hamal Ortadoğulu sıla çalgını da vatan yoksulu allaha inanır arapça yoksulluk çeker türkçe ve denizi sever çocukça oraları söyler durmadan oralarda yaşar bıkmadan oralarda ölür istanbullarda . kaktüs kemirenlerinden biri midir brezilya'nın yoksa nil'e tapan ve aç yatan bir fellah mıdır kimbilir belki de rio'lu bir gecekondulu insan nerde başlar belli değil ki istanbulsuz gibi yaşıyarak istanbul'u vatansızlığını vatan diye güzelim gün ortasında elektıronik müzikli bir hicazkâr ud develeşip develeşip dönüşmesi gökdelenlere yanki go hom'lu bir miting alaturka betonarme balkonlarında emperyalizmin ve kasıklarında maydarling amerika yâni bütün devrimcilerin konakladığı en çok özlediklerine düşman yaşıyan bir gecikmiş kıral ve özgür köle sürüyerek zincirlerini kaldırımlarda ana avrat söverek soluna sosyalistine ve bir somun ekmek kaldırımlarda ve bir garip hamal kaldırımlarda ve bir vatanölüsü kaldırımlarda . Ne bulmak içkilerde intiharlarda neye varmak birşeyleri durmadan çoğaltarak çiçek resimleri çizmek güneşli pencerelere ölüleri akreplerle çiyanlarla karıştırarak eski çamaşırları yenilemek dilencilerde bir eski oyuncaktan koca bir gençlik bulup çıkarmak . kimbilir biz şimdi nelerin neresindeyiz alı neden moru neden kırmızıyı kimbilir neden severiz . bir kenti geri almak ve davul bir kenti geri vermek ve davul oynaşmak iskeletlerle altunlarla madalyalarla dedeleri gümüşlere altunlara atlara oranlamak bıkıp bıkıp yeniden başlamak sevişmelere kimbilir biz şimdi nelerin neresindeyiz alı neden moru neden kırmızıyı neden severiz [kimbilir . dal uyur daldasında yorgun dalların gece büyük büyük anlatır eskimişlerden su değil toprak değil de ki acımışlıklar de ki altun sözcükleri tükenmişliğin oturur direk direk götürür pazar pazar ne ki yaşamak? . umduğum gel sevdiğim gel beklediğim gel gel benim kuşak kuşak yoluna kurban olduğum . Kırmızböceğini tanır mısınız? . güneşin kıyısında kırmızböcekleriyiz bir, maviye çalar türkülerimiz bir, kapkaraya kağnı uzaklığını bilir misiniz kırmızıbiber ve tuz bilir misiniz karlı karanlıkta yalnız yapayalnız ince ince ölmek bilir misiniz bugün bulgurun sonu yarına dur bakalım öbürgün allah kerim bilir misiniz toprağın boynu bükük eller umarsız ağam sen bilirsin bilir misiniz hani derya içre olup da deryayı bilmeyen balıklar gibiyiz ve işte atombombalarıyla korunur açlığımız . işlemeli mendil ve kurşun harmanyeriyiz hey bre karakol kapısıyız imparatorluk kokar sefaletimiz soyula soyula çıplak güdüle güdüle sürü bütün halklar gibiyiz - biraz kuşdili biraz kahvefalı ve biraz da düş hapisâne avlusuyuz hey bre cennet kuzularıyız helallaşır gibi bakarız dostların gözlerine severiz gülyağını ve bir de aynaları ve bir de aynalarda yiğitlik masallarını sonra azıcık da sakızı azıcık da uçkurhavalarını bıyık burup gazel çekeriz de tenhalarda menhalarda uzatırız boynumuzu elkapılarında sülünler gibi . ve işte türkiyeliyiz hani derya içre olup da deryayı bilmeyen balıklar gibiyiz hamsiyiz karadeniz'de çukurova'da pamuk uzunyayla'da buğdayız ege'de tütün sınırboylarında gözükara kaçakçılarız istanbul'da kadillaklı karaborsacı ve doğu dağlarında koçero'larız eşsiz bir güzellikle çarpılmış gibi uyumuşuz yoksulluğun körmemelerinde çalışkanız filozofuz dostuz bütün sömürülenler gibi ezik bütün uyananlar gibi kızgın ve doluyuz seslenir yüzyıllar ötesinden pir sultan abdal'ımız 'üstü kanköpüklü meşe seliyiz' etekleriz de kodaman soyguncuları ekmek kapılarında gözümüz gibi koruyup kolladığımız devletin silâhını hey bre yoksul - yetime doğrulturuz . ve işte türkiyeliyiz ateşleriz de mandıraları fabrikaları topal karıncayı melhemleyip salıveririz bir yaprak düşer bir yanbakış götürür biryerlerimizi kan sızar yeşillerden ak mendillere çıkarıp öcümüzü dağbaşlarına ağıtlara ağıtlara dökeriz yüreğimizi . saksıda çiçek kıraçta ceviz örtülerimizde nakış nakış sabır ve gözyaşı vardır bizim . akıyorsak garip çaylar gibi incelerekten dokutuyorsak eğer sonbahar gibi çok ağır olduğumuz içindir mandalar gibi ve balıklar gibi çok kalabalık seviyorsak silâhı ve yoksulluğu susuyorsak kar altında toprakçasına bıçak kemiğe değmediği güneş ufuktan doğmadığı o tozkoparan fırtına kapımızı kırmadığı içindir . vurun kanatlarınızı karanlığa kuşlarım geçin sıcak ırmakları kuşlarım kızılırmak kızılırmak akın kuşlarım . Anasının karnını tekmelediğinde temmuz kocaman ve çoook akıllı bir balıktı uzayda proton -1 uydusu sovyetler'in ve çelik bir kelebekti mariner-4 ensekökünde merih'in şeftali emzikteydi bursa'da pamuk çiçekte çukurova'da ve yeşil bir buluttu buğday konya'da sivas'ta siverek'te . ozan ozanca söylüyordu dünyanın geleceğini işçi grevce adını bile bilmediğimiz birileri vardı dünyanın bir- [yerlerinde örneğin Singapur'da tahran'da belki belki de kordoba'da karakas'da mı desem katanga'da mı yoksa roma'da mı ankara'da mı birileri biryerlerde durmadan yontuyordu barışı mermer mermer öfkeyi demir demir sevgiyi tunç tunç doyumsuz günler aşkına . ölmek birşey değil dostlar hergün ölmek güç açlık o başka ölüm açlık korkusu beter ne atom ne hidrojen ne yangın dağları dümdüz etmeğe - dostlar aç çocukların çığlığı yeter proton-1 mariner-4 güzel akıllı büyük yıldız kaymaları masallar getirirken gecelerime yangından kaçar gibi bölük bölük sırtı yorganlı emekçileri cömert ülkemin göçüyorlardı vatan vatan viyana üzerinden adenover almanyasına 'allı turnam bizim ile gidersen şeker söyle kaymak söyle bal söyle' söyle ki iyi vursun hınzır vurguncu tüyübitmediği soysun tefeci eskiden gemilere bindirip bindirip zencileri allı turnam geçersen ırgat pazarlarından zincirli topraklardan hacizli kapılardan hastane önlerinden geçersen allı turnam . insan bazan ölümden de güçlü olabiliyor birşeylerin gidişinden ve hiç dönmeyişinden . sabahları yorumlamak güç değil yoksulluğu yorumlamak güç değil nasılsa bir başka yorumlamak hep aynı sabahları esmer ve uzak inmeli antenlerin ardında şaşkın ve grevler döverken komprador marka demokrasinin [duvarlarını yedirip yüreklerini korkularına bir köledüzenin uşağı efendisi cebi dolarlısı da sırtı bitlisi tekmeler gibi güneşi çocukların gözbebeklerinde 'arefe gününde bayram ayında' vurdular emekçilerin kongresini kördüler karaydılar çiçeksizdiler ve gelip bir karanlıktan gidiyorlardı bir karanlığa . Benim karamsarlığım belki de bir demet gül - sevdiğim içimin büyük büyük aklığından geliyor belki de karam- [sarlığım . kocaman ve çoook akıllı bir balıkken uzayda proton -1 uydusu sovyetler'in ve kondukonacakken luna'lar tatlı bir öpücük gibi ay'a dilenmek benim ülkemde işsizlik benim ülkemde ve şeytan taşlamak yasak değildi benim ülkemde baböf'ü okumak yasak paspas yapıldı demirinden giyotinin direktuvar bir ölü söz lârus'ta oysa bizim buralarda kelepçe yapılıyor hâlâ pitekantıropüs babanın günahsız baltasından . kopmuş toprağından kanayarak kanayarak saçılmış yollara türkü türkü ışık ne vatan nerde ne ki kutsallık! . kentlerin varoşlarında sanki kurt sürüleri tanrıya filan değil allı morlu ışıklara dönük yüzleri konuşur elleri ekmek ekmek takırdar çeneleri ölüm yakın lokman uzak anlamak yasak değildi benim ülkemde anlatmak yasak adına grev diyorlardı adına gecekondu bir şey dolaşıyordu aramızda seslisoluklu yaşıyorduk onu biz - dinine allahına kitabına dek yaşıyorduk yağmurda yaprak gibi her zerremizde ölmek yasak değildi yoluna onun adını koymak yasak tutmuş troya atları subaşlarını madalyalı seyisleri emperyalizmin ak taşın üzerinde iki damla kan biri memet öbürü memet 'arayerde bu kan nedir dost dost dost' görmek yasak değildi benim ülkemde göstermek yasak . ben ki uçan kuşu kıskanırdım oyun çağımda nehirleri yağmurları selleri kıskanırdım buluttan gemilerimle aşardım duymadığım denizleri yıldızlardan yıldızlara kurulu hamağımda mapusâne türküleri söylerdim geceleri bir uzak sel sesiydi o kaygan günlerimde ekmek kavgası dünyamda renkler ve böcek sesleriyle bir öyle cümbüş en hırçın yıldızları en uysal kavaklara işlemek yaprak [yaprak yaralı bir serçenin gözlerinde bir evren ölüp ağlamak ve bütün haziranları bir tek gülle açmak hersabah . o tedirgin ellerin bakışları hâlâ sofralarımda hâlâ çizik çizik kanar kaygusu o ekmeksiz akşamlarımın yok artık, dost yüzlü ağaçlarım, gurbet kanatlı gemilerim [yok gömüldü gitti kervanlarım o çıtır çıtır ağustos gecelerinde . bir dilim güneş koyup bir dilim yoksul sevince aşk büyütmek gecelerce gecelerce özlemeklerden bölündüm ayrılıklara parça parça dağıldım yeryüzüne çığlık çığlık şimdi patron yüzlü sabahlardayım şimdi direk direk direnmek . gel benim sevdiceğim gel benim umducağım beklediğim gel gel de bitsin kuşak kuşak yoluna kurban olduğum . binip binip bulutlara ulaştım yıldızlara da kıtalardan kıtalara el sallıyamadım el sallıyamadım turnalar bile geçip gitti türkülerimden ben kaldım buralarda ben işte kaldım buralarda ey dost kırmızıkuşlar kırmızıkuşlar diye diye avuttum hırçın çocuklarımı em, em diye diye ağladıkça ağladıkça masmavi çocuklarım hep işte böyle . insan bazan ölümden de güçlü olabiliyor anaç bir ağaç gibi dinleniyor kaygularım şimdi güneşte aldanmak ne kolay ne temiz ne ilkel allahım! kalabalıklarla sevmek güzel günleri ne denli güç ne denli güç allahım! . uzay o masallaranası yıldızlı karanlığım karanlığım benim! o şafak tarlalarının ekmeğe dönüşmesi sarıçiçek vakti ölmek ekinler arasında ve şafakleyin bıldırcınlar ve yıldızlar ve tanyeli eşliğinde birşeyleri bulmak ve varamamak vakur bir ağaç gibi kucaklamak evreni ve şafakleyin alfa beta gama ve aynştayn yâni biraz daha iflası korkularımızın insan denilenin karanlık kurtuluşu bir ceviz yaprağı denli basit ve ilkel karışık mı karışık bir ceviz yaprağı gibi . nezaman kaldırsam başımı geceleyin ne denli çok anlamağa çalışsam gökyüzü bir yapraktı unutulmuş not defterinden aynştayn'ın . ne sanat sanat için şarlatanlığı ne savaş için savaş çoktan anlaşıldı hey bekleroğlu taşın taş olmadığı ateşin ateş şimdi deprem çizgileri yığınların gözbebeklerinde şimdi yumruk çiçekleri o sömürge ülkeler aşamazken kel dağları kel dağları düşlerde bile geçtim sesduvarlarını sesduvarlarını düşlerde gibi yedi başlı beyler besledim yüreğimden yedirerek vurdum sonra başlarını beylerin efendilerin yok benim tanrılarla kişilerle hiçbir alışverişim ben artık, düzenlerle boğuşan bir gerçek devim öyle bir dünyayım ki ben-hep özlenmiş hiç yaşanmamış insan ve emekten geçer ekvatorum benim kendim çizerim sabahlarımı-yok benim sabahçıbaşım yok benim lüpçübaşım yok benim hötçübaşım yok yok yok! . Elbet bir bildiği var bu haçaturyan'ın bir bildiği vardı elbet erzurumlu hançerbarı'nın arjantin pampalarında uykusuz çetecilerin benim kurtuluş anıtlarımda mermi yüklü ananın lumumba'nın kanının kanayan viyetnam'ın . kurşunlu duvarlara doğan günlerin kalabalık acıların bıçakaçmaz ağızların bir bildiği vardı elbet bir bildiği var bir bildiği olacak elbet . hiç yalan söylemedi kalın çizgilerle susuşu yoksulluğun hiç yalan söylemedi gözlerde zulüm ve çıplak uykularında zengin düşleri milyonların hiç yalan söylemedi . hiç yalan söylemedi bu ozan elbet bir bildiği var bu kayguların birikip birikip durmadan biryerlerde acıların öfkelerin birikip biryerlerde yekinmesi yatanların ve yürümesi akması küçüklerin ve katılması yıkması birşeylerin ve yıkılması yıkılıp yapılması hiç yalan söylemedi bu ozan işte karton kaleleri kapitalizmin işte gözün göze düşman olduğu işte elin ele düşman ve işte benim yeryüzünde güller gibi açılan devrimlerim . kamboçya'da kalkan kamçı şaklar çukurova'da belimde benim istanbul'da verilmeyen hak durdurur dakota'nın volanlarını ve der ki öpüp kaldırdığım ekmek - beni böyle yerdenyere çalan şey - nevyork'ta bitmişse grev ben burda bil ki grev gözcüsüyümdür . benim gözlediğim gel benim yürekyağım gel benim kuşak kuşak yoluna kurban olduğum gel! . Of ooofff, koca gürültülü devrimsiler yutturmacalar cilalar civeleklikler yalancılıklar karagünlü saraylı soytarılıklar of! soygunların gölgesinde sosyete adaleti bre hitlerkırması kurtköpekleri il duçe döküntüsü yandançarklılar bre arapsaçı sadakalı sosyalistler eh! . elif lâm mim vav he ye direkler arası kubbe a be ce de ve ye ze kadillak marka bir hecindeve saraylardan saraylara aktarılarak eldenele ceptencebe aktarılarak - yürü bre kahpe devran! - kanarmş savaşlarla kıtlıklarla yoksunluklarla bir gözünde nevyork bir gözünde moskova gevişir tespih tespih dökülür dua dua ayışıklı sularında ortadoğu'nun of ooofff, koca gürültülü devrimsiler yutturmacalar allamalar pullamalar törpülemeler karagünlü saraylı soytarılıklar of! . Yorul ey gayrı akma ey su! ey benim yaratan tedirginliğim tutsak yanım dinmeyen [sızım ey! çıkarıp çıkarıp yeniden çıkarmak bu dağı bu doruğa yorul ey gayrı akma ey su! . durup durup kaygulanmak gibi birşey bu bizim sularla [akıp gitmelerimiz sonsuz bir tren penceresinden savrulan güvercinleriz çok buruk çok buruk bir şarap diyorum sıkın bağları ben hiç ölmediğimi yaşamak istiyorum orman seviyorsam kimbilir dallara düşmanlığımı bayat bir başdönmesi - susmamak diye birşey kantutar beni yoksa - kantutmak diye birşey bırakma beni bırakma beni - çıldırırım diye birşey oysa düştüm develeri - düşlerimde uçaklar şimdi düşlerde başlayınca devrim - ne anladınız? devrim diye birşey - bir gecekondu tenceresinde demek ki önce devrim - ne anladınız? ve ölmek vazgeçilmez bir alışkanlıksa yorul ey gayrı akma ey su! . çiçekler bırakınca renklerini biçimlerini resimler sakal salınca yaldızlı albümlerde eski bir türkü gibi bakışlarından belli bitkilerin sürüp giden yeşillerinden belli kalırız gündengüne yaşlanan sözcüklerde bir akşam saatinde günbatımında gözgöze gelmelerde ve içkiye yenilmelerde bülbüllerin öte öte bitiremedikleri kana benzer kan değil kan gibi korkunç ve karanlık kalırız birşeylerde ve kimbilir tanrımsılarda belki de çocukların hiç bitmeyen oyunlarında . ve ölmek vazgeçilmez bir alışkanlıksa . gülersin - menekşeler olur sesin - bırakıp gitmek gözlerine bakınca balıklar cıvıldaşmak - bırakıp gitmek . bir avuç bulut içmek masmavi güvertelerde ağlamak tekil değil - ne anladınız? - bırakıp gitmek kalırız birşeylerde ve kimbilir tanrımsılarda . böcekti karanfildi kemandı bonaparttı anarşistti burjuvaydı polisti kenediydi yoksuldu zengindi kıraldı soytarıydı soğuktu sıcaktı ılımandı of değil işte bu değil topunun sülâlesini! . adamı tutup götürüyorlar geceyi burnundan getiriyorlar bütün kırbaçları bütün kelepçeleri bütün alçaklıkları adamı vurup öldürüyorlar . geceyi bir daha yaşamak kolay adamı bir daha öldürmek zor siz bu tutanaktan ne anladınız öldürmek diye birşey - ne anladınız suçsuzdu diyorum - ne anladınız sefaleti yok etmek adamın düşü güzel günler düşünmek işi diyorlar bu kokan balığın başı tevfik fikret diyor devenin başı kime yüklemeli bu iğrenç suçu kime yüklemeli bu iğrenç suçu kime yüklemeli bu iğrenç suçu . Benim karamsarlığım belki de bir demet gül - sevdiğim içimin büyük büyük aklığından geliyor belki de karam- [sarlığım . biz ki petrolü kavuçuğu kahvesi ve kakaosuyla ve kastro'su zapata'sı amado'suyla sıcak ve kıvrak bir şarkı gibi düşünürüz atlantikaşırı bağımsızlığı biz ki bir vaşington sineği kondurup bir zenci dağa kanlı bir çocuk başı buluruz viyetnam'dan ve bazan öyle bir sızıyla sarsılır ki antenlerimiz sivaslı bir bağlamadan afrikalı bir tamtamdan daha ilkel ve yalınkat kalır o ipek öfkesiyle leonid kogan . beni ısırdı - bilirim - 18'lerdemondros'larda demokrat suratlıydı bilirim bezirgan dişli hâlâ damlıyor kanım viyetnam'da kırılan dişlerinden ve hâlâ aç dolaşıyor başkent caddelerinde kurtuluş savaşı kahramanlarım çoğunun çoktan söndü ödü ocağı kalmadı çoğundan bir nişan bile işte bundandır ki benim birtürlü gülemiyor gülemiyor gülemiyor işte türkülerim . . of ooofff ne de çok seviyorum harita okumayı! sakarya sivas erzurum madrid seul havana hepsini hepsini anlıyorum alev alev budistleriyle saygon linkoln'ün mezartaşı vaşington ve süzgün gözlü kompradorlarıma kurtuluş istanbulu . anlamak hem kolay hem kolay değil . ne ölüm ne aşk ne de işsizlik ve ne de deniz deniz kabarması yüreğin ne içki ne çiçek ne dostluk ve ne de akşam saatleri dişi kentlerin insan bir anda bütün bir evreni birden yaşıyor kan sıçrayınca bağımsızlık bayraklarına . Birgün çıkıp geldiler - anlamsız yüzlerini ve gülüşlerini - tüketimartıklarım üretimorganlarını ve eski külotlarını - çikletlerini çukulatalarmı getirip bıraktılar - tiklerini mi- miklerini çiğliklerini - gençkızların düşlerini getirip bırak- tılar - hergün hergün yeniden getirip bıraktılar - iplerini oltalarını konservekutularmı - süttozlarmı soyalarını sa- lemlerini - kısırlıkhaplarmı madalyalarını tasmalarını - bayraklarını bayrakyırtmalarını sövmelerini - anamıza bacımıza çocuğumuza - en çok önem verdiğimiz şeyle- rimize - üretimorganlarını ve tüketimartıklarım kullana- rak - tanrının ve isa'nın ve bizimkilerin izniyle - atlarını seyislerini çombelerini - tıraşlarını ve dişlerini getirip bı- raktılar - hergün hergün yeniden getirip bıraktılar - son- ra güzel güzel anlaşmaları - sonra güzel güzel sözleş- meleri - sonra güzel güzel paylaşmaları - asılmış- ların ve asılacakların izniyle - vedurmadan durmadan baltazar bayramlarını - sonra güzel güzel savaş uçakla- rını - radarları rampaları atombombalarmı - denizaltı de- nizüstü birşeylerini - bilinçaltı bilinçüstü herşeylerini - piekslerini bitekslerini bitpazarlarını - eroinlerini kokain- lerini getirip bıraktılar - hergün hergün yeniden getirip bıraktılar- ve sonra çekilip gitmediler gemilerine ve sonra çekilip gitmediler gemilerine ve sonra çekilip gitmediler gemilerine ve artık okadar çok şey getirdiler ki ve artık okadar çok şey getirdiler ki ve artık okadar çok şey getirdiler ki bağımsızlığa yer kalmadı ülkemde . acılar ey acılar işsizlik acısı özgürlük acısı bağımsızlık acısı ey ve ey mızmız acılara direnmenin yoksul kahramanlığı ey hergün ölüm ey hergün ölüm toplanın birleşin bir olun acıların şâhı gibi gelin üstüme gelin ve bitsin şu iş . . seninle gelecek - çâre yok seninle bu tatlılık ey büyük acı gök incir nasıl ballanırsa acılardan acı koruk nasıl bulursa balların en sarhoşunu o işte o! gel benim darmadağın direncim gücüm emeğim çilem gel gel benim büyük acım gel ve bitir şu işi! kalaylardan mı gelirsin bolivya'lardan rio'nun favelalarmdan mı ispanya'dan mı viyetnam'dan mı zonguldak kömürlerinden mi gelirsin çukurova'lardan mı yellerle mi gelirsin ateşlerle mi uçarak mı koşarak mı yırtınarak mı gel işte gel gayrı gel gel gel de bitir şu işi . elbet bir bildiği var bu çocukların kolay değil öyle genç ölmek yeşil bir yaprak gibi yüreği koparıp ateşe atmak pek öyle kolay değil hem öyle bir ağaç ki şu yaşamak denilen şey her bahar yeniden yeniden tomurcuklanır da yalnız bir bahar çiçeklenir a benim gülüm! . elbet bir bildiği var şu benim bilenmiş bıçak gibi [yüzümün . yaşamak bir köpek gibi tekmelenerek yaşamak öpülüp okşanıp kaldırılarak . ne donkarlosun domuz ahırı ne senatör makdoların oda uşağı ne de hacıfışfışın kurban etidir demokrasi demokrasi denilen o haspanın - a benim gülüm lordlar kamarasına açılmaz kapısı beşikteki bebeler bile biliyor bunu artık biliyor ve unutmuyorlar insan kanıyla işlediğini o teksas tipi demokrasinin . elbet bir bildiği var şu benim bilenmiş bıçak gibi [yüzümün elbet kolay değil öyle genç ölmek . kore bir kan lekesidir akşamlarımızda sızlayan bir kopuk koldur hiroşima uçaklar geçtikçe çırpınan orda uzakdoğu'da gencecik yürekler gibi seğrîşir her bahar barış güvercinleri hiroşima çocuklarının burda benim ülkemde titreşip durur yeni barış güvercinleri . insan karıştırıyor bazan ölmek mi yaşamak yoksa yaşamak mı ölmek . bir karanfil takmak yakaya belki de bir orkide bir baloya gitmek gitmemek bir kumar partisi belki de onlarca hep birdir a benim gülüm onlarca hep aynı değerde afrika'da kaplan ve zenci avıyla bir atom savaşı ve toptan ölüm . çocuklar büyümesin büyümesin tomurcuklar açmasın açmasın ve sularca akmasın o en güzel şey yaşlılar yaşamasın yaşamasın ocaklar tütmesin tütmesin ve yuvalar, gülüm benim gülmesin gülmesin çapraz iki çizgi ak bulutlara gâvur gözlü kargaları emperyalizmin amerikan bitpazarlarında . dünya bir genişleyip alabildiğine daralıyor birden eliçi kadar ve dolar madalyalı bir yular gibi geçmiş boyunlarına ne güvercinin göğsündeki gökkuşağını görür gözleri ne karakarıncanın güneşe günaydınını ne de sevişir gibi işlemenin güzelliği titretir yüreklerini kongo bir açık bonodur belçikalı banker brodel'in kasasında ve mister gülbenkyan'ın purosunda enfes bir tütündür havana duymazlar çeliğin mavi kahkahasını tomurcukta çatlayan gücü görmezler gülüm satarlar bir akşam içkisine o cânım ülkelerin narçiçeği yarınlarını . satarlar gülüm memedi memede vurdurup memedin tarla sınırında memedin karahaberini satarlar memedin memedine ve karagün - hangi karagün? - gelip çatınca davul davul yavruyu memeden koparır gibi koparırlar işleyen elleri işlerinden sokarlar ateşten ateşe gülüm soygun düzeninde göbek atarlar ne sevinç ne kıvanç ne güven bize onlardan kalan bir avuç yorgun umut zincirde bir vatan ve kanrevan türkülerdir . İncecik boyunlu kıraç karpuzu dışı yeşil yeşil içi kırmızı yuvarlana yuvarlana geçer bulutlar meler yanık yanık bağlı bir kuzu nah şuramda koskocaman dağ benim nah şuramda ipincecik bir sızı ceylanları ceylan gibi çizmem ben çizersem hilâl boyunlu çiçekleri çiçek gibi çizmem ben çizersem nakış nakış akarım ince ince de olurum nehir nehir kavgaları kavga gibi çizmem ben çizersem türkü türkü yazmışlar benim için kocaman kitaplara dışı yeşil yeşil de içi kırmızı . neylerim ben kitapları kocaman kitapları efendim okusun benim, canım efendim o kuştüyü salonlarda, canım efendim okusun da büyüsün benim efendim okusun da biliversin aklımdan geçenleri ben işte hep böyle azgelişmişim yâni ben çünkü evet azgelişmişim evet çünkü hayır fakat ben işte azgelişmişim çokçalışmış azgelişmiş ve işte yoksul düşmüş cephelerde mapuslarda aslanım aman kıtlıklarda kıyımlarda kurbanım aman seçimlerde sayımlarda ben varım aman kerpiçlerde küllüklerde hayranım aman şenliklerde şölenlerde ben yokum aman . ben işte hernedense azgelişmişim çokçalışmış azgelişmiş ve işte yoksul düşmüş demiri de kömürü de sökerim aman buğdayı da pirinci de ekerim aman çilem budur benim işte çekerim aman evet çünkü hayhay fakat ben işte azgelişmişim yâni ben çünkü evet hayır fakat azgelişmişim ölüm kalım kıtlık kıyım ben varım aman bayramlarda seyranlarda ben yokum aman soygunlara vurgunlara hayranım aman vatan millet allah patron kurbanım aman kalabalık ve karanlık türküyüm aman . benim için demişler ki kocaman kitaplarda dışı yeşil yeşil de içi kırmızı neylerim ben kitapları kocaman kitapları efendim okusun benim, cânım efendim okusun da biliversin aklımdan geçenleri okusun da açıversin gözünün şafağını turnalar çizeyim gurbetlerime ağıtlar düzeyim yiğitlerime kelepçeler vurulsun bileklerime okusun da büyüsün benim efendim yumuşacık salonlarda cânım efendim . ve der ki şakıyan kuş yarılan nar deliren ateş bu ne çapraz gidiş hey bekleroğlu uşak matti seyretmez de breht'i efendisi puntila'sı seyreder bu ne çapraz gidiş hey bekleroğlu volga mahkûmları'na mahkûmlar değil aristokrat salonlarda efendiler içlenir . damarı pir sultan damarı damarı robson damarı gelir uğul uğul yeraltı nehirlerinden gelir ve bulur yüreğimizi damarı kavga damarı bu ne biçim düzen hey bekleroğlu öfkesi sesinden büyük sesi ününden kocaman ruhi su'yu şu benim her dalı bin dert açan çıra-çakmak ülkemde şu benim yürekleri çıra-çakmak tutuşanlarım değil istanbul sosyetesi alkışlar 'gelin canlar bir olalım tevekkel tu taalâllah' . vurun kanatlarınızı karanlığa kuşlarım geçin sıcak ırmakları kuşlarım kızılırmak kızılırmak akın kuşlarım . Ay doğar bedir bedir yel eser ılgıt ılgıt sırıtır sıram sıram elkapıları elkapıları da kölelik kapıları kul olur yiğit . ay doğar hilâl hilâl gün doğar devrim devrim sırıtır sıram sıram elkapıları elkapıları da kölelik kapıları kurtulur yiğit . yeşili çin'den gelir bu kahkahanın kırmızısı afrika'lardan ve dünya dünya olur diyorum hey bekleroğlu yaşamak yaşamak gün gelir biz de görürüz yedi rengini deryaların gün gelir biz de ölürüz hey bekleroğlu yaşamak gibi güzel süzüp süzüp güneşi bereketlerden çin'den hindistan'dan amerika'dan taze bir kan gibi dolaşırız biz de bu yeryüzünü . vatan topraksa eğer ormansa nehirse mâdense vatan işçiyse köylüyse aydınsa vatan yâni yapıp yaratmaksa herşeyi yenibaştan sevmeyi yenibaştan alkışı yenibaştan bir hesabı vardır bunun sorulur bu hesabı soracaklar bulunur akgün karagünden öcünü alır birgün ürker altunlu yiğitliğin senin ey bunak düzen ürker bu yağma saltanatın o kanlı karanlıktan kopup gelen bebeğin güneş renkli ilk çığlığından lenin'ler olur bu çığlık hey bekleroğlu marks'lar mao'lar mevlâna'lar mustafa kemaller olur hey bekleroğlu galile'ler gagarin'ler adsız ustalar ve sen olursun işte hey bekleroğlu kıtlıklarda kıranlarda kurtuluşlarda . uyan ey köşem bucağım kırıkkolum iğriboynum sağırkapım dilsizim vaktidir direnmenin vaktidir şimdi karalasın göbeğinde güzel gün karalasın göbeğinde mutluluk karataş çatladıçatlıyacak . proton -1 mariner - 4 anamın aksütü gibi biliyorum ki aynı kafadan doğma aynı ellerden çıkmadır ve aynı amaçlarla dönmeseler de uzayda anamın aksütü gibi biliyorum ki bir mariner işçisi de özlemektedir [barışı en az bir proton işçisinin sevdiği [kadar Silâh ve şarkı ben bütün karanlıkları bunlarla yendim sesimde benim iki yumruk gibi yanyana dövüşüyorlar spartaküslerle viyetkonglar yüreğimde benim ette bıçak gibi yatıyor yarım kalan şarkıları yiğitlerimin öfkemde benim çok dallı bir ağaçtır özlemek doymadan gidenlerimin gözbebeklerinden . yürüdüm üstüne üstüne bunca yıl geçtim dikenlitellerini yasakların bir bir . tavında demir tavında toprak ve tavında yürek gibi kabarık ve alıngan dokundum ateşli kabuğuna güzelin iyinin gerçeğin soyundum kötülüklerden çırçıplak . dünyanın tepesinde bir avuç hışır karga kanat çırpsa uykuları karışır yağmalanmış emeklerden gelir soylulukları yağmalanmış özgürlüklerden dinleri imanları vurgun kelepir toprağın memeleri altun ışıltılı kumları kıyıların emeğin çiçekleri hep onlar için hep onlar için takvimlerin mutlu günleri içimizin karanlığı soframızın öksüzlüğü hiç gülmemesi yüzlerimizin hep onlar için adları morgan da osman da filân da olsa isacı da olsalar muhammetçi de iki dallas domuzu gibi benzerler birbirlerine karagünler için kaldırırlar kadehlerini adanalı bir toprak ağasıyla detroit'li bir otomobil fabrikatörü . dünyanın tepesinde bir avuç hışır dinleri imanları vurgun kelepir şarkılarda bile istemezler güzel günleri ve bacakları çörçil zaferi çizerken havalarda musolini'nin öter faşizm düdücükleri yanki go hom çaçaca maydarling amerika maydarling amerika . Bir oğlum olacak adı temmuz uykusuz korkusuz beter mi beter ben beynimi satarak yaşıyorum o benden proleter . bir oğlum olacak adı temmuz karataşın göbeğinde aşk karataşın göbeğinde barış karataş çatladıçatlıyacak bende bitmeyen kavga onda yeniden başlıyacak . bir oğlum olacak adı temmuz öfkede benden fırtına sevgide deniz ne samanyollarının ulu kervanları susuzluğumun ne kutupşafaklarında tanrılaşması ilkelliğimin temmuz gibi sıcak ve bereketli temmuz gibi uçsuzbucaksız . bir oğlum olacak adı temmuz dilinde en güzel sesi türkçemin kulağı en yiğit şarkılarla delik korkak bir merakla değil yıldızlı karanlığı vivaldi'yi dinler gibi okuyup anlıyacak ve belki de sütdişleri sürerken balaban bir bursa şef- [talisine ay'dan kendi sesini dinliyecek vahşi bir çiçek gibi açılmış gözleriyle. ben ki yalınayak bastım kızgın dişlerine açlığın iri bir çizme gibi balkanlar'a basarken faşizm dağlarda silâh atmayı sevdim ben ki silâh taşıdım gizli gizli dünyanın bütün devrimlerine boşuna dönmüyor bu rotatifler boşuna bağırmıyor bu kara boşuna dinlemiyor bu korku kapımızı anamın aksütü gibi biliyorum ki doyumsuz günlere doğacak temmuz doyumsuz günler görecek hani şu hep andıkça sızlatan yüreğimizi hani şu hep dalıp dalıp gittiğimiz andıkça beklediğimiz beklediğimiz beklediğimiz ve tam görecekken göçüp gittiğimiz günler [gibi günler ama mutlaka . karataşın göbeğinde aşk karataşın göbeğinde barış karataş çatladıçatlıyacak ben direndim yorulmadım o yorulup yıkılmıyacak . vurun kanatlarınızı karanlığa kuşlarım geçin sıcak ırmakları kuşlarım kızılırmak kızılırmak akın kuşlarım . Ankara / Temmuz 1965 . “mayonezli kirena”: ikinci dünya savaşı günlerinde, bazı ülkelerde emperyalist ordu komutanlarına tepsi içinde sunulan çocuk ölüsü. . “şakkulkamer”: ay’ın yarılması, çatlaması, ay’daki gölgeler muhammed’in mucize gösterip, ay’ı yardığı, çatlattığı biçiminde dinsel bir inancın doğmasına yolaçmıştır. Sarmış deniz kızları gibi dalgalar bizi, Uzun saçları gümüş, şeffaf tenleri fosfor. Yumuşak başlarıyla sarsarak teknemizi, Yolcu, gittiğin sahil nerde diye bağırıyor. . Ne bir kıyıdan eser, ne bir ışıktan eser, Sulardan daha derin, yolun karanlıkları. Dalgalar, yürüyünüz, arayalım beraber, Başımızı dövecek yalçın kayalıkları! .. Aşk ile gelen erenler içer ağuyu nuş eder Taptuğa çıkmayan çaylar deniz ile savaş eder. Biz bu yoldan üşenmedik erenlerden usanmadık Kimseyi yavuz sanmadık her ne eder kolmaş eder. Kolmaşa verdik sözünü söz ile döğdük yüzünü Yaban canavarı gibi belinler ondan şeş eder. Bu sohbete gelmeyenler Hakk nefesi almayanlar Sürün onu bundan gitsin durur ise çok iş eder. Cahildir manaden almaz oturur kararı gelmez Öleceğini hiç bilmez yüz bin yıllık teşviş eder. Dağ ne kadar yüksek ise yol onun üstünden aşar Yunus Emre’m yolsuzlara yol gösterir ve hoş eder Tutam yâr elinden tutam Çıkam dağlara dağlara Olam bir yaralı bülbül İnem bağlara bağlara . Birin bilir birin bilmez Bu dünya kimseye kalmaz Yâr ismini desem olmaz Düşer dillere dillere. Emrah eder bu günümdür Arşa çıkan tütünümdür Yâra gidecek günümdür Düşem yollara yollara İşte gidiyorum... Karşılıksız bir aşka kurban ettim ömrümü! İşte gidiyorum, Toprak alsın benim de bu hazin öykümü.... İşte gidiyorum... gurbet yorgunu gövdemi, Çukura kim indirecek? İşte gidiyorum, Bu menfur cinayeti, şimdi çıkıp kim üstlenecek? . Çürüdü gözlerim, Çürüdü yüreğim, bu yağmurlu şehirde. İşte gidiyorum, Beni kaldırın, hicranım kalsın teneşirde.. Size, yüzyıllardır sesini kaybetmiş Bir türküyü söyleyecektim; Ve bir yayla rüzgarı şefkatiyle Kirpiğinizin ucundan öpecektim.... Bir masum türküydü sadece Yüz binlerce mağdurun gönlünde; Belki söyleriz hep birlikte Belki... mahşerin birinci gününde.. Nasıl sevmiştim hepinizi, Nasıl böyle oldu akıbetim? Ve nasıl çöle döndü, O benim gül-gülistan memleketim? . İşte gidiyorum, Hiçbiriniz, hiçbir dilde beni anlamadınız. Ben başımı verdim, sizinse İnsafsız bir linç oldu karşılığınız.. İşte gidiyorum, Penceresiz bir dünyanın bilinmez labirentine... İşte gidiyorum, ''Saçlarındaki yıldızları artık koparabilirsin anne! ''. Sonunda kaptırdım gönlümü Ölüm denen o kaypak türküye. Ve işte kurtuldun benden Şen olasın ey sevgilim; Türkiye! . Elbet benim de vardı, Kendime ve yurduma dair umutlarım. Belki bıraktığım yerden sürdürür; Dostlarım, karım ve çocuklarım.... Çatladı yüreğim, çatladı sazım. Demek ki böyleymiş yazım. Sizlere armağan olsun Sizlerden ödünç aldığım bu yürek sızım.. Bu nasıl hapis Tanrım Sabah-sabah bu ne hikmet, bu ne sis? Kalbime son mermiyi sıkmak Sana mı düştü, ey güzel Paris? . İşte gidiyorum, Kalmadı söyleyecek son bir sözüm. Dediğiniz gibi olsun be! Dediğiniz gibi olsun gözüm! . İşte gidiyorum, Tükenmişti inancım, bu nankör hayata dair. Belki benim için birkaç mısra döktürür Hayaloğlu diye bir şair! .. Nasıl kırık dökük, yarım yamalak, eksik, nasıl yamalı hayatlar geçiyor gözlerimin önünden.. Bir zanaat mutsuzluk sanki: Öğrenip bir önceki nesilden, onyıllarca didiniyoruz ve kuşkuya düşsek de bazen,. sanıyoruz ki böyledir, iyidir, ne olacak ki başka, budur hayat zaten.. Ya beceremiyoruz biz bu işi, ya da becerecek bir şey yok zaten. Ağlayı ağlayı düştüm yollara Karışayım bozbulanık sellere Adı sanı bilinmedik illere Gitmeyince gönül yardan ayrılmaz. Ahım kaldı şu gelinin ahdinde Deremedim güllerini vaktinde Karanlık gecede kolum altında Yatmayınca gönül yardan ayrılmaz. Gözüm kaldı şu kaplanın postunda Azrail de can almanın kastında Döne döne teneşirin üstünde Yunmayınca gönül yardan ayrılmaz. Hadini de Karac'oğlan hadini Aramazlar gurbet ile gideni Ak göğsün üstünde çakır dikeni Bitmeyince gönül yardan ayrılmaz O kadar dolu ki toprağın şanla, Bir değil, sanki bin vatan gibisin. Yüce dağlarına çöken dumanla Göklerde yazılı destan gibisin.. Hep böyle bulutlar içinde başın, Hilâli kucaklar her vatandaşın. Geçse de asırlar, tazedir yaşın, O kadar leventsin, fidan gibisin.. Çiçeksin, bayılır kuşlar kokundan, Her dalın bir yay ki zümrüt okundan Müjdeler fısıldar Ergenekon'dan: Bu sese gönülden hayran gibisin.. Ey bütün cihana bedel Türkeli, Açtığın cenklerin yoktur evveli. Tarih bir nehir ki coşkundur seli. Sen ona nisbetle, umman gibisin.. Bir yandan hep böyle taştın, köpürdün, Bir yandan cefalı bir ömür sürdün, Fakat ne derece ezildinse dün. Şimdi gene tunçtan kalkan gibisin.. Bir insan nihayet kemikle ettir, Bu et, bu kemiğe can hürriyettir. En büyük hürriyet Cumhuriyettir, Demek şimdi sen bir cihan gibisin.. Ey ana toprağı, ey Anadolu, Açıldı önünde terakki yolu. Hamdolsun her yanın bereket dolu, Cennette bir yeşil meydan gibisin.. Yeni bir ay ördün al bayrağına, Girdin en sonunda irfan bağına, Medeni hayatın nur ırmağına Ezelden susamış ceylan gibisin. Musallat, hiç göz açtırmaz da Garb’ın kanlı kâbûsu, Asırlar var ki, İslâm’ın muattal, beyni, bâzûsu. «Ne gördün, Şark’ı çok gezdin? » diyorlar. Gördüğüm: Yer yer, Harâb iller; serilmiş hânümanlar; başsız ümmetler; Yıkılmış köprüler; çökmüş kanallar; yolcusuz yollar; Buruşmuş çehreler; tersiz alınlar; işlemez kollar; Bükülmüş beller; incelmiş boyunlar; kaynamaz kanlar; Düşünmez başlar; aldırmaz yürekler; paslı vicdanlar; Tegallübler, esâretler; tehakkümler, mezelletler; Riyâlar; türlü iğrenç ibtilâlar; türlü illetler; Örümcek bağlamış, tütmez ocaklar; yanmış ormanlar; Ekinsiz tarlalar; ot basmış evler; küflü harmanlar; Cemâ’atsiz imamlar; kirli yüzler; secdesiz başlar; «Gazâ» nâmıyle dindaş öldüren bîçâre dindaşlar; Ipıssız âşiyanlar; kimsesiz köyler; çökük damlar; Emek mahrûmu günler; fikr-i ferdâ bilmez akşamlar! ..... Geçerken, ağladım geçtim; dururken, ağladım durdum; Duyan yok, ses veren yok, bin perîşan yurda başvurdum. Mezarlar, âhiretler, yükselen karşında dûrâdûr; Ne topraktan güler bir yüz, ne göklerden güler bir nûr! Derinlerden gelir feryâdı yüz binlerce âlâmın; Ufuklar bir kızıl çenber, bükük boynunda İslâm’ın! Göğüsler hırlayıp durmakta, zincirler daralmakta; Bunalmış kalmış üç yüz elli milyon cansa gırtlakta! . * * *. İlâhî! Gördüğüm âlem mi insâniyyetin mehdi? Bütün umrânı târîhin bu çöllerden mi yükseldi? Şu zâirsiz bucaklar mıydı vahdâniyyetin yurdu? Bu kumlardan mı, Allâh’ım, nebîler fışkırıp durdu? Henüz tek berk-ı îman çakmadan cevvinde dünyânın, Bu göklerden mi, yâ Rab, coştu, sağnak sağnak, edyânın? Serendib’ler şu sâhiller mi? Cûdî’ler bu dağlar mı? Bu iklîmin mi İbrâhîm’e yol gösterdi ecrâmı? Harem’ler, Beyt-i Makdis’ler bu topraktan mı yoğruldu? Bu vâdîler mi dem tuttukça bîhûş etti Dâvûd’u? Hirâ’lar, Tûr-i Sînâ’lar, bu âfâkın mı şehkârı? Bu taşlardan mı, yer yer, taştı Rûhullâh’ın esrârı? . * * *. Cihânın Garb’ı vahşet-zâr iken, Şark’ında, Karnak’lar, Herem’ler, Sedd-i Çin’ler, Tâk-ı Kisrâ’lar, Havernak’lar, İrem’ler, Sûr-i Bâbil’ler semâ-peymâ değil miydi? O mâzîler, İlâhî, bir yıkık rü’yâ mıdır şimdi? Ne yapsın, nâ-ümîd olsun mu Şark’ın intibâhından, Perîşan rûhumuz, hâib, dönerken bâr-gâhından? Bu haybetten usandık biz, bu hüsrân artık elversin! İlâhî! Nerde bir nefhan ki, donmuş hisler ürpersin, Serilmiş sîneler kâbûsu artık silkip üstünden, «Hayat elbette hakkımdır! » desin, dünyâ «değil! » derken? . İstanbul, 19 Eylül 1334 (1918) Dayanıksız şeyler durgun alışlarda Ezilir ipek, küflenir tevrat, çalınır inci Doğu çarşısının yoksul yahudisi Bir dost esintiyi yineler- Hüzün -. Geçtikçe incelir, geçtikçe silinir Mutluluk dapları Bir kalır yerleri ve gökleri bir kalır İnce elemeye, sık dokumaya Ey mutsuz tanrı, senin gözlerin. O tek eski gövdesiyle göl kıyılarında Yetkin bir gevşekliği sürdürsün bıkmadan O tek kendine katlasın zamanı -sus, sus, sus- -Ölüdür seslenmeyin. Büyük randevu... Bilsem nerede, saat kaçta? Tabutumun tahtası, bilsem hangi ağaçta? hava kararmıştı yağmur yağıyordu dudakları sımsıcaktı elleri üşüyordu bir öptüm bir daha öptüm kimseler görmedi öpüştüğümüzü yağmurdan başka iki gözüm çıksın şimdi ne zaman yağmur yağsa utanıyorum... Hüda davet eder elhamdülillah Bu can dosta gider elhamdülillah Hakikat Şehrine Çün rihlet oldu Gönül durmaz uyar elhamdülillah Duyaldan can ü dil vaslı habibi Hem okur hem yazar elhamdülillah Yakın geldi tulua Şems-i ruhum Bugün kevnim doğar elhamdülillah İlim dedikleridir halveti yar Kamu ağyar gider elhamdülillah Şehadet mansıbıdır ali mansıb Bize veriliser elhamdülillah Görüde mani yüzünden cemali Bozuldu hep suver elhamdülillah Biliştik bunda hem ihsanlar etti Nasibimiz kadar elhamdülillah Ne gam giderse dünyadan Niyazi Visaline erer elhamdülillah Aşksızlara verme öğüt, Öğüdünden alır değil. Aşksız kişi hayvan olur, Hayvan öğüt bilir değil.. Eksik olman ehillerden, Kaça görün cahillerden. Tanrı bîzar bahîlerden, Bahîl dîdâr görür değil.. Boz yapalak devlengece, Emek yeme erte gece. Onun işi göstepektir, Salıp ördek alır değil.. Şah balaban, şâhin doğan, Zîhî öğmüş onu öğen. Doğan zaif olur ise, Doğanlıktan kalır değil.. Kara taşa su koyarsan, Elli yıl ıslatır isen. Heman taş gine bayağı, Hünerli taş olur değil.. Ol iki cihan güneşi, Zâhir dünyasın değşirdi. Câhil onu öldü sanır, Ol Hub sağdır, ölür değil.. Yunus olma câhillerden, Irak olma ehillerden, Câhil ne var mümin ise, Câhillikten kalır değil. 1.Şiirimiz karadır abiler. Kendi kendine çalan bir davul zurna Sesini duyunca kendi kendine güreşmeye başlayan Taşınır mal helalarında kara kamunun Şeye dar pantolonlu kostak delikanlıların şiiridir. Aşk örgütlenmektir bir düşünün abiler. 2.Şiirimiz her işi yapar abiler. Valde Atik'te Eski Şair Çıkmazı'nda oturur Saçları bir sözle örülür bir sözle çözülür Kötü caddeye düşmüş bir tazenin yakın mezarlıkta Saatlerini çıkarmış yedi dala gerilmesinin şiiridir. Dirim kısa ölüm uzundur cehennette herhal abiler. 3.Şiirimiz gül kurutur abiler. Dönüşmeye başlamış Beşiktaşlı kuşçu bir babanın Taşınmaz kum taşır mavnalarla Karabiga'ya kaçan Gamze şeyli pek hoş benli son oğlunu Suriye hamamında sabuna boğmasının şiiridir. Oğullar oğulluktan sessizce çekilmesini bilmelidir abiler. 4.Şiirimiz erkek emzirir abiler. İlerde kim bilir göz okullarına gitmek ister Yanık karamelalar satar aşağısı kesik kör bir çocuğun Kinleri henüz tüfek biçimini bulamamış olmakla Tabanlarına tükürerek atış yapmasının şiiridir. Böylesi haftalık resimler görür ve bacaklanır abiler. 5.Şiirimiz mor külhanidir abiler. Topağacından aparthanlarda odası bulunamaz Yarısı silinmiş bir ejderhanın düzüşüm üzre eylemde Kiralık bir kentin giriş kapılarına kara kireçle Şairlerin ümüğüne çökerken işaretlenmesinin şiiridir.. Ayıptır söylemesi vakitsiz Üsküdarlıyız abiler. 6.Şiirimiz kentten içeridir abiler. Takvimler değiştirilirken bir gün yitirilir Bir kent ölümünün denizine kayar dragomanlarıyla. Düzayak çivit badanalı bir kent nasıl kurulur abiler? Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı, Bir dakika araba yerinde durakladı. Neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar, Gözlerimin önünden geçti kervansaraylar... Gidiyordum, gurbeti gönlümle duya duya, Ulukışla yolundan Orta Anadolu'ya. İlk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık! Yüreğimin yaktığı ateşle hava ılık, Gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı... Arkada zincirlenen yüksek Toros Dağları, Önde uzun bir kışın soldurduğu etekler, Sonra dönen, dönerken inleyen tekerlekler.... Ellerim takılırken rüzgârların saçına Asıldı arabamız bir dağın yamacına. Her tarafta yükseklik, her tarafta ıssızlık, Yalnız arabacının dudağında bir ıslık! Bu ıslıkla uzayan, dönen kıvrılan yollar, Uykuya varmış gibi görünen yılan yollar Başını kaldırarak boşluğu dinliyordu. Gökler bulutlanıyor, rüzgâr serinliyordu. Serpilmeye başladı bir yağmur ince ince. Son yokuş noktasından düzlüğe çevrilince Nihayetsiz bir ova ağarttı benzimizi. Yollar bir şerit gibi ufka bağladı bizi. Gurbet beni muttasıl çekiyordu kendine. Yol, hep yol, daima yol... Bitmiyor düzlük yine. Ne civarda bir köy var, ne bir evin hayali, Sonunda ademdir diyor insana yolun hali, Arasıra geçiyor bir atlı, iki yayan. Bozuk düzen taşların üstünde tıkırdıyan Tekerlekler yollara bir şeyler anlatıyor, Uzun yollar bu sesten silkinerek yatıyor... Kendimi kaptırarak tekerleğin sesine Uzanmış kalmışım yaylının şiltesine.. Bir sarsıntı... Uyandım uzun süren uykudan; Geçiyordu araba yola benzer bir sudan. Karşıda hisar gibi Niğde yükseliyordu, Sağ taraftan çıngırak sesleri geliyordu: Ağır ağır önümden geçti deve kervanı, Bir kenarda göründü beldenin viran hanı. Alaca bir karanlık sarmadayken her yeri Atlarımız çözüldü, girdik handan içeri. Bir deva bulmak için bağrındaki yaraya Toplanmıştı garipler şimdi kervansaraya. Bir noktada birleşmiş vatanın dört bucağı, Gurbet çeken gönüller kuşatmıştı ocağı. Bir pırıltı gördü mü gözler hemen dalıyor, Göğüsler çekilerek nefesler daralıyor. Şişesi is bağlamış bir lambanın ışığı Her yüzü çiziyordu bir hüzün kırışığı. Gitgide birer ayet gibi derinleştiler Yüzlerdeki çizgiler, gözlerdeki cizgiler... Yatağımın yanında esmer bir duvar vardı, Üstünde yazılarla hatlar karışmışlardı; Fani bir iz bırakmış burda yatmışsa kimler, Aygın baygın maniler, açık saçık resimler.... Uykuya varmak için bu hazin günde, erken, Kapanmayan gözlerim duvarlarda gezerken Birdenbire kıpkızıl birkaç satırla yandı; Bu dört mısra değil, sanki dört damla kandı. Ben garip çizgilere uğraşırken başbaşa Raslamıştım duvarda bir şair arkadaşa; . "On yıl var ayrıyım Kınadağı'ndan Baba ocağından yar kucağından Bir çiçek dermeden sevgi bağından Huduttan hududa atılmışım ben". Altında da bir tarih: Sekiz mart otuz yedi... Gözüm imza yerinde başka ad görmedi. Artık bahtın açıktır, uzun etme, arkadaş! Ne hudut kaldı bugün, ne askerlik, ne savaş; Araya gitti diye içlenme baharına, Huduttan götürdüğün şan yetişir yârına! .... Ertesi gün başladı gün doğmadan yolculuk, Soğuk bir mart sabahı... Buz tutuyor her soluk. Ufku tutuşturmadan fecrin ilk alevleri Arkamızda kalıyor şehrin kenar evleri. Bulutların ardında gün yanmadan sönüyor, Höyükler bir dağ gibi uzaktan görünüyor... Yanımızdan geçiyor ağır ağır kervanlar, Bir derebeyi gibi kurulmuş eski hanlar. Biz bu sonsuz yollarda varıyoruz, gitgide, İki dağ ortasında boğulan bir geçide. Sıkı bir poyraz beni titretirken içimden Geçidi atlayınca şaşırdım sevincimden: Ardımda kalan yerler anlaşırken baharla, Önümüzdeki arazi örtülü şimdi karla. Bu geçit sanki yazdan kışı ayırıyordu, Burada son fırtına son dalı kırıyordu... Yaylımız tüketirken yolları aynı hızla, Savrulmaya başladı karlar etrafımızda. Karlar etrafı beyaz bir karanlığa gömdü; Kar değil, gökyüzünden yağan beyaz ölümdü... Gönlümde can verirken köye varmak emeli Arabacı haykırdı "İşte Araplıbeli! " Tanrı yardımcı olsun gayrı yolda kalana Biz menzile vararak atları çektik hana.. Bizden evvel buraya inen üç dört arkadaş Kurmuştular tutuşan ocağa karşı bağdaş. Çıtırdayan çalılar dört cana can katıyor, Kimi haydut, kimi kurt masalı anlatıyor... Gözlerime çökerken ağır uyku sisleri, Çiçekliyor duvarı ocağın akisleri. Bu akisle duvarda çizgiler beliriyor, Kalbime ateş gibi şu satırlar giriyor; . "Gönlümü çekse de yârin hayali Aşmaya kudretim yetmez cibali Yolcuyum bir kuru yaprak misali Rüzgârın önüne katılmışım ben". Sabahleyin gökyüzü parlak, ufuk açıktı, Güneşli bir havada yaylımız yola çıktı... Bu gurbetten gurbete giden yolun üstünde Ben üç mevsim değişmiş görüyordum üç günde. Uzun bir yolculuktan sonra İncesu'daydık, Bir handa, yorgun argın, tatlı bir uykudaydık. Gün doğarken bir ölüm rüyasıyla uyandım, Başucumda gördüğüm şu satırlarla yandım! . "Garibim namıma Kerem diyorlar Aslı'mı el almış haram diyorlar Hastayım derdime verem diyorlar Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış'ım ben". Bir kitabe kokusu duyuluyor yazında, Korkarım, yaya kaldın bu gurbet çıkmazında. Ey Maraşlı Şeyhoğlu, evliyalar adağı! Bahtına lanet olsun aşmadınsa bu dağı! Az değildir, varmadan senin gibi yurduna, Post verenler yabanın hayduduna kurduna! ... Arabamız tutarken Erciyes'in yolunu: "Hancı dedim, bildin mi Maraşlı Şeyhoğlu'nu? " Gözleri uzun uzun burkuldu kaldı bende, Dedi: "Hana sağ indi, ölü çıktı geçende! " Yaşaran gözlerimde her şey artık değişti, Bizim garip Şeyhoğlu buradan geçmemişti... Gönlümü Maraşlı'nın yaktı kara haberi.. Aradan yıllar geçti işte o günden beri Ne zaman yolda bir han rastlasam irkilirim, Çünkü sizde gizlenen dertleri ben bilirim. Ey köyleri hududa bağlayan yaşlı yollar, Dönmeyen yolculara ağlayan yaslı yollar! Ey garip çizgilerle dolu han duvarları, Ey hanların gönlümü sızlatan duvarları! .. Biz üç kişiydik; Bedirhan, Nazlıcan ve ben Üç ağız, üç yürek, üç yeminli fişek... Adımız bela diye yazılmıştı dağlara taşlara, Boynumuzda ağır vebal, koynumuzda çapraz tüfek.... El tetikte kulak kirişte Ve sırtımız toprağa emanet... Baldıran acısıyla ovarak üşüyen ellerimizi, Yıldız yorgan altında birbirimize sarılırdık. Deniz çok uzaktaydı Ve dokunuyordu yalnızlık. Gece uçurum boylarında, Uzak çakal sesleri Yüzümüze, ekmeğimize, Türkümüze çarpar geçerdi.. Göğsüne kekik süredi Nazlıcan, Tüterdi buram buram. Gizlice ona bakardık, Yüreğimiz göçerdi.... Belki bir çoban kavalında yitirdik Nazlıcan'ı, Ateşböcekleriyle bir oldu kırpışarak tükendi. Bir narin kelebek ölüsü bırakıp tam ortamıza, Kurşun gibi, mayın gibi tutuşarak tükendi.... Oy Nazlıcan vahşi bayırların maralı, Nazlıcan saçları fırtınayla taralı, Sen de gider miydin böyle yıldızlar ülkesine, Oy Nazlıcan oy can evinden yaralı.... Nazlıcan serin yayla çiçeği Nazlıcan deli dolu heyecan Göğsümde bir sevda kelebeği Nazlıcan ah Nazlıcan.... Artık yenilmiş ordular kadar Eziktik, sahipsizdik Geçip gittik, parka ve yürek paramparça, Gerisi ölüm duygusu, gerisi sağır sessizlik, Geçip gittik, Nazlıcan boşluğu aramızda.... Bedirhan'ı bir geçitte sırtından vurdular... Yarıp çıkmışken nice büyük ablukaları, Omuzdan kayan bir tüfek gibi usulca, Titredi ve iki yana düştü kolları.... Ölüm bir ısırgan otu gibi sarmıştı her yanını Devrilmiş bir ağaçtı ayışığında gölgesi Uzanıp bir damla yaş ile dokundum kirpiklerine Göğsümü çatlatırken nabzımın tükenmiş sesi.... Sanki bir şakaydı bu, birazdan uyanacaktı, Birazdan ateşi karıştırıp bir sigara saracaktı Oysa ölüm sadık kalmıştı randevusuna ah O da Nazlıcan gibi bir daha olmayacaktı.... Ey Bedirhan; Katran gecelerin heyulası, Ey Bedirhan; Kancık pusuların belası Sen de böyle düşecek adam mıydın konuşsana, Ey Bedirhan ey mezarı kartal yuvası.... Bedirhan mor dağların kaçağı Bedirhan mavi gözleri şahan Zulamda suskun gece bıçağı Bedirhan ah Bedirhan.... Biz üç kişiydik Üç intihar çiçeği Bedirhan, Nazlıcan ve ben Suphi... Bir yiğit de bir güzeli severse Emrettiği yere hemen gitmeli Ardına düşmeyle güzel sevilmez Güzelleri koşup koşup bulmalı. Zehirdir kötünün ekmeği yenmez Merd olanın ışığı sönmez Bir güzel seversen sözünden dönmez Sevdiğinin halından da bilmeli. Dolandım dağları borlara düştüm Kız senin derdinden odlara düştüm Çaresi bulunmaz dertlere düştüm Dostunun derdine ortak olmalı. Karac'oğlan der ki n'olup n'olmadan Dost ağlayıp düşman bize gülmeden Biri ölüp biri ile kalmadan Ölecekse ikisi de ölmeli Düşünceniz Sünepe beyninizde yatar ya miskin miskin Yağ bağlamış bir uşak yatar gibi pis bir yatakta Çileden çıkararak kanlı paçavralarıyla yüreğimin Alaya alacağım onu, hınzır ve hayta. Ne gönlüme tek bir ak düştü, Ne ihtiyar bir sevecenlik başımda! Tuttu bütün dünyayı sesim, o korkunç gümbürtü; Yakışıklı yürürüm şimdi Yirmi iki yaşımda.. Siz çıtkırıldımlar! Kemanlara geçirenler sevdayı. Siz geçiren hamhalatlar dümbeleklere. Derinizi kolaysa tersyüz edin benim gibi, Ortada baştan aşağı dudaklar kalsın bir kere! . Gelin de görün – Melekler takımında görevli bir hanım var salonda, Keten gibi düzgün. Ahçı nasıl çevirirse yemek kitabını Dudaklar çeviriyor yollu yordamlı o da.. İsterseniz Ben çılgına dönerim tenden, -ya da renk değiştiren bir gök gibi ufukta- isterseniz öyle çıtkırıldım olurum öyle incelirim ki çıkarım insanlıktan, dönerim pantolonlu bir buluta! . İnanıyorum çiçekler içindeki bir Nis’e! Yine herkes benim yüzümde tafra sahibi, Bir hastane gibi köhne erkekler de, Yıpranmış kadınlar da bir atasözü gibi. Kimi dev yatırım, özel sektör Kimi dağ köylerinde çerçi olduğu. Yükselir bir yapı gökdelen binlerin Onda bir görülmez harcı olduğu.. Koltuk altında haç kimiler Varmadan bir kutba, geçmeden bir çölü Çoklayın, düzen kocalarının Ne de kolay hacı, hancı olduğu.. Ve çiler yazarlar, makara çekerler Binlerin o birlere borcu olduğu. Yar yüreğim yar Gör ki neler var Bu halk içinde Bize güler var. Kon gülen gülsün Hak bizim olsun Gâfil ne bilsin Hak'kı sever var. Bu yol uzaktır Menzili çoktur Geçidi yoktur Derin sular var. Girdik bu yola Aşk ile bile Gurbetlik ile Bizi salar var. Her kim merdâne Gelsin meydâne Kalmasın câne Kimde hüner var. Yunus sen bunda Meydan isteme Meydan içinde Merdâneler var Hayatımı genişleyen halkalar içre yaşarım ben, nesneler üzre açılan birim birim. Sonuncuyu, belki, başarmak gelmez elimden; fakat denemek isterim.. dönerim çevresinde Tanrı'nın, o eski kulenin gece gündüz dönerim binlerce senedir; doğanmıyım ben, fırtına mı, bilmem henüz, yoksa bir büyük şarkı mıyım nedir... Elâ gözlerini sevdiğim dilber Sen benim derdimden devâ bilmezsin Sen nasıl tabipsin yoktur ilâcın Yürekte yaramı sarabilmezsin. Sana derim sana ey kalbi hayın Kimseler çekmesin feleğin yayın Alıp harap ettin gönül sarayın Alıp bir taşını koyabilmezsin. Emrah eydür yalan oldu sözlerim Muhabbetin can evimde gizlerim Ne durursun ağlasana gözlerim Gitti kaşı kara, görebilmezsin Ben yürürüm yane yane Aşk boyadı beni kane ne akilem ne divane gel gör beni aşk neyledi. akar sulayın çağlarım dertli ciğerim dağlarım Şeyhim anuban ağlarım gel gör beni aşk neyledi. miskin yunus bi'çareyim dost ilinden avareyim gell gör beni aşk neyledi Beyaz ipekler giyinen biri, uyanamadığının farkına varıyor; Uyanmış gerçeklikten ve kafası karışmış çünkü. Ürkmüş kaçıyor bu yüzden düşlere ve duruyor bahçelerde, bir başına kara bahçelerde. Şenlik uzakta. Işık belli belirsiz. Gece soğuk ve sokuluyor çepeçevre yanına. Ve soruyor kendisine doğru yönelen bir kadına. ‘’ Sen gece misin? ’’ Gülüyor o. Ve adam utanıyor beyaz elbiselerinden o an. Ve uzaklarda yapayalnız kollarında olmak istiyor onun. Eksiksiz kollarında. . Reiner Maria RİLKE Çeviri: Osman TUĞLU Sevdiklerim göçüp gidiyorlar birer birer Ay geçmiyor ki almayayım gamli bir haber.. Kalbim zaman zaman bu haberlerle burkulu; Zihnim düşünceden dagınık, gözlerim dolu.. Kaybetti asrımızda ölüm eski hüznünü, Lakayd olan muhimsemiyor gamli bir günü.. Çok şey bilen diyor:'Gidecek her gelen nesil Ey sade-dil bu bahsi hayatinda böyle bil. Hiç durmadan, hayat öğtür devreden bu çark, Ölmek sırayladır, sıralanmakta varsa fark.. İlmin derin görüşleri, aklın hükümleri Doldurmuyor boşalmış olan hisli bir yeri İşitme her sözü ol guş-u sağır Beladan sakınmak noksanlık mıdır İmkansız bir işe bağır ha bağır Barbarlık eylemek irfanlık mıdır. Söz söyle gönlünün iktidarınca El elden üstündür arşa varınca Süleyman’a söz öğretti karınca Nasihat dinlemek nadanlık mıdır. Arifler her vakit nasihat eyler Aklı olmayanlar öğüdü neyler Dost dostun her sözü yüzüne söyler Doğru söz söylemek düşmanlık mıdır. Aşığı Sümmani ilimden bıkmaz Aklı olan doğru yolundan çıkmaz Yiğit odur gücün yettiğin yıkmaz Düşkünü öldürmek aslanlık mıdır Cana cefa kıl ya vefa Kahrın da hoş, lutfun da hoş, Ya derd gönder ya deva, Kahrında hoş, lutfun da hoş.. Hoştur bana senden gelen: Ya hilat-ü yahut kefen, Ya taze gül, yahut diken.. Kahrında hoş lutfun da hoş.. Gelse celalinden cefa Yahut cemalinden vefa, İkiside cana safa: Kahrın da hoş, lutfun da hoş.. Ger bağ-u ger bostan ola. Ger bendü ger zindan ola, Ger vasl-ü ger hicran ola, Kahrın da hoş, lutfun da hoş.. Ey padişah-ı Lemyezel! Zat-ı ebed, hayy-ı ezel! Ey lutfu bol, kahrı güzel! Kahrında hoş, lutfun da hoş.. Ağlatırsın zari zari, Verirsen cennet-ü huri, Layık görür isen nari, Kahrında hoş, lutfun da hoş.. Gerek ağlat, gerek güldür, Gerek yaşat gerek öldür, Aşık Yunus sana kuldur, Kahrında hoş, lutfun da hoş. Üstüme lapa lapa kar yağıyordu yeniden Yeniden yüreğim beyaz bir lale Berrak sular, ışıklar, çiçekler, renkler Yeniden karşımda birer şelale. Artık benim için ne ekmek, ne su Sağımda, solumda vehim ordusu. Ve hep onu, bulamamak korkusu Soyundum yeniden büyük melale.. Bana alev gibi bir şeyler yazdı Sanki baştan başa şiirdi, nazdı... Kırk yıl bile düşünsem olmazdı Gelmezdi bu sevda akla, hayale.. Bitmiş tükenmiştim, efkarım çoktu Salkım söğütlerden bir farkım yoktu Yar beni yeni bir yarışa soktu Şu halime bir bakın: deli-divane! . Gönlüm nakış nakış renkli bir kilim Bir kınalı-güzel türküdür dilim Yeminle anlatsam kim inanır kim İçine düştüğüm bu çılgın hale.. Karışıp gitsem mi ebabillere Adını versem mi karanfillere Seslenip dursam mı sahillere lale! lale! lale! Yıldızların uyuduğu, sessiz, kara Dalgalarda Ofelya iri bir zambak, Yüzüyor duvaklı, uzanmış sulara... -Avcı borularının ezgisinde bak.. Bin yıl geçti, Ofelya yine üzgün, Uzun sularda kefen gibi akıyor. Bin yıldır, gündüz gece, deli gönlünün Hüznünü meltem yellerine döküyor.. Açıp sularda salınan tüllerini Beyaz göğüslerini öpüyor rüzgar, Söğütler eğmiş omzuna dallarını Ağlıyor. Uykulu alnında kamışlar.. Yöresinde üzgün nilüferler bazan Dağıtıyor Ofelya kızılağacın uykusunu, Bir kanat vuruşuyla dallar yuvadan -Salıyor yıldızların altın şarkısını.. Sen ey solgun Ofelya, kar gibi güzel! Sulara gelin oldun ergen çağlarda! -Çünkü Norveç doruklarında esen yel Acı özgürlüğün tadını öğretti sana:. Savuran bir soluk gür perçemlerini Büyüyordu düşlerinin akışında; Dinliyordun doğanın ezgilerini Ağacın, gecelerin yakınışında; . Çünkü boğuk sesi çılgın denizlerin O tatlı, çocuk göğsüne vuruyordu; Bir nisan sabahı, yorgun bir atlı senin Dizlerinde sessizce oturuyordu! . Gök! Aşk! Özgürlük! Bu nasıl düş Deli Kız! Güneş vuran kar gibi eriyip gittin; Konuşma, sus! Seviyi bizlere dilsiz O mavi gözlerinle çoktan öğrettin! . -Ve diyor ki Ozan: Aydın gecelerde Ofelyam çiçekler devşiriyorsun; Hep böyle yüz, ak gelinliğinle suda Dalgalar beşiğini sallayıp dursun.. (15 Mayıs 1870) . (Fransızcadan çeviren:Erdoğan Alkan) Akıl ersin ermesin sevdama Senden yanayım dedi yeşeren dal senden yana Sana senden gelir bir işte 'dâd' lâzımsa Zaferden ümidin kes gayriden imdad lâzımsa.. . Yüksel ki yerin bu yer değildir; Dünyaya gelmek hüner değildir.. . Bize gayret yaraşır, merhamet Allah'ındır. Hükmü ati ne fakirin, ne de şeyhin şahındır Sana bir uygarlığı getirdim; anlamadın Yavuz kahramanları, şiirin burçlarını Ayak ucuna koydum gecenin saçlarını Urganmış boynumda taşıdığın gerdanlık Sana hükümdarlığı getirdim; anlamadın. Sevda suya karışır, sızar kan dağlarına Köpüren yüreğimde zıpkınlanır umutlar Yüzün tunç gibi çöker ülkemin bağlarına Irmaklar bilmediğin kadar hülyalı akar Her vadi bir yanıyla senin yüzüne bakar Bir yanında münzevi hıçkıran Leyla kuşu Sen henüz tanımadın sevda denen yokuşu Sen henüz yorulmadın yokuşta devler gibi Yıkılmak üzre olan çaresiz evler gibi Sen henüz vurulmadın uçarken göklerinde Sen henüz bir oltaya takılmadan derinde Karalar bağlamadın; beni anlayamazsın O kalp sende oldukça gülüm, ağlayamazsın. Seni bir yıldız gibi koyacağım göklere Her gece ışığını ruhumdan alacaksın Aldanma gururunu okşayan çiçeklere En güzel güllerini ruhumla alacaksın. Kopacak sanıyorsun bu ip ince yerinden Bu ipin her çizgisi yaralı bir dev gibi İnecek sanıyorsun bu bayrak gönderinden Bu sevda tükenecek sönen bir alev gibi. Sen hala anlamadın sevginin en hasını Sen hala çözemedin ırmağın dünyasını O, coşkun bir denizin sularına yürürken Sen hasta bir çeşmeden doldurmuşsun tasını Gittiği her iklime sevdanı götürürken Gözyaşı çukuruna gömmüşsün deltasını. Henüz bir tokat gibi inmedi yüzüne aşk Kalbine çivilerle gömülmedi ayrılık Görmedin bir arslanın can çekişen resmini Yalnızlık kitabında okumadın ismini Bir takvim yaprağında yanmadı bakışların Dökülen tüylerine tutunmadın kuşların Karanlık köşelerde acı acı gülmedin Sen henüz kovulduğun kapılarda ölmedin O Celali uykudan uyanmadın, uyanma Düşlerimin rengine boyanmadın, boyanma. Bir kuş gibi çırpınan kalbimin kafesine Bir avuç yem bıraksan ölür müsün, a gülüm Feryadı kayaları parçalayan sesine Ömür boyu yabancı kalır mısın, a gülüm Sen henüz bir zindanın küflü duvarlarına Çarpmadın gözyaşıyla boğulan gözlerini Sen henüz diken diken saplamadın göğsüne Dudağında kuruyup dağılan sözlerini Sen henüz dokunmadın yalnızlığa kan gibi Acıyı kaynatmadın içinde volkan gibi Karalar bağlamadın beni anlayamazsın O kalp sende oldukça gülüm, ağlayamazsın Bilinmeyene yürümek garipti Hayat belki de Bilinmeyene yürümekten ibaretti Bir sonraki Atılıp atılamayacağı bilinmeyen bir adımın Götürüp götüremeyeceği bilinmeyen bir yolun Sonundaki bilinmeyenlerden oluşuyordu her şey Ve hiçbir şeyi önceden bilmek mümkün değildi Aslında yürütülmekti sonunu bilmeden yürümek cesur atılmalıydı adımlar korkuyla umut arasında Güneş açar ya da yağmur yağardı. Deprem ne zaman nereyi yıkar belli olmazdı En iyisi hazırlıklı olmaktı her şeye Umudu ve korkuyu elden bırakmadan... Kimin ne zaman, nerede, ne kadar olacağı belli olmadan. Önemli olan bir yerlerde olduğumuz sürece oranın hakkını vermek ve geride bir şeyler bırakmaktı. Bir iş, bir eser ya da bir iyilik, Belki de kıyamet son iyilik yapıldıktan sonra kopacaktı. İzmir! e götürüyorum bir gülü Sarı bir gülü.. Kenâr-ı bahrde hoş bir mahaldir, nâzır-ı âlem, Tahaccür eylemiş bir mevcdir; üstünde bir âdem, Hayâlettir, oturmuş, fikr ile meşguldür her dem; Giyinmiştir beyaz amma, bakarsın arz eder mâtem, Bulutlar, dalgalar, yıldızlar etrafımda hep mahrem; Ağaçlar, cûylar, kuşlar, çiçekler dâimâ hurrem... . Bu tenha yerleri gördün mü sen zannetme hâlîdir, Hayâlâtımla meskûndur, bu yerler pür meâlîdir, Muhât-ı aczdir hem lâ-tenâhî birle mâlîdir; Bu mevkidir yerim sahilde bir kürsî-i âlîdir. Bulutlar, dalgalar, yıldızlar etrafımda hep mahrem; Ağaçlar, cûylar, kuşlar, çiçekler dâimâ hurrem... . Sükûnetle kuşanmış hây u hûy-i şehri gûş eyle, Sehâb-ı hande-rîz ü berk-ı yekser-kahrı gûş eyle, Ağaçlardan çıkan efkârı seyret, nehri gûş eyle; Bu vahşetgâhda sen gel benimle dehri gûş eyle. Bulutlar, dalgalar, yıldızlar etrafımda hep mahrem; Ağaçlar, cûylar, kuşlar, çiçekler dâimâ hurrem... . Düşün ol zâtı kim emriyle zâtından ıyân olmuş, Vücûd-ı sermedîsinden zemîn ü âsmân olmuş, Düşün deryâyı, her bir katre mevc-i bî-kerân olmuş, Hafâyâ-yı ilâhîdir ki yekdil, yekzebân olmuş. Bulutlar, dalgalar, yıldızlar etrafımda hep mahrem; Ağaçlar, cûylar, kuşlar, çiçekler dâimâ hurrem... . Odur hîçî-i mâzî lücce-i sürh-i meşiyyette, Bu târîkî-i müstakbel kebûd-ı sermediyyette, Durur bir kibriyâ-yı bî-nihâyet nûr u zulmette, Beraber cümle mevcûdât ü eşyâ hep muhabbette. Bulutlar, dalgalar, yıldızlar etrafımda hep mahrem; Ağaçlar, cûylar, kuşlar, çiçekler dâimâ hurrem... . Eder yekdiğerin takbîl dâim zühre vü zerre, Yürür bir yolda murg u mâhî vü mehtâb ü şebperre, Otur şu minber-i deryâ-muhât-ı senge bir kerre, Hemen allah'ı gör şâmil semâdan bahr ile berre. Bulutlar, dalgalar, yıldızlar etrafımda hep mahrem; Ağaçlar, cûylar, kuşlar, çiçekler dâimâ hurrem... . Yürür her burc bin asr-ı mücessemdir, mümâsildir, Zılâle sûretâ, zannetme lâkin cism-i zâildir, Bu hey'et zîr ü bâlâ mercî-i aslîye mâildir, Giderler şâd ü handân cümlesi bir feyze nâildir. Bulutlar, dalgalar, yıldızlar etrafımda hep mahrem; Ağaçlar, cûylar, kuşlar, çiçekler dâimâ hurrem... . Döner vâdide dûr a dûr bir ses, rûdlar çağlar, Çemen mâî, koyunlar penbe, rengârenktir dağlar, Şafaktan, bahrdan etmekte cem-i sîm ü zer bağlar. Bu şenlikte benim gönlümdür ancak varsa bir ağlar. Bulutlar, dalgalar, yıldızlar, etrafımda hep mahrem; Ağaçlar, cûylar, kuşlar, çiçekler dâimâ hurrem... . İner sisler içinde bir küçük kız kûhdan tenhâ, Doğarken necm-i bî-hâb-ı seher peyda vü nâ-peydâ, Geçer peyk-i sabâ dûşunda aks-i cûşiş-i deryâ, Ceres yâd-ı vatanla dilde eyler derdimi ihyâ. Bulutlar, dalgalar, yıldızlar etrafımda hep mahrem; Ağaçlar, cûylar, kuşlar, çiçekler dâimâ hurrem... Oturmuş ak gelin taşın üstüne Taramış zülfünü kaşın üstüne Bir selam geldi başım üstüne Alırım kız seni komam illere. Bir taş attım karlı dağlar ardına Yuvarlandı düştü yarin yurduna Ben yeni de düştüm sevda derdine Alırım ahdımı komam illere. Atımın kuyruğu cura saz gibi Divana vurmuş da ergen kız gibi Alarmış yanağı bahar yaz gibi Getirin kır atım göçem illere. Dadaloğlu der de oldum kastana Gelip geçer selam verir dost bana Göçeyim mi bilmem Namrun üstüne Çekilem mi kahpe Bulgar illere Martilarin sana dogruyu soyleyecekti arzu tramvaylarina binmeseydin... Acilarin seni yeni bir sehre goturecekti yuruyusune vurulmasaydin... Tuhaf, ele gecmez, tehlikeli bir hayvandin. Sehrin yaban adamlari sana oyle bakmasaydi, uyur, bir daha uyanmazdin... Bütün herifler içerdeydi girdiğinde o çırılçıplak herifler içiyordu, ona tükürmeye başladılar daha yeni çıkmıştı nehirden, birşey anlamıyordu yolunu yitirmiş bir deniz kızıydı küfürler aktı parıldayan teninde açık saçık sözler yağdılar altın memelerine ağlamadı çünkü bilmiyordu ağlamayı çıplaktı çünkü bilmiyordu giysileri dağladılar gövdesini sigaralar, yanık mantarlarla yuvarladılar meyhanede kahkahalar atarak konuşmadı çünkü bilmiyordu konuşmayı uzak bir aşkın rengindeydi gözleri kolları ikiz safirlerdi dudakları titriyordu mercan ışığında sonunda çekip gitti kapıdan güçbela girdiğinehirde tertemiz oldu yağmurda beyaz bir taş gibi pırıl pırıl yine yüzdü bakmadan arkasına yüzdühiçliğe, yüzdü ölüme. Yüceden mi geldin sen seher yeli Daha dostum eller ile gezer mi? Solmuş derler gül benzinin iziği, Daha dostum eskisinden güzel mi? . O ne dedi, sen ne dedin varıncak? Oğlan aşık mısın? Dedi görüncek El kavuşturup divanına duruncak Daha dostum eskisinden güzel mi? . Kolda götürürüm yavrı baz gibi Yüzerim göllerde boymul kaz gibi Bahçandan açılan top nergiz gibi Toplar toplar, dost zülfüne dizer mi? . Karac’oğlan, gider kendi yoluna Çiğ ibrişim pek yakışır beline, Divitin, kalemin almış eline; O dost bizi defterine yazar mı? Pencereden baktığımda görüyorum Senin yüzün incir yaprağında Senin ürkekliğin duvar üstünde yürüyen Bir kedinin kıvraklığında. Aynada dururken görüyorum Kırmızı öpüşün sol yanağımda Dişimi fırçalarken senin ağzın Serin suların berraklığında. Rakı devrilmiş masalarda yokluğun Veya benden önce kalkıp gitmişliğin Gece boyu dolandığım barlarda Sarhoşlara tekrarladığım adın Balıkçı kahvesinde, çorbacıda, kenarlarda. Dökülmek istemiyorum hayır! .. Çingene çiçekçiler habire yaltaklandığında Bilmediğim soruların açtığı çukuru Yalanlarla doldurmak istemiyorum. Seni kaybettim galiba İki taşın arasında kaldım Bu, benim hatam değildi Seni ben çook geç tanıdım. Derin acılar bahçıvanı Yüreğime ne ektin böyle... Aşk korkağını bağışlar mı? Söyle.... Aramak ne kötü herkeste seni Her gözde bulup yanılmak seni Ah turuncu rüyalar güzeli Hem kendini yok ettin Hem beni. Başka ne acıtabilir içimi Yaşım kırkı devirmişken Seni böyle patavatsızca sevmişken Ve, tam aynayı güneşe çevirmişken Başka ne.... Seni vefasız aşklara bırakıyorum Yüzümü kırılan bardaklarda ara Düşünme ben ne olurum Sanırım bi daha onarılmaz İncinen gururum Her delikanlının senin yaşında, Kavak yelleri eserken başında; . Ta.. bilmem nereden şu kadar yolu Gelip, almak var mıydı İstanbul'u? . Bunca zahmet, bunca şehit, bunca kan... Neden yaptın bunu Sultan Mehmed Han? . Hatanı silmedi hala asırlar, Hele işlediğin öbür kusurlar... . Ayasofya'yı camiye çevirdin; Bilmiş ol ki büyük bir çam devirdin.. . Minareler diktin dört bir yanına Kubbedeki Haç'ın kıydın canına... . Korkudan sustular güzelim çanlar, Sultanım! İrtica değil mi bunlar! ? ? . Balkanlarda gürledin, çaktın Mora'da Ne işiniz vardı beyim orada? . Yaptığın bu yanlış yüzünden Bütün avrupanın düştük gözünden. . Bulgarın elini sıkmaz olduk, Yunan'ın yüzüne bakmaz olduk... . Neyse ki çağımız füze çağıdır, Ayasofyanın da müze çağıdır. . Şol dört minare, dört dikili taş. Gibi sessiz kılıp eyledik çağdaş... . Eğer uğramazsak kem bir nazara Belki korlar bizi Ortak Pazara..! ! Hayal bana yakın yar bana uzak Sevdası başıma dolanır gitmez Aşkına düşeli yar bana uzak Yüz bin öğüt versen biri kar etmez. Senin aşkın beni kıldı urusvay Düşmüşüm peşinde koşarım hay hay Kabul et kapında beni de kul say Dost yoluna ölür aşık ar etmez . Ey beni bu derde giriftar eden Eski muhabbeti kaldırdın neden Gönül ister kavuşmayı ölmeden Gül olmasa bülbül ah u zar etmez. Beni yakan yansın aşkın narına Gönül düştü bir zalimin toruna Bakmaz mısın bu Veysel'in zarına Ah çeker ağlarım yar elim yetmez. Ne demekmiş “Yasak! ” İşiniz mi kalmadı Yapacak? Ne diye karışırsınız Saçımıza-başımıza, Bizi oyuncağınız mı sandınız Bakıp yaşımıza? Sebebini anlatamayacağınız Çocukça bir devrin hevesinden Karşınızdaki en güzel portreleri Mahrum ettiniz çerçevesinden! . Kim demiş, ki: “Başörtüsüydü o! ” Başımızın -renk renk- Süsüydü o! Altında saçlarımız, Arkadan, ne hoş sarkardı; Kimimizde -örgü örgü- sarmaşıklaşır... Kimimizde, su olup akardı! * * * Şu, bu nâmına “Yasak! ” demiş Bulundunuz, tezelden; Ne olurdu, anlasaydınız biraz da, Güzellikten, güzelden! * * * Siz, bizden değilsiniz, Tanımıyoruz hiç birinizi, Çekin başımızdan Ellerinizi! Bir gericilik tutturmuşsunuz; Gericilik değil, Türk'ün köy modasıdır bu... Üstelik, ninemizin başımızda Taşıdığımız hatırasıdır bu! Dediniz: “Çıkacak başınızdan Başörtünüz! ” Alın -öyleyse- onunla Yüzünüzü örtünüz! İkinci yangın. Bir nevâ perdesinde filizlenen kıvılcım Narçiçeklerine son rüyayı hatırlatır Alevden bir gergefse tahammül, ruhumuzun Titrek avuçlarına her gece kan damlatır Hangi gönül ressamı dokunmuştur bilinmez Bir kalbin duvarına böyle tenhâ ve uzun. Alevden bir gergefse tahammül, ruhumuzun Ölü çığlıklarıyla muammalı ve dalgın Sen hangi Mevlana’yı arıyorsun ey bahar karanlık bir dünyanın zindanı mı bu yangın Bekle ki, gül yağmuru yağsın kirpiklerine Elbette her şimşeğin bir hicaz dörtlüsü var. Sen hangi Mevlana’yı arıyorsun ey bahar Şarkılarda batıyor hümayun tekneleri Dördüncü ses bir kuşun kanadında tevekkül Akıl, suya gölgesi düşen esrarlı peri Bir başına eriyip akarken mihverinden Neden Yusuf yüzlüdür göklere savrulan kül. Dördüncü ses bir kuşun kanadında tevekkül Hisar perdesinde kum, kırlangıçlar ve zehir Çürüyen bir câzibe tutuyor ellerinden Yaslı bir mağaradan süslü bir cennete gir Nice yangın saklıdır hüzzam ırmaklarında Akkor binlerce deniz boşalıyor terinden. Çürüyen bir câzibe tutuyor ellerinden Tehlikeli sularda sanma ki yüzün güler Korsanlar alır bir gün kaptanlık beratını Suya hükmedemezsin; düşmanındır gemiler Güneşin battığı yer âşiyanın olmadan Kendi dağlarına dön ve hazırla atını senin bakışın sevgilim senin bakışın bulutlarla yanak yanağa gezen kırlangıç uçurumların anlamını bilen albatros yağmurlu günlerde güneş devrimi yapan güvercin senin bakışın telefon kulübesinde sesimle sevişen kumru gök gürültüsünün üstünden geçen turna emeğin kavgasına kanat veren kartal senin bakışın sevgilim senin bakışın 'çok uzaklara gitmeliyim kendimi bulmak için'diyen leylek 'uzaklara gidersen yitirirsin yanındakileri'diyen serçe baştankara,içimdeki yazı bahçesine dadanan sevgilim senin bakışın kısa otlara uzun dalların öykülerini anlatan çalıkuşu çocukluğumun şeytan uçurtmalarıyla yarışan saka aynanın önünden yavaşça geçen tavuskuşu sevgilim ışığın yırtıldığı yerde gökyüzünü bekleyen ispinoz senin bakışın gökdelenin bodrumunda yuvasını arayan tarla kuşu odun kafalıları hırpalayan ağaçkakan sevgilim savaş gemilerinin üzerine yağan martı senin bakışın senin bakışın geceyi,seviştikçe kanadı kanayan geceyi boşluğun ıslığıyla aralayan yabankazı gerçeküstü pelikan, gökyüzünde su kanalları açan pelikan 'yakaladığım en büyük balık sensin'diyen yalıçapkını senin bakışın sevgilim senin bakışın konduğu ağaçlara bir bir sarıldığım ardıç kuşu sürüden erken ayrılan bıldırcın cereninsırtında uyuyan keklik sevgilim senin bakışın yağmurkuşlarının nem bolluğu yıldızların felsefesini bilen kukumav cennet papağını,yatağımda gökkuşağını uyutan kuşların müzik öğretmeni bülbül senin bakışın ezilenler başkaldırdıkça sevinçle öten kızılgerdan sinema karanlığında dudak çırpan istanbul kuşu -öyle bir kuş varsa eğer- geceyle gündüzü tüylerinde eşitleyen saksağan sevgilim senin bakışın mutsuzluğa gagasıyla gülümseme biçen kayaşakrağı yapraktan çimene haber götüren ötleğen Van Gölü'ne gölgesi vuran atmaca Aladağlar'da iç geçiren şahin senin bakışın denizcilerin unuttuğu bahri gemilerin unuttuğu suyelvesi sevgilim hiç unutamadığım yelkovan kuşu senin bakışın. yüzümdeki gökyüzü bakışlarındaki kuşlarla tanıdı kendini sevgilim senin yüzün senin yüzün eski kuşların yeni seyir defteri.. I- Bir tezgahtar parçasıyım ben Üç kuruşluk acıya müdahale edemem Kanatlarımda sigara yanıkları Gül diye okşadım onu yıllarca Sen istersen derdim müşterilerime Sen istersen kalbimin hepsi de melek olsun İnanırdım bazen bir kase bal bile umutsuzdur. Gül tutan bir adam aradım yıllarca Rakamlar büyür, şehir küçülürdü. Vazgeçtim, vazgeçtim sonra Beni anneme götürsün bindiğim bütün taksiler. Kalbim neden isli bir şehir? Kalbim! Neden ben? Bir tek aşk sözü söylememiş gibiyim.. II- Bir tezgahtar parçasıyım ben Kendime alıştım bodrum katlarında Geceleri yokluğum karşıladı beni Kuru yapraklar sererdi merdivenlerine Viks sürdüm burnuma, coca-cola içtim Ağlamaklı oldum kaç kere çilek reçeli yüzünden. Büyülendim Sibel Can çalınan taksilerden Büyülendiğin şeyler, Büyülenmediğin şeyleri döverdi bilem. Neden sen böyle çocukluk resmiydin kalbim? Kendime alıştım bodrum katlarında Artık bir karanlık bağımlısıyım. Kezzap attı yüzüme sokak lambaları Tenekeden bir aydınlıkla kestim Hayatla ilgili bütün bağlarımı Hazırım ben Bir anne ismine bağlamayı her şeyi: Füsun.... III- Acıklı sözler kraliçesiyim ben Yağmur bir daktilo kız kadar hızlı Hızlı daha hızlı Fazla vaktim kalmadı Artık ifadem alınmalı. Asaletim de sizin olsun baylar, rezaletim de! Beni bir sutyen lastiğiyle asın. İnanın kendimin “Yokluğunda çok kitap okudum” Bana birkaç hayati meseleyi ödünç ver kalbim Görüş günlerinde seninle konuşabilmem için. Kalbim neden ben? Sırf sevinsin diye seni bir kere bile Elinden tutup parka götürmedim.. IV- Melankoli ve kolonya şişesi Kalbim ile İzmir aynı şey mi? Boyunlarında simsiyah birer halka Kumruların hepsi de dişi mi? Gugukguk yusufçuk Nerdesin? Burdayım. Bekleyin, bekleyin geliyorum! Melankoli ve kolonya şişesi. Hayatımın üstünde imkansız kuşlar uçuyor.. V- Kalbimi bıraktım bir yanıbaşımda Kanatlarımda hep böyle yalnız başıma Son şiirimi de kaybettim. Kalbim! Neden ben? Son çocukluk resmimi de bir yabancıya gönderdim. Ben çakıl taşıyım küçük Ben kaldırım taşıyım yorgun Ben sabır taşıyım pare pare Ve ben ah mezar taşıyım Ne çare! Gidiyoruz, tozlanmış, onca yitirişten nicedir katılaşmış yüreklerimizle. Yalnız bizi dinlememeleri değil mesele, sağırlaşmışlar da üstelik, tozlanmış inlemeleri duyup yakınamayacak kadar. . Şarkı söylüyoruz, ezgi yüreğimizde. Oradan çıkabildiği hiç duyulmamış. Yalnız arada bilenlere rastlanırmış: Tutan olmamıştı bizi, kalalım diye. . Duyuyoruz. Paydos artık ağırdan yürümeye. İşin sonu da kalmayacak yoksa. Ve çeviriyoruz gözlerimizi Tanrıya: Alın terimizin karşılığıdır ayrılık! . (Çeviren: Ahmet Cemal) Bir an sevinç duyarken, korkuyorum sonra hemen, Haydut yıllar çalar götürür diye hazinemi; Bir an, başbaşa kalmaktan öte bir şey istemezken, Sonra diyorum ki, alem niye görmesin sevincimi? Bazan, sana baka baka kendime çektiğim ziyafetle, Doydum sanırken, bir bakışın açlığıyla ölüyorum sonra, Senin bana verdiğin ya da verebileceğinden öte, Ne bir şeyden zevk alıyorum, ne de çabalıyorum almaya. İşte böyle, her gün hem açlıktan ölüyor, hem tıkanıyorum; Ya oburca her şeyi yiyorum, ya da hiçbir şeye dokunmuyorum. İşte pencerem. Az önce ne kadar da hafif uyandım. Yüzdüğümü sandım. Nerede başlıyor gece, Nerede son buluyor yaşantım? . Bir kristalin derinlikleri gibi şeffaf, dilsiz, karanlık, ben’im diyebilirdim dört bir taraf, çevremi saran tüm varlık. . İçime sığdırabilirim yıldızları bile; kalbim büyük görünüyor o kadar; öylesi bir keyifle benden izin istiyor tekrar . galiba o sevmeye başladığım, o tutunmaya başladığım kişi için. Bakıyor bana yazgım, yabancılığıyla asla bilinmezin. . Uzanan ben miyim bu sonsuzluğun altında, ki çayır gibi hoş kokulu ileri geri salınmakta, . hem sesleniyor hem korkak, duyulur diye seslenişleri, bir başkasında boğulmak onun kaderi. . Reiner Marie RİLKE Çeviren: Osman TUĞLU Ölüm ardıma düşüp de yorulma Var git ölüm bir zaman da gene gel Akıbet alırsın komazsın beni Var git ölüm bir zaman da gene gel. Şöyle bir vakitler yiyip içerken Yiyip içip yaylalarda gezerken Gene mi geldin ben senden kaçarken Var git ölüm bir zaman gene gel. Çıkıp boz kurtlayın ulaşamadım Yalan dünya sana çıkışamadım Eşimle dostumla buluşamadım Var git ölüm bir zaman da gene gel. Karac'oğlan der ki derdim pek beter Bahçede bülbüller şakıyıp öter Anayı atayı dün aldın yeter Var git ölüm bir zaman gene gel ne ben sorayım seni ne sen beni sor soyunmuş seslerimiz tenden boşlukta bir aşk örüyor. ses olmuş duygular yaklaşır dalga dalga zamansız kavuşsa da seslerimiz birbirine biz kavuşamayız. ne kollarımız var saracak ne öpecek dudaklar ne görülecek yüzümüz var ne görecek göz. bir aşk örüyoruz boşlukta çizgiden soyut zerreden öz Sesin işler gibi bir şûh kanat gamlarıma Seni dinlerken olur kalbim uçan kuşlara eş Gün batarken sanırım gölgeni bir başka güneş Sarışınlık getirir gözlerin akşamlarıma. . Doğuyor ömrüme bir yirmi sekiz yaş güneşi Bir kuş okşar gibi sen saçlarımı okşarken Koklarım ellerini gülleri koklar gibi ben Avucundan alırım kış günü bir yaz ateşi . Gönlüme avdet eder her unutulmuş nisan Ne zaman gençliğini yolda hırâman görsem Eskiden pembe dudaklarda dağılmış bûsem Toplanır leblerime bir gece dalgın dursan . Seni zambak gibi gördükçe açık pencerede Gül açar bahtımın evvelki hazanlık korusu Genç eder ufkumu hülyâlarımın genç kokusu Sorarım ak saçımın örttüğü yıllar nerede . Çehremi varsın o solgun seneler soldursun Yeni yıldız gibi doğdukça güzel her akşam Gençliğin böyle benimken kocamam hiç kocamam Ruhum, ölsem bile ben, sen yaşayan ruhumsun Ellerine Sarın Kalbimin içini O ayla boyanmış nar ellerine. Bahar ellerine giydir düşleri Göksel şarkıları sar ellerine. O kar ellerine yar ellerine Deme sabah akşam var ellerine. Rüzgar mı asker mi biçti yolumu Önünde kaç engel var ellerine. Bitirip şu kara kuru ekmeği Göç etsem diyorum yar ellerine. Başına bir hal gelirse Dağlara gel bağlara gel Seni saklar vermez ele Dağlara gel bağlara gel. Bu canım aşka cinseli Aşk odu ile pişeli Yeşil dağlar menevşeli Dağlara gel bağlara gel. Rakibe miktarın bildir Yanına civanlar uydur Zamane dostundan yeğdir Dağlara gel bağlara gel. Gevheri düşmüş dillere Diyar-ı gurbet illere Billahi vermem ellere Dağlara gel bağlara gel Bende sığar iki cihân ben bu cihâna sığmazam Cevher-i lâmekân benim kevn ü mekâna sığmazam. Kevn ü mekândır âyetim zâta gider bidâyetim Sen bu nişân ile beni bil ki nişâne sığmazam. Kimse gümân ü zann ile olmadı Hakk ile biliş Hakkı bilen bilir ki ben zann ü gümâna sığmazam. Sûrete bak vü ma'nîyi sûret içinde tanı kim Cism ile cân benim velî cism ile câna sığmazam. Hem sadefim hem inciyim haşr ü sırât Bunca kumâş ü raht ile ben bu dükâna sığmazam. Genc-i nihân benim ben uş ayn-ı ayân benim ben uş Gevher-i kân benim ben uş bahr ile kâna sığmazam. Arş ile ferş ü kâf ü nûn bende bulundu cümle çün Kes sözünü uzatma kim şerh u beyâna sığmazam. Gerçi muhît-i a'zâmım adım âdem durur âdemim Dâr ile kün fekân benim ben mu mekâna sığmazam. Cân ile hem cihân benim dehr ile hem zamân benim Gör bu latifeyi ki ben dehr ü zamâna sığmazam. Encüm ile felek benim vahy ile melek benim Çek dilini vü epsem ol ben bu lisâna sığmazam. Zerre benim güneş benim çâr ile penc ü şeş benim Sûreti gör beyân ile çünkü beyâna sığmazam. Zât ileyim sıfât ile Kadr ileyim Berât ile Gül-şekerim nebât ile piste-dehâna sığmazam. Şehd ile hem şeker hem şems benim kamer benim Rûh-ı revân bağışlarım rûh-ı revâna sığmazam. Tîr benim kemân benim pîr benim civân benim Devlet-i câvidan benim îne vü âna sığmazam. Yer ü gökü düzen benim geri dönüp bozan benim Cümle yazı yazan benim ben bu dîvâna sığmazam. Nâra yanan şecer benim çarha çıkar hacer benim Gör bu odun zebânesin ben bu zebâne sığmazam. Gerçi bugün Nesîmîyim Hâşîmîyim Kureyşîyim Bundan uludur âyetim âyet ü şâna sığmazam Sakalıma kır düştü, Söylemeyin anama. Üzülürde ağlar, Ağlar sonra, bilirim.. Hepsi hepsi üç tane Üç tel ne ki sakalda Üzüldüğüne değmez, Değmez sonra bilirim. Gözlerime bir baksın, Bir baksın anam şöyle. Derdi gözümden okur, Okur sonra bilirim. Yine İstanbul anlatırım, Anlatırım neşeyle. Neşemde hüzün bulur, Bulur sonra, bilirim.. Ana bir şey yok derim, Sen dua et gizlice. Anam hep dua eder, Eder sonra bilirim.. Ölüm haberim gelir Bir gün bir gazetede. Peşimden anam gelir, Hemen gelir, bilirim. Umidin her zaman haib, nasibin daima nekbet; Hayatin gecti husranlarla ey gun gormeyen millet! Ne devletsiz basin varmis, ne mel'un tali'in, hayret! Muebbed bir hayat ummus da icmistin.. Fakat seyret: Nasil zehr oldu birden diktigin sahba-yi hurriyet! . Meger altust olurmus en muazzam ars-i istiklal; Meger pamal edermis en bulend akvami izmihlal; Meger birden olurmus altiyuz yil beslenen amal, Ufuklar, bak, adem rendinde zulmetlerle malamal.. Ne beklerdik, nasil ciktin sen ey ferda-yi istikbal! . Bu istikbali ruyamizda gorseydik inanmazdik! 'Sabah olmus' dedik, sezmekle bir avare aydinlik. Ne haybettir: degilmis fecr-i kazibler kadar sadik! Cahimi bin hatar kat kat yigilmis, gelde yirtip cik! ilahi! Bir isik goster, bunaldik busbutun artik! . Fakat hey saskin, istimdad icin Hak'dan yuzun var mi? Kitabullah'a yuksekten bakan gozler de aglar mi? Muhakkar gordugun kuvvet bu gun bir bak, muhakkar mi? Demezdin, ruhu Kur'an'in o lakaydiyle muztar mi? Ya sen muztar kalir, feryad edersen, aldirirlar mi! . Evet, sen boyle bir ferda-yi mahser-hizi ummazdin, Haberdar eyleyenler oldu; guldun. Pek de kurnazdin! Kudurmustan beter bir hale geldin, durmadin azdin! Dusen ma'suma cikmak gayr-i kaabil bin cukur kazdin: Gomup ahlaki, artik fuhs icin bah-name'ler yazdin! . Utanmak bilmiyorsun, anladik, lakin ne isterdin: Su milletin ki levsiyyati bir 'meslek' deyip verdin? ibadullahi saptirdin, fakat bir yol mu gosterdin? Gorursen nerden bir namus, fush-abada gonderdin; Sezersen kimde na-merdane bir fitrat, kanat gerdin! . * * *. Biyik kirpik, sakal yontuk da tirnaklar birer parmak; Yikanmaz bir surat, sol gozde beyzi cam, fakat parlak; Hamamsiz ensenin sirtinda bir yag var: kayar yavsak! Su, kalcinlarla kivrik pantalon altinda, kiskivrak Seken Osmanli centilmeninde hicbir duygu yok mutlak... Utanmak ver, yeter, kaabilse Allah'im, utandirmak! . Mehmet Akif ERSOY 29 Tesrinisani 1328 (1912). - Yaşamak bir sokak lambası gibi Bir gece evden atılmış bir çocuk sanki Tek bir damla tek bir ses gibi Aklıma düşüyor . Artık delirir koşar şimşeklerim Yaşamak bu nadir ve gevşek Hayır bugün hiçbir kimseyi alkışlamıyorum Ve onların dikilip içi yumurta çürüğü kokan Kristal fanuslarına baka durdukları gibi bakıp durmuyorum . Ve bazı bey alıkların dediği gibi Sadece yürek arılığını arı bulmuyorum. Düşünün Tohumlar ekilir Yağmurlar başlar O zaman filizler bir karış boyu yükselmiştir Köylü davarlarını alır götürür sürer üstüne Başak dediğimiz rahmet ondan sonra fışkırır Esas ondan sonra gövdelenir. Görmezik/ gördürürler Davarın yedim doydum sandığı Bir dalgınlık . çünkü benden bir kahramanlık kalacak çünkü besmeleyle başlandı çünkü desturla tuttuk ne tuttuksa çünkü imanla çok şeylere çağrıldık gözümüz dağlarda kaldı eşya geride kaldı dünya arkada bırakıldı bir diş gibi ayrıldık çenemizden dil çağı kapandı göz bağı koptu bir tövbe sancağı açıldı bir zevk süreci değil çünkü bütün o zamanlar toptan kullanılmış oldu. içinde zalimlerin asılma sahneleri içinde kan akıtanların kanlarının seli içinde mahzun edenlerin gözyaşı nehirleri çünkü tövbe edildi izin verildi besmeleyle başlandı. sevgilinin elinden dertler hoş beline/ çamur çamur olarak tekme tekme olarak on gündür ve kırk gündür daha aç acına ayakta durmak elli gün ayakta durmak olarak kaydedildi sevilinin elinden bağış ve kefaret olarak bilindi kabul edildi razı olundu ağlanmadı peki ekmek istenmedi mi istendi Sadece bir parça ekmek istendi tapınmaya bedensel güç olarak Yalvarılmadı HİÇKİM SE YE ağlanmadı razı olundu kabul edildi öpüp başa kondu ve çünkü tövbe edildi bir tövbe sancağı açıldı bir zevk süreci devrildi bir isyan kazanı devrilmedi itiraz isyan akmadı bir tövbe sancağı açıldı çünkü bütün zamanlar toptan kullanıldı içinde zalimlerin asılma sahneleri içinde kan akıtanların kanlarının seli içinde mahzun edenlerin gözyaşı nehirleri çünkü tövbe edildi tövbe edildi. ağıt güzel vakitlerindendir estağfirullaaaaah ve işte böyle uzatarak kalbim aç etim yanık Dünya diz çöktüğüm yer kadardır dizimin yanında bir diz dizimin yanında bir diz sağdan biri iki üç dört beş altı yedi soldan bir iki üç dört beş altı yedi bir sana bir sana bir sana... avucunu aç avucunu kapa dilini tut aklını kravatın gibi çöz at şimdi bir damla gözyaşı bir iri yahut Kimdi o kedi, zamanın eşyayı örseleyen korkusunda eğerek kuşları yemlerine, bana ve suçlarıma dolanan? Gök kaçınca üzerimizden ve yıldız dengi çözüldüğünde neydi yaklaşan yanan yatağından aslanlar geçirmiş ve gömütünün kapağı hep açık olana? . Yedi tül ardında yazgı uşağı, görüldüğünde tek boyutlu düzlüktür o ve bağlanmıştır körler örümcek salyası kablolarla birbirine sevişirken, iskeletin sevincini aklın yangınına döndüren, fil kuyruğu gerdanlıklarla.. Yine de, zaman kedisi pençesi ensemde, üzünç kemiğimden çekerken beni kendi göğüne, bir kahkaha bölüyor dokusunu. düşler marketinin, . uyanıyorum küstah sözcüklerle: Ey, iki adımlık yerküre senin bütün arka bahçelerini gördüm ben! Şenlik ateşleri yerleştirir boynuzlarını Çıldırmış bir geyiğin ikindi tarlasına, Gittikçe yayılır vadi. O küçük rüzgar Sıçrar bayırlardan bayırlara.. Hava kristalleşir duman altında -Kedi gözleri gibi sarıdır, hüzünlüdür – Ben dallardan yürürüm gözlerimde Dallar, ırmaklardan yürür.. Gelirler bana gerçek şeylerim benim, Aynı ezgileri tekrarlayarak, Burada bu bu ikindi sazlıklarında Ne garip Federico adında olmak.. Çev. Ülkü Tamer Bir biz varız güzel öbürleri hep çirkin Birde bu terli karanlık Sonra bir şey daha var muhakkak ama adını bilmiyorum Nereden başlasam sonunda o ışıkla karşılaşıyorum Yarı çıplak utanmaz bir kadın resmini aydınlatıyor Akşam oluyor ya bir türlü inanamıyorum Oturmuş iri yapılı adamlar esrar çekiyorlar Daha bir aydınlık olsun diye içtikleri su Sarı toprakdan testileri güneşte pişiriyorlar. Bir korkuyorum yanlız kalmaktan bir korkuyorum Gündüzleri delice çalışıyorum geceleri kadınlarla yatıyorum. Sonra birden büyümüş görüyorum ağaçları Kısrakları birden yavrulamış Havaları birden güneşli. Kadınlarla yattığım yetse ya Birde kadınlarla yattığıma inanmam gerekiyor. Hoşlanmıyorum Köylünün bir şeyi yok, sıhhatı, ahlakı bitik; Bak o sırtındaki mintan bile tiftik tiftik.. Bir kemik, bir deridir ölmedi kaldıysa diri; Nerde evvelki refahın ancak onda biri? . Dam çökük, arsa rehin, bahceyi icra ister; Bir kalem borca bedel faizi defter defter! . Hiç bakım görmediğinden mi nedendir, toprak, Verilen tohmu da inkar edecek, öyle çorak, . Bire dört aldığı yıl köylü emin ol, kudurur: Har vurur bitmeyecekmiş gibi, harman savurur.. Uğramaz, gün kavuşur, çitine yahut evine; Sabah iskambil atar kahvede, akşam domine.. Muhtasar, gayr-i mufid ilmi kadardır dini; Ne evamir, ne nevahi, secemez hiçbirini.. Namazın semtine bayramlarda uğrar sade; Hiç su görmez yüzünün düşmanıdır seccade.. Hani, üç beş kişiden fazla musallı arama; Mescid ambarlık eder, başka ne yapsın, imama! . Okumak bahsini geç, Çünkü o defter kapalı, Bir redif zabıtı mektepleri debboy yapalı, . Sıtma, fuhuş, içki, kumar, türlü fecayı salgın... Sonra söylenmiyecek şekli de var hastalığın.. Bir taraftan bulanır levse hesapsız namus; Bir taraftan serilir toprağa milyonla nufus.. ......... Mehmet Akif ERSOY ASiM: SAFAHAT-6.Kitap 1919 Ben ölürsem akşamüstü ölürüm Şehre simsiyah bir kar yağar Yollar kalbimle örtülür Parmaklarımın arasından Gecenin geldiğini görürüm Ben ölürsem akşamüstü ölürüm Çocuklar sinemaya gider Yüzümü bir çiçeğe gömüp Ağlamak gibi isterim Derinden bir tren geçer Ben ölürsem akşamüstü ölürüm Alıp başımı gitmek isterim Bir aksam bir kente girerim Kayısı ağaçları arasından Gidip denize bakarım Bir tiyatro seyrederim Ben ölürsem akşamüstü ölürüm Uzaktan bir bulut geçer Karanlık bir çocukluk bulutu Gerçeküstücü bir ressam Dünyayı değiştirmeye baslar Kus sesleri, haykırışlar Denizin ve kırların Rengi birbirine karışır Sana bir şiir getiririm Sözler rüyamdan fışkırır Dünya bölümlere ayrılır Birinde bir pazar sabahı Birinde bir gökyüzü Birinde sararmış yapraklar Birinde bir adam Her şeye yeniden baslar Eskiden bilmezdim yalnızlığı Bir ağaç nasıl yalnız değilse ormanında Bir çiçek kendi dalında Eskiden bilmezdim yalnızlığı . Yalnızlığın içinde Şimdi yalnız, yalnız mıyım Kopuk muyum dalımdan Uzağında mı kaldım ormanın BİR ŞAİRİN HATIRA FOTOĞRAFI. Adana'da doğmuşum Mirza Çelebi'de İlkokulu İstiklal'de Orta'yı Tepebağ'da Liseyi Erkek Lisesin'de okumuşum Kimilerine göre doğuştan şair Biraz da asi doğmuşum Ve en acısı Adana'nın barajında Üç kere boğulmuşum O gündür bugündür Denizle aram açık Buz gibi soğumuşum Lise'den sonra kendimi Denizi olmayan Berlin'de bulmuşum Mimarlık okumuşum Mühendislik okumuşum Ve matematik çıktıkça karşıma İnadına şiir dokumuşum Ve annemi kaybetmişim Bir Şubat gecesinde Dünyadan soğumuşum Gel gör ki Dikeni de gülü de O şehirde bulmuşum Ve bir sabah Dikeni yoluma Gül'ü koluma alıp İstanbul'a Edebiyat Fakültesine koşmuşum.. Daha ilk nefesinde gençliğimin Sürgün'ü Nazım'dan Gurbet'i Orhan'dan Hasreti Ahmet Arif'ten tanımışım. Vurulmuşum taşına toprağına şiirin Yunus'la yoğrulmuş Nesimi'yle çoşmuş Pir Sultan'la yanmışım Bir gözümde Veysel Bir gözümde Köroğlu Dilimde Karacaoğlan, Emrah, Dadaloğlu Ne türküler yakmışım. Necip Fazıl'la kaldırımlarda yatmış Atilla İlhan'la Maçka'da buluşmuş Ümit Yaşar'la yüzlerce kez aşık olmuşum Ve haykırmışım göklere Şairler severse işte böyle sever Yüreğimde can sesleri Mendilimde kan sesleri Ve dilimde hep o şiirler Bir yanımda Can Yücel Bir yanımda Edip Cansever . İşte bu yüzden Acıların şahını Aşkların ilahını Yalnızlığın padişahını Gölgesinden tanırım Ama ne zaman bir ayrılık çalsa kapımı Buz keser kanım donar kalırım Ve soluğu yine bir şiirde alırım. Kısacası Adım Ahmet Selçuk Soyadım İlkan Bir söz vardır ya hani Tanıyan bir Tanımayan bin pişman Yetişir sanırım Bunca sohbet bunca ağıt bunca ahh Şiirlerimin gözü yolda kalmasın Hadi bana eyvallah Sen ey engin gönüllü düşsever Sıfatsız derviş Dolaştın içinde hep özveriyle Doğu'yu, Batı'yı, sokakları Sokaklar ki leylak kokardı Şuraya koymuştun masaya Çiçeklerin sokak görgüsünü Sokakların çiçek örgüsünü. Sen ey uçuruma atlayan çocuk Anlat şimdi uçurumu, uçan çiçekleri Bazı güneşleri büyük sulara akan Bazı aşkları beyaz sessizliğe akan. Bak işte geçti yine İçinden sümbül yeleli bir at. Sen ey uslanmaz kalender Doğu'lu bilge, gün doğdu bak Hasret burcuna düştü İmgelerin sınırsız dalga boyu. Deniz kıyısında denize karşı Yaktı sigarasını bir atlı. Sen ey uslanmaz uçarı çocuk Anlat şimdi vişneçürüğü ufku Uçurum sessizliğinde suçsuzluğunu Bak işte Cemal Abidir Laleli'den dünyaya doğru giden bir tramvayda Onun kasketine yağan yağmuru anlat Ben de şu dünyaya geldim giderim Kalsın benim davam divana kalsın Muhammed Ali'dir benim vekilim Kalsın benim davam divana kalsın. Yorulan yorulsun ben yorulmazam Derviş makamından ben ayrılmazam Dünya kadısından ben sorulmazam Kalsın benim davam divana kalsın. Ben de vekil ettim Bari Hüda'mı O da kulu gibi zulüm ede mi Orda söyletirler bir bir adamı Kalsın benim davam divana kalsın. Mümin müslim düşürür de cem olur Anda sınık yaralara em olur Kara taş erir de safi mum olur Kalsın benim davam divana kalsın. Pir Sultan Abdal'ım dünya kovandır Gitti adil beyler kalan avamdır Muhammed divanı ulu divandır Kalsın benim davam divana kalsın Sadece ikimize değil Bütün hayata üzgünüm Fotoğraflarda Bir gece hatırası. Öylesine yalnızım ki Sanki yokum Eriyor eski ben Ve yeni biri olamıyorum. Keder sokulgan adımlarıyla Gelip kıvrılıyor yüreğime Hayat sakin Şafakta evler gibi. Sanki hiç bir şey olmadı İkimiz yokuz sadece Biz olan ikimiz yokuz Deniz hep orada Ve ağaçlar aynı düşlerinde Yine sevda geldi serime Koymazlar ki gidem kendi yoluma El uzatman benim gonca gülüme Allı turnam, harman dalı do'ndu' mu'. Sarı edik geymis koncu dizinde Arzumanım kaldı ala gözünde Böyle güzel m'olur köylü kızında Allı turnam, harman dalı do'ndu' mu'. Yiğitleri vardır ata binerler Soğuk sulu yaylalara konarlar Toprak tutmaz diye geri dönerler Allı turnam, harman dalı do'ndu' mu'. Arap ata biner hep yarışırlar Cirit oynarlar da ok atışırlar Yine bir gün gelir yan bakışırlar Allı turnam, harman dalı do'ndu' mu'. Karac'oğlan seni çağırır yine Yiğit olan hançer sokar beline Arzulayıp çıkar Bağdat çölüne Allı turnam, harman dalı do'ndu' mu' ağlama, sonsuzluğun kapısıdır bu taşlar ağlama ki, onlarda feryât etmeye başlar neden toprak olduktan sonra geldin yanıma bir ömür nerde idin od düşerken canıma mâdem acı çekmemi istemiyordun gülüm neden yandığım halde, acı çekiyor külüm mahrumun olsam bile, ağlama, kabrimde ben dayanamam kederlenmene, kahrına rağmen eyvah, sende solmuşsun istilâ kıskacında sonbahar rüzgarları sevişiyor saçında gözlerinde, kırılgan tebessümü akşamın nerde, esirgediğin o mağrur ihtişamın dünya mı sarsılıyor, yoksa titriyor musun ben sana tiryakiyim hâlâ, biliyor musun toprağımda tütüyor hayalin, buhur gibi her gece bekliyorum gelmeni, sahur gibi komşularım soruyor: Kimdir bu nazlı sultan? adını anacağım ânda ağarıyor tan sen güneşe bakarken, uykuya dalıyorum haberini her yani gelenden alıyorum bu hayal hakikatin özüdür, rüya değil sûretimi görürsün, mezarıma bir eğil okursun kitâbemde vardığım son durağı bulursun başucumda gülümseyen burağı 'Hû' sesini fısıldar kulağına taşlarım ruhuna kâfur gibi yayılır gözyaşlarım Biz yalnızlıktan doğduk o dağdağalı sudan Biz yani erdoğan ayşenur ali ve ahmet Birkaç litre kan bir hayli kemik epeyce korku Sanki bir tesbih koptu tane tane savrulduk Köy köy bucak bucak memleket memleket Yani afyon adilcevaz akçadağ turgutlu Birkaç litre kan bir hayli kemik epeyce korku. Buzlu mehtap alçakca kesmişti yolumuzu Bütün kapılardan açıkca kovulmuştuk Silahımız avcumuza yapışmıştı soğuktan Biz yani erdoğan ayşenur ali ve ahmet Birkaç litre kan bir hayli kemik epeyce korku Kestiremedik ne yaptığımızı kim olduğumuzu Sanki bir tesbih koptu tane tane savrulduk Köy köy bucak bucak memleket memleket Yani afyon adilcevaz akçadağ turgutlu Birkaç litre kan bir hayli kemik epeyce korku. Ne kadar korkmuştuk elimizden tutmadılar Doğrudur kendi içimizde daraldığımız Kim neyi savundu bilinmez nereye kadar Biz yani erdoğan ayşenur ali ve ahmet Başka bir yalnızlıkta boğulduk / havasızlıktan Sanki bir tesbih koptu tane tane savrulduk Köy köy bucak bucak memleket memleket Ne solculuğumuz solculuktu ne sağcılığımız Karanlık bir kapı ölüp üstümüze kapandılar Kimse bizi sevmedi / ağır kan kaybıyız Daha takılmadan bu telörgülere Biz ki Çocuğumuz dedik alınterine Okşadık alınterinin yanaklarını. Nasıl sevdik karayı bembeyaz Sarıyı kıpkızıl Pembe-beyaz dallarcasına Tohum tohum patlarcasına Üstüne üstüne yürüdük ölümlerin Aşkın sularına girercesine Ve tarihin en güzel yaprağını Güneşin parmağıyla çevirircesine. Bir şarkıyla geldik bugünlere Sevdikçe söyledik Özledikçe yeniden besteledik Kelepçeler çürüdü sesimizde Velhasıl Daha çocukken türküledik. Bu telörgülere takılmadan önce Biz ki vatanımız dedik alınterine Öptük alınterinin topraklarını Başlar koyduk uğruna Her damlasına can verdik Kurtuluşumuz dedik alınterine Açtık alınterinin bayraklarını Mühür gözlüm seni elden Sakınırım kıskanırım Uçan kuştan esen yelden Sakınırım kıskanırım . Havadaki turnalardan Su içtiğin kurnalardan Giyindiğin urbalardan Sakınırım kıskanırım. Beşikte yatan kuzundan Hem oğlundan hem kızından Ben seni senin gözünden Sakınırım kıskanırım. Al'İzzet'i oncalardan Elindeki goncalardan Yerdeki karıncalardan Sakınırım kıskanırım Artık ne bekleyebilirim, yeniden Buluşsam da o gonca çiçekten Cennet ve cehennem seni bekliyor Duygular kararsızlık dalgalarında sarsılırken, Bitsin bu kuşkular artık! İşte gök kapında Kaldırıyor yerden seni kollarıyla. İşte cennete kabul edildin, keşke Değer olsaydın sonsuz güzel hayata Artık ne istek, ne umut, ne tutku kaldı Burasıydı yöneldiğin içten çabalarla Karşında görünce eşsiz güzelliği Yanık gözyaşlarının kaynağı tükendi. Gün nasıl da hızla çarptı kanatlarını Zamanı önüne katıp sürer gibi Akşamki öpücük bir mühür dudaklarda Yarınki güneşin de aynen göreceği Sakin bir yürüyüşteydi zaman, Kız kardeşler gibi, benzer ve benzemeyen. Son öpücüğün nasıl da tatlı kıyıcılığı Kesiveriyor aşkın kusursuz örgüsünü Şimdi acele, tedirgin koşan, sakınıp eşiğinden Ardından alevler içinde bir melek geliyor gibi Göz, karanlık yola yorgun bakıyor Dönüp baktı: Kapı kilitli duruyor. Şimdi kendine bile kilitli olan bu gönül Sanki hiç açılmamış, mutluluk saatlerini Gökteki bütün yıldızlarla yarışarak Onun yanında hiç yaşamamış gibi Usanmış, utanmış, bungun, hüzünlü Karanlıklar içinde soluksuz gönlü. Bu dünyadan geride ne kaldı? Sarp kayalar Kutsal gölgelerle taçlandırılmadı mı? Ürünler olgunlaşmadı mı? Yeşillikler canlı, Irmak ve otlaklar boyunca uzanmıyor mu? Ve yeryüzü ötesinin büyüklüğü Biçimli ve biçimsiz kubbelenmiyor mu? . Nasıl da aydınlık ve kırılgan, hafif ve ince Ciddi bulutlar korosundan altı kanatlı melek Tıpkı o, yukarıdaki mavi gök Buhar gibi karışıveren maviliğe Böylece gördün danslar içinde sevinçli O, sevgililer sevgilisini.. Yalnızca birkaç dakika izin sana Onun yerine bir hayli tutup bırakmaya Yüreğine geri dön, daha kolay bulabilirsin orda Değişen biçimlere oynarken onu. Pek çok resim giderek oluşturuyor birini Böyle binlerce kez ve hep hep sevgili. Kapılarda bekliyordu, karşılar gibi Adım adım mutlu etti beni Bir daha koştu son öpücükten sonra Bir son daha kondurmaya dudaklarıma Nasılda canlı şimdi anısı İçimde alevden harflerle yazılı.. O gönül ki, yüksek surlar yaptırmış İçinde korumak için kendini ve sevdiğini Onun yerine de sevinç duyuyor bu aşktan Yalnızca ona açınca kapılarını tanıyor kendini Böylece kendi sınırları içinde daha özgür Ve yalnızca ona teşekkür için atıyor yüreği. Sevme gücü ve gereksinim Karşılıklı sevgiyle yok edildi Sevinçli tasarılar için umudun neşesi Karar ve eylem için hemen bulundu Aşk bir heyecansa seven için, Ben en hoş örneğiyim bunun.. Beni böyle kılan onun varlığı! Nasıl bunaltıcı Bir korku akıl ve beden üstünde, istenmeyen ağırlık: Tüyler ürpertici hayaller dolu Yürek boşluğunun ıssızlığında. Şimdi eşikte umudun bilinen şafağı Işıyor güneşin yumuşak aydınlığında.. Tanrı'nın verdiği huzuru bu evrende Akıldan çok mutluluk veren - okuduğumuza göre - Karşılaştırıyorum aşkın huzuruyla, Sonsuzca sevdiğin yanındaysa bu dünyada Gönül rahatlar, bozamaz hiçbir şey o derinde Duran anlamı, o anlam ait olmaktır sevdiğine... Kaç günümüz varsa şunun şurasında O kadar güneşimiz var Her günlük hakkımızdır mutluluk Anla Dün bugün eksilen güneşler Ödenmez yarınla Sonra, varlıklı bir adam konuştu: 'Bize vermekten bahset.'. Ve o cevap verdi: . 'Sahip olduklarınızdan verdiğinizde, çok az şey vermiş olursunuz; . Gerçek veriş, kendinizden vermektir.. Çünkü sahip olduklarınız, yarin ihtiyacınız olabilir diye saklayıp koruduğunuz şeylerden ibaret değil mi? . Ve yarin, kutsal şehre giden hacıları takip ederken, kemiklerini, iz bırakmayan kumlara gömen fazla uyanık bir köpeğe ne getirebilir? . Ve ihtiyaç korkusu da, ihtiyaçtan başka bir şey değil midir? . Kuyunuz tamamen doluyken susuzluktan korkmak, tatmin olamayan bir susuzluk göstermez mi? . Çok fazla şeye sahip olup, çok az verenler, bunu gösteriş isteyen gizli arzuları için yaparlar, ki bu da armağanlarını yararsız kılar.. Ve bazıları vardır ki, çok az şeye sahiptirler ve hepsini verirler. Bunlar hayata ve hayatin definesine inananlardır, ve kasaları hiç bos kalmaz.. Bazıları sevinçle verirler, bu sevinç onların ödülüdür.. Bazıları ise ıstırap içinde verirler ve bu acı onların vaftizidir.. Ve bazıları vardır ki, ne vermenin acısını hissederler, ne sevinç ararlar, ne de bir erdemlilik düşüncesi taşırlar; . Onlar, su vadideki mersin ağacının kokusunu salışı gibi verirler.. Böyle kişilerin ellerinde Tanrı dile gelir ve onların gözlerinden Tanrı, dünyaya gülümser.. İstendiği zaman vermek güzel bir davranış olabilir; fakat istenmeden, ihtiyacı hissederek vermek çok daha anlamlıdır.. Ve cömert olan için, verecek kimseyi aramak, veriş olayından daha fazla sevinç getirir.. Vermekten alıkoyacağınız herhangi bir şey olabilir mi? . Sahip olduğunuz her şey bir gün verilecektir.. Öyleyse simdi verin ve vermenin hazzını mirasçılarınız değil siz yasayın... Çoğunlukla söyle dersiniz: 'Vereceğim, ama hak edeni bulabilirsem.'. Ne koruluktaki meyve ağaçları böyle düşünür, ne de çayırdaki sürüler.. Onlar, saklandığında çürüyecek olanı, yasayabilsin diye verirler.. Herhalde kendisine günler ve geceler verilmesini hak eden bir kişi, sizden gelebilecek şeyleri de hak eder.. Ve hayat okyanusundan içmeye hak kazanmış bir insan, sizin küçük ırmağınızdan da bir bardak su alabilir.. Faydasından öte, kabul etmenin gerektirdiği cesaretten ve güvenden daha büyük bir değer var midir? . Ve siz kim oluyorsunuz da, onların göğüslerini yırtarak gururlarını korunmasızca ortaya seriyor, sonra da onların değerlerini örtüsüz ve gururlarını utanmasız olarak değerlendiriyorsunuz? . Önce kendinizi vermeye hak kazanmış ve verme olayında bir aracı olarak görün.. Çünkü gerçekte her şeyi veren hayattır ve siz kendinizi bir verici olarak belirlediğinizde, sadece bir tanık olduğunuzu unutuyorsunuz.. Ve siz alıcılar, ki hepiniz bu gruba dahilsiniz, ne kendinize ne de size verene bir boyunduruk yüklememek için, hiç bir minnet hissi taşımayın.. Bunun yerine, armağanları kanat yaparak, verenle beraber yükselin; . Çünkü borcunuzu gereğinden fazla abartmak, annesi özgür yürekli dünya, babası evren olan cömertlik olgusundan şüphe etmek demektir...' My love is like a red, red rose (e.e.cummings). Kırmızı kırmızı bir güldür aşkım İnce yüzünüzde. Kırmızı. Korkunç.. Kor sevişmemizden deli bir yalım Koyuna sevdanın. Kırmızı. Korkunç.. Karanlık, büyür büyür benim aşkım Gecenizde sizin. Kırmızı. Korkunç.. Vücudunuza, ağzınıza iner Gezer etinizi. Kırmızı. Korkunç.. Kalır bir gün bir krallık olduğu Güzelliğinizin. Kırmızı. Korkunç Bir haber alamadım gittin gideli Mutlu mu, mutsuz mu, nasılsın bugün? Hayli zaman oldu görüşmeyeli Nasılsın birtanem, nasılsın bugün? . Gönül defterini karıştırdın mı? Kalbini hasrete alıştırdın mı? Ayrılığı bize yakıştırdın mı? Nasılsın sevgilim, nasılsın bugün? . Bilmem ki beni hiç anar mısın? Unuttun mu yoksa, hatırlar mısın? Söyle; eskisinden bahtiyar mısın? Nasılsın birtanem, nasılsın bugün? . Seninle doluyken aldığım nefes Bitirdi bu aşkı sendeki heves 'Çekinme, sor' diyor içimden bir ses Nasılsın sevgilim, nasılsın bugün? Hapisanelere güneş doğmuyor Geçiyo bu ömrüm de günüm dolmuyor Eşim dostum hiç yanıma gelmiyor Yok mu hapisane beni arayan Bu zındanda ölem can gardiyan. Birer birer yoklamayı yaparlar Akşam olur kapıları kaparlar Bitmiyo geceler, olmaz sabahlar Yok mu hapisane beni arayan Bu zındanda ölem can gardiyan. Anamdan doğalı garip kalmışım Acı hapisane aha genç yaşım Benim zındanlarda neydi işim Yok mu hapisane beni arayan Bu zındanda ölem can gardiyan Hayır bitmedi Ancak başlıyor hayat Dostlarım,sırdaşlarım Şikayet değil Umudun güllerini sular Damlayan göz yaşlarım Acı değil gururdur Kanayan tırnaklarım Hayır bitmedi Ancak başliyor hayat. görinen yıldız değil yir yir delinmişdür felek gün yüzünün hasretiyle tir-i ahımdan benüm. necati. -1. açılmış sarmaşık gülleri kokularıyla baygın en görkemli saatinde yıldız alacasının gizli bir yılan gibi yuvalanmış içimde keder uzak bir telefonda ağlayan yağmurlu genç kadın. -2.. rüzgâr uzak karanlıklara sürmüş yıldızları mor kıvılcımlar geçiyor dağınık yalnızlığımdan onu çok arıyorum onu çok arıyorum heryerinde vücudumun ağır yanık sızıları bir yerlere yıldırım düşüyorum ayrılığımızı hissettiğim an demirler eriyor hırsımdan. -3.. ay ışığına batmış karabiber ağaçları gümüş tozu gecenin ırmağında yüzüyor zambaklar yaseminler unutulmuş tedirgin gülümser çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var çünkü ayrılık da sevdâya dahil çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili hiç bir anı tek başına yaşayamazlar her an ötekisiyle birlikte herşey onunla ilgili. telaşlı karanlıkta yumuşak yarasalar gittikçe genişleyen yakılmış ot kokusu yıldızlar inanılmayacak bir irilikte yansımalar tutmuş bütün sâhili çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var öyle vahşi bir tad ki dayanılır gibi değil çünkü ayrılık da sevdâya dahil çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili. -4.. yalnızlık hızla alçalan bulutlar karanlık bir ağırlık hava ağır toprak ağır yaprak ağır su tozları yağıyor üstümüze özgürlüğümüz yoksa yalnızlığımız mıdır eflatuna çalar puslu lacivert bir sis kuşattı ormanı karanlık çöktü denize yalnızlık çakmak taşı gibi sert elmas gibi keskin ne yanına dönsen bir yerin kesilir fena kan kaybedersin kapını bir çalan olmadı mı hele elini bir tutan bilekleri bembeyaz kuğu boynu parmakları uzun ve ince sımsıcak bakışları suç ortağı kaçamak gülüşleri gizlice yalnızların en büyük sorunu tek başına özgürlük ne işe yarayacak bir türlü çözemedikleri bu ölü bir gezegenin soğuk tenhalığına benzemesin diye özgürlük mutlaka paylaşılacak suç ortağı bir sevgiliyle. -5.. sanmıştık ki ikimiz yeryüzünde ancak birbirimiz için varız ikimiz sanmıştık ki tek kişilik bir yalnızlığa bile rahatça sığarız hiç yanılmamışız her an düşüp düşüp kristal bir bardak gibi tuz parça kırılsak da hâlâ içimizde o yanardağ ağzı hâlâ kıpkızıl gülümseyen -sanki ateşten bir tebessüm- zehir zemberek aşkımız Seni kim çizebilir şubat yolcusu Yalnız akşam olsun dağınık olsun Ceplerinde bozuk bir bulut uğultusu Geceleyin dörtte bir ölüm korkusu Dörtte dört sabaha karşı yağmursun Seni kim çizebilir şubat yolcusu Bütün çizgileri bozuyorsun Sana dedim allı gelin has gelin Suya gider sağ elinde tas gelin Yedi yıldır ben sevdana düşeli Kerem eyle şu sevdamı kes gelin. Zalim aşk elinden içmişim ağı Senin için dolanırım bu dağı Alam beliğine altın saç bağı Tak saçına ince bele as gelin. Ben seni severim sen de seversen İnsan olman el sözüne uyarsan Çizme olam ayağına giyersen Ökçesin de çamurlara bas gelin. Karac'oğlan der ki nic'olur halim Yoluna dökülsün olanca malım Giyin hint kumaş karşımda salın Ko desinler şu yiğidin has gelin Söyle sevda içinde türkümüzü, Aç bembeyaz bir yelken Neden herkes güzel olmaz, Yaşamak bu kadar güzelken?. İnsan, dallarla, bulutlarla bir, Ayrı maviliklerden geçmiştir İnsan nasıl ölebilir, Yaşamak bu kadar güzelken? Adını savurur rüzgar, Saçlarının niyetine. Aşka küserim sonra,ülserim azar, Azar azar düşer şakaklarıma mart akları.. Bak ne güzel erken bahar açmış ağaçlar, Bir soğuk vursun da görsünler günlerini!. Adını savurur rüzgar, Deneyimli bahar niyetine. Ülserim azar, Azar azar düşer saçlarıma mart akları.. Ben her bahar pişman olurum. Erken açar baharlarım, Soğuk vurur goncalarıma, Toprak olurum.. Martı görünce kaçacak yaz ararım. Ve gözlerimi kapatırım erken martı sesi duyunca. Sanki kızım dilime vurmuş sanırım, Giderken kapattığım kapının kilidi.. Ben her bahar pişman olurum. Güneşe kanar baharlarım, OROSPU BİR GÜLÜŞÜN GAMZELERİNE, YAPRAK YAPRAK TESLİM OLURUM! Onurun çırpındığı bütün göğüslerde Azgın lokomotifler gibi her nefes Bir ses dolaşıyor yürekten yüreğe Bir ses Yalayarak geçiyor demir kapıları Telörgülerde parmaklıklarda dolaşıyor Kimse görmüyor belki duymuyor da Bir ses dolaşıyor her yerde her an Bir ses Bir ses ki yaşamın tümüne özdeş Sağırların kulaklarına fırtınadır Körlerin gözlerinde güneş Şu haline bak da utan! Ne okuma bilirsin ne sayı, Ne üstünde var ne başında, Ne midende ne kursağında, Bari gel de görgünü arttır Medeniyet öğren ayı. Yemek masası nedir, peçete nedir, Çatal bıçak nedir gör! Giymek şart değil ya, Ayakkabı gör gömlek gör Jartiyer bile görsen faydası var. Tarak deyip de geçme Saçını tara da gör Kafan nasıl işlemeye başlar. Kanalizasyon gördün mü sen hiç? Gel de kanalizasyon gör Yemek şart değil ya Döner kebap gör, su böreği gör, Ekmek gör be ekmek, Ne görsen faydası var! Geceleyin benden ayrılır ruhum, Dönünceye kadar açık kalır cam. Uyanık, başımın ucunda bir mum, Beklerim, beklerim böyle her akşam. Bilmesem de nereye gidiyor ruhum, Bütün gece sessiz, eriyip de mum, Sabah olduğunu çok biliyorum; Biliyorum, bu bir sonsuz helecan. Besbelli bir ömür böyle sürecek, O öyle uçarı, ben böyle ürkek; Bir gün ya bilerek, ya bilmeyerek, O dönmeden önce camı kapayacağım Seyredelim Horasan'ın ilini Gördüm iki turna güzel turnalar Tavaf ettim imamların yerini Gördüm iki turna güzel turnalar. Muhammet bizimdir Ali bizimdir Erkanı bizimdir yolu bizimdir Değmesin yad avcı teli bizimdir Gördüm iki turna güzel turnalar. Muhammet Ali'den parıldar damlar Elinde doğar ol şems ile kamer Yaylağı Yıldız'dır gözleği Kemer Gördüm iki turna güzel turnalar. Şu gelen avcıdan hazerim deyu Ezel ki ikrarı bozarım deyu Çığrışır Tebriz'de öterim deyu Gördüm iki turna güzel turnalar. Pir Sultan Abdal'ım kendi halinde Kalmadılar evliyanın yolunda Kalkıştı da gitti Ali gölünde Gördüm iki turna güzel turnalar O sahibinin sesi gramofonlarda çalınan şey incecik melankolisiymiş yalnızlığının intihar karası bir faytona binmiş geçerken ablam caddelerinden ölümler aşkı pera'nın . Esrikmiş herhal bahçe bahçe çiçekleri olan ablam çiçeksiz bir çiçekçi dükkanının önünde durmuş tüllere sarılmış mor bir karadağ tabancasıyla zakkum fotoğrafları varmış cezayir menekşeleri camekânda . Ben ki son üç gecedir intihar etmedim hiç, bilemem intihar karası bir faytonun ağışı göğe atlarıyla birlikte cezayir menekşelerini seçip satın alışından olabilir mi ablamın. Benim gönlüm sarhoştur Yıldızların altında Sevişmek ah ne hoştur Yıldızların Altında. Sular rüzgarı dinler Aşıklar hep serinler Çoban yolları inler Yıldızların altında. Yanmam gönlüm yansa da Ecel beni ansa da Gözlerim kapansa da Yıldızların altında. Mavi nurdan bir ırmak Gölgede bir salıncak Bir de ikimiz kalsak Yıldızların altında. Ne keder ne yas olur Çakıllar elmas olur Bir kadeh bir tas olur Yıldızların altında. Ettiğim ah değildir Bahtım siyah değildir Buse günah değildir Yıldızların altında Anılar defterinde gül yaprağı Gibi unutuldum kurudum Başıma düşmüş sevda ağı Bir başıma tenhalarda kahroldum Sen kimbilir, rüzgârlı eteklerinle Kimbilir hangi iklimdesin, ben Sensiz bu sessizlikle Deli gibiyim sensiz Bu sessizlikle. Ayrılıkla başım belada Gözlerini çevir gözlerime Yoksa sensiz bu sessizlikle Deliler gibiyim Sensiz bu sessizlikle F.E.S. ve öbürleri için . Bir aşk nasıl biterse öyle bitti bu aşk da Uzun bir hastalık gibi Aralıksız dinlediğim alaturka bir fasıl gibi Gökyüzüne bakmayı, dostlara mektup yazmayı Çiçekleri sulamayı unutmuşluğum gibi Bitti. Bir aşk nasıl biterse öyle bitti bu aşk da Yürümeyi yeniden öğrenen felçli bir çocuk gibi Sokağa çıkmalıyım şimdi ve çoktandır İhmal ettiğim dostlara yeni bir adres bırakmalıyım Pencereleri açmalı, kitapları düzenlemeliyim Belki bir yağmur yağar akşama doğru Yarıda bıraktığım şiirleri tamamlarım Aşk da bitti diyordu ya bir şair Aşk bitti işte tam da öyle uyurdum, dokunduğum camlar kırılırdı derinliğinde uykumun. Nil, gözlerimden geçsin diye güne kirpiklerim kırılırdı. oysa, saklambaç oynayan bir çocuktu büyüttüğüm; babasının dudaklarına sıkışmış ve unutulmuş.... sobelendim, saklandığım saydam düşlerin ardında. sunacak başka birşeyim yoktu, bir çocuğun bayram sabahındaki beklentisini sundum yaşama ve tedirginliğini oğlu savaşta bir annenin. uzak ezgisini dinleyerek bırakıp gitmelerin.. nil güne akarken şubat gibi biriktim; dört yıl topladığı acısını yirmidokuzuncu adımında gösteren. ve çıktım yaşama onun sakladıklarını sunarak saklandığım yerden. sonra kendime dönüp dinledim yeniden acılarıma sordum: yaşamın neresinde saklanmalı ozan, yada nasıl saklamalı yaşamı? mavi kuş. bir mavi kuş var yüreğimde çıkmaya can atan ama ben ondan güçlüyüm, kal, diyorum ona, kimsenin seni görmesine izin veremem.. bir mavi kuş var yüreğimde çıkmaya can atan ama viski döküyorum üstüne sigara dumanına boğuyorum, fahişeler, barmenler ve bakkal çırakları hiçbir zaman bilmiyorlar onun orada olduğunu.. bir mavi kuş var yüreğimde çıkmaya can atan ama ben ondan güçlüyüm, yat lan aşağı, diyorum ona, ocağıma incir dikmek mi niyetin? Avrupa'daki kitap satışlarımı sabote etmek mi? . bir mavi kuş var yüreğimde çıkmaya can atan ama zekiyim, sadece geceleri izin veriyorum çıkmasına, herkes yattıktan sonra. orada olduğunu biliyorum, derim ona, kederlenme artık.. sonra yerine koyarım yine ama hafifçe öter tamamen ölmesine de izin vermiyorum ve birlikte uyuyoruz gizli antlaşmamızla ve insanı ağlatacak kadar güzel, ama ben ağlamam, ya siz? charles bukowski Benim sevdam Bir güle benzer Bazen solar,bazen açar Ama sürekli yaşar Kışın kardelen gibidir Baharda delerek ölü toprağını Göğe uzanır Boyuna posuna bakmadan. Benim sevdam Bir suya benzer Temiz ve berrak Ve çöl ateşinde kanarak İçilen bir suya. Benim sevdam Bir kuşa benzer Uçar gökyüzüne Bulanır maviye Bazen kartal Bazen serçe Bazen güvercin olur. Buyruğun tut Rahman'ın, tevhide gel tevhide Tazelensin imanın, tevhide gel tevhide.. Yaban yerlere bakma, cânın odlara yakma Her gördüğüne akma, tevhide gel tevhide.. Mâsivâdan gözün yum, ne umarsan Hak'tan um Gitsin gönülden hümum, tevhide gel tevhide.. Zahirde kalan kişi, güç etme âsân işi Gider gayri teşvişi, tevhide gel tevhide.. Şirki baştan savarsan, Hak bilmeye iversen Yaradan'ı seversen, tevhide gel tevhide.. Emri yerine getir, erkenden işi bitir Sıdk ile iman getir, tevhide gel tevhide.. Sen seni ne sanırsın, fâniye dayanırsın Üş bir gün uyanırsın, tevhide gel tevhide.. Uyanagör gafletten, geç bu fani lezzetten İç kevser-i vahdetten, tevhide gel tevhide.. Hüdayî'yi gûş eyle, şevke gelip çûş eyle Bu kevserden nûş eyle, tevhide gel tevhide.. Od: Ateş Mâsivâ: Allâh'tan başka her şey Hümum: Kederler Asân: Kolay Teşviş: Kargaşa İvermek: Acele etmek Sıdk: Sadakat Üş: Elbet Gûş: Dinlemek Cûş: Coşmak Nûş: İçmek Gelin olduğun gün gördüm seni- Alevli bir pembelik yüzüne indiğinde Mutlulukla sarılmıştın, öyleyken Tümden aşka kesilmişti dünya önünde.. Ve senin gözlerinde tutuşan ışık (artık her ne idiyse) Güzellik diye gördüğüydü Sızlayan gözlerimin yeryüzünde.. O pembelik, kızlık utancı belki- Geçip gider öyleyse- Ama hala harlı bir ateş, öyleyken Tutuşturdu, yazık, o adamın göğsünde.. O, gelin olduğun gün seni gören Hani şu derin pembelik yüzüne çöktüğünde Mutlulukla sarılmıştın, öyleyken Tümden aşka kesilmişti dünya önünde. insan ne zaman alışır hayata baba? . yağmurun değdiği her yerdi yüzün seni sordum da irkildi toprak ölümü bildim, büyüdüm çocukluğum mevsimsiz bir leylak bir yelkovan gidişi bir akrep yürüyüşü ötesi iyilik, güzellik...alıştığımız bir yarayı sarıp sarmalamak. gecikmiş sözlerin ağırlığı heybemde bir karanfil, solgun, öyle kedere bulanarak nasıl dökülürse döküldü toprağına sözlerim de. söküp nallarını atların koşturmak gibi karanlığın evine öldün. yokluğunda varlığı bildim. insan nasıl alışır içindeki cam kırıklarına baba? Ben büyük şarkıları severim; büyük olsun Deniz gibi, gökyüzü gibi herşey ve mahzun. Seviyorsam seni aşk ölümsüzdür gönlümce Aşıksam kadınım değil tanrıçasın, ece. Denizler yolculuğa çağırır durur da beni Gitmem düşünerek geri döneceğim günü. Ben büyük rüzgarları severim büyük olsun Aşkım da, özlemim de hepsi, herşey ve mahzun. İnsan bir yanınca Kerem misali yanmalı, Uykudan bile mahşer gününde uyanmalı. Bana kara diyen dilber Kaşların kara değil mi Yüzümü güldüren gelin Gözlerin kara değil mi. Güzel ben seni isterim Seni koynumda beslerim Yüzünü güzel göreyim Zülüfün kara değil mi. Boyun uzun belin ince Yanakların olmuş gonca Salıversin kulunca Beliğin kara değil mi. Utanırsın akar terin Güzellikde yok benzerin En sevgili makbul yerin Saçların kara değil mi. Beni kara diye yerme Mevlam yaratmış hor görme Ela göze siyah sürme Çekilir kara değil mi. Hint'den Yemen'den çekilir İner Bağdat'a dökülür Türlü taama ekilir Biber de kara değil mi. Göllerde kuğular olur Göğsü ak kara benlidir Mısır'da çok zengin vardır Kölesi kara değil mi. Pınara konan kuğunun Kanadı beyaz çoğunun Çöldeki Arap Beyinin Çadırı kara değil mi. Her yoldan gelir geçerler Aktan karayı seçerler Ağalar beyler içerler Kahve de kara değil mi. Evlerinde sular akar Güzelleri göze bakar Hublar yanağına sokar Sümbül de kara değil mi. Karac'oğlan der maşallah Birgün görünür inşallah Kara donludur Beytullah Örtüsü kara değil mi benim şiirim.... . Kayıp bir balıkçının Saçını okşar Dip dalgaları. Ve biraz uzakta Annelerini arar Yitik bir balığın yavruları. Canım sen güzel olmağa Sana bir ben gerek bir ben Âşıkın gönlün almağa Sana bir ben gerek bir ben. Ben hocamdan okurum da Bülbül gibi şakırım da Al yanağın çukurunda Sana bir ben gerek bir ben. Mustafa'm der çaresi ne Merhem eyle yarasına İki kaşın arasına Sana bir ben gerek bir ben Vurmus daglara daglara isigi Belli olmus uzagi yitmisliginden Düsünür bizi Gece asagida. Üstlerden büyür samanyolu Bir sevgiye benzer Baska bir sevgiye benzerken Gece asagida. Bagislar öldürmüsü Çalani yalan soyleyeni kaçani Topraga çig düsmeden Gece asagida. Bir eski savas alaninda korkunç Bir ayrilikta upuzun Neler soyunur neler Gece asagida. Nice yorgun olursa olsun yercek Yükünden yesilinden Uyutur böçegi otu Gece asagida. Bu nedir bulamiyorum Yildizlar yildiz Gökyüzü gök Gece asagida. Hani yapilar vardir Tas tas doldurur boslugu Öylece duvarlari örer Gece asagida. Susma Dinleme gerek Iletine güne tohumu Gece asagida. Bakma Anlama gerek Azalir biraz simdi Gece asagida. Kisi yerin dibine dek çirilçiplak Basarisiz uykusuz Ama bir umut verir Gece asagida BİR GAZETECİ ARANIYOR . Hayatını ve yüreğini bu yola adamış nice ölümsüz gazetecilere saygı ve sevgilerimle. Bir hayat sayfası bu Yorgun çürümüş yalanlardan Suya yazılmış yazılardan Üzerindeki yıllanmış tozlardan Ve gündelik yaz- bozlardan Üç günlük aşklar Keyifli mekanlar Yemek tarifleri Gece kulüpleri Ziyafetler Kıyafetler Rezaletler Ve en acısı Faili meçhul cinayetler Katil kim Suçlu kim Günahkar kim Yok mu bu izi sürecek bir yürek Kalemler mi kırıldı Canlar mı bu kadar ürkek Ne hayattan Ne sanattan bir haber Varsa yoksa bir magazin -bir spor Aşkta ve sporda sadece skor Siyaset kapalı kapılar ardında Ötesini ne sen söyle Ne de bana sor. İsyanım bir çığlık gibi duruyor yüreğimde Ve gittikçe büyüyor Ekmekler bile küçüldü-insancıklar gibi Çocuklar uçurumun eşiğinde Kapkaç yaşıyor Ve hayat Bizimle son dansını ediyor Gel gör ki İpi kopmuş çivisi çıkmış bu dünyada Hala herkes bambaşka bir rüyada Nerede Bu kırık dökük Bu rezil bu boynu bükük Bu umut düğmeleri sökük Hayatı tamir edecek bir tamirci Nerede İnsanlığa Yaşam sevinci Verecek bir gazeteci. İşte bütün yürekler sokaklarda Çığlık çığlığa haykırıyor İnsanlık adına Yarınlar adına Doğmamış çocuklar aşkına Böyle Yüzlere Binlerce On binlerce gazeteci aranıyor. I Bekle beni küçüğüm umudu karartmadan sevinci yitirmeden bekle döneceğim bir gün elbet bekle beni. Bahar geldiğinde kırlara çıkacaksın dizboyu otlar üstünde koş koşabildiğince ve sakın yitirme neşeyi. Kırların sessizliğinde yüreğinin sesini dinle ve orada benim için küçücük bir yer ayır ve bekle beni küçüğüm. Doğa pervasızdır biraz bakarsın en olmaz yerde masmavi bir su fışkırır ve suyun ışıldayan göğsünde sevincin nilüferleri. Bahar şaşırtmasın seni sırtüstü uzan bir gölgeye suların, kuşların sesini dinle ve bekle beni orada döneceğim küçüğüm. II. Mapusane türküleri hüzünlüdür biraz belki her dinleyişinde yüreğin burkulmakta için sızlamaktadır. Ama acılara alışılmaz birşeyler var değişecek birşeyler var değiştirmemiz gereken önce acılardan başlanacak. Beş on yıl dediğin pek kolay geçmeyebilir üstelik bu savaş bu kahredici kıyım bitmeyebilir daha uzun süre. Ama sen sahip çıkarak yaşama ve sevince bekle beni küçüğüm acılar bitecek bir gün sevgiler çiçek açacak. Mapusane türküleri hüzünlüyse de biraz yüreğin burkulmasın için sızlamasın sakın ve bekle beni küçüğüm. III. Kış kıyamet bir gün bakarsın çıkıp gelmişim varsın azgınlaşsın tipi ve uğuldayadursun dışardaki rüzgâr. Sakın şaşırma küçüğüm üşümüş bir serçe gibi titremesin ellerin apansız çıkıp geleceğim kış kıyamet de olsa bir gün. Uğuldayan bu rüzgâr bu delice yağan kar ürkütmesin seni direnmektir artık bekleyişin öbür adı. Sen türküler söyle ve gülümse küçüğüm çünkü sesinin ırmağıyla yeşerecek hasretin bozkırları. Bekle beni küçüğüm umudu karartmadan sevinci yitirmeden bekle döneceğim bir gün elbet beke beni küçüğüm. (Saklı Kalan) sevdiklerimin başında bir bilmediğim görmediğim özlemediğim özlediklerimin başında. yurdum olmadan sıladayım kimsem ölmeden yasta yollarda gözlediğim ne mektuplarda beklediğim ne. nereden sürmüşler beni buralar nere buralar nere, buralar nere. bir bildiğim olmalı, bilmez olmuşum bir derdim olmalı, gülmez olmuşum buralara konmuş göçmen olmuşum bir derdim olmalı, gülmez olmuşum Zamansız gözlerini ufka dikişin var ya Beni benden edişin Hesap vermeden Sormadan Söylemeden sevişin Buğulu gözlerinde Bakışların beni bırakır gider ya Sadece Sadece sen yokken kendime gelişim Umulmadık bir yerinde hayatın Ciğerlerini söküp atarcasına Kalbindekileri haykıracakmış gibi Karşımda duruşun Ve bir kelime bile etmeden Çekip gidişin Ve susuşun var ya.... Şakağıma dayanmış bir namlunun Tetiğini çekmeyişin Oluk oluk cana hayat veren kanı Şahdamarda kesişin Ve beni benden edişin En yaşanacak zamanında yaşanmamışlıkların Çekip gidişin Ve aşktan ölürken dahi Sevmiyorum deyişin Ve günahsız gidişin Beni günaha sokar ya... Yayılır karanlık sisler engine, Korkarım,bakamam sana ben yine. Yıllarca dalardım solgun rengine Güneşten nur uman gözler yanmasa!. Vadide bir hazin nağme ürperdi; Bu ıssız dağların sen misin derdi? Üstünde yabani güller biterdi Dereler,tepeler seni anmasa.... Çoşarak ruhunun bütün hevesi Yükseldi uzaktan bir çoban sesi. Bence bir,kırların ye'si,neşesi, Kolların boynuma halkalanmasa! Leyla isteyen,mecnun olmalı Kendinden de,dünyasından da geçmeli Aşıklar sofrasına davet edildiginde Ben körüm,ben tokum diyebilmeli Ey, öyleydi o! Kedilik kafesinde yaşardı Kötülük denli gerçekti Dünyaya karşı güler, gülerdi. . Pembe sevgili Deliliğin oyuncak odasındaydı. Sanat denli kurmaca gözyaşlarıyla Ağlar, ağlar dünyaya karşı. Erenler sultanı Bağdat şehrinin İptida binasın kuran kim idi On'ki imam koymuş mihrap taşını Onun duasını eden kim idi. Doksan üstad gelmiş anı yapmağa Yapıp temel taşların berkitmeğe Bağdat içinden teferrüç itmeğe Gökten kandil ile inen kim idi. Uçurdum ben kuşum uçan kuş ile Dolduysa gözlerim kanlı yaş ile Üçyüz altmış başaçık derviş ile Bağdad'a şeydallah iden kim idi. Bağdad'ın yaylağın bile yayladı İndi aşkın deryasını boyladı İki cihan fahri dua eyledi El kaldırıp amin diyen kim idi. Pir Sultan Abdal'ım zaman farıdı Ahımdan dağların karı eridi Bağdat'tan çıkıp da bir tuğ bürüdü Askerini çekip gelen kim idi elbette senden güzel olacaktı çizdiğin resim yaptığın heykel senden büyük olacaktı senden yakışıklı. elbette senden doğru söyleyecekti yazdığın şiir. elbette senden çok duyacaktı söylediğin türkü. sen olduğundan büyüksün sen olduğundan iyisin sen olduğundan güzel Kaderde senden ayrı düşmek de varmış Doğrusu bunu hiç düşünmemiştim.. Seni tanımadan Hele seni böyle deli divane sevmeden Yalnızlık güzeldir diyordum Al başını, kaç bu şehirden Ufukta bir çizgi gibi gördüğün dağlara Rüzgarın iyot kokularını taşıdığı denizlere git Git gidebildiğin yere git diyordum Oysa ki, senden kaçılmazmış Yokluğuna bir gün bile dayanılmazmış. Bilmiyordum.. Yine de dayanmağa çalışıyorum işte Bir kır çiçeği koparıyorum gözlerine benzeyen Geçen bulutlara sesleniyorum ellerin diye Rüzgar güzel bir koku getirmişse Saçlarını okşayıp gelmiştir diyerek avunuyorum Yaşamak seninle bir başka zamanı Bir başka zamanda seni yaşamak Her şeyden önce sen Elbette sen Mutlaka sen İster uzaklarda ol İster yanı başımda dur Sen ol yeter ki bu zaman içinde Ben olmasam da olur Seni bir yumağa sarıyorum yıllardır Bitmiyorsun Çaresizliğim gün gibi aşikar Su olup çeşmelerden akan güzelliğin İnceliğin ışık yüzüme vuran Sen güneş kadar sıcak Tabiat kadar gerçek Sen bahçelerde çiçekler açtıran Sudan, havadan, güneşten yüce varlık Sen, o tek sevgi içimde Sen görebildiğim tek aydınlık. Bir nefeste benim için al Havasızlıktan öldürme beni Bulutlara, yıldızlara benim için de bak Susadım diyorsam Bir yudum su içmelisin Ben yorulduysam sen uyumalısın Ellerim sevilmek istiyor Saçlarım okşanmak istiyor Dudaklarım öpülmek istiyor Anlamalısın.. Ağaçların yeşili kalmadı Gökyüzünün mavisi yok Bu dağlar o dağlar değil Rüzgarında kekik kokusu yok Kim bu çaresiz adam Bu kan çanağı gözler kimin Kaç gecedir uykusu yok Gündüzü yok Gecesi yok Yok Yok Anladım Sensiz yaşanmaz bu dünyada İmkanı yok. Sevdinsə …Beş il, on beş il nə dir, Bütün ömrün boyu gözlə yə cə ksə n. Nə boyda zülm etsə sevgili sə nə , Sevdinsə …'hə r zülmə döz', - deyə cə ksə n. Sevdinsə …Kölgə yə dönüb hə r zaman Sə n onu hə r yerdə izlə yə cə ksə n. . Sevdinsə …qə m içib, də rd udacaqsan, Onu unutmağı unutacaqsan. Zə rə rin xeyirdir, xeyirin zə rə r, Sevdinsə …Günahın içində hə qsan. Onu unutmağa çalışsan, ə gə r. Sə n özün özünü unudacaqsan. . Sevdinsə …qanqalı gül bilə cə ksə n. Hə r ə sə n yarpağa kövrə lə cə ksə n. Sevdinsə …nə dünə n, nə də bu günsə n, Sevdinsə …hə mişə sə n gə lə cə ksə n. Sevdinsə …bir ömrün ilk sabahısan, Dünyanın ə n böyük xeyirxahısan. . 1980 -I- ölümsüzlük yalan, diyordu zaman dinle bak, içindeki o lacivert uçurum derin bir kuyunun hüzünlü şarkısıyla çağırıyor seni hiç usanmadan. ama sen ölüm yokmuş gibi sev ve dinle sevincin şarkılarını hayat ağacının yapraklarından. çünkü yapraklar da uçuşur bir gün sensiz de eser rüzgâr çıplak ağaçlarda. an kısadır ve aşk bir armağandır sana. -II- duyuyordum, dinlemeyen ruhumdu kalbim yalnız bir savaşçının korkularıyla uçurum kadar derin bir hayat arıyordu . ve gerçek, melankolik bir anın aynasında söndürdü kalbin ışıklarını simsiyah labirentte meşalesini yakan zamansız bir tanrı gibi belirdi zaman. ölüm, dedi tendeki sureti içindeki aynanın alnında gezdirirken yalnızlık ellerini an lacivert bir yalandır kendi zehrine tapan acımadan emzirir zehriyle düşlerini. sordum ona, gerçek hangi yüzün senin? dedi; ben gerçeğim, senden başka yüzüm yok ölüm sensin ve ölüm tek sevgilimdir benim. -III- kristal bir fanusa kapattım çığlığımı sunmak için sonsuz tapınağın ilahlarına hep birlikte girdik anın lacivert kapısından ben, yıkılmış düşlerim ve aşk ve yalan. sunak taşında sessizce bekleyen zaman merhamatle baktı uzun uzun yüzüme dedi; acelen ne, şimdi gerçeksin, bu an ölüm ülkesinden senin için çaldığım ve sana verdiğim tek armağan. unutma düşlerini, kalbindeki gerçeği çünkü yalan olacaksın birazdan Hayatta ben en çok babamı sevdim Karaçalılar gibi yardan bitme bir çocuk Çarpık bacaklarıyla -ha düştü, ha düşecek- Nasıl koşarsa ardından bir devin O çapkın babamı ben öyle sevdim. Bilmezdi ki oturduğumuz semti Geldi mi de gidici-hep, hep acele işi! - Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi Atlastan bakardım nereye gitti Öyle öyle ezberledim gurbeti. Sevinçten uçardım hasta oldum mu 40'ı geçerse ateş, çağrırlar İstanbul'a Bir helalleşmek ister elbet, diğ'mi, oğluyla! Tifoyken başardım bu aşk oyununu Ohh dedim, göğsüne gömdüm burnumu. En son teftişine çıkana değin Koştururken ardından o uçmaktaki devin Daha başka tür aşklar, geniş sevdalar için Açıldı nefesim, fikrim, canevim Hayatta ben en çok babamı sevdim. Ekinden umudu kestik Domuz bir değil beş değil. Akrep doldu yorgan, yastık Bu iş bildiğin iş değil.. At belleyip vurduk eyer Eşeklere verdik değer Huyu nasıl dersen eğer Bu çüs de makbul çüs değil.. Güneş doğmaz oldu cama Yırtığı kirletti yama Adam bizim adam amma Adamın başı baş değil.. Demir cıvıyor sıcaktan El kalkmaz oldu kucaktan Ateş kovuldu ocaktan Bu aş, yenecek aş değil.. Böyledir işte son durum Sözler yorum, işler yorum... Gerçeği anla diyorum Gönlümüz gene hoş değil.. Vur Emri Kurudu artık otlar Bitmiyor tazeleri Birikinti sularda Yaprak cenazeleri. Döndü yayladakiler Erdi dağlara batı Ovalar daha geniş Kayalar daha katı. Başım avuçlarımda Bir ağır külçe hüzün Düşüyor gözlerime Çiğ taneleri güzün Kuşlar uçmuyor arkadaşlardan Konulan şeyler gibi, suya, akşamdan, Baktım elime, herkes birikmiş- Demek ki kendini seçemez insan. Akşamın annesi vardır babası Belki de incecik arkadaşları, Ölürsen o vakit, nasılsın olur Ey kalbim, anladın mı? . Herkesin adını biliyor taşlar İmtiyaz diyorum ben buna kuşlar, Yol geçmez, konuşmazsak, hatırlatılır; Burası dünyadır, dır, dır.. Ağzımı arıyor kırk yıldır hayat; Dokuz ekim pazar, ekmeğin gürültüsü- Günlerin gözüne baktım da baktım, Ölümün ev hali, son gecenin örtüsü.... Yağmurda koşan bir çocuk olsam Vedalaşır gibi bildikleriyle. Kendinden mahrum kalır mı insan? Kalsam.. Duralım burada, güzel esiyor! Gözlerın kaç gece eder Dudakların kaç karanfil Gülünce sehpalar devriliyor Kızgınlığın kaç yanardağı. Sevışmen savaştan beter Yenen yenilen belli değil Fena halde kayıp veriliyor Kimin kolu kimin bacağı. Yalnızlığın simsiyah panter Vahşiliği zehirli bir yeşil Dişleri ısırdıkça sivriliyor Bilinmez ne zaman ısıracağı. Yok yok elinde ölmek yeter Cam tozu kumsal soğuk sahil Şeffaf bir sonsuzluğa giriliyor Tanrının sizi bulamayacağı dökerek bütün yapraklarımı tenhasında oturulmayan bir ağaç gibi geldim ne rüzgar ne de bir meze bana rakı ver şef şişesinde . gitarcı çocuğa söyle benim şarkılarımdan uzak dursun bu gece servis filan istemez sandalyeyi kaldır çiçekleri mumu o adam buralara gelmez . vahim bir aşk kapatmış gözlerini açıp bakmıyor bir kalbi var sanki atmıyor ne fırtına biliyor ne düğün çiçeği . adam değil o başka bir şey yüzündeki çocuk büsbütün bulut ve bana uzak cehennem kadar sandalyeyi kaldır şef şişeyi masada bırak . öyle kurşun gibi bıçak gibi değil bütün denizleri ölür bir adam değerse kalbine kadının şarkılar yarım kalır rakı yarım . aç bir kurt gibi kararıyor gece geceleri kent bir bilmece hayatımı masadan alıyorum en iyisi mi unut şef sandalyeyi çiçeği mumu ben balkona çıkıyorum . ben kendimden çıkıyorum... Bir çiçek duruyordu, orda, bir yerde, Bir yanlışı düzeltircesine açmış; Gelmiş ta ağzımın kenarında Konuşur durur.. Bir gemi bembeyaz teniyle açıklarda, Güverteleri uçtan uca orman; Aldım çiçeğimi şurama bastım, Bastım ki yalnızlığımmış.. Bir başına arşınlıyor bir adam mavi treni Keşke yalnız bunun için sevseydim seni. Alacakaranlıkda olsun ölümüm Kısın lambaları kısın Alın götürün umutlarmı Kederim dünyada kalsın. Ölüm fermanımı okusun savcı Toplansın iki üç dost beş on yabancı Gün doğmadan kurulsun darağacı Beni hayallerimin bittigi yere asın Bana yücelerden seyreden dilber Siyah kirpiklerin ok mu cananım İnsaf et yüzünü yüzüme dönder Istırabın sonu yok mu cananım. Gönül sevdi benim günahım nedir Yandım ateşine bunca senedir Mecnun'un derdinden derdim fenadır Bu derdin dermanı yok mu cananım. Bu dünya misaldir çatısız hana Ebedi kalmadı şah'a sultan'a Deryanın içinde bir damla bana Bu da Mahzuni 'ye çok mu cananım. Bulan özünü gören yüzünü Bir yüzü dahi görmek dilemez Vuslatta olan hayrette kalan Aklın diremez kendin bulamaz Her şam u seher odlara yanar Her benzi solar ağlar gülemez Aşık olagör sadık olagör Cehd eylemeyen menzil alamaz Meftun olalı mecnun olalı Bu Mısri dahi akla gelemez Çöle kıyısı olan kentlerin limanları sıkıcı olur kuş uçar gemi geçmez, kervan zaman içinde. böyle kentlerde insan fırtına gibi sever, sevdiği için ağlamayı.. hangi türküde sevmekten bahsedilse ben hicaz olurum elimi ıslatır elinin teri ziyan olurum. seni sevmekle ıslanır akşam sefalarım hangi türküde sevmekten bahsedilse bu çölde ben 'şair burada yaşadığı kenti çöle benzetiyor'da bahsedilen şair olurum I. Niçin sürgünsün şair yaşadığın toplumda? (1) Işıksız bir karmaşadır siyasal partiler, Bir yararı olur mu şu tasasız ruhuna? Çiçeğe durmuş şiirin sararıp soluyor; O boğucu, kirli havalarında onların, Güzelim buhurların, günnük kokuların; Şaşırıyor yolunu soluklarını duyunca. Köle ruhlu kavgalarında senin yüreğin, Çimeni gibidir yaşadığımız kentlerin Gelip geçenlerin ayaklarının altında.. Halkın ve kral, dumanlı, sisli başkentlerde Nasıl çarpışıyor iki ölümcül güç gibi, Duymuyor musun seslerini dehşet içinde, Sen ey toprağına tohum serpiştiren çiftçi! Sen ey şair, sen ey usta, kapat kulağını! Bu şamatanın sana hiçbir yararı var mı? Gürültünün patırtının içinden gelen Bu insanların arasında asla yer alma! Dizelerde tanrıya şarkılar söyleyen sen Uzak dur, uzak dur, onlara sakın karışma! Arınmış ruh, şarkını göklerde meleklerin Verdiği huzurlu, barışçı konserde söyle! . Sen ey kutsal çiçek, sen de gidip çöllerin Engin gökleri altında serpilip büyü! Sen ey düşsever insan, sığınakları ara! Gizli mağaraları, barınakları ara! Unutuşa kanat aç bulmak için sevdayı, Sessizliğe koş eğer işitmek istiyorsan Gökten gelen o sevecen ve o ciddi sesi, Loş yerlere koş gönü görmek istiyorsan.(2) . Haydi ormanlara git, haydi sahillere git! Kendi tatlı şarkını oralarda bestele! Yaprakların ve gök gibi mavi dalgaların Şarkılarıyla, ilahileriyle birlikte. Tanrı seni bekliyor kutsal bir yalnızlıkta; Tanrı ne çokluklarda, ne kalabalıklarda; İnsan küçüktür, nankördür ve beyhudedir. Her şey kırlarda titreşir, kırlarda ah çeker. Doğa büyük bir çalgıdır, büyük bir lirdir, Şair ise o büyük lirin kutsal yayıdır.. Fırtınalarımızdan çekil ey bilge kişi! Bu imparatorluk ki tehlikeli sularda, Yol alıyor, ne dümeni var ne pusulası Sen sakın aldanma, sen sakın kanma ona! Bu gemi senin için bir aralık ayında, Bir balıkçının kurutmak için ağlarını Gerdiği odasının en ücra köşesinden, Uğursuz bir gürültüyle gece karanlıkta, Ürperen ve yana yatmış direkleriyle, Geçişini duyduğu bir gemi gibi olmalı.. II. Çok yazık! diyor şair, yazık, hem de çok yazık! Ben suların ve ağaçların sevdalısıyım; Onların mırıltıları, fısıltılarıyla Yoğruldu, olgunluğa erişti yetkin aklım. Kin, nefret yoktur evrenin yaratılışında. Engeller yoktur onda, zincirler yoktur onda. İyilik doludur çayırlar, dağlar, tepeler; Gülleri, çiçekleri anlatır bana güneşler; Doğada, uçsuz bucaksız bir huzur içinde Ruhum dört bir yana ışıklarını saçar.. Seviyorum seni, seviyorum kutsal doğa! Senin içinde eriyerek sen olmak da var; Oysa serüvenlerin yaşandığı bu çağda Herkes kendini başkasına tutsak kılıyor. Her düşünce bir güçtür, her düşünce kuvvettir. Tanrı özsuyunu kabuklar için yaratır, Yeşermiş, çiçek açmış dalları kuşlar için, Ovadaki bitkiler, otlar için dereleri, Dolu kadehleri dudaklarımız için, Akıllar için düşünürü, bilge kişiyi.. Tanrı böyle istiyor çelişkili zamanlarda, Herkes çalışır ve herkes bir hizmet sunar. Kardeşlerine dönüp de "Ben artık çöle Gidiyorum" diyenlere yazıklar olsun! Kinler, nefretler, rezillikler şu şaşkın, Huzursuz halkın yakasına yapışmışken Ne ayıp ayakkabısını giyip gidene! Hiçbir işe yaramayan bir şarkıcı gibi Kentin kapılarından apar topar tüyen, Kırık dökük düşünüre yazıklar olsun! Daha güzel günleri hazırlamak için şair Karanlık günlerde, kötü günlerde gelir. Ütopyaların, düşsel ülkelerin adamıdır; Ayakları burada, gözleri başka yerdedir. İster yersinler onu, ister övsünler, ne gam! O peygamberler gibidir, her an, her zaman Ve her yerde, içine her şeyi sığdırdığı, Elinde salladığı bir meşale gibi Geleceğimizi, güzel günleri aydınlatır.. Halklar sıkıntıya düştüğünde onları görür, Hep aşklarla dolup taşar tüm düşleri. O düşler ki nesnelerin ona fırlattığı Gölgelerin, karanlıkların ürünüdür. Alay etsinler onunla, varsın etsinler, O düşünmeyi sürdürür ve kitlelerin İşitmediği şeyi sessizliğe kaydeder. Kimileri küçümser, görmezden gelir onu Bu boş insanların sözlerine güler geçer, Kahkahayla güler ve sessiz sessiz düşünür.. Uğultularını ve hıçkırıklarını Dalga dalga kumsallara yayan kalabalık, Bir okyanus gibi düşlerimizin üstüne Kuşkuyu ve alayı yayan kalabalık, Seni kıvançlandıran soylu, yüce düşünce Devam ediyor gök bak hâlâ kekelemeye, Ama yaşamın damgasını da taşıyor, Çünkü insan soyu var Havva'nın karnında Kartal yumurtasında kartal, meşe palamudunda Meşe var! Bir beşiktir Ütopyalar da! . Zamanı geldiğinde kamaşmış gözlerinizle, Bu beşikten, serpilip açmış yürekler için, Daha iyi bir toplumun çıktığını göreceksiniz. Hakkın doğurduğu görevin, kutsal düzenin, Galip gelen inancın ve iyi geleneklerin, Çıktığını göreceksiniz. Bu devingen ve Hep kıvançlı ya da hep üzgün kalabalık, Yasanın ancak düşler kurarak devşirdiği Bir şeylerin tohumunu bir gün atacaktır. Bir gün ayaklarının üstünde duracaktır.. Fakat bu güçlü tohumları taşımak için, İçinde kutsal ışınların arındırdığı, Esin dolu, sapasağlam yürekler gerek. Katıksız yürekler, tertemiz yürekler gerek. Alabora olur tayfası olmayan gemi Kadırganın yol alması için nasıl ki Kürekçiler her iki yandan kürek çekerse, Herkesi ve herşeyi anlayan Tanrının da Ancak büyük ruhlara düşüncelerinin İki yanında kürek çektirmesi gerek.. Uzak dursun sizlerden kutsal kuramlar, (3) Uzak dursun gelecek zamanın yasaları, Geçmişte sizin yıldızınız altından giden, Sonra sanrının arkasına gizlendiği, Örtüyü kaldırıp atıp da ruhunu pintilik, Ve tutkunun en alçakça emellerine Hiçbir şey olmamış gibi hemen teslim eden,(4) Geçmişi, anıları, umutları olmayan, Bu solgun dudaklı konuşmacı, bu hatip Uzak dursun sizlerden, uzak dursun sizlerden! . Uzak durur adı insan sarrafına çıkan, Keselerini altınla doldurmak isteyen, Efendisini yeni hizmetçiler taşıyan, O eski rahip gülücüğünü götüren, Dinselliğini pazara çıkarıp satan, Yırtık gülücükleriyle tüm kötülüklerin, Göbek attığı bu zevk, bu eğlence cümbüşünde, Başkaları düşünürken o kafayı çeken, Gerçek hazineleri çar çur edip kaybeden Cüce ruhlu mağrur devden uzak durun! (5) . Dört yol ağızlarında sağa sola sataşan Boş öfkelerden, hiddetlerden uzak durun! Günün birinde kaplan kesilecek olan Halkın sevdiği bu kedilerden uzak durun! Halk dalkavuklarından, saray yağcılarından, Partisinin orta yolcu olduğunu söyleyen Çıkarcı, bencil politikacıdan uzak durun! Uzak durun bütün sönmüş köseğilerden, Göğüslerinde bir ruh taşımayanlardan, Ve ruhlarında Tanrıyı taşımayanlardan! . Yalnızca bu adamların eline kaldıysak, Ulu Tanrım, içinde yaşadığımız bu çağda, Şair nasıl olur da bağırmaz acı içinde Nasıl olur da bağırmaz "yazık! yazık! " diye Bir gün utançtan yüzünü de gösteremez, Evinin eşiğinde, öyle bekler ayakta, İnmek üzere olan akşamın karşısında, Silinen, yitip giden güne göz yaşı döker, Ufkun dört köşesine, ufkun dört bir yanına Korkunç bir hayalet gibi küllerini saçar. (6) . Bulutlarda gezen çakırdoğanları gibi Gülüşleri duyulur utkulu şairlerin, Yergici şairlerin, alaycı şairlerin, Aristofanes'lerin, (7) ve kara şairlerin. Sayısız utancımızı yüzümüze vurmak için, Petrone (8) karanlıkta uykusundan uyanıp, O ünlü Romalı üslubuna sarılırdı. Aşağılık, alçak çağımızın yöresinde Archiloque'un (9) topal vezni, aksayan vezni Bir kırbaç gibi hoplayıp zıplardı elinde.. Ama Tanrı geri çekilmez hiçbir zaman, Bu güneş ki her şeye bir soluk kazandırır, Hiçbir zaman tümüyle yitip gitmedi gözden, Tümüyle batmadı gizlendiği tepelerden. O hep üzgün ve tasalı koyaklar için, Körleştirilmiş karanlık şu ruhlar için, Gururun yoldan çıkardığı yürekler için, Uçurumların üzerindeki bir doruğa Işınlarını bırakır, ışınlarını ve Bazı gerçekleri bırakır alınlar üstüne. Durmayın haydi yüce ruhlar ve düşünceler, Durmayın kemirilmiş sıkıntılı beyinler, Durmayın hasta yürekler, yaralı gönüller, Sizler dua edenler, güzel şeyler düşünenler! . Haydi biraz cesaret, ey gelecek kuşaklar! Fırtınanın, boranın ormanda ağaçlarda, Kopardığı gürültüyle, istemeyerek de olsa Gelen sizler! haydi biraz daha cesaret! . Dur durak bilmeksizin amaçsız dolaşanlar, Sizler! yolun zifiri karanlıklarında, Ellerini uzatarak düşünüzün şekillerini Gördüğüne inanan gezgin kuşkucular! Sizler, kafaları acı çeken düşünürler! Sizler, ilahi bir dehşetle dolu olanlar! Koyak'ın böğürtlerine sarkmış olarak Uçurumların kıyılarına tutunanlar! . Sizler, bu kederli ve utkulu dalgaların Denizinde kazaya uğrayan ey insanlar! Sizler, denizden tir tir titreyerek çıkanlar! Sizler! Yalnızca yüreklerini kurtaranlar! . Bütün sabahlarda, çiçeklerin arasında Sizler, güneşin doğduğunu gören bilgeler! Ve bu kutsal ışıkların içine gömülmüş Tan kızıllığında yeniden gelirsiniz siz.. Sizler, ey savaşçılar! Gün doğmadan elini, Kolunu yıkamak için hazır bekleyenler! Sizler, odalarda düşler, hayaller kuranlar! Gözleri karanlığın içinde yitip gidenler! Sizler, ey sabrın ve direncin insanları! Sizler, ey hep mutlulukları dileyenler! Sizler, hâlâ İsa efendimizin eteğini Ve hâlâ umudu avuçlarında tutanlar! . Sizler ellerinde lamba, bir şey arayanlar! Sizler tek silahı övendire olan çobanlar! Dayanın ey dağlarda, beldelerde olanlar! Dayanın, dayanın, ey vadilerde olanlar! . Yeter ki her biriniz dar bir keçi yolunu Bir sabahın izini, bir karığı izlesin; Yeter ki hepinizin kara bir dalga olan Kıyısı Tanrı ve kuzey yeli bulut olsun; . Yeter ki siz inancınızı eksik etmeyin, Yeter ki siz kıvançlıyken ya da kederliyken Bir çocuğa, bir yıldıza ya da bir çiçeğe Zaman zaman sevgi dolu gözlerle bakın; . Yeter ki köle ya da özgür yurttaş demeden Her şeyde ve herkeste sevecek bir yan bulun, Yeter ki siz, teninizin her bir dokusunda Evrensel insanlığın titreştiğini duyumsayın.. Dayanın, karanlığın ve köpüğün içinde Hedef çok yakında ortaya çıkacak, Sisin, dumanın içindeki insanlık soyu Bir sözcük değildir, bir bilmecedir ancak.. Öne eğilmiş alınlarınızın üstünden Yeterince geceler ve fırtınalar geçti. Kaldırın gözlerinizi, kaldırın başınızı! Işık orada, yukarıda, yürüyün haydi! Ey halklar, kulak verin, kulak verin bu şaire! Ey halklar, kulak verin bu kutsal düşsevere! Gece alnı ışıklı olan yalnızca odur, O muştulayacaktır size karanlıkları, Delecek olan gelecek zamanları Açılmamış tohumu yalnız o bilebilir Bir kadın gibi tatlıdır erkek ve Tanrı, Ormanla ve dalgalarla nasıl konuşursa, Onun ruhuna da öyle usulca seslenir, Yumuşak, sevecen ve usul bir sesle.. Çünkü O'dur bütün dikenlere karşın, Arzulara ve kederli olaylarla karşın, Yıkımlarınız içinde eğilip geleneği Toplayarak yürümeye devam eden odur. Gökyüzünün kutsayabildiği her şey, Ve yeryüzünün kapladığı her şey, Bereketli, verimli bir gelenekten doğar. Kökü geçmişe dayanan bütün düşünceler, İster insansal olsunlar ister tanrısal, Gelecekte de yaşar ve çiçekler açar.. Işık saçıyor şair sonsuz gerçek üstüne Işık saçıyor şair, saçıyor alevlerini, Olağanüstü bir aydınlıkla ruhumuz İçin ışıl ışıl parlatıyor gerçekleri. Boğuyor ışığıyla, ışığıyla dolduruyor, Kenti, çölü, Louvre'u ve kulübeyi, Bütün ovaları, bütün dağları ve tepeleri, Kaldırıyor perdeyi gizlerin üzerinden Çünkü şiir kralları ve şiir çobanları, Yıldızdır, Tanrının yolunu gösteren. (10) . (1) Diğer insanların tersine şair kalabalıkların içinde kendini sürgün hisseder. (2) Hugo, "Görünüm" adlı piyesinde de bu düşünceyi işler. (3) Vigny de "Katıksız Tin" terimiyle aynı düşünceyi işler. (4) Hugo Tevrat'a gönderme yapıyor. (5) Hugo burada her dönemin başbakanı Talleyrand'ın portresini çiziyor. (6) Hugo Tevrat'a gönderme yapıyor. (7) Aristophane: V. yüzyılda yaşamış Atinalı ünlü güldürü yazarı. (8) Petrone: Satyricon'un yazarı. Neron'un çok sevdiği yazar. Zamanın gelenek ve göreneklerini hicvediyordu. (9) Archiloque: İ.Ö. VII. yüzyılda yaşayan yergici İyonyalı şair. (10) Çocuk İsa'nın önünde bağlılıklarını bildirecek olan krallar ve çobanları Beytlehem'e götüren yıldız gibidir şiir.. Çeviren: Tozan ALKAN Divaneyim aklım kalmadı serde Bir kaşları keman aldı da gitti Aşkın deryasına açuben yelken Bir kıyas ummana daldı da gitti. Yarin şehrine uğrarsa yolum Yüz sürüp payine arzedem halim Ahdinde durmadı şol kanlı zalim Beni ferdalara saldı da gitti. Zalim felek yine gösterdi işler Gözlerimden akar kan ile yaşlar Yüreğimdeki yareler işler Gamzesi sinemi deldi de gitti. Barekallah ne hoş yaraşır allar Leblerinden akar sükkerle ballar Der Aşık eğnime aldığım şallar Hayali gözümde kaldı da gitti Dondurma kutusu üstünde Üç kırmızı çiçek Canımın içi kadar sıcak Dilediğim kadar kırmızı Özlediğim kadar gerçek. Dondurma kutusu üstünde yaz gelmiş meğer Neler getirdi kim bilir neler Neler götürecek. yıllar var ki serçeleri unutmuşum üzerimden gökyüzünü almışlar gibi asfaltların karanlığında boğulmuşum ufacık oysa hep böyle uçuşurlarmış karlı ağaçların arasındaki alfabemdeki iyimserlikleri bir türlü anlaşılmamış. yıllar var ki serçeleri unutmuşum kuruş kuruş beni vurmuş öldürmüşler boşa çıkmış başkaldırmam sarhoşluğum onlarsa benim için ışık biriktirirlermiş şafak kapılarında gülüşürmüşler çocuk zenginlikleri hiç bitmemiş Kadın ve adam oturuyorlardı Uzakta beyaz dağlar vardı Gara girmek üzereyken Barselona-Madrid treni. Kadın üzgündü, üzgündü, üzgündü Adam düşündü, düşündü, düşündü Aşkımız bitmesin isterim dedi. Biralar içildi ve başka içkiler Kadın ve adam kederliydiler Ne birleşiyor, ne ayrılıyor elleri. Neden, neden sönüp gider bir aşk Acının silinmez tortusunu bırakarak Onulmazca inciterek yürekleri. Kadın daha gerçek bir acıyla yaralıydı belki de Tasalı bir sevecenlikle baktı erkeğine Gözyaşları içinde gülümsedi. Kadın ve adam oturuyorlardı Aralarında bir masa vardı Ve hüznün aşılmaz engelleri. 1975 . Ne Yağmur Ne Şiirler Benim aşktan başka bir arkadaşım yoktu ve olmadı. Ne dünyaya gelmeden önce, ne de daha sonra aşksız yaşadım. Canım içimden bana şöyle sesleniyor: Ey aşk yolunun olgun yolcusu, bana kapıyı aç! Şimdi git.. Say ki, seninle içinden sevda geçen bir türkü söylemedik.. Say ki, gece mektuplarını, en güzel aşk şiirlerini beraber ezberlemedik.. Say ki, sevda trenini kaçırdığım durakta bir süre beraber beklemedik.. Sen git.. Ben gelemem bu yürekle.. Ya da kal.. Eylül yağmurlarını bekle.. . Seni yağmurdan sonra seveceğim.. Saçlarıma ak düşmemiş halimle.. Sen yaşlardayken.. Onsekizimde, yirmimde.. Seni yağmurdan sonra seveceğim.. Kaldırımların ıslak ve temiz haliyle.. Yaşlı yüzüm delikanlı yüreğimle.. Seni yağmurdan sonra seveceğim.. Aşksız geçen onca yılı yakacağım.. Sevda alevinde kendi ellerimle... . Şimdi git.. Say ki, seninle sahildeki çardakta hiç dondurma yemedik.. Say ki, oturup konuştuğun yaşlı ve yabancı bir adamdı.. Ve sevdadan hiç söz etmedik.. Say ki, hiç gülmedik.. Aynı şeyleri sevmedik.. Ve yağmurdan sonra beraber yürümedik.. Seni yağmurdan sonra seveceğim.. Kimse bilmeyecek, herkesten gizleyeceğim.. Yağmurdan sonraki toprak kokusu olacak havada.. Seninle gökkuşağının altından geçeceğim.. Seni yağmurdan sonra seveceğim.. Ve seni sevdiğimi kimseye söylemeyeceğim.. Belki bu dünya gözüyle gördüğüm son yağmur olacak.. Islak kaldırımlarda sırılsıklam yürüyeceğim.. Ben seni yağmurdan sonra seveceğim.. Ve bir gün ölürsem yeşil gözlerinde öleceğim..... Demedim mi bu hasret bitirir seni Ay dolanır gider, yalnız kalırsın Her gün yeni baştan dağılır, ufalırsın Demedim mi yüreğim sevme! . İşte ne gözyaşı, ne yemin, ne söz.... Geri dönen hangi güvercinin var? Senin hangi çiçeğini sakladı bahar? Demedim mi aklım, inanma! . Bir gün naza çeker kendini demedim mi? Görmesen zindana döner bu şehir... Görsen, umursamaz, aldırmaz kafir Demedim mi gözlerim bakma! . Demedim mi bu ürperten sıcaklık... Bu taze güzellik kaybolur birgün? Sonra boşu-boşuna aranır, dövünürsün Demedim mi ellerim dokunma! . Demedim mi bir gün susar şarkılar Sesine ses veren rüzgar olur... istediğin kadar artık bekle dur... Demedim mi kulağım duyma! . Birgün çıkıp gideceği belliydi Ayan-beyan belliydi anlayamadın. Başka bir rüyada şimdi o kadın Demedim mi kollarım sarma! . Bütün çektiklerim senin yüzünden Gölge bile geçirmezdin bir zaman üzerinden Ah! şimdi paramparça oldun binbir yerinden Demedim mi gururum kırılma! seni sonsuz biçiminde buldum o biçimi almıştın sandviçlerle, kötü şehirle, terle başbaşa kalmıştın. yürüdü üstüne herkesin neonu, herkesin babaannesi herkesin en eski olan kökü, en eski hanesi. yeşili bozup suya çevirdin, akşamı sonsuz uzattın ne buldunsa o akşama uygun, ne buldunsa ona kattın. perdeler uzundu, rüzgar kısa, masalar üç bacaklı masalar dört bacaklı, rüzgarlar uzun, perdeleri kısalttın. sen bir atmacanın en uzun çığlığısın her tür gökte göğü büyüttün, otobüsleri aldın, şehirleri ufalttın. yıkılan bir kedi bir süre olarak doldurur sesini seversin bir kanaryanın sesinden çok kendisini. denizi ve ormanı, açlığı ve başkaldırmayı ayırmadın bırakılmış bir köşebaşının en güzel tanımıdır adın. seversin diye söylerim her şeyi, sana uygun olsun çünkü her şeyin birbirine uygununu sen bulursun. gel ellerini ver en güzel ellerini öyle ruhum, ateş yüreğim, kokum, birlikte öyle Her şey yerli yerinde; havuz başında servi Bir dolap gıcırdıyor uzaklarda durmadan Eşya fışkırmış gibi tılsımlı bir uykudan, Sarmaşıklar ve böcek sesleri sarmış evi. . Her şey yerli yerinde; masa, sürahi, bardak, Serpilen aydınlıkta dalların arasından Büyülenmiş bir ceylan gibi bakıyor zaman Sessizlik dökülüyor bir yerde yaprak yaprak. . Biliyorum gölgede senin uyuduğunu Bir deniz mağarası kadar kuytu ve serin Hazların âleminde yumulmuş kirpiklerin, Yüzünde bir tebessüm, bu ağır öğle sonu. . Belki rüyalarındır bu taze açmış güller, Bu yumuşak aydınlık dalların tepesinde. Bitmeden aşk türküsü kumruların sesinde; Rüyası ömrümüzün çünkü eşyaya siner. . Her şey yerli yerinde; bir dolap uzaklarda Azapta bir ruh gibi gıcırdıyor durmadan. Bir şeyler hatırlıyor belki maceramızdan Kuru güz yaprakları uçuşuyor rüzgârda. Yenildik; Şimdi kim bilebilir zakkumun O kekre tadını bizim kadar Tenimize sinmiş sülfür kokusunu Soluğumuzdaki cıvayı kim duyar. İntikamcıydı bilim, sezgimizse Gölgesi sulara vuran bir ceylan Neyi yaşamışsak ömrümüz diye Derimize yazdı o vak'anüvis Kehribar saplı bir hançerle. Kehânet kuyularında sınandık Terkettiğimiz her şehir yakıldı Anıtlar dikildi kahhar ve kutsal Zamansa bir karadeliğe dönüştü Belleğimizin oksitlenen çöllerinde. Çöl ve moraran cesetler, rüya Kâbusa dönüyor cinnet saatidir Coğrafyanın bu yakasında bir halk Kendi oğullarını boğazlıyor artık Kûfi bir cesaret oluyor cinnet. Biz keder diyorduk, tarihmiş Dilimizde işte o kil ve kül tadı Şimdi kim bilebilir yenilginin O kekre kokusunu bizim kadar Soluğumuzdaki cıvayı kim duyabilir 1.Gazetelerde ak kara bir resmi otuz yillik.Arkasinda mulki taksimatli bir harita.Komiserin odasinda agirlanirmis. 2.Ve imparatoriceliginde bir vesikalik.Tombalaci Ceylan renkli cekmis.Delikleri balmumuyla orterler. 3.Gonderilen celenklerde 'Gecilmez' yazilmisti soyadi.Kucuk harflerle de 'fuhsun anisina'. 4.Canakkaleli Melahat'in torenine polis bandosu da katilmistir. Bingöl yaylasında bin renktir bahar, O güzel adına kurban yaylalar! Bir yudum suyunda bin bir şifa var, . Sarmaşır güneşle, öpüşür ayla, "Yaylalar içinde Erzurum yayla" . Gülüne başka gül uyar mı ola? Türküsünü Tanrım duyar mı ola? Düşümde gördüğüm bu yar mı ola? . Sarmaşır güneşle, öpüşür ayla, "Yaylalar içinde Erzurum yayla" . Damarında akan Türkün kanıdır. Göğsünü kabartan Türkün şanıdır; Yayla Türkün canı, öz vatanıdır, . Sarmaşır güneşle, öpüşür ayla, "Yaylalar içinde Erzurum yayla" Payıma düşen toprak parçası Senin de payına düşer Ayrılık gayrılık yok Ölüm nefesinde nasıl olsa Amma henüz vakit erken Daha gün Karşı apartmanın balkonunda Dur bakalım hele Ben salata satayım Şair Leyla Sokağı'nda Sen gene koş Bez fabrikasındaki Tezgahının başına Ölüm içimde Ölüm dışımda Ölüm talihsiz aşımda Ölüm kuru başımda Teselli benim gözyaşımda Sen bî-haber hayâlin ile gûşelerde biz Tâ subh olunca her gece ayş u dem eyleriz. Esdikçe bâd-ı subh perîşânsın ey gönül Benzer esîr-i turra-i cânânsın ey gönül. Güllü dîbâ giydin ammâ korkarım âzâr eder Nâzenînim sâye-i hâr-ı gül-i dîbâ seni. Gülüm şöyle gülüm böyle demektir yâre mu’tâdım Seni ey gül sever cânım ki cânâne hitâbımsın Bilginlerimiz sağolsunlar Bir vitamin buldular Çalışınca azıcık; . Yumuşak G vitamini: Ulusalcılık! Ulusalcilik! Buzdan bir el kalbimi sıkıştırıyordu sanki. Ama bir düşte yürüyor gibiydim; . Sağ elimin eldivenini. Çıkarıp sol elime giydim. . Bitmez tükenmez gibi geldiler bana. Oysa topu topu üç taneydi basamaklar. “Benimle öl..” diye fısıldadı. Akçaağaçların arasından sonbahar. . “Aldatıldım ben.. Üzgünüm... Uçarı, kötü yazgım aldattı beni…”. Dedim ki “Ben de, ben de öyleyim... Ölürüm… Ölürüm seninle sevgili..”. . Son karşılaşmanın şarkısıydı bu. Dönüp bir kez daha baktım karanlık eve; . Yatak odasının penceresinde. Mumlar, kayıtsız, sarı bir ışıkla parlıyordu…. 1911. . Anna AHMATOVA. Çeviri: Ataol BEHRAMOĞLU zembilcide büyüyen, dal üstünde uyuyan gülmek sende gül olur, sen bende diken diken elmas beşik içinde kundağını öptüğüm sevmek tende gül olur, ten bende diken diken inci döker gözlerin asil kirpiklerinden umut kanda gül olur, kan bende diken diken kezzap akıtsan bile filizlenir yüreğim ölüm canda gül olur, can bende diken diken maverayı bulunca kapında süvariler kılıç kında gül olur, kın bende diken diken kafdağından öteye gidenler birgün döner hasret handa gül olur, han bende diken diken hasadı diriliştir tarlasında sevginin buğday unda gül olur, un bende diken diken acıların birikir, birikir de içimde her şey bende gül olur, ben bende diken diken Sen yoksun Boşuna yağıyor yağmur Birlikte ıslanmayacağız ki... Boşuna bu nehir Çırpınıp pırpırlanması Kıyısında oturup göremeyeceğiz ki... Uzar uzar gider Boşa yorulur yollar Birlikte yürüyemeyeceğiz ki... Özlemler de ayrılıklar da boşuna Öyle uzaklardayız Birlikte ağlayamayacağız ki... Seviyorum seni boşuna Boşuna yaşıyorum Yaşamı bölüşemeyeceğiz ki... Derin sularında bu ayna her an Sizden bir parıltı aksettirecek Kah çıplak bir omuz sessiz düşecek Eriyen bir kuğu beyazlığından. Bazen bir tebessüm, tutuşmuş mercan Rüyasıyla sanki bir kızıl çiçek Ve saçlar öyle ümitsiz yüzecek Olgun akşamların ağırlığından Âtiyi karanlık görerek azmi bırakmak… Alçak bir ölüm varsa, emînim, budur ancak.. Dünyâda inanmam, hani görsem de gözümle. İmânı olan kimse gebermez bu ölümle:. Ey dipdiri meyyit, ‘İki el bir baş içindir.’ Davransana… Eller de senin, baş da senindir! . His yok, hareket yok, acı yok… Leş mi kesildin? Hayret veriyorsun bana… Sen böyle değildin.. Kurtulmaya azmin neye bilmem ki süreksiz? Kendin mi senin, yoksa ümîdin mi yüreksiz? . Âtiyi karanlık görüvermekle apıştın? Esbâbı elinden atarak ye’se yapıştın! . Karşında ziyâ yoksa, sağından, ya solundan Tek bir ışık olsun buluver… Kalma yolundan.. Âlemde ziyâ kalmasa, halk etmelisin, halk! Ey elleri böğründe yatan, şaşkın adam, kalk! . Herkes gibi dünyâda henüz hakk-i hayâtın Varken, hani herkes gibi azminde sebâtın? . Ye’s öyle bataktır ki; düşersen boğulursun. Ümîde sarıl sımsıkı, seyret ne olursun! . Azmiyle, ümidiyle yaşar hep yaşayanlar; Me’yûs olanın rûhunu, vicdânını bağlar. Lânetleme bir ukde-i hâtır ki: çözülmez… En korkulu câni gibi ye’sin yüzü gülmez! . Mâdâm ki alçaklığı bir, ye’s ile sirkin; Mâdâm ki ondan daha mel’un daha çirkin. Bir seyyie yoktur sana; ey unsur- îman, Nevmid olarak rahmet-i mev’ûd-u Hudâ’dan,. Hüsrâna rıza verme… Çalış… Azmi bırakma; Kendin yanacaksan bile, evlâdını yakma! . Evler tünek olmuş, ötüyor bir sürü baykuş… Sesler de: ‘Vatan tehlikedeymiş… Batıyormuş! ‘. Lâkin, hani, milyonları örten şu yığından, Tek kol da demiyor bir tarafından! . Sâhipsiz olan memleketin batması haktır; Sen sâhip olursan bu vatan batmayacaktır.. Feryâdı bırak, kendine gel, çünkü zaman dar… Uğraş ki: telâfi edecek bunca zarar var.. Feryâd ile kurtulması me’mûl ise haykır! Yok, yok! Hele azmindeki zincirleri bir kır! . ‘İş bitti… Sebâtın sonu yoktur! ‘ deme, yılma. Ey millet-i merhûme, sakın ye’se kapılma.. (14 Mart 1913) Birine kızıyordu delikanlı: –Ah! dedi, bi bilsem onun kim olduğunu! . Usluluklar içindeydi kızın gözleri: –Ya yoksa, dedi, öyle biri? Ya kızacak bişey yoksa. Yol boyunca konuşmadılar artık, kara kara düşünüyordu delikanlı: Ya yoksa öyle biri…Ya kızacak bişey yoksa? Yıllardır su verdiği, üstüne titrediği, biliyordu, o içindeki sevgi, o pırıl pırıl hançer öfkesiz kalırsa paslanacak…. Kızın aklı ütülü çarşaflarda…ertesi sabaha buruşacak… Öfkesiz… umutsuz… sevgisiz… Ve günlerden bir gün, bir sabah erken Kuşluk vaktinde, bülbüller öterken Kentin meydanında bir darağacı. Sallanıyor boşlukta bir yabancı. Geçiyor sabahın yolu alnından Ve yalın ayakları bir gecede... (Yeni yollarını mı düşünmede Bu ayaklar? .. son durağına kadar Ne uysal yürümüştür bu ayaklar!) . Esintili alanda üç beş adam; Uykusuz yüzleri donuk birer cam, Bakadurmuşlar öyle... ve garibi, Hepsi ayrı ayrı asılmış gibi. Ben de aralarında üç beş adam; Uzatsam elimi, alnını tutsam, “Uyan, kardeşim! Desem, bu uykudan”, Yüzünü kapardı hemen, korkudan.. Çekilirken gece batıya doğru, Konmuş da bir çatıya karga ruhu Söylenip duruyordu: “Gün doğmada Ben miyim bu? ben mi, bu baş bu eller, Bu ayaklar? .. ya hani nerde yollar? ” (Anlamamış ne olup bittiğini Zavallı karga; atın yittiğini. Sadece bir göğe, bir yere bakıp Ölüyü lüye çekiştirir hep.) “Niye geldin bu çıkmaza, be ayak? Var mı beni boşlayıp, burda barınmak? Ben insanoğlunun aynası mıyım? Şu garip yolcunun aynısı mıyım? Benzeten kim bana bu dağarcığı* Orda sadece bir darağacı Ve onda rüzgarla sallanan bir dal! .. Yalnız, beni düşünür gibi bir hal! ”. Bir yağmur gölcüğü yerde akşamdan, İçinde titrek bir yansı idamdan.... Bu biçim üzre bitecekken gece, Dağılacakken artık seyirci de, Birden, kargalarla doldu gök yüzü. Tüm asılmışların ruhlar sürüsü Tamusal bir koroyla, dişi erkek, Alçalarak, yükselerek, dönerek, İlenirlerdi bağrışa çağrışa Hem asılana, hem asan nebbaşa: . “İşte Ölen, ama işte Öldüren, İşte Bulan, ama işte Bulduran, Filozof ve kurtarıcı, hem yalvaç, Hem doğrucu bir ruh ve de yalancı Ve siyasacı ve hakcı ve hırsız Ve can çalan ve övüngen ve arsız...”. Gün doğmak üzre, eşya kabarıyor, Yeryüzünün çatısı ağarıyor; Acı bir gün! Karga ağlanır durur, Adam darağacında sallanır durur... Sus pus olmuş puslu bir İstanbul muydu yüzünyoksa çok bildik hüzünler mi taşınmıştı yüzüne. Dolmabahçe'de, çay tadında... Divit ucuyla yazılmış bir aşkın sureti vardı avuçlarında, tarih bir başka iklimin kıvamını gösteriyordu. Ben rehnedilmiş yelkovan gibi...Hani akrep'i seven ama yüreği takvim yokuşlarında... Sinemada elinin elimde terleyişinin bir anlamı olmalı, sesinin sesimde yankılanmasının...Sanki perdedekine üzülmüş ya da sevinmişsin de tesadüfen akmış yüzün içime...Yalan! Sen perdeye bakıyorsun, fikrin benim seyir defterimde...Ve ben amerikanca bir filmi kürtçe seyrediyorum. Kadın, Beyoğlu'nda bir kış akşamında, üstündeki deri montun sahibine küs, soğukluğundan muzdarip yürüyordu...Adam da...Yürümek hiçbir şeyi çözmüyordu, bazı aralık akşamlarında...Parmağında yaralı bir öyküyü taşıyordu adam...Kadının yüzünde bir hüzün...Hüzünlü aralık akşamında bir yüzük...Yüzüğün yüzünde dünya güzeli bir kadının kehaneti...Soğuğun ve karanlığın vehameti! Hayatı, bir başkasının pantolonu gibi küçültülmüş, daraltılmış..İlk sahibinin o pantolonla yaşadığı şeyler, yani pantolonu pantolon yapan anılar, bazı ilkbahar bereleri yüzünden yapılan yamalar, ter tüketen yazlar...Yaşananlara bir beden büyük geliyor artık hayat! Bir aşkı paylaşmak için çok geç, bir paylaşıma aşık olmak içinse erken...Beni sevda yerimden vurdu yine zaman...Şimdi sana söylenecek tek cümle: BENDE SANA YETECEK KADAR BEN KALMADI... -1-. Ne tuhaftır şu insanlar Kimi zincirleri içinde hür Kimi esir olmaktan bahtiyar Kimi de benim gibi binbir şeyi düşünür. Ne tuhaftır şu insanlar Kimini yel alır, su götürür Kiminin çilesi sürer mezara kadar Kimi de gününü gün etmeyi düşünür. -2-. İnsan insanın kadrini bilmezmiş meğer Anlaşılmadı gitti mısralarım Çünkü insanlar benim halime güler Bense onlar için ağlarım. İnsan insanın kadrini bilmezmiş meğer Birimiz gülsek, ağlıyor onumuz Bizden kara değilmiş geceler Bari karanlık olmasaydı sonumuz. -3-. Nice insanlar gördüm ki ben Dudaklarında en ateşli türküler Barış içinde yaşamayı bilmeden Bir savaş meydanında öldüler. Nice insanlar gördüm ki ben Dudaklarında en bayağı şarkılar Ve gözlerinde ihtiras ışığı eksilmeden Birer ilah gibi yaşadılar. -4-. Yarabbi, adaletin bu mu? Kuş uçar, yılan sürünür Düşünmek istemem fani olduğumu Verdiğin nimetlere şükür. Yarabbi, adaletin bu mu? Yaşayan yaşar, ölen toprağa gömülür Ve hayat sadece bir arzu mu Bizi korkutan ölüm müdür? . -5-. Söyleyin ey çizgiden hayaletler Artık ihtiyar olduğumuz gerçek mi? Kaybolan o gamsız saatler Hiç geri gelmeyecek mi? . Söyleyin ey çizgiden hayaletler İn misiniz, cin misiniz? Ya siz, ey eşsiz faziletler Fazilet olduğunuza emin misiniz? . -6-. Beni kendimden ayırma ya rabbim Verdiğin her dert benim içindir Bu saatte içimde seslenen kim Bu ürpertici ses kimindir? . Beni kendimden ayırma ya rabbim İçimdeki şeytanı sustur Çünkü başım, vücudum, kalbim Yalnız bana mahsustur Açıldı cennet kapısı Lal-ü gülherdir yapısı Kıldan incedir köprüsü Geçebilirsen gel beri. Canımız melek canıdır Tenimiz süleyman tenidir İçtiğimiz aslan sütüdür İçebilirsen gel beri. Ben hocama kul olmuşum Üstattan öğüt almışım Ben kanadım bağlamışım Çözebilirsen gel beri. Ben has bahçenin gülüyüm Ayn-ı cemin bülbülüyüm Kırk kapının kilidiyim Açabilirsen gel beri. PİR SULTAN'ım Haydar heman, Dağları bürüdü duman İşte İncil, işte Kur'an Seçebilirsen gel beri Şu yalan dünyaya geldim geleli Tas tas içtim ağulari sağ iken Kahpe felek vermez benim muradım Viran oldum mor sümbüllü bağ iken. Aradılar bir tenhada buldular Yaslandılar şıvgalarım kırdılar Yaz bahar ayında bir od verdiler Yandım gittim alkarlı dağ iken. Farımaz da deli gönlüm farımaz Akar gözlerimin yaşı kurumaz Şimden geri benim hükmüm yürümez Azil oldum güzellere beğ iken. Karac'oğlan der ki bakın geline Ömrümün yarısı gitti talana Sual eylen bizden evvel gelene Kim var imiş biz burada yoğ iken Bak Bedri dinle beni, Dinle beni ikigözüm kardeşim Yücel diyor ki Bedri (kapı çaldı bi dakka ...................) Hayır Zeki değilmiş, Akın'mış gelen. Akın diyor ki Bedri, 'Haltetmesin gelsin' diyor. 'Gelsin de söyleşelim, dadılık bitsin' diyor. Kabarmış müzik damarı yine bizim Gürler'in. Dalgaların,durakların dumanını attırıyor Bağırıyor minör minör, barok dedikçe Ve gülüyor majör majör, dokundukça tellerine enformasyonun.. Bırak şimdi çalışmayı, Hacettepe'yi Kemal'i de yatır artik be kuzum, Yatsın kerata. Sen dünyanın en iyi, Sen dünyanın en doçent, Sen dünyanın en baba babasısın be Bedri. Bilmez miyim ben seni! Bak şimdi dinle beni, Agostina kızmaz bana boş lafı bırak Hem kızacak ne var bunda be Bedri, Kadın değil, kumar değil be gözüm Biraz müzik, Biraz sanat, Biraz da laklak Hepsi bu. Geleceksin değil mi? Geliyorsun değil mi? Gelmelisin mutlaka. Bırak şimdi gülmeyi de 'evet' de. Hadi Bedri 'evet' de. Çok da güzel çay demledim tam senlik, vallahi çiçek gibi. Bir de güzel peynir var ki, harika. Bilmiyorum, ablan bulmuş, Kaçtan almış sormadım. Sormak neyi kurtarir ki be Bedri! Sele gitmiş değirmenin, şakşağı mı aranır ki! Ekonomi filan değil bu bizimkisi, Çürük yangın merdiveni be Bedri. Geliyorsun değil mi? Geleceksin değil mi? Gelmelisin mutlaka.. Domates, yeşil biber, maydonoz, diri diri, kütür kütür tam senlik. Ekmek de taze Bedri, Ekmek de be kardesim ekmek de! Biz rakıya vuracağız besbelli. Sen çaya yumulursun. Ne yaparsın be Bedri, Arada bir çekmeden de olmuyor. Olmuyor be kardeşim olmuyor! Şu dinine yandığımın dünyası, baka baka içine gözlerimizin, ediyorlar içine günlerimizin. Hidrojen sallasan gıkı çıkmıyor. Sabır kayası da, sabır kayası.... Hadi, hadi atla gel, bekletme bizi. Yücel'i bilmez misin be Bedri, Doktor değil mübarek, gecikmis tanrı. Çay devirir bardak bardak, üstüne rakı! Anlatırken sanırsın ki incesazdan Hüseyni, Ak gömleği geçirmesin sırtına,'Hipokrat Andı'. Bir de bahar bahar gülmez mi sana, Al başını çık dağlara. Yücel'i bilmez misin be Bedri, safi tümör celladı. 'Kızdırmasın, gelsin' diyor, 'Bin kelleyi bir cidaya dizerim kızarsa beynim' diyor. Gürler'se çoktan yerleşti enformasyon füzesine, yıldızlar arasında mekik dokuyor. Yüreğimi çikartmış koymuş masaya, beynimi çıkartmış koymuş masaya, insan denen karmaşığın dibini kurcalıyor. hayır hayır, buz koymuyor rakısına filozof doktor, DNA kullanıyor. Bana öyle geliyor ki azizim, DNA da az gelecek böyle giderse, bizimkinin hızına... Gürler'i bilmez misin be Bedri, alıyor da yüreğini insanın, yerine bülbül yerleştiriyor. Bu hekimsel coskunluğa gülüyor Akın, ' allah be ' diyor. Akın'ı bilmez misin be Bedri, simyacılık uzmanı, lokman çömezi. Yeni dönmüş dağlardan güneş kokuyor. Bol bol ot toplamış, keyfi yerinde 'lokmancilik oynuyoruz aman be abi' deyip deyip emiyor aslan sütünü, anasonla koklasiyor kadehinde. Of be, of be! Amma da sakızlattık sözü be! Paveze de senin olsun, Maronetti de.. Hadi artik, bırak artık, bırak şu çalışmayı. Kant da kalsın bu gecelik, Sossür de, Della volpe de.. Yahu bırak Kroçe' yi Bedri be Çaydanlıkta su kalmadı kardeşim, Bitirdi rakıları bu Doktor Gürler. Alooo! Sesin gelmiyor Bedri! Kemal sen mi oynadın bu telefonla? Banyoda mı baban yavrum, Dönmedi mi dedin daha, Dönmedi mi Beytepe'den! Kemal yavrum, babanı istiyorum. Baban yavrum baban yok mu? Baban Kemal, Baban yavrum, nerde babacan? . bak bedri dinle beni akin diyor ki bedri alooo? yücel diyor ki aloooo? gürler diyor ki bedri aloo? sesin gelmiyor bedri bedri sesin gelmiyor sustur su gürültüyü sustur su asansörü su radyoyu, su müziği su kenti sustur bedri! alooooo! alooooo! Kemal sen çık aradan! Ergun oğlum baban nerede? Ben Hüseyin, Agostina Agostina, ben Hüseyin! Kuzum neden yoksunuz, Neden kimse konuşmuyor bu telefona. Sıfırbirr dinle beni, Sıfırüç dinle beni, Heey ptt nerdesin? Sıfıriki nerdesin, Bozukluk var nerdesin, Konuşmuyor nerdesin? Sıfırsekiz, sıfırdokuz Ahmet, Mehmet, Roma, Berlin, Moskova, Ses vermiyor Ankara Ses vermiyor nerdesin! Sen bakıver Gürler şuna, Sen bakıver Yücel şuna, Akın, şuna sen bakıver kardeşim, Ses vermiyor bütün dünya, Ses vermiyor nerdesin! . Yoruldum be çocuklar! Bunaldım bağırmaktan Kocaldım be çocuklar! Unuttum neresiydi, Bilmiyorum nerdedir, Nasıldır bilmiyorum. Bir yerler vardır elbet, bildirin bir yerlere çocuklar. 'Geceler bozuk' deyin, 'Gündüzler bozuk' deyin, Yaşamak be çocuklar 'yaşamak bozuk' deyin. Bildirin bir yerlere çocuklar, Aylara, yıldızlara, mars'lara, merih'lere bir bilen yok mu sorun, bir gören yok mu sorun, sorun Bedri kardeşi! . Ne de güzel çay yapmıştım, Ne de güzel peynir vardı, Ekmek de taptazeydi.......... (11.07.1979-Ankara) . O akşam beş kisiydik orada/Biri Gürler İliçin'di biri O/Biri Yücel Kanpolat'tı, biri O/Biri Akın Çubukçu'ydu, biri O/Biri bendim, biri O. O akşam dört kişiydik orada/beşinci yoktu/Bedrettin yatıyordu Karşıyaka'da'da/Kurşun yemiş,karnı toktu. Zifiri karanlık 'aydın'larımız Evvelemir Bismillah'tan korkarlar. Ve 'çağdaş yaşamcı' kadınlarımız Gusül, abdest, Kıblegâh'tan korkarlar.. Milliyet'siz... rûy-i zemin ülkesi Kimi Lenin, kimi Mao halkası İnkârcılık devrimcinin ilkesi Lâilâhe İllallah'tan korkarlar.. Patronun belinde silahtır basın İnsandır demeyin, umudu kesin Yönetmeni öküz, yazarı tosun Uyuturlar, intibahtan korkarlar.. Adı 'sanatçı'ya çıkan her şebek Yolda göğüs açar, sahnede göbek Ki bunca yarasa, baykuş, köstebek Hem ışıktan, hem sabahtan korkarlar.. Siyasette yalan satmak huyları Boya sürmek, çamur atmak huyları Her nesneye yalan katmak huyları İstikrardan, inşirahtan korkarlar.. Saçma sapan yorumlarlar çağları ölülerden medet umar sağları Kırdılar geçmişle olan bağları Tarihteki padişahtan korkarlar.. Hiçbir küfrü bırakmazlar kazaya Mabetleri çevirirler müzeye Hayrandırlar doğu, batı, kuzeye Geri kalan tek cenahtan korkarlar.. Büyükler tanırız, yüz okka beden Fikrî sıkletleri sıfırdır, neden? Aslı nedir, öğrenmeden bilmeden Hoş kelamdan, has mizahtan korkarlar.. Doğru dürüst bir hâlleri bulunmaz İhanette ihmalleri bulunmaz Kalleşlikte emsalleri bulunmaz Mertlik denen bir silahtan korkarlar.. Kiralıktır beyinleri, kıçları Dışlarından daha kirli içleri Zina yapar çoğaltırlar piçleri Aileden ve nikâhtan korkarlar.. Kimi devrim, kimi koltuk yobazı Kimi ilim, kimi hukuk yobazı Kimi antik çağın moruk yobazı Hak ehlinden, hayırhah'tan korkarlar.. Hem korkaklar, hem şirretler velhasıl Günlük yalan yumurtlarlar ki, nasıl! Bu günlük burada bitti bu fasıl Tüm eğriler doğru rah'tan korkarlar.... 24 Kasım 1996(Yasaklı Rüyalar) Bir gemi yanaştı Samsun'a sabaha karşı Selam durdu kayığı, çaparası, takası, Selam durdu tayfası Bir duman tüterdi bu geminin bacasından bir duman Duman değildi bu Memleketin uçup giden kaygılarıydı Samsun limanına bu gemiden atılan Demir değil Sarılan anayurda Kemâl Paşa'nın kollarıydı Selam vererek Anadolu çocuklarına Çıkarken yüce komutan Karadeniz'in hâlini görmeliydi Kalkıp ayağa ardısıra baktı dalgalar Kalktı takalar, İzin verseydi Kemâl Paşa Ardından gürleyip giderlerdi Erzurum'a kadar. Ne çektik böyle gülünceyedek Eh, şeniz işte hep bu düğünde! Karım sen bir deliler evinde, Yirmisindeki hemşirem Van'da, Babam tenha tezgahının üstünde, Ben bir hayal atının sırtında Ve anam mahzun... ölünceyedek. Ince uzun bir hayvan, carpiyor carpiyor carpiyordu kendini taslara, canimi sikiliyor canmi cekisiyordu yoksa? yok efendim dedi yanimdaki adam, gömlek degistiriyor yilan bu hallerden anlariz dedi azcok, bizde sinif degistirmisdik bir zaman Hicran kucağında tuttuğum sırdaş Çağlamış bulanmış durulmuş olsun Sözüne sazına güven de yanaş Kulağı ezelden burulmuş olsun. Boş kafa gezdiren seyyahlar gibi Keşkülünün delik çıkmasın dibi Ariften anlasın seçsin garibi Hakikat yolunda yorulmuş olsun. Taban tepmiş olan gam kervanında Dostunu konuklar tatlı canında Koçlar gibi duran bir meydanında Arslanlar yurdundakurulmuş olsun. Gel dese de bakma nâkes aşına Bir sırsat erer de kakar başına Dostun namerd dehrin mehenk taşına Felâket pazarında vurulmuş olsun. Duysun aşkın elindeki rebâbı Okusun alnında çile kitâbı Neyzen gibi günahının hesâbı Mezara girmeden sorulmuş olsun Bir ana gülümserken yorgun ve güzel Yüreği müjdelerle tüy gibi hafiflerken, Orda, bir çocuk doğar sımsıcak dünyamıza Burda ben.... Dal nasıl, yaprak nasıl, ekin nasıl büyürse Toprak nasıl uyanırsa bir incecik yağmurdan Orda bir çocuk büyür yumak yumak bir nurdan, Burda ben.... Koştuğu, atladığı, durduğu, uzandığı, Düşüp kaldığı yerlerde gözbebeğim var. Orda, toz-toprak içinde bir çocuk ağlar, Burda ben.... Ne oyun oynamak ister, ne uyku ne su, Ne elişi resimleri gönlünü alır. Orda, bir uzak evde bir çocuk yetim kalır, Burda ben.... Dokunsam, martı gibi uçup gidecek sanki, Solgun yüzlü bir avuç kar. Orda, bir gece yarısı, bir hasta çocuk sayıklar, Burda ben.... Birden bire uyanır bir ana uykusundan, Sapsarı bir korkuyla bakakalır nefessiz. Orda, sabaha karşı bir çocuk ölür sessiz, Burda ben... Ey hüzünlü ruhum. İhtiyar budala. Kanının kanatlarında hırçın bir kıvılcım yanardı, Umudun mahmuzu yavaşça dokunsa şaha kalkardın. Ey şimdi her adımda derin derin soluyan hasta İşe yaramaz beygir Uzan olduğun yere dayanmasını bil. Sönmeyen yanı var mı dünyanın... . Ruhum, acılarını örtün. Ağır mermer tabutlarda uyanacak zamandır. Yenilmiş yaralar içindesin kocamış bunak Artık ne kavganın tadı ne de aşkın dinmeyen fırtınası ulaşmaz sularına. Elveda kavalın türküsü Flütün iççekici elveda Somurtkan ve karanlık kapılarımı çalmayın artık Ey hazların derinliği duyumların ateşi elveda.. . Ruhum sevgili baharının bitti. O çılgın kokuların tükendiği zamandır.. Ayaklarımın altında yusyuvarlak dönüyor dünya Issız dağların karlı ağzında donmuş bir yolcu derinlere kayıyor Geçmişin titreyen eli sazdan örülmüş rüzgarlı kulübesi Gerek yok sığınmaya Ey her solukta gövdemi yutan zamanın muazzam ürperişi Ruhum dünyanın çığlarını çağır. Seni sarıp döne döne götürecektir zaman. Sevgilinin kuşak ve halkasını çalmak, Bazen kızmayı yeğler, bazen salar bırakarak, Size gayet çoktur, isterim inanmak Ve kıskanmam kendinizi kandırmanızı: Bir peçe, şal, jartiyer, yüzük; Gerçekten değildir küçük; Yalnız, bana yetmez takıntısı.. Hayatından canlı bir parça, Onu kafi çekinmeden sonra En Sevgilisi verdi bana, Ve bir aldatı oldu kimi görkem anında. Ah nasıl da gülerim tümüyle ıvır zıvırlara! O güzel saçlarını sundu hayranlara, En güzel simanın pırlantasını, aslında.. Senden, derhal yoksun olayım mı yar, Benden koparılamasan da her ne kadar: Bakmak, şakalaşmak vede öpüşmek var Senden kutsal bir emanet kalsada.- Saçlarının ve kederimin kaderi eşit; Olmasa talihimiz dümdüz giderdi tek şerit Uğruna, ondan ayrıyız şimdi aynı yolda.. Bağlıydık ona sımsıkı; Okşardık o yumuşak yanakları, Hoş bir arzu kıvırırdı ve bize asılırdı, Kayar düşerdik tam göğsünün üstüne. Ah hasmım, hasetlikten arınmış yiğidim, Sense şipşirin armağan, en yüce ganimetim, Anımsat bana neşeyi ve hevesi büsbütününe! . Çeviren: Musa Aksoy Evler döşemekti bendeki tasa, Yaptım, ettim, nöbet mezara geldi. Yeter bana, üç beş arşın bez olsa; Beklenmedik mallar pazara geldi.. Penceremde bir gün günlerden bir gün: Ses baygın, renk dalgın ve ışık süzgün; Belirsiz bir semte insanlık sürgün... Çek perdeyi güneş nazara geldi. Şanssız mıydık? haksızlık olur şimdi Düşünsene nasıl geçmiştik hızla Birleşen iki güvercinin arasından Hiç dokunmaksızın onlara. Bende tarçın sende ıhlamur kokusu Az mı dolandık Başkentin sokaklarında Ama işte şölenin kaçınılmaz acısı Bizim payımıza düştü sonunda. Aşkımız şimdi görklü bir hayatın Yabancaya berbat bir çevirisi Sen metinde üç beş satır atladın Ben geçmiş zamanda dondurdum fiilleri. Sen ki özenle katlanmış bir mendil gibiydin Düşünür müsün zaman zaman acaba Nelerle ödedik şu mevsimi Ve gün nasıl vuruyor topuklarımıza. Şanssızım diyemem ben kendi payıma Oluyor böyle şeyler ara sıra Sözgelimi okul kitaplarına girmez şiirim Bütün çocuklar anlar da Yeryüzündeki tüm kızıl taşlara Tanrının kanı sürülmüştür. Bu yüzden kızıl taşlar Çocukluğumuzu öğretir. Tanrı, biz çocukken, Yanımızda dolaşır. Küpemize dokunur Ve kolyemize. Pabuçlarımıza ve kurdelamızın Kızçocuk olmak kıvrımına girer Saklanır. . Kızıl bir elbise ve yatak almalıylım, Kızıl bir yüzük, Ve lamba. O zaman olmalı ki, Annenin zamanı başlar ve tükenir. . Beklemeyi bilen kan, Taş olmayı da bilir. Dünyada olmak acıdır. Öğrendim. . Kızıl karanlık Mavi karanlık Ve başlangıç Bir anlamı olmalı ki bunların, Bırakmaz bizi annemiz ve tanrımız. Butun mimarlar yuksek,muhendisler de Bir sen kaldin alcak mimar ey Sinan Usta! Bu bulanık hava,bu toprak, bu su Beni benden, beni senden ayırır. Bu sabahsız gece, bu düş, bu uyku Beni benden, beni senden ayırır.. Doğmadık güneşin aydınlığında Uzarsa gölgeler dost kılığında Şüphe keleplenir gönül çığında Beni benden, beni senden ayırır.. Doğrultmak istesem, kırılır dallar Sınadım, zamana sığmadı yıllar Bu dikenli yollar, bu taşlı yollar Beni benden, beni senden ayırır.. Sevgi bulutundan rahmet damlası Düşmeden, ayrılık doldurur tası. Yoğun maddelerin ince mânâsı Beni benden, beni senden ayırır.. Sen aşka hiç dersin, bense hayata.. Kim bilir, belki de bendedir hata. Bu dalgalı deniz, bu yanlış rota Beni benden, beni senden ayırır.. (Dosta Doğru) Ey yezit bizlerde kıl ü kal olmaz Biz Muhammet Ali diyenlerdeniz Tarikat ehline mezhep sorulmaz Biz Muhammet Ali diyenlerdeniz. Eğnimize kırmızılar giyeriz Halimizce her manadan duyarız İmam Cafer mezhebine uyarız Biz Muhammet Ali diyenlerdeniz. Her kimin çerağın yoksa Hak yakar Mümin olanları katara çeker Aslımız on iki imama çıkar Biz Muhammet Ali diyenlerdeniz. Muhammet Ali'dir kırkların başı Anı sevmeyenin nic'olur işi Atalım yezide laneti taşı Biz Muhammet Ali diyenlerdeniz. Biz tüccar değiliz alıp satmayız Erkandır yolumuz yoldan sapmayız Karnımız geniştir biz kin tutmayız Biz Muhammet Ali diyenlerdeniz. Baharda açılır gonca gülümüz Ol dergaha doğru gider yolumuz On iki imamı okur dilimiz Biz Muhammet Ali diyenlerdeniz. Pir Sultan'ım eyder erenler gani Evveli Muhammet ahiri Ali Anlardan öğrendik erkanı yolu Biz Muhammet Ali diyenlerdeniz Sabahtır Alkışlar gecenin Sıcak damları sükûn yapılarıyla Aydınlatır bir ucundan Kahvaltı sofrasında çay tasını. Düzgün uysal Işıklı bir de ağız Gizlice götürür hücreyi bütüne Ve akla her gelen telgraf telinde Öpüşür iki güvercin İncelmiş ve yumuşamış gagalarıyla. Bu geçen mızrak Kalın kararlı Atanın değer biçilmez atıyla Kuşkusuz yolunda gerek. Mızrak geçer ışığı Geçer geceyi dolduran karanlığı da Yiğit harmanları, yığınaklar, Kurulmuş çetin dağlarında vatanların. Dize getirilmiş haydutlar, Hayınlar, amana gelmiş, Yetim hakkı sorulmuş, Hesap görülmüş. Demdir bu.... Demdir, Derya dibinde yangınlar, Kan kesmiş ovalar üstünde Mayıs... Uçmuş, bir kuştüyü hafifliğinde, Çelik kadavrası korugan'ların. Ölünmüş, canım, ölünmüş Murad alınmış.... Gelgelelim, Beter, bize kısmetmiş. Ölüm, böyle altı okka koymaz adama, Susmak ve beklemek, müthiş Genciz, namlu gibi, Ve çatal yürek, Barışa, bayrama hasret Uykulara, derin, kaygısız, rahat, Otuziki dişimizle gülmeğe, Doyasıya sevişmeğe, yemeğe... Kaç yol, ağlamaklı olmuşum geceleri, Asıl, bizim aramızda güzeldir hasret Ve asıl biz biliriz kederi.. İçim, bir suskunsa tekin mi ola? O Malta bıçağı, kınsız, uyanık, Ve genç bir mısradır Filinta endam... Neden, neden alnındaki yıkkınlık, Bakışlarındaki öldüren buğu? Kaç yol ağlamaklı oluyorum geceleri... Nasıl da almış aklımı, Sürmüş, filiz vermiş içimde sevdan, Dost, düşman söz eder kendi kavlince, Kınanmak, yiğit başına. Bu, ne ayıp, ne de yasak, Öylece bir gerçek, kendi halinde, Belki, yaşamama sebep.... Evet, ağlamaklı oluyorum, demdir bu. Hani, kurşun sıksan geçmez geceden, Anlatamam, nasıl ıssız, nasıl karanlık... Ve zehir - zıkkım cıgaram. Gene bir cehennem var yastığımda, Gel artık... Uykudan uyanmış şahin bakışlım Dedim sarhoşmusun söyledi yok yok Ak elleri elvan elvan kınalım Dedim bayram mıdır söyledi yok yok. Dedim ne gülersin dedi nazımdır Dedim kaşım mıdır dedi gözümdür Dedim ay mı doğdu dedi yüzümdür Dedim ver öpeyim söyledi yok yok. Dedim aydınlık mı var dedi aynımda Dedim günahım çok dedi gönlümde Dedim mehtap nedir dedi koynumda Dedim ki göreyim dedi yok yok. Dedim vatanın mı dedi ilimdir Dedim bülbülmü dedi gülümdür Dedim Nesimi Şah dedi kulumdur Dedim satar mısın söyledi yok yok Ah, sen kalbimi ezdin geçtin gaddarlığınla; Şimdi üstüme atma tüm kötülüklerini! Beni gözünle değil, şu dilinle yarala, Hileyle değil, gerçek gücünle öldür beni. Gözüme baka baka, 'Sevdiğim başkası,' de; Canım, başka bir yana çevirme o bakışı; Türlü aldatmalarla yaralamak da niye, Zaten savunma gücü nedir ki sana karşı? Seni bağışlasam mı? Ah, sevgilim bilir ki Güzelim bakışları olmuştur bana düşman. Düşmanları hep benden öteye çevirir ki Başkaları devrilsin o amansız oklardan. Vazgeç, işte ben artık yarı ölüyüm ama, Bak da büsbütün öldür beni, son ver acıma... Ne kaçarsın benden ey yüzü mâhım Seni seven var mı benden ziyâde Rûz u şeb durmayıp alırsın âhım Âşıkım ağlatma bundan ziyâde. Gece gündüz bir visâle ermedim Bülbül olup gonce gülün dermedim Bu cefâlar nedir ben de bilmedim Var mı ki bir zâlim senden ziyâde. Söyle murâdını ben de bileyim İnsaf eyle çok ağlattın güleyim Kabul eyle sözüm kurban olayım Haddim yoktur sana bundan ziyâde. Hercâisin gonce gülüm kokulmaz Geçer gider hatırcığım sorulmaz Der Gevherî mâh yüzüne bakılmaz Yakar hüsnün beni nârdan ziyâde daha çok sever miydim uçmasını bilseydin babamsın ah keklik burcu bir talan! ekinler sararırken doğdun mühim bilgidir on kardeşin küçüğü ölüleri saymazsam. yıkandın tuzlandın kundaklandın sıkıca orak sıcaklarında bir pembe oğlan evlerin önünde küçük bir hayat kımıl kımıl dipdiri çiltenler karıncalar ve toprak dediğin cana musallat yalnızlığın çocuklara kadar indiği eflatun akşamların uçbeyi babam. faydasız kamışlardan kurduğun ordu kurtlarla savaşmaya sensin gidecek sensin gidecek yüz koyunun peşine vadiler öyle derin ovalar öyle geniş üstelik Türkçe bilir yankı dağları bir çağırsan Allah’ı bin kere ses verecek. yatıya kalan yağmurlar yüzünden hep ıslak döşeğinde revir iniltileri inanmak nice yanıldıktan sonra kendine buğdayların birliğine hamur teknelerine inanmak yedisinde sorusuz onunda beter mahmuzları kuşanıp şahlanan bir yanıtla on beşinde inanmak sonsuz’un hiç’e erdiği değil bulutlar hamamda kadınlar gibi oynak. sarı tüyler pazenler insan kamaşabilir kitapların zifiri ferahlığı yok henüz henüz dünya harflerden yaratılmış da değil kara lastik pilli fener pazar ekmeği sevinç bir taşa beş erik atan ağaçtır ve bayramlar ağız tadıdır ama mezar üstlerinden toplanan şekerlerin. azabı uzun sürer duası yapılmazsa bir kere bisiklete binmiştin babam yukarıdan görmüştün köyün bulutlarını ama nasıl üzer bu hafiflik uyanınca darası alınmış yaşamlardır rüyalar rüyalar defter kalem gerçekler kum masası parmağınla yaz öğren önce yoksul olduğunu sonra insan olduğunu bütün acılarla akran tohum serp su taşı dağarındaki çöle. emek israf değildir harcan da harcan insan olmak yetmiyor insanı anlamaya sızmak gerek o çürük hartamalardan götürdüğün tavuklarla birlikte soluk benzin öğretmene armağan ey sesleri semirmiş yağız alfabe! babam yeniden büyür mü oralarda. buralarda şehirli kızlar gibi bunalsam biliyorum tilkiler pusar geceye ıtır ve çığlık olur evlerin dili cinai bir hevesle yarına aşılanan gün gibi biliyorum bende devam ettiğini fiğleri ellerimle derer ellerin ey gelincik kurumlu tepelerin çakırı! ayaklar altından sevaba kaldırılmış ekmekleri öptüğün dudaklarınla söyle servetimiz yokluksa onu öveyim davran özrüm kalmasın soysuz kuşku güveyim. başaklar arasında kanlı bir hasat vakti saçların şeytanın tırpanıyla kesilmiş ne kadar sakınsan kirleniyorsun babam sen esmer undan yapılmış değilsin ki çağrılsan üç beş keder bildik cin isimleri döl ve ışkın sureleri tertemiz ezberinde her akla kısmet midir uyanıp da ölümden birden bire anlamak zerrecikleri. caydığın güller vardı o zaman kargaların çalıp çalıp karnına gizlediği yeşil taşlar mavi boncuklar vardı sürgün içini boşaltmamıştı toydun kendini gizlemedin kem gülüşlerden ısırganlar kaynadı dövüldü havanlarda ve macunlar sürünüp şerbetler içtin inceysen dal gibiysen bu senin kabahatin rüzgar söküp götürürken gövdeni gördün korkuluklar daha direngen yayık seslerinden umut telvelerinden yavan bir gayretle topladın da kendini ganimeti kargalarla paylaşmadın yeniden büyüdün yüz sürerek kösnül çuhaya. battal yataklarda çalkalanıp duruldun anların arasından fareler bakar gibi kırlangıç yumurtası bulmuş gibi tarlada koştun haber verecek bir aşk aradın alnının dar çatkısı kuytular ardın sıra cılız bacakların birbirine dolaşık herkes kendine sanrı tende ısrarlı herkes dizlerini kanattı kapaklandığın kadın henüz fırsat varken masalları kınamak ve bağırmak istedin yok mu boş bir kerevet hayret uzlaşıyor kanımla zehrin sesine karışan efkarın meleziyim. ateş farz kül sünnet uzayacak bu dua ya ben baba! .. ya ben nasıl aşık olayım. yazımıza benzeyen bir yaz bulamadıkça elişi bir karyola istiflenmiş şilteler kav kalaylı kap kacak belki dilsiz bir radyo vardın çattın çatallanan yollara şehir okuldu çünkü gitmek gerekti bazen çünkü kalmak vakıf toprağı gibi başkasının yığını gibi sonuçsuz çünkü sussan yazmanlara yorgunluk konuşsan uğursuz sözün içrek obası gittin yanan karınlarını soğuk duvarlara sürtüp rahatladı ergen kızlar. köylü ismin yatılı bir kıyıma kayıtlı üniforman hep yaş hep telaş kaldırımlara kafa tutun da ne oldu yenişmek şöyle dursun yarışmadı sokaklar kolların dertleştiğin dereleri boğarken eski harmanları hoyrat gezerken gölgen yapmacık bir merakla sorsaydın üst’lerine. andıkça mı rütbe alır anılar çarşılar sinemalar ıssız duraklar alışmak günlere kıymaktır ilkin sonra sonra uç verir direnmenin sancısı sonra sonra yoksunduğun bir sicim hiç arkadaşın olmadı sahi bir kadın iki çocuk hayata iyi gelir sineklikli pencere çift kenesetli saka ara sıra bardaklara boşalan bir sürahi uzun seferlerden kalma o bahriyeli hüzün. yüzün ince kadehlere hep yenik değiş ki değişsin evin yazgısı yeltenmem elbet edepten ileridir bir kızın babayı yazıklaması kara sakız yakısı dindirmedi hiç baharları hazin bir şarkı gibi nükseden üzen ve üzerken hor gören bileklerinin zahmetli ağrısını demek kenetlenmiş kolları yarıp amansız bir şevkle halaylara eklenen demek mendil sallayan püskül sürüyen gençliğin şimdi çaput üstüne çaput. başımızı okşasan hayrattık sana sakalını öptürsen tövbe ve yatır oysa şifa dağıtan dallara uzanırdın ve herkesten gizli severken bizi ahlatlar gövermiş gibi keyifli yazıdan eski bir şarkı mırıldanırdın kimse duymazdı seni duysa da dinlemezdi göğsünü eşeleyen evcil güvercinleri kuğuran ve kuğururken hor gören sadakatini üşütürlerdi meşin gök yırtıldı eridi krallığın onların hayli yamalı düzeninde bir meyveye çekirdek bile olamazdın sen sen ki hesap hanesinde eksik bir sıfır. hırsın kıt kinin seyrek hala tamamlanmadın yaşlandıkça kısaldın hürmet dileme ve yerini kabul et onların sözlüğünde cüceler insan küsuratıdır kauçuk tabanlı yas yüklüklerin sırma boşluklarıyla kasıklarını nemli tutan elli yaş bütün kuyular ağzındır bağır ve tanıklığa çağır iri bir siğil gibi yakılmış coğrafyayı soğumuyorsa öfkenin lavları düşün sepilenmiş bir dilin cümleleri içine giyindiğin meseller hangi çıplak halkındır cansız bedenlere sarıldığında ya da bir bedelle vurulduğunda boynun tek başlı olmayı azımsayan mazlumlar neden sırdaş bilirler seni. soluklan da anlat bozkırın sertliğini düşmanla birleş ölüme karşı çünkü enikleri gölde boğdular alageyikleri vurdular bir kuytuda orman küstü dağ devrildi çağladın şimdi neden böyle sakinsin babam sen bu öyküleri at hırsızlarından mı çaldın keşke hafızama kusur bulsaydım unutsaydım keşke esaslı bir evlat gibi ama bu yağ dikeni bu çadır bezi bu küf senden bana miras bu ince çene eleğime bıraktığın bir avuç kumdan arta kalmış taneler yani hepsi bu. salkımsöğütler kadar sendenim işte öğüdünü tuttum uzattım saçlarımı ölürsem göğüslerimi örtsünler diye çeyizimi barbar çalılıklara serdim çekilecek çileye ikramdır diye kızınım en zayıf yanınım sandın sandın ki hep hazırım el olmaya oysa şakaklarındaki dehşete düşen yıldırımlara lehimli damarlarım ışığımız söner camlarımız kurşunlanır belki yakınlaşırız bir tehlike anında kıstırılmışken ve sonrası yokken artık birbirimize bakar bakar susmayız madem huzuruna çıkılmıyor yordamsız bir kuşun yarasından ulanırız hayata ne mantık ne ahlak ne de şekil bilgisi aşağılayamaz bizi canımıza kıyarken bir başka aklın aracısıyız ömrün kiracısıyız gideceğiz nasılsa silinecek yeryüzünden şarkımız serin ve yalansız mavilerle bekleyen her baba gibi evhamla isterdin ya bağışla oğul doğmadım sana oğul gibi dik durdukça alkışlanan ben ne vakit kendimi bir bıçağa önersem acının harflerine şedde koyan bir din ki vesvese üfledi kulaklarıma beni senle var eden rastlantıya ürperdim kabullendim böylece ensemdeki soluğunu. sirenler kornalar ve ıslıklar dinince herkes içimden duyacak sur’u devlet ahrete sahip olmadan yağmura karışmadan güneşin kanı aslımıza dönelim bu son alamet kapat kapıları babam şehir eve girecek... Bu yurda her bela içinden gelir; 'Hep'leri hep, hiçin hiçinden gelir. Gelemez bir ithal malidir akil, Kaf dağından, Cinden, Macinden gelir. Dünküne eş, bu gün küfür yobazı; Bütün derdi festen, lap cinden gelir. 'Allah vardır! ' dersin; sorarlar: Niçin? Sonra tokat, puta 'niçin' den gelir. Benim nur mayama pislik atanlar, Şeytan, senin büyük elcinden gelir! Biricik selamet yolu tarihte, 'Sormayın, görmeyin, geçin! ' den gelir. Genç Osman’ı lif lif yolan o güruh, Kahpe devşirmenin piçinden gelir. Bir gün bu gidişle çatlarsa yürek, Dile vurdukları perçinden gelir... Maruzatım odur ki;en iyi bir dostsun Dağların doruğunda bir çiçek kadar iyi Sen karanlıkta yüzümüzü ağartan ışık Resimlerin duvarlarda şakır kuşlar gibi. Sen O'sun her zaman yalansız olan sevgisi Saksıları sulayan,vazolara can katan O en koyu,en çaresiz gecelerde bile Yeri,göğü bir merhabasıyla aydınlatan. Sen O'sun sevince boğan bütün kederleri Solan,kuruyan,bir çiçek gibi ağlayansın Ve esen dost bir imbatsın akşamüzerleri. Kalan bir gün gibi yazdan,öyle Haziransın Yalan değil,biz ne arayıp sende bulduksa Mutluyuz,dostça gönül tahtına kurulduksa. Göz göze bir geldik mi Yalım yalım tutuşur kardan örtüler Yaklaşan güneşin altında . Açar kollarını pencereler İyiliğin yolları boyunca Açılır kuşlar açılır eller Günler açılır geceler açılır Uçsuz bucaksız gökyüzünde Açılır yıldızları çocukluğun İnceden bir türkü ağızlarında . Göz göze bir geldik mi Alır başını gider korku Saklanır körpe çimenlerde . Ölü tapınaklarda böğürtlenler Çekerler kuytu gölgeden yemişlerini Kızıl kara ateşli Şarabı köpürür toprağın Uçan arıların başı döner Köylüler der bir ağızdan Böyle güzel yıl görmedikti . Göz göze bir geldik mi Başlar damarlar boşalmaya Öper dalgalar kumsalları . Aslanlar geyikler güvercinler Bakarlar açık havaya içleri titrer Görürler bahar gibi doğuşunu yavrunun Can katar şehvete durmadan Cömert ana verimli kadın Gök toprak girer renkten renge Doğuş karşı kor ölüme . Göz göze bir geldik mi Tutuşur duvarlar geçmiş günlerle Duvarlar yeni günlerle yanar Dışarda toprak ana Uzanır yatağında melek gibi Yıkar gökyüzü şafakta Çalgıcının gülen ağlayan yüzünü Köleyle sultan başlar soyunmaya Daldan yapraktan . Göz göze bir geldik mi Sen güpegündüz ben karanlık gece Bir fısıltı bir istek ne yana baksan İlk ve son düş ha doğdu ha doğacak . PAUL ELUARD Çeviren: A.Kadir – A.Bezirci Sılanın ufak tefek yolları Ağrıdan sızıdan tutmaz elleri Tepeden tırnağa şiir gülleri Yiğidim aslanım aman burda yatıyor. Bugün efkarlıyım açmasın güller Yiğidimden kötü haber verirler Demirden döşeği taştan sedirler Yatak diken diken yastık batıyor Yiğidim aslanım aman burda yatıyor. Bir şubat gecesi tutuldu dilin Silaha bıçağa varmadı elin Ne ana ne baba ne kız ne gelin Yiğidim aslanım aman burda yatıyor. Ne bir haram yedin ne bir cana kıydın Ekmek kadar temiz su gibi aydın Hiç kimse duymadan hükümler giydin Yiğidim aslanım aman burda yatıyor Döşek melül mahzun, yastık batıyor. Mezar arasında harman olur mu On üç yıl hapiste derman kalır mı Azrail aç susuz canin alır mı Yiğidim aslanım aman burda yatıyor Döşek melül mahzun, yastık batıyor. Zindanı taştan oyarlar İçine bir yiğit koyarlar Sağa döner böğrü taşa gelir Sola döner çırılçıplak demir Çeliğin hası da yiğidim aman böyle bilenir Döşek melül mahzun, yastık batıyor Yiğidim aslanım aman burda yatıyor. Dilimde dilimi bulduğum, gücüne kurban olduğum Anam babam gibi övdüğüm Dayan aslan ustam yiğidim dayan Dayan hey gözünü sevdiğim Bugün efkarlıyım açmasın güller Yiğidimden kötü haber verirler. Sana kökü dışarda diyenlerin kökleri kurusun Kurusun murdar ilikleri dilleri çürüsün Şiirin gökyüzü gibi herkesin Sen Kızılırmakçasına bizimsin En büyük demircisi dilimizin Canımız ciğerimizsin. Bugün burdaysa şiirin yarın Çin'dedir Bütün hışmıyla dilimiz Kökünden sökülmüş bir çınar gibi yüreğimiz içindedir. Bugün burdaysa şiirin yarın Çin'dedir Acısıyla sızısıyla alnının kara yazısıyla Bir yani nur içinde tertemiz Bir yani sızım sızım sızlayan memleketimiz içindedir. Bugün burdaysa şiirin yarın Çin'dedir Bütün hışmıyla dilimiz Kökünden sökülmüş bir çınar gibi yüreğimiz içindedir Kısmet verip bizi salan çöllere Ya eceldir ya didardır ya nasip Felek bizi saldı özge hallere Ya eceldir ya didardır ya nasip. Kısmet verip çevre çevre yeldirdi Bilmediğim hikmetlere daldırdı Çekip ayrılığın okun doldurdu Ya eceldir ya didardır ya nasip. Felek arka vermiş çerhin devine Arıt kalbin evin iman sevine Türlü dalga geldi gönlüm evine Ya eceldir ya didardır ya nasip. Muhannettir dünyasını kayıran Şol Gani Settar'dır açlar doyuran Beni de sevgili yardan ayıran Ya eceldir ya didardır ya nasip. Pir Sultan Abdal'ım der ki vardığım Ulu dergahtır yüzler sürdüğüm Bilmediğim hikmetleri bildiğim Ya eceldir ya didardır ya nasip Benden daha ne olur, yürür yalan söylerim bir şey acır içimde bu göğsüme ne kattın sende noksan bulmadım şu yerle gök yanarken attığımda o oku ben atmadım sen attın . Rab bu nasıl denizdir yüzme bilen kuşu yok içimde acır bir şey bu gösüme ne kattın anlar gibi olmuştum yetmiş üçte bir cuma attığımda o oku ben atmadım sen attın . Geçer gider hacegân ve ahûlar ve zaman acır bir şey içimde bu göğsüme ne kattın bilmem değmişse bile ağa yahut karaya attığımda o oku ben atmadım sen attın. Çocuk ders çalışıyor görünüşte Sayfaları yavaş yavaş çeviriyor Çocuk deniz çalışıyor gerçekte Gözlerini ufuklara dikiyor Durup durup adını anıyor Aşkın sözlüğünü ezberlemekte Bütün nöbetçilerle yarışıyor Gözleriyle gelişini beklemekte.. Biz şimdi aşk öğrenelim İnsan dersi sonra da öğreniyor Yüzyıllık kitaplarda bilgi kendi malımız Haritadan şehirler kaçmıyor ya Sevinmek yaşarlığa dokunmaktır Atlı gibi dört nala içmizden gidiyor Bazen her şey yanılmakta bile Sevişmek gene en az yanılmaktır. Döğülmeye söğülmeye koğulmaya billâh Hep râzıyım ammâ ki efendim senin olsam. Eylesen tûtîye tâlim-i edâ-yı kelîmât Sözü insan olur ammâ özü insan olmaz. Ey dil ki hecre doymayıp istersin ol mehi Şükr et bu hâle yoksa gelir yüz belâ sana. Cevr odı yaktı beni yanımda durma ey gönül Bir tutuşmuş âteşem kurb-ı civârımdan sakın. Edemem terk Fuzûlî ser-i kûyın yârin Vatanımdır vatanımdır vatanımdır vatanım. Ey Fuzûlî câna yetmişem gönülden şükr kim Bağladım bir dil-bere kurtardım ancan cânımı. Cân u dil kaydını çekmekten özüm kurtardım Cânı cânâneye ettim dili dildâra fedâ. Ah eylediğim serv-i hırâmânın içindir Kan ağladığım gonce-i handânın içindir. Dostum âlem seninçün ger olur düşmen bana Gam değil zîrâ yetersin dost ancak sen bana. Esîr-i gurbetiz biz senden özge âşinâmız yok Ayağın kesme başınçin bizim mihnet-serâlardan. Kıldı zülfün tek perişan hâlimi hâlin senin Bir gün ey bî-derd sormazsın nedir hâlin senin. Ne yanar kimse bana âteş- i dilden özge Ne açar kimse kapım bâd-ı sabâdan gayrı. Cân u ten oldukça menden derd ü gam eksik değil Çıksa can hâk olsa ten ne can gerek ne ten bana. Avâreler felekzedeler mübtelâlarız Alemde bir muhabbete kalmış gedâlarız. Hâlî etmiştir mahabbet beni benden dostlar Ayb kılman âlemde görseniz bî-pervâ beni. Demen kim adli yok yâ zulmü çok her hâl ile olsa Gönül tahtına andan özge sultân olmasın yâ Rab. Tutuştu gam oduna şâd gördüğün gönlüm Mukayyed oldu ol âzâd gördüğün gönlüm Herşeydin, aşkım, benim için Ruhumun istediği- Yeşil bir adacık, aşkım, denizde Bir sunak ve bir çeşme, Baştanbaşa masal meyveleri ve çiçekleriyle örülmüş, Ve, bu çiçeklerin hepsi benimdi. Ah, fazla parlak bir düş uzun sürmek için Ah, yalnızca kararmak için yükselen Yıldızlı umut. Gelecekten bir ses haykırır 'Devam. Devam-' diye Ama geçmişin (karanlık körfez.) üstünde yatar Korkuyla dolu ruhum, sessiz ve, devinimsiz.. Çünkü, yazık. Yazık ki söndü Benim için yaşam ışığı Artık-artık-artık- (Böyle bir lisan tutar ancak ağırbaşlı Denizi kıyıdaki kumlara karşı) Çiçek açmayacak gökgürültüsünün sarstığı ağaç, Ne de vurulmuş kartal süzülecek göklerde.. Ve günlerimin tümü esrimeyle geçer, Ve geceleyin rüyalarım Senin gri gözlerinin ışıdığı, Ölümsüz ırmakların kıyısında Göksel danslar eden adımlarının Parladığı yerlere ilişkindir. Kahverengi bir salon, cila ve meyva kokan, Kurulmuş koca iskemleye tıkınıyordum, Bir Belçika yemeği, buyursun canı çeken, Yeter ki karnım doysun, aldırmayıp yiyordum, . Rahattım - oh ne güzel çalar saatin sesi- Derken, mutfak açıldı, sürünmüş, sürmelenmiş, Kılık kıyafetine ise biraz boş vermiş, Yanaştı cilvelenip aşevi hizmetçisi.. İstediği tatlı bir öpücüktü sanırım Belçikalı kızları bakışından tanırım, Fazla çatal kaşıkları masadan topladı, . Dudak büktü gülerek çocuk bir yüzle bana: Bastırıp parmağını şeftali yanağına, 'Buramı üşütmüşüm, dokun anlarsın' dedi. Bütün ayraçları kaldırdın ama unuttuğun Bir şey vardı yine de, çiçekleri sulamadın Gökyüzü sarardı o zaman bulutlar kirlendi Ve ne kadar az konuşur olduk günboyu Birden ayrımsadık ki ayrılık orda başlıyor Tam da susuşların birbirine eklendiği yerde. Ezberlenecek hiçbir şey yok bu dünyada Kirletilmemiş bir bulut bile yok artık Böyle diyorsun her yolculuğa çıkışımda Yaşadığın kent de sana benziyor gitgide Ne zaman dönmeyi düşünsem yangın çıkıyor Ya da erteletiyorum biletimi son anda. Uzun bir sessizlik oluyorsun dağlara baksam Karşılıksız mektuplar kadar burkuluyor kalbin Yazdığım şiirler de canımı sıkıyor artık Fotoğraflarımı yırtıp atıyorum tek tek Ve ben bütün yapraklarımı döküyorken şimdi Eylül diyorsun, tam da orda başlıyor ayrılık. Üşüyünce ağlıyorsun yalnızım dememek için Uçaklar gemiler trenler çiziyorsun duvarlara Kendine bir deniz bul artık bir de rüzgâr Parçalanacağın bir uçurum bul bu dünyada Tek tutkun o kenti bırakıp gelmek olmalı Ve gelirken havaya uçurmak bindiğin otobüsü. Birden ayrımsadık ki ayrılık orda başlıyor Tam da çiçeklerin sulanmadığı yerde Konuşacak bir şeyler bulamıyorsak günboyu Derim ki ayrılık gündemdedir ne yapılsa Ve sen bütün ayraçları kaldırdığını sanmıştın Ama unutmuşsun yine de ayrılık ayracını Çıksam şimdi güzelliğin gökyüzüne Dolaşsam Görsem bütün tanrısal sevgileri Ölümsüzlüğün sofrasına bağdaş kursam Ve anlatsam Anlatsam o ağlatan mutluluğu Bilmem inanır mı bana mavilikler. Suskun bir coşkunun doruklarında Pürköpük ve rüzgarlı Bir nehir kahkahasıydı gözyaşı. Vivaldi böyle dinlenirmiş meğer Mutluluk bile sensiz çekilmezmiş Ben ki yaşamı toprak bilmiştim Nice tohumlar ekmiştim bunca yıl Geç anladım Aşkın tohumu sensiz ekilmezmiş. Sessizlik açarken zulüm bahçeleri Gözlerinde bir anda dört mevsim Her mevsimin güzelliğinde sen Bunca ayrık ve diken içinden Güle çıkmak işte budur desem Bilmem inanır mı bana çiçekler . İçimde sayısız denizlerin şahlandığı O günü tarihlesem şimdi Irmak ırmak çizsem zamanın yüzüne Adına sonsuzluk desem Ve her saniyesini o sonsuzluğun An be an şiirleştirmek istesem Bilmem inanır mı bana sözcükler Ben yitirdim ben ararım Yâr benimdir kime ne Gâh giderim öz bağıma Gül dererim kime ne. Gâh giderim medreseye Ders okurum Hak için Gâh giderim meyhaneye Dem çekerim kime ne. Sofular haram demişler Bu aşkın şarabına Ben doldurur ben içerim Günah benim kime ne. Ben melâmet hırkasını Kendim giydim eğnime Ar ü namus şişesini Taşa çaldım kime ne. Sofular secde ederler Mescidin mihrabına Yâr eşiği secdegâhım Yüz sürerim kime ne. Gâh çıkarım gökyüzüne Hükmederim kaf'tan kaf'a Gâh inerim yeryüzüne Yâr severim kime ne. Kelp rakip böyle diyormuş Güzel sevmek pek günah Ben severim sevdiğimi Günah benim kime ne. Nesimî'ye sordular li Yârin ile hoş musun Hoş olayım olmayayım O yâr benim kime ne Zülf-ü kâküllerin amber misali Buy-u erguvandan güzelsin güzel Kızarmış gonca gül gibi yüzlerin Şah-ı gülistandan güzelsin güzel. Yüzünde yeşil ben aşikar olmuş Çekilmiş kaşların zülfikâr olmuş Gözlerin aleme hükümdar olmuş Mühr-ü Süleyman'dan güzelsin güzel. Kurulmuş göğsünde bahçe-i vahdet Hatmolmuş kadrinle tûbayı hikmet Cemalin seyreden istemez cennet Sen huri gılmandan güzelsin güzel. Gözlerin velfecri benzer imrân'e Seni seven âşık olur divane Yanakların şûle, vermiş cihane Yüz mahı tabandan güzelsin güzel. Çiğ düşmüş çayıra benzer yüzlerin Âşıkın öldürür şirin sözlerin Mısrın hazinesi değer gözlerin Zühre-i rahşandan güzelsin güzel. Sıdkı der suretim hattın secdegâh Cümle güzellere oldum pişegâh Güzeller tacısın yüzün padişah Yusuf-u kenan'dan güzelsin güzel Sen yürürsün rüzgar yürür Sabahlar sığmaz olur gözlerine Her adımda çözülür bir karanlık Şafaklar çiçek sunar ellerine Gün tutuşur Dağlar aydınlanır Yeniden aydınlanır Yeniden canlanan bu yaşam Türküler dizer saçının tellerine. Sen yürürsün rüzgar yürür Alıp savurur beni saçların En kalabalık alanlara götürür Bir cellat çıkar apansız Bir fidan yeşermeden çürür Ve kana bulanır ırmaklar Baştan başa geçer kentleri Kan temizlenir cellat ölür. Sen yürürsün rüzgar yürür Mahpuslar soluğunla umutlanır Toprak çatlar Gökyüzü bıçak bıçak şimşeklenir Görkemli bir yürüyüş başlar içimde Ve bir tan vakti Kırılır bütün güzellik yasaları Ağaçlar aşk açar bahçelerimde. Sen yürürsün rüzgar yürür Dallar eğilir Yapraklar secde eder yürüyüşüne Sular kabarıp dalgalanır Köpüklü başlarıyla selamlar seni Ve tanrılar kalır önünde Ne beyler ne krallar Seninle yazılır en büyük destan En güzel tarih seninle başlar. Sen yürürsün rüzgar yürür Bir sevinç boylanır dünyada Çocuklar korkusuz büyür Kan boğulur susar Dokunup geçtiğin her kuraklık Yemyeşil bir vadiye dönüşür. Sen yürürsün rüzgar yürür Bizi bu deprem günlerinde İnan ki bir şiirsiz yaşamak Bir de sensiz savaşmak öldürür Yalnız insan merdivendir Hiçbir yere ulaşmayan Sürülür yabancı diye Dayandığı kapılardan. Yalnız insan deli rüzgar Ne zevk alır ne haz verir Dokunduğu küldür uçar Sunduğu tozdur silinir. Yalnız insan yokki yüzü Yağmur çarpan bir camekan Ve gözünden sızan yaşlar Bir parçadır manzaradan. Yalnız insan kayıp mektup Adresimi yanlış nedir Sevgiler der fırlatılır Kimbilir kim tarafından 'Bir başka ülkeye, bir başka denize giderim', dedin 'bundan daha iyi bir başka şehir bulunur elbet. Her çabam kaderin olumsuz bir yargısıyla karşı karşıya; -bir ceset gibi- gömülü kalbim. Aklım daha ne kadar kalacak bu çorak ülkede? Yüzümü nereye çevirsem, nereye baksam, kara yıkıntılarını görüyorum ömrümün, boşuna bunca yıl tükettiğim bu ülkede.'. Yeni bir ülke bulamazsın, başka bir deniz bulamazsın. Bu şehir arkandan gelecektir. Sen gene aynı sokaklarda dolaşacaksın, aynı mahallede kocayacaksın; aynı evlerde kır düşecek saçlarına. Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda. Başka bir şey umma- Ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu köşecikte, öyle tükettin demektir bütün yeryüzünü de.. ( Çeviren: Cevat Çapan ) Bir yalnızlık büyütürdüm saksıda kalandı çok eski günlerden bir bana yetsin, hıncımı arttırsın aşkımı pekiştirsin diye sevince. Günüydü, gelip durdu hüznümün önünde gidilmemiş bir saklı deniz sandım.. Kıpırdamazdı yapraklar geceyle tüketirdi çiçeği, kuşu sevdiremeyen konyak bana neydi gülmeler, şarkılar otobüs durakları, alandaki kalabalık geldi durdu, alana merhaba dedim.. Bir göz bozgundur yerine göre vururdu pencereme rüzgâr, ben hep öyle bir gözdüm çığlığını kendine saklayan. Düş kurmazdım, beklemezdim şurda burda, çiçek demetleri, bisikletler geçmezdi apansız geliverdi sokağıma.. Hıncım bana kalsın gayrı sen yalnızlığımı götür. Bana çay demlemeyi öğret elimi yüzümü yıkamayı, ağzıma rakı koydurma. Hıncım bana kalsın diyorum çünki ben bu kenti kendimde büyüttüm bir barbarın vahşi ateşiyle, çünki yapılarının taşında onulmazlığım çünki şarkılar kanımın bedeli.. En sevdiğim kelimeler gibisin örneğin öfke gibi hani bir zamanlar dağda ve sokakta açan. Örneğin umut gibi günde, gecede yitip durduğumuz zeytin dalını dal eden. Örneğin aşk gibi denizlerin üzerinde yürüten. Örneğin kavga gibi yüreğimi sıkı, saçlarımı kara tutan kayaları yumuşatan kavga gibi.. Denizler benim kadar kıpırdayamaz bak şimdi parklardayım bir çocuğun menevişli gözlerinde. Hüzünleri bırakmanın günü günü çığlığı olmak dünyanın, hüznümü iki kat ediyor ama gecede alnıma dayalı alnın. Maviye, Maviye çalar gözlerin, Yangın mavisine. Rüzgarda asi, Körsem, Senden gayrısına yoksam, Bozuksam, Can benim, düş benim, Ellere nesi? Hadi gel, Ay karanlık.... İtten aç, Yılandan çıplak, Vurgun ve bela Gelip durmuşsam kapına Var mı ki doymazlığım? İlle de ille Sevmelerim, Sevmelerim gibisi? Oturmuş yazıcılar Fermanım yazar N'olur gel, Ay karanlık.... Dört yanım puşt zulası, Dost yüzlü, Dost gülücüklü Cigaramdan yanar. Alnım öperler, Suskun, hayın, çiyansı. Dört yanım puşt zulası, Dönerim dönerim çıkmaz. En leylim gecede ölesim tutmuş, Etme gel, Ay karanlık... alçakta yüksekte yatan erenler yetişin imdada aldı dert beni başım alıp hangi yere gideyim gittiğim yerlerde buldu dert beni. oturup benimle ibadet kıldı yalan söyledi de yüzüme güldü yalın kılıç oldu üstüme geldi çaldı bölük bölük böldü dert beni. pir sultan abdal'ım gönül hastadır kimseye diyemem gönlüm yastadır bilmem deli oldu bilmem hastadır şöyle bir sevdaya saldı dert beni Bilmek acı çekmektir. Ve bildik; Karanlıktan çıkıp gelen her haber Gereken acıyı verdi bize: Gerçeklere dönüştü bu dedikodu, Karanlık kapıyı tuttu aydınlık, Değişime uğradı acılar. Gerçek bu ölümde yaşam oldu. Ağırdı sessizlğin çuvalı Bir tarafta her devrin sultanları durur Bir tarafta kaderin kurbanları durur Ne kurban kesiciler biter dünyamızda Ne de kesilen kurban kanları durur. Çoban kaval çaldı,sordu bülbüle: “Sürülerin hani,ovan nerede? ” Bülbül sordu,boynu bükük bir güle: “Şarkılarım hani,yavrum nerede? ” . Ağla çoban ağla.Ovan kalmadı. Göz yaşı dök bülbül,yuvan kalmadı.. Çoban dedi:”Ülkeler hep gitse de, Kopmaz bende Anadolu Ülkesi,” Bülbül dedi:”Düşman Hased etse de İstanbul da şakıyacak Türk sesi”. Çalış çoban,kurtar öz yurdunu. Şairlerden topla,bülbül bir ordu. . Çoban dedi:”Edirne’den ta Van’a Erzurum’a kadar benim mülklerim.” Bülbül dedi:”İzmir,Maraş,Adana, İskenderun,Kerkük en saf Türklerim”. Sarıl çoban,Sarıl.Mülkü bırakma. Yad elinde,bülbül,Türk’ü bırakma.. Çoban dedi: Sürülerin hep kaçsa Benim sürüm var, kaçmaz, adı Türk ili. Bülbül dedi: “Şarkı ölsün, yok tasa; Türkülerim yaşar söyler halk dili.. Yalvar çoban,yalvar.İlin kurtulsun. Dile haktan,bülbül,dilin kurtulsun. Banaz'dan sürdüler bizi Sivas'a Erler himmet edin ben gidiyorum Garipçe canıma kıldılar cefa Erler himmet edin ben gidiyorum. Gidi kafir gelir dedim imana Kuzular ağlıyor hem yana yana Getirip de haps ettiler zindana Erler himmet edin ben gidiyorum. Gidi dideceğim yoldan kalmadı Güzel Şah'a gelir dedim gelmedi Pirimizden bize himmet olmadı Erler himmet edin ben gidiyorum. Urganım çekildi sığındım dara Üstüme döküldü ağ ile kara Muhbirim üstünde çıralar yara Erler himmet edin ben gidiyorum. Pir Sultan Abdal'ım kolum büküldü Aktı gözüm yaşı yere döküldü Ahir urgan boğazıma takıldı Erler himmet edin ben gidiyorum Doğru mu, yanlış mı karar sizlerin Biz aklın durduğu çağda yaşadık 'Ben dinsizim! ' diyen beyinsizlerin Din dersi verdiği çağda yaşadık.. Çabuk pişsin diye zorbanın aşı Ayıran olmadı kurudan yaşı Keçinin kaplana her adım başı Kırk tuzak kurduğu çağda yaşadık.. Baylar çalım sattı, bayanlar etin Ar duvarı çürük, darbeler çetin. Modern putçuluğun, şirkin, zilletin Kemale erdiği çağda yaşadık.. Bazen kör kilitler vuruldu dile Bazen armağanlar kazandı hile Homo'nun,komo'nun, deyyusun bile İtibar gördüğü çağda yaşadık.. Yabancısı olduk ilin, obanın Müdür ekmeğini çaldı çobanın Resmi dairede devlet babanın İpe un serdiği çağda yaşadık.. Önümüz çileydi, arkamız cefa Bir gün semtimize basmadı sefa Mürşidin, müridin günde beş defa Günaha girdiği çağda yaşadık.. Kimi hak adalet gördü düşünde Kimi devlet kuşu buldu başında Vatanseverlerin vatan dışında Hasretlik sürdüğü çağda yaşadık.. Göz yumup izine düştük batı'nın Tuttuk kuyruğundan haçlı atının Pamuk yumağının, tüyün, tütünün Nice baş yardığı çağda yaşadık.. Neler yıkmadık ki son olsun diye Harcadık günleri gün olsun diye Asker kaçağının şan olsun diye Askeri vurduğu çağda yaşadık.. Dilendik, savurduk Doları, Markı Döndükçe aşındı düzenin çarkı Şalvarı, kasketi, gömleği, börkü İhtiras sardığı çağda yaşadık.. Kimi vurgun vurdu döndü köşeyi Kimi yalamakla doydu şişeyi Kiminin ateşi, külü, maşayı Ekmeğe dürdüğü çağda yaşadık.. Kılavuzluk yaptı körü beylerin Seçimde sağılan sürü, beylerin Morgtaki ölüden diri beylerin Hâl-hatır sorduğu çağda yaşadık.. Atladık bir çağdan bir diğerine Çıktık zirvelere, daldık derine 'Çağdaş bayanlar'ın cins beylerine Çuvallar ördüğü çağda yaşadık.. Biri yola çıkmaz dayı bulmadan Biri balık avlar suyu bulmadan Birinin haftayı, ay'ı bulmadan Milyarlar derdiği çağda yaşadık.. Baş örtüsü yasak,Türk olmak günah Sabır ver, sabır ver ey gadir Allah! Bulaşık basının her gün, her sabah İslâm'ı Yerdiği çağda yaşadık.. Zorbaya rüşvettir 'nurol-çok yaşa' Mâbutlar, kıbleler değişti hâşâ İnsanın kâğıda, demire, taşa Secdeye vardığı çağda yaşadık.. Görün hâlimizi biz insanların Tutsağı olmuşuz suizanların Her zaman her yerde müslümanların Müslüman kırdığı çağda yaşadık. Yürüyen, konuşan, yiyen, doymayan Kaç put sevdik, kaç put seçtik sayamam. Toprakları kanımızla suladık Kaç kuyuda ekin biçtik sayamam.. Hangi yaşta kaç slogan söyledik Kaç mantara alkışçılık eyledik Kaç dönemde kaç zindanı boyladık Kaç sırtlana kucak açtık sayamam.. Nutukla büyüttü kurnazlar bizi Ayakta uyuttu cambazlar bizi Batıya peyledi papazlar bizi Kaç kürsüden yalan içtik sayamam.. Kaç cehennem yaptık, kaç cennet yıktık Gönül sarayına kaç maymun tıktık Kendi göğsümüze kaç kurşun sıktık Kaç tezata konup göçtük sayamam.. Kuruyan umutlar, sönen hayaller Kurtlar sofrasında yenen hayaller Acıya, hüsrana dönen hayaller Kaç dağdan denize uçtuk sayamam.. Devletliler çıkıp devlete kondu Büyük putlar büyük servete kondu Hak, hukuk, insanlık sepete kondu Kaç melekten(!) korkup kaçtık sayamam.. Uymadı bir türlü başlar bedene Yanaşmadık 'niçin' ile 'neden'e Ne söyleyim? . Çok sürü var güdene Kaç berzaha girip geçtik sayamam.. (Akıl Karaya Vurdu) Yaradan, kadın yüzü çizmiş sana eliyle, İstek dolu sevgimin efendisi dilberi; İnce kadın yüreğin öğrenmemiştir hile, Bilmez kadınlardaki kancık döneklikleri; Gözlerin daha parlak, kahpelikten yoksundur, Neye bakarsa baksın altın yaldız kaplatır; Erkeklerin en hoşu, en hoş şeyler onundur, Erkekleri büyüler, kadınları çıldırtır. Seni yaratmış olsa kadın olarak önce Yaradan bile çılgın bir sevgi duyacaktı, Ama bir hiç uğruna bir fazlalık verince Varlığına doymaktan beni yoksun bıraktı. Değil mi ki kadınlar için yaratmış seni, Sen sevgimi al, onlar sömürsün hazineni ''Kendilerini hep ''çok'' bizi hep ''yok'' saydılar. Ve sonra kuyruklu bir yıldız gibi kaydılar, kayboldular...''. Doğrudur Bu hayattan Bu dünyadan Ezginliğim Bezginliğim Doğrudur! . Doğrudur Bu üç günlük sevdalara Sözüm ona yılın aşklarına Böylesine yalanlara dolanlara Önümüzde olanlara Arkamızdan çalanlara Bizi böyle yakanlara O kör gözle bakanlara Melek yüzlü yılanlara Nefretim Doğrudur! . Doğrudur Vur patlasın çal oynasın gecelere Gözyaşımıza gülenlere Kalbini cebinde unutup gezenlere Bu vurdum duymazlara Bu şiirsiz şarkılara Bu asrın hatası bestelere güftelere Kendisinden başkasına yar olmayan şairlere Böylesine yazanlara çizenlere Cümle uyur gezerlere Hayretim Doğrudur! . Bu nasıl bir tiyatro Bu nasıl bir komedi Kim dedi? Ne dedi? Nasıl dedi? Kim kimi havuza itti Kim kimi bir çıtır için terketti Tutturmuş gidiyor Bir ele vole - güle vole - tele vole Oysa kalemizde hep çile vole Bu ne hazin bir gerçek Bu nasıl bir ateşten gömlek Baştan başa acı Baştan başa yabancı Kendi yurdumda gurbetim Doğrudur! . Ah benim dolar yeşili gözlüm Ah benim gece kuşum Ah benim rüzgar gülüm Seni de şiirlerim gibi Parça parça kopardılar benden Ne sana Ne bana Ne de uykusuz gecelerime acımadılar İşte bu yüzden Bu yüz karası günlere Bu kendi ellerimizle yazdığımız kadere Cinnetim Doğrudur! . işte o gün-bugündür Kadın gibi kadına Adam gibi adama Hasretim Doğrudur! Sâkî nigehin tamam kâr etdi bana Hayretle cihan yüzünü târ etdi bana Cahbâya bahane bulma vallah billâh Nitdiyse o çeşm-i pür-humâr etdi bana. Rakkas bu hâlet senin oynunda mıdır Aşıkların günâhı boynunda mıdır Doymam şeb-i vaslına şeb-i ruze gibi Ey sim-beden sabah koynunda mıdır Ellerin çıktı ve göğün ortasına geldi Tarlada Bakışı gittikçe yer toprağına Çakılan Bu kadar beklerken habersizdi Ve hatta onlar da habersizdiler. Sular mı anladı Dağlar mı sezdi Yoksa birdenbire bir çiçek mi. Bir gün Herhangi bir an Ama bir çelik an Her şey Ve hepsi başlarını kaldırdılar Ve hemen ellerinin gölgesi düştü yüzlerine. Karmakarışık belirsiz uzun Geçti ve geçti gölgesi Zerdüştün ayaklarından bir kartalın Kimsenin başına gelmemiştir Benim başıma gelenler. Hangi günüm sevinçli geçti?. Elbette tadı var bu alemin Ağaçların çiçekleri var, Kadınların sıcak dudakları, Bin bir türlü hali var denizlerin.. Evimdeyken bu saatte ben Çarşıya ekmek almaya giderdim, Şehirli bir kadın gibi kokardı Evlerin bahçeleri akşam serinliğinde.. Vektiyle İzmir'e gitmiştim Ömrümde ilk defa Aşıklık yüzünden. Şehre girerken ışıklar uçuşuyor Rüzgar okşuyordu saçımı tren penceresinde, Kalbim bir bayrak gibi çırpınıyordu.. O gün bugündür başıma gelenler Kimsenin başına gelmemiştir Ekmek peşinde. Geçmişten söz etmek neye yarar.. İşte şu anda naçar kaldım Koca bir şehrin ortasında. Karanlık caddeler uzayıp gidiyor, Kar yağıyor ışıkların üstüne Bir kadın çorabını çekiyor. Çok sallanma küçük hanım, Gönlüm gitmez peşinden Birisi var yolumu bekler. Ömrüm günüm yanlız geçiyor Bir tek sevda peşinde.. (1946) Zamanı say,tempo tut, Runik bir tempo olsun, Tintintin sesleri müzik gibi yükselsin Çanlardan,çanlardan,çanlardan, Çan...çan...çan... Çanların çınlayan sesini dinle... O cesur çanlar! Titreşimleri ne müşiş bir korku masalı anlatıyor! Ah, çanlar,çanlar! Korkuları nasıl bir masal anlatıyor... Derdim çoktur hangisine yanayım Yine tazalendi yürek yarası Ben bu derde kande derman bulayım Meğer Şah elinden ola çaresi . Efendim efendim benim efendim Benim bu derdime derman efendim . Türlü donlar giyer gülden naziktir Bülbül cevreyleme güle yazıktır Çok hasretlik çektim bağrım eziktir Güle güle gelir canlar paresi . Benim uzun boylu servi çınarım Yüreğime bir od düştü yanarım Kıblem sensin yüzüm sana dönerim Mihrabımdır kaşlarının arası . Didar ile muhabbete doyulmaz Muhabbetten kaçan insan sayılmaz Münkir üflemekle çırağ söyünmez Tutuşunca yanar aşkın çırası . Pir Sultan'ım katı yüksek uçarsın Selamsız sabahsız gelir geeçersin Dilber muhabbetten niçin kaçarsın Böyle midir ilimizin töresi Gözünü aç daha meydan var iken, Dizginin canbaz elinde Neyzen! Girmedim ya kapısından baktım, Cennet'i at pazarı sandım ben Kente yanlızlık gelirdi sen uyuyunca Yüzümde mevsim değişirdi uyandığında Bilmezdin gizliden seni sevdiğimi Aşkın içimde solardı adın bahardı. Eteğini koştururdun sokağımızda Sokak sus pus olur sana bakardı Bilmezdin gizliden izlediğimi Gözlerim gözlerinden korkardı Hatırlıyorum adın bahardı. Sokakta bir bayramdı durakta bekleyişin Sanki sonsuz bir ayrılıktı okula gidişin Bilmezdin her sabah seni yolcu ettiğimi Yüreğim yol boyu ardından ağlardı Hatırlıyorum adın bahardı Bu cehennemi sıcaktan kurtulmak için Sırtımı, omuzlarımı yüzen Ne bir esinti bekliyorum yaprakları uçarısıya, Ne de bir yaz yağmuru bardaktan boşanırcasına İhtiyacım benim başka bir sıcak Teninin sıcaklığı senin Yelelerimden sağrıma inen ter damlalarıyla Koşturacak beni menzilinden menziline Dört ayak, üç nal. (Güle Güle Seslerin Sessizliği) Büyüdükçe, sentetik zamanlara kangren ayaklar bastım, izi kaldı ömrümün.... Kara çaldılar yüzüme bütün kara parçalarında elbette 'afrika dahil' parça başı çalışan kiralık katildi zaman.. Gülüşüm sivas yangını, ağlarsam kızma... ölmek bile yakışıyor bazı adama... Ölürken çocuklarımı unuttum Küçük deniz kirpikleriyle sabah Denedim bütün sabahları.. Sana sürgünümün şarabını bıraktım al Mumlarını güzelliğin ve hiçliğin Bir de kaygumun soluk ellerini.. Denedim bütün ölümleri Ama görmedim büyülü ağaç Ezilmiş sevdaların giysileri.. Sana ayrılığın yayını bıraktım al Bir de adını bilmediğim gökyüzünü Lamalar gibi koşar bozkırda.. Oysa ölümsüzlük şuracıkta,kar Güneşi gibi doldurmuş odayı,basit, Anlamsız ve tek başına.. Ayaklarım hayvan,üstüm başım bitki Denedim bütün vakitleri al Başka türlü geçmeyen bir vakitti.. M.C.Anday Dün gece lambaların kör ışığı içinde -----Herkes ömründe bir kez olsun o yoldan geçer___ Bir sokağa düştüm ki her köşede bir gölge, Her pencerede bir baş, her kapıda bir fener.. Onların iki yana dizili yüzlerinde Kalmamış gibiydi bir damla ışıktan eser Ve körler gibi, sanki elleriyle derinde Yitmiş hayallerini arıyorlardı yer yer.. Balkonundan sarkarak biri: 'Yavrum, diyordu Hatırlamaz olmıuşsun artık eski karını; Göğsümde geçirdiğin sevda akşamlarını.'. Biri memelerini gösterip gülüyordu: 'Pencereme bakmadan geçme öyle, güzelim! Ben Leyla'dan sevdalı, Zeliha'dan güzelim... Gün batıyor, gün batıyor, Veda etsem hepinize. Ufuk kanlı bir denize Dönüyor, sizi bıraksam.. Gün batıyor, gün batıyor, Evimi, eşyamı, paramı Nem varsa yaksam ve bir an Kaybetsem kara bir duman Arkasında hafızamı, . Koşsam, koşsam, koşsam, koşsam... Mevki Viyana Bir darbe-i ma'kus ile düşmüş o yana Hep tersine dönmüştür onun giydiği şeyler Hem bid-defaat! Onlarla yatıp kalkar imiş kendisi söyler Vaktiyle bütün Pul'da yapılmışsa da heyhat! Cümlesi solmuş. Vaktiyle siyah, şimdi fakat yemyeşil olmuş Bir paltosu vardır. Tek gözlüğü vardır, geceler kandilidir o. Ya rab ne hayat! Cepler delik az çok Lakin ne zarar var ki delikten düşecek yok. Bir korkusu vardır Meyhanelerin saat-i tatili pek erken... Bir kirli paçavrayla gezer Mendilidir o. Lastikleri bir başkasınındır ki yürürken Durmaz ayağından çıkar ekser... Serpuşu ne festir, ne külahtır, ne sarıktır Kalpak da değildir Bir şapka mı, haşa. O onun kendine mahsus Bir başka şekildir. Keşkül gibi bir şey... Milliyetini farık olan yok, soruyorlar: Kimdir bu alamet, bu musibet, ne kılıktır. Ürkütmeyelim sus... Bir kahkaha, bir av'ava kopmakta peyapey Bazen de müheyyâ-yı tasadduk duruyorlar. Zül farkına bir zam! Ancak biri vardır, ona der: Şair-i Azam! Yaktın masum hırslarını geliyorsun oysa bir bilsen, seni ona taşıyan şehir saçını bağladığın iple bile alay ediyor Ah! bir bilsen herkes tetikte; sense böyle hesapsız, böyle sevinçle. Ah! bir bilsen sadece güzelliğin tutuyor acımasızlığın kapılarını. Yaktın masum hırslarını geliyorsun, şehirden bir çocuk sevdin yine... Kimdir… Sardunyayı, yasemini Ve hanımelini sevmeyen Kimdir… Gül fidanlarını kıran Akşam sefalarına saldıran Kimdir… İncir kuşlarını Kumruları yok sayan Kimdir… Erik ağaçlarından Kiraz ağaçlarından O ağaçların çiçek açmalarından korkan Kim… yol ıslanmasın diye şemsiye açanlara.... baba bana bağırma bülbülleri kaçırdın ormanlarımdan kulaklarımın kapılarını havalara uçurdun kapılar baba kapılar pencereleri alıp gittiler tenorlar kaçtı ses tellerinden çevreye saçıldı yavru diktatörler seni ne sopranolar istedi de vermedik baba baba bana bağırma bayrak direklerine konan kartalları anlat uzun uzadıya nasıl da göremediler avcıları o keskin gözleriyle vah hah ha şans yıldızlara özgü bir yalan baba yıldızlara tükürüp tükürüp onları gezegen yaptınız savaşan halklar taktınız dünyanın boynuna. yalanları yazdım defterime hiç unutmadım radyasyonu radyo istasyonu sanan Bakanları çiğleri, Meclis tavanını çiğ köftelerle çiğneyen doğum sonrası acılarını cüce ülkeler doğuran kadınların. hiç unutmadım sakallarını yüzlerinde yüzlerini sakallarında unutan adamları ve ısırgan tarlalarındaki parçalarını Uğur Mumcu'yu biz yapan bombanın. hiç unutmadım uzak yakın tüm tuzakları baba yolun ezdiği oyuncak bir kamyonsun sen bir gam ağacısın kar yüküne dayanamayıp kırılan ilkbaharı gerzeklere ödünç verdin geri getirmediler güneşin başına gelenleri biz ilkbaharsız nasıl anlarız baba. baba bana bağırma bir kulağımdan giriyor sözlerin öbür kulağımı tıkıyor Buenos Aires'te olsaydım diyorum içimden Eva'nın peronunda karanlıktan kuşlar çalan bir tren bir bıçak kaçağı tangonun bacaklarını havaya kaldırdığı kentte ama iyi ki buradayım, burada hiçbir şeyi unutmadan burada bilginin bilgisizlikten daha çok acı verdiği yerde burada, tam karşında hapisanelerde hintyağı gibi bir şeydi zaman hastanelerde pıhtılaşmış kan gemisi gibi yol alırdı saatler karılarının namuslarını dillerinde saklayan adamlar vardı bir taraflarda televizyon kanallarında yitirilen çocuklar gökyüzüne düşmemek için denize yapışan balıklar ve depolara indirilen Lenin heykelleri vardı Sovyet Rusya'da kafandaki duvarları niye cebine koymuyorsun sen baba. baba bana bağırma farkında değilsin arkasını ezilenlerin yaladığı bir posta puludur dünya bir karadelik yutana kadar uzayda bizi asansör boşluğuna itilen bir kedisin sen söylemenin tam sırası ülkeyi bu duruma senin oy verdiğin partiler getirdi baba ama ben buradayım, burada hiçbir şeyi unutmadan bir yaşamlık kaygı duruşundayım yakın tarihimiz için. baba bana bağırma bacağından vurulursa bir şiir nereye kadar gidebilir bana bağırma baba kendine bağır yoksa her şey bitebilir hançerlenmiş çatal yürek iki baş başbaşa vermişler konuşmuyorlar yetimce gözlerden savruluyor yaş yağıyor dışarda içli içli kar çatal yürek hançerlenmiş bir çift baş. bir kuş kör kafeste babasız kalır kavrulur bir serçe anasızlıktan ah gülmeyen gözler yollarda kalır dökülür yaşları vefasızlıktan bir kuş kör kafeste babasız kalır. yataklar küf gibi zindan kokuyor küsmeler küsmeler ve barışmalar bir dost yüreğimde sevgi dokuyor ayrılık gözyaşı son sarışmalar yataklar küf gibi zindan kokuyor. herkesle gülünür fakat çilelim ağlanmaz herkesle unutma bunu dostluk yemininin üstünde elim bölmez mi bölmez mi hasret uykunu? ve gülmek ki tokat tokat çilelim. kadehler dolusu baldıran zehri gördün, göz kırpmadan nasıl içilir bilirsin haldaşım bu zalim şehri burda dirilere kefen biçilir korkusuz içilir baldıran zehri. bak körpe ceylanlar nasıl vurulur zalim avcı gezer bizim bağlarda ceylanları vuran eller de kurur bir parça kırmızı kir kalır karda yavru ceylanlar bak nasıl vurulur. hangi dost dikmişti şu tomurcuğu bağrımın içinde göğerip duran ey kara günlerin dertli çocuğu senin nabzın mıdır ranzamda vuran söyle kim dikmişti şu tomuruğu. ne açmaz gül imiş ah şu bahtımız ağarsa mı ola kıpkırmızı tan yad elde kuruldu payitahtımız hüzün sarayında bir garip sultan ne açmaz gül imiş ah şu bahtımız. artık güneşlerde kara doğuyor geçmiyor umudu vuran zamanlar hayat yıldırıyor hayat boğuyor bilmem kimin için çalıyor çanlar güneşler de artık kara doğuyor. bu yağmur bu yağmur niçin yağar ki görmez mi bir çift göz suluyor yeri vurulanlara su sunma be saki kavrulsun garibin yansın yüreği bu yağmur bu yağmur niçin yağar ki. her seher uzaktan bir horoz sesi ne çılgın yalıyor parmaklıkları esiyor Yusuf’un kutlu nefesi yıkıyor Züleyha kara duvarı ıraklardan yanık bir horoz sesi. gel yaralı serçem küsme bahtına vurma kayalara allı başını anka kuşu olsan geçmem tahtına bir sen kaybetmedin can yoldaşını yaralı serçem gel küsme bahtına. ey kara çayımın buğulu kiri kıvrıla kıvrıla nere gidersin ötelerden eğer sorarsa biri bırakmadılar da gelmedi dersin kara çayımın ey buğulu kiri. mahpus ranzam soğuk yüzüne senin sahte gülüşleri tercih ederim meftunu olmuşum demir kefenin sende yaşar, sende ölüp giderim mahpus ranzam soğuk yüzüne senin. gece yine kustu bütün kinini her saniye can çek, kıvran, sabah et efendi, demirbaş kabul et beni mevcut listesinin başına kaydet gece yine kustu bütün kinini. Derde sevdalıyım derde vurgunum bu sevda düşürür eline cânâ. hep sürüklenmekten inan yorgunum niye kattın gittin seline cânâ. perişan dağınık ve de bozgunum ne çare düşmüşüm diline cânâ. Eyyub’um Yusuf’um hadi Mecnun’um amma dayanamam yeline cânâ. yanmış vurulmuşum, meftun olmuşum saçlarının bir tek teline cânâ. yüklenme bu denli kurban olayım yetmez mi savurdun külüne cânâ. derde sevdalıyım derde vurgunum. yerine varmamış dileklerimi götürün melekler n’olur götürün soldurmayın açmış çiçeklerimi Mevla’dan dertlere derman getirin yerine varmamış dileklerimi…. bütün umutların bittiği yerde hayret ölüler de volta atarmış inanmazsan civan bak yarıver de gönül mezarımda kimler yatarmış göster can alıcı o melek yerde. doğduğum yerlerde vurgun mu oldu? sular mı yürüdü memleketime soldu, gün görmemiş menekşe soldu kaç hançer saplandı safiyetime doğduğum yerlerdevurgun mu oldu? . arasıra kuşum uç üzerimden vefasızım amma belki özlerim bir de sen oklama ta can yerimden gel, bugün de taşma ırmak gözlerim kuşum arasıra uç üzerimden göç eden kuşların gözleri kara dayan gülüm dayan bahar gelecek muhabbet ne büyük kapanmaz yara ölecek yaralı serçe ölecek dönecek mi söyle kuşlar bahara? . Bir güzel düş gibi bir hayal gibi sen de git can kuşum, de var sen de git dost mezarı içim bulunmaz dibi düşersem aklına el aç niyaz et belki bir su yürür…içim çöl gibi… Sen ki, gül bahçesinde kalbimin mâhurusun Bir de hüzzâm yerine bana nihâvendi sun O kâbus günlerin matemi unutulsun Gülümse de ruhumun gözyaşları kurusun Sen ki, gül bahçesinde kalbimin mâhurusun Bir de hüzzâm yerine bana nihâvendi sun. Sevdamızı duyunca aynalar coştu bugün Hayalimde efsulu yüzün bir hoştu bugün Seni gören ağaçlar, kuşlar sarhoştu bugün Söyle niye penceren yine bomboştu bugün Sen ki, gül bahçesinde kalbimin mâhurusun Bir de hüzzâm yerine bana nihâvendi sun Bir anadan dünyaya gelen yolcu Görünce dünyayı gönül verdin mi? Kimi büyük kimi böcek kimi kul Merak edip hiçbirini sordun mu? . İnsan ölür ama ruhu ölmez Bunca mahlukat var hiçbiri gülmez Cehennem azabı zordur çekilmez Azap çeken hayvanları gördün mü? . İnsandan doğanlar insan olurlar Hayvandan doğanlar hayvan olurlar Hepisi de bu dünyaya gelirler Ana haktır sen bu sırra erdin mi? . Vade tekmil olup ömür dolmadan Emanetçi emanetin almadan Ömrünün bağının gülü solmadan Varıp bir canana ikrar verdin mi? . Garip bülbül gibi feryad ederiz Cehalet elinde küsm-ü kederiz Hep yolcuyuz böyle gelir gideriz Dünya senin vatanın mı yurdun mu? Bütün sınırlarını aştık da dağların bütün okyanusların kapılarını düşle gerçek kucak kucağa köpükle dalgakıran ve yalnızlığın deniz feneri. Biz ki asırlardır sesiydik aşkın bir kuş azatlamadık bir boncuk geçirmedik incecik bilekteki son boğuma. Çömlekçi söyle bana nasıl bulur gizli bir liman insan kendinden bunca korkarsa... O denli o denli çok beklettin Alıştırdın bekletmeye kendini Çok zamanlar geçti de geldin Senden çok seviyorum senin özlemini Çekin halay, çalsın durmadan sazlar Çekin ağır ağır, halay düzülsün. Süzülsün oyunlar, süzülsün nazlar İnce beller, mahmur gözler süzülsün.. Tutun kızlar tutun, birleşsin eller Çalın sazlar çalın, kırılsın teller. Dönün kızlar dönün, kıvrılsın beller Uzun, siyah saçlar tel tel çözülsün.. Bakışlar saçılsın kirpiğinizden Kayan yıldızlar gibi geceki izden Etekler içinde naz eden dizden Üzülsün bu deli gönlüm üzülsün. Şimdi sen çırılçıplak elma yiyorsun Elma da elma ha allahlık Bir yarısı kırmızı bir yarısı yine kırmızı Kuşlar uçuyor üstünde Gökyüzü var üstünde Hatırlanacak olursa tam üç gün önce soyunmuştun Bir duvarın üstünde Bir yandan elma yiyorsun kırmızı Bir yandan sevgilerini sebil ediyorsun sıcak İstanbul'da bir duvar. Ben de çıplağım ama elma yemiyorum Benim öyle elmalara karnım tok Ben öyle elmaları çok gördüm ohooo Kuşlar uçuyor üstümde bunlar senin elmanın kuşları Gökyüzü var üstümde bu senin elmandaki gökyüzü Hatırlanacak olursa seninle beraber soyunmuştum Bir kilisenin üstünde Bir yandan çan çalıyorum büyük yaşamaklara Bir yandan yoldan insanlar geçiyor çoğul olarak Duvarda bir kilise. İstanbul'da bir duvar duvarda bir kilise Sen çırılçıplak elma yiyorsun Denizin ortasına kadar elma yiyorsun Yüreğimin ortasına kadar elma yiyorsun Bir yanda esaslı kederler içinde gençliğimiz Bir yanda Sirkeci'nin tren dolu kadınları Adettir sadece ağızlarını öptürürler Ayaküstü işlerini görmek yerine. Adımın bir harfini atıyorum. (1956) Yalancı dünyaya konup göçenler Ne söylerler ne bir haber verirler Üzerinde türlü otlar bitenler Ne söylerler ne bir haber verirler. Kiminin başında biter ağaçlar Kiminin başında sararır otlar Kimi masum kimi güzel yiğitler Ne söylerler ne bir haber verirler. Toprağa gark olmuş nazik tenleri Söylemeden kalmış tatlı dilleri Gelin duadan unutman bunları Ne söylerler ne bir haber verirler. Yunus derki gör taktirin işleri Dökülmüştür kirpikleri kaşları Başları ucunda hece taşları Ne söylerler ne bir haber verirler Türksün, Müslümansın; dahası var mı? Unutma bunları aman ha bacım. Senin ak yüzünden ak olmamalı Dağda kar, külekte ayran ha bacım.. Bir kocan olmalı, bir evin senin; Artsın, eksilmesin şerefin senin; Barışta annelik görevin senin, Savaşta silâha davran ha bacım.. Hak yolun yolcusu kalmaz arkada; Gücünü, gönlünü ülküye ada. Yaşamak ne kadar hakkımızsa da, Canımız Türklüğe kurban ha bacım.. Donsuz “yıldız”ları edinme örnek, Kırk sandığa sığmaz bir kirli gömlek. “Namus için” diyor en kutsal ölmek; Ceddinin yazdığı ferman ha bacım.. Eskiyi, yeniyi bırak bir yana; Her şeyin iyisin, doğrusun ara. Uyma köksüzlere, olma maskara; Aman ha, aman ha, aman ha bacım. dünyaların en iyi babası benim babamdır düşmandır düşüncelerimiz dosttur ellerimiz dünyada tek elini öptüğüm babamdır kırkını geçtin adam olmadın der başım önümde dinlerim önünde tek baş eğdiğim babamdır sabahlara dek kuran okur anamın ruhuna inanır ona kavuşacağına bana gavur der diş bilemeden dünyada tek bağışladığı ben tek bağışladığım odur başım derde girdikçe bakar çocuklarıma bitürlü ölemiyorum der senin yüzünden çocuklar ortada kalacak ölemez kahrımdan benim yaşamak zorunda benim yüzümden gözlerindeki ateş bakışlarında söner tuttuğun altın olsun der çocukluğumu tek anlayan odur dünyaların en iyi babası benim babamdır Dağlar beni koy ver gidim yar ağlamasın Dizin vurmasın Doymadım ömrüme nasıl ölem yar ağlamasın Gülüm solmasın Yollar tuzak ben ne edim yar ağlamasın Yürek yanmasın. Ağlama yar sen ağlama yar Gadan belan bana gelsin Sen ağlama yar Gül kırılmasın Gönül kırılmasın Kar fırtına boran olsun Gülüme yağmasın Ben öleyim oy ben öleyim Bu canıma kurşun değsin Dur ben öleyim. Ağlama yar gel ağlama yar Sana gelen bana gelsin Sen ağlama yar Gülüm darıldı Gönlüm yoruldu Kar fırtına boran vurdu Gülüm kırıldı Ben öleyim oy ben öleyim Bu canıma kurşun değsin Dur ben öleyim -Türküler Ve Alaz İçin-. Güzelim,sevdiğim,çocuğum,gülüm Bir şehit kızısın sen. Acılı, buruk bir türkü gibisin Bu acımasız günlerin içinden. Tuhaf bir sıkıntıyla daralır şimdi Küçücük,kuş kanadı yüreğin: 'Babam nerede,niye gelmiyor Babama küstüm ben anneciğim...'. Baban artık hiç olmayacak yavrum Sana çocuğum diyemeyecek bir daha Güçlü,baba kucağının sıcaklığını Duyamayacaksın minik vücudunda. Baban yiğit bir oğluydu halkının Onun için öldürdüler Sana halkımızdan armağan olsun Getirdiğim kırmızı güller. Yıllar geçecek,alışacaksın Bir ince sızı kalacak ondan, Senin gözlerin gibi ışıltılı Çiçekler fışkıracak babanın mezarından. Ve tıpkı serpilen bir çiçek gibi Gelişip ışırken bilincin gitgide Babanı yeniden kavrayacaksın Baban yeniden doğacak seninle. Güzelim,sevdiğim,çocuğum,gülüm Bir şehit kızısın sen Acılı,buruk bir türkü gibisin Bu acımasız günlerin içinden. (Ocak 1981) Durmaksızın yürüyorum bu kıyılarda, kumla köpüğün arasında. Yükselen deniz ayak izlerimi silecek, rüzgar köpüğü önüne katacak, ama denizle kıyı daima kalacak.. Bugünün acısı, dünün hazzının anısıdır.. Anımsamak bir tür buluşmadır. Unutmak ise bir tür özgürlük. . Yüreğimdeki mühür kalbim kırılmadan çözülebilir mi? . Sevgililer birbirlerinden çok aralarındakini kucaklarlar. . Arkadaşlık her zaman için tatlı bir sorumluluktur, asla bir fırsat değil. . Ancak büyük bir acı veya büyük bir sevinç senin gerçeğini açığa çıkarabilir. İşte böyle bir anda ya güneş altında çıplak danset, ya da çarmıhını taşı. . İnsanlık, sonsuzluğun dışından sonsuzluğa akan bir ışık nehridir. . Şafağa ancak gecenin yolunu izleyerek ulaşılabilir. . Gariptir ki, kimi zevklerin tutkusudur, acılarımızın bir kısmını oluşturan. . Kişinin hayal gücüyle, düşlerinin gerçeklesmesi arasındaki mesafe, yalnızca onun yoğun isteğiyle aşılabilir. . Cennet orada, şu kapının ardında, hemen yandaki odada; ama ben anahtarı kaybettim. Belki de sadece koyduğum yeri unuttum. . Kuş tüyünde uyuyanların düşlerinin, toprak üzerinde uyuyanlarınkinden daha güzel olmadığı gerçeğinde, yaşamın adaletine olan inancımı yitirmem mümkün mü? . Bana kulak ver ki, sana ses verebileyim. . Karşındakinin gerçeği sana açıkladıklarında değil, açıklayamadıklarındadır. Bu yüzden onu anlamak istiyorsan, söylediklerine değil, söylemediklerine kulak ver. . Söylediklerimin yarısı beş para etmez; ama ola ki diğer yarısı sana ulaşabilir diye konuşuyorum. . Yalnızlığım, insanlar geveze hatalarımı övüp, sessiz erdemlerimi eleştirmeye başladığında doğdu. . Bir gerçek her zaman bilinmek, ama ara sıra söylenmek içindir. . İçimizdeki gerçek olan sessiz, edinilmiş olan ise gevezedir. . İçimdeki yaşamın sesi, senin içindeki yaşamın kulağına ulaşamaz. Yine de kendimizi yalnız hissetmemek için konuşalım. . Sözcüklerin dalgası hep üstümüzde olsa da, derinliklerimiz daima dinginliğini korur. . Yaşam kalbini okuyacak bir şarkıcı bulamazsa, aklını konusacak bir filozof yaratır. . Zihnimiz bir süngerdir, yüreğimizse bir nehir. Çoğumuzun akmak yerine, sünger gibi emmeyi seçmesi ne garip! . Eger kış, 'Baharı yüreğimde saklıyorum' deseydi, ona kim inanırdı? . Her tohum bir özlemdir. . Öğretilerin çoğu pencere camı gibidir. Arkasındaki gerçeği görürsün, ama cam seni gerçekten ayırır. . Haydi seninle saklambaç oynayalım. Yüreğime saklanırsan eğer, seni bulmak zor olmaz. Ancak kendi kabuğunun ardına gizlenirsen, seni bulmaya çalışmak bir işe yaramaz. . Neşeli yüreklerle birlikte neşeli şarkılar söyleyen kederli bir kalp ne kadar yücedir. . Yürüyenlerle birlikte yürümeyi yeğlerim, durup yürüyenlerin geçişini seyretmek değil. . Hayır, boşuna yaşamadık biz! Kemiklerimizden kuleler yapmadılar mı? . Özel ve ayrımcı olmayalım. Unutmayalım ki, şairin aklı da, akrebin kuyruğu da gururla aynı yeryüzünden yükselir. . Evim der ki, 'Beni bırakma, çünkü burada senin geçmişin yaşıyor.' Yolum der ki, ' Gel ve beni izle, çünkü ben senin geleceğinim.' Ve ben hem eve, hem de yola derim ki, 'Benim ne geçmişim, ne de geleceğim var. Eğer kalırsam, kalışımda bir ayrılış vardır; gidersem, ayrılışımda bir kalış. . Yalnızca sevgi ve ölüm her şeyi değiştirebilir.' . Daha dün, yaşam küresi içinde uyumsuzca titreşen bir kırıntı olduğumu düşünürdüm. Şimdi biliyorum ki, ben kürenin ta kendisiyim, ve uyumlu kırıntılar halinde tüm yaşam içimde devinmekte. . Adlandıramadığın nimetleri özlediğinde, ve nedenini bilmeden kederlendiğinde, işte o zaman büyüyen her şeyle beraber büyüyecek ve üst benliğine uzanacaksın. . Ağaçlar yeryüzünün gökkubbeye yazdığı şiirlerdir. Ama biz onları devirir ve boşluğumuzu kaydedebilmek için kağıda dönüştürürüz. . Güzelliğin şarkısını söylersen eğer, çölün ortasında tek başına olsan bile bir dinleyicin olacaktır. . Esin daima şarkı söyler; asla açıklamaya çalışmaz. . En büyük sarkıcı, sessizliğimizin şarkısını söyleyendir. . Eğer ağzın yemekle doluysa nasıl şarkı söyleyebilirsin? Ve eğer elin altınla yüklüyse, şükretmek için nasıl kaldırabilirsin? . Sözler zamansızdır. Onları zamansızlıklarını bilerek söylemeli ya da yazmalısın. . Şiir bir düşüncenin ifadesi değildir. O, kanayan bir yaradan veya gülümseyen bir ağızdan yükselen bir şarkıdır... Kum ve Köpük - 1926 Uzun saçlarının içinde yatarlar ve kahverengi yüzler çok önceden kendi içlerine çekildiler. Sanki çok büyük bir uzaklığın önündeymiş gibi, kapalı gözler. İskeletler, ağızlar, çiçekler. Ağızların içinde, cep satrancının adamları gibi sıra sıra dizilmiş parlak dişler. Ve çiçekler, sarı inciler, narin kemikler, eller ve gömlekler, buruşmuş kalbin üstünde çürüyen yün bez. Fakat orada, altında o yüzüklerin, altında muskaların ve mücevherlerin ve mavi gözler gibi kıymetli taşların (hatıraları aşıkların) , hâla ortadadır cinsiyeti sessiz yeraltı türbesinin, çiçek petalleriyle dolmuş kemerli çatısına kadar. Ve tekrar sarı inciler, gevşetilmiş ve dağıtılmış, kendilerine ait ateşe verilmiş kilden kaplar üzerinde bir zamanlar boyanmış portreler, parfüm kavanozlarının çiçekler gibi kokan yeşil parçaları, ve imajları mihraplarının üzerinde oturan küçük ev-halkı tanrılarının: kendinden geçmiş tanrılarla cariye-cennetleri. Kırılmış elbise kemerleri, yeşim taşından oyulmuş bokböcekleri, muazzam cinsel organları olan küçük heykeller, gülen bir ağız, danseden kızlar, koşucular, küçük yaylara benzeyen altın tokalar kuş avlamak için kullanılan-ve hayvan şekilli nazarlıklar, süslü bıçaklar ve kaşıklar, uzun iğneler, yuvarlak açık kırmızı renkli bir kırık çömlek parçası üzerinde bir at takımının ayakta duran bükülmeyen bacakları girilecek bir yerin üzerindeki karanlık yazıt gibi. Ve tekrar çiçekler, birbirinden uzağa yuvarlanmış inciler, yan tarafları parlayan küçük yaldızlı bir lîr; çiseleyen yağmur gibi düşen duvakların arasında sanki ayakkabının krizalitinden dışarı tırmanmış gibi: zarif solgun kelebeği ayak bileğinin. . Ve böylece yatarlar, gerekli şeylerle dolu ağzına kadar, pahalı şeyler, mücevherler, oyuncaklar, kaplar ve kacaklar, kırık incik boncuk (ne kadar çoğu içine düşmüş onların!) ve kararırlar bir nehrin dibi kararırmış gibi. . Çünkü nehir yataklarıydı onlar birzamanlar, ve üzerlerinde kısa, aceleci dalgalar (herbiri kendini daha fazla uzatmak isteyerek, her zaman) sayısız delikanlının cesetlerini sürükledi; ve içlerinde büyümüş adamların akıntıları kükredi. Ve bazen oğlan çocukları ileri fırlarlardı çocukluk dağlarından, aşağı inerlerdi çekingen akarsularla ve oynarlardı nehrin dibinde ne buldularsa, dik yokuş bilinçlerini yakalayıncaya kadar: . Sonra doldurdular, açık, sığ suyla, bu geniş kanalın bütün genişliğini ve koydular derinliklerde dönen küçük girdapları, ve aynaladılar yeşil kıyıları ilk kez ve uzaktan seslenmelerini kuşların —, gökte, o sırada yıldızlı geceleri bir başka, daha tatlı ülkenin çiçek açtı üzerlerinde onların ve kapanmayacaktı hiçbir zaman. . Rainer Maria Rilke. (Çev: Vehbi Taşar) Çocuktum, ufacıktım, Top oynadım,acıktım.. Buldum yerde bir erik, Kaptı bir Ala Geyik.. Geyik kaçtı ormana, Bindim bir ak doğana.. Doğan, yolu şaşırdı, Kaf Dağından aşırdı.. Attı beni bir göle; Gölden çıktım bir çöle,. Çölde buldum izini, Koştum, tuttum dizini.. Geyik beni görünce, Düştü büyük sevince.. Verdi bana bir elma, Dedi, dinlenme, durma.. Dağdan yürü, kırdan git, Altın Köşke çabuk yet.. Seni bekler ezeli, Orda dünya güzeli.. Bin yıllık çile doldu! Bunu dedi, kayboldu.. Yedim sırlı elmayı, Gördüm gizli dünyayı.. Gündüz oldu, geceler; Ak sakallı cüceler,. Korkunç devler hortladı, Cinler, cirit oynadı.. Kesik başlar yürürdü, Saçlarını sürürdü.. Bir de baktım, melekler, Başlarında çiçekler.. Devlere el bağlıyor, Gizli gizli ağlıyor.. Kılıcımı çıkardım, Perileri kurtardım.. Kurtardığım periler, Adım adım geriler,. Kanadını açardı, Selam verir, kaçardı.. Az, uz gittim, dolaştım, Altın Köşke ulaştım.. Bir kapısı açıktı, Öteki kapanıktı.. Kapalıyı açarak, Açığa vurdum kapak.. At önünde et vardı, İt, ot yemez ağlardı; . Otu ata yedirdim, Eti ite yedirdim.. Açtım bir elmas oda; Dev şahı uykuda. Gördüm, kestim başını, Dedim, Ey dev nerede? . Nerede Dünya Güzeli? Dedi, Elinde eli! . Döndüm, baktım. Bir Kırgız Elbiseli güzel kız.. Durmuş, bakar yanımda, Şimşek çaktı canımda.. Güldü, dedi, Türk Beyi! Tanıdın mı geyiği? . Kimse, beni bu devden Alamazdı. Ancak sen,. Kaya deldin, dağ yardın, Geldin, beni kurtardın.. Ah o imiş anladım, Sevincimden ağladım,. Dedim, Turan Meleği! Türkün yüce dileği! . Yüz milyon Türk bu anda Seni bekler Turanda.. Haydi, çabuk varalım, Karanlığı yaralım; . Sönük ocak canlansın, Yoksul ülke şanlansın. İndik, iti okşadık, At sırtına atladık.. Geçtik nice dağ, kaya, Geldik Demirkapıya.. Kapanması, çok yıldı, Açıl! dedim, açıldı.. Yol verince gizli yurt, Aldı bizi Bozkurt,. Kaf Dağından geçirdi, Türk Eline getirdi. Duyuyor musunuz? Duyuyor musunuz bu at kisnemelerini? Duyuyor musunuz? Duyuyor musunuz otomobillerin ulumasini? Bunlar yikanmaya giden kentlilerdir Onun bereketinde. Bir insan batakligi tüm. Sürüklüyor beni kalabalik rastgele bir yere saskin, süklüm püklüm. Dizginlere asiliyorum bense, eteklere, etekliklere.. Bu gördügüm de ne? Sen misin? Oraya mi götürüyorlar? Yalan, zindikça bir küfür! Gözümün bebegini kan bürümüstür kizil feneri gibi kerhanelerin.. Niçin sen ama? Dur! bildigim daha tatli zevkler var! Ulu ormaninda kirpiklerin yok bir kimildama. Dur! Geçti gitti bile... Iste oralarda, basi baslar üstünde.. Isildiyor kafatasi, bir kundura dense yeri, dazlak, piril piril cilali deri. Ancak son bogumu üstünde yüzük parmaginin üç pirlanta yaninda bir iki tüy var dikilmis. Yaklasiyor yosma, görüyorum. Egiliyor öpmek için elini. Dudaklari fisildiyor küçük tüyler arasinda birine 'küçük flütüm' deyip, birine 'küçük bulutum' üçüncüsüne de isitilmemis, ünlü bir ad vererek yaratmakta oldugum. Ben sevmek için doğmuşum- sevmek ve sevilmek için. Ne yazık ki yaşamım sevgisiz geçti nerdeyse. Bu nedenle bağışlamayı öğrendim:. Aştığım çölleri bile Hiç küçümsemiyorum. Yalnızca soruyorum onlara şaşkın gözlerle: Ne bahçeler olmaya doğmuştunuz kim bilir? Beni birazdan terk mi edeceksin? Anımda çok yakındın ya! Bulutlar örtecek seni lakin, Ve işte yoksun artık güya.. Yalnız hissedersin, kederliliğimi, Kenarın yıldız gibi parlıyor aha! Kanıtlıyorsun bana sevildiğimi, Olsa da Aşkım çok uzaklarda.. Hadi git! Işılda daha da ışıltılı, Tertemiz yolda dolu dolu ihtişamla! Atsa da kalbim acıklı hızlı hızlı, Mutludur Gece, Sabah Akşamla.. Dornburg 25.8.1828. Çeviri: Musa Aksoy Ölecek miyim, tam da söyleyecek çağımda Söylenmedik cümlenin hasreti dudağımda... Dün başlar seferber, eller seferber; Kurşun eritildi, mermer çekildi. Bunlar, bu kubbeler, bu minareler Akçayla olacak işler değildi.. Böyle bir gemide yendi suyu NUH. Ve bu yelkenlerde kanatlandı RUH.. Taşıtıp kalyonla pırlanta, inci Abide haline koydu sevinci Gergefle işleyip bir inci sultan Ki çiçek verirdi saksıya koysan,. Bulabildinse ey yolcu yerini Hepsinin alnında altından bir ay. Seyret İstanbulun camilerini Minare minare, kubbe kubbe say! . Açılır masmavi burda gökyüzü, Gümüşten sütunlar üstünde durur... Kiminin gölgesi dinlenir yerde, Kiminin beyazı sulara vurur.. Allaha giden yol buralardadır, Kapılar açılır şerefelerden, Burdan uğurlanır mubarek aylar, Bayram burda başlar arifelerden.. Mihraplar, kemerler, kubbeler yapmış, Sultanı, çerisi, piri, veziri, Nesilden nesile götürsün diye Kanatlar üstünde şanlı TEKBİRİ.. Nice başbuğların açtığı yerde: Biri yardan geçmiş,öteki serden, Yolcular gidiyor yarına doğru, Kafile kafile bu köprülerden.. Kuşun uçuş, gülün açış saati, Tanrının fermanı yüce kubbede Duyulur uyanık Fatihin 'Uyan! ' Dediği uzaktan Sultan Ahmede.. Diken dikmiş, yakan yakmış mumunu, Şamdanlar şamdanlar, ulu şamdanlar. Ki aydınlığıyla, asırlar boyu Yolunu bulurdu yolda kalanlar.. Burda kubbe, kemer ve mihrap olmuş, O kıvrak şekli ki serhadde yaydı; Atlas bayrakların dalgalarında Rüzgarla öpüşen ince bir aydı.. Kimi yıkanırdı şadırvanlarda Tekbire HU HU katıyor kimi; Beyazıt önünden güvercinlerin İncidir yemi.... Söyleyin ey nazlı haber kuşları: Tuna boylarından müjde geldi mi? . Uzaklarda kırık minarelerden Gökte bir kapıyı vurur leylekler; Bir gün açılacak o büyük kapı Ve kanatlar yere inmeyecekler.. Taraf taraf, kol kol şu yamaçlardan Açtıkça fetihler tarihi Türkün Kubbeler erecek bir gün murada Ve minareler dal verecek bir gün.. Geçerken altından bu loş kemerin Menekşe menekşe gül güldür içi.. Kapanmaz kapısı Allah evinin Ki beş vakit gürül gürüldür içi.. Çinliler çinliler taze çinliler: Boyası göz nuru, fırçası kirpik... Ey sanat ' Kuruyan dallarımıza Bir yeşil yaprak ver ' demeye geldik.. Biri hattın; biri mermerin, tuncun, Kurşunun sırrını aramış bulmuş; Yesari elinde 'Lafza-i Celal' Sinan'da kubbeyle minare olmuş.. İşte bir kubbe ki söyler saati... Yolcu ilk, dalgalar son cemaati, Mavidir çinisi, yenidir adı; Mermerini sisler karartamadı.. Şahzade, Laleli, Haseki Sultan... Hepsinin üstünde Süleymaniye... Süleymaniyeden, Ayasofyadan Yollar iner dal dal Yenicamiye.. Yelken yelken, seren seren geiler; Yamaçta, kıyıda, yolda Camiler, Bu Horasan, mermer kurşun dağları Omuzunda taşıdığı çağları.. Taşıyacak daha çağlar boyunca Ve yer çekmeyecek, yere koyunca. Yolları arkada bırakan hızla; Kanatlarımızla, atlarımızla Aşarken toprağı, taşı, denizi Bu kurşun memeler emzirdi bizi.. Böyle bir gemide, yendi suyu NUH... Ve bu yelkenlerde, kanatlandı RUH... Dokuzunda kayboldu Mayıs'ın, Cesedi bulundu Onikisinde.... Kaçırıldığında da Kaybolduğunda da Ve cesetken de Yakışıklıydı.... Amcamdı.... (Ağustos 1995,İstanbul) Ehl-i iman işlerini şol demde inkar ettiler Çün NESİMİ'yi Halep şehrinde berdar ettiler. Öyle kim cevr eyleyüp zulm ile hakkı bastılar Ahsen-i takvimi gör kim nice inkar ettiler. Müftüler fetva verüben hakkı batıl ettiler Küfr edüp imana gelmez,gelmeğe ar ettiler. Hak bana emreyeledi söyle deyübejn söyledim Sözlerimi destan edüp alemde destan ettiler. Bileyüben bıçakların çünkü canıma kıydılar Sag iken ben aşkı gör nice bimar ettiler. Soydular çıkardılar tenimden çün derimi Yas edüp gökde melekler cümlesi zar ettiler. Ey NESİMİ vasıl oldun Hakk-ı Rahmana sen Cennet-ül me'vayı buldun,yerin gürzar ettiler işte sevişmek bitti ölüm gibi devam ediyor gece. aşk henüz gidilmemiş bir ülkedir, diyorsun ne kadar uzak gitsen çıkamazsın teninden kendinden çıkamazsın ne kadar yakın gelsen. sessizce dinliyorum gecenin çanlarını açık bir yara gibi çalıyor çanlar vuruluyor sesinde çanların hayvanları. çıkamıyorum senden ne kadar uzak gitsem sana varamıyorum ne kadar yakın gelsem. gözlerinde acının ürperen tenini okşuyorum nereye akar, hangi ölü denize istiridyeden koparılan incinin kanı biliyorum. ölüm gibi devam ediyor gece susamış bir yangını söndürerek kalbimde çekiyorum körelmiş bir ateşin bayrağını sesindeki çanların en yüksek kulesine. kapanıyor gecenin ağır kapısı sonsuz mavi bir cam kırılıyor içimde. öpüyorum öper gibi gözlerini son defa ölüm gibi bir aşkın gözyaşlarını iyileşmez hiçbir yara bilirsin tortusu kalır hangi ses unutturabilir ilk bıçağın yankısını sende rehin kalmıştır gecenin saplantısı. hiçbir yara hiçbir zaman iyileşmez bilirsin saklısı kalır yel esince sızılanır su susunca ikindilerde herşey vakitsizce gelişir birine sevişirsin ötekini düşünürken. sabahları zordur korsan sevişmelerin eski yaraların ağrır oysa ne bir iz görünür teninde ne şiiri ses verir orta kulağında yalnız bir yürüme isteği vardır eski yaraların eski yerinde. kahvaltısı zordur olmayası bir sevişmenin ve hep ten tuzu basmaktır eski yaraların eski yerlerine hiçbir yara tam olarak iyileşmez bilirsin hangi bakış unutturabilir ilk bıçağın ışıltısını karanlıktaki. şairden bir bok olmaz sabaha karşı sebepsiz hüzünler yazar ehliyetinde ve ne söylese yalandır alkol kontrolünde sevmek bizahiti yaralanmaktır ve yaralar hiçbir zaman iyileşmez teninde yanlış vurulmuş bir aşıdan sızar da diriltir solgun baharları şiire sebep istemez şairden bir bok olmaz ve hiçbir yara hiçbir zaman tam olarak iyileşmez. bardaklarda dudak izleri birikir sahnede eğri büğrü sesler ve sade bir yürümek isteği tek başına eski bir yaranın artık gözle görülmeyen izinde.... çünkü hiçbir yara hiçbir zaman tam olarak iyileşmez çünkü en hızlı hatırlanandır en eski unutulan ondan gelen ıtırlar olur yellerde her esinti bir acılı kokuyu taşır hassas burunlara savrulur gidersin çok eski çok acıtan bir ağustosa nasıl kıyısında kalmıştık yapış yapış bir yazın daha başkaydı hani yüzünde herkese aynı oranda bulaşan tuz yolların açmazıydı enginlikle kabaran ve bütün yanlışları dalga dalga saklayan şarkılıktan usanmış deniz ve denizi herşeye benzeten şiirler ve kıstırılmış istridyelerde kullanılmış inci taneleri.... çünkü bilirsin hiçbir yara hiçbir zaman tam olarak iyileşmez! Bütün masalları tutuştu çocukluğumun Acıyı bir mayın gibi gömdük toprağa Şimdi alevlerle yazılıyor güncemiz Göçüyoruz Yürek bir yangın yeridir artık kalmadı ardımızda su dökenimiz . Yıllarca sırtımızda taşıdığımız kambur Korku bir mevtadır artık gecenin kollannda Bir eylül dolunayına defnolunur . Göçüyoruz Bir çocuk gibi elinden tut Yıkılmış ve yakılmış anıların Bir tutam kuş sesi sür damarlanna Git kendi rüzgarını bul usul . Yüreğini yokla bir parça umut kalmıştır belki Yolların nabzını dinle dağların uğultusunu Koyaklar yankımızı saklar dönüşûmüzü bekler Kırlangıçlar unutmaz adresimizi . Tarihin tabanlan sızlıyor artık Sararmış o kirli belgelerle yaşıttır gurbet Yollar çok eskiden tanıyor bizi . Göçebe bir paryayız sanki Nerede konaklasak kesik bir kol gibiyiz Kimseler bilmiyor bu susuşlar nereli Bir kilim deseni anımsatıyor çocuklara Nüfusa kayıtlı olduklan yeri . Bir çağın son çeyreği yanlış kurmuş denklemi Patikayla dağları ayrı şeyler sanıyor Acıyı unutuyor hesaba katmıyor toprağın belleğini . Ey yaraları sağaltan zaman ey kalbim Tez elden hükümsüz kıl kalıcı olmasın bu şiirim Sevgili Ofelya, ben vezin-mezin bilmem. Ben oflarımı sokamıyorum kafiyeye. Lakin seviyorum seni, sen, Ofelya’yı Of! Of! Of! Elveda! ... Hamlet Hamlet kaldıkça senin Hamletin olan Hamlet.” “Canım Ophelia, beceriksizim şiir yazmakta, İçimdekini kalıba dökme sanatım yok, Ama çok, her şeyden çok seviyorum seni, İnan bana ve Tanrı’ya emanet ol. Canı teninde kaldıkça sevginle yaşayacak, Hamlet.” Bütün kitapları yakmalı Sevda üstüne ne söylemişlerse yalandır Kitaplara göre insan Karanlıkta yüzüne bin mumluk lamba tutulmuş Gözleri, yüreği kamaşmış insandır Aptaldır, hastadır, kahramandır Bütün kitapları yakmalı Sevda üstüne ne söylemişlerse yalandır. İçinde bir tek suret yaşayan yüreğe yürek mi derler Bir tek yaprak veren dalın boynun burarlar Bir tek meyve veren dalı keserler İnsan dediğin bir buğday tarlası gibi olmalı Esti mi rüzgar bir değil milyonlar için esmeli Bir tek meyve veren dalı kesmeli İnsan dediğin derya misali Üstünde milyonlarca dalga İçinde kıyametler kopmalı İnsan dediğin derya misali Uçsuz bucaksız olmalı.. Gel çıkalım sevgilim gel Gel kurtulalım birler hanesinden Çekelim gidelim bir uçtan bir uca Açalım yüreğimizin kapılarını sonuna kadar Sevelim sevelim sevelim Sevebileceğimiz kadar. Susardın ve kar yağardı. Gözlerinde başlardı gece Yarım kalmış kitaplarda biterdi. Alnımızda bilenen kör bir bıçaktı zaman Kırılmış aynalardı. Susardın, durmadan susardın Ve kar yağardı. Ocak ağaran saçlarımdı Şubat hayırsız bir evlattı, kaçaktı Ve uzaktı yaz bir anaydı Mart'ın izlerini taşırım bedenimde Aynı masalın ikizleri gibiydi günler Nisan saçlarımda ıslanırdı hep. Susardın, durmadan susardın Ve yağmurlar başlardı. Çok bekletti bizi, Hiç vaktinde gelmedi mayıs Haziran Aram'dı ya da öyle biriydi Temmuz bir düştü belki. Yaraları sarar gibiydi Ağustos yıldızlarla basardı gecemizi Bir gül suçüstü yakalanırdı Eylül bir çocuğun çığlıklarıydı. Susardın, durmadan susardın Ve rüzgârlar başlardı. Yolunu yitirmiş bir gezgin gibiydi ekim Sürgünlere uğurlardık kendimizi Kalan mı bizdik, giden mi Bilinmezdi Kasım rüzgârda bir yapraktı Ve biraz ıtri Kendi sesiyle irkilirdi Aralık günlerin son neferi. Soluk bir düş geçse de Hiçbir mevsim gözlerin kadar Acımasız kullanmadı neşteri. Susardın ve kar yağardı Çiğdem der ki ben elayım Yiğit başına belayım Hepisinden ben alayım Benden ala çiçek var mı. Al baharlı mavi dağlar Yarim gurbet elde ağlar. Lale der ki behey Tanrı Neden benim boynum eğri Yardan ayrı düştüm gayrı Benden ala çiçek var mı. Al baharlı mavi dağlar Yarim gurbet elde ağlar. Nevruz der ki ben nazlıyım Sarp kayalarda gizliyim Mavi donlu gökyüzlüyüm Benden ala çiçek var mı. Al baharlı mavi dağlar Yarim gurbet elde ağlar. Sümbül der ki boynum uzun Yapraklarım düzüm düzüm Beni ak gerdana dizin Benden ala çiçek var mı. Al baharlı mavi dağlar Yarim gurbet elde ağlar Yiğit olanın lokması cana azıktır beyler Kimse bana söylemesin buna yazıktır beyler Soyu soysuz olanın sütü bozuktur beyler . Bunların soyu bozulmuş Türk'e düşman göbekten Bu hesap sorulacak Apo denen köpekten! . Kan istediniz canlardan bitmedi inadınız Oğuz size yar olmadı budüz idi adınız Senelerdir bu vatanın ekmeğini yediniz . Suyunuzu keseceğiz dağlardaki gölekten Bu hesap sorulacak Apo denen köpekten! . Dağlar, taşlar bu ovalar bilin ki Türk'ün yurdu Aslımız insan neslidir Türk'e semboldür Kurd'u Soyu ermeni olanlar nerden bilecek Kürd'ü . İhaneti seyreyleyin perdedeki delikten Bu hesap sorulacak Apo denen köpekten! . Alperenler şehadeti seslenirken çağrına İbrahim'in dedikleri nişan oldu bağrına Mehmetçik'ler şehit düştü bu vatanın uğruna . Vatan mı istediniz lan beşikteki bebekten? Bu hesap sorulacak Apo denen köpekten! . Başı bozuk yaylalarda bol keseden savurdun Ne dinin var, ne imanın sen ne biçim gavurdun? Hem korkaksın, hem zavallı zoru gördün kıvırdın! . Urgan bile dava eder boynundaki ilmekten! Bu hesap sorulacak Apo denen köpekten! Beraber ağlamazsın, sonra, kör dersin, sağır dersin. Bu hissizlikten insanlık hem iğrensin, hem ürpersin! Ne ibret, yok mu, bir bilsen kızarmak bilmeyen çehren? Bırak tahsili, evladım, sen ilkin bir haya öğren! Burada baş sağlığı, orada gözler aydın; Íki ayrı dünyada iki ayrı tören var. TANRI katından gelen bir yüce buyruk üzre, Aramızdan ansızın çadırını deren var. Orada ecdat ruhu sadümanlık içinde Burada tamu içre gönüllerde boran var. Eksilmiş bir yanımız; çarpılmış gibiyiz hep TANRI korusun sanki, Bozkurtluğa kıran var. Yukardan gök mü bastı; altta yer mi çöktü ne? Kimsede ağız dil yok; gözleriyle soran var. Buradan uğurlarken onu binlerce Bozkurt Orada karşılayan binlerce Alp-Erenler var. O gün Tanrıdağı'nda tan ağardığı çağda, Dediler Oğuz Han'ın otağına giren var. Töredir; konan göçer, doğan gün batar elbet Tanrı zeval vermesin; devlet, din ve KUR'AN var. Gönül gurbet ele varma Ya gelinir ya gelinmez Her güzele meyil verme Ya sevilir ya sevilmez. Yöğrüktür bizim atımız Yardan atlattı zatımız Gurbet ilde kıymatımız Ya bilinir ya bilinmez. Bahçenizde nar ağacı Kimi tatlı kimi acı Gönüldeki dert ilacı Ya bulunur ya bulunmaz. Deryalarda olur bahri Doldur ver içem zehri Suna'm gurbet ilin kahrı Ya çekilir ya çekilmez. Karacaoğlan düşse yola Bülbül figan eder güle Güzel sevmek bir sarp kale Ya alınır ya alınmaz Göğü kucaklayıp getirdim sana kokla açılırsın. solmuşsun benzin sararmış yorgun bir işçinin yüzüne benziyor yüzün öyle bükük bakma bana. çam kolonyası getirdim sana kentli dağlıların haklı sevdasını bolu ormanlarından çarpan bir koku sanki köroğlunun ter kokusu aman kokusu, billah kokusu canlarım ,canım benim. üzme kendini bu kadar sana umudu öğretemeyenlerin suçu mu var bak yeryüzü ne kadar geniş ne kadar dar. Dur akıtma gönlüm yaşını gözünden öpecek bir yer bırak oy bana en yakın bana en uzak sevgili yar hasretine vur beni. Giyecek çamaşır getirdim sana adettir diye değil, sevdim diyedir bağışla, eski biraz bedenim uygundur diye bedenine elimle yıkadım, ütüledim elma ağacında kuruttum. Günler sarmal bir yay gibi bunu unutma bahar annemizin yemenisindeki solgun çiçektir bunu unutma seni ben her yerinden öperim beni unutma. Kadere inansaydım sana inanırdım düşürmem sigaramın ucundaki külü ben. öyle kırık bakma bana caddeler nasılda genişliyor sana bunu söyleyecektim bileyli bir makas vardı yanımda sana bunu söyleyecektim hadi kes büyüyen tırnaklarındaki kiri sana bunu........ oyyy nasıl söyleyebilirim deliren sevdamızın kısrak huyunu. Elimi tut tuttururlar, o kadarına izin verirler kahreden bir ayrılığın çılgınlığı değil bu bir isyanın kelepçeleşmiş resmidir parmaklarımız. sen içerde ben dışarda..... oyyy mahpusluk mahpusluk...... (şubat 1973/ Yansıma sa.18 Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik. Ak tolgalı beylerbeyi haykırdı: İlerle! Bir yaz gunu geçtik tunadan kafilelerle. Şimşek gibi bir semte atıldık yedi koldan Şimşek gibi Türk atlarının geçtigi yoldan. Bir gün doludizgin boşanan atlarımızla Yerden yedi kat arşa kanatlanık o hızla. Cennette bu gün gülleri açmiş görürüzde Hala o kızıl hatıra titrer gözümüzde. Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik seni kaybettiğim o günden beri içimi dağlıyor hasretin, sızın kah gönderiyorsun yalnızlığını kah karşıma çıkıyorsun ansızın. herhangi bir gecede, dumanlı bir köşeden bazen ayın ondördü kadar şehla ve güzel bazen bir ejder gibi, bakışları bir kızın ıztırab şarabıyla ruhumu sarhoş eden kil renkli gözlerini buluyorum ansızın. herhangi bir zamanda muamma bir şarkının dalgın nağmelerinde duyuyorum sesini ağlayan kirpikleri bazen kumral ve kısa uçurtmalar taşıyor göklere nefesini. bazen karanlıkları örtecek kadar uzun alevli saçlarında dağılıyor gül ve gün kalbinden bir karanfil koparıyor sonsuzun savaşta yenik düşen gemiler kadar üzgün. herhangi bir denizin efsunuyle yeniden her şey sanki yeniden başlayacak derinde sönerken mutluluğun nazenin kandilleri yaralı bir güvercin görürüm ellerinde hayalinde bulurum solgun karanfilleri Zaman akar, zaman geçer, Zaman zindan içinde; Biz mapusta gürül gürül yatardık Yılan çıyan içinde. Getirdiler ite kaka bir yiğit, Ayak çıplak Ak bir mintan içinde. Zaman zaman içinde Işık duman içinde Ve raviyan-i ahbar Ve muhaddisan-i ruzigar Şöyle rivayet Ve hikayet ederler kim: Beni adem zor bezirgan içinde Vardı bir Balaban. Zifiri kıtalardan geçerek geldim sana Kan renginde bir mühür bir yanında yüzümün Bir yanında zalimler otağından çizgiler Aynalardaki ben’sin diye yöneldim sana. Ruhum gökte öyle bir pervanedir ki, döner Mihverimde olanın mihverinde, riyasız Nâmağlup bir köledir gözlerimde yanan mum Seninle güneş olur, sensiz kalınca söner. Anla ki, bezirgânı ağlayan bu yolculuk Kalbimi ufuklara gömdüğünde son bulur Hükümranlık senindir bu rüya ülkesinde Kölenin hayalinde âzatlık yok, kaçış yok. Sultanım, ister çürüt aynalarda bu teni İster gönder üstüme bütün ordularını Razıyım kapatsan da zindanlarına sessiz Yetecektir, bir defa bağışlasan gölgeni. Hafızamda geçmişten ne işaret, ne bir iz Gülleriniz altında kaldı isyan ve hüzün Hiçbir şey olmasa da sarar beni bir ömür Gözleriniz sultanım, sadece gözleriniz. Şu mahzun ellerime vur artık kelepçeni Eşiğindedir başım, üzerine basıp geç Yürüyüp git istersen koyarak bir köşede Her yaptığın revâdır, yeter ki anla beni Şimdiden bir hatırasın Bulutsa, tozsa, uçarsa Bütün (aşklar) paranteze alınsın Rüzgar çanısın, rüzgarın diline dolanırsın Ne bir şarkısın, ne de dillerde nağme adın Artık bazı şarkılar kadar yaralısın. Günler izmarit diplerinde biriksin O zaman mutlaka bir trenle gelirsin Köpüklerdensin, mavisin, sakinsin istesen suyun tenine bitişirsin ellerimi bıraktım, artık bunu sana yazsın İçimde iki yaşlı balık varsa, İçimde biri pulsuz, iki balık varsa Biri sensen, gelirsen ve yok edersen Bunu yazmak istiyorum sana Sonra postalamak istiyorum Pulsuz bir zarfla Hiçbir mektup artık ikna etmiyor beni hayata. Bu kırmızı oyalarla saçlarımda Beyaz bir tülbent gibi kalırsam tenimde, süzemediğim tortularla Gün olur sararırsa sayfalarda Bıraktım ellerimi, sana bunu yazsın Şimdiden bir hatırasın. Kırık kalplerle süslü bir sayfaysan Camsan, saydamsam, beni kırarsan Simlerimle sevişirim seninle O süslü sayfaların üzerinde İçimde iki mutlu yıl varsa, İçimde biri simli iki kadın varsa Sen, gelirsen ve yok edersen Bunu yazmak istiyorum sana sonra postalamak istiyorum Simli bir yılbaşı kartıyla Hiçbir mektup artık beni, ikna etmiyor hayata. Şimdiden bir hatırasın Açmışsa bir sardunya saksıda Bütün (aşklar) paranteze alınsın Bıraktım ellerimi, artık sana bunu yazsın mektuplar postaya takılırsa... Ey aşk sen Artık bazı şarkılar kadar yaralısın. Anımsama ile yiten yüz, dokunuşum ile parçalanan el, bin yıllık gülümseyişler üzerinde örümcek sürülerinin döndürdüğü saçlar, geçiyor önümden. yola çıkarak alnımdan, arıyorum bir şeyler, arıyorum istediğimi bulamadan, bir an'ı arıyorum, fırtınadan yüzler ve şimşek ışıltıları koşuşuyor gecenin ağaçlarında, karartılmış bir bahçede, yağmurdan bir yüz, yanımdan akan acımasız su duruyor,. arıyorum istediğimi bulmadan, tek başıma bunları yazıyorum, kimse yok burada, ve bitiyor gün, geçiyor yıllar, o anla birlikte yitiyorum, derinliklere düşüyorum, aynaların üstündeki görünmez patikaya, yeniden çıkarıyor o parçalanmış imgemi, günlerin arasında dolaşıyorum, parçalanmış anlarda, dolaşıyorum gölgemin düşünceleri arasında, bir an'ı arayarak, dolaşıyorum gölgemin içinde,. bir kuş kadar canlı, bir an'ı arıyorum, gözenekli taşın dışıyla tavlanmış akşamüstü güneşi için: üzüm salkımlarının olgunlaştırdığı o saat, ve fışkırarak, kızlar taştı meyveden, okulun taşlık avlusuna dağıldılar, uzundu birisi bir sonbahar kadar ve yürüdü... Gönül ne gök ne elâ ne lâciverd arıyor Ah bu gönül bu gönül kendine derd arıyor. Ne tende cân ile sensiz ümmîd-i sıhhat olur Ne cân bedende gam-ı firkatinle rahat olur. Ne şeb ki kûyine yüz sürmesem ölürüm Ne gün ki kaametini görmesem kıyâmet olur. Mecnun ne bilir kaaide-i nâz u niyâzı Aşık mı sanır kendin o meczûb-ı muhabbet Bir zaman vardı ya tarih-i mukaddes modası... Yeni yaptırdığı köşkün büyücek bir odası Mutfakta eski resimler ile hep süslensin Diye ressam aratır hayli zaman bir zengin. Biri peyda olarak 'Ben yaparım' der, kolunu Sıvayıp akşama varmaz, sekiz arşın salonu Sıvar ama ne sıvar...Sahibi der: -Usta bu ne? Kıpkızıl bir boya çektin odanın her yerine! .. -Bu resim, askeri basmakta iken Firavun' un Kızıl Deniz yarılıp geçmesidir Musa' nın -Hani Musa, be adam? -Çıkmış efendim karaya -Firavun nerde? -Boğulmuş. -Ya bu kan rengi boya? -Kızıl Deniz, a efendim yeşil olmaz ya bu da! -Çok güzel levha imiş, doğrusu şenlendi oda! .. Burda, Hindistan'da, Afrika'da, Her sey birbirine benzemektedir. Burda, Hindistan'da, Afrika'da, Bugdaya karsi sevgi ayni, Ölüm önünde düsünce bir.. Nece konusursa konussun, Anlasilir gözlerinden dedigi. Nece konusursa konussun, Benim duydugum rüzgarlardir, Dinledigi.. Biz insanlar ayri ayri kalmisiz, Bölmüs saadetimizi çizgisi yurtlarin; Biz insanlar ayri ayri kalmisiz, Gökte kuslarin kardesligi, Yerde kurtlarin. SOLUK BİR AY DOLANIYOR KENTİN ÜSTÜNDE HER GECE HER GECE BİLGE BİR GEZGİN TAVRIYLA ADIMLIYOR YOLUNU. GÜZ YANIĞI BİR DURGUN SESSİZLİKLE ÖRTÜLÜ HER ŞEY VE YIRTILMIŞ BİR TÜL GİBİ SAVRULUP DURUYOR ZAMAN. SULARIN SESİNİ DİNLE ŞİMDİ ORMANIN FISILDAYIŞLARINI USULCA YARILIYOR DAĞLARIN GÖĞSÜ BİR AŞKI DİNLENDİRMEK İÇİN VE GÖZLERİ UZAK YAMAÇLARDA ARANIP DURURKEN BİR ŞEYLERİ SESSİZ VE SAKİN BEKLEMEKTE BEKLEDİKÇE BİLEYLENEN BİR YÜREK. BELLİ Kİ DAĞLARIN DENİZLERİN VE GÖLLERİN ÜZERİNDEN SIYRILIP GELMEKTEDİR SEHER BELLİ Kİ YAKINDIR BELLİ Kİ YAKINDIR DOĞAYI VE HAYATI SARSACAK SAAT Bir akşam üstüdür şarabî Bahçeler ve dağlar üzre hükümran; Tam dünyayı dolaşmak saatindesin. Ay ışığı su içer birazdan. Kızarmış kalçalarını çanlar Alabildiğine vurur. Sen çocuk tulumunda Matbaa mürekkebi Rüsva olmuş ellerinin emeği, Manşetlerde kilometre kilometre yalan Sallanır durur. . Bir akşam üstüdür katil, muhteşem Alıp götürmüşler dost dediğini Almış rüzgârlar içini, Ümide benzer, sevdaya benzer... Soğuk bir namludur kör ve pusuda Ense kökünde zulüm, Ve sermiş cânım sofrasını dört başı mâmur Burnun dibine hürriyet. Seviyorum mümkün değil; Aranızda kurşun, yasak bölge var Sen genç, sevdan ölünecek kadar güzel Kanunu yapanlar ihtiyar. Şu Pır pır Maviş Maviş Yamyaş Gecede Yıldız Boklarıdır.(1) Üşüşür Keban Toprağının Üstüne Gel Kardaş Çözüver Kuşağını. Aç Kar Gibi Bembeyaz Ekmeğini Upuzun. Biraz Ceviz içi Az Kuru Kaymak Bir de Çay Demliyelim Kerpeten Gibi Tavşan Kanı Olsun.. (1)Ateş Böceği Haddeden geçirip altını İpek teline sararlar Kalptan olur Altın yaldızı vururlar Ak gümüş üstüne ince elleri Barışta ağıtlar gibi yumuşak Çağ gelir kavga kurulur Silahı sim kemerinde Al kanat küheylan olur. Demen beylere beylere Alar ho. Romalı Dakyustan bu yana Kaç hayın kaç zalım görmüştür Kaç kıya kaç yıkım görmüştür Çekilir sabır mağarasına Yedi uyurlardan olur. Demen beylere beylere Alar ho. Zorla hele hile ile Toprağına girildiğinde Satıldığında gavura Yöneticileri Verir savaşını kahraman olur. Demen beylere beylere Alar ho üşümek üşümek bir tanem çocuksu gözlerinin alevinde titreyip üşümek ve kaçıp gitmek buralardan buralar bana dar geliyor sevdiğim. yüreğim sığmıyor göklerin altına vurup gidiyorum rüzgarın kanatlarında belkısların diyarından ta kehkeşanlara dolaşıyorum yeryüzünü gökyüzü,melekleri, yıldızları ayda duruyor hala canlı ve dipdiri aşkımızın izleri buralar bana dar geliyor birtanem tutunamıyorum bu zalim dağlara, ovalara, vadilere taşıp gidiyorum okyanuslardan üşüyorum üşüyorum alev alev kartipilerinde üşüyorum. dönüp bakıyorum yollara virane evlerin silueti düşmüş hatıralara dönüp bakıyorum dumanı göklere biriken yakılmış zamanlara. sen daha çocuksun bilmiyorsun aşkın buzlu bir yanardağ olduğunu kaldırımların sensizliği nasıl haykırdığımı yüzüme denizin korkunç dalgalarını ve kıyıdaki insafsız çarpıntılarını ve durup durup çılgınca yokluğuna nasıl ağladığını istanbul,un sen bilemiyorsun. üşümek üşümek bir tanem çocuksu gözlerinin alevinde titreyip üşümek. ve kacıp gitmek buralardan buralar bana dar geliyor sevdiğim yüreğim sığmıyor çırpınıp duruyor deryaların uçsuz bucaksız ufuklarında. üşüyorum zümrüt gözlerinin alev alev yangınında üşüyorum bir tanem üşüyorum Dördüncü konuşmamızda (ben neredeyim?) isa'dan önce bu kentte bir karınca taciri. Günahkar bir hayalet için (biraz ölüm) uyluk kemiğiyle acı çekecek saraylarında. Beşinci konuşmamızda (anlatmak diye bir şey yoktur burada) arsenik götüren bir uşak efendisine. Vebalı gecelerden (makasla kesilmiş sarı bir ay) kurtulacaklarına inanırlardı. Biz vaktinde ölmüş olduğumuz için (satranç taşları gibi) kireçlerden korkmuyorduk bir de kudüs fareleri bir de kudüs fareleri. Bir öyle fareler bir öyle fareler Derinden derine ırmaklar ağlar, Uzaktan uzağa çoban çeşmesi, Ey suyun sesinden anlıyan bağlar, Ne söyler şu dağa çoban çeşmesi. . Gönlünü Şirin'in aşkı sarınca Yol almış hayatın ufuklarınca, O hızla dağları Ferhat yarınca Başlamış akmağa çoban çeşmesi. . O zaman başından aşkındı derdi, Mermeri oyardı, taşı delerdi. Kaç yanık yolcuya soğuk su verdi. Değdi kaç dudağa çoban çeşmesi. . Vefasız Aslı'ya yol gösteren bu, Kerem'in sazına cevap veren bu, Kuruyan gözlere yaş gönderen bu... Sızmadı toprağa çoban çeşmesi. . Leyla gelin oldu, Mecnun mezarda, Bir susuz yolcu yok şimdi dağlarda, Ateşten kızaran bir gül arar da, Gezer bağdan bağa çoban çeşmesi, . Ne şair yaş döker, ne aşık ağlar, Tarihe karıştı eski sevdalar. Beyhude seslenir, beyhude çağlar, Bir sola, bir sağa çoban çeşmesi... Kardeşim Fuad Şemsî’ye . HOCAZÂDE Merhum Hoca Tâhir Efendi’nin oğlu. KÖSE İMAM Merhum Hoca Tâhir Efendi’nin şâkirdlerinden. ÂSIM Köse İmam’ın oğlu. EMİN Hocazâde’nin oğlu.. — Vay Hocam! Vay gözümün nûru efendim, buyurun! Hangi rüzgârdır atan sizleri? .. Lûtfen oturun. Mütehassirdik efendim, ne inâyet! Ne kerem! Öpmedik afvediniz... — Çok yaşa... Lâkin... Veremem. — Bütün İstanbul’un ağzında gezen elleriniz, Bize nâz etmese olmaz mı efendim? Veriniz. — Döktüğün dillere bittim, seni çok sözlü seni! Ayda, âlemde bir olsun aramazsın Köse’ni. Bu herif öldü mü, sağ kaldı mı, derler de ayol, Baba dostuysam eğer kalkıp ararlar bir yol. Yoksa yaşlanmaya görsün, adamın hâli yaman... Ne fenâ günlere kaldık, aman Allâh’ım aman! «Nesl-i hâzır» denilen şey pek acâib bir şey: Hoca rahmetliye bak, oğluna bak, hey gidi hey! .. — Amma tekdîr ediyorsun, canım ilkin adamı... Bir selâm ver bakalım, böyle Selâmsız’dan mı? — Selâmun aleyküm. — Aleyküm selâm... Barıştık, yüzün gülsün artık, İmam. — Hele dur, öfkemi tekmilleyeyim... — Tekmille! Zâten eksik bir o kalmıştı: Hudâyî sille. — Sanki dövsem ne yaparsın? Hocayız biz, döveriz... Gül biter aşk ile vurduk mu... — İnandım, câiz. — Pek cılız çıktı bu «câiz», demek îmânın yok? — Dayak «Âmentü»ye girdiyse, benim karnım tok. Gül değil, kıl bile bitmez sopa altında! — Hele! — Öyle olsaydı, şu karşındaki yalçın kelle, Fark olunmazdı Kızanlık’taki güllüklerden! Bu dayak faslı da aç karnına bilmem nerden? Dur ki çay demleyelim, nargile gelsin, kerem et. — Söyle gelsin, hadi, zahmetse de... — Hâşâ, rahmet. — Enfiyen var ya? — Tabî’î. — Çekilir boydan mı? — Burun aldatmaya kâfî. — Bu nedir? Cerman mı? — Karışık. — Neyse, zarûrette pek a’lâ gidecek. Hocazâdem, bakalım, bir de bizimkinden çek. — Yerli mahsûlüne benzer mi desem? .. — Kendisidir. — Sen de tiryâki değilsin ya, pek a’lâ yetişir. — Baban olsaydı da görseydi, işin vardı. — Neyi? — Çektiğin murdarı. — Sevmezdi, evet, böyle şeyi. — Neydi rahmetlide, lâkin, o temizlik, vay vay! Azıcık benzemiş olsaydı ya mahdûmu da... — Ay? Şu babamdan nerem eksik, hadi, göster bakayım? — Ama hiddetleneceksen ne suyum var, ne sayım? Yok, eğer mum gibi dosdoğru cevâb istersen: Babanın kestiği tırnak bile olmazsın sen. — Ne nezâketli beyan: Hay gidi mum, tıpkı odun! — Böyle hiddetlenecektin, neye râzî oldun? — Oldum amma bu kadar doğrunun olmaz ki tadı... «Selâmun aleyküm behey Kör Kadı! » Seni çok sözlü dedin, yetmedi; tekdîr ettin, Yine az geldi... — Hayır, söylemedim, söylettin. — Başladın şimdi de tahkîre... Kızılmaz mı Hoca? — Zübbelik yok! — O ne? Ben zübbe miyim? — Oldukça. — Vâkıâ çok severim, her ne desen aldırmam; Bu, fakat hazmolunur parça değil... Pîr ol İmam! — Sen de pîr ol. — Ama kızdım. — Ne tuhaf şeysin be: Bir sözümden kızıyorsun. — Kime derler zübbe? — Sana derler. — Niye? — Hem benzemedin merhûma; Hem neden benzemedin, dersen, efendim, sorma, O ne hiddet, o ne şiddet! Çalışıp benzesene! İlme vakfettiği dirsek babanın: Elli sene. — Biz de az çok pala sürttük... — Sana câhil demedik, Yalınız zübbe dedik... Bak yine baktın dik dik. Hoca rahmetli yetişmişti, düşün hem, nereden? Kimin oğluydu baban? Kimdi unuttun mu deden? İpek’in köylüsü, ümmî, yarı vahşî bir adam... — Bâri yamyam de! Ne mâni’ ki, evet, ak yamyam! — Dinle oğlum... — Ne nezâhet bu Hocam? Hayrânım! — Lâfı ağzımda bıraktın be kuzum, dur be canım... — Cümle bitseydi, emînim ki, dedem gitmişti... Dar yetiştim! — Ne o, sırtlan da mı olduk şimdi? — Neyse bahsinde devam et bakalım... — İşte baban, Bir şey öğrenmedi elbette o ümmî babadan. Ne kazanmışsa, bütün, kendi kazanmış, kendi. Zât-ı devletleri, lâkin azıcık çöplendi. Sen duâ et babadan topladığın mîrâsa, Hep onun himmetidir üç satır ilmin varsa. — Üç satır hem de, İlâhî, ne tükenmez irfan! — Hadi üç yüz satır olsun mütehammilse kafan. Hoca’nın kâ’bına yükselmen için dağlar var. — Tırmanırsam? — Hadi tırman, bakalım, işte duvar. — Göreceksin. — Bu bacaklarla mı? — Hay hay! — Belli! Yaşınız kaçtı paşam, elli mi? — Yoktur elli. — Aştınız kırkı ya? — Kırk altıyı bulduk. — A’lâ... Yüzü bulsan, yine «hâlâ mı bu mektub, hâlâ! » Arzı olmazsa hayâtın ne çıkar tûlünden? Hani kırk altı yılın eldeki mahsûlünden? Hangi bir fende teâlî edebildin, evlât? Hangi san’atte rüsûhun göze çarpar? Anlat! Ulemâdan mı sayıldın? Fukahâdan mı? — Hayır. — Ya siyâsî mi nesin? Kendine bir meslek ayır. — Şâirim. — Olmaz olaydın: O ne yüzler karası! Bence dünyâdaki işsizlerin en maskarası. — Afedersin onu! — İmkânı yok etmem, ne demek! Şi’re meslek diye, oğlum, verilir miydi emek? Âh, vaktiyle gelip bir danışaydın Köse’ne, Senin olmuştu bugün belki o kırk altı sene. — Ama pek hırpaladın şi’ri... — Evet, hırpaladım: Çünkü merkep değilim, ben de mürekkep yaladım, Ben de târîh okudum; âlemi az çok bilirim. «Şuarâ» dendi mi, birdenbire oynar sinirim. İyi gün dostu herifler, o ne yardakçı gürûh, O ne müstekreh adamlar! Hani bakmak mekrûh. Dalkavukluktaki idmanları sermâyeleri... Onlar azdırdı, evet, başlıca pespâyeleri. Bu sıkılmazlara «medh et! » diye, mangır sunarak, Ne erâzil adam olmuş, oku târîhi de bak! Edebiyyâta edebsizliği onlar soktu, Yoksa, din perdesi altında bu isyan yoktu: Sürdüler Türk’e «tasavvuf» diye olgun şırayı; Muttasıl şimdi «hakîkat» kusuyor Sıdkı Dayı! Bu cihan boş, yalınız bir rakı hak, bir de şarab; Kıble: Tezgâh başı, meyhâneci oğlan: Mihrab. Git o «dîvan» mı ne karn’ağrısıdır, aç da onu, Kokla bir kerre, kokar mis gibi «Sandıkburnu! » (*) (1) Beni söyletme neler var daha! — Tekmilleyiver... Sâde pek sövme ki, Peygamberimiz şi’ri sever. — Vâkıâ «inne mine’ş-şi’ri...» büyük bir ni’met; Dikkat etsen: Yine sevdikleri, lâkin, hikmet. (*) (2) Ben ki Attâr ile Sa’dî’yi okur, hem severim; Başka vâdîleri tutmuşlara ancak söverim. Hem senin şi’re müdâfi’ çıkışın ma’nâsız: Sana şâir diyen, oğlum, seni gördüm yalnız: Kimi Mevlidci diyor... — Âh olabilsem, nerde! Yetişilmez ki: Süleyman Dede yükseklerde. — Kimi bid’atçi diyor... Duyduğum en çok bunlar. — Daha var mıydı, İmam? — Var ya, unuttum: Baytar. — Keşke baytarlık edeydim... — Yine et mümkünse. — Yapamam. — Belki yapardın be... — Unuttum, be Köse! — Keşke zihninde kalaymış, ne kadar lâzımmış; Beni dinler misin evlâd? Yine kàbilse çalış: Çünkü bir tecrübe etsen senin aklın da yatar, Bize insan hekiminden daha lâzım baytar. — Hele bir çek bakalım! — Sen de bizimkinden çek. — Hani çay gelmedi yâhu? — Ay, unuttuk, gerçek. — Gitme seslen yalınız, nerde Emin, yok mu? — Emin! Nerdesin? Baksana, çay demleyeceklerdi demin... — Demlemişler, baba. — Sen gelsene, oğlum, buraya... El öperlerdi, unuttun mu? — Hayır. — Oldu mu ya? — Demin öptüm, baba... — Öptün mü, git öyleyse hadi. Hele yâ Rabbi şükür, çay da nihâyet geldi. Şeker istersen eğer bulduralım? — Dört yüz mü? — Aldığım yok, yaşasın İzmir’in a’lâ üzümü; Hem ucuz, hem daha lezzetli! — Çekirdeksiz de. — Buyurun. — Başla canım, var mı merâsim bizde? — Hocam, evvelce üzüm çiğnenecek, üstüne çay... İçelim aşkına rindân-ı Hudâ’nın! Hay hay! . * * *. — Hoca, keşfet bakayım, şimdi bu harbin sonunu? — Onu Allah bilir amma, acaba var mı sonu? — Ne demek! Nâ-mütenâhî mi bu? Elbette biter; Tarafeynin biri ancak deyiversin ki: Yeter. — Aklım ermezse de evlâd, bu işin bitmesine, İki şeyden biri lâzım... — O nedir? — Dinlesene: İngiliz yok mu, o hâin, ya doyup patlamalı; Yâhud aç kalmalıdır... Yoksa bizim fal kapalı. Açma sen şimdi o yaprakları, oğlum beni sor: Başımın derdi büyük, çâresi yok... Olsa da zor. — Çâresiz derd olamaz, söyle Hocam, dinliyorum? — Bir değil... — Tut ki bin olmuş, ne demek, mecbûrum. Sana hizmet, babamın rûhuna rahmettir, ayol. — Hocazâdem, bilirim hepsini, berhurdâr ol. Oğlanın hâlini evvelce mi açsam? .. Lâkin, Komşunun derdi dururken bunu açmak çirkin. — Oğlanın hâli nedir, söyle? Merâk etmedeyim... — Hele dursun da o, ilkin şunu bir nakledeyim: Mütekàid paşalardan biri, üç beş sene var, Düştü bilmem ne taraftansa bizim semte kadar. Kimde az çok getirir bir satılık mal varsa, Kapatıp yaptı beleşten sekiz ev, dört arsa. Herifin hâli bidâyette zararsızcaydı; Son zamanlarda, ne olduysa, namazdan caydı. Ne cemâ’atte, ne mescidde, bugün komşu paşa. — Olağan şey, sofuluk çıkmadı, besbelli başa. — Derken incelmeye, gencelmeye kalkıştı... — Aman! — Ne aman dinledi, gittikçe, hovardam, ne zaman. Saç sakal tuttu ne hikmetse acâib bir renk; Kalafatlandı bıyıklar, iki batman, bir denk! Çehre allıklı sabunlarla mücellâ her gün; Fes yıkık, kelle çıkık, kaş yılışık, göz süzgün; İğne, boncuk, yakalık, tasma, yular... Hepsi tamam; Koçyiğit sanki bunak! — Sen de mi şâirdin İmam? — Kuşkulandım paşadan, gizlice gittim hanıma; Dedim: Örtün de kızım, gel bakalım, gel yanıma. Zevcinin tavrı acâibleşiyor zannederim, Sen ne dersin buna bilmem, bana sor, bak ne derim: İşçiniz, sofracınız var mı? — Evet. — Kim? — Eleni. — Şimdi sav. — Hiç mi sebepsiz? — A kızım, dinle beni: Böyle şeylerde sebep, hikmet aranmaz... Çabucak Savabilmektedir iş... Yoksa rezâlet çıkacak: Paşa azmış! — Acabâ üstüme gül koklar mı? — Onu bilmem, gülü koklar mı kocan, yoklar mı? Beni söyletme kızım, git de hemen sav karıyı. * * * Çok zaman geçmedi, gördüm ki bizim soytarıyı, Geliyor «ilmühaber yaz» diye, neymiş bakalım? — Bir izinnâme. — İzinnâme mi? Hay hay, lâzım... Evlenen hangisi? Beyler mi, kerîmen mi, paşa? — Onların vakti değil. — Kim ya? — Benim. — Sen mi? Yaşa! Tam da vaktin, hani gün geçmeye gelmez, davran! — Hoca eğlenme hemen yazmana bak, işte paran! — Ay o murdar kâğıdın pek mi büyük hâtırı ki, Beni ürker diye tutmuş sayıyorsun bir.. iki? .. Kaç paran varsa büküp katla da indir cebine, Yazamam nâfile. — Elbet yazacaksın, sana ne? — Hiç adam hâline bakmaz mı be? İnsâf azıcık! — Çok şükür hâlime... Nem var? Yüzüm ak, alnım açık... İyi bak sen bana bir kerre! — Hayır, kendin bak; Bence bir kellen açık, bir de sakal diplerin ak. — Ama sen halt ediyorsun! Sakalımdan size ne? — Ne mi? Ondan beleş eğlence mi var seyredene? Gülüyor kahvede el, çarşıda bakkal, çakkal; Olma beyhûde, ağızlardaki bir parmak bal; Çatlasan sofracı Rumdan karı olmaz adama. — Kim haber verdi bileydim? .. — Ne bunak şeysin ama! Kim haber verdi, nedir? Sormaya var mıydı lüzum? Yediğin herzeyi kör gördü, sağır duydu kuzum. Söyletir çarçabuk insan, meğer olsun pek alık, Boşboğaz şey, o senin yosma sakal, hasba kılık! — Artık elverdi İmam, kellemi kızdırma da yaz. — Bana bak: Hiçbir imam böyle rezâlet yazamaz. — Ay, rezâlet de diyor Sünnet’e! — Sünnet mi? — Ya ne? — Öyle şey yok... — Ne demek! — Dinle, be hey dîvâne: Öyle Sünnet denemez, her zaman, evlenmek için; Vakt olur, Sünnet’i geç, vâcib olur erkek için; Vakt olur, Sünnet olur... — Söylediğim çıktı, tamam! — Vakt olur, bir de bakarsın ki, olur böyle: Haram. — Kimseden dinlememiştim bu senin fetvâyı... Ne tuhaf! — Sende tuhaflık, kısa kes da’vâyı. Çoluğun var, çocuğun var, haremin nâmuslu; Yaşın altmış beşi bulmuş, otur artık uslu. Neren eksik, be adam, böyle ne var çıldıracak? Karı derdiyle yıkılmaz bu kadar yıllık ocak. — O nasıl söz? Ben ocak yıkmaya evlenmiyorum. — Hiç o seksen kapı gezmiş, o kaşarlanmış Rum, Sofracıyken seni koymuş da bu cânım kılığa, Hanımım derse, dökülmez mi ki fındıkçılığa? Karı kıvrak, paşa hazretleri, şallak mallak; Biri hakkıyle edepsiz, biri şartınca salak; Evelallah döneceksin çabucak maskaraya; Vuracaksın iki üç dalgada baştan karaya! Artık evler gidiyor cilveyi kırdıkça madam... Oynasın kumda çocuklar! — Ne vazîfen be adam? Avukattan da beter, ay ne kadar herze-vekil! — Defol ordan! — Haydi yaz kâğdımı! — Yazmam be, çekil! — Yazacaksın! — Yıkıl ordan, sana yok ilmühaber; Meğer emretmeli rü’yâma girip Peygamber. — Yazma sittin sene, pampin, yap elinden geleni; Yedi gün sonra duyarsın: Hanım olmuş Eleni! . * * *. Hocazâdem, sözü çıksın da nihâyet herifin, Bana kah kah diye gülsün mü? Nasılmış keyfin! — Akdi kim yaptı? — Açıkgöz mü ararsın ki? Dolu... Yalınız gösteren olsun: Paranın nerde yolu. O değil, şimdi asıl çattı belânın büyüğü: Haber aldım, karı kandırmış o sersem hödüğü, Alıyormuş bütün emlâkini. — Gerçek mi? — Evet. Buna bir çâre düşün, gitmesin evler, kerem et. O çocuklar ne olur sonra? — Perîşan. Ya hanım? — O da rahmetli anamdan daha safmış be canım! Söyledim söyledim aldırmadı «vurdum duymaz»! Sonra mel’un karı kurnaz mı, hakîkat kurnaz; Herif eşşek mi dedin, eşhedü-bi’llâh eşşek; Ağzı karnındaki uçkur düğümünden gevşek! Bir kırıtsın, iki dil döksün o fettan kahbe! Çare yok, salyası sarkıp diyecek: Verdim be! Hanım akşam, bize gelmişti namazdan sonra... Yolda bîçâre şaşırmış, hadi girmiş çamura. Ne kıyâfet, ne hazin manzara, görsen yavrum! Kendi ağlar, kızı ağlar... Ne deyim, bilmiyorum. Ciğerim sızladı baktım da, fakat fâide ne? Kaderin cilvesi, kurbân olayım halledene! Gamsız insanlara eğlence gelirmiş yaşamak; Yüreğin hisli mi, işkencedesin, tâli’e bak! Şimdi, oğlum, herifin hacrine bir çâre! — Kolay! — Süfehâdan sayabilsek? — Sayacaksın, hay hay. Bir adam mâlini isrâf ile etmişse heder, Ona hükkâm-ı Şerîat «süfehâdandır» der. Sâde-dil, ebleh olup, kâr ederim, vehmiyle, Ahz ü i’tâya çıkıp aldanan eşhâsa bile, «Süfehâ» nâmını vermekte, evet, Şer’-i şerif. Gelelim mes’elenin halline: Mâdem bu herif, Kendi infâkına muhtâc olan evlâdlarının, Cümlesinden geçerek, derdine bir pis karının, Heder etmekte bütün mâlini... Elbet ya bunak; Yâhud aldanmaya gâyetle müsâid avanak. İki sûrette de hâkim bunu hacretse, eder. Şimdi lâzım gelen ancak size bir ilmühaber. İhtiyar hey’eti, muhtar, hepiniz toplanınız; Yazınız çarçabuk... Etraflıca olsun yalınız; Sonra, hiç beklemeden gönderiniz mahkemeye. — İş mühim... Korkarım etraflı yazılmazsa diye, Şunu sen yazsana oğlum? — Bakarız dur da biraz... Daha a’lâsı mı: Ben söyleyeyim, kendin yaz... İmam üslûbuna uydurması artık senden! Hadi bir Besmele çek, başlayalım istersen. Hele ilkin takıver gözlüğü. — Hay hay, takayım; Yalınız, sen bana bir parça kâğat ver bakayım. — Hokka ister mi? — Divit var ya. — Peki, işte kâğat. Evvelâ ortaya bir «Hû» mu atarlar? Hadi at, Başla: «Bâdî-i» — Evet, «ilmühaber oldur ki» — «Mahallemizde» çabuk yaz! — Şaşırmayım, dur ki! — «Filân sokakta» — Yavaş söyle, oldu. — «Kâin olan Filânca hânede... sâkin... filânca oğlu... filân...» Düşünme! «Her ne kadar» — Oldu, söyle sen... — «Ma’tûh» — Peki. — «Değilse de» — Lâkin, kalem kırıldı be, tûh! — Öbür kalemle yaz artık, ne makta var, ne çakı. «İâşesiyle» bitirdin mi? — Söyle. — «İnfâkı Tamâmen üstüne âid ve...» Haydi! «Efrâdı Kesîr...» — Evet, azıcık dur... — «İyâl ü evlâdı» — Peki. — «Bulunduğu...» — Dur dur! — Yoruldun anlaşılan? — Yorulmadım hadi sen... — «Hâlde uhdesinde olan» Yazıldı bitti mi? «Bilcümle mâl ü mülkü» — Evet. — «Ahîren aldığı...» Yazdın mı? .. Durma şimdi. — Fakat... — Ne var ki? — «Aldığı» kâfî mi? İstemez mi nikâh? — O halde şöyle yazarsın: «Ahîren istinkâh» — Bu oldu. — «Ettiği» ... Kız neydi? — Söyledik ya kuzum, İşitmedin mi demin? — Haklısın, devâm et: «Rum Cemâatinden» efendim «filânenin» yazıver. — Yazıldı. — «Üstüne etmek» — Edeydi keşke! — «Diler Ve böyle mâlini beyhûde yolda imhâya Kıyâm eder» — Yavaş ol! Koş diyen de olmadı ya! — «Ve arz edildiği vech üzre emr-i infâkı» Ne i’tinâ bu! Yesârî misin, nesin? — Tıpkı? — Yazındı: «Kendine mahsûs ve münhasır bulunan» Adam, cızıktırıver, bakma hüsn-i hatta, filân. «Küçük, büyük bütün evlâdlarıyle zevcesini» Yazıldı bitti ya? — Sabret, düzelteyim şu sini... Düzeldi. — Yaz bakalım: «Her cihetce pek mahrûm Ve ihtiyâc» — Evet, oğlum, yazıldı, bekliyorum. — «İçinde ölmeye mahkûm» — Eder mi? — Yok «bırakır». — Yazıldı. — «Olmağın» — A’lâ! — Fenâ mı yoksa? — Hayır, Fenâ olur mu ya? — «Mumâileyhin» — İşte bu çok! — Ne çâre! «Şer’-i şerîf cânibinden» oldu mu? — Yok... Biraz yavaşça. — Peki... Haydi, şimdi bağlayıver: «Lüzûm-i hacrine dâir» yaz... «İşbu ilmühaber» «Mahallemizce» mi dersin? Dedinse «bi’t-tanzîm Huzûr-i hâkim-i şer’îye» sec’i bas: «Takdîm Kılındı.» — Âferin, oğlum, imam da böyle yazar. — Onu bilmem, şu bitirdik ya nihâyet zor zar. — Acabâ hacri muvâfık görecekler mi ki? — Eyy... Hâkimin re’yine, vicdânına kalmış bir şey. Sen de gör kendini bir kerre. — Peki, evlâdım, Göreyim... Başka ne yapsam ki, şaşırdım kaldım. Bittim artık, bilemezsin ne kadar bittiğimi; Âh görsem şu cihandan yıkılıp gittiğimi! Ne gebermez, ne kütük bünye ki hiç kağşamamış! Bunu Rabbim bana “sağlık” diye nerden yamamış? İstemem, kendinin olsun! — Ne diyorsun? Hele bak! — Bırak oğlum, azıcık derdini döksün şu bunak. Bana dünyâda ne yer kaldı, emîn ol, ne de yâr; Ararım göçmek için başka zemin, başka diyâr. Bunalan rûhuma ister bir uzun boylu sefer; Yaşamaktan ne çıkar günlerim oldukça heder? Bir güler çehre sezip güldüğü yoktur yüzümün; Geceden farkını görmüş değilim gündüzümün. Seneler var ki harâb olmadığım gün bilmem; Gezerim abdala çıkmış gibi sersem sersem. Dikilir karşıma hep görmediğim bilmediğim; Sorarım kendime: Gurbette mi, hayrette miyim? Yoklarım taşları, toprakları: İzler kan izi; Yurdumun kan kusuyor mosmor uzanmış denizi! Tüter üç beş baca kalmış... O da seyrek seyrek... Âşinâ bir yuva olsun seçebilsem, diyerek... Bakınırken duyarım gözlerimin yandığını; Sarar âfâkımı binlerce sıcak kül yığını. Ne o gömgök dereler var, ne o zümrüt dağlar; Ne o çıldırmış ekinler, ne o coşkun bağlar. Şimdi kızgın günün altında pinekler, bekler, Sâde yalçın kayalar, sâde ıpıssız çöller. Yurdu baştanbaşa vîrâneye dönmüş Türk’ün; Dünkü şen, şâtır ocaklar yatıyor yerde bugün. Gündüz insan sesi duymaz, gece görmez bir ışık, Yolcu haykırsa da baykuş gibi, çığlık çığlık. «Bu diyârın hani sâhipleri? » dersin; cinler, «Hani sâhipleri? ..» der, karşıki dağdan bu sefer! Nerde Ertuğrul’u koynunda büyütmüş obalar? Hani Osman gibi, Orhan gibi gürbüz babalar? Hani bir şanlı Süleyman Paşa? Bir kanlı Selîm? Âh, bir Yıldırım olsun göremezsin, ne elîm! Hani cündîleri, şâhin gibi, ceylân kovalar, Köpürür, dalgalanır, yemyeşil engin ovalar? Hani târîhi soruldukça, mefâhir söyler, Kahramanlar yetişen toprağı zengin köyler? Hani orman gibi âfâkı deşen mızraklar? Hani atlar gibi sahrâyı eşen kısraklar? Hani ay parçası kızlar ki koşar oynardı? Hani dağ parçası milyonla bahâdır vardı? Bugün artık biri yok... Hepsi masal, hepsi yalan! Bir onulmaz yaradır, varsa yüreklerde kalan.. * * *. — Sorma, Kartal’da idim ben de bu çarşamba günü. Dediler: «Kurna’da dünden beri var köy düğünü, Hoşlanırsan, hadi, olmaz mı? ..» «Pekâlâ, gideriz; Hem biraz kır görürüz, hem de güreş seyrederiz.» Keşke, gitmem demiş olsaydım... İlâhî, o ne hâl, O nasıl maskara dernekti ki ta’rîfi muhâl. Topu kırk elli kadar köylü serilmiş bayıra, Bakıyor harmanın altındaki otsuz çayıra. Bet beniz sapsarı bîçârelerin hepsinde; Ne olur bir kişi olsun görebilsem zinde! Şiş karın sıska çocuklar gibi, kollar sarkık; Arka yusyumru, göğüs çökmüş, omuzlar kalkık. Gözlerin busbulanık rengi, kapaklar şiş şiş; Yüz buruşmuş, uzamış, cebhe daralmış, gitmiş. Gezecek yerde o âvâre nazarlar dalıyor; Serilip düştü mü bir noktaya, kaldırması zor! Sıtmadan boynu bükülmüş de o dimdik Türk’ün, Düşünüp durmada öksüz gibi küskün küskün. Gövde teşrihlere dönmüş, o bacaklar değnek; Daha yaş yirmi iken eller, ayaklar titrek. Öyle seksenlik adamlar aramak pek yanlış; Kırk onun ömrüne son merhale olmuş kalmış. Değişik sanki o arslan gibi ırkın torunu! Bense İslâm’ın o gürbüz, o civan unsurunu, Kocamaz, derdim, asırlarca, sorulsaydı eğer… Ne çabuk elden, ayaktan düşecekmiş o meğer! ... Neyse, değnekçi gelip: «Meydan açılsın, savulun! » Der demez, başladı kalbî sesi yırtık davulun. Güm güm ötmek ne gezer! Tık nefes olmuş kasnak: Göğsü tokmak gibi küt! küt! vuruyor hışlayarak. Zurna hımhım mı nedir, söylemiyor bir türlü; Üfleyen çingenenin rengi mezar, kendi ölü. Güneş oldukça kızışmış, beni yormuştu sıcak; Hele bir gölge bulup altıma çektim çabucak. Tam demiştim: Azıcık yaslanayım, dinleneyim... Biri tıksırdı ta ensemde... Acâib, bu da kim? Ne göreydim: Kelebek tarlası olmuş da içi, Soluyup sümkürüyor sırtıma bir yaşlı keçi! «Ama bak, aklıma gelmezse de hürmet talebi; O kadar fazla samîmiyyeti sevmem, çelebi; Sakalından çekerim, sonra, karışmam... Hadi git! » Nerde! Aldırmadı... Sordum, baş ödülmüş bu yiğit! ... Hele sen geç yiğidim, geç bakalım, başka ne var? Bir çelimsiz sopa, boynunda üç arşın astar. Pehlivanlar hani? derken, söküvermez mi, Hocam, Birbirinden daha bîçâre sekiz çıplak adam? Âh o soygunluğu rü’yâda gören korkardı: Çünkü gömlek gibi etten de soyunmuşlardı! Bir delik torbaya girmiş kimi, kıspet yerine; Çekivermiş kimi, bir lîme çuval dizlerine. Kiminin, giydiği çakşır, kiminin bez şalvar; Kiminin, uçkuru boynundan asılmış, donu var. Acabâ yağ sürünürler mi desem, yağ nerede? Bereket versin onun ma’deni varmış derede: Sağ omuzlarda birer, başları kertikli, ağaç, Kadın, erkek, suyu aktarmada bakraç bakraç. Sonra, nerdense gelip «yağlanınız haydi! » sesi, Çöktü meydanda duran kaplara artık hepsi. Palaz ördek gibi, bandıkça avuçlar bandı; Meşin ıslar gibi, kavruk deriler ıslandı. Bu merâsim de bitip, başlayacak dendi güreş, Çarpınıp çırpınarak çıktı nihâyet iki eş. Daha ilk elde boşansın mı alınlardan ter, O göğüsler sana ötsün mü körükten de beter? Baktım: Altından o bir çifte perîşan bağrın, Soluganlar gibi kalkıp iniyor çifte karın! Sonradan dizlere bir titremedir çökmüştü; Hele çok sürmeyerek dördü de cansız düştü. İki bîçâre serilmiş, yatıyorken yerde, «Kalkın artık! » dediler, lâkin o derman nerde! Güreşin böylesi hiç görmediğim bir şeydi; Orta, baş, hepsi de bunlar gibi âvâreydi.. * * *. Karşıdan tentesinin nısfı hasır, nısfı aba, Bir tekerlekleri alçak, yana yatmış araba; Yerliden az kaba, Maltız keçisinden çok ufak, İki mahzûn öküzün seyrine münkàd olarak; Ne yanık mersiyeler söyletiyor dingiline! Bunu gördüm, acımak geldi içimden geline: Sana baksın da kızım, bahtın utansın... Ne deyim? O, senin, kimdi, bugün nerde yatar, bilmediğim, Ninenin rûhuna âgûş açıyorken melekût, Tertemiz na’şını gufran gibi örten tâbût, Şu gelinlik arabandan daha şâhâneydi. Geçti rü’yâ gibi, Allâh’ım, o günler neydi! Şu bayırlarda -ki vaktiyle bütün bağlardı- Sesi dünyâyı tutan bir bereket çağlardı. Ya şu vâdî ki çırılçıplak uzanmış, bîtâb, Hiç yazın böyle fezâsında tüter miydi serâb? Şimdi âfâka alev püskürüyor her çatlak, Yarılıp hasta dudaklar gibi, yer yer, toprak. — Deşme, oğlum, yaradır, hem de yürekler yarası... — Neydi, yâ Rabbi, otuz kırk sene evvel burası? Dağlar orman, tepeler bağ, ovalar hep tarla; Koca mer’â dolu baştan başa sağmallarla. İğne atsan yere düşmez: O ekin bir tûfan; Atlı girsen gömülür buğdayın altında kafan. Köylünün kırları tutmuş, yayılırken davarı, Sökemezsin, sarar âfâkını yün dalgaları! Dolaşır sal gibi göllerde hesapsız manda, Fil sanırsın, hani, bir çıksa da görsen karada. Geniş alnıyle yarar otları binlerce öküz, Besiden her birinin sırtı, bakarsın, dümdüz. Ne de ıslak patı burnundaki mosmor meneviş! Hadi gelsin bakalım damların altında geviş. Diz çöker buldu mu yaslanmaya kâfî meydan; Sürünür toprağın üstünde o kat kat gerdan. Çifte gözler süzülür, tek çene durmaz çiğner; İki yandan yere şeffâf iki ipliktir iner. Bunların ağdalanır, maç maç öterken sakızı, Öteden bir sürü gürbüz, demevî köylü kızı, Tarayıp hepsini evlâd gibi, bir bir kınalar. Tepeden kuyruğu dikmiş, inedursun danalar, Dalar etrâfa köyün damgalı yüzlerce tayı; İnletir at sesi, kısrak sesi gömgök ovayı. Gündüzün kimse görünmez: Kadın, erkek çalışır; Varsa meydanda gezen tostopaç oğlanlardır. Akşam olmaz mı, fakat, toplar ahâlîyi ezan, Son cemâ’at yeri, hattâ, adam almaz ba’zan. Güneş âfâka henüz arz-ı vedâ etmişken, Yükselir Kâ’be’ye doğrulmuş alınlar yerden; Önce bir dalgalanır, sonra eder hepsi karar; Örülür enli omuzlarla birer canlı hisar. Bu yaman safların âhengi hakîkat müdhiş; Sanki yalçın kayalar yanyana perçinlenmiş, Öyle bir cebhe kesilmiş ki: Müselsel îmân; Hangi îmâna dokunsan taşacak itmînân. Âh o yekpârelik eyyâmı hayâl oldu bugün; Milletin hâlini gör, sonra da mâzîyi düşün. Kim bu yalçın kayalar sarsılacaktır derdi? Öyle sarsıldı ki edvâra tezelzül verdi! . * * *. Köylünün bir şeyi yok, sıhhati, ahlâkı bitik; Bak o sırtındaki mintan bile tiftik tiftik. Bir kemik, bir deridir ölmedi kaldıysa diri; Nerde evvelki refâhın acabâ onda biri? Dam çökük, arsa rehin, bahçeyi «icrâ» ister; Bir kalem borca bedel fâizi defter defter! Hiç bakım görmediğinden mi nedendir, toprak, Verilen tohmu da inkâr edecek, öyle çorak. Bire dört aldığı yıl köylü, emîn ol, kudurur: Har vurur bitmeyecekmiş gibi, harman savurur. Uğramaz, gün kavuşur, çiftine yâhud evine; Sabah iskambil atar kahvede, akşam domine. Muhtasar, gayr-ı müfîd ilmi kadardır dîni; Ne evâmir, ne nevâhî, seçemez hiçbirini. Namazın semtine bayramları uğrar sâde; Hiç su görmez yüzünün düşmanıdır seccâde. Hani, üç beş kişiden fazla musallî arama; Mescid anbarlık eder, başka ne yapsın, imama! Okumak bahsini geç... Çünkü o defter kapalı, Bir redif zâbiti mektepleri debboy yapalı. Sıtma, fuhş, içki, kumar türlü fecâyi’ salgın... Sonra söylenmeyecek şekli de var hastalığın. Bir taraftan bulanır levse hesapsız nâmûs; Bir taraftan serilir toprağa milyonla nüfûs. Hadi aldırmayalım yükseledursun vefeyât, Nerde noksânı telâfî edecek tâze hayât? Evlenip âile teşkîli bugün zor geliyor; Görüyorsun ya nikâhlar ne kadar seyreliyor! . * * *. Eskiden zurnalar öttükçe fezâ inlerdi; O ne dehşetli düğünler, o ne derneklerdi! Kurulur meydana harman gibi kırk elli sini, Tablalar yığmaya başlar koyunun beslisini. Ense kat kat taşıp etrâfa dökülmüş yakadan; Göğsün eb’âdı kabardıkça gerilmiş camadan; Başta âbânî sarık, tende hilâlî gömlek; Belde Lâhûr şalı, üstünde o som sırma yelek; Dizde kaytan çevirilmiş çuhadan sıkma potur; Amcalar, lök gibi, bağdaş kurarak halka olur. Sofranın hâlesi şeklinde duran, kutru geniş, Boyu çepçevre kılapdanla zarîf işlenmiş, Eni az peşkiri herkes götürür dizlerine. Çorbadan sonra etin türlüsü kalkıp, yerine, Hamurun türlüsü devlet gibi kondukça konar. Sekiz on yerde güğümler mütemâdî kaynar. Tâze şerbet sunulur tâze kesilmiş karla; Buzlu ayransa döner ortada bakraçlarla. Öğle olmaz mı, cemâ’atle kılarlar namazı. Güreşin gümler o esnâda mehîb incesazı: Oturur besli davullar yere, şişman şişman, Perde göstermeye başlar kabalardan, o zaman, Öyle inler ki zemin: Kalb-i fezâ «küt! küt! » atar; Zurnanın tizleri, dersen, yedi iklîmi tutar! Şimdi, hayvanlı, yayan, kız, kadın, oğlan, erkek; Kuşatır ip çekilen meydanı yüzlerce öbek. Bir taraftan da iner nâ-mütenâhî araba... İner amma o kadar süslü ki, dersin: «Acaba, Şu beyaz tenteler altında birer hacle mi var? » Çekilir derken ödüller: Sekiz on seçme davar; İki baş manda, birer tay, dana, top top dokuma... Hele peşkir gibi peşkeşleri artık sorma. Yağ kazanlarla durur, tartısı yok, ölçüsü hiç; Hani ister sürün, ister dökün, istersen iç! Bunların hepsi biter, bir heyecandır belirir; Ne temâşâdır o, titrer durur insan tir tir. Birbirinden daha mevzun iki üç çift endâm, Atılıp sahneye şâhin gibi etmez mi hırâm; Ses, soluk çıkmaz olur, herkesi ürperme alır; O geniş yer de nefeslerle beraber daralır, Çünkü meydanda değil, seyre bakanlarda bile, Âsım’ın dengi heyâkil seçilir yüzlerle. Şimdi, sağ kolda, gümüş kaplı birer bâzû-bend, Boynu mıskayla donanmış, o yarım deste levend, Önce peşrev yaparak, sonra tutuşmazlar mı, Güreş artık kızışır, hasmını tartar hasmı. Uzanır şimdi göğüsler, kavuşur; şimdi, yine Dalga çarpar gibi çarpar gerilip birbirine. Kimi tek çapraza girmiş, mütemâdî sürüyor; Kimi şîrâzeyi tartıp alıvermiş, yürüyor. Kimi sarmayla çevirsem diye sardıkça sarar; Kimi kılçık düşünür, atmak için fırsat arar. Adalî gövdeler altında o bîçâre çayır, Serilir toprağa, hem bir daha kalkar mı? Hayır! Bu, elenseyle düşürmüş de hemen çullanıyor; O da kurtulmak için türlü oyun kullanıyor. Kimi almış paça kasnak, o açar, hasmı döner; Kimi kündeyle giderken topuk eller de yener. Kimi cür’etli olur çifte dalar, hem de kapar; Kimi baskın çıkarak kazkanadından çarpar. Seyreden halkı da bir gör: O ne candan hizmet; O ne rikkatli adamlar, o ne ma’sûm ümmet! Yarılan başları çevreyle boğanlar mı dedin... Göz silenler mi dedin, incik oğanlar mı dedin... Yağ süren başka, saran başka, çözenler başka; Su veren başka, güğümlerle gezenler başka. Şan, şeref duygusu millette nasıl yüksekse, Merhamet hissi de öyleydi, değil miydi Köse? Ne o? Bir şey demedin... — Geçmişe mâzî derler! — Doğru, lâkin... — Bırak, oğlum, gelecekten ne haber? — Onu Allah bilir ancak. — Azıcık kul da bilir. — Bilemez, çünkü görünmez. — İyi amma sezilir: Oruç sıcaklara gelmiş, Kır Ağsı bakmış ki: Sabahlar akşam olur şey değil, bu, tiryâki; Bütün gün esnemeden, hiddet etmeden bıkmış; Al atla bağdaşarak «yâ sefer! » demiş çıkmış. Takım rahat, pala uygun, gazâ mübârek ola: Tavuklu, hindili köylerde haftalarca mola. Refîki arpayı bulmuş, keser, ferîh ü fahûr; Bu dört öğün yiyip ister sonunda bir de sahûr! Bedâva sofraya düştün mü, hoş geçer Ramazan; Misâfirim diye insan mukîm olur ba’zan. Nasılsa bir gece bir düş görür bizim yolcu; Sabâhı bekleyemez, yok ya hâinin orucu; Uyandırır ne kadar köylü varsa, der: Çabucak, Gidin bulun bana bir şöyle zorlu düş yoracak. Çarıkçı Emmi’yi sağlık verir cemâ’at de, — Fakat sahurda yatar, kalkamaz bu sâ’atte. Biraz sabırlı olun... — Şimdi isterim, gelecek: Ben öyle bekleyemem, kalkamaz demek ne demek? Çarıkçı Emmi gelen halkı uğratır kapıdan. İkinci def’a gelirler: — Ocağna düştük, aman, Herif lâf anlamıyor, gel de sonra yat, haydi! — Sabah sabah bu ne düştür be? Görmez olsaydı! Henüz yatağma uzandım bakındı aksiliğe... Gebermediydi ya! — Sen git de söz geçir deliye! Ne söylesen kızıyor... Hak şaşırtmasın kulunu. Adamcağız çıkar evden, tutar köyün yolunu, Ki uyku sersemi tak der zavallının canına; Düşer gelince nihâyet Kır Ağsı’nın yanına. — Aman be Emmi! — Ne var? — Düş yorar mısın? — Be adam, Biraz nefesleneyim, dur ki, yorgunum... — Duramam. — Neden? — Fenâma gider beklemek de... — Vah! Vah! Vah! — Bilir misin ki ne gördüm... — Hayırdır inşallah? — Yemek yiyip yatıverdim, tamam yarıydı gece, Bir öyle hayvana bindim ki seçmedim iyice. — Peki, o bindiğin at mıydı, anlasak, neydi? — Bilir miyim? Yalınız dört ayaklı bir şeydi... Katır mı desem Eşek mi desem? Öküz mü desem? İnek mi desem? Al at mı desem? İdiç mi desem? Koyun mu desem? Çepiç mi desem? — Güzel! — Biraz yürüdük... — Geçtiğin nasıl yerdi? — Nasıl mı yerdi? .. Unuttum, görür müsün derdi? Yokuş mu desem? İniş mi desem? Uzun mu desem? Geniş mi desem? Çorak mı desem? Çayır mı desem? Sulak mı desem? Hayır mı desem? — Tamam! İlerde ne gördün? — İlerde bir kocaman, Karaltı vardı... — Peki, ismi yok mu? — Bilmem aman! Ağaç mı desem? Kütük mü desem? Duvar mı desem? Höyük mü desem? Ağıl mı desem? Hamam mı desem? Yıkık mı desem? Tamam mı desem? — Ya sonra? — Karşıma, baktım, dikildi... — Kim? — Bir adam... — Tanıştınız mı? — O, bilmem tanır mı, ben tanımam... Babam mı desem? Kızım mı desem? Hasım mı desem? Hısım mı desem? Çıfıt mı desem? Gâvur mu desem? Şudur mu desem? Budur mu desem? .. — Uzatma, sen buluyorsun belânı Allah’tan... Bu: Elde bir; yalınız pek seçilmiyor ne zaman... Bugün mü desem? Yarın mı desem? Uzak mı desem? Yakın mı desem? Yazın mı desem? Güzün mü desem? Güzün mü desem? Yazın mı desem? .. — Ne kadar doğru! Hocam, hayra yorulmaz bu gidiş. — Sen o rü’yâya hakîkat deyiver, tam bizim iş. Herifin hâlini gördün ya, bugün millet de, Aynı meslekte, o fıtratte, o mâhiyyette. Tanımaz bindiği mahlûku, sürer kör körüne; Tanımaz gittiği yer hangi taraf, gördüğü ne? Fikri yok, duygusu yok, sanki yürür bir kötürüm; Bu da sağlıksa eğer bence müreccahtır ölüm. Üç beyinsiz kafanın sevkine şaşkın gibi râm; Kırbaç altında bütün gün, ne tezallüm, ne kıyâm. Tuttun, oğlum, bana mâzîleri tasvîr ettin; Köylünün hâlini bilmez, diyerek dinlettin. Hasta meydanda, tedâvîye de cidden muhtaç; Yalınız görmeliyim nerde hekim? Nerde ilâç? Nesl-i hâzır ki sarık gördü mü, terzîl ediyor, Defol ıskatçı diyor, cerci diyor, leşçi diyor... Hocazâdem, ne sülükmüş o meğer vay canına! Diş bilermiş senelerden beri Türk’ün kanına. Emiyor fırsatı bulmuş yapışıp, hem ne emiş! Kene bir şey mi aceb, ah o ne doymaz şeymiş! Ne o kızdın mı? — Hayır, anlarım amma keneyi, Sağdınız siz de asırlarca o sağmal ineği. — Hakkımızdır sağarız: Kahrını çektik o kadar, Besledik... — Yâ? — Ne demek? — Beslediniz, hakkın var! Hanginiz bir tutam ot verdi, bırak beslemeyi? — Yok mudur medresenin köylüde olsun emeği? — Mektebin, belki... Fakat medresenin, hiç ummam. — Kızarım ha! — O senin hakk-ı sarîhindir İmam. — Halka yol gösterecek bir kılavuz var: Ulemâ. Kalanın hepsi de boş. — Boştur, efendim, ammâ... — Neymiş ammâsı beyim? — Yok, şu sizin medreseler, Asrın îcâbına uymakta inâd etmeseler... — Gidin ıslâh edin öyleyse! — Hakîkat, lâzım. — Fıkra gelsin mi ne dersin? — Hadi, gelsin bakalım. — Son zamanlarda hükûmet şımarık bir deliyi, Götürür bir yere vâlî diye bağlar. — Ne iyi! — Herifin ilk işi «Tekmil hocalar gelsin! » der. Ki tabî’î bu adamlar da icâbetle gider. Önce tebrîk ile takdîm için az çok durulur; Sonra «meclis» denilir, bir koca dîvan kurulur. Şimdi kürsîye abansın da senin Vâlî Bey, Nutka gelsin mi adam zannederek kendini? ... — Eyy? Ne demiş? — Yok, ne geyirmiş diye sor! Ma’nâsız Bir yığın râbıta müştâkı perâkende lâfız, Bir etek yâve saçar, bir sürü cinnet savurur; Bu da yetmez gibi peştahtaya üç kerre vurur, Der ki: «Yirminci asır, fenlere zihniyyetler Verebilmekle tebellür ve tefâhürler eder. Vakıâ hâlet-i rûhiyyesi var akvâmın; Bu prensiple, fakat, ma’şeri pek i’zâmın, Belki ferdiyyeti sarsar biraz aksü’l-ameli... Sâde şe’niyyet-i a’sârı durup dinlemeli. İctihâdî galeyanlar da mühimdir ya, asıl, İktisâdî cereyanlardır olan müstahsil. Bunu te’mîn edemezlerse nihâyet hocalar, İskolâstikle sanâyi’ yola gelmez, bocalar. İlk adımdır atacaktır bunu elbette ilim; Par-pirensip, gelin, ıslâh-ı medâris diyelim.» — Par-pirensip mi? Bayıldım be! — Fransızca’ma mı? Ya heriften de mi eşşek sanıyordun İmam’ı? — Birden eşşek deme, bîçâre henüz müsvedde... Ne yetişkinleri var, dursun o sağlam şedde. — Hangi müsvedde? Ne müsveddesi? Bir bilmece ki... — Merkebin... — Ey? — Mütekâmil soyu olmaz mı? — Peki? — İşte hilkatten o sûrette çıkarken beyazı; Böyle birdenbire müsvedde de fırlar ba’zı! Neyse geç fıkraya. — Nerdeydik? Evet, şimdi, nutuk Biter amma yayılır meclise bir durgunluk. — Çünkü imlâya gelir herze değil duyduğu şey! — Sonra kalkar hocalardan biri, der: «Vâlî Bey, Şu hitâbeyle tavanlardan uçan efkârı, Tutamazlarsa küçük görmeyiniz huzzârı. Siz ki yirminci asırlardasınız, baksanıza, Bizim on dördüne dün basmış olan asrımıza! Altı yüz yıl mı, evet, tam o kadar lâzım ki, Kàbil olsun o büyük nutkunuzun idrâki. Sâde «ıslâh-ı medâris» mi ne, bir şey dediniz... Onu anlar gibi olduksa da îzâh ediniz: Acabâ hangi zarûret sizi sevketti buna? Ya fesâd olmalı meydanda ki ıslâh oluna. Bunu bir kerre kabûl eylemeyiz, reddederiz. Sonra, bîçâre medâris o kadar sahibsiz, O kadar baştan atılmış da o hâliyle yine, Düşüyor, kalkıyor amma gidiyor hizmetine. Halkın irşâdı mıdır maksad-ı te’sîsi? Tamam: Şehre müftî veriyor, minbere, mihrâba imam. Hutabânız oradandır, oradan vâiziniz; Oradandır hocanız, kayyiminiz, hâfızınız. Adli tevzî’ edecek hâkime fıkh öğreten o; Hele köy köy dolaşıp köylüyü insân eden o. Şimdi bir mes’ele var arz edecek, çünkü değer: Bunların hepsine az çok yetişen medreseler, Bir zaman müftekır olmuş mu aceb hârice? Yok. İyi amma, a beyim, şöyle bakınsak, bir çok, Bir alay mekteb-i âlî denilen yerler var; Sorunuz bunlara millet ne verir? Milyonlar. Şu ne? Mülkiyye. Bu? Tıbbiyye. Bu? Bahriyye. O ne? O mu? Baytar. Bu? Zirâ’at. Şu? Mühendishâne. Çok güzel, hiçbiri hakkında sözüm yok; yalnız, Ne yetiştirdi ki şunlar acaba? Anlatınız. İşimiz düştü mü tersâneye, yâhud denize, Mutlakà âdetimizdir, koşarız İngiliz’e. Bir yıkık köprü için Belçika’dan kalfa gelir; Hekimin hâzıkı bilmem nereden celbedilir. Meselâ bütçe hesâbâtını yoktur çıkaran... Hadi mâliyyeye gelsin bakalım Mösyö Loran. Hani tezgâhlarınız nerde? Sanâyi’ nerde? Ya Brüksel’de, ya Berlin’de, ya Mançester’de! Biz ne müftî, ne imam istemişiz Avrupa’dan; Ne de ukbâda şefâ’at dileriz Rimpapa’dan. Siz gidin bunları ıslâha bakın peyderpey; Hocadan, medreseden vazgeçiniz, Vâlî Bey! ». * * *. Ne dedin fıkrama? — A’lâ! Beni habtettin, İmam! — Yola gel şöyle biraz, neydi o sözler? — Be Hocam, Sana biz medresenin hizmeti hiç yok demedik; Bir bedâhet bu ki inkâra çalışmak delilik. Halkı irşâd edecek var mı ya sizden başka? Onu insan bile saymaz mütefekkir tabaka? Köylüden milletin evlâdı kaçarken yan yan, Sizdiniz köydeki unsurla beraber yaşayan. Rûhunuz halkımızın, köylümüzün rûhuna denk; Sözünüz bir, özünüz bir, o ne mes’ûd âhenk! Biz bu âhengi harâb etmeyecektik, ettik; Kapanır türlü değil açtığımız kanlı gedik. Ne kadar benziyoruz şimdi sakat bir duvara... Vahdetin tertemiz alnında ne çirkin bu yara! Hadi iş gör bakalım, var mı ki imkân? Nerde! İkilik azmine hâil kesilir her yerde. Ne desek, dinlemiyor, nâfile, bir kimse bizi. — Uydurun siz de, beyim, halka biraz kendinizi. — Haklısın. — Aykırı gitmekle bu yol hiç çıkmaz. — Konya’daydım... — Haberim yok, ne zaman? — Bıldır yaz. Şehri az çok bilir, etrâfını pek bilmezdim; Bâri bir köyleri görsem, diye çıktım, gezdim. Yolda duydum ki: Filân nâhiyenin a’yânı, Üç gün evvel kovuvermiş hoca bilmem filânı; Herkes evlâdını almış, kapatılmış mektep. Çok fena şey! Hele bir anlayalım, neydi sebep. Hiç işim yok, bu da oldukça mühim doğrusu ya, Gidecek yolcu da var, akşama indik oraya. Yatsıdan sonra ahâlî «bize va’z et» dediler; Çektiler altıma bir cıllığı çıkmış minder. Tahta sordum, silinip çevre kadar yenlerle, Geldi, tâ göğsüme yaslandı sakat bir rahle. Evvelâ hamdeleden, salveleden başlayarak, Girmeden maksada dîbâceyi serdim çabucak. İlme kıymet veren âyâtı, ehâdîsi bütün, Okudum, hâsılı bülbül gibi öttüm ben o gün. Sonra, te’yîd-i İlâhî olacak besbelli, Öyle bir maskara ettim ki o hâin cehli, Hani kendim de beğendim. — Adam, anlat, ne dedin? — Biri aklımda değil. — Öyle mi? — Baktım, sadedin, Tam zâmanıydı, ahâlîye çevirdim yüzümü; Açtım artık bu sefer ağzımı, yumdum gözümü: Hiç muallim kovulur muymuş, ayol, söyleyiniz? O sizin devletiniz, ni’metiniz, her şeyiniz. Hoca hakkıyle beraber gelecek hak var mı? Sizi mîzâna çekerken bunu sormazlar mı? Müslüman, elde asâ, belde divit, başta sarık; Sonra, sırtında, yedek, şaplı beş on deste çarık; Altı aylık yolu, dağ taş demeyip, çiğneyerek, Çin-i Mâçin’deki bir ilmi gidip öğrenecek. Hiç düşünmek de mi yoktur, be adamlar, bu ne iş? En büyük tâli’i Mevlâ size ihsân etmiş, Hem de ta olduğunuz mevkie göndermişken; Teptiniz kendi gelen ni’meti sersemlikten! Çok zaman geçmeyecektir ki bu nankörlüğünüz, Ne felâketlere meydan verecektir görünüz! Köylerin yüzde bugün sekseni, hattâ, hocasız; Siz de onlar gibi câhil kalarak anlayınız! Bir hatâ oldu, deyip şimdi peşîmansınız a... Ne çıkar? Gitti giden, kıydınız evlâdınıza... Buna benzer daha bir hayli savurdum, estim, Ses, nefes hepsi tükenmişti, nihâyet kestim. Sanıyordum ki duâdan koca mescid inler... Umduğum çıkmadı hiç: Pek yavaş âmin dediler. Çekiverdim o zaman ben de hemen Fâtiha’yı. Yatacağmız odanın sâhibi Mestanlı Dayı, Getirirken beni, sağ elde fener, mescidden; «Gürül gürül okuyor hep, gürül gürül okuyor; Yanıl da bir, deli oğlan, baban mezarda mı, sor! » Deyivermez mi, ne dersin? — Ama pek hoş cidden. — Bunu duydum zehir içmiş gibi sersemleştim... Eve geldik, herifin kalbini artık deştim. Ne de çok şey biliyormuş, be Hocam, köylü meğer! — Öyledir. — Sen de şaşarsın, hani, söylersem eğer. Anladım: Bilmeyecek tilki onun bildiğini. — Hadi naklet bakalım şimdi şu bilgiçliğini? — Dedi: «Fetvâyı veren mahkeme, yanlış, gerçek, İki da’vâcı ne söylerse bütün dinleyecek. O zaman kestiği parmak acımaz, âmennâ... Ama hep bir tarafın ağzına bakmak, o fenâ. Benim arkamdaki düşman bana Mevlid mi okur? Dur ki ben söyleyeyim bir de, kuzum, sen hele dur! Köylü câhilse de hayvan mı demektir? Ne demek! Kim teper ni’meti? İnsan meğer olsun eşşek. Koca bir nâhiye titreştik, odunsuz yattık; O büyük mektebi gördün ya, kışın biz çattık. Kimse evlâdını câhil komak ister mi ayol? Bize lâzım iki şey var: Biri mektep, biri yol. Niye Türk’ün canı yangın, niye millet geridir; Anladık biz bunu, az çok, senelerden beridir. Sonra baktık ki hükûmetten umup durdukça, Ne mühendis verecekler bize, artık, ne hoca. Para bizden, hoca sizden deyiverdik... O zaman, Çıkagelmez mi bu soysuz, aman Allah’ım aman! Sen, oğul, ezbere çaldın bize akşam, karayı... Görmeliydin o muallim denilen maskarayı. Geberir, câmie girmez, ne oruç var, ne namaz; Gusül abdestini Allah bilir amma tanımaz. Yelde izler bırakır gezdi mi bir çiş kokusu; Ebenin teknesi, ömründe pisin gördüğü su! Kaynayıp çifte kazan, aksa da çamçak çamçak, Bunu bilmem ki yarın hangi imam paklayacak? Huyu dersen, bir adamcıl ki sokulmaz adama... Bâri bir parça alışsaydı ya son son, arama! Yola gelmez şehirin soysuzu, yoktur kolayı. Yanılıp hoşbeş eden oldu mu, tınmaz da ayı, Bir bakar insana yan yan ki, yuz olmuş manda, Canı yandıkça, döner öyle bakar nalbanda. Bir selâm ver be herif! Ağzın aşınmaz ya... Hayır, Ne bilir vermeyi hayvan, ne de sen versen alır. Yağlı yer, çeşmeye gitmez; su döker, el yıkamaz; Hele tırnakları bir kazma ki insan bakamaz. Kafa orman gibi, lâkin, o bıyık hep budanır; Ne ayıptır desen anlar, ne tükürsen utanır. Tertemiz yerlere kipkirli fotinlerle dalar; Kaldırımdan daha berbâd olur artık odalar; Örtü, minder bulanır hepsi, bakarsın, çamura. Su mühendisleri gelmişti... Herifler gâvur a, Neme lâzım bizi incitmediler zerre kadar; İnan oğlum, daha insaflı imiş çorbacılar! Tatlı yüz, bal gibi söz... Başka ne ister köylü? Adam aldatmayı a’lâ biliyor kahbe dölü! Ne içen vardı, ne seccâdeye çizmeyle basan; Ne deyim dinleri bâtılsa, herifler insan. Hiç ayık gezdiği olmaz ya bizim farmasonun... İçki yüzler suyu, ahlâkını bir bilsen onun! Şimdi ister beni sen haklı gör, ister haksız, Öyle devlet gibi, ni’met gibi lâflar bana vız! İlmi yuttursa hayır yok bu musîbetlerden... Bırakın oğlumu, câhilliğe râzıyım ben.» — Hakkı var. — Pek güzel amma, bu işin yok ki sonu. Kapadık mektebi, kovduk diyelim farmasonu, Başı boş köylünün evlâdını kimler yedecek? Adam ister ona insanlığı telkîn edecek. Bunu nerden bulalım? Kimlere ısmarlayalım? Önce kaç tezgâhımız var, bakalım, bir sayalım... — Pek uzun boylu hesâb etme, nedir mes’ele ki? Herkesin bildiği şey: Medrese, bir, mektep, iki. — İşte arz eyliyorum zât-ı fazîlânenize: İkisinden de hayır yok bu şerâitle bize. — Gâlibâ sen yeniden kızdıracaksın Köse’yi; Söyle, mîrasyedi bey, kimdi yıkan medreseyi? Biz miyiz, siz misiniz? Sizsiniz elbet... — Elbet! — Yıktınız kazmaya kuvvet, ne de sür’atle! — Evet. — Bir hünermiş gibi ikrâr ediyor ağzıyla... — Çünkü mektep yapacaktık onun enkàzıyla. — Çünkü mektep yapacakmış! .. Ne kolay söylemesi! Bir kümes yaptığınız var mı ki, bir kaz kümesi? — İnkılâb ümmetinin şânı yakıp yıkmaktır. — Size çılgın demeyen varsa, kuzum, ahmaktır. Yıkmak insanlara yapmak gibi kıymet mi verir? Onu en çolpa herifler de, emîn ol, becerir. Sâde sen gösteriver «işte budur kubbe! » diye; İki ırgadla iner şimdi Süleymâniyye. Ama gel kaldıralım dendi mi, heyhat, o zaman, Bir Süleyman daha lâzım yeniden, bir de Sinan. Bunların var mı sizin listede hiç benzeri, yok. Ya ne var? Bir kuru dil, siz buyurun, karnım tok! Ötmeyin nâfile baykuş gibi karşımda, susun! — Mürteci’sin be İmam? — Mürteci’im, hamdolsun. — Hele bak hamd ediyor! — Hamd ediyorsam, yeridir: Şâfi’î’nin mi, kimindir o şiir? — Hangi şiir? — Hani «Peygamber’in evlâdını candan sevmek, Râfızîlikse... — Evet, — «Yerde beşer, gökte melek, Râfızîdir bu, desin hepsi de hakkımda benim, Ben oyum, işte...» diyor... — Bildim, evet. — Kàili kim? — Şâfi’î zannederim, neyse, fakat maksadınız? Şunu lûtfen bana teşrîh ediniz, anlatınız. — Yıkılan yurduma cennet diyemem, ma’zûrum; Hani ma’mûre? Harâbeyle benim neydi zorum? Heybe sırtında «adâlet» dilenirken millet, Müsterîh olmanın imkânı mı var, insâf et? «Yaşasın! » ma’cunu a’lâ idi, yut, keyfine bak! Tutmuyor şimdi, fakat, bin yala parmak parmak. — Niye tiryâkisi oldun bu kadar sen de ayol? Tutmuyor, çünkü alıştın... Yemeyeydin bol bol. Hem bizim ma’cunu pek hırpalamak doğru mu ya? — Dur canım! Ben kızarım böyle vakitsiz şakaya... Sözü tekmîl edeyim... — Sonra bitir, dinle biraz: Bir yutar, beş yutar, afyonkeşi afyon tutmaz; Der ki: Toprak mı, ne zıkkım bu, varıp anlamalı. Açılır kurna başından, sıyırır peştemalı, Nalının sırtına atlar, sürerek doğru gider, Hangi attarsa, bulur: «Tutmadı yâhu, yine! » der. Gülmeden çatlayadursun biriken çarşı, pazar; «Bu kadar tuttuğu yetmez mi kuzum? » der attar. Siz de artık uzun etmektesiniz, hem pek uzun; Üç saat esnemeden dinlediğim nutkunuzun, «Yaşasın! » ma’cunu peymâne-i ilhâmı bütün, Hani, sarhoş kuşa döndün, mütemâdî öttün! — Bırak oğlum, yeter artık, şakanın vakti değil. — Sen de, öyleyse bizim ma’cuna baş kesmeyi bil! — Sâde bir «bal» deyivermekle ağız tatlansa, Arı uçmuş diye, kaçmış diye hiç çekme tasa. Ağlasın milletin evlâdı da bangır bangır, Durma hürriyyeti aldık diye, sen türkü çağır! Zulmü alkışlayamam, zâlimi aslâ sevemem; Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem. Biri ecdâdıma saldırdı mı, hattâ, boğarım... — Boğamazsın ki! — Hiç olmazsa yanımdan koğarım. Üç buçuk soysuzun ardında zağarlık yapamam; Hele hak nâmına haksızlığa ölsem tapamam. Doğduğumdan beridir âşıkım istiklâle, Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lâle. Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum? Kesilir, belki, fakat çekmeye gelmez boyunum. Kanayan bir yara gördüm mü yanar tâ ciğerim, Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim. Adam aldırma da geç git, diyemem, aldırırım. Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım. Zâlimin hasmıyım amma severim mazlûmu... İrticâın şu sizin lehçede ma’nâsı bu mu? — Yok canım! — Yok deme! — İfrât ediyorsun Köse... — Yâ? İşte ben mürteci’im, gelsin işitsin dünyâ! Hem de baş mürteci’im, patlasanız çatlasanız! Hadi kànûnunuz assın beni, yâhud yasanız! — Yasa yok şimdi. — Neden, bitti mi? — Çoktan bitti. — Dede Cengiz ya? — Bırak, derdimi deştin: Gitti! — Getirirler yine lâzımsa... — Hayır, gitti gider. — Deme oğlum! — Ya bizim düşmanımızmış o meğer... Dedenizdir diye bir kahbe çıfıtmış yamayan... — Size hâ? — Öyle ya, çok geçmedi, lâkin, aradan, Geldi bir başka gâvurcuk, dedi «Cengiz’le, ayol, Bu hısımlık nereden çıktı ki, siz Türk, o Moğol! ...» — Sonra? .. — Hiç! — Hiç mi? — Sönüp gitti o kızgın piyasa. — Hem de bir püfle! — Evet, şimdi ne hâkan, ne yasa! — Kimse ma’kul kefereymiş, o herif. — Sorma Köse’m... — Çok şükür sizde de pek yok, değil amma sersem! — İğnelersin şu benim neslimi yüz buldukça, Sana elmas gibi hürriyyeti kim verdi, Hoca? Ne yaman şeydi unuttun mu o istibdâdı? Hep fecâyi’di, hayâtın hele hiç yoktu tadı. Milletin benzi sararmış, işitilmezdi refâh; Her nefes dört elifin sırtına binmiş bir «âh! » O ne günler... — Beni kızdırmaya söyler mahsus, Yeter artık! — Niye? — Ezber bilirim hepsini, sus! — Ne tuhafsın! Bana döktürmeyeceksin içimi... — Yok paşam, sizde tuhaflık, o benim haddim mi? — Müstebiddin de gem almaz soyu çıktın, git git, Sen ki hürriyyet için nefyolunurdun, a tirit! İşi yok, şimdi muhâlifliğe sarmış derdi... — Hoca rahmetli kerâmet gibi söz söylerdi... — Bâri tuttun mu? — Ne mümkün? O zaman nerde akıl? — Sonradan geldiği sâbit mi efendimce, nasıl? — Döverim ha! — Hadi dövmüş kadar ol! — Dur be adam, Dinle, zevzekliği terk et! — Sana terk ettim, İmam! — Ne diyordum be? — Ya gördün mü kafan aynı kafa! «Hoca rahmetli» dedin, öyle giriştindi lâfa. — Evet, oğlum, Hoca sevmezdi, bilirdim, Saray’ı; Ama sövmezdi de hoşlanmadığından dolayı. Vardı bir duygusu besbelli ki... — Bilmem, varmış... Pâdişah dendi mi, çokluk dil uzatmazlarmış! — Hiç unutmam, Hocazâdem ki, sıcak bir gündü, Bahçedeydik, bana bir parça baban küskündü. — Sana düşkündü babam, küstüğü olmazdı ama... — Boşboğazsın diye kızmıştı. — Kerâmet! — Sorma! Büsbütün kızdırayım bâri, dedim... — Yâ? Çok iyi: Çivi, bir an’anedir bizde, sökermiş çiviyi. — «Ortalık şöyle fena, böyle müzebzeb işler, Ah o Yıldız’daki baykuş ölüvermezse eğer, Âkıbet çok kötü...» dîbâce-i ma’lûmuyle, Söze girdim. — Kızıyor muydu? — Hayır. — Tekmille! — Bırakan var mı ki? Rahmetli Hocam doğrularak, Dedi: «Oğlum, bu temennî neye benzer, bana bak: Eşeklerin canı yükten yanar, aman, derler, Nedir bu çektiğimiz derd, o çifte çifte semer! Biriyle uğraşıyorken gelir çatar öbürü; Gelir ki taş gibi hâin, hem eskisinden iri. Semerci usta geberseydi... Değmeyin keyfe! Evet, gebermelidir inkisâr edin herife. Zavallı usta göçer bir gün âkıbet, ancak, Makàmı öyle uzun boylu nerde boş kalacak? Çırak mı, kalfa mı, kim varsa yaslanır köşeye; Takım biçer durur artık gelen giden eşeğe. Adam meğer acemiymiş, semerse hayli hüner; Sırayla baytarı boylar zavallı merkepler. Bütün o beller, omuzlar çürür çürür oyulur; Sonunda her birinin sırtı yemyeşil et olur. «Giden semerciyi, derler, bulur muyuz şimdi? Ya böyle kalfa değil, basbayağ muallimdi. Nasıl da kadrini vaktiyle bilmedik, tuhaf iş: Semer değilmiş o rahmetlininki devletmiş! » Nasîhatim sana: Herzeyle iştigâli bırak; Adamlığın yolu nerdense, bul da girmeye bak. Adam mısın: Ebediyyen cihanda hürsün, gez; Yular takıp seni bir kimsecik sürükleyemez. Adam değil misin oğlum: Gönüllüsün semere; Küfür savurma boyun kestiğin semercilere.». * * *. — Sen işin yoksa devir çamları paldır küldür; Neslimin şöyle dönüp bakması hattâ züldür. Gözüm ensemde değil, görmeliyim ben önümü; Kestik attık hele mâzî denilen kör düğümü! Ne zamandan beridir bağlıyız artık bıktık; Demir aldık o sizin an’anelikten çıktık. — Pupa yelken açılın şâyed oturmazsa gemi! Bu tenezzüh, cici bey, doğruca Kağtâne’ye mi? — Hayır, enginleri bir bir geçerek, gâyemize. — Hele bir kerre çıkın Marmara’dan Akdeniz’e! Fıkra gelsin mi? — İşin fıkracılık zâten İmam! Korkarım çam devirirsin yine... — Bilmem çam mam! «Bocalarken bakar üstündeki kaptan acemi, Sarılır bir kayanın boynuna bîçâre gemi. «Bu nedir, Beybaba, bittik mi, ne olduk? » derler; Kimi evrâd okur üfler, kimi lâ-havle çeker. «Yok canım! » der, Hacı Kaptan, biriken yolculara: «Su tükenmiş, haberim yok, buyurun işte kara! » Siz de, oğlum, bu mahârette, bu cür’ettesiniz: Gemi yüzdürmek için kalmadı meydanda deniz! — Dinle bir fıkra da benden bakalım şimdi. — Olur. — «Devr-i sâbık»ta, kazâ teknesi, bir köhne vapur, Akdeniz hattına tahsîs edilir bol keseden. Eski kaptan «Gidemem, der, getirin varsa giden.» Yeni kaptan gelerek, doğru çıkar mevki’ine. Adamın tâli’i oldukça güzelmiş ki yine, Yel üfürsün, su götürsün diye bekletmez pek, Gece kalkar bu adem postası İzmir diyerek. Göksu’daymış gibi fış fış yüzedursun miskin... Denizin neş’esi a’lâ, hava enfes... Lâkin, Bir taraftan verivermez mi nihâyet patlak, Tekne körkandil olur, yolcular allak bullak. Şimdi bîçâre süvârîye ne dur var, ne otur; Dinlenir farz ederek birçok emirler savurur: «Getirin hartayı! » der; baksana mâşâ’allâh: Şile, Bartın, Kızılırmak... Güzelim, Bahr-i Siyâh! — Akdeniz yok mu? — Hayır yok. — Bu nasıl kaptanlık? — Haklısın Beybaba, göndermediler, çok yazdık. Eğilir sonra bakar: İbresi yok bir pusula... Yürümez ezbere, yâhû, gemi, eyvahlar ola! Bora estikçe eser, dalgalar azdıkça azar... «Getirin ibreyi! » der, bulmanın imkânı mı var? «İbre yok, Beybaba, bilmem ne getirsek? » derler... O da: «Öyleyse şehâdet getirin! » der bu sefer.. * * *. Verdiğin tek silik onluktu, behey aksi İmam, Olacak söz mü dokuz kubbeli, çinçinli hamam? Bize devlet diye teslîm olunan şey neydi? Çarpacak sâhil arar, kupkuru bir tekneydi! On sekiz mil mi gideydik? Batırırdık... — Lebbey? Batmadık bir yeriniz kaldı mı, bilsem, cici bey? «Devr-i sâbık» mı dedin şimdi? .. Elindeyse, çevir, Ensesinden tutup eyyâmı da gelsin o devir. Milletin beş parasız onda, emîn ol, yedisi! Gündüzün aç dolaşır, akşama kırk ev kedisi! Yatırın âlemi çavdar karışık mezbeleye: Ne bu? Ekmek! diye dünyâyı verin velveleye. Hastalık, kehle, sefâlet saradursun, kol kol, Sâde siz seyre bakın! — Harb-i Umûmî bu, ayol! — Devr-i sâbıkta gebermezdi adam böyle zelîl, Diri bir yanda uzanmış, ölü bir yanda sefîl. — Niye hürriyyet için sürgüne gittindi? — Evet. Gittim amma bu değil beklediğim hürriyyet. Zâten i’lân edilirken işi çakmıştım ya... Çatlasan hayra yorulmazdı o miskin rü’ya! Ne herifler, ne kılıklar, ne nutuklardı, düşün! — Düşünür, arz ederim sonra! — Unutmam, bir gün, Bâbıâlî yokuşundan çıkıyordum, baktım: Yolu boydan boya tutmuş eli bayraklı takım. Geziyor başların üstünde genizden bir ses. Çömelip, salya sümük, ağlayadursun herkes, Ben görür görmez öten zurnayı bir irkildim... Ay, Zuhûrî’ye çıkan maskara! Bildim... Bildim... Değişen bir yeri yok, dinleyemem kim ne dese. Yine bir kıl keçe altında kapanmış ense; Yine yıllarca hamamsız ki boyun musmurdar; Yine parmak gibi, âfâka batan, tırnaklar; Yine merdâne geçirmiş gibi yatkın bir yüz, Ki hayâ nâmına tek ârıza bilmez, dümdüz! Yine bir tatsız alın, yassı burun, basma çene... Hep o, hiç başka değil, gördüğüm evvelki sene. — Kimdi, anlat şunu? — Kuzguncuk’a geçtim bir gün, Molla’nın köşküne yaklaşmadan etmez mi sökün, Belki kırk elli köpek, havlayarak, nerdense... — Ama hiç saklama: Korkup da oturdun mu Köse? — Köse dünyâda senin söylediğin haltı yemez; Parçalar, belki, fakat üstüme itler siyemez. — Hadi öyleyse, Hocam, sell-i asâ et de yanaş! — Saldıran yoktu ki... Derken kocaman bir karabaş, Karşıdan başladı ses vermeye... — Lâkin bu yaman, Konağın bekçisi besbelli... — Değilmiş, dur aman! O içerden, bu yiğitler de dışardan ürüdü; Bir ağız kavgasıdır aldı, tabî’î, yürüdü. Karabaş sustu neden sonra, köpekler yattı; Şimdi âfâkı gümüş kahkahalar çınlattı. Kapıdan bir göreyim şöyle, dedim, vay canına: Adam olmuş karabaş, geçti beyin ta yanına. Ben şaşırmış bakıyordum ki sadâlar dindi; Karabaş salta dururken dönerek silkindi, Oldu bir zilli köçek, oynadı hop hop göbeği; Hani varmış gibi karnında beş aylık bebeği! Karabaş sonra Zuhûrî’ye de çıksın mı sana? Hem nasıl, taş çıkarır, belki, Burunsuz Hasan’a. Ne Arap kaldı, ne Lâz kaldı, ne Çerkes, ne Pomak, Öyle bir kesti ki taklidleri, bittim... — Hele bak! Çok köpoğluymuş! — Evet, pek de utanmaz şeydi... — Parsa çok muydu? — Bırak, toplasın, oğlum, değdi... Kaçıranlar bile olmuş, o kadar gülmüştük. İşte yavrum, bu omuzlarda gezen dilli düdük, Havlayan, zil takınan, sonra Zuhûrî’ye dalan, O bizim soytarının kendi değil miydi? — Yalan! — Karabaş gel! diyecektim... — Dememiştin ya, sakın? — Ne dedim, bilmiyorum, tâ öteden bir çapkın, Gâlibâ sezdi ki, yekten dedi: «Halt etme sofu! Gördüğün fesli: Senin milletinin feylesofu. Bu ve emsâli dehâlar tutuyor memleketi. Sen bu şenlikleri gördünse kimin ma’rifeti? » Dedim: «Ezberleyelim, saysana, oğlum, bir bir, Şu dehâlar dediğin kaç kişidir, kimlerdir? » — «İçtimâî biri, dehşetli siyâsî öbürü; Hele mâliyyecimiz yok mu, bu ilmin pîri.» Sayı dolmuştu, fakat bende tükenmişti sıfır; Dön işin yoksa fırıldak gibi artık fır fır. Böyle bir korku geçirmiş değilim ömrümde; Benzedim gitti o gün neşvesi kaçmış Kürd’e. — Yine bir fıkra mı yerleştireceksin araya? — Hani vâiz geçinen maskara şeyler var ya, Der ki bir tânesi peştahtayı yumruklayarak: Dinle dünya nenin üstünde durur, hey avanak! Yerin altında öküz var, onun altında balık; Onun altında da bir zorlu deniz var kayalık. Öteden Kürt atılır: — Doğru mu dersin be hoca? — Ne demek doğru mu dersin? Gidi câhil amıca! Sözlerim basma değil, yazma kitaptan tekmil; Kim inanmazsa kızıl kâfir olur böylece bil. — Rahatım yok benim öyleyse bugünden sonra; Gömülüp kurtulayım bâri hemen bir çukura. — Ne zorun var be adam? — Anlatayım dur ki hocam: Ben bu dünyâyı görürdüm de sanırdım sağlam. Ne çürükmüş o meğer sen şu benim bahtıma bak: Tutalım şimdi öküz durdu, balık durmayacak; Diyelim haydi balık durdu biraz buldu da yem, Ya deniz? .. Hiç dibi yokmuş bu işin... Ört ki ölem! * * * Ne dedin fıkrama? — Gâyetle fenâ. — Vay? — Dinle: Memleket mahvoluyor, baksana, bedbinlikle. Ben ki ecdâda söven maskaralardan değilim, Anarım hepsini rahmetle... Fakat münfa’ilim. — Niye? — Zerk etmediler kalbime bir damla ümîd. Hoca, dünyâda yaşanmaz, yaşamaktan nevmîd. Daha mektepte çocuktuk, bizi yıldırdı hayat; Oysa hiç korku nedir bilmeyecektik, heyhat! Neslim ürkekmiş, evet, yoktu ki ürkütmeyeni; «Yürü oğlum! » diye teşcî’ edecek yerde beni, Diktiler karşıma bir kapkara müstakbel ki, Öyle korkunç olamaz hortlasa devler belki! Bana dünyâya çıkarken «batacaksın! » dediler... Çıkmadan batmayı öğren, ne kadar saçma hüner! Ye’si ezber bilirim, azmi yüzünden tanımam; Okutan böyle okutmuştu, beğendin mi İmam? — Çattı, lâkin, o yalan bellediğin istikbâl. — Hadi çatmış diyelim, kimlere âid ki vebâl? Bir ışık gösteren olsaydı eğer, tek bir ışık, Biz o zulmetleri bin parça edip çıkmıştık. İki üç yüz senedir serpemiyor bizde şebâb; Çünkü bîçârenin âtîsine îmânı harâb. Hissi yok, fikri bozuk, azmini dersen: Meflûc... Hani rûhunda o haksızlığa isyan, o hurûc? Karşıdan zinde görürsün, sokulursun ki: Yarım... Yandık ecdâdımızın nârına, hâlâ yanarım! Ye’si tekfîr eden îmânıma olsun ki yemin, Bize telkîn-i ümîd etmediler, yoksa bu din, Yine dünyâlara yaymıştı yeşil gölgesini; Yine hakkın sesi boğmuştu dalâlin sesini. Müslümanlık bu değil, biz yolumuzdan saptık, Tapacak bir putumuz yoktu, özendik, yaptık! Göreyim gel de büyük bildiğin Allâh’ı kayır... Hani, tevfîk-i İlâhî’ye kanan var mı? Hayır. Ya senin âlem-i İslâm’ın inanmış ye’se; Dîn-i resmîsi odur, vazgeçemez kim ne dese! Önce dört kıt’ayı alt üst eden îmân-ı metîn; Sonra, dört yüz bu kadar milyon adam, hepsi cebîn! Şark’a in, Mağrib’e yüksel, göremezsin galeyan... Nasıl olmuş da uyuşmuş bütün ümmetteki kan? Niye tutmuş da bu şevket, bu şehâmet dîni, Benden imsâk ediyor ceddime bezl ettiğini? Yaşamak hakk-ı sarîhim mi? Evet. Bir mantık, Bunu inkâr edemez, çünkü bedîhî artık. Bir bedâhet de bu öyleyse: «Çalışmak borcum.» Yok irâdem ki, fakat, dipdiri bir meflûcum! — Ya kabâhat yine mâzîde mi? .. — Bilmem, kimde... Bir çıfıt sillesi kaç yıldır öter beynimde: Dedi: «Farz et senin Asya’n yedi yüz milyonmuş; Ne çıkar? Davranamaz hiç ki, serâpâ donmuş. Vâkıâ biz bir avuç unsuruz amma boğarız, Kimi dünyâda görürsek hareketsiz, cansız.» Ah o din nerde, o azmin, o sebâtın dîni; O yerin gökten inen dîni, hayâtın dîni? Bu nasıl dar, ne kadar basmakalıp bir görenek? Müslümanlık mı dedin? ... Tövbeler olsun, ne demek! Hani Kur’ân’daki rûhun şu heyûlâda izi, Nasıl İslâm ile birleştiririz kendimizi? Ye’si tedrîc ile zerk etmiş edenler dîne... O ne mel’un aşı, hiç benzemiyor, hiç birine! Dikkat et: 1000 senesinden beri, a’sâbı harâb, Yatıyor koskoca bir âlem-i îman, bîtâb. Pıhtı hâlinde yürekler, cevelânsız kanlar; Çevirip yastığı tekrar uyuyor kalkanlar! Gözünün gördüğü yok beynine çarpan güneşi! .. — İyi amma nasıl îkàz edeceksin bu leşi? — Leş değil. — Leş mi değil? — Dipdiri... Dalgın, yalnız... Şimdi kurtarmak için azmedelim, kurtarırız: Verelim gel de şunun kalbine bir canlı ümîd. — Ne kolay! Sa’y-i medîd ister ayol, sa’y-i medîd! — Eklerim ben de mesâîyi tutar birbirine, Al kuzum, istediğin sa’y-i medîd oldu yine. Var mı bir başka sözün söyleyecek? — Elbet var: Hani, tevfîki hesâb etmedin, onsuz ne çıkar? — Ama kul neyle mükellefti ki, tevfîk ile mi? Hiç değil, sa’y ile; tevfîk, o: Hudâ’nın keremi. Sarıl esbâba da çık, işte tarîk, işte refîk; Ne vazîfen senin olmazmış, olurmuş tevfîk? Oturup dil dökecek yerde gidip döksene ter! Bin çalış gâyen için, bir kazan ömründe yeter. Mütebâkî o dokuz yüz emeğin yok mu, Hocam? — Daha doksan dokuz ister, ne demek, etsene zam! — Hadi ettik... Biri olmaz, biri hattâ, zâyi’; Ya onun gâyede tek hissesi var, hem şâyi’. Dinle üç beş sene evvel geçen oldukça mühim, Bir ufak hâdiseden bahsedeyim... — Dinleyelim. — Hüseyin Kâzım’ı elbette bilirsin? — Lebbey? — Kadri Bey zâde canım? — Hâ! Şu bizim Kâzım Bey. — O, zirâ’atle çok uğraştı, bilir çiftçiliği... — Gördüm! Âsârı da var köylü için... Hem pek iyi... — Bir zamanlar, hani, tenvîr edelim halkı diye, Toplanırdık ya... — Evet, «Hey’et-i İrşâdiyye». — O senin söylediğin canlı eserler, sanırım, Yeni bitmişti ki, gösterdi de bir gün Kâzım, Dedi: «Meclisce münâsibse basılsın da hemen, Okusun taşralılar gönderelim meccânen.» Biz bu teklîfi beğendik, aramızdan sâde, İ’tirâz etti şu sûretle Recâîzâde: «Güzel yazılmış eserler ve şüphesiz ki müfîd; Fakat, basılsa okurlar mı? Bence azdır ümîd, Evet, beş on kişi ancak okur tenevvür eder; Bizim mesârif-i tab’iyye olmayaydı heder.» Dedik: «Cevâbını versin müellifin kendi.» Kabûl edildi bu teklîfimiz, peki, dendi. — Ne söylemiş, bakalım, çünkü pek güzel söyler? — Söz aldı, başladı Kâzım: — «Efendiler, beyler, Şu bahsi geçmiş eserler nedir? Zirâîdir. Müdâfa’âtımı öyleyse pek tabî’îdir, Alıp da nakledivermek bütün tabîatten, Bütün tabîate hâkim şu’ûn-i kudretten. Bilirsiniz ki: Hudâyî biten en ince nebat, Döker de her sene milyonla canlı tohm-ı hayat, Göçerse öyle göçer hilkatin bahârından. Yabâni hardala mümkün mü olmamak hayran? Ya bir papatyaya kàbil mi etmemek hürmet? Ne vergi vermedelerdir? Çiçek başından, evet, Zemînin aldığı tohmun yekûnu: Milyarlar! Demek, tabîati icbâr eden avâmil var, Bu ihtişâma, bu vâsi’, bu müdhiş isrâfa; O, iktisâdı bırakmazdı yoksa bir tarafa. İşin hakîkati: Hilkat ne kâr arar, ne zarar; Bekà-yı nesle bakar hep, bekà-yı nesli sorar. Neden mi? Çünkü hayâtın yegâne gâyesidir; O gâye olmasa dünyâ bir âhiret kesilir. Saçıp savurmada fıtrat bütün hazâinini; Merâmı gâyesinin böylelikle te’mîni. Ya önceden biliyor, binde kim bilir ne kadar Ziyâna uğrayacak sonradan bu milyarlar? Kolay değil, kimi, intâş için zemin bulamaz; Zemin bulur kimi, lâkin nedense doğrulamaz. Bu çiğnenir, onu kurt yer, öbür zavallıyı kuş; Bakarsınız: Çoğu bitmiş sonunda, mahvolmuş, Sebât edip de, fakat kurtulan tohum pek azı. Demek, saçarken eteklerle saçmadan garazı, Şu çimlenen bir avuç tohmu devşirip, ancak, Bekà-yı nesle varan gâyesinde kullanmak. Demek, tabîat edermiş zaman zaman isrâf... Hayır, tabîate müsrif demek bilâ-insâf, Hatâ değil de nedir? Çünkü hayr için veriyor. Efendiler, bize fıtrat nümûne gösteriyor, Diyor ki: Gâyeniz uğrunda bezledin emeği; Düşünmeyin hele hiçbir zaman esirgemeyi. Efendiler, bu eserler de şimdi bastırılır, Biner biner saçılır yurda, çünkü lâzımdır. Buyurdular ki: Fakat bastırıp dağıttık mı, Ziyân olup gidecek, hem büyükçe bir kısmı. Efendiler, bilirim ben de çok bu işde ziyân; Şu var ki: Savrulan efkârı toplayıp okuyan, Velev pek az kişi olsun zuhûr eder mutlak. Bizim de gâyemiz ancak o nesli kurtarmak.» — Hakîkaten diyecek yok be! Âferin Kâzım! — Zavallı Ekrem o gün «hakka ser-fürû lâzım» Deyip rücû’ edivermişti. — Âferin, Ekrem! Şimdi, oğlum, sana bir vak’a da ben söylersem? — Dinlerim, söyle Hocam, — Âferin evlâd sana da! — Hele bir âferin olsun diyebildin bana da! — Kadri Bey sağdı, Trabzon’da henüz vâliydi. Yine bir dolduran olmuştu ki Abdülhamid’i, Karakoldan dediler: «Şimdi, İmam, Erzurum’a! » Bir de kış, bir de kıyâmetti ki artık sorma! Tıktılar, çalyaka, bir tekneye; sırtım gevşek, Abam arkamda değil, sonra ne yorgan, ne döşek. Titredim beş gece, dört gün... — Ne de çok! Beş gece mi? — Hocazâdem, hele bin türlü meşakkatle gemi, Bizi bir sâhile aktardı «Trabzon» diyerek. Henüz inmiş bakınırken: «Bunu Vâlî görecek, Götürün şimdi öbür Lâz’la beraber konağa; Durmayın! » emrini vermez mi bir oldukça ağa? Yeniden doğmuşa döndüm. Aradan geçti biraz, Söktü Mandal Hoca’dır gürleyerek... — Ay, o mu Lâz? — Yeni Câmi’deki vâiz, bileceksin belki? — Bileceksin ne demek? Mandal’ı kim bilmez ki? Tâcı yok, tahtı da yok, kendine mâlik sultan. Gâlibâ öldü ki hiç gördüğümüz yok? — Çoktan! Ne güzel söyledin, oğlum, Hoca sultandı evet, Yoktu dünyâda esîr olduğu hiçbir kuvvet. Hele sen yoldaşımın hâlini görseydin o gün, Eskisinden de perîşandı... — Tabî’î, sürgün. — Başta bir dalgalı fes, tâ tepesinden o ibik, Çuk oturmuş bakıyor; mâvi beş on kat iplik, Sapı yok püskülü tutmuş da, dışından ibiğe, Bağlamış sımsıkı «Artık bu da kopmaz ya! » diye. Önü göçmüş sarığın, arka taraf vermiş bel; Çağlıyor püsküle baktım, üzerinden tel tel. Saçak altında o gözler uzanan kaşlardan; İki şimşek dolu gök sanki, yanarsın baksan! Sonra, hendekler açılmış gibi kat kat bir alın; Hani, bin parça olur, düşmeyegörsün, nazarın! İri burnundan inip savruluyor çifte duman, El ayak bağlı, solurken bu kıyılmaz arslan. Karayel indiredursun tipi, yağmur, kar, kış; Hoca çıplak, yalınız çok senelerden kalmış, Yanı yırtmaçlı bir entârisi var sırsıklam, Akıyor dört eteğinden hani bîçâre adam. Lâkin aldırdığı yok: Hem sövüyor, hem yürüyor; Göğsünün kılları donmuş, o ateş püskürüyor! Oflu «hâinlere lâ’net! » dağıtırken bol bol, Kime benzetti ki, bilmem, beni «berhurdâr ol» Diyerek okşadı; artık ne kadar hoşlandım, Bilemezsin... Sıcacık bir aba giydim sandım. — Bakalım şimdi makàmında görün Kadri Bey’i; Zorlu vâliydi herif... — İlme de vardır emeği. Evet, oğlum, Hoca Mandal’la tutunduk el ele, Evvelâ Kâzım’ı gördük; bizi hürmetlerle, Alarak durmadı vâlîye haber gönderdi; Geliniz, emrini vâlî de serîan verdi. Kâzım önden, hadi bizler de peşinden daldık. — Vay İmam, sen yine düştün mü bu kışlarda? Yazık! Ya Hocam, sen niye ta Yıldız’a çıktın bu sefer? Otur anlat, bakalım, çünkü fenâ söylediler? — Kim fenâ söyledi? — İstanbul’a sormuştuk da... Oflu tedrîc ile bağdaş kurarak koltukta, Dedi: Çoktan beridir vardı benim bir derdim: Gideyim, zâlimi îkàz edeyim, isterdim. O, bizim câmi uzaktır, gelemez, mâni’ ne? Giderim ben, diyerek, vardım onun câmi’ine. Kafes ardında hanımlar gibi saklıydı Hamid, Koca Şevketli! Hakîkat bunu etmezdim ümid. Belki kırk elli bin askerle sarılmış Yıldız; O silâhşörler, o al fesli herifler sayısız. Neye mâl olmada seyret, herifin bir namazı: Sâde altmış bin adam kaldı namazsız en azı! Hele tebzîri aşan masrafı, dersen, sorma. Gördüğüm maskaralık gitti de artık zoruma, Dedim ki: «Bunca zamandır nedir bu gizlenmek? Biraz da meydana çıksan da hasbihâl etsek. Adam mı, cin mi nesin? Yok ne bir gören, ne eden; Ya çünkü saklanıyorsun bucak bucak bizden. Değil mi saklanıyorsun, demek ki: Korkudasın; Ya çünkü korkan adamlar, gerek ki saklansın. Değil mi korkudasın var kabâhatin mutlak! ..» Bir de baktım, canavarlar pusulardan çıkarak, Koştular, tekmeye kuvvet kimi, dipçikle kimi, Serdiler her tarafından delinen pöstekimi. — Sonra? ... — Ben hissimi kaybetmişim artık... — Vah! Vah! — Sanki bir korkulu rü’yâ idi... Ferdâsı sabah, Deniz üstünde bulup kendimi şaştım bu işe, Dedim ki: «Anlatırım ben, Hamid öbür gelişe. Adam aldıkça Lâzistan kıyısından takalar, Kurtuluş yok, seni Mandal yine bir gün yakalar! » Kadri Bey hem beni, hem vâizi tatyîb etti; Aba giydirdi ki bizlerce birer hil’atti. Sonra birçok paralar verdi... — Cebinden mi? — Evet. Oflu reddetti, ben aldım... — İyi olmuş... — Elbet.. * * *. — İşte gördün ya, Hocam, millet için lâzım olan, Hoca Mandal’daki îman gibi sağlam îman. Titretirsin yine dünyâyı, emîn ol, tir tir; Hele sen Şark’a o îmanda beş on sîne getir. Zübbe vâlîye çatan hangi müderrisse, ona, Sorarım ben ki: Açık gördüğü bir hak yoluna, Kellesinden geçecek molla yetiştirmiş mi? Oturup sâdece, mektepleri tenkîd iş mi? Kuru lâftan ne çıkar? Tıngır elek, tıngır saç... Mektebin açsa eğer, medresen ondan daha aç! Bu da muhtâc, o da yıllarca mugaddî yemeğe. «Niye boynun bu kadar eğri demişler, deveye, A kuzum, hangi yerim doğru, demiş.» Söz de budur. Sen işin yoksa, filân mesleğe ver pâyeyi, dur. O filân meslek, evet, bizde filândan yüksek; Bir bıçak sırtı kadar farkı, fakat ölçersek. Beni gördün ya, şu ben kaç paralık şâirsem, Senin ilmin de odur, nâfile uğraşma Köse’m. «Bekçi hırsız yakalar bağda, koşar der ki beye, — Bağladım haydudu, zor zar, ayağından direğe. — Ayağından mı dedin? Kolları meydanda demek! Ulan, aptal mı nesin? Şimdi çözer... — Kim çözecek? — Hele bak! Kendi çözer elleri boştaysa... — Paşam, Hiç telâş etme! — Neden? — Çünkü bizim köylü adam... — Ne çıkar? Gitti gider... — Gitmesinin var mı yolu? Tut ki, ben bilmemişim bağlanacakmış da kolu; Ayağından ipi gevşetmeyi akletmez o da.» Biz de bir köylüleriz, yanlamışız bir yurda. Öyle hiç kendini aldatmaya kalkışmamalı, Hangimiz, başka metâız? Hepimiz Tırhallı! Medresen var mı senin? Bence o çoktan yürüdü. Hadi göster bakayım şimdi de İbnü’r-Rüşd’ü? İbni Sînâ niye yok? Nerde Gazâlî görelim? Hani Seyyid gibi, Râzî gibi üç beş âlim? En büyük fâzılınız: Bunların âsârından, Belki on şerhe bakıp, bir kuru ma’nâ çıkaran. Yedi yüz yıllık eserlerle bu dînin hâlâ, İhtiyâcâtını kàbil mi telâfî? Aslâ. Doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp ilhâmı, Asrın idrâkine söyletmeliyiz İslâm’ı. Kuru da’vâ ile olmaz bu, fakat ilm ister; Ben o kudrette adam görmüyorum, sen göster? Koca ilmiyyeyi aktar da, bul üç tâne fakîh: Zevk-ı fıkhîsi bütün, fikri açık, rûhu nezîh? Sayısız hâdise var ortada tatbîk edecek; Hani bir tâne «usûl» âlimi, yâhu, bir tek? Böyle âvâre düşünceyle yaşanmaz, heyhât, «Mültekà» fıkhınızın nâmı, usûlün «Mir’ât», Yaşanır, zannediyorsan, Baba Ca’fer’liksin, Nefes ettir, çabucak, kendine, olsun bitsin! Ölüler dîni değil, sen de bilirsin ki bu din, Diri doğmuş, duracak dipdiri, durdukça zemin. Niye isrâf edelim bir sürü iknâiyyât? Hoca, mâdem ki bu din: Dîn-i beşer, dîn-i hayât, Beşerin hakka refîk olmak için vicdânı, Beşeriyyetle berâber yürümektir şânı. Yürümez dersen eğer, rûhu gider İslâm’ın; O yürür, sen yürümezsen, ne olur encâmın? Oflu’nun ilmi de olsaydı o îmâna göre, Şimdi baştanbaşa tevhîd ile dolmuştu küre, O nasıl kalb, o nasıl azm, o nasıl itmînân? .. İşte tevfîk-ı İlâhî’ye yürekten inanan; İşte «lâ havfe aleyhim» diye Kur’ân-ı Hakîm, Bu velî zümreyi etmektedir ancak tekrîm. Hâlik’ın nâ-mütenâhî adı var, en başı: Hak. Ne büyük şey kul için hakkın elinden tutmak! Hani, Ashâb-ı Kirâm, ayrılalım, derlerken, Mutlakà Sûre-i ve’l-Asr’ı okurmuş, bu neden? Çünkü meknûn o büyük sûrede esrâr-ı felâh; Başta îmân-ı hakîkî geliyor, sonra salâh, Sonra hak, sonra sebat. İşte kuzum insanlık. Dördü birleşti mi yoktur sana hüsrân artık. Müslüman hakka zahîr olmaya her an mecbûr, Sarsılır varlığı, göstermeye başlarsa fütûr. Hele zulmün galeyânında bu mecbûriyyet, Daha şiddetli olur başkalarından elbet. Çünkü hak öyle zamanlarda kalır tehlikede, Çâresizdir onu kurtarmaya bakmak sâde. Bir adam dursa da bir zâlim imâmın yüzüne, Adli emretse, bu zâlim de onun hak sözüne, İnkıyâd eyleyecek yerde tutup kıysa ona, O mücâhid yazılır ta şühedânın başına. Hamza’dan sonra gelen şanlı şehîd ancak odur. Hak için can verenin pâyesi elbet bu olur. Hakkı bir zâlime ihtâr, o ne şâhâne cihâd! «En büyüktür» dedi Peygamber-i pâkîze-nihâd. Hak zelîl oldu mu millet de, hükûmet de zelîl. «Hangi ümmette ki müşkildir edilmek tahsîl, Âcizin hakkı kavîlerden... O, kuvvetlenemez.» — Ne güzel söz bu! Şümûlüyle beraber mûcez. — Ömer’in hutbesi aklında mı bilmem? — Bilmem... — «Eyyühe’n-nâs, ederim taptığım Allâh’a kasem, Yoktur aslâ şu cemâ’atte ki hiçbir âciz, Benim indimde sizin olmaya en kàdiriniz, Bir kavînizde olan hakkını kurtarmam için. Bir kavî kimse de yoktur ki bu ümmette, bilin, En zaîf olmaya nezdimde, tutup kendinden, Âcizin hakkını ısrâr ile isterken ben.» Ömer’in işte, Hocam, çizdiği meslek buydu. — Lâkin akvâline ef’âli bi-hakkın uydu. — Sallanan çünkü kılıçlardı; ne kuyruk, ne kavuk! Öyle bir devr-i şehâmette kolaydır ululuk. Senin etrâfını alsın ki yığınlarca sefîl, Kimi idmanlı edebsiz, kim ta’limli rezîl. Kiminin fıtratı âzâde hayâ kaydından; Kiminin iffeti ikbâline etten kalkan. O kumarbaz, bu harâmî, şunu dersen, ayyâş, Sonra mecmû’u müzevvir, mütebasbıs, kallâş... Bu muhîtin bakalım şimdi içinden çıkabil; Ne yaparsın? Ömer olsan, yine hâlin müşkil. Uğramaz doğru adam semtine, lâkin, heyhat, Gece gündüz seni ıdlâle müvekkel haşerat! Kulağın hak söze artık ebediyyen hasret; Kustuğun herze: Ya hikmet, ya büyük bir ni’met! Yutan olmazsa dedin, öyle mi? Beyhûde merak; Dalkavuklar onu hazmetmeye candan müştak! Geyirirsin herifin burnuna, oh, der, ne nefîs! Aksırırsın, vay efendim, bu ne âheng-i selîs! Tükürürsün o mülevves yüze «hak tû! » diyerek; Sırıtır: «Sorma, samîmiyyetimiz pek yüksek.» İçiyorsan, sofu, sarhoş sana herkes sâkî... «İşretin hurmeti hâlâ mı? O sizler bâkî! » Irza düşmansan eğer, âileler hep mahrem... «Ne büyük vahşet esâsen bu selâmlıkla harem! » Bir muhâlif hava yok, dinlediğin aynı sadâ: «Zât-ı sâmînize millet de, hükûmet de fedâ.» Menfa’attir seni tehdîd edecek tek mevcûd, Çünkü çıksan da nebîyim diye, hasmın ma’bûd! Sofusun farz edelim, şimdi de boy boy tesbîh... Dalkavuklar bütün insan kesilir lâ-teşbîh! Taylâsan, cübbe, kavuk, hırka, hep esbâb-ı riyâ, Dış yüzünden Ömer’in devri muhîtin gûyâ. Kimi sâim, kimi kàim, o tavanlar, yerler, «Kul hüva’llâhu ehad» zemzemesinden inler. Sen bu coşkunluğa istersen inan, hepsi yalan, «Hüve»nin merci’i artık, ne «ehad»dir, ne filân. Çünkü mâdem yürüyen sâde senin saltanatın, Şimdilik heykeli sensin tapılan mefa’atın. Kanma, hey kukla kıyâfetli adam, hey sersem, Herifin ağzı «samed», mi’desi yüzlerce «sanem! » Sen de bir tekmede buldun mu, nihâyet, yerini, Ne kılıktaysa gelen, hepsi hüviyyetlerini, Aynı mâhiyyete aktarma ederler çabucak. Sana her gün sekiz on kerre söverler mutlak. Hani dillerde gezen nâmın, o hiçten şerefin? Ne de sağlammış, evet, anlasın aptal halefin: «Âh efendim, o ne hayvan, o nasıl merkepti! En hayır-hâhı idik, bizleri hattâ tepti. Bu hayâ der, bu edeb der, verir evhâma vücud; Bilmez aptal ki değil hiçbiri zâten mevcud. Din, vatan, âile, millet, ebediyyet, vicdan, Sonra haysiyyet-i zâtiyye, şeref, şöhret, şan, Daha bir hayli hurâfâta herîf olmuş esîr. Sarmısak beynine etmez ki hakàik te’sîr. Böyle Ankà gibi medlûlü yok esmâya kanar; Adamın sabrı tükenmek değil, esmâsı yanar. Kız, kadın hepsi haremlerde bütün gün mahbûs, Şu telâkkîye bakın, en kötü vahşet: Nâmûs! Herifin sofrada şampanyası hâlâ: Ayran, Bâri yirminci asırdan sıkıl artık, hayvan! İçelim sıhhat-i sâmînize... Hay hay içeriz! Biz, efendim, senin uğrunda bu candan geçeriz. İçelim... Durmayalım... Âfiyet olsun... Şerefe! » Sonra nevbetle, uzunboylu, söverler selefe. Halefin farz edelim şimdi öbür mektepten. Dalkavuklar yeni bir maske takarlar da hemen, Kuşatırlar yine etrâfını: «Sübhân’allâh! Bu ne fıtrat, bu ne vicdân-ı me’âlî-âgâh! Zât-ı ulyâları Hakk’ın bize in’âmısınız, Kimsiniz, söyleyiniz, Hazret-i Mûsâ mısınız? Hele Fir’avn’ın elinden yakamız kurtuldu; Hele mahvolmadan evvel sizi millet buldu. Âh efendim, o herif yok mu, kızıl kâfirdi; Çünkü bir şey tanımaz, her ne desen münkirdi. Ne edeb der, ne hayâ der, ne fâzîlet, ne vakar; Geyirir leş gibi, mu’tâdı değil istiğfar. Aksırır sonra, fütûr etmeyerek, burnumuza... Yutarız, çare ne, mümkün mü ilişmek domuza? Savurur balgamı ta alnımızın ortasına, Tükürürmüş gibi taşlıktaki tükrük tasına! Hezeyan, sorsanız, Allah; hezeyan, Peygamber; Din, vatan, âile, millet gibi yüksek hisler, Ahmak aldatmak için söylenilir şeylermiş... Bu hurâfâtı hakîkat diye kim dinlermiş? Âkil oymuş ki: Hayâtın bütün ezvâkından, Durmayıp hırsını tatmîne edermiş îman. Âhiret fikri yularmış, yakışırmış eşeğe; Hiç kanar mıymış adam böyle beyinsizce şeye? Hele ahlâka sarılmak ne demekmiş hâlâ? Çekilir miymiş, efendim, gece gündüz bu belâ? Zevki hakmış adamın, başkası hep bâtılmış... Çok tuhafmış bunu insanlar için anlamayış! Âh, efendim, daha söylenmeyecek işler var... Çünkü nâmûsa musallattı o azgın canavar. — İyi amma niye sarmıştınız etrâfını hep? — Hakk-ı devletleri var, arz edelim neydi sebep: Tepeden tırnağa her gün donanıp sırsıklam, Hani, yuttuksa o tükrükleri, faslam faslam, Vatan uğrunda efendim, vatan uğrunda bütün. Biz o zilletlere katlanmamış olsaydık dün, Memleket yoktu bugün, yoktu, iyâzen-billâh... Öyle üç balgam için millete kıymak da günâh. Herif ancak bizi bir parçacık olsun saydı; Başıboş kalmaya gelmezdi, eğer kalsaydı, Mülkü satmıştı ya düşmanlara, ondan da geçin, Yıkmadık âile koymazdı Hudâ hakkı için. Bulunur pek çok adam cenge koşup can verecek; Harbin en müşkili haysiyyeti kurbân etmek. Bu fedâîliği bir biz göze aldırmıştık. Ama Hâlik biliyor, bilmesin isterse balık. Ey veliyyü’n-niam, artık size bizler köleyiz; Yalınız emrediniz siz, yalınız emrediniz.» — Şimdi, oğlum, kızacaksın ya, fakat, boş ne desen; Bu rezâlet beni me’yûs ediyor âtîden. Hâle baktıkça adam kahroluyor elde değil; Bizi kim kurtaracak, var mı ki bir başka nesil? — Âsım’ın nesli, Hocam, — Nerde! — Hayır, haksızsın! Gâlibâ oğlana pek fazla bugünler hırsın? — Âsım’ın nesli... diyorsun. Ne uzun boylu hayâl! — Âsım’ın nesline münkàd olacak istikbâl. Sana vicdânımı açtım okudum, dinlesene; Söyleten başkasıdır, bakma, Hocam, söyleyene. — Ne kehânet bu? — Bilirsin ki değil mu’tâdım. — Güzel amma, ne fazîletleri var evlâdım? — Ne fazîlet mi? Çocuklar koşuyor, aç çıplak, Cebheden cebheye arslan gibi hiç durmayarak. Yine vardır bir ölüm korkusu arslanda bile; Yüzgöz olmuş bu çocuklar ölümün şahsıyle! Cebhenin her biri bir kıt’ada, etrâfı deniz; Kara dersen daha dehşetli: Ne yol var, ne de iz. Harekâtın görüyorsun ya, Hocam, en kolayı, Yalnayak Kafkas’ı tutmak, baş açık Sînâ’yı! Yapılır zannediyorsan, bakalım, sen de soyun... Kıt’a kapmak, köşe kapmak değil artık bu oyun. Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi? En kesîf orduların yükleniyor dördü beşi, -Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya- Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya. Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı! Nerde -gösterdiği vahşetle «bu: bir Avrupalı! » Dedirir- yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi, Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi! Eski Dünyâ, Yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer, Kaynıyor kum gibi, tûfan gibi, mahşer mahşer. Yedi iklîmi cihânın duruyor karşına da, Ostralya’yla berâber bakıyorsun: Kanada! Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk; Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk. Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ... Hani, tâ’ûna da züldür bu rezîl istîlâ! Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asîl, Ne kadar gözdesi mevcûd ise, hakkıyle sefîl, Kustu Mehmedciğin aylarca durup karşısına; Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına. Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz... Medeniyyet denilen kahbe, hakîkat, yüzsüz. Sonra mel’undaki tahrîbe müvekkel esbâb, Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb. Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı; Beriden zelzeleler kaldırıyor a’mâkı; Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin; Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin. Yerin altında cehennem gibi binlerce lâğam, Atılan her lâğamın yaktığı: Yüzlerce adam. Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer; O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkàz-ı beşer... Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak, Boşanır sırtlara, vâdîlere, sağnak sağnak. Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller, Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller. Veriyor yangını, durmuş da açık sînelere, Sürü hâlinde gezerken sayısız tayyâre. Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermîler... Kahraman orduyu seyret ki bu tehdîde güler! Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından; Alınır kal’a mı göğsündeki kat kat îman? Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm? Çünkü te’sîs-i İlâhî o metîn istihkâm. Sarılır, indirilir mevki’-i müstahkemler, Beşerin azmini tevkîf edemez sun’-i beşer; Bu göğüslerse Hudâ’nın ebedî serhaddi; «O benim sun’-i bedî’im, onu çiğnetme» dedi. Âsım’ın nesli... diyordum ya... nesilmiş gerçek: İşte çiğnetmedi nâmûsunu, çiğnetmeyecek. Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar... O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar, Yaralanmış temiz alnından, uzanmış yatıyor, Bir Hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor! Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker! Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer. Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhîd’i... Bedr’in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi. Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın? «Gömelim gel seni târîhe» desem, sığmazsın. Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb... Seni ancak ebediyyetler eder istîâb. «Bu, taşındır» diyerek Kâ’be’yi diksem başına; Rûhumun vahyini duysam da geçirsem taşına; Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyle, Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle; Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan, Yedi kandilli Süreyyâ’yı uzatsam oradan; Sen bu âvîzenin altında, bürünmüş kanına, Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına, Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem; Gündüzün fecr ile âvîzeni lebrîz etsem; Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana... Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana. Sen ki, son Ehl-i Salîb’in kırarak savletini, Şark’ın en sevgili sultânı Salâhaddîn’i, Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran... Sen ki, İslâm’ı kuşatmış, boğuyorken hüsran, O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın; Sen ki, rûhunla berâber gezer ecrâmı adın; Sen ki, a’sâra gömülsen taşacaksın... Heyhât, Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât... Ey şehîd oğlu şehîd, isteme benden makber, Sana âgûşunu açmış duruyor Peygamber. — Bırak Allâh’ı seversen, yine berbâd oldum! O yanık defteri artık kapa, zîrâ doldum... Tıkanıp durmadayım. Baksana, nevbet nevbet... Zâten a’sâbıma hâkim değilim, merhamet et. — Bakayım şimdi, senin neydi o müşkil derdin, Ki sabahtan beridir söylemedin, söylemedin? — Âsım’ın hâli fenâ: Pek mütehevvir, ama, pek! Ne nasîhatten alır şey, ne azar dinleyecek. — Atak oğlandır esâsen... Demek azdırdı işi... — Bilmem azdırdı mı, lâkin hoşa gitmez gidişi. — Ramazan Vak’ası varmış, o nedir? — Anlatayım... O zamandan beri zâten ne suyum var, ne sayım! — Ne demek? — Çıkmıyorum, sanki, berâber dışarı. Bu, zıpır; âlemin evlâdını dersen, haşarı; Görecek hayli mürüvvet daha var! Ben yapamam... — Ramazan Vak’ası, yâhu! Şunu anlat, be adam! — Üsküdar’dan geliyorduk, ikimiz: Âsım, ben. Sâ’at on bir sularındaydı... Vapur beklerken, Yolcular Bafra’yı tellendirivermez mi sana? Kaçıver, belli ki çıngar çıkacak, durmasana! Hayır oğlum, nasıl olduysa, apıştım kaldım. Çocuğun tavrı değişmişti. Dedim: «Bak, Âsım, Dalaşırsan bu heriflerle üzersin babanı.» İçlerinden biri, hem şüphesiz, en kaltabanı, Üç nefes püfleyerek burnuma: «Sen söyle, Hoca! Niye bağlanmalı hayvan gibi hâlâ oruca? » Deyivermez mi, tabî’î senin oğlan tokadı, Herifin yırtılacak ağzına kalkıp yamadı. Gâlibâ pek canı yokmuş ki yuvarlandı leşi... Asıl itler gerideymiş, koşarak dördü, beşi, Ansızın serdiler evlâdımı karşımda yere. Ben şaşırmış, «aman oğlum! » demişim bir kere. Hele yâ Rabbi şükür, toplanıp oğlan birden, Kömür almış deve kalkar gibi doğruldu hemen. O nasıl cehd idi kurtulmak için anlamalı: Silkinip attı belinden asılan dört çuvalı! Dedim: Artık sizi haklar bu zıpır şimdi, durun, Ne ağız kaldı yiğitlerde, hakîkat, ne burun; Kime indiyse, nüzûl inmişe benzetti onu! Bu sevimsiz şakanın hayli firaklıydı sonu: Hani, salhâne civârında durup seyre bakan, Karabaşlar görülür: Yüzleri kan, gözleri kan; Bu çomarlar da o vaz’iyyete gelmişlerdi. Hepsinin hakkını Allâh için oğlan verdi! Hele bir tânesinin beyni dağılmıştı, eğer, İşi sulh etmemiş olsaydı gelen dört asker. — Anlasaydık, şu neden sonrakinin fazla payı? — Ya tabancayla hücûm etti uzaktan bu dayı. Bereket versin o askerlere da’vâ bitti; Sedyeler geldi, polislerle herifler gitti. — Sizi haksız çıkaran yoktu ya? — Olsun mu? Tuhaf! Afedersin, Hocazâdem, ne kadar saçma bu lâf! Haklı, haksız diye taksîmi kim etmiş ki kabûl? Bu cihan, baksana, baştanbaşa: Âkil, me’kûl. Kuvvetin sırtını kimmiş, göreyim, okşamayan? Ne zaman altta kalırsan, o zaman derdine yan! «Beşerin adli masal, hak zıpırındır yalınız; Dövülen mahkemelerden kovulur, çünkü: Cılız! » Bizim oğlan bunu virdetmiş, okur her yerde... — Doğru söz, sonra, tabî’î, efelik var serde! — Efelik, çok güzel amma, sonu çıkmaz bu yolun; Etme, oğlum, şuna bir parça nasîhatte bulun. Çünkü ben korkuyorum, söylemiş olsam tekrar, Yüzgöz olduk, edecek mes’ele isyanda karar. — Ne demek! Hiç sana isyan mı edermiş Âsım? — Bence her mümkünü vaktiyle düşünmek lâzım. — Hocam, evlâdına benzer bulamazsın arasan, Görmedim ben bu kadar dörtbaşı ma’mûr insan. Ne büyük hilkat o Âsım, ne muazzam heykel! Onu, bir şi’r-i hamâset gibi, ilhâm-ı ezel, Sana sunduysa, açıp rûhunu teşrîhe çalış... Gâlibâ oğlanı yanlış görüyorsun, yanlış! Yalınız göğsünün eb’âdı mı sandın yüksek? İn de a’mâkına bir bak, ne derinmiş o yürek! Dalgalandıkça içinden taşan îman denizi, Dökülen hisleri gör: İncilerin en temizi. Gövde yalçın kayadan âbide, lâkayd-i ecel; Sanki hiç duygusu yok... Bir de fakat rûhuna gel; O ne ifrât ile rikkat! Hani, etsen ta’mîk, Bir kadın rûhu değildir o kadar belki rakîk. Sonra, irfânı için söyleyecek söz bulamam; Oğlanın bildiği, öğrendiği her şey sağlam. Boynu dehşetli, evet, beyni de lâkin zinde; Kafa enseyle beraber gidiyor seyrinde. Çölde ben hayli görüştüm bu sefer Âsım’la; Hoca, te’mîn ederek söylerim îmânımla: İğtinâm etmeye baktım çocuğun sohbetini; Pek yakından tanıdım çünkü husûsiyyetini. Ne güreştirmediğim kaldı, ne koşturmadığım; Ne de «her şeyde sıfırsın! » diye coşturmadığım. Çölün, âsûde muhîtinde geçen günlerimiz, Bana gösterdi tamâmiyle ki: Oğlun eşsiz. Bî-tenâhî safahâtıyle herif ayrı cihan; Bî-tenâhî safahâtında da, lâkin, insan. Hiç unutmam, büyücek bir zafer olmuş da nasib, Asker etmişti güreşlerle yarışlar tertib. «Hadi Âsım! » dedik, «olmaz» dedi, biz dinlemedik; Bularak bir de kalın, pırpıta benzer dizlik, Yaralıymış demedik, üç kişi tuttuk soyduk; Çıktı meydanda gezen hasmına bîçâre çocuk. Neydi oğlandaki endâmın o âhengi fakat! Belli her uzvu için ayrı çalışmış hilkat. Ya kemikler ne salâbetli, ya etler ne katı: Tepeden tırnağa, gûyâ, dolamışlar halatı, İki üç katlı büküp bir çınarın gövdesine. Hele taşmış dökülürken o muazzam sîne, Öyle bâriz adelâtın ebedî dalgaları, Ki yorar ârızalar seyrine dalmış nazarı. Çok geniş dersen omuzlar, boy o nisbette uzun, O ne mevzun kafadır, sonra, ne sağlam o boyun! Ufarak bir kapı sırtın kabaran eb’âdı, Çarpışıp durmada nâçâr iki müdhiş kanadı. Enseden tâ bele sarkan o derin hat, o yarık, Arzı umkunda nihan tûl-i mücerred artık! Bel nisâbında, omuzlar gibi taşkın çatılar, Adalî baldırının kutru hemen boynu kadar. İki çam bölmesi kol, kim tutacak, kim bükecek? O bileklerle o ellerse demirden daha pek. Yaralar başkaca endâmına heybet veriyor, Bir şehâmetli temâşâ ki vücud ürperiyor. Vakıâ hasmı da gürbüz delikanlıydı ama, Âsım’ın savleti kuvvet mi sorar hiç adama? Silkiyor dut gibi bîçâreyi sağdan, soldan. Ne o? Çapraz mı? Hemen gir ki senindir meydan. Ay! Herif sıyrılıyor, hem ne kolaylıkla, bakın! Aman Âsım, bu güreş olmasın uydurma sakın? Hele anlat şu işin neyse hakîkî rengi? «Yenemezmiş onu: Bir kerre değilmiş dengi, Bir de bîçâre adam pek müte’azzım şeymiş, Kahrolurmuş kederinden tutarak yenseymiş. Sonra, lâyık mı imiş yerlere sermek şimdi, Böyle düşmanla bütün gün dövüşen bir yiğidi? ». * * *. — Anladık, hepsi de a’lâ, diyecek yok... Lâkin, Şu benim derdime bir çâre bulaydık ilkin. Ramazan Vak’ası her gün, Hocazâdem, her gün, Hele günler bereketliyse hemen üç beş öğün! Âdetâ çılgına dönmüş... Bu cünûnun da başı: Yanarak gömdüğü binlerce şehîd arkadaşı. Sanırım son yarasından da biraz huylanıyor... Sonra, ahvâle tahammül mü dedin, gâyet zor. Ne dolaplar dönüyor, beynini sarsar duysan! Bence beyhûdedir, oğlum, bu nehirler gibi kan. O, demin «harb-i umûmî» dediğin maskaralık, Karagöz’den de beter, kıymeti yok beş paralık. Perde sıyrıldı, işin kalmadı hiçbir hüneri, Her bakan sezdi karanlıkta sinen çehreleri. Yutulur herze mi pîr aşkına mahrûmiyyet? Çekti yıllarca, fakat, çekmiyor artık millet. Hele sen gel de «hamiyyet! » diye aptal kandır; Canı yanmış dedenin son sözü «illâllah! »tır. Ben sefâletten ölürken seni sıkmazsa refah, Hak erenler buna ummam ki desin: Eyvallah! Şöyle bir bak: Ne harâb ortalığın manzarası... Ama hiç deşme sakın, çünkü yürekler yarası. Hani, insan sesi çağlardı şu vâdîlerde... Sor ki âfâka, o âlemler, o demler nerde? Yemyeşil yurda çöken kapkara toprak rengi; Dindi binlerce hayâtın ezelî âhengi. Yok civârımda bugün aç yatanın pâyânı; Her perîşan yuva bir âile kabristânı! Beni öldürmede, oğlum, bu harâb ıssızlık: Hangi vîrâneyi eşsen kopuyor bin çığlık! Hasta binlerle, bakan yok; diriler çırçıplak; Ölüler kaskatı olmuş, hani kim kaldıracak? Bir taraftan bu fecâyi’ kemirirken yurdu, Bir taraftan da elin bir sürü doymaz kurdu, Dişliyor na’şını sırtlan gibi bîçârelerin; Yolu ummam ki bu olsun koşulan son zaferin! Girdiniz harbe heriflerle «zarûrî! » diyerek; Bu rezâlet de zarûrî mi, kuzum, bir bilsek? — Ama sen pek uzun ettin Hocam, artık sadede! Bahsimiz nerde, senin söylediğin şey nerede? — İşte, oğlum, çocuğun rûhunu sarsan esbâb; Muttasıl kıvranıyor, kalbi yıkık, beyni harâb. Hangi bîçârenin âlâmını etsin ta’dîl; Kimin imdâdına koşsun? O kadar çok ki sefîl! .. Hangi mâtemli evin derdine çıksın ortak? Bir yığın kül kesilen, baksana, binlerle ocak! Hangi yardım dilenen aczi tutup kaldırsın? Hangi mel’un çetenin boynunu ilkin kırsın? Bizim ev mahkeme; hâkim, bereket versin, acar; Geceden hükmü verir, gündüzün icrâya koşar! — Neme lâzım, herifin pek amelî şey bileği! — Ama hiç sorma bizim çektiğimiz gâileyi: Akşam olmaz mı, kızın benzi uçuktur mutlak... Ağbeyim gelmedi hâlâ... diye korkak korkak, Dikilir karşıma... Lâhavle derim, sabrederim; Beni kim tesliye etsin ki ben ondan beterim! Çullanır beynime yüzlerce mehîb endîşe; Bütün a’sâbımı sarsar, bakamam, hiçbir işe. Sâ’at artık bilemem altı mı, yâhud yedi mi; Heyecan, geldi mi oğlan; helecan, gelmedi mi. Çileden çıkmışım akşam, dedim: «Âsım, bana bak! Yol yakınken geri dön, nâfile çıkmaz bu sokak. Koşuyorsun, be çocuk, çarpacak alnın duvara; Dağılır sonra kafan, etme, çekil bir kenara. Ne demir leblebi meslek bu, Ebû Zer-vâri? Ömer’in zâbıta me’mûru geleydin bâri! Sen o meyhâneyi basmakla mükellef miydin? Ya kumarbazları ma’nâsı nedir tehdîdin? Toplanıp cünbüş ederken elin evlâdı, gece, Hangi bir hakla gidip hepsini dövdün delice? Na’ra atmış diye sarhoşları, tut sen, kovala... Bâri git bekçi yazıl, aylık alırsın budala! Niye cebren ayırırsın kocasından kadını? Komşular, baksana, «kel kâhya» komuşlar adını! Balık almış, ne olur? Sonra yedirmiş, ne çıkar? Sanki hiç beslememiş kendisi vaktiyle zağar. Sana bir şey dememiş, kısmış oturmuş dilini; Niçin, oğlum, seriyorsun herifin pestilini? ...» Söyleyen ben değilim şimdi, bizim Âsım Bey: «Harekâtım sizi bîzâr ediyormuş... Çok şey! Babacığım, öyle değil, dinlemeyin rast geleni; Dinleyin suçlu muyum, haklı mıyım, bir de beni. Herkes aç bekleşiyor kaldırımın sırtında... Siz gidin, perdelerin hepsini kaldırtın da, Alenî işret edin âleme göstermek için! Be adamlar! Azıcık saygı sayın: Gizli için. Meze tûfânına dalmış, kulaç atmaktasınız; Yutkunan halka bakın, pencerelerden, sayısız. Paranız yok ya, şu ben var diyeyim, bol keseden; Hakkınız nerde sefîh olmaya, dünyâ açken? Hadi yâhû, yetişir... Çok bile içtikleriniz; Durmak olmaz, dağılın, belki uzaktır yeriniz... Hani aldırmasalar bâri, «defol git! » dediler... Dedim: «Artık kime âidse defolmak, o gider.» Kollarından tutarak hepsini attım bir bir; Söyleyin varsa kabâhat, acabâ bende midir? Gelelim şimdi kumarbazları tehdîde. Evet, Bütün evlerde ışıksız bunalırken millet, O kulüpten sırıtan şenliğe insan duramaz: Yanıyormuş, dediler, haftada bir sandık gaz! Ben bu isrâfı tabî’î çekemezdim artık; Taşıdım söylenilen petrolü sandık sandık. Bir ufak ölçü, dedim... Buldu nihâyet bakkal; Aldı herkes gazı, gülyağ gibi, miskal miskal! Ne donanmıştı sokak, doğrusu şehrâyindi! Sormayın parçalanan zulmeti: Üç gün sindi! Babacığım, işte kumarbazlara zulmüm bu kadar, Bir de öksüzler için bin lira aldım zor zar. Gelelim cünbüşe insâf ediniz vakti midir? Yâhud insan gibi eğlense herifler ne denir? Muhtekir kàfilesiymiş, ne edeb var, ne hayâ. Aç, sefîl inleyerek can veredursun dünyâ, Yine siz dinlemeyin, anlamayın mâtemini, Sürün artık serilen yurdunuzun son demini! Sağda yüzlerce ölen, solda hesapsız sürünen, Karşıdan bunlara gülmek ne demektir alenen? Durmayın, derdime ortak görünün kalkın da, Demiş olsam, bilirim, vüs’unüzün fevkinde. Ağlamak çok kişinin zevki değilmiş, lâkin, Gülmemek herkes için, zannederim, pek mümkin. Komşulardan sıkılın, pesten atın na’raları; Büsbütün sustururum sonra, çıkarsam yukarı! Son sözümdür size... Beyhûde fakat, nerde duyan? Taştı kusmuk gibi her pencereden bin hezeyan. Pek tabî’î ki durulmazdı...» — Dur oğlum, yetişir! — Lûtfedin, bitmedi... — Bir dinle de, olmazsa, bitir. Bana anlat bakayım şimdi: Şu bîçâre ocak, Zorbalar saltanatından ne zaman kurtulacak? Hiç bu mantıkla, a dîvâne, hükûmet mi yürür? Bir cemâ’at ki erenler işi yumrukla görür, Kafa bitmiş demek artık, çekiver kuyruğunu! Kuvvetin hakkı mıdır enselemek bulduğunu? Bize, Âsım, ne şunun yumruğu lâzım, ne bunun; Birinin pençesi ister yalınız: Kànûnun. Ver bütün kudreti kànûna ki vahdet yürüsün... Yoksa millet değil ancak dağınık bir sürüsün... Memleket zâten ayol baksana: Allak bullak, Sen de hissinle yürürsen batırırsın mutlak. Ya kuzum, zabtiye rûhuyle hükûmet sürenin, Yeri altındadır, üstünde değildir kürenin! — Babacığım, öyle değil... — Dinlemem artık, hadi git! . * * *. Hocazâdem, sen asıl derdi bizim kızdan işit: Senin aptal daha bir hayli de çılgın bularak, Bâbıâlî’yi... — Aman? — Basmayı kurmuş... — Hele bak! Acabâ kim ki ayartan? .. Ama zannetmem pek... — Deme, oğlum, bana tekmîlini anlattı Melek. Kız biraz azmine engel herifin, yoksa fenâ... Hem basar, hem de asar, çok deli şey, âmennâ! — Söyle, pek kanlı oyundur, yanılıp oynamasın. — Beni hiç saydığı yok nâfile... Bir sen varsın, Bir de hemşîresi var zabtedecek şimdi onu. Aman oğlum, bana terk etmeyiniz mecnûnu. — Yok canım, vazgeçer elbette, bu gerçek mi deli? — Bilemem, korkuyorum kız beni îkàz edeli. İş o evvelki vekàyi’ gibi olsaydı, evet, Belki bir parça tesellîye bulurdum cür’et. Lâkin, oğlum, görüyorsun: Kurulan perde yaman; Hani, baştan başa kan, dış yüzü kan, iç yüzü kan! Bir damar patlamasın, sel götürür memleketi; Yoksa göstermeye Rabbim o elîm âkıbeti. — Yine ifrâta kapıldın sanırım... — Hiç de değil, Sen şu vaz’iyyete bir baksana: Cidden müşkil. — Hadi müşkil diyelim, çâresi hiç yok mu ki? — Var. — Nedir öyleyse telâşın, heyecânın bu kadar? — Heyecan yok, yalınız, mes’elenin ihmâli, Bence pek doğru değildir. Evet, insan hâli, Ya nihâyet kızı saymaz da bu ma’tûh oğlan, Yeniden kàmete kalkarsa, ne olmaz o zaman? Kopacak fitneyi, oğlum, hele bir kerre düşün; Sanırım ayn-ı hatâdır beni müfrit görüşün. Hayır, ifrâtıma hükmetmene râzı değilim; Ben de oldukça metînim, hele pek mu’tedilim. Ne yakın der, ne uzak der, ne soğuk der, ne sıcak, Bu çocuk harbe gider, kaç senedir, zıplayarak. Ne zaman «gitme! » dedim? «Koş! » diyerek gönderdim; Gönderirken de «gider, bir daha gelmez» derdim; Unutulmuş gibi artık bırakırdım peşini, Avuturdum, oturur, evde kalan kardeşini. Hânümanlar çöküyor, zelzele yalnız bana mı? Ortalık can çekişirken açamam ben yaramı. Anlamam oğlum için çekmeyi zâten helecan; Elin evlâdı nedir? Hepsi civan, hepsi de can. «Parçalanmış senin Âsım» dediler bi’d-defeât, Babayım, elbet içim parçalanırken, heyhât, Her zaman sîneye çektim, biliyorsun ya? — Evet. — Çünkü gâyetle tabî’îdir o müşkil gayret: Kaplamış yurdumun âfâkını, mâdem, şühedâ... Varsın olsun kalanın uğruna Âsım da fedâ. «Hem gazâ, hem de şehâdet, ne sa’âdet bu! » derim; Ciğerim yansa da söndürmek için cehd ederim. Ama «kàtil» deseler oğlumu, yâhud «maktûl», O zaman işte benim âkıbetim pek meçhûl. Var mı bir çâre ki dünyâda, gidip baş vurayım? Hangi hüsrânımı «sen dur! » diyerek susturayım? Kendi vicdânım olur önce gelir da’vâcı... Görüyorsun ya: Tecellüdle savulmaz bir acı! Babanın cânı için merhamet et, evlâdım, Pek harâbım, bana bir parçacık olsun yardım. Yalınız sensin elimden tutacak, yaş yetmiş... Ah o vaktiyle ölenler ne de tâli’li imiş! Rabbimin cilvesi bunlar ya, fakat hayrânım... Geberip gitmediğim, başka nedir isyânım? Aman oğlum, «hadi tahsîlini ikmâl ediver» De de, mecnûnu zaman geçmeden evvel gönder. Çünkü... — Dur dur! .. Ne haber? Yoksa misâfir mi, Emin? — Âsım ağbeymi getirdim... — İyi ettin, gelsin. — Bize gitmek düşüyor şimdi. — Selâmetle, Hocam... Hiç merâk etme... Bu akşam kalabilsen? — Kalamam.. * * *. — Seni çoktan beridir, gördüğümüz yok, Âsım, Nerdesin? Yerde misin? Gökte misin? Gel, bakalım! Yalınızsın? — Yalınız geldim, efendim, bu sefer. — Getireydin, a canım, şunları... — Bilseydim eğer... — Âferin, doğrusu, cevherli çocuklar, belli! İftihâr etmeli gördükçe bu gürbüz nesli. — Ben de şükrânımı arz etmeliyim şimdi size, Böyle en sevgili yârânımı takdîrinize. Amca Bey, gördünüz, Allâh için insan şeyler... Ama bir türlü ısınmaz, ne sebeptense, peder. — Aklı ermez, babanın, sen nene lâzım, bana bak! — Yeni yazdıklarınız nerde, efendim, okusak? Aradım kimsede yok. — Varsa da üç dört eserim, Zât-ı sâmînizi hoşnûd edemez zannederim: Demevî zevkiniz elbet demevî şi’r ister! — Asabî olsa da râzîyız, efendim, bizler... Bir mizâc istemiyorsak o da: Lenfâîlik; Çünkü milletler için, doğrusu, gâyet mühlik. — Edebiyyâtımız Allâh’a emânet desene! Babanın oğlusun, Âsım, ne kadar olsa yine. — Pek tarafdârı değildir pederim... — Sorma, fenâ! Üdebâ nâmına kim varsa, bilâ-istisnâ, Hepsinin rûhunu şâd etti bugün... — Etmeyiniz! — Dedim: Artık bu kadar sövmeye lâyık değiliz. Sen de kimsin? deyivermez mi, ne oldum, bilsen? Bense şâir geçinirdim, hele bir bak şuna sen! Komşunun hâline gülmek ne fenâ şey! — Elbet! Yok ki dünyâda cezâsız kalacak bir hareket. — Evet, oğlum, yalınız ibret alanlar nerde? Edebî sohbet olurmuş büyücek bir yerde. Neden âsârımızın hepsi çelimsiz? derler; Bu zemîn üstüne herkes iki üç söz söyler. Bulunur, neyse, nihâyet balığın belkemiği: Şark’ın üç bin senedir, gün sayarak beklediği, O muazzam, o yaman şâir-i dâhîyi zaman, Çıkarıp vermemiş âgûşuna yurdun el’an. Rûh-i millîmizi tatmîn edemezmiş bir edîb, Gelmeden sahne-i eyyâma o dâhî-i mehîb. Geceler hâmile, mâdem, çocuk er geç doğacak. Ama sen şimdi işin girdiği son safhaya bak: Hangi saz şâiri, bilmem, bunu almış da haber; «Neciyim ben? » diye, günlerce tepinmiş ter ter! Sonra durmuşsa da, hâlâ, dediler, gayzı yaman; Dut yemiş bülbüle dönmüş, giderek, kahrından. Buna gülmüştüm, evet, gülmeyecektim oğlum, Çarçabuk adl-i İlâhî dedi: «Dur şimdi kulum, Sen ki, vah vah diyecek yerde, gülersin kah kah; İşte fi’l, işte cezâ, çek bakalım! » Eyvallah. Babanın yok mu davuldan beter îkàzı, hani, Tıpkı rü’yâdan ayılmışlara benzetti beni! — Yok efendim, bu kadar şiddeti etmem ya ümîd, Ma’amâfih pederin hakkı değildir tenkîd. — Şimdi Âsım, edebiyyâtı bırak, bir tarafa; Daha ciddî işimiz var, geçelim başka lâfa. Gâlibâ söylediğim yoktu? Evet, hiç yoktu: Mısr’ın en muhteşem üstâdı Muhammed Abdu, Konuşurken neye dâirse Cemâleddin’le; Der ki tilmîzine Afganlı: «Muhammed, dinle! İnkılâb istiyorum, başka değil, hem çabucak. Öne bizler düşüp İslâm’ı da kaldırmazsak, Nazariyyât ile bir şeyler olur zannetme... O berâhîni de artık yetişir dinletme! Çünkü muhtâc-ı tezâhür değil isti’dâdın...» — «Şüphe yok, hakk-ı semûhîleri var Üstâd’ın... Gidelim bir yere, hattâ şu bizim Sûdân’a; Yeni bir medrese te’sîs edelim urbâna. Daha üç beş de fazîletli mücâhid bulalım. Nesli tehzîb ile, i’lâ ile meşgûl olalım. Çıkarıp gönderelim, hâsılı, Şeyh’im, yer yer, Oradan âlem-i İslâm’a Cemâleddin’ler.» — «Bu, fakat, yirmi yıl ister ki kolay görmüyorum... Yirmi günlük işe bak sen! » — «Kulunuz ma’zûrum.» Kıssadan hisse çıkarsak mı, ne dersin Âsım! Anlıyorsun ya, zarar yok, daha iy’anlaşalım: İnkılâb istiyorum ben de, fakat, Abdu gibi... Yoksa, ellerde kör âlet efeler tertîbi, Bâbıâlî’leri basmak, adam asmakla değil. Çek bu işten bütün ihvânını, kendin de çekil. Gezmeyin ortada, oğlum, sokulun bir sapaya, Varsa imkânı, yarın avdet edin Avrupa’ya. — Amca Bey! — Nâfile Âsım, seni hiç dinlemeyiz... Çünkü sen bir kişisin, biz bakalım öyle miyiz? Ben... baban... sonra Melek... Tutturamazsın ne desen... Hadi tahsîlini ikmâle tez elden, hadi sen! Çünkü milletlerin ikbâli için, evlâdım, Ma’rifet, bir de fazîlet... İki kudret lâzım. Ma’rifet, ilkin, ahâlîye sa’âdet verecek Bütün esbâbı taşır; sonra fazîlet gelerek, O birikmiş duran esbâbı alır, memleketin Hayr-ı i’lâsına tahsîs ile sarf etmek için. Ma’rifet kudreti olmazsa bir ümmette eğer, Tek fazîletle teâlî edemez, za’fa düşer. İbtidâîliğe mahsûs olan âvâre sükûn, Çöker a’sâbına. Artık o da bundan memnûn! Ma’rifet, farz edelim, var da, fazîlet mefkùd... Bir felâket ki cemâ’atler için, nâ-mahdûd. Beşerin rûhunu tesmîm edecek karha budur; Ne musîbettir o: Tâunlara rahmet okutur! Bizler edvâr-ı fazîletleri cidden parlak, Bir büyük milletin evlâdıyız, oğlum, ancak, O fazîlet son üç asrın yürüyen ilmiyle, Birleşip gitmedi; battıkça da ümmet cehle, Bünyevî kudreti günden güne meflûc olarak, Bir düşüş düştü ki: Davransa da, sarsak sarsak. Garb’ın emriyle yatıp kalkmaya artık mahkûm; Çünkü hâkim yaşatan şevket-i fenden mahrûm. Biz, evet, hasmımızın kudret-i irfânından, Bî-nasîbiz de o yüzden bu şerefsiz hüsran. Sonra, a’sâra süren haybeti çekmekle, bugün, O fazîlet bile hissiz, hareketsiz, ölgün. Şimdi, Âsım, bana müfrit de, ne istersen de, Ma’rifetten de cüdâ Şark o fazîletten de. Lâkin ister misin, oğlum, mütesellî olmak: İctimâî bütün âmillere, kudretlere bak. Bunların herbirinin kuvveti, mâzîye inen, Kökü mikdârı olur; çünkü bu âmillerden, En derin köklüsü en sağlamı, en hâkimidir. Şimdi, sen bizdeki kudretleri eşsen bir bir, Göreceksin ki: Bu millette fazîlet en uzun, En derin köklere yaslanmada; hem sonra onun, Bir mübârek suyu var, hiç kurumaz: Dîn-i mübîn. Hâdisât etmesin oğlum, seni aslâ bedbîn... İki üç balta ayırmaz bizi mâzîmizden. Ağacın kökleri mâdem ki derindir cidden, Dalı kopmuş, ne olur? Gövdesi gitmiş, ne zarar? O, bakarsın, yine üstündeki edvârı yarar, Yükselir, fışkırıp, âfâk-ı perîşânımıza; Yine bin vâha serer kavrulan îmânımıza. Vâkıâ ortada yüzlerce mesâvî yüzüyor; Sen bu kâbûsu bütün şerre değil, hayra da yor. Çünkü yoktur birinin kalb-i cemâ’atte yeri; Arasan: Hepsi beş on maskara ferdin hüneri! Bu cihetten, hani, hiç yılmasın, oğlum, gözünüz; Sâde Garb’ın, yalınız ilmine dönsün yüzünüz. O çocuklarla beraber, gece gündüz, didinin; Giden üç yüz senelik ilmi sık elden edinin. Fen diyârında sızan nâ-mütenâhî pınarı, Hem için, hem getirin yurda o nâfi’ suları. Aynı menba’ları ihyâ için artık burada, Kafanız işlesin, oğlum, kanal olsun arada. Sen geçenlerde demiştin ki: «Yazık hâlâ biz, Dünkü ilmin bile bîgânesiyiz, câhiliyiz. İşte fıkdânı bu ihmâl edilen ma’rifetin, Nesli bir acze düşürmüş ki, bugün, memleketin, Bir yığın kuvveti var, hem ne tabî’î de, henüz, Biz o kuvvetlere eller gibi hâkim değiliz! Yarının ilmi nedir, halbuki? Gâyet müdhiş: «Maddenin kudret-i zerriyyesi» uğraştığı iş. O yaman kudrete hâkim olabilsem diyerek, Sarf edip durmada birçok kafa binlerce emek. Onu bir buldu mu, artık bu zemin: Başka zemin. Çünkü bir damla kömürden edecekler te’min, Öyle milyonla değil; nâ-mütenâhî kudret! ...» İbret al kendi sözünden, aman oğlum, gayret! Bir yılın var daha zannımca? — Evet. — Bak, ne kolay! Lâkin ihvân-ı kirâmın? — Çoğunun altışar ay. — Hep giderler ya, beraberce? — Giderler, ma’lûm. — Hepsinin mesleği sağlam mı? — Evet, müsbet ulûm. — İnkılâbın yolu mâdem ki bu yoldur yalınız, «Nerdesin hey gidi Berlin? » diyerek yollanınız. Altı ay, bir sene gayret size eğlence demek... Siz ki yıllarca neler çekmediniz, hem gülerek! Hani, bir ömre bedeldir şu geçen her gününüz; Bir gün evvel gidiniz, bir saat evvel dönünüz. Şark’ın âgûşu açıktır o zaman işte size; O zaman varmanın imkânı olur gâyenize; O zaman dinlerim artık seni, Âsım, bol bol... — Yarın akşam gideriz. Öyle mi? Berhurdâr ol.. 22 Zilhicce 1337 / 18 Eylül 1335 (1919) Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi? En kesîf orduların yükleniyor dördü beşi, -Tepeden yol bularak geçmek için Marmara'ya- Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya. Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı! Nerde -gösterdiği vahşetle- "bu: bir Avrupalı! " Dedirir -yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi, Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi! . Eski Dünyâ, Yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer, Kaynıyor kum gibi, tûfan gibi, mahşer mahşer. (1) Yedi iklîmi cihânın duruyor karşına da, (2) Ostralya'yla berâber bakıyorsun: Kanada! Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk; Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk. Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ... Hani, tâ'ûna da züldür bu rezîl istîlâ! Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asîl, Ne kadar gözdesi mevcûd ise, hakkıyle sefîl, Kustu Mehmedciğin aylarca durup karşısına; Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına. Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz... Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz. Sonra mel'undaki tahrîbe müvekkel esbâb, Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb.. Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı; Beriden zelzeleler kaldırıyor a'mâkı; Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin; Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin. Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam, Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam. Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer; O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer... Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak, Boşanır sırtlara, vâdîlere, sağnak sağnak. Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller, Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller. Veriyor yangını, durmuş da açık sînelere, Sürü hâlinde gezerken sayısız tayyâre. Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermîler... Kahraman orduyu seyret ki bu tehdîde güler! Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından; Alınır kal'â mı göğsündeki kat kat îman? Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm? Çünkü te'sis-i İlâhî o metîn istihkâm.. Sarılır, indirilir mevki'-i müstahkemler, Beşerin azmini tevkîf edemez sun'-i beşer; Bu göğüslerse Hudâ'nın ebedî serhaddi; "O benim sun'-i bedî'im, onu çiğnetme" dedi. Âsım'ın nesli...diyordum ya...nesilmiş gerçek: İşte çiğnetmedi nâmûsunu, çiğnetmeyecek.. Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar... O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar, Yaralanmış tertemiz alnından, uzanmış yatıyor, (3) Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor! . Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker! Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer. Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhîd'i... Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi. Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın? "Gömelim gel seni târîhe" desem, sığmazsın. Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb... Seni ancak ebediyyetler eder istîâb. "Bu, taşındır" diyerek Kâ'be'yi diksem başına; Rûhumun vahyini duysam da geçirsem taşına; Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyle, Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle; Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan, (4) Yedi kandilli Süreyyâ'yı uzatsam oradan; Sen bu âvîzenin altında, bürünmüş kanına, Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına, Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem; Gündüzün fecr ile âvîzeni lebriz etsem; Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana... Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana. . Sen ki, son ehl-i salîbin kırarak savletini, Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddîn'i, Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran... Sen ki, İslâm'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran, O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın; Sen ki, rûhunla beraber gezer ecrâmı adın; Sen ki, a'sâra gömülsen taşacaksın...Heyhât, Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât.... Ey şehîd oğlu şehîd, isteme benden makber, Sana âgûşunu açmış duruyor Peygamber.. (1) İlk baskılarda:...kum gibi, mahşer mi, hakîkat mahşer. (2) İlk baskılarda:...duruyor karşında, (3) İlk baskıda: Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor, (4) İlk baskılarda: Ebr-i nîsânı açık... son yolcunun adı attila ilhan’dı miyoptu kısa boylu bir adamdı dostu yoktu yalnızlığı vardı yazı makinasıyla binmişti bizimle konuşmaktan çekinmişti gözlerini görseniz korkardınız polis’ten kaçıyordu derdiniz bir cinayet işlemişti derdiniz halbuki kendinden kaçıyordu. tatyosyan’la arkadaş oldu güvertede birlikte gördük hırsızlama durduk dinledik ermeni sicim gibi ağlıyordu karısı marsilya’da kalmıştı çocuğu karısında kalmıştı anası istanbul’da bekliyordu palermo feneri parlıyordu. tatyos’u iki polis getirdiler marsilya’daydık kıştı kıyametti rıhtıma kelepçeli getirdiler mistral zehir kusuyordu deniz bildiğiniz felaketti bölük pürçük akşam oluyordu tatyos’u göz hapsine koydular katiyen cigara içiyordu. “dövülmüş süt gibi yorgunum geceleyin kapımı çalsalar öyle telaş telaş uyanıyorum iflahımı kesti fransızlar taşların üstünde yattım karımla konuşturmadılar üç günde bütün ihtiyarladım üç gün dua ettim küfrettim beni süreceklerdi biliyordum”. tatyos’un camları kırılmıştı vapur ecel teri döküyordu gizli gizli şimşek çakıyordu haham levi dua ediyordu tatyos’un kahrını anlamıştı allah da anlasın istiyordu allah tatyos’u görmüyordu ellerini kana bulamıştı. tatyos’un üç cigarası olda ikisi mutlaka bizimdi iki göz gibi birbirimize yakındık aynı kahırla bakıyorduk aynı sancıyı çekiyorduk bindiğimiz bu gemi batsa çırpına çırpına boğulsak allah bilir ki sevinirdik yalnız çocuklardan utanırdık madem ki ölmemiz lazımdı. “aşkale’de kel bir dağ vardı nefesimi keserdi tıkanırdım beni varlık vergisi yıktı üç sefer askerlik ettim gözüme kargalar konardı elimde değildi ne yapayım marsilya uzakta duruyordu macera beni çekiyordu istanbul’u sevmiyordum alıp başımı gidecektim”. attila ilhan bir şiir yazacaktı herifin yüreği delinmişti içi taun gibi uğulduyordu tatyos’un kahrını yazacaktı sırılsıklam utanacaktık tatyos mutlaka mesut olmalıydı ömründe bir dakika olmalıydı o dakika mesut olmalıydı bunun çaresine bakmalıydık yoksa yüzümüz olmazdı doğru dürüst ölemezdik ölüler bizi ayıplardı Ey şarap; güzelliğin kadehe çöker, Bağladığın akıllar, ipi zor söker. Senden birazcık içen, inan ki herkes; İçindeki cevheri avcuna döker! . (Hayyam'ın Türkçe Yüzü-Türkçe Yeniden Yazan-Yalçın Aydın Ayçiçek-Can Yayınları) Hüsnün oldukca füzûn ışk ehli artuk zâr olur Hüsn her mikdâr olursa ışk ol mikdâr olur. Cennet içün men' eden âşıkları dildârdan Bilmemiş kim cenneti âşıklarun dîdâr olur. Işk derdinden olur âşık mizâcı müstakîm Âşıkun derdine dermân etseler bîmâr olur. Zâhid-i bî-hod ne bilsün zevkini ışk ehlinün Bir aceb meydür mahabbet kim içen hüşyâr olur. Işk sevdasına sarf eyler Fuzûlî ömrünü Bilmezem bu hâb-ı gafletden kaçan bîdâr olur Büyük aşklar yolculuklarla başlar ve serüvenciler düşer bu yollara ancak . Onlar ki dünyanın son umudu soyları tükenen birer çılgındırlar . Ama yaşarlar dünyanın dört bir yanında Ölümle alay ederler sanki . Nerde beklenirse ordaydılar bir kez bile gecikmediler ömür boyu . Neydi onları ordan oraya savurup duran şey . Onları daima yalnız kılan neydi bu yaşam denilen gürültüde . Her dilden bir adları vardı onların ama hiçbir ülkenin kimliğini taşımadılar . Sarışındılar belki de esmer yani birçok yüzün bileşkesi . Ne altın arayıcısıydılar ne de aylak bir gezgin . Vurulup düşseler de her kuşatmada serüvencidir onlar ve hiç ölmezler . Ki onlar hep yalnızdır ve her nasılsa Bulurlar heder olmanın bir yolunu . Onlar ki bu dünyada kahraman olmaya mahkumdurlar . Sislenen anılar kaldı bize onlardan renkleri bozulup duran solgun anılar . Nasıl yazmalı ki silinip gitmesin bulutlar gibi çekilmesin gök boşluğuna . Bileği güçlü ve gözüpek avcılar mıydı onları kuşatıp yeryüzü cennetinden atan . Yoksa kendini tüketen hüzünler miydi vurulup düştükçe ışığını karartan . O serüvenlerin günlüğü tutulmadı yazılmadı o insanların destan şiiri . Parça parça ettirilseler bir kartala (ki sanırım böyle oldu sonları) . Fışkırır yüreklerinden başarısız ihtilallerin yangınları Take this kiss upon the brow Parting from you now Thus much let me avow senin neden neden istediğini bilmezdim çamaşır makinası der koyardın postanı tersyüz eder ceplerini gösterirdi babam bir el ıslatır çitiler bir el iplere dizer rüzgâr savurur güneş kurutur sanırdım . ellerim ellerim ellerim derdin anne tuzbuz olurdu evimizim tek aynasında sesin binse sesim bir akça kuşun kanadına gitse boy boy çamaşır leğenlerinde kaç müebbet buluşuyor ellerim senin küçücek ellerinle Cocukluk bahcendi sesin senin, alevlerle mesut, cicekli aynandi. Sizlattiginda karsiliksiz dusler bileklerii, nefesini kanattiginda veda sozleri yoruldugunda ayriliklardan, artik hep boyle olacak, dediginde sesine dondun hep. Orada binlerce sevdali goz seni gorsun diye, sesinin cocukluk bahcesine... Hastalık, sevgisizlik, öksüzlük... Neler geçirdim ben! Çıkabilseydi bir, 'güzel' diyecek Güzelleşirdim ben! Hiç kimse senin kadar yakıştıramamıştır hüznü kendine Hüzünler ki aşkın ve şiirin yıllanmış sarabıdır damıtılmıştır acıların imbiğinden Hüzünler ki şairlerin yüreğiden uçuşan sararmış çiçek tozlarıdır Biraz da şairlere özgüdür hüzün. Bozkırın yalımına direnen solgun bir gül gibi yüzün Acının, sabrın ve yalnızlığın sessizliği sararıyor yorgun güzünde alnının Ve artık bir bir şey bırakamıyorsun bekleyişlerden başka kendine Biraz da şairlere özgüdür bekleyiş. Hiç kimse senin kadar alışkın değildir ayrılıklara Ayrılıklar ki nişanlısıdır hasretin acılar ve türkülerle çeyizlenir bekleyişlerin sararan güzüne Ve hasret kızıl bir güldür ayrılıkların mendiline nakışlanmış Biraz da şairlere özgüdür hasret. Kerem'i kül eden yangındır gurbet ferhat'ın sabrıyla çatlayan kayadır Sarınarak acının yorganına sararmış bir yaprak gibi nakışlar bekleyişlerin gergefine hüznü Gurbet biraz da halep demektir söylenir adı efsane efsane Biraz da şairlere özgüdür gurbet. Ayrılıkların çanı vurduğunda savrılır pişmanlığın kızgın külleri Bütün sevdalar hasretin yalımıyla tutuşmuş bir bozkır türküsüdür kerem'in kavruk bağrında ve artık yollara düşmenin zamanıdır şen olasın halep şehri Biraz da şairlere özgüdür ayrılıklar.... Ölüm güzel şey budur perde ardından haber Hiç güzel olmasaydı ölürmüydü peygamber Şen şakrak donanan, Bir şövalye kahraman, Gölgesinde, güneşinde, Dudağında bir şarkı Yollarda dolaşmıştı, Eldorado'nun peşinde. . Şövalye çok kahramandı- Fakat o yaşlandı- Ve bir gölge düştü onun Yüreğinin üzerine, Rastlamayınca bir izine Dünya'da Eldorado'nun. . Ve, onu nihayeti Terkedince kuvveti Rast geldi gezgin bir gölgeye- Ve ''Gölge,'' dedi o, ''Nereden gidilir, Eldorado Denilen ülkeye? '' . ''Ay'ın dağları Üzerinden ileri, Gölgeler Vadisi'ne doğru, Sür, cesaretle sür atı,'' Diye gölge cevapladı, ''Ararsan Eldorado'yu.'' Âlâyiş-i dünyâdan el çekmege niyyet var Yakında adem dirler bir şehre azîmet var . Uçdı bu fezâlardan mürg-ı dil-i nâlânım Ârâm idemez oldum efkâr-ı seyâhat var . Nûş eylese bir âşık tâ haşre dek ayılmaz Bezm-i feleğin bilmem câmında ne hâlet var . Bu hâlet ile ey dil sağ olmada âlemde Derd ü gam-ı dilberle ölmekte letâfet var . Gitdükçe harâb eyler mülk-i dil-i vîrânı Dehrün bu cefâsından bir şâha şikâyet var . Ser terkine kâ'ildir dünyâya gönül virmez Terk ehlinin ey Bâkî başında sa'adet var. Bu şehr-i sitanbul ki bi misl ü behâdır Bir sengine yek pâre acem mülkü fedâdır. Bir gevher-i yekpare iki bahr arasında Hurşîd-i cihan-tâb ile tartılsa sezâdır. Bir kân-ı niamdır ki anın gevheri ikbâl Bir bağ-ı iremdir ki gülü izz ü alâdır. Altında mı üstünde midir cennet-i a’lâ El-hak bu ne halet bu ne hoş âb u hevâdır. Her bağçesi bir çemenistân-ı letâfet Her kûşesi bir meclis-i pür-feyz ü safâdır. İnsaf değildir ânı dünyaya değişmek Gülzarların cennete teşbih hatadır. Herkes irişür anda muradına ânınçün Dergahları melce-i erbab-ı recâdır. Kala-yı meârif satılır sûklarında Bazâr-ı hüner ma’den-i ilm ü ulemâdır. Camilerinin her biri bir kûh-i tecellî Ebrû-yi melek andaki mihrâb-ı duâdır. Mescidlerinin her biri bir lücce-i envâr Kandilleri meh gibi lebrîz-i ziyâdır. Ser-çeşmeleri olmada insana revân-bahş Germ-âbeleri câna safâ cisme şifâdır. Hep halkının etvarı pesendîde-i makbul Derler ki biraz dilleri bî-mihr ü vefâdır. Şimdi yapılan âlem-i nev-resm ü safânın Evsafı hele başka kitâb olsa sezâdır. Nâmı gibi olmuşdur o hem sa’d hem âbâd İstanbul’a sermâye-i fahr olsa revâdır. Kûh-sarları bağları kasrları hep Güya ki bütün şevk ü tarab zevk u safâdır. İstanbul’un evsafını mümkün mi beyân hiç Maksûd heman sadr-ı kerem-kâra senâdır geceler ayaz olur geceler yalçın olur berbat olur hayın kadın olur be kadın olur katar katar geçerler de dişi dişi sekerler de biri ilişivermez yanına vay be... Ağlayı ağlayı durma karşımda Dost beni gönder de var andan ağla Kirpikleri top top etmiş kaşında Dost bizi gönder de var andan ağla. Dostun zülüfleri bölük bölüktür Menim ciğerciğim delik deliktir Muhabbetin sonu tez ayrılıktır Dost beni gönder de var andan ağla. Başına bağlamış aldır valası Aldı beni kaşlarının karası Hasan ile Hüseyin'in anası Dost beni gönder de var andan ağla. Başına bağlamış al ile sarı Arkamızca etme ah ile zarı Koca Pir Sultan'ın gül yüzlü yarı Dost bizi gönder de var andan ağla Derviş olan aşık gerek yolunda hem sadık gerek Bağrı anın yanık gerek can gözleri açık gerek Alçaktan alçak yürüye toprak içinde çürüye Aşk ateşinde eriye altın gibi sızmak gerek Zikr-i Hakka meşgul ola, yana yana ta kül ola Her kim diler makbul ola tevhide boyanmak gerek Eyven kişi yol alamaz maksudunu tez bulamaz Yoğ olmayan var olamaz varını dağıtmak gerek Dervişlerin en alçağı buğday içinde burçağı Bu Mısri gibi balçığı her bir ayak basmak gerek akşamın acı su karanlığı içinden soğuk kadife teması yalnızlığın şuh bir kahkaha balkonun birinden gizli işareti midir bir başlangıcın. sevmek için geç ölmek için erken. başbaşa çay elele yürümek derken boğaz vapurları mı iskele sancak telefonda kaybolmak sesini beklerken insan insanı yeniler doğrudur ancak. sevmek için geç ölmek için erken. içimdeki gökkuşağı besbelli neden bulutların içinden kuşlar yağıyor bir şiire başlarsın birini bitirmeden hiç kimse gözlerine inanamıyor. sevmek için geç ölmek için erken. sevmek sevildiğini bile farketmeden yaklaştıkça ölüm soğuk bir yağmur gibi sevmek zehir zemberek ve yürekten gecikerek de olsa vuruşur gibi. sevmek için geç ölmek için erken Bir gün sokakta yürürken Kalbim duruverecek ansızın Boylu boyunca düşeceğim kaldırımlara Meraklı insanlar saracak dört yanımı Çocuklar, askerler, kadınlar.... Sen o anda evde olacaksın Yaşamanın bütün güzelliği dudaklarında Bir yandan gömleğimi ütüleyeceksin Bir yandan şarkı söyleyeceksin. Derken akşam olacak Bir şiirim gelecek aklına Senin için yazdığım Gözlerin yollarda Kulağın zil sesinde Boş yere bekleyeceksin beni. Saatler geçecek, gelmeyeceğim İlk defa olarak yemeğini yalnız yiyeceksin Ve ben ilk defa olarak yalnız yatacağım Bir hastanenin ölüler odasında Allah ne kadar büyüktür, Ekinlere güneş verir çocuğum. Beni mavi sabahlara devreder, Mavi güller gibi uykum.. Allah ne kadar büyüktür, Kuşlar gönderir dallarımıza. Karanlıklar kalbe dolduğu vakit, Nasibi terk ederiz bir yıldıza.. Allah ne kadar büyüktür, Yol verir gemimize denizler üstünden. Garip sonsuzluklar duyarız Sular akarken, bulutlar yürürken.. Ve Allah ne kadar büyüktür çocuğum, Şükrolsun ruhumuz şimdi. Nihayetsiz asırları içinde Bizi tesadüf ettirdi. Gülben Anastasias hep duygularına göre hareket etti. Öyle yaşadı. Duyguları daha sahiciydi, onlara inandı. İlk kocasından ayrılıp Almanya’ya işçi olarak gitmeye karar verdiğinde aristokrat ailesi şiddetle karşı çıktı kendisine. Aldırmadı, gitti. Siemens fabrikasına girdi. Almancasını geliştirdi. Onu büro işine aldılar. Bir süre sonra büro işi onu boğdu. Bu sırada Victor (Anastasias) adlı Güney Amerikalı bir dişçiyle tanıştı. Sevdi onu; bağlandı. Birlikte Türkiye’ye geldiler. Güzel Sanatlar’ın Seramik Bölümü’ne girdi.3. sınıfa kadar okudu. Kocasıyla Ege sahillerini dolaşırken Bodrum’da Yalıkavak Köyüne geldiler. 'İşte burası sahici bir yer' dediler, manzarasına, doğasına hayranlıkla bakarak. Yalıkavak’ta bir ev, iki değirmen, biraz tarla alıp burada yaşamaya başladılar. Burada Gülben’in Viktor adında bir çocuğu oldu. Sonra kocası kendi dünyasına, Şili’ye döndü. Gülben, Yalıkavak’ta duygularına göre yaşamayı sürdürdü. Vejetaryendi, vegan oldu. Yani hayvan sütünü, yumurtayı, yoğurdu, tereyağını, sentetik şekeri, deri ayakkabıları kendine yasak etti. Köylülerden yufka ekmeği yapmasını öğrendi. Buğdayın besleyici gücünü keşfetti. Buğdaydan çeşitli yemekler yapmasını öğrendi. Ve güneşin, ayın, börtü böceğin, badem ağacının ritmiyle yaşamayı sevdi. Hep duygularıyla. Akşamları yaptığı en sahici iş, bütün işlerini bitirip günbatımını seyretmek oldu. Tıpkı badem ağaçları gibi hayal kurarak yaşamaya başladı... Ancak Yalıkavak’ta kaçtığı şeyler peşini bırakmadı: Para, yol, televizyon, teknoloji, beton binalar... Yalıkavak 'beyazlar' tarafından işgal edilmişti. O çok sevdiği köylüler ocaklarını söndürmüşler, Aygaz edinmişler, toprak tencerelerini atıp, emayeler almışlar; el örgüsü halılarını, dokuma halılarla değiştirmişler; dantel perdelerini çıkarıp sentetik perdeler takmışlardı. Artık akşamları, günbatımlarını değil, televizyonda 'yalan rüzgârları'nı seyrediyorlardı! .. . Gülben, Yalıkavak’taki düşünü bitirip Fethiye’deki dağ köyüne göç etti. Bir marangoz arkadaşına,3 metreye 5 metre baraka yuvasını yaptırdı. Ormana ve denize kendini konuk ettirdi. Seramik fırınları yaptı kendine burada. Köylülerle, çevredeki hayvanlarla, ağaçlarla, börtü böcekle tanıştı. Gökyüzüyle, her çeşit kokuyla... . Yıllardır olduğu gibi burada da hep güneş doğmadan uyandı. Kuşluk vakti, çiçeklerin uyanışıyla birlikte. Kahvaltı yapmadan dışarı çıkıyor, ormana, ormanı derin duygularla geçip denize ulaşıyor. Kayalıklardan iyileştirici sulara bırakıyor kendini. Yaz-kış, hep güneş doğarken. Dağların doruklarında kar varken yüzmekten delice bir zevk alıyor. Tekrar ormana döndüğünde bedenindeki o sağlıklı sıcaktan; içindeki kanın delice akışından da. Sonra 'selam, selam' adını verdiği meditasyon hareketleriyle doğan güneşi karşılıyor. Ve gün başlıyor. Gün onun için bizlerde olduğu gibi anlamsız bölümlere ayrılmamış. Gün bir akış onun için. Mükemmel bir bütünlük... Yemek öğünlerine bölünmüş bir telaşlar, koşuşturmalar, kopuşlar hali değil. Bir ırmak gibi erinçli bir şey onun için... . Peki, ne yer ne içer bu kadın? Her şeyi, doğadaki saf olan her şeyi. Köylü kadınlarla yufka ekmek açar. Biraz zeytinle o yufka ekmeğinin tadına doyulmaz. Sonra çok sevdiği gomassio vardır yediği. Susam ve deniz tuzu karışımı bir yemektir bu. Zeytinyağından tampirinç yapar. Meyvenin bir çeşidi. Sebzeler. Buğdaydan yapılan onlarca ekmek. Buğday tatlısı. Şekersiz aşureler. Bulabilirse koko adı verilen tahıl sütü. Doğa o kadar cömerttir ki... . Peki, ona kentli bir soru soralım: Koca gün nasıl biter o dağ başında? Bağışlar bu soruyu, tebessümle karşılar. İş o kadar çoktur ki dağ başında. Seramik fırını yakılır. Seramikler, emaylar yapılır. Buğday öğütülür. Ekmek açılır. En uzak çeşmeden su getirilir. Çiçeklerin saksısı değiştirilir. Köylü kızlara çeyiz yapılır. Onlara İngilizce öğretilir. El işi yapılır. Otlar toplanır. Değişik çaylar yapılır. Doğal yaşam ve beslenme üzerine kitaplar yazılır. . İşte büyüleyici bir sessizlik! Çoban kız yayladan dönüyor keçileriyle. Sesleri derinden derine yankılanıyor. İşte çoban kız keçileriyle konuşuyor, onlarla dertleşiyor. 'Boziş gel buraya, ne o Kırıkboynuz neyin var? ' Gülben işte bu sesleri duyunca bütün işini gücünü bırakıp dinlenmeye başlıyor. Günün sahici işlerinden biri de bu. Günbatımını seyretmek de apayrı bir iş onun için. Sonra cin fikirli köy çocuklarını evine çağırıp, beyaz kâğıtlara renkli kalemlerle şekiller çizdiriyor. O şekilleri alıp bembeyaz perdelerine desenler yapıyor. İşte size bir iş daha! .. . Sonra gün tamamen batıyor. Güneşle vedalaşıyor. Uyku vakti gelmiştir. Hayvanlarla, ağaçlarla, börtü böcekle birlikte. Doğanın, uykusunun koynuna girip melekler gibi uyumaya başlar. Güneş hiç üzerine doğmayacaktır. . Peki Gülben neleri bırakmıştır yaşadığı bu hafiflik, özgürlük ve saf sağlık duygusu için? Elektrik kullanmıyor. Güneş ışığıyla aydınlanıyor. Buzdolabı, çamaşır makinesi, televizyon, telefon, gazete, ilacın her türlüsünü hayatından çıkarmış. Yanında para ve saat taşımıyor. Yaşadığı yerde tek bir bakkal bile yok. Burada rekabet, hırs, nefret, kin, kıskançlık, didişme, ayak oyunları, sevgisizlik yok. Bir badem ağacı gibi neşeli, güleryüzlü, bereketli yaşayıp gitmek var. Yumuşacık bir düş gibi... . Peki 'yalnızlık' diyorum. 'Sen yine de bir badem ağacı değilsin. Kentlerin havasını yıllarca soludun. Birçok dostun var, ilişkilerin.' 'Asıl kentte çok yalnızım' diyor. 'Beni anlamayan, beni, yaşantımı garip, tuhaf bulan insanlar arasında inan çok yalnız hissediyorum kendimi. Ben burada dağ köyümde, buradaki, bu kentteki dostlarımı düşünerek daha dopdoluyum. Hem aradan çok yıllar geçti. Ben kenti, kentleri çoktan kapattım. Tanıdığım insanlar da orada kaldılar.' . Gülben o uzak, o ıssız dağ köyünde kentteki gibi kaçınılmaz, zorunlu 'dostluklar' yaşamıyor üstelik. Dünya küçük. Onun dağ köyündeki pastoral yaşantısını duyan birçok insan gelip onu buluyor burada. Avusturya’dan, İngiltere’den, Latin Amerika’dan, İstanbul’dan, Ankara’nın birçok yerinden bu kazanılmış hayatı arzuyla merak edenleri küçücük barakasında, köylü dostlarının yardımıyla konuk ediyor. Ormanı gezdiriyor, hayvanlarıyla, ağaçlarıyla tanıştırıyor. . 'Peki, tümüyle hayatına baktığında, bir eksiklik duygusu, keşke şunu da yapsaydım arzusu, içinde uyanmaz mı senin? ' diyorum. 'Kentte, kentlerde çok sık yakalar da bu duygular insanları. Sen ne dersin? ' 'Söylediğin duyguların zerresi yok içimde' diyor. 'Öylesine dolu dolu yaşadım ki, inan bazen, artık yeter, diyorum. Doydum, diyorum. Öyle bir an gelirse, yani bu duygunun sahiciliğine tamamen inanırsam, hayatıma kendi ellerimle son vermek istiyorum. Bunu bir kez çok yoğun duydum. Bir keresinde ‘Heraklia’ diye bir yere gitmiştik. Geceydi. Yazdı. Bir kaleye çıktık. Aşağıda deniz muazzam görünüyordu. Gökyüzünde bir yıldız yağmuru vardı. Doğa sarhoş gibiydi sanki. Bir an kendimi öylesine mutlu hissettim ki, işte o an hayatıma son vermeyi düşündüm. Kendimi denizin yumuşacık kollarına bırakmayı...' . Öyle güzel anlatıyordu ki intihar düşünü; sanki ben de o gece, onunla birlikte yumuşacık denizin kollarına atılmış gibi hissettim kendimi. Sonra o usulcacık bir sır verir gibi, mahcup: 'Bu yaz sana gelsem, bir gece olsun beni konuk eder misin, bir gün olsun senin gibi yaşamamı sağlar mısın? ' diye sordum. İri mavi gözleri şefkatle açılıyor, heyecanla: 'Hemen gel, bu yaz, yoksa çok geç kalabilirsin, bir dahaki yazlarda benim ormanım, barakam yerinde olmayabilir, teknoloji o kadar hızlı geliyor ki, çevreciler ‘çok geç olmadan’ falan diyorlar ya, aslında yanılıyorlar. Aslında çok geç oldu. Benim cennet köşem teknolojiye teslim olmadan, bu yaz gel, gecikme...' . Gülben Anastasias, İstanbul’a seramiklerini, emaylarını satmaya ve dostlarını görmeye gelmiş. Arkadaşımın arkadaşı. Kentte çok kalamadı, duygularına kapılıp yine Fethiye’deki dağ köyüne, tahta barakasına döndü. Daha sahici olan yüreğine. Sevgilerine... Sultan-ı rûsül şâh-ı mümeccedsin efendim, Bî-çârelere devlet-i sermedsin efendim, Divân-i ilâhide ser-âmedsin efendim, Menşur-ı 'le-amrük'le müeyyedsin efendim. . Sen Ahmed ü Mahmud u Muhammedsin efendim, Hak'dan bize sultân-ı müeyyedsin efendim. . Hutben okunur minber-i iklim-i bekâda, Hükmün tutulur mahkeme-i rûz-ı cezâda, Gülbank-i kudümün çekilir arş-ı Hudâ'da, Esmâ-i şerifin anılır arz ü semâda. . Sen Ahmed ü Mahmud u Muhammed'sin efendim, Hak'dan bize sultân-ı müeyyedsin efendim. . Ümmideyiz ye's ile âh eylemeyiz biz, Sermaye-i imanı tebâh eylemeyiz biz, Babın koyup agyâre penâh eylemeyiz biz, Bir kimseye sâyende nigâh eylemeyiz biz. . Sen Ahmed ü Mahmud u Muhammed'sin efendim, Hak'dan bize sultan-ı müeyyedsin efendim. . Bîçâredir ümmetlerin isyânına bakma, Dest-i red urup hasret ile dûzaha yakma, Rahm eyle aman âteş-i hicrânına yakma, Ez-cümle kulun Gâlib-i pür-cürmü bırakma. . Sen Ahmed ü Mahmud u Muhammed'sin efendim, Hak'dan bize sultan-ı müeyyedsin efendim. . Şeyh Galib Yaz gelende başaklar boyun bükse Kavrulsada biçmem yari görmeden On sekizbin renge senin deseler Ak karadan seçmem yari görmeden . Divani iken imdadıma yetseler Saraya konuktur deyip ditseler Abu hayat deyu ikram etseler İç deseler içmem yari görmeden . Naçarıda deli gönül naçarı Gönül istemiyor yüksek uçanı Cennet kapısını açıp içeri Geç deseler geçmem yari görmeden . Aşık sefaiyem açmadan solsam Sevda pınarından aşk ile dolsam Topragın bagrında tomurcuk olsam Bahar gelse açmam yari görmeden Hep öyküler dinledim buruk, acımsı, kekremsi Dinlerken yaşadım diyemem öldüm. Ama ölmemiş o bin öykünün serüvencisi Sunuyor kendini canlı bir bildiri gibi kaçarak tırpanından ölümün oturmuş karşımdaki sandelyede demli çaylar istiyor garsondan Bol içki bir o kadar küfür ve boşvermişlik bütün hayata Ucuza kapatılmış hatta bedavaya gelmişken hayat dinler mi girdisini çıktısını o bin serüvenden sonra. Çok öyküler dinledim cigara dumanıyla yüklü duvarların taş baskısı resimlerle süslü köy kahvelerinde buruk, acımsı, kekremsi Dinlerin yaşadım diyemem öldüm. AHMET TELLİ Gözlerin cennet çiçegi Gönlüm cehennem ateşi Eger sevdigine köle olursa gönül Nuh tufanına kucak açarmış Lakin arfatın gerisi cinnet Kalk güzeller güzeli yüregim sana tutsak Derdine pusatlandım çilen gün oldu bana Sen ki sevdaların şahı garip gönlümün ahı Dilegim sen kebelam sen muradım sen Dönsede dünya kendi başına ben dönmezem yolumdan Dolunaya güneş denktir ülgere kutup yıldızı Agla ey şafak yürküsü kaderim boynuma yafta Hükmü darimiş merger Boynumda yay kirişi Şer mi yagıyor yerin yüzüne Karanlık bastı başımı Sevdam yankılansın vadilerinde ey anadolum İgde çiçeginde gizli özüm Sarı papatyaki el eder sen gibi Alıpta sineme sarasım gelir Her koklayış bir acı her dokunuş bin ölüm Zaman dokuz başlı ejdarha Sen bana düşman bense bana Yüregim kaf dagına sürgün Ruhum tur dagında ersir Deli eyledi zaman Bir acıki dizlerim duymasada bedenim Parmaklşarımda öldürdüm isyanımı Şimdi sokak aralarında gezerken Duysamda topal seslerini Uyuşmuş bacagım duymayan parmaklarıma ragmen Bu dönek günyadan dimdik geçmek zorundayım Koy yal verdigim ekmek verdigim köpeklerde arkam sıra ürüp dursun Şimdi gecelere çivi çakar oldum Aglama ey şafak yürkülerim aglama Gece mavisi sevdalarımı çıglık çıglıga çadırırken gökleren Huzur benim deseydim vallahi düşünmezdim ey ölüm. bir darbımeseldir canfêzam bakışların vurur beni uzanırım da kadife saçaklarına rüzgâr durdurur beni şehrinde kaybolmuşum uzatmalı kirpiklerinin en leylâk kokuşunla, en şahin uçuşunla o körpe, o İstanbul endâmın kavurur beni bu bir cefâ derbendi, kahır istilâsıdır ellerin ufalar, tenhâlara savurur beni şenliğinde aykırı yürüyüşlerin eziyorsun göklerini yine de ufuklarda bekletiyor gurur beni bu hicran değişmeyen kaderimdir, umarım biliyorum canfezâm, vuslat unutturur beni Bağından her güzel bir gül seçerdi, Bundan mı sarardın soldun,ey gönül? Kadınlar geçerdi,kızlar geçerdi, Bir zaman aşk için yoldun,ey gönül!. Dünyaya baksan da gülümser gibi Uzuyor hayatın bir keder gibi, Ellerde dolaşan kadehler gibi Yıllarca boşaldın,doldun,ey gönül!. Çare yok,matemin çok derinse de, Hasretin tükenmez yaşın dinse de. Gençliği hoş geçti,eğlendinse de Sanmam ki bahtiyar oldun,ey gönül! Kaplu kaplu bağalar Kanatlanmış uçmağa Kertenkele derilmiş Diler Kırım geçmeğe . Kelebek ok yay almış Ava şikâra çıkmış Donuzları korkudur Ayuları kaçmağa . Ergene’nin köprüsü Susuzluktan bunalmış Edirne minaresi Eğilmiş su içmeğe . Kazaza balta koydum Çevirişin deremezim Çuval çayırda gezer Segirdüben kaçmağa . Allah’ımın dağında Üç bin balık kışlamış Susuzluktan bunalmış Kanlı ister göçmeğe . Leylek koduk doğurmuş Ovada zurna çalar Balık kavağa çıkmış Sögüt dalın biçmeğe . Kelebek buğday ekmiş Manisa ovasına Sivrisinek derilmiş Irgat olup biçmeğe. Bir sinek bir devenin Çekmiş budun koparmış Salinuban seğirdür Bir yâr ister koçmağa . Bir aksacık karınca Kırk batman tuz yüklenmiş Gâh yorgalar gâh seker Şehre gider satmağa . Donuz dügün eylemiş Ayuya kızın vermiş Maymun sındı getirmiş Kaftan gömlek biçmeğe . Deve hamama girmiş Dana dellallık eder Su sığırı natır olmuş Nöbet ister çıkmağa . Kaygusuz’un sözleri Hindistan’ın kozları Bunca yalan söyledin Girer misin uçmağa. Kaygusuz Abdal Bağırırlar şaire: 'Bir de torna tezgâhı başında göreydik seni. Şiir de ne? Boş iş. Çalışmak, harcınız değil demek ki...' Doğrusu bizler için de en yüce değerdir çalışmak. Ve kendimi bir fabrika saymaktayım ben de. Ve eğer bacam yoksa İşim daha zor demektir bu. Bilirim hoşlanmazsınız boş lâftan kütük yontarsınız kan ter içinde, Fakat bizim işimiz farklı mı sanırsınız bundan: Kütükten kafaları yontarız biz de. Ve hiç kuşkusuz saygıdeğer bir iştir balık avlamak çekip çıkarmak ağı. Ve doyum olmaz tadına balıkla doluysa hele. Fakat daha da saygıdeğerdir şairin işi balık değil, canlı insan yakalamadayız çünkü. Ve doğrusu işlerin en zorlusu yanıp kavrularak demir ocağının ağzında su vermektir kızgın demire. Fakat kim aylak olduğumuzu söyleyerek sitem edebilir bize; Beyinleri perdahlıyorsak eğer dilimizin eğesiyle... Kim daha üstün, şair mi? yoksa insanlara Pratik yarar sağlayan teknisyen mi? İkisi de. Yürek de bir motordur çünkü ve ruh, onun çalıştırıcısı. Eşitiz bizler şairler ve teknisyenler. Vücut ve ruh emekçileriyiz aynı kavganın içinde Ve ancak ortak emeğimizle bezeriz evreni marşlarımızı gümbürdeterek Haydi! laf fırtınalarından ayıralım kendimizi bir dalgakıranla. İş başına! Canlı ve yepyeni bir çalışmadır bu. Ve ağzıkalabalık söylevci takımı değirmene yollansın dosdoğru! Unculuğa! Değirmen taşı döndürmeye laf suyuyla! Bu devran hep böyle sürüp gitmez ki Sen de solacaksın günün birinde Aklına gelecek ayrılığımız Pişman olacaksın günün birinde. Senin de saçına karlar yağacak Senin de gözüne yaşlar dolacak Elbette kalbini biri yakacak Beni anacaksın günün birinde. Ne geri dönecek yolun olacak Ne de tutunacak dalın kalacak Korkarım pişmanlık sonun olacak Yalnız kalacaksın günün birinde Geriye doğru baktığımda... . Geriye doğru baktığımda, çünkü ancak böyle anlaşılıyor bazı şeyler, ben aslında ilkokul 4.-5. sınıftan itibaren yazar olmayı kafama koymuşum. Ama bu ciddi, planlı projeli bir düşünce halinde değil. Tabi babamdan gelen Kuvay-ı Milliye, Kemalistlik, subaylık da var. Bu yüzden iyi, yardımsever, dürüst, çevresinde sayılan sevilen adam yani bir tür kahraman olmak üzere yetiştirildik biz. Çok küçük olanaklarla zengin çocuklarının önüne geçme projesi...Kemalizm biraz da böyle bir proje. Hadi bakalım kendinizi gösterin projesi, romantik bir proje bu. Öte yandan korkunç bir oyun bu. Baştan aşağı yanlış hesaplarla dolu. Belli olanaklar babanın maaşı belli, makarna yumurta yiyorsun, hadi bakalım benim çocuğum nasıl geçecek sizi projesi, üstelik iyi adam olacak ve onları da geçeceksiniz. Okuduğun okul belli, mahalle devlet okulları. . Hiç unutmuyorum... . Kabataş Erkek Lisesi’ne kaydımı yaptıracaktım. Babam hastaydı, ayakları şişmişti. Makasla pantolonunun paçalarını kesmişti ve ayağında terlik vardı. Çok komik görünüyordu. Emekli bir albay fakat cebinde parası yok. Müdür “çocuğu yatılı verin” demiş. Ev Suadiye’de okul Ortaköy’de. O zaman köprü de yok. Gidiş-dönüş 4 saat. Ama yatılı parası yok. “Gündüzcü olsun, gitsin-gelsin” demiş babam. Tartışmışlar. Müdür, “almıyoruz çocuğunuzu okula” deyince babam çıkarmış beylik tabancasını müdürün masasına koymuş. “Alıyor musun almıyor musun? ” odadan bir çıktı, kıpkırmızı bir surat. “Gemileri yaktık oğlum” dedi. “Baba ne gemileri...” dedi ki; “Oğlum durum ciddi”. Küçük çelimsiz bir çocuğum. Kaydımızı yaptırdık, girdik okula. İlk dönem iki zayıf geldi karneye. Hiç unutmuyorum, babam “teessüf ederim” dedi. “Ulan bu okulda birinci olcam” dedim. Çünkü baba senin adına gurur savaşı vermiş, gemiler yakmış, adamcağız onuruyla yaşamış ve sen onun misyonunu yükleniyorsun. . Can havliyle... . Memur ailelerinde bir çalkantı vardır. Can havliyle okursun, can havliyle yaşarsın. Uzun vadede ne olacak diye düşünemezsin. Lisede üniversiteye girebilmek için fen bölümlerinden mezun olmak gerekir. Ben de fen bölümündeydim. Arasıra edebiyat sınıfına giderdim. Millet orada Necatigil okuyor, Orhan Veli, Özdemir Asaf okuyor. Özeniyorum onlara, çünkü onlar edebiyat deyip kaybetmişler zaten. Üniversiteye giremeyecekler ama mutlular. Ben başarılı olmayı mutlu olmaya yeğ tuttum. Çünkü başarılı olmak zorundaydım. Ailenin seni bir kere daha okutma şansı yok. Sınıfı geçmek zorundasın. Halkalar çok gevşek yani. “Hadi lan bu sene de asayım, hayatın tadını çıkartayım biraz” dediğin anda kayarsın. Yani can havli söz konusu olduğunda kimse kimsenin bohem macera arayışını taşıyamaz. Böylece edebiyat hep gizli, yasak bir tutku olarak varoluyor bende. O da meğer yaşamının ta kendisi olmuş, meslek değil yani. . Kemalizm’e gönül bağlamış... . Kemalizm’e gönül bağlamış ve kaybetmiş bir aile benim ailem. Danslar, tangolar, radyo piyeslerine ağlamalar, arkası yarın’lar üzerine sohbetler... Bir ütopya yaşamışlar, ama ütopya duvara çarpmış. Benim babam o ütopyanın duvara çarptığını Özal’la anladı. Kemalizm’in kaybettiğini, Kemalizm’e gönülden bağlanan o samimi insanların kaybettiğini babamda gördüm. Babamla beraber ben de yenildim. Çünkü ben o tarihe ne, o insanların yenilmişliğine tanığım.. Cezmi Ersöz Kaybetmeye... . Cezmi Ersöz kaybetmeye mahkumdur. Kaybettikçe haz alıyorum. Mazoşizm değil bu. Benim ruhum böyle oluşmuş. Kaybetmek bana şiirsel bir tad veriyor. Ayağım kaydıkça, birileri tarafından kazandığım başarı elimden alındıkça ben kendime “Hah tamam şimdi sensin” diyorum. Ben kaybedince kazanıyorum. Kendimle buluşuyorum. Yenilgiyi öven birisi değilim. Ama bu kadar adaletsiz bir toplumda başarılı olmak bana “yanlış mı yaptım? ” sorusunu sorduruyor. Bu soruyu sorunca kendime tezgah açıp, kendime çelme takıyorum. Bunu yapıyorum ki beni okuyan, yazılarımı seven insanlara biraz daha yaklaşayım, hiç olmazsa onlardan kopmayayım. Başarıyı küçümsememizin bir nedeni de bilinçaltımızdaki korku ile ilgili. Başarıyı istemiyor muyduk? Hem de çok. Biz zaten başarıya koşullandırılmış çocuklardık. Ancak öte yandan kazandığımız başarının tadını biraz olsun yaşayamadan, zenginlerin, iktidar sahiplerinin, güçlü insanların gelip hemen elimizden alacağını düşündüğümüzden, belki de bu acıyı hafifletmek için başarıyı küçümsedik. Kendi oyununu, kendi başarını gölgeleme isteği. . İnsanlara bakıyorum... . İnsanlara bakıyorum, inanılmaz bir tutarlılık çizgisi izliyorlar. O insanlar kendi oyunlarını asla bozamazlar. Benim binlerce okurum var. Fakat hiçbir basın organı Cezmi Ersöz’den bahsetmiyor. Ben bunu kendim yaptım.28 yaşımda egemen medyaya tavır aldım. Yani tabancayı masaya koydum, gemileri yaktım. Onlar da benim ve benim gibilerin onların hamurundan olmadığımızı anladılar. Bugün paraya ihtiyacım olur, anlaşma yaparım, üç gün sonra herşeyi yazar çeker giderim, ellerinde patlarım yani. Ciddi bir misyonun sahibiyiz bu anlamda. . Açık konuşayım.... Bazı şeyler giderek netleşiyor. Eurogold bütün gazetelere tam sayfa, yarım sayfa ilanlar verdi. Açık konuşayım, Öküz ve Leman dergisi Eurogold’un ilanını alsaydı, ben bir daha oraya imzamı atmazdım. İnsan yazar arkadaşından da bu kadar dürüstlüğü bekliyor. Ama zaten holdingçiler bıçaklamadı bizi, en büyük darbeyi sağımızdan solumuzdan en yakın arkadaşlarımızdan yedik. Benim çok sevdiğim insanlar acı çekerek öldüler. Hayatlarını örnek aldığım, beslendiğim, gönül bağı kurduğum insanlar çok düşük maaşlarla, köşelerinde, hayattan istifa etmiş vaziyette çığlık çığlığa öldüler. Şimdi benim onların anılarına sadık olmak gibi bir misyonum var. Eğer ben Eurogold’un ilanını basan bir yerde yazarsam onlara haksızlık etmiş olurum. Bu dürüstlük anlayışına bugün aptallık gibi bakılıyor. . Tesadüfler, kaos... . Tesadüfler, kaos...bizim hayatlarımızı birisi filme alsa kimse inanmaz. Absürd, akıldışı, tuhaf... Mesela ben pazarcılık yapıyordum. Mahmutpaşa’dan elbezi, havlu filan aldım. Pazarın en kötü yerindeyim, mafya var orada, yağmur yağıyor, havlular ıslandı. Bir baktım bir müşteri geldi. Aaa annem! “Kaça havlular? ” dedi. Yarısını anneme sattım. Bir başka zaman salça aldım.25 kg. salça. Getirirken elimi kesti, yağmur yağdı, vapura zor attım kendimi. Açtım, bozuk çıktı. Zarar ettim. Akla mantığa uyan yanı yok yani. Beyoğlu Rumeli Han’da dayımın yanında ofisboyluk yaptım. Bankaya para yatırır, vergi dairesine, defterdarlığa giderdim. Çay, dosya, sigorta bildirgesi taşıdığım yerlerde şimdi imza istiyorlar. Her şey akıldışı gelişti çünkü. Mantığı yoktu. Hiç bir şey planlanmamıştı. Yine de ben o rastlantılardan, büyülerden, esinlerden yanayım. Sait Faik’de sistem mi vardı? O rastlantılarla yaşayan bir insandı. Hayatlar onu çekerdi, insan yüzleri onu çekerdi, bakışlar, adını koyamayacağımız bir takım insan davranışları, içsezişler ve yoğun duyarlılıklar onu çekerdi. Ekollerin adı sonradan konulmuştur. Oğuz Atay’ı da bu nedenden çok seviyorum. Küçük memur ailesi, plan program yok, anlık duygular... Padişah katlime ferman dilese Yine geçmem ala gözlü Şah'ımdan Cellatlar karşımda satır bilese Yine geçmem ala gözlü Şah'ımdan. On yedi yerimden vursalar yara Cerrahlar derdime kılmasa çare Kemendi bend ile çekseler dara Yine geçmem ala gözlü Şah'ımdan. Karadır kaşları benzer kömüre Münafıklar zarar verir ömüre İk'ellerim bağlasalar demire Yine geçmem ala gözlü Şah'ımdan. Eğer beni katsa kervan göçüne Götürseler Hindistan'a Maçin'e Urganım atsalar dar ağacına Yine geçmem ala gözlü Şah'ımdan. Ahiri katlime ferman yazılsa Çıksam teneşire tabut düzülse Kefenim biçilse mezar kazılsa Yine geçmem ala gözlü Şah'ımdan. Pir Sultan Abdal'ım derim vallahi Ölsem terk eylemem piri billahi Huzur-ı mahşerde dilerim Şah'ı Yine geçmem ala gözlü Şah'ımdan Bugün benim yeşil bağım kurudu Dolu vurdu yapraklarım çürüdü Benim de saz tutan elim var idi Şimdi bir köşede yatar ağlarım . Benim ile lokma yiyip içenler Gölgemin altında konup göçenler Sizi zalim dar günümde kaçanlar Ben kendi kendime çatar ağlarım . Çırpına çırpına bir yuva kurdum Bebeği görmedim kundağı gördüm Derya'da boğuldum karaya vurdum Çileden çileye bakar ağlarım . Mahzuni Şerif'im budur ahvalim Zamane bozulmuş insanlar zalim Kıyamete kadar gider bu halim Sabır edip matem tutar ağlarım ERKEKLER HEP YALNIZ AĞLAR. Günlerdir sınırında yaşıyoruz aşkın Günlerdir uçurumunda Bu kaçıncı atışım kendimi Kollarından yalnızlığa Bu kaçıncı dargınlık Bu kaçıncı barışma Belli ki Sensizliğe sürgün artık bu gözler Sensizliğe sürgün bu dudaklar bu eller Şimdi yorgun bir çınar gibi kalbim Artık sana değil Sensizliğe yaslanacağım Hoşçakal güz çiçeğim hoşçakal Seni artık Göz yaşlarınla ıslanmış Yastıklara bırakacağım. Oysa yıllarca Yemyeşil bir orman köyünde sakladım gözlerini Dağ başlarında çoban ateşleri yaktım üşümeyesin diye Ellerine kör gecelerin karanlığında sarıldım Ve haykırdım En dipsiz kuyulara adını Ezberlettim seni kurtlara-kuşlara Sense beni sokaklara vurdun Ve en zehir şarkılara. Bilirsin Rüzğara bıçak Yağmura ateş Buluta kurşun işlemez Sende öylesine vurdun ki beni Artık bana Hiçbir acı kar etmez. Neylersin Önce melekler terk etti bizi Sonra masmavi düşler Öpüşler- gülüşler-çiçekler Büyüsü kalmadı artık kavuşmaların Bundan böyle Bizi her köşede Bambaşka bir cehennem bekler. Sen de bundan böyle İçi boş şarkılarla avut kendini En ucuz aşklarla yıka kirli ruhunu Açılırsın Taşlar yosuna sarılır bilirsin Sarmaşıklar duvarlara Geceler karanlığa Sende yalnızlığa sarılırsın Ve kadınsın Ağlayabilirsin gönlünce Göz yaşların pınarlar misali çağlar Unutma ki erkeğim ben Ve erkekler hep yalnız ağlar.. Ahmet Selçuk İLKAN “Erkekler hep yalnız ağlar” kitabından www.ahmetselcukilkan.com.tr svebiş - hal'de büyük bir park her alman kentinde bulunduğu gibi ve merdiven tiyatrosunda bir adam yaratmak piyesi. olmaz dedi berbel tek saf damarı avrupanın gözlerimiz yaşarıyor yanağındaki kırmızılıktan akıp duruyor her şeyimiz. tırmanmaya başladı merdivenleri haylbronlu kedi sarışın - ve kara açılımıyla kırbaçlar uzun saçları - ve bindiği atlar sıyırır kayaları genç ve durup direnecek sanki kasları ve o bakışlar kaçıp saklanan ve umulmadık anlarda karşılaşılan arzlar aktörlük yaptığı için kendinden herkeste olduğundan daha emin. olmaz dedi berbel şiirlerimi oku derken birden necip fazıl göründü merdivenlerde müthişti.. bilin ki berdel jan janin sen de merikalı tom ve seya bütün ecdadınız barındı içimizdeki hoşgörüde. bir gün baktıkça değişen ve beni alabilen enginliklerinde bal görünümlü gamzelerinde dudaklarının zümrütten gibi billurluk yansıyan çekişlerinde coşarak ekstazla . zira aklında değil güzelliğinle anlıyordun. işte bütün bunlarda bütün dünyaya üstad necip fazılı anlattım dedim ki. O görünüz görünmez Daha ilk sesi ilk kelimeleri İlk mimikleri ve yüzünde İçiçe dönen binlerce daireyle İnsanı alıp gönül hücrelerine salar kanının yapısını bozar yepyeni bir terkiple atar meydanlara. çünkü çok gördüm onun yüzündeki ahenge ulaşacağım diye temelinden sallanan yapıları. aklım mı köpürüyor ne vakti deniz toprağa kene gibi yapışmış ağaçlar köpek bastırıyor kanı avrupa kadını ne kapılar ışmarlıyor kapanıyor içindeki bütün çengeller insan tarihi kadar eski bir hasretle bakıyor- ve alıyor Gökten ay parçası hâlinde, o rahmet güneşi, İndi âfâka bu akşam, bu mübârek akşam. Ebedî kandili yandıkça, Hudâ’dan dilerim, Parlasın dursun o îman senin alnında, Paşam! İlk kundağın Ben oldum, yavrum; İlk oyuncağın Ben oldum.. Acı nedir Tatlı nedir... bilmezdin Dilin damağın Ben oldum. Elinin ermediği Dilinin dönmediği Çağlarda, yavrum Kolun kanadın Ben oldum Dilin dudağın Ben oldum.. Belki kıskanırlar diye Gördüklerini Sakladım gözlerden Gülücüklerini... Tülün duvağın Ben oldum! . Artık isterlerse adımı Söylemesinler bana 'Onun Annesi' diyorlar... Bu yeter sevgilim bu yeter bana! . Bir dediğini İki etmiyeyim diye Öyle çırpındım ki Ve seni öyle sevdim sana O kadar ısındım ki Usanmadım, yorulmadım, çekinmedim Gün oldu kırdın... İncinmedim; İlk oyuncağın Ben oldum... Yavrum Son oyuncağın Ben oldum.... Layık değildim Layık gördüler Annen oldum yavrum Annen oldum! Ela gözlü yardan bize gel oldu Varamam şu yerler yazlanmayınca Hiç talip kalmadı ehl-i dil oldu Gerçekler bilinmez izlenmeyince. Ali'yi sevenler ayan eylemez Saklayıp sırrını beyan eylemez Erenler nutkunu nihan eylemez Muhabbet kurulup sözlenmeyince. Ali'yi sevenler gönül döşürür Döşürür de aşk kazanın taşırır Her mürşit çiğ talip mi pişirir Ateş yakıp altı közlenmeyince. Pir Sultan Abdal'ım demek olur mu Hercai dilbere emek olur mu Rızasız lokmasın yemek olur mu Mürşit nazarında tuzlanmayınca Allah'ın emrine mutiim dersen Resûl'ün emrine itaat eyle Helâl haram demez bulduğun yersen Mü'minlik sözünden feragat eyle. Zahm-ı aşka gelip merhem sarmağa Ferhâd olup bir gün bağrın yarmağa Kudretin yoğise Beyt'e varmağa Gönül Beytullah'tır ziyaret eyle. Kulun rızkın verir hazret-i Bâri Açılan gülleri incitmez hârı Kötülük değildir er kişi kârı Kemlik edenlere inâyet eyle. Kalbini geniş tut sıkma Seyranî Rıza-yi Bâri'den çıkma Seyranî Gönül beytullahtır yıkma Seyranî Elinden gelirse imâret eyle Gülüşleri inceliyorum gözle parmakla Erken sabahı uyuyan otu Ki yükselip dinelir görününce hayvanlar Açlık duymayan göğsü Utanç duymayan artık. Güçsüz aşklara azgın aşklara Suç ortağı olan kadını Bir hıçkırığın fırtınasına Yeşil adasına sessizliğin. Gülüşleri inceliyorum gözle parmakla Yansıtıyorum onları Nedir bu güzelim varlıklar Ki dinlenişime uygundur konuşmaları Çiy tanesine uygun gülümsemeler. Güneş bir köstebek gibi hoş Alçak bir alında bir saç lülesi Kırılmış uzun devinimsiz gece Yerinden çıkarılmış güzel maske Aşınmış zincir. Kıvrımından açılan bir yaprak Süren bir gülüş Gözlerim parmaklarım Gençliğimiz yeryüzünde Günü doğuracak sevecenlikle. Vur pençe-i alîdeki şemşîr aşkına Gülbangi âsmanı tutan pîr aşkına. Ey leşker-i müfettihül ebvâb vur bug Feth-i mübîni zâmin o tebşîr aşkına. Vur deyri küfrün üstüne rekzi hilâl için Gelmiş bu şehsüvar-ı cihangîr aşkına. Düşsün çelengi rûmun eğilsin serî firenk Vur Türk'ü gönderen yed-i takdîr aşkına. Son savletinle vur ki açılsın bu surlar Fecr-i hucûm içindeki tekbîr aşkına Kendini yüceltme dev aynasında Ne kadar cücesin bilirim seni Bir gün tökezlersin yol ortasında İşte ben o zaman görürüm seni.. Elma şekeri mi sandın sen aşkı Ne şiirin şiir ne şarkın şarkı Hele bir kırılsın feleğin çarkı İşte ben o zaman görürüm seni.. Ne yürek var sende ne içten bakış Bütün sermayense bir avuç alkış Baharın bahar da, ya gelecek kış İşte ben o zaman görürüm seni.. Elbette atarsın böyle kahkaha Umutların yumruk yememiş daha Saatin beş kala 'Ah'a - 'Eyvah'a İşte ben o zaman görürüm seni Ah benim zavallım öperim seni. Bileklerimizi morartmis yeni Alman kelepceleri, Otobusun kaloriferleri bozuldu Kaman'dan sonra Sekiz saat oluyor karbonatli bir cay bile icemedik, Basimizda perensip sahibi bir bascavus. Nigde uzerinden Adana Cezaevine gidiyoruz.... Bi sen eksiktin ayisigi Gumus bir tuy dikmek icin manzaraya! yalnızlık hızla alçalan bulutlar karanlık bir ağırlık hava ağır toprak ağır yaprak ağır su tozları yağıyor üstümüze özgürlüğümüz yoksa yalnızlığımız mıdır eflatuna çalar puslu lacivert bir sis kuşattı ormanı karanlık çöktü denize. yalnızlık çakmak taşı gibi sert elmas gibi keskin ne yana dönsen bir yerin kesilir fena kan kaybedersin kapını bir çalan olmadı mı hele elini bir tutan bilekleri bembeyaz kuğu boynu parmakları uzun ve ince sımsıcak bakışları suç ortağı kaçamak gülüşleri gizlice. yalnızların en büyük sorunu tek başına özgürlük ne işe yarayacak bir türlü çözemedileri bu ölü bir gezegenin soğuk tenhalığına benzemesin diye özgürlük mutlaka paylaşılacak suç ortağı bir sevgiyle Günlerdir bir dağbaşındayız Bir başına ve birşeylerden uzak Çağıldayan çavlanları dinliyoruz Otların üstünde sırtüstü uzanarak. Duman, is ve beton yığını Öyle yormuş, bezdirmiş ki bizi Yaşayıp durmuşuz bir yangını Unutmuşuz gülümsemeyi sanki. Günleri saymadık günlerdir işte Saatleri kurmadık ve saatlerce dağ taş demeden dolaşıp durduk. Çoktandır unutup gittiğimiz Bir sevinci tazeledik bu yaz Doğayı ve kendimizi dinleyerek Bir sevdiğim güzel vardı, bu evrenden vazgeçti; Sevdiğini yitirenin hali nice olur belli. Fidan boylum, güvercin bakışlım, şimdi n'etmeli? Sevip kokamadım, doyamadım; benden vazgeçti.. Benim varımdı o, benim tadım, benim ereğim; Direğimdi, kırıldı da çöktüm, bir oldum yerle. Çığrış canım, kuşlarla, böceklerle, bitkilerle; Gel sevdiğim, gel güzelim, gel gülüm, gel direğim! . Rüzgarlar üşüttü onu, kuzeyden esen yeller, Boz bulutlar öyle benzini soldurdu, dert değil. Bir sanırım, bu sümbül o sümbüldür! elbet değil. Nazlı çiçeklerle bile açmaz onu bu iller.. Bu gamlı güz akşamı, yola düşmüş hali midir? Edalı boyuna göz mü değdi, dil mi uzandı, Ya ala gözlü görke yüzünü kimler kıskandı, Üzerine eğildiği sular vebali midir? . Garip kişi! gez git gayrı bu dağları dul, mahzun. Bu dağların güzeliydi o, güzellerin hası. Elbet garib olur garip kişinin yavuklusu; Büker de boyuncağzını kor gider melul mahzun... kimse beni oynamasın kaybettim mesire mahalli aç öpüşler tok öpüşler içinde ayıldı gururlu bir bardak gibi ay çözüldü giz kim sadık bir ağzı öpmüş ki ulan Şakir kötü finnaler buluyorsun her aşka peripetie mi dedin ben orada değilim yırttım epey beklemiş dürüst eğilim ve hürmetli yalınlık eliyle kisvemi ağlasam mı birileri gibi vakara skorer gözüyle kaç cima hesabına kârlı kaybetmek işimdir toplama bilmem vefaysa iftiradır berabere bitmemiş bir aşkın uzatma dakikalarında Yine zevrak-ı derûnum kırılıp kenâre düştü Dayanır mı şîşedir bu reh-i seng-sâre düştü. O zamân ki bezm-i cânda bölüşüldü kâle-i kâm Bize hisse-i mahabbet dil-i pâre pâre düştü. Gehî zîr-i serde desti geh ayağı koltuğunda Düşe kalka haste-i gam der-i lûtf-ı yâre düştü. Erişip bahâra bülbül yenilendi sohbet-i gül Yine nevbet-i tahammül dil-i bî-karâre düştü. Meh-i burc-ı ârızında gönül oldu hâle mâ`il Bana kendi tâli`imden bu siyeh sitâre düştü. Süzülüp o çeşm-i âhû dedi zevk-i vasla yâ hû Bu değildi niyyetim bu yolum intizâre düştü. Reh-i Mevlevîde Gâlib bu sıfatla kaldı hayrân Kimi terk-i nâm u şâne kimi it`ibare düştü Bugün bir meclise vardım oturmuş pend ider vaiz Okur açmış kitabını bu halkı ağlatır vaiz İki bölmüş cihan halkın birini cennete salmış Eliyle kürsüden biri tamuya sarkıtır vaiz Çıkar ağzından ateşler yakar şeytan-ı melunu Sanırsın yedi tamunun azabı kendidir vaiz Tamuya şöyle doldurmuş içinde yok duracak yer Ana yerleştirir halka acep hizmettedir vaiz Yaraşır va'z ana hakkı ki yanar yakılır her dem Niyazi'nin hemen ancak cihanda adıdır vaiz Haydi gidelim, ateşli peygamberi şafağın, gizli patikalardan ulaşalım o yeşil timsahı kurtarmaya, aşkla sevdiğin. Haydi gidelim, isyankar ve marslı yıldızlarla dolu cepheyle aşağılanmayı bozguna uğratarak zafere erişmeye ya da ölümle buluşmaya yemin edelim. Duyulduğunda ilk atış sesi ve uyandığında çalılıklar bakirelere yaraşan bir şaşkınlıkla, orada, yanıbaşında, olgun savaşçılar olarak, bulacaksın bizi. Saçıldığında sesin dört rüzgara doğru adalet, ekmek, özgürlük, tarım reformu, oradai yanıbaşında, aynı vurgularla, bulacaksın bizi. Ve yerini bulduğunda bunca emeğin sonunda zalime karşı doğruluğun uğraşı, orada, yanıbaşında, bekçilik edeeken mücadelenin sonuçlarına, bulacaksın bizi. Yaralı böğrünü yaladığı gün canavar milliyetçi bir mızraktır onu orada vuran, orada, yanıbaşında, gururlu yüreklerimizle, bulacaksın bizi. Sanma ki bozabilirler bütünlüğümüzü rüşvetle kuşanmış yaldızlı bitler, tek istediğim bir tüfek, mermiler ve bir siper. Başka hiçbir şey. Ve şayet engellerse yolumuzu demir, Amerika tarihine geçen gerillaların kemiklerini örtmek için bir mendil isteriz Kübalıların gözyaşlarından. Başka hiçbir şey. 'yuvarlanan bir taş değildir şair” diyor Pablo Neruda. kayaların üzerinden kendini boşluğa bırakıyor bir albatros içimdeki uçurumun kıyısında. aşağılarda, tahtalarında Akdenizli karıncaların dolaştığı sandalda, kanatlarını sınayan martı yavrularına bakarak söyleniyorum. “kuşlara fırlatılan bir taş da değildir şair insanın varoluşu adına” “ anlatmak istedikçe herseyi birden yitiriyorum bir kutupyildizi bir ben bir dinmeyen agrilarim yapayalniz kaliyorum birden güzelim ve müthis aglamak istiyorum gecenin kanatlari kirik bir saati var bilmem bilir misin ölüm korkusu alkol gibi yayilir damarlara sakin o saatte sokaklara çikma denize bakma karanliga yildizlara bakma sakin o saat iste güzelim o saat ölüm, o ateskusu ölüm; o mavidügüm denizkizlarinin türküsünü söyler ben yalnizim orkestrada kirik bir saz kanayarak kosan bir kurt yüregim dagbasinda unutulmus vakur bir bayrak yirtilircasina bir kutup yildizi bir ben bir dinmeyen agrilarim çiftlesen kuslarin böceklerin insanlarin yalnizligi ve müthis aglamak istiyorum Gül yüzlü cananım senin elinden Eğildi bellerim bükülmektedir Aşkın veremiyim alçak dilinden Gizli gizli yaşım dökülmektedir. Fidandım döküdü yaprağım dalım Sen Sultansın elbet ben de bir kulum Güzel muhabbetin hoş şirin dilin Şu gönül bağına ekilmektedir. Akıl ermez oldu neden işine Neler gelir yiğitlerin başına Yandım ah yüzüne hilal kaşına Ah çektikçe ömrüm sökülmektedir . Mahzuni Şerif'im ben bir deliyim Göster cemalini seyran eyleyim Yandım dedim işte daha ne deyim Neden dost benden çekilmektedir. Resimler. Solsun mu ardında bütün resimler Bir güz kalsın yollarında, bir de ben Bu kambur feryadı hangi dert dinler Döner mi, gelirken uzağa giden. Aynalar. Aradığımızdır bizi her kuşluk Bitkin bir aynada buluşturan sel Şimdi bir kalp için ağlayan boşluk Mavi gözlerinden döküldü tel tel. Sesler. Kanar içten içe beynimde hayal Ben kendi göğsüme saplarım kahrı Ya ateş üfleyip yakmasın kaval Ya da bir mezara girsin bu ağrı. Ellerim. Ellerim ürkektir ey avcı, küskün Yavru bir ceylandır senin yurdunda O esrarlı başın mağrur ve suskun Göklere mi erdi, beni vurdun da Kiminin dikenleri vardır Katlanamaz üstüne. Hep dikene durur Delmemek için gövdesini, . Kiminin yoktur bir tek kemiği, Doğrulamaz ayaklarının üstünde. Ona göre varsa yoksa kendisi, Dürülüdür ütülü bir mendil gibi. Ben eğilmem gündüz ama Geceleri kanatırım kendimi. Ben bir söz söylediğim zaman, Kendine küçük bir pıtrak edinir. Çok sürmez anlar başına geleceği, Çarşılarda pazar ondan selam kesilir.. Ben birini sevdiğim zaman Göğünü durmadan genişletir. Ama herkes rahattır kozasının içinnde, O sevgi artık kimsesizdir.. Ölsem ayıptır, sussam tehlikeli Çok sevmeli öyleyse, çok söylemeli. Ben dervişim diyene, bir ün edesim gelir Seğirdüben sesine, varıp yetesim gelir. Sırat kıldan incedir, kılıçtan keskincedir Varıp anın üstüne, evler yapasım gelir . Altında gayya vardır, içi nar ile pürdür Varuben ol gölgede, biraz yatasım gelir. Oda gölgedir deyu, ta'n eylemen hocalar Hatırınız hoş olsun, biraz yanasım gelir . Ben günahımca yanam, rahmet suyunda yunam İki kanat takınam, biraz uçasım gelir. Andan Cennete varam, Cennette huriler görem Huri gılmanı, bir bir koşasım gelir . Derviş Yunus bu sözü, eğri büğrü söyleme Seni sigaya çeken bir Molla Kasım gelir Gene on beş sene evvel gibi Gazi geliyor, Gene on beş sene evvelki kadar yükseliyor. Gene başlarda oturmuş, gene göklerde başı; Yıldırımlar gene bir eski silâh arkadaşı. Ölümün bitmeyen ufkunda yatarken gene sağ; Bir avuç toprak olurken gene yüksek, gene dağ. Gene bir memleketin satveti bir tek emeli. Koca bir yurdu tutarken gene sapsağlam eli.. Çürüyen göğsü için takızaferler gene dar; Gene sağdır, gene sağlamdır O, hem dünkü kadar. Ona hicranla... hayır, sade taabbütle eğil; Ölüdür; doğru, fakat öldüğü hiç belli değil. Ey yüksek sosyeteye mensup modacı hanım, Eğlence zümresinin başının tacı hanım, Bu metod ki, sizlerin müsbet ilâcı hanım: Dışının görünüşü içinin aynasıdır; Açıl kızım utanma, bu devrin modasıdır.. Yerindedir tahsilin, güzelliğin şahane. Varsa Türk'ten tâlibin, bul çeşitli bahane. Bir ecnebî hovarda yakalarsan daha ne? ... Dışının görünüşü içinin aynasıdır; Açıl kızım utanma, bu devrin modasıdır.. Flörtünün sayısı; en az on beş olmalı... Kimisi hâlis züppe, kimisi keş olmalı... Altın kolyen, kürk manton, taksin beleş olmalı. Dışının görünüşü içinin aynasıdır; Açıl kızım utanma, bu devrin modasıdır.. İç votkayı, şarabı; sokaklarda nâra at. Medeniyet sizlerle yükselmektedir kat kat(!) Çeşni ruha gıdadır, her gün bir yatakta yat... Dışının görünüşü içinin aynasıdır; Açıl kızım utanma, bu devrin modasıdır.. Hiç durma twist öğren, her gün bir baloya git; Tırnağını, yüzünü, dudağını boya git. Sun'î peyke vâris ol, conilerle aya git. Dışının görünüşü içinin aynasıdır; Açıl kızım utanma, bu devrin modasıdır.. Bazen düz pantalon giy, traş ettir enseni. Bin dolaş bisiklete, göster şöyle sen seni. Kabahat ailende.. anlıyorum ben seni. Dışının görünüşü içinin aynasıdır; Açıl kızım utanma, bu devrin modasıdır.. Artist ol, filim çevir; ismine yıldız derler... Bin kez kürtaj yaptırsan gene sana kız derler! Çıplak resim çektirsen, ne şahane poz derler. Dışının görünüşü içinin aynasıdır; Açıl kızım utanma, bu devrin modasıdır.. Mayoyla endam göster, git jürinin önünde.. Mahremini teşhir et her birinin önünde.. Seçil bir kıraliçe imtihanın sonunda. Dışının görünüşü içinin aynasıdır; Açıl kızım utanma, bu devrin modasıdır.. Hayır, inanma kızım! Bunlar hep istihzadır. Namus, insanlar için en mukaddes meyvadır. Gençlikte hissiyatın belki seni aldatır. Dışının görünüşü içinin aynasıdır; Haddinden çok açılmak soysuzun modasıdır.. Türk oğluna anne ol, iftihar et onunla; Elin soysuz züppesi bağdaşamaz seninle; Bu yurdun kızı isen şu sözü iyi dinle: 'Dışının görünüşü içinin aynasıdır; Yapacağın düşüklük bize yüz karasıdır.'. (Vur Emri) Gulu çiğdemi filan bırak Sardunyayı karidesi filan bırak Acıyı ve ölümleri bırak Oy pusulalarını ve seçimleri bırak Evet Seçimleri özellikle bırak Çünkü açlık çoğunluktadır. Her kişinin ukala ömrü Yeter sanılır çiçeklenmeye Ve dünyanın karanlığından Bir aşk bahanesiyle kurtulmaya Kaçıp giden baharların anisi Elden ele devredilen bir gençlik duygusu Laleler sümbüller butun obur boklar püsürler Hakkim var midir bunları söylemeye - vardır Güneş doğarken ve batarken Yazdan kısa girerken ve kıştan çıkarken Ve dağda ve kırda Hakkim vardır - Çünkü en azından dünyadan Dölsüz katırlar geçer Yüklü vagonlar geçer Demir yüklü şilepler geçer Yelkenleri isletenleri ve tayfalarıyla Ve onların karıları ve çocuklarıyla Ve bilinmez sanılır geleceği Bir demiryolu makasçısının Oysa kesinlikle yazılmıştır Her sevgi kitabında Asil olan açlıktır Çoğunluktadır. Sevişmek o yüzden gereklidir Evet açlık, yok olsun butun incelikler Mendiliniz var mi, kabak öğreten Boa strogonof mantar file minyon Güneş görmemiş midye Midye görmemiş güneş Ve soygun halindeki otel malzemeleri Ve altın arayıcılar Ve istedikleri yerlerde Yüksek graviteli petrol bulanlar Hem şames kıyısında Hem mekong deltasında Bir kalça fotoğrafına bunlarla birlikte bakanlar Çoğunlukta değildir Açlık çoğunluktadır Artık her şeyi yaşadık Ve birlikte duşunduk Ve duşunduk ki her şey cehennem Bir bakışta Ve cehennem Başarılmamış bir savaştır Dünyanın ortasında kullanılmamış bir su Cehennem, insanin kendi ciğeri At sırtında taşınan olu Kundağa girmeyen bebe Karanlıklarda açan çiçeklerin Bir insanin ölümüne dönüşü Bir insan olumu olmaya Çünkü açlık çoğunluktadır. - İste o zaman diyorum ki - Gelişin sen olsun senin Her şey esirgesin seni Çünkü açlık çoğunluktadır Ve ezecektir gücüyle dünyayı - İkimize bir aşk elbette yetmez Turlu şeylerin savunulduğu - Diriliğe eşitliğe tokluğa Artık ayıp olan tokluğa Çünkü açlık çoğunluktadır Açlık. Onlar için pazarlar, erkekler sevda ile sıkıntı arasında bir gider bir gelirler. gencömrü aşmak, bir dağı aşmak sırtta çocuklar sonra da genç sanmaları kendilerini ol sebeptendir.. saati sormadan korkuları vardır yitirmek tek yılgı sevdikleri sevmedikleri de olmuşsa zamanla şakırlar sevdiklerini de ötekini nevroza dönüştürüp saklarlar. Hangi cennetten geldim bu cehenneme Ki her yokluk bendedir, her acı benim Baltalar kıyasıya inmiş govdeme Bak! Şu devrilen hayat agacı benim. Bir gün beni de unut her yalan gibi Adımı sokaklara tükür kan gibi Oysaki yaşadıkça bir çıban gibi İçinde sızlayacak o sancı benim. Terkedilmiş eski bir şehircesine Sensiz yaşıyor o can verircesine Tutuşmuş özleminle erircesine Bir zaman sevdigin bu yabancı benim Ya olmasaydın, Tanrım, Ya olmasaydın! İnsanların en hakiri olduğumu düşünüp de Ruhumu oruçlarla, erdemlerle Kırbaçladığımda Bakışlarımdaki kibri aynada Yakaladığım zaman Utançtan yüzümü avuçlarımla Kime kapardım, Tanrım? . Ya olmasaydın! İnsanların en kibirlisi olduğumu düşünüp de Onurları kırılmışların önünde Yere kapandığımda Varlığım bu küçümen tanrıların ayaklarıyla Bir kenara itildiği zaman Yakınmalarımı, sitemlerimi Kime yapardım, Tanrım? . Ya olmasaydın! Harami ininde mürüvvet, Köle pazarında paye dağıtılırken ''Bir kenarda kalma'yı marifet, Ve unutulmayı marifet bilerek Beyliği sultanların katında Aramaya çıkıpta sonra Yarı yoldan dönmeyi başardığım zaman Sürurumu kime gösterip, kime Kurum satardım, Tanrım? . Ya olmasaydın! Sürurla dolup taştığım anlar Dağları, sır yüklü develer gibi, Yerinden oynatabileceğimi, Yürütebileceğimi Düşünüp coştuğum ve naralarımla Yalnızca fareleri ürkütüp, Vaşakları, dağ keçilerini... Sonunda uyuyan aslanı Uyandırdığım zaman Hercai gönlümü can tasasıyla Kimin yılkısına Katardım, Tanrım? . Ya olmasaydın, Tanrım, Ya olmasaydın! Yürüdüğüm yollar tükendiğinde Dostlar yabancıya, Sıla gurbete benzediğinde... Kırbamda su, heybemde azık Ve türkülerimde... Türkülerimde söz bittiğinde; . İnsanın kıt Gecenin yıldızsız İfritlerinse, daim peşimde (Hem uyanıkken hem de düşümde) Olduğu zaman, Kimin kapısını omuzlayarak Hoyratça açar da, kimin Aynalarını parçalayarak Canımı içeri atardım, Tanrım, Sen olmasaydın? En eski yalnızlığımdır aşk benim Gitgide büyüyen karanlıklarla Ne zaman sevdiysem kavruldu tenim Bir ateşin açtığı yanıklarla. Sabahı olmazdı çok gecelerin Alır, götürürlerdi beni onlar Öptüğüm elleriyle, korkunç derin Bir uçurumun kenarına kadar.. Sonra bırakır giderlerdi, üzgün Bakardım sessizce arkalarından Sonra umutsuzluk, gözyaşı ve kan.. Bütün umutlarım biterdi bir gün Bir gecenin orsatında kalırdım Tek başıma ben, ben ve yalnızlığım. Öyle derin ki gözlerin içmeye eğildim de Bütün güneşleri pırıl pırıl orada gördüm orada bütün ümitsizlikleri bekleyen ölüm Öyle derin ki her şeyi unuttum içlerinde . Uçsuz bir denizdir bulanır kuş gölgelerinde Sonra birden güneş çıkar o bulanıklık geçer Yaz meleklerin eteklerinden bulutlar biçer Göklerin en mavisi buğdaylar üzerinde . Karanlık bulutları boşuna dağıtır rüzgar Göklerden aydındır gözlerin bir yaş belirince Camın kırılan yerindeki maviliğini de Yağmur sonu semalarını da kıskandırırlar . Ben bu radyumu bir pekbilent taşından çıkarttım Benim de yandı parmaklarım memnu ateşinde Bulup yeniden kaybettiğim cennet ülke Gözlerin Perumdur benim Golkondum, Hindistan'ım . Kainat paramparça oldu bir akşam üzeri Her kurtulan ateş yaktı üstünde bir kayanın Gördüm denizin üzerinde parlarken Elsa'nın Gözleri Elsa'nın gözleri Elsa'nın gözleri. Ve bir adam söyle dedi: 'Bize kendini bilişten bahset.'. Ve o cevap verdi:. 'Kalbiniz gecelerin ve gündüzlerin sirrini sessizce bilir. Ancak kulaklariniz, kalbinizin bilgisini isitmek için deli olur.. Düsüncelerinizde daima bildiginizi, kelimelerde de bileceksiniz. Rüyalarinizin çiplak bedenine parmaklarinizla dokunabileceksiniz.. Ve böyle de olmasi gerekir.. Ruhunuzun sakli kaynagi yükselmeli ve çagildayarak denize dogru kosmali; Ve o zaman, sonsuz derinliginizin hazineleri gözlerinizin önüne serilecektir.. Ancak bilinmeyen hazinenizi tartmak için tarti aramayin; Ve bilginizin derinligini degnekle veya iskandil ipiyle ölçmeye kalkmayin.. Çünkü kisi, ölçüsüz ve sinirsiz bir deniz gibidir. 'Tek dogruyu buldum' degil, 'Bir dogruyu buldum' deyin.. 'Ruha giden yolu buldum' degil, 'Kendi yolumda yürürken ruhu buldum' deyin.. Çünkü ruh, her yolda yürür. Ruh ne bir çizgi üzerinde yürür; ne de bir kamis gibi dümdüz büyür. Ruh, sayisiz taç yapraklari olan bir lotus çiçegi gibi açilir.' Sen yokken gittim Korkularımın üstüne Hiç ardıma bakmadım Gümüş şiirler yazdım sen yokken Çok yangın çıktı yüreğimde Küllerini bile savurmadım Irak denizlerin fırtınasıydım Uzak iklimlerin sert rüzgarları Kulaçlarken denizinde gurbeti Kanlı savaşlarım, Belalı sevdalarım olmadı hiç Ama hep sustum, Hep ağladım, hep yandım sen yokken. Bekliyorum dönüşünü yeniden, Bir gelsen, Hayatın önünden alsan beni Bir gelsen, Sellerin önünden alsan beni Bir gelsen, Ölümlü düşlerimden alsan beni.. Çok durdum güneşe karşı bir başıma Savrulurdum rüzgarlarında sensizlik denizinin Sen yokken, Az dolaşmadım gönlümün kuytularında Üşüyen karanfilim şimdi buruşuk parmaklarda Bir kırağı ayazıydım gecenin kollarında Zifirlerinde sadece ben üşürdüm. Hiç aldırmadım esen rüzgara Hiç dinlenmiş bir yürekle çıkmadım ortaya Yinede hiç yıkılmadım giden trenlerin ardından Ama bütün yangınlar beni yaktı önce Hep ortasında kaldım vurgunların Vurgun nedir ki? deme Bir babanın serzenişi nasılsa öyle Bayrakları indirilmiş, Bozguna uğramış bir hisardım sen yokken Hep sustum, Hep yandım, hep ağladım sen yokken. Bir gelsen, Yangınlardan alsan beni, Bir gelsen, Dünyalarımdan alsan beni, Bir gelsen, Şafaksız gecelerden alsan beni, Ama ne zaman gelsen, Akşam kızılı gözlerimle bulacaksın beni. Öyle bir bağ yetiştirsem Dallar Allah Allah desin Rüzgar vursun yaprağına Yeller Allah Allah desin. Saraylar yaptırsam baştan Etrafı güllük gülistan Dillere olasın destan Eller Allah Allah desin. Sefai'yem kurban olsun Akan kanlar bayrak olsun Hatun nazlı gelin doğsun Döller Allah Allah desin Bir kişi özünde ikilik olsa Hakk'ın didarını görmez billahi Hor bakarsa evliyanın yoluna Eli bir gerçeğe ermez billahi. Cihanı seyahat edip gezerse Doksan bin kelamı okur yazarsa Bir mümin yezide kuşak çözerse Derdine dermanı bulmaz billahi. Eli ile komadığın alırsa Yalan söyler Hakk'a asi olursa Tövbe etmez günah gümrah olursa Cehennem oduna yanar billahi. Bir mümin yezide kızını verse Anası babası ilayık görse Yüz bin kere başı secdeye varsa Hak da günahından geçmez billahi. Bir mümin yezidin yüzüne baksa Gayet gökçek olsa şol meyli aksa Ol müslim bacıdan zürriyet doğsa Arsız meydanında kalır billahi. Pir Sultan'ım der ki Hakk'ın emrini Koyuverse bir kişi avradını Mümin olan bilir bunun dadını Yedi başlı hınzır olur billahi mağaranın duvarına hayvanları taştan oydum kükrediler karanlıkta türkülerle karşı koydum. karanlıktı mağara ışığı taştan oydum üşüyordum bir de güneş koydum. aşk oydum mağaranın duvarına aşk oydum ağrıdı taşlar yarıldı mağara. ben doğdum Ölüm gelecek ve bana senin gözlerinle bakacak- eski bir vicdan azabı yahut saçma bir günah gibi sabahtan akşama dek uykusuz, donuk, bizi izleyen ölüm. Gözlerin dilsiz bir çığlık, boş bir söz olacak, beyhude bir sessizlik. Bu yüzdendir her sabah kendi gözlerini görmen yalnız aynaya bakındığında ve o gün, ah, değerli umut, biz de öğreneceğiz hayat ve hiç olduğunu senin. Ölümün bir bakışı vardır hepimiz için.. Ölüm gelecek ve bana senin gözlerinle bakacak. Bu, bitirmeye benzeyecek bir günahı, aynada yeniden beliren bir ölü yüzü görmeye benzeyecek, dinlemeye benzeyecek suskun bir dudağı, Dilsiz düşeceğiz ortasına burgacın.. Çeviri: Osman Tuğlu Geçen akşam eve geldim. Dediler: - Seyfi Baba Hastalanmış, yatıyormuş. - Nesi varmış acaba? - Bilmeyiz, oğlu haber verdi geçerken bu sabah. - Keşki ben evde olaydım... Esef ettim, vah vah! Bir fener yok mu, verin... Nerde sopam? Kız çabuk ol! Gecikirsem kalırım beklemeyin... Zîrâ yol Hem uzun, hem de bataktır... - Daha a'lâ, kalınız Teyzeniz geldi, bu akşam, değiliz biz yalınız. Sopa sağ elde, kırık camlı fener sol elde; Boşanan yağmur iliklerde, çamur tâ belde. Hani, çoktan gömülen kaldırımın, hortlayarak; 'Gel! ' diyen taşları kurtarmasa, insan batacak. Saksağanlar gibi sektikçe birinden birine, Boğuyordum! müteveffâyı bütün âferine. Sormayın derdimi, bitmez mi o taşlar, giderek, Düştü artık bize göllerde pekâlâ yüzmek! Yakamozlar saçarak her tarafından fenerim, Çifte sandal, yüzüyorduk, o yüzer, ben yüzerim! Çok mu yüzdük bilemem, toprağı bulduk neyse; Fenerim başladı etrâfını tektük hisse. Vâkıâ ben de yoruldum, o fakat pek yorgun... Bakıyordum daha mahmurluğu üstünde onun: Kâh olur, kör gibi çarpar sıvasız bir duvara; Kâh olur, mürde şuâ'âtı düşer bir mezara; Kâh bir sakfı çökük hânenin altında koşar; Kâh bir ma'bed-i fersûdenin üstünden aşar; Vakt olur pek sapa yerlerde, bakarsın, dolaşır; Sonra en korkulu eşhâsa çekinmez, sataşır; Gecenin sütre-i yeldâsını çekmiş, uryan, Sokulup bir saçağın altına gûyâ uyuyan Hânüman yoksulu binlerce sefilân-ı beşer; Sesi dinmiş yuvalar, hâke serilmiş evler; Kocasından boşanan bir sürü bîçâre karı; O kopan râbıtanın, darmadağın yavruları; Zulmetin, yer yer, içinden kabaran mezbeleler: Evi sırtında, sokaklarda gezen âileler! Gece rehzen, sabah olmaz mı bakarsın, sâil! Serserî, derbeder, âvâre, harâmî, kaatil... Böyle kaç manzara gördüyse bizim kör kandil Bana göstermeli bir kerre... Niçin? Belli değil! Ya o bîçâre de râhmet suyu nûş eyliyerek, Hatm-i enfâs edivermez mi hemen 'cız! ' diyerek? O zaman sâmi'anın, lâmisenin sevkıyle Yürüyen körlere döndüm, o ne dehşetti hele! Sopam artık bana hem göz, hem ayak, hem eldi... Ne yalan söyliyeyim kalbime haşyet geldi. Hele yâ Rabbi şükür, karşıdan üç tâne fener Geçiyor... Sapmıyarak doğru yürürlerse eğer, Giderim arkalarından... Yolu buldum zâten. Yolu buldum, diyorum, gelmiş iken hâlâ ben! İşte karşımda bizim yâr-ı kadîmin yurdu. Bakalım var mı ışık? Yoksa muhakkak uyudu. Kapının orta yerinden ucu değnekli bir ip Sarkıtılmış olacak, bir onu bulsam da çekip Açıversem... İyi amma kapı zâten aralık... Gâlibâ bir çıkan olmuş... Neme lâzım, artık Girerim ben diyerek kendimi attım içeri, Ayağımdan çıkarıp lâstiği geçtim ileri. Sağa döndüm, azıcık gitmeden üç beş basamak Merdiven geldi ki zorcaydı biraz tırmanmak! Sola döndüm, odanın eski şayak perdesini, Aralarken kulağım duydu fakîrin sesini: - Nerde kaldın? Beni hiç yoklamadın evlâdım! Haklısın, bende kabâhat ki haber yollamadım. Bilirim çoktur işin, sonra bizim yol pek uzun... Hele dinlen azıcık anlaşılan yorgunsun. Bereket versin ateş koydu demin komşu kadın... Üşüyorsan eşiver mangalı, eş eş de ısın. Odanın loşluğu kasvet veriyor pek, baktım Şu fener yansa, deyip bir kutu kibrit çaktım. Hele son kibriti tuttum da yakından yüzüne, Sürme çekmiş gibi nûr indi mumun kör gözüne! O zaman nîm açılıp perde-i zulmet, nâgâh, Gördü bir sahne-i üryân-ı sefâlet ki nigâh, Şâir olsam yine tasvîri otur bence muhâl: O perîşanlığı derpîş edemez çünkü hayâl! Çekerek dizlerinin üstüne bir eski aba, Sürünüp mangala yaklaştı bizim Seyfı Baba. - Ihlamur verdi demin komşu... Bulaydık, şunu, bir... - Sen otur, ben ararım... - Olsa içerdik, iyidir... Aha buldum, aramak istemez oğlum, gitme... Ben de bir karnı geniş cezve geçirdim elime, Başladım kaynatarak vemeye fincan fincan, Azıcık geldi bizim ihtiyarın benzine kan. - Şimdi anlat bakalım, neydi senin hastalığın? Nezle oldun sanırım, çünkü bu kış pek salgın. - Mehmed Ağ'nın evi akmış. Onu aktarmak için Dama çıktım, soğuk aldım, oluyor on beş gün. Ne işin var kiremitlerde a sersem desene! İhtiyarlık mı nedir, şaşkınım oğlum bu sene. Hadi aktamıyayım... Kim getirir ekmeğimi? Oturup kör gibi, nâmerde el açmak iyi mi? Kim kazanmazsa bu dünyâda bir ekmek parası: Dostunun yüz karası; düşmanının maskarası! Yoksa yetmiş beşi geçmiş bir adam iç yapamaz; Ona ancak yapacak: Beş vakit abdestle namaz. Hastalandım, bakacak kimseciğim yok; Osman Gece gündüz koşuyor iş diye, bilmem ne zaman Eli ekmek tutacak? İşte saat belki de üç Görüyorsun daha gelmez... Yalınızlık pek güç. Ba'zı bir hafta geçer, uğrayan olmaz yanıma; Kimsesizlik bu sefer tak dedi artık canıma! - Seni bir terleteyim sımsıkı örtüp bu gece! Açılırsın, sanırım, terlemiş olsan iyice. İhtiyar terliyedursun gömülüp yorganına... Atarak ben de geniş bir kebe mangal yanına, Başladım uyku teharrîsine, lâkin ne gezer! Sızmışım bir aralık neyse yorulmuş da meğer. Ortalık açmış, uyandım. Dedim, artık gideyim, Önce amma şu fakîr âdemi memnûn edeyim. Bir de baktım ki: Tek onluk bile yokmuş kesede; Mühürüm boynunu bükmüş duruyormuş sâde! O zaman koptu içimden şu tehassür ebedî: Ya hamiyyetsiz olaydım, ya param olsa idi! “ki en kötüsüdür, ölümden sonra da istemek.”. Benden firar eden dünyadan, son isteklerimi taşırken bana, dikkat et; aynı olmasın torbanın rengi, ayağına giydiğin galoşlarla.. Şu bizim yan odada, Kürt kaşlı kız çok inledi dün gece, boştu yatağı, bugün iyileşmiş, tahliyesi olmuş, inandıramadılar bana.. Bir uçlu sakla da göğsüne, teninin kokusu olsun izmaritinde. Bu yalnızlığı biz yaratmadık, bilakis tütünü bile dost eyledik kendimize.. Ya sen, ellerini yıkıyorsun bana her gelişinde, benimle aynı gün ölecek olan alyansında, bir sabun parçası, ne demekse.. Yarın belki de son kez, ziyaret saatini özleyeceğim yine, yemek yiyeceğim, tadını tuzunu alıp, öyle veriyorlar yemeği, mercimeğin içindeki böceğin bile hesaplı kalorisi.. Giydiğin eteğin yırtmacı ilk defa dokunuyor bana, beni yolcu eden akciğer kediye atsan yemez geç kalmayacak randevusuna.. Gidince çürümeyeceğini bilsem, ellerimizi değiştirelim derdim. Ellerimin ellerinde verdiği güzel ve uzun mola, ayrılık Allah’ın emri, ölüm olmasa… Bir yüz tanıdım ruhuma nakşoldu zamanla, Bir yüz ki bütün hatları şimşekle doluydu, Ben yalnız onun resmine daldım heyecanlı, Benden çocuğum yalnız onun şi'rini duydu. Bir hüzne bürünmüştü cenazeyle düğünler, Bir damla yaş olmuştu denizler gözümüzde. Hasretle bakarken gecenin rengine günler, Seyretti yanan gözleriniz fecri o yüzde. Tarih onun emriyle kımıldandı yerinden, Birkaç yıla toplandı hemen birçok asırlar. İsa eli geçmiş sanılır yurt üzerinden, Gül bahçesi olmuş dün ayak bastığı yerler. Ondan geliyor, her günümüz başka baharsa, Ondandır, ufuklarda ne ürperme, ne gam var... Kalbim nefesim dursa, düşüncem sona varsa, Dünyayı unutsam da unutmam bir Atam var. Denize atılmış şiirdir bence Yurtsayan, yurdu bilinmeyen bir yıldız. Şiirin deniz kıyısındaki sesine bırakılmış ölümdür yanacak sarayların kestiği bir, yarım ay. . Adaçaylarımızı söylemiş miydik? Üç kişi bir köşede oturmuş ağ yamıyordu. Kimimiz aznif oynuyor, cıgara üstüne cıgara yakıyordu kimimiz. Sanki dünya durmuştu öyle dalmış gitmiştik. Kendi kendimizdik. Bir sürü kırlangıç dışarda camlara vuruyordu. Birden bir ses, yüzüne karışmış bıyıkları, -Deniz çekildi, dedi. Hepimize tutup denizde gezdirdiği gözlerini. Büyük bir boşluk bırakıp sonra da arkasında Kalktı. Biz işte o zaman gördük onu ve çekilen denizi. O zaman çıktık kendimizden.. Dışarda bir dilim ekmek gibiydi gök Sel taşkını bir akşamüstü Bulutları bağrına basan Ağaçlara sordum seni Yaprak rüzgarı tutmaz dediler Uzun uzun baktılar yalnızlığıma Yangın yeri bir yürek Bir de yağmur gösterdiler. Ne olur şu yağmurların Birdenbire yağanı ben olsam Rüzgarı düğümlesem saçlarına Bir daha bırakmasam Öpsem kirpiklerini Süzülüp gözyaşlarına karışsam Çağlayıp aksam çağlayıp aksam Yüzündeki ırmaklarla geçsem ovaları Dudaklarında denizlere çıksam senin bu ankaralı haline inat boğaziçi köprüsünü götürüp assam bir kartpostal gibi ortasına kızılay'ın sadece trafik mi bütün ezberi karışırdı ankara'nın Uzun boylu, kısa boylu Ölse ne ki, kalsa ne ki? Üç-beş yüz bin işçi, köylü Ölse ne ki, kalsa ne ki? . Fark etmez ırgat, amele Harç diye basın temele Alt tarafı hepsi köle Ölse ne ki, kalsa ne ki? . Hayatına küstü memur Yediğini kustu memur Altı memur, üstü memur Ölse ne ki, kalsa ne ki? . Vurguncuya işlesin çark Namuslular etmesin fark Esnafın destesi beş mark Ölse ne ki, kalsa ne ki? . Dulu,yetimi kim arar İmhasına verin karar Emekliler zaten zarar Ölse ne ki, kalsa ne ki? . İşsizler sürülsün yurttan Büyükler kurtulsun dertten İnsanlar kemikten, etten Ölse ne ki, kalsa ne ki? . Temizlensin sathı vatan Sevinsin pusuda yatan Vatandaş lüzumsuz zaten Ölse ne ki, kalsa ne ki? . (Yasaklı Rüyalar) Mührü kazıdım dağıttım sihri. Bir dildim sende aksanımı yitirdim. Tarif ve tanım hükümsüz artık. Bende kaydın silindi. Gören yaksın her kimse o anı defterini. Bu hayata bir intihar borcum var biliyorum. Yarım kalmış bir yürüyüş oldum hep. Açıyorum yeniden kapının çengelini. Gören hayra yorsun beni. . Çok örseledim demek hayatı yordum. Eski bir meselden esinlenmiştim oysa. Karın güneşe mağdurluğu gibi oldu hep. Bir düşe telefim yine. O malum heceye hep-yek geleyim şimdi. . Önce söz vardı şimdi yok. Aylardan yağmur olsun istedim takvim ikindi. Belki doğru okuyamadım silikti ayak izleri. Bir keder uyak istedi benden. Aşktan sızmış bir makama. Heder ettim kendimi. . Sabıka kaydım sorulmasın ne olur. Ben hep telaş oldum cinnet yazıldım sana. Hepsi bu işte belki bir körün gözleri gibi. Biz seninle iki mutlak kaderiz artık. Kuş dili bir zamana bütünlemeli. . Kim demiş ömür kısa külliyen yalan. Varsın keyfe keder bir darbe olsun. Yeter ki doruktayken vurulsun parça tesirli. Bir rüzgâra gömülsün her aşk şiiri. . Bir karşı-devrim gibi. . (Yaratım, 6) Ne ağlarsın benim zülfü siyahım, Bu da gelir bu da geçer ağlama. Göklere erişti figânım ahım, Bu da gelir bu da geçer ağlama.. Bir gülün çevresi dikendir hardır, Bülbül har elinde ah ile zardır. Ne olsa da kışın sonu bahardır, Bu da gelir bu da geçer ağlama.. Daimi'yem her can ermez bu sırra, Gerçek aşık olan erer o nûra. Yusuf sabır ile vardı mısır’a, Bu da gelir bu da geçer ağlama. kimin elini tuttuysan gökkuşağının altından geçti Sevdiğin kentlerin selamı sanki Sülüs kamyon şoförleri Kufi hamallar . Anılar hep sonbaharda gibidir astrakan gecede süt yıldızlar . Belleğinin yerini tutar kadehindeki Taşlar taş kemerler İvedi sarmaşıklar . Hayatını sarsan binbir andan adlarını yıllara veren yargıç krallar . Ne varsa yarım kalmış, geleceğindir Bir kez girilmiş sokaklar Açılmamış kapılar . Bilir misin iki kökeni var hüznüniyetinin: çiçek durumu aşklar yaprak düzeni siyasalar Verdigin perhize budur gayratım, Bundan başka uyamayong dohtor bey, Üç sepet yımırta sabah kahvaltım, Teker teker sayamayong dohtor bey!. İki leğen pilav bir yayıg ayran, İster yağlı olsun ister yavan, Yanına keseyong beş kilo sovan, Yeyong yeyong doyamayong dohtor bey!. Üç tencere bamya yirim bişince, Yirmi tas su içip biraz koşunca, Her yanı sökülür garnım şişince, Sağlam göynek geyemeyong dohtor bey!. Sinciye acımdan çogtan ölürdüm, Sağolsun gomşular ediyo yardım, Bi guzudan fazla yimem söz virdim, Ayıp olur cayamayong dohtor bey!. Bazı az geliyo beş kasa hurma, Yedi lahanadan yapıyoz sarma, Onuda mı yeding deye hiç sorma, Utaneyong deyemeyong dohtor bey! . Günde iki çuval unum gideyo, Avradım her sabah ekmek edeyo, Bir gazan fasille gönül ye deyo, Artırmaya gıyamayong dohtor bey!. Senede gırk dönüm bostan ekering, Benden başka kimse yimesing dirim, Gavını, garpızı gabıglı yirim, Acelemdeng soyameyong dohtor bey!. Bilmem gara Memmed nereye gider, Buyumuş gısmatım, buyumuş gader, Bi günde yediğim işte bu gadar, Daha fazla yeyemeyong dohtor bey! . Aşık Kara Mehmet İki kalp arasında en kısa yol: Birbirine uzanmış ve zaman zaman Ancak parmak uçlarıyla değebilen İki kol.. Merdivenlerin oraya koşuyorum, Beklemek gövde gösterisi zamanın; Çok erken gelmişim seni bulamıyorum, Bir şeyin provası yapılıyor sanki.. Kuşlar toplanmış göçüyorlar Keşke yalnız bunun için sevseydim seni. Duydum ki yine umudunu kesmişsin insanlardan, dostluklardan... Duydum ki yine acımaya başlamışsın kendine... Yolunu kimselerin bilmediği, bilmek de istemediği sevginin o hayal ülkesinde birilerini beklerken çok üşümüşsün... İnsan ancak kendisine sevgili olabilir, diyormuşsun. Şimdi artık yollarda ve binbir hayalin peşinde sürüklediğin ve yıprattığın sevgine minnet borcunu ödeyecekmişsin... Acıyan sevgini şımartacak, onu örtülere saracakmışsın. Onu kendini güçlü ve korunaklı olduğunu hissetmediğin hiçbir yerde ortaya çıkarmayacakmışsın... Sevgini yırtıcı bir kuş gibi yetiştiriyormuşsun. En iyi savunmanın saldırı olduğunu ve yokolmamak için yoketmek gerektiğini öğretiyormuşsun ona... Ona onu, sabırlar, merhametler ve inceliklerle değil, hazlar, hayranlıklar ve kıskanç ilgilerle besleneceğini vadediyormuşsun. Her gece uyumadan önce arkasında Che Guevera’nın resmi olan aynanla konuşuyormuşsun: Bir sen varsın önemli olan, bir sen varsın gerçek olan... Hem onca acıya rağmen hala güzelim... Ve artık kendime yasaklıyorum başkalarına acımayı ve hayatın acısını... Aynadaki nefesinin buğusunu görüyorum buradan. Gözlerinle gözgöze gelemediğim için tutup aynadaki buğuyu öpüyorsun. Yaralı kendini öpüyorsun... Çekmeceden cüzdanının çıkarıp içindeki kredi kartlarını seyrediyorsun zoraki bir hayranlıkla. İçinde sevgini sakladığğın kaleyi daha da güçlendirmeyi geçiriyorsun aklından. Kredi kartlarını yalıyorsun dilinle ve onların zehirli tadını içine akıtıyorsun. Bankamatikten her para çektiğinde kulağına gelen ölüm çığlıklarına alıştırmak istiyorsun kendini böylece. Hem senden güçsüzlerin ölümü, hem bu ölümleri gizleyen ve bütün katliamları anında temize çeken teknolojinin zehirli tadı sarıyor şimdi sevginin yaralarını. Bankamatikten her para çektiğinde kulağına gelen çocukların ve kimsesizlerin ölüm çığlıklarına dayanamadığını hissettiğin anlar, senin için hayatta sadece annenin babanın ve kardeşlerinin önemli olduğunu söylüyorsun kendine ve akşam iş dönüşü onlara hediyeler alarak evine dönüyorsun... Ve eskiden, sevgini bir kalenin ardına saklamadan önce sadece kendi çocuklarını sevenleri kınadığını unutmak içinse bu defa başkaları değil kendin kanatıyorsun sevgini. Sonra küçük, tüylü bir köpek almak istiyorsun kendine. Köpegi severken, kucaklarken sana acımasızlık eden dostlarının, seni sevginin o hayal ülkesinde yıllarca bekletip düşlerini ve ömrünü çalan sevgililerin yüzleri geçsin istiyorsun karşından. Onların yüzleri geçtikçe sahibin olduğun için senden başka kimseyi sevmeyecek ve bağlanmayacak olan köpeğine daha da sıkıca sarılmak istiyorsun, öpüp koklamak. Kendini öper gibi, yaralı ve belki de artık hiç iyileşmeyecek olan kendini. Hiç iyileşmeyeceğini artık kendinden bile saklayamadığın böyle anlarda para kazanmak istiyorsun, iş kurup daha çok para kazanmak. Böyle anlarda bir kalenin ardında gizlediğin herşeye yanlışlarla dolu olsa da senden izler taşıyan tarihine bile düşman oluyorsun. Seni bu hale getirenlerle bir olup bu belki de artık hiç iyileşmeyecek yaralı kendini yoketmek istiyorsun... Sonra yorgun düşüyorsun... Artık dinlenmek istiyorsun. Yarına daha dinlenmiş ve korkularından kurtulmuş olarak uyanmak istiyorsun... Ve uykuya dalmadan önce vitrinlere bıraktığın dalğınlığın geliyor aklına...Kendine bir kez daha acıyorsun ve bu yüzden pahalı bulup da almadığın giysileri almaya karar veriyorsun. Bu pahalı giysiler sayesinde ilgilerin kölesi değil, ilgilerin merkezi olmayı istiyorsun. Bu giysiler sayesinde sızlayan sevgilerini örtmek, örtmek, örtmek istiyorsun. Görünmez olmak istiyorsun.. Oysa senin gemin camdan sevgili... İşte güçlü balığın güçsüz balığı yokettiği kanlı denizin her tarafından seni görebiliyorum... Sadece ben değil dost düşman herkes uykuya daldığını görebiliyoruz buradan. Çünkü senin gemin camdan sevgili. Sıkıntından yediğin tırnaklarının kenarlarını... Korkulu bir rüya gördüğünde birden silkinişini... Yaralı sevgini korumak için aldığın onca kötücül karara rağman nasılsa hep masum kalan sayıklamalarını görüp duyuyorum buradan... Kaleni ve kalenin ardında sakladığın yaralı sevgini. Boşuna saklama sevgini. Senin gibiler hiç örtünemez sevgili... Seni bu kanlı deniz ve düşmanların da dostların da hemen tanır. Ya benzerini bulup gidersin buralardan. Ya da seni yokederler sevgili... Herkes gibi ve herşeyi bilerek yaşamaszın sen Senin gibiler örtünemez... Bu kanlı denizde senin gemin camdan sevgili. Köprünün üstünde durmuşum geçende Karanlık geceye bürünmüşüm. Bir türkü duyulur uzaklardan Altın damlalar yağardı bir de. Ürperen aynasında suyun Gondollar, ışıklar, bir de müzik Geçmiş kendinden, yüzdüler alaca karanlığa doğru Ruhum, şu görünmez parmakların dokunduğu çalgı, Bir Venedik türküsü söyledi gizlice, Boyam boyam mutluluk içinde ürpererek. Bir duyan var mı dersin? Vasf-i lisan seninledir, vasfedemem gönül seni Nutku beyan seninledir, vasfedemem gönül seni . Her hünerin kemalisin, her güzelin cemalisin Hüsn ile an seninledir, vasfedemem gönül seni . Şevk ü taleb ki sendedir, zevk ü tareb ki sendedir Aşk ile can seninledir, vasfedemem gönül seni . Olmasa kibr ile riya, sensin ol Beyt-i Kibriya Genc-i nihan seninledir; vasfedemem gönül seni . Bilmedi kimse cevherin, aleme doldu Kevser'in Zevk-i cihan seninledir, vasfedemem gönül seni . Hükmüne Hakkı bendedir, canı seninle cindedir Cümle cihan seninledir, vasfedemem gönül seni Beraberken kıymetini bilmedimdi Elim ayağımdın sanki zora koştuğum. Bir yetim şiir kaldı yanımda şimdi, Kaybetmekten deli gibi korktuğum. Bir kum saatiyim sensiz geceden gündüze Altı durmadan üstüne getirilen. Bu nasıl zaman ki çakılı kalmış güze, Doğmamış çocukları evlatlık verilen. İşte böyledir gülüm bazı şeylerin Hiç hissedilmez varlıkları ama, Yoklukları bir uçurum kadar derin Baş döndürür kıyısında nasıl da.. Ey bir hüznü büyüten solgun anne! Sen de düşün benden sana kalan ne. Duydum ki bizi bırakmaya azmediyorsun, etme. Başka bir yar, başka bir dosta meylediyorsun, etme.. Sen yadeller dünyasında ne arıyorsun yabancı? Hangi hasta gönüllüyü kastediyorsun, etme.. Çalma bizi, bizden bizi, gitme o ellere doğru. Çalınmış başkalarına nazar ediyorsun, etme.. Ey ay, felek harab olmuş, altüst olmuş senin için... Bizi öyle harab, öyle altüst ediyorsun, etme.. Ey, makamı var ve yokun üzerinde olan kişi, Sen varlık sahasını öyle terk ediyorsun, etme.. Sen yüz çevirecek olsan, ay kapkara olur gamdan. Ayın da evini yıkmayı kastediyorsun, etme.. Bizim dudağımız kurur sen kuruyacak olsan. Gözlerimizi öyle yaş dolu ediyorsun, etme.. Aşıklarla başa çıkacak gücün yoksa eğer; Aşka öyleyse ne diye hayret ediyorsun, etme.. Ey, cennetin cehennemin elinde oldugu kişi, Bize cenneti öyle cehennem ediyorsun, etme.. Şekerliğinin içinde zehir zarar vermez bize, O zehiri o şekerle sen bir ediyorsun, etme.. Bizi sevindiriyorsun, huzurumuz kaçar öyle. Huzurumu bozuyorsun, sen mahvediyorsun, etme.. Harama bulaşan gözüm, güzelliğinin hırsızı. Ey hırsızlığa da değen hırsızlık ediyorsun, etme.. İsyan et ey arkadaşım, söz söyleyecek an değil. Aşkın baygınlığıyla ne meşk ediyorsun, etme. Gerdekte, düğün aleminden uzak, Oturmuş Amor sana sadık ve titriyor, Sakın ha misafirlerin sırları fırıldak Gelin döşeğinin gizemini bozmasın diyor. Mistik kutsal pırıltılar parıldıyor Önünde alevlerin mat altını; Bir buhur anaforu etrafı sarıyor, Doğanın zevkini çıkarasınız diye azılı.. Nasıl çarpıyor yüreğin saatin çaldığında, Konuklarının gürültüsünü kovan. Nasıl da yanıyorsun o güzel dudaklara, Birazdan kapanan ve tamanen susan. Acele ediyorsun, bitirmek için herşeyi, Onunla kutsal yere doğru girmeye; Ateş, bekçinin ellerinde evrenin neyi Azalıyor, mum gibi sakince bitmeye.. Nasıl da sarsılıyor buselerinin çokluğunda Göğüsleri ve mut çehresi; Ancak cesaretin erkini zorluyor anında. Ki ürperten sadece şiddeti, Amor yardım ediyor onu çabucak soymaya, Ama senin yarın kadar çevik değil; Ve sonra sımsıkı kapatıyor gözlerini, güya Muzip, uslu, bilakis aranızda rezil.. Çeviri: Musa Aksoy Bî-namaz deyip beni Hak'dan uzak gören, Sığmaz senin hayâline mihrâb ü mübrem. Sen sade beş vakitte ararsın Allahını, Ben her zaman onunla emîn ol beraberim Uyandığı zaman gökte yıldızlar İnsan düşünür: belki de Allah var! Tanrısal bir öpüştür soken şafak.. Ne hoştur insanın bir gül açası, Koşan göklerde kuş gibi uçası, Bulutlarla yagmur olup ağlamak.. Gitmek, sona ermeden… bir zamanda… Başıboş bir tekne gibi ummanda; Fırtınalarda ne yelken, ne bayrak.. Fakat beni sen uyandır, ey zeka! Bak, işte önümde her günkü çorba, Ekmek, kaşık ve kasesiyle bu aşk.. Sarhoş eden, davet eden bu ölüm İçinde ben salt bir ademoğluyum, Korkan, ölüsünü hatırlayarak.. Ey, ışığın boşandığı gerçek düş! Bütün zamanı kucaklayan öpüş; Yaşamak… eken insan, veren toprak. Yürü: duvar beton, otur yer beton Tavana bakarsın ' bakma der' beton - Yağmur kokan toprakların nerede? .. . Ne çiçekler açar, ne kuşlar öter Yolların on adım ötede biter - Serbest gezen ayakların nerede? .. . Her günü hasrettir haftanın ayın Hani ya bayramın, düğünün, toyun? - İlin, yurdun, konakların nerede? .. . Gönlün gamdan göçer, gama taşınır Boş direkler boynu bükük düşünür - Dalga dalga bayrakların nerede? .. . Deprem mi geçirdin, talan mı gördün? Kanlı haydutlara haraç mı verdin? - Obaların ocakların nerede? .. . İnancın cezalı, yüreğin tutsak Konuşacak yerde çaresiz susmak - Dudakların, dudakların nerede? . (Suları Islatamadım) Görüp ahkâm-ı asrı münharif sıdk u selâmetten Çekildik izzet ü ikbal ile bâb-ı hükûmetten. Usanmaz kendini insan bilenler halka hizmetten Mürüvvet-mend olan mazluma el çekmez iânetten. Hakîr olduysa millet, şânına noksan gelir sanma Yere düşmekle cevher, sâkıt olmaz kadr-ü kıymetten. Vücûdun kim hamir-i mâyesi hâk-i vatandandır Ne gâm râh-ı vatanda hak olursa cevr ü mihnetten.. Muini zâlimin dünyada erbâb-ı denaettir Köpektir zevk alan, sayyâd-ı bi-insâfa hizmetten. Hemen bir feyz-i bâkî terk eder bir zevk-i fânîye Hayatın kadrini âli bilenler, hüsn-i şöhretten.. Nedendir halkta tul-i hayata bunca rağbetler Nedir insana bilmem menfaat hıfz-ı emanetten.. Cihanda kendini her ferdden alçak görür ol kim Utanmaz kendi nefsinden de ar eyler melametten . Felekten intikam almak, demektir ehl-i idrâke Edip tezyid-i gayret müstefid olmak nedâmetten. Durup ahkâm-ı nusret ittihâd-ı kalb-i millette Çıkar âsâr-ı rahmet, ihtilaf-ı rey-i ümmetten. Eder tedvîr-i âlem bir mekînin kuvve-i azmi Cihân titrer sebât-ı pây-ı erbâb-ı metânetten. Kaza her feyzini her lutfunu bir vakt için saklar Fütur etme sakın milletteki za'f u betaetten . Değildir şîr-i der-zencire töhmet acz-i akdamı Felekte baht utansın bi-nasib- erbab-ı himmetten. Ziya dûr ise evc-i rif'atinden iztırâridir hicâb etsin tabiat yerde kalmış kabiliyetten. Biz ol nesl-i kerîm-i dûde-i Osmaniyânız kim Muhammerdir serâpâ mâyemiz hûn-ı hamiyetten. Biz ol âl-i himem erbâb-ı cidd ü içtihâdız kim Cihangirâne bir devlet çıkardık bir aşiretten . Biz ol ulvi-nihâdânız ki meydân-ı hamiyette Bize hâk-i mezar ehven gelir hâk-i mezelletten. Ne gam pür âteş-i hevl olsa da gavgâ-yı hürriyet Kaçar mı merd olan bir can için meydân-ı gayretten. Kemend-i can-güdâz-ı ejder-i kahr olsa cellâdın Müreccahtır yine bin kerre zencîr-i esâretten. Felek her türlü esbâb-ı cefasın toplasın gelsin Dönersem kahbeyim millet yolunda bir azîmetten. Anılsın mesleğimde çektiğim cevr ü meşakkatler Ki ednâ zevki âlâdır vezâretten sadâretten. Vatan bir bî-vefâ nâzende-i tannâza dönmüş kim Ayırmaz sâdıkân-ı aşkını âlâm-ı gurbetten. Müberrâyım recâ vü havfden indimde âlidir Vazifem menfaatten hakkım agrâz-ı hükümetten. Civânmerdân-ı milletle hazer gavgâdan ey bidâd Erir şemşîr-i zulmün âteş-i hûn-i hamiyetten . Ne mümkün zulm ile bidâd ile imhâ-yı hürriyet Çalış idrâki kaldır muktedirsen âdemiyetten. Gönülde cevher-i elmâsa benzer cevher-i gayret Ezilmez şiddet-i tazyikten te'sir-i sıkletten. Ne efsunkâr imişsin ah ey didâr-ı hürriyet Esîr-i aşkın olduk gerçi kurtulduk esâretten. Senindir şimdi cezb-i kalbe kudret setr-i hüsn etme Cemâlin ta ebed dûr olmasın enzâr-ı ümmetten. Ne yâr-ı cân imişsin ah ey ümmid-i istikbâl Cihanı sensin azad eyleyen bin ye's ü mihnetten. Senindir devr-i devlet hükmünü dünyaya infâz et Hüdâ ikbâlini hıfzeylesin hür türlü âfetten. Kilâb-ı zulme kaldı gezdiğin nâzende sahrâlar Uyan ey yâreli şîr-i jeyân bu hâb-ı gafletten. Hürriyet Kasidesi'nin Açıklaması:. çağın değer yargılarını doğruluktan ve samimiyetten sapmış görerek kendi arzumuz ve saygınlığımız ile devlet kapısından ayrıldık.. kendini insan bilenler halka hizmet etmekten usanmaz, mürüvvet sahibi olanlar zavallılara yardım etmekten kaçınmaz.. eğer millet, hor görülmüşse onun şanına bir eksiklik geleceğini sanma; yere düşmekle cevher, değerinden özünden birşey kaybetmez.. vücudun mayası, vatan toprağıdır; bu vücut, acı ve sıkıntı içinde vatan yolunda toprak olursa, en küçük bir üzüntü duyulmaz.. dünyada zalimin yardımcısı, aşağılık kimselerdir; insafsız avcıya hizmetten zevk alan ancak köpektir.. hayatın değerini şöhretin güzelliğinden üstün tutanlar ile geçici zevklere ebedî feyiz tercih edilir.. insanlarda hayatın uzamasına bunca düşkünlük nedendir; insan emaneti koruyacağı yerde ondan niçin menfaat bekler? . kişi dünyada herkesten kendini alçak görür, ayıplanmaktan kaçınır, fakat kendi nefsinden utanmaz.. akıllı ve bilinçli olanların, yaptıklarından pişman olup çalışmalarını artırması ve bunlardan ders alması, felekten intikam almak demektir.. başarının, üstünlüğün değeri, milletin gönül birliğinde durur; koruma ve kollama eserleri ise ümmetin düşüncesinin çarpışması ile çıkar.. iktidar sahibi bir kişinin azim gücü, dünyanın bir düzene girmesini sağlar; metanet sahibi kişilerin ayaklarını sağlam basması ile cihan titrer.. kader, her feyzini, her lütfunu bir zaman için saklar; milletteki gevşeklikten, zayıflıktan sakın korkma! . zincire vurulmuş aslana ayaklarının güçsüzlüğü töhmet değildir; bu dünyada nasipsiz himmet sahiplerinden talih utansın.. ışık yüksekliğin doruğundan uzaksa çaresizliktendir; tabiat yerde sürünen kabiliyetten utansın.. biz o osmanlılar boyunun ulu soyundanız; mayamız, bütünüyle şehadet kanıyla karılmıştır.. biz o yüce hamiyetli, çalışkan ve güçlü kişileriz ki bir küçük aşiretten dünyaya hükmeden bir devlet meydana getirdik.. biz o yüce yaratılışlı milletiz ki hamiyet meydanında ayaklar altında toprak olmaktan bize ölüm daha iyi gelir.. hürriyet mücadelesi korkulu ateş olsa ne dert, yiğit olan bir insan gayret meydanından kaçar mı? . cellâdın can yakan kemendi acımasız bir ejder bile olsa, yine bin defa esaret zincirinden daha iyidir.. felek her türlü eziyet yollarını toplasın gelsin, millet yolunda hizmetten dönersem kahpeyim.. bu yolda çektiğim acılar, sıkıntılar anılsın; bunun en basit zevki bile vezirlikten, sadrazamlıktan daha iyidir, yücedir.. vatan, bir vefasız alaycı sevgiliye dönmüş, aşkına bağlı olanları gurbet acılarından ayırmıyor.. korkudan, yalvarma yakarmadan uzağım; benim yanımda görevim menfaatimden, hakkım hükûmetin kötü niyetlerinden daha üstündür.. ey adaletsiz, milletin yiğitleriyle mücadeleden sakın; senin zulmünün kılıcı hamiyet kanının ateşi karşısında erir.. zulüm ile, işkence ile hürriyeti ortadan kaldırmak ne mümkün; eğer kendinde bir güç görüyorsan insanoğlundan idraki kaldırmaya çalış.. gönülde çalışma gevheri, elmas cevherine benzer; ağırlığın tesirinden, baskının şiddetinden ezilmez.. ey hürriyetin güzel yüzü, sen ne büyüleyici imişsin. gerçi esaretten kurtulduk derken senin aşkının esiri olduk.. şimdi kalbi fethedecek güç sendedir, güzelliğini gizleme; güzelliğin, milletin nazarlarından ebediyete kadar uzak kalmasın.. ey geleceğin umudu, sen ne can dostuymuşsun; dünyayı bütün üzüntü ve sıkıntılarından kurtaran sensin.. hükmetme çağı senindir, hükmünü dünyaya geçir; allah yüceliğini her türlü belâlardan korusun.. ey yaralı kükreyen aslan, senin gezdiğin güzel sahralar zulmün köpeklerine kaldı, artık gaflet uykusundan uyan! Üç yiğit asker, beş fakir gerilla daha öldü Sevgilimin adı kalaşnikof En uzun ömürlü aşkımızın Üç yiğit gerilla, beş fakir asker Efendiler çok yaşamanızı istemiyor Çiçekler, kediler, bisikletler Sizden daha uzun ömürlü Sevgilimin adı kalaşnikof En uzun ömürlüsü aşkımızın Sular pırıl pırıl, rüzgar mis kokulu, Kuş uçurmaz eski Türk kalyonlarının yolu. Sağda sıra dağlarla kabaran Anadolu Yeşil eteklerinde tükeniyor Toros'un! . Havada bir dost eli okşuyor derimizi; Boynu bükük adalar tanıyor sanki bizi... İçimize çevirip nemli gözlerimizi Geçtik yabancı gibi yakınında Rodos'un! Durakta üç kişi Adam kadın ve çocuk . Adamın elleri ceplerinde Kadın çocuğun elini tutmuş . Adam hüzünlü Hüzünlü şarkılar gibi hüzünlü . Kadın güzel Güzel anılar gibi güzel . Çocuk Güzel anılar gibi hüzünlü Hüzünlü şarkılar gibi güzel Bu kenti sevdim dedim Benim olsun demedim ki . Sevdim dedimse akşam kızıllığını Gönlüm gibi akıp giden şu çayı Şu ormanı şu denizi şu dağı Benim olsun demedim ki . Vuruldumsa gözlerinin gül bahçesine Yürek çizen şimşeklerse kaçamak bakışları İşte buna sevmek derler dedimse . Çattımsa acıların en güzeline Yedirdimse uykuları o tatlı kuşa Benim olsun demedim ki . Bu akşam kankırmızı şarap istiyor canım Bu akşam dünyanın bütün şarkılarını Bu akşam dünyanın bütün özlemlerini Bu akşam beni yalnız bırakın Bu akşam yalnızca onu düşüneceğim Onu ve kendimi yalnızca - Vuzuh, el ve ayak halinde onu rahatsiz ediyordu.. Karar vermisim, ölecegim, Büyük sular arasinda, korkusuz. Nur ile, uzak yazilar ile, Bir muska gibi boynumda kalacak, Bu husus.. Senelerce evvel, tohumlarin mavi zamanindan evvel, Karar vermisim, gece kuslarinin müsaadesinde, Etrafima bos ve büyük kadehler dizecegim. Ve seyredecegim onlari sultanlar gibi; Kurumus ölülerin içmek hevesinde.. Havadan hafif ve bazi kadinlardan daha eski, Çirilçiplak dogdugumuza dair; Cihan boyunca, sehirlerle, daglarla devam eden, Vaktin nebatlarla sallanan güzelligi, Bir yadigarlik ki bilinir.. Aklin zina oldugu yerde, Taslar, odunlar gibi yavas. Tarihin beyaz ve aydinlik havasindan, Karar vermisim, ölecegim, Büyük hayvan iskeletleriyle sirdas. Bayram geldi; işimiz iştir bu aralık; Horoz kanı gibi şarap bollaşır artık. Gel gelelim eşekler de boş gezer şimdi: Oruç gemi ağızlarından çıkar, yazık! Güneş uykuya yatmış bu akşam bulutlarda. Yarın fırtına var, sonra karanlık ve gece, Tan ağaracak sisin içinden sızan ışıkla, Derken günler ve geceler, ardı arkasınca! . Geçip gidecek günler, geçip gidecek zaman Dağların üzerinden, dağların, denizlerin, Irmakların gümüş sularından, ormanlardan Anlaşılmaz ilahileri gibi ölülerimizin.. Ve suların yüzü,ve kırış kırış ama genç Dağların alınları ve yemyeşil ormanlar Daha da gençleşecek, köyden geçen küçük çay, Yine suyu dağdan alıp denize verecek.. Ya ben! her geçen gün başımı daha bir eğerek, Tatlı ışıkları altında güneşin, titrek, Şamatanın ortasında çekip gideceğim, Sonsuz yeryüzünden hiçbir şey eksilmeyecek. Karışık bir iç deniz bunalımı Zafersiz bir kalyonda Ölümün her anki hatırasından uzak insanı her halinden tanıyan sakat bir ölü atlar alıcısı. Ucuza kilitlenmiş bir dağ ceylanı Ancak bir tabuyu öldürecek bir zamanda göğün bütün ön görmelerinden uzak fenerler tutulup tekmeler atılan önemli bir es çağ tanrısı. Telaşla yenilen analarda kayboluşları sevgisiz kalan babalarla lekesiz bir güneşle ancak çocuğunu sardığı bezler arınan ağrıtmaz sanılan bir yaşamak şarkısı. ikisinden birini örter kanadı durulmayıp tabessüm ettirilen şarkıda sevinçsiz canlara dayanmak her an bir başka ışıksızı arayan acıması bir çocuğun masal cücelerine Karanın mavileşe mavileşe mavileşmesi dönüşmesi altun sarısına mavinin ve sonra ayçiçeğinde ivecen bir balarısı yani sen yani ben yani biz. toprağın bölüşüle bölüşüle bölüşülmesi dönüşmesi toprak ağasına bölük bölüğün ve sonra varoşlarda toprak isçisi yani sen yani ben yani biz. 'manda yuva yapmış soğut dalına' yapar mi yapar 'yavrusunu sinek kapmış' kapar mi kapar bu bıçak böylesine kahpe ellerde bu boyun kıldan ince hepsi bu kadar. gökte yıldız ellidir de ellidir sayın bakin ellidir de ellidir siki dur koca haydar bunun sonu bellidir katarlandı bulutlar çoğu gitti azı kaldı siki dur koca haydar bir yılan düştü vapurda yanıma sarıldım denize Dal goncayı bir sabah açılmış buldu, Gül melteme bir masal deyip savruldu Dünyada vefasızlığa bak; on günde Bir gül yetişip, açıp, solup kayboldu. Sen acırken bana, hiç bir günahımdan korkmam Benle oldukça; yokuş, engebe, yoldan korkmam Beni ak yüzle diriltirsin a Tanrım, bilirim; Defterim dolsa da suçlarla, siyahtan korkmam. Ölmüş o, ayrı düşmüş sürüden, ayakları dışarda örtüden. . Ölmüş herkes gibi ölen insan, Yalnız ayaklar kalmış yaşayan. . Ardından ölüme düşen başın İki kardeş bakakalmış şaşkın. . Der ki, bu ayakları görenler, Başım değilmiş düşünen meğer. . Ayaklarım, az gide uz gide, Ayaklarım, ümitler peşinde! Yolcu ölmüş; işte ayaklar hür! Yolcu ölmüş; ayaklar düşünür... Bu gün ordaydım? Aynı yerde, aynı evde? Aynı kapıdan girdim içeri. Tesadüf bu ya aynı anahtar kalmış bende. Sandalyede yeleğini unutmuşsun, Masada kahkahanı, Mutfakda bardağını. Salonda duruşunu unutmuşsun. Sonra yan odada hıçkırığını, Koridorda gözyaşlarını. Kapıda çarpıp çıkışını unutmuşsun. Bir çiçeğin zehri düşmüş zigon sehpaya. Bir rujunun rengi düşmüş oval aynaya. O kavgadan arta kalan kırık bir vazoyla. İkimizin kalbi düşmüş tozlu balkona? Duvardaki resminde gülüşün kalmış. Son içtiğin fincanda dudak izlerin. Portmantonun yanında gidişin kalmış. Kapıda bıraktığın ayak izleri. Yastığının üstünde saçını buldum. Posta kutusunda mektuplarını. En son dinlediğin şarkını buldum? O hicazda kalmış göz yaşlarını. Yazan böyle yazmış demek şarkıyı. Nasıl anlam buldu sen olmayınca Neyleyim köşkü, neyleyim sarayı? İçinde salınan yar olmayınca? Türküler var başı belden aşağı Çalmayan radyonun pili cennetlik. Kâfir meyve inmez daldan aşağı Yoksulun yaktığı çalı cennetlik.. Boşunadır dünyamıza geldiği Aha yaşadığı, aha öldüğü... Korkak müslümanın namaz kıldığı Camiyi taşlayan deli cennetlik.. Kara günde çözülmesin kuşağın Kara toprak olsun uyku döşeğin Cihadda yük çeken uyuz eşeğin Semeri cennetlik, çulu cennetlik.. Tez vururlar harpte önde gideni Kaçanlar kurtarır canı, bedeni. Şimdilik kördüğüm kalsın nedeni Diri b... yedi, ölü cennetlik.. 'Bana ne'yi akıllılık sananın Başı var da, beyni yoktur; İnanın! Beş-on sene cehennemde yananın Dumanı cennetlik, külü cennetlik.. 'Karışma boşver'i eylemiş sanat 'Dava gereksiz' der, 'herşey menfaat' Böyle bir babayı vurursa evlat, Tüfeği cennetlik, eli cennetlik.. Sevabı, günahı ayırmış Rabb'im Ölçüdür gözlerim, tartıdır aklım Yalana riyaya, dayanmaz sabrım Haksıza sövenin dili cennetlik.. (Vur Emri) Eylemin o önder çocuğu büyür Evrenin sebebi en son ellerde. Alnında sürekli secde gülleri Sevgi donanması denizlerinde. Yağmur olsun diye saçar göklere Elinde biriken dualarını. Ve nur yatağında kılıçla bekler Sonsuza açılan hicret aşkına. Bilge anahtarı has neslin kökü Zülfikar çağlardan çağlara nehir. Toprağın babası kucakta uyur İki güzel iki kumru iki er. Kıyanın hesabı nicolur bilmem Dinmeyen bir hüzün bir kandir sızar Serin rüzgarlara pencereni aç Karşında fecirle değişen ağaç. Bak, seyret ağaran rengini ufkun Mahmur gözlerinde süzülsün uykun. Bırak saçlarınla oynasın rüzgar Gümüş çıplaklığı bir başka bahar Olan vücudunu ondan gizleme. Ne varsa hepsini boyun, saç, meme. Esirden dudaklar okşasın sevsin Mademki geceden daha güzelsin. “Susurluk” ismi su sığırından geliyor “Manda” demek yani 3 Kasım 1996`da Susurluk yolunda O iblis Mercedes`in Masum kamyona çarpmasıyla Gazi tarafından vaktiyle Vaktinde sittir edilip de Sonradan harimimize Sinsi sinsi sokulan Manda var ya İşte o MANDA göle sıçtı Bahtı teninden yanık bir serencamdı Bir ömrün bana giydirdikleri Kaçamadım şerrinden şamarından feleğin Daha tüysüz bir çocukken dilim dağlandı Yasaklarla korumaya alındı bütün düşlerim. Ardımsıra kurallar devriyeler gezerdi Başım üç numara traş trahomlu gözlerim Babamın ters-yüz ceketi gibiydi hayat Acısı bol bir ağıt gibi dururdu bedenimde Ya da sokaklarıma dar gelirdi.. Parçalanmış bir aynada büyüttüm kendi kendimi Kurşun eritilirdi başımda okunmuş sular içerdim Boynumdaki muskaya havaleydi bütün hâllerim. Hem takdir hem tekdirlik bir mektepliydim on beşimde Yağmurlar ve şarkılar kardeş gibiydi Şarapla tanıştığım rüzgâra bulaştığım bir takvimdi Hepsi bir şiirin eskizleriydi belki Sonraki yaralarıma sargı bezleri. Ten çıra olmamıştı yazgım henüz bakirdi Giz yüzle tanıştı sonra boynunu sıktı muska Bir tren yolculuğunda bozdum bekâretini. Sonrası âhir zaman kahır mevsimi Yenildiğim yıllardı kapılar kilitliydi Rüzgârsız kaldım dilim paslandı otuzumda Tezgahlarda boylu boyunca ertelendim yarına Gözlerinin düsturuyla kırdım gecenin çemberini Kaç arkadaş daha silindi kütüğünden Notalara söz oldular şiirlerle kutsandı isimleri. Kırk kere bozmuştum tövbemi kırkıma geldiğimde Sığınacak bir dergâhım da yoktu üstelik Biraz daha büyütmüştüm yaramı Bende gözlerin kaldı o şarkının sözleri Bu biraz da kendimi seninle tanımlamak gibidir Orda saklıdır dünyanın bütün hazineleri Kutlu bir mirastır elbet Bir ömür yetmez anladım Yazmak için bütün sen'leri Uçup uçup dağ salından gelirsin Gelişin nereden yalınız ördek Ben bilirim bizim ilden gelirsin Söylesin bir kelam diliniz ördek. Ağlamışsın gözyaşını sileyim Söyle derdin neyse ben de bileyim Eğer yalnızsan yoldaş olayım Daha çok ırak mı iliniz ördek. Ağlamışsın gözlerinin yaşına Uğramışsın zemherinin kışına Alıcı kuş ile senin işin ne Onda yaman olur haliniz ördek. Karac'oğlan der ki bir telin eğri Sağ yanın sol yanın püskürtme benli Boynunu çevirmiş bir yana doğru Kaynar pınar olsun yolunuz ördek Beni öylesine sev Öylesine artır ki Hep senin üzerinde kalayım Onlar, almakta parsadan hisse... Bize kalmakta kıssadan hisse! Ey hocam karışma Hikmetullaha O derya derindir giren boğulur Allah birdir inanmışız Allaha İki diyen o dergahtan kovulur. Aslım Türktür Elhamdüllah müslüman Şükür Amentüye etmişiz iman Kalbime yaraşmaz şirk ile güman Kalbimiz nur ile dolu sayılır. Karışma hikmete halini konuş Müşkülat var ise üstad bul danış Bu sırrın aslına eren olmamış Bir ermiş var ise veli sayılır. Sen m'attın dünyanın temel taşını Ne bilirsin yaradanın işini Görsene dünyanın yürüyüşünü Burda söyle Vaşington'da duyulur. Yürü ileriye bakma geriye Nasıl işler bakmaz mısın arıya Nar d'Allahın nur d'Allahın nuriye Cehennem yobazın yolu sayılır. Cahil ile sohbet etmek zor olur Kulağı sağırdır gözü kör olur Her sözünde kavga niza var olur Cahiller dikenli çalı sayılır. Yetişmiycek yere elin uzatma Ben bilirim diye halkı aldatma Manasız mantıksız kem laf sarfetme Boş sözler kavganın dili sayılır. Baykuş gibi durup durma yuvada İnsanlar kuş olmuş gezer havada Giriş Veysel kollarını sıva da Çalışan Allah'ın kulu sayılır Yoktun ya burda Burda yokken Daha sıkı tuttum ellerinden Daha yakından baktım yüzüne Daha iyi daha çok Gördüm dinledim seni Takıldım peşine sonra Gözlerinden geçen bulutların Yere düşmüş bir gülün Belki senin önündeyim şimdi şiirin İstanbul’una giderken on bir meridyende sürgün, keder ve ibrişim . gecenin sır olduğu camlarda Mavi Tren uykusu yorgun yana sır değil aksimizin iyi bakarsan en önde kavaklar . bir kadını anneme benzetirim sabaha karşı üstümü örter sabaha karşı Gevaş olaydı keşke . zeytuniye kesmiş bir çift kederle siyah ibriğim kemerlerden doğuya doğru gidersen belki de Batman yarına yetişecekmiş telaşıyla sisli bir kontranın elinde yeni kırılmış bir dal ve baygın petrol kokusu her akşam bıttım kavuran çarşılar ve faili meçhuller, evladiyelik! . ve zencefil derim en fazla Diyarbekir ve melamin şeker kaseleri çocuklar ilik oynar surlarında . Kızıltepe tarlaları evin bağlarken Dicle yatağına dönüyor kumlanmaya dinmiş aks-i suda ayakları nemlenen şehirli kızın romantizmi yapay ve yüzü kadar beyazdır köylüler süt sağarken akşamına . kirli yeşil bir geceye benzer Kurtalan bebekler sıtmaya açar gözlerini ötesine tren gitmez bu yüzden! . en akşam-üstü Adil cevaz! Erciş’in bir avaz yankısında netsen sığmaz nazarına Van Gölü evde unutulmuş bir denizdir Van Gölü anasından ayrı, sahipsiz Hasan Bildirici öykülerinde dingin, saydamsı hava raporlarında mutedil dalgalı karnında feribot gezdirir . katarlar yorulur Tatvan çıkışında içmeler ekşi ve soğuk kaynarken bilmem ki yol İran’a mıdır? . Suruç’ta bir gündüz düşü alır kızların elini kirmenden bir serap doğrulur yağmur yağdı mı usulca uzansan Karacadağ sıvasız evlerin eyvanından höykürdükçe çoğalır bulutlar gölgelir kuzeyden güneye Mardin Eşiği yine de Nusaybin deme ne olur, sızıyor yaramdan . yol kıyısına atılmış ceset gibi Ergani yenikliğin kavrukluğunda yeşerir Siverek ve fakat Silvan diyemem, ağlarım; çocukluğumun başkenti! . “Bitlis’te beş minare” bilemezsin nasıl geçerim Başkale’den bilemezsin nasıl ağlarım ah canan mısın Şemdinli ne kaçak geçtim üstünden şimdi Bingöl’de güneşe bakarak Malazgirt ovasından koyun peynirini karıncalı sesimde aşk ilanlarımı ve o mahcup Garzan Çayı’na değen ayaklarımı Lice’nin taranmış bir kahvesinde esmer alınlı bir ihtiyara dersem az doğrulup Mutki tütününden sararız, biliyorum kötü kaynamış kemiklerimiz sızlarken . ben on bir meridyeni sevmekten men dilimde kurşun bukağı, ölüm buhurlar içinde bir Digor sabahı . bir eksiklik omzunda kaçakçı yetimleri gibi Dersim ve Seyit sakallarıyla Rızo şu giden hangimizin Besê’si? hangimiz sivil bir aşkın kıyısında değiliz? hangimizin bağımsız gök yüzü? gecikmiş kırlangıçlar gibi deliyim boşuna uslandırmayın beni! . Berivan serini bir Cizre ikindisinde Mem û Zin hasretine banacak Reşkotan bulguru olaydı keşke! . mutlak bir yarın ayırdım kendime dağlarımdan damıtarak ve yaralıyım Bagok kadar a a h, diyorum; şu karanlık! şu bahtım renginde utanç atmosferi: hiçbir gelecek paklamaz seni! . ellerim bir kaşığın yörüngesinde geç doğmuş çocuk acemiliğinde ve tasasında dul kalmış taze gelinin . zeytuniye kesmiş kederlerde on bir meridyen gibi hareler her meridyeninde ölüm her haresinde yangın (kasten süsü verilmiş) sürülen halkım geçiyor içinden iyi bakarsan en önde kavaklar ve tüten yangınların isi dağlanmış kemerler gibi bir çift siyah ibrişim . gecikmiş yağmurlardan geliyorum epey ağladım sayılır epey buhurdan ve yataklık . gönlüm köklerimi saldığım cismim yapraklarımı açtığım yerdedir ben dağları taşıyorum sırtımda ondan böyle pek! . on bir meridyende sürgün, keder ve ibrişim on bir meridyende dinmeyen serhıldana bütün sesimi vermişim! . 1994-95 Önümden geçen güzel kadın, Şimdi evine gideceksin, Buğulu camların ardında, geceye karşı Soyunup döküneceksin.. Aklıma gelenleri bağışla, İnsanız neler düşünmeyiz Bir görünüp, bir yitirdiğim, hayal meyal Beyaz göğsün, gerdanınla Kim bilir kimlerin koynuna gireceksin.... Ömrümüz yükte hafif, pahada ağır, Aman vermez haramilerden kaçırılmış Hem olmuş, hem olmamış istediğimiz Belki bana düşündürdüklerini Bir gün sen de düşüneceksin. erken kalkardı sabahları bir bardak süt içerdi ılıcık kültürfizik yapardı çayına süt katardı Ekmeğini kızartır kaçınırdı sigaradan alkolden kızartmadan korkardı güneş banyosunu sever her sabah güzellik uykusuna yatardı öğlesonları ÖLDÜ. geç yatardı geceleri uyumaktan korkardı ölürüm diye meyva suyu sütlü kahve ve spor severdi sigarayı sabahtan başlardı kafa çekmeğe geçmişi konuşmaktan ödü kopardı et yoktu sofrasında otoburdu bitkisever sözetmeği gelecekten yıkılmışlık sayardı ÖLDÜ. ormanları denizleri dağları kaçırmazdı açık hava bol güneş yoğurt derdi süt derdi güneşle oynaşırdı günde üç öğün hoşlanmazdı içkiden sevmezdi sigarayı yataktan önce suya yataktan sonra suya her sabah kazırdı sakallarını saattebir gülümserdi aynalara güzelim hovardalık bilmezdi akıtmazdı belsuyunu çeşmeler gibi ÖLDÜ. ne gecesi belliydi ne de gündüzü çalışırdı ölümüne bütün gün severdi sigarayı severdi çay yerine sulu rakıyı müzik dinler ağlardı güller açar ağlardı uyanınca kırlangıçsız sabaha yalnızlığı ölüm gibi yaşardı inanmıştı güzelliğe çirkinlikten kaçardı ÖLDÜ. sevmek mi sevmemek mi yemek mi yememek mi yanlış anlamayın dostlarım beni ölçmeyin cetvel alıp anlarım bilimin dediklerini inanırım hekimlere elbette kimin nerde biteceği belli mi dinleyin beni. ah koyunlar vah koyunlar kurdu yedi bu koyunlar Acep bu benim canım azad ola mı Ya Rab Yoksa yedi Tamu’da yana kala mı Ya Rab. Acep bu benim halim yer altında ahvalim Varıp yatacak yerim akrep dola mı Ya Rab. Allah olıcak kazı bizden ola mı razı Görüp Habibi bizi Şefi ola mı Ya Rab. Can hulkuma geldik de Azrail’i gördük de Ya canımı aldık da asan ola mı Ya Rab. Yunus kabre vardık da Münkür-Nekir geldik de Bana sual sordak da dilim döne mi Ya Rab Sabahtan uğradım ben de Suna'ma Dedim, Şah'ım gafletlerden uyana Eğildim lebine bir buse kıldım Dedim uyan, dedi, var git o yana. İnci, sedef, mercan döken kamildir Kamillere hizmet eden kamildir Kamil otur, kamil söyle, kamil dur Kamil demen cahil sözüne uyana. Niçin melil melil baktın bize yar İhsan eyle, şirin söyle bize yar Ben teklif eyledim, sen gel bize yar Sakın ikrarından dönme o yana. Bak şu kamet şu gerdan ne şahane Arz edeyim şu sultana şu han'a Bizi bu aşkın oduna yakma Umarım ki bizden beter o yana. Pir Sultan Abdal'ım gönlüm harabat Aşık isen bir gül için hare bat Menzil almaz bu meydanda harab at Çevir başın dizginini o yana Yüce dağ başları dumanlı dumanlı Irmaklar yorgun ağır İnsanlar yapayalnız Nedir üstümüzdeki bu karanlık bulut Irgatın akşamlara kadar düşündüğü nedir Yabancı bandıralar bayraklar emirler Ne maviliklerde ferahlık ne toprakta güven yurda ölüm tüccarları kurulmuş Bu vatan bu millet bu bayrak Satılmaz diyenden hesap sorulmuş Yollar fabrikalar tarlalar Bir hançer altında amansız Dağ taş haber bekler hürriyetten Nedir bu toprakların bitmeyen çilesi Nedir nedir nedir Bu gün karanlıkta apansız Bir çığlık yükseldi memleketten Ben bayraksız hürriyettsiz neylerim dedi Kınalı keklikler uçtu düz ovalardan tabur tabur Yabancı bu memlekette işin ne Yerin altında damar damar madenlerimiz var Bizi bekler Götürüp top dökemezsin Dağlarımız ırmaklarımız bize göredir Tarlalarımız bize kadar Ekemezsin Bizim bu toprak için Bu topraklarda dökülecek kanlarımız var Elini kolunu sallayarak bu memlekette Giremezsin çıkamazsın Biliriz yağmaya geldin yabancı Senin bu memlekette işin ne . Biliyorum bir gün karanlıkta Kesecekler yolumuzu Ya siz çocuklar Nasıl anlatmalı sizlere olup bitecekleri Çocuklar bizim dediğimiz Yüzümüze utanç duymadan bakmaktır Mal değil mülk değil istediğimiz Size namuslu bir dünya bırakmaktır İhtilal acentası... Solun tam da ortası. Moskof ’un oltası.. Eli, zulüm muştası. Tek ümidi, cuntası. İnkılap, avantası... Nemrut, onun atası... Ölüm yolu, rotası.. Namlı servet çantası.. Ünlü küfür softası... (1968) Taş toprakmış, kış kıyametmiş dinlemez Şiir kardelendir.. Yunus'un dilinde seker şerbet, has ipek Köroğlu'nda heyheylenendir.. Eşyanın uzak, tenha koyaklarında Nabız nabız birikendir.. Ateşten de, tekerlekten de önce Tez canlı, hazır ve hemendir.. Kan köpüğe batık al kısrağı çatlatan Sağır uykuları bin parçaya bölendir.. İçinde aynalıçarşı, rüzgârlı Çanakkale Gidenin gelmediği cehennem Yemen'dir.. İlkbahardır Boğaz'da, gözleri mahmur Gökkuşağıdır, sulu sepkendir.. Bir kelime, bir kelime, bir kelime daha, Birden özgürleşendir.. İdrake sığmazlığın bağnaz zaferine Fi tarihini düşürendir.. Anlaşılmazlığı güzel, haklı ve geçerli kılan En tatlı nedendir.. Dağarcığındakini dervişçe bölüşen, Varını yoğunu sebil edendir.. Sızım sızım, dostlar başına mayhoş sancısı Aklı ayartan, yürekleri çelendir.. Ve bu kadar çok, hatta her şey olduğuna göre, Ya hiç bir şey değil,. Ya da ilk akla gelendir! . 5 Mayıs 1991 Ankara Namusum üzerine yemin ederim Bu şehri bu evleri bu sokakları sevmiyorum Tiksiniyorum bu iğrenç kalabalıktan Yalnızlığı özlüyorum . Yalnızlıkta sen varsın Dilediğim gibi düşünebiliyorum seni Bir ayna karşısında soyunuyorsun çırılçıplak Dudaklarından öpüyorum . Kapatıyorum gözlerimi yağmur yağıyor Bir bulut görüyorum sana benzeyen Sevinçten ürperiyorum . Yalnızlıktan bütün teselliler yalnızlıkta Hoşça kalın sokaklar, caddeler, insanlar İşte başımı aldım gidiyorum. biliyorum sokaklarda kartopu oynuyor çocuklar üşüdüm acıktım demeden buz üstünde sınıyorlar miniminnacık gövdelerini tam zamanıdır sınayın çocuklar sokaklarda her zaman buz tutmuyor kar Anamız birdir, aynı memeden emmişiz dostlar. Kan kardeşiz, sizlere kanım kaynıyor. Sizlerle beraber herk ettik toprağı, Beraber yattık hapiste, beraber teskere aldık Ve maniler yaktık hasret için; Gülemediysek de boş verdik beraber... Halay mı çekmedik kol kola, Horon mu tepmedik diz dize, Çepken mi vermedik rüzgara? Koyun koyuna yattık toprak duvarlarda Sıtmayla, sığırla, davarlarla... Daha da yatarız dostlarım daha da... Gün gelirse eger Halay çeker, türkü söyler gibi yanyana Mavzer mavzere verip de Düşmana kurşun da atarız. Sizlere kanım kaynıyor, yabancı değilsiniz bana... Söylememek harcısı söylemeğin hasıdır Söylemeğin harcısı gönüllerin pasıdır. Gönüllerin pasını gel sileyim der isen Şol sözü söylegil kim sözün hülasasıdır. Kul'il hak-dedi Çalap sözü doğru diyene Bu gün yalan söyleyen erte utanasıdır. Cümle yaratılmışa bir göz ile bakmayan Şer'in evliyasıysa hakıykatte asidir. Şeriat haberini şerh ile aydam işit Şeriat bir gemidir hakıykat deryasıdır. Ol geminin tahtası her nice muhkem ise Deniz merci kat olsa tahta uşanasıdır. Bundan içeri haber işit aydayım ey yar Hakiykatin kafiri şer'in evliyasıdır. Biz talip-ilimleriz aşk kitabın okuruz Çalap müderris bize aşk hod medresesidir. Evliya safa-nazar edeli günden beri Hasıl oldu yunus'a her ne kim veyasıdır. gittiğim bütün hekimler aynı şeyleri söylediler söz birliği etmişcesine 'aşk hastalığıdır bunun adı ve çok sarsar insanı bu yaştan sonra'. oysa ne yalan söyliyeyim, ben yalnızca bir kuyrukluyıldıza çarptığımı sanmıştım yaşamın çıkmaz sokaklarında yürürken yüreğim bir patlamayla aydınlanınca düşünebilseydin eğer doğduğunda örtülmeden öğreneceklerinle bildiğin konuşabilseydin ağlamanı kesip belki de birşeyler öğretebilirdin Arzusun çektiğim Beserek Dağı Elvan elvan çiçeklerin açtı mı? Çevre yanın güzellerin otağı, Bizim eller yaylasına göçtü mü? . Güney tarafında Kurban Pınarı, Kalktı mı Mezarlı Boyu'nun karı? Garip öter meşeliğin kuşları, Yavru şahin yuvasından uçtu mu? . Yeşil atlas giymiş dağlar süslemiş, Mescit köyü eteğine yaslanmış, Şeme Dağı, duman olmuş puslanmış, Sivralan'a nuru rahmet saçtı mı? . Zaman gelip göçler geri dönerken, Güzellerin yaylasından inerken, Dilberler doldurup bade sunarken, Veysel Şatır, hatırlara düştü mü? Akşamın binbir rengi Deli bir tekne olur yüreğimde Nerede gül beyazı balıklarım. Deli bir tekne olur yüreğimde Bütün yaşadıklarım Ve bütün yaşamadıklarım Alır başını açılır. Kuşlar gibi ne varsa içimde Yasalarını bile duymadığım Alır götürür beni Adını ve yerini bilmediğim Uzaklara bırakır. Bir akşam vakti sana sarılışım Deli bir tekne olur yüreğimde Haydi gidiyoruz der Derken buluşur dudaklarımız Birden papatyalar açar içimde Arıyordum özgürlüğe giden yolu İnsan yüzlerinde değil gökyüzünde Arıyordum küçük beyaz bir bulutu Boğularak uyandığım o saatte Beni avutan o küçük bulut muydu. Bir aşk bile yoktu yıkan ve onaran Bir aşk pırıl pırıl yağmur sularından Paylaştığım bir şey yoktu bu şehirde Şiirin bittiği yerde başlayan ne Çocukluğum muydu içimde sızlayan. Ve hayatın artık geçip gittiğini Anlıyordum derin akan sular gibi Kopmuş köklerimden çarparken rüzgarda Gece bir uçurum gibi başlayınca Boğuntulardan çıkardım bu şiirde. Kimse yok Akdeniz ağlıyor sadece Garip ve yitik bir sonbahar gününde Anlamların hızı biçimi aşarken Ağlamaz kendi uçurumuna düşen Boğulan kendinin labirentlerinde. (Nisan 1985) -Suya giden allı gelin Niçin böyle salınırsın? Gelin bir su ver içeyim Gelin kimin gelinisin. -Su değildir derdin Görmek ise yeter gördün Oğlan burda çokça durdun Ağam gelir döğülürsün. -Döğülürsem döğüleyim Söğülürsem söğüleyim Gelin sana kul olayım Ölürüm kanlım olursun. -Yaylaya göçmedin mi? Soğuk sular içmedin mi? Güzel görüp geçmedin mi? Beni görüp delirirsin! . -Türlü yaylayı aşınca Soğuk suları içince Kocayıp vaktin geçince Taşlar alıp döğünürsün. -Evlerinin önü solgan Ağam görürsen korkan Telli perçemlisin oğlan Ne dedim ki darılırsın. Karac'oğlan sana vurgun Döşlerin elmadan dolgun Sevindirdin beni bugün İnşallah cennet görürsün Bir haber dolaşır semada pulpul; Kılınçlar bilensin akın var Çin’e. Yiğitler at sürer düşman içine; Tarihe hükmeden bir ses duyulur: - Vur! TÜRKLÜK aşkına vur! . Yüklenir bir ülke oymak ve avul, Sel olur ordular, batıya akar. Uçar elden-ele bozkurtlu bayraklar. Emreder bir başbuğ, sade ve vakur: - Vur! BAYRAK aşkına vur! . Karışır top sesi, nal sesi, davul.. Çağdan çağa çığır açar gemiler. Bir hâkan atını denize sürer Ve der ki: “Yıkılsın Bizans’ı koruyan sur, ” - Vur! FETİH aşkına vur! . Parçalanmak istenir bir ülke, Anadolu’dur: Şahlanır bir anda bin yıllık hınçlar; Eser poyraz poyraz eğri kılınçlar, Kütahya düzünde kelle savrulur... - Vur! TOPRAK aşkına vur! . Ya... işte tarihin böyledir oğul! Geçmişten hız alsın geleceğin de.. Göster Türklüğünü tunç bileğinle! Bu dine, bu ırka ve bu toprağa Sataşmak isterse herhangi gavur: - Vur! ALLAH aşkına vur! . (Vur Emri) Hayat soğuk, yağmurlu ve vurdumduymaz bir İstanbul gecesiydi... Ve gece yağan yağmur hep ürkütürdü beni. Yağmur değil yalnızlığımdı pencereleri damla damla yalayan, yıllarımı dolduran sensizlikti... Hep bir yanı yarımlık, hep senden uzaktalık, hayattaki tek 'kimse'mden yoksunluk, yani kimsesizlikti. Bir kavuşma mucizesine inanma yolunda harcanmış bir hayatın ansızın sonuna gelme, ve o mucizeyi yaşayamadan bir başına ölme korkusuydu yağmur…. Yine yağmur yağıyor, yine gece... Yine İstanbul... Ve sen kollarımın arasından sıyrılıp kalkıyorsun yataktan. Nereye gidiyorsun sevgilim? . Sadece sana sarılarak uyuduğumda nefes alabiliyordum. Beni kollarına aldığında, yüzümü masumiyetinin yurduna, o kimsesiz boynuna dayadığımda, kokunu kalbimle soluduğumda... Uykun benim cennetimdi. Çünkü cennet sadece ikimizin olabildiği yerdi benim için. Ne sana aşık kadınlar, ne sevdiklerin, ne geçmişin, ne yarının...Uykunda sadece ikimiz vardık. Aşkıma dar gelen sevgi sözcüklerine ihtiyacım yoktu orada. Sana sevgimi anlatmaya, ispat etmeye ihtiyacım yoktu artık. Aşkımızın kokusuydu sana beni anlatan, sana seni anlatan.... Beni gerçekliğin o soğuk, o köpüklü dalgalarıyla yutan ve alıp alıp senden ötelere savuran hayatın dışındaki tek kaçış tünelimdi uykun. . Önce kolunu çekerdin başımın altından, sonra sırtını dönerdin. Usulca sarılırdım sana arkandan, seninle ya da sensiz geçen yılların hasretiyle... Ardından yavaş yavaş kollarımın arasından sıyrılırdın...Yıllardır taşımaktan yorulmadığım hasretin, tenimden tenime akan o ateş, ağır gelirdi bedenine... Uyuyamıyorum, nefes alamıyorum, lütfen sarılma, derdin... Yatağın bir ucuna sığınmış bedeninden kovulmak, hayatından kovulmak gibiydi benim için. Sığındığım, soluk aldığım tek cennetten kovulmak gibiydi. Beni uykunda terk etmen, gerçek hayatta terk edişinden bile ağır gelirdi. Yanıbaşındaki sensizlik, o rutubetli evimdeki, o baştan ayağa sen olan evimdeki unutulmuşluğumdan çok daha ağır gelirdi. . Seni kaybetme korkusu öyle işlemişti ki hücrelerime...Yataktan doğrulduğun anda bu korkuyla açılırdı gözlerim. Bilinçaltım konuşurdu benim yerime... Su içmek ya da tuvalete gitmek için kalktığın asla aklıma gelmezdi. Gittiğini düşünürdüm yalnızca... O saatte kendi evini terk edip, nereye gidebileceğini sorgulamadan, sadece beni o sonsuz hiçlikte, o en masum rüyada, cennetimizde, uykumuzda bir başına bırakıp, kaybolacağından korkardım. Bana hep aynı soruyu sorduran bu yüzyıllık korkuydu işte: Nereye gidiyorsun sevgilim? . Beni yeniden hayatın içinde, gerçeklerin ortasında bir başına mı bırakıyorsun? Beni yeniden unutuluş sürgünlerine mi gönderiyorsun? Nereye gidiyorsun sevgilim? . Oysa seni uyutmayan içindeki o yangınlı hesaplaşmaydı. Gece iner, aşıklar, yüzler, bedenler, anılar kaybolurdu; sadece ikimiz kalırdık. Ve sen uykunda sevgimle hesaplaşmaya dalardın. Cennette cehennemi hatırlardın.. Dönüp geriye bakıyorum da, sanki yıllar değil yüzyıllar geçmiş aramızdan... Aramızdan ayrılıklar, ihanetler, kayboluşlar, vazgeçişler, yeniden bulmalar, korkular, yalnızlıklar, savrulmalar geçmiş. Ve bu ilişki ne çok biçim değiştirmiş... . Seni yollarca, şehirlerce uzağından sevdim. Seni kelimelerce, şiirlerce yakınından sevdim. Seni dünya üzerinde sanki ilk kez benim için kalemi eline alıp da yazdığın mektuplarca sevdim. Seni umutsuzca, beklentisizce, hayallerce sevdim uzağından. Hayatımı öyle olduğu gibi bıraktım. Şehrine geldim, ama kalbine giremeden sevdim. Neydik biz o yıllarda hiç düşündün mü? Neydik birbirimiz için sevgili? . Geldim. Bana destek olacak, sırtımı vereceğim bir aşkın yoktu arkamda. Kendime yeni bir hayat kuracağım yalanını, kendim dahil, sen dahil herkese söyledim. Oysa tek istediğim seninle birlikte bir hayattı. Öyle cesaretsizdim ki karşında ve öyle açık sözlüydün ki bana karşı, ancak iddiasız bir sığınmacı olabildim hayatında. Hayatına iltica etmek isteyen bir yürek sürgünü... Bir aşk meczubu sadece.... Dürüstlük kimi zaman yalanlardan çok daha acımasızmış, sevgili... Gerçeğin buzdan ülkesinde yapayalnız kalan yürek, hayatta kalabilmek için yalanları bile özleyebilirmiş kimi zaman... Bana aksini ispat etmek için elinden geleni yaptığın o yıllarda, buzlar ülkesinde biraz olsun ısınabilmek için, aslında beni sevdiğin yalanına inandırmıştım ben de kendimi... . Aşkıma kapalı bir kapının önüne bırakılmış yaralı bir kuş gibiydim. İnanacak, bir ibadet gibi yaşayacak tek şeyimdi senin aşkın. Karşılıksız, güvensiz, sessizce yaşanan bir aşk... Nasıl da hoyrattın bana karşı... Kalbinde değil miydim gerçekten? Neydik biz söylesene? O yıllarda senin neyindim ben sevgili? Can yoldaşın mı? Yol arkadaşın mı? Dostun mu? Sevgilin mi? .. . Sonra bir gün geldi ve unutuldum. Ve bu sorular birer birer bıçak gibi saplandı yüreğime ve yüreğimde yanıtlarını buldu. Unutuluş hepsinin acımasız cevabı oldu. Sonrası dipsiz bir karanlık... Sonrası çaresiz bir çıldırış... . Hayata karışmamak için tek kalkanım, tek sığınağımdı aşkın. Tek silahımı yitirdim ve hayata teslim oldum. Aldı beni savurdu başka bedenlere, parçası olamadığım o kırık dökük öykülere... . Kırgınlık kimlik değiştirdi ve vazgeçiş oldu benim için. Unutmanın en ağırı unutamadan unutmaktır. Seni sonsuza kadar kaybetmek kimlik değiştirdi ve unutmak oldu benim için. Seni unuttuğum yalanıyla hayatı kandırmaya çalışınca hayat hiç olmadığı kadar acımasız tokatlar indirdi yüzüme... Sonrası dipsiz karanlık... Sonrası hatırlamaya bile dayanamadığım düş yıkımları... Sonrası kesif, karanlık ve rutubetli bir kuyu... Koskoca bir boşluk... Sonrası 'yalnızlık' kelimesine sığmayacak kadar derin bir yalnızlık.... Kaç zaman sonra bilmiyorum, bir gün geldi ve beni yeniden hatırladın. Yokluğumda kendine kurduğun hayat, beni yasak bir ilişki haline getirdi bu kez de... Ve bu ilişki bir kez daha kimlik değiştirdi. Seni, bir başkasıyla birleştirdiğin hayatına uzaktan bakarak, kalbimi kıskançlığın lanetli hırsına teslim ederek, kısıtlı zamanlarda, gizli saklı buluşmalarda, o doyumsuz kaçamaklarda sevmeyi de öğrendim... Hasretinin o tarifsiz kokusu burnumu sızlatırken yapayalnız uyumayı da öğrendim. Yağmurlu İstanbul gecelerinde o baştan ayağa sen olan evimde kaderimle kıyasıya yaşamayı da öğrendim, sevgili... . O zamansız unutuluşun ardından yeniden hatırlanmanın sevinci, seni paylaşmaya boyun eğmenin ve hep gizliliğin gölgesinde kalacak olmanın acısına büründü. Uykunda soluğunun bir başka soluğa karıştığını bilerek geçirdiğim sayısız gecelerde, gururumu parça parça bölüp aşkıma kurban verdim. O tarifsiz ağrıyı uyuşturmak için ruhumdan, kimliğimden, kadınlık onurumdan vazgeçtim. Her şeye rağmen direnebilmek için kendimden vazgeçtim. Geriye dönüş kapılarını sonsuza kadar kapatmış oldum böylece. Ruhumdan kendimi kovup, tüm hücrelerime sadece aşkını yerleştirdim. İşte o andan itibaren, sensizlik artık bensizlik oldu sevgili.... Nasıl da telaşlı, nasıl da soluk soluğa yaşardık o kaçamak anları... Aşkımızın en karanlık, en gerçek, ama en yoğun anlarıymış onlar... Sensiz geçen gecelerde yüreğimde biriken kıskançlığın, öfkenin, kırgınlığın ve hasretin hummalı karanlığı, sana kavuştuğum anlarda sevinçten çıldırmanın eşiğinde tarifsiz bir hazza dönüşürdü... Nasıl da ateşliydi sevişmelerimiz... Sana yeniden dokunmak, sanki bulutlara öpücükler kondurmak gibiydi... Huzurla huzursuzluk, hasret ve kavuşma, aşk ve öfke, merhamet ve acımasızlık, kırgınlık ve bağışlama her şey ama her şey sevgimizin taşkın sularında birbirine karışırdı. İki kalbin bir ömre sığdırabileceği tüm duyguları biz o kısacık anlarda soluk soluğa yaşardık.... Sonra hayatını değiştirdin. Yeniden özgürlüğüne kavuştun. Ve bu ilişki bir kez daha biçim değiştirdi. Yıllardır bir savruluş halinde aramızdan akıp giden aşkımız, nihayet dingin, doygun ve emin bir sığınak bulmuştu kendine. O savruk yıllar bile koparamamıştı ya bizi birbirimizden, artık hiçbir şey bu aşkı yıkamazdı. İhanetlerin, unutuluşun, hayatın sınavından geçmişti aşkımız. Tam da birbirimizi hayattan çok uzakta, dokunulmaz bir boyutta sevdiğimize inanmaya başlamışken, dudaklarından dökülen o lanetli cümle korkularımı yeniden uyandırdı, geçmişi zamandan koparıp aramıza soktu yeniden: 'Varlığın artık bana acı vermiyor...'. Ah sevgilim, ayrılık trenini çoktan kaçırmadık mı biz? Bulup bulup kaybetme oyunlarını çoktan tüketmedik mi? O dünyevi aşk oyunlarından, kıskandırmalardan, kaçamaklardan çoktan vazgeçmedik mi? Birbirimizi en ağır ihanetlerde sınamadık mı? Anlamadın mı artık, varlığım sana acı vermek için değil... Sadece seni sevmek için yaşadım ben! . Senin için bir ilişkide girilebilecek bütün kimliklere bürünmedim mi? Önce aşkla değil kalbinin boşluğuyla tutunduğun bir can yoldaşıydım... Yüreğin bir başkasına kapılarını açtığında hayatından dışlanıp unuttuğun oldum sonra... Başka hayatlarda, başka ilişkilerde seni unutmaya çalışırken, belki de aslında sadece seni ararken kıskançlıktan deliye döndüğün oldum... Kalbime geri dönmek istediğinde gururumun gemilerini yakıp, metresin oldum... Vicdanın oldum senin... Merhametin oldum... Pişmanlığın oldum... Hazzın en sıradışı boyutlarını seninle paylaşan fahişen oldum... Arkadaşın oldum... Kardeşin oldum... Sevgilin oldum... Söylesene kaç kez biçim değiştirdi bu ilişki? Kaç kez kimlik değiştirdim seni sevebilmek için... . Anlamadın mı artık, varlığım sana acı vermek için değil. Sadece seni sevebilmek için yaşadım ben... Hala seninle geçireceğim anların telaşıyla tüketir gibi yaşıyorum sensiz geçen günlerimi. Yıllar geçti, hala seni görecek olmanın kalp çarpıntılarıyla, yalnız senin için giyiniyorum en güzel giysilerimi. Sen güzel bulasın diye geçiyorum aynaların karşısına. . Seninle geçen zaman bir daha tekrarı olmayan, doğaçlama bir melodi gibi benim için... Sanki birlikte yazılmış kaderimizin sayılı dakikalarından an çalıyorum. Öylece karşında oturup seni seyretmeyi, sana yemek hazırlamayı, seninle sohbet etmeyi, dostlarını ağırlamayı, seninle birlikte uyumayı, yani paylaştığımız ne varsa hepsini bir daha asla okuyamayacağım bir şiiri kelime kelime içime sindirir gibi, soluk soluğa hissederek yaşıyorum... Öyle birikmişsin ki içimde... Seni yaşamakla tüketmem, seni sıradanlaştırmam mümkün değil. İçime çektikçe çoğalıyorsun.... Şimdi varlığım her geçen dakika daha da daralan gizli bir çember örüyor etrafına. Her geçen gün biraz daha uzaklaşıyor, biraz daha kanıksıyorsun beni... O peşini bırakmayan yaralı geçmişin aramıza korku duvarları örüyor. Hayatını tüm kalbimle kucakladığımı hissettiğim anda ansızın yüzünde beliren o eski kaygıların alıp seni benden çok uzaklara, derinlere, yalnızlık kuyularına sürüklüyor. Yeni isimler, yeni aşk öyküleri, başka yüzler, başka bedenlerle kaçış planları yapıyorsun kendine... Gece ansızın seni uyandıran, kolunu başımın altından çeken, seni yatağın ucuna kadar götüren, uykunu bölüp ayağa kaldıran ve bana hep o aynı soruyu sorduran bu korkular değil mi...: 'Sevgilim nereye gidiyorsun? '. Sevgilim nereye gidiyorsun? Orada ne var? Benliğini kıstırdığın duvarların arkasında soğuk, uçsuz bucaksız bir yalnızlıktan başka ne var? Neden kaçıyorsun? Neden bu aşkı sonsuzluğa, özgürlüğe, daha önce hiç yaşamadığın sınırsızlığa bir kapı olarak görmüyorsun? Ben senden gitme ihtimalini hiçbir zaman çalmaya yeltenmedim ki... Sevgim seni tüketmek değil, çoğaltmak içindi... Sevgim dünyanın yaşanılası bir yer olduğuna inanman, inanmamız içindi... Yüreğimizin çok derinlerinde yaşayan o iki masum çocuğun soluk alabilmesi için bir gökyüzüydü sevgim... Ben senin kanatlarını hiçbir zaman çalmadım ki... . Öyle çok reddedildim ki, öyle çok unutuldum ki senin tarafından, sensiz kalmak yüreğimi ezen tek korku artık. Öyle ki hayatım yalnız bir korku halinde ayakta duruyor şimdi... Korkumu gerçeğe büründürdüğün anda yıkılıp gideceğim. Her şeyi tükettim. Hayata tutunmak adına ne varsa her şeyi yaktım seni sevebilmek için... Tüm sabrımı, kendime ve insanlara güvenimi, sevginin hayatın tek harcı olduğuna olan inancımı... Artık senden başkasına verecek enerjim, sevgim ve hayatla hesaplaşacak bir benliğim kalmadı. Geriye dönüp sığınacak bir kendim kalmadı.... Şimdi bana varlığımın sana acı vermediğini söylüyorsun. Gitmemi istiyorsun, sonra yeniden gelmemi... Ve sonra yeniden gitmemi... Beni sensizliğin o dipsiz çukuruna önce sarkıtıp, sonra yeniden gün ışığına çıkarıyorsun. Sevgimi, yokluğumu hissettiğin yerde bulmak istiyorsun. Aşkımın benliğini ve hayatını ele geçirmesinden duyduğun o sebepsiz korkuyu yenmek için, bana seninleyken tekrarı olmayan bir şiiri hatırlatan zamanın, sana benimleyken gösterdiği monoton ve tüketici yüzünü yok etmek için oynadığın bir oyun bu belki de... Beni deliliğin sürgünlerine yollayıp, sonra yeniden kalbine çağırıyorsun. . Korkuyu beklemenin telaşı korkunun kendisinden çok daha ürkütücü biliyor musun? İşte bu yüzden sensizliğin karanlık kuyusuna kendi ellerimle bırakıyorum kaderimi. Korkuyu beklemekten vazgeçiyorum, ama asla seni sevmekten değil, sevgili... Sana veda etmeden kayboluşa karışmam da aslında sadece bunun için... . Madem varlığım acı vermiyor sana, madem ki ancak yokluğumda sevgimi hissedebiliyorsun, öyleyse yokluğumla kal sevgili... Madem ki yokluğumla daha mutlusun, o halde yokluk benim bu aşk için büründüğüm son kimlik olsun... Hava keskin bir kömür kokusuyla dolar Kapanırdı daha gün batmadan kapılar Bu afyon ruhu gibi baygın mahalleden Hayalimde tek çizgi bir sen kalmışsın sen! Hülyasındaki geniş aydınlığa gülen Gözlerin , dişlerin ve akpak gerdanınla Ne güzel komşumuzdun sen fahriye abla. Eviniz kutu gibi küçücük bir evdi Sarmaşıklarla balkonu örtük bir evdi Güneşin batmasına yakın saatlerde Yıkanırdı gölgesi kuytu bir derede Yaz kış yeşil bir saksı ıtır pencerede Bahçede akasyalar açardı baharla Ne şirin komşumuzdun fahriye abla. Önce upuzun sonra kesik saçın vardı Tenin buğdaysı , boyun bir başak kadardı İçini gıcıklardı bütün erkeklerin Altın bileziklerle dolu bileklerin Açılırdı rüzgarda kısa eteklerin Açık saçık şarkılar söylerdin en fazla Ne çapkın komşumuzdun sen fahriye abla. Gönül verdin derlerdi o delikanlıya En sonunda varmışsın bir erzincanlıya Bilmem şimdi hala bu ilk kocandamısın Hala dağları karlı erzincandamısın Bırak geçmiş günleri gönlüm hatırlasın Hatırada kalan şeyler değişmez zamanda Ne vefalı komşumuzdun sen fahriye abla ikinizden hanginizin saçları gece laciverdi siyah yıldız tozundan ışıltılı ve zengin. bakır çalığı gözleri derin yer yer eflatuna çalıyor. ikinizden hanginizin nemli dudakları fuschia kirpikleri kaşlarına dolaşık ağzı fena halde aşık başladığı her öpüşte kalıyor. ikinizden hanginizin neyi noksan neyi fazla ikinizden hanginize sorsan her defasında kendisini ötekisi sanıyor çok fena aldanıyor. sahi siz hanginiz hanginizsiniz Bir saz kadar mutlu Ve hüzünlü başlıyoruz bütün günlere Ve bir türkü kadar sıcak Biliyoruz kidağların göğsünü saracak Ve yerinden oynatacak olan şafak Onuru ışık diliyle Karanlıkta koruyanlarla başlayacak şimdi sen öldün şimdi tüm seherleri yeryüzünün ölüyor bende . duvar dibinde bir avuç adam atlardan konuşuyoruz uzun uzun taşın yoğunluğundan ve suyun nasıl yürüdüğünden betonda. evi boşaltacaklar evi kimse eriklerden söz etmiyor sanki erikler hiç yokmuş gibi. bir kadın elleriyle saçını tarıyor yanı başında kutsal kitaplar yalvaçlar kadının öpüştüğü yanık orman. durup durup başlıyoruz birbirimize çizik bir plağa bozuk bir saate aslında her şey güne gecikmek için arada erikler oluyor erikler ölüyor . biz duvar dibinde bekleyen adamlar toprağın ağzına bakıyoruz dalgın topraktan çıt çıkmıyor,. çıt çıkmıyor. Hoşçakal, dostum benim, hoşçakal artık, Can dostum, seninle dolu göğsüm - Çok önceden belirlenen bu ayrılık Buluşmayı vadediyor ilerde bir gün. Hoşçakal, dostum, el sıkışmadan, konuşmadan, Hüzünlenme ve eğme kaşlarını, mutsuz; Yeni bir şey değil ölüp gitmek bu yaşamdan, Ama yaşamak da daha yeni değil kuşkusuz. Merhaba Nalân... bu sen misin, Yoksa sen mi sandım; Biri çimdiklesin beni... Şöyle ışığa gel de göreyim, Beni dümdüz eden, O yalandan da yalan gözlerini.... Merhaba Nalân... Amortiden mi çıktın güzelim? Bak yine şapşal ettin bizi... Oysa ne güzel unutmuştuk Ve ne güzel sona ermişti, O gerzek pembe dizi! ... Hani, son bölümde sen yamuk yapıp Fabrikatör Nubar Bey'in Tarabya köşküne gitmiştin... Hani, arkadaşım Halit Akçatepe'nin yanında Beni acayip refüze etmiştin... Ve işte o an gözümde, Eskicinin bile almadığı Bir eski eşya gibi, bitmiştin! ... Merhaba Nâlan.. Pişmanlıklar denizinin biletsiz yolcusu... Merhaba, artist olma hayallerinin İkinci sınıf karakter oyuncusu! ... Vay anasını sayın seyirciler, Vay anasını be... vay anasını! .. Bak, şimdi ağlarım ha, Tez kapatsın biri, Gözlerimin bozuk vanasını! ... Oysa, o zehir kusan fabrika yolunda Beraber ıslanmıştık biz, nice yağmurda. Ve o gün, Nubar Bey'in çarpıp kaçtığı Bir hayvancağızdı inleyen, Yol kenarı çamurunda.. Ve hep kendine ayırdığın O bencil yüreğin, Bir de o gariban köpeğe sızlamıştı. Ve ben, ilk defa seni böyle bilmiştim, Ve damarlarım ilk defa böyle cızlamıştı! ... Merhaba Nâlan... merhaba! Yoksul mahallemizin en havalı kızı. Merhaba, yanlış ağlara takılmış Muhteşem deniz yıldızı! ... Ben sana bakınca, dolardım bulut gibi Dolardım da bir türlü yağamazdım... Sen bana bakınca, Bir ağlamak düğümlenir boğazımda, Gurur yapar, ağlamazdım.... Ne düşkündüm sana be! Hani hayvanlar yavrusunu yalarmış, Aynen öyle... Ne tutkuydu bizimkisi be! Hani Ferhat dağları nasıl delermiş, Aynen öyle... Ve o nasıl gidişti be! Hani bir tren gelir de üzerinden geçermiş, Aynen öyle.... Of Nâlan of! .. Sen benim neler çektiğimi bilsen, Bunu bilmekten ölürdün... Şu kadarını söyleyeyim: Hani taş olsan, Yani taş olsan; Ortadan ikiye bölünürdün.... Gitme Nâlan, dur! Tekrar gitme ne olur! .. Aldırış etme saçma sapan sözlerime. Yoo... hayır, ağlamıyorum, Galiba cıgaranın dumanı kaçtı gözlerime.. Belki de sen haklıydın, Bu mahallede ne bahtın açılır, Ne de boyun uzardı. Üstelik annen ölmüştü Ve sokağınız, Acını kaldıramayacak kadar dardı.... Terso gidiyordu herşey... Milllet işi-gücü bırakmış, Aklını bize takıyordu. Altımızda çul yoktu, Üstümüzde dam akıyordu. Arap kızı camdan bakıyordu.... Sen gittikten sonra ben, Hiç sorma... El attığım her işi, çok geçmedi batırdım. Çünkü seni unutmanın tek yoluydu; Bütün kazancımı şaraba yatırdım.. Ama gelinliğin duruyor. Baba yadigarı cumbalı evi de satmadım. Yalanım varsa kalkmayayım şuradan: Ben seni bir tek gün, Bir tek gün bile unutmadım! ... Merhaba Nâlan, Merhaba üzgün melek. Merhaba kadersizim, talihsizim. Merhaba titreyen elim, sancıyan belim, Ağrıyan dizim, vazgeçilmezim! ... Ama Necdet Tosun öldü Nâlan, Artık yemekleri sen, Salatayı da ben yapacağım. Sami Hazinses kadar olmasa da Bahçeyi sevdiğin çiçeklerle donatacağım.. Kemal Sunal da öldü Nâlan, İyi kalpli amcaları birer-birer uğurladık. Ve dünya kirlendi, Filmler bozuldu O masum sevdalar yaşanmıyor artık.... Sen varsın, ben varım. Bir de, acımasız bir dünya var dışarıda... Esas film şimdi başlıyor, Ve bütün koltuklar bomboş bu sinemada! ... Merhaba Nâlan, merhaba! .. Sen ortada sıçan, ben şaşkın körebe... Ulan seviyorum seni be! .. Ulan, nereden inceldiyse, Oradan kopsun be! .. Beni bilen böyle bilsin Ben dostluğun delisiyim Akıl irfan sizde kalsın Ben bu köyün delisiyim. Bu acılar bitene dek Ağlayanlar gülene dek Bu can bende ölene dek Ben bu köyün delisiyim. Sesi çıkmaz kırık sazın Tadı olmaz susuz yazın Mezarıma öyle yazın Ben bu köyün delisiyim. Ne köleyim ne de bir kul Vicdan bir borç hayat okul Alın sizin olsun akıl Ben bu köyün delisiyim. Benim yolum aşkın yolu Benim yolum hakkın yolu Bir tek derdim Anadolu Ben bu köyün delisiyim. Sizde para sizde banka Sizde silah sizde bomba Bende dostluk bende sevda Ben bu köyün delisiyim. Haydi koşun savaşmaya Bu dünyayı paylaşmaya Ben bakarım çocuklara Ben bu köyün delisiyin. Aşk okurum aşk yazarım Aşktır benim tek pınarım Size değmesin nazarım Ben bu köyün delisiyim. Yaşayın siz aklı selim Boşverin siz benim halim Siz bir dahi siz bir alim Ben bu köyün delisiyim. Benim yolum gönül yolu Benim yolum sevda yolu Bir tek derdim Anadolu Ben bu köyün delisiyim Ben bu yurdun delisiyim... Gazi alperenler işe koyulun Gayrı söze vakit az verilmeli Bidevi atlara rüzgarca soluk Ve yıldırımlarca hız verilmeli. Şanlı kitap önderimiz kılındı İman sancak gönderimiz kılındı İklim-i Rum,minderiniz kılındı Ol mindere kavi diz verilmeli.. Barak Baba,Sarı Saltuk orada, Hacı Bektaş Veli,Taptuk orada, Bir mübarek vatan yaptık orada, Ki,bir can dilerse bin verilmeli.. Töre,nizam,yol ve yordam her kula Usul,erkan,edep,erdem her kula, Yirmidört saatte her dem her kula, Allah ın buyruğu uz verilmeli.. İnatla girmeyin soy sop faslına Kurtsa kurt itse it döner aslına Rum ülkelerinde Oğuz nesline Peygamber kavlince öz verilmeli.. İçinde olanlar bir nebze iman Gönlünü mazluma eder süt liman Halkı ayırmadan kafir müslüman Açsa aş,açıksa bez verilmeli.. Bu kılıçlar iller fethi içindir. Bu kitaplar diller fethi içindir. Türküler gönüller fethi içindir. Cümle ozanlara saz verilmeli.. Kartal yuvasıdır Söğüt te burçlar, Devletin zırhıdır sınırda uçlar, Gazi Osmanlara zağlı kılıçlar Yunus Emrelere söz verilmeli... Nedür bu handeler bu işveler bu nâz u istiğnâ Nedür bu cilveler bu şîveler bu kâmet-i bâlâ. Nedür bu pîç pîç ü çîn çîn ü hâm-be-hâm kâkül Nedür bu turralar bu halka halka zülf-i müşg-âsâ. Nedür bu ârız u hadd ü nedür bu çeşm ü ebrûlar Nedür bu hâl-i Hindûlar nedür bu habbetü's-sevdâ. Miyânun rişte-i cân mı gümiş âyine mi sînen Binâgûşunla mengûşun gül ile jâledür gûyâ. Vefâ ummaz cefâdan yüz çevürmez Bâki âşıkdur Niyâz itmek ana cânâ yaraşur sana istiğnâ Sana çirkin dediler, düşmanı oldum güzelin Sana kafir dediler, diş biledim Hak'ka bile Topladın saçtığı altınları yüzlerce elin Kahpelendin de garez bağladım ahlaka bile. . Sana çirkin demedim ben, kafir demedim Bence dinin gibi küfrün de mukaddesti senin Yaşadın beş sene kalbimde, misafir demedim Bu firar aklına nereden, ne zaman esti senin. . Zülfünün yay gibi kuvvetli çelik tellerine Takılan gönlüm asırlarca peşinden gidecek. Sen bir ahu gibi dağdan dağa kaçsan da yine Seni aşkım canavarlar gibi takip edecek. benim bir sevincim var yüzün artık akşam bir çocuğun gülüşünü görüyorsun nereye baksam. kıyımız uzak ve kuytuda ellerimiz sanki yok ellerimiz yok ama senin ellerini bir tutsam. bazı çocuklar doğar bilirim bazı çocuklar doğmaz doğmayan çocuklar için bilmem ne yapsam. ey cavlan. bitmeyen temmuz güneşi. ey aslan silkin. sakla harmanını. çocuğunu sakla. ey aslan. suya kaptır kendini ellerin sanki yok bir güzel günde mızıkalarla bir alanda dursam. sen yoksun gazeteler yok geçmişin razı değil bilmem ki doğmayan çocukları ben mi doğsam Bir çiçek istiyorum, ben bakmadan solacak; Bir kanat istiyorum, beni yerden alacak; Bir güneş istiyorum, gece bende kalacak.... Bir mermer istiyorum, arzumca oymak için; Bir kadın istiyorum, ruhunu soymak için; Bir çift diz istiyorum, başımı koymak için.... Bir zincir istiyorum, hırsımı bağlayacak; Bir yangın istiyorum, ruhumu dağlayacak; Bir ana istiyorum, başımda ağlayacak.... Bir bilinmez kaleyi fethetmek tek başına, Vurulup düşmek birden son burcun son taşına; Uzanan bir çift dudak gözlerimin yaşına.... Bir ilham istiyorum, bir gün vahye erecek, Bir çift göz istiyorum, can evimi görecek; Bir sevgi istiyorum, ömürlerce sürecek.... Bir mihrap istiyorum, önünde diz çökmeğe; Biraz yer istiyorum yoldan, fidan dikmeğe; Ve tohum istiyorum, boş tarlamı ekmeğe.... Bir yapı, temeline elimle taş koyacak; Bir sevgili, her derdin gözüne yaş koyacak; Bir iman istiyorum uğruna baş koyacak. intihar girişimleri acıklı olur bilirsiniz intiharını beyaz gömleklerinin cebinde taşırdı derim camel paketinin yanında çakmak taşır gibi derim bir gün sigarası bitti derim bir hüzün daha edinirim kendime Yel yapraklarımı savurur, Dört yanım yağmurla örtülü; Güz vaktim gerçek ya, ne yağmur!. Kafamda hep bir uykusuzluk Ve masamda bir düşler gülü, Gecenin içinde, soyunuk.. Ve bir düşünce arasında Ellerim; beyaz, boş ve bencil, Bu gül’le gece arasında,. Kopmuş gidiyor dallarımdan... Hayır, başımdan yana değil Uykusuzluğum, ellerimden. genç mi olunurmuş içerde a benim gülüm söyledim yedi yılda bütün türkülerini ömrün güz bir yandan uçuşur saçlarımda kış bir yandan . ihtimâl ki ben senden tam sekiz ilkbahar büyüğüm sen saçlarına ilkokul kurdelası taktığın gün devadımlarla buluştu ayaklarım ah ne çabuk . kanımı pompaladı yüreğimin çelik kasları kanım damarlarımda şaha kalkan atlardı beyaz atkılar gibi attım boynuma bulutları uçura uçura yürüdüm rüzgârında ölümün . en güzel nakışını vururken kanatları kuşun delip geçti karaciğerimi karanlık bir kurşun onsekiz yaşım düştü ıslak aynasına asfaltın ılık bir ıslık gibi aktı kanım fakat ölmedim . bir hemşirenin mavi gülüşüne tutundum gülüm anladım ki asla yenemez gülen insanı ölüm dokuzuncu gün haykırdım pencereden gökyüzüne heey kurşunların rağmına yaşamak ne güzel şey . ben böyle hep uslanmaz kavgacı ve her güzele aşık durmuşken seksen mart akşamlarına bahar gibi şık duvarlara zincirlere çıktı yolu umudumun şarkılar ne bilsin sorguevlerini istanbul'un gayrettepe'yi samandıra'yı... ah gülüm ne bilsin . parmaksız bir el gibi bütün tanımları insanın insan işkencede susabilen bir hayvanmış meğer dur ağlama küçüğüm hiç yakışmaz yüzüne keder ta kökünden tükürdüm dilsiz kalacakmışım ne gam işte böyle başladı benim yıllar süren mâceram Ayağım ayağıma dolaşır sonra Gözlerim büyür büyür, kocaman olur Bakarsın dilim tutulur, hiç konuşamam Bana gel deme! . Bırak umutsuzluğum bende kalsın Yokluğunda eriyeyim bırak Gözyaşlarım yağmurlaşır diyorum Bana gel deme! . İşte resimlerine bakıp avunuyorum Hayallerim yetiyor bana ne güzel İnan dudaklarını ısırabilirim Bana gel deme! . Zaten ölesiye hasretim aydınlıklara Ve bitimsiz bir özleyiş bendeki Kanatlanabilirim, uçabilirim belki Bana gel deme! Hatırımdaki sen dalgın Sevgi, Hala taşıdığım boynumda, Dayanır mısın can bağımızdan ötesi? Uzatır mısın Aşkın günlerini kısaca? . Kaçsam da senden, Lili! Zoraki Ahdında Yabancı diyarlarda, Ova ve ormanlarda dolanacak kahırım. Ah Lili’nin kalbi atmaya böyle, değil Kalbimde, hiç durmayacak sanırım.. Kuş sanki, kulaç atan ebabil Ve ormana gerisin geri uçuşmuş, Çekiyor hapsinin rezaletini, Bir parçacık halatın esaretini; Artık O özgür doğmuş eski kuş değil, Zaten O kime sahip oluşmuşmuş.. Çeviri: Musa Aksoy Sen akşamlar kadar büyülü, sıcak Rüyaların kadar sade, güzeldin, Başbaşa uzandık günlerce ıslak Çimenlerinde yaz bahçelerinin.. Ömrün gecesinde sükun, aydınlık Boşanan bir seldi avuçlarından Bir masal meyvası gibi paylaştık Mehtabı kırılmış dal uçlarından. AHMET HAMDI TANPINAR Bir gidip bir gelerek durmadan Ay ışığını soluyan ey deniz ey o denizin dibi Sonra büyüten yalnızlığını kanayan yalnızlığına kalbim gibi. Evin önünde hark vardı, Harkın önünde alçacık köprü, Köprünün üstündeki çocuklar Hayalet gibi bir kuş gördü. . Eğilip baktık tahtalar arasından Uzaklardan gelme bir garip kuş. Kuzgun gibi,balıkcıl gibi birşey, Köprünün altına yorğun düşmüş. . Kutupların,denizlerin,romanların, Sihrini taşıyordu. Biz ona bakıyorduk, o bize Korkusuyla karanlık ormanların. . Kimimiz deynekle dürte dürte... Kimimizde kaynar su döktük, İşedik bir güzelce üstüne, Garip kuşu öldürdük. . Yaralı bir gemi gibi yüze yüze Köprünün dışına çıktı. Vura vura eğlendik, Attık birbirimize. . Uzaklardan gelme garip kuş Mürekkep rengi gözlerinle Artık dünyamızı göremezsin! Bağrışmamız gitmez kulaklarına, Yaprakların arasında güneşe karşı Çiftleşemezsin. Dişiysen yumurtlayamazsında! . Böyle deyip kuşun dört yanında Akşama kadar hora teptik İnsan olduğumuzu iyice Garip kuşa öğrettik Ancak özlemi bilen, Bilir, neler çektiğimi! Yalnız ve onca sevgiden Yoksun, pek aleni, Semaya bakarım ben İşte o yana gidimi.. Ah! Beni seven ve bilen, Çok uzaklarda şimdi. Dönüyor baş, yanıyorken Bağırsaklarım daimi. Ancak özlemi bilen, Bilir, neler çektiğimi! . Çeviri: Musa Aksoy Yeryüzüne birlikte geldiniz ve sonsuza dek birlikte yaşayacaksınız, Ölümün ak kanatları günlerinizi bölene dek birlikte olacaksınız, Tanrı'nın suskun anıları katına eriştiğinizde bile birlikte olacaksınız, Ama bırakın da bunca beraberliğin arasında biraz boşluklar olsun, Ve Tanrısal alemin rüzgarları esip dolanabilsin aranızda, Birbirinizi sevin, ama sevginin üzerine bağlayıcı anlaşmalar koymayın, Bırakın yüreklerinizin sahilleri arasında gelgit çalkalanan bir deniz olsun Sevgi Birbirinizin kadehini onunla doldurun ama aynı kadehe eğilip içmeyin, Ekmeğinizi bölüşün, ama aynı lokmayı dişlemeye kalkmayın, Şarkı söyleyin, dans edin, eğlenin birlikte, ama ikinizin de birer Yalnız olduğunu unutmayın, Çünkü lavtadan dağılan müzik aynı, ama nağmeleri çıkaran teller ayrıdır, Yüreklerinizi birbirine bağlayın ama biri ötekinin saklayıcısı olmasın, Çünkü ancak Hayat'ın elidir yüreklerinizi saklayacak olan, Hep yanyana olun, ama birbirinize fazla sokulmayın, Çünkü tapınağı taşıyan sütunlar da ayrıdır, Çünkü bir selvi ile bir meşe birbirinin gölgesinde yetişmez.... Aşk bu yağmur dayanmaz bu bahara. Bulutlar ince ve narindir ve bulutlar tanır sevgiliyi döker mercan kuşlarını avuçlarımıza. Kuşlar üşümez saçlarının yangınından. Aşk bu yağmur dayanmaz bu bahara parmaklarından sebiller akar cilveli rüzgarlar göz göz dilinir mağarada, yılan zehrini geçirir ayaklarından gül yaprağı okşanır gibi. Aşk bu yağmur dayanmaz bu bahara ateş tanır sevgiliyi ve gülleşir hasret çekilir kehribar merdivenlerin platin düşlerine. Aşk bu su yarılır ortasından ay gibi 1. Gurbet yavrum garba düşmektir gurbet Çiçeklerden gelincik içinde Bünyamin sevgisi. 2. Yürüdün gittin eski kurganlar üstünden kent kent Kulağında ama bir çömleğin kırılma sesi. 3. Barış demiştir ve güvercin tıkmışlardır boğazına Bu yüzden edep kuralı gözetmez Anadolu ermişi. 4. Bu yüzden kimi zaman zordur ayırmak Üstünü başını yırtmış ağıtların şiiri. 5. Bir dostluk hastalığı senin şiirin Sümbül diye genzine bastırırsın akrebi. 6. Öyle durur bir kıyının serüveninde ceset Odan öyle sevinçsiz yüzün öyle serin ki. 7. Yine de bir elinle kapıyı aralarken Öbür elindeki titreme dünyanın anadili. 8. Merkezefendi'nin gizli barınağından Bu açık hava kahvesine getirdiğin ne ki. 9. Bir kentin ortasındasın boyuna saatini kuruyorsun O durursa hayatın da duracak sanki. 10. Evler eski bir uygarlığın dingin lağımları Sokaklarsa çatışıyor temizliyor birbirini. 11. Anımsar mısın toros ekspresinden inmiştiniz Biletlerinizden ibaretti ikinizin de kimliği. 12. Bahçelerden geç parklardan köprülerden geç git Aşklar da bakım istiyor öğrenemedim gitti. 13. Seviş yolcu büyük sözler söyle ve hemen ayrıl Uçurumlar birleştirir yüksek tepeleri Ana, baba vesiledir ortada; Kim gönderdi? Nasıl geldin? De hele. Et, kemik, kan mevcut durur mevtada Eksilen ne? Niye öldün? De hele.. (Kan Yazısı) Benim değil o eski ateş semazenleri Şimdi viraneleri ağlatıyor tenleri Dalgın ırmaklarını kuruttum acıların Rengi değişti sevda ikliminin, suların Geçmişini arayan o divane köprüler Akşamın kollarında yıkıldı birer birer Yağmuru anlamayan bulutlar benim değil Günbatımına mahkûm umutlar benim değil. Âşikâr olmuş meğer tende can, canda cânan Bende yanan nûrudur, nûrumdur onda yanan Şimdi doruklardayım, ne yoksulum, ne yetim Şu incecik kalbimdir varlığına hüccetim Nice serv-i kâmet ki, kuru bir yaprak imiş Meğer ruhum savrulan bir avuç toprak imiş Benim değil o hülya, hânende, siyah ışık Benim değil o saray, şehriyâr, o karmaşık Ölümü gezginlere bağışlayan şahmaran Benim değil o sahra, fırtınalar, kum ve kan Aklı bile çaresiz koyan mağrur pençeli Benim değil o mühür sevdalısı, o deli Perdeler indi zaman perisinin yüzüne Gecesini bağladım ağlayan gündüzüne. Duymadığım seslerle uçuyor şimdi kuşlar Ellerimden tutuyor sıra dağlar ve taşlar Son bir titreyiş kaldı karanlıkta, uyanmak Kül olmadan vuslatın kapısına dayanmak Belki bir yol bulunur kırılan aynalarda Bahçıvan handân olur bu ebedî baharda Dumanlı ayinleri bitti evin, sokağın Geldiğini söylüyor hayat yeni bir çağın Yeni bir sonsuzluğa açılan pencereler Söyleyin, o mihrimah muammadan ne haber Ey eski çığlıklarım ne haber, nerdesiniz Şimdi yalnızlığa mı gömülüyor sesiniz Yıkıldı zindanlarım, dehlizlerim, mahzenim Güllerim son yangında açıyor şimdi benim. Son yangın, kâinatın her yerinden duyulan Son yangın, ceylanların gözlerinden yayılan Son yangın kâh bembeyaz, kâh kırmızı bir rüya Son yangın gölgesini bırakıyor uykuya Söz, incinin mercanla buluştuğu derinlik Yürek bir tahtırevan, sessizlik ve serinlik Kalem son limanıdır deniz fenerlerinin Nilüferler büyümüş içinde her birinin Ben Nuh’un gemisiyim; o bir tufan güneşi İki meftûn pervane ağlatıyor dervişi Hayal, melekler kadar ıraktadır ve yakın Zülüfleri tutuştu bu yangında firâkın Bu yangın dokunuyor derine, hep derine Bu yangında yürüyor yolcular kaderine. Öğün ey aşk masalı okuyan tarih, öğün Salıncaklarında ay benimdir şimdi göğün Benimdir arzdan arşa tebessümle yükselen O terennüm, o dua, yed-i beyzâdan gelen Rüzgâr benim, ölümsüz karanfiller benimdir O esrarlı ülkeler, nazlı iller benimdir Küheylan alev alev bir menzîle koşuyor Bu son yangını şimdi kâinat konuşuyor Kimsesizdi asilligin Soyu tukenmis masal kuslari gibi beklerdin beni dukkanlarin onunde sokak koselerinde.... Kimse sigamazken kendi gecesine sen kapilarin onundeki sahipsiz dalginliga vurulurdun. Cok iyi bildigin bir meyhaneydi dunya duslere karsi yasanan.... Tehlikeliydin, kimsesizdi asilligin en kirli yerde arardin sevgiyi... en dipte.... Hayatin en unutulmus yerinde... Bu vapur kalkar birazdan Kalkip gidemeyen bir ben Martilarin goturup getirdigi Bu vapur kalkar birazdan. Kar soguklarinda iskele Asiklara savunmasiz durur Kalbime romatizma vurur Bu vapur kalkar birazdan. Bu vapur kalkar birazdan Kederimi yuklenip gitmez Bir yangindir ki ansizin Ask basladigi gibi bitmez. Bu vapur seni goturur Palamari kalbime gecer Kadikoy kac adimlik yer Bu uzaklik beni oldurur. Beni denizlere alsaydin Belki cocuklugum biterdi Sen ellerimi bulsaydin Bu vapur yine giderdi. 1. Kapkaragümrüklü ölçüsüz ayaksız Ali çocuklar Asılmak bilirsiniz kesin tehlikeli ve yasaktır Edirnekapı - Bahçekapı sarı kamu tramvaylarına. Haramiler Durağı'ndan Beyoğlanları öne alır Ve delip geçer yedi kenti saatlerin en köründe Halk kipiyle voyvooo! Ölüm! - Ölüm! tramvayları Ardınca siz vişneçürüğü şiirlerimi bırakmıştır. 2. Duyduk duymadık demeyin ha altıparmak çocuklar Tam da kalfalığa giderken lekelenir çıraklar Uyurlarken dahi o parmaklarındadır yüksükleri Parça başı dikişler çıkabilir diye düşlerde. Kim bilir kaç şiirdir kamburu göğsünde bir çocuk Bir silkinecek ve bütün askeri okullara girecek Karartma benizli bir roman çocuğu arkadaşı da Demirkapı dolaylarında asker - sivil terzisi olur. 3. Ali Korna kağıdına basılmış parlak çocuklar ise İstanbul padişahlarına çıkartırlar beş numara - iyi mi? Ne demeli şimdi bir çiğdemin toprağı yırtışını seyredişim göğe mi dokunmalı ucuna mı körpe filizin öyleyse karanlık sokaklarda koştuğumu düşün ay yine bir kadın gibi sarkıyorken denize dirseklerimle böğrüme gömdüğüm titremeyi düşün oradan gövdemi kaplayışını soğuk bir terin vay perçemle günün huysuzluğu dolaşan kısrak vay acemi öpüşlerden gövdeme boşalan acımtırak has telaş, kıvranış, parıltılı gözlerdeki atılganlık ya görevin ne senin görevin oynaşmak değil mi içimdeki savaşmak duygusuyla ve benim nevresimim kararmışsa kirden rutubetten sarhoşsam gülümseyiş ağlayışlardan ve kaynak sularıyla üzerime yağan aydınlık hülyaları senden gelen ısıyla koruyorsam... Ne demeli şimdi ey serçelerin sabahlarla bölüştüğü cıvıltı ey bir romanın olur olmaz yerinde dikkati çeken hayal acıyış, şevkat, umursayış, hırçınlık seli... beni düşün öyleyse beni hayretin ve karanlığın eşiğinde beni fitillerde başlayan bir fısıltı anında ilk satırını yazarken bir bildirinin kulaktan kulağa dolaşan haberlerin bağraında beni dar camlarda değil bir bulutun seyrinde düşün burada ortasında sıçraya sıçraya kabaran alevlerin. Bitmeyen kaderdir dipsiz susuzluk Pınarlar kaynaşan parmaklarında. Odalara kepenk vurulmaktadır Kapılar kırılan bakışlarında. Bir tren sesine uygulanmıştır Bir de gökyüzüne itirafımız. Varoluşumuzun bir onayıdır Sustukça büyüyen esrarlı ateş. Bütün giysileri yırtsak yeridir Yeter bize vefa elbiseleri . Gönlünün biçtiği yorumlardandır Anlam kazanması deliliğimin. Bıçakladım geçen katil yılları Her gün bir yeniden bulunca seni. Sana yakınım ve sana uzağım Tutulmuş varamaz elim ayağım Çıplaktı sevgili ve bildiğinden gönlümü okşadığını Yalnız çın çın öten takılarını bırakmıştı üstünde, Zafer kazanmış havası veriyordu pahalı takıları Mores kölelerinin taktıkları mutlu günlerinde. . Bu parıltılı metal ve taş dünyasının o dansettiğinde Çıkardıkları canlı mı canlı ve alaycı gürültüsü, Kendimden geçiriyor beni, seviyorum delicesine Sesi ışığa karıştıran nesnelerin görüntüsünü. . Uzanmıştı, okşayıp sevmeye bırakmış kendini, Keyifle gülümsüyordu divanın üstünden Derin aş kıma, tatlı aşkıma deniz gibi, Yalıyarına yükselircesine ona doğru yükselen. . Eğitilmiş kaplan gibi bana dikmişti gözlerini, Belirsiz ve düşçü bir havayla çalımlar atıyordu Ve şehvetperestlikle birleşen iç temizliği, Değişimlerine yeni bir çekicilik katıyordu; . Kolu ve bacağı, baldırı ve kalçaları kaygan Yağ gibi, kuğununkiler gibiydi kıvrıntıları, Geçiyordu ışıltılı ve erinçli gözlerimin önünden Göbeği ve göğüsleri, üzüm bağımın o salkımları; . İlerliyorlardı, kötülük meleklerinden daha tatlı, Ruhumun için e girdiği dinginliği bozmak için, Sessiz ve yalnız, üstünde oturduğu Billur kayasını rahatsız etmek için. . Yeni bir resimde birleştiğini görüyordum sanki Antiop’un kalçalarıyla büstünü bir tüysüzün Kalçaları yüksekte kalmış, alçakta beli. Harikaydı bu yaban ve esmer tene sürülen düzgün! . Yalnız bir yuva gibi, ölmeye boyun eğen Lamba odayı aydınlatıyordu, Her seferinde parıldayan bir iç geçirirken Amber renkli bu teni kan basıyordu! Dağıtır saçlarını ve yalvarıp uzaktan Mavi bir iklim gibi çağırır beni sesin, Tertemiz göklerinde dal dal erguvan açan Rüyalarıma ışık ve özlem serpmektesin.. Bir mayıs sabahını yaşayacak böcekler Çılgın karanfillerle dolacak yeşil saksın, Ve sen bir fidan gibi yeşermiş olacaksın, Serin, çakıl yollarda kuşlar birikeceklere. Erişti nevbahar eyyamı, açıldı gül-i gülşen Çerağan vakti geldi, lalezarın didesi ruşen Çemenler döndü ruy-i yare, reng-i lale vü gülden Çerağan vakti geldi, lalezarın didesi ruşen. Açıldı, dilberin ruhsarı gibi leleler, güller Yakıştı zülf-ü huban veş zemine saçlı sümbüller Nevasaz olmada bin şevk ile aşufte bülbüller Çerağan vakti geldi, lalezarın didesi ruşen Eve dönmez bir akşam; Ve gün yüzlü çocuğu, Sorar: Nerede babam?. Bakarlar, oldu, bitti; Gelir, derler çocuğa, Baban attaya gitti.. Uzar gider bu atta; Ve neler neler olmaz Ve kim bilir ve hatta;. Bir mahşer gerisinde; Babası döner bir gün, Oğlunun derisinde... Palavra karlarına Hak güneşi doğarsa Üflenip şişirilen umutlar suya düşer Susamış topraklara bir gün yağmur yağarsa Yapıp tapındıkları mabutlar suya düşer... 09.04.2007/Vakit bir yastıkta olacağız seninle... Pazar da olsa pazartesi de Aksamda ya da sabah geceyarısı öğle İster cennette ister cehennemde Aşk benziyor birbirine Dün'dü bunu sana söylediğimde bir yastıkta olacağız seninle... Evet bu dün'dü bu ise yarın Yolum olarak bir tek sen varsın Kalbimi verdim avuçlarında kalsın Ne güzel yol alıyor seninkisiyle Ama hepsi ömrü kadar insanın bir yastıkta olacağız seninle... Sevgilim varolan olacak yeni Gökyüzü bir çarşaf üzerimizde Seni kollarımla kuşattım işte Ve içim sevdanla pır pır etse de Dilediğin istediğin sürece bir yastıkta olacağız seninle.. Ben alıştım elin Alkış tutmasına, Küfüne emeğin, Akarsuyun pasına; Yüreğime ısırgan Bir hüzün de dolsa. Benim sevdamın Burgaçlanan yarası, Bu yetim güzle, Öksüz kış arası; Güldürür ancak Bir piçi olsa olsa Dönmeye başlayalı yaşlı dünya Çok şeyler yaşadı insanlar İki binli yıllarda Uzay avucumuzda Uzaklar yakın Ve doktorlar Ölümden döndürebiliyor insanı Çok şeyler değişti dünyada Bilim ve teknikle, sevgiyle Ve binlerce yıldır İnsan insan olalı Bazı şeyler hiç değişmedi Değişmedi açlıklar savaşlar ve ölüm Değişmedi insanın insana yaptığı zulüm. Sanadır, kuşatılmış arkadaşım, ak dağların berrak sularına, batık gemi düşünün seni bağladığı yere gider ayrılık şarkım. Uyandım bugün yelkenlerimde kanatlanma arzusuyla, haberleşme mumları tutuyorum duygusuz pusulanın gösterdiği zaman limanına giderken gemi. Dilimi rüzgara veriyorum sözcüklerini gergin gergin tutmak, taze acılarından bir şeyler alıp götürmek için yaşamakta olduğun şaşkınlıkları paylaşmaya. Yastığını yeşerten bahar da yitti gitti. Ayrılışımı kastetmiyorum, artık yol almayan gemin için diyorum. Anlıyorum seni kırık kanatlı kırlangıç, isterdim Kastilya çeşmesine götürmek, başa çıkabileceğin güçle donatmak. Olaylara eğilmiş bir doktor olsam bile onları değitiremiyor, ancak anlayabiliyorum. Bununla birlikte sihirli bir çözümüm var, Bolivya'da bir madende, belki de Şili'de, Peru veya Meksika'da ya da yıkılmış Sonora İmpataratorluğunda, Afrika Brezilya'sının siyahi bir limanında ya da belki de her noktada bir kelime öğrendiğimi sanıyorum. Bu çözüm çok basit, etrafıyla ilgilenme, saldır tepeye. Birleştir genç ellerini yaşlı kayayla, günden güne ufak dalgalar halinde kıpırdayan kırmızı mercanlara nabzını daya. Günün birinde, hatıram ufuğun ötesinde bir yelkenli olsam bile ve senin hatıran belleğimde demirleyen bir gemi olsa bile geleceğe doğru neşeyle yürüyen ufuktaki kızıl yoldaşları gördüğümde şaşkınlıkla haykırmaya başlayacak kuşluk vakti. O korkunç ve beyaz soğukkanlı kötüler şaşkınlığa uğramış gece gibi gerisin geri dönecekler. İşte o zaman, dört duvar arasında solgun şair, evrenin şarkıcısı olacaksın ve sen bahtı kara, ince ruhlu, hasta şair halkın güçlü şairi olacaksın. Acep bu ne nesnedir bu dert ile firak bana Canımı serhoş eyledi aşk ağusu tiryak bana. Kimin direnci var ise derdine derman istesin Kesdi benim direncimi derman oldu bu derd bana. Aşk oduna yan der isen gönüllere gir der isen Kara nurlar aydın ola ne kandil-ü çerağ bana. Gökten inen dört kitabı günde bin kez okur isen Erenlere münkir isen didar ırak senden bana. Miskin Yunus erenlere tekebbür olma toprak ol Topraktan biter küllisi gülistanı toprak bana Bir âbide istersen eğer, Ağrı'ya git! Yükseklerden gelen büyük çağrıya git! Çıkmışken yolcu, Ağrı'nın zirvesine, Dönmek ne demek? Kanatlanıp Tanrı'ya git! Suların karardığı bir çağda birtakım günah yüklü gemiler harekete hazırdı / iyice biliyorum gölgeler vardı / kalın tasmaları vardı gölgelerin / ürkek sesler suları yarıyordu / bakıyorsunuz kuşlar bayağı gülüyordu / karanlık gölgeleri ürkütüyordu / onlar bağlı olmayı hoş görüyorlardı / korkarken ölümü düşünüyorlardı muhakkak.. Kafaları kalındı belliydi Gözleri kalındı belliydi Kulakları kalındı belliydi. Aslında kafalarının kalın olması / gözlerinin kalın olması önemliydi onlar için / incelik dedin mi kötülük geliyordu akıllarına.. Onlar bir gemiye bindiler - ben ona günah yüklü gemi dedim Onlar oturup tasmalarından ötürü gönendiler - ben onlara gölge dedim Halbuki bana bakıp yadsıyorlardı / benim onları tasmalarından ötürü küçük gördüğüm belliydi / benim onları başında ve sonunda sevdiğim belliydi / ama anlaşamadığımız muhakkaktı.. İşte ben bu noktada durdum Denize baktım iyi dedim Korkulu dağlara baktım iyi dedim Doğrusu hep doğaya bakıp iyi diyordum.. Ama gölgeler giysilerle ilgileniyorlardı / utanıyordum Hep araçlardan söz ediyorlardı / ben utanıyordum. Sonra bir çağ geldi / baktım kafamda karıncalar vardı / sonra yapılardan yollardan bıkmıştım / ıssız sokaklar beni ürkütüyordu / kötü meydanlarda boğuluyordum / suları borulara almalarına kızıyordum / hele hele hep düğmelere basıp yaşamalarına çok çok içerlemiştim / sonra kalkıp afrikaya gittim / ohh afrikaya.. Maraş 1958 Zülf-i siyâhı sâye-i perr-i Hümâ imiş İklim-i hüsne anın içün pâdişâ imiş. Bir secde ile kıldı ruh-i âftâbı zer Hak-i cenâb-ı dost aceb kîmyâ imiş. Âvâzeyi bu âleme Dâvûd gibi sal Bâki kalan bu kubbede bir hoş sadâ imiş. Görmez cihânı gözlerimiz yârı görmese Mir'ât-ı hüsni var ise âlem-nümâ imiş. Zülfün esîri Bâkî-i bîçâre dostum Bir mübtelâ-yı bend-i kemend-i belâ imiş. (13-01-2001) Yaşam güçtür Hele benim gibi biri için yusufcuk Acılarda bir ölüp bir dirilen Sevinçlerde hep yalnız Biri için yaşam güçtür yusufcuk. Suçlu duydum kendimi Benden uzak birşeyleri özlerken Bir düşün neydi bana ayrılan Yalnızca dar çizilmiş yollarda Sağına soluna bakmadan yürümek. Ben ki taşardım hep Çılgın seller gibi kendi dışıma Güç dönemeçleri döndüm soluk soluğa Aşksa aşk sevgiyse sevgi Ömür boyu kınandım. Hep korku hep tedirginlik Önümde hep kurallar Yazık başkaları gibi olamadım Çok hırpalandım dağıldım yusufcuk Yusufcuk yusufcuk yusufcuk Uyan yarim, uyan, söndü yıldızlar, Gün, karşı tepeden doğmak üzredir. Her sabah güneşi seyreden kızlar, Mahmur gözlerini oğmak üzredir. . Uyan yarim, sesler geldi derinden, Karanlık oynadı, koptu yerinden; İlk ışık, kapının eşiklerinden, Şimdi bir gölgeyi koğmak üzredir. . Sevgilim, kapımı çaldı aydınlık, Baygın gözlerimi aldı aydınlık, İçimde tıkandı, kaldı aydınlık, Bu aydınlık beni boğmak üzredir. . 1923 Emerdim, emerdim gövdeni... İçine girip, kendime boşalmak isterdim. İsterdim ki teslim olmam yetmesin sana, seni sevdikçe büyüyen korkularımdan beni sevdikçe çogolan inaçsızlıgından bir ev yapayım kendime, bir ev, annemin talan edilmiş saf rahmi gibi sonsuza kadar kendimi onunla yakacagım... ağır ölümlerdik hızın kanatlarında sadece korkuydu bizi besleyen ateşin ağzında yaşıyorduk gövdeyi. teni adımlıyorduk ateşin küllerinde geceden sonrayı hiç bilmiyorduk unutmuştuk nasıl sevdiğimizi yaralı hayvanlardı aşklarımız da. yaralı hayvanlardık aşklarımızda kendimizi ötekiyle değişiyorduk çoğaldı yüzlerimiz azlığımızda başkasıydık başkasını bilmeyen. ne çoktuk, var mıydık, sanıyorduk uzun yolduk, yorulduk sesimizi ormanları gömüp dallarımıza sessizliğin köklerinde uyuduk. çürüdü sessizlikte köklerimiz de değmeden okşadık etin yılanlarını sanal sevişmelerin karanlığında kalbimize buzdan şatolar kurduk. şatoların buz tutmuş kalplerinde gövdenin ağzından öpüyorduk ateşi yaralı hayvanlardık inlerimizde korkuydu kanımızın yorgun bekçisi. korkuydu bekleyen kanımızın evini zamanı yitirdik an’a sıkıştık mermeri tırmalıyor içimizdeki hayvan tümcesini yırtan bir kağıt gibi. kağıdını yırtan şaşkın bir tümce gibi söküyoruz hayatın ilmeklerini giyecek ben’imiz yok yalandan başka 80’lerin slow şarkılarıdır sebep biraz da İnsanları sömürgecilerine benzeten Keten takımlar, tango, fiyonklu masa örtüleri Dersu uzala’dan dersler çıkarmak Gelin bilkent’te iç mimari, baba koç’ta genel köle Her gramı çok değerli elliiki kilo anne Zaten amaç elliiki yıl sonra Hiç bakılmayacak fotoğraflarda en iyi yeri kapmak Bir Kutlu hikayesine giremeyecek tipler işte Damat her şeyi kaydediyor El kamerasıyla gerdeğe girmek deyimini bilmiyor çünkü Oluyor böyle şeyler salaklık endüstrisinde. Dilekler tekrarlanır, müzik tekrarlanır Belki yakışırdı beyaz bu kadar tekrarlanmasa O kötü gülümsemeye verilmez bu kadar para Gelin habersiz; bu düğün daha önce de yapıldı Yeminli örnek deyimini bilmiyor çünkü. Benimle tekrar edin! . İlk beş sene çocuk istemeyecekler İkinci beş yıl nasıl geçti anlamadan Üçüncü beş sene de çocuk onları istemez Bir sürü albüm, bir sürü diyet kupürü, bir sürü… Ankastre mutfağında aval aval bakınarak Bu bakınma daha önce de yapıldı Gelinliği faize sevim’den annesi şahit Oysa her şey çok özel olacaktı geline göre Her şey çok genel oldu sonucu niye. Bağlamı farklı ama eren’le konuştuyduk Arjantin’e aşık olur, almanya’yla evleniriz. Beyaz Savunma, Pan/Heves Kitaplığı (sayfa 17) Biz şimdi yok mu olduk ya öyle mi Bu film bizim için oynamıyor demek Şarkılar şiirler falan hepsi yalan mi artık Bu çalgılar bizim için değil öyle mi Siz simdi yoksunuz ne demek. Olduk mu yani söyleyin açıkçası Artık hiç sevmeyecek miyiz Bizi kim koydu aptal yerine Olduk mu yani söyleyin boğuntuya mi geldik Siz simdi yoksunuz ne demek. Hadi anlatın canim gerçeği anlatın Bir yalan daha duymuş olalım ne çıkar Kestiğimiz yerden kan akmayacak mi öyleyse Düşlerimiz de mi kalmadı hayret doğrusu Siz simdi yoksunuz ne demek. Nasıl da düştük bu tüm yalnızlığa Bizi bekleyecek kimsemiz de mi yok Bir gecemiz bile kalmadı mi dünyada Ne tuhaf düşünmek hiç düşünmemeyi Siz simdi yoksunuz ne demek. Hani biz sevmiştik üstelik sevenlerimiz vardı Ne diyorsunuz nereye gittiler acaba Ne oldu ardımızdan akacak gözyaşları Hani aşk vardı insan vardı Allah vardı Siz simdi yoksunuz ne demek. Tutun ki olduk yağımızdan sabun yaptılar Kokulu sabunlar, renkli sabunlar Yine de kirlisiniz iste bizden betersiniz Doğrusu ayıp sakanın böylesi olmaz Siz simdi yoksunuz ne demek. Dudağında yangın varmış dediler, Tâ ezelden yayan koşarak geldim. Alev yanaklara sarmış dediler, Sevda seli oldum, taşarak geldim.. Kapılmışım aşk oduna bir kere, Katlanırım her bir cefaya, cevre Uğraya uğraya devirden devre Bütün kâinatı aşarak geldim.. Yapmak, yıkmak senin bu gamlı ömrü, Ben gönlümü sana verdim götürü. Sana meftûn olduğumdan ötürü Sarhoş oldum Neyzen, coşarak geldim.. 1937 Mavi bir elbiseyle gelmiştin, gökyüzü maviydi.. Getirdiğin rüzgarla ev kokuyordun.. Kolun koluma değiyordu, omzun omzuma.. Mendilin maviydi, gökyüzü maviydi... Bin dokuz yüz kırk iki baharıydı Bahçeli pencereler önünde geziyorduk, Gözlerimiz buluşuyordu, ürperiyordum Gökyüzü maviydi, mendilin maviydi. Sıcak nefesin yüzüme değiyordu "Evlenebilir miyiz" diye sormuştum, Yürüyüşün değişmiş, yüzün penbeleşmişti; Mavi elbiseler içindeydin, gökyüzü maviydi.. Elini elime verdin, ayrılıyorduk, Gözlerin gözlerimde, dudakların ıslak, "Sık sık konuşalım" demiştin; gittin.. Mendilin maviydi, gökyüzü maviydi.. O bir sakız ağacıydı, alelade; Bir gün o yeşil sahile çıktı geldi, O zaman bu zamandır memnun yerinden; Seyreder bulutları, göğü, denizi. . Titreşirdi rüzgarla güneşli yaprakları; Ömür sürdü öyle hoşnut dünyasından, Aydınlıktan uyku tutmazdı bazı gece, Motor sesleri duyulurdu uzaklardan.. Tanrı adın işitmedi ömründe; İnanmadan da madem yaşanıyor diye, Rüzgarlı bir kıyıda, sevinç içinde, Yaşamak dururken düşünmek niye? . Anmadı geçenleri bir defa bile; Ne uğraşır mesut olan gelecekle? Bir avare misali, günü gününe, O bir sakız ağacıydı, yaşadı sade. ibrahim içimdeki putları devir elindeki baltayla kırılan putların yerine yenilerini koyan kim. güneş buzdan evimi yıktı koca buzlar düştü putların boyunları kırıldı ibrahim güneşi evime sokan kim. asma bahçelerinde dolaşan güzelleri buhtunnasır put yaptı ben ki zamansız bahçeleri kucakladım güzeller bende kaldı ibrahim gönlümü put sanıp kıran kim” 263 Gönlün temiz mi hocam, kanıtın var mı? Gösterişten başka bir anıtın var mı? Hırkan, seccaden tamam; yarın sorunca; Tanrı'ya vermek için yanıtın var mı? Siyasi arena, gır gır geçiyor, Halkımızı, güle güle çatlattı. Maazallah her taraf ataş saçıyor, Yaktı bizi, hopur hopur hotlattı.. Zarar çeken yurtta, göz yumanlar kim? Çete başları var, vatana hakim, Organ alır satar, yük tutar hekim, Pek çok hastayı da soydu atlattı.. Köyde çift sürerken, öküz koşardık, Karnımız doyardı, güler coşardık, Yan yana, can cana durur yaşardık, Kimler geldi, kapımızı kitletti? . Yalan yalancıya, tabut sediye, Partilerden vatandaşa hediye, Ayarlama diye, tedavi diye, Zamlar vurdu, ödümüzü patlattı.. Devlet babamıza fidyeler verdik, Yemedik yedirdik, sancıya girdik, Ey SEFİL SELİMÎ, söyle ne gördük? Çalan çırpan kendisini kutladı.. @ Yazar ve yayınevinin adı belirtilmeden ve ANASAM’dan izin alınmadan alıntı yapılamaz Bütün hakları Anasam’a aittir. Kuşlar vardır, cana benzer havalarda: Soğuksa kar, baharsa yaprak; Bir başına büyür toprakta ömrümüz, Güneşle yeşil elleriyle çıplak; . -Uslu ayaklarla başlamış yolculuk- Yürünmez öyle, bazen durulur, Ve iner erenler katına yorgunluk; Kapanır sükun üzre kitaplar.. Nefeslerle sürüp giden yaşamamız Bir su kenarına gelir durur; Ekmekten, şaraptan öte nimetler vardır; Yürünmez öyle hep, bazen susulur. şimdi burda değilsin.... ama beni duyuyosunn...biliyorum... kapat gözlerini benim için ve dinle n'olur... bak yoksun... bunun anlamını biliyomusunn.... yokluğun yüreğimmdeki bu yıldızsız, bu dipsiz, karanlık gece... yokluğun, odamın duvarlarına astığım suretlerine bakarken, unuttuğum dalgın gözlerim.... yokluğun yastığımda bıraktığın bu kimsesiz saç telleri... sırf kalemini değdirdiğin için atmaya kıyamadığım bu kağıtlar... her an gözümün önünde sakladığım mektupların, peçetelere yazdığın şiirlerin, hediyelerini sardığın paket kağıtların... sen gidince, hala sen kokuyodur, diye üzerime giydiğim ve derinn derinn soluduğumm giysilerin.... bu yarı deli... bu hayattan kopuk ruhum... kapat gözlerini ve bana baak.... ben ne diye varsa gördüğün, işte o senin yokluğun.... söyle.! sana neyi anlatayımm... sabaha karşı çalan telefonumun ucunda, n'luuur bana hayattan kötü davranma diyen...sayıklayan.. o kırgın, o kendine çarpan sesini mi..! ! Değişen ben miyim öyle Ben miyim eski sevdalara mendil sallayan Şu eller Şu gözler Şu kalp benim mi yoksa Ya şu gülen adam ben miyim? ... Demek ki unutmuşum Demek ki kurtulmuşum bütün acılarda Geceler karanlık değil, uzun değil Anlamsız değil şu dünya Yaşamamak elde değil.... Ağaç ağaca benziyor artık Deniz denize Çiçek çiçeğe Şiirler yazmıyorum artık bak Gözlerinin güzelliğine.... Ohh! Ne iyi unutmuşum Unutmuşum yıllanmış elbiselerim gibi seni Çıkarıp atmışım sandık sandık kalbimden Bütün kederlerden Bütün üzüntülerden Nihayet kurtulmuşum... Öz menem! ... Öz menem! ... Onlar kabuk...öz menem! .. Sen yelde savrulan kül.. Yüreklerde köz menem! .. Ülkü uğruna şehid Men Süleyman Özmen' em! .. Ne Kafkasya ne Prut Şu bin yıllık anayurt! Kurşunlanan bir Bozkurt, Çıkarılan göz menem! .. Dinmez gönül sancımız, Derinleşir acımız... Alınmazsa öcümüz Dövülecek diz menem! ... Ok bir kez çıktı yaydan.. Geçtik düğünden, toydan.. Şimdi hep meydan meydan... Söylenecek söz menem! ... Bitsin bu kızıl oyun! .. Açılsın bahtı ay' ın! .. Altay' da kurultayın Toplandığı güz menem! ... Vur Bozkurt' um! ! . Vur tilkiye... Vur.. kurtulsun Türkiye... Sizi büyük ülküye Götürecek iz, menem! ... Ülkü uğrunda şehid Men Süleyman Özmenem! Sakarya'nın kan fışkıran toprağından yoğrulup Unutulmuş pınarlardan doldurulan testiler.. Azgın kuzey yellerinin ateşinde kavrulan Bağırlardan, dudaklardan susuzluğu kestiler.. Her birinden bölük bölük yumaklanan bulutlar Şol Ebabil kuşlarınca kanatlanıp, estiler.. Haykırdılar...Can bölünmez, et tırnaktan ayrılmaz! Bozkurt olup, çakalları inlerinde bastılar.. En kudurgan namlulardan boşaltılan ölüm Döşleriyle göğüsleyip, başlarıyla süstüler.. İtildiler, kakıldılar, dövüldüler, öldüler... Lakin düşen bayrakları burçlarına astılar.. Yaz yağmuru sağnaklardan kırk ikindi gürleyip Şom ağızlı baykuşların seslerini kıstılar.. Ne dünyalık istediler, ne aferin umdular, Ne kavgadan vazgeçtiler, ne gücenip küstüler.. Vatan, millet, din ve devlet, alsancaklar hakkına Dar günlerin erkek aslan sesiydiler...Sustular! Öyle güzel ki ölürüm artık Beyaz uykusuz uzakta Kars çocukların da Kars'ı Ölüleri yağan karda Donmuş gözlerimin arası. Sen küçüğüm sımsıcak Ne derler ona- bu kızakta Boyuna türküler yakıyorsun ya Sanki her türküden sonra Hohlasan gök buğulanacak. Anla ki her durakta Yok sınırları aşkın O iyi yüzlü Tanrı Beklesin dursun bizi Kurduğumuz rahat tuzakta. Nasıl olsa yine bir gün Döneriz bu yollardan geri Senin elinde bir mendil Öbüründe kuş sesleri hacı murad'la olduk eski kafkasya'da ihtiyar çuvaşgili santur çalıyordu ne çaldığı zaten anlaşılmıyordu oğlu belki o saat asılıyordu şarap patlak vermişti isyan masada. atlas gömlekleri boyundan ilikli sabahlara kadar hançer dokuyanlar mezmur okuyarak duvar duvar dudaklarında karanlık ilkbahar gözbebekleri çelik çekirdekli. çalarak getirdiği korkak tatarların bakunin yazması kitaplarından dinamitler yürür bakü sokaklarından siyah bir toz olur doru kısraklarından öfkeli kazakları II'nci nikola'nin. ölmek fısıldadıkça son semaveri bulutlanır çay kristal fincanda ıslıklar gizlice bilenir zindanda bir ustura çizgisi azerbeycan'da hacı murad'ın üzengileri .VASİYET . 1 — Bu vasiyet, çoluk-çocuğumun ve şahsî yakınlarımın dar ve hususî kadrosundan ziyade, onların da içinde olduğu geniş ve umumî zümreyi muhatap tutuyor. Başta gerçek Türkün ruh köküne bağlı yeni gençlik, şu kadar yıllık mücadele hayatımda beni okumuş veya_ dinlemiş her fert, kısaca Allah ve Resulüne perçinli herkes... Onlara hitap ediyorum ve dileklerimin yerine getirilmesi için gerekli çalışmayı işte bu yeni gençliğe ısmarlıyorum! Eğer üzerilerinde bir hakkım varsa, Hesap Gününde tek tek sorumludurlar. Emanetim, beni seven ve İslâm dâvasında bir hak sahibi olduğumu kabul eden herkese... . 2 — Fikir ve duyguda vasiyete lüzum görmüyorum. Bu bahiste bütün eserlerim, her kelime, cümle, mısra ve topyekûn ifade tarzım vasiyettir. Eğer bu kamusluk bütünü tek ve minicik bir daire içinde toplamak gerekirse söylenecek söz «Allah ve Resulü; başka her şey hiç ve bâtıl» demekten ibarettir. . 3 — «Büyük Doğu -b.d. Yayınları-» kitabem kuruluncaya kadar şunun bunun neşrettiği eserlerim arasında mukaddes ölçülere karşı küçük ve hafif çapta laubali, dikkatsiz ve ciddiyetsiz, hürmet ve haşyetten mahrum ne varsa —isterse nokta veya virgül olsun— onları reddediyor, malım olmaktan çıkarıyor ve bütün sorumluluğumu, bundan böyle kendi idare, murakabe ve firmam altında çıkaracağım eserlere bağlıyorum. İnşallah Hak bana onları dünya gözüyle bütünleşmiş ve tamamlanmış gösterir, arkamdan gelecekler de bu örneklere göre devam ederler, virgül oynatmaktan bile çekinirler. İslam’a pazarlıksız ve sımsıkı bağlamadan önceki şiirlerim ve yazılarım arasında hattâ küfre kadar gidenler ise, çoktan-beri eser çerçevem dışına çıkarıldığı, her birinden ayrı ayrı istiğfar edildiği ve çöp tenekesine atıldığı için, nereden nereye geldiğimi göstermekte bile kullanılmamalı ve onlarla müminleri benden çevirmek isteyeceklere —çok denenmiştir— şu cevap verilmelidir: «Koca Hazret-i Ömer bile Allah'ın Resulünü öldürmeye davranmış ve peşinden bütün sahabîlerin, derecede ikincisi olmak gibi bir şerefe ermiştir. Hiç ona bu ilk davranışından ötürü sonradan dil uzatan olmuş mudur? Belki o noktadan bu noktaya gelmekte faziletlerin en büyüğü vardır.» . Eserlerim mevzuunda vasiyetim kısaca şu: İlk yazılarımdan birkaçı asla benim değil; sonrakiler de, en dakik şeriat mihengine vurulduktan, yani nasib olarsa tarafımdan bütünleştirildikten sonra benim... Bir kısmını şimdiden tamamlamış bulunduğum eserlerim üzerinde bu ölçüyü devam ettirmek ve en titiz murakabeyi sürdürmek borcu ise, mirasçılarımın ve manevî mirasçım gençliğin... Ben öldükten sonra kim ve ne suretle eserlerim üzerinde gizli bir tasarrufa kalkar da ölçüyü hafifçe bile olsa örselerse, tezgâhını başına yıkınız! En büyük korkularımdan biri, nice müellifin başına geldiği gibi, ölümümden sonraki tahriflerdir. . 4 — Beni, ayrıca hususî vasiyetimde gösterdiğim gibi, İslâmî usullerin en incelerine riayetle gömünüz! Burada, umumî vasiyette de belirtilmesi gereken bir noktaya dokunmalıyım: 1935 yılında, Mürşidim ve Kurtarıcım Esseyyid Abdülhakîm Efendi Hazretlerine, bir yazımı okumuştum. Bu yazı, kendilerini tanıdıktan sonraki dünya görüşüme ait olarak, zamanenin bize aykırı, meşhur bir gazetesinde çıkmıştı ve Türkün tarih muhasebesini İslâmî tefekkür noktası etrafında çerçeveliyordu. Yazıyı ellerine aldılar, kalem istediler ve üstüne öz elleriyle «altın ile yazılacak yazı» buyurdular. İşte hususî zarfında duran bu kesilmiş makaleyi, bütün eserlerimin tasdiknamesi olarak kefenime iliştirsinler... . 5 — Nasıl, nerede ve ne şekilde öleceğimi Allah bilir. Fakat imkân âleminde en küçük pay bulundukça, biricik dileğim, Ankara'da, Bağlum Nahiyesindeki yalçın mezarlıkta, Şeyhimin civarına defnedilmektir. Elden gelen yapılsın... . 6 — Cenazeme çiçek ve bando muzika gönderecek makam ve şahıslara uzaklığımız ve kimsenin böyle bir zahmete girişmeyeceği malûm... Fakat bu hususta bir muziplik zuhur edecek olursa, ne yapılmak gerektiği de beni sevenlerce malûm... Çiçekler çamura ve bando yüzgeri koğuşuna... . 7 — Cenazemde, namazıma durmayacaklardan hiç kimseyi istemiyorum! Ne de, kim olursa olsun, kadın... Ve bilhassa, ölü simsarı cinsinden imam! ... Ve «bid'at» belirtici hiçbir şey! ... Başucumda ne nutuk, ne şamata, ne medh, ne şu, ne bu... Sadece Fatiha ve Kur'ân... . 8 — Mezarımda ilâhî ve ulvî isim ve sıfatlardan ve benim beşerî ve süfli isim ve sıfatlarımdan hiçbir iz bulunmayacak... Mevlid de istemem! ... Onu, uhrevî rüşvet vasıtası yapanlara bırakınız! Sadece Kur'ân... . 9 — Şimdi sıra en büyük dileğimde... Müslümanlardan, eğer bu dâvada hizmetim geçtiğine inanan varsa, şunları istiyorum: Her ferdin, herhangi bir kifayet hesabına yanaşmaksızın, benim için «Necip Fazıl'ın kaza borcuna karşılık» niyetiyle bir günlük (5 vakit) namaz kılması ve yine bir gün oruç tutması... Mevtanın ardından, onun için kaza namazı Şafiî içtihadınca caizdir ve aynı içtihat Hanefilerce de rahmettir. Her ferdin, en aşağı 100 Tevhid kelimesi okuyup sevabının mislini bana hediye etmesi... 70 bine dolması lâzım... Bir de, üzerimde hakkı olanların bunu Allah rızası için helâl etmeleri... Ölünceye dek, üzerimdeki Allah ve kul haklarından mümkün olanını ödeyebilmek için elimden geldiği kadar cehdetmek azmindeysem de ne olacağını, nereye, hangi noktaya varabileceğimi bilmiyorum ve yardımı müslümanlardan bekliyorum. «Şey'en lillâh» tabiriyle bana Allah için bir şey veriniz! Yardımınızı esirgemeyiniz! . 10 — Allahı, Allah dostlarını ve düşmanlarını unutmayınız! Hele düşmanlarını! ... Olanca sevgi ve nefretinizi bu iki kutup üzerinde toplayınız! . 11 — Beni de Allah ve Resul aşkının yanık bir örneği ve ardından birtakım sesler bırakmış divanesi olarak arada bir hatırlayınız! . 1973 NFK Besbelli ölümüm sabahleyindir. İlk ışık korkuyla girerken camdan, Uzan, başucumda perdeyi indir, Mum olduğu gibi kalsın akşamdan.. Sonra koş terlikle haber vermeye, 'Kiracım bu sabah can verdi' diye, Üç beş kişi duysun ve Belediye, Beni kaldırmaya gelsin odamdan,. Evden çıkar çıkmaz omuzda tabut, Sen de eller gibi adımı unut, Kapımı birkaç gün için açık tut, Eşyam bakakalsın diye arkamdan. Felsefemdir kitab-ı imanım, Taparım kendi ruhumun sesine, Secde eyler hakikatimher an, Kalbimin ateş-i mukaddesine. Bazen acı dinmez, bazen de yağmur Sevgilim gülümse, her şey unutulur Suskunuz bu akşam üstü Hasrete yanmışız, neylersin. Bir gün, bu mahzun sevdadan geriye Kalırsa, sadece o hüzün kalır.. Sen de anladın ki yapa-yalnızız... Buluşmamız yasak, Görüşmemiz uzak... Devrilmiş kadehler gibi, dönüyor başımız, Neylersin.... Ah güzelim, İncinmiş bir sesi vardır yağmurun; Yanaklarına vurduğunda hissedersin. Ve bir veda sözcüğü, saçlarına, Titreyen bir öpücükle dokunduğunda; Bu anı dondurmaya yetmez nefesin. Bir film sahnesi gibi Akar gider ayrılık, Neylersin.... Biz zaten hiçbir romanda Kendi hayatımıza rastlamadık. Bütün şarkılar bizi yanlış anlatmıştı. Ve bütün bulmacalar yarım bırakılmıştı. Tenha sokaklarda üşüyüp durdu sırtımız. Oysa tuttuğumuz balıkları bile Yeniden denize bağışlamıştık. Biz, hayata dair Hiçbir yanlış yapmamıştık... Neylersin.... Biz bu sonucu haketmedik, Hayır, etmedik... Ömrümüz bu talana lâyık değildi.. Bazen acı vurdu, bazen de yağmur Hiç gülmedi yüzümüz, Hiç büyümedi gülümüz... Bizi yalnızca akşamlar kucakladı, Biliyorsun, Sabaha çıkmayan bir yoldu yürüdüğümüz.... Bir gün, bu öykünün sonuna gelince Ansızın desem ki: hoşça kal canım! Unutursun, Mecburen unutursun... Yıldızlar söner, bu aşk da biter! Bazı gün hatırlayınca, sessizce ağlarız. Neylersin.... Ah bebeğim, ah.. Kekremsi bir tadı vardır gözyaşının, Dudaklarına sızınca farkedersin. İçindeki vurgun aşklar mezarlığında, Ayrılık, ölümden üste yazılınca, Gideni durdurmaya yetişmez sesin... Bir inme gibi dolaşır bedeninde pişmanlıklar, Neylersin.... Biz zaten hiçbir sinemaya Tam vaktinde yetişemedik. Bütün vapurlar bizden önce kalkmıştı. Ve bütün biletler biz gelmeden satılmıştı. Boşuna telaşlarda yorduk günlerimizi. Oysa Nuh'un Gemisi'nde bile Bize yer kalmamıştı. Ve hiçbir mutluluğa adımız kaydolmamıştı. Neylersin.... Biz bu aşkı sürdüremezdik, İnan, sürdüremezdik... Kalbimiz bu heyecana müsait değildi.. Bize hep acılar kaldı, bize hep yağmur... Unutmasan bile artık Unutur gibi yapacaksın. Ve buruşturup-buruşturup attığım kağıtlarda, Hiç bitiremediğim Bir şiir olarak kalacaksın... Kalbim defter, dilim kalem yazarım Hakikat emrini duyaldan beri Yitirdim Leyla'mı gurbet gezerim Mecnun gibi aşka uyaldan beri. Bize dört kitaptan haber verildi Kamil olduk akıl başa derildi Kafir Şeytan merdut oldu sürüldü Hakkın dergahından sürelden beri. Çıkıncak Mi'raca Hazret-i İmam Diledi Mevladan ümmetin tamam Nur ile sarıldı bu cümle alem Saadet tacını geyelden beri. Mahlasım NESİMİ ismim ALİ'dir Bu çarh dönmektedir, sanman halidir Şükür kalbim iman ile doludur Cürm-ü isyanımız bilelden beri Serim sevdalanıp aşka düşeli Möhnet kesesinden bir pare gönül Sever bir gül gibi mahbubesini Düşer bülbül gibi bizare gönül . Oturur kapıda hem kürşad olur Cahi cehaletten kah irşad olur Gahi çiçek misli şad olur Gahi gam gün ağlar biçare gönül . Gahi viraneye benzer birç ağı Kış olur kar yağar dumandır dağı Gahi baradüşer bahçesi bağı Benzer bir zamanda bahara gönül . Bu derd-i fenadan murada yetmez Muhabbet yanımdan uzağa gitmez Asla sevdiğinden feragah etmez Mansuri tek emiralsa bir dare gönül . Gahi yücelerden esen yel olur Gahi sular ile akan sel olur Gahi örümcekten ince tel olur Resesinden kırılır mudara gönül. Gahi hikmet dolar gahi boş gibi Gahi meyhor olur bir sarhoş gibi Gahi katlanır uçar kuş gibi Gah yolda yorulur avare gönül . Gahi bülbül gibi öter dillenir Gahi elvan çiçek açar güllenir Gahi yeşillenir gahi allanır Gah ta birer tektir gapgara gönül . Gahi neşve bilmez gahi yücedir Gahi bezirgandır gahi hocadır Gahi zulumat karanlık gecedir Gah ta nur verir rihare gönül . HIFZI'yım yanarım tütünüm çıkar Gahi ateş olar cismimi yakar Coşkun çaylar gibi çalkanıp akar Akibet yetişti dildare gönül Sorma be birader mezhebimizi Biz mezhep bilmeyiz,yolumuz vardır Tutmuşuz evvelden rah-ı selamet Çağırma meclis-i riyaya bizi. Bizlerden bekleme züht-ü ibadet Biz şerbet içmeyiz, dolumuz vardır Biz müftü bilmeyiz,fetva bilmeyiz Kıyl-ü kal bilmeyiz,itfa bilmeyiz. Hakikat bahsinde hata bilmeyiz Şah-ı Merdan gibi ulumuz vardır Tevalla olmaktır bize alamet Sanma ki sağımız solumuz vardır. Ey zahit,surete tapma, Hakk'ı bul Şah-ı Velayete olmuşuz hep kul Başka şey bilmeyiz,Alimiz vardır. Nesimi,esrarı faş etme sakın Ne bilsin ham ervah likasın Hakk'ın Hakk'ı bilmeyene Hakk olmaz yakın Bizin Hakk katında elimiz vardır Deniz gözleri Ebrulu bakışlı Sevdayı kendine esir eden Omuzu şallı kız. Söyle! Aşkını kaça sattın? Kaç kere görücüye çıktı Uzun saçların Kaç pazarlığa teslim oldun Söyle Kaç kere gerçekten aşık oldun Zaten herşey para olmuş Ve para pul Bir de sen aşkı satsan ne yazar. Çünkü para En kral delikanlıyı bile bozar Yorgun savaşçılarız, yengiler eskitti bizi Utanırız tadına varmaktan içkilerimizin Biri bütün güneşleri toplar, vermeye bekletir Üşümekden değil korku, ısınır olmaktan Yorgun savaşçılarız, sevgiler ürküttü bizi. Tutulmuş dağ yolları oklar ve tuzaklar Biri dostluk adına bağışlar çirkinliğimizi Düz yollara düşeriz yeniden oksuz ve tavşansız Yılgın savaşçılarız, sevgiler ürküttü bizi. - Ümit'e- işin doğrusu önce sarıyı gördüm, sonra hepsini birden düşe dalmış bebekti gök oyuncağıyla. ilerde adamla çocuk yürüyorlardı ikisi de tavşan uykusunda uzaktan yakından ilgileri yoktu gökkuşağıyla. yemin ederim içimde bir sıkıntı o günden beri çocuğa yedi rengi bir arada işaret edemediğimden Saate baktım yirmibeş yaşındayım Geç kalmadım tanrım yeniden inanmaya Aşka geç kalmadım. Ardında yıkık şehirler ve leylaklar bırakan Bir cümle dudaklarımı geçip beni ihlâl etti Saate baktım müthiş bir yenilme vaktindeyim Sevgilim Ben nerede yağmur yağarsa orada şemsiye kırmanın kitabıyım Ve en güzel cümlen sensin. Saate baktım buzlar ve çiçekler arasındayım Gömleğim asyaya düşerken Beni yanlışsız sakla bu son görünüşüm Mıgırdıç'ı sever de Osman'ı sevmez zındık İti-domuzu sever, insanı sevmez zındık İster ki diz üstüne çökertilsin Türkiye Ekmeğini yer amma vatanı sevmez zındık.. 18.12.2008 İşte gidiyorum çeşmi siyahım Önümüze dağlar sıralansa da Sermayem derdimdir servetim ahım Karardıkça bahtım karalansa da. Haydi dolaşalım yüce dağlarda Dost beni bıraktı ah ile zarda Ötmek istiyorum viran bağlarda Ayağıma cennet kiralansa da. Bağladım canımı zülfün teline Sen beni bıraktın elin diline Güldün Mahzuni'nin berbat haline Mervan'ın elinde parelense de Susadım Üç tane elma soydular,üç tane portakal Nafile Bir bardak suyun yerini tutmadı Acıktım Kuş sütü,kuru üzüm getirdiler Nafile Bir çimdik somunun yerini tutmadı Seni düşündüm sevgilim şükrederek Su gibi aziz olasın her daim Ekmek gibi mübarek. Hastalık ve ölüm çevirir küle Bütün ateşleri bizim'çin yanan. Aşk ve şevk dolu bu iri gözlerle, Kalbimin boğulduğu bu ağızdan,. Bu öpüşten merhem gibi etkili, Bu coşkudan bir ışık kadar keskin, Ne kalır? Ruhum, bu dehşet verici! Sadece üç çizgi, soluk bir resim,. Ölür, benim gibi bir yalnızlıkta, Ve zaman, o küfürbaz ihtiyar ki, Sürtünüyor her gün sert kanadıyla.... Hayat ve Sanatın kara katili, Öldürmeyeceksin bende kalanı Zevkim ve şanım olan kadını! . Çeviri: Ahmet NECDET Her gün yeni bir yangında hayatım Acılardan acılara sürgünüm Sende başlar sende biter isyanım Yalnızlıktan yalnızlığa sürgünüm. Ateş olsan duman olsan kar etmez Giden gider yollar geri getirmez Bu talih de seni bana yar etmez Ayrılıktan ayrılığa sürgünüm. Işık seçtim gözlerini gönlüme Yorgan gibi çekip gittim üstüme Kimliğimden adresimden kime ne Sokaklardan sokaklara sürgünüm. Yetmiyor ah isyanlarım yetmiyor Dağda sürgün taşta sürgün bitmiyor Hasret bana pusu kurmuş bekliyor Gecelerden gecelere sürgünüm. Yağmurlar yağdı ve hiç dinmedi Her biri saydam çiçeklenen saçında Yağmurlar daha çok pencereler içindi Öksüzdüm, gözyaşıydım dudağında Bir sancıydım boğuk akşamlar gibi. Büyüdükçe büyüdü isli ve yalnız olmak Kirazını soldurdu ağaçların Nasıl devrildi taşlar üstümüze Çoğalan nasıl boydan boya kuşkular Kar dizboyu ölümü sokakların. Ezgiler sabahlarda eriyecek Gözlerin uykumda yeşerir durur Kalsam çağlar boyu yokluğunun kapısında Yaşamak bunca umuda yeniden varmak olur Ölmek, seni duymamak bir gün daha Her bulunduğum yerde yitiriyorum seni Yanıbaşımda öldüğün oluyor kimi gün Ya da ben ölüyorum sessizce gözlerinde Bir yaprak kımıldıyor hafiften Bu sessizlik bir kasırga başlangıcı Kükremeye hazırlanışı denizin Bu, aslanların sarı, vahşi gözlerindeki ölüm parıltısı Bu bir yerde erimek Apansız yok olmak belki de Ve sonra susmak, susmak yüzyıllar boyu Beni unuttuğun bir uzak çizgide. Tuvale sürdüğüm boya değil artık Kırmızı kan rengidir gözlerimin En karadan daha kara yok Oysa en beyazdın sen gecelerimde O bana en yakın renkti tüy gibi Buram buram sıcaklığını çizerdim duvarlara Kokun bir tuhaftı çocuksu Sonra katmerli bir gül gibiydi baygın Gecenin en koyulaştığı o yerde Düşerdi ellerime darmadağın.. Öten bir ishak kuşudur şimdi Haber getirir ölümlerden, dinle Yaşamak bir manga asker karşımda Ateş etmeyin diyorum Bir diyeceğim var Gözlerimi bağlamayın Son defa görmek istiyorum insanı Göğü, güneşi, denizleri Ve bu son ölümün olsun diyorum Bir daha öldürmeyin beni.. Kibritim ıslak Sigaram yanmıyor Ne olur bir ateş verin Bu ilk aldanışım değil Bu ilk sönüşü değil umutlarımın Ben bu denizin son kıyısıyım.. Bir cam kırıldı uzakta Ta uzakta, içimde bir cam kırıldı Bütün şiirlerim anlamsız şimdi Resimler renksiz, şarkılar ruhsuz Hiç bir şey artık avutamaz beni Bakın, bir çağ devriliyor içimde sersefil Son şair de kırdı son kelemini. İlk meşaleyi kim yaktı bu karanlıkta Kimdi aydınlatan benim zindan gözlerimi Sevilmek mi O son artığı en ilkel çağların Bir mağara duvarındaki en eski resim Ya sevmek Hiç sönmeden bir ömür boyu O en güzel huy benimsediğim Yıkıldıkça tutunduğum dal bu boşlukta O en insancıl gerçeğim benim. Ben hep böyle yüzyıllar boyu sevdim Çağlar boyu Kopkoyu bir geceydi yaşadığım sevince Ellerimi arardım, bulamazdım çoğu gün Bir saklayan vardı beni Bir tutan vardı Sana yaklaşamazdım Anlayamadığım korkular vardı içimde Hep böyle seninle sensiz kalırdım ben Bir kıvılcım sönerken Bir yanardağ patlardı içimde.. Ko şimdi ben yalnız öleyim Vur ellerimi ekmeğimi al Tiksinir beni kim görse sensiz Utanır yalnızlığım bana baktıkça Aynalar mı Hani nerdeler Kimbilir kaç yüzyıl oldu kendimi görmeyeli Adım mı neydi Besbelli unutmuşum Hadi vur Hadi öldür Kurtar beni ezilmekten çürümekten Hadi gel, açtım kollarımı Bir zaman Ölmeye vaktim mi vardı seni sevmekten. Sen büyüyen bir sessizliktin içimde Beni ben eden en duru ırmaktın En güzeliydin mozaiklerin Seninle maviydi gökyüzüm Çiçeklerim sende yeşerirdi Sen bambaşka bir evren yaratırdın Sularımdan güneşimden rüzgarımdan Bak! Nasıl da her şey değişiverdi apansız Şimdi bu karanlıklarda yapayalnız Mavi mavi bir resim ağlar duvarlarımdan. Ben bir tohumum Al beni toprağa ek yeniden Neredesin hani ne oldun Antik bir kadın başı mıydın Yoksa bir deniz miydin eskiden Yosunların kurudu mu öldü mü balıkların Hani bir Nefertiti yaşamıştı eski Mısır'da Yoksa o muydun sen Hadi, anlat bana neydin Belki de uzak belirsiz bir noktaydın sen Öyküme girmeseydin. İnsan bir kere ölür Her gün ölen umutlarımızdır içimizdeki Paramparça olmuş sevgilerdir Her aldanış Yeni bir aldanışa hazırlar bizi Zamanla renkler değişir Donuklaşır anılar Silinir usumuzdan Güzel olan ne varsa Görür içindeki bütün hayallerin öldüğünü İnsan yaşarsa. Ve bir gün insan da ölür Çimen gibi yaprak gibi Sarsılır yeryüzü yerinden Devrilen koca bir ağaçtır sanki Durur atışları yorgun kalbimizin El, ayak kesilir Göz ölür, dudak ölür, kan ölür Susar ta içimizde Yıllardır çalan çalgı Bütün teller ses vermez olur Acılar diner Ve bir gün biter bu çirkin oyun Perde iner... Kandilli'de eski bahçelerde, Akşam kapanınca perde perde, Bir hatıra zevki var kederde.. Artık ne gelen, ne beklenen var; Tenha yolun ortasında rüzgar Teşrin yapraklarıyla oynar.. Gittikçe derinleşir saatler, Rikkatle, yavaş yavaş ve yer yer Sessizlik daima ilerler.. Ürperme verir hayale sık sık, Her bir kapıdan giren karanlık, Çok belli ayak sesinden artık.. Gözlerden uzaklaşınca dünya Bin bir geceden birinde guya Başlar rü'ya içinde rü'ya. Bir çift güvercin havalansa Yanık yanık koksa karanfil Degil bu anılacak şey degil Apansız geliyor aklıma.. Neredeyse gün doğacaktı Herkes gibi kalkacaktınız Belki daha uykunuz vardı Geceniz geliyor aklıma.. Sevdiğim çiçek adları gibi Sevdiğim sokak adları gibi Bütün sevdiklerimin adları gibi Adınız geliyor aklıma.. Rahat döşeklerin utanması bundan Öpüşürken o dalgınlık bundan Tel örgünün deliğinden buluşan Parmaklarınız geliyor aklıma.. Nice arkadaşlar gördüm Kahramanlıklar okudum tarihte Çağımıza yakışan vakur sade Davranışınız geliyor aklıma.. Bir çift güvercin havalansın Yanık yanık koksa karanfil Değil unutulacak şey değil Çaresiz geliyor aklıma. Kimseyi aramıyorum kapandım kendime Kimse de artık beni aramasın Koşa koşa gelen yazı denizi Her duyguyu her düşünceyi Tek başıma yaşarım. Birilerini aradım kapılarını çaldım Yıllarca belki de yüzyıllarca Anlatmak istedim kendimi birilerine Neye yaradı bunca yakınlığım. Sandılar ki onlar olmadan Taşıyamam kendimi bir yerden bir yere Oysa benim tek amacım şuydu Birlikte gidelim güzelliklere. Yüreğim uyuyan dalgalar gibi durgun Kafam tam anlamında bir kaçak Ben kimselerin anmadığı adam Yüzyıl yaşamış gibi yorgun Daha dün doğmuş gibi çocuk Dalâile düşmüşlerden başka kim Rabbinin rahmetinden ümîdini keser? (Hicr Suresi, 56. Ayet). Lâkin, hani bir nefhası yok sende ümîdin! «Ölmüş» mü dedin? Âh onu öldürmeli miydin? Hakkın ezelî fecri boğulmazdı, a zâlim, Ferdâların artık göreceksin ki ne muzlim! Onsuz yürürüm dersen, emîn ol ki yürünmez. Yıllarca bakınsan, bir ufak lem’a görünmez. Beyninde uğuldar durur emvâcı leyâlin; Girdâba vurur alnını, koştukça hayâlin! Hüsran sarar âfâkını, yırtıp geçemezsin. Arkanda mı, karşında mı sâhil, seçemezsin. Ey, yolda kalan, yolcusu yeldâ-yı hayâtın! Göklerde değil, yerde değil, sende necâtın: Ölmüş dediğin rûhu alevlendiriver de, Bir parça açılsın şu muhîtindeki perde. Bir parça açılsın, diyorum, çünkü bunaldın; Nevmîd olarak nûr-i ezelden donakaldın! . Ey, Hakk’a taparken şaşıran, kalb-i muvahhid! Bir sîne emelsiz yaşar ancak, o da: Mülhid. Birleşmesi kàbil mi ya tevhîd ile ye’sin? Hâşâ! Bunun imkânı yok, elbette bilirsin. Öyleyse neden boynunu bükmüş, duruyorsun? Hiç merhametin yok mudur evlâdına olsun? . Doğduk, «yaşamak yok size! » derlerdi beşikten; Dünyâyı mezarlık bilerek indik eşikten! Telkîn-i hayât etmedi aslâ bize bir ses; Yurdun ezelî yasçısı baykuş gibi herkes, Ye’sin bulanık rûhunu zerk etmeye baktı; Mel’un aşı bir nesli uyuşturdu, bıraktı! «Devlet batacak! » çığlığı beyninde öter de, Millette bekà hissi ezilmez mi ki? Nerde! «Devlet batacak! » İşte bu öldürdü şebâbı; Git yokla da bak, var mı kımıldanmaya tâbı? Âfâkına yüklense de binlerce mehâlik, Batmazdı bu devlet, «batacaktır! » demeyeydik. Batmazdı, hayır batmadı, hem batmayacaktır; Tek sen uluyan ye’si gebert, azmi uyandır. Kâfî ona can vermeye bir nefha-i îman; Davransın ümîdin, bu ne haybet, bu ne hirman? Mâzîdeki hicranları susturmaya başla; Evlâdına sağlam bir emel mâyesi aşla. Allah’a dayan, sa’ye sarıl, hikmete râm ol... Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol.. İstanbul, 30 Teşrînievvel 1335 (30 Ekim 1919) İçtim o bin yıllanmış testiden, içtim, içtim, Örtüler arasında yeryüzü beğenisiyle Ayışığını paylaşırdı bacakları, Öptüm ayak parmaklarını, öptüm, öptüm.. Put'unu cezalandırıyor kır delisi; Oğlan iki ev ötede, Londra'dan gelmiş; Yazsınlar felaketlrein hep çift geldiğini, Garson acıması tutmuş içkievini.. Orta oyunumuzun dekoru bir kağıt mendil Keşke yalnız bunun için sevseydim seni. bırakıp gittin beni bütün kapılarda bütün çöllerde tek başıma kodun şafakta arayıp öğle vakti yitirdiğim vardığım hiç bir yerde değildin sensiz bir odanın sahrasını nasıl anlatsam hiçbir şeyin seni andırmadığı bir pazar kalabalığını denizde dalgakırandan da boş boşluğunu bir günün seslenip de senden cevap alamadığım sessizliği. bırakıp gittin beni kalarak olduğun yerde hareketsiz her yerde bırakıp gittin beni gözlerinle düşlerin yüreğiyle bırakıp gittin beni yarım kalmış bir cümle gibi bırakıp gittin düşen hep ben oldum en küçük kımıldanışında senden. başını çevirdiğin için ağladığımı görmedin hiç bana bakıp görmediğin için ben yokken içini çektiğin için. ayağına düşen gölgene acıdın mı hiç sen Ölüler bağrıyor mezarlarından; Yolcular, oturun taşlarımızda! Onları deviren biziz toprağa, Biz attık onları böyle ayağa; Sakın atlamayın kenarlarından! Ölüler bağrıyor mezarlarından.... Yolcular, uzanın yere upuzun; Dayayın taşlara başlarınızı! Tüy yastıklar gibi rahat başımız! Birleşsin bir lâhza orda başımız! Bizdedir cevabı kuruntunuzun; Yolcular, uzanın yere upuzun!. Ben de bir gün böyle haykıracağım: Yolcular, oturun mezar taşımda! Yolcular önemde fısıldaşacak, Yolcular aşılmaz yollar aşacak. Taşımı yerlere yatıracağım; Ben de bir gün böyle haykıracağım!. (1935) Ana, eski günlerinden Gelen, tadlı bir düş gördü... Baba, dilediğinden çok Altın gördü, gümüş gördü.. Engelleri yene yene, Yol olmuştu ayla sene: Delikanlı, ülküsüne Giden bir yürüyüş gördü.. Gecelerin ortasında Neler yoktu aynasında: Küçücük kız, rüyâsında Kendini büyümüş gördü. Gök kubbenin altında yatar, al kan içinde, Ey yolcu, şu topraklar için can veren erler. Hakk’ın bu velî kulları taş türbeye girmez; Gufrâna bürünmüş, yalınız Fâtiha bekler.. Hilvan, 27 Kânûnievvel 1340 (27 Aralık 1924) Dertleşek diyorsun dertli kardeşim Bu benim derdimi dil tarif etmez Ben doğdum doğalı akar gözyaşım Bunu ırmak nehir sel tarif etmez. Düşündükçe çöker gam üstüne gam Gam çöktükçe içtim dem üstüne dem Her baktıkça yardan aldığım ilham Onu arı çiçek bal tarif etmez. Yanar şu bağrımda bu aşkın közü İşte böyle yakar pişirir bizi O kadar güzel ki cananın yüzü Onu lale sümbül gül tarif etmez. Her aşık severek eylemiş methi Çile çektirmeden etmez ülfeti Şekile sığarsa hüsnü sıfatı Hüdai’den başka kul tarif etmez varsa devran içinde devran bu devranın devranıyız biz o canlar ki cananından taşra düşmüştür cananıyız biz. gönül mahzun ay karanlık yıldızlar gözden nihan olsa da arşı ferşi ışıktan titretecek bir aydınlık imkanıyız biz. ince bir yağmura gerçi asılmıştır -serez'in esnaf çarşısı'nda- uzadıkça uzar gölgesi darağacından o asırdan bu asıra şeyh bedrettin-i simavi'nin elhak/devamıyız biz. geçer mermi ıslıklarıyla / tek tek vurduğunu dağıtan sunturlu mısralar rediflerin gümbürtüsü akla ziyan tantanalı bir kavganın demek gazelhanıyız biz. tohum ağaç ve orman ölümün içerdiği hayat buhara inkilap eden su -iriş dede sultanım iriş- gün bu gün saat bu saat diyalektiğin fermanıyız biz gökten zembille inen sadece aşktir ve ölüm daha şık durur bronz bir tende her daim sıfır kilometre bir gün var önümüzde gir ve ortalığı karıştır. . ah diyorum, ahi bilir misin sen dünya dedikleri gömgök bir yatır nereden bilmiş beni, röntgeni icat eden otuz yıl yaşadım elde var sıfır. . git ve körünü öldür, bitsin artık nazları şöförlerin kurşunlaması gibi birtakım tabelaları iştah kabartan ne varsa iste onları vurmak, her insana yakışır. . dünya küçük demişlerdi, nerdesin kuyruğunu bırakması gibi bir kertenkelenin kim böyle orta yerde bırakır ve yazmaz birkaç satır. . bana günahtir, nereye gidersem orası senin yurdun çünkü aklımdan çıkmıyorsun. Pek rengine aldanma felek eski felektir Zira feleğin meşreb-i nasazı dönektir. Ya bister-i kemhada ya viranede can ver Çün bay u geda hake beraber girecektir. Allah'a sığın şahs-i halimin gazabından Zira yumuşak huylu atın çiftesi pektir. Yaktı nice canlar o nezaketle tebessüm Şirin dahi kasdetmesi cana gülerektir. Bed-asla necabet mi verir hiç üniforma Zerduz palan ursan eşşek yine eşşektir. Bed-maye olan anlaşılır meclis-i meyde İşret güher-i ademi temyize mihenktir. Nush ile yola gelmeyeni etmeli tekdir Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir. Nadanlar eder sohbet-i nadanla telezzüz Divanelerin hemdemi divane gerektir. Afv ile mübeşşir midir eshab-ı meratib Kanun-i ceza acize mi has demektir. Milyonla çalan mesned-i izzete serefraz Birkaç kuruşu mürtekibin cay-i kürektir ................. Günün tükendiği bu saatlerde Tüm doğa canla başla çalışıyor. Gece vakti bu yıldızlardan inen Ne acayip bir korkudur kim bilir? . Etkisinde kalmış nice gizemin, Kaygılı, bir yandan tir tir titriyor, Karanlıkta, bilinmeyen bir gücün Gözlerini üstünde hissediyor.. Ne büyük dehşet kendini tanımak! Kaçışı olmadan, durmadan çalışmak, Ebediyetin içinde devinen Varlığın merhametine kalmak! . Bu nasıl kara, zor bir bulmaca Amaçlar ve çözümler gizleniyor, Birileri titrerken aşağıda, Yukarda birileri düş görüyor.. (1888-97) . Fransızca'dan çeviren: Tozan ALKAN Müslümanlık nerde bizden geçmiş insanlık bile Alem aldatmaksa maksat aldanan yok nafile Kaç hakiki müslüman gördümse hep makberdedir Müslümanlık bilmem ama galiba göklerdedir. Varsa şayet söyleyin bir parçık insafınız Böyle kansızmıydı haşa kahraman eslafınız Böyle düşmüşmüydü herkes ayrılık sevdasına Benzeyip şirasesiz bir mushafın eczasına Hiç görülmüşmüydü olsun kayd ı vahdet tarumar Böyle olmuşmuydu millet can evinden rahnedar Böyle açlıktan bogazlarmıydı kardeş kardeşi Böyle adetmiydi bi perva yemek insan leşi. Irzımızdır çiğnenen evladımızdır doğranan Hey sıkılmaz ağlamassan bari gülmekten utan. Kurt uzaklardan bakar dalgın görürmüş merkebi Saldırırmış ansızın yaydan boşanmış ok gibi Lakin aşk olsunki aldırmazda otllarmış eşşek Sanki tavşanmış gelen yahud kılıksız köstebek Kar sayarmış bir tutam fazla olsun yutmayı Hasmı derken çullanırmış yutmadsan son lokmayı. Bir hakikattır bu bildiğin usluba sok Halimiz merkeple kurdun aynı asla farkı yok Burnumuzdan tuttu düşman biz boğaz kaynındayız Bir bakın halamı hala ihriras ardındayız Saygısızlık elverir bir parça olsun arlanın Vakti çoktan geldi hem geçmektedir arlanmanın Davranın haykırmadan nakus-u izmihlaliniz Öyle bir buhrana sapmıştırki zira haliniz Zevke dalmak şöyle dursun vaktiniz yok mateme Davranın zira gülünç olduk aleme Bekleşirken gökte yüzbinlerce ervah intikam Yerde kalmış naşa benzer kavm için durmak haram Kahraman ecdadınızdan sizde bir kan yokmudur Yoksa istikbalinizden korkulur pek korkulur Bir ufka vardık ki artık Yalnız değiliz sevgilim. Gerçi gece uzun, Gece karanlık Ama bütün korkulardan uzak. Bir sevdadır böylesine yaşamak, Tek başına Ölüme bir soluk kala, Tek başına Zindanda yatarken bile, Asla yalnız kalmamak.. Şafakları ben balığa çıkarım Akan akmayan sularda Benim, bütün tezgahlarda paydosa giden Bir bahar akşamı dünyada. Ben dört duvar arasında değilim Pirinçte, pamukta ve tütündeyim, Karacadağ, Çukurova ve Cibalide.. Zehirli kör yılanları Ve sıtmasıyla Gün yirmidört saat insan avında Karacadağda çeltikler. Bir kız çocuğunun gözyaşı gibi - Ayak bileklerinde bir dizi boncuk, Sol omzunda nazarlık, Dağ başında unutulmuş üşümüş, Minicik bir aşiret kızının - Damla-damla, berrak olur pirinci. Kamyonlarla, katır kervanlarıyla Beyler sofrasına gider.... Çukurovam, Kundağımız, kefen bezimiz Kanı esmer, yüzü ak. Sıcağında sabır taşları çatlar, Çatlamaz ırgadın yüreği. Dilerse buluttan ak, Köpükten yumuşak verir pamuğu. Külhan, kavgacıdır delikanlısı, Ünlü mahpusanelerinde Anadolumun En çok Çukurovalılar mahpustur, Dostuna yarasını gösterir gibi, Bir salkım söğüde su verir gibi, Öyle içten Öyle derin, Türkü söylemek, küfretmek, Çukurova yiğidine mahsustur.... Tütünü bilir misin? "Kız saçı" demiş zeybekler, Su içmez her damardan, Yerini kolay beğenmez, Üşür Naz eder, Darılır İki parmak arasında kıyılmış, Bir parçası var kalbimin İncecik, ak kağıtlara sarılır, Dar vakit yanar da verir kendini. Dostun susan dudağına.... Sokaklardan, Kıyılardan, Gök mavisinden, Ekmeğinden, Canevinden ayrı düşmeye Yani bütün hasretlerin kahrına Ve zehrine çaresiz kalmaların, İlk nefesi Hızır gibi yetişir Cibalide sarılan cıgaranın.... Tütün isçileri yoksul, Tütün işçileri yorgun, Ama yiğit Pırıl - pırıl namuslu. Namı gitmiş deryaların ardına Vatanımın bir umudu... İhtiyarlık ile gençlik diyerek, Şu hayatı ikiye böldürme! Ey büyüken de büyük Allah'ım, Benden evvel s..imi öldürme! İstek ve aşk onları kavramış saçlarından Sürüklüyordu. Gök mordu; Ayışığı ihtiyar çınar ağaçlarından Yüzlerine düşüyordu. . Fısıl fısıl binlerce dudaktı yaprakları Dalcıkların kuytularda; Onların da kopmuş birer yaprak, dudakları Akıp gidiyor sularda. . Sürükleniyordu aşkın sesine doğru; Aşkın çağrısı tez, keskin. Bir ateş yanıyordu Sibiryalarında bu Işıksız serserilerin: . - İçimi gıcıklıyor bu ıhlamur kokusu Bu ıhlamur kokusu, ah! Ya görünmez güllerin kokuları! .. - Hep pusu Hep pusu bana, kah kah kah... . - Bir kedi sever gibi okşasın istiyorum Parmakların saçlarımı. Bu gece bütün ömrüm yaşasın istiyorum Doyur bütün açlarımı! . Birleşelim bu gece tek bir göğüste atan Kalbinde bin sevişmenin. İçsem şu damlayan ayışığını dallardan Ak südü sanki memenin. . Ölsek bile ne çıkar! tek böyle sarmaş dolaş Şuracıkta sabah sabah Birbirinde başlamış, birbirinde tükenmiş İki ölücük... - Kah kah kah... . Erkek susamış yılan gibi sokulgan, kıvrak Uzanıyor gözlerine; Bir şey boşalıyor lık lık lık, kadında sıcak Bir kan gibi ta derine. Geçti yaz günlerinin güzelliği Açık pencereler, damlar, bahçeler. Her şey ne sıcaktı, her şey ne iyi Hatta o karanlık, aysız geceler.. Hani o gezmeler kırda denizde? Hani o cümbüşler, sazlar temmuzda? Ağustos mehtabı tam üstümüzde Plajlarda neydi o eğlenceler? . Yaşamak diyordum, yaşamak ne hoş! Hele bir gelmesin n'olurdu bu kış. Nerde o kahkaha, o ses, o alkış Şimdi yerini aldı düşünceler... Bir türkü buldurur anmalar seni Sesime uygular sonra yakarım . Kalbim ki sürekli davul solosu Ve aşkın bedeli candır ölümdür . Saçların aklımın darağacıdır Saçların ki çeken sona sonsuza . Yıldızlar gözlerin denetler beni Yıllardır günlerim bir gözaltıdır . Şiirden halılar ayaklarına Umuttan zincirler ayaklarımda . İçimin zehrini konuşsun diye Beklerim rüzgârdan haberlerini Azerî Türkçesi. Bir ananın iki oğlu, Bir amalın iki qolu. O da ulu, bu da ulu Azə rbaycan - Türkiyə .. Dinimiz bir, dilimiz bir, Ayımız bir, ilimiz bir, Eşqimiz bir, yolumuz bir Azə rbaycan - Türkiyə .. Bir millə tik, iki dövlə t Eyni arzu, eyni niyyə t. Hə r ikisi cümhuriyyə t Azə rbaycan-Türkiyə .. Birdir bizim hə r halımız— Sevincimiz - mə lalımız. Bayraqlarda hilalımız Azə rbaycan - Türkiyə .. Ana yurdda - yuva qurdum, Ata yurda könül verdim. Ana yurdum, ata yurdum Azə rbaycan - Türkiyə .. Türkiye Türkçesi. Bir ananın iki oğlu, Bir amacın iki kolu. O da ulu, bu da ulu Azerbaycan - Türkiye.... Dinimiz bir, dilimiz bir, Ayımız bir, yılımız bir, Aşkımız bir, yolumuz bir Azerbaycan - Türkiye... . Bir milletiz, iki devlet Aynı arzu, aynı niyet. Her ikisi cumhuriyet Azerbaycan - Türkiye.... Birdir bizim her halimiz Sevincimiz, melalimiz. Bayraklarda hilalimiz Azerbaycan - Türkiye.... Ana yurtta yuva kurdum, Ata yurda gönül verdim. Ana yurdum, ata yurdum Azerbaycan - Türkiye... Kara, yağmura doğru, Rüzgara karşı, buğulu Uçurumlar arasından, Sislerin ortasından, Yılmadan! Durmadan! Sıkılmadan! Yorulmadan! . Daha çok gam üstlenip Yaşamak isterim ben, Hayatın gani tadını alıp Taşımaktansa mütemadiyen. Onca meyiller muzdarip Kalpten kalbe akar, Aman, nasıl da garip Neşreder tüm ağrılar! . Nereye kaçayım? Ormana mı dalayım? Herşey nafile! Ömrün tahtı çile, Huzuru ve tacı, Aşk, sensin Acı! . Çeviri: Musa Aksoy Memnunum yaşamaktan Güzel bir kadın görsem Gönlüm şenlenir İki kadeh içsem Başım dumanlanır Hele bir de sevebilsem İnsanları canı yürekten Dünyalar benim olur Ayla örtünüyoruz çağlardır, buğulu camlar ve farklanmış yüzümüzle. Başkaları uygarlıktan söz ediyor, bilmeden her geriye dönüşün belki ulaşılmaz bir ileriye adım olduğunu. Tohumdan korkuyoruz, yeryüzünün ilgisizliği hafif kılıyor bedenlerimizi, bakışımız göğe yönelirken yürekler serin tutuluyor. Sonra her çınlamayla endişe güğümleri omzuma biniyor; toprağın değişmezliği, yapıların kalıcılığı, anaların istemi kadar tehdit edici yükler. Örümcek ağında gizlenen eski yazılar kinin kuşkusunu kusuyor. Yeniden hatırlanıyor bir zamanın beyaz evleri, dudakların uyarısıyla sonu ertelenen aşkın iyicil kucağı açılıyor, öte dünyanın gerçek konutlarında. Çerçeveleri yalnızlıklarımızdan oluşan, kapıları acılardan örülmüş, toz, taş, geçmiş ve şimdiyi saklayan güzellik! Hiç bitmesin diyoruz dingin tavrımız, bir kez seçilmiş uğraşı yaşamdan ayırmamakla. Arınalım, arınalım artık yolsuzluklarından şu densiz yeryüzünün kalık çirkefinden; sevgi yazısıyla! Çiçekçilere soruyorum,kupa papazlarına,kumrulara Eğreltiotlarına Kimya kitaplarına Karpuz satıcılarına soruyorum balkondan bağırarak Bilmemek ayıp değil ki öğrenmemek ayıp Ama sevdamızın her şeyden bir fazla oluşuna kimsenin aklı ermiyor Okul kırmış çocuklardan bir fazla uçarı Adem'le Havva'dan bir fazla çıplak Gerçi esmeriz ya,Marliyn Monroe'dan bir fazla sarışın Bir fazla İstanbul efendisi yaşlanmış çınarlardan İstanbul dedim de aklıma orda olduğum geldi Karı muhabbetlerinde mi her allahın günü Carıl curul mu yine tatlı kaçık İstanbul Ne halt edersen et en çok sedef bakışını arıyorum senden ayrıyken En çokdan çok da dünyaya meydan okuyan gülüşünü Şiirim diyorum ona,bu sözü bir fazla hak ediyor bütün şiirlerimden Yaban gülüm diyorum Çılgınlığım Vazgeçemediğim Birden güvercinli güvercinli gülüyorum Bak Sevdemıza bir numara dar geliyor sanki şimdi yeryüzü Bir sürü çiçek ama saydırmaya kalkma Ayrı ayrı kadınlardan koparılmış Kadınlardan ya hem de bilsen nerelerinden Kahin-klin kahin-klin Ben ne kadar öbür çiçekleri denesem Senin ki gül oluyor aralarında. Bir sürü güvercin havalan.Saçların Bunlar tıpkı senin sevilmede ki saçların Kanatlarımdan bellidir yeni açılmış sokaklarda Gülüm-mera gülüm-mera Bir güvercin akıntısında kesin güvercinler Uçsuz bucaksız bana bakıyorsun. Bir sürü Süleyman Vagon-Blö'de İçlerinden biri Vagon-Blö'de En fazla kibarı en fazla penceresi olan Çal-para çal-para Açlığa saygısından olacak Beni görünce şapkasını çıkarıyor.. (1956) Severim kırlarda ben yaşamayı, On iki ayı. Severim kırların yeşil göğsünü, Bütün süsünü.. İstemem başımın üzerinde dam, Tabiat odam. İstemem topraktan başka bir yatak, Kehkeşanlar tak.. Kuşlardan savrulan bir incecik tüy, Üstümde örtü. Ve aydan kırpılan bütün yıldızlar, Rüyamda kızlar.. Her sabah neşeyle uyanan bir eş, Koynumda güneş. Dallarda ötüşen kuşlar kabilem, Bilmezler elem.. Ağlarsak bizimle beraber olur, Hemşirem yağmur. Sızlarsak bizimle beraber sızlar, Kardeşim rüzgâr.. İsteyen toplasın binlerce arşın, Karlardan kışın. Mutlaka öptürür bağlarda temmuz, Çıplak bir omuz.. Severim kırlarda ben yaşamayı, On iki ayı. Severim kırların yeşil göğsünü, Bütün süsünü.. Ölürsem istemem ne yas, ne kefen, Ne başka bir fen. Üstümden kalkmasın çimen, çiy, yosun, Ruhum uyusun. Bir yaprak gönder bana, bir koruluktan koparılmış olsun, hiç değilse evinden yarım saat öteden. Sen oraya dek yürür güçlenirsin, bense kalkar teşekkür ederim sana o güzel yaprak için. Ben, Gülebilmemiz için ağlıyan Ağlıyabilmemiz için gülen adam. Ben bir tarik-i dünya. Hallac-ı Mansur'dan sonra Benim derim yüzülecek Zonguldak'ta Ve gözlerime mil çekilecek.. Ben bir tarik-i dünya Ne ev ne bark Ne çoluk çocuk sahibi. Bütün malım mülküm Ellerim ayaklarım Ve gözlerim. Kupkuru bir kuyudayım ki Yusuf'u özlerim. Bir beyaz rahmettir, bir yeşil murat Görmeyen ne bilir oy bu sevdayı! Tüter buram buram, yücelir kat kat Arttırır gün, hafta, ay bu sevdayı.. Değişir bu mevsim, bu poyraz keser Yurdumda davamın rüzgârı eser Gün gelir anlayıp bağrına basar Şehir bu sevdayı, köy bu sevdayı.. Yeminim var oğlum kızım üstüne Yazdım nakış nakış özüm üstüne Çilesi belası gözüm üstüne Derdimin dermanı say bu sevdayı.. Mukaddes hareket, mübarek mânâ Türk-İslâm ülküsü büyür yan yana Alır bir kaynaktan döker ummana Irmak bu sevdayı, çay bu sevdayı.. Batılın çokluğu uzaktır bizden Severim, tutarım hak olan azdan En soylu türküden, en doğru sazdan Dinle bu sevdayı, duy bu sevdayı.. Bedenime korkak yürek yüklemem Tatlı diye öz canımı saklamam Öldüğümde çalgı, çelenk beklemem Al götür kabrime koy bu sevdayı.. (Kan Yazısı) Dostun bahçesine bir hoyrat girmis Korudur hey benli dilber korudur Gülünü dererken dalını kırmış Kurutur hey benli dilber kurutur. Şu meydanda serilidir postumuz (*) Çok şükür Mevlâ'ya gördük dostumuz Bir gün kara toprak bürür üstümüz Çürütür hey benli dilber çürütür . Kendisi okur da kendisi yazar Hak hilâl kaşına eylemiş nazar Senin akranların cennette gezer Hürüdür hey benli dilber hürüdür. Hangi dinde isen ona tapayım Yarın mahşer günü bile kopayım Eğil bir yol ak gerdandan öpeyim Beri dur hey benli dilber beri dur. Dervişe n'olursa kendi tacından(*) Irakibe ölüm yâre geçinden Benzimin sarısı senin ucundan Sarıdır hey benli dilber sarıdır. Pîr Sultan Abdal'ım başından başlar İyisini yer de kemini taşlar Bin çiçekten bir kovana bal işler Arıdır hey benli dilber arıdır. (*) Post: Alevî Bektasî törenlerinin yapıldığı meydanda (odada) tarikat ulularının onikisinin makamı sayılan oniki post. (*) Taç : Dervislerin giydigi başlık -Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu? - (Kuran-ı Kerim) . Olmaz ya... Tabii... Biri insan, biri hayvan! Öyleyse cehalet denilen yüz karasından. Kurtulmaya azmetmeli baştanbaşa millet. Kâfi değil mi, yoksa bu son ders-i felaket? . Son ders-i felaket neye mal oldu? Düşünsen: Beynin eriyip yaş gibi damlardı gözünden! . 'Son ders-i felaket' ne demektir? Şu demektir: Gelmezse eğer kendine millet, gidecektir! . Zira, yeni bir sadmeye (çarpmaya) artık dayanılmaz; Zira, bu sefer uyku ölümdür; uyanılmaz! . Coşkun, koca bir sel gibi, daim beşeriyyet, Müstakbele (geleceğe) koşmakta verip seyrine şiddet.. Dağlar, uçurumlar, ona yol vermemek ister... Lakin o, ne yüksek ne de alçak demez örter! . Akvam (kavimler, milletler) o büyük nehre katılmış birer ırmak... Elbet katılır... Hangisi ister geri kalmak? . Bizler ki bu müthiş, bu muazzam cereyanla Uğraşmaktayız... Bak, ne kadar çılgınız anla! . Uğraş bakalım, yoksa işin, hey şaşkın! Kurşun gibi sur'atli, denizler gibi taşkın. Bir çağlayanın menba-i dehhaşına (dehşetli kaynağına) doğru Tırmanmaya benzer, yüzerek, başka değil bu! . Ey katre-i avare (zavallı damla) , bu cuşun, bu huruşun Ahengine uymazsan, emin ol, boğulursun! . Yıllarca, asırlarca süren uykudan artık, Silkin de muhitindeki zulmetleri yak, yık! . Bir baksana: gökler uyanık, yer uyanıktır; Dünya uyanıkken uyumak, maskaralıktır! . Eyvah! Bu zilletlere sensin yine illet... Ey derd-i cehalet, sana düşmekte bu millet,. Bir hale getirdin ki, ne din kaldı, ne namus! Ey sine-i islam'a çöken kapkara kâbus,. Ey hasm-ı hakiki (derçek) , seni öldürmeli evvel: Sensin bize düşmanları üstün çıkartan el! . Ey millet uyan! Cehline kurban gidiyorsun! İslam'ı da batsın, diye tutmuş ye diyorsun! . Allah’tan utan! bari bırak dini elinden... Gir leş gibi topraklara kendin, gireceksen! . Lakin, ne demek bizleri Allah ile iskat (susturmak) ? Allah’tan utanmak da olur, ilim ile... Heyhat! . 18 Cemaziyelevvel 1331 11 Nisan 1329 1913 Sevgi ne demek bilen varmı, Nerden bileceksiniz sevgiyi, Sevgiden anlarmısın, benim gibi, Sevgiyi severmisin, benim gibi, Ama nerden bileceksinki sen sevgiyi, Benim kadar sevseydin sevgiyi, Belki o zaman anlardın sevginin önemini.... Hayatta ve ölümde ayrıldık Ayrıldı iki beden Gönüllerimiz ayrıldı Seslerimiz ayrıldı birbirinden. Ellerimiz ayrıldı Kokularımız Aynı yatakta uyanmalarımız Gülüşlerimiz Gözyaşlarımız Düşlerimiz ayrıldı birbirinden. Ruhun içindeki gece Kapladı her şeyi birden Burada, adanın denizlerin ortasında çıkıverdiği, bir kurban taşı gibi birdenbire yükseldiği yerde, burada, kara göklerin altında tutuşturuyor Zerdüşt koca ateşini, yollarını kaybetmiş gemicilere işaret ateşi, bir cevap verebileceklere soru işareti.... Beyaz-gri karınlı bu alev -arzulaması yalıyor soğuk uzaklıkları, hep daha arı yüksekliklere uzatıyor boynunu- sabırsızlıkla dikelmiş bir yılan: bu işareti takıyorum kendi kendime. Benim ruhumdur bu alev:. Kanmazca susuz hep yeni uzaklıklara, durgun yalazını fırlatıyor, yukarlara. Ne demeğe kaçtı Zerdüşt hayvandan da insandan da? Ne demeğe bıraktı sağlam karaları? altı yalnızlığı tanımıştı bile ama yetmedi ona denizin yalnızlığı, ada bıraktı tırmansın, tepe bıraktı yansın, alev olsun, bir yedinci yalnızlığı, yukarıya, attı şimdi oltasını arayışla, Ey yollarını kaybetmiş denizciler! Ey sönmüş yıldızların artıkları! Siz ey geleceğin denizcileri! Ey keşfedilmemiş gökler! . İşte atıyorum bütün yalnızlara oltamı: bir cevap verin alevin sabırsızlığına, yakalayın bana, yüksek dağlarda bekleyen balıkçıya yedinci, sonuncu yalnızlığımı! . Çeviri: Oruç ARIOBA Sanma ciddiyet ile sarf ederim sanatımı Ney elimde suyu durmuş kuru musluk gibidir Bezm i meyde sufehanın saza meftun oluşu Nazarımda su içen eşşeğe ıslık gibidir Eşyayı Hakka değil,nefse göre dizenler; Kendi takma gözüne sahte dünya çizenler... 1978 Ben ümitsiz aşklar için yaratılmışım Ayrılıklar için, sonsuz kederler için Ne zaman ta derinden sevsem birini Ezilmeli yeni açmış gülleri kalbimin En güçlü zehir olmalı aşk dedigin Alkol gibi damarlarıma yürümeli Sarmalı her yanımı gece olunca İçimde bir çıbansa büyümeli İnsan sevince her gün bir kez ölmeli Her gün bir başka yerine saplanmalı o kursun Yollara düşmeli, perişan deli divane Erimeli potasında o garip var oluşun Artık uzak bir anıdır huzur ve sukun O büyük yangın başlamışsa yürekte Bir gün gelir de bu çaresizligin Aranır bütün tesellisi ölmekte Oyerde sevilmek de yalan sevmekte Nereye baksan dizboyu karanlık Boşuna bir ışık arama göklerde Her şeyinle aşkın içindesin artık Böyle gitgide derinlere çeker o bataklık Orada ölümsüz olur nice kara sevdalı Sevmek, hiç sevilmeden; korkunç güzel Aşk dedigin karşılıksız olmalı O durmadan kaçıyor; sen ardından gitmiyorsan; o günün her saatinde saklanıyor, sen yollara düşüp deli divane aramıyorsan; o sana acıların en büyüğünü tattırıyo sen bundan en yüce hazzı duymuyorsan; boşuna aldatma kendini, onu sevmiyorsun demektir. Elindeki içki kadehinde, dudağındaki sigarada , okuduğun kitapta, mırıldandığın şarkıda, söylediğin şiirde, gördüğün rüyada ve yasaman için ciğerlerine doldurduğun havada o yoksa; Onun vazgeçilmezliğini anlamamışsan; onu sevmiyorsun demektir. Renkler onunla değerlenmiyorsa, örneğin onsuz kırmızı kırmızılığının, mavi maviliğinin farkında değilse, beyaz yalnız o giydiği zaman güzelliğini haykırmıyorsa, sabahları onu görünceye kadar güneş doğmuyorsa ve onsuz gökyüzü geceleri aya, yıldızlara hasret değilse onu sevmiyorsun demektir. Sokakta gördüğün her yüzde ondan birşeyler aramıyorsan, güzel bir manzara, hüzünlü bir musiki onu hatırlatmıyorsa uykudan uyandığın zaman yasamakta olduğundan önce onu hatırlamıyorsan, omuzlarına dökülmüş sacları, bir sis perdesinin ardında her zaman gülen, ışık saçan gözleri aklına gelmiyorsa, durup durup avuçlarının sıcaklığını özlemiyorsan; Onu sevmiyorsun demektir. Dünyada yaşayan öteki insanların senin için hala bir değeri varsa , ona karsı tutumunu toplumun köhne ve manasız kurallarına göre ayarlayorsan ve açık açık sanki var olduğunu haykırırcasına sevgini söylemiyorsan; Onu sevmiyorsun demektir. Yok o senin için herşeyden değerliyse, gözünü yumduğun anda onu görebiliyorsan, o bütün şarkılarda, bütün şiirlerde, bütün resimlerde ise, ona muhtaç olduğunu söylemekten utanmıyorsan, senin içten ve büyük sevgine karşılık vermeyeceğinden korkmuyorsan, bütün bencil duygularından sıyrılabilmişsen onun için herşeyi, ama herşeyi yapacak gücü kendinde buluyorsan, her hali sana ayrı ayrı güzel geliyorsa, karşısında kendini bir çocuk gibi hissediyorsan, istediği anda onun için ölebileceksen, onun için yaşıyorsan ve yine onun için bildiğin bilmediğin bütün düşmanlıklara karşı koyabileceksen, o her geçen dakika sende biraz daha büyüyorsa ve kendi kendine bile çok sevdiğini bütün samimiyetinle, inanmışlığınla itiraf edebiliyorsan, bir gün o seni hiç, ama hiç sevmediğini söylese bile , senin sevginde azalma olmayacaksa ve ölünceye kadar onu aşkların en ölümsüzü ile sevebileceksen; iste o zaman onu seviyorsun demektir. O sana sevmeyi, gerçek aşkı öğretti. Sen onu hep sevecek ve sevilmenin mutluluğunu tattıracaksın. O, hiç sen olmasan bile, seni bir parça sevmese bile.... Seni düşünüyorum seni Sen ey kavgamın çiçeği. Toprağa su yürürken Dağlar yeşerirken Şafağın kızıl okları Gecenin kalbine dalarken. Seni düşünüyorum seni Sen ey kavgamın çiçeği Bana sen öğrettin kavgayı. Seni özlüyorum seni Sen ey kavgamın çiçeği. Sulara ay düşerken Dalgalar öpüşürken Sokağın titrek lambası Islanan yüzüme düşerken. Seni özlüyorum seni Sen ey kavgamın çiçeği Bana sen öğrettin gülmeyi. Seni seviyorum seni Sen ey kavgamın çiçeği. Seni düşünüyorum seni Sen ey kavgamın çiçeği Bana sen öğrettin gerçeği tibet'e git deveye bin incili oku ayakkabılarını maviye boya sakal bırak kağıttan bir kanoyla dolaş dünyayı the saturday evening post'a abone ol çiğnerken sadece sol tarafını kullan ağzının tek bacaklı bi kadınla evlen ve düz bir usturayla traş ol ve kadının koluna adını kazı benzinle fırçala dişlerini bütün gün uyu ve gece ağaçlara tırman keşiş ol viski ile bira iç kafanı suyun altında tut ve keman çal pembe mum ışığında göbek at köpeğini öldür belediye başkanlığına aday ol bir varilin içinde yaşa baltayla kafanı yar yağmurda lale ek AMA ŞİİR YAZMA! eskiden düşünürdüm: ilerde, çok ilerde çökünce oturduğum evler bindiğim gemiler çürüyünce anarlar benim de adımı başka adlarla birlikte.. çünkü ben faydalıyı övdüm adi buluyorlardı yaşadığım günlerde. çünkü ben dinlerle savaştım zulme karşı çıktım çünkü ya da başka bir şeyden ötürü.. çünkü ben insanlardan yanaydım, saygı duydum, onlara buraktım her şeyi; şiir yazdım, dili zenginleştirdim, pratik yollar öğrettim çünkü, ya da başka bir şeyden ötürü.. düşündüm bu yüzden adım anılır benim durur bir taşın üstünde, alınır kitaplardan basılır yeni yeni kitaplara.. bugünse pekâlâ, unutulsun! ne diye ekmek varsa yeterince, sorulsun fırıncı? ne diye yeni kar bekleniyorsa övülsün erimiş kar? ne diye bir gelecek varsa dursun bir geçmiş? ne diye anılsın adım. Behçet Necatigil Çevirisi Üç kibrit çaktım karanlıkta arka arkaya Birincisi yüzünü görmek için toptan İkincisi gözlerini görmek için Üçüncüsü ağzını görmek için Sonra kararttım dünyayı Hatırlamak için bütün bunları Kollarımda sıkarak seni.. (Fransızca, Sabahattin Eyuboğlu) Ötmekte fecre karşı horozlar birer birer Geçtikçe her dakika belirmektedir seher.. Bilmem kaçıncı fecri vatan toprağında, biz, Görmekle şimdi bir yaşatan vecd içindeyiz.. Etrafı okşuyor mayısın taze rüzgârı; Karşımda köhne Üsküdar'ın dost ışıkları.... Kimlersiniz? Ya bağrı yanık kimselersiniz! Yâhut da her sabah uyanık kimselersiniz! . Dünya yüzünde, bir sefer olsun, tanışmadan, Öz çehrenizle sizleri görmekteyim bu an.. Sizlersiniz bu anı ışıklarla Türk eden! Eksilmesin şu mutlu şafaklar bu ülkeden! . Gönlüm, dilim, kanım ve mizacımla sizdenim Dünya ve ahirette vatandaşlarım benim. Yokmuş bir aha ey gül- i rana tahammülün Bağrın ne yaktın ateş- hasretle bülbülün. Yek-rengdir zeban-ı hakikatte hüsn ü aşk Bang-i hezar şu'lesidir ateş-i gülün. Duzah-nişin-i ateş-i fakr olduğun kalur Ey ahiret-harab tehidir tevekülün. Tekrarlarla şüpheleri daniş anlama Gel arif ol ki ma'rifet olsun tecahülün. Merdanelik asaleti meydanda bellidir Hayber günü babasını kim sordu Düldül'ün. Galib maarifin de sefası değer veli Canan vasfıdır hele aslı tegazzülün Sokaktaki adamların gözlerinde yitik Nasıl oluyor bir türlü anlamıyorum Arada bir barış arada bir gökyüzü Her şeyin güzeli aşkla beraber Kesik kesik. Hiç durmadı aşk dursa bile dünya İnsanlar sevdiler hep bazı insanları Gece inmesin gözlere ve sokaklara Vücutlar arasında kadınlık erkeklik Aşkla ayakta. Ama ne var eskisi gibi değil Bir başına değil aşk başka sevilerle koşullu Meselâ barışla arada bir gökyüzüyle Her şeyin gerçeği insanlıkla beraber Aşk ünlü güzellik. Bir şey var değişen belli besbelli Hangi şarkıya gitsem görüyorum Açılan gözlerinde büyük büyük Almış insanları bir düşünce Hürriyet eskidi Bu gece en hüzünlü şiiri yazabilirim. Yazabilirim örneğin; “Gece yıldızla dolu ve yıldızlar masmavi titreşiyor uzakta`. Şarkı söyleyip esiyor gece rüzgârı.. Bu gece en hüzünlü şiiri yazabilirim... Sevdim ben onu, o da beni sevdi bir ara. Buna benzer gecelerde sarıldım kollarımla Defalarca öptüm onu sonsuz göğün altında. Sevdi beni o, ben de onu sevdim bir ara O koca, masum gözler sevilmez miydi ama? . Bu gece en hüzünlü şiiri yazabilirim Onu tutamadığımı, kaybettiğimi düşünmek. Dinlemek uçsuz bucaksız geceyi, onsuz daha tenha kalan Ve şiir… Çime düşen çiy gibi düşer cana.. Ne çıkar sevdam onu tutamadıysa... Gece yıldızla dolu ve yanımda değil o... Hepsi bu.... Şarkı söylüyor uzaklarda biri. Çook uzaklarda... Ruhum kayboldu onsuzlukta…. Gözlerim onu arıyor geri getirirmiş gibi, yüreğim onu. Ve yanımda değil o.... Aynı gece ağartıyor aynı ağaçları Bir zamanlardaki biz, artık aynı değiliz. Sevmiyorum artık onu doğrudur, oysa ne çok sevmiştim... Sesim rüzgârı kollardı kulağına değmek için. Başkasının… Bir başkasının olacak... Sesi, ışıltılı teni, derin gözleri... Bir zaman öpüşlerime ait olduğu gibi.... Artık sevmiyorum ya... severim yine belki. Sevda o denli kısa, nisyan öyle uzun ki.... Çünkü benzer gecelerde sarıldım kollarımla Kaybolup gider ruhum onsuzlukta... Bu bana yaşattığı en son acı Ona yazdığım en son şiir de olsa. Çeviri: Betül Akdağ "Bana çiçek getirin, dünyanın bütün çiçeklerini buraya getirin! " Köy öğretmeni Şefik Sınığ'ın son sözleri.. Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum Bütün çiçekleri getirin buraya, Öğrencilerimi getirin, getirin buraya, Kaya diplerinde açmış çiğdemlere benzer Bütün köy çocuklarını getirin buraya, Son bir ders vereceğim onlara, Son şarkımı söyleyeceğim, Getirin getirin...ve sonra öleceğim.. Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum, Kır ve dağ çiçeklerini istiyorum, Kaderleri bana benzeyen, Yalnızlıkta açarlar, kimse bilmez onları, Geniş ovalarda kaybolur kokuları... Yurdumun sevgili ve adsız çiçekleri, Hepinizi hepinizi istiyorum, gelin görün beni, Toprağı nasıl örterseniz öylece örtün beni.. Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum, Afyon ovasında açan haşhaş çiçeklerini Bacımın suladığı fesleğenleri, Köy çiçeklerinin hepsini, hepsini, Avluların pembe entarili hatmisini, Çoban yastığını, peygamber çiçeğini de unutmayın. Aman Isparta güllerini de unutmayın Hepsini, hepsini bir anda koklamak istiyorum. Getirin, dünyanın bütün çiçeklerini istiyorum.. Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum. Ben köy öğretmeniyim, bir bahçıvanım, Ben bir bahçe suluyordum, gönlümden, Kimse bilmez, kimse anlamaz dilimden, Ne güller fışkırır çilelerimden, Kandır, hayattır, emektir, benim güllerim, Korkmadım, korkmuyorum ölümden, Siz çiçek getirin yalnız, çiçek getirin.. Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum, Baharda Polatlı kırlarında açan, Güz geldi mi Kopdağına göçen, Yörükler yaylasında Toroslarda eğleşen. Muş ovasından, Ağrı eteğinden, Gücenmesin bütün yurt bahçelerinden Çiçek getirin, çiçek getirin, örtün beni, Eğin türkülerinin içine gömün beni.. Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum, En güzellerini saymadım çiçeklerin, Çocukları, öğrencilerimi istiyorum. Yalnız ve çileli hayatımın çiçeklerini, Köy okullarında açan, gizli ve sessiz, O bakımsız, ama kokusu eşsiz çiçek. Kimse bilmeyecek, seni beni kimse bilmeyecek, Seni beni yalnızlık örtecek, yalnızlık örtecek.. Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum, Ben mezarsız yaşamayı diliyorum, Ölmemek istiyorum, yaşamak istiyorum. Yetiştirdiğim bahçe yarıda kalmasın, Tarümar olmasın istiyorum, perişan olmasın, Beni bilse bilse çiçekler bilir, dostlarım, Niçin yaşadığımı ben onlara söyledim, Çiçeklerde açar benim gizli arzularım.. Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum, Okulun duvarı çöktü altında kaldım, Ama ben dünya üstündeyim, toprakta, Yaz kış bir şey söyleyen sonsuz toprakta, Çile çektim, yalnız kaldım, ama yaşadım, Yurdumun çiçeklenmesi için daima, yaşadım, Bilir bunu bahçeler, kayalar, köyler bilir. Şimdi sustum, örtün beni, yatırın buraya, Dünyanın bütün çiçeklerini getirin buraya. bir çiçek bahçesinde geceye durgun kalışın yağmur sıcağı gibi öptüm sonsuz gidişinden. saçlarının seyriyle seni. yolları aşklara davul çalıp çağrılmış yalnızlarla dolduran akrepleridir duygunun. karanlık ordulara güneşsiz sokulan. bunlar canlanınca ne ateş kirli taşlar ne böcek şakakların sıcağında kuytu bir ses büzülüp ölecek. sabahsız kuşlara koşarsa durur mu evreni omuzlarında bahar şenlikleriyle. sürdüren ellerini yangın borularında. şaşkınlıkla başladı bu atlar bu savaşlar insan buluşlarından burda biter düğün. gidilir mi evin soğuğuna çölün sıcağından. gemilerimiz saklanır. ağzımızda bir aşk kaçışı vardır buluşmaların saplandık tadına. durduk alnında yüreğe vuruşların. yollar sellere gider. açılır parklar artık kuşlar dağılır bir aşkı gözyaşlarıyla bulvara çağırmak hiç keseye mi kalır. çizildi yalnızlar. senin gelişin ne de süvari köprünün diplerinde geçer üstümüzden yağmur alan donanmalar. kürek sesleriyle. koşu bitince aşk bir yorulmadır kaçılmaz kırbacından sayılır günü geçmiş anlar boşalan hangi tüfeğin arkasından. oturur iki bakış ormanından gerilip bir masayı kollar uzayıp uzaya giden akrebe katlanıp zincire gelmeyen yolcular. bu bizim sesimiz denizlere ateş gibi eller açılır ortasından su konuşmaz toplanmaz kuşlar. Ne kazandık yaşamamızdan. biz harcandık anam hem kelimesiz kapandık sevgi ektik. Sonsuz seçtik. Beğendik. Ama toprağı kazandık. sevinçle kaçın kurtulun ölümlerinizle. Yalnızlıkla ben kaldım sevindiniz işte alın kurtulun. Aha size son atım Rüya gördüm, çağların duvarı uzuyordu Önümde. Granitle etten bir yığındı bu. Bağrına uğultusu sinmişti milyonların Endişeden kaskatı kesilen o duvarın. Loş oyuklarda vahşi gözler parıldıyordu, Yığınlar, kabartmalar, nakışlar oynuyordu, Zaman zaman önümde açılıyordu duvar. Yeşimden somakiden ve altından saraylar: Uluların, bahtiyarların otağ kurduğu, Cihangirlerin kandan, buhur’dan kudurduğu İnler görünüyordu, Seher yeliyle nasıl Ürperirse bir ağaç, o duvar da muttasıl Öyle ürperiyordu. Alınlarında burçlar, Alınlarında altın başaklardan sorguçlar, Muammanın üstüne bağdaş kuran birer sır Gibi çöreklenmişti sur’a binlerce asır.. Sanki temel taşları canlıydı da, bu mahşer Göğe yükseliyordu… Sanki binlerce asker Gecelerin fethine çıkan koca bir ordu Birden taş kesilmiş de orada uyuyordu Kayan bulutlar gibi dalgalanıyordu sur, O hem canlı bir yığın hem bir hisardı. Çamur Kanıyor, toz gözyaşı döküyordu. Mermerin Elinde bazen kral âsası, bazen keskin Bir kılıç pırıl pırıl yanıyordu. Duvardan Taş değil de kelleydi sanki her yuvarlanan.. İnsanlığı önüne katan o meçhul rüzgâr, Şekilden şekile giren Âdem, dalgalar kadar Oynak Havva, vahdette sonsuzlaşan insanlık, Ecelin eğirdiği esrarengiz karanlık yumak: alınyazısı, çırpınıyordu orda.. Bazen şimşek duvarı aydınlatıyordu da, Yüz milyonlarca çehre pırıldıyordu birden. Bizim hep dediğimiz o hiçlikti beliren: Tanrılar, tâcidarlar, kanun, şeref ve zafer, Çağların ırmağında akıp giden nesiller, Ufukları kuşatan karanlık bir silsile Misali, gözlerimin önünde binbir çile, Binbir acı, cehalet, açlık ve hurafeler, İlim, tarih… uzayıp gidiyordu. Bu mahşer, Çöken bir kâinatın enkazıyla yoğrulan Bu duvar karanlıkta gittikçe daha yaman, Gittikçe daha yalçın, daha sarp, daha mağmum Yükseliyordu. Ama nerede? Bilmiyorum.. Ne adetleri saran muamma, ne göklerin Sis perdeleri insanoğlunun sâkin, derin, İnatçı bakışına set çekebilir.. Demin Kaypak, karışık görünen; şekillerin Sinesinde dalgalar gibi yuvarlandığı, Gözlerimin heyulâ, serap, duman sandığı O duvara dikkatle bakıyorum… Bulanık Göz bebeklerim berraklaştıkça, o karanlık Tecelli yavaş yavaş sisten sıyrılıyordu. Girdaplardan göklere yükselen mahşerdi bu! Her hücresinde bir dev vardı. Uğursuz asır, Nankör asır, pis asır… Gerçeği kuşatan sır, Bulut ve dünya: şimdi tarih ardına kadar Açmıştı kapısını… Bu rüyada uluslar Zaman merdivenine yaslanmışlardı set set… Hayalden sütunlara dayanmıştı her mabed… Bir yanda kahramanlar, bir yanda peygamberler Ve Membre’ye gaipler âleminden haberler Fısıldayan Dodon, Teb, Raphidim, kutsalkaya, Arz-ı mevud, Musa’nın kolları semâya Kaldıran Harun’la Hur, cenkler ve Tih sahrası Amos’un kasırgasıyla çalkalanan arabası; Sonra bütün o yarı haydut yarı hükümdar Masal kahramanları, melekler, nim-ilâhlar Adları kâh sevgiyle, kâh kinle bayraklaşan, Efsanelerin gümrah ışığıyla kaynaşan İnsan avcıları: Hint, İskandinav elleri İspanya ve destanlar: hem de en güzelleri İradeleri çelik mızraklar gibi yalçın Yiğitler, hatırası karanlık asırların Sessizliği içinde eriyen kafileler.. Talut, Davut, Delf şehri, Endor mağarası, her Akşam altın makasla kesilen mukaddes mum… Ölülerin arasında Nemrut’u görüyorum. Başaklara yan gelmiş Boaz. İşte Tiberler Tanrısal ve muhteşem başlarında efserler, Tasit’in kaleminde lâleleşen o parlak Gerdanlıkları dört bir yana ışık saçarak Capree, Forum, Ordugâh dolaşıyorlar. Tahtın Karanlık zindanlara kadar uzanan altın Zinciri… Dağlar kadar yalçındı bu garip sur. Bu tecelli her şeyi kucaklıyordu: çamur, Işık, madde, ruh bütün şehirler: Teb, Atina, Tir’in ve Kartaca’nın heybetli enkazına Dayanıp da yükselen Roma… Bütün nehirler, Sezarlığa özenen her zıpçıktıya: Yeter! Yeter! Vatandaş kalmak istiyorsan, dur artık! Diyen Rubikon, Esko, Ren, Nil ve Ar. Karanlık Bir iskelet misali göğe set çeken dağın Zirveleri sislerle örtülüydü. O kalın, O hayalet bulutlar Ay’ı aralarına Almış sürüklüyordu. Ve meçhul bir fırtına Hisarı zaman zaman ürpertiyordu. Işık Sisle kucaklaşıyor, esrarlı bir aydınlık, Çağdan çağa, taçlardan kalkanlara akseden Gölgelerle oynuyor, kaynaşıyordu. Derken Almanya oluyordu birdenbire Hindistan, Süleyman’ın nurundan bir parıltıydı Şarlman; Beşerin muzlim, garip, sonsuz mucizeleri; Hürriyetin maddeyi canlandıran zaferi… Zümrüt yamaçlı Pindus; yanık yamaçlı Sîna Uzaklardan, Newton’u müjdeleyen Hiseta… Keşifler: Ummanları aydınlatan meşale! Fulton vapura binmiş Jason yelkenlisiyle. Hem Marseyyez, hem Eşil… Tayf da orda melek de.. Elektr’in kapısında Capanee beklemekte, Ve Lodi köprüsünde Bonapart ayaktadır; Neron alkışlanmakta, Mesih kıvranmaktadır. İşte tahtın uğursuz, korkunç kasvetli yolu Terle, çamurla, kanla, gözyaşıyla yoğrulu.. Sonra muzlim bir tepe ve gölgeler: uluyan, Homurdanan, küfreden, tepinen, cana kıyan Şuursuz yığın.. Heyhat! Bu ne derin uçurum! Boğuk sesler ve canhıraş çığlıklar duyuyorum: Sefalet hıçkırıyor, o şifasız hançere Durmadan, dinlenmeden sızlanıyor, boş yere: Zaman zaman buğulu bir aynaya benziyen Bu garip, bu esrarlı manzaraya akseden Hem benim varlığımdı, hem bütün bir kâinat. Dal dal ve yaprak yaprak fışkırıyordu hayat. Şehvet de oradaydı, ölüm de, felaket de, Ten değiştiren ruh da, ruh değiştiren et de: İnsanlaşan tanrılar, tanrılaşan insanlar Geçiyordu önümden dalgalandıkça duvar. Ve sonra varlıkların karanlık mahşerinde Gözleri alev alev, dudakları hande, Muzlim, mağrur, müstehzi biri dolaşıyordu. Biraz dikkat edince tanıdım: Şeytandı bu. Tanrının ormanında kurnaz kaçakçı şeytan.. Sonsuz karanlıkların bağrına hangi Titan Çizmişti bu tabloyu? Bu kâbuslu rüyayı Hangi heykeltıraştı işleyen? Bu binayı Kuran kimdi? Hangi el sefaleti, dehşeti, Mâtemi gözyaşını ve binbir cinayeti Kanla, çamurla, sisle, ışıkla yoğurmuştu, Hangi el bu acaip silsileyi kurmuştu? Titriyordum. Bu rüya insanlıkla hilkatın Muzlim kaynaşmasıydı. Sütunlarından enîn Fışkırıyordu. Surdan göğe yükselen kollar Yumruklaşmıştı hınçtan! Vücutlar bir canavar, Vücutlar Gomore’ydi. Ruhlar Sahyun kadar saf, Dünle bugün yan yana dizilmişlerdi saf saf: Orda hayvanla insan tek varlık gibiydiler, Burası cennet miydi, cehennemde miydiler, Bilmiyorum. Günahlar korkunç gölgeleriyle Yerde sürünüyordu. Orda çirkinlik bile Devâsâ nakışların korkunç azametiyle Hemâhenkti. Derinden süzdükçe bu duvarı Apaçık görüyordum hayal olan çağları. Nasıl kenetlenmişse sırtımızda kemikler, Orda da öylesine kaynaşmıştı hayır, şer. Mezar karanlığından bir yığındı o duvar, Dumanlı bir sabaha doğru yükseliyordu. Gecelerin göğsünde rüyalaşan asırlar Işıltılı bir fecrin koynunda eriyordu. Yer yer ağarıyordu bağrında ufukların, Bulanık ve yıldızlı sislerle haleliydi Günün kasvetli nuru soluk bir ter gibiydi Alnında o duvarın.. İçin için ürperen, dalgalanan, kaynaşan Bu tayflar dünyasını seyrederken, fezadan Bir uğultu boşandı, ezeli sessizliğin Bağrından kopup gelen iki korkunç ve derin Çığlık duydum. Gök kubbe sanki aralanmıştı İlk sayha tan yerinden kopup kanatlanmıştı, Oresti’nin ruhuydu sisleri delip geçen. Aynı ânda gecenin karanlık sinesinden Apokalips uçtu. Bir küsuftan fırlayan Kara bir ifrit gibi korkunçtu, tehditkârdı. Yaklaşan o iki ruh gölgeden iki şar’dı Bir gelişleri vardı sisleri yırta yırta, Çok geçmeden ezilip gidecektim mutlaka. Titriyordum.. … Geçtiler … Bir sarsıntıdır koptu; Kader! diye haykırdı birinci ruh. Uğultu Cevap verdi ikinci ruhun ağzından: Tanrı! Bu iki vâveylâyı dehşetle tekrarlardı, Meş’um yankılarında karanlık ebediyet. Ürperdi, çalkalandı ve dalgalandı zulmet, Bu korkunç naralarla titredi sur.. Hükümdar Miğferine el attı, put tacına.. Ve duvar Bir cam gibi sarsıldı, kırıldı, parçalandı, Karanlığa karıştı. O ne korkunç bir ândı! İki ruh kaybolunca hayalin sislerinde, İki büyük kuş gibi.. Karanlık perde perde Aralandı ve duvar ayan oldu. Bölmeler Çatlamış, parçalanmış, zedelenmişti yer yer Sütunları muhteşem, cidarları perişan Yıkık mabet gibi ulu yamaçlarından Girdap görünüyordu.. Ruhlar geçtikten sonra Bir hayli değişmişti önümdeki manzara… Sur’u parçalamıştı iki kanat darbesi, Varlığı kucaklayan o hayal mucizesi O dört başı mamur sur, sinesinde kaderin Sonsuzla kaynaştığı; en eski devirlerin Çağımızla yan yana otağ kurdu bu duvar, Bağrında asırların, teftiş gören ordular Gibi hep bir ağızdan: “buradayız” dedikleri Tekmil mevcutlarıyla nöbet bekledikleri O hisar yoktur artık ortada. O kıtanın Yerinde adacıklar belirmiş, o cihanın Sinesinde mezarlar yükselmişti: sütunlar Hâlâ heybetliydiler, hâlâ ayaktaydılar, Ama üstleri boştu.. Asırlar darmadağınık, Asırlar parça parça uzanıyordu artık. Hepsi de yaralıydı, sakattı, perişandı.. Gölgeler bir bataklık gölgeler bir ummandı, Yıkılan asırları kucaklamıştı gece Sislerle sarmaş dolaş, bulutlarla iç içe, Bir rüyanın perişan enkazıydı bu mahşer, Viran, uçsuz bucaksız bir köprüydü… Kemerler Birer birer çökmüştü. Neredeyse uçuruma Karışacaktı.. Yahut muazzam bir donanma Bozguna uğramış da batıyordu.. Fırtına, Zirveleri dolaşan o kekeme boyuna Aynı söze başlar da bitiremez, bocalar; O kesik, o karanlık, o garip cümle kadar Müphemdi, perişandı, bir acaipti bu sur. Yalnız gelecek günler, soluk bir fecrin mahmur Pırıltısı içinde dal dal ve çiçek çiçek Açılıyor, bulutlar arasından geçerek Bir yıldız gibi mağrur yükseliyordu, insan Yıldırım görmüyordu ama, o ihtişamdan Tanrının varlığını seziyordu.. O kaypak, O loş pırıltıları yer yer ve yaprak yaprak Aksettiren; âtiyi, mâziyle aydınlatan Bu kitap o esrarlı, o karanlık rüyadan, O canlı heyûlâdan doğdu. Fevzâ, kafamda mısra mısra billurlaşırken, Doğum sancılarıyla kıvranırken şuurum Başucumda bir hayal belirdi: vakur, mağmum, Tarihin hemşiresi efsaneydi bu… Sonra O gitti tarih geldi… İkisi de sırayla Bir şeyler karaladı, önümdeki deftere… Mâziden, uçurumdan, karanlıktan bir esere İntikal eden nedir? Soluk bir takım izler… Hak’ın iradesiyle fırtınalı denizler Gibi coşkun kabaran devrimlerin yankısı, Zelzeleden sonraki o enkaz yığıntısı, İstikbalin bulanık fecriyle parıldayan Molozlar… İnsanların kırık dökük, perişan Yapıları.. Bağrında karanlıklar barınan Çağların harabesi.. Ve gökte zaman zaman Yıldızlaşan bir fikir.. Korkunç bir salhane bu, Ölümün barındığı uğursuz kâşane bu. Duvarlarını kader örmüş bu viranenin, Ama saçaklarında bazen şuh bir güvercin, Bazen de bir ışık var.. o kuşun adı: Ümit O yıldızın: HÜRRİYET… Ve sonra vakit vakit İğrenç taş yığınları arasında sürünen İfritler, ejderhalar ve sislere bürünen Hudutsuz, hâilevî bir enkaz silsilesi. Kadim Babil’in tüyler ürperten bakiyyesi… Perişan kulesidir bu kitap varlıkların, Hayrın, şerrin, mâtemin ve fedakarlıkların Hâzin abidesidir.. Ufuklara hükmeden O yalçın, o serâzat, o mağrur silsileden Bugün ne kaldı? Dağınık, kırık dökük, derbeder, Karanlık vadilerde seraplaşan şekiller, Çirkin yığınlar, garip bir harabe azmanı; Beşerin yavuz, sonsuz, perişan dâsitânı.. Guernasay, Nisan 1857. Çeviri: Cemil Meriç Sakin göllerin kuğusuyduk, Salınarak suyun yanağında. Ve okşayarak nilüfer saçlarını gecenin. Sonumuzun adım-adım Yaklaştığını görürdük.... Yarılan ekmeğin buğusuyduk; Paylaşılan zeytin tanesinin, Yüzümüze saldıran yağmur avanesinin. Biz hep üşüyen burnumuzu Avucumuzda hohlayarak yürürdük.. Hiçbir hesabımız yoktu kimseyle. Hiçbir aykırı yanımız, Hiçbir yalanımız... Gözüm yaşarıyor, Yüreğim kanıyor... Olmasaydı sonumuz böyle! ... Biri, saksımızı çiğneyip gitti. Biri, duvarları yıktı, Camları kırdı. Fırtına gelip aramıza serildi. Biri, milyon kere çoğaltıp hüzünleri Her şeyi kötüledi, Bizi yaraladı.... Biri şarabımızı döktü, Soğanımızı çaldı. Biri, hiç yoktan vurdu, Kafeste garip kuşumuzu! Ciğerim yanıyor, Yüreğim kanıyor... Solmasaydı gülümüz böyle! .. Dağlarda çoban ateşiydik, Sarmalayarak acı bir sevda masalını Ve hıçkırarak Hırçın rüzgârların kavalını... Namlunun, bağrımıza Sinsice sokulduğunu bilirdik.... Ceylanın pınara inişiydik, Vedalaşan birkaç damla gözyaşının; Tenine kan bulaşan O masum çakıl taşının... Oysa biz dualarımızda hep Birbirimizden daha önce Ölmeyi dilerdik.... Bazı sorumluluklarımız vardı, Hayata ilişkin. Bazı basit sorularımız, Anlaşılır bazı sorunlarımız... Göğsüm daralıyor, Yüreğim kanıyor... İncinmeseydi gençliğimiz böyle.... Birer yolcuyduk, Aynı ormanda kaybolmuş. Aynı çıtırtıyla ürperen birer serçe. Hep aynı kaderde buluşurduk Sevmeye tutuklu gibi.... Birer tomurcuktuk hayatın kollarında. Birer çiğ damlasıydık, Bahar sabahında, Gül yaprağında... Dedim ya, Hiç yoktan susturuldu şarkımız! Yüreğim kanıyor, Yüreğim kanıyor... Bitmeseydi öykümüz böyle! .. Şehrin yakamozları Fakir bir yansımayla Denizin dalgaları arasında Saklambaç oynamaya başladı Kıyıda gölgeli bir adam Dalgaları tutmaya, Yakamozları bulmaya çalışıyor Ve ağlıyor Balıkçı motorları geçiyor açıktan O,gözyaşlarını saklıyor Ve belli etmiyor Yenilmişliğini son lodosa Ve hırpalanmışlığını gece yağmurlarında. Kıyıda gölgeli bir adam Öylece duruyor... Bir sigara yakıyor gölgesinden gizli Ve nemden tutuşmayan kibriti Yüzünü aydınlatıyor Kimsenin göremediği Dönüp de bakılmayan Ve balıkçı ağlarına takılmayan Kıyıda gölgeli bir adam Öylece duruyor Ve gözleri seni soruyor Dağ tepesinde bir çam olamazsan, Vadide bir çalı ol. Ama dere kenarındaki en iyi küçük çalı sen olmalısın. Çalı olamazsan bir avuç ot ol. Bir yola neşe ver. Bir nilüfer olamazsan bir saz ol. Ama gölün içindeki en canlı saz sen olmalısın. Hepimiz kaptan olamayız, tayfa olmaya da mecburuz. Burada hepimiz için birer iş var. Cadde olamazsan, sokak ol. Kazanmak ya da kaybetmek ölçü değildir Her ne isen onun en iyisi sen ol… Niye yüzünü asarsin Gözüne kurban oldugum Sineme ates salarsin Közüne kurban oldugum. Tavaf etseydim bin kere Kimse bilmez kabem nere Ayagin bastigin yere Tozuna kurban oldugum. Destur eyle göz degmesin Yazlar yoldan eylemesin Sen söyle eller demesin Sözüne kurban oldugum. Günes dogar ay tutulur Yedi koça toy tutulur Cemalina soy tutulur Özüne kurban oldugum. Sabret güzel sabret hele Gönlüm sökün etti dile Sefai kapinda köle Özüne kurban oldugum! Bunca yıldır yürüdüğüm Yollar beni avutmadı Çilelerim düğüm düğüm Kullar beni avutmadı. Serapmış asıl sandığım Vesveselermiş kandığım Aslı diyerek yandığım Küller beni avutmadı. Perdelerden sakındığım Dertlerimi yakındığım Yıkıldıkça dokunduğum Teller beni avutmadı. Gözüm gibi sakladığım Her cürmünü akladığım Çare diye kokladığım Güller beni avutmadı. Ne var oldum ne de yoğum Ne ölüm bu ne de doğum Otuzbeşlik bir çocuğum Yıllar beni avutmadı şiir bir tuglacının dusurdugu tuglanın yere dusmesınde degıl havada asılı kalmasındadır. Ve büyür gözlerimde güvercin güzelliğin Sonra bıkıp usanmadan sabahlara dek Biri durur kapında korkulu ürkek... O duran benim.. Bir gölge gibi düştüm ardına yıllardan beri Sordum seni şehir şehir Şimdi her gece yarısı rüzgâr değildir Pencerene vuran benim.. Bir gün bölerse uykunu bir saat çıngırağı Birdenbire yatağından kalkıp oturma Öyle korkulu gözlerle etrafına bakınma Saatleri kuran benim.. Senin bir suçun yok kabahat bende Bitsin bu kıskançlık gayrı diyerek, Boy verdiğin aynaları istemeyerek Tekrar tekrar kıran benim.. Bir ceylan gibi durma artık gecenin ortasında Ceylan gibi bakma oraya Seni bir beyaz duvağa, altın halkaya... Duyuran benim.. Kolay kolay unutulmaz adına yaktığım türküler Kapanmaz yüreğime açtığın yara. Her akşam saçlarını karanlıklara... Savuran benim. Ah çektikçe erir gider Yüreğimin yağı benim Seni görsem durur gider Dillerimin bağı benim. Gam leşkeri saf saf oldu Hep sözlerim boş laf oldu Senin yolunda mahv oldu Gençliğimin çağı benim. Ah belimi büken oldu Gurbet bana diken oldu Altı aydır mekan oldu Dibi Kırkkız Dağı benim. Sensin derdine düştüğüm Hayal oldu konuştuğum Her gün yediğim içtiğim İçerimde ağu benim. Ağlar Veysel çıkmaz sesi Gine coştu gam deryası Garip gönlümün yaylası Güzel hüsnün bağı benim En küçük birşeyden çoşardı Mesela bir kuş uçmasın Kızılırmak'a doğru Köklerine su yürümüş gibi sevinirdi. Bir bulut geçsin üstünden Ayrıklıktan çıkardı. Dünyayı, derdi, dünyayı Hiç birşeye değişmem.. Şimdi yaşamak istemiyor. Kısacık yoğun bir akşam herkesin yüzünün bir anıya karıştığı yoğun bir akşam bana bir memur gibi davrandılar hastanelerde ve bir intihar üstüne söylenti bütün kıyıları dolaştı durdu kısacık bir akşam. Kısacık serin bir akşam kelebeklerin atlarla yarıştığı yoğun bir akşam bazı mektuplar damgalandı postanelerde oturuldu bir takım şarkılar söylendi bir adam bir kadının kapısını vurdu kısacık bir akşam. Neyi söylesem bir kahramanlıktı içinde azıcık buluştuğumuz bir bulutla bir kağıt peçete arasında kısacık yoğun bir akşam şaşırdım hüznümü nerelere bıraksam bir yanda kasıklarımın sarsılmaz gücü ve kısacık yoğun bir akşam. Her şey bir unutkanlıktı arada bir deliler gibi kavuştuğumuz tüfekle vurulmuş bir parsın yarasında kıcacık yoğun bir akşam biliyordum bir soğuktu nereye varsam bir yanımda bir el bir yanda vazgeçilmez bir sancı ve kısacık yoğun bir akşam.. Kim karıştırdı gerçekliğine yaşadığım sonsuzluğun ve oturuldu bir takım şeyler söylendi imla kurallarıyla mutsuzluk üstüne kısacık bir akşam duraladım ne yapsam. Kim karıştırdı gerçekliğine su terazilerindeki ensizliğin ve fotoğraflar çekildi ben çıkmadım herkes eğlendi araba vapurlarıyla denizsizlik üstüne kısacık bir akşam o kadar kısa ki bir akşam. yüzümü suyun ardında buldum kıyılar bu yüzdendir öyle dediler kısacık yoğun bir akşam serin bir akşam öyle söylediler... Süzülüp mavi göklerden yere doğru Omuzuma bir beyaz güvercin kondu. Aldım elime, usul usul okşadım Sevdim, gençliğimi yeniden yaşadım. Bembeyazdı tüyleri,öyle parlaktı Açsam ellerimi birden uçacaktı. Eğildim kulağına;dur,gitme dedim Hareli gözlerinden öpmek istedim. Duydum;avuçlarımda sıcaklığını Duydum;benden yıllarca uzaklığını. Çırpınan kalbini dinledim bir süre Ve uçmak istedim onunla göklere. Ak güvercinin iri gözleri vardı Güzelliğinden fışkıran bir pınardı. Soğuk sularından içtim, serinledim Çağlayan bir nehrin sesini dinledim. Belki buydu sevmek hayat belki buydu Işıl ışıldım,gözlerim dopdoluydu. Bir name yükseldi sevinçten ve hazdan Bir name yükseldi,güzelden beyazdan. Uzattı sevgiyle pembe gagasını Birden öğrendim hayatın manasını. Kaderde sevgiyi sende bulmak varmış Seninle bir çift güvercin olmak varmış seni ben kallavi sokağı'nda gördüm sen beni görmedin görmedin kapıları çaldım adını sordum söylemediler öğrenemedim seni ben kallavi sokağı'nda gördüm bir daha görmedim bilmedim belma sebil adını yakıştırdım aklıma geldikçe her sefer gözlerinin mavisini bitirdim saçlarının siyahına başladım. kallavi sokağı'nda güvercinler benim karanlık istanbul'um bir esnaf kahvesine oturdum belma sebil ya geçti ya geçer rüzgarını içime doldururum kallavi sokağı'nda güvercinler bunca yıl sönmemiş umudum nisan değilse mayıs perşembe değilse pazar ben belma sebil'i bulurum Rüyamda çirkin kadınlar gördüm dün gece Yüzlerini elleriyle kapatmışlardı Bakışlarında çirkin olmanın utancı Kalplerinde Tanrıların merhameti vardı. . Ölümü hatırlattı bana çirkin kadınlar Ölüm daha güzel değildi yaşamaktan Bakıp bakıp ağladılar sessizce Bütün aynalara uzaktan . Bir asır kadar uzun dakikalar geçti Yalvardılar Tanrıya çirkin kadınlar Güzel olmayı dilediler gök gibi, deniz gibi . Bir an için Tanrı olmadığıma yandım Rüyamda çirkin kadınlar gördüm dün gece Ve bir ölüm uykusundan uyandım. Hadi uyan Gün ışığı çilemeye başladı başucunda Denizler bir mavilik edindi günden Seher yeline uyup kuşlar yerinden uçtu Bu türküyü dinlemeyecek misin? . Hadi uyan Aydınlığa çık da çil gözlerin ışısın İlkyazlar sıcağı biriksin yüreğine Yoksul olsan da uyan Garip olsan da uyan Madem ki güzelsin, güzeli yaşatmak için Madem ki iyisin, iyiyi yaşatmak için Madem ki umutlusun, umudu yaşatmak için Hadi uyan Denizi dinle, yaşamak desin Toprağı dinle, barışmak desin Gögü dinle,sevişmek desin. Bir plak konmuş gibi gramofona İşte aşk, işte özlem, işte savaşmak gücü Uyan diyor uyansana. Hadi uyan Sevdiğim uyan Ne olur uyan! İstanbuldan ziyade İstanbulu özledim Tertemiz, saf ve sade İstanbulu özledim. Gönül öksüz bu gece Efkarlıdır her hece Hasreti bile yüce İstanbulu özledim. Nefes nefes aradım Dert çekmeye yaradım Onda kaldı muradım İstanbulu özledim. Ey masum bakışlı yar Gözünde istanbul var En az gözlerin kadar İstanbulu özledim Yoksa şu yaprakta Yavuz Yoksa şu sayfada Oğuz Bizde yoğuz bizde yoğuz. Elimizden siz tutunuz İmdadımıza koşunuz Daha çoğuz daha çoğuz. Kervanımız dizi dizi Bırakma Yarabbim bizi Bizler yalnız sana kuluz.... Bende sevda yarası Derdin dermanı sende Bende bahtın karası Aşkın fermanı sende. Neyim var ise aldın Meçhul bir derde saldın Varım yoğum sen oldun Artık can yok bedende. Var ise bu can Yoluna kurban Hazırım her an. Gel de sana geleyim yar Ol de senin olayım yar Sende beni bulayım yar Canın olayım Dergahı şah olan Taptuk Gönlüne Varmayan yollarda olur mu Yunus, Tek bir ses ile seher vaktinde Esmiyen yollarda olur mu Yunus. . Namert insanların gece düşünde Haram sofralarında ekmek aşında Suları kurumuş pınar başında Turnasız göllerde olur mu Yunus . Kibirli gönülde, görmeyen gözde Kırılmış kabukta, bozulmuş özde Destursuz mekanda, manasız sözde Şükürsüz dillerde olur mu Yunus. . Fitnede, fesatta, yuva bozanda Ham olanı pişirmeyen kazanda Ustasız aşıkta, cahil ozanda İnançsız tellerde olur mu Yunus. . Aşık Sefa-i'yem anında ara Yanında, canında, kanında ara Aşk Ocağında yananda ara Savrulan küllerde olur mu Yunus. Bülbüle gül yarar, deveye diken Çiledir aşıkın boynunu büken Tarlasına haram tohumu eken Helal mahsulunu biçer mi bilmem. . Kimi mevtasına kefen biçmiyor Kimi helal rızık yiyip içmiyor Yavrusundan köpek bile geçmiyor Halk Seyrani senden geçer mi bilmem Kayalar kadı olurdu Akıllar yaşta olsaydı Yeşil mezar türkü söyler Keramet taşta olsaydı. Güle bülbül konar mıydı Öter öter bunar mıydı Bahar çiçek sunar mıydı Kabahat kışta olsaydı. Toprak olur ağa paşa Gelde şu dünyada yaşa Düşmezdi gardaş gardaşa İstanbul muşta olsaydı. Beni gören birşey sanmaz Dünyayı içenler kanmaz Mahzuni'nin kalbi yanmaz Sevdası başta olsaydı Şöyle yazılmıştı aşk üzerine Yangın halinde yasak çıkış kapısı Gökyüzüne de şunlar yazılmıstı Yanılıyorsunuz buradan gidilmez Ve geceye de şunlar yazılmıştı. Gecenin üzerine hicbir şey yazılmamıştı.. Le Mouvement perpetuel,1920-24 aya giden adamlar kovdular aydaki adamı aya giden adamların ayak izinden aydaki adam gelecek yine bir gün inecek yine geceleyin aydan aydınlatacak yine uykumu al da git eğreti gülüşlerimi isyanı kutsayan yüz bende kalsın maviye boyama zor düşlerimi gemimi yakacak köz bende kalsın . mermere saplanan bir deli su’ca nefreti sevdama etmişim boca karanlığa dönük bir çift namluca tetikte bekleyen göz bende kalsın . neşeyi açmadan solanlara ver gülüp eğlenmeyi yılanlara ver baharı, bahçeyi çalanlara ver Van Gogh’un çizdiği güz bende kalsın . bilirim yol uzun sürmek zor ama çekmediğin kahrı koy matarama azık kıt, vakit dar, tuz bas yarama çiledeki aziz giz bende kalsın . 1986 'Abdülhak Hamid’den sonra ledünnî şiirin menbâları kurudu. Sâmih Rifat Bey’in hâtif sadâsını andıran bir manzûmesi bu çorak devrin en güzel eseridir. O eserin kafiyelerinden doğan bu mısrâları sâhibine ithâf ediyorum.'. Fer almışken tulû-ı kibriyâdan Bu gün bî-vâye kalmış her ziyâdan Bu mülkün farkı yok bir tengnâdan Niçin nûr inmiyor artık semâdan? . Bu şek, bağrımda her gün gâh ü bî-gâh Dolaştım “Hû! ” deyüp dergâh dergâh Ümid ettim ki bir pîr-i dil-âgâh Desün “Destûr! ” mihrâb-ı hafâdan. Abâ var, post var, meydanda er yok Horâsân erlerinden bir haber yok Uzun yollarda durdum hiç eser yok Diyâr-ı Rûm’a gelmiş evliyâdan. Tecellîgâh iken binlerce rinde Melâmet söndü Şark’ın her yerinde Bu devrin gerçi son sohbetlerinde Nefes’ler dinledik sâz-ı Rızâ’dan. O yerler işte Bağdat, işte Âmid Bugün her şûleden mahrûm, câmid, O yerlerden gelen son yolcu Hâmid Haberdâr olmaz olmuş mâverâdan. Bu manzûmenle ey üstâd-ı hoşkâm Ali’den doldurup iksîr-i ilhâm Leb-i uşşâka sundun öyle bir câm Ki yoğrulmuş türâb-ı Kerbelâ’dan Aşk başlamadan güzel, Kalplerde heyecan Bakışlarda korku olduğu zaman güzel... Birbirimize sezdirmemek için çırpınış, Başkaları görmesin diye çabalayış, Gözlerim gözlerinin mavisine değdiği zaman... Aşk başlamadan güzel.... Siz, ağaçlar, elbet beni bildiniz, Ben sizden ayrılmış yürür bir dalım. Ey çamlar, köknarlar, ey yeşil deniz. Ben kendi kendini sürür bir dalım.. Kırığım, içimden çıkmaz bu acı, Gün oldu başıma hasretin tacı, Düşündüğüm zaman asıl ağacı, İçimi yalnızlık bürür bir dalım.. Ne sert kış ne gümrah ve gölgeli yaz, Ne ılık meltemler, ne keskin ayaz. Mevsimler derdime bir şifa olmaz, Ben kökünden kopmuş çürür bir dalım birşeyler olacak yarın duruşundan belli kırdaki atların bulutların koşuşundan belli kazışından köstebeklerin toprağı . karıncaların telâşından belli birşeyler olacak yarın belki bir tomurcuk belki bir ağacın düşen yaprağı belki de bir çocuk . pek o kadar göremesek de uzağı kuşların uçuşundan belli birşeyler olacak yarın öbürgünden önemsiz yarından önemli Gençlik bir kitaptı, okuduk bitti; Canım bahar geçti çoktan, kış şimdi. Hani sevincin, o cıvıl cıvıl kuş? Nasıl, ne zaman geldi, nasıl gitti? Aşk makamı alidir aşk kadim ezelidir Aşk sözünü söyleyen cümle kudret dilidir. Diyen ol işiten ol gören ol gösteren ol Her sözü söyleyen ol suret can menzilidir. Suret söz kanda buldu kanda söz işit oldu Suret kendi geldi dil dil hikmetin yoludur. Suretler ün diyemez söz kendisi söylemez İşler hicapsız olmaz risalet hasılıdır. Bu bizim işretimiz oldur bu lezzetimiz İçip esridiğimiz aşk şerbeti gülüdür. Onu ona dersin onun söyleyen ol söz onun Ol bizimdir biz onun gayrı tesbih dilidir. Yunus sözün tak kılan görmedi münkir olan Ömrün zulmete salan ma’rifet yaksuludur Ah, ey Kızılırmak! Ağlıyor musun? Dalgaların coşmuş, bilmiyor durmak, Çöktü yüzbin ocak, anlıyor musun? Ben geldim başına, isterim sormak: . Yüzlerce yıl evvel üstünden geçen Türklerin başına nedir bu gelen? Yasasız kalmışlar serserilikten Kaçmak isterlerse yol verme, sen ak! . Ak, boğulsun kaçan, acıma ona. İster misin yurda baykuşlar kona? Geçmek lazım ise yok mudur Tuna? Geriye bırakma, ak Kızılırmak! . ÖMER SEYFETTİN Kaç mevsim bekleyim daha kapında, Ayağımda zincir, boynumda kement? Beni de, piştiğin bela kabında, O kadar kaynat ki, buhara bezet! . Bekletme Yunusum, bozuldu bağlar, Düşüyor yapraklar, geçiyor çağlar; Veriyor, ayrılık dolu semalar, İçime bayıltan, acı bir lezzet.. Rüzgara bir koku ver ki, hırkandan; Geleyim, izine doğru arkandan; Bırakmam, tutmuşum artık yakandan, Medet ey dervişim, Yunusum medet! 21.12.1943 - 22.12.1943 (1 gün) Bir Günlük Hapis: Askerken (16.1.1943 - 16.4.1943 / Erzurum) siyasî bir yazı kaleme aldığı için disiplin cezası mahiyetinde verilen 1 günlük hafif hapsin infazı... (1) . 9.6.1947 - 5.8.1947 (1 ay, 27 gün) 'Türklüğe Hakaret Davası'nın Tutukluluk Devri: Necip Fazıl, Büyük Doğu Mecmuası'nın 30 Mayıs 1947 tarihli 65'inci sayısında, Rıza Tevfik'e ait 'Sultan Abdülhamîd'in Ruhaniyetinden İstimdat' başlıklı bir manzume yayınlamıştır. Herhangi bir özel isme yer verilmediği halde şiirin mecmuada neşri bazı zümreler tarafından Atatürk'e hakaret kabul edilmiş ve iktidar partisi tarafından Büyük Doğu aleyhine İstanbul ve diğer bazı vilayetlerde nümayişler tertiplenmeye çalışılmıştır.(2) O tarihte ilgili bir kanun maddesi bulunmadığı için de, 'Padişahlık Propagandası Yapmak - Türklüğe ve Türk Milletine Hakaret'ten, mecmuanın sahibi görünen zevcesi F. Neslihan hanım ile beraber Necip Fazıl hakkında takibata başlanmıştır. Savcılık Basın Bürosu Şefi Hicabi Dinç, takibata başlayabilmek için kanunen Adalet Bakanlığı'ndan izin verilmesi gereken bir suç mevzuunda, Necip Fazıl'ı kanunsuz olarak 9 Haziran Pazartesi günü tevkif ettirmiştir. (3) 29 Temmuz'da 1. Ağır Ceza Mahkemesinde gerçekleştirilen ilk celsede duruşmanın gizli yapılmasına karar verilmiş, iddia ve sanığın ilk itirazları ve müdafaası dinlenmiş ve dava ileri bir tarihe ertelenmiştir. 5.8.1947 Salı günkü, Savcılık makamınca hakkında tevkif müzekkeresi kesildiği halde bulunamayan F.Neslihan hanımın da iştirak ettiği 2. celse sonunda ise Mahkeme Reisi Nefi Demirlioğlu'nun okuduğu kararla,(4) Temyiz yolu açık olarak, Necip Fazıl ve eşi beraat etmiş, kapatılan Büyük Doğu Mecmuası'nın neşri serbest bırakılmıştır. . . 21.4.1950 - 15.7.1950 3 ay, 25 gün Türklüğe Hakaret Davasının Mahkûmiyet Devri: Büyük Doğu Mecmuası'nın 27.1.1950 tarihli 16'ncı sayısında yayınlanmış 'Altıparmak' isimli yazıda, Hükümetin manevî şahsiyetini tahkir ve tezyif ettiği gerekçesiyle 19.4.1950 tarihinde, hakkında Tevkif Müzekkeresi (5) kesilen Necip Fazıl, iki gün sonra tutuklanmış ve hapse atılmıştır. 26.4.1950'de, Salim Başol'un reis bulunduğu ikinci ağır ceza mahkemesindeki ilk celsede beraat eden Necip Fazıl, serbest bırakılmayı beklerken, aynı gün bir mahkemeden diğer bir mahkemeye aktarılarak, (6) Türklüğe Hakaret Davası'nda vaktiyle verilmiş Beraat kararının Temyize nihaî olarak bozdurulması ve mahkemenin uyma kararı üzerine, hamile ve hasta zevcesi F.Neslihan hanımla birlikte, tekrar hapishaneye gönderilmiştir.. 14.5.1950 Genel Seçimlerini büyük ekseriyetle kazanan Demokrat Parti'nin çıkardığı Af Kanunu ile 15.7.1950'de hapishaneden ilk tahliye edilen kişi Necip Fazıl'dır. (7) . . 31.3.1951 - 18.4.1951 19 gün 1951 Mahkûmiyeti: Basına 'Kumarhane Baskını' olarak akseden bir hâdise sebebiyle 23 Mart 1951 Cuma günü 18 saat süreyle karakolda gözaltında tutulan (8) Necip Fazıl, tertiplenen komplonun ardından hazırladığı 30 Mart 1951 tarihli meşhur 54'üncü sayının daha bayilere verilmeden matbaadan toplatılmasını müteakip, çıkmamış mecmuanın, imzasız bir yazısının, içinde hiç bir suç olmayan ifadesinden ve üstelik tevkifli muhakeme usûlü kaldırılmış olmasına rağmen tevkif edilmiş ve 19 gün tutuklu kalmıştır.. . 12.12.1952 - 30.9.1953 9 ay, 12 gün 1951 Mahkûmiyetinin İnfazı: 54'üncü sayıda yayınlanan bir yazı sebebiyle 9 ay 12 günlük kesinleşmiş mahkumiyeti bulunan Necip Fazıl, Savcılık selahiyetiyle infazı 4 ay tehir ettirmiş, bu dört ay bitince de Haydarpaşa Numûne Hastahanesi Sıhhî Heyetinden 3 aylık bir tecil raporu almıştır. (9) Tam da bu raporun müddetinin bittiği bir dönemde Ahmet Emin Yalman'ın 22 Kasım 1952 Cumartesi günü vurulmasiyle 'Malatya Hâdisesi' patlak vermiştir. Hâdise kısa zamanda Büyük Doğu Cemiyeti Reisi Necip Fazıl'ı da içine alacak şekilde büyütülmüştür. İkinci defa Haydarpaşa Numûne hastahanesine müracaat eden Necip Fazıl bir önceki raporun aynını almış; fakat bu defa rapora 'sinir vaziyeti üzerinde ihtisas taalluku dolayısiyle Bakırköy Akıl Hastahanesinin hüküm vermesi' şeklinde bir kayıt ilave olunduğu için, arzusu hilafına sözkonusu hastahaneye başvurmak zorunda kalmıştır. Bakırköy Akıl Hastahanesi, Haydarpaşa'nın şeker hastalığı teşhisini aynen kabul ettiği halde, 'infaza mâni bir durum' olmadığı hükmünü vermiştir. Bunun üzerine Necip Fazıl Adalet Bakanlığı'na müracaatla, dahili hastalığından başka hiçbir rahatsızlığı bulunmadığını ve eğer bu hastalık infaza mâni ise Adlî Tıp kurumunun hakkında ona göre, değilse yine ona göre karar vermesini talep etmiştir. Adlî Tıp Kurumu'nun, 'zeka ve aklî melekeleri tamamen yerinde ve tabii.. Musap olduğu şeker hastalığı ise infaza mani değil' şeklinde rapor vermesi neticesinde, (10) Necip Fazıl kesinleşmiş mahkumiyetin infazı için, 12 Aralık 1952 Cuma günü Üsküdar Toptaşı hapishanesine girmiştir. - 23 Ocak 1953'de Malatya Sulh Ceza Mahkemesi tarafından, Necip Fazıl hakkında, T.C.K.nun 163 ve 65'inci maddeleri delaletile C.M.U.K.nun 104/2,3,108 ve 125'inci maddeleri gereğince Tevkif Müzekkeresi kesilir. Hapse girdikten tam 47 gün sonra 28.1.1953 Çarşamba günü, saat 10.10 treniyle mahfuzlu olarak Toptaşı'ndan Malatya'ya sevk olunmuştur. (11) - Necip Fazıl, tam 38 gece, 36 gün geçirdiği Malatya Hapishanesi'nden 8.3.1953 tarihinde, Malatya Davası ile ilgili muhakemeler Ankara'ya nakledildiği için Ankara Genel Ceza ve Tevkif Evi'ne gönderilmiştir. (12) . . 30.9.1953 - 2. 12.1953 64 gün. Malatya Davası Sebebiyle Mevkufiyetin Devamı: 30 Eylül 1953'te bitmesi gereken 1951 mahkûmiyeti, Necip Fazıl'ın Malatya davasındaki masumiyetinin henüz anlaşılamamış(!) olması sebebiyle, tevkif şeklinde devam etmiş; neticede politikadan emir alan mahkeme, yine aynı yerden aldığı emirle, Malatya suikastıyla hiçbir alakası olmadığı daha başından belli olan Necip Fazıl'ı, 2.12.1953 tarihinde tahliye talebini uygun bularak salıvermiştir.. . 24.6.1957 - 25.2.1958 8 ay, 4 gün Köprülü Fuat'a Hakaret Ve... Mükerrem Sarol'u müdafaa yolunda Fuat Köprülü'ye karşı yazdığı zehir zemberek yazılardan hakkında verilen mahkûmi-yet kararının Temyizce tasdik edilmesiyle kesinleşen 1 sene 2 aylık cezasına, iki ayrı hükümden 6 aylık müeccel ceza da eklenmiş ve Necip Fazıl, 1 sene 8 ay kalmak üzere 24.6.1957'de Toptaşı Hapishanesine ikinci defa girmiştir. (13) Kısa bir müddet sonra Haydarpaşa Numûne Hastahanesine nakledilen Necip Fazıl, karar tashihi yoluyla son kurtuluş teşebbüsünün de boşa çıktığı ve tekrar gönderileceği Toptaşı cehennemini düşündüğü bir anda, ziyaretine gelen Abdülhakîm Arvasî Hazretleri'nin yakınlarından İlyas Ketenci'nin keramet çapındaki şu sözlerine muhatap olmuştur: -İki güne kadar çıkarsın inşallah... Bundan sonra kendine dikkat et! Ayniyle, keramet çapında bir tecelliyle, Temyiz son itirazı kabul ve karar tashihi yoliyle, Necip Fazıl'ın 8 ay 4 gün kaldığı hapisten kurtuluşunu temin etmiştir. (14) . . 26.3.1959 - 29.3.1959 3 gün (60 saat 51 dakika) Bolu Dağında Tevkif: 10'uncu Devre Büyük Doğu'larını çıkardığı 1959 senesinde, Necip Fazıl, düşmanlarına yaptığı hücûmların semeresi olarak 100 yıla varan hapis tehtidi altındadır. İşte bu hengâme-de, İstanbul Toplu Basın Mahkemesi'nden hakkında bir mahkûmiyet kararı verilmiş, o Ankara'dayken gıyabında verilen hükümle birlikte, usul ve teamüle aykırı olarak bir de tevkif kararı çıkmıştır.(25.3.195-Çarşamba) Bu kararı kanun ve usul bakımından polis vasıtasiyle evine tebliğ etmeleri gerekirken, İstanbul dışında olduğunu haber aldıkları Necip Fazıl hakkında yakalama emri verilmiştir. Durumu haber alan Necip Fazıl, hemen o gün hususi bir otomobille İstanbul'a doğru yola çıkmış, gece yarısı Bolu'da yolları kesen polis tarafından yakalanarak önce Bolu, oradan da İstanbul Emniyet Müdürlüğüne getirilmiştir. Perşembe sabahı Sulh Ceza Hakimliği tarafından gıyabî tevkif vicahiye çevrildikten sonra Sultanahmet cezaevine gönderilmiş 60 saat 51 dakikalık mevkufiyetten sonra, bizzat Başbakan Adnan Menderes'in talimatiyle gerekli formaliteler ikmâl edilerek salıverilmiştir. (15) . . 6.6.1960 - 15.10.1960 4 ay, 4 gün . 1960 İhtilali Sonrası Tevkif: İhtilalin yapıldığı tarihte Ankara'da bulunan Necip Fazıl, İstanbul'a döndükten bir müddet sonra 6 Haziran'da geceyarısı evinden alınmış, 15.10.1960 tarihine kadar, bir müddet Davutpaşa Kışlasının koğuşlarında ve ardından Balmumcu'da hakaret ve kötü muamele altında, gerekçesiz olarak tutulmuştur. (16) . . 15.10.1960 - 18.12.1961 1 sene, 65 gün Atatürke Neşir Yoliyle Hakaret: İhtilalin çıkardığı Basın Affı'nda hiçbir suç istisna edilmediği için üzerinde hapis yükü kalmadığını düşünen Necip Fazıl, Balmumcu'dan ilk tahliye edilenler arasında salıverildiği gün (15.10.1960) , kapıda bekleyen mahkûmları taşımaya mahsus bir araç ile, karısı ve çocuklarının gözleri önünde alınarak Savcılığa götürülmüştür. Atatürk'e hakaret isnad edilen bir yazıdan mahkûmiyeti Balmumcu'dayken kesinleştiği için ve 5816 sayılı kanun maddesi sadece onun aleyhine Af Kanunu'nun kapsamı dışında tutularak, Toptaşı cezaevine üçüncü defa girmesi temin olunmuştur. Necip Fazıl, 18.12.1961'de ceza müddetini tamamlamış olarak tahliye edilmiştir. (17) İlkokulu bitirdiği gün Cumhuriyet şairi, Saçında kurdelesi Lozan gibi; Sonra her yıl öldürüldü, öldürüldükçe de Hemeninden göğe huthutler çizildi.. Gelecek zaman oldu şimdiki zaman; Irmak aşağı inen güz parçası, Çok süslü bir halkın arasından, Benimsin! . İyi anlarında sesin kalınlaşıyor Keşke yalnız bunun için sevseydim seni. Doğdun, Üç gün aç tutuk Üç gün meme vermedik sana Adiloş bebem, Hasta düşmeyesin diye, Töremiz böyle diye, Saldır şimdi memeye, Saldır da büyü.... Bunlar, Engerekler ve çıyanlardır, Bunlar, Aşımıza ekmeğimize Göz koyanlardır, Tanı bunları, Tanı da büyü.... Bu,namustur Künyemize kazılmış, Bu da sabır, Ağulardan süzülmüş. Sarıl bunlara, Sarıl da büyü. Adını anmak güzeldi, dost ağızlarda sana dair cümlelerin ıslatılması... Adını anmak... Yüksek sesle, kimsesiz gecelerin düşsel avuntularına sırt çevirip senden söz açmak... Biraz gülünç, biraz sitemkar... güzeldi... Adının Türkçedeki yankısı özeldi.... Seninle yoğurt yemek, kendi Kanlıcanlı, Sülalesi Kandilli yoğurtçunun mekanında... Denize amors durup, yüzüne cepheden bakmak güneşli bir mavilikte.... güzeldi... İpe sapa konuşlanmaz bahanelerle elini tutmak, yüzünde Yüzyıllık bir hasreti gidermek güzeldi.... Güzeldi'li geçmiş zamanları düşünüyorum şimdi... Cümlelerimiz öznesiz...Umursayan yok, Kanlıca'daki yoğurdu.... ve eşikteki öpücük, tarih bilinci olmayan bir aşkın mührüdür artık... Nerde bir topluluk görürsen, tellal, hiç durma, bağır: kaçan bir kul gördünüz mü ey insanlar, de, tertemiz kokan bir kul gördünüz mü, ay parçası bir yüzü var, baştanbaşa fitne.. Savaş vakti tez gider, de, tellal, barış vakti uysal olur, de.. Nerde bir topluluk görürsen, tellal, hiç durma, bağır: ince boylu, güler yüzlü, tatlı sözlü, tez canlı, çevik bir kul gördünüz mü? sırtında bir al kaftan taşıyor.. Kucağında bir rebap, elinde bir yay var, de, tellal, çaldığı hep güzel, hep sıcak havalar, de.. Nerede bir topluluk görürsen, tellal, hiç durma, bağır: onun bağından bir meyva devşiren var mı ey insanlar, de, onun gül bahçesinden bir demet gül deren var mı? . İş ki çıksın bir habercik getirsin biri ondan bana, tellal çıksın biri ondan bana bir şeyler desin iş ki, söyle, verdim canımı ona gitti, tellal, verdim ona gitti. Beni bağışlayın cananlar canlar, Söz de duranlarda şahlar bulunur. Ehli hal olanlar sevdadan anlar, Hüdaya varanda hüda bulunur.. Mevla yaratmışsa eğer bizleri, Dilimizde olur elbet sözleri, Yarattığı kulda mahbub gözleri, Mahbubu görende mahbub bulunur.. Gel taşlayın beni yaram kanasın, Mevlanın yaptığı sen bir binasın, Aslını yitirme ulu manasın, Manaya erende mana bulunur.. Böyle bir şaşkınım yol arıyorum, Allah arıyorum kul arıyorum. Hakkı sohbet eden hal arıyorum, Hali arayanda mevla bulunur.. Kimseden kaçamam ne olur olsun, Sevgiyi göstersin canımı alsın, Seviyorum diyen düşmanım olsun, Böyle bir viranda eren bulunur.. Ya benim Recai, Mehmet canlarım, Yunus efendim damarım kanım. Necmettin efendi şöhretim şanım, Yar ile yarende yaren bulunur.. Sabit İnce kardeş, Cemal’im benim, Sizlere malolmuş bu günüm benim. Gayet hoş geçmiştir bugünüm benim. ........................................................... Sefil selimiyem ince kabayım, Sağımda kalana ben bir abayım, Savur harmanımı gardaş yabayım, Harmana girene derman bulunur.. 20.2.2001 Kayseri @ Yazar ve yayınevinin adı belirtilmeden ve ANASAM’dan izin alınmadan alıntı yapılamaz Bütün hakları Anasam’a aittir. Pompei'nin göklerinde anason ve malt düşüyor kuytu adımlarıyla müteşair düşüyor hatırlamanın çarkına yara dediğin zatülcenp tavuklar geçiyor laklı kapaklardan ilh ilh ilh ey sırı dökülen aynalardan geçen ince mülk sat resim çektirir gibi bakan yağlı suratları. (anılarını satarak geçinen bir gazi tanımıştım siyahlar içinde cüzzamlı). taşıyor foseptik çukurları belediye çaresiz son blues çalıyor ama ne kadar basitsiniz kentleri dolaşan söylen dolara endeksli gölge bulmuş vitrinini geçiyorum zavallı mankenlere basarak balgam olup akıyor afiş aşkları. barlarda üstsüz garsonlar şiir okuyor mutsuz hanımlar kadehte boğuyor kocalarını ''şeyy'' diyor biri ''amuda da kalkar mısınız? '' ''adım Şakir'' diyorum ''törpü taşımam! ''. duymuyor kimse orada değilim çünki Tek hakikat var, evet, bellediğim dünyadan, Elli, altmış sene gezdimse de, şaşkın şaşkın: Hepimiz kendimizin, bağrı yanık, aşıkıyız; Sade, i'lanı çekilmez bu acaib aşkın! . Hilvan, 17 Temmuz 1349 (1933) Uzağı ne zaman düşünsem aydınlık Burda geceler kaldı sen gittin Geceyle uyku suyla yosun Benimle olduğun bilmez misin. Uzak ve beyaz şehirlerden Bir ince yağmurla gelirsin Gece bekçisini sokağından Garibi yatağından çeker alırsın. Bir hikaye bilir söylerim Dost yıldızlara karşı ve sabaha doğru Bu hikayenin bir ucu sendedir Kurtarmak isterim kurtarmak isterim Bütün uçurtmaların ipi elindedir. -Rahşan´a-. akşam kapı eşiğinde bir terli giysi gibi soyunmak vardı derdinden evrenin bir entari serinliğini giyinmek kendi derdini tespih gibi çekmek elinde. yün örmen vardı akşamları koltuğa gömülü karşında polisiye roman okumak vardı sorgusuz bakışmak yoruldukça gözlerimiz sevinçsiz gülmek üzüntüsüz ağlamak. oturmağa konuklar gelmesi bazen çevresinde bir masanın kaygısız sıcacık konularda bir demli çay gibi bilmedik komşularla konuşmak. dünyamızla uyuşmak vardı oyunda sonunu görmeden oynamak sevinebilmek kazandığına yitirdiğine yerinebilmek. düşünmiyebilmek yoruldukça düşünmekten kamaştıkça örtebilmek gözlerini düşlerde bile ışıktan sakınarak kendini uyayabilmek vardı vaktinde rahat Çoklarından düşüyor da bunca Görmüyor gelip geçenler Eğilip alıyorum Solgun bir gül oluyor dokununca.. Ya büyük şehirlerin birinde Geziniyor kalabalık duraklarda Ya yurdun uzak bir yerinde Kahve, otel köşesinde Nereye gitse bu akşam vakti Ellerini ceplerine sokuyor Sigaralar, kağıtlar Arasından kayıyor usulca Eğilip alıyorum, kimse olmuyor Solgun bir gül oluyor dokununca.. Ya da yalnız bir kızın Sildiği dudak boyasında Eşiğinde yine yorgun gecenin Başını yastıklara koyunca. Kimi de gün ortası yanıma sokuluyor En çok güz ayları ve yağmur yağınca Alçalır ya bir bulut, o hüzün bulutunda. Uzanıp alıyorum, kimse olmuyor Solgun bir gül oluyor dokununca.. Ellerde, dudaklarda, ıssız yazılarda Akşamlara gerili ağlarla takılıyor Yaralı hayvanlar gibi soluyor Bunalıyor, kaçıp gitmek istiyor Yollar, ya da anılar boyunca. Alıp alıp geliyorum, uyumuyor bütün gece Kımıldıyor karanlıkta ne zaman dokunsam Solgun bir gül oluyor dokununca. Şimdengerü nazlı yare küskünüm Yıktı hatırımı barışmam gayrı Alem gelip bana rica ederse Çevirdim yüzümü görüşmem gayrı. Güzel keklik gibi kafeste olsa Altın vezni ile cevahir tartsa Yarim mahşer günü şefaat etse Giderim mahşere görüşmem gayrı. Bu yıl da Emrahi yarsız kışlasın Varır isem o yar beni taşlasın Şimdengerü bildiğini işlesin Hiç bir umuruna karışmam gayrı sarı bir ormanda ikiye ayrıldı yolum, ikisinden birden gidemediğim ve yoldaki tek yolcu olduğum için üzgün, uzun uzun baktım görene kadar birinci yolun otlar çalılar arasında kıvrıldığı yeri; sonra öbürüne gittim, o kadar iyiydi o da, ve belki çimenlik olduğu, aşınmak istediğinden gidilmeye daha çok hakkı vardı; oysa ordan gelip geçenler iki yolu da eş ölçüde aşındırmıştı hemen hemen,. ve o sabah ikisi de uzanıyordu birbiri gibi hiçbir adımın karartmadığı yapraklar içinde, ah, başka bir güne sakladım yolların ilkini! ama bilerek her yolun yeni bir yol getirdiğini, merak ettim geri gelecek miyim diye.. iç geçirerek anlatacağım bunu ben, nice yaşlar nice çağlar sonra bir yerde: bir ormanda yol ikiye ayrıldı, ve ben – ben gittim daha az geçilmişinden, ve bütün farkı yaratan bu oldu işte.. Çeviri: Selahattin Özpalabıyıklar Eylül, gülleri soldurarak duyurdu bu yıl kendini Böyle olacağını bile bile şaşırttı bizi yinede. Daha bir demet kır çiçeği alıp koymadık vazoya Güllermi unutturdu bize sevinci yoksa aşındırdıkmı kimi duyguları. Şöyle bir akşam şöyleşemedik dostlarla erkenden kapandı perdeler yorgunmuydu çocuklar da. Her gün yağmalanan talan edilen sevincimiz kurudu galiba büsbütün su yürümüyor dallara. Ama kırpıntı, bir küçük uç uç böceğinin her nasılsa konuvermesi balkona uyarıyor biziirkilterek. Bu kahrolası tarraka bitecek gibi değil sokaklarda Çekip kapıyı çıkmak en iyisi dalmak caddelere, varoşlara. Belki o zman eylül şaşırtmayacak bizi bulup çıkaracağız çünkü evrenin öteki yüzünü Ehl-i imam işlerin şol demde inkar ettiler Çün Nesimi'yi Halep şehrinde berdar ettiler Öyle kim cevr eyleyüp zulm ile hakkı basdılar Ahsen-i takvimi gör kim nice inkar ettiler Müftüler fetva verüben hakkı batıl ettiler Küfr edüp imana gelmez,gelmeğe ar ettiler Hak bana emreyledi söyle deyüben söyledim Sözlerim destan edüp alemde destan ettiler Her şahsı harîm-i Hakk’a mahrem mi sanırsın? Her tâc giyen çulsuzu Edhem mi sanırsın? . Dehri arasan binde bir âdem bulamazsın, Âdem görünen harları âdem mi sanırsın? . Çok mukbili gördüm ki güler, içi kan ağlar, Handân görünen herkesi hurrem mi sanırsın? . Bil illeti, kıl sonra müdâvâta tasaddî, Her merhemi her yâreye merhem mi sanırsın? . Kibre ne sebeb? Yoksa vezîrim diye gerçek, Sen kendini düstûr-ı mükerrem mi sanırsın? . Ey müftehir-i devlet-i yek-rûze-i dünyâ, Dünyâ sana mahsûs u müsellem mi sanırsın? . Hâlî ne zaman kaldı cihân ehl-i tama’dan, Sen zâtını bu âleme elzem mi sanırsın? . En ummadığın keşf eder esrâr-ı derûnun, Sen herkesi kör, âlemi sersem mi sanırsın? . Bir gün gelecek sen de perîşân olacaksın, Ey gonca bu cem’iyyeti her-dem mi sanırsın? . Nâ-merd olayım çarha eğer minnet edersem, Cevrinle senin ben keder etsem mi sanırsın? . Allah’a tevekkül edenin yâveri Hak’dır, Nâ-şâd gönül bir gün olur şâd olacakdır. Senden önce bir Rum papazdım Sakallarıyla bir eski korudan Meryem dağlarını ünledim miydi Keçiler şaşırırdı yolunu. Allah için ben insan değildim Ellerin olmasa okşamasaydın beni Kim diye bakardın bu kara bulut Cehennemin ucundan gölgesi. Kendi elinle kazdığın kuyuya Aşk ufacık bir taş atmaktır Gürültüsü büyüyünce sessizliğin Marifet yosunlar gibi susmaktır. Fıkara bir midyeden başlayan deniz Nasıl da büyüdü mavi oldu Oturmuş yere hanım hanımcık Ölümün ayaklarını yıkıyor. Güneş batarken getirdiğin çay Marmaradan daha yavaş soğurdu Göz göze geldikçe düşünürdüm de Hep akşamla boyasınlar sandalları. Biz uslu sevgilerin türbesiydik Her gece uyanan mezar taşlarıyla Öyle çoğalırdı ki tavşanlarımız Yaşayan kalmayacaktı nerdeyse tüm dağlara kar yağsa sarsa dorukları boran ve tüm ışıkları yutsa fırtına dayan ey sevdam ey sevdası yarınların dayan. şimdi kavrulsam da ayazdan sarsılsam da kaygılarla sımsıkı sarılmak zamanıdır umuda. umuttur sevgiyle ürer ve sevmek yürek işidir ve büyütmek sevdayı emek işidir. bin yılların çilesini ve tutkusunu geleceğin nakış nakış dokuduğum bu kilimi yani emeğimi yani yüreğimi adıyorum sana. ey sevdam ey sevdası yarınların durmadan yılgınlığa varmadan dayan Bir sakıncadır, bir tehlikedir bu hâlâ erkeklerin olan bu dünyada yürümek yalnız başına. Her dönemeçte bekler seni pususu saçma rastlantıların. Sokaklar yaralar seni meraklı bakışlarla. Yoldaki yalnız kadın. Tek savunman senin savunmasız olman. . Düşünmedin erkeği dayanılacak bir destek gibi, yaslanılacak bir ağaç gövdesi, sığınılacak bir duvar gibi düşünmedin erkeği. Düşünmedin erkeği bir köprü, bir tramplen gibi. Yapayalnız çıktın yola eşit koşullarda tanımak istedin ve istemedin hiçbir şey erkeği sevmekten başka. . Uzaklara gidebilecek misin, yoksa düşecek misin çamurlara? Bilmiyorsun, direngensin ama. Devirseler de seni yarı yolda gene de bir yerlere varmış olacaksın mutlaka. Yoldaki yalnız kadın Her şeye rağmen yürüyorsun Her şeye rağmen durmuyorsun. . Hiçbir erkek yalnız olamaz bir kadın kadar. Karanlıklar diker önüne bir kapalı kapı. Geceleyin hiçbir kadın tek başına gidemez yolda. Ama güneş, bir gardiyan gibi tıpkı, açar uzayı sana tan vakti. . Ama karanlıkta da yürüyorsun sen çevrene korkuyla bakmadan. Ve her adımın bir güvenlik belgesidir seni uzun süre korkutan erkek için. Adımlar çınlıyor taşlarda. Yoldaki yalnız kadın. En sessiz, en yürekli adımlar aşağılanmış toprakta, kendisi de yolda yapayalnız bir kadın olan toprakta. Dün kalabalıkta Sevmekten yorulmaktayım Yalpalayan bir sarhoş var Şimşek vuruyor onu bir çırpıda Seçip vuruyor Fırtına çevreği de onu buluyor emiyor Yılışık nemli bir şehvete arzulanıyor Bahar ayartıyor onu Köprüde insanlardan yükselen buhar Camların çiğneyip salonlara kustuğu sıcaklık Sevmek yapışkan insan teri İnsan kılı memesi kokarak Kollarını eklemlerini yalıyor senin. ve şimdi aşkın evinde iki yabancı insan misina tutmaktan tuzlu sudan. birbirini duyamaz olmuş iki parmak gibi yatıyor İstanbulda Suadiye mezarlığında Yorgun uzman bir kalp. Kimbilir hangi kanlarda akıyor gövdemiz Kimbilir kimin damarlarında hızlandırıyor sözlerim Bir bohça aranır çağırır üfürür - sıcak ve tüterek Irmak denize boşaltır dağlardan kaçırdıklarını . Atın birden nalları dökülür - delice koşarken yine de Bilki şöminenin içinden Yanmış kül olmuş yine de Seni gözlemekteyim. Bir kadın bir baş kesiyor gördüklerim Bir kadın kendiyle oynuyor Kendine ve çocuklarına parçalanarak Soğuk sıcak yanıp donarak Dar koridorda yay gibi vınlar Ve duşa varamadan Ufak kırmızı lambadan erlikler yağar Bir göz bir çağırma bir dur akar. Geri dön azarlandın Koltuğa otur şöminenin içine bak Şimdi hızlan ve hızlandır Sen, mermi yaratırsın; Ben, ondan saray yaparım!. Suya ektiğin kamışı Keser, biçer ney yaparım!. Yuvada Havvâ'ya gelin, Âdem'i güvey yaparım!. Şu manâsız mesafeyi En yaparım, boy yaparım!. Yeter ki sen... ver ben ondan Mutlaka, birşey yaparım!. Bir yalıncık gönderirsin; Tarar, süsler bey yaparım!. Gökteki öksüz dilimi Bayrağıma ay yaparım! Senelerce senelerce evveldi Bir deniz ülkesinde Yaşayan bir kız vardı bileceksiniz İsmi; Annabel Lee Hiç birşey düşünmezdi sevilmekten Sevmekten başka beni O çocuk ben çocuk, memleketimiz O deniz ülkesiydi Sevdalı değil karasevdalıydık Ben ve Annabel Lee Göklerde uçan melekler Kıskanırlardı bizi Bir gün işte bu yüzden göze geldi O deniz ülkesinde Üşüdü bir rüzgarından bulutun Güzelim Annabel Lee Götürdüler el üstünde Koyup gittiler beni Mezarı oradadır şimdi O deniz ülkesinde Biz daha bahtiyardık meleklerden Onlar kıskanırdı bizi Evet! Bu yüzden 'Şahidimdir herkes ve deniz ülkesi' Bir gece rüzgarından bulutun Üşüdü gitti Annabel Lee Sevdadan yana kim olursa olsun Yaşca başca ileri Geçemezlerdi bizi Ne yedi kat göklerdeki melekler Ne deniz dibi cinleri Hiç biri ayıramaz beni senden Güzelim Annabel Lee Ay gelir ışır, hayalin erişir Güzelim Annabel Lee Orda gecelerim uzanır beklerim Sevgilim sevgilim hayatım gelinim O azgın sahildeki Yattığın yerde seni.... Çev. Melih Cevdet Anday Kendi gününün şafağında, seçilmiş ve sevilen insan Al Mustafa, tam oniki yıl boyunca Orphales şehrinde, gemisinin geri dönüp kendisini doğduğu adaya götürmesini bekledi.. Ve onikinci yılda, hasat ayı olan Ielool'un yedinci gününde, şehir duvarlarından uzak bir tepeye tırmandı, denize doğru baktı ve gemisinin sisle beraber gelişini seyretti.. O anda kalbinin kapıları açıldı ve sevinci denize doğru uzandı. Ve gözlerini kapadı, ruhunun sessizliğinde dua etti.. Tepeden inerken bir hüzün hissetti ve kalbinde şöyle düşündü: . 'Nasıl huzur içinde ve üzülmeden gidebilirim? Hayır, ruhum yara almadan bu şehri terketmeliyim... Duvarlar arasında acı dolu geçen uzun günler, yalnızlık içinde uzun geceler; kim acıdan ve yalnızlıktan pişmanlık duymadan buradan kopabilir? . Bu caddelere ruhumdan o kadar çok parça saçtım ki, özlemimin o kadar çok çocuğu bu tepelerde çıplak dolaştı ki, sıkıntı ve ıstırap çekmeden onlardan kendimi ayıramam... Bugün üstümden çıkardığım bir giysi değil, kendi ellerimle yırttığım derim, kabuğum... Geride bıraktığım bir düşünce değil, açlık ve susuzlukla tatlandırılmış bir gönül.... Yine de daha fazla oyalanamam.... Herşeyi kendine çeken deniz beni de çağırıyor; yola çıkmalıyım.... Çünkü kalmak, saatler geceyle yanarken, donmak, kristalleşmek ve bir kalıba dökülmek demek.... Buradaki herşeyi memnuniyetle yanıma alırdım, ama nasıl? . Bir ses, dili ve ona kanat olan dudakları taşıyamaz. Boşluğu yalnız başına aramalı.... Ve kartal, tek başına, yuvasını taşımadan Güneş'e uçmalı...'. Tepenin yamacına eriştiğinde tekrar denize döndü ve baş tarafında kendi yöresinden gemicileri barındıran gemisinin limana yanaştığını gördü.. Ruhundan kopan sözlerle onlara seslendi:. 'Kadim annemin oğulları, med-cezir süvarileri... Ne kadar sık benim rüyalarıma yelken açtınız. Şimdi benim uyanışıma geldiniz, ki bu benim en derin rüyam olmalı.... Gitmeye hazırım ve şevkimin yelkenleri rüzgarı bekliyor.. Bu durgun havadan sadece bir nefes daha alacağım, sadece bir bakış daha geriye, sevgi dolu.... Ve sonra aranızda yerimi alacağım, gemiciler arasında bir deniz yolcusu olarak ben.... Ve sen, engin deniz, uyuyan anne, nehrin, ırmağın özgürlüğü.... Bu nehir sadece bir kıvrım daha yapacak, bu arazide bir kere daha çağıldayacak... Ve ben sana geleceğim, sınırsız okyanusa sınırsız bir damla...'. Yürürken, uzaktaki tarlalardan, bağlardan, erkeklerin ve kadınların şehir kapılarına doğru koşuştuklarını gördü. Birbirlerine geminin gelişinden bahsettiklerini ve kendi adını çağırdıklarını duydu.. Şöyle düşündü:. 'Ayrılık günü, aynı zamanda toplanma günü mü olacak? Benim akşamımın aslında şafağım olduğu söylenecek mi? . Sabanını tarlanın ortasında bırakana, üzüm cenderesinin çarkını durdurana ben ne verebilirim? . Kalbim meyveyle yüklü bir ağaca dönüşse de derleyip onlara sunabilsem... İştiyakım bir pınar gibi aksa da kaplarını doldurabilsem.... Bir yücenin elinin dokunmasını bekliyen bir harp mı, yoksa nefesinin içimden geçeceği bir flüt müyüm? . Sessizliğin arayıcısı olan ben, sessizlik içinde başkalarına güvenle dağıtabileceğim nasıl bir hazine buldum? . Eğer bugün hasat günüyse, hangi tarlalara ve hangi anımsanmayan mevsimlerde tohumları ekmiş olabilirim? . Ve eğer fenerimi yükselteceğim saat gelmişse, içinde yanan benim alevim olmayacak.... Kendimi bomboş ve karanlık hissederek fenerimi kaldıracağım.... Ve gecenin bekçisi fenerimin içine yağı koyacak; onu yakacak da...'. Bunlar kelimelere dökülenlerdi. Fakat kalbindeki pek çok şey, söylenmemiş olarak kaldı. Çünkü en derin gizemini açıklayamazdı.... Ve şehre döndüğünde, herkes onu karşılamaya geldi. Adeta tek bir ses olarak ağlıyorlardı.. Ve şehrin yaşlıları ileri çıkıp şöyle dediler:. 'Henüz gitme; bizi bırakma.. Bizim alacakaranlığımıza öğle ışığı oldun; ve gençliğin, hayallerimize hayaller getirdi.. Sen aramızda bir yabancı, bir misafir değilsin. Çok sevdiğimiz oğlumuzsun.... Gözlerimiz, senin yüzününü görememenin açlığını ve acısını yaşamasın.'. Ve rahiplerle rahibeler konuşmaya başladılar:. 'Denizin dalgalarının bizi ayırmasına, aramızda geçirdiğin yılların bir anı olmasına izin verme.. Aramızda bir hayalet gibi yürüdün ve gölgen, yüzümüze düşen bir ışık oldu.. Seni çok sevdik; ama sevgimiz sözlere dökülmedi ve örtülü kaldı. . Ama şimdi sana yüksek sesle haykırılıyor; sevgimiz önüne seriliyor.. Hep yaşandığı gibi, ne yazık ki sevgi kendi derinliğini, ayrılma anına kadar anlıyamıyor...'. Diğerleri de ona yalvardılar; ama o hiç cevap vermedi. Sadece başını önüne eğdi ve ona yakın duranlar, göğsüne düşen göz yaşlarını gördüler.. Sonra, kalabalıkla birlikte tapınağın önündeki meydana doğru yürüdüler.. Ve mabetten Almitra adında bir kahin kadın çıktı.. Ve o, kadına sonsuz bir şefkatle baktı; çünkü daha şehirdeki ilk gününde onu bulan ve inanan bu kadın olmuştu.. Ve kadın onu selamlıyarak konuşmaya başladı:. 'Tanrının sevgili kulu, son noktayı keşfedebilmek için uzun zamandır uzakları gözlüyor, gemini bekliyorsun.. Ve şimdi gemin burada, sen de gitmelisin.. Anılarındaki ülke ve büyük dileklerinin mekanı için duyduğun hasret çok derin. Ve ne sevgimiz seni bağlıyabilir, ne de sana olan ihtiyacımız seni tutabilir.. Ancak bizden ayrılmadan önce bizimle konuşmanı ve bize gerçeği anlatmanı istiyoruz.. Ve biz onu çocuklarımıza, onlar da kendi çocuklarına aktaracaklar ve o hiç bir zaman yok olmayacak.... Yalnızlığında bizim günlerimizi gözlemledin ve uyanıklığında, bizim uykumuzun hıçkırıklarını ve kahkahalarını dinledin.. Şimdi bizi bize aç ve doğumla ölüm arasında yer alanlardan sana aşikar olanları bize de anlat.'. Ve o cevap verdi:. 'Orphales halkı, tam şu anda ruhlarınızda devinmede olandan öte, size neden bahsedebilirim? '. ................................................. Gazel. Dost bî-pervâ felek bî-rahm ü devran bî-sükûn Derd çoh hem-derd yoh düşmen kavî tâli' zebûn. Sâye-i ümmîd zâ'il âfitâb-ı şevk germ Rütbe-i idbâr âlî pâye-i tedbîr dûn. Akl dun-himmet sadâ-yı tâ'ne yer yerden bülend Baht kem-şefkat belâ-yı ışk gün günden füzûn. Men garîb ü râh-ı mülk-i vasl pür-teşvîş ü mekr Men harîf-i sâde-levh ü dehr pür-nakş-ı füsûn. Her sehî-kad cilvesi bir seyl-i tûfân-ı belâ Her hilâl-ebrû kaşı bir ser-hat-ı meşk-i cünûn. Yelde berg-i lâle tek temkîn-i dâniş bî-sebât Suda aks-i serv tek te'sir-i devlet vâj-gûn. Ser-had-i matlûba pür-mihnet tarîk-i imtihân Menzil-i maksûda pür-âsîb râh-ı âzmûn. Şâhid-i maksad nevâ-yı çeng tek perde-nişîn Sâğar-ı işret habâb-ı sâf-ı sahbâ tek nigûn. Tefrika hâsıl tarîk-i mülk-i cem'iyyet mahûf Ah bilmen neyleyem yoh bir muvâfık reh-nümûn. Çihre-i zerdin Fuzûlî'nün dutupdur eşk-i âl Gör ana ne rengler geçmiş sipihr-i nîl-gûn Gördüler Yedi cihan, İn, cin, Kaf dağının ardındakiler, Kıtlık da kıran da olsa Gördüler analar neler doğurur Aman aman hey.... Dünyalar vardır elvan, Bir su damlasında, bir kıl ucunda, Meyvalar vardır, meyvalar, Ağacı, omcası yok, Sana vurgun, sana dost. Beride Kabil'in murdar baltası Ve kan değirmenleri, Kader kahpesi. Beride borazancıları o puşt ölümün, Hazır ırzını vermeğe Yiğitler vuruldukça. Timsah kısmı çünkü yavrusunu yer Akarsu duruldukça. Cadı, yalan hamurunu dağ - dağ yoğurur Aman aman hey. Bu zindan, bu kırgın, bu can pazarı, Macera değil. Yaşamak, sade "yaşamak" Yosun, solucan harcıdır. Öyle açar ki murat. Susuz, güneşsiz de kalsa, koparılsa da Şavkı, bulut güllerinden daha bir suna, Daha bir burcu - burcudur.. Bu zindan, bu kırgın, bu can pazarı Macera değil Sardığım toprağımın altın sabrıdır. O sert, erkek hüznüdür lahza başında Cıgara değil. Ve sevgilim uykusunda bağrır Aman aman hey.... Meltemin bir tadı, ustura ağzı Biri, kız memesi, tılsım, Yağmurun bir damlası süzülmüş küfür, Bir damlası, aşk. Senin uykuların hayın, Düşlerin kardeş. Duyar mısın, anlayıp sızlar mısın ki? Gece, samanyollarında rüzgar çıkıncayadek, Mısralarım kardeş - kardeş çağırır Aman Aman hey.... Serabın bir sonu vardır, Ufkun, sıradağın sonu. Uçarın, kaçarın bir sonu vardır Senin sonun yok. Mandaların, kavakların pazarı olur, Senin pazarın olamaz. Sensiz nar çatlamaz, bebek gııı demez. Beni böyle şair, divane etmez, Kızımın çatal göğsü. Senin yüzün suyu hürmetinedir Buğdaylara, cevizlere yürüyen Kara toprağın ak südü.... Bir bilsen kimlere tasa, kedersin, Anlar mısın, şaşırıp ağlar mısın ki? Bir bilsen kardeşlerim ne can çocuklar Ve bilsen nasıl vurur beni bu duvar. Akşam - akşam, kara sevdam ağırır Aman, aman hey... Güzel sallanarak nerden gelirsin İşin nedir maslahatın sevdiğim Kaldır nikabını görem yüzünü Balaban bakışlı gözün sevdiğim. Ay doğa da altın başın parlaya Gün değe de top zülüfler terleye Seni bastırmayım kuru yerlere Gül döşeyim yollarına sevdiğim. Tan yıldızı gibi parladın çıktın Gören aşıkların bağrını yaktın Güzel turna mısın gölden mi kalktın Al valasın yeşil başın sevdiğim. Benim yarim porsuk bağlar başını İnci imiş sedef sandım dişini El yanında baksam yıkar kaşını Tenhalarda gülüşünü sevdiğim. Kıymetli ırak uzak dediler Zülüfü gerdana tuzak dediler Hay vah Emrah'a yazık dediler Ağlama hey gözün yaşın sevdiğim an gelir paldır küldür yıkılır bulutlar gökyüzünde anlaşılmaz bir heybet o eski heyecan ölür an gelir biter muhabbet şarkılar susar heves kalmaz şatârâbân ölür. şarabın gazabından kork çünkü fena kırmızıdır kan tutar / tutan ölür sokaklar kuşatılmış karakollar taranır yağmurda bir militan ölür. an gelir ömrünün hırsızıdır her ölen pişman ölür hep yanlış anlaşılmıştır hayalleri yasaklanmış an gelir şimşek yalar masmavi dehşetiyle siyaset meydanını direkler çatırdar yalnızlıktan sehpada pir sultan ölür. son umut kırılmıştır kaf dağı'nın ardındaki ne selam artık ne sabah kimseler bilmez nerdeler namlı masal sevdalıları evvel zaman içinde kalbur saman ölür kubbelerde uğuldar bâkî çeşmelerden akar sinan an gelir -lâ ilâhe illallah- kanunî süleyman ölür. görünmez bir mezarlıktır zaman şairler dolaşır saf saf tenhalarında şiir söyleyerek kim duysa / korkudan ölür -tahrip gücü yüksek- saatlı bir bombadır patlar an gelir attilâ ilhan ölür nerelerdeydin diye sorarsan 'hep eskisi gibi' diyeceğim. toprağı örten taşlardan söz edeceğim, sürdükçe kendini harcayan ırmaktan; ben yalnız kuşların yitirdiklerini bilirim, gerilerde kalan denizi bilirim, bir de ağlayan ablamı.. neden ayrı adlarla anılıyor ülkeler, neden günler yeni günleri izliyor? Neden koyu bir gece birikiyor ağızda? Neden ölüler? . nereden geliyorsun diye sorarsan bölük pörçük kelimelerle konuşmak zorundayım, ağzı zehir gibi yakan araçlarla, çoğu çürümeye yüz tutmuş hayvanlarla ve avutamadığım yüreğimle.. andaç değil yanımızda götürdüklerimiz unutuşta uyuklayan sarımsı kumru değil, yaşlarla kaplı yüzler, boğazımıza yapışan eller ve yapraklardan sıyrılan şey: aşınmış bir günün karanlığı acıyı kanımızda tatmış bir günün.. işte menekşeler, işte kırlangıçlar bize sevinç veren ne varsa, geçici ve küçük duyarlıkların yan yana göründüğü süslü kartpostallarda.. ama bu sınırın ötesine geçmeliyim, dişlemeliyim sessizliğin çevresindeki kabuğu, ne karşılık vereceğimi bilemem:. öyle çok ki ölüler, ve öyle çok ki al güneşle yarılmış hendekler, ve öyle çok ki gemilere vuran miğferler, ve öyle çok ki öpüşlerle kilitli eller, ve öyle çok ki unutmak istediklerim.. Çeviren: Tomris Uyar Benim kaderim bu, öylece karşına oturup seyrediyorum yüzünden geçen zamanları.... Küçük bir çocuk olan yüzün annesinin kalbinin kapılarında kalmış... Kırgın düşlerinde sakladıgın... İlk gençlik oluyor sonra yüzün öyle eksik, öyle yarım kalmış büyümelerden durgun.... Sevdayla ışıyan, çaresiz aşkların şiirlerinde mısra mısra yaşlanan yüzün.... Benim kaderim bu öylece karşına oturup seyrediyorum zamanın içinden geçen yüzlerini.... Bana sevdalı bir yüzün vardı eskiden o şimdi yalnız içimde saklı... Bahar mezarına gömsünler sizi Yapraklar gibi buluştunuzdu Kokular gibi seviştinizdi Bahar mezarına gömsünler sizi. Yaz mezarına gömsünler sizi İlk kezmiş gibi buluştunuzdu Son kezmiş gibi seviştinizdi Yaz mezarına gömsünler sizi. Güz mezarına gömsünler sizi Salkımlar gibi buluştunuzu Ağular gibi seviştinizdi Güz mezarına gömsünler sizi. Kış mezarına gömsünler sizi Sokaklar gibi buluştunuzdu Çarşılar gibi seviştinizdi Kış mezarına gömsünler sizi. Dünya ömrü masaldır, bir de soruyor. Demek malı, mülküyle gurur duyuyor? Bu fırtınalı yerde mum yakmış demek? Hem bu sel yatağına ev mi kuruyor? . (Hayyam'ın Türkçe Yüzü-Türkçe Yeniden Yazan-Yalçın Aydın Ayçiçek-Can Yayınları) İkimizde seni seviyoruz ne güzel Olmuş yerlerine bakıyoruz Bütün aynalarda ikimizde seni beğeniyoruz ne güzel mevsimler geçiyor üstümüzden susuz bir yolculuk tıka basa dolu mataralar arasında ikimizde seni seviyoruz ne güzel söylenmiş sözleri tekrarlamaktan ve incinmekten yine eski yaralarımızdan korkuyoruz ikimizde saklanıyoruz ne güzel gözlerimizdeki ölü çocukları besliyoruz bütün gördüklerimizle ikimizde körüz kendimize ne güzel. sakındığımız yerlerimizden korkular açıyor iyi niyetli çiçekler kılığında birbirimize hiç armağan vermiyoruz ne güzel iz bırakmak istemiyoruz tenlerimizde evlerimizde çünkü kolay tespit ediliyor acılar hemen ele veriyor bizi uğruna ihanetler verdiğimiz şarkılar silemiyoruz ne güzel yüreğimizdeki parmak izlerini ikimizde seni seviyoruz ne güzel eski sevgililerimizi okumaktan ve yazmaktan geçtik ama dilimize çeviremedik aşk yazısını okumaktan ve yazmaktan geçtik cebimizde yaralı sözcükler ne biriktirdiysek ona vurulduk entelektüel ay ışıklı aşkamlarda. hiç yanmadığı için bitmeyen mumlarımız işe yaramaz şamdanlarda okumaktan ve yazmaktan geçtik ortam iyi koksun diye yaktığımız aromalı mumların hijyenik ışığında. kendimize o kadar güveniyorduk ki birbirimize ihtiyacımız yoktu oysa aşk güvensizlerin işiydi unuttuk. sakındığımız yerlerimizden ayrılıklar açıyor zehir zemberek gece kılığında ama korkmuyoruz çünkü biz zeki okumuş yazmış zeki yazanı görmüş yazmayı seçmiş okumaktan usanmış zeki kendini beğenmiş zeki hiçbir şeyi beğenmemiş deneyimli bilgili zeki. çok şey öğrenmiş öğrendiğinden fazlasını öğretmiş zeki korkusuz . ve çocuktuk.... o kadar çok ağlamıştık ki hiç ağlamayacakmış gibi yaşadık. ikimiz birlikte hiç ağlamadık ne güzel. şimdi tanıdık –ki bizim için tanıdık olmayan bir şey kalmadı hayatta- bir yol çatalında elele duruyoruz ikimizde ağlamaklı değiliz ne güzel. ikimiz de hala seni seviyoruz ne güzel Zaman mı? Değil zaman Akan zaman değil mesafelerdir Güneşin çekici yukarda Suyun bıçağı aşağıda Krom alçakgönüllü, bakır utangaç Ağaç: bir damla iki kıvılcım arasında Rüzgâr bilmiyor nerden eseceğini Sınırlar kesik, Yerleşme yerlerinde balkıma. Biz kırıldık daha da kırılırız Ama katil de bilmiyor öldürdüğünü Hırsız da bilmiyor çaldığını Biz yeni bir hayatın acemileriyiz Bütün bildiklerimiz yeniden biçimleniyor Şiirimiz, aşkımız yeniden, Son kötü günleri yaşıyoruz belki Ilk güzel günleri de yaşarız belki Kekre bir şey var bu havada Geçmişle gelecek arasında Acıyla sevinç arasında Öfkeyle bağış arasında. Biz kırıldık daha da kırılırız Doğudan batıya bütün dünyada Ama kardeşin kardeşe vurduğu hançer Iki ciğer arasında bağlantı kurar Büyür, bir gün, zenginleşir orada Çünkü Ali’yi dirilten iksir de saklı Hasan’a sunulmuş ağuda, Granitin de olur bir okyanus diriliği, Nehirler daha uysal akar, Bir çiçek nasıl açıyorsa kendiliğinden Bir kuş nasıl uçuyorsa Öyle sever, çalışır insan, Kıraçlar çarptıkça dağlara Gül göçürür şafağından Doğanın altın şafağından Insanın altın şafağından Tarihin altın şafağından Biz kırıldık daha da kırılırız Kimse dokunamaz bizim suçsuzluğumuza. Turaba düstü gönlüm Ne bilsin nerde yanar Kimisi orda yanar Kimisi burda yanar. Kavusani görmedim Ne ondan geçen duydum Kimi ateste üsür Kimisi karda yanar. Kabristana seslendim Ela gözdeki nazar Sahmeran bakisli yar Kaderim kara yazar. On sekizbin sarayin Kapisinda bergüzar Kimi asikar eder Kimisi sirda yanar. Karanlikta yedi renk Karayi seçti gözüm Doganayda matem var Secdegahtadir yüzüm. Sevdasi bende gizli Hakikat benim özüm Urgan vurun boynuma SEFAI'm darda yanar! Düşündükçe kan ağlıyor gözlerim Onbeşinde bahar günüm geri dön Birbirini tutmaz oldu sözlerim Nerdesin pirim benim geri dön. Göçüm kalkmış Acemistan hoyunda Sülalem sulanmış Dersim soyunda Dünyaya gelmiştik Zeynel soyunda Hemen gitme tatlı canım geri dön. Varıp gidip Elbistana karışsam Ben kimim ki Yaradanla yarışam Mahzuni'yem kırdım isem barışam Yandı Kerem Aslı Hanım geri dön Kimi bekliyorsun hala, Evinden kitaplarından uzaktamısın Arada bir telefon et kendine Kendine mektuplar yaz yanıt beklemeden Kartlar gönder kenbine her gittigin uzaklardan Sevgilim diye baslayıp öperim diye biten Senin senden baska kimin varki arasın. İnince trenden yada ucaktan yalnızlığın Sevincle karşıla yanlızlıgını garlarda hava alanlarında Ayrılıslarda da sarılıp öpüş yanlızlıgınla Ugurla kendi kendini dönüşsüz yolculuklara Bekle kendini uzak yolculuklardan donersin diye Senın senden baska kimin varki beklesin. İçki masalarında bir basınamısın Kendınleysen yetmelisin kendine Çogaltıp yanlızlığını konuş bir cok kendinle Kaldır içki bardağını kendi şerefine Ağlaşarak gülüşerek tartısarak kendileSenin senden başka kimin varki bulasın. Düşmanlarının saldırılarından yuvarlandıkca yerlere Tutup kendi saclarından kaldır kendini Seni sana bildirecek kimsen yok başka kendinden Ölünce senin bile haberin olmayacak öldüğünden Haber ver kendineki öldüğünü bilesin Kimin varkı senin sana öldüğünü söylesin. Kendi kendinin hem konuğu hem ev sahibisin Zamanın varken ağırla kendini sarılıp öperek Biliyorsun nasıl olsa yakın o gelecek Kimileridiyecek Daha şimdiden sev kendini sev kendini SEVVVV Kimin varki senin seni senden baska sevecek......... Çok zamansız zamanlardan geçtim Samanı mayalanmadan saklanmış zamanlardan. . Beni tanırsın sen! Vaatlerin yanar döner hiçliğini, Dağları ateşe veren arzuların kalleşliğini, Masumiyetin can yakan dönekliğini bilmişliğim de Aynı zamanlardan... . Çocukluğumdan da uzak şimdi Sevdaya hasretliğim Aşkta kaybetmeyi marifet bilmişim Ve yüreğimin limanına sokulan her kadını Seve seve kaybetmişim. Ben bana gelene değilde Nedense hep benden geçene yeltendim Bir yanım günaha Bir yanım acıya öykünürdü Aklıma hep düşen de Düşünüm gül yüzüydü... . Beni tanırsın sen! Acının tadını sigarayla sevdim Sigarasız acılar çekemedim İçinde yar olmayan şarkıları ezberlemedim 'Sigaramın dumanı, yoktur yarin imanı' Bütün hüzzam sözleri sanki ben besteledim. Ud oldum, kanun oldum Sadece ve ancak tellerime vuruldukça inledim Unutamadığım en güzel şarkıydı keza Bana ağladığın efkarlı sesin... Bak gülüm! Sen bilirsin Mardin'de unuttuğum gençliğim Mardin'de yandığım cehennemim Gözünü sevdiğim, gamlı yarim Mardin'in yasında son nefesim . Beni tanırsın sen! Küfür ederken de utanmadım Ciğerlerimi patlatıp ağlarken de Bir, seni seviyorum derken kızarırdı cemalim Hala da içimden sevmeyi tercih ederim. . Beni bilirsin sen! Ne param kaldı ne anam kaldı yitirmediğim Hep söylerim, benim kaybetmişliğim doğuştan Ne dostlarım, ne şen mahalle Sadece biri vardı mazide Bileceksin adını sende Bilecek adını herkes İnan hiç kimse değil Bir o kaldı geçmişin içinde 24 yıl yaslı Mardin'e uğramadım Ayrılıkların anasını belledim Adam gibi bir ayrılık daha görmedim. . Çok zamansız zamanlardan geçtim Samanı mayalanmadan saklanmış zamanları bildim Yangınım aşkların anasını satmışlığımdı benim . Bak gülüm! İnanma sakın! Zaman her derde derman değil İçinden zaman geçmeyen yaralar var Zamanın uğramadığı diyarlar. Sırtımda çıplak Islak nefesin Bi gidip bi geliyor. Biz senlen yatmıyoruz ki Yaşamıyoruz da Hep yarışıyoruz Sen mi ben mi Önce kim Ölümü öldürecek diye Ben bu iskelenin süryanisiyim giden gider bana kalır güneşin kızıllığı herkesi uğurlayan o uğurlanmaz hüzün ayırmaz kıyısından içimdeki korsanı. Yalamadır rotası ipi kopuk bir kavmin suyu görünce yekten hain hain gülümser çünkü karda iz tutan bir yüzü yoktur suyun göç denen çingeneden aşinalığı siler. İki alem arası bu zalim arasattan bahar denilen savruk melek de geçen bazan terli avuçlarında tuttuğu şu uyruksuz ağır gülü unutur gider dalgınlığından. Artık kalın halatlar yalnızca ruhum için dalgalar çekip onu sanki benden alacak tükendi pörsük hayat pösteki sayar gibi geriye ne kaldı benden başka salacak. Mamahatun Türbesi iki katlı Alt katta yılan parlar. Bir at kişner sümbüli Kamyonları ala boyar. Rüzgar Az ötedeki Eski kervansarayı Eleştirir durur. İhtiyar adamla çocuk Ordadırlar. Hiç konuşmazlar. Çömelmiştir ihtiyar Bir olanak gibi Sıkmıştır avucunu. Çocuğunsa - Göz göze gelebilirseniz - İpi kopmuş bir uçurtma Hızla uzaklaşır bakışlarından. Uzak dur, uzak duran çiçeğin kokusundan Uzak dur başka yöne süzülüp giden sudan Uzak dur; karanlığın başını bekleyen kuş Uzak dur ki, bakarsın tam göğsünde vurulmuş Uzak dur; bir bahar ki, yoluna diken döker Uzak dur; gökkuşağı göğüne perde çeker Uzak dur rahminde küf taşıyan analardan Uzak dur gölgesini görmeyen aynalardan Uzak dur beyazından mahrum bırakan canın Uzak dur sırlarına gülümseyen fincanın Uzak dur güle katran damlatan aşk kirinden Uzak dur ihtirasın kurt kanı şiirinden Çemenzârı inciten her belâdan uzak dur İçindeki bin yüzlü Kerbelâ’dan uzak dur Mevlam bana ömür vermiş Boşu boşuna, boşu boşuna Bedenime bir can girmiş Boşu boşuna, boşu boşuna Gelmişim ben boşu boşuna. İsa Meryeme'mi kaldı? Musa asa'dan ne buldu? Süleyman bir sultan oldu Boşu boşuna, boşu boşuna Saltanatı boşu boşuna. Su akar deryaya varır Derya damlayı çıkarır Gökyüzünde yağmur olur Damlaları boşu boşuna Yağmur yağar boşu boşuna. Gâhi gittim gahi geldim Aradım kendimi buldum Bir Mahzuni Şerif oldum Boşu boşuna, boşu boşuna Yaşamışım boşu boşuna İşime karım dedim, karıma Kavel diyeceğim. Ve soluğum tükenmedikçe bu doyumsuz dünyada, Güneşe karışmadıkça etim Kavel Grevcilerinin türküsünü söyleyeceğim. Ve izin verirlerse Kavel Grevcileri, İzin verirlerse İstinyeli emekçi kardeşlerim, İzin verirlerse Kavel Grevcileri, Ve ben kendimi tutabilirsem eğer sesimi tutabilirsem O çoban ateşinin yandığı yerde Kavel'de, O erkekçe direnilen yerde, Kavel'de Karın altında nişanlanıp dostlarımın arasında Öpeceğim nişanlımı Kavel kapısında Ve izin verirlerse İstinyeli emekçi kardeşlerim İzin verirlerse Kavel Grevcileri İlk çocuğumun adını Kavel koyacağım Yaslıyız, kapkara olsak da hayâlet değiliz; Silemezsin, izimizdir yerin altındaki iz.. Şahlanır göklere inkâr edilen heykelimiz, Gösterir ufku, ölürken bile, solgun elimiz.. Kırılan göğsümüzün darmadağın mermerine, Bir alev dalgası mecz eylemişiz kan yerine.. Yerde dursak ne çıkar, gökte yürür maksadımız, Titretip burcuna, bârûsunu zulmün, adımız.. Yüzümüz zulme susarken gözümüz ses kesilir; Zâlimin rûhuna zulmün leşi mahbes kesilir.. Dökülen kanlarımız, farzı muhâl olsa heder, Yine tek damlasının kendi yeter, yâdı yeter; . O kızıl damla ki bir hutbesidir hakkımızın. Gezer etrafını çığlık gibi âfâkımızın.. Boşa gitmez, heder olmaz, vurulup düşdüğümüz, Zâlimin göğsüne çarpar düşüyorken ölümüz.. Canımızdır, acı hissetmeyerek, verdiğimiz; Şaşırırsın, şu asırlar sana anlatsa kimiz... Ne kadar saklasan özlediğin belli Söndüremezsin içindeki yangını Başlamışsa zamanların en güzeli Artık susturamazsın dudaklarını Anlatır özlemini bana derinden Yanan alnınla, terleyen avuçların Alevler taşarken gözbebeklerinden Yakar degdigi yeri parmak uçların Çok geç bu sevdadan dönebilmek icin bak! şimdi seninle dopdolu aynalar Bu özlemli halinle daha güzelsin Benimde saçımdan tırnagıma kadar Tutuşan, yanan bir şey var her yerimde Sen şimdi alevden bir gülsün ellerimde. sular duruldu! bunu dört kez söyledim kendime yüksek sesle gemiler çarptı kara parçalarına dört kez söyledim; üçü yalandı birini de yanlış kullandım cümle içinde cümle; herkesin bildiği bir delilik anıydı sürtünmek gibi, cızırtı gibi frenin patlaması, dört yanı tıkalı delik gibi. kıllarını papatya suyuyla sarartan yeniyetme kızlar gibi... ben sevişirken hem de tempolu, tırışkadan ya da arkadan dört as bulması inanılır gibi değildi babamın sonunda sular duruldu! istisnasız söyledim bunu gündüz vakti, hem de epey kalabalıkken iskele siyatiği tutmuşken irlandalı bir papazın ve annemin büyük bir gürültüyle menopoza girdiği gece lanetli bir gemi yanaştı şu bahtsız iskeleye arabesk seven çocuklar, soğan kabuğuyla ayılan histerik kadınlar ve bayat mezgit gibi kokan ağları külotların.... duruldu sular! şeytan tüyümü çekip çıkaracak cımbızlar yapılacak batan gemilerden batmayan gemilerden hesap sorulacak kanım yerde kalmayacak, manyak gibi inanıyorum buna yiğit oğlum, aslan oğlum engerekler, çıyanlar arasında davamı sürdürecek elinde kristal bir mancınıkla tiz cinayetler işlenecek, hissediyorum dilin pertevniyal lisesi'nin bahçesi titretiyor ruhumu, sevişirken bir hava, sevişirken çocukluktan kalan bir hala boşluğu gibi bir şeyler patırdıyor aramızda, bir kan bağı bir korse, şişman bir çingene, nalbant bıçağı acıklı bir erzincan türküsü, venedik taciri yıpranan kamu düzeni, tırnakları kirli itfaiye eri durulan sularda batıyor durulan sularda her biri. ayrı ayrı bakarsan her biri kendisi birleşince; lanet bir gemi! Sağ gözü ağladı önce, durduğu yerde, Ne acıdığından, ne de kederinden; Zati ilk düşen damlada Ne insanlar, ne kendisi vardı.... Koştular çırılçıplak, Mağara duvarlarına çizilmiş ceylan gözleri, Koştular, koştular sahile; İlk düşen damlada deniz vardı.... Şaşırdılar, utandılar da birbirlerinden Daldılar, daldılar derine Nefesleri, nefesleri kesilinceye dek; Işıklı bitkiler içinde Işıklı balıklar gördüler, Şaşırdılar, şaşırdılarda ... Zati ilk düşen damlada güneş vardı... Kırılır da bir gün tüm dişliler Döner şanlı şanlı çarkımız bizim Gökten bir el yaşlı gözleri siler Şenlenir evimiz barkımız bizim . Yokuşlar kaybolur çıkarız düze Kavuşuruz sonu gelmez gündüze Sapan taşların yanında füze Başka alemlerle farkımız bizim . Kurtulur dil tarih ahlak ve iman Görürler nasılmış neymiş kahraman Yer ve gök su vermem dediği zaman Her tarlayı sular arkımız bizim . Gideriz nur yolu izde gideriz Taş bağırda sular dizde gideriz Bir gün akşam olur bizde gideriz Kalır dudaklarda ŞARKIMIZ bizim... eylülün bulanık bir cay gibi ekime aktığı gündü yine yaşlı değirmenler yine mazılar çığlık çığlık yine bir aksamdı Sivas carsısında yine aksam taşıyorlardı ıslak Sivas carsısına kağnılar sanki gülerken vurulmuştuk sanki akşamdık sanki bir savaş ertesiydi durup yaslandığımız ay altında kerpiç ve kul ve ağıt. namlular yılan sırtı meneviş tren düdükleri yakın uzak yabanıl ben bu gözleri bir ali galipte gördüm kurtuluşun bir sayfasında sinsi hain şımarık ve daha içimde Sivas sabahlarının o delikanlı gerinişi sırsıklamdık ben bu gergin havaları her zaman sevdim bu bir kurultay havasıdır bir abdurrahman halayına duruştur bu sığamadım gecelere sığamadım türkülere sığamadım kadın sesinde Anadolu aksamlarına onlar o kasları yıkık çakmaktaşı gibi kuvayi milliyeciler Mustafa kemal şafağının kıyısında öylece duruyorlar yüreklerinde katıksız güvenleri yalın yüzlerinde hakli öfkeleriyle öylece duruyorlar dimdik ve apaydınlık sığamadım toprağımda kar aklığına sığamadım delikanlı içkilere yaylamda sığamadım nakıslarla boğulan gözyaşlarına ben bu gergin havaları her zaman sevdim. bak yine barut gibiyim sanki kurultaydayım sanki kulaklarımda sömürge sinekleri oysa Sivas carsısındayım gözlerime yağmur yağıyor namlular yılan sırtı meneviş. sen bir hüzzam makamından aksama bakıyorsun menekşe gözlerinde uzak bir acının ince buğusu kul rengi bir tango seni uykulara çekiyor ya bir roman kahramanısın ya da bir Paris yolcusu. bu aksamlar hep böyledir karakuş gibi iner yukarılardan fabrikada sokakta perdeler arkasında vurur insani bu aksamlar hep böyledir, ben işte hep böyle götürülürüm beni her yerde görürsün adres kullanmıyorum bayrakları severim, tutsaklığa yumruk gibi savrulan bayrakları insanları severim, haksızlığa yumruk gibi sıkılan insanları kötüler ali galipseler ben kuvayi milliyeciyim yüreğimde doludizgin bir kardeşlik özlemi o şafağın kıyısında yine dimdik beklemekteyim. bir Sivas sabahı var ki onu sonra göstereceğim. Basma bu eşikte benim kalbim var, Kalbim ki bir uzak hayale ağlar Kıskanç bir büyüdür bana uzletim Zâlim arzularla tutuşan etim, Her akşam bir çarmıh olur ruhuma Ben de bilmem nasıl diner bu humma; Saatler işkence, günler cellâdım, Ne ben yanlızlığa bir lâhza kandım. Ne de yalnızlığım benden usandı. Tahtayı kurt oydu, taş yosunlandı, Yabanî otlarla örtüldü duvar; Mermer havuzlarda köpüren sular Kâh bir ayna oldu kamaşan güne, Kâh bağrım açıldı bütün hüznüne Ufukları sarsan geniş rüzgârın. Benden sor sırrını bu boş yolların Benden sor, ve benden dinle akşamı Ey aşk, yaptığını beğendin mi: Yetimler gibiyim ziyafetten aç dönen Ters yakılan sigara, hemencecik söndürülen Yoksulluk ile vakit geçer mi…. Uyanmış kalmışım nasıl şey bu Toprağa baktım yerinde yoktu; Şiirden aşağıya attım kendimi Düşerken düşündüm ölmesem mi. Anlatıyorum hiç konuşmadan Buğdayın içini dökmesi gibi… Bugün dalgınım, dün de dalgındım Aç bile değildim aynaya bakmasaydım Dünden kalan yemekleri yerkenki gönülsüzlük gibi Buradayım…. Burayı sevmiyorum bahsetmişimdir Unufak olmak iyidir olmamaktan Hiç böyle demedim, yarabbim bilir Bu bozuk güzellik kalbimi yoran. Bir sandalye çektim zor günlerin altına Ah ama,. Kimse yüz vermiyor bana, sandalye bile Beni çağırıyor, yarım kalan ne varsa Bana düşüyor, her yağmur tanesini Suya götürmek, o serin ırmaklara. Öyle ya, Bir almanı herkes tanır miğferi varsa Moskofu da tanırlar yatıp uyumamışsa Bunları şunun için anıyorum burada Kim tanır beni şaşkınlığım olmasa. Bağırıp duruyorum denizin ortasında Su buradan ne kadar uzakta Yıldızları senmi yaktın Mülayim Ozanlara senmi kıydın Mülayim Bir dikili ağacın bile olmadı Herkes yedi senmi doydun Mülayim. Sert oldunda ne değişti Mülayim Mert oldunda ne değişti Mülayim Cart curt edip biraz nutuk atsaydın Hırt olsaydın yaşardın be Mülayim. Ormanları senmi yaktın Mülayim Çetelere senmi taktın mülayim Düşüneni yazanı ve çizeni Zindanlara sen mi tıktın Mülayim. Sert oldunda ne değişti Mülayim Mert oldunda ne değişti Mülayim Cart curt edip biraz nutuk atsaydın Hırt olsaydın yaşardın be Mülayim Mülayim Mülayim Alem adamsın be Mülayim. Köprülerden azmı geçtin Mülayim Zemzemlerden azmı içtin Mülayim Böyle susmak yakışırmı hiç sana Hayatından vazmı geçtin Mülayim Felek vermezsin dengi dengine Yolum düşürdün yine ingine Kader getirdi Karaman iline Çimenler mahzun gülleri mahzun. Aşıp dağları seyran eyledim Garip gönlümü hayran eyledim Doğdu gönlümden ben de söyledim Yaylalar mahzun yolları mahzun. Oba yerleri yıkılmış viran Ceylanlar gitmiş dağılmış şahan Dedim feleğe işlerin yaman Konuştum nice dilleri mahzun. Karacaoğlan konayım güllere Gidelim gönül uzak illere Selam söyleyin garip yollara Gördüm ovaları çölleri mahzun aldanıp da sakın “kal! ” deme bana taşları eriten hasretimle kanımı arıtan dağlara çıkıp hasretim uyuyan maharetimle gideğim şiirin topraklarına. sen ey yaprakları ipek dokuyan kalırsam,incinir çiy taneleri acı acı kişner yaşlı küheylan yağmura müptela değimsağma yoları kuşatan tebessümünü görsede, bulamaz dizinde derman. kalırsam, degişir gecenin tadı ıtır kanadından talih kuşunun arza emrivaki süzülür zaman kömür saçlarına tutunan kalbim kahve gözlerinde giyer kefeni incinir yep yeni bir zindan bile en güzel hücremde saklarım seni. rengarenk bir damla usare olup sessizce içine dalmak isterim tuttuğun aynalarda birden kaybolup yılarca yüzüne bakmak isterim “şehirde tükenen sihri bul! ” deme “kuru! ” de, “çürü! ” de, sakın “kal! ” deme kalırsam, surları yıkmak isterim Askin beni sarmis, nasihatlar bosuna Ictim o zehiri ben, bu seker bosuna Gönlümdür olan divane bilmez kimse 'Zincir ayagindan vurunuz'der bosuna! Sukürenin perisi sen; sen, taşkürenin avcısı, Bir kişi daha olsa yanınızda Siz orda öpüşürken, Ne diyorum bir kişi daha; Alamut kalesinde öpüşürdünüz. Ona göre gelişirdi her şey, Yeni bir güzelduyu açılırdı Bir töre cançekişirken.. Karagözlü hançer, sen; sen, mavi bakışlı kılıç, Unutulmazlarınızı dökerken birer birer, İki kişi daha olsa yanınızda, Mihri'nin vuruluşu ve çantası Ve elindeki tuğla da gelirdi gündeme; Daha sonra kesilen barsağı, iki metre; Kediler uzaklaşırdı ısrarla camdan bakan; Ne diyorum iki kişi daha.. Kavaldan akan gökyüzü, sen; sen, düşten geçilmez bahçe, Sınıf arkadaşları, şarap ve tüzük kokan, Dağın Eskisi'ne iki vadiden seslenirken, Ne diyorum beş kişi daha olsa yanlarında, Ama her şeye üçünün bileşkesine varan; Ne bilim-sanatı Hayyam'ın, ne siyaseti Nazım'ın, Ne yiğitlik, ne aşk... Bir şey kalmazdı tek başına. Ahırlarımızda her zaman sana ayrılmış bir at vardı.. Ve sen sonunda bir gün çıkar gelirsin diye, Çok şeyin adı küçük yazıldı; Silinmez anlar vardır, Karşı konmaz özlemler, Ben şimdi ne istediğimi de bilmeden artık Bağırıp duruyorum ya, şurda, Sen yaz sonu ilan eden güzel keten, Güneşten yırtılmış caz, sen! Savaşa gitmek mi istersin, git asker, Gidenin bir daha gelmediği Kanlı, kuduran savaşa. Burda olacağım geri dönersen, Yeşeren karaağaçlar altında bekleyeceğim seni, Bekleyeceğim çıplak ağaclar altında, Dönünceye dek en son asker, Bekleyeceğim seni daha da çok.. Sen geri gelince savaştan Göremeyeceksin kapıda başka bir çizme. Yanımdaki yastık hep boş kalacak. Dokunmamış olacak dudağıma başka dudak. Bıraktığım gibi diyeceksin her şey, Sen geri gelince savaştan, Sen geri gelince.. (Cev. A.Bezirci) Anladık iyisin, Ama neye yarıyor iyiliğin. . Seni kimse satın alamaz, Eve düşen yıldırım da Satın alınmaz. Anladık dediğin dedik, Ama dediğin ne? Doğrusun, söylersin düşündüğünü, Ama düşündüğün ne? Yüreklisin, Kime karşı? Akıllısın, Yararı kime? Gözetmezsin kendi çıkarını, Peki gözettiğin kimin ki? Dostluğuna diyecek yok ya, Dostların kimler? . Şimdi bizi iyi dinle: Düşmanımızsın sen bizim Dikeceğiz seni bir duvarın dibine Ama madem bir sürü iyi yönün var Dikeceğiz seni iyi bir duvarın dibine İyi tüfeklerden çıkan İyi kurşunlarla vuracağız seni. Sonra da gömeceğiz İyi bir kürekle İyi bir toprağa. O korku vardı hep çıkılan yolda O korkusuzluk vardı Suyun su olduğu günden beri akardı Biri can verip aydınlatır Diğeri boğar ve yakardı Yaşamın her dönüm noktasında Bir ileri bir de geri Atılan adımlar gibi alçalma ve yücelme Atılan adımlar gibi Büyüme ve küçülmeydi adı Biri sevgi olup yapardı Diğeri öfke olup yıkardı O korku vardı hep çıkılan yolda O korkusuzluk vardı Güz güneşi benzeşiyor bahar güneşiyle Biri kışa girerken biri kıştan çıkarken Biri yeni bir aşk öncesinse bir kederden sonra Biri biten bir aşktan sonra kedere girerken Çok zamandır düşündüm Bir sözlük yazsam aşıklar için Aşık arkadaşlarım için Mutlu etsem onları Harika insanlardır onlar Bir kandil yaksam ufacık Garip dostlar için Bir buğday tarlasına çevirsem kalbimi Aç olan kimseler için Yapsam kirpiklerimden bir çarşaf Atsam onu üzerine yorgunların Bilsem ah Nerden gelmekte hüzün kuşları Ve sevgi ağaçları ne zaman çiçek açacak Bulup çıkarsam yandığımız ateşi Milyonlarca, milyonlarca yıldır yakan. Koca bir budalayım ben Bildim bileli kendimi Aşıklar adına konuşan Mümkün mü böyle söylemek Mümkün mü hapsetmek bir testiye denizi Ve yasemini alıkoymak Mümkün mü özlem çiçeklerini Bir kitap içinde dizmek. Çeviren: İlyas Altuner Soluyorsunuz, hoş güller, Sevdam sizi taşımadı; Açılın, ah! şu Umutsuza, Ruhumu gam sardı.. Yasla anıyorum o günleri, Ben, Melek, sana aşık, Gizemli ilk Goncan teselli, Eren bahçemde alışık.. Tüm Çiçekleri, tüm Meyveleri Ayağına taşıdığımda, Manzaranın karşısında beteri Kalbimde ümit bağladığımda.. Soluyorsunuz, hoş güller, Sevdam sizi taşımadı; Açılın, ah! şu Umutsuza, Ruhumu gam sardı.. Çeviri: Musa Aksoy Ne kadınlar sevdim zaten yoktular Yağmur giyerlerdi sonbaharla bir Azıcık okşasam sanki çocuktular Biraksam korkudan gözleri sislenir.. Ne kadınlar gördüm zaten yoktular Böyle bir sevmek görülmemiştir   Hayır sanmayın ki beni unuttular Hala arasıra mektupları gelir Gerçek değildiler birer umuttular Eski bir şarkı belki bir şiir . Ne kadınlar sevdim zaten yoktular Böyle bir sevmek görülmemiştir   Yalnızlıklarımda elimden tuttular Uzak fısıltıları içimi ürpertir Sanki gökyüzünde bir buluttular Nereye kayboldular şimdi kimbilir. Ne kadınlar sevdim zaten yoktular Böyle bir sevmek görülmemiştir. Ben güzel gözlü kadınları severim Bir de küçük ayaklıları, uzun boyluları Hem nasıl severim, öyle severim işte Terler avuçları, kesilir solukları. Ben mahzun kadınları severim Yavru ceylanca kadınları, ürkekçe Hem nasıl severim, öyle severim işte Bilemezsiniz ne güzeldirler, öpüştükçe. Ben akıllı kadınları severim Düşünen, az konuşan, çok bilen Her yerde, her zaman nazı çekilen. Hem nasıl severim, öyle severim işte İçimde büyük, sonsuz ateşler yanmalı Ölümüm bile o kadının yüzünden olmalı Kendi kanımızdan kan katmadığımız, sevgiyle donatmadığımız, uğrunda özverileri, ortak acıları üstlenmediğimiz, savaşımlara katlanmadığımız hiçbir ilişkinin, hiçbir dostluğun, hiçbir duygunun bize sadakat göstermediğini ve güvenilir nitelik taşımadığını her birimiz kendi günlük hayatımızda öteden beri yaşar, biliriz. Birine gönlünü kaptırmanın ne kadar kolay, gerçekten sevmenin ise ne kadar zor olduğunu bilmeyen ve yaşamayan yoktur. Bütün gerçek değerler gibi sevgi de satın alınamaz. Satın alınabilen hazlar vardır, satın alınabilen sevgiyse hayır. Olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu! Düşüncemizin katlanması mı güzel, Zalim kaderin yumruklarına, oklarına Yoksa diretip bela denizlerine karşı Dur, yeter! Demesi mi? Ölmek, uyumak sadece! Düşünün ki uyumakla yalnız Bitebilir bütün acıları yüreğin, Çektiği bütün kahırlar insanoğlunun. Uyumak, ama düş görebilirsin uykuda, o kötü! Çünkü ölüm uykularında, Sıyrıldığımız zaman yaşamak kaygısından, Ne düşler görebilir insan, düşünmeli bunu. Bu düşüncedir uzun yaşamayı cehennem eden. Kim dayanabilir zamanın kırbacına? Zorbanın kahrına, gururunun çiğnenmesine, Sevgisinin kepaze edilmesine Kanunların bu kadar yavaş Yüzsüzlüğün bu kadar çabuk yürümesine Kötülere kul olmasına iyi insanın Bir bıçak saplayıp göğsüne kurtulmak varken? Kim ister bütün bunlara katlanmak Ağır bir hayatın altında inleyip terlemek Ölümden sonraki bir şeyden korkmasa, O kimsenin gidip de dönmediği bilinmez dünya Ürkütmese yüreğini? Bilmediğimiz belalara atılmaktansa Çektiklerine razı etmese insanı? Bilinç böyle korkak ediyor hepimizi: Düşüncenin soluk ışığı bulandırıyor Yürekten gelenin doğal rengini. Ve nice büyük, yiğitçe atılışlar Yollarını değiştirip bu yüzden. Bir iş, bir eylem olma gücünü yitiriyorlar. Ne gözlerindeki çöl yanlızlığı Nede yüreğindeki sönmüş volkan Büsbütün kopmuş sayılır yaşamaktan. Şüphesiz eskil bir frenks kadar Alışkın değisin bekleyişlere Ama suskunsun bir sfenks kadar. Susmak birşeylerin anlatımıysa Şüphesiz en anlamlı şeydir susmak. Uzak dağ yanlızlığını anlatmak Ürpertsede bir şairi her zaman İnsanın en görkemli yanı yaşamak ve susmak belkide İkiside sevgiler kadar anlamlı Susmak birşeylerin anlatımıysa Şüphesiz en iyi anlatıcıdır doğa.. her şey yapılabilir bir beyaz kağıtla uçak örneğin uçurtma mesela altına konulabilir bir ayağı ötekinden kısa olduğu için sallanan bir masanın veya şiir yazılabilir süresi ötekilerden kısa bir ömür üzerine. . bir beyaz kağıda her şey yazılabilir senin dışında güzelliğine benzetme bulmak zor sen iyisi mi sana benzemeye çalışan her şeyden bir gülden bir ilk bir sonbahardan sor belki tabiattadır çaresi senin bir çiçeğe bu kadar benzemenin ve benim bilinci nasırlı bir bahçıvan çaresizliğim anlarım bitkiden filan ama anlatamam toprağın güneşle konuşmasını sana çok benzeyen bir çiçek yoluyla . sen bana ışık ver yeter bende filiz çok köklerim içimde gizlidir gelen giden açan soran bere budak yok bir şiir istersin “içinde benzetmeler olan” kusura bakma sevgilim heybemde sana benzeyecek kadar güzel bir şey yok . uzun bir yoldan gelen tedariksiz katıksız bir yolcuyum yaralı yarasız sevdalardan geçtim koynumda bir beyaz kağıt boşluğu her şeyi anlattım olan olmayan acıtan sancıtan bilsem ki sana varmak içindi bütün mola sancıları bütün stabilize arkadaşlıklar daha hızlı koşardım severadım gelirdim gözlerinin mercan maviliğine . sana bakmak suya bakmaktır sana bakmak bir mucizeyi anlamaktır . sağa sola bakmadan yürüdüğüm yollar tanıktır aşk sorgusunda şahanem yalnız kelepçeler sanıktır ne yazsam olmuyor çünkü bilenler hatırlar hem yapılmış hem yapma çiçek satanlar bahçıvanlar değil tüccarlardır sen öyle göz sen öyle toprak ve güneş ortaklığı sen teninde cennet kayganlığı iken sana şiir yazmak ahmaklıktır . bir tek söz kalır dişlerimin arasından ben sana gülüm derim gülün ömrü uzamaya başlar . verdiğim bütün sözler sende kalsın isterim ben sana gülüm derim gül sana benzediği için ölümsüz yazdığım bütün şiirler sana başlayan bir kitap için önsöz . sana bakmak bir beyaz kağıda bakmaktır her şey olmaya hazır sana bakmak suya bakmaktır gördüğün suretten utanmak sana bakmak bütün rastlantıları reddedip bir mucizeyi anlamaktır sana bakmak Allah’a inanmaktır Şaştı akl Aşk koyduk ad.. Yakındı ayrılıklar ney Geçti sesleri Meşk koyduk ad.. Bilseydi kazırdı taşlara Keşk' koyduk ad. Şimdi iki milyarlar zincirlemek için beni Benden bir çoban köpeği yapmak niçin kendilerine Fakat iyilik, şefkat ve nicelik duyguları Göç ettiler onların dünyasından Güney'e. Artık ışık içinde göremiyorum bu dünyayı Göremiyorum, deney tüpüne bakan bir doktor rahatlığıyla Diz çöküyorum, haykırıyorum yenilgimi Sevgilim, bir an önce gelmezsen yardımıma. Köylü nasıl toprağa muhtaçsa Yağmura, güneşe nasıl muhtaçsa, muhtacım sana Bitki nasıl ışığa muhtaçsa Ve klorofile, fışkırmak için topraktan, Muhtacım sana, çalışan kalabalık nasıl işe, ekmeğe, Özgürlüğe muhtaçsa Ve nasıl avuntuya muhtaçlarsa kuşatıldıklarında Çünkü gelecek doğmadı daha acılarından.. Bir köye nasıl okul, elektrik Su, taştan evler gerekliyse Çocuk nasıl gereksenirse oyuncaklara Isıtan bir sevgiye; İşçi için bilincin Ve gözüpekliğin anlamı neyse Yoksul için onurun; Ve bulanık çocuklarına bu toplumun Bir hayat çizgisi nasıl gerekliyse Ve nasıl gerekliyse hepimize Akıl, uyanıklık, yol gösteren bir ışık Flora! Yüreğimde yerin işte öyle. Medya her gün cilalar yontulmamış odunu Soyar, resmini basar ve pazarlar kadını Kanundan kaçmak için hırsız, hortumcu, haydut Kendine siper yapar Atatürk’ün adını.. 28 Ocak 2006/Vakit seni bir kilimin nakışlarında devlerin şimşekli bakışlarında kanı sevgi olan hatıraların göklere uzayan yokuşlarında bulamaz ayağı prangalılar. yayını terkederken kırılan bir ok gibi doğarken ölen bir çocuk gibi çekingen çeşmelerin suyunda eriyen güz yorgun patikalrda sevda arayan öksüz bulamaz izlerinitilkiler kurt ininde yağmur hala murada ermedi teninde. mağrur bir kıvılcım görünce seni başın alıp gitmiş karanlıklara mehtabı beklemiş seneler boyu yüreğinde duymuş hep o korkuyu ardına bakınca gamlı bir akşam duymuş tenhalarında çalan şarkıyı. ceviz sandık bom boş ; kapılar kırık senden artakalan mor bir hıçkırık. okunmamış esrarlı bir öykünün memnu satırları gibidir yüzün vuslatın eflatun gecelerinde uykusunu kaçırmışsın gündüzün oysa ne yerdesin , ne gökyüzünde derindesin rüya kadar derinde Konuş, durmadan konuş Sesinin yumuşak kavı Sevgiyle parlatsın Bütün anlamları. İşte bak sözcükler, Bekliyorlar sıralarını. Konuş, durmadan konuş Köpürtsün aşkı ve hayatı Dişlerinin ışıldayan beyazı, Adım da bekliyor unutma, Benimle birlikte Sesinle birlikte parlatılmayı Küçük küçücük bir kızken Unutacak mısın yüreğim? Bir kurdele bir pabuç yüzünden Unutacak mısın yüreğim? . Simdi de onulmaz korkundur Evde ekmeğin tükenmesi Un biter, ekmek biter, gelsin ödünçler Unutacak mısın yüreğim? . Başın dönerdi sabahları Her atılan bomba bir parça Yiyecek alır giderdi İkinci Dünya Savaşı sırtından geçti Unutacak mısın yüreğim? . Birçokları kahraman oldular Büyü oldu adları Kara binitleri sırtında geçti Unutacak mısın yüreğim? . Simdi çocukları doyurup giydirdikçe Parklara, çarşılara götürdüğünde Kendini, kendi çocukluğunu Unutacak mısın yüreğim? . Dünya uçurtmayla balonken Kırmızı ve mavi tayfın bütün renkleri Sana zehir zindan edenleri Bağışlayacak mısın yüreğim? Erenlerin gönlünde ol sultan dükkan açtı Nice bizim gibiler anda konuban geçti. Cümle erenler uçtu dağlar yazılar geçti Aşk kazanına düştü kaynayıbanı pişti. Bu dünyanın meseli benzer murdar gövdeye İtler gövdeye düştü Hak dostu kodu geçti. Aşıkmı diyem ona can terkini urmadı Aşık ona diyeler kim melamete düştü. Yine esridi Yunus Taptuk yüzün görelden Meğer onun gölünden bir cur'a şerbet içti Önce aynalar terketti Sonra başında uçan kavak yelleri sevgiyle dolu olsun ağzına dek. Bizim deftere adın hele bir yazılsın, kardeş, o zaman cennet de vız gelecek sana, göreceksin cehennem de vız gelecek. Ey dide nedir uyku gel uyan gecelerde Kevkeplerin et seyrini seyran gecelerde. Bak heyet-i alemde bu hikmetleri seyret Bul saniini ol ana hayran gecelerde. Çün gündüz olursun nice ağyar ile gafil Koy gafleti dildardan utan gecelerde. Gafletle uyumak ne reva abd-ı hakıra Şefkatle nida eyliye Rahman gecelerde. Cümle geceyi uyuma Kayyumu seversen Ta Hay olasın hay ile ey can gecelerde. Aşıklar uyumaz gece hem sen uyuma kim Gönlün gözüne görüne ey can gecelerde. Dil beyt-i Hüdadır anı pak eyle sivadan Kasrına nüzül eyler o sultan gecelerde. Az ye az uyu hayrete var fani ol andan Bul canı beka ol ana mihman gecelerde. Allah için ol halka mukarın gece gündüz Ey Hakkı nihan-ı aşk ödine yan gecelerde Bu gün benim gibi sevdalı varmı? Bu gün benim gibi deli? Yerlere serilmiş yüreği kan içinde. Ben değilsem kim şu adam? Bir zamanlar vardım , ben bendim. Bu gün var olan neyin nesi? Gözlerim gözlerinde dinlenirken eriyor, Eriyor yaklaşırken dudağına dudağım. Zerrelerim çözülmüş gibi sesler veriyor, Ben sıcak bir denize inen buzdan bir dağım.. Yanında damla damla bittiğimi duyarım, Yoklarım yerinde mi yüzüm,alnım,saçlarım? Bir göğüs geçirerek derim ki:'Yine varım, Fakat bir rüya gibi şimdi kaybolacağım'. Bir gün,için içimde neyim varsa alacak, Varlığım bir su olup kabından boşalacak, Benden nişan olarak kucağında kalacak Boş bir yığın:Elbisem,gömleğim,boyunbağım. bana bir şimşek çak ortalık fena karanlık yüreğim örtülüyor ağır bir dalgınlığa genişliyorum durmadan değişen o mevsimde dağlarda kalın omuz omuza bulutlar çok fena kalabalık ellerim çıplak bana bir şimşek çak kötü bir tuzaktayım bilmem ne yapsak aklımda fikrimde onlar yaşlı ve genç erkek ve kadın korkularıma tutsak. bana bir şimşek çak içim içime sığmıyor artık vahim bir çağrışımdan daha vahimine atlamaktayım bana bir şimşek çak belki fena halde yanılmaktayım o ince kız çocuğu gün doğmadan her sabah bir hapisaneden bir nezarethaneye kelepçeli götürülüyor dudakları titrek gözlerinde buğu bilmem ki nasıl anlatayım bağışlanmaz suçu dünyayı sevmek bir de o adını bile bilmediği kıvırcık saçlı'devrimci'öğrenciyi fakülte kapısında vurulmuş yağmurun altında çıplak bana bir şimşek çak çok yanlış anlaşılmaktayım hesabım yanlış bir mahkemede görülüyor içimdeki zemberek boşandı boşanacak yaşamak mı gerek yoksa unutmak mı şaşırmaktayım galiyef yoldaş ne olacak galiyef yoldaş sibirya sürgünü sanki yalın bir bıçak kayarak bir kırlangıç hızıyla bulutların arasından karanlığın böğrüne saplanacak. galiyef yoldaş ne olacak galiyef yoldaş sibirya sürgünü elinde bir mektup eski yazıyla artık yüzünü bile unuttuğu karısından burnunda sadece kokusu var ilkbahar kadar müşfik sonbahar kadar yumuşak galiyef yoldaş ne olacak avrasyada hala mazlumların uğultusu kısa bozkır atlarının nallarından gizli kıvılcımlar ki etrafa saçılıyor azadlık mermileridir çekirdekleri çelik cehennem gibi sıcak. bana bir şimşek çak sala veriliyor görünmez minarelerden İzmir de istirdat ı yaşamaktayım bir yangın soluğu sokak içlerinden kordonboyunda muzaffer atlılar fahrettin paşanın süvarisi bana bir şimşek çak yolumu aydınlatacak gazi'nin gözlerinden mavi bir şimşek kuva-yı milliye mavisi aynı emaneti taşımaktayım 'hürriyet ve istiklal benim karakterimdir' çünkü hain sinsi ve korkak aynı düşmana karşı savaşmaktayım Ağlayalım Atatürk'e Bütün dünya kan ağladı Başbuğ olmuştu mülke Geldi ecel can ağladı. Şüphesiz bu dünya fani Tanrı'nın aslanı hani İnsi cinsi cem'i mahluk Hepsi birden ağladı. Doğu batı cenup şimal Aman tanrım bu nasıl hal Atatürk'e erdi zeval Amir memur altın kürsü Yas çekip mebsan* ağladı. İskender-i Zülkarneyin Çalışmadı bunca leğin Her millet Atatürk deyin Cemiyet-i akvam ağladı. Atatürk'ün eserleri Söylenecek bundan geri Bütün dünyanın her yeri Ah çekti vatan ağladı. Fabrikalar icat etti Atalığın ispat etti Varlığın Türk'e terk etti Döndü çark devran ağladı. Bu ne kuvvet bu ne kudret Vardı bunda bir hikmet Bütün Türkler İnönü İsmet Gözlerinden kan ağladı. Tren hattı tayyareler Türkler giydi hep karalar Semerkand'ı Buhara'lar İşitti her yan ağladı. Siz sağ olun Türk gençleri Çalışanlar kalmaz geri Mareşal Fevzi'nin askerleri Ordular teğmen ağladı. Zannetme ağlayan gülmez Aslan yatağı boş kalmaz Yalınız gidenler gelmez Felek-el mevt'in elinden Her gelen insan ağladı. Uzatma Veysel bu sözü Dayanmaz herkesin özü Koruyalım yurdumuzu Dost değil düşman ağladı Bir istisnayım artık kuralı bozuyorum. Mışlı geçmiş bir şark çıbanıyım Şimdi yaşamın yüzünde sızlıyor izim. Gündemde ilave tedbirler var, infaz bildirileri Ecelimi bir hamaylı gibi boynumda taşıyorum Potansiyel suçluyum, yasa da ceza da benim. Lanetlidir artık gözlerine mil çekmiş Kurşun damlaları akıtmış kulaklarına Kösnül kasıklarında yalaz, üstü başı kan Şimdi isterik bir orospuyu oynuyor zaman. Bütün kapılara ayrılığın suretini astılar Derme-çatma aşklar onarmaktan bitkinim Dün erkendi, yarın gecikmiş sayılırım Bir parça uçurum alıyorum terkime Kutsuyorum yolları bir iklim bulmak için. Bozdum tüm oyunları şimdi satırbaşıyım Sıcak uzun yazlardan, kış uykulardan Sustukça derinleşen büyüyü bozdum Karlar içinde yorgun bir selam gibi Vakitsiz ve davetsiz giriyorum gecene Gözlerinin sıcağına konuk et beni. Sonunda öğrendim konuşmayı, yürümeyi öğrendim Geçtiğim tüm köprüleri yaktım, dönüş yok Yollarla artık uğraklarla anlatırım kendimi İçime akmıyor kanım, yaramı sevdim Tazeleyin çoban ateşlerini ey ateş ustaları Kavallarınıza yeni delikler açın Emzirin sığınaklarımı uyak bulsun koyaklar. Yeni bir sayfa açtım işte ömrümü çiziyorum Sensiz hiçbir şeyin hükmü yok benim için Ölüm durmadan tazelese de hünerini Yeni bir sayfa açtım kanımla yazıyorum artık Kod adım aşk'tır Ömrüm bu uzun hecenin ömrüne kayıtlıdır Çünkü miladı yoktur kod adı aşk olanın Ateşten gömlek giymiş bir şiirdir ülkesi Bilmem hangi alemden bu toprağa düşeli, Yataklara serildim cam kırığı döşeli. Kaam bir cenk meydanı kokusu kan ve barut, Elindeyse düşünme,gücün yeterse unut! Takılıyor yerdeki gölgelere ayağım, Sanki arz delinecek ve ben yutulacağım. Bana yanmak düşüyor yangın görsem resimde, Yaşıyorum zamanın koptuğu bir kesimde Alırken dilenciyim veririken de borçluyum, Kalmadı eşya ile aramda hiç bir uyum Taş taş üstüne koysam bozuk diyorlar devir, Bir ok çeksem diyorlar peşinden koş ve çevir! Nefes alırken bile inkisar ve pişmanlık, Kimse edemez bana benim kadar düşmanlık. İşte; şüpheci aklı çatlatan korkunç nokta; O ki,sonsuz var,nasıl aranır dipsiz yokta Varlıkta, yoklukta herşey onun kulu, Bu noktaya vardım mı el tutuk dil burkulu! Allah’ı hakikate soran kafa ne sakat, Hakikatte ne? Hakkın muradıdır hakikat. Balonunu kaçırmış çocuk gibi ağla dur, Rabbim böyle emretmiş ya dize gel ya kudur! Hayat bir zar içinde hayatı örten bir zar Bana da hayat yeri “Bağlum”köyünde mezar.... 1982 Feryat figan arsa çikar Garip daglarda bu gece Bülbülün dili tutulur Viran baglarda bu gece. Kurtla kuzu güden yolcu Gelen yolcu giden yolcu Biliyon mu neden yolcu Ölüm saglarda bu gece. Zincir mi vurulmus kola Konussaydi biraz ola Yasanmis mi acep ola Eski çaglarda bu gece. Nanay dedi nanay dedi Toy kuruldu nanay dedi Herkes deli diyor amma O herkese nanay dedi. SEFAI gitmem yurdumdan Gitsem ölürüm derdimden Daha gitmeden ardimdan Nazlim aglarda bu gece Ala gözlerini sevdiğim dilber Sana bir tenhada sözüm var benim Kumaş yüküm dost köyüne çezildi Bİr zülfü siyaha nazım var benim. Ak ellere al kınalar yakınır Ala göze siyah sürme çekinir Dostu olan dost yoluna bakınır Dosta giden yolda izim var benim. Yiğit olan gizli sırrı bildirmez Güzel olan gül benzini soldurmaz Her olur olmaza meyil aldırmaz Bir şahan avlar da bazım var benim. Karac'oglan derki konanlar göçmez Bu ayrılık bizlen arasın açmaz Bir kötü gönlüm var güzelden geçmez Ne güzele doymaz gözüm var benim Giden Bayramlardan almadık bir tad Gardaş bu senenin bayramı nasıl? Şenay’larda bayram her gün, her saat Elif’in, Döne’nin bayramı nasıl? . İçinde boğulduk derdin, acının Uykusu bitmedi şeyhin, hacının Üç gardaşı şehit veren bacının Oğulsuz ananın bayramı nasıl? . Neşe topuğumda, elem boyumda Sen çoğunu anla, ben az deyim de Kim öldü, kim kaldı garip köyümde Ya bizim hanenin bayramı nasıl? . Dert deşmek değildir gayem, niyetim Düşündükçe sızlar kemiğim, etim Gelini dul kalmış, torunu yetim Ak saçlı ninenin bayramı nasıl? . Hangi eller sürer suçluyu suça Güdümlü başların destesi kaça Kimler zorlanıyor gönülsüz göçe Boş kalan binanın bayramı nasıl? . İşkence altında ezilir canlar Masum yiğitlerle dolu zindanlar Ses verin mezardan ulu sultanlar Yusuf-u Kenan’ın bayramı nasıl? . Bizden sandığımız bize yabancı Görünen simalar göze yabancı Kabukta bayram var, öze yabancı Söyleyin, mânânın bayramı nasıl? . Sabahtan haber yok, ufuklar kara Semerkant kan ağlar, yanar Buhara Keşmir, Kâbil, Kerkük hasret bahara Kudüs’ün, Sina’nın bayramı nasıl? . Ayşe’nin bayramı gözyaşı, firak Sultan’ı derdiyle baş başa bırak Sormadan geçemem, etmişim merak Nükhet’in, Nana’nın bayramı nasıl? . Mücahit, maddeye yapar akını Devrimci, soygundan tutar yükünü Biz toprağa verdik Hikmet Tekin’i Kotil’in, Zana’nın bayramı nasıl? . Doğduğundan beri çamlar deviren Ekranda iftira, yalan savuran Salyası, ülkeyi göle çeviren Boynuzlu dananın bayramı nasıl? . (Suları Islatamadım) 'BANA DOĞRU GELEN KİM? 'YA DA ŞİMDİKİ ZAMANDA BİR MOBİL, BİRİNCİ TEKİL ŞAHIS Dökülmüş bedenim kimyasına pirincin, yokedilerek kalsiyumun büyüsü yazgım belirlenmiş. Her an, hoş geldin diyorum bana doğru gelene, dalgalanan duygularımla. Sarkıyorum tavandan (bir tavan varmışçasına) yeryüzünün (varolduğunu umarak) renklerini bilmeme karşın - lal rengi, çivit mavisi ve sarı - ve onların yalanlamalarını - tutku, dinginlik ve ölüm - kendimle işaretliyorum yanı, yöreyi - bir aşağı bir yukarı, bir yukarı bir aşağı, sağ sol, sağ sol. Yönlerin bulanıklığında bir sorumluluk bu! Uluma geri tepiliyor böylece, bana doğru gelene karşı! Bir iskeletler zinciri tutuyor beni havada, uzay konusunda bir unutkanlık yüklemeye ve devindiğim cılız önlemleri yıkmaya çalışarak. Soğukkanlı bir çaba! Ben, kusursuz bir porte olmayı yeğlerdim, oysa. İşte şuracıkta, özlüyorum sol anahtarımı ve notalarımı. Umursamam, nereye dağılırlarsa dağılsınlar, daha sonra.... Şimdilik, hava akımının istencine boyun eğmişim, sinekler ırzına geçerken uzantılarımın, sürdürüyorum dansımı bu dikey tabut içre, günden geceye, geceden güne, ben tümünü ezip geçinceye ve 'Bana doğru giden kim? ' in yatay bilgisine ulaşıncaya dek! Gönül azm ediyor azm-i didarı Yenilmiyor efkarımız ne acep Garip bülbül gibi kılarım zarı Açılmıyor gülşenimiz ne acep. Her dem aşkın kervanları çekilir Şu didemden kanlı yaşlar dökülür Günden güne yaralarım sökülür Artar gider firkatımız ne acep. Pir Sultan Abdal'ım dosta mailim Yüz sürüben kapısında sailim Hak'tan gelen tecellime kailim Böyle imiş kaderimiz ne acep Mutsuzluk gülümseyerek gelir, adıyla süslenmiştir; Banliyo treninde rastladığımız Sınav saatini kaçırmış liseli kız, Hep kazanırsın ey çözümsüzlük! . Ey otobüssever ey Troya yolcusu! Anımsarsın günlerce konuşup durmuştuk O İB(ipekböceği) sesli kadını; Birinin Grönland'ı olmaya hazırlanıyordu.. İki çay söylemiştik orda, biri açık, Keşke yalnız bunun için sevseydim seni. orada bizans orada topkapı ve surlar ve rutubet,aslanım! şimdiki zamanlarda aklım geniş zamanlardaki rehavet!. şiirdik bütün aşkşamları seninle saçından bir dal düştü yüzünün en ıssız yerine. yine sen ve yine sizlik sensiz artık bu şehir faşistanbul! bu sonsuz gök bizden midir değil midir bu yıldızlar canlı mıdır cansız mı. dostlar olmalı bu göğün içinde düşman olmalı. canlıysa bu yıldızlar toprağında can olmalı nefes alınmalıdır yaşanıp ölünmeli. insan bu göğün boşluğuna dayanmaz bir koca göğün içinde bir ufacık dünyada yapayalnız bir avuç insanla yaşanmaz. can olmalıdır göğün yıldızlarında can bize benzer veya benzemez dost veya düşman. gelmeliler dünyamıza içmeliler suyumuzdan ağıdı önce söylenen sen nereye uçuyorsun, ağıdı önce söylenen ölüm korkusunu atar, sen nereye uçuyorsun boynu usul telli turna. Pir Sultan benim ağıdım ben de senin ağıdınım uzar gideriz bu yolda, sen nereye uçuyorsun gökyüzüne kana kana . benim söylendi ağıdım yazda kışta haziranda, ben hep zindanlarda yattım, en müşkülü daha sonra kendi kendim sürgün ettim, sen nereye gidiyorsun bir yerlere konmayana. silah çatuben askerler, neden silah çatıyorsun dostum dostum aslan dostum sen nereye uçuyorsun, Kerem Aslı'nın koynunda çiçeği hiç solmayana. biz ki Nâzım'dık dünyada rumelli kalın abdal uçan kuşa selam saldık sevdik oluklar boşaldık, cemi cümle bir sofrada muhannetlik kalmayana Ömrüm uzun eyle ey Bârî Hüdâ, Hamd-ü senâ, şükür etmek isterim. Çalışıp kazanıp nefis taamlar, Dişlerim var iken yemek isterim.. Açıldı dehanım, söyler zebanlar, Sana muhtaç bunca şahlar, gedalar. Al, yeşil hırkalar, türlü libaslar, Böylece münasip giymek isterim.. Bir küheylan at ver, istemem eşek, Üstü kaplan postu, tek olsun öşek. Kuş tüyünden yastık, yumuşak döşek, Keçeler içinde yatmak isterim.. Kalk gönül gezelim helv'alayına, O helvalar da dişe kolayına. Her akşam da pirinç pilavına, Kahvaltıda ballı kaymak isterim.. Bamyayı severim, dolma hoş olur, Ballı börek pişer, içi boş olur, Hele zerdali yanında hoş olur, Yedikçe karnıma koymak isterim.. İçli köfte gerek yola gidene, Bumbar doldurması benzer harane. Baklavayla börek şifa bedene, Yedikçe ellerim yumak isterim.. Sütlü ile tek helise olaydı, Tavuk kızartması sahna dolaydı. O tel helvası da dişe kolaydı, Aranmaz, üşenmez emek isterim.. Kaz, turac olmasa, günde yüz serçe, Ya kuzu doldurması nere kaça? Seherden evvel de ekşili paça, Limon bulunmazsa somak isterim.. O güzel meyveler bittiği zaman, Toplayan, getiren cümleden heman, Dediler lezzetli şu adı yaman, Anında kabuğun soymak isterim.. Nerde kaldı şekerli kurabiye? Ne demeli fırın eti kebaba? Bazıları su mu katar şaraba? Neme lazım, adın demek isterim.. Kocadım, ihtiyar oldum kardaşlar, Halıma rahm edin, bakın yoldaşlar, Döküldü ağzımda kalmadı dişler, Yağlıca höşmerim koymak isterim.. Yedirdin, içirdin hepsi de yalan, Ahir ömrümüzü ederler talan. Sözümü dinleyip nasihat alan, İşitip tutanı duymak isterim.. Azrail göğsüme çöktüğü zaman, Öyle bilin halım perişan yaman. Bülbülüm kafesten uçtuğu zaman, Cesedimi kabre koymak isterim.. Karac'oğlan der ki: Böyle kalaydım, Zahir, batın muradıma ereydim. O gün dahi cemalini göreydim, Hakk'ın didarını görmek isterim. Şu senin bulutsu sesin var ya Uçtan uca tersyüz ediyor geceyi . Yataklar var konuşmak için Öpüşmek için telefon kulübeleri . Güneşler var, yıldızlar, samanyolları, Karpuzlar gümbür gümbür kapılarda. . Tanrılar sofrası amma karanlık Yiyemem tek lokma yiyemem orda. . Şu senin tutkulu sesin var ya: Ortak güzellik artı yara izi. . Tutar ellerinden kaldırırsın Adı kötüye çıkmış tüm sözcükleri. . Yeni törenler gerek bize Yeni törenler -kimi zaman en eski. . Dert etme, bütün dilleri içerir Bitki konumu, küçükbaş hayvan sesi. . Şu senin dolayık sesin var ya Dondurma yiyen gürbüz bir kız gibi müstehcen, . Balkon demirine dayalı bir arka kadar şakacı, İlk doyumdaki gibi yeşil elma tadında. . Kimlik denetimi yaptıktan sonra Resimli roman okuyan bir er gibi giderici. . Şu senin alçaktan sesin var ya Pencereler var burnumun kemiğinde sızı, . Aşklar var unutulmamak için, Boğulmak için ilk sevgili. Kolay değil şu dünyanın aleni Kuru lafla sürülmez ki süreyim Tutupta nefsime idam kararı Vicdan vardır verilmez ki vereyim. İçime akıyor gözümün yaşı Ne kadar zor olur ahbalan taşı Erciyes Dağı’nda uçan bir kuşu Kör gözünen görülmezki göreyim. Kalmadı dizimin gayrı dermanı Ekin ektim yapamadım harmanı Suçum yokken beyler vermiş fermanı Dost Mahzuni verilmez ki vereyim Elimde bir sigara Bir o yanar bir de ben Düşmüşüm dört duvara Bir o susar bir de ben. Aylar var görmeyeli Değmez elime eli Uzakta bir sevgili Bir o ağlar bir de ben. Çatlamış sabır taşım Bir alev her gözyaşım Ah benim dertli başım Bir o döner bir de ben. Bu aşkın tek gerçeği Asla yok geleceği Yüreğim kan çiçeği Bir o kanar bir de ben. savurgan güzel,nedir bu kendini harcaman senin mirasın olan güzellikleri böyle? doğa temelli vermez ,ödünç verir her zaman eli açık olana borç verir içtenlikle böyle yanlış kullanmak olurmu güzel pinti miras bırakman için sana bırakılanı? kar etmeyen tefeci bu koskoca serveti niye tüketiyorsun yaşatmak varken canı meraklısın kendinle içli dışlı olmaya bu tatlı benliğin sırf aldatmağa yarar vaktin geldi diyerek seni çağırsa doğa vereceğin hesapta elle tutulur ne var? kullanmazsan gömülür güzellğin seninle kullanırsan varisin olur da sürer gider böyle dur yolcu bura sınır yabandır yasaktır ötesi çiçeklerden seçemezsin kokuları renkleri bir bir. kuşdan pasaport sorulmaz gümrüksüz geçer yüküyle karınca dur yolcu bura sınır sen geçemezsin. dereye bakma durmaz akar öteden de içer ceylan bu suyu dur yolcu bura sınır sen geçemezsin. dur yolcu bura sınır ne çizili ne yazılı geçemezsin yine de silemezsin içinde kazılı Yağmurlu ve upuzun bir yolu düşe kalka yürümeye çalıştım. Ve inanılamayacak kadar duygusal bir geçmişimiz oldu seninle. Üstelik biz bunu bir ömür boyu sürüp gider sanmıştık. Beni tutma öyle sahnelere gelemem, beni tutma çok kötü yanılırsın. Yıllardır öyle biriktim, öyle gerildim ki,topyekün boşalır toz olur dağılırsın.. Sen benim en ince dilimde türkümü çaldın Sen benim en ücra duygularımı talan ederek beslendin Her şeyin merkezi sendin ve her şey senin etrafında dönerdi. Bar köşelerinde tükenip kaldırımlarda ararken kendimi, Gelip sana sığınırdım.,umutlarım bir kez daha sönerdi.. Beni tutma şantajlara boyun eğmem. Beni tutma hırsımdan çatlarım. Yıllardır öyle sabrettim öyle doldum ki, Şimdi yanardağlar gibi birden patlarım.. Bir yavru serçe hayata bağlanır gibi ağzım açık bağlandım sana, Bir topal karınca yuvasına yaklaşır gibi, titredim ve heyecanlandım, Bu akşam çekip gitme adına bütün ömrümü ve seni sildim. Bir tuhaf senaryoydu ve bu senaryoda zavallı bir figürandın sadece, anlatamam Kumlara yazılmış sözcükler kadar kısacıktı ümidim. Ve anladım ki bir takım şeyleri ben ilk dalgada yitirmişim.. Beni tutma ben senin dizlerine çökemem Beni tutma ellerinde kalırım, kırılırım. Yıllardır öyle daraldım öyle bunaldım ki; Şimdi bir saniye bile oyalarsan çıldırırım. SEN, kalbimi emanet edecek kadar güvendiğim, dost bildiğim. SEN, bir lokmayı bile hazmedemeyip birlikte yediğim. Yatalak olsan altına yapsan bile iğrenmeden, alırdım dediğim Bu nasıl insanlıkmış, bu nasıl arkadaşlıkmış, bu nasıl vefaymış Bu nasıl acıymış ulan bu nasıl vicdansızlık, bu nasıl cefa. Beni tutma gazabım yakar ellerini, beni tutma hurdahaş olursun. Yıllardır öyle kırıldım, öyle küstüm ki,bir ah ederim kaskatı kesilir taş olursun.. Ben şimdi gözüne sokuyorum dünyaya,ama sen körsün ısrarla görmüyorsun Ben şimdi beynine sokuyorum hayatı, bir türlü algılamak istemiyorsun. Hala o aptal köşende oturup, beni öngörülerinle yargılamak ne kolaymış. Peki! gördüklerimi gördün, yaşadıklarımı yaşadın mı SEN! Peki devrik heykellerin önünde düşsüz yanılgıları o yüce gururlarıyla, Yoksul fakat dürüst bir mızrak gibi dimdik duranların acısını yaşadın mı SEN! Beni tutma gömleğim kan içinde, beni tutma darmadağın olursun Yıllardır öyle çok yedim öyle çok doydum ki Şimdi bir tükürürüm kaskatı olur rezil olursun. Ey kir içinde yüzenler, herkesin atına binenler Ey sürünenler, ey bölenler, bölünenler, Herkesi birbirine düşürüp, sinsice sevinenler Ey gençliğimi harcayanlar, ey kağıttan kaplanlar, zavallı sıçanlar. Ey ciğeri beş para etmezler, ey sıkıyı gördü mü fellik fellik kaçanlar Ey darbe kaçkınları, orta yolcular, dönekler, sümüklü böcekler Ey ispiyoncular, bozguncular, medya çömezleri yüzü yırtılmış köçekler, ibneler. Beni tutmayın ulan burama geldi dayandı. Beni tutmayın bozarım bu kirli numaranızı Yıllardır öyle çok sömürdünüz, öyle çok kan kusturdunuz ki Ulan bir şarjöre diz çöktürürüm ALAYINIZI! ....... Beni böyle deli eden Yarin açı sözü imiş Sırat sırat dedikleri Bir çift ela gözü imiş. Özümüz var özden öte Sözümüz var sözden öte Ötelerin ötesinde Gözümüz var gözden öte. Ataş saranda her yanı Canana vermişim canı Bu garibinin kabristanı Ayagının izi imiş. Özümüz var özden öte Sözümüz var sözden öte Ötelerin ötesinde Gözümüz var gözden öte. Sefaiyem bismillahım Hem ezelim Hem ervahım Kıblegâhım, secdegâhım Nazlı yarın yüzü imiş. Özümüz var özden öte Sözümüz var sözden öte Ötelerin ötesinde Gözümüz var gözden öte Bunlar en mutlu günleri ayrılığımızın Yanaşmadan özleminin limanlarına Bir uzun hava içinde kendimiz kendimizin Uzasın dönmenin saçları, çagırma uzasın Bu adam ölmüstür ama, Düsmedi topraga henüz vakit. Hayatini devrettik agaçlara Kalbi kimlere ait.. Bu adam ölmüstür ama, Basucundan ayrilamadik. Sonsuz kederinde gecelerimizin Nedendir hala bu beyazlik.. Bu adam ölmüstür ama, Henüz durmadi nehir. Ve nasibi muhtesem kuslar gibi Onu götürebilir. Dün gece parçaladı bir aslan kafesini, Bir gönül sonsuz ufka yol aldı kartal gibi. Fırtınam!Baş ucunda duyunca nefesini Otuz yıllık bir ağaç eğildi bir dal gibi.. Tatmak için enginin şi'rini dalgalarla Kalbimiz göğsümüzde ayrı bir şeydi yarda. İki taş heykel oldu vücudumuz kenarda, Ruhumuz enginlere açıldı sandal gibi.. Sonsuzluğun sırrına ererek biz denizde Sonsuzluğu yaşatmak istedik sevgimizde, Saçımız ağarmadan toprak olunca biz de Gezecek maceramız dillerde masal gibi. öylesine geniş ki yüreğim bir deniz gibi, güler yüzün bir güneş ışığınca tatlı ve derin yalnızlığında, dalganın dalgaya sessiz karıştığı yerde. gece mi bastırdı? gün mü yoksa? bilmiyorum. güler bana o tatlı o sevimli güneş ışıltılı yüzün, ben bir çocuk gibi mutluyum.. gece yarısı bir de rüzgar yavaştan yavaştan pencereme çarpar. bir sağnak başlamış inceden damlar odama yavaşça. mutluluğumun düşüdür benim, rüzgar gibi yalar geçer yüreğimi. bir buğudur o bakışında senin. bir yağmur tadıyla sarar yüreğimi. çantanda bir sürü anahtar var Lale biri evinin geceleri merdiveninden korkarak çıktığın biri yalnızlığın, kalabalıklardan damıttığın giysi dolabının biri ki giysilerini sevmem gizlerler güzelliğini. çantanda bir sürü anahtar var Lale posta kutunun biri sana dargın mı ne biri saçının, örgüsü kolay çözülsün diye arabanın biri ah şu bitmeyen taksitler ve kasko! . çantanda bir sürü anahtar var Lale aşk mektuplarını sakladığın çekmecenin biri epey eskimişler öyle değil mi biri uykunun bazı geceler sıçramanla bölünen şu yüreğe benzeyen anahtar nerenin ne kadar da paslanmış. çantanda bir sürü anahtar var Lale biri Ağrı Dağı'nın hep tırmanmak istediğin Salzburg kentinin biri yüzlerce mozart seni çalıyor biri dalgın bir nehrin kucağında geçmelisin sevgilinin Akdeniz kumsalının biri, ıssız ve mavi çırılçıplak yüzen sen misin. çantanda bir sürü anahtar var Lale ama açmıyor hiçbiri seni açmıyor işte anla kendini aşklara kapattığından beri eylül sabahının serinliğini Yaprakların serinliğini Ciğerlerime dolduruyorum. Sessizlik ve serinlik Birleşiyor Yıkanmış güvercinler Ve çok uzakta bir tren sesi. Her zaman yeniden başlamak duygusu Doğuyor içimde Her uyanışımda. Düşmanlarımı bağışlıyorum Daha çok seviyorum dostlarımı Her uyanışımda. Eylül sabahının serinliğini Yaprakların serinliğini Yüreğime dolduruyorum. (1976) Hep bir çember dolanıp durduğumuz, Ne önümüz belli, ne sonumuz. Kim varsa bilen, çıksın söylesin, Nerden geldik, nereye gidiyoruz? ateşiyle pürmelal yandığım sen miydin ah dallarına umutla konduğum sen miydin ah bir kenarda bırakıp şehla defineleri nice bin kez yolumdan döndüğüm sen miydin ah göğsümün duvarına işledim hayalini her saniye ismini andığım sen miydin ah bu hazin kayboluşta, bu gönül sahrasında bengisu diye içip kandığım sen miydin ah nasıl da kuytulandı yüreğim köşelerde tutundukça tahtından indiğim sen miydin ah bazen cehenneminde eridiğim yanardağ bazen kutuplarında donduğum sen miydin ah dağıttı efsunumu saçlarında sünbüller ruhuma leyla diye sunduğum sen miydin ah nice güller var imiş senden daha kırmızı hayatımın tek gülü sandığım sen miydin ah Bugün seviştim, yürüyüşe katıldım sonra Yorgunum, bahar geldi, silah kullanmayı öğrenmeliyim bu yaz Kitaplar birikiyor, saçlarım uzuyor, her yerde gümbür gümbür bir telâş Gencim daha, dünyayı görmek istiyorum, öpüşmek ne güzel, düşünmek ne güzel, bir gün mutlaka yeneceğiz! Bir gün mutlaka yeneceğiz, ey eski zaman sarrafları! Ey kaz kafalılar! Ey sadrazam! Sevgilim on sekizinde bir kız, yürüyoruz bulvarda, sandviç yiyoruz, dünyadan konuşuyoruz. Çiçekler açıyor durmadan, savaşlar oluyor, her şey nasıl bitebilir bir bombayla, nasıl kazanabilir o kirli adamlar Uzun uzun düşünüyor, sularla yıkıyorum yüzümü temiz bir gömlek giyiyorum Bitecek bir gün bu zulüm, bitecek bu hân-ı yağma Ama yorgunum, şimdi, çok sigara içiyorum, sırtımda kirli bir pardesü Kalorifer dumanları çıkıyor göğe, cebimde Vietnamca şiir kitapları Dünyanın öbür ucundaki dostları düşünüyorum öbür ucundaki ırmakları Bir kız sessizce ölüyor, sessizce ölüyor orda Köprülerden geçiyorum, karanlık yağmurlu bir gün, yürüyorum istasyona Bu evler hüzünlendiriyor beni, bu derme çatma dünya İnsanlar, motor sesleri, sis, akıp giden su Ne yapsam... ne yapsam... her yerde bir hüzün tortusu Alnımı soğuk bir demire dayıyorum, o eski günler geliyor aklıma Ben de çocuktum, sevgilerim olacaktı elbette Sinema dönüşlerini düşünüyorum, annemi her şey nasıl ölebilir, nasıl unutulur insan Ey gök! senin altında sessizce yatardım, ey pırıl pırıl tarlalar Ne yapsam... ne yapsam... Dekart oluyorum sonradan... Sakallarım uzuyor, ben bu kızı seviyorum, ufak bir yürüyüş Çankaya'ya Bir pazar, güneşli bir pazar, nasıl coşuyor yüreğim, nasıl karışıyorum insanlara Bir çocuk bakıyor pencereden, hülyalı kocaman gözlü nefis bir çocuk Lermontov'un çocukluk fotoğraflarına benzeyen kardeşi bakıyor sonra Ben şiir yazıyorum daktiloda, gazeteleri merak ediyorum, kuş sesleri geliyor kulağıma Ben mütevazı bir şairim, sevgilim, her şey coşkulandırıyor beni Sanki ağlayacak ne var bakarken bir halk adamına Bakıyorum adamın kulaklarına, boynuna, gözlerine, kaşlarına, yüzünün oynamasına Ey halk diyorum, ey çocuk, derken bende bir ağlama İlençleniyorum bütün bireyci şairleri, hale gidiyorum portakal almaya İlençleniyorum o laf kalabalıklarını, kurumuş yürekleri, bireyin kurtuluşunu filan İlençliyorum o kitap kurtlarını, bağışlıyorum sonradan Uzun kış gecelerinden sonra, masallarda anlatılan Durup durup bunları düşünüyorum, bir sevinci bir hüzün izliyor arkadan Yüreğim ipesapa gelmez bir bahar göğü, Türkçe bir yürek kısaca Beklemek usandırıyor, telaşlı telaşlı bir şeyler anlatıyorum sağda solda Bir otobüse biniyorum, inceliyorum bir böceği tutarak kanatlarından merakla Yürürdüm eskiden baharda, o yıkıntıların ve çayırların olduğu alanlara Aklıma şiiri gelirdi o yaşlı Amerikalının sonbaharı anlatan şiiri Çayırlar vardı o şiirde, baharı anımsatan ne de olsa Böylece yeniden hazırlanıyorum bir coşkuya, yeniden sokaklara fırlamaya Kendimi atmak bir uçurumdan balıklama Büyük ve mavi bir şey izlenimi var bende, gördüğüm filmlerden mi ne Bir şapka, telaşlı bir gök, sıcak yapay bir dünya Anlat anlat bitmiyor, bitmiyor bendeki daüssıla Bütün sevgilerimi harcayabilirim bir çırpıda, yağmurlu o yollar geliyor aklıma Benzin kokuları, ıslak direkler, babamın esmer bir somun gibi tombul ve sıcak elleri Uyurdum. Bir de bakmışsın yeni bir filim sinemada, şehirde yeni bir kız, kahvede yeni bir garson O üzgün ve sabahlıklı dururdu balkonda... Şimdi ne var hüzünlenecek bunda, nedir bu çatlatan yüreğimi bu telaş Sanki yarın ölecek gibiyim, birazdan polisler gelecek ya da Gelip alacaklar kitaplarımı, daktilomu, bu şiiri, sevgilimin fotoğrafını duvarda Soracaklar babanın adı ne, nerde doğdun, teşrif eder misiniz karakola Dünyanın öbür ucundaki dostları düşünüyorum, öbür ucundaki ırmakları Bir kız sessizce ölüyor, sessizce ölüyor Vietnam'da Ağlayarak bir yürek resmi çiziyorum havaya Uyanıyorum ağlayarak, bir gün mutlaka yeneceğiz! Bir gün mutlaka yeneceğiz, ey işalatçılar, ihracatçılar, ey şeyhülislâm! Bir gün mutlaka yeneceğiz! Bir gün mutlaka yeneceğiz! bunu söyleyeceğiz bin defa! Sonra bin defa daha, sonra bin defa daha, çoğaltacağız marşlarla Ben ve sevgilim ve arkadaşlar yürüyeceğiz bulvarda Yürüyeceğiz yeniden yaratılmanın coşkusuyla Yürüyeceğiz çoğala çoğala... İkimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım Şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarından Bebe dişlerinden güneşlerden yaban otlarından Durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar Şu aranıp duran korkak ellerimi tut Bu evleri atla bu evleri de bunları da Göğe bakalım. Falanca durağa şimdi geliriz göğe bakalım İnecek var deriz otobüs durur ineriz Bu karanlık böyle iyi aferin Tanrıya Herkes uyusun iyi oluyor hoşlanıyorum Hırsızlar polisler açlar toklar uyusun Herkes uyusun bir seni uyutmam bir de ben uyumam Herkes yokken biz oluruz biz uyumayalım Nasıl olsa sarhoşuz nasıl olsa öpüşürüz sokaklarda Beni bırak göğe bakalım. Senin bu ellerinde ne var bilmiyorum göğe bakalım Tuttukça güçleniyorum kalabalık oluyorum Bu senin eski zaman gözlerin yalnız gibi ağaçlar gibi Sularım ısınsın diye bakıyorum ısınıyor Seni aldım bu sunturlu yere getirdim Sayısız penceren vardı bir bir kapattım Bana dönesin diye bir bir kapattım Şimdi otobüs gelir biner gideriz Dönmeyeceğimiz bir yer beğen başka türlüsü güç Bir ellerin bir ellerim yeter belleyelim yetsin Seni aldım bana ayırdım durma kendini hatırlat Durma kendini hatırlat Durma göğe bakalım Şayet aşkın tohumu Düşmüşse gönlüne Suyunu esirgeme Aşkın hakkını yeme Pişman olursun ömrünce. Sana gölge verecek dallar Fışkırır ancak gençlikten Büyüt bu fidanı ey genç Hazır yeşermişken. Ne demek istediğimi Ömrünün ortalarında Ansızın anlarsın Alkol kana yayılınca. Sonunda ketum bir tarihe göçebe oldum Adressiz kaldım bu yüzden bir rüzgâr gibi Takıldım hiç büyümemiş bir çocuğun ardına Vizem yok kimliğim sahte yollar mayın döşeli. Bir ömürde kaç sokak izi kalır geriye Saçlarımın ıslaklığından anlıyorum Orda bir çocukluğun yağmuruna varılır Yarpuz kokusu uğurlar sizi görmezsiniz Her sokak aslında bir patikadır. Yüzümde bir yama gibi duruyor zaman Bütün aşkların kan grubu aynı olsa da Ayrıdır çıkmazları son sözleri farklı Gözlerinin rengine uymaz intiharları. Zaten hep gönüllüydü yanlışı yazgısına bulaştı Küçük sevinçlerin büyük kederlerin sahibi Güneşsiz bir gölge kansız bir yara oldu Hüsran sokağında bir aşk daha vurdu kendini Kerem kıl, kesme sâkıy, iltifatın bînevâlardan Elinden geldiği hayrı, diriğ etme gedâlardan. Esîr-i gurbetiz biz, senden özge âşinâmız yok Ayağın kesme başın çün, bizim mihnetserâlardan. Sabâ! Kûyunda dildârın nedir üftâdeler hâli? Bizim yerden gelirsen bir haber ver âşinalardan. Deme zâhid ki: 'Terk et simber bütler temâşâsın! ' Beni kim kurtarır Tanrı sataştırmış belâlardan! . Vücûdum ney gibi sûrah sûrah olsa ah etmem Muhabbeten dem urdum, incinmek olmaz cefalardan. Fuzûli! Nâzenînler görsen izhâr-ı niyaz eyle Terrâhhum umsa ayıp olmaz, gedâlar padişahlardan... Hasretinle geçiyorken bu gençlik çağım, Ey sevdiğim, ben umitsiz değilim gene Ak düşünce saçların kumral rengine Kollarında son aşıkın ben olacağım.. Ey başında şimdi sevda rüzgarları esen, Böyle her gün yollarımdan geçsen de süzgün Sen benimsin büsbütün terk olunduğun gün ... O mukadder günü, bilmem, düşündün mü sen?. Ben bir beyaz şaçlı aşık, sen bir ihtiyar ... O gün bana yalaşırken ey ilahi yar, Esirgeme gözlerimden bir son buseni,. Kirpiğinden yavaş yavaş bir damla aksın, Çünkü, ruhum, sen de o gün anlayacaksın Ki hiç kimse benim kadar sevmemiş seni Asrımızın zarif düşünceli gençlerinden biri Kederli elini Temiz alnına koyarken fikretmek için Çocukların susması Kuşların ve kedilerin uzaklaşması Haritaları üzerine bezlerin atılması Lambaların kısılması Kadınların bir vakit konuşmadan Yaşaması gerekebilir Ve açılabilir görüntümüz Sahnemiz perdemiz: Hergün bir miktar kros boksit asit Ve arenamız Dokuzyüz milyon müslüman rüyalarını hatırlamadan uyanabilir. Baş efendimiz Görüntümüz Sahnemiz Perdemiz. Eğer dualanmasaydı sesimiz Eğer yaradandan o güzel ağız Açık ve seçik Dilemesiydi demeseydi 'Allah Sesinizi Mağrıptan Maşrıka Kadar Duyursun' Düşünmezdim üzerinde Binmezdim deli deli koşan küheylan. Bildim Sensin Sen Sen Diri Diri Diri Şahım Diri Şahım Diri Diri Dirilt Alemi Alemi Alemi Alemi. Çünkü dokuzyüz milyon müslüman rüyalarını hatırlamadan uyanmıştır Bunların üzerine ezan Ucu sancılar vuran Bir kırbaç olmalıydı Her duyan Bağrını açmalıydı akan kanı da sevdayı da yorumlamaya almalıydı Hayır dokuzyüz Milyon müslüman Tarihin hülyalarından vazgeçmiş olabilir AMA BEN. Elim dizlerime Vur Kalk Müslümanlar uyanın Eller Dizlere Vur Kalk Yumruklar dizlere vur vur AMA BEN Ama ben Ama ben Ama ben. Korku gerek tenlere etim kalbur Deşer bakışın kıyar da kıyar. Korku gerek reca gerek Yanlış anlaşılmış olabilir Sesini duyuyorum kendimin/kelimeler kendinden emin değil. Yanlış anlaşılmış da olabilir Aklım başımda mı! Değil. Ve sesimi duyuyorum Kaburgalarımın gelip artık kavuşamadıkları iniltiden -Kulun korktuk şerrinden Ağzımız yerlerde kaldı gerçek dilimizden akmadı Kuldan korkarken gel zaman git zaman Bir hayat ki haşa korkmadan yaradandan Ama elbet ruhumun vazgeçilmez akışı baş çarptığım kayalıklar. Irmaklarımın altından akan ırmak Sandal sefalarım Marmara toprakları Ama söyle olmuşsa yüzüme karşı söyle neyi inkar ettim. Dilediğim en güzel hayat Çöplerin içinde rüya aradım Düştümse eğer sana bakarken düştüm. Sen dinç zaman İşte kuluçkan Bereketle taşan yağ küpleri gibi Parmaklardan akan çeşmeler gibi. İşte sinem kalabalık ve kendine zinde Kullardan pervasız nesillerden biri. Aha Şeyhefendim Aha yüreğim Göz kapanır akıl susar susar akıl İstersen haydi haydi haydi Yeryüzünün bütün gümbürtülerini çağır. Çehrenden o azgın maskeyi dök O evleri kedere boğ Nasıl olsa her kucaklandığın dalgada Bir gemi kadavrası gibi ikiyüz yıl parçalandın. Mahşerinde uyanacaksın Ağzının. Korkuyorum o nedenle Başım eğik Dilim kapalı Bir lebi gonca yüzü gülzar dersen işte sen Har-ı gamda andelib-i zar dersen işte ben. Lebleri mül saçları sünbül yanagı berk-i gül Bir semenber serv-i hoşreftar dersen işte sen. Payine yüzler sürer her serv-i dil-cuyun revan Su gibi bir aşık-ı didar dersen işet ben. Zülfü sahir turrası tarrar şuh-ı şivekar Çeşmi cadü gamzesi mekkar dersen işte sen. Firkatinde teşne leb hatır perişan haste dil Künc-i gamda bi-kes ü bi-mar dersen işte ben. Gözleri sabr u selamet ülkesini tarac eden Bir amansız gamzesi Tatar dersen işte sen. Bakiya Ferhad ile Mecnun-ı şeydadan bedel Aşık-ı bi-sabr ü dil kim var dersen işte ben Gökgürültüsünden korkup yamacıma sokulan sevgilime Sarıl bana, sarıl, öp, öp, öp beni, dedim Baksana allah yıldırımlarıyla resmimizi çekiyor! Agac butun Isik butun Meyve butun Benim dunyam paramparca.. Buyuk bir ayna kirilmis Kirilip yere dokulmus Kainat icine dusmus Dusmus amma paramparca.. Yaprak yaprak yapistirdim Diyar diyar dolastirdim Bir alevdir tutusturdum Yandim amma paramparca. Prangalar takmışım kalbime Kelepçeler ise gönlüme Ne seveni ararım ne seni Yalnızlığım tahta çıkmış neyleyim Bulutlar dostum olmuş Güneş düşman Geceler hüzünle geçer Ve yine sensiz Artık ne seni severim ne sevdaya kanarım Sanma ki ardından ağlarım Sahte gülümsemeler tahta çıkmış neylersin Sefer oldum aynı gare Gider oldum diyarımdan Felek zullmetti ayurdu Beni gül yüzlü yarimden. Ölem bir gün,gidem bir gün Tenim türab olsun her gün Gelir muhabbet kokusun Yel estikçe gurabundan. Senin aşkın muhabbetin Yakar beni derunumdan Figanım arşa yükseldi Felekler yandı ahımdan. Seyyid Nesimi'nin ahı Gidenler gelmiyor dahi Yetiş ey Kerbela Şah'ı Mahrum etme didarından Markov'un iddiasına göre ruhunu bıçaklamaya çalışıyormuşum ama ben onun karısını tercih ederdim.. ayaklarımı kahve masasının üzerine koyarım ve o da der ki, ayaklarını kahve masasının üzerine koymana pek aldırmıyorum ama bacakları sallanıyor her an zavallı şey parçalara ayrılabilir.. ayaklarımı masadan çekmem ama hala onun karısını tercih ederim.. Markov der ki, bir hendek kazıcısını eğlendirmeyi tercih ederdim veya bir gazete satıcısını çünkü bu insanlar hiç olmazsa nezaket kurallarına uyacak kadar nazik olurlar Rimbaud ile fare zehiri arasındaki farkı bilmeseler de.. boş bira tenekem yere yuvarlanır. 'ölmem gerekmesi hiç mi hiç canımı sıkmıyor, ' der Markov, 'bu oyundaki rolüm yaşayabildiğim kadar iyi yaşamam gerektiğidir.'. yanımdan geçerken karısını yakalarım elindeki bira göbeğime yaslanır, dizleri ve göğüsleri çok güzeldir ve onu öperim.. 'yaşlı olmak pek o kadar kötü değil, ' der, ortalığa bir sakinlik çöker ama önemli olan şudur: Sakinlikle ölümü birbirinden ayrı tutmak için: asla yaşlı olduğun için gençliğe aşağılayıcı bir şekilde bakma, tecrübeli olduğun için yaşlılığa asla bilgelik olarak bakma. bir insan hem ahmak hem de yaşlı olabilir -- böyle birçok insan vardır, bir insan hem genç hem de bilge olabilir -- çok az insan böyledir. bir insan --. Tanrı aşkı için diye figan ettim, 'kes sesini! ' gidip bastonunu aldı ve dışarı çıktı.. 'onun hislerini incittin' dedi karısı 'senin büyük bir şair olduğunu sanıyor.'. 'bana göre o fazla kurnaz' dedim 'biraz fazla bilge.'. göğüslerinden birini dışarı çıkarttım kokunç büyük güzel birşeydi. Şimdi utançtır tanelenen sarışın çocukların başaklarında.. Ovadan gözü bağlı bir leylak kokusu ovadan çeviriyor o küçücük güneşimizi.. Taşarak evlerden taraçalardan gelip sesime yerleşiyor.. Sesimin esnek baldıranı sesimin alaca baldıranı.. Ve kuşlara doğru fildişi rüzgarın tavrı. Dağ güneş iskeleti.. Tahta heykeller arasında denizin yavrusu kocaman.. Kan görüyorum taş görüyorum bütün heykeller arasında karabasan ılık acemi - uykusuzluğun sütlü inciri - kovanlara sızmıyor.. Annem çok küçükken öldü beni öp, sonra doğur beni. Bir baş ol ki oğul! Dimdik durasın Çiğnenip ezilmeyesin. Bir göz ol ki oğul! İyiliği göresin Peşinden yürüyesin. Bir dil ol ki oğul! Zehire bal süresin. Bir el ol ki oğul! Yoksulu giydiresin. Bir yürek ol ki oğul! Her zaman bak diyesin. Ayak olursan oğul! Karınca ezmeyesin. Vakit kıymetli oğul Sakın boş gezmeyesin İlk bu sabah İlk bu sabah göğü görmedim İlk bu sabah kaysı çiçeklerini Hüzün ilk kez konuk gibi gelmedi Efendim, ev sahabım. Karacamı suya indiremedim Şahanım uçurdum döndüremedim Dağlar. Enikli kapılar kitlendi Taş avlular sustu, ben sustum İlk kez bekledim ölümü Dostu bekler gibi bekledim Dağlar. Benim acım acıların beyidir Canıma bir doru kısrakla gelir Öfkeyi sabırda eritir Umut yer Suyunu gözümden içer bir zaman Dağlar of dağlar Derler ki,bu dünyada ne elde etsen kardır; El atmadan bitende acaba ne kar vardır? .. 1978 Vuruldu bir uçurum derinliğinde Yaylada bir seherin serinliğinde Avcıdan yarasını gizlercesine Çığlıgını gömerek devrildiginde. Vuruldu ciger parem kanlar içinde Vuruldu yürek yarem kanar içimde. Mavzeri baş ucunda dağ yamacında Parmağı donup kalmış tetik ucunda Sabahsız bir uykuya dalarcasına Beyaz bir çiğdem açmış kanlı saçında Tüm çevrendekiler kendinden geçip de Seni suçladıkları anda soğukkanlı kalabilirsen Herkes senden şüphelendiği halde Onların kuşkularını hoş görebilirsen. Bekleyebilir ve beklemekten yorulmazsan eğer Haksız şuçlamaya uğrar da karşılık vermezsen Garez beslemediğin halde, gareze tahammül eder Akıllıca konuşmaz fazla uysal görünmezsen . Düşünebildiğin halde Kölesi olmazsan düşüncelerinin Hayal kurma gücün olduğu halde Tutsağı olmazsan hayallerinin. Eğer felaket ve saadetle yüz yüze gelirde Bu iki sahtekârı aynı şekilde karşılayabilirsen Tüm ömrünü adadığın şeylerin yıkıldığını görür de Kırık dökük araçlarla yeniden yapabilirsen. Kalbini sinirlerini ve tüm vücudunu; İş işten geçse de gayen için diriltebilirsen Ve 'dayan' diyen iradenden başka bir gücün Kalmadığı halde dayanabilirsen.... Ne dostların ne de düşmanların sözleri incitmezse seni Gereğinden çok bağlanmadan saygı duyarsan herkese Eğer her dakikanın doldurabilirsen altmış saniyesini O zaman dünya da senindir, içindeki her şey de Hatta daha çoğunu da ellerinde bulursun Asıl önemlisi oğlum o zaman gerçek ADAM olursun... El çek tabib el çek yaram üstünden Sen benim derdime deva bilmezsin Sen nasıl tabibsin yoktur ilacın Yaram yürektedir sarabilmezsin. Sana derim sana ey kalbi hayın Kimseler çekmesin feleğin yayın Yıkıp harab ettin gönül sarayın Alıp bir taşını koyabilmezsin. Emrah'ım dinledin benim sözlerim Muhabettin can evimde gizlerim Ne duruyon ağlasana gözlerim Bir daha yarini görebilmezsin Bir sen eksiktin sarıyıldız hoşgeldin Geç bakalım karşıma benimle içer misin Ağlar mısın içince burnuna çeker misin Gözyaşların yakabilir mi dudaklarımı Ama neden titriyorsun öyle sarıyıldız . Bak ben su taşıyorum ince elekle İğne deliğinden dünyayı geçiriyorum Bak ben aklıma uyup sarıyıldız Durmadan aklımı saşırıyorum Sen beni kaçıncı binden tanıyorsun ki . Hadi bana çelik mavisi bir gece getir Hadi dostlukları tek tek koparıp getir Alnımdan öp beni e mi, yitik sıcaklığımı getir Gençliğimi çılgınlığımı deli günlerimi getir Ne o sarıyıldız sen de mi ağlıyorsun Hızır Paşa bizi berdar etmeden, Açılın kapılar Şah'a gidelim, Siyaset günleri gelip çatmadan, Açılın kapılar Şah'a gidelim.. Bunda bilmeyeni bildirirler mi Eli bağlı namaz kıldırırlar mı Yoksa Şah diyeni öldürürler mi Açılın kapılar Şah'a gidelim.. Aslımız Muhammet kıyman cellatlar Üstümüzde bite davacı otlar Ölüm Allah emri ya eziyetler Açılın kapılar Şah'a gidelim.. Sağlıklı mı ola dostun illeri Karşıda görünen tozlu yolları Şah'tan elçi gelmiş dem bülbülleri Açılın kapılar Şah'a gidelim.. Her nereye gitsem, yolum dumandır Bizi böyle kılan, ahd-ü amandır Zincir boynum sıktı hayli zamandır Açılın kapılar Şah'a gidelim.. Güzel Şah'ım çıktı m'ola köşküne Can dayanmaz gayretine müşkine Seni beni Yaradan'ın aşkına Açılın kapılar Şah'a gidelim.. Kapısı yok bacasından bakarım Gözlerimden hasret yaşı dökerim Şah'a giden bir bezirgan tutarım Açılın kapılar Şah'a gidelim.. Pir Sultan Abdal'ım güzel şah canım Ağlamaktır benim demim devranım Arşta melek yerde çeşm-i efgânım Açılın kapılar Şah'a gidelim. Kalplerinde aşk işaretiyle doğar kimileri... Yeryüzüne gönül indiremez onlar... Hayatı ve insanları anlarlar,hayata ve insanlara merhamet duyarlar,ama hayatın ve onun içindeki insanların yaşadıkları gibi yaşamazlar. Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını... Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden... Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı... Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor... Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde... Belki aynı gece,belki yıllar boyunca konuştuğumuz yerden bana geldik...susuz ve yorgun...Yaşamaya köpekler gibi aç,ama ölüme dünden razı... Bana geldik...Belki içimizdeki acıyı avutur,koptuğumuz ışığı ikna eder,biraz olsun hiç yaşamamış,hiçbir şey bilmiyormuş gibi yapar,içimizden bir ömür çalar,yitirdiğimiz ve anlayamadığımız ne varsa uzakta bırakır,buradan,bu hayattan yolumuza devam ederiz,sanmaya geldik... İçtik,şımardık,ağladık,hayatı özledik,çığlık attık;ardımızda bıraktığımız ve bir kez olsun sahiden dönüp bakmadığımız onca kırıl kalp,onca vazgeçiş,onca erteleyiş,onca unutuş bir gecede bağışlanır sandık... Ama olmadı...Bunu ilk ve son kez sevişirken anladık...Birbirimizin çıplak bedenlerine dokunduğumuzda...Aynı anda,belki de peş peşe,derinden,çok derinden öksüz kalan bir çocuk gibi kesik kesik ağlamaya başladık...Engel olmaya çalışsak da,yine de kahredici bir hoşluğu vardı bu ağlayışın içimizde...Bu hayatta sevgili olarak birlikte gidecek bir yerimiz yoktu...Geçmişimiz bizi geri çağırıyordu...Gidecek bir yerimiz yoktu,ama kaybolmamıştık...Bu yüzden kahredici bir boşluğu vardı göz yaşlarımızın... Sonra sabah oldu...Sonra acı ve özlemin yerini utangaç bir boşluk aldı...Bütün o eksik hazların yerini derin bir suçluluk duygusu aldı... Sonra o gitti,yaramda hiç unutamayacağım bir ürperti bırakarak gitti...Yaram ki,kimse onun kadar beni anlayamaz,yaram ki onun kadar kimse beni sevemez...Gözlerimden çok içimdeki yaramı sevdim ben...Çünkü ondan başka kimse bana beni gösteremedi...Herkese,ama herkese yalan söyledim,ama bir tek o biliyordu hepsini...Bir tek o gördü beni kendimi aldatırken...Onu unutmaya çok çalıştım...Yok saymaya...Hayat diye içine girmediğim akvaryum kalmadı...Her mevsim mutluluk modaydı...O akvaryumların içinde mutluymuşum gibi yaptım...Yaramı unutup herkes ne yapıyorsa onu yapmaya çalıştım...Akvaryumun içinde,herkes gibi camların dışında bir yeri özledim...Bana ait olmayan bir hayatta,hiçbir ortak yanım olmayan insanlarla akvaryumun dışını özledim...Yaramı unutup,neyi özlediklerini bilmeyen insanların özleyişlerini sevdim...Bilmiyorum,belki bunu da kendi yaramı unutmak içim yaptım hep...Anladım ki,nereye gitsem sonunda yarama dönüyorum...Ne yapsam,ne etsem döndüğüm tek yer yine o eski kalbim...Bütün o oyunlardan bana kalan o eski yadigar...Ne kadar sevse de insan,tükenip,yorulduğu bir saat var...Herkesin bencil bir ömrü var...İşte en çok o zaman hatırlarım o eski kalbimi,onca insana kendimden öç alırcasına dağıttığım kalbimi,çok sevdiğim bir yabancı gibi hatırlarım...Mahcup bir özlemle çağırırım onu dağıttığım yerlerden;hayatlardan,yorgun ve bencil sevgilerden... Utanarak...Sanki kendi kalbimi geri çağırmak bir suçmuş gibi çağırırım...Güzellik ve soyluluk saklıdır o kalpte...Kalbimdeki kimsesiz kalmış güzelliğe ve soyluluğa vurgunumdur ben...Onu her arzulayışımda karşıma Tanrı çıkar...Beni böyle eksik,böyle yarım,böyle susuz,böyle bir başına O bırakmıştır...Tanrı vardır ve benim bu sonsuz susuzluğum ondandır... Bu susuzluğu hissettiğim andan beridir hayattan korkmamayı öğrendim...Kime dokunsam Tanrı’ya sonsuz bir yakarış;kime dokunsam o büyük kopuşun sancısıydı;kime dokunsam kendimdeki ilk ağrıya dokunuş gibiydi...Kime dokunsam eksik,ve yanlış bir Tanrı’ya dokunmak gibiydi... Tanrı’yı unutmak,içimdeki aşkı unutmak gibidir bazen...Böyle zamanlarda kalkıp giden her şeyin peşine takılırım...Bütün zamanların,bütün trenlerin,bütün vaatlerin ve hızların arkasından giderim...Farklı olmak adına,kendim olmak adına,herkes gibi olmak adına koşarım giden her şeyin ardından...İçimdeki Tanrı’yı,içimdeki aşkı soluksuz,kimsesiz bırakarak koşarak giderim her şeyin ardından...Kendimi hatırlamamak için her anımı,her dakikamı tıka basa bu hayatla doldururum...içimdeki aşkı,içimdeki susuzluğu unutabilmek için bir projeye,bir yaz boz tahtasına dönüştürürüm kendimi...Her yerde ve herkesle olmak için kendimi boşlukta bir yerde yeniden yaratmaya çalışırım...Herkesle ve her yerde olmak için,beni her yere bir an önce yetişmek için,kendime bana ait olmayan bir kalp,bir yüz alıp kimsenin bilmediği,uğramadığı bir boşluğa yerleşirim...Herkes ve her şey olmaz için,beni çağırdıkları her yerde olmak için bu boşlukta yaşadım kimsesiz,bu boşlukta yüzüme çarpan kapılar,bu boşlukta hızlandıkça geciktiğim,bu boşlukta çırpındıkça yitirdiğim her şey bana aşksız geçen yıllarımı hatırlatır...Bana Tanrı’sız ömrümü,yüzümden yoksun geçen anlarımı hatırlatır...Böyle zamanlarda defalarca çiğneyip geçerim kendimi...Verdiğim sözleri,ettiğim yeminleri...Atarım kendimi herkesin ortasına...Gizlerimi atarım hoyrat gözlerin önüne...Önce ben başlarım kendimi yağmalamaya...O güvenmediğim hayatı ve zamanı yanıma alarak gizlediğim ne varsa ortaya dökerek...Öç alırcasına kendimden...Dökerim her şeyi ortaya...Herkesin kendinden kurtulmak için kışkırttığı yurtsuz ve kimsesiz bir gece için... Böylesi gecelerde herkes o eski yarasına haksızlık etmiştir;böylesi gecelerin sabahında herkes ezbere ve çabuk çabuk konuşur ve kimse kimsenin gözlerine korkusuzca bakmaz...Herkes bir an önce,eksik ve yanlış da olsa bir gece önceki ömrüne dönmek ister...Herkes susuz bıraktığı o eski kalbine dönmek ister... Bunları bilince,bunları hissederek yaşayınca kimseye kızamıyor insan...Öfke dönüp dolaşıp geliyor yine içte patlıyor...İçimde patlıyor...Çünkü kime kızıp,kimi lanetlesem en sonunda onu içimde buluyorum...Suçladığım herkeste biraz ben varım...Kimi yargılasam elimde kanı var...Kime bağlansam onda haksızlık ettiğim ömrüm ,susuz bıraktığım Tanrı’m var...Kime koşup sarılsam onda kolları bağlı erdemim var...Başkalarını yargıladıkça kendini tutsak eden,başkalarını küçümsedikçe küçülen sevgim var...Oysa ne yapsam o yurtsuz gecem,susuz bıraktığım aşkım beni hiç unutmaz...Sorar hesabını...Defalarca gidip gelerek ömrümden,kimlerdi,diye sorar o kanayan yüz bana,kimdi bütün gece onda yargıladıkların...İtildiğim ve sığındığım yüzümden tek bir yanıt çıkar,tek bir ses...O ses der ki,bütün gece yargıladıkların aslında sensin...Bilirsin ki o ıssız gecede bunu sana söyleyen senin sesindir...Sahibini ancak bu ıssız gecede bulmuştur...İçinde soluksuz bıraktığın Tanrı’nın sesi,içinde öyle kimsesiz,öyle kanlar içinde bıraktığın sahipsiz yüzünün sesidir...Ne olur sus ve öfkelenme der bu ses bana...Boyun eğ bu sese...Kabullen onu...Bir kez olsun kendi sesinin önünde eğil der...Bir kez olsun kulak ver ona...Kulak ver ona,onun neleri yitirdiğini,neleri sonsuza dek kaybettiğini bir kez olsun anların ağzından duy...Yüzünden akan kanı bir kez olsun öp...Sadece gözyaşı değil onlar...Dokun onlara,dokun kendi kanına,yitirdiğin ve özlemini çektiğin her şeyi kendi kanında bulacaksın...Orada bütün yargıladıkların var...Orada reddettiğin bütün ömrün var...Bu hayattan tiksinip lanetlediğin ne varsa,hepsi kanında saklı...Seni terk edip ihmal edenler,seni bir türlü anlamak istemeyenler,seni yargılayıp dışarıda bırakanlar orada...Orada,seni deliler gibi sevenler ve senin içine bir türlü giremeyenler...Ne olur bir kes olsun onca insana dağıttığın kendini geriye çağır...Ne olur bir kez olsun anla,ömründen daha uzağa gidemezsin...Onca yıl susuz bıraktığın Tanrı’ndan daha uzağa gidemezsin...Ne olur anla,onca yıl kimsesiz bıraktığın yüzünden daha uzağa gidemezsin...Ne olur bir kez olsun anla,yarını yok sayarak hiçbir yere gidemezsin... Yaşamak ne ki,hem kendini,hem sevdiklerini durmaksızın kimsesiz bırakmak değil?..Yaşamak yüzünü onca yemine rağmen ortada bırakmak değil mi?Yaşamak her gittiğin yerde bıraktığın yüzleri kanayarak özlemek değil mi?.. Yaşamak,içindeki o sonsuz ve tesellisiz acının tesellisini bu hayatta aramak değil mi?.. Bu hayatın ne yengisi,ne yenilgisi teselli etti beni...Ne zaman kazandım,ne zaman,artık kurtuldum,desem,daha derin bir boşluk açıldı önüme...Bu hayatın kurallarıyla ne zaman çıksam yola,kazandıkça kaybettim,yükseldikçe alçaldım...Ne aklımdan kurtuldum,ne delirdim... İçimdeki erdem öylesine soluksuz kalmıştı ki,ne zaman aşkın bir güzellik görsem ertelediğim hayatım gelirdi aklıma...İçimdeki erdemi suç ve günahla sınamaya geç başlamıştım çünkü... Çünkü ne zaman yasadışı bir gece yaşasam anlamsızca ve kimsesiz bir ağlayış gelirdi içimden... Ne zaman beni bana hissettiren birine sarılsam;çok uzaktan,çok eski bir duygu bana rağmen,bana inat yanımdan geçip giderdi...Kimi sevsem hiç olmadığı kadar yalnızlaşırdı...Kimi sevsem bütün o yanlış hayatım gizlendiği yerden çıkıp gelirdi...Kimi anlamaya çalışsam hayatımın boşluğu çarpardı yüzüme...Kime elimi uzatsam o unutulmuş ömrümle karşılaşırdım... Kendimi daha fazla ne kadar tüketebilirdim...Kime sarılsam verip de tutamadığım sözler çıkardı karşıma... İnsan her sabah doğan güneşten utanır...İnsan er ya da geç gelen mevsimlerden utanır... İnsan onca yıl susuz bıraktığı Tanrı’sından utanır... İnsan bunca işarete,bunca özleme rağmen bir türlü gidemediği yerden utanır... İnsan yalan bir hayattan onca yıl bir kurtuluş beklediğine utanır... Üstümüze gece gündüz kol geren, Bize güzel iyi günler gösteren, Türk iline yeni baştan can veren Kimdir diye sorarlarsa: Atatürk. Yurdumuzu aydınlatan sabahlar, Düşmanlara korku veren silâhlar, Tersaneler, fabrikalar, tezgâhlar Göze çarpan her ne varsa: Atatürk. Tanrı gibi görünüyor her yerde Topraklarda, denizlerde, göklerde: Gönül tapar kendisinden geçer de Hangi yana göz dalarsa: Atatürk. Babasından önce onun adını Öğretiyor oğluna Türk kadını, Ondan aldık yaşamanın tadını, Bahtiyarız, bahtiyarsa Atatürk. Gözleyi gözleyi gözüm dört oldu Ali'm ne yatarsın günlerin geldi Korular kalmadı kara yurt oldu Ali'm ne yatarsın günlerin geldi. Kızılırmak gibi bendinden boşan Hama'dan Mardin'den Sıvas'a döşen Düldül eğerlendi Zülfikâr kuşan Ali'm ne yatarsın günlerin geldi. Mümin olan bir nihana çekilsin Münafık başına taşlar üşürsün Sancağımız Kazova'ya dikilsin Ali'm ne yatarsın günlerin geldi. Şah'ın geleceğin bir gün duydular Yezitler lânet gömleğini giydiler İmam Aliyyürriza'ya kıydılar Ali'm ne yatarsın günlerin geldi. Pir Sultan Abdal'ım bu sözüm haktır Vallahi sözümün hatası yoktur Şimdiki sofunun Yezit'i çoktur Ali'm ne yatarsın günlerin geldi Artık seninle duramam Bu akşam çıkar giderim Hesabım kalsın mahşere Elimi yıkar giderim. Sen zahmet etme yerinden Gürültü yapmam derinden Parmaklarım üzerinden Su gibi akar giderim . Artık sürersin bir sefa Ne cismin kaldı ne cefa Şikayet etmem bu defa Dişimi sıkar giderim. Bozar mi sandın acılar Belaya atlar giderim Kurşun gibi mavzer gibi Dağ gibi patlar giderim. Kaybetsem bile herşeyi Bu aşkı yırtar giderim Sinsice olmaz gidişim Kapıyı çarpar giderim. Sana yazdığım şarkıyı Sazımdan söker giderim Ben ağlayamam bilirsin Yüzümü döker giderim. Köpeklerimden kuşumdan Yavrumdan cayar giderim Senden aldığım ne varsa Yerine koyar giderim. Ezdirmem sana kendimi Gövdemi yakar giderim Beddua etmem üzülme Kafama sıkar giderim Tekke hâlsiz, medrese sözsüz yaşamaz. Aşkın gücünü ne hâl, ne söz aşamaz. Müftünün ve hatibin kralı gelse; Aşkın mahkemesinde hiç konuşamaz! . (Hayyam'ın Türkçe Yüzü-Türkçe Yeniden Yazan-Yalçın Aydın Ayçiçek-Can Yayınları) Tek parça gibi kadeh, kim yapıştırdı? Sarhoş onu kırdıysa sanma ki sırdı. Bu kadar güzel başı, ayağı, eli; Bir sevgi yarattı da, bir kin mi kırdı? . (Hayyam'ın Türkçe Yüzü-Türkçe Yeniden Yazan-Yalçın Aydın Ayçiçek-Can Yayınları) Behey dilber sana gönül vereli Bana hasm olmadık kullar mı kaldı Dasitan eyledin illere beni Halim söylemedik diller mi kaldı. Ferhad gibi yol eyledik dağları Hangi yar güldürmüş ağlayanları Şimdi viran oldu dostun bağları Yad eller değmedik güller mi kaldı. Böyle dilber gelmemiştir devrana Şimdiki hublara yoktur bahane Bir rüzgar musallat oldu cihana Meyvesin dökmedik dallar mı kaldı. Gel gönül bu dertten olalım ari Görelim sonunda ne kılar Bari Gevheri der ben de ederim zari Başıma gelmedik haller mi kaldı açılır içimin yaz gülmeleri iyi yazılmış kötü okunan şiirler gibi vazgeçilebilir bir öğlesonrası tadından yenmiyorsa tadı nasıl biliniyor mademki yenmiyor bu güneş suyuna siesta çorbası?. açılır içimin sayfiye yerleri yaşasın sosyalizmir’in işsiz güçsüz öğlesonları! havuz klorunda yıpranan gençliğim eyvah! rica etsem sırtıma sürer misiniz kaçırdığım fırsatları? açılır yüzümün yazlık bahçesi evet belki artık çok geç ama herkes bilsin ki zamanında gençlerbirliği’nden istediler ama ben gitmedim! Ben Anadoluyum... Yıllar yılı susuz kaldım, yıllar yılı aç... . Şükrederek, kalktığım sofralarımda Ya soğan ekmek olur, yahut bulamaç. . Hastalarım ölüm yataklarında Ne doktor yüzü gördüm, ne ilaç. . Zaman zaman nankör çıktı büyütüp okuttuğum, Gölge vermedi çok kere diktiğim ağaç... . Devlet denince hep vergi geldi aklıma Jandarma deyince kırbaç... . En gümrah ırmaklarım boşuna akıp gitti Üç beş adım ötesinde toprağım vardı kıraç. . Gittim, yiğitçe döğüştüm gazâ meydanlarında Ne tak-ı zaferler istedim, ne taç... . Savaşta çiğnetmedim hilâli düşmanlara Barışta düştü üstüme gölge gölge haç... . Yolsuz, okulsuz köylerim, kasabalarım hâlâ Alın terine muhtaç... . Ben Anadoluyum, acılı, mahzun; Bende bitmez tükenmez dert kulaç kulaç... Narın morlaştığı yerdeyiz yine Aynı kutsal mavinin yüreğindeyiz Sevdanın zor kaçaklığına karşı Yeşeren bir dal Ve kırılan bir zincir sevincindeyiz. Sen yine sonsuz düşlerinde suların Her şafak vakti Bin sabahı birden sunuyorsun Saçının her telinde bir nehirle O şiir dünyasını yeniden kuruyorsun. Tanrılar rengarenk açmış bu kez Apollon bir papatya beyazı sanki Zeus taze bir gelincik kızılı Bütün tapınaklarda aynı özlem Bütün sütunlarda aşk yazılı Posedion yine masmavi bir öfke Suların göğsüne tığlarla kazılı. Geçmiş yılların sabır çatlatan hüznü Şimdi bir günün batışır yüzünde Suyun ve toprağın sevgisi derdik Dinler yaratırdık tanrısız ve mavi Yılları ay-ayları gün ederdik Pürköpük coşkuyla gelirdik her yıl Boynu bükük ve çaresiz dönerdik. Narın morlaştığı yerdeyiz yine Aynı kutsal mavinin yüreğindeyiz Ne tapınaktayız şu anda Ne agorada ne saraydayız Her yerde birden kutlanan Çığlıkçığlığa bir zaferdeyiz Yıllar sonra bütün baskılara inat Yeşeren bir dal Ve kırılan bir zincir sevincindeyiz Bir sabah tanıdık bir şehre girerken Sıcak ve dost şeyler düşünür insan Tanıdık bir yatak bekler sizi Bir çocuk yüzü gülümser anılardan. Dost şehirler, sevgili, anne şehirler Nice anılar, nice mutluluklar yaşadım her birinizde Delikanlı bir sevinçle sokaklarınızdan geçtiğim oldu Kederli günlerim oldu aklımı yitiresiye. Sonsuz kareli bir film gibi Yaşamım geçiyor belleğimden Tekrar etmek duygusu Her şeyi yeniden, yeniden.... Bir sabah tanıdık bir şehre girerken Hüzünlü, tuhaf şeyler düşünür insan Sadece o şehrin değil Kendisinin de değiştiği duygusundan... Allah elçilerinden sonra en büyük insana Bir orman gibi büyür içimde sevmek İçimde insan bir mahşer gibi kararırken Ey her suça ortak çıkan kalbim. Bu dağ Mengene dağıdır Tanyeri atanda Van’da Bu dağ Nemrut yavrusudur Tanyeri atanda Nemruda karşı Bir yanın çığ tutar, Kafkas ufkudur Bir yanın seccade Acem mülküdür Doruklarda buzulların salkımı Firarı güvercinler su başlarında Ve karaca sürüsü, Keklik takımı…. Yiğitlik inkâr gelinmez Tek’e – tek döğüşte yenilmediler Bin yıllardan bu yan, bura uşağı Gel haberi nerden verek Turna sürüsü değil bu Gökte yıldız burcu değil Otuzüç kurşunlu yürek Otuzüç kan pınarı Akmaz, Göl olmuş bu dağda…. 2. Yokuşun dibinden bir tavşan kalktı Sırtı alaçakır Karnı sütbeyaz Garip, ikicanlı, bir dağ tavşanı Yüreği ağzında öyle zavallı Tövbeye getirir insanı Tenhaydı, tenhaydı vakitler Kusursuz, çırılçıplak bir şafaktı. Baktı otuzüçten biri Karnında açlığın ağır boşluğu Saç sakal bir karış Yakasında bit, Baktı kolları vurulu, Cehennem yürekli bir yiğit, Bir garip tavşana, Bir gerilere.. Düştü nazlı filintası aklına, Yastığı altında küsmüş, Düştü, Harran ovasından getirdiği tay Perçemi mavi boncuklu, Alnında akıtma Üç topuğu ak, Ekşini hovarda, kıvrak, Doru, seglâvi kısrağı. Nasıl uçmuşlardı Hozat önünde! . Şimdi, böyle çaresiz ve bağlı, Böyle arkasında bir soğuk namlu Bulunmayaydı, Sığınabilirdi yüceltilere… Bu dağlar, kardeş dağlar, kadrini bilir, Evvel Allah bu eller utandırmaz adamı, Yanan cigaranın külünü, Güneşlerde çatal kıvılcımlanan Engereğin dilini, İlk atımda uçuran Usta elleri…. Bu gözler, bir kere bile faka basmadı Çığ bekleyen boğazların kıyametini Karlı, yumuşacık hıyanetini Uçurumların, Önceden bilen gözleri… Çaresiz Vurulacaktı, Buyruk kesindi, Gayrı gözlerini kör sürüngenler Yüreğini leş kuşları yesindi…. 3. Vurulmuşum Dağların kuytuluk bir boğazında Vakitlerden bir sabah namazında Yatarım Kanlı, upuzun… Vurulmuşum Düşüm, gecelerden kara Bir hayra yoranım çıkmaz Canım alırlar ecelsiz Sığdıramam kitaplara Şifre buyurmuş bir paşa Vurulmuşum hiç sorgusuz, yargısız. Kirvem, hallarımı aynı böyle yaz Rivayet sanılır belki Gül memeler değil Domdom kurşunu Paramparça ağzımdaki…. 4. Ölüm buyruğunu uyguladılar, Mavi dağ dumanını ve uyur – uyanık seher yelini Kanlara buladılar. Sonra oracıkta tüfek çattılar Koynumuzu usul – usul yoldayıp Aradılar, Didik – didik ettiler Kirmanşah dokuması al kuşağımı Tespihimi, tabakamı alıp gittiler Hepsi de armağandı Acemelinden…. Kirveyiz, kardeşiz, kanla bağlıyız Karşıyaka köyleri, obalarıyla Kız alıp vermişiz yüzyıllar boyu, Komşuyuz yaka yakaya Birbirine karışır tavuklarımız Bilmezlikten değil, Fıkaralıktan Pasaporta ısınmamış içimiz Budur katlimize sebep suçumuz, Gayrı eşkiyaya çıkar adımız Kaçakçıya Soyguncuya Hayına…. Kirvem, hallarımı aynı böyle yaz Rivayet sanılır belki Gül memeler değil Domdom kurşunu Paramparça ağzımdaki…. 5. Vurun ulan, Vurun, Ben kolay ölmem. Ocakta küllenmiş közüm, Karnımda sözüm var Haldan bilene, Babam gözlerini verdi Urfa önünde Üç de kardaşını Üç nazlı selvi, Ömrüne doymamış üç dağ parçası. Burçlardan, tepelerden, minarelerden Kirve, hısım, dağların çocukları Fransız Kuşatmasına karşı koyanda. Bıyıkları yeni terlemiş daha Benim küçük dayım Nazif Yakışıklı, Hafif İyi süvari Vurun kardaş demiş Namus günüdür Ve şaha kaldırmış atını.. Kirvem hallarımı aynı böyle yaz Rivayet sanılır belki Gül memeler değil Domdom kurşunu Paramparça ağzımdaki… Karanlık kış günü akşam üstü Bırak kendini sokaklara, Git bakalım gittigin kadar! Freni bozuk kamyonlar gibi. Sevda mı, umut mu, arkadaş mı, Anılar mı? Nerde... Ölüm mü? Doğduğun günden beri Ardından gezer caddelerde. Karanlık kış günü akşam üstü Bir gülüş mü? Sıcak, Dükkanların ışığı mı? Tramvaylar mı? Geçen kıvılcımlar saçarak.. Bütün trenleri kaçırdın Acıklı bir roman gibisin şimdi İşte milyon insanda, milyon yürek Senin için çarpar mı biri? . Karanlık kış günü akşam üstü Dost diye sokaklarda kendini ara, Sevdalı, kimsesiz sarhoşlar gibi Sarıl gizlice ağaçlara. Hayattan ders veriyor diye öğretmenleri kızdıran Tuzu bir bulmuş çocukları saklamadan güldüren dünyaya Su kaçırmaz bir eşeğin sesine açıktır penceresi Bir sınıfın, batı son dersinde, kuşluk vakti. Meşeler yapraklanınca bir tuhaf olurlar işte Koparılmış kürt çiçekleri, hatırlayarak amcalarını Azınlıkta oldukları bir okulda bile, sorarlar soru Neden feriklerin ve eşeklerin memeleri vardır? . En arka sırada çift dikişliler, sınavda en öne İntihara ve denizde nasıl boğulmaya çalışırlar Yalnız Orta Doğu'da el altında satılan bir atlas Kim demiş on sekiz yaşından küçükler okuyamaz. Bakıldı ki kum saati, ters çevrilmiş, çıt, usul isa asi olmuş İkinci karnede babası yarısını silahıyla dışarda bırakıp Öyle öğretildiği için saygılı, sınıfa giren parmak çocuğun Boş yerine, girilmeyen bir dersin denizi, gelip oturmuş. Açık kalmış atlası, deniz taşmıştır, darılmasın Fırat ama. Hayatın orta öğretmeni sustu, dondu gülmeleri çocukların Bir cenaze töreninde daha ölümü karşılamaya götürüleceğiz. Efendiler! Eşekler susabilirler Ne yani çocuklar hiç gülmeyecekler mi? -Nadir Özkul’a- ben oyumu felakete veriyorum şeyda sana dönük yanımda çengiler mat oluyor saadet-zedelerin morga çevirdiği bir dünyada bana alevden kostümlerle dans etmek düşüyor ve şeyda ben oyumu felakete veriyorum . yolum uzadıkça kabaran direncimi her düştüğüm yeri öperek bileyliyorum kolay gele demek de nerden çıktı şeydam gürbüz doğumlarda bir nice ananın harcandığını imbatla gelenin kabayelle gittiğini biliyorum . senin aldanmak dediğin bana merhem oluyor gördüğüm kışı zorlu geçmeyen yılın baharını da saksıya dikme gülleri ilk güneşle soluyor işte bu kısrak yokuşta çatladı demen için şeyda dünyanın tüm düzlüklerine kin besliyorum . geç bi yol nazlı, güleryüzlü şiirler yazamam ben esenlik şölenleri bitti vakt-i çerağanda vakt-i kahırda hüzün fasılları demidir bu dem gör ki raksederek ağlamak da varmış hesapta ama ne raks’ı ne ağıt’ı ben Endülüs’ü evetliyorum. artık bol kahkahalı çokşükürleri bıraktım esenlik bildirilerini harcıalem mutlulukları denizi uslu gösteren kartpostalları yaktım fakat şeydam bir avuç külü yakamadığım için ben oyumu felakete veriyorum Güzel bahçeli bir ilkokulun penceresinden dünyaya, hayret, hasret ve biraz da bayat bayram şekeri kederiyle bakan, aklı canbaz,yanağı al, sesi çilek aroması bir çocuk oturuyor gözlerinde... 5. Yanında dağılmış kağıtlar Ve tütün tabakası var. Bir bez parçasıyla Ağzını tıkamışlar. Cesetini sırt üstü Boyunca uzatmışlar. Bir deniz kabuğunda Dalgaları duyanlar. Boş bir mermi kovanı Sizce nasıl uğuldar Daha dün diyorsan geçen yıllara Gözlerinde anılar hala yeşilse Ve hala ıslaksa kirpiklerin Bekle geliyorum.... Bırakıp bütün mutlulukları Bırakıp bütün güzellikleri bir yana Bekledinse yollarımı Bekle geliyorum.... İsyan edip ağladığın mevsimlerde Aşkımla silebildinse gözyaşlarını Sevemedinse benden başkasını Bekle geliyorum.... O bensiz gülüşler avutamadıysa seni Dindiremediyse hasretini yıllar Ve bir türlü unutamadınsa beni Bekle geliyorum... I. Nedir sevgi Okusak da hakkında binlerce eser Yine de anlamış değiliz okuduğumuzu Tefsir kitapları okuduk Astronomi ve tıp okuduk Bilemedik, nereden başlasak Ezberledik dünya edebiyatında Ne varsa şiir ve deneme namına Tek bir satır bile hatırlamıyoruz onlardan Sevgi öğretmenlerine sorduk Onlar da bizim kadar biliyor ancak. II. Nedir sevgi Gizemli barınağında sorduk onu fakat Ne zaman varsak tutmak için Kaçtı her seferinde bizden Ardındayız ormanlarda yıllardır Ve yıllardır bu yüzden kaybolduk İzledik onu siyah Afrika’ya kadar Bengal’e, Nepal’e kadar Karaib denizine kadar ve Mayorka’ya Amazon ormanlarına kadar Ancak yetişemedik Aşk bilgelerine sorduk Onlar da bizim kadar biliyor ancak. III. Nedir sevgi Seçkinlere sorduk, bir de kıssacılara “En güzel söz” deseler de ikna olmadık Yoldaşlara sorduk bir kez de Dediler “Uysal bir çocuk Nergis üzerine şiirler yazan Karınca ve ceviz toplayan mama önlüğüne Düzenbaz ve hırçın bir çocuk Zalim kedileri bile kandıran” Aşk muhabirlerine sorduk Onlar da bizim kadar biliyor ancak. IV. Nedir sevgi Takva ehline sorduk, nafile Din adamlarına sorduk, faydasız Bir de sorduk sırdaşlara, boşuna Aşk ehline sorduk onu Dediler “Terk etti küçükken Rahatça taşıyarak serçelerle dalı” Yaşını sorduk akranlarına sevginin Gülerek cevap verdiler “Ne zaman biliniyordu ki aşkın yaşı”. V. Nedir sevgi İlahi bir iş olduğunu işittik İnandık buna öylece Duyduk ki, bir kutsal yıldızmış Açtık bu yüzden camları her akşam Her akşam onu bekledik Bir şimşek olduğunu duyduk Dokunduğumuzda çarpacak İşittik ki, keskin bir kılıç o Çekersek kınından kesiliriz Sevgi yolcularına sorduk Onlar da bizim kadar biliyor ancak. VI. Nedir sevgi Görsek de yüzünü orkid çiçeğinde, anlamadık Sesini duyduk bülbülün ötüşünde, anlamadık Buğday başağı üstünde fark ettik onu Ve üzerinde ceylanın boynuzlarının Nisan renkleri içinde Ayıp işler yaparken Dikkat etmedik yalnız Aşk elçilerine sorduk Onlar da bizim kadar biliyor ancak. VII. Sevgi krallarına sığındık tarihte Danıştık bu yüzden bir kez delisine Leyla’nın Ve akıl sorduk Lübna’nın delisine bir kez Keşfettik ki Biziz kralları adlandıran Olamadılar aşklarında daha mutlu bizden. Çeviren: İlyas Altuner En derini dünyanın kendi uçurumum Başım dönüyor içimin derinliğinden Bigün kaldırıp kendimi fırlatacağım Kendimi kendi içime atacağım. Kartal kanatlarının da bir sınırı var gökte Uçakların da füzelerin de Bütün o sınırları aşacağım Kendimi içimdeki sınırsız boşluğa bırakacağım. Durmadan çekiyor beni bu dipsiz doruksuz uçurum Gözlerim kararıyor içime bakınca Atıp kendimi kendime Derinlik korkusundan büsbütün kurtulacağım Çocukken haftalar bana asırdı; Derken saat oldu,derken saniye... İlk düşünce,beni yokluk ısırdı: Sonum yokluk olsa bu varlık niye? . Yokluk,sen de yoksun,bir var bir yoksun! İnsanoğlu kendi varından yoksun... Gelsin beni yokluk akrebi soksun! Bir zehir ki,hayat özü faniye... Bir adam belki de en çok bir rüzgardır şimdi Sisli yabancı gölge gibi gezgin bir rüzgar Şehri bir yabancı gibi dolaşıyor Şehrin mabetleri bir bir tükeniyor Başlıyor içinde sonsuz susuzluk Avuçlarının içi terliyor. Seyyah oldum pazar pazar dolaştım Bir tüccara satamadım ben beni Koyun oldum kuzu ile meleştim Bir sürüye katamadım ben beni. Ben beni kendimi Canımı özümü dost. Dostlar beni bir kazana kodular Kırk yıl yandım daha çiğdir dediler Ölçeğimi gram gram yediler Bir kantarda tartamadım ben beni. Ben beni kendimi Canımı özümü dost. Deli gönlüm aktı gitti dengine Çok boyandım çok çiçekler rengine Bir Mahzuni demiş oldum kendime Olmaz olsun atamadım ben beni. Ben beni kendimi Canımı özümü dost Küçüğüm, bu senin sesin, güzel ırmak Önce rüzgârın öptüğü, sonra benim öptüğüm Bu bitmemiş şiirler senin ayakbileklerin Soluğun, kokun, karnın, gölgeli gözlerin. Bu böyle çözülü göğsün, enine boyuna dudakların Sabahlara kadar ki büyük gözlerin böyle Bu dal gibiliğin, saçların, kırmızı ağzın Bu üstünde onca seviştiğimiz yatak sonra. Sonra bu benim anı artığı eski yüzüm Tüylerin, tay boynun, küçücük çocuk ellerin Böyle yukarıdan aşağı gidiyorum seni Karışıyor, korkunç, ellerimiz ayaklarımız Sokaklar gökyüzü insin diyedir aşağı Çocuklar oynasın diye. Sokaklar pencereler baksın diyedir birbirine Dertleşsin diye. Önce yüzüyle eskir evler Yavaş yavaş kaybeder beden ısısını Sesi yetmez olur da odalara Bahçelere zor atar kendini Suskunlaşır kapılar, pencereler uykulu. Dört duvarın sohbetidir oda Evler hâlâ konar göçer çadırı çoğumuzun Ölümü büyüttüğümüz ipek kozalar. Öyle daralttık ki içimizi Bir saksılık toprağa yer yok Herkesin kendini gösteriyor pusulası Ağaç kendi göğünü biliyor sadece. Ve tüm yolculukların sonunda Oteller kolayca terkedilir de peki ya evler.... Gonca Özmen / Çıkın Dergisi Haziran 2001 sayısı Gunelerden o gun alip basimi evin yolunu sasiracagim Taze ekmegim eski kanlarim benim ellerim sasiracak Ya da tek basina sen acikacaksin sen tek basina gozlerin Hic umurumda degil ya sundan sundan korkuyorum Kim uydurdu bu hazirani bu temmuzlari bu yasamalri gizli kapakli Bu yulaflari bardaklari bu butun pustluklari bu sarkilari Hic umrumda degil yopksa yalnizliklar, bozuk paralar, uzun boylu ayisiklari, gelip gelip giden sarhosluklar, sabahleyin yatakta az az usumek, hani insanin kendi kendini bulamadigi, hatirlayamadigi saatler olur ya, iste onlar. Bir keresinde boyle saatlerin birinde bir sarki duymustum da isimi gucumu koyup sokak sokak bir kadin aramaya cikmistim. Sonra bulamamistim. Bir igrenmistim nedense, gidip bir kosede kusmustum. Aksamlari eve hep arka sokaklardan donuyorm Pencerelere bakmiyorm dukkanlarin mostralarina bakmiyorm hic Sagima soluma bir baksam biliyorm sapitmak isten degil Bir baksam ertesi gun kimbilir nerelerde olurum Uzak sarkilari dinliyorm siki siki asik oluyorm Iyi niyetle merhaba agaclar evler bildik bulutlar Ogrenciler memur kisiler bana benzeyenler Ben kacmaya cabaliyorm hosnut muyum Siz kactiginiz yerde hosnut musunuz Konusup gulusuyorz umumhaneye nasil gittiklrimizi anlatiyorz Hic yanima yoreme bakmiyorm Ille seytan minarelerini dusunuyorm buyuk pullu deniz dibi baliklarini Kadinlar adamlar sehri ugultularla dolduran namussuz kalabalik Yorgun kalabalik iyi kalabalik alayci duzenbaz kalabalik Bir karissam iclerine bir uysam biraz gulmesem Ertesi gun kimbilir nasil yasarim Bir calistigim oda var uc pencereli, bir arka yol, bir gokyuzu, gore gore once sevdigim sonra alistigim sonra ezberledigim artik kurtuldugum agir aksak gokyuzu, her gun her sabah bir su kadar kusun, adamin, ucagin, yagmurun yunup arindigi gokyuzu, bir de geceye karismaya baslayan tek tuk isikli, ama nasil sicak isikli tanidik evler, zekeriya bey'in evi, suheyla dogrusoz'un evi, ali ozacar'in bakkal dukkani, temizis kolacisi suleyman, sonra kendi evim, yatagim, yorganim, corbalar Gidiyorm geliyorm dunyayi bu kadarcik belliyorm Halbuki ben ne hinoglu hinim aslinda, iyice biliyorm, acliklar, inadina kanlar, cingiraklar, dovusken horozlar var, ormanlarda zaman zaman unuttugumuz haydutlar, enginar tarlalari, pamuk tarlalari, irgatlar, sekiz yuz kadem derinliginde komur arayanlar, zorlu asklar, bugdaylar bugdaylar, ilaclar ilaclar Halbuki biliyorm biliyorm ama ne ben yokum ne onlar eksik Aksamlari eve hep arka sokaklardan donuyorm Biraz bikkin, bir parca kirik, korkunc umutsuz ve sakin Eve geliyorm seni buluyorm bir seviniyorm bir kiziyorm . Sonra biliyorsun. Üç kez seni seviyorum diye uyandım Tuttum sonra çiçeklerin suyunu değiştirdim Bir bulut almış başını gidiyordu görüyordum. Sabahın bir yerinden düşmüş gibiydi yüzün. Sokağı balkonları yarım kalmış bir şiiri teptim Sıkıldım yemekler yaptım kendime otlar kuruttum Taflanım! diyordu bir ses duyuyordum. Cumhuriyetin ilk günleri gibiydi yüzün. Kalktım sonra bir aşağı bir yukarı dolaştım Şiirler okudum şiirlerdeki yaşa geldim Karanfil sakız kokan soluğunu üstümde duydum. Eskitiyorum eskitiyorum kalıyor ne kadar güzel olduğun gördüm babaların ağlamasını dalları düğüm düğüm gövdesi kahve falı bir zeytin ağacını köklemek var ya. sökmek var ya sarp yamaçtan ardıcı kazma vurmak beş yüz yıllık meşeye acısı duymak var ya kopmanın. babaların ağlaması işte o babaların ağlaması öyle zor. gördüm babaların ağlamasını anaların ağlaması bir başka anaların ağlaması bir ayrı anaların ağlaması bir beter. dövülen döş yolunan saçları damlayan bir çığlık ağustosta çam ormanı yangını. sokaklar alanlar evler kapılar mutfaklar kilerler ocaklar ağlar zıbınlar beşikler uykusuzluklar ağlar ağlaşırken analar. dağ taş toprak ağaç su yıldız yeşeren buğday ağlar savrulan saman ağlar ağlaşırken analar. kanın umudun hakkı sütün ekmeğin hakkı ne söylersin bre ozan duru tek tel üstünde inceden sızlaşmağa. bütün bir evren ağlar ağlaşırken analar. gördüm babaların ağlamasını anaların ağlaması bir başka anaların ağlaması bir beter Temiz şeyler düşündük, tertemiz; Uzun yollar boyunca, beraber; Eli elimde, yan yana, sessiz; Çevremizde karanlık çiçekler.. Yapayalnız, kırda, yeşil gecede; Yürüyorduk, nişanlılar gibi; Gökte ay, masaldaki bir meyve; Bölüştük o sihirli meyveyi.. Ve öldük yosunlar üzerinde, Uzakta, yalnız, o mırıltılı, O dost ormanın gölgelerinde.. Sonra gökte, nurlarla sarılı, Buldum seni, yaş dolu gözlerim, Sevgili sükut yoldaşım benim.... Çeviri: Orhan Veli Yüzüme bir an için sevda ile baksaydın, Bahçende bir çırada benim için yaksaydın! Kırılırdı acılar heykelinin kafesi, Küflenirdi günahkar terazinin kefesi. Lakin benim yerimde esaret gördün gülüm, Önce azad eyledin sonra öldürdün gülüm! Güneş bir damla kandı o gün battığı yerde, Yaralandım kalbinin beni attığı yerde. Oysa kin tufanında gemiye aldım onu. Taşlar bile duymalı çiçeğim olduğunu. Layık mı bildin beni sensizlik ağusuna, Lav dökmek reva mıdır bir kuşun yuvasına? Dünyayı omuzlayan yiğidi küçümsedin, Onun hüzünlendiği her ana gülümsedin. İhmale uğradığım dokunmuyor mu sana? Bin defa kırdığını bir defa anlasana. Neden dinlemiyorsun bu yorgun akıncıyı? Ah bir çekebilseydin içimde ki sancıyı; Duran herşey dönerdi,dönen herşey dururdu, Gökkuşağı bekleyen bulutlar kururdu... Ak bilekli küheylan vurulurdu içinde, Bir kahır iskelesi kurulurdu içinde. Heyhat,sustu musiki,gitti kırkikindiler! Yine de bu intizar burada bitmeyecek, Güneşi arayanlar geceye gitmeyecek... Bulduğun köşelerde istersen diz kurşuna; Açtığın her kapıdan çıkacağım karşına... Aşk değil bu merhamet akşamın durmayan atlarından anlıyorum bunu zaman boşluklarında dönmeyen başımdan. İki sayıklama arasına bir günü sıkıştırıyorum. Biliyorum, aşk değil bu merhamet sözgelimi bir tramvay özlüyor beni zihni karışıyor bir ırmağın denizin çukurlarına saklamak geliyor içimden bütün çalar saatleri.... Çünkü bir pusu düzenliyor her şeyi av ve ölüm mevsimlerini. Bense yanımda huysuz bencil bir çocuk bir ikindi vakti açık bırakılmış o pencereyi düşlüyorum. Yavaş yavaş ölüyor bütün romantikler hızla iyileşmiyor aşk yaraları... Bir gün demek ne kadar hazin Anılarla dolu gecen yıllara! ... Bakıp da ardında kalan yollara; Geri dönememek tek bir an için! . Büyüttüğün artık umutlar değil, Simdi tek gerçek var; çaresizliğin. Bak! Fırçan kirilmiş, bomboş tuvalin Ne biraz renk kalmış, ne de bir sekil. Silinmiş o portre, göremezsin ki! Daha yakından bak dilersen, eğil; Hani o maviler? Hani o sekil? Uçup gitmiş mi ne? Hani o sevgi? . Nerde o dostluklar? Güzel yalanlar? Bu kalp neden değil eskisi gibi? Bir başka dünyada bulursun belki, Geçer de aradan nice zamanlar.... O yer umutların söndüğü yerdir, O yerde zavallı butun insanlar! Sairler, bilginler ve kahramanlar O yerden hüzünle geçtiler bir bir. Arındılar sahte, yalan ne varsa Sonunda denize ulaştı nehir; Ne bir beste kaldı, artık ne şiir! Bitti aldanışlar, bitti her tasa.... Nice sevenleri aldı o deniz; Yine uygulandı en eski yasa; Uzak bir sevgimden her ne kalmışsa; Unutuldu. Ve duruldu kalbimiz.. Yıllar geçti... Neden sonra anladık: Yüce olan, bağışlayan tek biziz! Her kadehte kalan tortu sevgimiz, Her yerde o güneş, hep o aydınlık... Sana söyleyecek bir şeyim kalmadı. Artık hiçbir cümleyi tamamlayacak gücüm yok. Belki utanç, belki yılgınlık bütün kelimelerimi alıp götürüyor. Böyle zamanlarda hayat, saçları kökünden kazınmış müntehir bir travestinin bileklerinden sızan sırnsıcak kandır, kimsenin el süremediği. Şimdi ucuz bir otel odasının küçücük tuvaletine sıkışmış bir hayatın eşiğinde duruyorum ve sana söyleyecek hiçbir şeyim kalmadı.. Nisan saldırıyor üzerime sevgilim. Nisan çalıyor bütün sözcüklerimi. Yüzünde parlayan güneş bir anda kaçıp, yaşlar boşalıyor gözlerinden. Ben nisan şaşkınlığında yitiriyorum öykünün geri kalan kısmını. Nasıl bitiyordu? – İyiler nereye gittiler? . Kadınlar ve çocuklar nasıl kurtulacaklar? Bir yağmur böylesine nasıl savurabilir bir insanı? Yağmur değil sevgilim, gözlerinden aktığımdan bu yana darmadağın üstüm başım. Saçlarında biriken kelebek kanatlarını talan ettiklerinden bu yana utanç kemiriyor kalbimi. Saçlarını işgal ettiklerinde kaçtığım sokaklarda düşürdüm şahdamarımı.. Şimdi yaşamak, ucuz ekmek kuyruğunda bekleyen bir genç kızın saklamaya çalıştığı yüzüdür.. Şimdi yaşamak, bebeğini terkeden bir kadının göğüslerinden akan hüzündür. Nisan yığılıyor üzerime sevgilim. Ansızın yağan bir yağmurun, avuçlarından düşen ölü kuşları topluyorum, sokak aralarında. Hiç bu kadar kimsesiz olmamıştım. Hiç bu kadar sensizlik akmamıştı damarlarımda. Böylesi bir yoksulluğa düşüşüm ilk kez.. Buralardan git istersen nisan yüzlü sevgilim. İstersen buralardan git. Sana söyleyebilecek hiçbir şeyim kalmadı. Kaçamak sözlerle gizliyorum utancımı. Kimsesizliğimi kalabalık cümlelerde saklıyorum. Saçlarını işgal ettiklerinden beri yürümüyorum bu sokakları. Ölü savaşçıların cesaretinden merhamet dileniyorum. İstersen git ve cesur bir kalbin ovalarında yürü. Cesur bir kalbin sabah rüzgarında saçların dağılsın. Sana gözlerimde izi kalan son hayallerini vereceğim. Sana parmak uçlarımda kalan son duamı vereceğim. Sana kirpiklerimde takılı son bakışlarını vereceğim.. İstersen artık git ve ben bir nisan gecesinin acımasızlığında, asla baştan sona söyleyemediğim bir dağ türküsünün sözlerine bırakayım kendimi. Sokaklara düşmüş kadınların heveslerinde yakayım kalbimi. Nisan yüzlü sevgilim. Ben bir çay bardağına sığınıyorum şimdilerde. Kahvede oturan yaşlı adamın filtresiz sigarasından yükselen dumana sığınıyorum. Caddenin kenarında bekleşen amelelerin, dirsekleri aşınmış berbat renkli ceketlerine mesela. Böylesi küçük, böylesi gözden uzak şeylere sığınıyorum anlayacağın. Savrulan hayatların, kimselerin görmediği küçük ayrıntılarına. Gösterişsiz yaşam öykülerinin korunaklı yalnızlığına bırakıyorum kendimi, Konuşmak yaralarımı acıtıyor. Konuşmak bir ip gibi boynuma dolanıyor. Dilim dolanıyor bu sıralar. Sana söyleyebilecek bir şeyim kalmadı. Aylardan nisan. Dışarıda deli gibi bir yağmur, hazırlıksız yakalıyor herkesi. Beklenmedik bir rüzgar sürüklüyor ne varsa önünde. Ben bir rüzgarda sürükleniyorum. Konuşmak yoruyor. Dışarıda yağmur var ve gitmek için iyi bir gün. Yağmur var ve herşeyi gizlemek için İyi bir gün. Nisan üzerime yığılıyor sevgilim. Ben… Veda etmeye çalışıyorum… Hepsi bu… Sabah serinliği gün ağarıyor Demir taş küf yosun Sen böyle gecenin ortasında olan bitenden habersiz Uyuyor musun? . Güvercin sesi çocuk sesi tren sesi Parmaklıklara yakışmayan ne varsa Duvarlarında . Güneş bütün gün çağıradursun Elden ne gelir Yaşamak böyle kanlı akarsa Maviliğin dibinde böyle göz yaşları Kirli ağır durgun Daha bir süre akıp gidecek duvarlarında Ne korkuyorsun Uyanip geceleri Ölüm yasayacagini yokedebilir Yasadigini degil Kaç yaş yaşadı umutlar Uçup gittiğinde Girdiğim yas törenleri Sahiden girdim mi? . Yüzdeye vurunca Kaçta kaç sevinç Acılar içinde Sahiden sevdim mi? . Görür gözüm görmezden Bilir usum bilmez gibi Aldanıp al kumaşları Sahiden giydim mi? . Mızrak batımı kar Mutsuzluk ovalarında Aradım, savaştım Sahiden buldum mu? . Yere dikili gözler Baktım bir yerde yukarı Yukarda - - Sahiden gördüm mü? O göz godoş bir mavi Güneşi dönünce sağdan ikinci Nerde sabah orda akşamın evi Süpür sefa kırkikindi gelince. Kolay değil tavlamak bulutları Ozanı var hoyratı var toyu var Usul usul güzellikle ökse otları Göz etmenin raconu var yolu var. Heyt bu göklerde dönen alışveriş Pazar ola seyren ola gün ola Uçucular taze haber getirmiş Okuturlar fenikeli rüzgarlara. Düz bezlere çizilmiş piri reis Çağ eski bir hartadır benim gönlüm Şu mavi noktalar var ya seviştiklerimiz İşte şu gözgöze geldiğimiz gün. Dün gece bir sirk gördüm düşümde Midilliler sonra safkan kısraklar Halka olmuş dönerler sol döşümde Üstlerinde alyuvarlı çocuklar. Açıktan geçti bir kız bisiklet Tahtaboşta güngörmeyenin oğlu Bu türkü kimvurdulara kısmet Yıldızların arasında bir keçi yolu ille de görmek için mi beklenir güzel günler? beklemek de güzel. Bir ülke ki camiinde Türkçe ezan okunur, Köylü anlar manasını namazdaki duânın. Bir ülke ki mektebinde Türkçe Kur'ân okunur. Küçük büyük herkes bilir buyruğunu Hüdâ'nın. Ey Türkoğlu, işte senin orasıdır vatanın! . Bir ülke ki toprağında başka ilin gözü yok, Her ferdinde mefkure bir, lisan, âdet, din birdir. Meb'üsânı temiz, orda Boşolar'ın sözü yok, Hududunda evlatları seve seve can verir; Ey Türkoğlu, işte senin orasıdır vatanın! . Bir ülke ki çarşısında dönen bütün sermaye, San'atına yol gösteren ilimle fen Türk'ündür; Hirfetleri birbirini daim eder himaye; Tersaneler, fabrikalar, vapur, tren Türk'ündür, Ey Türkoğlu, işte senin orasıdır vatanın! Ey gönul Erkanı devlet icre hemet kalmadı Kimden umarsın kerem Ehli muruvvet kalmadı Nefsi nefsine oldu alim cumlesi hayret dir Kimseden kimseye hiç derman ve takat kalmadı Aşk geldi, kan gibi Damarlarıma derime doldu. Beni benden aldı, Varlığımı sevgiliye doldurdu. Kısaca; Bana benden kalan bir ad; Ancak ötesi hep o... O kafatası, o gizli yürek, kanın Hiç görmediğim o yolları, Düşlerin o yer altı dehlizleri, o Proteus, O iç organlar, o ense, o iskelet. Onların hepsiyim ben. Garip ama, Bir kılıcın, önce altına, sonra külrengine, Sonra da hiçliğe dönüşerek batan Yapayalnız bir güneşin de anısıyım ben. Limanda yavaş yavaş yaklaşan gemileri Seyreden biriyim. O az bulunur kitaplar, Zamanla aşınan gravürler de; Göçüp gitmiş ölüleri kıskanan da ben. İşin daha garibi bir evin bir köşesinde Bu sözcükleri ağ gibi ören o adam olmam. Hafız'ın kabri olan bahçede bir gül varmış; Yeniden hergün açarmış kanayan rengiyle, Gece,bülbül ağaran vakte kadar ağlarmış Eski Şiraz'ı hayal ettiren ahengiyle.. Ölüm asude bahar ülkesidir bir rinde; Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter, Ve serin serviler altında kalan kabrinde Her seher bir gül açar; her gece bir bülbül öter. Sönmüş saçlarında son damla ışık, Bir düş'ün içinde gibi her akşam -Ve yüzleri duman kadar dağınık- Geçer bu sokaktan binlerce adam.. Umut gözlerinde ölü bir bakış, Çığlık bir bükülüş dudaklarında; Bulamadıkları nedir ki, yaz kış Dolaşırlar şehrin sokaklarında?. Sanki yalvaran bir duadır onlar, Belki tanrılara açık vesvese, Bir nehir. Bu nehir her akşam akar Derinden ruhları çağıran sese. Görün Taşpınarını, Şenaçık, Sanki Yıldız nazarı; Bulutlardan aşağı Beslemiş delikanlılığını İyi ruhlar Kayalıklar ortası çalılıkta. . Körpe genç Oynuyor buluttan dışarı Kaya taşların üzerine, Şahlanıyor yine Gökyüzüne.. Doruklar patikalarından Rengarenk çakılları kovalıyor, Ve er lider tekmeleriyle Kardeş pınarlarını koparıyor Beraberinde ileriye.. Aşağıda derede Adım atmalarının altında Çiçekler oluşuyor, Ve çayır yaşıyor nefesiyle.. Ancak onu ne Gölgederesi, Ne de bitkiler durduruyor, Dizlerine dolananlar, Aşk bakışlarıyla onu okşayanlar: Ovaya dalıyor koşuşu Yılansarılımsı.. Irmaklar sırnaşıyor Cana yakın. Aha varıyor o Ovaya, gümüşe alışıklı, Ve ova onunla birlikte dikkat çekiyor Ve ovanın akan nehirleri Ve dağlardan inen çınarlar Ona coşuyor ve ünlüyorlar: Kardeş! Kardeş, kardeşleri al git, Al da git ihtiyar babana, İlelebet okyanusa, Apaçık kollarıyla Bizleri bekleyen. Ah! Nafile açılan, Özleyenlerini kucaklamaya; Çünkü yiyor bizi bu ıssız çölde Hasetli kum; Güneş yukarda Kanımızdan emiyor; Bir tepe Bizi gölcüğe köstekliyor! Kardeş, Kardeşleri ovadan al, Dağlardaki kardeşleri de al Al, al da git babana! . Hadi hepiniz gelin! - Ve işte büyüyor o şimdi Daha fevkalade, en yakın kuşak Hükümdarı yukarıya kaldırıyor! Ve yuvarlanan utkuyla Ülkelere ad veriyor, şehirler Ayaklarının altında gerçekleşiyor.. Durdurulamadan çağlıyor devamlı, Kulelerin alev doruklarını, Mermer ocaklarını, kendisiyle dopdolu alemi Geride bırakıyor.. Sedir binaları yüklüyor saten Kocaman omuzlarına; hızla Şanlanıyor gövdesinin üstünden Bin bir bayrak havalarda; Görkemliliğinin kanıtları.. Ve böylece sırtlıyor kardeşlerini, Definelerini, evlatlarını Bekleyen yaratana Sefa köpürerek yüreğine.. Çeviri: Musa Aksoy böylemi olacaktı türkülerin son hâli ezgilerden sorulur küfürlerin vebâli. ayna kırıldı; hisret divanında gül soldu papatya uçarı bir zakkum oldu kuğu gölün en susuz noktasında boğuldu ivedî bir kavgadır tenhâ da ömür direniyorum direniyorum ki, aşk yenilmesin zenginlere, cinayet erbâbına. böyle mi olacaktı mutluluğun son hâli kahkahadan sorulur hıçkırığın vebâli. bir milat öncesi kalıntı gibi zulme açılıyor gizli kapılar sanki bütün yüzler çalıntı gibi çocuklarda bile kan kokusu var hayat bir dramdan alıntı gibi tabut kırılıyor; ağlıyor mezar aşk elden gidiyor; durmamalıyım yosunlu hayaller kurmamalıyım ölümün ardına düşüp gün boyu kırmızı camlara vurmamalıyım. böyle mi olacaktı değirmenin son hâli bereketten sorulur kuraklğın vebâli. güya bütün umutlar ülkeme dolacaktı güya ülkem göklerin yolunu bulacaktı neden hafif tartıyor yüregimi terâzi intizarın mavi dengelerini yıkıyor sonunda leylâ direnmeliyim direnmeliyim ki, aşk yenilmesin yoksullara, kürek mahmumlarına bir oğlum olacak adı temmuz uykusuz korkusuz beter mi beter ben beynimi satarak yaşıyorum o benden proleter. bir oğlum olacak adı temmuz karataşın göbeğinde aşk karataşın göbeğinde barış karataş çatladı çatlayacak bende bitmeyen kavga onda yeniden başlayacak. bir oğlum olacak adı temmuz öfkede benden fırtına sevgide deniz ne samanyollarının ulu kervanları susuzluğumun ne kutupşafaklarında tanrılaşması ilkelliğimin temmuz gibi sıcak ve bereketli temmuz gibi uçsuzbucaksız. bir oğlum olacak adı temmuz dilinde en güzel sesi türkçemin kulağı en yiğit şarkılarla delik korkak bir merakla değil yıldızlı karanlığı vivaldi'yi dinler gibi okuyup anlayacak ve belki de sütdişleri sürerken balaban bir bursa şaftalisine ay'dan kendi sesini dinleyecek vahşi bir çiçek gibi açılmış gözleriyle. ben ki yalınayak bastım kızgın dişlerine açlığın iri bir çizme gibi balkanlar'a basarken faşizm dağlarda silah atmayı sevdim ben ki silah taşıdım gizli gizli dünyanın bütün devrimlerine boşuna dönmüyor bu rotatifler boşuna bağırmıyor bu kara boşuna dinlemiyor bu korku kapımızı anamın aksütü gibi biliyorum ki doyumsuz günlere doğacak temmuz doyumsuz günler görecek hani şu hep andıkça sızlatan yüreğimizi hani şu hep dalıp dalıp gittiğimiz andıkça beklediğimiz beklediğimiz beklediğimiz ve tam görecekken göçüp gittiğimiz günler gibi günler ama mutlaka. karataşın göbeğinde aşk karataşın göbeğinde barış karataş çatladı çatlayacak ben direndim yorulmadım o yorulup yıkılmayacak Gazel. Batalı kana ohun dîde-i giryân içre Bir elifdür sanasan kim yazılur cân içre. Yeridür sîne-i sûzânuma külhan deseler Anca kim yandı ohun sîne-i sûzan içre. Cânı ten içre ne sahlardum eger bilse idüm Ki degül gizlü gam-ı lâ'l-i lebün cân içre. Ala gör ohlarını dîdelerümden ey dil Hayfdur olmaya nâ-geh ite müjgân içre. Çâk gönlüm yarasında yaraşur peykânun Akd-i şebnem hoş olur gonca-i handân içre. Kaddüne serv demiş goncalarun ta'nından Duramaz bâd-ı sabâ hîç gülistân içre. Ey Fuzûlî kime sûz-ı dilümi şerh edeyüm Yoh menüm kimi yanan âteş-i hicrân içre Cinsel açlık karanlık bir imgedir bu ülkede, durmaksızın ruhları eritir... Eritir köşede bucakta, her nasılsa filiz vermiş titrek ve incelikli aşk öykülerini... Barbar ordusu gibi dört bir taraftan sarar derin duyguları cinsel açlık... Çürür anlamlar, çürür ürperişlerin arınma yeminleri... Kimse kaçamaz cinsel açlığın yarattığı bayağılıktan.... Hayalgücü sığlaşır ve küçük düşer... Sahipsiz kalan duygular küçük düşer. Dostlukların arasında karşı konulmaz bir nifaktır cinsel açlık... Kötü bir krallıktır o. Yüklenir tüm gücüyle. Sonra da aşka ve sarılışa dair tüm umutların ve hayallerin zayıflamasını bekler.... İnsanı o ne olduğu belirsiz hormonlara, siniruçlarına indirgeyen yasasıyla boyar... Gelenekler ve tutucu namus anlayışı ölümcül gücünü cinsel açlıktan alır. Cinsel açlık, geleneklerin ve tutucu namus anlayışının yüzünü savaş boyalarıyla boyar... Anneler, apartman boşluklarında ilkyaz aşklarının dönüşünü beklerken, babalar, yastık kılıflarında gizli gizli, genç ve diri kadınlara ulaşmak için paralar biriktirir.... İşte bu yüzden evler bu kadar neşesiz, sokaklar bu kadar iğretidir... Şarkılarsa böyle kanser... Çünkü aşkın iyicil ve genişleyen mevsimi yoksa, her an herşey bitecekmiş, her an bir başka belirsizliğe yola çıkılacakmış gibi yaşanır.... Askerlikte görmüştüm cinsel açlığın çürüttüğü ruhları... Mühendis, kaymakam, öğretmen, banka müdürü, doktor, avukat... Yaşadıkları baskı ve onursuzluk onları zerrece ilgilendirmiyordu. Buradan salıverildiklerinde yaşayacakları cinsel haz umudu onları baskının her türlüsüyle uzlaşmaya itiyordu... Bu uzlaşma yüzünden ruhlarının sonsuza dek neler yitireceğini hiç ama hiç düşünmüyorlardı... Her sabah birliğe getirilen Tan Gazetesi’ne birbirlerini ezerek saldırır ve adeta paramparça ederek, sayfalarından koparttıkları çıplak kadın resimleriyle can havliyle tuvaletlere koşarlardı... Militarist devlet, ruhları cinsel açlıkla zayıflamış kişilikleri hizaya getirmenin, ezmenin, köleleştirmenin ne denli kolay olduğunu bilirdi... Devlet, tuvalet duvarlarına yayılmış o zavallı suçluluk duygularından büyük güç alırdı.... Ne kadar okumuş, kendilerince önemli statülerde olurlarsa olsunlar ruhlarını çürüten cinsel açlık yüzünden değer yargıları, etik değerleri, estetik bilinçleri ve en önemlisi kadına bakışları hiç gelişmemişti bu insanların... Sarılış, okşayış, aşk ve incelik yoksullarıydılar. Kadınlar, yarı hayvan yarı insan ve sanki sadece cinsel haz nesneleriydi onlar için.... 31 Cumhuriyeti’nin çocuklarıydı onlar. Bu iki yüzlü Bekaret ve Abazanlık Cumhuriyeti’nin... İçlerinde mahçup bir titreyişle kıpırdanan sevgi, aşk, incelik duygularını o sahte erkek ideolojisiyle güçlenen cinsel açlıklarına rehin verenlerin cumhuriyeti.... Okumuşların parçalanmış gazete fotoğrafları varsa, diğerlerinin de kuyrukları havada gezen şımarık küçük köpekleri vardı... Bütün bunlar bilmezlikten gelinirdi... Küçük, şımarık köpeklere, uygun bir yeri oyulmuş koyun ciğerlerinden, kesekağıtlarından, yastıklardan, tek kanadı kesilmiş sineklerden, ortası delinmiş sabun kalıplarından gelindiğini bilmezlikten geldikleri gibi...* Çünkü devletin kendisine saygı duymayan insanlara ihtiyaçları vardı, ruhlarını tüketmiş insanlara.... Çünkü o zaman kim kulak memelerinden kolye yapacaktı? . Çünkü o zaman kim basacaktı bir gece cezaevlerindeki koğuşları, kim emir verilenden daha amansız bir şiddetle savunmasız tutsakların kafalarını kıracaktı... Kim, inleyişler kanda yüzerken, yüzü olmayan, ama geniş kalçalı kadınların düşlerini kuracaktı... . Utandırdı ve utandırıyor durmadan cumhuriyet kendi çocuklarını... Bu ülkeden gökyüzüne cinsel açlık yağıyor... Okumuş etmiş bir genç, üzerine üzerine ansızın saldırdığı “nesnenin” çığlığıyla kendine geliyor: Ne yapıyorsun, daha bugün tanıştık! .... Aşksız cinsellik karşı konulmaz bir nifak gibi dostluklarının sınırını çiziyor... Çürüyor hayalgücü, tükeniyor bağlılık yeminleri... Anlık bir cinsel haz umudu için anında vazgeçiliyor en vazgeçilmez sayılan değerlerden.... Yüzü olmayan gövdelerin kötücül dansı başlıyor... Kulaklar duymuyor, tükenmiş ruhlar algılamıyor. Dağların en yüksek tepelerine ya porno, ya şeriat yazılıyor... Aşkı tatmadan ölenlerin kemikleri mezarlarda sızlıyor... Sevgiyle sarılamayan ve önce ruhlarını seviştiremeyenler, sadece bedenlerindeki duygusuz ve kirli kanın akışına veriyorlar kulaklarını.... Urfa’da bir genç “namus dedikodusu” yüzünden kızkardeşinin boğazını kesiyor, İzmir’de bir adam, karısını evi terkedecek diye onbir yaşındaki oğluna öldürtüyor... İstanbul’da genç bir kızı, başkasıyla oldu diye nişanlısı kızın erkek kardeşine öldürtüyor... . Bu ülkeden gökyüzüne cinsel açlık yağıyor... Bırak ellerimi Üç satır yazacağım Üç satırda sen! .... Bırak gözlerimi Dört yana bakacağım Dört yanda sen! .... Bırak yüreğimi Bin kere seveceğim Bin kerede sen! ... Koşulacak bir sanci gibi inceden genceden aktım geceye ihtiyar sokaklarda acemi lambalar ve ıslak bir ışık ilkbahara ilkbaharın günahı olmaz nasılsa.... çocuklar bulmuş,getirdiler kanadı kırılmış bir nisan yağmurunu nisan'ın kuyruğuna teneke bağlar mı insan, çocuk olmasa?.... bir celsede boşanıyor mağrur bir yağmur nisanların yenildiği yalancı baharlarda.. ilkbaharın günahı olmaz nasılsa! Siz büyük Türkiye'yi gerçekleştirecek olan Ülkücüler! ! ! Siz Oğuzların, Kür Şadların, Alparslanların, Fatihlerin, Yavuzların, Abdülhamidlerin, Yunus Emrelerin, Mevlanaların, Hacı Bektaşların, Sütçü İmamların, Dilşad Sultanların, Nene Hatunların, Gevher Nesibelerin, Malhun Hatunların torunları olan Ülkücüler; 'Gafillerin ardında Allah'ı anan; kaçanların ardında vuruşan, ölüler arasında diri olan gibidir.' Kutlu Peygamber sözünün muhatabı olmak için çalışın. Yolunuz açık olsun. Cenab-ı Allah, taşıyamayacağımız yükü omuzlarımıza yüklemesin. Yüce Yaradan kendi dini için gayret eden herkese yardım etsin. 'Gençliğin acı haline' 'Öldün mü ey gençlik? Eğer öldünse haber ver: ''Onlara hicviye yazan kalemim sana da mersiye yazsın. Yahut ölmediğini ispat et ki, sana olan büyük imanım sarsılmasın ve sana olan destanım boşa gitmesin.'' Başın çok yükseklerde eğil selvi boylu Eğil bir kez nasıl bir şeysin göreyim. Nasıl liman çocukları zalim Nağra atarlar gecenin koynuna. Daha başkaları da var Tabiatlarını mayalarını açıklayan. Ya sen selvi boylu nesisin Ya ben neyiyim körlüğün. Eğil hakkımızla Birlikte bağıralım içine esirliğin. Ben hırsız olayım kendi malıma ha! Ben yakalanayım eşkiyama. Gardiyanların değişti de n'ooldu Haydi soyun bir kez daha kırbaçlan kendi dallarına. Dağ özlemin sarı bir kanarya oldu Ötüşsüz uçtu uçamadı kondu konamadı. Akıl ve hikmet emzirirdi mağara Yarasa doldu.Yüz çarpılır göz kayar. Güneşin tozu yağmuru ateşleri taşları Gelse gelse elimin vuruşma özlemini alsa. Selvi boylu eğil ikiye katlan Bak şairin yarım şiirin köle kaldı. Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var: Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği. İnsan saatlerce bakabilir gökyüzüne Denize saatlerce bakabilir, bir kuşa, bir çocuğa Yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır Kopmaz kökler salmaktır oraya. Kucakladın mı sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını Kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle, tutkunla gireceksin Ve uzandın mı bir kez sımsıcak kumlara Bir kum tanesi gibi, bir yaprak gibi, bir taş gibi dinleneceksin. İnsan bütün güzel müzikleri dinlemeli alabildiğine Hem de tüm benliği seslerle, ezgilerle dolarcasına İnsan balıklama dalmalı içine hayatın Bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasına. Uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar Bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak arzusuyla yanmalısın Değişmemelisin hiçbir seyle bir bardak su içmenin mutluluğunu Fakat ne kadar sevinç varsa yaşamak özlemiyle dolmalısın. Ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle Çünkü acılar da, sevinçler gibi olgunlaştırır insanı Kanın karışmalı hayatın büyük dolaşımına Dolaşmalı damarlarında hayatın sonsuz taze kanı. Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var: Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara, göğe, bütün evrene karışırcasına Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana. Aşık eteğin tutmak gerek akıbet zeval olmaya Aşkdan bir elif okuyan kimseden sual olmaya. Aşk dediğin bilir isen eğer aşka gönül verir isen Aşk yoluna mal ne olur can dahi muhal olmaya. Asil zadeler nişanın eğer bilmek diler isen Her sözün manası var sözü sebük-sal olmaya. Ariflerden nişan budur her gönülde hazır ola Kendini teslim eyleye sözde kıyl-u kal olmaya. Görmez misinsen arıyı her bir çiçekten bal eder Sinek ile pervanenin yuvasında bal olmaya. Eğer güher ister isen hizmet ile ariflere Cahile bin söyler isen manada miskal olmaya. Miskin Yunus zehr-i katil aşk elinden tiryak olur İlm-ü amel zühd-ü ta’at pes aşıksız helal olmaya Zaman olmuştur ki Dumanlı havuzlarda soğuk nilüferler Bulutlara savrulmuş ateş kuşları Korkulu bir hicranı söyler. Zaman olmuştur ki Dalgınlıkları hisarbuselik kızların Bildik şarkıları birden unutuşları Aynalarda solan gün Bilinmez hangi uğultulu Ahval-i perişanı söyler. Zaman olmuştur ki Loş salonların heyhula büfelerinde O kiristal fanuslu yorgun saat Fena halde durmuş görünse de Başka bir boyutta başka bir zamanı söyler. Zaman olmuştur ki Falcının avucunda tuttuğu sihirli küre Aslında yaşanmamış belki hiç yaşanmayacak Ancak ne kadar renkli Ne kadar yanardöner bir ömr-i zerefsani söyler. Zaman olmuştur ki Belki sonbahar belki akşam Tepeden tırnağa silme yıldız Belki haziran gecesi Sanki bir hayal oturmuş o tenha piyanoya Parmak uçlarında tatyos efendi'nin Herkesin unuttuğu bir bestesi Çalıyor doya doya O evcara beste ki Çevresinde avizelerden Gökkuşağı serpintileri Güllerdeki suhu O serv-i hiramanı söyler. Zaman olmuştur ki Yanar mor zambaklar buğulu gece lambaları Bir katar kaybolur haydarpaşa garı'ndan Bırakıp gümüş çığlıklarını tel tel ardında Ağır ve cefakar bir marşandiz katarı Kıvamlı bir sessizliğe batmış ıhlamurlar Yalnız kuzguncuk'taki yalıda Karanlık bir gazelhan Yanık yanık bir aşk-ı bi-amani söyler Zaman olmuştur ki Sızar gecenin suları simsiyah camlardan Havada ölüm parıltısı adeta çelik Fi bin dört yüz beş Dersaadet'te yazıldı işbu gazel Avuçları kan yüreği delik deşik Yaşlanmış ama uslanmamış Bir eski militanı Bir şair-i devranı söyler Gerçek bir dostun bir dostu sevdiği gibi Bilmece yaşam, seviyorum seni İster güleyim ister ağlayayım seninle, İster hüzün getir bana ister neşe . Seni seviyorum, verdiğin acıyla da, Yine de mecbursan beni yıkmaya Bir dostun bağrından kopar gibi Çekeceğim senden kendimi. . Tüm gücümle sarılıyorum sana! İstersen yak beni, seni muamma Kavganın en ateşli anında bile Yalnızca inebilirsin daha derinlerime.. Var olmak! Ve düşünmek! Bin yıllarca Daha sıkı sar beni kollarınla Eğer bana vereceğin mutluluğun kalmadıysa Olsun! Başka acıların var ya. O eski hülyaların sahile vurduğunu Yakama bir muamma taktığım gün hatırla Gurbetin mahşerimde bir sıla bulduğunu Dağlar gibi eriyip aktığım gün hatırla. Nereden bileceksin, şehrin sokaklarında Kaybolan ışıkların gözlerim olduığunu Her seher yüreğimde açan karanfillerin Her akşam ellerimde sararıp solduğunu Nereden bileceksin. Kim bilir, belki bir gün kapıma geleceksin Siyah tüylü martılar yorgun pencerelerde Benimle ağlayacak benimle güleceksin Göğsümde ızdırabı Deniz fenerlerinin Hayatımdan fışkıran hüzne gömüleceksin. Her şairin bir gülle bahtiyar olduğunu Bir sana bir göklere baktığım gün hatırla Gönlümün kahrın ile ihtiyar olduğunu Sigaramı sessizce yaktığım gün hatırla. Bilemezsin içimde bir denizdir yaşamak Sen denizin en uzak noktasında şen şakrak Ben kırgın dalgalarla avunurum derinde Gemilere yosunlu mendiller bağlayarak. Nereden bileceksin fesleğen köklerinin Hecai bulutlardan bıkıp usandığını Ansızın kayıveren yıldızların ardında Vuslatı bekleyen bir kalbin yandığını Nerdem bileceksin. Yağmura boyun büken susuz topraklar gibi Kim bilir belki bir gün kapıma geleceksin Sinesinde bi-vefa bir sırrı saklar gibi İnfazına yürüyen ölü tutsaklar gibi Gözlerinin hicranlı yaşını sileceksin. Tatlı bir rayihanın göklere dolduğunu Irmaklara karışıp aktığım gün hatırla Gölgelerin ruhumu görüp kaybolduğunu Mavi bir şimşek gibi çaktığım gün hatırla. Gülümse ve uzaklaş çünkü anlayamazsın Bu kopan fırtınayı Yusuf'un yüreğinde Koyu bir çaresizlik ayinidir yalnızlık Züleyha'nın menekşe büyüyen gözlerinde. Nereden bileceksin kayalara tutunan Devlerin birer birer vurulup öldüğünü Rüyaları süsleyen eşsiz mücevherlerin Bir dervişi görünce yere döküldüğünü Nereden bileceksin. Kim bilir belki bir gün kapıma geleceksin Kollarında rüzgarlı bir deprem karanlığı Kapı aralığında sessizce gireceksin Işıldayan bu gönül şahikası önünde El pençe divan durup sen de eğileceksin. Bülbülün lalezardan neden kovulduğunu Bu hayal zindanını yıktığım gün hatırla Balığın susuz kalıp suda boğulduğunu Acılar evreninden çıktığım gün hatırla Gözlerimden aktı deryalar gibi yaşım benim Dostlar ummadık şeyler gördü bu başım benim Ben geda gurbed diarında kalır idim yanlız Olmasa milletü derdü bela yoldaşım benim. Rıza-yı Hak için çıkmışız yola Kullların engeli yıldırmaz bizi Onulmaz dostların açtığı yara Düşmanın kurşunu öldürmez bizi. Ayrılık olursa öz ile sözde İçimiz dışımız kavrulur közde Ülkümüz nişanlı arpacık gezde Şer güçler hedeften kaldırmaz bizi. Yalınayak geçtik dikenden taştan Ne çıkar rüzgardan, doludan, kıştan Yırtılan destanlar yazılır baştan Tufanlar sahneden sildirmez bizi. Kader bu...teslim ol, kafayı yorma Aklın kaynağını deliden sorma Aylara, yıllara üzülüp durma Sıcaklar soğuklar soldurmaz bizi. Gittiğimiz Hak Yol öyle bir yol ki Hırs atına binmek günahtır belki Sabrımız, sevdamız o kadar bol ki Okyanuslar aksa doldurmaz bizi. Sıcak tut sevgiyi aşk ocağında Yaşa da olgunlaş gam kucağında Şu ruhsuz dünyanın şu zül çağında Olanlar ağlatır güldürmez bizi. Sözünde durandır yiğitin hası Mezarda bitmez dostun vefası Üç günlük dünyanın binbir cefası 'Böldü' deseler de, böldürmez bizi. Sağlam atılmışsa temeller eğer Allah rızasıysa emeller eğer Niyete uygunsa ameller eğer Kimseler yem için yeldirmez bizi. çile, bela yağıyorken etrafa Hak, adalet dedik çıktık ön safa 'Kötü' tanıtsa da üç-beş et kafa Tarih kötü diye bildirmez bizi. Fitneye en güzel cevap sükuttur Öfke günah dolu, sevap sükûttur Tuzağa çok düştük hayli vakittir Tedbir bataklara daldırmaz bizi. Bir ateş yakılır, sönmez bir daha Bu bayrak gönderden inmez bir daha İlkbahar hazana dönmez bir daha Mevla yâd ellere yoldurmaz bizi Gözlerim ressam rolünü aldı ve kabartma çizgilerle, Güzelliğinin biçimini gönlümün levhasına çıkardı; Bedenime gelince, o da bu resmin çerçevesi oldu işte; Malum, resmin konumundan bilinir usta ressamın sanatı. Seni olduğu gibi yansıtan resim nerde diyorsan, Ressamın içine bakıp hünerini orda görmelisin; Camlarının parlaklığını senin gözlerinden alan, Göğsümdeki sergide asılı resme ulaşmalısın. İşte bak, gözler gözler için neler yapıyor! Gözlerim senin şeklini çizdi, seninkilerse, Gönlüme açılan birer pencere; güneş de bayılıyor Onlardan içeri bakmaya, sen varsın diye içerde. Ama gözlerin sanatında yine de bir eksiklik var: Gördüklerini çiziyorlar yalnız, yüreği tanımıyorlar. tahtadan yaptığım adam ne yemek yiyor ne konuşmak biliyor kaskatı gözlerle görünmez yerlere bakıyor. tahtadan yaptığım adam hatırlıyor ki bir zaman nefes alan ince ince yaprakları vardı toprağı iştiha ile yiyen liften ince ince ağızları vardı. tahtadan yaptığım adam ağaçtan uzaklaştı ve insana yaklaştı yazık ki ne insan oldu ne ağaç Yok bir ruh bu ağaçların arasında Ve ben bilmiyorum nereye gittiğimi . Octavio Paz Türkçe’ye çeviren: İsmail Aksoy Kanadım değdi sevdaya Kondum kondum uçamadım Aşk şarabın doya doya Sundum sundum içemedim. Oy tabib bu yarayı Sar sara bilir isen Sevda ateşten bir gömlek Giy giyebilir isen. İçmişem sarhoşum dünden Bayram eyledim bugünden Aşıkların köprüsünden Döndüm geçemedim. Oy tabib bu yarayı Sar sara bilir isen Sevda ateşten bir gömlek Giy giyebilir isen. Gel Mahzuni sine sine Bugün bana noldu yine Düştüm güzeller içine Ben kendimi seçemedim. Oy tabib bu yarayı Sar sara bilir isen Sevda ateşten bir gömlek Giy giyebilir isen Mapus damı bana çok sey öğretti Ama en çok sabretmeyi Yalnızken kalabalık olmayı Kalabalıktayken de kendimle kalmayı Ve sürekli kavga edip Durmadan kendimle barışmayı Hiç göçünüp yüksünmeden İhanetlere katlanmayı Bes metrede beşbin metreyi yürümeyi Ve duvarların darlığında Dünyaları dolaşmayı Ve hepsinden de çok Bütün yuvarlakları yüreğimde bileyip sivriltmeyi İnsan olmayı insan olmayı -Bu cadde nereye çıkıyor? Bir güle bakıp böyle diyorum. Gâiblerden bir ses geldi: Bu adam, Gezdirsin boşluğu ense kökünde! Ve uçtu tepemden birdenbire dam; Gök devrildi, künde üstüne künde.... Pencereye koştum: Kızıl kıyamet! Dediklerin çıktı, ihtiyar bacı! Sonsuzluk, elinde bir mavi tülbent, Ok çekti yukardan, üstüme avcı.. Ateşten zehrini tattım bu okun. Bir anda kül etti can elmasımı. Sanki burnum, değdi burnuna "yok"un, Kustum, öz ağzımdan kafatasımı.. Bir bardak su gibi çalkandı dünya; Söndü istikamet, yıkıldı boşluk. Al sana hakikat, al sana rüya! İşte akıllılık, işte sarhoşluk! . Ensemin örsünde bir demir balyoz, Kapandım yatağa son çare diye. Bir kanlı şafakta, bana çil horoz, Yepyeni bir dünya etti hediye. . Bu nasıl bir dünya hikâyesi zor; Mekânı bir satıh, zamanı vehim. Bütün bir kâinat muşamba dekor, Bütün bir insanlık yalana teslim.. Nesin sen, hakikat olsan da çekil! Yetiş körlük, yetiş, takma gözde cam! Otursun yerine bende her şekil; Vatanım, sevgilim, dostum ve hocam! . . . . .. Aylarca gezindim, yıkık ve şaşkın, Benliğim bir kazan ve aklım kepçe. Deliler köyünden bir menzil aşkın, Her fikir içimde bir çift kelepçe.. Niçin küçülüyor eşya uzakta? Gözsüz görüyorum rüyada, nasıl? Zamanın raksı ne, bir yuvarlakta? Sonum varmış, onu öğrensem asıl? . Bir fikir ki, sıcak yarada kezzap, Bir fikir ki, beyin zarında sülük. Selâm, selâm sana haşmetli azap; Yandıkça gelişen tılsımlı kütük. Yalvardım: Gösterin bilmeceme yol! Ey yedinci kat gök, esrarını aç! Annemin duası, düş de perde ol! Bir asâ kes bana, ihtiyar ağaç! . Uyku, kaatillerin bile çeşmesi; Yorgan, Allahsıza kadar sığınak. Teselli pınarı, sabır memesi; Size şerbet, bana kum dolu çanak.. Bu mu, rüyalarda içtiğim cinnet, Sırrını ararken patlayan gülle? Yeşil asmalarda depreniş, şehvet; Karınca sarayı, kupkuru kelle.... Akrep, nokta nokta ruhumu sokmuş, Mevsimden mevsime girdim böylece. Gördüm ki, ateşte, cımbızda yokmuş, Fikir çilesinden büyük işkence. . . . . .. Evet, her şey bende bir gizli düğüm; Ne ölüm terleri döktüm, nelerden! Dibi yok göklerden yeter ürktüğüm, Yetişir çektiğim mesafelerden! . Ufuk bir tilkidir, kaçak ve kurnaz; Yollar bir yumaktır, uzun, dolaşık. Her gece rüyamı yazan sihirbaz, Tutuyor önümde bir mavi ışık. . Büyücü, büyücü ne bana hıncın? Bu kükürtlü duman, nedir inimde? Camdan keskin, kıldan ince kılıcın, Bir zehirli kıymık gibi, beynimde.. Lûgat, bir isim ver bana halimden; Herkesin bildiği dilden bir isim! Eski esvaplarım, tutun elimden; Aynalar, söyleyin bana, ben kimim? . Söyleyin, söyleyin, ben miyim yoksa, Arzı boynuzunda taşıyan öküz? Belâ mimarının seçtiği arsa; Hayattan muhacir, eşyadan öksüz? . Ben ki, toz kanatlı bir kelebeğim, Minicik gövdeme yüklü Kafdağı, Bir zerreciğim ki, Arş'a gebeyim, Dev sancılarımın budur kaynağı! . Ne yalanlarda var, ne hakikatta, Gözümü yumdukça gördüğüm nakış. Boşuna gezmişim, yok tabiatta, İçimdeki kadar iniş ve çıkış.. . . . .. Gece bir hendeğe düşercesine, Birden kucağına düştüm gerçeğin. Sanki erdim çetin bilmecesine, Hem geçmiş zamanın, hem geleceğin.. Açıl susam açıl! Açıldı kapı; Atlas sedirinde mâverâ dede. Yandı sırça saray, ilâhî yapı, Binbir âvizeyle uçsuz maddede.. Atomlarda cümbüş, donanma, şenlik; Ve çevre çevre nur, çevre çevre nur. İçiçe mimarî, içiçe benlik; Bildim seni ey Rab, bilinmez meşhur! . Nizam köpürüyor, med vakti deniz; Nizam köpürüyor, ta çenemde su. Suda bir gizli yol, pırıltılı iz; Suda ezel fikri, ebed duygusu.. Kaçır beni âhenk, al beni birlik; Artık barınamam gölge varlıkta. Ver cüceye, onun olsun şairlik, Şimdi gözüm, büyük sanatkârlıkta. Öteler öteler, gayemin malı; Mesafe ekinim, zaman madenim. Gökte saman yolu benim olmalı; Dipsizlik gölünde, inciler benim.. Diz çök ey zorlu nefs, önümde diz çök! Heybem hayat dolu, deste ve yumak. Sen, bütün dalların birleştiği kök; Biricik meselem, Sonsuza varmak... başımı döndürüp bakamıyorum nasıl kaldı gerilerde onca yıl . karanlık bir gömütlüğü düşte geçmiş gibiyim tatmadığım bir içkiyi bir akşam afrikasal bir törende içmiş gibiyim birdenbire kan yağmurlu bir bulut birdenbire kan kokulu bir duman şaşkınlıktan gemileri yakmış gibiyim . ışıklarla oynamayın / dedim ben size yararı yok karanlıkta sürek avının dedim ben size yanlış kalemlere kayar elleri yazıcıların tutanaklar yanlış yazar dedim ben size . karanlığı az kullanın / kirliler kokar birgün birgün yanar bu ışıklar sırıtır suratlarınız kirlilere sığınmayın / dedim ben size yararı yok oynaşmanın törensel aklıklarda kaçın kaçabilirseniz uzak sulara ışıklarla oynamayın / dedim ben size birden demir kuşlar fazla şehir demir ağaçların tamamladığı yeşilden sarıya gözleri değişir gagaları kırmızı neon yaprağı asmalımesçit'te dolmuş durağı yarı gece açıkça geçilmiştir meçhul kaatillerin bıraktığı bir silah gibi parlıyor şiir. uykusuzlukların ateş aldığı gece barlarında içkiler zehir kınından çıkar öfke bıçağı sabaha karşı cinayet işlenir öle kim aslında öldüren midir besbelli hiç anlaşılamayacağı karakolda intihara heveslenir bir acil serviste hazır yatağı. korku yalnızlığın gelişmesidir gece hiç kimsenin kurtulamadığı ay şimşek mavisi belirmiştir bıçak parıltısıyla yalar sokağı sarhoş bir fahişenin ağladığı gözlerinde kahır birikmiştir sevdiği itlerin farkına varmadığı parasını yiyorlar allah bilir. geceleyin beyoğlu ışık mezarlığı Şifa istemem bağından Bırak beni bu halımdan Razıyım açan gülünden Yeter dikenin batmasın. Gece gündüz bu hizmetin Şefaatin kerametin Senin olsun hoş sohbetin Yeter huzurum gitmesin. Taşa değmesin ayağın Lale sümbül açsın bağın İstemem meth eylediğin Yeter arkamdan atmasın. Kolaymı gerçeğe ermek Dost bağında güller dermek Orada kalsın değer vermek Yeter ucuza satmasın. Sonu yoktur bu virdimin Dermanı yoktur derdimin İstemem ilaç yardımın Yeter yakamdan tutmasın. Nesimiyen vay başıma Kanlar karıştı yaşıma Yağın gerekmez aşıma Yeter zehirin katmasın Giderim ben yol sıra yavlak uzanmış bir ağaç Böyle lâtif böyle şirin gönlüm aydur birkaç sır aç. Böyl’uzamak ne manâdır çünkü bu dünya fânîdir Bu fuzûllük nişânıdır gel beri miskinliğe geç. Böyle lâtif beziniben böyle şirîn düzünüben Gönül Hakk’a uzanuban dilek nedir neye muhtâç. Ağaç karır devrân döner kuş budağa birkez konar Dahi sana kuş konmamış ne güvercin ne hod turaç. Bir gün sana zevâl ere yüce kaddin ine yere Budakların oda gire kaynaya kazan kıza saç. Er sırrıdır sırrın senin er yeridir yerin senin Ne yerdedir yerin senin sana sorarım ey ağaç. Yunus Emre sen bir nice eksikliğin yüz bin onca Kur’ağaca yol sorunca teferrüclen yoluna geç Yapayalnız mısın dünyada, İtiyor mu seni doğduğun toprak Köşebaşlarında haramiler mi... Etmişler mi içine ekmeğinin Salacaksın köklerini toprağa Güneşi çınarla selâmlayıp Fırtınaya meşeyle duracaksın. Tutunacaksın diş diş Tutunacaksın pençe pençe Geçireceksin kılcal damarlarını evrenin Gül olup açılacaksın damarlarına seher seher... Ceviz olup döküleceksin. Sana bir mi vurdular Derlenip toparlanıp Sen iki vuracaksın Yoksa yoksun, silerler adını karatahtadan Hülya tatlı bir andır Süzülür dibine selvi ağaçlarının Zambakların, sevda çimenlerinin. Dağlarda duman duman tütüyor sıla Sıla da garibin omuzlarına Güvercin gibi konan Sadağında mumçiçeği serzeniş Mızrakları cazibesiyle kıran Saçları darmadağın Bitişik bir hicrandır. Ne fettan sarayların Bitişik cilvekar yalnızlığı Ne de bezirganları küçümseyen sultandır. Gezinir içimizde hülya tatlı bir andır. Ne gün başımı alıp gitsen karanlıklara Çıkıyor bir köşeden karşıma kelebekler Onlar da bir derbeder gibi mahrum öteden Onlar da tanyerine bakıp hülyayı bekler. Beyhude hekimlerin ülkesinde bir şehir Çıkmaz sokaklarını düşlerimize açan Bir sahura yıldızı gibi göklerde uçan Köpüksüz anıların sihriyle akan nehir Varlığı bestenigar, yokluğun deniz gibi Gönül,safkan bir vefa atlasında şahlanır. Asil fırtınalarda kaybolan bir iz gibi Çölde aşk suretinde bir ahu peydahlanır. Kum,yaldızlı giysiler içinde meşhur güzel Ay öper eğilerek çölün yanaklarını Ufukların delisi, soluk bir deniz gibi Bir sayeban altında yürür hazinesine Kah takılır uzaktan bir belanın sesine Kah yüzü yıldızlara benzeyen bir rüyadır. Bin tepede bayrağı dalgalanır Leyla'nın Oysa aşk,karanlıkta ölümcül bir hülyadır. Dönemem terk ettiğim hiç bir yere Dolaşıp duruyorum sokaklarda Dilimde o son duam Ben hiç kimseyi bu kadar sevmedimki Sonsuzluk gibi çıkıyordu Bu söz içimden Umutsuz bir yakarış gibi Hiç bitmeyecek bir hasret gibi Ben hiç kimseyi bu kadar sevmedimki Öfkeyle, nefretle sefere çıkan Sıcak yaz gününde kışa tutulur Ben kralım diye değerler yıkan Fildişi sarayda taşa tutulur... 15.02.2006/Vakit Bir ışık yanıyor ortasında zamanın Rembrand'dan kalma bir eski resim bu deniz Şimdi bütün güzellikler köhne ve yalan sensiz Çaresiz otlar gibi üzerinde dünyanın İşte en uzak olduğumuz yerlerde seninleyiz Rembrand'dan kalma bir eski resim bu deniz. Bir gül büyür ufukta tek başına, mağrur Yanar uzakta, yanar gözlerin ışıklar misali Başlar ayrılık gecelerinin en güzel hali Ki hala kıyılarımıza çarpar durur Aydınlığında yıkanmış dalgalar besbelli Yanar uzakta, yanar gözlerin ışıklar misali. Aydınlanır karanlık mağaralar ansızın Bir şafak söker güzelliğinden gece yarısı Sarar benliğimizi birden o kalp ağrısı Duygulu ellerin süsler rüyalarını aşkın Ellerin ki dudaklarımın bitmeyen şarkısı Bir şafak söker güzelliğinden gece yarısı. Denizler düşünürüm, gemiler düşünürüm seninle Durmadan çarpar bordamıza dalgalar Küpeştemizde soluk bir fener yanar Işırken karşı sahiller gözlerinde Gideriz çirkinliklerin bittiği yere kadar Durmadan çarpar bordamıza dalgalar. Durur zaman bir taş düşmüşçesine denize Karışır yosun kokularına bir gül kokusu Kulaklarımızda denizin dinmeyen uğultusu Yaşadığımız biraz benzer öldüğümüze Ve akışında güzelliğin hiç ölmemek korkusu Karışır yosun kokularına bir gül kokusu. Sen uzaklarda yanıp sönen o ışık Sen gül benzemeyen başka güllere Orada ne keder, ne gece, ne karanlık İnsan bu dünyada seni sevmesin bir kere Sen gül benzemeyen başka güllere. Sen kurtarıcı, sen gemilere yol gösteren Sen ey uzak ışık aydınlatan geceleri Ey gül, ey şafaktan güzel akşam üzeri Sen her yerimize ayrı bir haz veren Eşsiz güzellik sen, ay ışığı, deniz feneri Sen ey uzak ışık aydınlatan geceleri Her insan kendi adasında yaşar Takırdatarak dişlerini ya da terleyerek. Gözyaşları, içer Şeytanın edebiyat bilgilerini Onun dişlerini takırdatması Kimseyi yerinden kıpırdatmaz.. Her insan kendi dilinde konuşur Ve hiç kimse anlamaz ne söylediğini Kafasındakı ışığın. Sonra iyi olarak da anlaşılmaz. Düşkırıklığı ve incinmedir Gerçek utanmazlıklar gül diyorum yoksul acilarin gölgesinde güllerin solsun istemiyorum ay diyorum sonra ay n'olur bir vaktinde gecenin yaralarin açsin istemiyorum . hangi sevda vurmus seni hangi delikanli gönlüne salvo bakislarla... soramam zeytin Karasi gözlerini yoluma yatirma dayanamam. . bak işte görüyor musun diyemiyorum dilimin ucunadek geliyor diyemiyorum bir gökyüzü var ki bu senin bilmediğin bir kırmızı var ki bu senin hiç görmediğin balıklar öyle yüzmez o sularda, sen yoksun şarkılar bir böyle götürmez insanı erguvanlardan sende hiç özlemek yok mu a bekleroğlu sende hiç bunalmak yok mu a cennetmekan ne tutarsın bu şapkayı başında ne tutarsın bu başında şapkayı bak işte görüyor musun diyemiyorum dilimin ucunadek geliyor diyemiyorum. biliyorum nah işte mutluluk şuracıkta şu kilidi kırdınmı arkası cennetiala hidrojeni füzesiyle korkuya kuluçkada höt desen devrim doğuracak perşembe gebe bak işte görüyor musun diyemiyorum dilimin ucunadek geliyor diyemiyorum. sen hiç vatansamaz mısın varsamaz mısın sen hiç onursamaz mısın çoksamaz mısın sen hiç utanmaz mısın arlanmaz mısın hele bir döndür başını da şu gidişe bak hele bir döndür başını da şu düzene bak hele bir döndür başını da şu haline bak bak işte görüyor musun diyemiyorum dilimin ucunadek geliyor diyemiyorum. köleliğin karşılığını buldum sözlükte toplumculuk ne demekmiş biliyor musun biri yer biri bakar biliyor musun apartıman bundan çıkar biliyor musun ondan sonra kulismulis kilitmilit mapusane ondan sonra allahmallah yalandolan kaşkariko kimden aldın bu şapkayı başına ne tutarsın bu şapkayı başında neden yere çalmıyorsun bu şapkayı başına yere neden bu başı şapkayına bak işte görüyor musun diyemiyorum dilimin ucunadek geliyor diyemiyorum Gece bitkilerinden korkuyorum, Hayır, geceleri bitkilerden! Gizlenirken vurulmuş ulaklara ağıttır Bana açtığın her telefon.. İki kalp arasında en kısa yol: Birbirine uzanmış ve zaman zaman Ancak parmak uçlarıyla değebilen İki kol.. An ki fıskiyesi sonsuzluğun Keşke yalnız bunun için sevseydim seni. Zat-ı Hakk'da mahrem-i irfan olan anlar bizi İlm-i sır'da bahr-i bi-payan olan anlar bizi Bu fena gülzarına talib olanlar anlamaz Vech-i baki hüsnüne hayran olan anlar bizi Dünye vü ukba'yı tamir eylemekten geçmişiz Her taraftan yıkılıp viyran olan anlar bizi Biz şol Abdal'ız bırakdık eğnimizden şalımız Varlığından soyunup üryan olan anlar bizi Kahr u lütfu şey'-i vahid bilmeyen çekdi azab Ol azabdan kurtulup sultan olan anlar bizi Zahid'a ayık dururken anlamazsın sen bizi Cür'a-yı safi içip mestan olan anlar bizi Arifin her bir sözünü duymağa insan gerek Bu cihanda sanmanız hayvan olan anlar bizi Ey Niyazi katremiz deryaye saldık biz bu gün Katre nice anlasın umman olan anlar bizi Haklı koyup LAMEKAN ilinde menzil tutalı Mısri'ya şol canlara canan olan anlar bizi Bakma turaç, bakma bana el gibi Sen bu Çukurova'nın öz kuşu değil misin Ben bu Çukurova'nın öz oğlu değil miyim Bakma turaç, bakma bana el gibi.. Sivas'lardan inmedim mi kar sularıyla Ekmek deyip sarmadım mı göçümü turaç Bir tencere can aşını bölüşmedim mi Bakma turaç, bakma bana el gibi.. Tunceli'den, Kırşehir'den, Van'dan, Bitlis'ten Sürekavı yemişçene gelen kim olan Açılmış sa Çukurova yediveren gül gibi Bakma turaç, bakma bana el gibi.. Bu şeleği ben vurmadım bu gelinlere Bu kızları ben yakmadım böyle ateşe Sevdaları kara gece, kirpikleri güneşli Bakma turaç, bakma bana el gibi.. Dağlara, dağlara, dağlara doğru Çalı çırpı, sıla gurbet dağlara doğru Sarı sıcak, ak cibinlik dağlara doğru Ordu ordu çekip gider ay çiçekleri Bakma turaç, bakma bana el gibi.. Üç etekli, ak puşulu, türkü bakışlı Kadınlar yürüyor dağlara doğru Gül kurusu, leylak moru dağlara doğru Özlemler, acılar dağlara doğru Sivaslı mı, Urfalı mı bilemem gayrı Kadınlar, kadınlar dağlara doğru Bilemezler avcının kim olduğunu Sezmişler tüfeğin doğrultusunu Kadınlar, kadınlar dağlara doğru Acılarlı, umutlarlı bütün bir Anadolu Bu sıtmalı gecelere, bu beşikleri Bakma turaç, bakma bana el gibi.. Ben çalmadım bu davulu, Karaca Duran çaldı Pir Sultan'ı benden aldı, kekliği Silifke'den Boyasını yaman kardı Dadal'dan Telini de yaman gerdi Karac'oğlandan Vurdu mavi, vurdu yıldız, vurdu dağ başı Vurdu susuz kuyularda kılçeçi Turnayı benden aldı, gelinciği Erzincan'dan Vurdu ekmek, vurdu gurbet, vurdu göç Ben de senin gibi yalnızım Turaç Ben de senin gibi düşman içinde De ki bir Karac'oğlan de ki Bayburtlu Zihni Bakma turaç, bakma bana el gibi. Yaşlısın deseler de bana,inanmam aynalara, Gençlik ve sen aynı yaştasınız ya! Ama zamanın yol yol izler açtıgını görürüm de sende, Anlarım, er geç bana da gelip çatacak ölüm. Seni baştan ayağa saran şu güzellik var ya, Yüreğimin en gösterişli örtüsü de o işte benim. Güğsünde yaşadıkça yüreğim, yüreğinse ben de arttıkça, Kim der ki, nasıl diyebilir ki, senden yaşlıyım? Yeni doğmuş yavruyu sakınır gibi ebesi, Taşıdığım yüreğin üstüne ben nasıl titreyeceksem. Nasıl sakınacaksam kendimi, kendim için değil, senin için; Öyle sakin işte sen de kendini, ey sevdiğim! Geri gelir sanma yüreğin, benim yüreğim öldükten sonra; Bana vermiştin onu, unutma, geri almamak üzere bir daha. Merdüm-i dideme bilmem ne füsun etti felek Giryemi füzun eşkımı hun etti felek Şirler pençe-i kahrımda olurken lerzan Beni bir gözleri ahuya zebun etti felek Sis boruları ötmeğe başladı yavrular Şimdi oradalar - Aşk delice kımıldamalı yatağından Sen bir yıldız kaymasıyla yatağından Üstüne alevleri alarak Kemikli bir aşk gencinin kollarından tutarak Sen kanın damarlara tutunamadığı anlardan Beni karnınla Bir göz boğuşmasına daha kandırarak Bul içe kapanık hayvanlarımı yalvarmalarınla Üzülmüş Belki dünya ile horlanmışım. Ansızın çık oradan görün orada Bu siyah basmış kara akar deme - Başka olmalı gövdemi denetleyişin aşka hazır olan ... LARDAN. OKADIN'lardan. Halk aşksızsa sokaklar banka dükkânlarıyla doludur Ellerimi kâlb olmayan sularla ıslamaya alışır o kızlar. - işte artık kaçmak - işte durmadan karşımızdayken bile - - ılık ev girintileri gizlesin daha köprüler karanlık bedenleri. Her şey onlara göre - yamandırlar Ansızın melek bekliyorum eski türk ezgileriyle Senin Asya'dan hiç yontmadan zarif bir cep saati yapışın Asya Asya ve Asya diye yalvarışın Sana ansızın alın yazımı ve kendimi ekliyorum Aşka hazır aşka aç ve davetli Ansızın melek bekliyorum Asya ile ayağa kalkan Melekler ellerinde gelenekle İçinden hızla süt akımı geçiren mızraklar. Boydanboya girdirmektedirler gövdelerin içine Nar doğuran - dikkatle nar doğuran Hayvanı ve insanı aynı teklifle doyuran Nazlı baharlarla. Hiç ağlanmadı 'Biz çetin adamız ha' ayrıca söylenmez Anlaşılır Ne yavuz kışlar Kurt sıyrığı ayazlarla Ne evren depdebesi bahar Gerdan kırıp mendil düşüren kızlarla. Ayrıca söylenmez 'Biz çetin adamız ha'. Doymuştur aşk bu gece en son buluşlarına kadar Sen meleksi kadın bu gece kendini vermekle İkiye yarıldım Sen meleksi kadın bu gece 1000 yıl adına bilinmekle. Sen melek uyarmalarıyla Uyarılan erkek Bu gece bir şehvet azarladı Hayvan kovdun Yatağını yüceltenlerden oldun. Şimdi ev gebedir. Dağ kuşlukla uyanır - varsın uyansın - Önce hafif bir uyku sisi Tanrı evvelsiz sonrasız bir iklim gibi ordadır Daim Melek kanatlarında hava görünmez Uzaklar yinede görülür Ay dostlukla anılan bir komşu evidir. Kıl çadırlarla devinen o kavim göçü İşte o kavim göçü Dağlar ilk kez bizi Çıplak ete kavuşun aşk sandı. Kadife döşer gibi toprağa işte öyle yürüyen Ilık bir hava bürüyen Gözleri o - rengarenk gözleri çocuk gözleri develerin Çözülür ayakları. Kavim bu Boynuna kan yürümüş (Gözüne bir şey görünmüş) - Nedir o görünen / susalım / Hayat her zerresi uyarılmış gibidir - Çok acele Kâlb bir bohçanın içinde atmaktadır. Omurgasından mızrakyürüyor kavmin boynuna Develer en som bir duruşla - Raptedilmiş Çocuklar ağızlarında Ey Nazlı Ölüm Ey Nazlı Bahar Marşlarıyla. Bütün bunlar nedir - sorulsa Sorusuna Ne can ne cevap kalmıştır Kavim donmuş deve mıhlanmış Kadın ateşle ateş doğumdan önce Sığırlar kendi kendileriyle Göz göze kalmıştır. Kavim seferidir evinden ayrılmıştır ama Kendine varılan ilklim ve toprak / VAKİTTİR / namaza durmuştur. Bin bireydir kavim Bir tür kararla eğrilip doğulmakta Her candan bir cana Bir candan bir cana Sonsuza değin Bir tavır bolluğudur kavim ama Nihayet vaktidir VAKİT. Bu duruş en zarifi duruşların Gidip endamlı dağlara Beğendirmek için yeni gelinleri O iklim kullanılır hep İnsanın en bilgelerini Onlarla karşılanmak için baharda İklim aranır herşeyden önce her olayda Şerbet taslarında Bir topak okunmuş şeker dedenin avcunda Genç bir kız kadar ağırdır Bileceksin ey çocuk Tatmıştın onu geçen baharda da. Kavim uyanan toprağı Karşılarken - Uyanıktır - Kavim Toprağı Devirirken - Uyanıktır - Kavimden biri varırken toprağa - Uyanıktır O ve Kavim Vardıktan sonra toprağa Gaflet uyandırılmaz - kavim uyanıktır. O anne gibi verimlidir besmele çocuk için O erkek Karpuz dilimi gibi ortadadır O en yaşlı gelin Ocaktaki çorbayla birlikte tütmektedir O kavim için. 'Kışları göç içinizedir' buyuruluyor Büyük çadır en sevgili düşmana emanettir Çorba dağıtılsın nefes ve el dağıtılsın Yer ötesi ve yer eşit alınsın Kadın ve erkek eşit durmaktadır - kadın arkadadır İnsan hayada ve tanrıdadır Ki kış ortasında kardan - bir duayla sıyrılıp O derviş ağaç kupkuru dallarında O meyvayı büyütüyor O tiyek Bir salkım - müthiş - üzüm Uykuya tez doyanlar için. Saçlar uçuşur havalara sevinçle şarkı şarkı içine Cenkle bir üstün haberleşme ile İnsandan insana hep akıl ve sezgilerle O coşkun mutlu savaş dülgerleri Kalbi çoğaltan bayramlar açtılar Şimdi de açtılar İşaret verin ve açtılar bütün köprüleri. Deniz yüce bir soluk denizlidir - rotalar denizin kendisinedir Kaptan sancakta bir tek an yaşamak yoluna Bütün bir ömür ağartmıştır. Işıklar çoğalıyor içimizden birine kime bu davet Limanı dolduranlar yanan insan meşaleleri Yüzbinler taş kulelere yaslanmış söylüyorlar - Rüzgar nereden eserse essin güzeldir Alevler bir ayrı alemdir Dirlik sevinçtir - göç içimizedir.. Aşktan sonra sarhoşluk günümüz ülkemizde Sevine sevine Sağlığının elleri uzansaydı dağların eteklerine yer'in şarkılarına Aşkın mağara kovuklarındaki şarkılarına İlkel bir duyguyla bağırır kalırdım Yöremde mor lekeler gibi duran Bir basamaklı melekler ve gelenler olur birden Bütün meleklerden bir melek - Bak diyor bakıyorum ve bak diyor. Ellerimi bıçakla yontacağım deniyor İlkel bir sevinç destan ve kan şiir en safından sonra soyut heykeller. Hiç düşman yok - üzgün söyleniyor - Olmayacak mı hiç Eziyor gururum onları - Görün ey güzel düşman ey güzel düşman Saraylarda geçti ömrüm seninle. Yüzüm aydınlık bakar elemlere Yangın yerlerine Coşkuyla selamladım bütün bayrakları Düşman kadınlarını. Tanrım bu dağları da sen yarattın Bana kattın Bir bir okşadım Sema yapan kırları. Alemlere kalbimizi yeniliyoruz ve tutuşmuş geliyoruz Yeryüzü batarsa batsın dayanamayıp o kavmin çadırlarına. Develer de tutuştu Onlarla ayarlandık bir devinim bir devinim arkasında bütün devinimler Kum kendi raksında beden aynı raksda Karın bacaklara ulaşır öper onları ve uzaklaşır Aynı yönde ve aralarında bir dünya vardır Göğüs ahenkle havanın direncini kırmaktadır Kalb başa ve guddeye en yakın sırlara göre Kumu ve balçıklı toprağı Ağacın ve kayanın dizilimini. O tek kuşun yalnızca süzülüşü Ani bir haber gibi salt bir kez ötüşünü Dinliyor kumu balçıklı toprağı Ağacı kayayı ve kuşu. Uyku beladır göç içinizedir Sabır ve zaman içinizdedir Kadın ve çocuk içiçedir. Güneş vurmuyor- öyle söyleyin - üzerine döşeklerimizin - Sokuluyoruz besmele ile kadının toprağına (İşte böyle söyleyin) Öyle ki o kadınlar Bağlasınlar doğanları tanrı bağlarına. Melekler kırmızı yanar Kalbe tutuşan herşey kırmızıdır Hele kalb hazırsa "kentten" bir er kalkar - Onun eri Kollar semayı deryayı korkularından Yoksa aşk hemen kaçmak mıdır dağımıza Söyleyelim ya hay ya huu - Yolları aydınlık kıl Yaradan. Kanla bir sabah Akşam kanla. '... ateş.. ve öldüm...' deniyor - Oysa sorular verilmişti ona. Sorular yığılmış aynı kaynaktan olana Işık ve karanlık hakkında. Bu nasıl uzun uyanılmaz gibi - Ateş ve öldün uykuyla. - Kurşunla yoklanması bir sorudur geri kalanlara Taze doğanlara Şehzadelerden de sorular kalmıştı ona. 'Biz artık gitmeliyiz dağımıza anneciğim Yorgun geldim savaşmadım ama Bir ceset gibi ayaklarının dibindeyim'. 'Biz artık Gitmeliyiz dağımıza' - Hayır olmaz Durmalıyız burada şahinim. 'Kezzap içsem Daha kuvvetle can çekişirdim' (dertten çıktık) söylendi (güzel bir kurtuluşa yöneldik) dendi Heykel bekliyen kımıldamış Abesle elele ahbab gibi Avazı çıkınca bağırmıştır. - Durmadan deniyor ki vatanım neredir Heykel ne diyor Konuşmaz heykel Felçtir. Karşılıklı - Kaslarımız karşılıklı kasılsın Olsun - (Kalbimiz tüm insanın namına) iddiasında - Dertten çıkmışsın ötekine kavuşmuşsun da Diyor ki diyor ki Geçmiş nedir kavim kimdir dert nerdedir. Kırbaçla ayağa kalkarlardı 'biz artık... anneciğim.. dağımıza..' ruhum geçer bedenine yüz bin kara nokta yemiştir soyrad ..ve nasıl olan oldu - o ve yeni uygar dostları Bir noktalar anlaşmasıdır fabrika baca ve duman Anne onları kapıya kadar uğurla gel Delinen böğrüme bir sed geçer 'yapmayın yapmayın' çığlıkları Güneş doğsun mu doğmasın mı kararsızım Başlarını bana çevirmiş büyük baş hayvanlar londra moskova vaşington berlin pekin hava ceryanları sarsılan ikindiler korkularımız intihar dönemlerinde kötü bir alışkanlık peyda olmuştur bağ budama hasat zekat evlenme hoş görme Buğday ve ekmeğe saygı göreneğine doğru - İnce bir düşman yönelmiştir - Hayır içimizden yönelmiştir - Oh oh dıştan yönelmiştir - Dıştan ve içten mi yönelmiştir - Ne yönelmiş ne yönelememiştir - Yönelememiş önele Miş. 'Ey örtülerle donatılmış Mustafa'. - Oğlum sen artık şarapnel gibi yağmalısın düşmanı güzelce vurmulısın. '...biz artık dağımıza.. anneciğim..'. (Komşudan o ölü de kalktı Boşluğuna bir kırbaç uzatıldı) . (Çoktandır şu maraş kalesi hatıraları elinden alınmış bir taş yığınıdır.-onların yerine bilardo masaları konmuştur- şalvarlı şövalye ve kovboylar bilardo oynamaktadırlar) . -Uykum geliyor kaderim yorula geliyor buz gibi eller Bu yaz hayatı beğenemedin aklımda kandan gökdelenler. Ey aşk /.. ve ey aşk mı dedin../ Onlar küçücük küçücük gördü sana seslenenleri Gücendirilmiş gibi kayboldun Yerine piç döller yolladın. Komşudan o ölü de kalktı Köyde devinimdir kırışık alın derileri kımıldar Kaş ve kalb zorla - kıvranarak Erkeklik ve kadınlık Ölümün önünde değersiz ama siperdedirler. Bir değişime gibidir azrail - Mezarla uğraşmaz toprağı insan kazar O yere o ölü insan kalabalığında ansızın bir boşluk açılmıştır alın kımıldasın kâlb kıvransın Gölden ansızın bir tabutluk su alınmış gibi Bütün köy kımıldayacaktır / göl gibi. Azrail devinimle çevirir bir gölü Bir insan kası - kadını kavrayan elleri mezar kazar toprak karşı komaz aralanır İnsan mezar kazar arada bar bar bağırarak - Ey süleyman oğlu nalbant izzet - nice rençberlik ettin Güneşin alnında bakır gibi göverdin. Toprak kaz arada bir ölü görünürlerde mi bak - ahmet mehmet hasan hüseyin paytak mahmut babası hacı izzet süleyman oğlu hey nice öldün neyledin nasıl becerdin. Köyden o ölü kalkar Süslenmiş kordelalar takılmış bir koç Kapıda tabut tahtaları arasında beklemektedir Bayram değil seyrandır Aşk aceleyle oraya buraya göz gezdirir Sevgi sabırla ahır kapılarından süzülmektir. Köyden o ölüde kalktı - Sen de kalk hayvan sesleriyle yuvarla Köy bir ahenk kuşu sesi çıkararak Kasabaya bir ölü haberi uçursun Minarelerden ölgün bir kol gibi sarksın ölü selası. /. Ölü ilk müezzin - minare uyarlamalarıyla dirilmektedir Köyden kasabayı dürtmektedir. / Bedir efendi durur selayı dinler - Kim'ola - - (Ben yüz yıl oldu babasızım) boğuk (Çukurovada eski kale burçlarıyla itişirdi akranlarım) (Sağ elim sualtı zengin bir köydü damağımıza kadar pancar) . (O ufak çocuklardık - Bakışları) (Olmaza karşı koyuşları) (Şimdi köy acı'dan eğilmiştir) (Ben ölümle eğiliyorum) (Barsakları düğümlendi koyunlarımın) Bedir efendi durdu selayı dinledi - Kim'ola - Evlerden yarış atları gibi çocuklar fırlar Daha ilk namesinden alırlar ölüyü Burunlarıyla kim ölmüş sorusunu soluyarak Yokuşlara bir nefeste bayılırlar - Öyle bir çocuk tanıdım Karşılışınca başka çocuklarla hızlandı. Minarenin kapısında bir çocuk halkası Müezzinle inecektir ölü Ölü çağırır çocukları alıştırır camiye Ve ölüyü eve ulaştıran çocuk Kutlu çocuktur Taşıdığı haberle masum onunla dopdolu ve büyük Ölü adı taşıyan çocuklar dönüşlerinde Şehri ağırlaştırırlar - Minare yükünü atmış Yeniden serpilmeye başlamıştır. Süleyman oğlu hacı izzet evlere bir sepet incir gibi dağıldı evlere süleyman oğlu hacı izzet. Müezzin kıs kıs gülmektedir kasabada evler - bir hacı izzetin varlığını bilmemekten - keder içindedir. nine: kim'ola hacı izzet birazdan halk top gibi patlar - kasabalı değil hacı izzet bülbüllüdenmiş - oh oh bülbüllüdenmiş bütün evlere şimdi büyük büyük bir memnunluk çağlamaktadır Senin ey gönül, siyah balıklarına Yem atar yolcular, gelip, burdan Ver derinden bakanların gözüne Görünür bir beyaz balık, nurdan. Hava ne kadar güzel öğretmenim Yollar, ağaçlar, kuşlar ne kadar güzel Yeryüzü pırıl pırıl öğretmenim. Gizlisi saklısı kalmamış dünyanın Nesi var nesi yoksa dökmüş ortaya Bütün bitkiler, bütün hayvanlar, bütün taşlar. Sürüngenler, konglomeralar, serhaslar Hepsi hepsi ortada öğretmenim. Ne olur biz de gidelim Burda kalsın iğneli karafatmalar Burda kalsın kitaplar Kollarından bacaklarından gerilmiş kurbağalar Burda kalsın hepsi Bomboş kalsın evler okullar Hapishaneler, hastahaneler... (1) yola çık upuzun yürü vurulmuş çocuk başları arama zeytin dalında asılı kızın çıplaklığında kalma alev dalgası saçlarını rüzgara yatır YÜRÜ. havada elden ele devşirilen barışın sesi dar havada kuşatma içinde dövüşenler var havayı kokla havayı dinle COŞ. onlar ki bu yoldan mavi gözlü kız zeytin dalına asılmadan güneşin alnacına koştular barışa bayrak oldular bayrağı al kavgayı al KOŞ. (2) onlar ki yangınlı ufuklardan yangınlı ufuklara at sürdüler susuz ve aç topraklara yapışmış karınları dağlarım kadar mavi umutları ve bir çiçek gibi güneşe arzuyla gerinen kadınları kızları ve erkekleriyle merttiler buğdayın sarısından insanın arısından kavganın yarısından dönmediler ve onlar ki yolumuza çam kokuluumutlarıyla güneşi serdiler. (3) yola çık acılara dalma alnını dağ serinliğine yasla unutma bütün sokaklar kent alanlarına çıkar bütün ırmaklar denize akar ve makineler tarlalar insanlar senden yana onları UTANDIRMA. bu bir özlem bu bir türkü bu bir emir. havayı kokla havayı dinle KOŞ. haziran 1982 sevmek bir şey değil de sevinmek kötü be, kumruların kumsalların bulutların aşkına mecburduk da yazdık kirli sakallı sabahların namına öylesine değil savrulsun diye değil yalandan değil yazmak lazımdı yazmasak olmazdı çünkü. hani bazı içinde bir dal burkulur yeşil için sarı için her morun tonunda büyüyen sağrılar için belki kuşlardan habersiz kanatlar için yol yokuş son ilk bahar uzun eskilerden gelme bir içim nefes için yazmak lazımdı yazmasak olmazdı çünki. erguvan görüldü bir zaman sonra çıkmaz oldu sokakların alayı mavi çakmak fitil falan kalabalık oldu yokuşlar o yokuşların baladı oldu düğün oldu hatta serim düğün ve çözüm için boşanmalar oldu her sevdanın final tezi adliyeye verildi gerisi ilam oldu kıyılar kumrular göçler oldu.... buhurdanlar semaverler ve nargile geyikleri yavaş yavaş çok yavaş hız'da yitirilenlerin aşkına yavaş'ın içindeki ölü şövalyeler için her işin bir raconu vardı yaşamın ortaçağında atılan adımlar vardı yavaş ve eski bir düellodan alınmış işte bu yüzden yazmak lazımdı yazmasak olmazdı çünkü.... sonra unutmak vardı hatırlamak içindi bütün muallak resimler hiç olmamış gibi yapmak öküz öldüren bir hasrete can dayanmıyordu ya zaten bütün bunlar yeni ve dayanıklı canlar içindi dursun koyuyordular en son çocuklarının adını üstü kalsın ikizler mesela birisinin içinde civciv havalansa diğeri kanat çırpıyordu istemsiz oluyordu bunlar ve yazmak lazımdı yazmasak olmazdı çünkü.... eski harfleri dağıtıyorduk komşularımıza yepisyeniydiler hepi topu bir kere kullanılmışlardı sapa bir cümlenin içinde hat sanatıydı gömdüğümüz uykuya edebiyat avuntusuydu işimiz uzak suretlerinden biriyle yapılan nef'inin yazmak lazımdı yazmasak olmazdı, aslında olurdu tabii bir sürü yazmadığımız bir süre yazmadığımız ama o zamanda bakkalda hesapüstü kalmışlık oldu siparişi unutmuşluk bakkal çırağında hem de ekmeğin en yumurtaya banılacağı sırada ve kapatıyoruz manasında söndürülen ışıklar oldu hadi gidin artık makamından kırklık bir ampul kaldı geriye... baktık olmuyor yazmadan baktık mesele oluyor dimağı eşeleyen cümleler olmuşlar olacaklar. yani bir fikrin hizasına konulacak ne varsa işte, yazdık ki yazmasak olmazdı bütün bunlar bütün bunlar içindi gizli hüzün artıkları kalmıştı ayrılık salonundaki güvercinlerde manasız bir tango ciddiyeti dans mı ediyorlar fırça mı yiyorlar belli değil öyle suçlu bir işti tango arjantinde solcu gençler işkencedeyken maradonaydı 82'de kibrit kutusunun kapağı vasati kırk çöptü ve kırkının da tek tek kendine göre sorunları vardı.... çözüm bekleyen ağır meseleleri de vardı yaprakların kuruyorlardı saatlerini kasım patlarına hemen ve şimdi müdahale gerekiyordu akarsulara. ve ivedi bir gülümser kelimeydi yadırgayan türkçedeki yerini ama yinede yazmak lazımdı yazmasak olmazdı.... sonra hiç aklına gelirmiydi örümceklerin sinirli bir iklime ağ'yacakları kendilerini ya da kuşak çatışması balıkların pul pul gerinir diye düşünürken biz meğer esnemeye bile takati kalmamış yorgun bir akdeniz... ucundan çeksen new york'a kadar götürebilirsin elektrikli vakumlu halı bile yıkayan sömürgeni işte böyle bir durumdu ve tedirginliğimiz siren miren istemiyordu telaşımızın gürültüsü yerindeydi ve küt diye akşam oluyordu. biz ki öğle vaktiyiz daha rakıdan filan habersiz ve söylemeye gerek yok uzun çok uzun içmeler oldu mürakabe susamış peçetelere notlar düştük kalktık zeytinyağı lekesinden arta kalan şiircik kuşunu besledik gel gör ki üç gün yaşayabildi us pas içinde ama olsun yine de yazdık yazmasak olmazdı.... nehirde (hiç tanımadığımız) bir tekne için (hiç binmediğimiz) bir şarkı (hiç duyulmamış) bestelemeyi istersin de hani nefesin yetmez nefsini güftelemeye işte bu yüzden yazdık yoksa hoşumuza mı gidiyor zannediyorsun smokin bulutlu bir gökyüzünden söz etmek bir kelebeğin kararsızlığını anlatmak tırtıl kılığında... ya da bir ateş böceğinin direnişini yalancı aydınlıklara... başka türlü olmuyor, başka türlerde nasıl oluyor bilmem ama yazmak lazımdı işte yazmasak olmazdı çünki! Gözleri görmeyen Eşber, Dünyayla barışık Gözleri açıklar Dünyaya kapalı, Yağmurdereli`yle birlikte Savaş için, Rusça niyet Yani hayır, Yağmurdereli`yle birlikte Barış için döğüşelim, Dereler gibi akacak Güzelim yağmur Rahmet gelecek dünyaya Kör gözlerimizden akan Barış gelecek dünyaya Barış için döğüşelim Lokman şair senin hayatın Yedi kırlangıcın hayatı kadar Altısını ardı ardına yaşadın Bir kırlangıcın daha var Yusuf; u kaybettim Kenan ilinde Yusuf bulunur, Kenan bulunmaz Bu aklı fikr ile Leyla bulunmaz Bu ne yaredir ki çare bulunmaz. Aşkın pazarında canlar satılır Satarım canımı alan bulunmaz Yunus öldü deyu selan verirler Ölen beden imiş, aşıklar ölmez Gözlerine uyku girmez Anan ağlar Vedat diye.. Çiçek açar, kuşlar öter Yüreğimde diken biter Kokusu burnumda tüter Bu can ağlar Vedat diye.. Senin yerin mezar değil Bu dert kalbe sığar değil Oğul! Yalnız dostlar değil Düşman ağlar Vedat diye.. Tek elmamın yarısıydın, O canına nasıl kıydın, Genceciktin, akıllıydın, Duyan ağlar Vedat diye.. Uçup gittin bir kuş gibi, Beyninden vurulmuş gibi, Bir felaket olmuş gibi, Cihan ağlar Vedat diye.. Canım ciğerimden taşar, Ayağım ardından koşar, Sensiz Ümit nasıl yaşar, Her an ağlar Vedat diye.. Kader bana attı pençe, Dünyam oldu paramparça, Düşündükçe varoldukça Baban ağlar Vedat diye. Seziyorum ki kaçacaksın.. Yalvaramam koşamam Ama sesini bırak bende Biliyorum ki kopacaksın Tutamam saçlarından Ama kokunu bırak bende Anlıyorum ki ayrılacaksın Cok yıkkınım yıkılamam Ama rengini bırak bende Duyumsuyorum ki yiteceksin En büyük acım olacak Ama ısını bırak bende Ayrımsıyorum ki unutacaksın Acı kurşun bir okyanus Ama tadını bırak bende Nasıl olsa gideceksin Hakkım yok durdurmaya Ama kendini bırak bende Gayr ile her dem nedür seyr-i gülistân etdüğün Bezm urup halvet kılup yüz lutf u ihsan etdüğün Ahd bünyâdın mürüvvetdür mi virân etdüğün Kanı ey zâlim bizümle ahd u peymân etdüğün Siyah belki aldatır içindeki beyazı Talihin aynaları kırıyorsa,hüzündür Sen yine anlamadın ne baharı, ne yazı Beni cehennem kılan o esrarlı yüzündür. Sen küçük bir lalesin; avuçlarında nergis Ben acının zehrine su katan hummalı dev Gözlerinde isyanı damıtıyor kan ve sis Gözlerimi yakıyor bu karayel,bu alev. Sen uzak bir nehirsin denizlere yabancı Ben ruhumun çölüne göklerden su taşırım Senin kalbinde kahra gülümseyen bir sancı Ben kalbimi dağların derdiyle paylaşırım. Bilmem neyi aradım bir ömür kuşlarında Binbir gece yürüdüm hangi muamma için Zümrüd-ü anka uçar senin bakışlarında Benim rüyalarımda birkaç deli güvercin I güneşi hiç görmedim penceremde ne ay doğdu geceme ne bir yıldız hem sıkış sıkış hem çöl kadar ıssız beş yıldır bir şeyler soluyor içimde II dal olsun diye kuşa uzattımdı kolumu omuzlarıma kadar ekmek ufaladımdı yanılıp da bir kez bile konmadı inip üç adımda bitirdim yolumu . evet üç adımdabir tokat gibi çarptı yüzüme duvar dibine çöküp avuçlarımı açtım fakat hangisine sapsam ne çok yol var . el eli çoğaltmayınca bir yerde uçurumlaşıyor avuç çizgisi de tek başıma yürüsem şimdi barbaros bulvarı'ndan beşiktaş'a bir vapura binsem ya da motora -kaptan dümen kır üsküdar'a- düşteki gibi ansısam birden koyun gibi yatırılıp kazınmış saçımla ayakkabısızlığım.. pantolonsuz bacaklarımla içinizde aykırı bir yaşamım ben ihbar polis filan.. güvertede tutuklanmadan balığın üstüne martının altına yarı yolda kaldırıp gövdemi atsam bulurdum kendimi ayaklarımın dibinde beş yıldır bir şeyler sürükleniyor içimde . yıllarca mektupsuz kitapsız bırakıldım bir elimle yazdıklarımı okudum diğer elimle beş yıldır beş koca yıldır bir şeyler kopuyor içimde . III şortum ve şıpıdık tokyalarımla gördünüz beni haydarpaşa hastane girişinde beklerken güneş yanığı teninize renk renk giysilerinize bakarken uzun zincirlerle bağlı kollarımı süzdünüz . imgeleminiz hemen de devindi -deli bu deli- yüzdeki buruşmadan duymasa da anlıyor insan biraz kötücül biraz acımaklı baktınız yüreğimi şaşırdım dürterek birbirinizi gizliden fısıldaştınız . sıkıca kavranıp kollarımdan özenle geçirildim aranızdan -sizi mi koruyorlardı beni mi bilmem- çocuklarınızı kaparak çamurmuşum gibi sıçradınız iki yanıma ama soru sorandır çocuk-baba anne kim neden bu amca... bir çift dikenli tel yumağıydı gözlerim ağlayamadığımca ağladım yanıtınıza . IV gün batınca çocuklar erkenden masallarını dinlemeden derin bir uykuya bir yunus dalıp çıkıyormuş gibi suya kalkıyorlar gözlerinde yıldız gülerken . bendim öpen bendim silen anne diye üşüyen korkularını ellerimle şafak yangını yıldızları bendim gözlerine koyup giden . sabah bir parça da anneler beni öpüyorsunuz bilmeden tadımı taşıyorsunuz günboyu sıcacık dudaklarınızda . yaslandığınız ağaçta benim sırtım çiğniyorsunuz sokakta ayak izlerimi kokladıkça açan güzelim çiçeği ansıyın bir zaman yakama taktım . geçerken kulaklarınıza uğultular geliyordur evet siz de vardınız taksim alanı'nda hepten unuttuğunuza inanmıyorum mutlaka omzunuzda omzumun sıcaklığı duruyordur . V duysanız anlasanız bir kez beni böyle tek başıma geceleri çığlık çığlığa kalkmazdım ellerimin arasında kanayan alnımla çatlak bir duvar gibi bakmazdım . bir elime ateş ötekine barut çizgi çizgi ben mi kazıdım değmesin diye bağlasa mıydım açlık ve ölümle yağarken bulut . gençliğimi kakıp durmayın başıma bugünden yarına akardım bir bilseniz neler yaşadım yüzyıl bebek kalır yanımda . VI asıldım yüreğinizin kapısına acıyı sevince bölerim su gibi yaprak gibi gülerim çıkmayın dokunmadan bana . bir orman gibi yürüyüp elbet varacaksınız ortasına yolun ben yatarım bin müebbet siz çiçeklene-dallana durun Bu öyle tuhaf bir ateş ki bir an bile sabrı,kararı yok.Nasıl olabilir ki hem sevgilinin yanında alevlenmiş,hem sevgilinin yanında değil. Şekil nasıl ayak direyebilir ki sebatı yok.Öz nasıl elden tutabilir,nasıl yardım ader ki görünmez. Dünya bir av yeri,yaratıkların hepsi de bir av.Fakat avlananların beyinden,bir eserden başka hiçbirşey belirmiyor. Her yanda yükler var,denkler var,her yanda biz beyiz,uluyuz diyenler var; fakat asıl beyin konağında ne yük var,ne denk. Ey can,elini çek de yüzünün rengi görünsün.Çünkü şu görünenlerin hepsi de ancak köpük,ancak şekil,ancak resim. Nerde toz koparsa orda bir ordu vardır.Çünkü izsiz,dumansız ateş olmaz. Sen eri tozdan anla,ne biçim erdir,tozundan anla; toz içinde insanı aramaya bak,tozda iş yok. A bahtı kutlu,sen arar istersen,rahmetine sayı olmayan arayacı da seni arar ister. Seni sel alıp götürürse anlarsın ki onun yolunda halkın ihtiyarı var gibi görünür amma gerçekte ihtiyar denen şey yoktur. Yokluk aleminde az söz söylemeye ahdettim amma dikensiz gülü kim görmüş? Kardeş,tanık ol,biz bu gülün dikeniyiz; bu çeşit diken olmakla da övünülür,arlanılmaz bundan. Masum ojeli fakir kız bebeklerine benzeyen ellerinle yolunu şaşırmış bir kelebeğin önlüğünde nasılsa herşey aşka varır der gibisin. Parçalanmış çiçeklerin sevinç çığlıklarındaki mutluluğu görüp görüp yitirir gibisin. Güllere ayrılık taşır gibisin Bir limon kalmış güneşten Bi de dal uçlarında buhur Bulutlar ki kar Bulutlar yağıyor Dizdüşümlerime... Bir tahtaboştasın loş Sarmanlar gelip gidiyor Silüsler beyazdan da yılan Sen bu tipiden çıkmıyacan... Bir limon kalsada güneşten Bide ölümcül umut Sen bu umuttan iflah Olamaya Can. . . Bir gün çağrıyı duyar, insan ölür çaresiz Ölür kuşlar, ağaçlar, ölür sahil ve deniz. Silinir bütün renkler, dağılır koku, ışık Yeni bir alem başlar karanlıklarda sessiz. Kemik çürür, kaybolur parıltısı gözlerin Kımıldamaz orada ayağımız elimiz. Öyleyse neden bunca düşmanlıklar, savaşlar Er geç çağrıyı duyup gidecek değil miyiz? . Er geç kulağımızın dibinde çınlayacak Ölümün soğuk sesi 'Biraz gelir misiniz? ' Suphi bir acaip adam Suphi benim canım ciğerim Kimse bilmez nereli olduğunu Susar akşam oldumu Bir cebinde das kapital Bir cebinde kenevir tohumu. Fırtınadan arda kalmış bir teknede tevekkül içinde Görkemli sakalı ve iğreti parkasıyla gizlediği macerasıyla Bir acaip adam yaşardı Akşamları susardı Ben konuşsam kızardı Çocuktum evden kaçmıştım Gelip ona sığınmıştım Bir sürgün kasabasıydı Bir eski zamandı, hazirandı Küçücük bir koydu, sığdı Burayı keşfeden belki de oydu. Uzaktan kasabanın ışıkları yanardı içim anneyle dolardı, ağlardım Suphi şöyle bir göz atardı, Gizli bir cigara yakardı Ağlardı, sonra barışırdık Ben flüt çalardım, cigara sönerdi ağlardık. Nerden geldiğini bilmezdim, Kimsesizdi, belki kimliksizdi Onun macerası onu ilgilendirirdi Kimseye ilişmezdi Bir şeylere küfrederdi hep Tedirgin bir balık gibi uyurdu Bazen kaybolurdu Arardım, yağmurun altında dururdu Bir kalın kitabı vardı, cebinde dururdu, hergün okurdu Ben birşey anlamazdım Kapağını seyreder duymazdım Sakallı bir resimdi, kimdi, ne kadar mütebessimdi Sordum bir gün Suphi'ye söylediklerini niye anlamıyorum diye Bildiklerini dedi; yüzlestir hayatla ve sınamaktan korkma Doğru ile yanlışı o zaman ayırdedebilirsin Ve onu anlarsın Sonra gülerdi Günlerim yüzlerce ayrıntıyı merak etmekle geçerdi Sonra yine akşam olurdu. Suphi susardı, ben konuşsam kızardı Tekneye martılar konardı Yüreğim Suphi'ye yanardı, ağlardım. Suphi denize tükürürdü Gökyüzünü tarardı, ağlardı Sonra barışırdık Ben flüt çalardım Yıldız kayardı, ağlardık.. Bir sürgün kasabasıydı, bir eski zamandı, hazirandı Çocuktum, evden kaçmıştım, gelip ona sığınmıştım Bir gün aksilik oldu Annem beni buldu Suphi kaçıp kayboldu Kasaba calkalandı, olay oldu Ben sustum, kanım dondu Polisler onu yakaladığında tekti Felaketti Herkes meydanda birikti Karakoldan iceri girerken sanki mağrur bir tüfekti Ansızın dönüp bana baktı ' Anladın mı ? ' dedi. Anladım dedim anladım Ve o günden sonra hiç bir zaman hiç bir yerde Hiç ağlamadım... Ne zaman düşünsem sizi titrerim, Yaslı dağlar, yüzü gülmeyen dağlar! Bu dağlar içinde bir yer var derim, Orada kaybolan bir ses var, ağlar.. Neden hiç çıkmıyor içimden bu ses Tipi, çığ, fırtına...Donar her nefes, Yine bu ses ağlar, işitmez herkes, Beni kıvrandırır, inletir, yakar.. Hey bu dağlar yalçın, karanlık, derin! Ne bir geçit verir ne sıcak bir in. Gün battığı zaman sarp tepelerin Üstünden bir kartal geçer, o kadar... alnında satır gibi indirmiş kaşlarını ağzı yüzü kan revan içindedir içinde birşeye baktığı belli kimbilir nedir belki tortulu kalın bir nehir belki bir şehir / bir nehir gibi uğultulu elektrik bilemiş kaldırım taşlarını belki hiç olmayan sevgilisidir o filmden çaldığı genç kız hayali saçları yalnızlığına dağılmış belli belirsiz tutukluluk hali tenhalara kaçırır bakışlarını. iki gecedir yerinden kıpırdamadı çenesi kilitki dudakları şiş karanlıkta gizlice sakal büyütüyor içindeki başka bir kata inmiş belki arka bahçeye uzak çocukluğundan morsalkım kokuları böğürtlen tadı yukarda haşarı uçurtmalar annesi içerde çamaşır ütülüyor akşama yatılı misafirleri var erzurum'dan koşma oğlum bu nasıl çember çeviriş az önce düştü de burnu kanadı belki bıyıklarında yaladığı kan. birini çağırıyorlar onu olabilir mi adını hatırlasa bilmece çözülecek adını hatırlamıyor kaç yaşında olduğunu hatırladığı içindeki bir gemi yıllardan ilkokul belki 23 nisan heybeli'ye geziye gidilecek yol boyunca aralıksız kuş yağmuru gemiyle yarışan yunuslar maviliğin gözlerine sığmayan sonsuzluğu o ilk hürriyet sarhoşluğu. korkudan ihtiyarlayabilir mi yirmi yaşında insan Değirmenden geldim beygirim yüklü Şu kızı görenin del'olur aklı On beş yaşında kırk beş belikli Bir kız bana emmi dedi neyleyim. Birem birem toplayayım odunu Bilem dedim bilemedim adını Albıstan yanaklı Türkmen kadını Bir kız bana emmi dedi neyleyim. Bizim ilde urum olur uc olur Sızılaşır bozkurtları aç olur Bir yiğide emmi demek güç olur Bir kız bana emmi dedi neyleyim. Karac'oğlan der ki n'olup n'olayım Akan sularınan ben de geleyim Sakal seni makkabınan yolayım Bir kız bana emmi dedi neyleyim O, Allah’ın emriyle Kainat Efendisi; Varlığın Tacı, varlık nurunun ta kendisi... Karşı dağdan meleyen canım Günler nasıl homurdanıyor başımızda Elini uzatıp baktın mı yas var komşular ülkesinde Bülbül neden kenetlenmiş Sorman oldu mu hiç İskeleti havlar mı bir insanın. Gördüm Karşı dağdan meleyen canım. Evin görünmeyen elleri Yağmur yanaklarında gözyaşı taneleri Art arda gidenler can pareleri erkek kardeşleri Evde kızlar kimsenin görmediği kızlar Ateş gibi ülfetleri Dağlamış serin taslar bakraçları. Anaları bilinmez bir köşede Bir nağra gibi. Hayatın başında Tozut koyun yünlerini hallaçla zamanı hallaçla Bir kapalı ağzın var. Sanki susar çağın ünlü marşlarını . Yüklükten bana bir yorgan çıkardılar Üstü mavi papatyalar Bir dehlizden geçirip zirveye döşek attılar Taradılar uykumun saatlerce uzun saçlarını. Şimdi sırtım sağlam Karşımda hamle yatakları. Bir elimde kılınç bir elimde zafer duaları Yaslanır bir buluttan bir buluta başınız, Gövdeniz Tanrım gibi gökte yaşardı,dağlar! Engin kanatlı kuşlar olmasa yoldaşınız Tepenizden bir güneş,bir ay aşardı,dağlar! . Kalbini göstermese göğsünün yırtığından, Yol mu bulurdu Kerem kurduğunuz yığından? Cihangirler hızını göklerden aldığından Üstünüzden sel gibi ufka taşardı,dağlar! . Siz,ki yalnız kahraman geldi mi geç derdiniz, Yalnız ulu canlara karşı baş eğerdiniz, Nasıl oldu o soysuz kıza geçit verdiniz, O taş yürek bu işi nasıl başardı,dağlar? ... gönlüm kiralık üç oda bir hol herkese yeter hemde bol bol şehrin en güzel yeridir güzelliği eşsiz yalnız bir şartım var o da onlara haktır şimdiden söyleyeyim kızlzr çıkış yasaktır Sen sabah karanlığında işe gidersin, Ben sabah karanlığında.. Sen akşam karanlığında işten dönersin, Ben akşam karanlığında.. Ben senin gönlünde umut, Sen benim gönlümde... Gecekondu yapısı, bir üfürüklük eser... Elbet beklenen rüzgar bir gün Kıbleden eser!.. kim bilir insanda son kalan gözler görür mü dünyayı uzaktan. kim bilir küçülür mü dünya büyür mü uzaktan. kim bilir küllenir mi dünya özlenir mi uzaktan Kim derdi yarılsın da nihayet yerin altı, Bir anda dirilsin de şu milyonla karaltı.. Topraklaşan ellerde birer meşale yansın. Kim der ki şu milyonla adam birden uyansın.. Kim derdi seher yıldızı doğsun da bir evden, Kaçsın da cehennemler o bir damla alevden,. Canlansın ışık selleri olsun da o damla Beş devletin öldürdüğü devlet bir adamla.. Kim der ki en son rakamlar da delirsin. On beş asır on beş yılın eb'adına girsin.. Dünyaları bir fert evet oynattı yerinden, Sarsıldı demirler evet azmin demirinden.. Mazi yıkılıp gitti evet fesli, kafesli: Lâkin bugünün ey granit bünyeli nesli,. Bir şey ele geçmez şerefin sade adından. Sen arşı bırak, varsa haber ver kanadından.. Gökten ne çıkar? Gök ha büyükmüş ha değilmiş, Sen alnını göster ne kadar yükselebilmiş.. Gökler çıkabildin, uçabildinse derindir, Tarihi kendin yazıyorsan, eserindir.. Bahsetme bugün sade dünün mucizesinden, İnsan utanır sonra yarın kendi sesinden.. Asrın yaşamak hakkını vermez sana kimse; Sen asrını üstünde izin varsa benimse; . Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır Toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır. Sevgisi içimde yaşayıp duran Nazlı güzellerin şirin İstanbul Hayali kafamda hükümler süren Görmez gözlerime görün İstanbul. Ortasında deniz kenarlar kara Bu dünyada cennet olmuş kullara Mehtapta sandallar ne hoş manzara Sahildir yayladır yerin İstanbul. Gemilerin gelir peşi peşine Şöhretin yayılmış hudut dışına Ayrı bir güzellik başlı başına Sevgi muhabbetin derin İstanbul. Fatih Mehmet Sultan temeli kurdu Ondan sonra oldu Türklerin yurdu Edirne'den gelen o büyük ordu Ayyıldız bayraktır nurun İstanbul. Denizler kilidi boğazların var Dünyaya haykıran avazların var Yılmaz Türk Ordusu şahbazların var Ferah tut gönlünü serin İstanbul. Dünya güzelliği sendedir mevcut Hususi özenmiş yaratmış Mabut Herkesin gönlünde vardır bir maksut Halis Türk maksadın varın İstanbul. Edipler şairler yetişmiş sende Ehli aşklar yanmış tutuşmuş sende Bir aciz kimseyim Veysel'im ben de Seversen olayım yarin İstanbul Gittikçe yalnızlaşıyorum bir sen varsın karşılığı olmayan sorular düşüyor aklıma ve kuşların intihar tasarısından söz ediliyor kentte soğuyan ellerinde kalıyorum bir kırlangıç gibi Ellerin bir mecnun yurdu, upuzun bir sessizlik birlikte okuduğumuz kitaplar kadar sımsıcak. Biz bu kitapları ne zaman okuduk ve niçin her satırını çizip notlar düştük kıyılarına Dünya upuzun bir çöl sanki, bir buzul kütlesi karşılık bulamıyorsun aklıma düşen sorulara ve düşüşüp duruyor kırlangıçlar, üşüyorum bir yolcu hüznüyle geçip gidiyor ömrümüz. Sesine bir esmerlik düşüyor parçalanıyor yüzün kayıp gidiyor parmaklarımın arasından bir aşkı anlatmak için seçtiğim sözcükler Hep yanlış numaralar düşüyor telefonlarda kaçırıyor korkulu bakışlarını eski tanıdıklar Bir sen varsın kurtulursam bu aşkla kurtulurum. Gülüşü süt mavisi insanlar vardı/ nerdeler şimdi çoğunun adını unuttum çoğunun kimliğinde kazınmış adresler Nevin canına kıydı geçen gün, şiir gibi bir kızdı bilirsin Öner enfarktüs geçirmiş içerde, kesik kesik öksürürdü eskiden Ayşe ise acemi bir sokak yosması artık Üşüyorum, ama sen anılarla sarma beni ve anlat yalnızlığımızı. Bu kent kuşların intiharını umursamıyor artık ve göğsüm buz kesmiş bu üşüten yalnızlıkta Birlikte çay içtiğimiz sokaklarda yürüdüğümüz o süt mavisi gülüşler güz solgunluğunda şimdi unuttum çoğunun adını çoğu voltalarda yıllardır nasıl da sessiz yaşanıyor gürültüler ortasında. Bir daha hiç öpüşmeyecek Gülçin o çok sevdiği porselen fincanla çay içemeyecek uzatamayacak saçlarını sevgilisinin istediği gibi gittikçe yalnızlaşıyorum, üşüyorum, unuttum sanıyordum yazılsa destan olacak bir aşkın serüveni şiirimde bir dipnot olacak şimdilik “Çok eskiden yaşadım bu anı ben” Dersiniz şaşkınlık içinde. İlk girdiğiniz bir ev, bir merdiven, Birden güneş vuran pencere.. Ve tam sırasında tiren düdüğü.... İşte böyle gelmişti siz dünyada Değilken bir gün öğle üstü Bu renklerle bu sesler bir araya.. Yaşamak anımsamak mıdır yoksa? Sanmam, biz de bir sestik belki Birileri için yıllar önceki Şaşırtıcı bir karşılaşmada. Bilakis onca sınırın, onca yalçın duvarın Oldukça itici kapısı aniden açılır, Ancak sabık kayanın muradıdır yarın! Her nefer kolay ve densiz alınır: Buluttan, sisten, sağanaktan yalın Alır bizi, kendisiyle, zan onunla aşılır, Hoş tanırsınız, alçak uçar tüm kuşaklarda- Bir Kanatlanma- ve çağlar arkamızda! . Çeviri: Musa Aksoy ölüm diye mırıldandı gün boyu sonra duru duru sustu hep yalan yok, onunla dalga geçtik nerden bilirdik ki sıcak bir kumru ölüsü gördüğünü hem öyle pek eski değil, dün öğle üstü ardından gök çıldırmış, bunu gören yok deyin ki yıllardır bir periye aşk dokurdu yeşimle enikonu balkonunu cin çarpmıştı, duyardık daha kötüsü kedisi de düşmüştü damdan düşmüştü de kalmıştı dokuz canına hayret bir gezgin çoban yıldızını bırakmış eline, söylerdi nicedir o yıldız çakardı ela gözünde. bir periye aşk dokuyordu hiç usanmadan aslanağızları geçiyordu, iğneler, dervişler fırdöndüler, koyun postları, kor bir yelek simli gelin telleri, tut ki rüzgar gülleri ölüyordu yanında duruyor, garipsiyorduk bir delinin de kumru gibi ölebileceğini İşte tam bu saatlerde bir yara gibidir su Yeni deşilmiş uçlarına sokakların, küçük uçlarında. Senin o güneş sarnıcı gözlerin Ölüm yası içindeki bir evde Olmaması gereken birşey gibi,kırılan bir ayna gibi. Bu saatlerde. Çarmıhını yanından eksik etmeyen bir İsa gibi Merdiven taşıyan bir adam görüyoruz Bu adamı ne kadar çok seviyorum, bu kuşu ne kadar Sen ne seviyorsun sen zaten sevince Alnınla ayıklarsın yeryüzünü, Çardaklar binaların ağızlarında Aşar gider kendi sınırlarını Köpekler gizli bir dağı havlar.. Bunlar iyidir diyorum bunlar senden haberli, Yoksa nerden bilecekler Korbon sınırlarında yaşayan balıklar Kovadan sızan hiçret gününü, Peygamberin parmaklarına asıp paltolarını Nasıl girecekler tanrıevine Mucizesever müslümanlar, Ve On Binlerin Dönüşü sırasında Grek keçilerinin çiftleştiği Dağ yolları neyle donacak?. Yine de sevişirken Kullandığımız her kelime Hırsızın devirdiği eşya.. Minibüsleri morarmış sokaklar Buğdayın parayla değişildiği Paranın ekmekle değişildiği Ekmeğin tütünle değişildiği Tütünün acıyla değişildiği Ve artık hiçbirşeyle değişilmediği acının. O sokaklarda. Saatler yağmuru gösteriyor, Bugün bu küçük salı günü Herşeyi eksik İstanbul'un, tepedekilerden başka Yalnız Galata Galata Gecenin bodrumlarında beslediği O tükenmez paslanmaz tutkusu Bir ağız mızıkası halinde Denize yediriyor yavaş yavaş Efendimsin cihânda i’tibârım varsa sendendir Miyân-ı âşıkânda iştihârım varsa sendendir. Benim feyz-i hayâtım hâsıl-ı rûh-ı revânımsın Eğer sermâye-i ömrümde kârım varsa sendendir. Veren bu sûret-i mevhûme revnak reng-i hüsnündür Gülistân-ı hayâlim nevbâharım varsa sendendir. Felekden zerre mikdâr olmadım devrinde rencide Ger ey mihr-i münîr âh u zârım varsa sendendir. Senin pervâne-i hicrânınam sen şem’-i vuslatsın Be-her şeb hâhiş-i bûs u kenârım varsa sendendir. Şehîd-i aşkın oldum lâle-zâr-ı dâğdır sinem Çerâğ-ı türbetim şem’-i mezarım varsa sendendir. Gören sergeştelikde girdâb-ı dest zann eyler Fenâ-ender-fenâyım her ne varım varsa sendendir. Niçün âvâre kıldın gevher-i gaitanın olmışken Gönül âyînesinde bir gubârım varsa sendendir. Şafak-tâb eyledin peymânemi hûnâb ile sâkî Sabâh-ı sohbet-i meyde humarım varsa sendendir. Sanadır ilticâsı Gâlibin yâ Hazret-i Mevlâ Başımda bir külâh-ı iftihârım varsa sendendir Ne zaman Mühürdar'a gelirsem Çin'den Bir güzel susmak geliyor içimden Bir kız sevmistim gıllıgışlı Yuvamı yapan bir kırlangıçtı Aklımı kaçırıp kaçırıp kaçtı Üç güzelden ikincisiydi cadı Ne çektim bilir Hadi'yle Sadi Karnımdaki geçmiş çocukmuş tepti İşe bak, köşeyi dönerken şimdi Karşıma çıkar diye kalbim hop etti. Ne zaman kendime gelirsem Çin'den Bir güzel susmak geliyor içimden bir akşam sensizliğim eriyip aktı bende gözlerinin cemresi karanfildir bedende kirpiklerin kuşattı bütün mevsimlerimi şimdi varsın; sızın var duranda, yürüyende kollarım gül kokulu bir baharı sarıyor acılar ki, önümde diz çöküp yalvarıyor ayrılık yapayalnız bir ülkedir evrende hüzün, terk edilmişlik duygusuyla çaresiz şimdi varsın; hayatım sende, ölümüm sende. şimdi varsın; sokaklar daha bir sıcak bana nereye git gidersen; orası ocak bana bazen bir papatyanın beyaz yapraklarından bazen bir dolunayın çehresinden bak bana şimdi varsın; ruhumu okşuyor soframda su ardımda ne yalnızlık, ne de ölüm korkusu hayatın hiç sönmeyen kandilini yak bana o eski fırtınalar şimdi sabâ rüzgarı hüzün benden habersiz, kuşkular ırak bana. ey benim aynalarda gülümseyen çokluğum nar tadında umutlar taşıyan çocukluğum gözlerinin ışığı yayıldı mahzenime ey benim can sarayım, ey benim eşsiz kuğum asil tebessümünü düşürdün izlerime müpteladır gemiler benim denizlerime gülümsedin; kalmadı kederim, burukluğum çehresinde hâtıran büyüyor bebeklerin gizemine âşina varlığım ve yokluğum. lügatini yeniden yazıyorum sevdanın binlerce çiçek açtı kollarımda yorgunluk gündönümü ruhuma ayarlandı yeniden bir çerağdır, yanıyor gittiğin her bahçede şimdi parmaklarının ucundadır baharım kutlu bir ülke verdin hayatıma özünden denizlerde sen varsın; ırmaklarda ben varım. yaprak yine hüzünle düştü ayaklarıma ağaçlardan boşandı hayatımın acısı anlamadım: Bu gökler benim göklerim değil bilemedim: Bu toprak canımda akkor gibi tutuştum hiç kimsenin yanmadığı yerde ben meğer ömür vermişim bu belalı derde ben sen geldin; avuçlarım suyla doldu ansızın sen geldin; evrenimi kuşattı sevda sızın. ders almayı bilmedim yüreğimden; yorgunum ne sana, ne kendime, ben dünyaya kırgınım dikenler saplanmıştı çocukluk günlerime gençliğim bir ejderha pençelerine mahkum kırk yaşımda, bin yılın ıstırabıyla yandım uyudum, o bembeyaz ellerinde uyandım sen geldin; birbirinden ayrıldı renk ve acı sen geldin; yine vurdu yüzüme aşk utancı. lâyıktır, her lokmayı yedirseler zehirden lâyıktır, karlı dağlar çökse başıma birden akıl, sanki içimde bana düşman bir gemi kahrın karanlığına gömdü şehlâ gölgemi göremedim; gönlümden ufkuma sızdı keder en muamma çöllerde ararken yitiğimi geldin; altın harflerle yazıldı günün adı geldin; ruhuma meftûn âvâreler ağladı. ders almayı bilmedim hayattan; bir gün ölüm öğretir o tekrarı olmayan dersi bana nasıl da uçtu ömrüm renklerin boşluğuna dal kırıldı; kökleri çürüdü servilerin duyamadım gövdenin o esrarlı sesini karayel bir yanımdan esip durdu öteye sen geldin; yağmur yağdı içime; bahar geldi sen geldin; yıllar yılı beklediğim yâr geldi. şimdi varsın, yıldızlar bana bakar derinden bozkırlarda, çöllerde çiçeklenir ellerin şimdi varsın, gecenin kan akar gözlerinden ışıldayan çehresi karardı güzellerin öteyi görmeyenler bilemez, kimle geldin sen benim kendi ruhum, kendi özümle geldin şimdi varsın, varımı varlığında sakladın dayanılmaz yüreğin esrarlı bir bahçedir şimdi varsın, içimde ebedi konakladın zariftir bakışların, bal renklidir, incedir sensizlik geçmişini anıyor; şimdi varsın burçlarımda lâmbalar yanıyor; şimdi varsın Bir de var sen koynumda yatıyorsun Güzelsin güzelliğin mutlak amenna Kızlığın masanın üstünde Kocana saklıyorsun. Oysa koca da ne benim kollarım var Soy bir portakal yedir bana dilim dilim Ben Uzunminareliyimdir doğma büyüme Ne yapıp yapıp denizi görmek isterim Bir şarkıcıyım ben, Avrupa’nın bağlarında dolaştım; Gezindim rüzgarlar altında. Asya’nın rüzgarı altında. Yaşamlar içinde en iyisi Yaşam bile, Dünyanın tadı; Ak pak barış bile; Avareydi Devşirdim Evet devşirdim.. Başka toprakların En iyisi Yüceltti şarkısını dudağımda; Bağların ortasında Barışın ve rüzgarın özgürlüğü!. İnsanlar nefret ediyor gibiydiler Birbirleriyle. Yine de aynı gece Birbirlerinin üzerlerini Örtüyorlardı. Bizi uyandıran Tek ışık Dünyanın ışığıydı bu! Evlerine girdim, Yemek yiyorlardı masalarında; Fabrikadan çıkmıştılar, Gülüşüp ya da ağlaşıyorlardı. Ve de Hepsi birbirine benziyordu. Ve hepsi de Gözlerini ışığa çeviriyorlardı Yollarını arıyordu hepsi de.. Hepsinin bir ağzı vardı Türkü çağırıyorlardı, Türkü çağırıyorlardı İlkbahara dönük!. Hepsi.. İşte rüzgarda Bağ çubuklarının arasında En iyi insanları devşirdim Şimdiyse dinlemeniz gerek beni Aksine tatlıdır, verilen bir sözü tutmamak, Hayli ağır kanıtsanmış bir hatırın vebali, Ve heyhat, hiç vaat bile edilemez hak, Gönlümüzle öylesine ters düşerse bedeli.. Bilinen sihirli besteleri çalışıyorsun pekiyi, Büyüleyip çekiyorsun yine, susmamış birini, Tekrar salıncak tekneye, sarhoş deliliğin tini, Tazeliyorsun, ikiye katlıyorsun tehlikeyi.. Kendini gizlemeni mi saklatacaksın bana! Mert ol, bakışımdan asla kaçma! Er geç fark edecektim pekala, Ve al işte o lanet ahdini, aha! . Yapmam gerekeni bitirdim nihayet; Benden sana kalan hiç bir şey mani olmasın; Yalnız, senden ayrılan şu Arkadaşı af et, Bırak artık o da sessiz sedasız utansın.. Çeviren: Musa Aksoy Sabahın sinleye vardım gördüm cümle ölmüş yatar Her biri bi çare olmuş ömrün yayı varmış yatar. Vardım bunların katına baktım ecel heybetine Nice yiğit muradına eremeyiben ölmüş yatar. Yemiş kurt kuş bunu keler nicelerin bağrın deler Şol ufacık na-resteler gül gibice solmuş yatar. Tuzağa düşmüş tenleri hakka ulaşmış canları Görmezmisin sen bunları sıra bize gelmiş yatar. Esilmiş inci dişleri dökülmüş sarı saçları Hepsinin bitmiş işleri emr-ü nemde ermiş yatar. Elleridir kınalı hep karavaşları şeker-leb Kargı gibi uzun boylu gül yüzlü güzeller yatar. El bağlamıştır çoğusu hep Allah'tandır umusu Taze kızdır kimisi alınmadan çoklar yatar. Gitmiş gözünün karası hiç işi yoktur durası Kefen bezinin paresi sönüğe sarılmış yatar. Yunus gerçek aşık isen mülke suret bezeme gil Mülke suret bezeyenler kara toprak olmuş yatar. Emr-i bülendsin ey Ezan-ı Muhammedi. Kafi değl sadana Cihan-ı Muhammedi. Sultan Selim-i Evvel'i ram etmeyip ecel, Fethetmeliydi alemi Şan-ı Muhammedi. Gök nura garkolur nice yüzbin minareden Şehbal açınca Ruh-u Revan-ı Muhammedi Ervah cümleten görür Allah-ü Ekber'İ Akseyleyince arşa Lisan-ı Muhammedi Hiçbir şey silemez aşkı, ne tartışmalar ne ayrılık Bir de bakarsın yeniden gözden geçirilmiş, ölçülüp biçilmiş, üstünde düşünülmüştür. Ve şimdi düzyazı parmaklı sancağımı kaldırıyor, doğdum doğalı ve yürekten, sevdiğime, ölene dek de seveceğime yemin ediyorum. Aşk ki sevgili kızım, aynaya benzer en çok, Bakmaya bayılırlar güzel ve şık bayanlar Baktıkça düş kurarlar, mutlu olurlar. Aynadaki görüntüleri büyüler onları, Kötülükten, günahtan arınır yürekleri Ruhları saydam beyaz bir sayfaya can atar.. Sakın inmeye kalkma yoksa ayağın kayar, Tutunacak dal yoksa uçurum bekler seni Direnemezsen kapılır kaybolursun girdapta, Aşk ki güzeldir kızım, saf ama ölümlüdür Senin gibi küçük yaşta akıntıya kapılanlar Kendi yansımalarını görür, yunar, boğulur. İşte bir şiir, şu anın, şu dakinanın, şu saniyenin şiiri Kendimle gitgide yalnız olmakların, yalnızlıkların gitgide çoğaldıklarının şiiri Hayatım hesabı verilmek üzere duruyor, artık hesabı verilmesi gereken bir şey olarak duruyor hayatım Gri bir ikindi üstü, üstünde yeryüzünün, küçük burjuvalar ya da işçiler yığılmışlar pencerelerine Frengili balkonlarından bakıyorlar hüzünden başka hiç bir şey çağrıştırmayacak bir gökyüzüne Yalnızlıkların gitgide arttıklarının şiiri, kendi hayatım ve başkalarının hayatı karşısında. Müthiş ve mekanik bir bunalım içinde, ve artık kır görünümlerinin de hüzünden başka hiç bir şey çağrıştırmadığı dünyada Şiirlerle kalbimi ve hayatı araştırıyorum Hiç kimse kalıplaşmış umutlarla avutmaya yeltenmesin beni İşte bireycilik ve kahramanlık tapınısına dönüşüyor birçoğunun devrimciliği Zavallı bir gökyüzü görünüyor balkonumdan ve böyle müthiş ümitsiz pazar günleri yaşardım Ingiltere’de Sokaklarda süprüntüler ve yabancılar olurdu sadece Ve umutsuzluklardan geçerek, karmaşık o kadar çok duygulardan geçerek, sonunda bir hesaplaşmayla karşı karşıya kalmak. Bazı düşünce ve duygu parçaları yazıyorum ben, hayatımın izlenimleri Çocukluğumda gördüğüm bir gökyüzü, bir sevinç ya da bir acı unutulmasın istiyorum Zaten olaylar değil, görüntüler, duruşlar, gülüşler kalıyor aklımda İşte, hiç bir şeyi anlatamayacağımı biliyorum, bir dilsiz gibi kalbim sağırlıkla dolu Geniş kırları, yaşadığım her şeyi anlatabilmek isterim Biçim ustalıkları aramayın şiirimde, içimin acıları ya da sevinçleri onu oluştursun istiyorum Hayatımı anlatırken sesimi dizginlemek, onu ölçüleyip biçimlemek niye. Meczup bir şair sayın beni, tanık olmuş ve gördüklerini anlatıyor sayıklamalar, boğuk, tutkulu, ağlayan seslerle Bir şiir nasıl biter, ya da biter mi, hayat sürüp giderken Duygularım birbirine ulanarak, bütün yekpare bir şiiri oluştursunlar Neden kederliyim aradığım ne anlatmak istediğim nedir Duyguların kalıplaşmış olmasından nefret ettiğimi söylemek istiyorum Herkes neden kendi çukurunda ve neden insan sevgisi birişaret ya da bir formül haline gelmiştir Hayatın ve kavganın sırrı nerede? Neden bazı insanlar özverilidir? Yaşamak, yaratmak, mutlu ve aydınlık yürekli olmak nasıl öğrenilir? . Bir pazar günü, izinli askerlerle konuşsam, bir kahveye otursam, görüp öğreneceğim yeni şeyler olabilir Yazacağım her şeyin hayatta bir karşılığı olsun istiyorum Berber çıraklarının, kahvedeki garsonun, boyacıların duygularını anlatmak istiyorum Halkımın yaşadığı yoğun duyguları, renkleri, karmaşıklığı ve parıltısıyla Öte yandan beni yaşamaya karışmaktan alıkoyan zincirler var İçimin yalnızlık zincileri ve işte bu öğleden sonranın melankolisi ve bir sürü yanlış koşullanmışlıkların Yaşadığım şu hayatın tanığı olabilmeyi ne kadar çok isterim Anlatacak ne kadar çok şey, ne kadar çok yaz günü, yaşanmış ne kadar çok şey var Sevgili İstanbul, öylece deniziyle, denizin üstünde binlerce martı kanadını anımsatan köpükleriyle duruyor Kafamda bu hayatı yorumlayacak bilgiler duruyor Parklar duruyor, acılar, hayatın o tekrar edip duran melankolisi. Onu açıklayabilmeliyim, küfürler ve şarkılar karışmalıdır şiirime Yanık bir yağ kokusu, sesler Sonra Sait Faik’in hikayelerinde anlattığı İstanbul, sonra Orhan Veli’nin şiirlerinde anlattıkları Bütün bunlar benim kendi hayatım ve gözlemlerimle karışıyor, belki bunun için böyle güzelleşiyorlar Bir akşamüstüne doğrunun melankolisini sonsuzlaştırmak istiyorum, yaşadığıma tanık olun Bu bireysel çırpınışları aşmak istiyorum, tanık olun Ama bir aralıkta yaşıyoruz sanki, yeryüzü ayaklarımızın altından kayıyor ve kimse bunun farkında değil Heryerde benciller ya da ukalalar Kendi ölçülerine zorluyorlar hayatı Ve hiç kimse denizin nasıl büyük ve derin bir şey olduğunun farkında değil ve hiç kimse bir karpuz kabuğundaki çıldırtıcı, taze ve derin yeşilliğin farkında değil ve hiç kimse çocukların neden mahzun olduklarının farkında değil ve onları nasıl bir dünyaya hazırladığımızın. Hafifçe başım ağrıyor, bir çocuk ağlayışı, geçen bir tren, vakitsiz bir horoz Birazdan televizyon sesi yükselir, hayatımızı karartmak ve zaptu rapt altına almak için Hiç bir şairi kıskanmıyorum ve hiç bir şaire özenmiyorum, istiyorum ki kendi çırpınışları, kendi savruk aranışları içinde bir disiplin yaratsın şiirim İşte durup duruken uzak semtlerinde Ankara’nın geniş ve soğuk bir gecekondu akşamının izlenimi geliyor aklıma Ve tereddütsüz geçiriyorum şiirime bunu Mutlu olmayı bir kez yitirdim sonsuzca belki de Üzüntüyle ayrılıyorum bu şiirden.... Beni çıkarma gönlünden Kulun kurbanın olayım Karanlıkta cân ü dilden Şem'i sûzanın olayım. Eser ise seher yeli Irgalanır zülfü teli Dudu gibi açıp dili Oku fermanın olayım. Aldı aklım kaşın yayı Divâneden gedâ bayı Ak döşüne bu ednâyı Takın gerdanın olayım. Zülfünün telleri tûba Seyranî canım merhaba Dokunursa bâd-ı sabâ Örtün yorganın olayım İki karanlık güvercin gördüm defne dalları arasında Biri güneşti, öteki ay 'Komşucuklarım' dedim onlara 'Mezarım nerde benim? ' Güneş 'kuyruğumda' dedi 'Boğazımda' dedi ay. Ve belinin çevresinde dünyayla yürüyen ben kardan iki kartal ve çıplak bir kız gördüm Herbiri bir ötekiydi onların ve kız hiçbiriydi 'Kartalcıklar' dedim onlara 'Mezarım nerde benim? ' Güneş 'kuyruğumda' dedi Boğazımda dedi ay Defne dalları arasında iki karanlık güvercin gördüm Biri ötekiydi onların ve her ikisi hiçbiriydi Bütün sevgililer, dostlar gitti Bir sen kaldın kadınım beni terketmeyen Batan gemilerin kaptanları gibi Denizlerin ortasında ölümü bekleyen. Hava azdı bak, havai mai Düşüyor üstüme bir semavi Deterjamanın evren pulları... Ve teperken tipili yolları Bir garip uyku görmede rüyam Olmamak üzre bir daha reklam Böyleymiş meğer en son yıkanmam... Çamaşır makinesinde bir adam... Ben melamet hırkasını Kendim giydim eynime Ar u namus şişesini Taşa çaldım kime ne. Gah çıkarım gökyüzüne Seyrederim alemi Gah inerim yeryüzüne Seyreder alem beni. Gah giderim medreseye Ders okurum hak için Gah giderim meyhaneye Dem çekerim kime ne. Sofular haram demişler Bu aşkın şarabına Ben doldurur ben içerim Günah benim kime ne. Ben yitirdim ben ararım Yar benimdir kime ne Gah giderim öz bağıma Gül dererim kime ne. Sofular secd'ederler Mescidin mihrabına Benim ol dost eşiğidir Secdegahım kime ne. Nesimi'ye sordular ki Yarin ilen hoş musun Hoş olayım olmayayım O yar benim kime ne UNUTMA! . Bir ağaç yansa ormanlarda Alevi içime düşer Bir kuşun kırılsa kanadı uçurumlarda Çığlığı uykumu böler Kaybolan çocukların adresini Anaların acısını Yoksulluğun belasını Yalnızların sevdasını Ezbere bilirim Ve sen Sarılıp uyurken en güzel düşlere Ben ateşler içinde eririm Unutma sen bir şiirsen Ben de bir şairim.. Ahmet Selçuk İlkan 'Erkekler hep yalnız ağlar' kitabından www.ahmetselcukilkan.com.tr Dün gece düşümde can dostu gördüm Ulu bir çınardan dal verdi bana Uzandım yüzüne yüzümü sürdüm Ben zehir istedim bal verdi bana. Dağ yanarsa yağmur çiser mi dedim Ten yanarsa rüzgar eser mi dedim Can yağarsa canan küser mi dedim Çağırdı yanına el verdi bana Can dostum dostum kül verdi bana. Ben aşkı sırtıma vurdum da geldim Hasretin acısını çöl verdi bana Can dostu görünce eridim bittim Yüreğime ateş kül verdi bana Can dostum dostum kül verdi bana. Aşk olmazsa kalem yazar mı dedim Dost olmazsa gönül tozar mı dedim Hayaloğlu sana kızar mı dedim Yanağımdan öptü gül verdi bana Can dostum dostum gül verdi bana Hilebaz kaplumbağa saf şahini yakalar Şeytandan ders almışsa tavuk cini yakalar Tezatlara boğulur acemi-ahmak tazı Tavşandan korkar-kaçar, sahibini yakalar.. 24.12.2007/Vakit Henüz tebessümüm tükenmeden Mutlu bir anımda Kimse yokken yanımda Sessizce gel ölüm acı vermeden . Bilebilsem bir gün önceden Kendim kazarım Ellerim titremeden Çabuk gel ölüm acı vermeden . Gül dikerim kenarlarına Avuç avuç su dökerim Toprağın kokusunu son kez çekerim Ansızın gel ölüm acı vermeden. . Çekin elinizi yakamdan Yürümeyin ağırlığımın altında Mezarımın yanı başında Sessizce gel ölüm, acı vermeden. Yolculuğa... O uzun, o zorlu, ama bizi iyileştirecek acıya doğru yolculuğa çıkarız umuduyla gitmiştim yanlarına bu gün de.. Heyecanlıydım, sabırsızdım, çocukluğun kutsallığından renkler kuşanmıştım üzerime... Ama yanlarına vardığımda yüzlerinde sanki beni ıssız, karanlık ve balçıktan bir göle itmişler, sonra kurtarmayı çok isteseler de kurtaramamışlar gibi kirli gölgeler ve hak etmedikleri 'suçlu zevklerin' çürümüşlüğü vardı... Yine benimle ilgili gerçek düşüncelerini ben yokken konuşmuşlardı... Yanlarına geldiğimde ise benimle ilgili bütün gerçek düşüncelerini söyleyip bitirmişlerdi. Hayatına ortak oldukları, kararlarını etkiledikleri, dostluk oyunu oynadıkları birini arkasından kötüleyip, orada yokken onu balçıktan simsiyah bir göle atmak onları birbirlerine bağlayan, yakınlaştıran tek ortak şeydi neredeyse... Şimdi birlikteyken bana 'umutsuz bir hasta' gibi bakmaları biraz önceki suç ortaklığının tadını biraz daha uzatmak içindi sanki... Ne tuhaf, onlarla birlikteyken biraz önce beni önce mahkum edip, ardından balçıktan karanlık bir göle attıklarını hissediyorum, ama böyle yapmaları sanki çok doğalmış gibi bunu onlara ya söyleyemiyorum. Neden ben çekip gitmiyorum yanlarından? Neden ihtiyaç duyuyorum onlara? Beni tekrar yok etmelerine neden katlanıyorum? Kurban olmaya alışkanlık mı bu? Yoksa onların benim celladım olduklarına mı inanmak istemiyorum bir türlü? Ya benim kaç kurbanım var? Yoksa şöyle ya da böyle ben de onlardan biri miyim? Ben bu sorularla boğuşadurayım, onlarsa beni balçıktan, ıssız, karanlık bir göle atmış ve oradan gelmiş, ama yaptıkları bu infazı sanki biraz fazla ağır bulmuşlar gibi yüzüme bu hayata özgü çürümüş bir acıma duygusuyla bakıyorlar. Ben yanlarında yokken, karanlık bir gölde infaz edilme kararımı verirken bildikleri her şeyi, hayallerimi, yorumlama yeteneklerini koşuşturmuş, iç dünyalarının derinliklerine dalmış, şimdiyse yorgun ve yüzeye çıkmış gibi bir halleri var. Bana ölümümü unutturmak için basit, günlük, sıradan şeylerden bahsediyorlar. Güldürmeye ve eğlendirmeye uğraşıyorlar akılları sıra. İçlerinde gururumu okşayan, bana umut vermeye çalışanlar bile var. Daha biraz önce karanlık ve ıssız bir göle attıkları birine umut vermek bu hayata özgü bir şey olsa gerek... Bütün bu olup bitenleri bildiğimi hissettikleri halde davranışları hiç değişmiyor. Korkuyorum onlardan. Garip bir ürküntü veriyorlar bana. Söyledim ya, yine de ayrılmıyorum yanlarından. Garip, hastalıklı bir duygu yanlarında tutuyor beni. Belki de aralarından biri bu korku ve ölüm oyununu bir yerden bozar diye bekliyorum. Belki de herkes o kişiyi bekliyor sanıyorum... Ama sonra bu bekleyişimin balçıktan bir göle atılmama sebep olan yanılgılarımdan biri olduğunu anlıyorum. Çünkü artık biliyorum ki, bu oyunu hatırlatacak, yani bozacak kişiler gülüp oynuyor... Anlaşılıyor, onlar burada bu hayatta kalacaklar. Yola çıkmak istemedikleri, asıl acıyla buluşmak istemedikleri çoktan belli. Çocukluklarından gelen o uzak, o sahici, ama artık kısılmış çığlığın sesini artık birçoğu hemen hiç duymuyor. Duyanlarsa bu tedirginlikten işledikleri bir iki cinayetten sonra kurtulacaklarını tahmin ediyorlar. Kendilerine bu çığlığı hatırlatan bütün insanları, anlamları ve duyguları bu hayattan kaldırmaya ant içmişler sanki. Kötülükleri bile öyle gizli, öyle yorgun, öyle bencil ki, içlerinde saklı kalmış ve yaşayan tüm duygularını bir başkasının itilmişliğinde ve yenilgisinde yok etmeye çalışıyorlar ve sonra ona: biz her şeyi senin iyiliğin için yaptık, diyorlar. Kendi ölümlerini bile başkasına taşıtıyorlar. En yakın davrandıklarında bile son kez görüşür gibi bir halleri var. Ruhlarında bir atom savaşı sonrasındaki ölümcül ıssızlığa bile alıştırmış gibiler. Yola çıkmak isteyenleri ise ısrarla, gidilecek yerde artık düşlenen hiçbir şey olmadığını, bu hayatın bütün hayatlardan daha güzel ve iyi olduğunu söylüyorlar. Gitmeye kalkanların dayanılmaz felaketlerle karşılaştıklarını, birçoğunun çıldırdığını anlatıyorlar.. Kim gözlerini kamaştırır, kim bu hayatın alternatifsiz olduğunu söylerse, onu 'en büyük sanatçı' ilan ediyorlar. Aldırmamak gerekiyor, çoğu zaman donuk ve kayıtsız gözüktüklerine; bu hayatta kalmak için hiç bu kadar kararlı hissetmemişlerdi kendilerini. Her gün bir başka zehirli cemiyet yasaları yapıyorlar aralıksız. Tuzaklarla dolu yeni günlük hayat haritaları çiziyorlar durup dinlenmeden. Ve asıl olarak düşünceleri, düşleri, bilinçleri ışık sızdıranları, kurtuluş yollarının üzerinin sürekli olarak kapatıldığını söyleyenleri, bu hayata uyum gösteremeyenleri büyük tehlike ilan edip onları en yakın çevrelerine yok ettiriyorlar... Çünkü her şey oluyorlar: arkadaş oluyor; sırdaş, komşu, akraba, okul arkadaşı, iş arkadaşı oluyorlar.... İçimizdeki kompleks, ihtiyacımız, takıntılarımız, umutlarımız, zaaflarımız, her şey, ama her şey oluyorlar... Önce biz hep beraberiz, biz güçlü ve yakın bir çevreyiz duygusu uyandırıp sonra sanki gizli bir yerden emir almışçasına ansızın kayboluyorlar. Onca beraberliğin, onca yakınlığın bir anlamı, bir sürekliliği olduğunu yadsımamak istercesine. Sonra yine eskisi gibi ortaya çıkıyorlar. Sistemin ta kendisiyken, sistemden zarar gören, ezileni oynuyorlar... Ve bütün bu maskeler, şaşırtmacalara, asıl acıya doğru yola çıkmak isteyenleri düşlerini, çocuksu umutlarını, çabucak ayaklanan duygularına karşı mahcup durumuna düşürüyor. Birçokları bu mahcubiyeti insanda soyluluk uyandıran bir akşamüstü hüznüne dönüştüremeyip tiksinti veriyorlar. Bir kalemde düşlerinden, umutlarından, duygularından... Bu basit, bu kaba, bu derinlikten yoksun görünen hayatın arkasında süren o korkunç, o karmaşık ve amansız savaşı gizlemek için suçlarına ortak etmedikleri kimse kalmasın istiyorlar. Ve hayat, hayat olalı hiç bu kadar güçlü olmadıklarını da biliyorlar... Hiç bu kadar egemen... Ama ne tuhaftır ki, gördükleri düşleri hiç unutmayan ve bizleri kurtaracak olan asıl acının bu hayatın dışında bir yerde olduğunu isyan dolu bir aşkla söyleyen çocuklardan gittikçe daha çok korkuyorlar... Gazel. Ey musavvir yâr timsâline sûret vermedün Zülf ü ruh çekdün velî tâb u terâvet vermedün. Işk sevdâsından ey nâsih meni men' eyledün Yoh imiş aklın mana yahşi nasîhat vermedün. Dün ki fursat düşdü hâk-i dergehünden kâm alam N'oldu ey göz yaşı göz açmağa fursat vermedün. Göz yumup âlemde isterdüm açam ruhsâruna Cânum aldun göz yumup açınca möhlet vermedün. Bu mıdur rahmün ki hâlün eyler iken kasd-i cân Çıhdı hattun kim anı men'e de ruhsât vermedün. Verme hüsn ehline yâ Rab kudret-i resm-i cefâ Çün vefâ çekmekde ışk ehline tâkat vermedün. Ey Fuzûlî öldün efgân etmedün rahmet sana Rahm kıldun halka efgânunla zahmet vermedün Seherden uğradım dostun köyüne Hoş geldin sevdiğim in dedi bana Tomurcuk memesin verdi ağzıma Yorgunsun sevdiğim em dedi bana. Benim yârim gelişinden bellidir Ak elleri deste deste güllüdür İbrişim kuşaklı ince bellidir İnce bellerimi sar dedi bana. Benim yârim bana yalan söylemez Söylerse de gıybetimi eylemez El yanında ikrarını söylemez Elleri uyut da gel dedi bana. Mestine de deli gönül mestine Aşık olan gül gönderir dostuna Telli mahramasın attı üstüme Terlisin sevdiğim sil dedi bana. Karac'oglan sırrın kime danışır Siyah zülfü mah yüzüne kıvrışır Ayrılanlar elbet bir gün kavuşur Ağlama sevdiğim gül dedi bana Sabah güneşi doğmuş Kırmızı boyalı konaklara Yar bizi davet etmiş Elmalı yanaklara. Su akar ince ince Suya yıldız deyince Dut mu yedin sevdiğim Dudakların ballıca. Kara baktım gürleşti Çaya baktım selleşti Kara kuru bir kızdı Ben sevdim güzelleşti Ölüm, avutan da –ne çare ki- yaşatan da; Hayatın sonu; yine de tek ümit, tek güven; Bizi bir iksir gibi kavrıyan, sarhoş eden; Karda kışta, boralar, tipiler arasında. . Akşamlara kadar didinmek gücünü veren; Parıldayan tek ışık, kapkaranlık dünyada; Dört kitabın yazdığı o koskocaman handa Mümkün artık doyup, dinlenip uyuyabilmen. . Sihirli parmaklarla, üstüne titreyerek, Uykuların en güzelini getiren melek; Yoksulun, çıplağın yatağını yapan elller; . Tılsımlı ambar; tanrıların şerefi, şanı; Yoksulun dağarcığı ve en eski vatanı; Bilinmedik göklere açılan tak-ı zafer Sefil baykuş ne gezersin bu yerde? Yok mudur vatanın, illerin hani? Küsmüş müsün selâmımı almadın, Şeydâ bülbül şirin dillerin hani? . Ecel tuzağını açamaz mısın? Açıp da içinden kaçamaz mısın? Azad eyleseler uçamaz mısın? Kırık mı kanadın, kolların hani? . Bir kuzu koyundan ayrı ki durdu, Yemez mi dağların kuşuyla kurdu? Katardan ayrıldın şahin mi vurdu? Turnam teleklerin tellerin hani? . Aç mısın yok mudur ekmeğin aşın? Odan ne karanlık yok mu ataşın? Hanidir güveyin, hani yoldaşın? Hani kapın bacan yolların hani? . Kara yerde mor menevşe biter mi? Yaz baharda ishak kuşu öter mi? Bahçada alışan çölde yatar mı? Uyan garip bülbül güllerin hani? . Bunda yorgan döşek yastık var mıdır? Bu geniş dünyada yerin dar mıdır? Dalın tahta duvar önün yar mıdır? Yeşil başlı sunam göllerin hani? . Körpe maral idin dağlarımızda, Dolanırdın solu sağlarımızda, Taze fidan idin bağlarımızda, Felek mi budadı dalların hani? . Düğününde acı şerbet içildi, Gelinlik esvabın dar mı biçildi? İlikle düğmele göğsün açıldı, N'oldu kemer beste bellerin hani? . Alışmış kaşların var mı kınası? Ala idi o gözlerin binası. Kocaldın mı on beş yaşın sunası? Yok mudur takatın hallerin hani? . Emmim kızı aç kapıyı gireyim, Hasta mısın halin hat'rın sorayım, Susuz değil misin bir su vereyim, Çaylarda çalkanan sellerin hani? . Yatarsın gaflette gamsız kaygusuz, Ninni balam ninni kalma uykusuz. Hem garip hem çıplak hem aç hem susuz, Felek fukarası malların hani? . Her gelip geçtikçe selâm vereyim, Nişangâh taşına yüzüm süreyim. Kaldır nikabını yüzün göreyim, Ne çok sararmışsın halların hani? . Civan da canına böyle kıyar mı? Hasta başın taş yastığa koyar mı? Ergen kıza beyaz bezler uyar mı? Al giy balam al giy, şalların hani? . Daha seyrangâha çıkamaz mısın? Çıkıp da bağlara bakamaz mısın? Kaldırsam ayağa kalkamaz mısın? Ver bana tutayım ellerin hain? . Sen de Hıfzı gibi tezden uyandın, Uyandın da taş yastığa dayandın. Aslı Hanım gibi kavruldun yandın, Yeller mi savurdu küllerin hani? Ne gariptir şu ayrılık günleri Bir dosttan da, düşmandan da ayrılsan Nedense bir tuhaf oluyor insan . Derin bir sizi giriyor içeri Son bir defa bakarken caddelere Dükkanlara, evlere, kahvelere. Hatıra yüklü kervanlar geçiyor Dolu dolu gözlerinin önünden Bu son yadigar mı bir ayrılık gününden. Ne unutulmaz zamanlar geçiyor Ağır ağır biz farkında değilken Gökler masmavi, yaprak yemyeşilken. Sen istediğin kadar unutulmaz de Bu son dakika, bu vakitsiz yağmur Unutulur, azizim unutulur. Başka ne yapılır böyle bir günde Kapanan bavul, çivilenen sandık Ve sonra kuru bir 'Allaha ısmarladık!' Artık kulübeyi terk ediyorum, Sevdiklerimin meskenini, Yalnız, alçak adımlarla dolaşıyorum Issız ve karanlık ormanın içini. Luna (ay) doğuyor çalı ve meşeler ortasından, Zefir (meltem) seyrini bildiriyor, Huş ağaçları eğilerek serpiyor yukardan Ona doğru, en tatlı tütsüyü seriyor. . Nasıl da tapınıyorum serinlikte Bu güzel yaz gecesine! Ah, ne damıtıcı burada duygulanma, Ruhu şen ve mutlu kılan; Neşene nafile dokunamadan! Ama, gene de isterdim ki, ey sema sana Binlercesine böyle gece bırakmak, Yarimi verseydin bir tek bana. . Çeviren: Musa Aksoy Yürü, can gözünü aç, şu âşıklara bir bak hele: Nasıl sarmaşdolaş, gönül gibi bir şey olmuşlar, nasıl gelmişler can gibi elsiz, ayaksız hale. . Bahçeden daha güler yüzlü onlar, gülden daha güler yüzlü. bilgiden daha doğru, akıldan daha hünerli, serviden daha hür. Ölmezlik suyundan daha arı, duru. . Hep zerreler gibi hovardalar. Güneş onlara kaftan. Balçığa ayak basmışlar, baş komuşlar gönül dizine. Kanların üzerinden geçmişler, kan denizlerin dalgaları arasından. Etekleri gene tertemiz; bir şey bulaşmadan eteklerine. . Diken içindeler, ama gül gibiler. Hapisteler, ama şarap gibiler. Balçık içindeler, ama gönül gibiler. Gece içindeler, ama sabah gibiler. . Sen onların şarabını bir iç de gör: Naıl birdenbire ferah olur, aydınlanır yüreğin, birdenbire nasıl unutulur her şey, nasıl birdenbire gözlerinin içi güler.. . Mevlana Celaleddin Rumi Sen de bilirsin ki, iki kurşunla; Bana kolay kolay gelmezdi ölüm. İstedim ki sana 'kaatil' desinler: Bunun'çin öldüm. Acı veren eciş bücüş yalanlarınızla Tarihte bizi karalayabilirsiniz Hatta her pisliğe tıkabilirsiniz de Lakin, toz gibi, yükseliriz biz hala . Arsızlığımız keyfinizi kaçırır mı? Niye kasvet çöktü üstünüze? Çünkü oturma odamızda pompalanan Petrol kuyuları varmış gibi yürüyoruz . Tıpkı aylar gibi ve güneşler gibi Kesinliği ile dalgaların Tıpkı yükselen umutlar gibi Yine yükseliriz . Bizi kırılmış mı görmek istediniz? Başlarımız eğilmiş, gözlerimiz aşağıda Gözyaşları gibi aşağı düşmüş omuzlarımız Hisli ağlamalardan zayıflamış . Mağrur oluşumuz sizi incitir mi? Zorunuza mı gidiyor Çünkü kendi arka bahçelerimizde Altın madenleri kazıyormuş gibi gülüyoruz . Sözlerinizle bizi vurabilirsiniz Gözlerinizle bizi kesebilirsiniz Nefret dolu varoluşunuzla bizi öldürebilirsiniz Lakin, hava gibi, yükseliriz biz hala . Çekiciliğimiz sizi bozar mı? Şaşırtır mı sizi Uyluklarımızın birleştiği yerlerde Elmaslar varmış gibi dans etmemiz? . Tarihin utancının kulübelerinden Yükseliriz Acıya kök salan bir geçmişten Yükseliriz Geniş ve atılgan siyah bir okyanusuz Fışkırıp kabararak dalgalarda taşırız Korku ve dehşet gecelerini arkamızda bırakarak Yükseliriz İnanılmaz berrak bir şafağa Yükseliriz Atalarımızın verdiği hediyeleri getiren Kölelerin umudu ve hayaliyiz Yükseliriz Yükseliriz Yükseliriz . (Still I Rise). Çeviri: Şükrü Enhoş Her eylem yeniden diriltir beni Nehirler düşlerim göl kenarında.. Doğ ey güneş erit taştan adamı Ve kurut taşları diken elleri.. Kurtuluş haberi olsun dünyaya, Ayırma üstümden bir an gölgeni. -Nakarat-. Ey deprem gel yetiş bu şehirlerin Doğayı çarptıran konumlarına.. -Nakarat-. Babamın gölgesi koruyor beni Ah ne güzel şehir bu eski şehir.. -Nakarat-. Dönüştür ey kalbim bahçeli eve Anlamı ezen o makinaları.. -Nakarat- Hava bugün de bulutlu Rüzgâr daha serin esecek. Bütün insanlar umutlu, Şairler mahzun gezecek.. Yağmur yağacak ince, Muşambalı kızlar görülecek. Ağaçlara, çocuklara gelince Bir karış büyüyecek.. Şairlerin ateşi, âşıkların Belki bin dereceye yükselecek. Cahil kızlar, küçük kediler, Çocuklar üşüyecek.. Bu şiiri yazan, caddelerde Seninle başbaşa yürüyecek. Gelip geçenler, yağmur altında Bu adam tek başına ne geziyor, diyecek. Yapraklar yollara dökülecek. İnsan bir açmaza düşmeye görsün Başlamasın bir çöküntü yürekte Ölümdür o yerde düşündügün Sevilmek de boştur artık sevmek de. Gün ortası karanlık diz boyudur Acıdır hep geçmişten ne kalmışsa Yaşamak! O yanıtsız bir sorudur Huzur bitmiş, hayaller dagılmışsa. Nefes almak yitirir anlamını Bogazına dizilirken lokmalar Bir çaresizlik sarar dört yanını Sesler uzaklaşır, söner lambalar. İsyanın yüregine sıgmaz olur Hep kader gelmişse sevinç yerine Ölümün kara gölgesini bulur Şimdi bakanlar yorgun gözlerine. Bir bozgun başlamıştır ki amansız Düşmüştür kalelerin birer birer Bak! Savaşcıların yatıyor cansız Onlar ki hep sevdiler, hep verdiler. Yitirdin neyin varsa, anla artık Tek başına kalan sensin ortada Düşlerin toz duman, umutlar kırık Dün anlamsız, yarınlar paramparça. Yapayalnızsın koca bir evrende Uzakta, taparcasına sevdigin Gelmiyecek, ne kadar gel desen de Ondan böyle bir yangın yeri için. Ondan böyle yıkılan bir dünyanın Altında bak tek başına kalmışsın Uzagında özledinin bir anın Çökmüşsün, devrilmişsin, yıkılmışsın. Sarmış kollarını boynuna ölüm Ne yapsan boş, kurtulamazıin artık De ki:-- Hep yalanmış, bitiyor öyküm-- Bak! Can kuşun havalarda çıglık çıglık... Atam, hala yaşıyorsak: Edepsizlik sayesinde! Altı oku soruyorsan, Politika dehlizinde! Hele partin senden sonra, Devrimlerin tavizinde! Vasfedeyim halimizi, Kalemime ver izin de! . Yobazlarla gericiler, Onlar bizden daha zinde! 'Atam, Atam...' derler ama, Bir adınız var sizin de.... Halkçılıkla devletçilik: Anlatamam, çok hazin de... Çoktanberi sahteciler, Ağır çeker her vezinde! . Tek umut var, o da yalnız, Amerikan dövizinde! . Sorma Ata'm, halimizi, Hal mi kaldı anlatacak... İşte geldik dizindeyiz! . Yata yata çok yorulduk, Tatil yaptık, izindeyiz! . Sanayide henüz daha, Cafer için lazım diye, Amerikan bezindeyiz! Geçeceğiz Avrupa'yı Ama şimdi izindeyiz! . Hocamız var, hacımız var, Uçan kuşa borcumuz var, El oğlunun ağzındayız! Ama bizi zor bulurlar, Bahar, yaz, kış izindeyiz! . Evet, doğru söylemişsin: 'Türk milleti çalışkandır! ' Biz de senin tezindeyiz! Dinlenmekten yorulduk da, Onun için izindeyiz! . Zinde kuvvet diye söz var, Kimse bilmez adresini, Ah izindeyiz, vah izindeyiz! Bugün değil, bu yıl değil, Çoktan beri izindeyiz! . İlerledik Ata'm öyle, Şimdi görsen tanımazsın: Amerikan tarzındayız! Arasan da bulamazsın, Otuz yıldır izindeyiz! ağlama ki, aynalar kırılıyor içimde bulutlara değdirme ellerini, ne olur sanki görmüş gibisin bir pencere önünde sessiz hıçkırıklara gömülen bedenimi ruhuma dokunduğun fırtınalı bir günde ağlama, bakışların deli divane olur. yüzüm ya aydınlıktır, ya kan gibi karanlık kehkeşanlar gizlidir oysa senin yüzünde ne kadar beklesem de gelmeyecek bilirim seni bende eriten bir muştu, yüreğime o nergis edasıyla soluklanan gözlerin zindanıma pencere olmayacak, bilirim. sen misin yıllar boyu aradığım şehrayin yoksa yanılgıya mı düşüyorum yeniden bana bakınca neden kararıyor kainat neden uzaklaşınca ışıldıyor her sabah ya bu yollar umutsuz duraklarda bitiyor ya da hep umutsuzca yürüyor ayaklarım. ağlama ki, çiçekler kızıla boyanmasın yalnız benimle büyüt güllerini, ne olur gönlümün tarih olmuş devleri yeniden uyanmasın kıvılcım süzülüyor yaslı kirpiklerinden üzerime savurma küllerini, ne olur tutkular alev alev hüzne pervane olur ağlama, çaresizlik kapıya dayanmasın. ya arala gizemli bütün perdelerini bir rüya çizgisinde şenlensin aynalarım ya da hücre gibi kapat bana kendini karışayım yeniden teraddüt sellerine birer birer kırılıp dökülsün aynalarım sebil eyle sonunda her düşmana kendini yıldızlar damlıyordu parmak uçlarından kısa kirpiklerine ne kızlar asılı elektrik çıtırtısı yok gibi saçlarından yüzünde görünmez bir şiir yazılı. bir türlü anlaşılamadı nedeni nasılı belki bir çağrışım işlenmemiş suçlarından gülümsemesi bile ne kadar acılı sanki gözyaşları dudaklarından. bu dünyaya ait her yanlışa meraklı yanılgılar üretiyor uzlaşmazlığından kendini çok dağıtmış herkesten alacaklı uykuları kilitli koyu baş ağrısından. yalnızlığa saklanması kaçıp dünyalılardan çünkü duygusallığı onlardan farklı soluğu tıkanıyor o lazer tabancasından soğuk bir intihar ki hani içinde saklı Bir ölü gelecek evine yarın Gözlerinde yarım kalmış arzular Dalıp hayaline hatıraların Duracak kapıda sabaha kadar. Duyunca kapını çaldıgını Korkulu gözlerle dışarı bakma Bütün odaların yak ışıgını Bir benim kaldıgım odayı yakma.. Siyahlar giyin de pencereye çık Aç kapıyı korkma yabancı degil Bir ölü ki yaşıyor, gözleri açık. Ölüm seni sevmekten acı degil Aradı bu ölü hayatı sende Öldü artık, sevsen de sevmesen de Adım şakir tabancamı orta gözde saklarım bütün zilleri çaldım her kız en az bir kere terketti beni adım Şakir bekarım. Adım Şakir sakat bir atın mümkünse burnuyum gururluyum yaşadım ve savaştım sümüklü bir fil gibi aslen özürüm çolak bir boksörüm ötekinin ringinde adım Şakir sakarım. Adım Şakir bana katil diyen türbedar olmadımsa birimi klonlarım adı Şakir adım Şakir şoparım... Ben bu evi Bu baba evini Manolyalarıyla, fıstık ağaçlarıyla, gülibrişimleriyle Ve televizyonun üstüne asılı Onun resmiyle Helasının işlemeyen sifonuyla Kitaplarıyla ve rütubetiyle Güler'le aşktan her zaman dağınık yatağıyla Anılar değil, gelecek çocuklarımızın kokularıyla Ben bu evi saksofon solosuyla yıkıyorum Duvarların nasıl çökeceğini Damının göğsüme nasıl ineceğini bile bile Ben bu evi yıkıyorum Cemil Bey'in bir taksimiyle Kardeşlerimle taksim edilemeyen bu evi Yıkıyorum nihaventten bir taksimle İzale etmek için bir izale-i şuyuyu Yıldıldı mı bu ev toprağın, kayanın üstüne Benim tamburumla borazanımla Görünecek açılan damından Gündüzleri güneş Geceleri yıldızlar Aşkı taksim edilmesin diye bu evin Cemil Bey'in taksimiyle ben bu evi yıkıyorum Yıktığımda da yıkıntısı altında değil Üstümde Güler var Altımda toprak Bak! İşte gizleri yaşamın, işte mutluluk Gülümsüyor bir kapı aralıgından Ellerimizi uzatsak tutabiliriz belki Şimdi ya da hiç bir zaman. Unuttugum bir şarkı mı? neydi o Çok eskilerde düşmezdi agzımdan Birlikte yine söyleyebiliriz belki Şimdi ya da hiç bir zaman. Gülen bir çocuk vardı yıllarca önce Düşleriyle bulutlar üstünde yaşayan Belki bir kez daha yaşarız o günleri Şimdi ya da hiç bir zaman. Nasıl da yandı bir anda. Görüyor musun? Dev agaçlarıyla o içimizdeki orman Yanmamış bir yer buluruz belki, ararsak Şimdi ya da hiç bir zaman. Kişi sımsıkı sarılıyor bulduklarına Umutların bir rüzgarla savruldugu an Yine de bir şeyler kurtarabiliriz belki Şimdi ya da hiç bir zaman. Her şey bize biz kadar yabancı artık Giderek yitiyor zaman içinde insan Oysa ki, çagları aşabiliriz birlikte, gel Şimdi ya da hiç bir zaman sıla derdine düşünce anlarsın yunanlıyla kardeş olduğunu bir rum şarkısı duyunca gör gurbet elde istanbul çocuğunu. türkçenin ferah gönlünce küfretmişiz olmuşuz kanlı bıçaklı yine de bir sevgidir içimizde böyle barış günlerinde saklı. bir soyun kanı olmasın varsın damarlarımızda akan kan içimizde şu deli rüzgâr bir havadan. Bu yağmurla cömert bu güneşle sıcak gönlümüzden bahar dolusu kopan iyilikler kucak kucak. bu sudan bu tattandır ikimizde de günah bütün içkiler gibi zararı kadar leziz bir iklimin meyvasından sızdırılmış bir içkidir kötülüklerimiz. aramızda bir mavi büyü bir sıcak deniz kıyılarında birbirinden güzel iki milletiz. bizimle dirilecek bir gün Ege'nin altın çağı yanıp yarının ateşinden eskinin ocağı. önce bir kahkaha çalınır kulağına sonra rum şiveli türkçeler o Boğaz'dan söz eder sen rakıyı hatırlarsın. Yunanlıyla kardeş olduğunu sıla derdine düşünce anlarsın. Londra, 1947 Bitki Olacaksam. Bitki Olacaksam Çayır çimen olayım Aman baldıran değil Yol altında kalacaksam Gelin arabaları geçsin üstümden Çelik paletler değil Üstümde çocuklar koşuşsun Ne kaçan ne kovalayan Askerler değil Kerpiç yapacaksanız beni Okullarda kullanın Ceza evlerinde değil Soluğum tükenmez de kalırsa Islık öttürsünler Aman ha düdük değil Kalem yapın beni kalem Şiirler yazın sevgi üstüne Ölüm kararı değil Ölünce yaşamalıyım defne yapraklarında Sakın ola ki Silahlarda değil.. Aziz Nesin Suçu büyüktü Âsû'nun göklerecek Tas atmisti günese dogru Bilinmeyen türküsünde Bilinmeyen çagindan. Açti uykusuzdu sayriydi Dolmustu seytanlarin solugu derisine Kötü bir isik Ve mavilikte durusu çarpik agaçlarin. Sövmüs Tanrisina sövmüs Âsû Âsû Yakilacak yakilacak Âsû Âsû. Doymuslar bir ilk zaman içinde Ki sürer sicakligi karin karin Kartalla doymuslar yilanla doymuslar Doymuslar yellerle yildizla yalazla. Var olmanin yegnikligi alna çizilmis Kötü ruhlar uyusun türlü boyalar içre Ve ta masallara uzanir Dudaklarin kizil süsleri. Agaç, davullarin seslerinden Âsû Âsû Yesiller allar sarilar Âsû Âsû. Halay çeker korku Uzak kusaklarin açisina karisik Yontulmus taslarda susar Güçsüz yumusakligi etin. Büyünün kara kanini üfler boynuzlara Toprakta kök Açik bir esrikliktir apaçik bir uykudan Ve avin kurtulusu iste. Kisinin gücü Tanrinin büyüklügüne Âsû Âsû Yankilanir dagdan daga insandan insana Âsû Âsû. Devrilmis gözleri ak Patlamis ürküden gögsü Bütün oba ates bütün oba ölüm Bütün oba çirilçiplak. Açligi uykusuzlugu sayriligi tükenmez ama Düser elleri Yasamasi parlamaz ama Âsû'nun Ölüsü parlar. Aydinlik yitiverir yeryüzü yalnizligindan Âsû Âsû Seni senin karanligin sever ancak Âsû Âsû Öyle bir yerdeyim ki ne karanfil ne kurbağa Bir yanım mavi yosun Dalgalanır sularda Dostum dostum Güzel dostum Bu ne beter çizgidir bu Bu ne çıldırtan denge Yaprak döker bir yanımız Bir yanımız bahar bahçe. Öyle bir yerdeyim ki Bir yanım çığlık çığlığa Öyle bir yerdeyim ki Anam gider Allah Allah Öyle bir yerdeyim ki ne karanfil, kurbağa Öyle bir yerdeyim ki Bir yanım mavi yosun çalkalanır sularda. Dostum, dostum güzel dostum Bu ne beter çizgidir bu Bu ne çıldırtan denge Yaprak döker bir yanımız Bir yanımız bahar bahçe. Öyle bir yerdeyim ki bir yanım çığlık çığlığa Öyle bir yerdeyim ki Anam gider Allah, Allah dölüm düşmüş sokağa. Git bu mevsimde gurup vakti Cihangir'den bak, Bir zaman kendini karşındaki rüyaya bırak; Başkadır çünkü bu akşam bütün akşamlardan; Güneşin vehmi saraylar yaratır camlardan! O ilâh isteyip eğlence hayalhanesine, Çevirir camları birden peri kâşânesine. Som ateşten bu saraylarlabütün karşı yaka. Benzer üç bin sene evvelki mutantan şarka.. Mest olup içtiği altın şarabın zevkinden, Elde bir kırmızı kâseyle ufuktan çekilen, Nice yüz bin senedir şarkın ışık mimarı Böyle mâmur eder ettikçe hayal Üsküdar'ı. O ilahın bütün ilhamı fakat ânidir; Bu ateşten yaratılmış yapılar fânidir; Kaybolur hepsi de bir anda kararmakla batı, Az sürer gerçi fakir Üsküdar'ın saltanatı; Esef etmez güneşin şimdi neler yıktığına, Serviler şehri dalar kendi iç aydınlığına. Ezeli marifetin böyle bir ikliminde Altının göz boyamaz kalpı kadar halisi de, Halkının hilkati her semtini bir cennet eden Karşı sahilde karanlıkta kalan her tepeden, Gece birçok fıkara evlerinin lâmbaları En sahih aynadan aksettiriyor Üsküdar'ı. Dinmiş denizin şarkısı, rüzgar uyumakta, Rıhtım boyu sonsuz bir üzüntüyle karaltı Körfez düşünür, Kanlıca mahzundur uzakta, Mazi gibi sislenmiş Emirgan Çınaraltı. . Can verdi kışın sunduğu taslarla zehirden Her gonca kızıl bir gül açarken yolumuzda, Üstündeki son dallar ağarmış diye birden Pas tuttu nihayet suların rengi havuzda. . Yerlerde gezen hatıralar var korulukta; Yapraklar, atılmış nice mektuplara eştir. Mehtaba çalan sapsarı benziyle ufukta, Binlerce dalın verdiği tek meyva güneştir. . İçlenme tabiattaki yekpare kederden, Yas tutma dağılmış diye kuşlarla çiçekler. Onlar dönecektir yine gittikleri yerden, Onlarla giden günlerimiz dönmeyecekler. bana yakan gözlerle bir kerecik baktınız, ruhuma büyük temel çivisini çaktınız Ve bir gün sarsılacak içinde son tebessüm Dudaklarında şarkı buzları, nağme kanı Sen bildiğin gibi dur yolların ortasında Gömmenin gölgesi yok bekleyişler yurduna Gökte saçların için gül arayan hakanı. Dudaklarında şarkı buzları, nağme kanı Ay damlatıyor yüzün toprağıma bembeyaz Sen yine de habersiz yürü kalbinde şehrin Bir gün elbet dumanı dağılır tepelerin Adım binlerce hüzzam olacak; ruhuna yaz. Ay damlatıyor yüzün toprağıma bembeyaz Nasıl böyle bigane kalıyorsun ey bahar Kıvılcımlar rengârenk acılarla geliyor Bir alev yağmurunun suları çiseliyor Bulutların ardında o yanardağ tenin var. Nasıl böyle bigane kalıyorsun ey bahar Ellerim kâh humuslu, kâh kil kıvamındadır İster misin her yanım karakışla donansın Yolcu susamış, bırak, içip hülyana kansın Zaman son bir fanusun kırılan camındadır Hiçbir yıldız kalmayacak gecede. Ne de gecenin kendisi kalacak. Öleceğim ve benimle birlikte ölecek çekilmez, katlanılmaz evrenin tümü. Yok edeceğim piramidleri, madalyaları, yüzleri ve anakaraları. Yok edeceğim birikimini geçmişin. Toza dönüştüreceğim tarihi ve tozu toza. Son kez batan güneşe bakıyorum. Son kuşu duyuyorum. Kimseye kalıt bırakmıyorum hiçliği. Af buyruğuyla açılmıştı hapishane kapısı Taşıyordu koca burunlar tıraşlı enseler kara çeneler Dizleri eğri omuzları çarpılmış sırtlar çıkık dökülüyordu Vakitlere kapanmış büyük karanlıklardan Taşıyordu vay dökülüyordu vay Yırtık pis bitli çirkin Sokağı dolduruyordu terli can uğultusu. Geçiriyordu avucunu şaşkınlıkla saçından saçından 9 yıl yatmış. Kolunda anası kucağında yavrusu Doldurmustu kapının önünü kalabalık Kimi ta dağ köylerinden koşmuş Kimi ta denizlerden Bir özlem sarmış bağrı ölümden yüce Sevgiyle arıyorlar parçalarını Heybelerinde ekmek destilerinde su. Bir türlü inanamıyordu sokaklara sokaklara 20 yıl yatmış. Gönüllere sığmaz olmuş kavuşmak duygusu Öyle sarılır ki geçmişe Erir göğsü göğsünde tutuklunun Pişmanlık kavaklar tarlalar davarlar için Pişmanlık gemilere düğünlere ırmaklara Pişmanlık beşiklerden kağnılardan sessiz Yerce gökçe değil insan dolusu. Çılgınca kucaklıyordu hepimizi hepimizi 5 buçuk yıl yatmış. Taşar içerde kalanların sorusu Çubuk demirler arkasından maviliğe Hem esenliğe ermiş hem yaşlı yelcek Bir yurt türküsü yeniler karanlığı Zaman yeğnik değildir yeğniktir Dön de gör ananı belleyecek Boş koğuşlar kurmuş pusu. Sönük gözü aydınlıkla büyüyordu büyüyordu 8 yıl yatmış. Çıkınlarda gecenin binlerce gecenin uyunmamış uykusu Bir yorgunluk çökünce yürünmüş yeryüzünden Kalabalıkta dağılır birer ikişer özgür Doğuya batıya kuzeye güneye özgür Yüreklerinde bir çığ Yaşamak sevinci vay Yaşamak korkusu. İnmeli yani sıçrıyordu havaya havaya 17 yıl yatmış Neler mi istiyorum uyaninca her sabah Ne bahardan bir nese, ne de yazdan bir cicek Siyah, siyah cok siyah kadife kadar siyah Bir sacin buklesini bana kim getirecek. Neler mi istiyorum gurbette aksamlardan Ne ruzgardan bir buse, ne de bir pembe kelebek Derin, derin cok derin, ufuklar kadar derin Bir cift gözün rengini bana kim getirecek Paranı ver, gönlünü ver, canını ver Ama SIRRINI VERME! ... Günlerini say, kazancını say, büyüklerini say Ama YERİNDE SAYMA! ... İşini beğen, aşını beğen, eşini beğen Ama KENDİNİ BEĞENME! ... Emek ver, kulak ver, bilgi ver Ama SAKIN BOŞ VERME! ... Fidan büyüt, çocuk eğit, yoksul besle Ama KİN BESLEME! ... Davet et, hayret et, ülfet et, affet Ama İHANET ETME! ... Kitap oku, meslek oku, dünyayı oku Ama LANET OKUMA! ... Sınıfını geç, hayatını seç, rakibini geç Ama GÜLÜP GEÇME! ... Gönül al, dost al, yoldaş al Ama BEDDUA ALMA! ... Yaklaş, tanış, konuş, uzaklaş Ama UŞAKLAŞMA! ... Doğrul, sayrıl, evril, devril Ama EĞRİLME! ... Hislen, tasalan, seslen, uslan Ama PASLANMA! ... İtil, ütül, atıl, katıl Ama SATILMA! ... İtiraf et, -düşlediğin bir ilkbahardı, aydınlık ideallerle dolu bir dünya, o zamanlar yaşamın parıltılar saçan kupasında gençliğin henüz köpüren iksiri vardı.. Zavallı yüreğim! Sen kaçırdın mutluluğunu, Kasvetli günler gelmekte,-ve de- geçmekte… ve şimdi itiraf etmek istemiyor musun sen de, düşlediğinin bir ilkbahar olduğunu? . Çev.:Ahmet Cemal N´oldu bu gönlüm n´oldu bu gönlüm Derd-u gam ile doldu bu gönlüm. Yandı bu gönlüm yandı bu gönlüm Yanmada derman buldu bu gönlüm. Yan ey gönül yan yan ey gönül yan Yanmadan oldu derdine derman. Pervane gibi pervane gibi Şem´ine aşkın yandı bu gönlüm. Gerçi ki kandı gerçeğe yandı Rengine aşkın cümle boyandı. Kendide buldu kendide buldu Matlabını hoş buldu gönlüm. Sevad-ı a´zam sevad-ı a´zam Belki oluptur Arş-ı muazzam. Matlab-ı canan matlab-ı canan Olsa acep mi şimdi bu gönlüm. Seyr-i billahtır seyr-i billahtır Li maallahtır fena fillahtır. Ayinesinde ayinesinde Gird-i sivayı buldu bu gönlüm. El fakru fahrı el fakru fahri Demedi mi ol alemler fahri. Fahrini zikrin fahrini zikrin Mahv-u fenada buldu bu gönlüm. Bayramı imdi Bayramı imdi Bayram edersin yar ile şimdi. Hamd-ü senalar hamd-ü senalar Yar ile bayram kıldı bu gönlüm Askerler dönüyor ihtiyar askerler, Sulhun mavi daglarindan. Kalbimize nekadar asina Adimlarinda kalan.. Türküler dönüyor nurdan türküler Kagni arabalarindan söylenmisti. Karsi bahçeler ki ayna midir Nasibi devreder simdi.. Kuslar dönüyor sadik kuslar, Bahar için degil, saçaklarimiz için. Dönen mesafesiyle var oluruz Mevsimler arkasi güzelligin.. Gemiler dönüyor garip ve zengin. Garip ve sonsuz sular üzerinde. Gemilerle beraber gelen sey Aydinliklar gibi yüzer, derinde.. ve bunlar degil de ey gecem, Sen dönüyorsun ellerime, sen. Aska ve hayata dönüyorum Topragin bütün ölülerinden Ve bir öğrenci, 'Bize konuşmadan bahset' dedi.. Ve o cevap verdi:. 'Siz konuştuğunuzda, düşüncelerinizle barış içinde olmayı terkedersiniz; . Ve kalbinizin ıssızlığında daha fazla kalamadığınızda, dudaklarınızla yaşamaya başlarsınız. . Ses sizin için bir eğlence, bir zaman geçirme aracı olur.. Ve konuşmalarınızın çoğunda, düşünce yarı yarıya katledilir; Çünkü düşünce, boşlukta uçan bir kuş gibidir; kelimelerin kafesinde kanatlarını açabilir ama uçamaz.. Aranızda bazıları, yalnızlığın korkusuyla konuşkan birini ararlar; Çünkü, tek başına olmanın sessizliği, gerçek ve çıplak kendilerinigözleri önüne serer, ki onlar bundan kaçarlar.. Ve konuşmayı seven bazılarınız vardır ki, bilgisizce ve önceden düşünmeden, kendilerinin bile anlamadığı bir gerçeği ifşa edebilirler.. Ancak bazılarınız ise içlerinde gerçeği taşır, ama onu kelimelerle dile getirmezler. . Böylelerinin sinelerinde ruh, ritmik bir sessizlik içinde dinlenir.. Bir arkadaşınızla karşılaştığınızda, ruhunuzun dudaklarınıza doğru hareket etmesini ve dilinizi yönetmesini sağlayın.. Sesinizin içindeki sesin, onun kulağının içindeki kulağa seslenmesine izin verin; Çünkü onun ruhu, sizin kalbinizin gerçeğini saklıyacaktır; . Tıpkı kadeh boşalıp, rengi unutulsa bile, şarabın tadının ağızda kalması gibi...' biraz kekredir derler buranın suyu beşe beş dayanakları vardır duvarlarının çünkü toprak kayar uyku zamanı taş yerinde değil düşerken ağırdır nasıl ki ağrı'da dipsiz kuyular yedi uyuyanlar mağarada telefon sesini duyarlar da üşenirler açmaya yedi uyuyormuşgibiyapanlar mağarada pamuk prenses çözmüş sorununu üvey annesiyle ayna fişteklemiyor güzellik meselesini. -ayna ayna! söyle bana, benden güzeli var mı dünyada? -vallahi pamuk prenses var ama onun da yatağı kötü diyorlar.... kendini cüce zannedemiyor uyuyor çünkü yedi andavallılar. biraz kekredir derler buranın masalları prens geliyor gerçi öpemiyor fakat uyku kokan ağızları. ve aradan yıllaaaaar yıllaaar geçiyor... derken uyanıyor yedi'den biri hassiktir diyor amma uyumuşum be... çıkıyor kahvaltılık birşeyler almaya dömüyor fakat... ve derler ki altı keriz uyumaktadır hala ege'de turistik bir mağarada... ben durgun ruhları taşıyamadım anlatamadım vaktin dolduğunu bulutu unutulmuş bir gökle sırdaş olup anlatamadım suların kabardığını, fırtınanın taştığını toprağın kıvrıldığını, çatladığını taşların her gece paylaşılan bir yüzden sarardığını uykularımın. binlerce kez yanılmanın yorgunluğu artık sönmüş bir fenerden sislerden, peşpeşe yükselen bir kentlerden kentlerin kemirilen evlerinden bir yabancının ruhunu alkışlayıp okşayarak, akarsu havuzlarına karlı yamaçlara, sarnıçlara yeniden parıldayacak bir hayatın ateşini yakmaya yetmiyordu yetmiyordu bir gün bir falcıyı kandırmanın kurnazlığına ama sen, ilk kez bulmanın sarhoşluğu taşkın bir hayatın ürkek ve zamansız yolculuğu o kadar uzak ve o kadar korkulu mutluluğu. evet, taşıyamadım durgun ruhları taşıyamazdım tanıyamadım bir böceğe yaslı adımları yankılayan kapıları (adım ve kapı ve yankı bendim gerçi) filiz süren, kabuk değiştiren yenilenen her ağaca yanaşamadım, beni bilen bir bakıcı çıksa bir sahtekar tutup yaşadığımı haykırsa ortaya konsa benden artan bana şaşırmazdım, hatırlanmaz aldanmazdım bütün sözlerin yanılacağını hangi yöne sapılsa ölüm figürlerinden kurulu yapılar karşısında susulacağını ............. zamansız bir kuşkuya düştüm ben aldandım pencereye vuran gürültülerde aklım karıştı, rehber olamadım örümceklere bir ejder ritmi kolladım hep sana ulaşan kıyılarda. anla, kendime kurulan bir tuzağım ben yetişemem taş kemerleri aşan yorgancıya silemem, gözümden gitmez o dağın yolculukları her sabah önüme düşen bir hayalin simsiyah olmuş kurumları. işte yalnız sana söylenen bir sözüm ben bak, günlerdir güneşi utandıran bir yangınla örtülü içim dışım ah, çıkar artık geceyi beni ayıltan ağzından geçeyim toz zerreleri altında mantar kokulu ülkenden. ah, yalnız sana söylenmiş bir sözdüm ben....... Ne şairin olmak isterim ne sevdalın. Aklamaz seni serildiğin çarşaflar! . Ne düşü bilirsin ne gündeki parlaklığı. Mürekkep balığı gibisin, sıvanmış kokusunda kör çıplaklığın. Sen; Karmen. Gün gelecek Güneşin doğup battığı mekanlarda Ve küfrün çığlık attığı mekanlarda Bizim türkülerimiz okunacak.. Gün gelecek Tomurcuklar taşacak kılıfından Ve kılıçlar sıyrılacak kınından Edepsizler edebini takınacak.. Gün gelecek Ne zalimler kalacak, ne zulüm Ve o günler yoldadır gülüm Hak ayağa yekinecek.. Gün gelecek İnsanlar yiyecek, ayılar bakınacak Eğriler doğrulardan sakınacak. Gönül kilimleri adalet üzre dokunacak Namusluların yakındığı kadar da Namussuzlar yakınacak.. (Gökçekimi) Gönül arzediyor dosta gitmeyi Aman Allah yolun pareler beni Ölem de kurtulam elin dilinden Yuyalar kefene saralar beni. Bu dünyada hiçbir eyi kalmamış Yaralısın ama cerrah gelmemiş Elif sevdiğine malum olmamış Yakma yar oy diyor yareler beni. Ben Allahtan gelen gazadan kaçmam Sürahi dibinden badeler içmem Alem bir yan olsa ben yardan geçmem Meğer ahdedeler vuralar beni. Evleri var Gürcüm damda tevekte Yar gele derdime merhemler kata Mezarım üstünde bu otlar bite Meğer çift koşalar süreler beni. Pir Sultan Abdalım can göğe ağmaz Haktan emrolmazsa ırahmet yağmaz Bu ellerin sözü hiç bana değmez İlle dostun gülü yareler beni Uyumaya değil Rüyalarıma gidiyorum Orada yaşayacağım isteğimce Uyanıkken hiç yaşayamadığım Hepsi de gençti güzeldi Sevdim sevildim diye aldanarak Son gördüğüm onlar olacak Bunca yıldır sevgiye dayanamadığım Ölüme değil Sonsuzluğa gidiyorum Orda dinleneceğim gönlümce Yaşarken hiç mi hiç dinlenemediğim Kalemim yine elimde Kağıtlarım da önümde Son uykusunda düşecek başım Sağlığımda hiç eğmediğim Milletimde ihtilaf u tefrika endişesi, Kuşe-i kabrimde dahi bi-karar eyler beni. Müttehidken savlet-i a'dayı def'a çaremiz, İttihad etmezse millet da'dar eyler beni.. Tercümesi:. Milletimin ayrılma bölünme endişesi, Mezarımda dahi rahatsız eder beni. Saldırgan düşmanlara karşı birleşmek iken çâremiz, Birlik olmazsa, kızgın demirle dağlanmış gibi yanarım. Bir tohum verdin çiçeğini al Bir çekirdek verdin Ağacını al Bir dal verdin Ormanını al Dünyamı verdim sana Bende kal Vur sirtina, vur sirtina Dostun oldum vur sirtina Madem ki ben kaldiramam Derdimi al vur sirtina. Duman kalir, duman kalir Ocak tüter duman kalir Ben yanarim hic tükenmem Benden sonra duman kalir. Ah ne fayda, ah ne fayda Kefen beyaz ha ne fayda Bir hayina yas dökersin Kadrin bilmez ah ne fayda. Kalan kalir, kalan kalir Giden gider kalan kalir Ben giderim geri gelmem Benden sonra kalan kalir. Meydan kalir, meydan kalir Yigit ölmez meydan kalir Yere vurma hatirimi Sana kahpe meydan kalir Gün gelip artık bana değer vermez olduğunda, Senin yanında yer alıp kendime karşı çıkacağım, Hor görüp yüz çevirdiğini gördüğüm zaman bana; Haksızlık etsen de, senin hakkını savunacağım. En zayıf yanlarımı en iyi ben bildiğime göre, Çekinmeden açığa vurup arka çıkabilirim sana, Kusurlarımdan hangisi benim için en büyük lekeyse Beni kaybederken büyük şan kazanırsın aynı anda. Üstelik bu işte benim için de kazanç var; Çünkü seven düşüncelerim sana yöneldikçe daima, İster istemez kendime vereceğim zararlar, Sana yarar sağlarken, kat kat yarar getirecek bana.. Öyle bağlıyım ki ben sana, öyle ki benim sevgim, Sen haklı olasın diye, her haksızlığı üstlenirim... Eslaf kapıldıkça güzelden güzele Fer vermiş o neşveyle gazelden gazele Sönmez seher-i haşre kadar şiir-i kadim Bir meşaledir devredilir elden ele Şey gibi hiçbirşeyim yahu Satır yazamıyorum. Sanki kendimle değil Dünyayla ölüyorum. Bağırsam bağırsam bağırsam Bağırdığımı duymuyorum. Tek bir musluk var açık Onunla akıyorum. İstemeden istemeden istemeden İsteyereeeek. Ah sen ölüm denen topla köfte Buluştuk bak cenabette. İçim rakı dışım su Bu mahmur cinayette. Çocuklar çocuklar çocuklar Sizlen doğmamış mıydık biz birlikte Kılıçtan keskindir hesabım bugün Yıllara dargınım gelme üstüme Merhametim yitik, şefkatim sürgün Kullara dargınım gelme üstüme. İçimden geçeni saklamam gayrı Kara vicdanını aklamam gayrı Has bahçe olsan da koklamam gayrı Güllere dargınım gelme üstüme. Namın dört bucakta kökler salsa da Lügatler dehandan nasip alsa da Her sözün şaheser, destan olsa da Dillere dargınım gelme üstüme. Sen sardın bu derdi kendi başına Aldanamam gözlerinin yaşına Gözyaşından medet umma boşuna Sellere dargınım gelme üstüme gül zindanı yapsalar vardığım her durağı bana bir gül delisi deseler de her akşam seninle ışık oldum, yakın ettim ırağı benimdir gözlerinden aldığım bu ihtişam şimdi bütün çiçekler nakkaşımdır bu yerde yapraklarından sızan gözyaşımdır bu yerde. turuncuydu yüreğim, benekleri kırmızı yeşildi bir Hüma-yı Ata'nın şakağında ateşin bir baharı taşıyan ince sızı cemşide rakib oldu güllerin yaprağında 'hu' çekiyor içimde Mevlana bir semazen lalede imreniyor dertli Hallac'a bazen. tutundum bir zamanlar Gencine-i Cemal'e meğer dibacesiymiş sonsuzluk ülkesinin gördüysem yapayalnız nerede bir ters lale yandı titreşimleri uğuldayan sesinin şafağında büyüyen zambak soldu aniden tanyeri 'gül gül' diye güneş oldu yeniden. Levni'yi kollarına alır taze bir bahar bir Tac-ı Kayser gibi sokulur sinesine onuruna Çırağan kurduğumuz aynalar düşer yüzyıllar boyu en karanlık ye'sine her hassa, bir merili bahçesine vurulur her sultanın tahtına bir prenses kurulur. bana, ne Dürr-i Yekta, ne Semen Sima gerek senden kalan her harfin içinde binlerce bağ bağına girmek için küçük bir ima gerek seninle güle döner derin vadi, yüce dağ bu sevda ılgıt ılgıt çoğaldıkça bedende Çiçekçiler Başbuğu olurum belki ben de. dikendi, serfiraza döndü kapında ruhum büyüdükçe çiçeğim, yapraklarım kısaldı senden önce ardında 'ah' edip avunduğum meğer bir malihulya, çaresiz bir masaldı ölümsüz vuslatına erdim Bağ-ı Safa'nın nağmeleri duyulmaz oldu Gülfer Kalfa'nın. dantelası çiğdemli yastıklar küf kokuyor yenilgiler devrinde tarümar oldu bostan göçenler mor kokulu hüzünler bırakıyor servilerin dalları yine kırıldı yastan bu gönül mevsiminden gitti uzağa giden atmak gerek toprağa tohumları yeniden. kapında pusat koyup gül alan sipahiler seccadesi sularda bir dervişe dönüşür tahammülü kuşanır, el açıp Me'va diler goncanın kirpiğinde nilüferle görüşür bir ömür yalnızlığı alsa da kollarına gittiği her ülkede gül düşer yollarına. gözüme gül dumanı çöktü yine bu akşam baktığım her noktada yalnız senin güllerin içimde gül pınarı aktı yine bu akşam irinli dertlerime şifa oldu ellerin Mecnun ile Leyla'nın buluştuğu yerdeyim bu gül yolculuğunda şimdi son seferdeyim. yanakları gül oya, parmakları gül dalı kızlar, delikanlılar baştanbaşa gül oldu ayrılık gül tohumu, şiir güle sevdalı şair ki, feryadından yana yana kül oldu onun çemenzarıdır köşelerde hıçkıran nerde bir bulut varsa, gülsuyudur fışkıran. gül sesleri geliyor; her yer dua ve niyaz açtı gök kapısını yerde çiğ taneleri adımları parıltı, alınları bembeyaz dağılıyor evrene gülün mestaneleri sen ki, en büyük GÜL'sün, en çok gülü seversin söyle bahçıvanına, bir gül de bana versin. Ulu Tanrı adıyla aldığım her nefeste senin için gül açar, kuş olup göğe uçar sen ey bahar elçisi, sen ey kutlu güldeste senin için cansızlar bile canından geçer gölgeler şehrinde gül, kimseye kalmayacak öteler şehrinde gül, bir daha solmayacak Gazel. Yazanlar peykerim destimde bir peymâne yazmışlar Görüp mest-i mey-i aşk olduğum mestâne yazmışlar. Bana teklîf-i zühd etmezdi idrâk olsa zâhidde Yazıklar kim anı âkil beni dîvâne yazmışlar. Değildir gözlerinde sâye-i müjgânı uşşâkın Hatın resmin beyâz-ı dîde-i giryâne yazmışlar. Benim âşık ki rüsvâlıkla tutdu şöhretim şehri Yazanlar kıssa-i Mecnûnu hep yâbâne yazmışlar. Nice zâhirdir ey Nef'î sözünden dildeki sûzun Yazınca nüsha-i şi'rin kalemler yâne yazmışlar yüzümden firar etti gözlerim şimdi bir denize bakıyorlar dört duvar arasında kalmışım yanımdakiler öyle diyorlar. kafamı çarptığım ranzanın demiri ciğerlerimi emen soğuk duvar saçımdaki karları çoğaltmışım yanımdakiler öyle diyorlar. görüş günüm olmadı henüz daha yeni başlıyor büyük acılar ve daha epey ağrıyacakmışım yanımdakiler öyle diyorlar. seni görmeyeceğim artık zaten tamamlanmıştı anılar ihtimal sabah alınırmışım yanımdakiler öyle diyorlar. gözlerime iyi bakarsın umarım günde milyonlarca kez seni ararlar diğer tüm hisleri bırakmamışım yanımdakiler öyle diyorlar . yanımdakiler öyle diyorlar Resmine baktığım güzel kız, genç kız Unuttum, Unuttum, Unuttum seni.. Eski bir albümde durursun yalnız Unuttum, Unuttum, Unuttum seni... İki harf, bir imza, bir tarih; garip! Besbelli üçü de mutsuz, mustarip Aklımı zorlama karşımda durup Unuttum, Unuttum, Unuttum seni... Bilemem aradan geçti kaç sene Memleketin nere, kimsin, adın ne? 'Hatırla' diyerek bakma yüzüme Unuttum, Unuttum, Unuttum seni... (Suları Islatamadım) Nazlı yârdan geldi bana bir name Eğer doğru ise kırdı belimi Dediler ki yarini yad iller almış Kadir Mevlam nasib eyle ölümü. Bülbüle söyleyin gülüne konsun Beni yârdan eden Allah'tan bulsun Sabreyle sevdiğim ilkbahar olsun Terkedeyim vatanımı ilimi. Ak yâri gördükçe ağladım coştum Al elinden dolu badeler içtim Kötüler sandı ki ben yârdan geçtim Ölmeyince çeker miyim elimi. Karac'oğlan derki konmadan göçmem Her olur olmaza sırrımı açmam Kötüler köprü olsa üstünden geçmem Taşık suya uğradırım yolumu Artarak gönlümün aydınlığı her saniyede Bir mehâbetli sabah oldu Süleymâniye'de Kendi gök kubbemiz altında bu bayram saati, Dokuz asrında bütün halkı, bütün memleketi Yer yer aksettiriyor mavileşen manzaradan, Kalkıyor tozlu zaman perdesi her an aradan. Gecenin bitmeye yüz tuttuğu andan beridir, Duyulan gökte kanat, yerde ayak sesleridir. Bir geliş var! .. Ne mübârek, ne garîb âlem bu! .. Hava boydan boya binlerce hayâletle dolu... Her ufuktan bu geliş eski seferlerdendir; O seferlerle açılmış nice yerlerdendir. Bu sükûnette karıştıkça karanlıkla ışık Yürüyor, durmadan, insan ve hayâlet karışık; Kimi gökten, kimi yerden üşüşüp her kapıya, Giriyor, birbiri ardınca, ilâhî yapıya. Tanrının mâbedi her bir tarafından doluyor, Bu saatlerde Süleymâniye târih oluyor.. Ordu-milletlerin en çok döğüşen, en sarpı Adamış sevdiği Allah'ına bir böyle yapı. En güzel mâbedi olsun diye en son dînin Budur öz şekli hayâl ettiği mîmârînin. Görebilsin diye sonsuzluğu her yerden iyi, Seçmiş İstanbul'un ufkunda bu kudsî tepeyi; Taşımış harcını gâzîleri, serdârıyle, Taşı yenmiş nice bin işçisi, mîmâriyle. Hür ve engin vatanın hem gece, hem gündüzüne, Uhrevî bir kapı açmış buradan gökyüzüne, Taa ki geçsin ezelî rahmete ruh orduları.. Bir neferdir, bu zafer mâbedinin mîmârı.. Ulu mâbed! Seni ancak bu sabah anlıyorum; Ben de bir vârisin olmakla bugün mağrûrum; Bir zaman hendeseden âbide zannettimdi; Kubben altında bu cumhûra bakarken şimdi, Senelerden beri rüyâda görüp özlediğim Cedlerin mağfiret iklîmine girmiş gibiyim. Dili bir, gönlü bir, îmânî bir insan yığını Görüyor varlığının bir yere toplandığını; Büyük Allah'ı anarken bir ağızdan herkes Nice bin dalgalı Tekbîr oluyor tek bir ses; Yükselen bir nakaratın büyüyen velvelesi, Nice tuğlarla karışmış nice bin at yelesi! . Gördüm ön safta oturmuş nefer esvaplı biri Dinliyor vecd ile tekrar alınan Tekbîr'i Ne kadar saf idi sîmâsı bu mü'min neferin! Kimdi? Bânisi mi, mîmârı mı ulvî eserin? Taa Malazgirt ovasından yürüyen Türkoğlu Bu nefer miydi? Derin gözleri yaşlarla dolu, Yüzü dünyâda yiğit yüzlerinin en güzeli, Çok büyük bir iş görmekle yorulmuş belli; Hem büyük yurdu kuran hem koruyan kudretimiz Her zaman varlığımız, hem kanımız hem etimiz; Vatanın hem yaşayan vârisi hem sâhibi o, Görünür halka bu günlerde teselli gibi o, Hem bu toprakta bugün, bizde kalan her yerde, Hem de çoktan beri kaybettiğimiz yerlerde.. Karşı dağlarda tutuşmuş gibi gül bahçeleri, Koyu bir kırmızılık gökten ayırmakta yeri. Gökte top sesleri var, belli, derinden derine; Belki yüzlerce şehir sesleniyor birbirine. Çok yakından mı bu sesler, çok uzaklardan mı? Üsküdar'dan mı? Hisar'dan mı? Kavaklar'dan mı? Bursa'dan, Konya'dan, İzmir'den, uzaktan uzağa, Çarpıyor birbiri ardınca o dağdan bu dağa; Şimdi her merhaleden, taa Bâyezîd'den, Van'dan, Aynı top sesleri birbir geliyor her yandan. Ne kadar duygulu, engin ve mübârek bu seher! Kadın erkek ve çocuk, gönlü dolanlar, yer yer, Dinliyor hepsi büyük hâtırâlar rüzgârını, Çaldıran topları ardınca Mohaç toplarını.. Gökte top sesleri, bir bir, nerelerden geliyor? Mutlaka her biri bir başka zaferden geliyor: Kosova'dan, Niğbolu'dan, Varna'dan, İstanbul'dan.. Anıyor her biri bir vak'ayı heybetle bu an; Belgrad'dan mı? Budin, Eğri ve Uyvar'dan mı? Son hudutlarda yücelmiş sıra dağlardan mı? . Deniz ufkunda bu top sesleri nerden geliyor? Barbaros, belki, donanmayla seferden geliyor! .. Adalar'dan mı? Tunus'dan m, Cezayir'den mi? Hür ufuklarda donanmış iki yüz pâre gemi Yeni doğmus aya baktıkları yerden geliyor; O mübârek gemiler hangi seherden geliyor? . Ulu mâbedde karıştım vatanın birliğine. Çok şükür Allaha, gördüm, bu saatlerde yine Yaşayanlarla beraber bulunan ervâhı.. Doludur gönlüm ışıklarla bu bayram sabahı. Kapı kapı bu yolun her kapısı ölümse, Her kapıda ağlayıp son kapıda gülümse! Günahım, vebalimdin Kızımdın kimi zaman Kız kardeşim Yada sevgilimdin Hiç bir şeyim değildin Belki de her şeyimdin Çirkinimdin, Güzelimdin Sevgide iki gözüm Dostlukta iki gözüm Dostlukta sağ elimdin Dilim dilimdin Öpüşürken Yüreğime serilmiş Nakışlı bir kilimdin Deli olurdum Bir gün görmesem Hasretimdin, Hayalimdin Bir başkaydı Kavuşmalarımız O zamanlar çılgındım Delindim Şimdi bakıyorum da Geldiğimiz yere Soruyorum Sahi sen kimdin? Lirism her şeyden önce lirism Maddeden tarihten İsa’da önce Soldan önce, sağdan önce Aç karnına bolca lirism. Lirism kaş göz Lirism sağduyu Kimi yerde istakoz Kimi yerde fasulyenin suyu. Ne ilahi şeydir o lirism Kimine cepken cepken cepken Kimine kimine kimine yelek Ah ben lirismi pek severim. Mesela şu çorbanın Tuzu biberi iyi Yağı ala çok ala Peki hani lirismi. Lirism Sulukule Lirism Büyükada Lirism sudan ucuz Lirism aslan ağzında. MC Anday Beyaz camda kara baykuş Gül üstüne türkü söyler. Yaş tezeğe sinek konmuş Bal üstüne türkü söyler.. “Özveri, koşul, olanak, Süreç, eşgüdüm, soyut, halk” Dama çıkmış, maymuna bak Dil üstüne türkü söyler.. Taklittir tipi, kılığı Yuva yapar her deliği Sermayenin kart sülüğü Sol üstüne türkü söyler.. Yaşlı dede, dilsiz bebek Dert taşıyor öbek öbek Yer altında kör köstebek Dal üstüne türkü söyler.. Zümrüt köşkte kindar ayı Ne rakam tanır ne sayı Rezil eylemiş haftayı Yıl üstüne türkü söyler.. Bir beygir ki, tekten bu tür Yular kırar kütür kütür Kendi iğdiş, eşi katır Döl üstüne türkü söyler.. Emrederse haydut başı Yağmalanır Pazar, çarşı Kaplumbağa ata karşı Yol üstüne türkü söyler.. (Suları Islatamadım) hacet yok hatırlatmasına seni hatıraların bir dakika bile çıkmıyorsun aklımdan koşar gibi yürüyüşün karanlıkta bir ışık gibi aydınlık gülüşün . hacet yok hatırlatmasına seni hatıraların uzak uzak yıldızlarla çevrilmiş kainatın karanlık boşluklarında akıp giderken zaman . adımla nasıl berabersem öylece beraberiz seninle her saat seninle her dakika seninle her saniye gönlümüz mutluluğa inanmış olmanın gururuyla rahat koltuğumuzun altında birer dinamit gibi kellemiz ve sonra her zaman her ölümlüye aynı şartlar altında kısmet olmıyan gerçekleri görmenin aydınlığı alınlarımızda . hacet yok hatırlatmasına seni hatıraların sen bana kalbim kadar elim kadar yakınsın Şu garip halimden bilen işveli nazlı Gönlüm hep seni arıyor neredesin sen Datlı dillim güler yüzlüm ey ceylan gözlüm Gönlüm hep seni arıyor neredesin sen . Ben ağlarsam ağlayıp gülersem gülen Bütün dertlerim anlayıp gönlümü bilen Sanki kalbimi bilerek yüzüme gülen Gönlüm hep seni arıyor neredesin sen . Sinemde gizli yaramı kimse bilmiyo Hiç bir tabip bu yarama melhem olmuyo Boynu bükük bir Garibim yüzüm gülmüyo Gönlüm hep seni arıyor neredesin sen Şu karşıki karlı dağlar Pare pare duman şimdi Sevişmesi bir hoş ama Ayrılması yaman şimdi. Gülün çevresi har m'ola Çektiğin ah ü zar m'ola Acep beni anar m'ola Ol kaşları keman şimdi. Arasam yari bulurum Yoluna serim veririm Bir gün görmesem ölürüm Gör n'eyledi yaman şimdi. Emrah'ım kapıya çıkar Çıkar da yollara bakar Aşıkı odlara yakar Boyu uzun fidan şimdi İşte kurşun kubbeler şehri İstanbul'dasın Havada kaçan bulutların hışırtısı Karaköy çarşısından geçen tramvayların camlarına yağmur yağıyor Yenicami Süleymaniye arkalarını kirli bir göğe vermişler Hiç kımıldamıyorlar Ayasofya elleriyle yüzünü kapamış bütün iştahıyla ağlıyor. İnsanlar sokak sokak çarşı çarşı ev ev İnsanlar sırt sırta omuz omuza verip durmuşlar Boyunları bükük Yorgun asabi kederli kindar Yığın yığın olmuşlar hepsi köprünün açılmasını bekliyor Bir anda şehrin dört bucağına akacaklar Bir anda iki ayrı kıtadaki insanlar gibi Fatihliyle Beşiktaşlı sarmaş dolaş olacak. Sarı uzun yüzlü cesur işçiler Dört köşe halinde veya dağınık bir şekilde durmuşlar Hiç konuşmuyorlar Benim onları birer birer çalıştıkları yerlere götürüp bıraktığım olmuştur Hepsi dar kapanık yerlerde, sıkıntılı işlerde çalışırlar Hepsi deli gibi severler yaşamayı Bu en önde giden grup Tophane'de Dikimevi'nde çalışır Sekiz kızdır ancak üçü evlenmiştir Bu saçları darmadağın asık suratlı delikanlılar Kömür işçisidir Bu üç kız, Beyoğlu'nda büyük bir mağazada tezgâhtar Bunlar yol amelesidir Bunlar vapur işçisi Öbürleri duvarcı hamal ırgat kayıkçı Hepsi bu gök altında sarmaş dolaş olmuş yürüyorlar. Dünyada işlerine giden insanları görmek kadar güzel bir şey yoktur (Biliyorum artık akşama kadar onları hiç görmeyeceğim). Durduğun yerden İstanbul köprüsü tramvayları mavnalarıyla sanki yürüyor Bu sislerin ve bulutların arasından en sonra harekete geçen Kız Kulesi'dir Kayıkların direkleri insanların üzerinde Büyük bir bulut gelip durmuştur İşte karın karına vermiş motorlardaki balıkların üstlerine yağmur yağıyor Bir defa olsun akıllarına gelmemiştir Gözleri pırıl pırıl balıkların Bir İstanbul göğü altında ağlamak. Hepsi denizde geçen hayatlarını düşünüyorlar Dokunsanız ağlayacaklardır. İstanbul açları tokları hastalarıyla aynı kıta üzerinde bulunuyor İşkence korkusu, Hapis korkusu, Açlık.... Bir korkusu var adamın, Bütün korkuları yenmiş adamın Bir korkusu... Biz her şeye, esirgeyen ve bağışlayan, çokça esirgeyen ve çokça bağışlayan, hep esirgeyen ve hep bağışlayan rabbin adıyla başlayan adamlarız anna. . büyücülerin, haramilerin, borsacıların, reklamcıların, korsanların, işgalcilerin, bankacıların elinden kurtulmamız da bundan. sanayi devriminde bile, karanlık, rutubetli, çok bağırışlı, çok nefessiz, çok sabahsız, çok aşksız, çok çiçeksiz, çok neşesiz, çok kitapsız bir fabrikada hayatta kaldık sırf bu yüzden. . piyasaların hınçla dolu iniş çıkışlarına kalbimiz dayanıyor bir şekilde. kalbimiz derken, ilk gençliğimiz, sakalımız, bir kasetin iki yüzüne de ard arda kaydedip dinlediğimiz şarkımız diyorum aslında. işte böyle yaşıyoruz ve yaşamak da sana dair uzayıp giden bir özleme dönüşüyor. insaf et anna! . gidelim buradan. senin masumiyetini, bilgelik zamanlarından kalma sırları, dünyanın bütün sabahlarını yanımıza alıp da gidelim. hesap etmeden, haritaya bakmadan gidelim. ölelim diyecektim az kalsın. ölmeyelim. hiç ölmeyelim anna. sarılalım diyecektim az kalsın. içimden böyle şeyler de geçiyor işte. sarılalım, dudakların… tamam sustum. . gitmek istemezsen bir şiir miktarı kadar otursak diyorum. şiir kalsın istersen, sadece otursak. oturmasan da olur benimle,sadece ellerimi tut. ellerimi tutma dilersen sadece yüzüme bak. yüzüme bak ama anna, yüzüme bak. gözlerime bak, gözlerimin içine bak. gözlerim biraz karanlık. içinde cenkler, ayinler, kesik damarlar, kapıları yumruklayışlar, cipralexler, turgutlar, edipler,sezailer, siyahlar, beyazlar, uykusuzluklar, bitmeyen başağrıları, bildirilerin öfkesi, duvarlara uzun dalmışlıklar var.. gözlerim biraz yorgun. içinde bekleyişler, bekleyişler, bekleyişler, bekleyişler, bekleyişler, bekleyişler… bekleyişler anna. . köylü çocukların parasız yatılı sonuçları mesela. nişanlısı askerde kızlar, kızı ölüm orucundaki baba, babası tersanede oğul, oğlu şizofren anne. . hepsini sayamam gerçi, utançlarım da var. ama geçecek hepsi, geçecek. şifalı gözlerin her şeyi iyi edecek. gözlerimin içine bakmaktan korkma anna. sen adımını attığın andan itibaren hira dinginliğine dönüşecek ortalık. Adağı olduğum gülücüğüne Gör ne ucuz pazardır. Yeni bir bakışla kavradın beni Barış mı kavga mıdır. Sürsün bitmesin bu onurlu ilgi Bu çağın çıkmazıdır. Bir kuru sarnıçtır sensiz hayalim Candır aşkın bedeli. Ey dil ey kalbimin öksüz çocuğu Azığın ağıt senin. Gözlerin içimin tutukevidir O bir özge meydandır. Düşlerim seninle kuşatılmıştır Ağzım değmez eline I. Yağmur dalgın bir efkâr giyinir Ekim’de. Kumrular sokağı‘*nda çekilmiş bir diş gibi kalırım; çekilmiş bir diş gibi Diyarbakır’dan.... Ağrırım, bağırırım aldırmaz! . İlle de gökkuşağı giyinir gökyüzü her Ekim’de.... II. Kumrular sokağı bir kente uzayıp gider. Gökkuşağım, ayrılığım, ömür ki eskir ve aşka uzayıp gider…. Tırmalarken göğsümü sabrın sancısı, yalnızlığın kül tadıyım; bakarım, yağmur utanmaz bulutundan, hasretin üvey adıyım…. III. Kumrular sokağında efkârın adıyla bir akşamüstü; gövdesine tutunmuş dal, dala tutunmuş serçe, telaşlı, o da kendince… Sonra aşklarda kül, camlarda perde; usulca harlanır sevişmeler de.... IV. Kumrular sokağında andlara hep bol geldim, küfürlere dar. Dönüp baktım, ne göreyim, yağmalamış gençliğimi yargıçlar! . Desene Sivas’ın kırık sazıyım, kendimin ayazıyım, kalbimde ölü çocuklar… Tufanlar ardımda ve buruşuk anılar. Nedense hiç uslanmamış bozgunlar.... V. Oysa haklı ve haksız bütün kitaplar yazılmıştır. Susuşlar eskimiş, küfürler edilmiştir. Biliyorum, yalnızlıktan öte dostun yok insan; insan ki bozuk paralarda bozgundur, yenilmiştir.. /Şimdi bilekleri kesik bir intihardır yaşam…/. VI. Düştüğü yerde tanımazken kendi suyunu yağmur; biliyorum, aynı dalda gül bile anlamaz dikenini. Anlasana, anlatamaz kimse yıkımını başka yıkıma. Cudi’de napalm, Datça’da ıssız koylara, New york Şırnak’a anlatılmaz. Her gün yanar söner yanar söner kasvetimle bin ateş; ölüm, dirilere anlatılamaz.... VII. Bilirsiniz her sokağın bozuk bir sicili vardır ve utancı sokakların, günleri şehvete fedâ eden şizofren babalardır. Gözlerinde yalnızlığı bir hançer gibi saklayan kadınlardır.. Sonrası sokakların, bozkırlardır, hani bir ak tay düşüyle uzayıp gider ve rüzgârların ıslığıyla göklere teğet geçer.. Oysa kumrular sokağı bir kente uzayıp gider; gökkuşağım, ayrılığım, ömür ki eskir ve aşka uzayıp gider…. VIII. Daha sevginin herkesten şikayeti var. Daha herkes kendi sanıklığıyla kör, tanıklığıyla yargıç. Bu yüzden söz, bitmiştir.... Gökyüzü mü? O, kırgındır, kirletilmiştir…. . *Kumrular sokağı: Ankara’da bir sokak. Nasıl kar yağdı bugün, gece sabaha karşı, Ortalık bembeyazdı, sanki bir gelin gibi. Tane tane döküldü, göklerin sevda marşı, Günahtan arındırdı, tüm günahkar yüzleri.... Yüzünde güller açtı kar yağınca herkesin, İlk kez böyle günahsız, ilk kez böyle neşeli. Çocuklar gibi gülşen, çocuklar gibi şen Gökten armağan gibi döküldü her tanesi.... Sokak lambalarından, süzüldü tane tane Usul usul indiler bir birine değmeden. Melekler indirirmiş her bir kar tanesi, Annem öyle derdi de inanmazdım küçükken.. Bir iken bin oldular, on binlere karıştı, Çoğaldı da yerden bir karış açtı. İnsanlar döküldüler yollara birer birer, Değen her ayak izi bir günah gibi kaldı.... Allah kar gibi yağdı kullarının üstüne, Temizledi akladı, bembeyaz bir kuş gibi. Her birimiz yıkandı, katran katran üstüne, Bakamaz olmuştuk biz aynalara gün gibi.. İnsanlar kötü artık, zaman hiç değişmedi, Geçen zaman ne yapsın, biz ettik kendimize. Bu karda yağmasaydı halimiz ne olurdu? Allah yine acıdı, bak yetişti bizlere.... Kar da bembeyaz yağar, anamızın sütü de Gelinlik de beyazdır, giydiğimiz kefen de, Birinde ağlarız biz diğerinde güleriz, Beyazdan ak beyazı, buyurun sıyırın işte... Ağırlığı dünyanın aşktır. Yalnızlığın yükü altında. Hoşnutsuzluğun yükü altında, o ağırlık sırtımızdaki o külfet aşktır.. Kim diyebilir ki öyle değil? Rüyalarda o ağırlık sürtünür vücuda. Fikrinde bir mucizedir, hülyanda kıvranır insan olup doğuncaya dek.. Şeffaflıkla yanıp kızaran kalbinden bakınır- ki hayatın yükü aşktır. Ama biz üstleniriz onu bitkin ve yorgun, soluklanmak zorundayız artık kucağında aşkın, dinlenmeliyiz kolları arasında aşkın. İstirahat olmaz aşk olmadan; yoktur uyku aşk düşleri görmeden, delirsen de, ürpersen de çıkmasa da serden meleklerle makineler, son temenni aşktır. -acı olamaz o, inkâr edemez tutamaz kendini yok sayılırsa: Öyle çetindir ki yükü. -yaymak zorundadır kaygılar gibi çünkü çevrilemez de geriye verilir yalnızlıkla ölçüsüzlüğünün şahaneliğinde.. Ilık vücutlar parıldarlar birlikte içinde zifir gecenin,. el uzanır vücudun tam ortasına, ten ürperir bahtiyarlıkla ve gönül sevinçle tebellür eder nazara-. evet, evet buydu işte benim istediğim, isterdim hep bunu, hep istedim, dönmek istedim tekrar bir çocuk gibi doğduğum bedene. yankılanır abanoz sokağı'ndan fahişelerin tamtamları tamtamları ingiliz sarayı iki adımlık yer viyana oteli tenha bir liman koridorlarında bıyıkları ıslak gözleri kan çanağı yalnızlık adamları adamları. 305'te şüpheli bir cıgara ucunda tel tel dökülen bir çocuk ne yanına dönse simsiyah yağmurun kederli camları camları birini bekliyor ama kimi elleri ter içinde teri soğuk kapıyı dinler arasıra akşamları militan akşamları. yukardaki odalar bütün boş fakat merdivenlerde fısıltılar belli belirsiz ayak sesleri birileri mi var o mu çok sarhoş siyasi polis olmasın yoksa serüven bitti mi anlaşılmaz telefonlar çalıyor karanlık anlamları anlamları Yürü bre yalan dünya Yalan dünya değil misin Hasan ile Hüseyin'i Alan dünya değil misin. Ali bindi Düldül ata Can dayanmaz bu firkata Boz kurt ile kıyamete Kalan dünya değil misin. Tanrı'nın Arslan'ın alıp Düldül'ü dağlara salıp Yedi kere ıssız kalıp Dolan dünya değil misin. Bak şu kaşa, bak şu göze Ciğer kebap oldu köze Muhammed'i bir top beze Saran dünya değil misin. Pir Sultan'ım ne yatarsın Kurmuş çarhını dönersin Ne konarsın ne göçersin Duran dünya değil misin Torpağım üstünə kölgə lə r salan Mə nim varlığımın cilası-bayraq. Zə fə rdə n doğulmuş Göytürkdə n qalan Qurdbaşlı bayrağın balası bayraq. . Üçrə ngli bayrağın kölgə sində mə n Qaraca torpağı və tə n görmüşə m. Zə fə r güllə rini dövri-qə dimdə n Bayraq işığında bitə n görmüşə m. Bayraq mə nliyimdir, bayraq kimliyim, Bayraq-öz yurduma öz hakimliyim. . Harda ə cdadımın ayaq izi var, Bu zə fə r bayrağım orda dikə lsin. Keçdiyi yerlə rdə dağlar, yamaclar Onun hüzuruna salama gə lsin. Tarixdə n qə dimdir, zamandan qoca Mə nim bayrağıma sancılan hilal. Alə mə nur saçdı tarix boyunca Mə bə dlə r başma tac olan hilal. . Daim ucalasan! Savas günündə Ə sgə r silahıyla sə ni tə n görüm. Yalnız zə fə r çalmış şə hid önündə Sə ni alqış üçün ə yilə n görüm. . Aprel,1998 Ben derdimi hangi dağa Yüreğimi hangi suya diyemiyorum Sen benimsin bahar gözlüm Yarınlar da ikimizin yürüyoruz Turnalar oy sevdiğim oy Sen benimsin bahar gözlüm Yarınlar da ikimizin yürüyoruz Ben acılar denizinde boğulmuşum işitmem vapur düdüklerini, martı çığlıklarını Dalgalar her gün bir başka kıyıya atar beni Duyarım yosunların benim için ağladıklarını. Ölüyüm çoktan, bir baksana gözlerime Gör, içindeki o kanlı cam kırıklarını Bu ne karanlık, bu ne zindan gece böyle Bütün gemiler söndürmüş ışıklarını. Ben acılar denizi olmuşum, yaklaşma Sularım tuzlu, sularım zehir zemberek Baksana; herkes içime dökmüş artıklarını. Bu karanlık bitse artık, bir ay doğsa Bir deli rüzgar çıksa; alıp götürse Yılların içimde bıraktıklarını... zar tutuyorsun ey hayat bu kaçıncı sevgili yanlış ata oynamışım gözlerim öyle dedi.. pır pır diye ses çıkardı yürürken yüreğimden denizleri sulardım tozmasın diye deniz sporu çok severdim çiçeğe yem vermeyi kuşlara binerdim ve kaçardım basından bak buraya yazıyorum diye milyar kelimeyi ziyan eden de bendim hem de hiç sıkılmadan.. güzeldim de galiba bunu nasıl söylesem: eline sağlık Tanrım leyla çok güzel olmuş Tanrım eline sağlık dünya da çok güzel olmuş keşke biraz ölmesem. Seni sevdiğimi göreceksin sevmediğim zaman, çünkü iki yüzüyle karşına çıkar hayat. Bir sözcük sessizliğin kanadı olur bakarsın, ateş de pay alır kendine soğuktan.. Seni sevmeye başlamak için seviyorum seni, sana olan sevgimi sonsuzlaştıracak bir yolculuğa yeniden başlamak için: bu yüzden şimdilik sevmiyorum seni.. Sanki ellerindeymiş gibi mutluluğun ve hüzün dolu belirsiz bir yarının anahtarları hem seviyorum, hem de sevmiyorum seni.. Sevgimin iki canı var seni sevmeye. Bu yüzden sevmezken seviyorum seni ve bu yüzden severken seviyorum seni.. (cevat çapan) Sen iyi ki doğdun Ben iyi ki yaşıyorum Ne güzel şey Seni hala seviyorum Aşkın şerarı ateşi ta bağrıma düştü, Ahım işiden yandı deyu başıma üştü, İmdadıma eşkim ile dide yetişti, Hepsi kalıp acz dediler: 'eyvah', Yansın ko dedim, sönmeye söndürmeye Allah. Soluğu rüzgarlardan derlendi Yollar o çingeneden bulaştı bana Tek gerçek düşlerimdi belki de Bir masaldan aldım rengimi. Tutku yaşından büyük gösteriyorsa Sağır ve dilsiz geceler sorumludur Gözlerin Ve şer iklimi Bana kanlı mühürler kaldı O tarih tacirinden Uçurumlar çığlıklar ve ölüm tarifleri. Bildiğim tüm masallardan topladım acıları Yakama iliştirdim Yaşamak dedim adına sığınaklar emzirdim Bütün sözcükleri yüzleştirdim ateşle Anlatamadım günlerin cehennemini. Ajans haberlerinde kirleniyor insanlık Bütün sevinçler çarmıhta hızla yaşlanıyor Çocuklar Bozguna uğramış aşk düşürmüş bayrağını Geceler unutmuş sevişmeleri. Tanrılara bulaştırmak için bu cinneti Deliyorum aşkın ambargosunu Yeniden yollara vuruyorum kendimi. Teninden soyunsun artık çığlıklar Şimdiki zaman'a çekiyorum bütün fiilleri Bakışlarında köprüledim uçurumları Uyak olup düşüyorum dünyanın gözlerine Taze bir çığlığım artık bu kontra mevsiminde Herkesin biraz 'faili' olduğu 'Meçhul' bir cinayetim şimdi. Bana katliamlar kaldı O tarih tacirinden Ağıtlar sürgünler ve muhbir suretleri. Bütün yenilgilerimi temize çektim Ölüm boy veriyor artık Düşlerimle suladığım topraklarımda Gözlerine ayarladım tüm imgeleri Geçsin günler, haftalar, Aylar, mevsimler, yıllar... Zaman sanki bir rüzgar Ve bir su gibi aksın... Sen gözlerimde bir renk Kulaklarımda bir ses Ve içimde bir nefes Olarak kalacaksın... Hurûşan bad-ı süfliyyet derunundan, kenarından; Girizan ruh-i ulviyyet hariminden, civarından. Çıkar bin nal e-i nevmid hak-i ra' şe-darından, iner bin zulmet-i makber feza-yı şeb-nisarından. Gelir feryadlar ebkem duran her seng-i zarından: yıkılmış hanümanlar sanki çıkmış da mezarından! Dehan-ı hasret açmış rahnedar olmuş cidarından! Çöker bir dild-i matem titreyen kandil-i tarından: Sönüp gitmiş ocaklar yükselir güya gubarından! Giren bir kerre nadirndir hayat-ı müstearından; Çıkan avaredir artık cihanın kar-u barından. Dökülmüş ab-rûlar bade-i pesmande halinde! Emel bir münkesir peymanedir saff-ı nialinde! Boğulmuş ruh-i insani şarabın mevc-i alinde. Nümayan mel'anet sakisinin çirkin cemalinde! Nemazi var, ne ati, bak şu ayyaşın hayalinde... Tutup bir zehr-i ateşnak dest-i bi-mecalinde, Zeval-i ömrü bekler hem şebabın ta kemalinde! Meraret intıba' etmiş cebin-i infialinde... Derin bir iltivanın sine-i zerd-i melalinde Odur ancak hüveyda ser-nüvişt-i bi-mealinde, Müebbed bir denisyan nazra-i sengin-i lalinde. Canım sıkıldı dün akşam, sokak sokak gezdim; Sonunda bir yere saptım ki, önce bilmezdim. Bitince bir sıra ev, sonra bir de vi'rane, Dikildi karşıma bir han kılıklı meyhane: Basık tavanlı, karanlık sefil bir dükkan; İçinde bir masa, yahud civar tabutluktan Atılma çok ölü görmüş acıklı bir teneşir! Yanında hurdası çıkmış bir eski püskü sedir. Sakat, bacaksız on onbeş hasırlı iskemle, Kırık dökük şişeler, bir de çinko tepsiyle Beş on kadeh, iki üç testi... Sonra tezgahlık Eden yan üstüne devrilme kirli bir sandık. Sönük sönük yanıyar rafta isli bir lamba... Önünde bir küme: Fes, takke, hırka, salta, aba Kımıldanıp duruyorken, sefil bir sohbet, Bu isli zulmete vermekte büsbütün vahşet: - Kuzum Dimitri, bu akşam biraz ziyadece ver... - Ziyade, anladık amma ya içtiğin şişeler? - Çizersin... - Öyle mi? Lakin silinmiyor çetele! Bakın tavan tebeşirden görünmez oldu... - Hele! - Bizim peşin paramız... Alınadın mı dün kuruşu? - Ay ol, tükendi m ezen... Bari koy biraz turşu. Arattı kendini ustan... Dinince dinlensin! - Hasan be, sen de nasıl nazlı nazlı söylersin! Nedir o türkü... Aman başka yok mu? Halı, şöyle! - Ömer, ne nazlanıyorsun? Biraz da sen söyle. - Nevazil olmuşum Ahmed, bırak sesim yok hiç... - Sesin mi yok? Açılır şimdi: Bir imam suyu iç! - Yarın ne iştesin Osman? - Ne işteyim... Burada! - Dimitri çorbacı, doldur! Ne durmuşun orada? - O kim gelen? - Baba Arif. - Sakallı, gel bakalım... Yanaş - Selamün aleyküm. - Otur biraz çakalım... - Dimitri, hey, parasız geldi sanma, işte para! - Ey anladık a kuzum... - Sar be yoldaşım cıgara... - Aman bizim Baba Arif susuz musuz içiyor! - Onun bi dalgası olmak gerek: Tünel geçiyor. - Moruk, kaçıncı kadeh? Şimdicek sızarsın ha! - Sızarsa mis gibi yer, yatmamış adam değil a. Yavaş yavaş kafalar, kelleler kızışmıştı, Ağız, burun, hele sesler bütün kanşmıştı; Dikildi ağzına, baktım, açık duran kapının, Fener elinde bir erkek, yanında bir de kadın. Beş on dakika süren bir düşünceden sonra, Kadın da girdi o zulmet sera-yı menffira. Gözünde ebr-i te'essür, yüzünden hfin-i hicab, Vücudu ra'şe-i naçar-ı ye's içinde harab, Teveccüh eyleyerek sonradan gelen Baba'ya: - Demek taşınmalı artık çoluk çocuk buraya! Ayol, nedir bu senin yaptığın? Utan azıcık... Anan da, ben de, yumurcakların da aç kaldık! Ne iş, ne güç, gece gündüz içip zıbar sade; Sakın düşünme çocuklar aceb ne yer evde? Evet, sen el kapısında sürün işin yoksa; Getir bu sarhoşa yutsun, getir paran çoksal Zavallı ben... Çamaşır, tahta, her gün uğraş da, Sonunda bir paralar yok, el elde baş başta! O tahtalar, çamaşırlar da geçti: Yok halim... Ayakta sallanışım zorladır Buda alim! Çalışmadın, beni hep bunca yıl çalıştırdın; O yavrucakları çıplak, sefil alıştırdın; Bilir mahalleli kim aldığın zamanda beni, Çehiz çimenle donatmıştı beybabam evini. Ne oldu şimdi o eşya? Satıp kumarda yedin. Evet, kumarda yedin, hem de Karşılar'da yedin! Kızın yetişti, alan yok, nasıl olur ki? Soran "Şu sarhoşun kızı İffet değil mi? Vazgeç aman! " Diyen kadınlara; "Pek doğru, pek" deyip gidiyor: Bu söz zavallıyı bilsen ne türlü incitiyor! Benim güzel meleğim, hiç de tali'in yokmuş: Anan benim gibi sersem; babansa bir sarhoş! Necip de minderi koltukta geldi mektepten... Demiş ki kalfa: "Sekiz aydır almadım hele ben Ne haftalık, ne de aylık... Senin baban olacak Kumarcı, oğlu için az yesin de tutsun uşak! " Koğuldum anne! Deyip ağlıyor zavallı çocuk... Ne yapsın annesi? Dünyada bir güvendiği yok! o bari bir adam olsun da kalmasın cahil, Demiştim olmadı... Lakin kabahat onda değil; O, her sabah okuyordu gürül gürül cüzünü; -Ayırmıyordu kitaptan ne olsa hiç gözünü. Üç akşam oldu ki yoksun. Necip: Babam nerde! Ben isterim onu mutlak demez mi? Bak derdel Sular karardı; bu saatte hiç gezer mi kadın? O, sarhoşun biri; tut kim sokak sokak aradın... Nasıl bulursun a yavrum? Yarın gelir belki, Dedim. Fakat çocuğun durmuyordu. Baktım ki Avutmanın yolu yok; komşunun Hüseyin Ağa'yı Alıp dolaşmadayım yatsı vakti dünyayı, Anam benim gibi evlad doğurmaz olsaydı, Bu hali görmeden evvel gözüm yumulsaydı! Herif, şu halime bak, merhametli ol azıcık... Bırak o zıkkımı, içtiklerin yeter artık. Efendiler, ağalar, siz de bir nasihat edin, Sizin de belki var evladınız... - Hasan, ne dedin? - Bırak köpoğlu kadın amma çalçeneymiş ha! - Benimki çok daha fazlaydı. -Etme! -Elbet ya! Onun için boş adım. Sen işitmedin mi Halim? - Kadın lakırdısı girmez kulağına zati benim. Senin karım dediğin adeta pabuç gibidir: Biraz vakit taşınır, sonradan değiştirilir. Kadın bu sözleri duymaz, tazallüm eylerdi; Herif mezar taşı tavrıyle sade dinlerdi. Açıldı ağzı nihayet, açılmaz olsa idi! Taşıp döküldü, içinden şu la'net-i ebedi: -Cehennem ol seni hınzır orospu, git: Boşsun! -Ben anladım işi: Sen komşu, iyice sarhoşsun; Ayıltınız şunu yahu! - İlişmeyin! -Bırakın! Herif ayıldı mı, bilmem, düşüp bayıldı kadın! Yüzük parmağımda, Ve alnımda gelin çelengi; Muhteşem mücevherler ve satenşer Hepsi emrinde, Ve ben mutluyum şimdi.. Ve Lordum ki beni çok sever; Ama andını ilk kez içtiğinde, Hissetim göğsümün kabardığını- Çünkü bir ölüm çanı gibi öttü sözler Ve ses onunkiymiş gibi geldi. Savaşta düşmüştü o kuytu ağaçlıkta Ve mutludur şimdi.. Ama konuşup bana güvence verdi, Ve solgun alnımı öptü, Derken bir hayal hali geldi üzerime, Ve kilise avlusuna taşıdı beni, Ve ona dedim ki iç çekerek (merhum D'Elormie sanıp onu) 'Oh, mutluyum şimdi'.. Ve böylece söylendi bu sözler, Ve bu evlilik andı; Ve, inancım yıkılsa da, Ve, kırılsa da kalbim, Delil olarak burada yüzük Ki mutluyum şimdi, Bak, mutluluğumu kanıtlayan Şu altından simgeye.. Tanrım, uyanabilseydim keşke. Çünkü bilmeden düş görüyorum nasıl olduğunu, Ve fena sarsılıyor ruhum Atılmasın diye yanlış bir adım, - O unutulan ölü Mutlu olmayabilir belki diye İnsanlık bir kermekeş içindedir Yaşlı dünyamızın beş kıtasında Nihayetsiz kederler ortasında Şehirler ve köyler ateş içindedir Arzın paramparça haritasında. O dünya kulların büyük dünyası Kullar Tanrının büyüklüğünce hür Bütün anlamını kaybetmiş ömür Söz verilmiş geniş haklar sonrası Ekmeğe, şaraba, Tanrıya şükür. Gökler, denizler, savaş meydanları O, ufuklar gibi sonsuz ve derin Matemini tutar cengaverlerin Onlar mıydı günahsız kurbanları Kanımızdan örülmüş zaferlerin. Dilenciler, körler, sakatlar için Yollarda hazin türküler söylenir İnsanlık açlığa, yokluğa esir Bir pula satılmış maksatlar için Kurtlarla, kuşlarla, balıklarla bir. Bir kısırlık bürümüş toprakları Ufkumuzda güneş doğmuyor artık Ne bulut var gökyüzünde, ne ışık Bıçak açmaz o mahzun dudakları Dünyamız zindanlar gibi karanlık Orucumu yiyiyorsam Ramazanda, Mübarek aydan habersiz sanma, Çileden gece oluyorda gündüzüm Sahura kalkıyorum gün ortasında! Feryat figan arsa çikar Garip daglarda bu gece Bülbülün dili tutulur Viran baglarda bu gece. Kurtla kuzu güden yolcu Gelen yolcu giden yolcu Biliyonmu neden yolcu öÖüm saglarda bu gece. Zincirmi vurulmus kola Konussaydi biraz ola Yasanmismi acep ola Eski çaglarda bu gece. Nanay dedi nanay dedi Toy kuruldu nanay dedi Herkes deli diyor amma O herkese nanay dedi. SEFAI gitmem yurdumdan Gitsem ölürüm derdimden Daha gitmeden ardimdan Nazlim aglarda bu gece Kutuplarda ayı avcıları buzların içine jilet kadar keskin bir baltayı yerleştirir, keskin tarafın üzerine biraz kan sürerlermiş. Bunu bilmeyen ayı gelip kanı yalarken kendi dili kesilirmiş. Ama kanın tadından dilinin acısını fark edemez, kendi kanını yalamaya başlarmış. Damarlarındaki kan tükenince olduğu yere yığılırmış. Avcıda gelip derisini yüzermiş. Avcılar ayıları kurşunla vururlarsa ayının postu delinir ve bu yüzden çok para etmeyeceği için bu yolu denerlermiş. Şimdi o kan tadını kendi dilimde hisseder gibiyim.Bu bilgiyi öğrenince anladım dilim yıllardır kesikmiş benim... Yıllardır ben de kendi dilimden akan kanı emip duruyormuşum... Başlarda gücümün tükendiğini, kan kaybettiğimi fark etmiyordum. Ama artık ediyorum. Kanım tükeniyor ne zamandır. Böyle giderse yere yığılmam ve birilerinin gelip derimi yüzmesi yakındır... Yıllardır kendi kanımı emmekten bu hayatta kabul gören her şeye meydan okuyacak cesareti bir türlü bulamadım kendimde... Oysa kurtuluşum bu cesareti bulmamdan geçiyordu... Bu cesareti bulamadığım için çareyi kendi kanımı emmekte bulmuştum. Tükeneceğimi bile bile... Dilimi kesen o keskin bıçağın ne olduğunu anlamaya kalkışmadığım için... Varoluşunun o arka bahçesine hep gözlerimi kapattım. Küçük bir inanç yeterdi yaşamam için. O yaşayabilmek ve ayakta kalabilmek için ihtiyacım olan kendimi aldatma inancı... Bu küçük ve zavallı inanç kendi kanımı emerken kendimi unutmama yeterdi. Böyle yaptım. Hayatı o keskin bıçaktan değil, okullarda bana öğretilenlerde arayıp bulmaya çalışmıştım. Kanım tükenmeye yüz tutunca anlamıştım, okullarda hayatı öğretmiyorlardı, aksine okullarda hayatı olduğu gibi görmemem için gözlerimi bağlıyorlardı. Eğitim başımı eğip dilimi o keskin bıçağın üzerine sürmemi öğretmişti bana... Gözlerim bağlıyken öğrendiğim şey hep suçlu olduğum ve hiçbir zaman bu suçtan kurtulamayacağımdı... Gözümdeki bağı çıkarıp atmaya her kalktığımda suçlu hissediyordum kendimi. Gözlerim bağlıyken yaşamanın ve bu suçtan kurtulmamın bedeli alçaklığı ve ikiyüzlülüğü becerebilmekti... Aç kalmamak istiyorsam ikiyüzlü ve alçak olmam gerekiyordu... Ve durmadan kendi kanımı emmem. Bu yüzden beni kim mutsuz ediyorsa, kim gözlerimi bağlayıp usul usul kanımı emiyorsa ona tapıyordum... Bildiklerimi unutturanlara... Bak sana doğruları öğretiyoruz, sarıl onlara ve geleceğe hazırlan, diyorlardı bana... Gözlerimi bağlayanların doğrularına sarılıyordum ben de. Kendi kanımın kokusundan o bu doğruların içindeki hile ve ihtiras kokusunu duyamıyordum... Geleceğim, diye sarıldığımın usul usul bir tükeniş, bir harcanma olduğu fark edemiyordum. Ben kendi kanımı emerken gözlerimi bağlayanlar da düşlerimi emiyorlardı. Bana ne sunarlarsa, ne gösterirlerse ona inanmakla ve bağlanmakla görevli sayıyordum kendimi... Bir zeka tutulmasıydı yaşadığım, budala bir inanıştı... İşte zaman zaman kendime duyduğum hayranlığın temelinde bu zeka tutulması, bu budala inanışlar vardı. Kendime hayran oldukça kendi kanımı daha bir iştahla emiyordum... Bazen gözlerimdeki bağlardan sıkılır, onu hafifçe aralar, hayatın nasıl bir yer olduğuna ve varlıkların ardında nelerin saklı olduğuna bakardım... İşte o zaman ne denli ikiyüzlü ve alçakca bir yaşam sürdürdüğüme bir kez daha tanık olurdum. İşte o zaman hiçbir acımasız zenginin suratına cesurca tükürmediğimi ve gözlerimdeki bağı sonsuza dek atamadığım sürece bunu hiçbir zaman yapamayacağımı anlardım... İşte o zaman aklıma şairler bilgeler, deliler, cesur nihilistler gelirdi, o soylu yoksullar gelirdi, gözlerim bağlı olmadığımda gizli gizli okuduğum: Eski Yunan'da yaşamış ve kendi kanını emmemek bir fıçıda yaşamayı göze alan, karnı acıkınca ise karnını sıvazlayıp; bakın ne güzel doydum, diyen ve onu ondan kopartacak her şeyle bağını kopartmış Diyojen gelirdi... Bir gün zenginin biri Diyojen'i evine götürmüş, adamın evi çok lüks ve tertemizmiş: Yerlere sakın tükürme, her yer çok temiz demiş, adam Diyojen'e... Diyojen, kalkıp adamın yüzünün ortasına tükürmüş ve: Bu evdeki en pis yer senin yüzün, o yüzden tükürdüm yüzüne, demiş... Gözlerim bağlıyken Dijonen'in hep bu sözünü düşünür kalbim çaresiz bir umutla çarpardı... Kalbim, uzağımda kalmış cesur çıkışlara, hep ertelediğim yolculuklara, bir yerim var bana çok yakın, ama benden uzakta diyen o hasretime çarpardı... Ben Diyojen gibi yaşamak isterdim, ama okullarda bana ve benim gibilere ya zengin, zengin olamazsanız, dilenci olacaksınız, diye öğretirlerdi... Zengin ve dilenci... Lüks içinde ve asalak... Ortası yoktu sanki. Hayatı, düşleri, anlamları omuzlarında taşıyan başkaları yoktu. Diyojenler, şairler, deliler, bilgeler, isyankarlar ve o soylu yoksulların yeri yoktu bana sundukları bu toplum haritasında... Çünkü cesaret isterdi şair, bilge, deli, isyankar ve soylu bir yoksul olmak için... Bu hayatın arka bahçesini, varlıkların ve görünenlerin ardındakileri görebilmek için çok cesur ve çılgın olmam gerekiyordu... Gözlerimi bağlayarak bana kabul ettirmek istedikleri her şeye koşulsuz meydan okumam gerekiyordu... Kabul etmek ve boyun eğmek içinse sadece sahte bir yaşam umudu, giderek karaktere dönüşen bir ikiyüzlülük ve bolca alçaklık yeter artardı bile... Bunlar da bende çokça vardı zaten. Kanımın tadını sevmeyi öğrenmiştim çoktan. Gözlerim bağlıyken daha huzurluydum... Gözlerim bağlıyken kendimi saf ve ahlaklı buluyordum. Gözlerim bağlıyken çirkeften ve kötülükten uzak sanıyordum kendimi... İyiliklerim dakik ve planlıydı. İyi olma günlerim vardı... Ahlaklı ve örnek insan olma haftalarım vardı... Beni mutsuz edenlere ve harcanmak için ellerine geleceğimi teslim ettiğim insanlara tapma mevsimlerim vardı... Hiçliğin silahları gelip içimdeki boşluklardan vurmasın beni diye, daha uzun aralıklarla açıyordum gözlerimdeki bağları... Kalbime benden çok uzaktaki, ama bana çok yakın olan o yaralı ve o uyumsuz yanımı küçümsemeyi öğretiyordum durmadan... Kaçış günlerimi, yalan yere umutlandığım yılların içinde görünmez kılıyordum... Edindiğim en büyük tecrübe kendimi aldatmada gösterdiğim o denenmiş, o büyük tecrübeydi... Kendimi aldatmamamın bir sınırı yoktu... Çoğu kez yoksullardan yana gözükürdüm, ama hiçbir şeyden korkmadığım kadar korkardım yoksulluktan... Yoksulluk bana yaşamadan ölmeyi hatırlatırdı hep... Hatta o çamurlu kaldırımlar, karanlık sokaklar, izbe ve metruk evler, o hastalık taşıyan evler ölümden daha çok ürkütürdü beni... Kendimi kendi gözümde aklayabilmek için ideolojilere bağlanırdım, kuramlara, öğretilere... Çıkar gözetmeyen duygular içinde olduğuma inandırırdım kendimi... Oysa en çıkar gözetmeyen duygular içindeyken bile bilirdim ki ne yapıyorsam hep kendim için yapıyordum. Kendimi daha çok sevmek için... Kendime duyduğum hayranlığı biraz daha pekiştirmek, güce ve daha çok önemsenmeye duyduğum ihtiyacımı giderebilmek için... Oysa kendi kanını emen ve emdikçe tükenen biri için kendini sevmek ne kadar mümkün olabilirdi ki... Gözleri bağlı olduğu için hayatın arka bahçesini ve varlıkların görünmeyen yüzünü görmekten hep korkan biri giderebilir miydi hayran olunmaya duyduğu o hastalıklı ihtiyacı... Güce ve önemsenmeye duyduğu açlık, daha derin ve daha onulmaz boşluklar açarak büyümez miydi insanın içinde. Gerçek yüzünü göstermeden sevilebilmek... Hayranlık ihtiyacı... Güce ve önemsenmeye duyulan saplantılı arzu... Bütün bunlar toplumsal bir sahtekar olmadan elde edilebilir miydi... Ben ne istiyorsam, onlar da onu istiyordu görüştüğüm, birlikte olduğum insanlar... Hepimiz sahtekar olduğumuz için birbirimize katlanıyorduk... Bir alışveriş dünyasıydı kurduğumuz dünya. Ben onları önemsiyor, seviyor, hayranlık duyuyor gibi yapıyordum, onlar da aynısı bana yapıyorlardı... Birbirimizi seviyor gibi yapıyorduk... Yaşamıyorduk sanki... Söylediğimiz yalanlarla birbirimizi yaşatmaya çalışıyor, boşluklarımızı kapatmak için bir araya geliyor, bir araya geldikçe daha sona kapatma vaatleriyle birlikte boşluklarımızı daha da büyütüyorduk... Boşluklarım büyüdükçe güce ve önemsenmeye duyduğum ihtirasım daha da artardı... Bana dayatılan doğrular nasıl birer hileyse, içimde büyüyen ihtiraslar da kötülük yapma arzusu olarak belirirdi içimde... Şehirde böyle bir moda yayılmıştı çünkü. Kötüler daha çok ilgi görüyordu. Kötüler daha çekici geliyordu insanlara. İyilik hep yedekteydi. Kötülük afişlere yazılıyordu... Birbirimizi önce zor duruma düşürecek, aldatacak, kırıp incitecek, sonra birbirimizde açtığımız yaraları sarmaya çalışacaktık. Nasıl birbirimizi seviyor gibi yapıyorsak, işte yaralarımızı öyle sararmış gibi yapacaktık... Duruma göre, gücü gücüne yetene göre, bazen kurban, bazen cellat olacaktık... İlişkilerde bazen minnettar kalıyormuş gibi yapacaktık birbirimize, ama hiç beklemedik anlarda birbirimize gerçekten acımasız despotlar gibi davranacaktık... Bir araya geldiğimizde sevgi, dostluk, fedakarlık gibi sözcükler uçuşup duracaktı aramızda... Bu sözcükleri kanı çekilene kadar birbirimize söylemekten hiç usanmayacaktık... Oysa gözlerimiz ne kadar bağlı olursa olsun, kendi kanımızı emmekten ne kadar zevk alırsak alalım, kalbimizin arkasında başka bir kalp, ruhumuzun arkasındaki bir başka ruh birbirimizin arkasından söylenenleri eğer bilebilecek olsaydık bu sözcüklerin aslında ne kadar anlamsız olduğunu hatırlatacaktı bize... Sevgi, dostluk, fedakarlık sözcükleri aramızda ne kadar uçuşursa uçsun aslında nereye doğru yolculuk yaptığımızı, gözlerimizin hangi hedefe takılı kaldığını biliyorduk... Zenginliğin kalbine, lüksün içine... İşte bu yüzden hayranlık duyduklarımızın önünde köle, küçümsediklerimizin karşısında şeytan rolüyle çıkardık... Oysa ne köle olmayı başarabiliyorduk, ne de şeytan... Sadece birer köle taklidi, sadece birer şeytan taklidiydik. Sıradanlıktan kurtulabilmek için birbirimize yaptığımız kötülükler hayatın bize yaptığı kötülükleri değiştirmeye yetmeyecek kadar aciz ve sıradandı... Birbirimize yaptığımız kötülükler sadece önünde diz çöktüklerimizin işine yarıyordu... Birbirimize yaptığımız ve yapmayı düşündüğümüz kötülükler, biz o zavallı rollerimizin içinde kıvranıp dururken sadece hayatın o büyük kötülüğünü çoğaltmaktan başka bir işe yaramıyordu oysa... Hayatın o büyük kötülüğü çoğaldıkça zengin olma umutlarımız giderek azalıyor, bu umut azaldıkça gözlerimiz acı çekmeden dilenci olmanın yollarına çevriliyordu... Çünkü tarihin bütün kötü zamanlarını içine alarak ve çağların arasında gitgide kaybolan ülkemiz sadece iki şekilde yaşamanın yollarını gösteriyordu bizlere: Ya lüks içinde yaşayacaktık ya da asalaklığı tercih edecek, sadaka alarak yaşayacaktık... Ve arada kalanları hep unutarak... Arada kalanları unutarak yaşamanın yolu ise her geçen gün daha da yırtıcı olmanın yollarını öğrenmekten geçiyordu... Yırtıcı, ama hiç fark edilmeyecekti... Yıkıcı, ama kibarlıkla süslü. Acımasız, ama kültürle boyanmış ve gizlenmiş olacaktı... Birileri yok edilecekti, ama bu yok ediliş hemen gözlerden kaçırılacaktı. Çatışmalar çıkacak, hayatlar söndürülecekti, ama trafik aksamayacak, mahvedilen hayatların önüne hemen bir paravan çekilip; hiç şey yok, herkes eğlencesine devam etsin, denilecek ve hayat kaldığı yerden yine akmaya devam edecekti... Kimse yaptığı kötülükten kendisini sorumlu tutulmayacaktı... Caniler geçmişte anneleri tarafından az sevildikleri için yaptıklarından dolayı sorumlu olmayacaktı... Zenginliği elde edebilmek için kendilerinden güçsüzleri hınçla ezip geçtiklerinde, çocukluklarında mağduriyet yaşadıkları için böyle davrandıkları söylenip bağışlanacaklardı... İsyankarlıkları ancak düzenin bir parçası olduğunda hoş görülebilecekti... Kimsenin üzerinde kalmayacaktı kötülük... Şeytan dünyayı terk edip gidecekti.Ya afişlerde kalacaktı adı, ya da şehrin en kalabalık, ama insanların kendisini en yalnız hissettiği meydanlarda sevimli bir palyaço gibi gezdirilecekti... Ölüm bizden hep uzakta, ölüm sadece çamurlu ve yoksul sokaklara yakışan iğrenç bir durum olarak hissedilecekti... Annemizin sütünden sonraki en helal şey olan ölüm sadece başkalarının başına gelen kötü bir skandal sayılacaktı... İyilik kötülüğe eşdeğer olacaktı, hayat ölüme... İnsanlar vatanlarını çok sevdiklerini söyleseler de, onu her geçen gün biraz daha az tanıyacaklardı... Tıpkı kendilerini daha çok sevdiklerini sandıkça kendilerinden nasıl biraz daha uzaklaşıyorlarsa öyle yanlış, öyle eksik seveceklerdi vatanlarını... Gözümdeki bağı kaldırıp hayata baktığım o kısacık anlarda görmüştüm işte bunları... Bir de uykusuz kaldığım gecelerde... Dilimdeki kesik en çok böyle zamanlarda acı verdi bana... Bu yüzden artık onu bana çok uzak, ama çok yakın kendimi geri çağırmak için kullanmalıyım... Ne kadar acırsa acısın bana bugüne dek ne kabul ettirilmeye çalışılmışsa onlara meydan okuyabilmek için varolmalı o benim için... Bu azalmış kanımla ne kadar uzağa gidebilirim ki; ama artık başkaları değil, tüketeceksem ben tüketmeliyim onu.. Başkalarına acı ve mutsuzluk vermediğim bir yer olmalı... Yıkıcı ve acımasız olmadığım... Varsın kimse hatırlamasın beni... Artık gözlerimdeki bağa değil, kafamdaki karışıklığa tapmalıyım..Kendi kanıma değil, Diyojenlere, şairlere, bilgelere, delilere, o soylu yoksullara tapmalıyım.. Yalan söylediğimde en dilimdeki kesik hep sızlamalı... Lüks içinde yaşamak ya da sadaka almak için birilerine yalvardığımda daha çok sızlamalı... Böyle anlarda bana hep kendisini hatırlatmalı... Beni bilmeden yaşadığım bu ısmarlama hayatım değil, her şeye rağmen öğrendiklerim mahvetmeli... Avcılar değil, beni gözümü bağlayanlar yüzünden değil, mahvolacaksam ben kendi istediğim için mahvolmalıyım. Çünkü ben kendi kanımı emerken hayatın arka bahçesinde, varlıkların ardında ne olmuşsa biliyorum ki benim yüzümden oldu... Biliyorum artık dünyadaki bütün yıkımlar, bütün katliamlar dilimdeki bu kesik yüzünden oldu... Her ne kusur varsa, geçen zamanda; Suçsuzdur aynalar elâ gözlü yâr. Mecnunlar Mevlâ’yı bulursa canda, El olur Leyla’lar elâ gözlü yâr.. Güzel açar güzelliğin sergisin Gün ağartır kara saçın örgüsün Muhabbet faslında ölüm türküsün Kim söyler, kim çalar elâ gözlü yâr.. Eştikçe iş çıkar işin içinde; Gençliği hasret yer sevda göçünde. Bilmez misin, dört mevsimin üçünde Kar olur yaylalar, elâ gözlü yâr.. Alı al, yeşili yeşilde ara; Ahirete gider kalpteki yara Ne yapsan bir daha çıkmaz dallara, Dökülen ayvalar elâ gözlü yâr.. Vakit dolar, nakit biter kasanda Sevgi bir kitaptır gönül masanda; Okusan da olur, okumasan da... Kapanır sayfalar elâ gözlü yâr.. (Dosta Doğru) Merhaba ey aşk-i baki merhaba Pür vefasın, pür vefasın, pür vefa. Gel salın gönlümde ey can-i cihan Dil-rübasın, dil-rübasın, dil-rüba. Çarh-i dilde mihr ü mahımsın benim Mehlikasın. mehlikasın, mehlika. Ol Ahir yar-i ğarımsın benim Can-fezasın, can-fezasm, can-feza. Mübteda-yi cümle eşyaya ayan Müntehasın, müntehasın, münteha. Senden oldu har,gül,hem hak, zer Kimyasın, kimyasın, kimya. Vasıl eylersin kulu Mevlasına Reh-nümasın, reh-nümasin, reh-nüma. Halktan bigane olmuş aşıkına Aşinasın, aşinasın. aşina. Hakkı, Hakk'dan gafil olmazsın müdam Pür-safasın, pür-safasın, pür-safa Yıkanmıyor darbenin tencere bulaşığı Tarihe not düşüldü: Sarıkız-Ayışığı Kırk yıldır biteviye hak yiyen tekaütler Bırakmak istemiyor elindeki kaşığı.... 01.07.2008/Vakit geceleri ağlayarak yattığımı söyleyemediğim sen, özü beni bir beşik kadar yoran. benim yüzümden uyumadığını bana söylemeyen sen: bu hasreti gidermezsek nice olur halimiz? . sevenlere bir baksana, itiraf etmeye başlar başlamaz nasıl da yalan söylerler.. sensin yalnızlığımın tek sebebi. tek seni karıştırabilirim. bir süre sensin o, sonra yine uğultu ya da iz bırakmayan bir koku. ah, kaybettim hepsini kollarımda, bir tek sensin, sen, tekrar tekrar doğan: sana hiç bir zaman sarılamadığımdan, vazgeçemiyorum senden.. Çeviri: Gülbahar Kültür İstanbul'da Üsküdar'lı bir kız var Bir tramvay durağında evleri Sarı kanaryalar, ak kanaryalar Öter balkonunda geceleri.... Bulutsuz rüzgârlar gibi her sabah Bir masal âleminden çıkıp gelirdi. Ne adını düşünürdüm bir deniz kıyısında Ne adımı bilirdi.. Bir gün bulutlar geldi habersiz Sonra incecikten yağdı üstüme Büyüdü içimde zamanla yeri. İki mısra gibi aldı gönlümü Bir gül yaprağından güzel elleri. Bendim artık gölge gölge sokaklardaki Öylesine mahzun, kaygılı, ürkek. Bendim her mevsim boyu sımsıcak Sevdalar içinde vuran tek yürek. Bir gün baktım penceresi perdesiz Yok odalarda çın çın şarkı söyleyen sesi. Yok balkonda artık ak kanaryanın, Sarı kanaryanın kafesi.. Benden sorun Üsküdar'ın şimdi her gece Sokakları kaç adım. Bir gece yarısı düştüm yollara Her köşe başında ağladım. Akdeniz yaraşıyor sana Yıldızlar terler ya sen de terliyorsun Aynı ıslak pırıltı burun kanatlarında Hiç dinmiyor motorların gürültüsü Köpekler havlıyor uzaktan Demin bir çocuk ağladı Fatmanım cumbadan çarşaf silkiyor yine Ali dumdum anasına sövüyor saatlerdir Denizi tokmaklıyor balıkçılar Bu sesler işte sessizliğini büyüten toprak O sesinin sardunyalar gibi konuşkan sessizliği Hayatta yattık dün gece Üstümüzde meltem Kekik kokuyor ellerim hala Senle yatmadım sanki Dağları dolaştım Ben senden öğrendim deniz yazmayı Elimden düşmüyor mavi kalem Bir tirandil çıkar gibi sefere Okula gidiyor öğretmenim Ben de ardından açılıyorum Bir poyraz çizip deftere Bir ada var sırf ebabil Dönüyor dönüyor başımda Senle yaşadığım günler Gümüş bir çevre oldu ömrüm Değince güneşine Neden sonra buldum o kaçakçı mağarasını Gözlerim kamaşınca senden Ölüm belki sularından kaçırdığım O loş suda yıkanmaktır Durdukça yosundan yeşil Kulaç attıkça mavi Ben düzde sanırdım yıkıntım Örenim alkolik asarım Mutun doruğundaymışım meğer Senle çıkınca anladım Eski Yunan atları var hani Yeleleri bükümlü Gün inerken de öyle Ağaçtan izdüşümleriyle Yürüyor Balan tepeleri Yürüyor bölük bölük can Toplu bir güzelliğe doğru Kadınım Yaraşıyorsun sen Akdenize. Can YÜCEL ışıklı tellerine takıldı ayaklarım.. karşımda alev alev duran kirpiklerinin.. kapattın yüreğimi karanlık evlerine bana kim olduğumu soran kirpiklerinin.. o akşam yakamozlar gibiydi bakışların.. akdeniz gözlerinin damlasıydı o akşam.. sağnak sağnak boşaldın çorak topraklarıma tebessümün göklerin cilasıydı o akşam.. bir anda kelepçeli buldum ellerimi varlığın gurbetimin sılasıydı o akşam dağları birer birer devirip sana gelmek gönlümün en ateşli duasıydı o akşam.. sakıncalı saatler yaşadım yollarında.. yüzün sanki sonsuzluk şuasıydı o akşam.. aldandım bulutlara uzanan ellerine bu sevda ömrümün son sevdasıydı o akşam.. gülleri,sümbülleri kıskandıran endamın merhametsiz derdimin devasıydı o akşam.. oysa anlayamadım ızdırap olduğununu içimde bir heyula,bir serap olduğunu her lahza çöktüğünü ve harap olduğunu.. bilemedim ne deniz ne mehtap olduğunu.. meğer kalbin kalbimin belasıydı o akşam.... Ey doktor çekil başımdan Gönlümden yorgunum bugün O yar bana inanmıyor Dargınım bugün, dargınım bugün. Geçen günüm aylar gibi Eğilmişim yaylar gibi Coşup giden çaylar gibi Durgunum bugün, durgunum bugün. Bu yol gider vara vara Etrafını yara yara Eski sevdigim dostlara Kırgınım bugün, kırgınım bugün. Der Mahzuni bile bile Taşa tutu beni hile Aşık oldum azraile Vurgunum bugün, vugunum bugün. Yıllardan beridir ağaran teller Bu akşam parıldar şakaklarımda 'Bu gece ömrümün en son demi, der Büsbütün ağarsın varsın yarın da...'. Çırpınır göğsünün içinde kalbi Bir yaşlı ağaca sinen kuş gibi Nedir bu esrarlı halin sebebi? Neden parlıyor o gözler? Bir oda: . Yaşlanmış, altında ipek bir sedir Bir kız ki ay ondan parlak değildir Öptükçe ağaran bir gül denilir İhtiyar bülbülün dudaklarında Koyun beni hak aşkına yanayım Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan Yolumdan dönüp de mahrum mu kalayım Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan. Kadılar müftüler fetva yazarsa İşte kement işte boynum asarsa İşte hançer işte başım keserse Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan. Bir gün mahşer olur divan kurulur Suçlu suçsuz varsa orda bulunur Piri olmayanlar anda bilinir Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan. PİR SULTAN'ım arşa çıkar ünümüz O da bizim ulumuzdur pirimiz Hakka teslim olsun garip canımız Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan Yalnız Değilim. Yüklü Dudakların tüyden hafif yemişleriyle Giyimli Binbir değişik çiçekle Anlı şanlı Kollarında güneşin Mutlu Bir tanıdık kuşla Hoşnut Bir damlasıyla yağmurun Güzel Tanyerinin aydınlığınca İçten bağlı Bir bahçenin sözünü ediyorum Düş kuruyorum Seviyorum düpedüz. Sen kalktın mı yayılıyor su Sen yattın mı çiçekleniyor su Ta kendisisin suyun yolundan dönen Ta kendisi toprağın kök salan Ne varsa onun üstünde düzen Gürültülerin alanında sessizlikten damlalar Senin yapıtın Türküler söylüyorsun geceyle yoğrulmuş tellerinde Bir gökkuşağının Her yerdesin yokettin tüm yolları Harcıyorsun zamanı Gerçek ateşin sonsuz gençliğine Örter durmadan yenileyerek doğayı. Kadın şu yeryüzüne bir beden koydun eşi tıpkı Seninkinin Benzeyişsin sen. PAUL ELUARD Yıllardır susmusum lal Yanım yörem Tepegöz, Şahmaran! Yürek çın çın eder ama, Erdemli ve yiğit Bir gerilla bıçağıdır, çatal Derman sorar kurda kuşa derman! Dağlar gül gülistan içinde Al al! Bir ben kalmışım Rüsvay, malamat, üryan! Adı görklü Marx yadıma düşende, Uyan derim Alim Uykudan uyan! Sokağı beğendim mi bir bakıp pencereden Çıkıp gitmek olmalı özelliğim bu benim Senin durman, küçük sevinçleri yaşadığımızın Ey yağmur, ey sevdiğim. Durgunsa kahvelerin masalarında hava Kuşsuz kalmışsa ağzım gözlerim gülmemekten Dostumdan, gökyüzüne sürmeye kuş isterim. Uzaktan en uygun ballı yemişleriyle Tutup öpmeye ceylan, barınmaya kulübe Küçük şeyler ormanına bir güven bir güven Böyle yanılma hiç görmedim. Ürküt kara martılarını kıyımızın Yankılan, mutlu kayığımı sığda kurtar Ey ses, ey yakın geçmişe ağzımla verdiğim. Bu hükümet Pir Sultan'a pasaport vermiyor, Onu anladık.. Yunus Emre'ye de Basın kartı vermiyor, Onu da anladık.. Ama bu hükümet Ferman çıkarmış Karacaoğlan'ı Otobüse bindirtmiyor. Hicran destanını kendinden oku, Mecnun'dan duyup da rivayet etme. Aşkın Leyla'sını gördünse söyle. Söz temsili bulup hikayet etme.. Yüz bin Leyla doğar alemde her gün, Senin aradığın zevk, sefa düğün. Tutacağın işi önceden düşün; Daha ilk adımda nedamet etme. . Sevdanın oduna pek güvenilmez, Tutuşurşan eğer kolay sönülmez. Bu yolun hükmüdür geri dönülmez, Canına kıymazsan seyahat etme. . İyi bak kabına, olmasın delik, Boşuna taşırsın,gider gündelik. Anında olmalı, ettiğin iyilik, Alem duysun diye, inayet etme. . Kabe'den maksadın varmaktır yara, Kör gibi tapınma, kara duvara, Hızır'ı ararsan kendinde ara, Bulamadım gibi rezalet etme. . Muhabbet herkesin aklını çelmez, Gönül viranesi kolay düzelmez. Alemden çekinme bir zarar gelmez, Sen kendi kendine hıyanet etme. . Şen şatır gönlüne hicran dolmasın, Gençliğin gülşeni gamla solmasın. Neyzen gibi aklın yarda olmasın, Özründen çok büyük kabahat etme. esiyor balosuna iskeletlerin poyraz darağacı inliyor demirden bir org gibi koşuyor ormanlardan aç kurtlar avaz avaz gökyüzü andırıyor kızıl bir cehennemi. bu güzelim akşamı artık kutlamak gerek girersin bir kahveye, gelsin bira, içkiler on yedi yaşlarında gelgeç oluyor yürek yeşil ıhlamurların altı dünyaya değer. -gece düşler kurardı yatağa yattığı an sevmiyordu tanrıyı ama, kızıla çalan akşamları tellallar davula üç kez vurup sağır gürültülerle kulakları doldurup buyrukları duyurur, halkı eğlendirirken kara tulumlarıyla varoşlarına dönen işçileri kendine daha yakın bulurdu düşlerini sevdalı çayırlar doldururdu çayırlar ki içinde ışıklı çalkantılar altın rengi yapraklar, kutsal, ermiş kokular kıpırdanıyordu, sular gibi, sessiz, durgun. karanlık nesnelerdi tek dostu. akşam, yorgun duvarları küf kokan, pencereleri örtük soluk mavi boyalı, içinde, eski, tek tük eşyanın bulunduğu odaya çekilince düşlediği romanı kurardı bütün gece neler neler geçmezdi özlem dolu usundan aşı boyası gökler, sislere batmış orman dallarda yıldız yıldız açan ten çiçekleri düşler bitip yalnızlık odanın her yerini doldurunca, bozgunlar, bunalımlar başlardı insaf! orda, odada çarpan bir yürek vardı yalnız, kaba çuhanın üzerine uzanmış kendini kentin usul gürültüsüne salmış dört duvar arasında soluyan derin derin düşünde çarşaf gibi yelkeni gemilerin. istediği tatlı bir öpücüktü sanırım belçikalı kızları bakışından tanırım dudak büktü gülerek çocuk bir yüzle bana bastırıp parmağını şeftali yanağına "buramı üşütmüşüm, dokun anlarsın" dedi. ey çalınmış yürek n'eyleyeceğim. oysa taşlar, burcu burcu, anaç toprak kokar toprak kokar, görkemle titreyen yeşil kırda kızıl dağ yollarının kıyısında başaklar çakaleriklerinin göverdiği dallarda kara dutta ve de dağ güllerinde yaşam var yaşam var, al toprağa bürünmüş çakıllarda. her yüzyıl saygınlaşır bu hangar kiliseler mavi kireç şerbeti ve saygınlaşmış sütle papazın vızıltısı sofuluk ise eğer sinekler de kutsal mı? güneşli tabanından hanları, ahırları soluyan bu sinekler. ve sonra gece gelir, sessiz, sahile çıkan gece, kara korsanı yaldızlı ufukların. bilinç nice iğrenç dehşetlerin tutsağıdır erkekler! bilmezsiniz ki en sevdalı kadın en orospu ve en hüzünlü olan kadındır acısını çekiyor sizlere sığınmanın. bilirim nasıl döver kıyıları dalgalar şafağın güvercinler gibi coştuğu anı akıntı ne, hortum ne, gökler nasıl çatırdar ben gerçekte yaşadım düşlerde yaşananı. kaynayıp fokurdayan dev bataklıklar gördüm çürümüştü içinde sazlarla Leviathan nice çökmüş limanlar, nice yıkıklar gördüm nice obur burgaçlar çağlayanları yutan. oda, koyu ve donuk mavi göğe bakıyor içinde tıklım tıklım, sandıklar, çekmeceler cinlerin çenesini attıran mor çiçekler dışardaki duvardan salkım saçak akıyor ...hayat bize mutlu olma şansı vermedi sevgili biz kendimizden başka herkesin üzüntüsünü üzüntümüz, acısını acımız yaptık çünkü. Dünyanın öbür ucunda hiç tanımadığımız bir insanın göz yaşı bile içimizi parçaladı. Kedilere ağladık, kuşların yasını tuttuk... Yüreğimizin zayıflığı kimi zaman hayat karşısında bizi zayıf yaptı. Aslında ne güzel şeydir insanın insana yanması sevgili... Ne güzeldir bilmediğin birinin derdine üzülebilmek ve çare aramak. Ben bütün hayatımda hep üzüldüm, hep yandım. Yaşamak ne güzeldir be sevgili...Sevinerek, severek, sevilerek, düşünerek... Ve o vazgeçilmez sancılarını duyarak hayatın... Kim bu süvari, geceyarısı fırtınada giden? Bir Baba ve çocuğu, atın üstünde binen Oğlanı kollarıyla emince sarmış Sımsıkı ve sımsıcak tutmuş, sormuş; . Oğul, neden korku içinde suratını gizlersin? - Sen Baba, Gürgen Kralını görmezmisin? Gürgen Kralını, tacı ve şanıyla? - Oğlum, o sadece bir sis kuşağı.- . ‘Gel Çoçuk, gel, benimle gel! Güzel oyunlar oynarım seninle, gel; Sahilde kimi rengarenk çiçekler var, Annemin kimi altın sarısı elbisesi var.’ . Baba, Babacığım! Duymazmısın, Bana Gürgen Kralı neler söylüyor? - Sakin ol, uslu kal, aman evladım; Kuru yapraklarda yeller fışıldıyor- . ‘Benimle, Şeker Oğlan, sen gelmek istermisin? Kızlarım seni beklesinler, birbirinden güzeller; Kızlarım gecelerin Reihn’ini sürerler, Ve seni sallar, okşar, şarkılarıyla ser severler’ . Baba, Babacığım! Görmezmisin orada Gürgen Kralının kızlarını karanlıkta? - Oğul, Oğlum, tabiki görüyorum, Çorak çayırlar bayağı sol ışıldıyor.- . ‘Seni seviyorum, endamın beni deli ediyor; Gönüllü vermezsen, zorla alırım! ’ diyor Baba, Babacığım! Şimdi bana dokunuyor! Gürgen Kralı bana acı veriyor! . Babanın hali perişan, aha nal toplayacak, Kuçağında çocuk, inim inim inliyor ancak, İşte vardı, ulaştı son kıvraklığıyla, sefil; Kuçağında çoçuk, ölmüş, zavallı rezil. . Çeviren: Musa Aksoy. Not: Gürgen Kralı bir Babanın geceleyin atla seyrini anlatır. Çocuğunun yüksek ateşi vardır, ve kabuslarında ‚Gürgen Kralının’ endamını görür, ondan babasına sığınırcasına endişelenir. Baba oğluna teselli vermeye çalışır ve onun hayallerini gerçeklere benzetmeye uğraşır, misalen sis, yaprakların hışırtısı, ağaçların pırıltısı… gibi. Lakin çocuk gitgide huzursuzlaşır, ateşinden fantezilerindeki mahluklardan iyice korkar. Bu kuşkulu suretler - ‚Gürgen Kralı ve Kızları’ - çocuğun bakış açısından şekillendirilir ve dolayısıyla hakikiymişcesine gözetlendirilir. Neticesinde oğlan bir çığlıkla tamamen çaresizliğini belirtmeye çalışır, Baba tümüyle çilelenir ve nal toplarcasına atı tepikler, yurduna varmaya can atar. Sonunda anlar ki, çocuğu çoktan ölmüştür.. Alman edebiyatında tartışmasız yerini almış bu balat, sayısızca yeniden bestelendirilmiş ve/ya seslendirilmiştir: Franz Schubert, Ludwig van Beethoven, Carl Loewe…. karart göklerini Zeus, duman duman bulutlarla; diken başlarını yolan çocuk gibi de oyna meşelerin, dağların doruklarıyla. ama benim dünyama dokunamazsın, ne senin yapmadığın kulübeme ne de ateşini kıskandığın ocağıma.. şu evrende siz tanrılardan daha zavallısı var mı bilmem: kurban vergileri dua üfürükleriyle beslenir haşmetli varlığınız zar zor. size umut bağlayan budalalar, çocuklar, dilenciler olmasa yok olur giderdiniz çoktan.. ben de bir çocukken ne yapacağımı bilmez olunca çevirirdim güneşe doğru görmediğini gören gözlerimi; yakarışımı dinleyecek bir kulak varmış gibi yukarda; varmış gibi derdimle dertlenecek benimkine benzer bir yürek yukarda.. azgın devlere karşı kim yardım etti bana? kim kurtardı beni ölümden, kim kurtardı kölelikten? şu benim yüreğim değil mi, kutsal bir ateşle yanan yüreğim, her işi başarmış olan? o değil mi coşup taşarak, yukarda uyuyanı aldatarak başımı beladan kurtaran? . benim seni kutlamam mı gerek? niçin? hiç derdine derman oldun mu sen derdine derman bulamayanın? gözyaşını sildin mi hiç başı darda olanların? kim adam etti beni? güçlüler güçlüsü zaman ve önü sonu gelmeyen kader, değil mi? onlar değil mi senin de benim de efendilerimiz..? . sen yoksa beni yaşamaktan bıkar mı sandın? kaçak çöllere giderim mi sandın açmıyor diye bütün düş tomurcukları? bak işte, yerli yerimdeyim; insanlar yetiştiriyorum bana benzer; bütün bir kuşak benim gibi, acılara katlanacak, ağlayacak, gülecek, sevinecek, ve aldırış etmeyecek sana benim gibi! . Çeviren: Sabahattin Eyüboğlu Anam babama aşık olmuş, Babam da anama. Gezelim bu Çarşamba demiş babam. Sür-dişli anam, öyle şık bir fistanı yok, Ablasının nişanlığını istemiş ödünç, Teyzem daha toplu, oturmamış üstüne entari, Teyelle, iğneyle ayarlamışlar üstüne anamın. Babam, kavilleri üzre, gelip Topkapı dışındaki evlerine Anamı alıp, kaçbir tramvaylan aktarma, Bebeğe götürmüş o Afrodit'i. Bebek sırtlarına çıkmışlar. Babam oturtmuş anamı çayıra, Denizi göstermiş, İyi şeylerden söz etmişler, Derken öpecek olmuş anamı, Anam çoktan razı. Babam el atınca orasına burasına, Fistandaki iğneler batmaz mı eline! Ay! demiş bağırmış babam... O gün, o çayırda, o an Düştüğüm için ben anamın imgelemine, Yaşamda da, şiirde de Böyle iğneli konuşmaklığım.. Hoşça kal! Değerin çok yüksek, tutamam seni, Biliyorum kendine ne paha biçtiğini; Özgürlüğe kavuştun alıp değer belgeni, İptal ettik sendeki hakkımın senedini Nasıl tutarım seni, sağlamadan iznini, Neyim var hak edecek senin zenginliğini, Bu eşsiz armağana kim layık görür beni? Bana verilmiş berat, donup buldu vereni. Sen vermiştin kendini, bilmeden değerini Ya da bana vermekle hata işlediğini, Bir yanlış anlamanın sonucu hediyeni; Ama, o yine buldu hatayı düzelteni. Sen benimdin: rüyanın görkemleriyle doldum. Ben uykuda sultandım, uyanınca hiç oldum Mavi yaz akşamlarında, özgür, gezeceğim, Ayaklarımın altında nemli, serin kırlar; Başakları devşirip otları ezeceğim, Yıkayıp arıtacak çıplak başımı rüzgar.. Ne bir söz, ne düşünce, yalnız bitmeyen düş Ve yüreğimde sevgi; büyük, sonsuz, umutlu, Çekip gideceğim, çingene gibi, başıboş Doğada, -bir kadınla birlikte gibi mutlu.. (20 Nisan 1870) . (Fransızcadan çeviren:Erdoğan Alkan) Su gaflet yükü insana bak; Kendinden varlık cakasında.. Ve aşksız yobaz... İsi gücü, Namazla Cennet takasında.. Tam dört asırdır Müslümanlık, Cansız etiket markasında.. Kuran kalbi kor ezbercide, Din, üfürükçü muskasında.. Bati, Bati der çırpınırlar, Bati tükürük hokkasında.. Makine dimdik demirden put, İnsanoğlu ruh laçkasında.. Hürriyet nemde söyleyeyim: Hakka esaret halkasında.. Zamanda hersek kopuk, kesik; Biçkisi kader makasında.. Ey insan, sana son sığınak, Son peygamberin hırkasında! O zaman Güneş soğudu Ve bereket topraklardan gitti. Ve çöllerde yeşillikler kurudu Ve balıklar denizlerde kurudu Ve toprak Ölülerini kabul etmez oldu artık.. Bütün solgun pencerelerde gece Belirsiz bir düşünce gibi Birikiyor durmadan ve taşıyordu Ve yollar Sonlarını karanlığa bıraktılar. Kimse aşkı düşünmez oldu. Kimse düşünmez oldu yengiyi Kimse Hiçbir şey düşünmez oldu artık.. Mağaralarında yalnızlığın Uyumsuzluk doğdu Afyon ve esrar kokusuyla kan, Başsız çocuklar doğdu Gebe kadınlardan. Koştular mezarlara sığındılar Beşikler Utançlarından.. Kötü günler geldi ve karanlık Yenilince ekmeğe şaşırtan gücü Tanrı elçiliğinin Kaçtılar adanmış topraklardan Aç ve sefil peygamberler. İnsanın kaybolmuş kuzuları Çobanın seslenişini duymaz oldular Çöllerin cennetinde. Aynaların gözlerinde sanki Tersine yansıyordu renkler Kıpırtılar, davranışlar, görüntüler. Bir şemsiye gibi tutuşuyordu Başlarında aşağılık soytarıların Utanmaz yüzlerin orospuların Tanrının o kutsal ışık çemberi. Bataklıkları alkolün Ağulu buharlarıyla buruk Çekti derin köşelerine Durgun aydınlar yığınını Kemirdi aç gözlü fareler Altın yapraklarını kitapların Eskimiş raflarda, dolaplarda.. Güneş ölmüştü Güneş ölmüştü ve yarın Uslarında küçük çocukların Yitik, belirsiz bir kavramdı. Defterlerine sıçrayan kapkara İri bir mürekkep lekesiyle Anlatıyordu çocuklar Tuhaflığını bu eskimiş sözcüğün.. Zavallı halk Yüreği ölgün, bitmiş, dalgın Huzursuz ağırlığı altında ölü gövdesinin Bir yerden bir yere sürünüyordu Ve önlenmez cinayet isteği Durmadan büyüyordu ellerinde.. Kimi zaman ufacık bir kıvılcım Bu cansız ve sessiz topluluğu Ta içinden dağıtıyordu birden. İnsanlar saldırarak birbirlerine Biri karısının boğazını Kör bir bıçakla kesiyordu Bir ana birer birer çocuklarını Tandırın ateşine atıyordu.. Boğulmuş kendi korkularında Ürkütücü duygusu suçluluğun Öldürdü öldürdü kör ruhlarını Ve çocukları.. Ne zaman bir tutsak asılırken Darağacının yağlı halatı Korkudan kasılan gözlerini Sıkarak dışarıya fırlatsa Onlar dalardı içlerine Şehvetle titreyen bir düşünceden Gerilirdi yaşlı, yorgun sinirleri.. Ama her zaman alanın kıyısında Bu küçük canileri görürdün Durmuşlar ve dalgın bakıyorlar Fıskiyelerden suyun durmaksızın akışına. Ola ki gene de arkasına Ezilmiş gözlerinin ve donmuş derinlerde Yarı canlı bir küçük şey karışık, Kalmıştır. Güçsüz bir çırpınışla istiyordu İnanmayı su sesinin doğruluğuna. Ola ki... Ola ki.. ama ne sonsuz boşluk... Güneş ölmüştü Kim bilebilirdi artık Yüreklerden kaçan o üzgün güvercinin İnanç olduğunu.... Ah tutsağın sesi... Büyüklüğü senin umutsuzluğunun Işığa bir küçük yol açmayacak mı Bu uğursuz gecenin bir köşesinden? Ah tutsağın sesi.... Çeviri: Onat KUTLAR- Celal HOSROVŞAHİ söylerken ağlayan şair doğururken ölen ana ikisi de bir aşk ve acı haberim olmadan en ücra yanıma sığınabilir . I. güneş ellerini çekti yakamdan sızısı kasıklarıma vuran arz kendini bana çalıyor yaralı bir atın toynakları gibi kirpiklerim beni ele verecek diye korkuyorum . son soluğu koynundan çıkardığım resmin ilişiğindedir dudaklarında yarım kalmış bir sevda acının silik bir kopyesi yüzünde gözlerini görmedim kaçırmışlar . Beşparmak’ta bir adam yarasına bakarak suzinak makamında susuyor . gelme çocukluğumun hasnâ perisi düşlerimde yeşillen yaban gülleri, zambaklar toplayayım adına rüzgarın eline tutuşturayım ismini yazıp yapraklarına uçurtmalar yapıp dudaklarına doğru . II. caddelerde bir yığın insan saçlarının rengini bilmedikleri sevgililer için öldürdüler birbirlerini biliyorum, alımına karşı hep eğreti bir yanım olacak . tedirginim, kuşkuluyum, çaresizim şimdi her döndüğüm köşede aradığımı bulurum diye korkuyorum . askerde, Kars’ta umudumu bağladığım tek ağaca ceza verdiler derdi neydi, kim bilir kendini astı diye bir er o gün bu gündür nerde bir ağaç görsem yanıma ölüm gelir . bayım, buyurgan bayım bahar gelmiş derler kime sorayım . III. perakende ölümler öleceğiz bu sezon kıyam etmiş Kerbela’nın sakileri bulutlar çölde bir çeşme arıyor düğünlere salt ağlamak için katılan biri çigan bir hayatın çetelesini tutuyor bastırıp sağrısına elini . bu şırfıntı binbirgeceden arta kalan bu acı korkarım ki bana yar olacak zamantı’nınserin sularında bir türkü yakamozlanacak benden geriye kerhen atılmış bir imza hayatımın sağ alt ucunda sırıtacak . içini açtı bir zambak bir şiir öksüz kaldı perde kapandı, kalem kırıldı ve işte son gemi de yandı belgelere geçsin “top secret” kaydıyla artık nihai sözümü söylüyorum: . -rahman, rahim olan Allah’ın adıyla . 1985 şehzade nûn aşkıyla ağlıyormuş intizâr rebâbın renklerinde uşşâkın isyanı var vuslat inkılabıyla uyandırdı ruhu râst ismin âhımla açar, nigâhımla şarkılar. sabâda kâküllenen ocak esrârı yıkar çiçeklenir lâcivert ismin, ummana çıkar çoğalır umman ile letâfet çeşmeleri yeşerince erguvan, onurum kabre sızar. tedâiler üzgünse, oyada lâledir kalp üslûp aynada gezer; titrer neyde ıztırap ıtrî nevâda tambur, gül atar üstümüze karargâhında leylak olunca ümmî türâp. hüzzâmla kanatlanır ümîdimin elleri lekesiz pervâneler yıkar ihtilâlleri âhımla açar ismin; yanar puslu lâmbalar ebedî ülfetimi kuşanır hayalleri Evimden uzakta, annemden uzak; Kimsesiz kalmışım yad ellerinde. Bir vefa ararım kalbe dolacak Gurbetin yabancı güzellerinde.. Tuna'nın üstünde güneş batarken Sevgili yurdumu andırır bana. Bir hayal isterim Boğaziçi'nden Bakarım "İstanbul! " diye her yana.. İstanbul! Ey sedef mehtaplarından Hülya gözlerime ilk ışık veren! Buranın ufkunda yanıp tozlanan En munis renge de biganeyim ben.. Ah, orda renklerin -şark güneşile Naz eden- sihirbaz ahengi vardır. Bu akşam yurdumu andırsa bile Ah, orda akşamın bin rengi vardır. Tâze gelin iken onsekizimde İki göğcek bala iki dizimde Ve iki damla yaş iki gözümde Doksanüç gününden hatırladığım.. Ruhumun sururu oğlumla kızım Mürvetim, devletim, sevincim, sızım... İki can yoldaşım, Elifle, Kâzım.. Şaçlarını tel tel ıtırladığım.. Komazlar ki çifte kuzu meleye Derler düşman gelmiş Çanakkale'ye Yadımda oğlumu o velveleye Ayet el Kürsi'yle poturladığım. Düşmanı kahredip dönsün diye tez Yadımda..Kırklara adadığım bez.. Konuya-komşuya haftada 3 kez İnce ekmek açıp fetirlediğim.. Ap akça mektublar gözledim.Gelmez. Bağrımın başını közledim gelmez.. ''Anam'' deyişini özledim.Gelmez.. Ap akça sütümle baturladığım.. Şehitlik şerbeti içti dediler.. İçti ve öteye uçtu dediler. Ne mezarın belli, ne düştüğün yer Ey can konağımda yatırladığım! ... Ey can konağımda kadri ziyâde... O, aydan, güneşden bedri ziyâde. Peygamber katına ulaştı mı de Doksanüç harbinde Aziziye'de Moskof kafirini satırladığım Yılmam ölümden, yaradan, askerim; Orduma, «gâzî» dedi Peygamberim. Bir dileğim var, ölürüm isterim: Yurduma tek düşman ayak basmasın. Âmin! desin hep birden yiğitler, «Allâhu ekber! » gökten şehidler. Âmin! Âmin! Allâhu ekber! Türk eriyiz, silsilemiz kahraman... Müslümanız, Hakk’a tapan müslüman. Putları Allah tanıyanlar, aman, Mescidimin boynuna çan asmasın. Âmin! desin hep birden yiğitler, «Allâhu ekber! » gökten şehidler. Âmin! Âmin! Allâhu ekber! Millet için etti mi ordum sefer, Kükremiş arslan kesilir her nefer, Döktüğü kandan göğe vursun zafer, Toprağa bir damlası boş akmasın. Âmin! desin hep birden yiğitler, «Allâhu ekber! » gökten şehidler. Âmin! Âmin! Allâhu ekber! Allâhu ekber! Ey Ulu Peygamberimiz nerdesin? Dinle minâremde öten gür sesin! Gel, bana yâr ol ki cihan titresin, Kimse dönüp süngüme yan bakmasın. Âmin! desin hep birden yiğitler, «Allâhu ekber! » gökten şehidler. Âmin! Âmin! Allâhu ekber! Allâhu ekber! 280 Sünneti, farzı fazla kafana takma, Ekmeğinden yoksula verdin bir lokma. Dostu ve gönlü hoş tut, kötülüğü kov; Şarap ver; cennetliksin mutlaka, korkma! İsteğim yok seni sevmekten başka Bir fırtına dolduruyor koyağı Irmağı bir zehir. Seni yalnızlığımın boyunda yarattım Saklanmaya yarattım bütün dünyayı Kendimi kavramaya günleri geceleri. Görmek için yalnızca Senin için Tıpkı sana benzer bir dünya için düşündüğümü. Gözkapaklarınla düzen verilmiş günler geceler için.. (Çev.: Sait Maden) Ağız-Kaside. Kapadım balkonumu duymak istemiyorum ağıtı ama yalnız ağıt var gri duvarlar ardında. Çok az melek var şarkı söyleyen çok az köpek var havlayan bin keman bir avuca sığıyor; Ama ağıt koskoca bir köpek, ağıt koskoca bir melek, ağıt koskoca bir keman, gözyaşı ağzını tıkıyor rüzgarın duyulmaz başka bir şey ağıttan Aşk mıydı o, aşkımsı bir şey miydi Neydi çekip kendine, beni bağlayan Kanatan dudağımı, tenimi dağlayan Elleri ta içimde o dev miydi . Etime bir alev değmişçesine Nasıl da yakardı öptüğü zaman Bir su gibi akıp gitti avuçlarımdan Yorgunum şimdi bin yıl sevmişçesine . Hani o yalnız benim olan gül, kırmızı Gözlerimin önünde açılan sonsuz bahçe Hani, o var olmalarımız öpüştükçe O delice sürdürmeler yaşantımızı . Hiç doymamak oysa, tene, kokuya, aşka Sarıldıkça güçlenmek, bütünlenmek Kudurmuş arzularla zamanı yenmek Ve en kuytularda buluşmak korka korka . Kimi gün utanmak otlardan, çimenlerden Kimi gece mıhlamak gölgemizi duvara Varmak için o sevgiyle açılmış kollara Apansız düşmek yükseklerden bir yerden . Oydu işte alıştığım, özlediğim şimdi de Sevgice bir tutku, aşkımsı bir yakınlık Avunmak... Kırık dökük anılarla artık Kimbilir? o geceler yaşanmadı belki de Küçük kızları ve ölümü kuşatır yüzü Önce küçük kızları sonra ölümü Yıkar yüreğime öptükçe Ağzındaki yükü. Dağlar ovalar ve atının terkisinde Önce dağlar ovalar sonra atının terkisinde* Sarılır eşkiyama türkümü söylerim Bembeyaz bir kadın halinde. *Birinci baskıda 'önce' sözcüğü yer almıyor(Ed.N.) Sormayın kim olduğumu Ben bilmem, liderim bilir Varlığımı yokluğumu Ben bilmem, liderim bilir.... Gözlerim hep ona bakar Kaldır der, ellerim kalkar Gül, menekşe nasıl kokar? Ben bilmem, liderim bilir.... Ne içip, ne yiyeceğim? Sırtıma ne giyeceğim? Nerede ne diyeceğim? Ben bilmem, liderim bilir.... İçimdeki riyaları Süreceğim boyaları Göreceğim rüyaları Ben bilmem, liderim bilir.... Sıkı tutarım aramı Ye derse, yerim haramı Süt beyaz, kömür kara mı? Ben bilmem, liderim bilir.... Enim nasıl, boyum nasıl? Fikrim nasıl, huyum nasıl? Kullanacak oyum nasıl? Ben bilmem, liderim bilir.... Hasta mıyım, sıhhatta mı? Sadakatım ifratta mı? Otuz gün ay mı, hafta mı? Ben bilmem, liderim bilir.... Hicap nedir, örtü nedir? Kurt-kuş, böcek-börtü nedir? İyi nedir, kötü nedir? Ben bilmem, liderim bilir.... Hürmetim tamdır zatına Minder olurum altına Uyarım talimatına Ben bilmem, liderim bilir.... Teslim ettim irademi Böyle yürür benim gemi Varsa beynimi, midemi Ben bilmem, liderim bilir.... (Parmak İzi) Bir güvercin uçar akça kanatlı Barıştan savaşa selâm götürür. Yollardan yel gibi geçer bir atlı Afyon'dan Maraş'a selâm götürür. . Bir On iki Şubat, bir yıldan büyük Kalmadı çok şükür ne zincir, ne yük Berit'ten Ilgaz'a bir alageyik Seker taştan taşa,selâm götürür. . Bir bulut kabarır iki dağ boyu Yüklenir yağmuru, karı doluyu Gezer yayla yayla Anadolu'yu Bir baştan, bir başa selâm götürür. . Uyanır Yörüğü, Lazı, Afşarı Bir eyler zeybeği, horonu, barı Aydın ovasının ılık rüzgârı Efeden dadaşa selâm götürür. . Kırım'da şimşektir çakar bir yıldız Kars'tan Fergana'ya bakar bir yıldız Kerkük'ten Tebriz'e akar bir yıldız Gardaştan gardaşa selâm, götürür. . Bir şehir... köy, oba mahalle, çarşı Çarpışır düzenli orduya karşı Ve soylu bir destan kurtuluş marşı Güneş, kurda kuşa selâm götürür.. (Suları Islatamadım) Saçlarını gittikçe kısalttığın günlerde Sen söylemiştin bu sözleri unutmadım -Her aşk bir ayrılık gizler, ayrılıklarsa Bir merhabanın sıcaklığını taşır kendisinde. Kalıcı olan hiçbir şey yok diyordun An'lar var yalnız ömrü karşılayan Şimdi sımsıcak bir kar yağıyor yine Yüreğimin üstüne yağıyor hiç durmadan. Ellerin nasıl da üşüyor, bozacının Karlı sesi doluyorken odamıza Hava gittikçe kirleniyor bu kentte Ve aralıksız kar yağıyor kar yağıyor. Kar ayrılık hüznüdür ve ne çok Ayrılıklar yaşandı şu son birkaç yılda Yurdundan ayrılanları düşünüyorum ve birisi Özledim diyor, ülkemin kar kokusunu da özledim. Hiçbir an'ını tanımlamaya kalkmadan Kısacık ömürler biçiyoruz kendimize Sonra yolculuklara çıkıyoruz, bir kentten Ötekine giderken özlüyoruz bir başkasını. Özlediğimiz birileri olmalı diyordun Yanındayken bile özlediğimiz birileri Öyleyse kalkıp Ati'ye gitmelisin, İstanbul'a Belki hâlâ saklıyordur bir gülü kimbilir. Yaşandı mı o sıcak kış, yaşlandık mı Aynalara bakmaya vakit bulamadık Dönüp dönüp birbirimize bakmalardan Yaşandı mı o sımsıcak kış, ne dersin. (Çocuksun Sen) «Odama girdim; kapıyı kapadım; ağlamaya başladım: O gün akşama kadar İslâm’ın garibliğine, müslümanların inhitâtına ağladım, ağladım...» Sebîlürreşâd Şimal müslümanlarından Atâullah Behâeddin. Görünmez âşinâ bir çehre olsun reh-güzârında; Ne gurbettir çöken İslâm’a İslâm’ın diyârında? Umar mıydın ki: Ma’bedler, ibâdetler yetîm olsun? Ezanlar arkasından ağlasın bir nesl-i me’yûsun? Umar mıydın: Cemâ’at bekleyip durdukça minberler, Dikilmiş dört direk görsün, serilmiş bir yığın mermer? Umar mıydın: Tavanlar yerde yatsın, rahneden bîtâb? Eşiklerden yosun bitsin, örümcek bağlasın mihrâb? Umar mıydın: O, taş taş devrilen, bünyân-ı mersûsun, Şu vîran kubbelerden böyle son feryâdı dem tutsun? İşit: On dört asırlık bir cihânın inhidâmından, Kopan ra’din, ufuklar inliyor, hâlâ devâmından! Civârın, manzarın, cevvin, muhîtin, her yerin mâtem; Kulak ver: Çarpıyor bir mâtemin kalbinde bin âlem! Ne hüsrandır ki: Doldursun bugün tevhîdin enkàzı, O, hâkinden nebîler fışkıran, iklîm-i feyyâzı! Gezerken tavr-ı istîlâ alıp meydanda bin münker, Şu milyonlarca îman «nehye kalkışsam» demez, ürker! Ömürlerdir bir alçak zulme miskin inkıyâdından, Silinmiş emr-i bi’l-ma’rûfun artık ismi yâdından. Hayâ sıyrılmış, inmiş: Öyle yüzsüzlük ki her yerde... Ne çirkin yüzler örtermiş meğer bir incecik perde! Vefâ yok, ahde hürmet hiç, emânet lâfz-ı bî-medlûl; Yalan râic, hıyânet mültezem her yerde, hak meçhûl. Yürekler merhametsiz, duygular süflî, emeller hâr; Nazarlardan taşan ma’nâ ibâdullâhı istihkàr. Beyinler ürperir, yâ Rab, ne korkunç inkılâb olmuş: Ne din kalmış, ne îman, din harâb, îman türâb olmuş! Mefâhir kaynasın gitsin de, vicdanlar kesilsin lâl... Bu izmihlâl-i ahlâkî yürürken, durmaz istiklâl! . * * *. Sen ey bîçâre dindaş, sanki, bizden hayr ümîd ettin; Nihâyet, ye’se düştün, ağladın, ağlattın, inlettin. Samîmî yaşlarından coştu rûhum, hercümerc oldu; Fakat, mâtem halâs etmez cehennemler saran yurdu. Cemâ’at intibâh ister, uyanmaz gizli yaşlarla! Çalışmak! .. Başka yol yok, hem nasıl? Canlarla, başlarla. Alınlar terlesin, derhal iner mev’ûd olan rahmet, Nasıl hâsir kalır «tevfîki hakkettim» diyen millet? İlâhî! Bir müeyyed, bir kerîm el yok mu, tutsun da, Çıkarsın Şark’ı zulmetten, götürsün fecr-i maksûda? . İstanbul, 24 Teşrînievvel 1334 (24 Ekim 1918) Nasıl da yalnızsın evinde Amparo, aklara bürünmüşsün! . (Ekvator, yaseminle sümbül arasında.) . Avlunun o eşsiz fıskiyelerini dinliyorsun ve kanaryanın sarı inceden ötüşünü. Akşama doğru selvilerin titrediğini görüyorsun kuşlarda, harfler işliyorsun usul usul kanaviçene.. Nasıl da yalnızsın evinde Amparo, aklara bürünmüşsün! Nasıl da güç Amparo seni seviyorum demek sana! Bir ağaç bir mezartaşını yutuyordu çarşıkapıda "İçimizde kıpırdanırken İstanbul" Bir çocuk mabedlerin susamışlığını satıyordu Sesini hatırlayamadığımız bir su testisinde Güneş sanki günahımızdı üstümüzde.. Sonra bu güvercinler niye varlar Bir anıyı yaşatmak için mi Ölümsüz bir ses mi taşımak için ötelere Avuç içlerinde camilerin.. Çarşıkapı 1966 Yakınlaştıkça kaybolan Bir kente dönüşürdün Keşfedilmezim olurdun İçinde yolculuk etsem de... Günahkar mevsimimdin.. Hiç umut yoktu sende, O yüzden vazgeçilmezdin, Vazgeçilmezimdin... Boğuk bir bakışın oluyor senin Bir girdap derinliğinde kayboluyor gibiyim Yok gibi yaşamak bu kalkıp kurtulmak gibi kalabalıktan Durma bana türkü söyle Anadolu olsun Susuz dudak gibi çatlak olsun Karanfil gibi olsun kara çiçek gibi solgun yüzün Durmadan akıyor kalbim ayaklarına bana karanlık bakma Ağıyorum bir karanlık karayel saçlarına Çekme ülkemden nar yangını gözlerini Beni bu kentten kurtar beni yalnız ko git beni Arıyorum arıyorum o ilk çağ ırmaklarında sedef ellerini. Susmam seni ürkütmesin içimde çağlar var bilmelisin Katı bir yalnızlık bu bilmelisin Kaçmam kendimi bulmam ben senden yoksunum iyi bilmelisin.. Şu yalnızlık çıkmazında önümde niye sen varsın Niye her şey bir anda kayıyor sen kayıyorsun Kalbim niçin bu kadar yabancı sen niye yoksun Bir sam yüklü geceleri içimden atamıyorum Niye bunları bir anda unutamıyorum. Hadi tut elimden gök gibi ölü kadar yalnızım. Seni görünce ellerim titrer, Ayağım yere basamaz, Kalbim göğsüme sığmaz,, Neden,nereden başalayacağım bilemem... Unuttum seni görünce. Konuşmayı bile.. Hala inanmıyormusun Sevdiğime.... Uyumayan bir yatak... İçine uyuyanlardan önce Tut ki uyandı bulut... Ve sonra koynunda uyuyanlar Çifşeşmeye başlayınca, Havalarda oluşan bebek Düşün artık ne kadar Tayyareci olacak! .... Büyüyünce atmaz diğ`mi bu çocuk Şiirlerin üstüne atom bombalarını? .. Hızır Paşa bizi berdar eyledi Kesti kollarımı kızak bağladı İşiten muhipler hep kan ağladı Açılın zindanlar pire gidelim. Kalenin kapısı taştan demirden Yanlarım çürüdü yaştan yağmurdan Bir kimsem de yok ki dellal çağırtam Açılın zindanlar pire gidelim. Kalenin kapısı taştan çıkılmaz Penceresi yüce Şah'a bakılmaz Bir ben ölmeyinen cihan yıkılmaz Açılın zindanlar pire gidelim. Çıkarım bakarım kale başına Mümin müslim olan gider işine Bir ben mi düşmüşüm can telaşına Açılın zindanlar pire gidelim. İlimi sorarsan köyümdür Banaz Yakılsın yıkılsın ol kanlı Sivas Bir ben ölmeyinen cihan yıkılmaz Açılın zindanlar pire gidelim. Pir Sultan Abdal'ım hey Hızır Paşa Yazılanlar gelir sağ olan başa Hasret koydun beni kavim kardaşa Açılın zindanlar pire gidelim Koyun meler kuzu meler Sular hendeğine dolar Ağlayanlar bir gün güler Gamlanma gönül gamlanma. Yiğit yiğide yâd olmaz İyilerde ham süt olmaz Bin kaygı bir borç ödemez Gamlanma gönül gamlanma. Yiğit yiğidin yoldaşı At yiğidin öz kardaşı Sağlıktır cümlenin başı Gamlanma gönül gamlanma. Yiğit yiğide yâr olur Kötülerde ham süt olur Kara gün ömrü az olur Gamlanma gönül gamlanma. Nâçar Karac'oğlan nâçar Pençe vurup göğsün açar Kara gündür gelir geçer Gamlanma gönül gamlanma Sessiz arkadaşlığı ayın eşlik ediyor sana, dalgın gözlerinin bugün toza dönüşmüş bir bahçe ya da avluda onu son kez çözümlediği -zamanın derinliğinde yitip gitmiş- o akşam ya da geceden bu yana. Son kez mi? Biliyorum, biri çıkıp şöyle diyebilir günün birinde sana, tam da gerçeği söyleyerek: Parlak ayı görmeyeceksin artık, tükettin yazgının sana bağışladığı fırsatların toplamını. Tüm pencerelerini açsan da dünyanın, boşuna. çok geç artık. Onu bulamayacaksın bir daha. Yaşamımız boyunca keşfeder ve unuturuz o alışılmış güzelliğini gecenin. Biliriz, göktedir hep ay. Oysa iyi bakmak gerekir ona. Kim bilir, belki de sonuncusudur! Kahpe felek sana n'ettim n'eyledim Attın gurbet ile taşımı felek İbtida gülmeyen sonra güler mi Akıttın gözümden yaşımı felek. Ben feleği gördüm elde var iken Başım alam gidem derdim er iken Kol kanat bağladım uçam der iken Kırdın kanadımı kolumu felek. Bak'a şu feleğin işine bak'a Götürün gömleği istemem yaka Yönünü döndürmüş geliyor Hakk'a Sen melamet ettin işimi felek. Pir Sultan Abdal'ım olmuşum hazer Yarinden ayrılan dünyadan bezer Ellere baktım ki salınıp gezer Hemen bana ettin zulumu felek Şimdi herşey sevmek fiilini çekiyor O eşsiz gülleriyle işte mayıs başı Aşk: neşeli, kederli, günücü ve yakıcı Yanık yanık söyletiyor yeşeren ormanları Gövdesine bir dilek kazıdığım ağaçtan Mırıltılar geliyor ve ağaçcık doğaçtan Yaratısı sanarak yineliyor durmadan Geçen güzde göğsüne çizdiğin istenceyi Alaycı alakarganın dalga geçtiği mağara Kaşlarını oynatıp gülümsüyor ormana Hava aşka değin titreşimlerle dolu Öyle göklü ve körpe, seven, mis kokulu Sevdalı yoncalarsa göğe göndermiş onu Ve güneş adım adım dolanırken kubbeyi Esrik çayır kokular döküyor dörtbir yana Öpücükler açıyor dönüp gelen bahara 'Seni seviyorum' diyen mırıltıyla kırda Safransarı, gökmavi, lal rengi ve erguvan Gölcüklerin üstünde, otlaklarda, koyakta Binbir renkte benekler oluşturuyor orda Kokusunu savurup saklıyor çiçeğini Sanki kırın telaşlı, tatlı iletileri Yaygaracı aşkının yazdırdığı pus'lalar Papyadan bir altlığa izlerini yaymışlar İncecik sesleriyle küçük kuşlar ormanda Şarkıcıklar söylüyor peri kızlarına Tatlı bir sır veriliyor gölgelikte herkese Seviyor ve söylüyor herşey bunu sessizce Sanki yanan güneyde, batıda ve kuzeyde Ve altın ışıklarla günün doğduğu yerde Çiçekli çit, sarmaşık ve şakırdayan pınar Ve tepeler ve gölgeler ve o sonsuz tarlalar Dört rüzgarın düzdüğü bir dörtlük söylüyorlar Beni görünce kaçma ne olur Ceylan ben seni vuramam Saklananıp beni süzme ne olur Ceylan ben seni vuramam. Tenhalarda bir gölgeyim Kimse bilmez ben nerdeyim Zalim bir avcı degilim Ceylan ben seni vuramam. Dağlarda gezer dururum Akşam olur kaybolurum Belki bende vurulurum Ceylan ben seni vuramam. Vuramam vuramam Ceylan ben seni vuramam Sen ölüm, Evlerde pissin ama, Daglarda igrençsin.. Sen ölüm, Birinin adi silinir de, Adin geçer ancak.. Sen ölüm, Eli tutmaz olur da, gözü görmez olur da Tutarsin, görürsün oralarda ancak.. Sen ölüm, Ülkelerde kötüsün ya Ülkelerarasi daha çirkinsin.. Sen ölüm, Sayriliklardan sonra gelirsin peki, Şu dev gibi, su dipdiri gençlerle isin nedir? Gözlerinde gök sancısı İçlerinde okyanus uğultusu uzun mızraklarla yararak karanlığı Gelip dayandılar şehrin sivrilmiş tırnaklarına Çarpık dudaklarıyla kırpılmış saçlarıyla Soyguna uğramış yüzleriyle Barbar ellerin işgal ettiği sonra terk ettiği Harabe kadınlar Gidip gidip gelirlerdi camekanlı çarşıda Bu kirazı kim yer kim satar Hangi savaştan arta kalmış bu çocuklar. Sonsuz devirleri aşarak savaşçılar geldiler Ve akşamın ipini kestiler Gece putun üstüne devrildi put yere devrildi Yanlış pazarlara sürülmüş yılgın uykusu şehrin Ortasından bölündü. Kollarını derin balkonlara dayamış bilinçleri ustura savaşçılar Taradılar gözleriyle ağır ağır şehrin saçlarını Ayıkladılar bir bir bitlerini Fosfor ellerini uzatarak balkonun uçsuz uzantısından Yanan şehri tuttular Şu bizim atımızdır deniz hipodrom Nehrin yatağını öp sen ey savaşçı Birikinti gölleri geç apartmanları geç kaldırımları Bir bir ayıkla mezarları. Güneşçağ öncüleri yolları tuttu dua erleri tuttu Yüzleri Mekke ülkesi gözleri Medine çeşmesi Elleri altınçağ mimarı.. Ankara 1966 yüzümden firar etti gözlerim şimdi bir denize bakıyorlar dört duvar arasında kalmışım yanımdakiler öyle diyorlar. kafamı çarptığım ranzanın demiri ciğerlerimi emen soğuk duvar saçımdaki karları çoğaltmışım yanımdakiler öyle diyorlar. görüş günüm olmadı henüz daha yeni başlıyor büyük acılar ve daha epey ağrıyacakmışım yanımdakiler öyle diyorlar. seni görmeyeceğim artık zaten tamamlanmıştı anılar ihtimal sabah alınırmışım yanımdakiler öyle diyorlar. gözlerime iyi bakarsın umarım günde milyonlarca kez seni ararlar diğer tüm hisleri bırakmamışım yanımdakiler öyle diyorlar . yanımdakiler öyle diyorlar Kirazın derisinin altında kiraz Narın içinde nar Benim yüreğimde boylu boyunca Memleketim var Canıma ciğerime dek işlemiş Canıma ciğerime Sapına kadar. Elma dalından uzağa düşmez Ne yana gitsem nafile. Memleketin hali gözümden gitmez Binbir yerimden bağlanmışım Bundan ötesine aklım ermez.. Yerliyim yerli olmasına ilmik ilmik, damar damar Yerliyim. Bir dilim Trabzon peyniri Bir avuç tiftik Bir çimdik çavdar Bir tutam şile bezi gibi Dişimden tırnağıma kadar Ressamım. Yurdumun taşından toprağından şurup gelir nakışlarım Taşıma toprağıma toz konduranın Alnını karışlarım Şairim şair olmasına Canım kurban şiirin gerçeğine hasına içerisine insan kokusu sinmiş mısralara vurgunum Bıçak gibi kemiğe dayansın yeter Eğri büğrü, kör topal kabulum Şairim Zifiri karanlıkta gelse şiirin hası Ayak seslerinden tanırım Ne zaman bir köy türküsü duysam Şairliğimden utanırım Şairim Şiirin gerçeğini köy türkülerimizde bulmuşum Türkülerle yunmuş yıkanmış dilim Onlarla ağlamış, onlarla gülmüşüm. Hey hey, yine de hey hey Salınsın türküler bir uçtan bir uca Evelallah hepsinde varım Onlar kadar sahici Onlar kadar gerçek insancasına, erkekçesine 'Bana bir bardak su' dercesine Bir türkü söylemeden gidersem yanarım.. Ah bu türküler Türkülerimiz Ana sütü gibi candan Ana sütü gibi temiz Türkülerde tüter dağ dağ, yayla yayla Köyümüz, köylümüz, memleketimiz. Ah bu türküler, Köy türküleri Dilimizin tuzu biberi Memleket ahvalini onlardan sor Kitaplarda değil, türkülerde ara Yemen'i Öleni, kalanı, gidip gelmeyeni... Ben türkülerden aldım haberi.. Ah bu türküler, köy türküleri Mis gibi insan kokar, mis gibi toprak Hilesiz hurdasız, çırılçıplak Dişisi dişi, erkeği erkek Kaşı kaş, gözü göz, yarası yara Bıçağı bıçak. Ah bu türküler köy türküleri Karanlık kuyularda açılmış çiçekler gibi Kiminin reyhasından geçilmez Kimi zehir, kimi zemberek gibi.. Ah bu türküler, köy türküleri Olgun bir karpuz gibi yarırılır içim Kan damlar ucundan, murekkep değil işte söz, işte ses, işte biçim: 'Uzun kavak gıcım gıcım gıcılar' iliklerine kadar işlemiş sızı Artık iflah olmaz kavak ağacı Bu türkünün yüreğinde sancı var.. Ah bu türküler, köy türküleri Ne düzeni belli, ne yazanı Altlarında imza yok ama içlerinde yürek var Cennet misali sevişen Cehennemler gibi dövüşen Bir çocuk gibi gülüp Mağaralar gibi inleyen Nasıl unutur nasıl Ömrunde bir kez olsun Halk türküsü dinleyen... Sevgili, yetmiyor 'sevgili' sözü tek başına.Karşılamıyor içimi dolduran duyguyu. Oysa ben 'sevgili' derken neler düşünüyorum bilsen. Sonsuz,bir güneş, bir yudum rakı, çiçeğe durmuş ince bir bahar dalı, oğlumun sıcak yanağı, anamın acılı gözleri, babamın tütün kokan eli, evimizde ki kuş, yarının güzel günleri, anlatılması güç binlerce duygu ve SEN... işte sen beni hayata baglayan en güzel köprüsün; köprülerin en güzelisin. sevgilim...güzelim... insanı yaşatan içimizdeki hayat böceğidir. o ölürse hayatımızında tadı biter. o sakın ölmesin, yaşat onu. selimiye cezaevi 3.8.1972 Boşa doğüşmeyin bizim yiğitler Sizi vurduranlar vurulmuyor ki Kim bilir nerde hangi koltukta Kömürde tarlada yorulmuyor ki. Aynı baba dölü ölen öldüren Ölenle öldüren iti güldüren Yokmu idi bunu size bildiren Vur diyenler burda görülmüyor ki. İşçiyi işçiye düşüren zalım Boynumuzda boza pişiren zalım Bu kadar bardağı taşıran zalım Gözümüz önüne serilmiyor ki . Yeni adı çıkmış sağ ile sol'un Tarihte borcu yok kullara kulun İki yanı birdir yattığın çulun Bilirsin ölenler dirilmiyor ki. Mahzuni der nedir hak'kın davası İnsana benzer mi köpek mayası Ah tükenip bitsin sınıf kavgası Sınıfsız bir okul kurulmuyor ki. Kimseyi değiştiremezsin hayatta. Ve kimse için de değişmemelisin. Kimliğini kaybettiğin an, yaşamını çöpe attın demektir. İstemediğin sürece, hiçbir şey için ödün vermeyeceksin. Çünkü gün gelir, verecek hiçbir şeyin kalmaz. Her şeyi sen istediğin için yapacaksın, başkası senden istediği için değil. Ve sen, sen olarak kaldığın sürece senin yanında olanlar da mutlu olacaktır. Bırak hayatına eşlik etmek isteyenler gelsin seninle.. Yolun bitimine kadar gelmeleri şart değil. Herkesin gidebileceği bir yol vardır. Sen yeter ki, yanında yer almayı bil. Ne sen kimse için mecburi istikametsin, ne de bir başkası senin için... Seninle gelmek isteyenleri yanına al. Belki beraber daha çok şey katabilirsiniz bu hayata. Yanındaki seni mutlu ettiği sürece kalsın hayatında, zorlama kendini. Hayat rahat ve anlayışlı insanlarla Ve hayat hak ettiği gibi yaşandığında güzel.... Ve unutma; aynı dili konuşanlar değil aynı duyguyu paylaşanlar anlaşabilir... Aşkları da devralır mı kalp nakli yaptıranlar? Yücesinde namlı namlı karın var, Seni yaylayacak zamanım dağlar! Başından aşmağa yoktur takatim, Kalmadı dizimde dermanım dağlar! . Yağmur yağar, mor sümbüller bitirir; Yel estikçe kokuların getirir. Sarı çiçek sarvan kurmuş oturur; Karışmış güller çimenin dağlar! . Sarı çiçek sallanıyor naz ile, Dem sürerdim on beşinde kız ile, Şimdi öksüz kaldım kırık saz ile, Ah ettikçe tüter dumanım dağlar! . Yaz gelir, illerin çözülür, konar. Güzeller suyundan içip de kanar. Küpeler kulakta mum gibi yanar; Gördükçe, artıyor imanım dağlar! . Karac'oğlan der ki: Çöktüm, oturdum; Bağ bahçe diktim de meyva yetirdim. Alnı top perçemli yavrı yitirdim, Bir köşende kaldı gümanım dağlar! Bir gün, Uzak bir yolculuktan sonra, nefes nefese, Kalbimin çarpışını sofranda sayacağım. Ömrümü vermek için ağzından çıkan sese Kapını sol elimle aralıklayacağım... Yabancı bir fısıltı söyleyecek adını, Tanıdığım bir gülüş kıvrılacak içerde. Vurur vurmaz duvara kapının kanadını Karşımda ürperecek halı, sedir ve perde. Korkma! Sana ne dil uzatır ne de el kaldırırım, Gözümü kan bürümüş diye benden çekinme: Nasıl birden düşerse bir ağaca yıldırım Beni baştaan aşağı çarpar o lahza inme. Sakın kalkma köşenden, ısıttığın yerde dur, Yine öpsün o dudak... Sarsın o kol belini! Eşiğinde canımla ödüyorsam ne olur Bir kadına inanmış olmanın bedelini? ... 1. koşu Kör bir ozan anlattı bunları, Atların da ruhu vardı Troya önünde, Ta Hades'ten duyulurdu kişnemeleri, Atsız bu bu kişneme ölüleri ürpertir, Köpeği deliye çevirirdi. Kimi de Troya önünde nal sesleri gezinirdi, Gömülmemiş bir atın erinçsiz ruhundan.. O gün Akhalar başka biri için yarışsalardı İlk ödülü Akhileus götürürdü barakasına. Çünkü ölümsüz atları vardı, Onları Poseidon vermişti babası Peleus'a, Peleus da oğluna armağan etmişti. Şimdi atlar yas tutuyorlar Patroklos'a, Yürekleri burkuk, toprağa değiyor yeleleri.. Diomedes Tros atlarını koştu arabasına O atları savaşta Aineas' tan almıştı. Bir tanrı kurtarmıştı Aineas'ı. Sarı Menelaos kalktı sonra, Atreusoğlu, Tanrısal yiğit koştu arabasına iki at, Agamemnon'un kısrağı Aithe'yi, kendi atı Podargos'u. Antilokhos koşum taktı Pyloslu atlarına. Sonra Köroğlu kalktı, koştu Kır At'ı. Her yanında çifte kanat Bilmez yakını ırağı. Kendini beğenmiş Tahta At'ı çıkardılar sonra, Yayıldı ortalığa yanık sedre kokusu. Huylandı öbür atlar bu büyülü kokudan. Sonra göründü Muhammed'in damadı Ali'ye Benzer iyi huylu Düldül, edep yeri kapalı, Dolandı çok tanrılı atlar arasında ağır ağır,. Gözleri iyi görmüyordu. Başını yana eğen İskender'in Bukephalus'u Geldi sonra, Hint kızları gibi derin bakışlı Güneyden yana bakayordu ikide bir, Sezmiş gibi Granikos suyunun yakınlığını. Elcid'in Babeica'sı, derken Rocinante çıktı Ağlayarak. Anlatma bana atları! Bilirim, ana rahminden gelir, gece, karanlık Bir ahırda lamba tutar biri, ışık titrer Samanların üztünde, hayvanın öksürüğü ve soluğu... Başını döndürür bakar, 'Bana benziyor mu? ' 'Sekili mi ayakları? ' Anlatma bana atları! Sabahın yerden kesilmiş tarlaları ve çığlık Çığlığa suları gibi gök yarığından atlayan Kanatlı Pegassos! Gençliğim benim, oğlum! Delirmiş bir zamandı, yas, ölünün öcü, gövdesiz kuş, Kırılan yıldız, unutulmuş bir günün yarısı. Tohumsuz küçük göller ölüm anıtı gibi yükselen, Ve giysisiz boşluk, yılgın uzay, o bitmeyen Koşu...Atlar, atlar.Yaşlananı görmedim hiç. Kimi yelesiyle devirmek ister burçları, Kiminin eşeler toprağı hala toynakları. Anlatma bana atları! Yüreğim kaldırmıyor düşündükçe vurulup Vurulup yerlerde yattıklarını, anlatma, Anlatma bana, görmedim Troya savaşını.. II. Ağu Duydun mu? Bursalı oto tamircisi Mehmet'in duyduğunu? Katran, balık ve çam tahtası kokulu, Yatışmamış çayırsı kadın kokulu kentin Önceden bildi diye yakılacağını, Ağulu yılan sokmuş Laokoon'u. Kıvranıp duruyorlarmış çoluk çocuk Rüzgarlı İlion kıyısında. Kıyılarda birikir ölümün artıkları, Düşüncede yitirilen ve bulunan sözcük, Sonsuzluk, aranan kırık bir yontu gibi Kıyılarda birikir ün, yücelik ve düşman. Çünkü deniz daha bitmemiştir, uykusuz Ve yarı yarıyadır, çöker delikli fıçısında Tortulanarak eski ölülerden. 'İzmir fuarından otobüle dönerken Gördüm, bir bulut sarmıştı İlion'u.' Bütün kitapları gaz odalarına atmışlar, Dresden'de, Köln'de, Münich'de. Über allen Gipfeln ist Ruh 'Gökte uçaklarla kuşlar çarpışıyor, Kanatlar, tüyler, gagalar yağıyormuş kente.' Duydun mu? Hep yabancı kızlar çalışır bizim genelevlerde Adları La, Li Lu... 'Pkei, Dağa bırakılan çocuk ne oldu? Şimdi herkesin ağzında bu konu. Kurda kuşa yem mi oldu dersin ormanda? Parçalarını olsun bulamaz mıyız? Parçalardan bir insan çıkmaz mı ortaya? Hem ne olur, olmaz mı, gövdesiz olsa? Olur, olmaz, olsa? '. III. Düş. 'Sabaha karşı, Gecenin kırıntılarını bir anda toplayıveren Güvercin gibi aç bir saatta, Doğmamış çocuklar kurar düşlerin yayını, Kadın düşünde gördü çocuğu ve yangını.' 'Demek çocuğu dağa bıraktılar, düş ve yangın Kaldı. Keşke düşü bıraksalardı.'. 'Evet korktuk düşten, gereği buydu, Elimizde değildi düşü yorumlamamak, Yorumun gereğini yapmamak da öyle. Çocuk büyüyünceye dek bekler yangın, Beklesin gelecek günün kötürüm yazıtı, Beklesin kuş gagalarının yaraladığı ayna, Şarap her zaman içilir ve bekletilir, Çünkü kırmızıdır sıçrayan kanın rengi, Gidip gelen günün ve uzayan şarkının rengi. Bölmedik mi günü yediye geceyi beşe? Bu uykusuz direncin suyunu mühürlemedik mi? Biz atmadık mı ayı bunca uzağa doğumdan? Biz uzatmadık mı uykunun ağır bacasını? Beklesin gizemli suda bekleyen kamış, Ve ayın kuru eteğinden bakan göz kuşu, Kent kurulmadan taşı kör eden kar bıçak, Ah beklesin bekleyecek olan alın bekler, Tut gelgitin ucundan derim tutar ve bekler, Sürer gider su, toprak, usun arsız otu, Atlı karınca, örtüler, tapınak ve merdiven, Sürer ölümsüz mutluluk, iç sıkıntısı, Bekleriz bize verilmiş olanı yaşayarak.'. 'Ah çok çekmiş yorumcu! Taşıyabilecek miyiz dersin birlikte Kim bilir kaç yıl sürecek kaygımızı? Yarınımızın ne olacağını bilmiyorduk Gene de bilmiyoruz, ama bir umut bu çocuk, Umutsuzluğumuzun umudu. Git bul ormanda onu.' IV. Dönü. Orman, çıplak yerlilerin attığı büyülü Bir ağdır ve sanki avlanmış, şaşkın Bir at gibi dağ, kurtarmak ister başını, Tırmandıkça tırmanır çukur sulara Göklerin. Aşağıda, Surlarla deniz arasında, dokuz kez yıkılmış Surlarla, yedi kez ıssız kalmış deniz arasında, Düşle yangının iki kanadı arasında, Hiçliğin tek kurşunu zamanı uzatan Ve acele söğütleri ölümün dilinden Konuşturan dayanıklı ırmak horonu ile Bitişin komşu duvarı Boğaz arasında Dönüyordu atlar...Yaşlananı görmedim hiç. Kimi yelesiyle devirmek ister burçları, Kiminin eşeler toprağı hala toynakları. Bir yanda armağanlar bekliyordu: Bir kadın, Kulplu bir üçayak, altı yaşında bir kısrak, Ateşe değmemiş bir kazan, iki kulplu bir kap. Bağırmalar, nal sesleri, toz duman... Über allen Gipfeln ist Ruh 'Peki, Dağa bırakılan çocuk ne oldu? '. V. Fal 'Şu mavi boncuğu gördün mü? Bir deveci Tuttu onu geçende. Tuhaf adamdı doğrusu, Hem fal baktırır, hem dövüşürdü yılmadan Falına karşı. Anlamam ben. Boğulmuş Geçerken Fırat'ı. Aç bir köpektir fal, Kovalarsın, döner gelir, bulur seni. Şu önümdeki kurşun ne bileyim kimin falı? Macbeth'e kral olcağını söyledim, Ama öldüreceğini söylemedim kralı. Zamanı uzatmak da elimde değil, Kısaltnak da. Yat sat tat ksanikam. Bak, gözümü kırptım, her şey geçti gitti, Yarın dündür, dünse daha gelmed,. Şu bakla, tuttuğun çocuk olsun, itiyorum, İniyor dağdan aşağı...Ne kadar zaman geçti? Bilemem. O mu, değil mi bilemem gene. Bir lamba yak, akşam başkadır ışığı, Gece yarısı başka, bambaşka sabaha karşı. Ama lamba aynı lamba. Santana ksana dbarmas.İnan, inanma.'. VI. Sevi. Orman sen elimi tutunca başlardı, Yarılırdı bir incir gibi ortasından. Koşardıkyukarı iki büklüm, soluk soluğa. Alabalıklarla düşe kalka, çam pürleri Keserdi hızımız, Elimi Bırakma, Elimi Bırakma... Sonra kayardık ta aşağılara. Ve alçalırdı sessizlik bir ağaç gibi Kök salardı sende ve bende, arayarak Toprağın sıraya dizilmiş suyunu. Ayçiçeğinden göğüslerin döner ışığa, Yürürdüm göğsünde öğle saatleri gibi, Yürürdüm bir anıt kemeri gibi iki yanında. Sonra gene başlardık koşmağa, Yukarı, daha yukarı, çukur sularına Göklerin. Öperdim seni, titrerdin, parçalanmış Anları birleştiren sevi düş görmez. Ey orman, Ey avlanmış atın falı, ey yeniden başlamanın Aç güvercini! Falımız yok bizim.. Yaktık onu göçmen kuşların gözlerindeki Benek, gagalarındaki tekçil dane gibi Daha gün doğarken. Falımız yok bizim. Düşlerimi kanatıyor her gece Dudaklarında donmuş gülümsemesi O muhacir evde asılı duruyor hâlâ Yitirilmiş bir arkadaş sureti. Anılar mı yakın bana acı mıdır en eski Bir sağnak yıkasa yaralarımı belki Yumuşayacak gecenin mimikleri ağrılarım dinecek Ya da korunak olacak karanlığın kendisi. Hava su ve toprak kirlendi artık Tuz ve ekmeğe karışıyor yüksek gerilim Yeryüzünün bütün koordinatları Barınacak bir yer arıyor Haritadan silindi yüreğimin meskûn yerleri Her gün kütüklerden aşklar düşüyor hayat Artık 'ölü sayısı...' belirliyor gündemi değişen ben değilim dönüşen savaş yaşlanmakla ıslanmak aynı şey:. bir yağmurun gölgesinde ihtiyarlamak. şimdi ölüm bile yetmiyor acılarımızı tartmaya dostlar alıngan bir sahili pinekliyorlar bir merhaba'yı bıçaklar gibi artık selamlaşmalar. değişen ben değilim dönüşen savaş. artık zaman bile yetmiyor yaşadığımızı sanmaya. yine de ışıklar bu kenti güzelmiş gibi gösteriyor geceleri.... geceler... yani Ahmet Haşim'in kafiyeleri..... seni aklıma düşüren yerçekimi değil yalancı yıldızlar öyle uzaksın ki üflesem soğuyacaksın sarılsam okyanus. bir aşka yetecek kadar ve anımsatacak kadar sebepsiz bir ölümü, acılarımız ve kafiyelerimiz var.... işte hepsi bu kadar.... tarlakuşlarına inanır allaha inanmazdı denizi ilk gördüğü gün ölüm ölüm diye bağırdı ve gözlerinde mavi yıllarca çalkalanıp durdu. bakınca ağaçlar inildeşir taşlar toz olurdu içteniçe suların akışında bulduğu neydi neden ıslık çalardı rüzgarda neden ağlardı. bir dostu vardı maphustu pas tutmuş yıllaryılı zinciri delirmek bir hızlı yaşamaktı zamana sığdırmaktı bunu bilirdi bir köpeği vardı adı doç'tu aşksız geceler gibi karaydı göğsü yürek biçiminde aktı zincir sesleri geliyordu ötelerden karanlık uluyordu korkunçtu ve gözleri bal damlası kadar tatlı forsa gözleri gibi uzaktı bir sevdiği vardı adını kimse bilmez bir dileği vardı anlaşılmaz alnına gecelerce çökmüş gölgesi onu hem herkes bilir hem de hiçkimse bilmezdi. birgün bütün okuduklarını unuttu birdenbire sevdiklerini unuttu nesi varsa yaşanmış bırakıp gitti Ala gözlerini sevdiğim dilber Kuğuya benzettim göller içinde İnceciktir belin hilaldir kaşın Selviye benzettim dallar içinde. Benim dostum gelişinden bellidir Ak elleri deste deste güllüdür Güzel seven yiğitler de bellidir Melil mahzun gezer iller icinde. Karşımızdan geçen acap yar mı ola Benim gibi yaralanmış, zar mı ola Benim sevdiceğim güzel var mı ola Hakkın yarattığı kullar içinde. Karac(a) oğlan söyler biz de varalım Kimler rakip olmus biz de görelim Halin hatırını anın soralim Götürüp giderler sallar icinde Bütün güzelligini giyinip gelmissin Saclarin selale omuzlarinda bu kis günü kiyamette ilk yaz ciceklerimi gögsünün catlaina taktigin. Parmak uclarini avuclarina yedirmende yetmedi gene paramparca tel örgüde gözlerin topla güzlerini sevdigim senin güzelliginle demlenmek istiyorum bugün Kendimi her zaman mutlu hissederim. Neden biliyor musunuz? Çünkü kimseden bir şey ummam, beklentiler daima yaralar. Hayat kısadır, öyleyse hayatınızı sevin. Mutlu olun ve gülümsemeye devam edin. Sadece kendiniz için yaşayın ve konuşmadan önce dinleyin, Yazmadan önce düşünün, harcamadan önce kazanın, Dua etmeden önce bağışlayın, incitmeden önce hissedin, Nefret etmeden önce sevin, vazgeçmeden önce çabalayın, Ölmeden önce yaşayın. Hayat budur, onu hissedin, yaşayın ve ondan hoşnut olun. Meyil verme nasa murdar olursun Dünya kadar malın olsa ne fayda Tutulur dilin söylemez olursun Bülbül gibi dilin olsa ne fayda. Bir gün olur çıkarırlar evinden Allah'ın ismini koyma dilinden Kurtulamazsın Azrail'in elinden Dünya kadar fendin olsa ne fayda. Yalan söyler kov gıybette sözün var Güvenir gezersin oğlun kızın var Şunda senin üç beş arşın bezin var Dünya kadar malın olsa ne fayda. Yalan söyler kov gıybetten geçmezsin Yersin haram helal geçmezsin Kesilir nefesin su da içmezsin Akan çaylar senin olsa ne fayda. Pir Sultan'ım bunu böyle vird etti Vardı bir mürşitten el etek tuttu Mürşidin ağırlayan Hakk'a yetti Tutulmaz nasihatim söylesem ne fayda Bugün son sinek de soğuktan öldü Son gül soldu,son yaprak döküldü Ay bulutların içine gömüldü Son ahbap da diyar-ı ahirete göçtü. Bir bu heyhula kaldı buracıkta O da ölümünü bekliyor küçük bir odacıkta Bir damla su misali küçük bir kovacıkta Bir mezardır istediği kdüz bir ovacıkta. Halini soran yok mu bu kimsesize Sorarlar bir gün bunun hesabını size Muhtaç bu garip bir çift söze Basar bağrını küçük bir köze Kendisi çatlamadan Toprağı çatlatamaz tohum Asmışım sinirini mutsuzluğun Ayrımsayamıyorum bile öyle mutsuzum Acısını artık duyamıyorum Ki kendim öyle bir acı olmuşum Nasıl görmezse göz kendini Kendimi arıyor bulamıyorum. Vefa her kimseden kim istedim ondan cefa gördüm Kimi kim bîvefa dünyada gördüm bîvefa gördüm. Kime kim derdimi izhar kıldım isteyip derman Özümden bin beter derd ü belaya mübtela gördüm. Mükedder hatırımdan kılmadı bir kimse gam def'in Safadan dem uran hemdemleri ehl-i riya gördüm. Ayak bastım reh-i ümmide, sergerdanlık el verdi Emel serriştesin tuttum elimde ejderha gördüm. Fuzuli ayb kılma yüz çevirsem ehl-i âlemden Neden kim her kime yüz tuttum andan yüz bela gördüm Biz, zaman kırıntıları, Zaman sinekleri, Tozlu camlarında günlerin sessiz kanat çırpanlar Ve lüzumsuz görenler artık Bu aydınlıkta kendi gölgelerini! Sanki siyah, simsiyah taşlar içinde Siyah, simsiyah kovuklarda yaşadık biz, Sanki hiç görmedik birbirimizi, Sanki hiç tanışmadık! . Dünya bize öyle kapattı kendisini…. Neye yarar hatırlamak, Neye yarar bu cılız ışıklı bahçelerde Hatırlamak geçmiş şeyleri, Bu beyhude akşam bahçesinde Kapanırken üstümüze böyle Zaman çemberi Hatırlıyor yetmez mi Güneşe uzanan ellerimiz! . Aynalar sonsuz boşluğa Çoktan salıverdi çehremizi, Yüzüyoruz, İpi kopmuş uçurtmalar gibi. Biz uzak seyircisi bu aydınlık oyunun, Birdenbire bulanlar içlerinde Gülüncün sırrını, Ne kadar benziyoruz şimdi, Aynı tezgâhtan çıkmış testilere Bir şey, bir şey kaldırdı bütün ayrılıkları! . Baksak aynalara Tanır mıyız kendimizi, Tanır mıyız bu kaskatı Bu zalim inkârın arasından Sevdiklerimizi.. Ben zamanı gördüm, İçimde ve dışımda sessiz çalışıyordu, Bir mezar böyle kazılırdı ancak, Yıldırımsız ve baltasız, Bir orman böyle devrildi! Ben zamanı gördüm, Kaç bakışta bozdu hayalimi, Ve kaç düşüncede! Ben zamanı gördüm, Şimşek gibi bir ânın uçurumunda.. Kim tanır bizi şimden sonra, Aydınlığı kıt gecemize Misafir olanlardan başka; Kuru tahta üstünde bizimle Paylaşanlar günlerimizi Ve benim gözlerimle bakanlar güneşe Ancak tanır bizi Mor çemberlerin uçuştuğu akşam sularından! Akşamın tek bir ağaç gibi Dal budak saldığı sular Çocukluk rüyalarının bahçesi! Sakın kimse el sürmesin dallara, Yapraklar, meyvalar olduğu gibi kalsın Benim uykum boyunca! . Ben zamanı gördüm, Devrilmiş sütunları arasından Çok eski bir sarayın Alnında mor salkımlar vardı Ve ilâhlar kadar güzeldi. Uçmak için kanatlanmayı bekleyen Yavru kuş gibi doğduğu kayada Ben zamanı gördüm Çırpınırken avuçlarımda.. Bak martılar kanat çırpıyor sana Bir rüyadan kopmuş gibi bembeyaz Yelkovan kuşları yalıyor suyu, Sen ki bakışından yumuşak bir yaz Gülümser en yeşil gecesinden Ve sesin durmadan, durmadan örer, Yıldız yosunu bir uykuyu… Bak, martılar kanat çırpıyor sana.. Süzülen yelkenler var enginde, Dalgalar var, güneş var. Güneş ayna ayna, güneş pul pul Güneş saçlarınla oynar Omzundan tutar giydirir seni, Sırtında tül olur belinde kemer Boynunda inci Ve dişlerinin zâlim çocuk sevinci Birden Tanrılaşırsın genç adımlarında Mevsimler önünde çözer yükünü Bahçeler yığılır eteklerine! Rüya ile Hayal arasında Hayal ile Hakikat arasında Yalnız sen varsın! Gece ile Gündüz arasında Güneşle Göz arasında Yalnız sen varsın! . Niçin sen yaratmadın bu dünyayı? Ellerinin mesut işaretlerinden Daha güzel doğardı eşya! Daha zengin olurdu aydınlık Kendi karanlığından çağırsaydı sesin, Sular başka türlü akardı Sert kayalardan göklere doğru Büyük, mavi, aydınlık sular! . Eğilme sakın üstüne Kendi yeşilinde boğulmuş havuzların, Ve bırakma saçlarını tarasın rüzgâr, Durmadan çukurlaşan bu aynada! Bilinmez hangi uzaklara götürür seni Dudak dudağa öpüştüğün hayal! Sokma güneşle arana, İmkânsızın parıltısını! Ve tanımadan, hiç tanımadan sev insanları! Değişmenin ebedî olduğu yerde Güzeldir hayat! . Ne kadar uzak, uzak Yollardan gelir bize Ve çok yabancı bir şey gibi sevinçlerimiz, Keder durmadan çiçek açar içimizde. Ne çıkar unuttuk hepsini! . Biz ki boş yere gerilmişiz anladık artık, Yıldızların amansız çarkına Ve boş yere sızlamış kemiklerimiz, Bilmiyoruz şimdi, mevsim yaz mı, bahar mı Bahçelerde hâlâ güller açar mı, Bilmiyoruz, kadınlar, kızlar, Şarkılar masallar var mı? Gece ile gündüz, Acıdan kaskatı kesilmiş yüz, Uykusuzluktan harap göz, Öpüşen dudaklar, Çözülmeye razı olmayan eller var mı? Ayrılık var mı gurbet var mı? Biz beyhude yere gecikenler, Çoktan bitmiş bir yolun ucunda Bilmiyoruz şimdi ıssız gecede Ne yapar ne eder, Gidip de gelmeyenler, Beyhude bekleyenler! Biz ayın çıplak arsasında Savrulan zaman kırıntıları.. Nerden bilelim bunları! bütün oyunlar bitti -bir sen kaldın yalnızlığımda bir başka dünyadayım artık -beni çocuklar bile anlıyor yıktım boğaları bir bir -bana gül atma yıkıldım ne yapsam ne etsem nasıl boğsam öz çocuğumu git -ona git -çek gözlerini- ben yorgunum yokluğuna. bilsen ne güzel yokluğuna parmaklarımda o hiç kurtulamadığım acı uğultu yokladım kapıları tek tek -dönüp ülkene düştüm bilsen ne güzel düştüm tatlı bir kıpırtının ötesindesin çocuksu korkularını giyiniyorsun yaralı bir temmuz ikindisisin hırçın sularıma iğilmiş. ben akşam delisiyim -çok yönlü duraklarda hızlıca sular bütün müzikler susar -renkler ölür- bir sen kalırsın yalnızlığımda çevreler göçer -yüzler eskir -bir sen kalırsın yalnızlığımda mahpusların ilk gün şaşkınlığı bu benim senden yıkılmışlığım bilsen ne güzel yıkılmışlığım git -ona git -ben yorgunum yokluğuna. bu benim en güzel yenilmişliğim bilsen ne güzel yenilmişliğim sana sesler getirsem tanımadığın ürpertiler getirsem yaşanılmamış sana seni getirsem yitiklerinden ikimiz el ele bir yola düşsek herhalde büyük işler yapabilirdik. ay serilir -bir eski tablo değer gözlerime -ölürüm kötü noktada düştüm -ben senin yasak ülkene düştüm bilsen ne güzel düştüm sen belki o değilsin sen çok saraylardasın şimdi o güzel çizgilerinde hoyrat parmakları aptallıkların hep yumruk oluyorum -kahroluyorum -o sömürge gözlerin bir kavgadan bir kavgaya o sömürge gözlerin git -ona git -çek gözlerini -ben yorgunum yokluğuna bilsen ne güzel yokluğuna. beni böyle darmadağınık düşünüyorsan gözlerine dolanıp dolanıp düşüyorsam yeniksem yıkılmışsam çıldırıyorsam çok yalnızım seni alıp götürüyorlar seni benden parça parça götürüyorlar suyumu aranıyorum mayın tarlalarında Zincirin altınsa da hatta, koparıp kır, Susmak ne demekmiş, yere haykır göğe haykır! . Vicdan bile duymaz çıkmazsa bir âhı, Sessiz kölelerdir yaratan binbir ilâhı. Elbet put olurlar öpülen eller, etekler, Elbet öpen oldukça, olur öptürecekler! . Hürriyet, o en son şerefindir, onu satma! Bir tanrı yeter, kendine bin tanrı yaratma! . İnsandaki dört tane ayak devrini bilme, Mahvolsa eğilmezdi baban, sen de eğilme! Bir adam üçe bölündü Ömrün daracık sokaklarında Üç ışık yandı ansızın O yorgun gözkapaklarında. Bir adam üç kadın seviyordu Üçünün ismi dudaklarında Üç güneş doğuyordu aşk gecelerinin Paramparça olmuş şafaklarında. Bir adam üç kere öldü Üç ölüm gezdi ellerinde, ayaklarında Şimdi üç mezarı var Yaşadığı şehrin uzaklarında SON HESAP. Dün gece oradaydım 'Pişmanlıklar Bahçesinde' buluştuk onunla. Yıllanmış yanlışlardan demlenmiş bir çayı yudumladık son kez... Hayallerimiz Sanki sıcak bir dondurma gibi duruyordu masada Daha dokunmadan erimişti. Ve ne garip bir tesadüf Ne istedikse o gün garsondan Aşk gibi- dostluk gibi umut gibi Çoktan tükenmişti.. Yapacak bir şey yoktu artık Son hesabı ödemekten başka Gel gör ki Garsona, hesap deyince Acı acı gülümsedi Çünkü; Gözyaşlarımız Bizden önce hesabı ödemişti. Daglara sinmis huzur, En kucuk kipirdanis yok yapraklarda, Kuslar ormanda suskun, Sabret yakin birgun sende huzur bulursun. Sonra Almitra tekrar konustu: 'Peki ya beraberlik? '. Ve o cevap verdi:. 'Siz beraber dogdunuz ve hep öyle kalacaksiniz. Ölümün beyaz kanatlari, sizin günlerinizi dagittiginda da beraber olacaksiniz.. Siz Tanri'nin sessiz belleginde bile beraber olacaksiniz.. Fakat birlikteliginizde belli bosluklar birakin.. Ve izin verin, cennetlerin rüzgarlari aranizda dans edebilsin.... Birbirinizi sevin; ama sevgi bir bag olmasin, Daha ziyade, ruhlarinizin sahilleri arasinda hareket eden bir deniz gibi olsun.. Birbirlerinizin bardaklarini doldurun; ancak ayni bardaktan içmeyin... Ekmeklerinizi paylasin; ama birbirinizinkini yemeyin.... Beraberce sarki söyleyin, dans edin, cosun; fakat birbirinizin yalnizligina izin verin; Tipki bir lavtanin tellerinin ayri ayri olup, yine de ayni müzikle titresmeyi bilmeleri gibi.... Birbirinize kalbinizi verin; ama digerinin saklamasi için degil; Çünkü yalnizca Hayat'in eli, sizin kalplerinizi kavriyabilir.... Ve yanyana ayakta durun; ama çok yakin degil, Çünkü bir mabedin ayaklari arasinda mesafe olmalidir; Ve mese agaciyla, selvi agaci, birbirinin gölgesi altinda büyüyemez.' Ölüm ilanları ve panzer seslerinden uzak Bir yaz geçti yabanıl koynunda doğanın Unuttuk bir zaman meyhanelerin arabesk Uğultusuyla sırnaşık kızlarını diskoların. Aşkı ve çılgınlıkları nasıl da unutmuşuz Oysa sevmeyi, gülümsemeyi bilmiyorsa insan Öfkelenemez bile artık ve kent öfkesiz İnsanlara yenilmemiştir hiçbir zaman. Adını bilmediğimiz çiçekler topladık Kanatıp durdu parmaklarımızı kızılcık Kuşburnu ve böğürtlen dikenleri. Çobanlarla dolaştık bütün bir yaz Ama yine de kentteydi aklımız Işıldarken yıldızlar ordaki dostlarımız gibi Hiç kimse bir aşkı Onarmaya kalkmasın Kaybedilmeye değer En güzel anında Bitirilmişse eğer Çekmece'den Maltepe'den ileri Gitmemiş Sâdâbâd çelebileri Alem tepesine Alemdağ derler... Böyle bilmiş böyle yazmış eserler.. Dağlar var karanlık, dağlar var beyaz. Korka korka eteğinden öper yaz; Ağrıdağ, Babadağ, Gâvurdağ, Ilgaz Kubbelerdir...dolaşır, aşılmaz.. Tendürük'te, Kop'ta Palandöken'de Kurtların payı var gelip geçende... Ki alırlar vermek istemesen de!. Dağlar var, tahtından inmeyen sultan Dağlar var, yapılmış bundan, buluttan... Dağlar var ki Bingöl, Binboğa, Süphan,. Medetsiz'ler, Mor'lar, Nur'lar, Yıldız'lar; Karalar, Kızıllar, Bozlar, yağızlar... Karla dolar 'İmdat' diyen ağızlar; Yollar kesen, haraç alan dağlar var.. Bolkarda çamların sakızı damlar... Ve bir yıldız düşer, tutuşur çamlar... Bir kızıl şehrâyin olur akşamlar... Tacı olan, tahtı olan dağlar var.. Tüter Sarıçiçek, burcu burcudur, Akşamlar ya mor, ya turuncudur. Ve kışın dünyanın öbür ucudur.... Sarkarken Cudinin karları dal dal Bağdaş kuradursun yollara Karhal! 'Ferman padişahın, dağlar bizimdir;' Dedi yerde bir kurt, gökte bir kartal.. Dönmez misiniz ey yolda kalanlar; Yolcular, garipler, garip çobanlar; Allahüekberde tekbir alanlar? Ovalar, konaklar, yollar aşırı Birbirini selamlayan dağlar var.. Dağlar var, batının yangınında kor... Dağlar var; adları Nemrut, Balahor... Kayışdağ kim, alemdağ kim oluyor?. Lakin ufukları görünce yoksul Dağ yerine kubbe yapmış İstanbul; Kurşun şamdanlarda mumlar fildişi... Ki pırıltıları sularda pul pul. 'Hürriyeti aldik! ' dediler, gaybe inandık; 'Eyvah, bu bazicede bizler yine yandık! '. Cem'iyyete bir fırka dedik, tefrika çıktı: Sapsağlam iken milletin erkanını yıktı.. 'Turan ili' namiyle bir efsane edindik; 'Efsane, fakat, gaye! ' deyip az mi didindik? . Kaç yurda veda etmedik artık bu uğurda? Elverdi gidenler, acıyın eldeki yurda! . istanbul Kanunuevvel 1334 1918 Gecenin vitrinine konulmuş Büyük bir yakut parçasıydı sabah Mahalle kahvelerinde Sıcak çaydan adamların Yüzleri ağarırdı ilk ışıklarla Gençlerin güzellerinin makbul olduğu Tek ülkeydi ülkem Benimse yüreğim Koltuk altına sıkıştırılmış, Yenik bir tavla maçı ertesiydi.. Kumların görmeyeceği yerlerime dokunurdu sabah Akşamdan kalma titrek ellerini Sevecenlikle dolaştırırdı kirlenmiş atmosferimde Dişler arasında çıtırdayan bir çekirdek gibi Açardım gözlerimi birden Kırık tahta masalara öykünür, bir sigara yakardım Dudaklarıma yapışır, yakardı dudaklarımı Gu-guk-guk! gu guk-guk! taneleri Sarhoşluğuyla avunurdu tırnaklarım Bardak diplerinden vişme-cin pıhtıları kazırdı Herşey açıklığa kavuşurdu. Gözlerim ormanda kaybolmuş çocuk gözü renginde Acemi ve pazartesi olurdu Kara sürmeler çekerdim gözlerime İzinliydim nasıl olsa dezavantajı bol şiirler yazmaya. Tartıl be abla! derlerdi Karınca gibi ince belli çocuklar Güvercinlere yem at Sevgiline bir gül hediye et Bulvar yolundan geçen otobüslere Hiç binmemiş olduğumu bilmezlerdi Üzümlerden ayrı bir üzümdüm Bilmezlerdi Bir üzüm yüzsüzlüğüyle: Tartın beni derdim Tartardı çocuklardan biri Binalar eğilir bakardı iç çekerek Camları ışıldardı. Küçük, nasırlı bir avuçtan Avuçlarıma dökülürdü tüm şehir Alır yüzüme sürer Güvercinlere emanet ederdim yüzümü Aç gagalarını ıslatırdı gözyaşlarım. Kurumlu bir saat kulesi kur yapardı bana, Çeyrek geçmişiyle övünen o topal. Bir gül uzatırdı çocuklardan biri Ellerimden güle yalnızlık batardı İçi bulanırdı yalnızlığımın Kusardı serseriliğini en görkemli meydana. Uyandım ki ses içinde kalmışım Yüzüm gözüm ağzım burnum ellerim Aralanan deniz kapısının sesi bu Silkelenen güneş tavuğunun sesi Diş rengindeki halatın gıcırdayan sesi Ağaç biçimindeki ses borusunun, Yarınki buğdayın, devinen kemiğin, Tarihsel bileğin, direncin sesi bu Oynaşan arabanın, kucaklaşan atların. Baktım güneşte soğumuş karanfil gibi mavi Bir yapı işçisinin kulağındaki kalem gibi güzel Yağmurda ıslanmış namlu gibi yeğin Serçe kanadı değmiş çamaşır ipi gibi esrik Okul bahçesinde dolaşan güvercinler gibi Kıyıda öpülen dudak, yağmurda öpülen dudak gibi Gölgelere sokulan yüksüz dakikalar gibi Kutsal oyuncaklar gibi. Ey aşıklar, gelin bakın, gelin bakın, ey iş erleri. Gelin de bizi görün işte. Bakın nasıl yıldızlar gibi ateş kesilmişiz, ayın yöresinde bütün gece nasıl oynayıp dönmeye koyulmuşuz. Güneşimiz gideli ortaya nasıl çıkmışız işte bakın. Bakın nasıl anadan doğma çırılçıplak olmuşuz, nasıl başıboş olmuşuz bakın.. Ey aşıklar, gelin, gelin ey iş erleri, şarabın en tatlısı burada işte bakın, işte burada şarabın en iyisi, işte burada yıllanmışı şarabın.. Tanyeri ağarınca her gün, güzeller sıltanımız çağırır, haydi der, ey çaresizler der, gelin, aşıklara derman olan biziz asıl, aşıklara bizi asıl tek çare, der.. Turdağı o şarabı içti. Körkandil şarhoş oldu. Turdağı kendinden geçti. Bizim elimizden ne gelir, biz demirden dağ değiliz ki!. Gökyüzünde, harman yerinde, yanan yıldızlarız ama, kesilsek dilim dilim, bölünsek parça parça, olsak arpa gibi, tane tane, gene de söz açamayız sırdan yana, veremeyiz ondan bir zerre bile.. Diyorlar aşk deli. Ama biz zırdeliyiz. Diyorlar kötülüğe götürür insanı insanın içi. Ama biz o iç'e emrederiz. Tek bir aşka tutulmuşuz yani, yani senin aşkına tutulmuşuz. Sen bir kez daha şu yolculuktan dön gel, gel Allah aşkına bir gör halimizi. Elimi beş yerinden dağladı beş parmağın, Bağrımda da yanmadık bir yer bırakmadan git. Bir yarın göçtüğünü, çöktüğünü bir dağın Görmemek istiyorsan ardına bakmadan git! . Yavrusunun yoluna dalan bir dul bakışı, Andırıyor ışıksız evinde pencereler. Biraz yeşermek için beklesin artık kışı Çağlayansız yamaçlar, suyu dinmiş dereler. . Bir sarı yaprak gibi düştü gönlüm yoluna, Buğulu gözlerimden geçmediğin gün olmaz: Benim kadar titremez hiç bir yiğit oğluna, Hiç bir ana kızına bu kadar düşkün olmaz. . Bin fersahtan duyarım kimle gülüştüğünü, Alnından öz kardeşim öpse ben irkilirim. Değil yalnız ardına kimlerin düştüğünü, Kimlerin rüyasına girdiğini bilirim. . Gözlerimi gün gibi kamaştıran yüzünü, Daha candan görürüm senden uzaklaşınca. Sararırsın dönüşte görünce öksüzünü: Bir gelinlik kız olur aşkım senin yaşınca. . Elimi beş yerinden dağladı beş parmağın, Bağrımda da yanmadık bir yer bırakmadan git. Bir yarın göçtüğünü, çöktüğünü bir dağın Görmemek istiyorsan ardına bakmadan git! Uçurum dibinde nasıl göründügümü Merak edreim hep. Yüzümün aynadaki boşluguna hep bakmak isterdim. İnançlarımın kırık döküldügü yeri anlamak için kalabalıklar içindeki yalnızlıgıma dokunmak isterdim... Aşktı adın uçurumda, yanı başımda aynadaki suretimdi yüzüm, aykırı kanardı bana. İnançlarımın çogu yalanmış alay ederdi benimle. Çok geç anladım, kalabalıklar arasındaki senmişsin dokunamadıgım... Yalnızlıgım diye küçümsedigim senin sevginmiş, Geceleri ansızın uyanıp incitilp durdugum senin yoklugunmuş... Onca sevişmeden sonra degişememişsem, sihirli bir aydınlıkta, içimde bir yer sonsuz hasret kaldıgı içinmiş... İşte onca yalan geçen hayatımda buymuş tek gerçegim... Evvela dişlerimiz döküldü Sonra saçlarımız Arkasından birer birer arkadaşlarımız Şu canım dünyanın orta yerinde Yalnız başına yapayalnız Kırılmış kolumuz, kanadımız Tatlı canımızdan usanmışız. Bir şüphedir sarmış yüreğimizi Ya kendini aldatıyor demişiz ya bizi Bir şüphedir demir atmış ciğerimize Pamuk ipliği ile bağlamışlar bizi Düğüm üstüne düğüm şöyle dursun Bir çalım bir kurum hepimizde Nereden inceyse oradan kopsun. Bu canım dünyanın orta yerinde Hayvanlar kadar bağlanamamışız birbirimize Yalan mı? Gözünü sevdiğim karıncalar İşte: Hamsiler sürü sürü Arılar bölük bölük geçer Leylekler tabur tabur. Ya bizler? Eşref-i mahlukat! .. Boğazımıza kadar kendi murdar karanlığımıza gömülmüşüz. Bizler bölük bölük, bizler tabur tabur Bizler sürü sepet Yalnız birbirimizi öldürmüşüz Gardiyandı başımıza, kurt gibi bir gardiyan… Başı belaya girdi bir esrar dalgasından. Kuzu kuzu volta atıyor şimdi avluda. Sine-i millete döndü Ramazan Kol kola gezdiğimiz ıslak gecelerde kal Seviştiğimiz geri gelmez gecelerde kal Adımı anmasan da,bana hiç gelmesen de Ne olur hayalimde yükseldiğin yerde kal Sen değildin görüş günü tel örgüden görünen, Boncuklarla işlediğim suretindi o senin; Gölgenin güneşe nisbeti, leylim Hem seni ben, seni görmekle görmüş değilim, Görmedikce gözlerinin gördüğünü tekmil; Sabahları çarşıya giderken, örneğin, Gece dışarıda kalmış Sen bezmimize geldiğin akşam Neler neler olmaz ki bize, bir güzel haller olur Hallolur eşek davası dahil, bütün davalar Düşer İsfahan, yıldızlar, Bağdat ve Şam Kalkar ayağa ayaklar, türkülerle bir halk olur Sen bezmimize geldiğin akşam Kainatın padişahı salavatla hal olur buyur koyunum buyur şöyle geç şöyle otur sen sevgili sen sayın yat önüme sayın koyun kırkayım yünlerini satayım yünlerini sana vizon alayım. buyur koyunum buyur şöyle geç şöyle otur sen sevgili sen sayın aç paçanı sayın koyun sağayım sütlerini satayım sütlerini sana lokum alayım. buyur koyunum buyur şöyle geç şöyle otur sen sevgili sen sayın kıpırdama sayın koyun keseyim gırtlağını satayım etlerini sana saray alayım. bizde yalan yoktur koyun biz yasal konuşuruz sen sevgili sen sayın sana vizon sana saray sana lokum sana pasta bugün değilse yarın yalansam kör olayım Anladım be Hasan sende de iş yok Bir şey düşünmezsin ekmekten gayrı. Allah sonumuzu hayır getirsin Güvencim kalmadı felekten gayrı.. Ne yapsalar hemen unutuyorsun Hülyalarla gönül avutuyorsun Rahatı, davadan yeğ tutuyorsun Yoldaşın bulunmaz eşekten gayrı.. Yazarım, yazarım okur geçersin Sen kendini korumadan naçarsın Akşam-sabah kovalarlar, kaçarsın Allah'asen nesin ödlekten gayrı? . Küfür ile doldurdular hurcunu Ödemekten korkuyorsun borcunu Yiğit olan bulamazsa harcı nı Ömrü bir şey olmaz şelekten gayrı. . Kuduz itler sokaklar da kol gezer Zulüm heybetleşen bir çıığa benzer Saklanma, gün olur seni de ezer Yeter, adam ol, çı k tünekten gayrı.. Geçmişi unuttun, geleceğin hiç... Bir koca duvarı yıkar bir kerpiç Gerekirse ecel şerbetini iç, Yiğite servet yok yürekten gayrı.. (Vur Emri) Gücenme ey sofu baba Biz aşığız kör değiliz Ver bir selam al merhaba İkiliğe yar değiliz . Hudey hudey pir aşkına Yol verin gitsin şaşkına Adaletsiz padişahın Canavar girsin köşküne . Adem olan adem sever Adalete boyun eğer Kul hakkı dünyayı değer Biz cana kıyar değiliz . O o o o o o meyhaneci Şarab'ın bugün çok acı İnsanlar konar göçerler Kimi hoca kimi hacı . Gider Kul Mahzuni gider Gider dostu tavaf eder Benim bildiğim bu kadar Biz cahile uyar değiliz . Hudey hudey hür aşkına Biz içeriz pir aşkına Adaletsiz Hükümdarın Ateşler düşsün köşküne . O o o o o o meyhaneci Bugün şarab'ın çok acı İnsanlar kabe misali Gelen derviş giden hacı. Sehadet ile düserken minareler topraga Tekbir ile omuz verip kaldirdik gökyúzüne birer birer Ne yardan geçtik, ne serden geçtik Törede ne varsa inandik Hak ölçülerinde Vurduk kistasa Kirdik zincirleri. Cuma gecelerinin Yasin'leriyle Sohbet eyledik gidenlerin ardindan Agladik Düsmana göstermeden Kayalarin yosun tutan tarafinda Hiçkiriklarimiz rüzgara vermedik ki Yâdeller, namertler duyup da sevinmesin diye. Bir gün pusaklandik sevda mauzerini Vurduk vurulduk sevdalarin kör kursunuyla Yasayamadik Sevdalarimizdan vazgeçtik Doyasiya seyredemedik Yarin hilal kasini Gözlerine bakamadik Belki de, gözümüzden kiskandik.. Sonunda Karanlik geceleri dost tuttuk kendimize Zifiri zindan odalarda tutsakligi yasarken Ak kili çekip aldik ak sütün içinden Derdimizi açtik kara gecelere Ak duvarlara anlattik çilemizi Garibim kara geceler Ak duvarlar öyle dinlediler ki Niye sustular, Onu da bilemedik Sonra döktük kara gecelere Ak duvarlara üzüldük ki Derdimiz ile üzüldü diye. Bir gün Bir seher vaktinde 'Es-salatu hayrun minen-nevm' derken ezanlar Sevdalarin kutsaliyetine El kaldirdik Af diledik alemlerin Rabbi'nden. Minberde dinlerken sevdalarin en yücesini Cami duvarinda satildik Ucuzlar, soysuzlar tarafindan. Tek çikisli daglarda demir dövülürken Tekbir gibi ses veren balyozun Töresini düsünüp durduk her zaman Gayri mesru günesin yildizlarina inat Hilal gecelerinin töreleriyle avunduk her zaman. Destur alirken hoca Ahmed Yesevi'den Alparslan'a Sari Saltuk Kayi'dan Osman Gazi'ye Seyh Edebâli Fatih Sultan Mehmed Han Hazretlerine Aksemseddin'in Kutsaliyetini düsünüp durduk her zaman. Aleme nizam dedik Yaren tuttuk kendimize Niceleri yol dostu olmus bize. Sonra yine biz kaldik Biz kaldik ki Bu Allah'in davasinda Bu Türklük davasinda Bu vatan davasinda Biz kaldik sevdiklerimizle beraber. Senelerce dert sofrasindan Bal yedik ekmeksiz Allah'in davasidir dedik Diyet istemedik Egilmedik Kirildik defalarca Erkekcesine öldük Yigitcesine öldük. Ipe giderken satmadik sevdiklerimizi Kaldirdik hilal sancagini Yasadik Yasadik Bozkurt töresini Sevgili, sarap getir! kalk, gel sözüm yerine Bu gece kismetimdir o pembe agzin yine! Tövbem saclarin gibi perisan bir tövbedir, Uysun verdigin sarap yanaginin rengine! Davaci zengin, davali yoksulsa Zenginden yana isler yasa. Davaci yoksul, davali zenginse Davalida kalir yine nizali arsa . Davaci da davali da zenginse davada Ozur diler cekilir aradan kadi. . Davaci da davali da yoksulsa, bak, Sade o zaman iste yerini bulur hak. Sakiya bir cur'a sun cam-ı safanın aşkına Sakı-i kevser Aliyy'el Murtazanın aşkına. Hdim-ül fakr oldu,ezdi Şahım engür şerbetin Kırıklar anı kıldılar nüş Mustafanın aşkına. Şahımın Şahıdır gönlümdeki hep ehl-i beyt Kevn mekandan geçmişiz biz al-abanın aşkına. La-feta illa Ali'nin manisinin fehmeylemeyen Zikrederler gece gündüz Mücteba'nın aşkına. Lale başına elif çekmiş Hüseyniler gibi Kan boyanmıştır Şehid-i Kerbalanın aşkına. Hanedanı Mustafaya sıdk ile bel bağlayan Oynadır meydanda başın evliyanın aşkına. Ey NESİMİ seyfin ile öldür yezid-i müşriki Er değildir kim ki çalmaz tigi Şahın aşkına Yaşamak uğruna ölmek bu olsa gerek Sevmek uğruna acı çekmek bu olsa gerek Hayat uğruna savaşmak bu olsa gerek Peki ya senin uğruna Üzülmek niye? Vazgeçtim bu dünyadan tek ölüm paklar beni, Değmez bu yangın yeri, avuç açmaya değmez. Değil mi ki çiğnenmiş inancın en seçkini, Değil mi ki yoksullar mutluluktan habersiz, Değil mi ki ayaklar altında insan onuru, O kızoğlan kız erdem dağlara kaldırılmış, Ezilmiş, hor görülmüş el emeği, göz nuru, Ödlekler geçmiş başa, derken mertlik bozulmuş, Değil mi ki korkudan dili bağlı sanatın, Değil mi ki çılgınlık sahip çıkmış düzene, Doğruya doğru derken eğriye çıkmış adın, Değil mi ki kötüler kadı olmuş Yemen' e Vazgeçtim bu dünyadan, dünyamdan geçtim ama, Seni yalnız komak var, o koyuyor adama.. Çeviren: Can Yücel Evvel Allah, ahir Allah Andan ulu gelmemiştir Hak Muhammed'den sevgili Hakk'ın kulu gelmemiştir. Sah-ı merdan idi adı Cömert sofrasın kim kodu Ali'ye aslanım dedi Uyruk Ali gelmemiştir. Pir olmayan aşka gelmez Koç olmayan kurban olmaz Ecel gelse derman olmaz Hakk'tan rıza gelmemistir. Od düştüğü yeri yakar Değme dalda gül mü biter Ko dört dilin, çok kuş öter Bülbül ünü gelmemistir. Karac'oglan Hakk'a yalvar Verdiğine günah ol dar Sol alemde eksiksiz yar Kimse bulup gelmemistir Ey sokaklarında yıllarca avare dolaştığım İçinde ilk aşkımı yaşadığım küçük şehir. Umutsuz akşamlarımda sesini duyduğum lir Sihrinde ilk acıyı tattığım .. Ey sarhoş akşamlarımın biricik tesellisi İlk şiirlerimdeki biricik dert ortağım fener Soğuk kış geceleri ısındığım kalorifer Gitgide uzaklaşan tren sesi .. ey en masum arzularımı gizleyen oda Yıldızlarla dost eden küçük pencere Her akşam gönlümün dilediği yere Götüren sihirli araba .. Ey en içli en yanık türkülerimi duymayan rüzgarı saçlarımı dağıtan sokak Ve ey saçı ak gönlü ak Anneciğim pencerede ağlayan .. Ah biliyorum güç gelecek sizlere Ama artık gitmek geliyor içimden Bir sabah masmavi bir bulutun peşinden Dönüşü olmayan yerlere... evimin önü yokuş sokağımı kar tutmuş al da uç gözlerimi kanatları gümüş kuş al da uç Bad-ı saba selam söyle o yare, Pek göresim geldi illerimizi. Gönül arzu çeker ama ne çare, N’ideyim tutan var yollarımızı.. Acem şahı bize name gönderdi, Gam leşkerin üstümüze dönderdi, Zalim felek bizi yaktı yandırdı, Savurdu havaya küllerimizi.. Yüküm gamdır gam alır satarım, Pervaneler gibi yanar tüterim, Kıyamette yakasını tutarım, Vermesin hoyrata gönüllerimizi.. Karac’oğlan der ki gümanım yoktur, Gayri rakiplere amanım yoktur. Sılaya varmaya dermanım yoktur Nazlım beklemesin yarini Yüreğim sızladığı zaman Gece yarılarından sonra,şafaktan önce Bilmediğim bir istasyondan,bilmediğim bir müzik geliyor kulağıma: Uzak vahşi Karanlık... Gece denizleri gibi bir müzik, Batık gemilerli gece denizleri gibi bir müzik, Çağırıyor,çağırıyor beni durmadan Ve belki de işte o zaman başlıyor sızlamaya yüreğim.. Yüreğim sızladığı zaman Duvarları banka afişli çok eski bir şehrin Cumhuriyet Caddesi'nde iki tüfek bir kelepçe, Tüfekler garip garip Kelepçe garip... Öyle beter Öyle çamur Bir yaprak döne yuvarlana, Bir akarsu bata çıka... Koşuyor koşuyor bir kadın kelepçenin ardından Ve belki de işte o zaman başlıyor sızlamaya yüreğim.. Yüreğim sızladığı zaman Bir kara tank çıkıyor bir ağıttan,bir filmden,bir savaş romanından çıkıp yürüyor sevgilerin,özlemlerin üzerinden. Aşkların,umutların,oyuncakların,küçük emeklerin,büyük kaygıların üzerinden geçip gidiyor. Su gibi ilerliyor yangın İşliyor kıtlık karanlığı Ölüler birden bire şarkılaşıp Virüsler bakteriler Bütün dilleri birden konuşuyor herşey. Çırpınıyor yerde bir damla kan Ve belki de işte o zaman başlıyor sızlamaya yüreğim.. Yüreğim sızladığı zaman Kör bir çeşme başında kör bir kadın geliyor gözlerimin önüne Bütün iplikleri bütün iğnelere takıyor da Ne iplikler bitiyor,ne de iğneler. Götürülmüş oğluna mı kaçırılmış kızına mı Geçen günlerine mi Unutmuş neye ağladığını Ağlıyor,aranıyor Aranıyor, Bıkmadan Bilmeden usanmadan. Ve belki de işte o zaman başlıyor sızlamaya yüreğim.. Yüreğim sızladığı zaman Ciğerlerime çekerken kötülüğü, Ellerimle dokunurken kötülüğe, Ayaklarıma dolaşırken kötülük, Şu taşı şurdan alıp şuraya koymamanın pis bunaltısı geçiriyor tırnaklarını gırtlağıma. Kokuyor işyerleri Kokuyor günaydınlar. Ne varsa verilmemiş, Alınmamış ne varsa; Edilmemiş söz, Patlamamış öfke, Uyutulmuş ne varsa Ne varsa kokuyor birden bire Ve kayıyor bir şey parmaklarımdan, Ve belki de işte o zaman başlıyor sızlamaya yüreğim.. Yani ben dört mevsime bölerek bu yürek sızısını, Günlere,saatlere bölerek bu yürek sızısını, Sokağım,kentim,vatanım sanarak bu yürek sızısını, Bir yaprağı durmadan işliyorum bu ölümsüz ağaca.. Günlere,saatlere bölerek bu yürek sızısını, La-mekanlarda mısın, nerdesin, ey gaib ilah? Dönerim enfüsü, afakı ezelden beridir. Serpilip kubbene donmuş, o ışık damlaları, Seni, yer yer arayan yaşlarımın izleridir! . Hilvan, 19 Teşrînisânî 1348 (19 Kasım 1932) Hey ağalar zaman azdı Düşmüşe il üşer oldu Küllükte sürünen eşek Cins atla yarışır oldu. Palas üstünde yatmıyan Bıyığ'na pala batmıyan Porsuk ardından yetmiyen Ceylana ulaşır oldu. Evlerinin önü tazı Yazılır turnası kazı Yaşına yetmedik kuzu Koç ile vuruşur oldu. Gevheri der işle hata Katırlar baskındır ata Olur olmaz maslahata Çocuklar karışır oldu Ey giyip gülgûn demâdem azm-i cevlân eyleyen Her taraf cevlân edip döndükçe yüz kan eyleyen. Ey beni mahrum edip bezm-i visâlinden müdâm Gayri, hân-ı iltifatı üzre mihmân eyleyen! . Ey demadem reşk tiğiyle benim kanım döküp Mey içip ağyâr ile seyr-i gülistân eyleyen.. Bunca kim efgaanımı ey mâh, işittin giceler Dimedin bir gice; ''Kimdir bunca efgaan eyleyen.''. Aşk derdiyle olur aşık mizâcı müstakîm Düşmenimdir dostlar, bu derde derman eyleyen.. Derd-i hicrân, natüvan etmiş Fuzûlî hasteyi, Yok mudur Yâ Rabb devâ-yı derd-i hicrân eyleyen! Bir baska yolculuk dalindan dusmek yere, Yasadigindan uzun; Bir tatli yolculuk dalindan inmek yere.. Agacin yuksekligince, Dalin yuksekligince ruzgarda; Ve bir yeni ömür Vardigin cimen yesilligince. Gazel. Âşık olduk dâm-ı zülf-i yâre düşdü gönlümüz Akla uyduk bir garîb âvâre düşdü gönlümüz. Gamdan âzâd olmağa bilmem ne çâre eylesek Kaldı hayretde acep bîçâre düşdü gönlümüz. Âşık olmakdır yine evlâsı ammâ derd bu Bir mülâyim âfet-i mekkâra düşdü gönlümüz. Çeşmi bir zahm urdu tîğ-ı gamze-i bürrân ile Göz yumup açınca yüz bin pâre düşdü gönlümüz. Fâriğ olsak n'ola dilber sevmeden Nef'î gibi Hüsn-i hulk-ı şâh-ı meh-dîdâra düşdü gönlümüz. Şevkımız yok zevk-i câm-ı lâ'l-i nâb-ı dilbere Şi'r-i hâkân-ı şeker-güftâra düşdü gönlümüz. Hazret-i Sultân Murâd Hân-ı kerîmü'ş-şân kim Şevk-i medhiyle garîb efkâra düşdü gönlümüz. Cüst ü cû etdik âlem-i endîşede Iztırârî vâdî-i inkâra düşdü gönlümüz I.. Önünü alamıyorum bu kör gidişlerin yollarda Herkes bir yere gidiyor önünü alamıyorum Çaresiz direniyorum bu dönüm noktalarında kimse elini uzatmıyor Bir gürültülü yaşamağa gidiyor dünya boşalan bir deniz gibi Bu sesler ormanında kaybolan bir çağ bu. Nereye gitsem hep apartmanlar çıkıyor önüme Alıp başımı duvarlara çarpıyor bu yollar Gidip gelmelerim bu dar sokaklarda İnsanların koşup dolduğu bu dar yapılarda Bir kısır döngüye girmek için bütün çabalar Biz bunun için mi geldik. . II. . Kara ağaç gibi bağlıyım katı bir çağ bu Her şey bir makine düzenine gidiyor - düzen diyorlar beni çağırıyorlar - Irmak yatağına sığınıyorum sınırlı bir çağ bu Baktığımız her şeyde bir yalan kabuğu Bir mercek düzenine bağlanıyor gözlerimiz. . III. . Şu zaman çıkmazında alıp beni bir altmış yaşa bağlıyorsunuz Doğmadan ölüme yöneldik gerisi yok diyenler var Sınırlı yıl oyunlarına inananlar var Sizin güveniniz bir güneş düzeninde Ben mezarların karanlık çağına dayanıyorum Bir ağacı büyütüyorum her yerimle Bir ağacı uyguluyorum - her şey bir ağaç düzeninde - Yerde gökte ve her her yerde Dallarında ben ağacın incecik köklerinde Boğuluyorum - bağlanıyorum - Ben mezarların karanlık çağına dayanıyorum. . IV. . Şu dar odanın katı yalnızlığında Ve her şeyin çıplaklığında Durup bir pencereyi deniyorum Gizliliğin dışına çıkıyorum Araçların İnsanların Şehrin ve meydanların ve kalabalığın ve herşeyin İçimde yalnız ve yapraksız Bir kavak ağacı büyüyor - Çıplak ve göğe doğru - Ama küskün ama yalnız ama yapraksız ve uzun Bir ağlama duvarı bu. Yatak ve yorganın kuru yalnızlığında Ve aklın dar yalnızlığında Şehrin ve herşeyin Ve kalabalığın yorgunluğunda Saçların ve parmakların Ve gözlerin ve gecenin bu bulanık çağında Ve aynaların sığ görünümünde Bunalıyorum. . V. . Susmanın kalesine sığınıyorum Önümde karanlıktan duvarlar Sırtımda insan yüklü bir gök var.. Maraş 1959 Pencerede elmas tanecikler ve çevresinde delikler. Göz için. Deli. Çöl faresi. Kum bekçisi. Cımbız gözlü. İğne burunlu. Eskiden bir yıldızmış. Göğünü yitirmiş. Kumda şimdi. Falına bakıyor. Yeniden dönecek mi? Taneleri kimi zaman tek çıksın diye sayıyor. Olmuyor, çift çıkıyor. Bazen 'çift' tutuyor içinden. Bu kez de tek çıkıyor.. Bulamıyor gök kuma hangi sayıyla yazılmış. Geceleri iyice umutsuz, renk körü... Çölde her şey birbirine karışıyor. Yakınındaki ev bir canavar, kıpırtısız, tetikte. Penceresinde elmas tanecikleri var, bunun ayrımında. Ardında bir karaltı bazen; izleniyor, bunun da ayrımında. Cımbız gözlerini belli etmeden odaklıyor pencereye doğru, dönüp, dikeliyor. Işıklıysa zaman, maki şemsiyesinin gölgesine sığınıyor. Bulutlu günler saydığı bir yana aktardığı kum taneciklerinden oluşan tepenin üzerine tünüyor. Paranoyak bir fare. Canavardan çok korkuyor. Çöle eklenmiş denize bakıyor geride duran elmas çerçeveyi unutmadan. Her ikisini de anlamıyor. İkiye ayırıyor tek ve çift gibi. Arkadaki canavarın sayısı tek, önünde açılan mavilik çift. Suya varamıyor, ıslanma korkusu var, eve de dokunamaz her gün her gece orada tek başına; pencere; karaltı; canavar... Dehlize iniyor, ürpertiyle kıvrılıyor karanlığa. Çıkarsam, çıkarsam, bakacak aşağılıyarak, anlayışsız, ezercesine, bakacak bana. Denize bakıyormuş gibi yapıyor beni izliyor, saydığım tanecikleri, şemsiyemi, dehlizime inen delikleri... Gözlerime bakıyor. Gözlerimi cımbıza benzetiyor, iğne burunlu diyor bana, deli diyor, kum bekçisi diyor, göğünü yitirmiş bir yıldız diyor bana, kumda fal baktığımı sanıyor, gök haritasındaki yerimi bulmaya çalıştığımı. Renk körüymüşüm, paranoyakmışım, umutsuzmuşum, korkuyormuşum denizden evden ondan. Dehlizimde tetikte beklediğimi düşünüyor, tedirgin olduğumu. Bilmez ki tüyle kaplanmış et ve kanda akışan hayvan erincini. Diş ve tırnak ve kuymk ve kürk ve hız ve kayma ve... Dişlerini gösterecek bir gün, maskesi düşecek diye düşünecek. Hayvan dişlerini. Hayvan güldü. Güldü hayvan oysa, bilemez. Öfke sanacak, saldırıdaki inceliği öfke bilecek, kin kabul edecek tümünü, dişi, tırnağı, kuyruğu, kürkü, hızı, kaymayı.. Her gün her gece her an önünü ve ardım düşünüyor. Hiç bir düş kurmadan, yalnızca ön ve art. Art ve ön. Uluma ve dokunma korkusunu yenerse suya dalabilir, yüzebilir, dönüp canavara tırmanabilir. Pencerenin elmas taneciklerinden birine yakın durup bir deliğe yaklaşarak dişlerini gösterebilir. Öç alma duygusuyla yanarak 'Neden büyüdünüz, genleştiniz, yayıldınız, gövdelerinizle, aletlerinizle, anlaklarınızla, aşklarınızla, ağlatılarınızla, güldürülerinizle, yüceliklerle, bayagılıklarla; bu yerküreyi nasıl iyeliğinizin bir yapıtı olarak algılıyor onu altetmeye çalışıyorsunuz? ' sorabilir. Neden ve nasılla, damarlarında akışan hınç dile, dişe gelir o zaman. Benden tiksiniyor. Donanımlı olduğumu sanıyor, kürkümün bir zamanlar olduğunu, sonra yokolduğunu varsayıyor. Yâ Nebi... Şu halime bak Nasıl ki bağrı yanar gün kızınca sahranın, Benim de ruhumu yaktıkça yaktı hicranın. Hârimi Pâkine can atmak istedim durdum, Gerildi karşıma yıllarca ailem yurdum. Tahammül et dediler, hangi bir zamana kadar, Ne bitmez olsa tahammül, onun da bir sonu var. Gözümde tüttü bu andıkça yandığım toprak, Önümde durmadı artık ne hanuman ne ocak. Yıkıldı hepsi, ben aştım diyar-ı Sudan’ı, Üç ay tihame deyip çiğnedim beyebanı. Kemiklerim bile yanmıştı belki sahrada, Yetişmeseydin eğer Ya Muhammed imdada. Eserdi kumda yüzerken serin serin nefesin, Akarsular gibi çağlardı her tarafta sesin. İradem olduğu gündür senin iradene râm, Bir an olsun yollarda durmak bana oldu haram. Bütün hayakil-i hilkat ile hasbihal ettim, Leyâle derdimi döktüm, cibali söylettim. Yanıp tutuşmadan yummadım gözümü, Nücuma sor ki bu kirpikler uyku görmüş mü? Azab-ı Hecrine katlandım elli üç senedir, Sonunda anlıma çarpan bu zalim örtü nedir? Üç beş sineyi hicran içinde inleterek, Çıkan yüreklere husran mı, merhamet mi gerek. Demir nikabını kaldır mezarı pâkinden, Bu hasta ruhumu artık, ayırma hakinden. nedir o meşale, nurun mu ya Resulallah Sükûn içinde bir an geçti, sonra kısa bir âh.... . Evvel zaman içinde Bir deniz ülkesinde, Adı Annabel Lee idi, Bilirsiniz belki, Yaşardı bir körpecik, Sevilmek ve beni sevmek Kızcağızın tek fikri. Çocuktuk ikimiz de O deniz ülkesinde, Fakat sevgiden daha bir sevgiyle Sevdik birbirimizi Ben ve Annabel Lee. Cennetin kanatlı ferişteleri İmrenirlerdi bize ve sevgimize.. Ve bundandır ki hayli zaman önce Bu deniz ülkesinde bir gece Bir bulutun rüzgârı esti Üşüttü Annabel Lee’mi. Sonra soylu yakınları geldi Ve alıp götürdüler onu benden, Bu deniz ülkesinde Kapatmak için bir gömüte.. Cennetteki melekler bilmezlerdi Mutluluğumuzun yarısını bile. Kıskanıp durdular bizi: Evet! Buydu nedeni (Herkes bilir bunu o deniz ülkesinde) Bir bulutun rüzgârı geldi Üşütüp öldürdü Annabel Lee’mi.. Ama kim varsa ki Yaşça başça ileri Sevgimizin gücünü geçemezdi. Ne gökteki cennet melekleri Ne de deniz altı cinleri Canımı ayıramaz bile Canından güzel Annabel Lee’min . Cananımın hayali olmadan Işıldamaz ay asla. Ve gördüğüm yıldızlar değil asla Parlak gözleridir güzel Annabel Lee’min. Ve gece boyu uzanıp dururum yanına Sevgilimin, cananımın, hayatımın ve gelinimin, Deniz kıyısındaki gömütünde, Deniz kenarındaki kabrinde.. Edgar Allan Poe Çeviren: İsmail Haydar Aksoy http://www.antoloji.com/ismail_aksoy http://ismailaksoy.blogcu.com http://ismailaksoy.wordpress.com Esareti esir eden Dosdoğru bir hatadayım Firariyim beş hasseden Görünmez bir kıtadayım . Dert arayıp aralara Şifa buldum yaralara Okyanusum karalara Gizemli bir kıtadayım . Rüzgar sustu sevdam esti Umutsuzluk umut kesti Türkülerim türkü üstü Sekizinci notadayım Ömrümün yaprakları sararıp Bir bir dökülürken önüme Ben baktım Ve sadece güldüm ölüme. Gülebilseydim keşke Ölebilseydim Bilebilseydim Başka bahar var mıdır Yoksa bu sonbahar mıdır. Azizimn su diye ağlar Mecnun hu diye ağlar Deryada bir gül açmış O da su diye ağlar. Ya Türkistan neden ağlar Ağlar yüreğimi dağlar Başucumda Musul Kerkük Anadolum diye ağlar. Azizim su diye ağlar Mecnun hu diye ağlar Deryada bir gül açmış O da su diye ağlar Benim günlerim Soğanağa'da geçti Bir pencere, avuç kadar bir gök Sevim Matilda Hayrünnisa Eleni Her Allahın günü daha bir sevmek Daha bir cumhuriyeti, İlya Avgiri'yi. Benim gençliğim güzeldir bakın Her gün elele denizle rüzgârla Her şiirde seçme mısra güzelliğim Her evde yatakların andığı ben Mis gibi her gün hikâyem ağızlarda. Ne Cumhuriyet ne İlya Avgiri umrumda Ben eskiden hayvan gibi yaşardım Bir karanfil iki memem arasında Gökyüzünü ayna yerine kordum da Geçer ayıp yerlerime bakardım. Benim gençliğimde kimse ama kimse Ayla, güneşle, cumhuriyetle uğraşmazdı Gökyüzü, deniz dünyayı koyup gitmezdi İlk çıkıyor balıklar daha denizden Bunların biri olmazdı benim zamanımda Döndüm lê gûle batman’a vardım. Batman’dan diyarbekir’e bir bilet aldım. Kara tren bozuldu silvan düzünde. O yalan yollarda hasretle kaldım…. Batman garında altı donuk yüz... Çığlık ve hınç böyle topraklar boyu; gökyüzünde turnalar ve gri... Ay ışığı geceyi ayartacak birazdan. Batman garında altı donuk yüz.... Birinci yolcu soluksuz; sanki ayazlarda yaralı bir geyik göğsü. İkincisi sevdalı: ‘Sen beni bir kez olsun sevmedin/Habar saldım gecelerde gelmedin,’ gibi kahır yüz. Üçüncüsü bir kadın:De ki şakağında dolunay Dicle’nin.Dör- düncüsü tekmil temsili bakış, sanki kurşunlanmış bir türkü Tendürek dağla- rında.Beşincisi kandırılmış çocuklar gibi; yükü yatağı, kasketinde ter. Altın-cısı ben; dağlı yaralar, yaralı dağlar gibi... Batman treni bir feryat gibi gardan çıkıyor.Terli akşam alacası trene vuruyor, tren yollara... Ay öksüz bir geceden geçiyor ve biz, öksüz bir gecede ayın altından geçiyoruz...Gecenin terli göğsünde bir deli türkü: “Ahmedê lê vayêê / Hesênê lê vayêê! ”Bu türkü... Bu ne türkü? Türkü değil, çığlık bu; göğünden koparılmış gibi mavinin...O mavi? Ulan o bizim mavi! Mavide eşkıyalar da yitirmişler tüfeklerini.... Boş vagonlar yollara düşmüş batman düzünde. Gecenin göğsünde bir deli türkü... İşte Gevaş, uzaklarda yarasıyla susuyor, geride şark çıbanıyla Batman’ın göğsü, Silvan düzünde ateşler yanıyor... Bir ihtiyar: “Biz ne doğ- muşuk ki” diyor: “Ne ölek kardaş! ”Batman treninde altı donuk yüz...Çığlık- lar oturmuş gözlerinde büyüyor…. O saat Sirkeci’de martılar, aç çocukları o uzak suların. O saat Beyoğlu hınca hınç, Kızılay sersem! O saat nasılsın Yalova feribotu, Buca dolmuşu, Üs- küdar iskelesi? O saat Bodrum kalesi daha sperm kokuyor... Çingene çadırların- da çengi çalıyor... O saat Köln’de bir mülteci sessizce hıçkırıyor...O saat gece- de son orospu bir türkü tutturmuş rüzgâra kaşı... Bir adam Adana’nın bulvarın- da kusuyor... O saat Artvin’de bir öğretmen gecikmiş düşlerini dövüyor… . O saat tarihin alnında ter, insanlık vahşetin gözlerine baka baka susuyor...O saat gecede bir kahpe kurşun, Diyarbakır’ın göğsünde bir adam düşüyor! . “Boşuna çırpınma gökyüzü: Yurdum kadar ağlayamazsın…” 1/ Bana sen diyorsun ki O taşa değme sakın Aralama o perdeyi O dalı ırgalama Mıncıklama o konuyu Onu bırak, şunu al Onu değil ötekini Hayır ona dokunma Elleme sakın şunu Bana sen diyorsun ki Yürümek okey Yürüyüşmek no Kol sallamak yes Kol sallaşmak nayn Solo şarkı okey Koro türkü no Pikapa okey Kitaba nayn Bana sen diyorsun ki Caddeler açtırdım gelip geçmeğe Çarşılar donattım gezip görmeğe Vitrinler bezettim durup bakmağa Yürüsene lan oğlum Gezsene çarşıları İmrensene vitrinlere lan oğlum Bana sen diyorsun ki İşte çayır işte top Tepişsenize İşte bar işte disko Tepişsenize Bakma öyle aval aval yüzüme Al kızını delikanlım, götür teyzene Teyzen izin vermezse el şakasına Uzanıver annene Bak ne güzel yerler açtım ben sana Kahvehane, birahane, taverna Poker, briç, bezik oyna Bilmiyorsan satranç, rulet Vur tavlanın kıçına Yiyip içip eğlenin Eğlenin be çocuklar Dua edin bu günleri verene İnanmayın bize kötü diyene Kağıtsa işte kağıt evladım Baskıysa işte baskı Hem rotatif hem ofset Nişan, nikâh, düğün dernek, sünnet münnet, kartvizit Sümkürün isterseniz İsterseniz silinin Boş verin çağdaşlığa çağdaş düzeye Muassır medeniyetse muassır medeniyet Gerisi vızıt mızıt. 2/ Ya ben sana ne diyeyim ey hırtlambolos Ne diyeyim bu güneşli bu güzel günde sana Gömütlük mü burası? Buluntular müzesi mi ne yani? Korkuyorsan yaygara ne? Korkmuyorsan yaygara ne? Gel benimle Çık sokağa Kaldır küflü alnını bahar şarkılarına Dağılsın korkuların Senin küflü duvarında o eski saat Benimse yüreğimden bahar selleri Bu güneşli günde bu aptalca pazarlık Olmaz ki hırtlambolos Olmaz ki be babalık! Neşe ile ızdırapla, Düşünce ile dolu iken, Tükenmez ezalar içinde, Ümitler, tereddütler geçirirken Kederler içinde yoğurulurken Mesut olan, Ancak seven ruhtur. Türkü yine o türkü, sazlarda tel değişti, Yumruk yine o yumruk, bir varsa el değişti! Altın kafes idi benim durağım Dost elinden yaralandı yüreğim Evvel yakın idim şimdi ırağım Felek beni nazlı yârdan ayırdı. Dostumun yaylası çayır çimendi Şu şirin dillerden ikrarın verdi Yeminler eder de ayrılmam derdi Felek beni nazlı yârdan ayırdı. Kumaş olam arşın arşın yırtılam Köle olam çarşılarda satılam Vadem yetmedi ki ölem kurtulam Felek beni nazlı yârdan ayırdı. Der Karacaoğlan yanam alışam Akam gidem şu sulara karışam Yol başına gelmiş varam danışam Felek beni nazlı yârdan ayırdı I. Masallarımız aynı düşlerimiz bir Aynı ateşin yaktığı ağıtlardan geliyoruz Kentin en uzak köşeleri Hüznün ele verecek seni Öyle mahzun bakma çocuk 'Devletin ve milletin bekası' zedelenir. Orda aşka yardım ve yataklıktan Sabıkalıdır şiir. II. Acı ata yadigârıdır Bin yıllık bir tarihi var Beni bana kırdırır Kehribar bir tespih gibi Çek çek bitmez Kimi zaman yaşayıp yaşamamak Birbirine eşittir. Orda zembereksiz bir saat Kırık bir keman gibidir şiir. III. Hüznü bir bohça gibi vurup sırtına Söyle hangi acısıydın viran evlerin Kanlı bir mendil kaldı geride Serin bir su yavru bir kuş gibiydi Meçhulümüzdür nasıl bir ölüme gelin gittiği. O mendilin kokusunda Kanın dördüncü halidir şiir. IV. Maskeler atılmış roller ve replikler Derin bir uykuya dalmıştır Bir şarkıda ağlarken Bir çiçeği sularken Onlarla konuşur görürsem seni. Demektir Şiir yeni çığlıklara hazırlıyor kendini. V. Hepsi de yaralı bir cerenin resmidir Açılırsa bir sayfası unutulmuş defterin Orda herkes kendi payına düşen Bir yangınla karşılaşacak Ve görülecek Kaç kadın ezilmiş ayak altında O canavar evlerin. De ki O defterin dipnotlarıdır düşünde düş görür şiir. VI. Piyasa şartları nedir İstatistik yasaları ne söyler bilmem ama Bir avuntu bulunur her zaman Peşin fiyatına taksitle Biraz etik estetik Biraz kolesterol biraz turnusol Vazife ulufe biraz felsefe Bunca havar hiç rayting yapmıyor demek Vatanperver bir münevver olarak Sizin bu konuda bakışınız kaç amper. Belki de Turnusolün sudaki rengidir şiir. VII. Daha yirmi dört saat Hayati tehlikesi var diyor doktor Durmadan morfin yapıyorlar Kurtulsa da izi kalırmış Yüreğini ezmiş aklının paletleri. Bir saatin tik-taklarıdır orda Beşinci mevsimin adıdır şiir. VIII. Biz mi taşırız aşkları Aşklar mı bizi Şimdi hangi kentte Yağdığını unuttuğum bir yağmur Ertelenmiş bir aşkın saçlarını yıkıyor. O günden beri Öznesi yaralıdır şiirin. IX. Orda yıldızlar daha parlaktır Aynalar daha ayna Yaşamaya başladığın an Biraz daha koyulaşır ağaçların yeşili. Orası Şiirin kendini göndere çektiği yerdir. X. Sensiz paslı bir çivi gibi duruyorum Bir duvarın yüzünde Ateşe ve rüzgâra dair bir dize kuşan Bu geceyi teslim al Bir selam uçur bana Hâlâ bir sabah serinliği ise adresim. İnsana dair her çığlık De ki şiirdir biraz “Unutursun! ” deyişine. unutmak, yıldızların ciğerine saplanan bir lâle yaprağına gömmektir sevgiliyi unutmak, bir kaktüsün küllerinde ansızın alevli bir tapınak eylemektir sevgiyi unutmak, semendere zehir sunmaktır, gülüm taş dolu yüreklerin lügatinde bulursun unutmak, sessizliğe yine kanmaktır, gülüm unutulursa şair, sen de unutulursun. bir dağın bir kuyuya tıhum ektiği yerde balığın yüzgecinden irin döktüğü yerde kralın, kölelerin emrinde yürüdüğü geminin bir köpükte okyanus aradığı ay’ın arzı terkedip gökte durduğu ândaa serseri bir kurşunun ay’ı vurduğu ânda başını ellerinin arasına al ve dur işte o lahza gülüm, bu can seni unutur. unutmak, bir saatin kırılan camlarında zamanı çürüterek öldürmektir sevgiyi unutmak, bayramlığı giydirilen çocuğun aldatılan göğsünde vurmaktır sevgiliyi unutmak, bir ülkenin tozlu kaldırımlarında taşlara boğdurmaktır yağız atlı yiğidi unutmak, susturmaktır yolların ayrımında şairlere can veren muhteşem bir ağıdı unutmak, koparmaktır çiçekleri dalından sisli bir yalnızlığın ekseninde bulursun unutmak, ayırmaktır arıları balından unutulursa şair, sen de unutulursun Ölümdü o, beni aldatmayın Soguk nefesiydi yüzümde duydugum Öyle sessizce öldum ki defalarca Hiç bir zaman anlaşılmadı yoklugum Hayatın omuzunda bir yük oldugu Nice yalnız geceler, nice akşamlar Tanrı biliyor ya kaç kere öldügümü İnandım ölüme, aşka inandıgım kadar Satır satır yaşadım yazdıklarımı Ne saadetin ne güzel günün şairiyim Kimse acımasın bana, istemem Ben aşkın ve ölümün şairiyim. Lafımın dostusunuz, çilemin yabancısı, Yok mudur, sizin köyde, çeken fikir sancısı? Yüzün bir sebepsiz korkuyla uçuk, O gün başucuma karalarla gel Arkanda, çepçevre, kızıl bir ufuk, Tepende simsiyah kargalarla gel. Elinden, dal gibi düşerken ümit, Ne bir hasret dinle, ne bir ah işit; Bir yaprak ol, esen rüzgarlarla git, Kırık bir tekne ol, dalgalarla gel. Dünyada aşk denilen varlık da yalan, İnanma, aldanma, kapılma kızım, Hıçkırır ağlarlar, inanma yalan, Erkekler yılandır, sokarlar kızım.. 'Ölürüm ben seni unutmam' derler, Sen ona aldanma kapılma kızım. Gelirler önünde secde ederler, Arkandan lanetler ederler kızım.. Şimdi bir çiçeksin göğse takılır, Solunca kaldırır atarlar kızım. Aşktan sonra hayalin yıkılır Baharda saçların ağarır kızım. Gerçi ey dil yâr içün yüz verdi yüz mihnet sana Zerrece kat'-ı mahabbet etmedün rahmet sana. Işk ehlin âteş-i hicrâna eylersen kebâb Döne döne imtihân etdün budur âdet sana. Saklama nakd-i gam-ı ışkını ey cân zâhir et Kim verem habs-i bedenden çıkmağa ruhsat sana. Çâre-i bihbûdumu sordum mu'âlicden dedi Derd derd-i ışk ise mümkin degül sıhhat sana. Dutaram yarın kıyâmetde habîbüm dâmenün Mest isen gaflet şarâbından bu gün möhlet sana. İncidür nâlem seni veh n'ola ger bir tîğ ile Çeşm-i cellâdun ede ihsân mana minnet sana. Sende dün gördüm Fuzûlî meyl-i mihrâb-ı namâz Terk-i ışk etmek mi istersen nedür niyyet sana Ey hayat, sen şavkı sularda bir dolunaysın. Aslında yokum ben bu oyunda, ömrüm beni yok saysın.... Yaşam bir ıstaka; gelir vurur ömrünün coşkusuna. Hani tutulur dilin, konuşamazsın…. Tırmandıkça yücelir dağlar. Sen mağlupsun sen ıssız ve kalbinde kuşların gömütlüğü; tutunamazsın! . Eloğlu sevdalardan dem tutar, aşk büyütür yıldızlardan; senin ise düşlerin yasak, dokunamazsın.... Birini sevmişsindir geçen yıllarda. Açık bir yara gibidir hâlâ. Hâlâ ne çok özlersin onu, ağlayamazsın…. Yolunda köprüler çürür. Sesin, sessizlik sanki bir uğultuda. Savurur hayat kül eyler seni, doğrulamazsın! . Yapayalnız bir ünlemsin dünyayı ıslatan şu yağmurlarda. Her şey çeker ve iter, anlatamazsın.... Yaşam bir ıstaka, gelir vurur işte ömrünün coşkusuna. Sesinde çığlıklar boğulur ama, bağıramazsın…. Sonra vakt erişir, toprak gülümser sana; upuzun bir ömrün ortasında ne hayata ne ölüme yakışamazsın…. Yazdırmalısın mezar taşına: Ey hayat, sen şavkı sularda bir dolunaysın, aslında hiç olmadım ben bu oyunda ömrüm beni yok saysın… Hey göklere duman durmuş dağlar hey Değirmenin üstü her gün yel olmaz Dinle ağa, dinle paşa, dinle bey Sen söylersin o susar mı bell"olmaz. Kızılırmak akar suyun içerler Aç karnına yurttan yurda göçerler Tarifeylen Köprüsünü geçerler Çamın başı yine kar mı bell"olmaz. Olmaz artık olanlar böyle olsun Yeni çağda mızrak çuvala girsin Vergi dersin, ümük dersin, can dersin Verdiler mi aldılar mı bell"olmaz O daimi parmaklıklardan öyle bıktı ki, hiçbir şey barındıramıyordu bakışı. Sanki binlerce parmaklık vardı. Ve parmaklıkların ötesinde dünya yoktu.. Güçlü esnek adımların atılımıyla küçücük çemberler çizmesi, büyük bir istencin felçli gibi durduğu merkezin etrafında kudret dansı gibiydi.. Yalnızca bazen gözbebeklerinin perdeleri kalkardı sessizce. Gergin tutuk kaslar arasından akan bir görüntü girerdi içeri, dalardı yüreğine ve yiter giderdi.. Rainer Maria Rilke (1875-1927) Çeviren: İsmail Haydar Aksoy _____________________________________________ DER PANTHER. (Im Jardin des Plantes, Paris). Sein Blick ist vom Vorübergehn der Stäbe so müd geworden, daß er nichts mehr hält. Ihm ist, als ob es tausend Stäbe gäbe und hinter tausend Stäben keine Welt.. Der weiche Gang geschmeidig starker Schritte der sich im allerkleinsten Kreise dreht, ist wie ein Tanz von Kraft um eine Mitte, in der betäubt ein großer Wille steht.. Nur manchmal schiebt der Vorhang der Pupille sich lautlos auf -. Dann geht ein Bild hinein, geht durch der Glieder angespannte Stille - und hört im Herzen auf zu sein. Dinle sana bir nasihat edeyim Hatırdan gönülden geçici olma Yiğidin başına bir iş gelince Onu yad ellere açıcı olma . Mecliste arif ol kelamı dinle El iki söylerse sen birin söyle Elinden geldikçe sen eylik eyle Hatıra dokunup yıkıcı olma. Dokunur hatıra kendisin bilmez Asilzadelerden hiç kemlik olmaz Sen iylik etde ozayi olmaz Darılıpta başa kakıcı olma. El arifdir yoklar senin bendini Dağıtırlar tuzağını fendini Alçaklarda otur gözet kendini Katı yükseklerden uçucuolma. Muradım nasihat bunda söylemek Size layık olan onu dinlemek Sev seni seveni zay etme emek Sevenin sözünden geçici olma. Karacaoğlan söyler sözün başarır Aşkın deryasını boydan aşırır Seni bir mecliste hacil düşürür Kötülere konup göçücü olma Önce iki şiir okuyacağım İkiside birbirinden güzel Beğenmiyeceksin. Sonra hayallerimden bahsedeceğim Yepyeni otomobillerden,evlerden bahsedeceğim İnanmayacaksın. Sokakta bir adam sana laf atacak Tutup öldüreceğim Sevinmiyeceksin. Kutuplara gideceğim senin için Öldü mü kaldı mı diye Düşünmeyeceksin. Sonunda iskambil kağıtlarından Bir köşk yapacağım sana Şaşırıp kalacaksın Gitme ey yolcu, beraber oturup ağlaşalım: Elemim bir yüreğin kârı değil paylaşalım:. Ne yapıp ye'simi kahreyleyeyim bilmem ki? Öyle dehşetli muhîtimde dönen mâtem ki! . Ah! Karşımda vatan nâmına bir kabristan Yatıyor şimdi Nasıl yerlere geçmez insan? . Şu mezarlar ki, uzanmış gidiyor, ey yolcu, Nereden başladı yükselmeye, bak, nerede ucu! . Bu ne hicrân-ı müebbed, bu ne hüsrân-ı mübîn Ezilir rûh-i semâ, parçalanır kalb-i zemin! . Azıcık kurcala toprakları, seyret ne çıkar: Dipçik altında ezilmiş, parçalanmış kafalar! . Bereden reng-i hüviyetleri uçmuş yüzler! Kim bilir hangi şenaatle oyulmuş gözler! . «Medeniyet» denilen vahşete lânet eder, Nice yekpâre kesilmiş de sırıtmış dişler! . Süngülenmiş, kanı donmuş nice binlerle beden! Nice başlar, nice kollar ki, cüdâ cisminden! . Beşiğinden alınıp parçalanan mahlûkât; Sonra nâmusuna kurban edilen bunca hayat! . Bembeyaz saçları katranlara batmış dedeler! Göğsü baltayla kırılmış memesiz vâlideler! . Teki binlerce kesik gözdeye âid kümeler: Saç, kulak, el, çene, parmak Bütün enkaz-ı beşer! . Bakalım, yavrusu uğrar mı, deyip, karnından, Canavarlar gibi şişlerde kızarmış nice can! . İşte bunlar o felâket-zedelerdir ki, düşün, Kurumuş ot gibi doğrandı bıçaklarla bütün! . Müslümanlıkları bîçârelerin öyle büyük Bir cinâyet ki: Cezâlar ona nisbetle küçük! . Ey bu toprakta birer nâş-ı perişan bırakıp Yükselen, mevkib-i ervâh! Sakın arza bakıp. Sanmayın: Şevk-ı şehâdetle coşan bir kan var Bizde leşten daha hissiz, daha kokmuş can var! . Bakmayın, hem tükürün çehre-i murdarımıza! Tükürün: Belki biraz duygu gelir ârımıza! . Tükürün cebhe-i lâkaydına Şark'ın, tükürün! Kuşkulansın, görelim, gayreti halkın, tükürün! . Tükürün milleti alçakça vuran darbelere! Tükürün onlara alkış dağıtan kahbelere! . Tükürün Ehl-i Salîb'in o hayasız yüzüne! Tükürün onların aslâ güvenilmez sözüne! . Medeniyet denilen maskara mahlûku görün: Tükürün maskeli vicdânına asrın, tükürün! . Hele İ'lanı zamanında şu mel'ul harbin, "Bize Efkar-ı umumumiyesi lazım Garb'ın"; . Oda ALLAHI bırakmakla olur herzesini, Halka iman gibi telkin ile, dinin sesini. Susturan aptalın idrakine bol bol tükürün Yine hicran ile çılgınlıgın üstünde bu gün,. Bana Vahdet gibi bir yar-ı musaid lazım Artık ey yolcu bırak, ben yanlız ağlayayım Viran bir rum evi adada oturduğumuz ev Serinliğine serin Ferah olmasına ferah ya Tam bir hakuran kafesi. Bu deyimi aslına döndürmek için mi nedir Bir çift de kumru gelip Yuva yapmış çatısına. Öyle usturubunla yerleşmişler ki Çürümüş tahtaların arasına Dışardan görünmüyorlar hiç. Yalnız El, ayak çekildikten sonra Derinden Ve civan demlerle demlenircesine Başlıyor dem çekmeleri. Benim de çökmeye yüz tutmuş Şu can kafesimde Kadir sevgilim Güler’e sevgim Üsküdar'a gidelim diyor hala Üsküdara gidelim.. Eğer desem ki hevalar açıldı geldi behar Murad oldur ki benimle mahabbet eyledi yar Ya söylesem ki çemen goncelerle doldu odur garez ki tebesümle söyledi dildar Uyandım kuşların ince sesine Seherle birlikte iniler durur Ses verdim sesine bilircesine Aşıkın derdini yeniler durur.. Baharda çağlayan bulanık sular Durmadan kendini taşlara çalar Eşinden ayrılmış bir geyik meler Dağlar sadâ verir iniler durur. VEYSEL de yaralı geyik gibidir Kapalı dertlere höyük gibidir Ne sarhoştur ne de ayık gibidir Sinesi kös gümüler durur. Hangi sevgili var ki, senin kadar duyarsız ve kalpsiz? Ve hangi sevgili var ki, benim kadar çaresiz? . Hangi ayrılık var ki, böyle kanasın ve böyle acısın? Ve hangi taş yürek var ki, benim kadar ağlasın? . Hangi gün karar verdin, küt diye çekip gitmeye? Hangi lafım dokundu sana, böyle inceden inceye? Hangi otobüs söyle, hangi uçak, hangi tren? Seni benden götüren, beni bir kuş gibi öttüren. Hangi kırılası eller dolanır, kırılası beline? Hangi rüzgar şarkı söyler, o ay tanrıçası teninde? Hangi çirkin gerçek uğruna, tükettin güzel ütopyamızı? Hangi boşboğazlara deşifre ettin, en mahrem sırlarımızı? Hangi cama kafa atsam? Hangi kapıyı omuzlayıp kırsam? Hangi meyhanede dellenip, hangi masaları dağıtsam? . Bende bu sersem başımı, karakolun duvarına vursam. Kendimi caddeye atıp, arabaların altına savursam. Hangi tercih beni en hızlı şekilde öldürür? Hangi şekil öldürmez de, ömür boyu süründürür? Kayıp ilanı mı versem, şehir şehir dolanmak yerine? Ödül mü koysam, ölü veya diri seni bulup getirene? Hangi ayrılık var ki, böyle diş ağrısı gibi durmadan zonklasın? Hangi cam kesiği var ki, böyle musluk gibi içime damlasın? Hiç sanmam! ... Hasta kalbim bunu bir süre daha kaldıramaz! . Feriştah olsa, böyle eli kolu bağlı bekleyip duramaz. Hangi mübarek dua, Hangi evliya tesir eder, seni döndürmeye? Hangi aptal mazeret ikna eder, ateşimi söndürmeye? Olur mu be! . olur mu? Bu da benim gibi adama yapılır mı? Aşk dediğin mendil mi? Buruşturup bir kenara atılır mı? VEFA bu kadar basit mi? Alınır mı? Satılır mı? . Hangi hırsız çaldı, seni yırtık cebimden? Hangi pense kopardı bizi birbirimizden? Hangi uğursuz hamal taşıdı valizini? Hangi çöpçü süpürdü yerden bütün izini? Hangi yaldızlı otel çarşaf serip barındırdı? Hangi süslü manzara seni kolayca kandırdı? Hangi şarlatan imaj böyle çabuk ilgini çekti? Hangi pembe vaadler o saf kalbini cezbetti? . Dağ gibi adamı eze eze! ..... Hangi anası tipli parlak çömeze, Hangi alemlerde kahkahanı ettin meze? Hangi yamyamlara yedirdin o masum rüyamızı? Hangi mahluklar çiğnedi el değmemiş sevdamızı? Hangi bıçak keser şimdi benim biriken hıncımı? Hangi mermi dağıtır insanlara olan inancımı? Hangi bekçi, hangi polis artık zapteder beni? Ve! .. Hangi su bağışlatır? Hangi musalla temizler seni? . Bu Nasıl Ayrılık? ... Yalnızlığın ne demek olduğunu ilk defa öğrendim . İlk defa sensiz çarptı yüreğim, . Gitarın tellerini ilk defa sensiz okşadım . Yıldızlara ela gözlerini unutarak daldım ilk defa . Baharda yeşeren yeni bir tomurcuk gibi, . Yeniden doğdum ayrılık mısralarında . Mavi semaların yalnız izlendiği bu alemde . Yangın dolu saatleri sensiz yaşadım . Hasretine aç kalmış bu gönlüm, . Tıpkı yaşlı bir çınar gibi uğurluyor yapraklarını . Sözlerin fayda etmediği bu yer bir sessizlik adası Benim şehrimde yalnızlık çok farklı yaşanıyor . Şimdi resmini tozlaşmış sokak lambalarında . Ağlıyan hatıraların sana haykırışında . Beni terkettiğin mevsimin aylarında . Güneşin acımasız kızıllığında arıyorum.. . Bir damla göz yaşınla eiryen bu yüreği . Bir damla göz yaşımla tutuşturuyorum . Aşk çileklerimi ektiğim tarlama . Bu bahar son nadası bırakıyorum . Gönlümün bulutlarını senin şehrine yolladım . Yolladım ki anla her düşen yağmur damlasının . Benim göz yaşım olduğunu . Yolladım ki anla her çakan şimşeğin . yüreğimin derinliklerinde ki cehennem olduğunu . Sen gittin ben gidemedim... . Sen unuttun ben unutamadım... Büyük kayalar bana dedi ki aramıza geliyorsun ama Seni saran bu yürek yok mu hiç yeryüzünde Başımı salladım ve öldü diye yanıtladım Dilsiz koca kayalar diz çöktüler önümde. Biz biber şerbetini içerek büyütüldük Otsuz, susuz, gölgesiz topraklarda güdüldük Her gün bir değirmene girerek öğütüldük. Bu ne mantıksız oyun, bu ne ölçüsüz saha Akşama gözlü girer, kör çıkarız sabaha... ¥ Yaptığımız köprünün nöbetçisi Azrail Yattığımız yatağın uykusu bizim değil Yediğimiz yemeğin suyu kan, ekmeği kil. Hayret! Elsiz ayaksız yürüyoruz felaha Akşama temiz girer, kir çıkarız sabaha... ¥ Korkunun koynundayız bugün-yarın arası Dünyamız tescillenmiş dört duvarın arası Bin yıllık fetret çağı dede torun arası. Sevginin kapısını açan olmadı daha Akşama kolay girer, zor çıkarız sabaha... ¥ Hayat güzel mi, nasıl? Beden gurbet, can garip Yatmamız mukaddermiş ateşe yorgan serip Yokluk başucumuzda sallanan yağlı bir ip. Umutlar çöl serabı, mezarlıklar tek vaha Akşama iki girer, bir çıkarız sabaha... ¥ Yüzümüze baktıkça gölgemiz bize güler Irmaklar bize ağlar, göl-deniz bize güler Dağda kar, evde koltuk, yolda iz bize güler. Kulluğun idrakinde kul olmadık Allah’a Akşama hayır girer, şer çıkarız sabaha.... (Suları Islatamadım) dün geldim geç kalsam da bağışlanır. bir bahar bozumuydu yola çıktığımda yüzümde suçlu bir merak kalbim heyecandan telaşlı gözlerimde ısırgan bir hüzün vardı hüzün: hep bilinir bir afyon çiçeğidir önceleri dalayan bir ısırgan yoncası olur sonra dalayan ve uyandıran o afyon uykusundan. dün geldim acı sırtımda tabiy. yolum uzundu yanımda hiç resim yoktu dağlara baktım: dağıldım yollara baktım: yoruldum gece ayışığı içtim, dudaklarım kurudu gündüz böğürtlen yedim, dilim buğulandı siz görmeliydiniz o kanı bir dağ çiçeği sevdasına bin arı öldü tam ordan geçiyordum, gördüm diyebilirim aman nasıl petekti öyle nasıl baldı böğürtlen gibi kırmızıydı kan gibi saydam bir garip kokuydu, onun kokusuydu dayanamadım, eli titrekti ama yedim yedim kalbim çatladı sevdam o dağ çiçeğinde kaldı. dün geldim, anca geldim usumda vızıldayan bin arı ölüsü heybemde onarımı gereken bin iğne önce kendi etime. dün geldim hoş mu geldim hoş olmayan şeylerden geldim bir kentten geçtim ki canım titredi sıtma kabusuyla sallanıyordu uzaktan girişte insanlar gördüm, hiç görmediğim ama sanki biryerlerden tanıdığım, yemin. edebilirim. iğrenç suratları vardı, insandan çok cüzzamlı bir köpeğe benziyorlardı kuru birer ağaç dibine çömelmiş çürümüş bir dalı kemiriyorlardı omuzlarında soyulmuş yılan derileri ellerinde pas tutmuş makaslar iki ucu da kırık tam ben yanlarından geçiyorken elma ağaçlarının çiçeklerini kesmeye başladılar ben sanki tarihini bilmiyormuşum gibi bakır çalığı bir kasede elmanın kanını sundular geldim ya, nasıl geldim bir elimde tarih atlası. bir elimde güneş humması soğutulmaya zorlanmış bir çöl kızgınlığından bir kum fırtınasının soylu kumcuklarından geldim yorgundum, susamıştım, dilim kuruydu ama gördüğüm serap mıydı, gerçek miydi bilirim ben çölün tam ortasında sonsuz bir ışıltıydı yedibin rengi yansıtan renksiz bir kuyuydu duruydu, aydınlıktı, yaz gökleri gibiydi suyu uzanıp avuçlasam benimdi. öyle yakın, öyle kolay, öyle dokunsam ah o kervancıbaşı ah o sırmalı soyguncu ve ellerinde kesik başlar ve zebellah ordusu birden beliriverdiler tam kuyunun başında ellerinde kan sızıtan kesik başları tan kuyunun ağzından sarkıtıyorlardı ki ne olduysa o anda oldu kızıl bir bulut ağdı kuyunun ağzından göğe bulut değil bir devin alev saçan soluğuydu ardından muhteşem bir kum fırtınası kum değil devin çocuklarıydı saçılan ah görmeliydiniz o savaşı ne kanlı kervancıbaşı ne zebellah ordusu dayanamadılar kum fırtınasının şiddetine çöl mü yarıldı kuyu mu büyüttü ağzını kızgın çöl kavuşunca dinginliğine bir ben vardım kuyunun başında diri ve herşeyi görebilen sağlıklı çöl tanığı öğrendim çöl kızgınsa öfkesi nice olur kum fırtınasında neler yapılır nasıl yok edilir çöllerin sırmalı soygun kervancıları gördüğüm serap mıydı, gerçek miydi bilirim ben bir elimde güneş humması bir elimde tarih atlası vardı vakit dardı kanarak içtim de kuyunun duru suyundan uçar gibi aştım çölü o sonsuz ışıltıdan dün geldim . dün ben nerden geldim ezberlenip unutulmuş bir sıkıntıdan geldim adı konulmamış bir düşten geldim terlemiş balıklar gördüm, rengi bozulmuş mavilikler kabaran denizler gibi coşkun sürücüler kılçığı beynine saplanmış gözsüz balıklar gördüm trollenmiş deniz tarlası, iyot vurgunu derya içindeydim de hani deryayı gördüm küçük balığı gördüm, peşinde büyük balık bir su ağası gibi kuvvetli ve saldırgan oh balık, küçük balık, can balık anasının kuzusu, deniz kokulum söyle yavrum, söyle gözüm, söyle kılçığım kim dokundu senin pullanmamış derine kim kıydı senin o tazecik gövdene denizde kum gibi dolgun pullarıyla doymaz mı büyük balık küçük balığa ama gördüm ya sonunda derya içindeki deryayı büyük balık küçük balık peşindeydi ya birleşince küçük balık yüzlercesiyle şaşırıp kaldı büyük balık şaşırıp kalmadım amma ne de keskinleşmiş dişleri ol mahilerin unutulmaz bir deniz anası gibi büyüdü gövdeleri kıymık kıymık oldu gövdesi büyük balığın anladım nice olsa da denizde kum, büyük balıkta pul birleşince edemezmiş küçükleri kendine kul. 14 Mart 1972 Yaşama bir gitardır Tellerine vurdukça yediveren Güneş nasıl doğarsa Ve yeşil ne kadar solaksa Saksofon ne kadar benziyorsa asma kabaklarına Bir sebzevat kokusu sarıyor ortalığı Sanki sırık tomatları biz kızardık diyorlar Santana çaldıkça Kurbağalar ötüyor tosbağalar yürüyor. Beni bir bostana gömün Gübre olmak istiyorum Bir gün sabah vakti kapıyı çalsam, Uykudan uyandırsam seni: Ki, daha sisler kalkmamıştır Haliç'ten. Vapur düdükleri ötmededir. Etraf alacakaranlık, Köprü açıktır henüz. Bir gün sabah sabah kapıyı çalsam.... Yolculuğum uzun sürmüş oldukça. Gece demir köprülerden geçmiştir tren. Dağ başında beş on haneli köyler, Telgraf direkleri yollar boyunca Koşuşup durmuş bizle beraber.. Şarkılar söylemişim pencereden, Uyanıp uyanıp yine dalmışım. Biletim üçüncü mevki, Fakirlik hali. Lületaşından gerdanlığa gücüm yetmemiş, Sana Sapanca'dan bir sepet elma almışım.... Ver elini Haydarpaşa demişiz, Vapur rıhtımdadır pırıl pırıl, Hava hafiften soğuk, Deniz katran ve balık kokulu Köprüden kayıkla geçmişim karşıya, Bir nefeste çıkmışım bizim yokuşu.... Birgün sabah sabah kapıyı vursam, -Kim o? Dersin uykulu sesinle içerden. Saçların dağınıktır, mahmursundur. Kim bilir ne güzel görünürsün sevgilim, Bir gün sabah vakti kapıyı çalsam, Uykudan uyandırsam seni, Ki, daha sisler kalkmamıştır Haliç'ten Fabrika düdükleri ötmededir. İçimde duygular kördüğüm oldu Çözeceksen buyur gönül haneme Ne yazacak şiir ne de söz kaldı Sezeceksen buyur gönül haneme. Ayırıp bedeni can yeleğinden Kurtularak nefsin her dileğinden Topyekün hayatı aşk eleğinden Süzeceksen buyur gönül haneme. Bin bir kaygı ile korkular saçtım Kendimi görünce kendimden kaçtım Halimin resminden bir sergi açtım Gezeceksen buyur gönül haneme. Uzanır sonsuza aşkın yolu bir Bâki olmak için bir gönüle gir Bu yolda ne varsa gurura dair Ezeceksen buyur gönül haneme Seven kadının o garip bakışı var ya, Sere serpe yıkansın diye güzelliği Dalgalı ayın titrek göle gönderdiği Beyaz ışın gibi bize doğru kayar ya; . Bir kumarbazın sonuncu para kesesi; Çapkıca bir öpücüğü sıska Adeline’in; Tıpkı uzak sesi gibi insan derdinin, Sinirlendirici, tatlı bir müzik sesi, . Bütün bunlar değmez, derin şişe, senin Dindar ozanın susamış yüreği için Bağrında tuttuğun etkili balsılara; . Umut, gençlik, yaşam boşaltısın içlere, - Ve onur, hazine bütün dilencilere, Ki bizi yengin ve eş kılar Tanrılara! Anne girdin düşüme. Yorganın olsun duam; Mezarında üşüme.. Anlamam, anlatamam. Düşen düştü peşime, Artık vadeler tamam... İnsan insana yapayalnız değildik o çağda canlıydı dünyamız canlıydı balıkçıya salık veren rüzgâr canlıydı suçluya gürleyen bulutlar canlıydı yağmur canlıydı toprak yağmurdan toprağın doğurduğu yaprak yaprağı hayvana hayvanı insana insanı toprağa karan doğa canlıydı güneş canlıydı ay canlıydı yıldız canlıydı o çağda dünyamız. sorularla dağılmamıştı daha dünyanın büyüsü. gün batınca bir kara perde inerdi göğe evrenin denklemi ışıklarla yazılırdı yansırdı yakamozlarla karanlık denize anlamasak da yaşardık yaşamın gizini. sormazdık soramazdık sorulanla soran ayrılmamıştı çünkü. yalnız değildik bizimleydi tanrılar bırakırdık ellerine kendimizi tanrılar çarpardı tanrılar kollardı tanrılar doyururdu uyuturdu bizi tanrıların bahçesinde güneş acarken gün doğardı dünyamıza yeniden. mutluyduk uyusan dostlar gibi dünyayla sorusuz yaşayanlar gibi mutlu Kız sen burda yeni misin peki leyla nerde Hani çekirdek gözlüm örümcekten korkan Kim ulan beni herkes tanır git patronuna sor Elektrikçi ihsan dedin mi içkide üstüme yoktur. Leyla güzel kızdı ben böyle göz görmedim Sen de güzelsin bak omuzların mesela Biz elektrikçi kısmı karanlıkta güreşiriz Ölüm tellerde ıslık çalar gözümüz pektir Saçların kendinden mi sarı boyadın mı Öyle örtülü bakma içimi karıştırıyorsun. Buranın tesisatını biz yaptık cahit'le beraber Düğmeye şöyle dokun süt gibi aydınlık Cahit askere gitti bak leyla da gitmiş Geceleri uyku tutmuyor işin yoksa cigara iç Yıldızlar boğazıma dizili inanmazsın Dilsiz misin nesin bir şey söylesene İstanbul'dan mı geldin yalnız mısın Ben bu aşkın çilesini Yanar çektim, tüter çektim Yedim bunca sillesini Bülbül gibi öter çektim . Dizgin etsem gönül atın Geçer gögün yedi katın Yalan dünya meşakkatın Kah bitmez, kah biter çektim. SEYRANİ, bilmem mert midir Yoksa cana cömert midir Eyyub'un derdi dert midir Ben ondan beş beter çektim kolları kesiliyor takatten alt kattan sesler ve penceresinde kız çocuğu bir fesleğen kokusu inadından olacak evcil daralmaların kuş yüreğinin içinde bir kafes besler nefes almadan sadece vererek koşar boylu boyunca yaşamanın içine zira soyulunca anlaşılıyor asıl portakalın mucizesi hoşçakal tabiat sağol hatırlattığın için hoşçakal bilim elimde binlerce cevapsız kalmış ahize yüze kapatılmış yüzlerce telefon hoşçakal anlatıcı yerini bulamadım anavatanımın sesinin haritasında anlattığını anlayamadım beni affet doğduğum yer biraz sapa bilirsin iki kere hoşçakal der bütün romantikler hoşçakal anlatıcı hoşçakal! on iki sıfır beş'te izmir'de bir yıldız kaydı imbat durmuştu kan ter içindeydim akdeniz'in elindeydim söz temsili ışıklı bir tesbih karşıyaka'ydı istanbul deyip mendebur sisli bir deniz kahvesinde içiyordum istanbul soluk yeşil bir tramvaydı sultanahmet demişti inliyordu on iki sıfır beş'te izmir'deydim allahım şiir deniz gibi kımıldıyordu . on iki on beş'te istanbul'a dağılmıştım hilâl gibi bir kızcağız beşiktaş'ta rüyasını dokuyordu ondan bıkmıştım çiğ mürekkep ve aseton kokuyordu sarıyer'de balıkçılar denizi çekiyordu deniz büyük büyük içini çekiyordu on iki on beş'te bir kadeh cin parlatmıştım kadehimi kırmıştım elim ayağım telaşta vezüv içime çökmüştü şaşırmıştım napoli'de gözlerim güneş diye doğmuştu on iki on beş'te istanbul'da allahım gökyüzü birdenbire buz gibi soğumuştu . on iki otuz beş'te napoli garında bir tren çırpınıyordu aşağılık bir gemici barında ben burnumu şaraba sokmuştum katiyyen sarhoştum kirpiklerim yanıyordu santa-lucia civarinda bir karanlık bir iştahsız orospu bulmuştum bilmem neden uyuyup uyuyup uyanıyordu on iki otuz beş'te napoli garı'nda ben utanmasam bilet parası dilenecektim paris diye ölecektim uzaktan notre-dame'ın çığlıklarını dinliyordum kalbim köpürmüştü anlıyordum on iki otuz beş'te napoli'de allahım uyuyamıyordum uyuyamıyordum . on iki elli beş'te paris'te kan çıktı içimdeki bozgun büyüyordu herkeste bir telâş vardı herkes acıkmıştı önüne gelen bir sual soruyordu ben daima bir sual soruyordum afrika bulut gibi üstüme yürüyordu on iki elli beş'te sen uyandığın zaman ben paris'teydim gare du l'est'de yoksul bir oteldeydim kahrımdan seni terketmiştim hırsımdan kendimi içkiye vermiştim mektuplarını yakıp yırtmıştım bütün mektuplarını bana yazdıklarını, yazmadıklarını on iki elli beş'te içimde isyan çıktı paris çıldırmıştı ben çıldırmıştım artık öteki ömrümü yaşayacaktım Aldanma cahilin kuru lafına Kültürsüz insanın külü yalandır Hükmetse dünyanın her tarafına Arzusu hedefi yolu yalandır. Kar suyundan süzen çeşme göl olmaz Gül dikende biter diken gül olmaz Dız dız eden her sineğin bal'olmaz Peteksiz arının balı yalandır. İnsan bir deryadır ilimde mahir İlimsiz insanın şöhreti zahir Cahilden iyilik beklenmez ahir İşleği ameli hali yalandır. Cahil okur amma alim olamaz Kamillik ilmini herkes bilemez Veysel bu sözlerin halka yaramaz Sonra sana derler deli yalandır Yıldızsız bir geceydi Bir dağ çiçeği gibi şimdiden hasretteydim sürgündüm çok uzaklardaydım, Ve gözlerindi sürgün sebebim.. Çok çabuk çekildin hayatımdan Kaderle el eleydin, Bense kederle sarhoş... Yarım kalmıştı hikayemiz Göçmen kuşları gibi gelip geçtin bu şehirden Belkide hayatımdan Duymadın haykırışımı, acılarımı, Benimsin sanmıştım uçtun avuçlarımdan Tutamadım, gitmede diyemedim Olamadın bir yıldızın kayışı kadar hayatımda Zaman çok kısaydı bizim için Yetmedi gözlerimizden yaşı silecek kadar Nede elveda diyebilecek kadar... On beşine bastımı dudaklarında bir türkü elinde bayrak kavga sokaktaki oyuna benzer artık çocukluğu benzemez çocukluğa. Deniz okşayabilir mi sarışın bir dağın rüzgarlı saçlarını uzanarak yelesine hayatın tutuklayabilir mi zındanlar onun vuruşkan sevdasını. Açar da acının rüzgarına hüznün solgun yelkenini ne zından karanlığı ne zulüm ne işkence indiremez dudaklarındaki gülümsemenin bayrağını. AHMET TELLİ Sen gittin, diyorlar yukarılarda bir dünyaya. Sonsuzlaşma- Uçuyorsun, parıldayan yıldızlara çarparak. Ne borç var artık bize, içki ne de. Ayılma. Hayır, Yesenin, oh çekmek değil benim istediğim. Görüyorum ben kesik bileklerinle sendeleyişini Ve alayla değil acıyla düğümleniyor yüreğim. Görüyorum bir kemik çuvalı gibi yere atışını gövdeni. -Dur! diyorum. Bırak! Delirdin mi sen? Sürer mi ölümü hiç insan tebeşir tozu gibi yanaklarına? . Sen ki çok daha iyi verirdin ölüme ağzının payını herkesten. Yeryüzünde başka kimsede olmayan o efece konuşmanla. Niçin? Nedeni ne? Donup kalıyorum şaşkınlıktan. Homurdanıyor eleştirmenler: -Bizce, bunun asıl nedeni Şu... ya da bu... ama daha çok, kopmak toplumdan, Çok fazla bira ya da şarapla kafayı çekmesi. Başka deyişle satsaydın bohemleri işçi sınıfına, diyorlar. Sınıf bilincin olsaydı, bak, bu gelmezdi başına. Oysa işçiler de kvastan sert içkilerle kafayı çekiyorlar. O sınıf da içerek güzelce sıçıyor kendi ağzına. Başka deyişle Parti'den biri denetleseydi seni Sağlansaydı böylece asıl önemi içeriğe vermen. Yazardın o zaman her gün o dizelerin yüzlercesini Uzun uzun ve sıkıcı Doronin de gördüğümüz türden Ama bence böylesi bir deliliğin içine düşseydin Sen çok daha önce son verirdin yaşamına. Votkadan gitmek daha iyidir inan bana Böylesi sıkıntıdan boğulmaktansa. Hiçbir zaman söyleyemeyecekler nedenini bize seni yitirişimizin. Şuracıkta duran çakı mı, yoksa ip mi? Ama bulunsaydı mürekkebi, elbette Angelleterre otelinin damarlarını kesmen ve ölüp gitmen gerekmezdi. Sana öykünenler çıldırdılar sevinçten: bir daha, bir daha! Neredeyse bir yığın insan zıvanadan çıkıp öldürdü kendini. Neden çoğaltmalı intiharları böyle sayıca? Daha kolay değil mi mürekkeple doldurmak oteldeki şişeleri! Sonsuza dek kilitlendi artık dilin arkasında dişlerinin. Benim bu bilmecemsi sözlerim yersiz bir bilgiçlik sayılmamalı Halkımız, yaratıcısı ve yaşatıcısı o güzel dilimizin, Yitirdi ölümünle yansılı sesler üreten en güçlü çırağını. Ve o herifler tayışıp duruyorlar ölü şiir döküntülerini Geçmiş, gömülmüş ölülerden hemen hiçbir yeniliği olmayan. Üstüste yığıyorlar tatsız uyaklarını mezara toprak atar gibi: daha beterlerini. Onurlandırmak için oğlunu Esin Peri'sinin bile işine yaramayacak olan. Sana yaraşacak bir anıt henüz dökülmedi Hani nerde o anıt, döğülmüş tunçtan ya da yontulmuş mermerden? Oysa çoktan doldurdular yığın yığın parmaklarının dibini Çöplerle, adama sözcüklerinden, anılardan, o bok püsür şeylerden. Adın hıçkırıklarla birlikte doldurdu mendilleri. Sözcüklerini geveleyip duruyor Sobinov ağzında Kıvrılıp oturmuş da altına suyu çekilmiş bir kayın ağacının- 'Hiçbir şey söyleme, ah dostum, içini de çek-me ne olursun.' Ah, sen onu ne kimbilir nasıl da alaya alırdın, Şu Leonid Lohengrinski'yi, baş belası, tanrının! Ortalığı kimbilir nasıl da ayağa kaldırırdın: 'izin veremem şiirsel gargaralarına anıran eşşeklerin! '- Sağır ederdin kulaklarını üç ayaklı ıslıklarınla, sonra, Yazdıklarının hepsini kıçlarına sokmalarını söylerdin. Harcardın bozuk para gibi o yeteneksiz heriflerin hepsini, Doldururdun smokin ceketlerinin kara yelkenlerini, Öyle ki savrulurdu sağa sola Kogan gibileri, Süngüleyerek sivri bıyıklarıyla gelip geçenleri. Oysa bu arada sayısı hiç de azalmadı bu serserilerin. Çok zorlu bir iş onları sayıca geride bırakmak. Yaşam yepyeni bir biçimde yeniden kurulacak. İşte o zaman yepyeni şarkılar söylenmeye başlayacak. Böyle bir çağda ağırlaşıyor sorunları kalemin, iyi ama, gösterin bana sizi ey zavallı hortlaklar sürüsü, hadi Nerede görülmüştür ve ne zaman yüce bir kişinin, Dikenli yolları bırakıp da gül bahçelerini seçtiği? Sözcükler yönlendirir insanoğlunun güçlerini. Yürüyün! Arkamızda zaman patlasın bir mayın gibi. Bizim geçmişe sunacağımız yanlızca bukleleri Rüzgarda geriye savrulan saçlarımızın. Eğlenceye ayrılacak yeri yok gezegenimizin. Yarınlardan koparıp almalıdır mutluluğu insan. Şu yaşamda en kolay iştir ölmek Asıl güç olan yepyeni bir yaşama başlamak.. 1926 Çocuk fahişe şehvetin aynasında kutsal masalını arıyor yüzündeki sahipsiz spermler çocukluğundaki ilahilerin serinliğini taşıyor. Yaşı yok fahişe günahın içinde erdemi görüyor yokluğa düşe düşe ruhunun hallerini ezberliyor. Sevgili Anne... Çocuk fahişe tahta kapısından çıktığı bahçesine geri dönüyor birbirine karışıyor şimdi ayla güneş, sonra yıldızlar.... peki, bu melek kahkahasını kim atıyor? Ben: Karlı dağların deli rüzgârı.. Ben: Tozlu yolların demirbaşıyım. Ben: suyu kurumuş sevgi pınarı... Ben: Toprak bekçisi, mezar taşıyım. . Ben: Hep yıllar yılı kanayan çıban... Ben: Fikir sürüsün yitiren çoban. Ben: Hayâl peşinde çarıksız taban... Ben: gurbet ağzında bulgur aşıyım. . Ben: çürük bir gemi aşk denizinde.. Ben: Yağmur damlası dostun izinde. Ben: Yanıp kül oldum aşkın közünde... Ben: Kara sevdanın dert yoldaşıyım. . Ben: Koyu düşmanım yersiz gülüşe Ben: Düşüvermişim bitmez bir düşe Ben: Bıldır ağlarım bu yıl ölmüşe... Ben: Bensiz duygunun ilk savaşıyım. . Ben: Gönlü aklına uymayan deli.. Ben: Az düşünceden doymayan deli. Ben: Beni ben diye saymayan deli... Bırakın, ben benden uzaklaşayım.. (Dosta Doğru) . Aşktın sen, kokundan bildim seni Bir ahırın içinde gezdirilmiş gül kokusu Taşıttan indin, sonra da karşıya geçtin Elinde tuhaf bir çanta, saçında soku. Akıl almaz işleri şu zambakgillerin Sokakta bir sövgü gibi akıp gittin Gözlerin sonsuz uzun, sonsuz çekikti Baksan uçtan uca Çin Seddi'ni görebilirdin. Yanındaki adam mutlaka kardeşindir İstanbul öyle ağırbaşlı bir kent değildir Aşktın sen, gidişinden bildim seni Neye yarar sağduyuyu aşmazsa şiir. Birbirinizi kucaklarken neye yarar Kucaklamıyorsak eski, yeni sevgilileri Diyorum çoğunca evli kadınlar Bu yüzden ölü yıkayıcısıdırlar. Bilir misin acaba ne demiş tilki? Kişi bir anda nasıl çarpılıverir Kuliste yarasını saran bir soytarı gibi Giderek nasıl anlaşılmaz olur sözleri. Ömer ki gölü balığı için değil Kamışı için vergilendirdi Ama değnek vurulurken zavallı uğruya Yüzüne ve neresine değmesin derdi. Selam size büyük durumlar, doruk anlar Dağ görgüsü kazanır Ağrı'yı bir kez görse de kişi Marmara'dan yirmi yılda çıkaramayacağı gerçeği Okyanusu beş dakika seyretmekle kavrar. Belki de biraz geç rastladım sana Ama her şey geç gelmiyor mu yurdumuza 1929 buhranı bile geç gelmemiş miydi Eksikliğe mi alışmışız, mutsuzluğa mı yoksa. Bir ahırın içinde gezdirilmiş gül kokusu Ağır uykusu aldatılımış olanın Ve aldatanın delik deşik uykusu Taşıttan indin, sonra da karşıya geçtin. Divan, Nazım Hikmet, İkinci Yeni Kaç gündür adını düşünüyorum Ne demiş uçurumda açan çiçek Yurdumsun ey uçurum Aslında Bu Denli Güzel Kokmaz. Aslında bu denli güzel kokmaz hiç bir karanfil, Onda seni kokladığımdan bunca güzel. Aslında bu denli güzel olmaz hiç bir Sarıyer, Orda seni öptüğümden bunca güzel. Aslında bunca güzel olmaz hiç bir dünya, Seni sevdiğim için dünya da böyle güzel. Aslında bu denli deli değildim sor kime istersen, Sevince seni delilik bile bak ne güzel. Aslında sen dünya güzeli değilsin, Sevdiğim için dünyada tek güzelsin... Aziz Nesin Siz, saatleri yaşadınız. Zamantaşlarını. Niceldir saatler. Adsızsırlar. Renklerini, kokularını kişiselliklerden alırlar. Aylar birbirinin içinden yürüyebilir. Ağustosta bile Marta gönderme vardır. Yine de gönderme mevsim mantığıyla sınırlıdır. Günlerse bambaşka. Bir günün öbürünün önüne geçmesine izin yok. Günün gizi hem kişiselliğimizde, hem de onun kendi kişiselliğinde. Siz, saatleri yaşadınız. Henüz sözcük haline dönüşmemiş, ya da bir sözcük karşılığı oluşmamış durumlar yarattınız. Tanığınızım. Aylar ayları açıklıyor. Saatler saatleri kum saatiyle açıklayabiliyor. Açıklanmayan tek şey aşk: En büyük sayrılık ve en büyük sağlık. Günü tam gelmemiş olarak bir yanını gizleyen duygu. Denetçi anlamaz, tarihçi atlar, terzi bir araya getiremez, sanatçı elden kaçırır. Kent yıkılıyor. Sokaklar uçtan uca kazılmış. Sesimiz radyasyon içinde. Mühendisler geldiler; kedi resmini bile cetvelle çizerler. Gözlem evinde art arda mevsimler sökülür. Mahşerin ortalık yerinde size rastladık. Elinizi şuramıza koydunuz. Sürgündük. Göçebeliğin elverişli yanlarını da yitirmiş gibiydik. Yanınızda göçmen olduk. Bir yerleşmişlik duygusu ki, hırkamız yazlık sinemada iliklenir. Güneş her sabah verilmiş bir söz gibi doğuyordu. Gerçek neydi biliyor musunuz: Her şey. Yüz yıl sonra bu gün yaşayan hiçbir anne, hiçbir sevgili, hiçbir bebek, hiçbir bıldırcın, hiçbir balina, hiçbir örümcek, hiçbir aslan, hiçbir ceylan, hiçbir yılan var olmayacak. Ayrı bir kardeşlik kanıtı değil mi bu? Hayat kanıtı. Birbirimizin her yönden çağdaşıyız. Siz tebeşirle kara tahtaya ne güzel yazan. Kuzular için özel bir bölüm açmayı da hiç unutmayan. Saatlerle yaşadınız. Düşlerinizde doğulu bir ressamın elinden çıkmış ağırlıksız yapraklar. Kızböceği de göründü. Gece de uçmaya başlamış. Bakır kaptan günlük kokusu yayılır. Geceyle birlikte. Gece de. Sen Serpin, sen Nuri, orda burda nasıl dolaştırdınız. Benziyordunuz. Aynı kişi miydiniz? İki din var: siyah ve beyaz. Gerisi? .. Dün ne güzeldi gün Dün bir dügün Vapurun bacasında bir zambak açmış Kulağımın zarında bir sümbül Tırnaklarım hepsi papatya Ayaklarımla geziniyorum dünyayı Ayaklarım ki manolya Uzun bir mavi bu Boğaz Çıkı çıkıveriyor heryerden Sanki milletçe işimiz Bir sandalı denize indirmek Ben övmüyorum hicbirşeyi Ağaç elmasıyla öğünüyor Bir mevlüt sanki Hatice Giyinmiş sermakeş'e gidiyor Bu kadar güzel olmamalıydı yeryüzü Dayanamıyorum dayanamıyorum Şıp dedi güneşin ilk gözyaşı Şıp dedi damladı denize Beni tutmayın artık tutmayın Ve kızaran kızaran tomatlar N'olur beni unutmayın Benim karım Hale olacaktı Ölmüş ve ressam bir kadın Edirne kal'asıdır gördüğün hisar-ı mehib Şu zirvesinde biten simsiyah ağaç da salib Murad-ı evveli koynunda gezdiren tepeler Nasıl rüku ediyor Ferdinand'a bak bu sefer Bizim midir sanıyorsun şu yükselen bayrak? Çeken Savof, Lala Şahin değil kuzum, iyi bak Edirne! İşte o islamın ahenin suru Edirne! İşte o şarkın cebin-i mağruru İkinci aşr-ı tealisi Al-i Osman'ın Birinci mevki-i feyyazı belki dünyanın Edirne! İşte o şarkın demir kilidi Sefil ayakları altında Bulgar'ın şimdi Muzaffer ordusu hakkıyla(!) intikam alıyor Kadın, kız, çoluk, çocuk, erkek ne bulsa parçalıyor Bu katliama da razıyım ihtiram olsa Harim-i dini de geçtik harim-i namusa Şu dört minareli cami ki yoktu hiçbir eşi Ki parlıyordu hilalinde sanatın güneşi Salibi sineye çekmiş de bekliyor.Nevmid İçlenme, beyhudedir, maziyi sakın anma! O vefasız yavruya benzer ki günlerimiz. Kendini yuvasından bırakır ki akşama Benzeyen göle, sessiz.... Ruhundaki susuzluk engin mesafelere Duyurmadan ne anne ne bir yuva hasreti, Narin kanatlarıyla uçar orman, dağ, dere Ve bir gün bir çukurda bulunur iskeleti. Akşam savaş alanına çöktüğünde Düşmanlar yenilmişti Telgraf tellerinin tınıları Haberi uzaklara taşıdı. Dünyanın bir ucunda için için yandı Bir haykırış, gök kubbede parçalanarak Bir çığlık, çılgın ağızlardan taşan Ve esrik, göğü aşan. Bin dudak ilençle soldu Bin yumruk, vahşi bir öfkeyle sıkıldı.. Dünyanın bir başka ucunda Bir sevinç, gök kubbede parçalanarak Büyük bir sevinç, bir eğlence, bir çılgınlık Rahat bir soluklanma, gerinme Bin dudak eski bir duayı söyledi Bin el inançla birleşti.. Gecenin geç saatlerinde Sayıyordu telgraf telleri Savaş alanında kalan ölüleri O zaman dost ve düşman sessizleşti.. Yalnız analar ağladı Her iki yanda. İçi yalan dışı yalan Her bakışı binbir plan Gül boyanmış kara yılan Abur cubur Abdullah. Etme dedim tutma dedim Dostluğu unutma dedim Sana verdiğim lokmayı Çabuk biter yutma dedim. Abur cubur adam Ben seni nidem Daha kendini bilmezsin Kimdir yanındaki madam. Bir elinde kamerası Sanırsın film ağası Her dolapta numarası Abur cubur Abdullah. Etme dedim tutma dedim Dostluğu unutma dedim Sana verdiğim lokmayı Çabuk biter yutma dedim. Abur cubur adam Ben seni nidem Daha kendini bilmezsin Kimdir yanındaki madam. Der Mahzuni tövbe olsun Böyle dost düşmana kalsın Şeytanlar namazın kılsın Abur cubur Abdullah. Etme dedim tutma dedim Dostluğu unutma dedim Sana verdiğim lokmayı Çabuk biter yutma dedim. Abur cubur adam Ben seni nidem Daha kendini bilmezsin Kimdir yanındaki madam Gecenin bir zamanı evine gelince Kilitte duyuyorsan anahtarın sesini Anla ki yalnızsın. Elektrik düğmesini çevirince Çıt diye bir ses duyuyorsan Anla ki yalnızsın. Yatağına yatınca Yüreğinin sesinden uyuyamıyorsan Anla ki yalnızsın. Odanda kâğıtlarını kitaplarını Duyuyorsan zamanın kemirdiğini Anla ki yalnızsın. Bir ses geçmişlerden Çağırıyorsa eski günlere Anla ki yalnızsın. Değerini bilmeden yalnızlığının Kurtulmak istiyorsan Kurtulsan da yapayalnızsın 1 beni burada arama anne kapıda adımı sorma saçlarına yıldız düşmüş koparma anne ağlama. kaç zamandır yüzüm tıraşlı gözlerim şafak bekledim uzarken ellerim kulağım kirişte ölümü özledim anne yaşamak isterken delice . 2 bugün görüş günü günlerden salı ıslak sarı bir yağmur ülkemin neresine bakarsa ay orada yitik bir anne ağlıyor sen aralıyorsun yağmuru acıdan sırılsıklam alnına siper edip elini sonra bir umut koşuyorsun yüreğin avucunda ısırırken çırpıntı gözlerini (ah verebilseydim keşke yüreği avcunda koşan her bir anneye tepeden tırnağa oğula ve kıza kesmiş bir ülkeyi armağan koşma anne birdenbire batacak olan düş denizinde yarattığın umut sandalıdır oysa benim için gece ışık hızıyla koşan kısa ve soğuk bir zamandır bu yüzden boğuk seslerle geldiler bir şafak uykusuz yorgun ve korkak . 3 sanırım baytardı yüreğimin depreminde righter ölçeği çatlarken ölebilir raporu veren beyaz önlüklü doktor boş ver hypocrite amca üzülme ne olur sen de anne sen de üzülme hücremin dört bir köşesinde el ayak izlerimi ciğerlerimde yırtılan bir çığlıkla hazır beklediğim ve korkunç bir sabırla birbirine eklediğim korkak kahraman gecelerimi düşlerimle sınırsız diretmişliğimle genç şaşkınlığımla çocuk devrederken sıradakine usulca açılıverdi yanağımda tomurcuk . pir Sultanı düşün anne şeyh Bedrettin'i börklüce'yi torlak Kemal'i düşün anne hala kanaması nedendir faşizmin göğsünde utangaçlığı bile vuramadan yanaklarına yasının on sekizinde ölümüne pervasız yürüyen ince bilekli çıplak ayaklı Tanya'nın deniz'i düşün anne her mayıs şafağında uzun uzun döverken darağaçlarını ve o şafaktan doğma on bir yaşını çiğneyip yürüyen çocukları insanları düşün anne düşün ki yüreğin sallansın düşün ki o an güneşli güzel günlere inanan mutlu bir yusufçuk havalansın . 4 sıcak omuzlar değerken omzuma buz üstünde yürüdüm yıllar boyu bayraklar ve türkülerle kopunca memelerinden o mükemmel yaşama . kurşunlar sıktılar alnıma açık alanlarda ağır kartalların konup kalktığı yalçın kayalardan biriydim ölüp dirildim yeniden güneşli güneşsiz akşamlarda . mutlu yarınlar adına özgürlük adına ekmek adına üstüne vardım kuyruğu kanlı itlerin dirilip dönmesin diye Hiroşimalar tahtadan atların boynuna çıplak ölümlerle yatmasın diye çocuklar aç gözlerle bakmasın diye çocuklar kardeşlik adına havadaki kuş denizdeki balık adına yürüdüm yıllar boyu . dönüp bakmadım arkama ıraktı gözlerim çok ırak izim kalır mı bilmem yürüdüğüm yolda kalsa da silinir gider yalnızca bir ağıt gibi çakılır ardımca gelenlere gözlerimi yaktığım yer . 5 tören adımlarıyla ölmek ne garip şey anne kanlı karanlık bir oyunda baş oyuncuyum bütün gözler üstümde . sürüyor gecenin karnında şafağa bakan oyun masa üstünde üşüyen bir sigara yanında küçücük bir cam bardak içinde rengi bu gecenin cılız titrek bir kibrit kağıt kalem sandalye geride flu yağlı büküm büküm bir ip ve çingene kuralına uygun değişmez dekoru mudur idam mahkumunun . 6 kırılacak cammışım gibi davranıyorlar yüzlerinde zoraki çatılmış bir hüzün oysa birazdan boynumu kıracaklar pul pul dökülecek yaz Sivas’ı Eylül'ün . ben ölümü asıl az ötede titreyen çingenenin kara kıllı ellerinde gördüm anladım ki küllenen sigaradır soğuyan bir bardak çaydır benim ömrüm . yani benim güzel annem alaca şafağında ülkemin yıldız uçurmak varken oturup yıldızlar içinde kendi buruk kanımı içtim . 7 ne garip duygu şu ölmek öptüğüm kızlar geliyor aklıma bir açıklaması vardır elbet giderken darağacına . 8 geride masa üstünde boynu bükük kaldı kağıt kalem bağışla beni güzel annem oğul tadında bir mektup yazamadım diye kızma bana elleri değsin istemedim gözleri değsin istemedim ağlayıp koklayacaktın belki bir ömür taşıyacaktın koynunda . usul adımlarla yürüdüm ömrümü karşımda kurum kurumlaşan darağacı (tarlakuşu korkmaz ki korkuluktan ökse de olsa dört bir yanı) birdenbire acıdı boynum gelecekler var birbiri ardınca genç yakışıklı . ne olur işçi kadınım az yumuşak dik şu kefenin yakasını . 9 yaşamak ağrısı asıldı boynuma oysa türkü tadında yaşamak isterdim çiçekleri kokmak ırmakları akmak yaz boyu çobanaldatanlara aldanmak su başlarında aylak sektirmek kavalımı sonra bir çocuğun afacan bacaklarında canavarca kayalıklarına tırmanmak isterdim o güzel günleri görenler arasında bir soluk ben de yaşamak isterdim bir de Lure müzesinde seyretmek gizliden öperken siya-u Jakond'u tebessümünden işte o an saçlarından yakalamak dolunayı bir de yirmi beş kilometreden görebilmek Nazımın gözleriyle pırıl pırıl Moskova'yı . ölmek ne garip şey anne bayram kartlarının tutsaklığından aşırıp bayramı sedef kakmalı bir kutu içinde vermek isterdim çocukların ellerine sonra sonra benim güzel annem damdan düşer gibi vurulmak isterdim bir kıza . 10 künyemi okudular suçumuz malum . gecenin kıyısında durmuşum kefenin cebi yok koynuma yıldız doldurmuşum koşun çocuklar çocuklar koşun sabah üstüme üstüme geliyor yanlış mı duydum yoksa erkenci bir horoz mu ötüyor keskin bir acı bilenmiş gitgide yaklaşıyor sonum . iri sözlerim yoktu söyleyecek usulca baktım yüzlerine bin yıllık iskeletleri çatırdayarak göçtü ayaklarının dibine . korkutamadılar beni anne avlunun ortasında çatık bir kaş gibi duran darağacı bir zaman rüzgarda saçını tarayan telli kavak değil mi boynumdaki kemendi bir öğle sonu bükerken o kız sarı sıcak sevdasını düşünmedi mi söyle anne o çingene bir çiçek bahçesi kadar sıcak sokağımızdan bağıra çağıra geçen bohçacı kadını sevmedi mi çılgınca . 11 kurulmuş tuzaklar yok artık yolumda işkenceler zindanlar hücreler savunmak yok mutlu tok bir yaşamı açlık grevlerinde beynimi bir sıçan gibi kemiren mideme karşı kısacası bir çiçeği düşünürken ürpermek yok gülmek umut etmek özlemek ya da mektup beklemek gözleri yatırıp ıraklara . ölmek ne garip şey anne artık duvarları kanatırcasına tırnağımla şaşkın umutlu şiirler yazamayacağım mutlak bir inançla gözlerimi tavana çakamayacağım baba olamayacağım örneğin toprak olmak ne garip şey anne ceplerimde el yerine balyoz taşırken korkunç bir merakla beklerken kurtuluş haberlerini ve yüreğimin ırmakları taştı taşacakken ölmek ne garip şey anne . uçurumlar ki sende büyür dağdır ki sende göçer ben yaprak derim çiçek derim cam diplerinde açmış kanatlarını kozalak derim gül yanaklı çocuğa benzer yine de oğlunu yitirmek kim bilir ne garip şey anne . 12 beni burada arama anne kapıda adımı sorma saçlarına yıldız düşmüş koparma anne ağlama kırıldıysa düş evinin kapısı bütün kırık kapıların çağrılısıyım kızların yanaklarında çukurlaşan biten başlayan aşkların ortasındayım her kavgada ölen benim bayrak tutan çarpışan her kadın toprağı tırnaklayarak doğurur beni özlem benim kavga benim aşk benim bekle beni anne bir sabah çıkagelirim . bir sabah anne bir sabah acını süpürmek için açtığında kapını umarım kurtuluş haberleriyle dönmüş olur cam ve kekik kokuları içinde acı yüzlü çocuklar o zaman nasıl indirilmişlerse şen şakrak öylece kalkar uykudan şalterler dişleyip tükürmeden sigaralarını türkü tadında giyinirken işçiler . bir sabah anne bir sabah acını süpürmek için açtığında kapını adı başka sesi başka nice yaşıtım koynunda çiçekler çiçekler içinde bir ülke getirirler başlarını koymak için yoğun dizine sen hazır tut dizini anne o mükemmel güne . Ağustos-Ekim 1983 Şafak Türküsü,1984) bilseydin; baharımdı seni bana getiren bir vedaya ağlayan içli melekler gibi anlasaydım, ülkemden hazineler götüren her bakışı öteden birini bekler gibi. üşüdüğüm sahrada bu deniz sanki serap hep aynı dakikada dönüp duruyor zaman O'nsuzlukta dermanım değil, dermanım da harap ey uyuyan yelkenli, ateşte sen de yan. tahtını en büyülü divanında bulmalı açılmalı sonsuzluk sularında engine fırtınalar kopsada, umudumuz olmalı limanları boyarken gökkuşağı rengine. yapayalnız kalıyor O'nsuz kumlarda köpük O'nunla damla damla kuruyor masum deniz batırır en devasa gemiyi bile bu yük ardında birer birer soluyor düşlerimiz. bilseydin; yakınında soluklanan çiçeğin izlerine mahpustur çatlayan dudaklarım ayinimiz sürecek o büyük vakte değin hatırası köz olsa, yüreğimde saklarım. Yüreğindeki sevgi, sonuna kadar mı? yoksa evine akrabalarına kadar mı, taşar mı fakir sokaklara, taşmaz mı? . Yüreğindeki sevgi, ırk kadar, din kadar mı, sarı mı, ak mı, kara mı? . Yüreğindeki sevgi, halk kadar, memeleket kadar mı? uzanır mı beş kıt'aya, uzanmaz mı? . Yüreğindeki sevgi, hey dost, tariflere sığmaz mı? Gel ey zahit bizim ile çekişme Hakk'ın yarattığı kul bana neyler Kendi kalbin arıt bize ilişme Sendeki küfr bendek'imana neyler. Zahit sen bu sırra erem mi dersin Erenler halinden bilem mi dersin Mescit hak meyhane haram mı dersin Hak olan mescide meyhane neyler. Zahit sen bu yola diken ekersin Hatıra dokunur gönül yıkarsın Yüküm vardır deyü zahmet çekersin Yavuz baçcı yüksüz kervana neyler. Sekiz derler şol Cennet'in kapısı Hakk'a doğru açılırmış hepisi Korkusun çektiğin Sırat köprüsü Onu doğru geçen insana neyler. Pir Sultan Abdal'ım er haksın er hak Münkir olanlardan ıraksın ırak Kurdun işi namert lokmasın yemek Hak için adanan kurbana neyler Bir çakıl taşları gülümseyişi ağlarmış karafaki rakısıyla şimdi dipsiz kuyulara su olan kınar hanım'dan düz saçlarıyla ne yapsın şehzadebaşı tiyatrolarında şapkalarını tüketemezmiş hiç. İşte kel hasan bu kel hasan karanlığı süpürürmüş ters yakılmış güldürmemek için serkldoryan sigaralarıyla işte masallara da girermiş bir polis o zamanlardan beri sürme kirpiklerini aralayarak insanları çocukların. Ve içinde birikmiş ut çalan kadın elleri olurmuş hep gibi bir üzünç sökün edermiş akşamları ağlarken kuyulara kınar hanım'ın denizlerinden Seni düşünüyorum, güneşin ışıkları denizden aksedince Seni düşünüyorum, ayın pırıltıları kaynaklara vurunca. Seni düşünüyorum, uzak bir yol üstünde tozlar havalanırken, Karanlık bir gecede, dar bir tahta köprüde bir yolcu ürperirken. Seni düşünüyorum, boğuk uğultularla orda yükselirken dalgalar. Kulak kesilmek için koruluktayım, sık sık her şeyin sustuğu anlar. Uzakta olsan bile ben senin yanındayım, sende yakınımdasın. Güneş batıyor, biraz sonra, beni ışıtacak yıldızlar ne olurdu burda Yanımda olsaydın Baba bugün üşüyorum Karda kaldım üşüyorum Anama deyin sıcak bir çorba koysun Üstümü ört baba üşüyorum. Behey babam dalmış babam Sigarayı sarmış babam Şapkasına hicran dökmüş Kibrit gibi yanmış babam. Baba bugün alır dağlar Bu dert beni alır dağlar Şehirlere sığmaz oldum Fazla sürmez alır dağlar. Baba bugün ağlıyorum Darda kaldım ağlıyorum Duaların üzerimden eksik etme İçim yandı ağlıyorum Nedendir de kömür gözlüm nedendir Şu geceki benim uyumadığım Çetin derler ayrılığın derdini Ayrılık derdine doyamadığım. Dostun bahçesine yad eller dolmuş Gülünü toplarken fidanın kırmış Şurda bir kötünün koynuna girmiş Şu benim sevmeye kıyamadığım. Kömür gözlüm seni sevdim sakındım İndim has bahçeye güller sokundum Bilmiyorum nereler'ne dokundum Belli bir haberin alamadığım. Karac'oğlan der ki yandım da öldüm Her deliliği ben kendimde buldum Dolanıp da kavil yerine geldim Kavil yerlerinde bulamadığım Her Donkişotun bir yeldeğirmeni vardır Benim ki Heybeli’de Yarı yarıya yıkık Üstünde Kırmızı üstüne beyaz beyaz harflerle Kocaman TÜRKİYE HALK BANKASI Yazılı Vallahi billahi de Beş kuruş almadım o reklam için Bir kedinin yatağa sıçramasını bekler gibi beklerken ölümü. karım için çok üzülüyorum. sertleşmiş solgun bedenimi görecek. bir kez, belki de iki kez sarsacak:. 'Hank! '. cevap vermeyecek Hank.. ölüm değil beni endişelendiren, bu hiçlik yığını ile kalacak olan karım.. ama birlikte uyuduğumuz bütün o gecelerin hatta yararsız tartışmaların bile harikulade şeyler olduğunu bilmesini istiyorum. ve bu güne kadar söyleyemediğim o zor sözcükler artık söylenebilir:. seni seviyorum. Ezanımdan alışıp tekbîre, Buldunuz mutluluk, imanımla... Vatan ettim sizi ey topraklar Beş vakit damgalayıp alnımla. Irmağın çavlanları, çavlanların yamacında titreşim, Bodoslama girdap, Çavlanın ivedi gücü, Akıntının o kısa baş döndüren tutkusu Götürüyor görülmedik, duyulmadık ışıklarla Ve kimyasal yenilikle Götürüyor Vadinin ve strom’un girdaplarıyla çevrilmiş Yolcuları.. Dünyayı ele geçirecek onlar, Arıyorlar kendi kimyasal servetlerini, Spor ve rahat da yolculuk ediyor onlarla; Bu gemide birlikte götürüyorlar Eğitimini soyların, sınıfların, hayvanların, Dinlenişi ve baş dönmelerini Götürüyorlar birlikte. Tufan ışığında, İncelemelerle geçen o çetin akşamlara, Çünkü aygıtlar arasında, kan, çiçekler, ateş, Ve takılar arasındaki söyleşi Ve bu kaçak teknedeki sabırsız hesaplar Gösteriyor bize -Devingen su yolunun ötesinde . Bir su bendi gibi yuvarlanan Ve sürekli aydınlanan devce inceleme stokları var; Onlar ki ağına düşmüş uyumlu bir coşkunun Ve buluş yiğitliğinin . Hava umulmadık bir anda bozulunca zaman zaman Soyutlanıyor gemide iki genç -İlkel yabanlık yüzünden mi o hem cezasız kalan? - Şarkılar söylüyor ve gözcülük yapıyor onlar. Seni düşünürken Bir çakıl taşı ısınır içimde Bir kuş gelir yüreğimin ucuna konar Bir gelincik açilir ansızın Bir gelincik sinsi sinsi kanar Seni düşünürken Bir erik ağacı tepeden tırnağa donanır Deliler gibi dönmeğe başlar Döndükçe yumak yumak çözülür Çözüldükçe ufalır küçülür Çekirdeği henüz süt bağlamış Masmavi bir erik kesilir ağzimda Dokundukça yanar dudaklarım . Seni düşünürken Bir çakıl taşı ısınır içimde Acep şu yerde var m'ola Şöyle garip bencileyin Bağrı başlı gözü yaşlı Şöyle garip bencileyin. Kimseler garip olmasın Hasret odına yanmasın Hocam kimseler duymasın Şöyle garip bencileyin. Nice bu dert ile yanam Ecel ere bir gün ölem Meğerki sinimde bulam Şöyle garip bencileyin. Gezdim Urum ile Şam'ı Yukarı illeri kamu Çok istedim bulamadım Şöyle garip bencileyin. Söyler dilim ağlar gözüm Gariplere göynür özüm Meğerki gökte yıldızım Şöyle garip bencileyin. Bir garip ölmüş diyeler Üç günden sonra duyalar Soğuk su ile yuyalar Şöyle garip bencileyin. Hey Emre'm Yunus biçare Bulunmaz derdine çare Var imdi gez şardan şara Şöyle garip bencileyin Ah nice denizci, ah nice kaptan, Sevinçle uzağa sefere çıkan, Bu kasvet dolu ufukta kayboldu. Kurbanı oldu kötü bir kaderin, Aysız gecede, dipsiz bir denizin, Karanlıklarına gömülü kaldı.. Kasırga, reisleri, tayfaları, Bir kitabın dağılan sayfaları Gibi savurdu dalgalar üstüne. Hiç kimse bilmez sonları ne oldu, Bu yağmadan her dalga bir şey çaldı, Kimi bir denizci kimi bir tekne.. Yazık bu bahtsız, kayıp insanlara Sürükleniyorlar karanlıklarda, Kayalara çarpa çarpa başları. Analar babalar her gün sahilde Tek düşleri vardı, gözler denizde Öldüler gerçekleşmeden düşleri. Oturup paslı çapalar üstüne, Sizi anar neşeli gençler gece, Karışır karanlık isimleriniz Öykülere, şarkılara, gülüşlere Sevgiliden çalınan öpüşlere Yeşil yosunlar içinde uyurken siz.. “Bir adanın kralı mı oldunuz? Daha güzel bir vatan mı buldunuz? ” Sonra susulur, hatıranız yiter. Beden suda yeter, adlar bellekte. Zamanla daha da kararır gölge: Karanlık sularda karanlık unutuş! . Silinir gözlerden şekliniz bile. Kayığınız kimde sabanınız kimde? Beklemekten bıkmış ak saçlı dullar, Ocağın ve kalplerinin külünü, Eşelerken, fırtınanın hükmünü Sürdürdüğü geceler sizi anar.. Bir gün ölüm o gözleri örtünce, Anmaz adınızı, anmaz hiç kimse. O küçük yankılanan mezarlara, Ne yeşil yaprağı düşer söğüdün, Ne köprü başında bir dilencinin Şarkısı duyulur, basit, tekdüze! . Nerde suyun yuttuğu denizciler? Deniz! Sen de ne acı öyküler var! Uğunan analardan korkan dalga! Bunları anlatır gelgitleriyle, Bu yüzden akşam yaklaşırken bize Haykırır, umutsuz, çığlık çığlığa! . (1837) . Fransızca'dan çeviren: Tozan ALKAN Yum gözlerini, yitir kendini karanlıkta gözkapaklarının kırmızı yaprakları altında. . Gömül vızıldayan sesin düşen sesin halkalarına ve uzaklarda yankılan dilsiz bir çağlayan gibi, davulların çalındığı yerde. . Bırak kendini karanlığa, kendi etine gömül, kendi yüreğine; kemik, o mor şimşek, kamaştırsın gözlerini, kör etsin, mavi göğsünü göstersin akşam ışığı körfezler ve gölgeli koyaklar arasında. . O sıvı karanlığında uykunun ıslat çıplaklığını; kıyıya kimbilir kimin bıraktığı gövdeni, o köpük danteli unut. Sonsuz kadın, yitir kendini kendi benliğinin sonsuzluğunda, bir başka denizle buluşan bir deniz gibi unut kendini, beni unut. . Dudaklar, öpüşler, aşk, her şey yeniden doğar o ölümsüz, o yalın unutuşta: gecenin kızlarıdır yıldızlar. . (Türkçesi: Ülkü Tamer) 1. Ve insan insan olduğu için yemek isteyecektir, buyrun hadi. Oysa sözcükler ne etin yerini tutar, ne de doldurur boş mideyi.. Haydi sola, bir kii! Haydi sola, bir kii! Yer var, yoldaş, sana da, al Birleşik Cephe'de yerini, çünkü bir işçisin sen de.. 2. Ve insan insan olduğu için hoş görmez suratına inecek çizmeyi. Ne kendi altında köleler ister, ne de üstünde ister bir efendi.. Haydi sola, bir kii! Haydi sola, bir kii! Yer var, yoldaş, sana da, al Birleşik Cephe'de yerini, çünkü bir işçisin sen de.. 3. Ve işçi işçi olduğu için ona başkası vermez özgürlüğü. Onu kurtaracak başkaları değil, bu iş işçinin kendi işi.. Haydi sola, bir kii! Haydi sola, bir kii! Yer var, yoldaş, sana da, al Birleşik Cephe'de yerini, çünkü bir işçisin sen de. beni hiç merak etmemiştin sen şimdi ben merak ettim, . sana ne oldu? bu tınıyı bir yerden tanır gibiyim gecenin bıçakları kalbime saplanırken sözlerinden sesime dökülen yorgunluğu. hiç merak etmemiştin kış güneşlerinin ağaçlarından koparılmış bir yaprağın sarındığı uykuyu ne zaman yağmurla insem ormanlarına senin dallarında kuşlar uyurdu ne oldu? . birdenbire anımsamış gibisin bir yaz gecesi estiğin fırtınada buzulun içine gömdüğün ruhu. beni hiç merak etmemiştin sen küheylan bir rüzgar gibi çekip giderken hiç merak etmemiştin savurduğun külleri. demiştin ya, unut beni su bile dönüp bakmaz geçtiği kıyılara beni eksik bir çan gibi gömmüştün sesimden uzak uğultulara şimdi ne oldu? . anlıyorum, seni de terk etmiş sevdiğin biri üzülme, ateş yakar ve söner ve açmaya devam eder kır çiçekleri.... Ayten Mutlu yaralı yanlarımı kuşanıyorum çırılçıplak ve erkek uykuların kadar uyanık ve yenik şiirler kadar. içtikçe cam kırıklarına basıyorum hayatımın yeniliyorum galip gelen yerlerimi seninle öncekiler gibi sıradan gidenler gibi kızgın kırgın tarihinden savaşların başlangıç ve bitişlerini imzalı imzasız antlaşmaları kan renginde verilen sözleri hatırlıyorum uğursuz haziranlarını meydanlarda çürüyen ölülerin yetiş diyorum yeniliyorum galip gelen yerlerimi ölü sevişmelerden devşiriyorum içine boşaldığım sabahları sancı diyorum sancı köpeklere kızıyorum nedensiz. yeniliyorum galip gelen yerlerimi önsözlerini ezberliyorum okumadığım kitaların kahramanlar adam gibi ölsün istiyorum sozsözü intiharla yazılan romanlarda herkes için mutsuz sonlarım var yar yeniliyorum iyileştirmiyor beni yarım kalmış uykular durup dururken yabancı dillere çevriliyor en sevdiğim şarkılar. yineliyorum yar yeniliyorum galip sandığım yerlerimden yeniliyorum yar yenildikçe yenileniyor aramızdaki duvar... Yılmaz ERDOĞAN 12 haziran '99 ,cihangir her ağacın arkasından karşıma siz çıktınız öylesine çoktunuz ki bunaldım yalnızlıktan rüzgarınız esiyordu dağ taş deli gibi savruldu kulelere dayadığım merdiven. her köşebaşından karşıma siz çıktınız öylesine yoktunuz ki ağladım deliye döndüm kanınızla incelen taşlar yüzüyordu eski denizleri andıran bulutlarda. sayısız gitmiştiniz ne yazık evvel zaman içinde gibiydiniz uzandım yerden usulca aldım gökyüzünü siz atmıştınız Çünkü kapıları Götürüyorlar (öyle yanlış ki) Cam kırıkları üzerinde Üzerinde mi üzerinde üzerinde Gülüyor ve Gülen artık çingene değildir Değil mi değil değil Bilmem şu uzakta odaların Pancurlarını açmışlar Açmışlar mı açmışlar açmışlar Denize karşı (deniz yoktur ya) İçerdekiler içerlerde Dışardakiler dışarlarda kalmışlar Kalmışlar mı kalmışlar kalmışlar Anahtarları çalan bir çingenedir Bir çingene mi bir çingene bir çingene. Dost dost diye nicesine sarıldım Benim sâdık yârim kara topraktır Beyhude dolandım boşa yoruldum Benim sâdık yârim kara topraktır. Nice güzellere bağlandım kaldım Ne bir vefa gördüm ne fayda buldum Her türlü isteğim topraktan aldım Benim sâdık yârim kara topraktır. Koyun verdi kuzu verdi süt verdi Yemek verdi ekmek verdi et verdi Kazma ile döğmeyince kıt verdi Benim sâdık yârim kara topraktır. Âdem'den bu deme neslim getirdi Bana türlü türlü meyva yedirdi Her gün beni tepesinde götürdü Benim sâdık yârim kara topraktır. Karnın yardım kazmayınan belinen Yüzün yırttım tırnağınan elinen Yine beni karşıladı gülünen Benim sâdık yârim kara topraktır. İşkence yaptıkça bana gülerdi Bunda yalan yoktur herkes de gördü Bir çekirdek verdim dört bostan verdi Benim sadık yârim kara topraktır. Havaya bakarsam hava alırım Toprağa bakarsam dua alırım Topraktan ayrılsam nerde kalırım Benim sâdık yârim kara topraktır. Dileğin varsa iste Allah'tan Almak için uzak gitme topraktan Cömertlik toprağa verilmiş Hak'tan Benim sâdık yârim kara topraktır. Hakikat ararsan açık bir nokta Allah kula yakın kul da Allah'a Hakkın gizli hazinesi toprakta Benim sâdık yârim kara topraktır. Bütün kusurumuzu toprak gizliyor Merhem çalıp yaralarımı düzlüyor Kolun açmış yollarımı gözlüyor Benim sâdık yârim kara topraktır. Her kim ki olursa bu sırra mazhar Dünyaya bırakır ölmez bir eser Gün gelir Veysel'i bağrına basar Benim sâdık yârim kara topraktır bu yürek, kahpe yürek, yetim yürek, yoksul yürek hani şu uzun havalarda, bozlaklarda, mayalarda iflah olmaz türkülerde tüten hani şu insanı kahreden canım kurşun misali delip geçen kurşun misali çöken. bu yürek, yetim yürek, yoksul yürek binbir yerinden yaralı, binbir yerinden yamalı yürek bir yanı tanrı, bir yanı kul bir yanı tezek, bir yanı gül bizim insanlarımız oğul ne zaman gülecek? . bu yürek, yetim yürek, yoksun yürek varımız, yoğumuz, malımız, mülkümüz, sermayemiz canevine konan ilk taş canevinden uçan ilk kuş bu yürek, yetim yürek, yoksul yürek bir yanı gül, bir yanı tezek bizim insanlarımız oğul ne zaman gülecek? . ağlamak ayıp değil kana kana ama gülmeyi unutmuşlar yüzlerine baksana o canım sevinç pırıltısı düşmüş gözlerinden paramparça, tuz buz bizim insanlarımız böylesine karagülmezse birimizden biri suçluyuz peki neyleyip nidelim alıp başımızı limon misali avuçlarımızın içine kara kara düşünelim. bir ilimiz var adı Rize durup dururken bir bardak çay sundu bize Rize’de çayı kim yetiştirdi Rize’de Missisipi’ye karışan çayları öğretirler bize Rize’de çayı kim buldu Rize’de kimdi o sessiz sedasız kumral kumral demlenen mübarek adam adını öğretmediler bize işte o güzel adamdan bre şahin aman bi tane daha. şu dağın başında bir top gül vardı eşi görülmemiş bir top gül katmer katmer açardı kırk bin köyde kırk bin umut kırk bin köyde kırk bin tomurcuk kırk bin adet meyveye vurmuş fidan köy okullarımıza nasıl kahpece kıydılar anlatamam hey gidi mangal yürekli Tonguç baba köy okullarımızı kilim misali ilmik ilmik ören adını kaç aydın koydu acaba mangal yürekli Tonguç baba sana Anadolumun her yanından kekik kokan, keklik kokan, Cevat Şakir işi kınından çekilen kılıç gibi bir merhaba bir mangal yürekli Tonguç baba yetmedi bre şahin aman bir Tonguç baba daha. pırıl pırıl bir Karacaoğlan bir Dadaloğlu, bir Pir Sultan dilimize düşen ilk mübarek cemre bitip tükenmeyen Yunus Emre biz dünyadan gider olduk demiş kalanlara selam olsun ama hep böyle gidecekse bu dünya canım Yunus topumuza haram olsun. gözünün nurunu sevdiğim koca Sinan on parmağı on ulu çınar misali her yandan yükselen dünya durdukça duracak olan gecekondular mı gelecekti arkandan bir kara Sinan yetmedi bre şahin aman bir Sinan daha. bir tren kalkıyor Haydarpaşa’dan gözyaşları yoncadan Eminem öfkeleri meşeden bir tren kalkıyor Haydarpaşa’dan dünyanın en güzel treni ağzına kadar Mehmetçik yüklü lokomotifi pala bıyıklı vagonlarda bir telaş bir kıyamet Memetçik Memet, Memetçik Memet bir tren kalkıyor Haydarpaşa’dan tren değil bu bir hışım ilk Türkçe dersimi ondan almışım Memetçik Memet Türkçem kadar güzelsin diyen büyük usta Nazım Hikmet bir Nazım Hikmet yetmedi bre şahin aman bir Nazım daha. kırmızı gülün alı var kolay kolay gelir miydi bir Mustafa Kemal bir Mustafa Kemal yetmedi bre şahin aman bir Mustafa Kemal daha. bu Anadolu var ya bu Anadolu bu misli menendi görülmemiş cömert ana bu her yanı meme, bu her yanı dudak, bu her yanı gül bu zırnık almadan veren habire veren yediveren gül bu Anadolu var ya bu Anadolu bu üç yosma denizde üç defa ıslanan gürbüz ırmaklar ortasında susuzluktan çatlayan bu Anadolu var ya bu Anadolu bu sapsarı sıtma, bu masmavi gurur ne tosunlar doğurmuş ne tosunlar bak daha neler doğurur. Gece lambası kırmızı bir kadın yapıyor beni Oysa limon ağaçları bahçede küçük sarı güneşler taşıyor. Dokunsam bile onlara yanmam. Ne tuhaf! Bir oyuncak ayım vardı, ismi Işıldak. Bir kızkardeşim vardı saçları simsiyah Ne tuhaf böyle hatırladıkça herşeyi, Ağrı Dağında saçlarımı karla yıkamak. Kırmızı bir mum olsam yakışırdım şamdanıma Oysa çok üşüyor ellerim bu akşam.... Martılardan duygulanmadım hiç, ne tuhaf! Ben belki denizden bile eski biriyim. Başka isimler bulmak isterdim martılara Kirloş mesela kirloş desem artık onlara. Kasapların perdeleri boncuktan Et. Kan. Ve o boncuklu şıkırtılar Ne tezatlı bir şey, ne tuhaf Ne tuhaf acıyla hiç konuşmamak.. Gece lambası kırmızı bir kadın yapıyor beni Herşey şimdi itiraf edilmeli: Kocam bir çingeneydi. Eşiniz bir çingene mi hanfendi? diye sorarlardı. Hayır efendim derdim, hayır eşim bir sanatkardır. Eski yırtık gecelikler, eski yırtık çarşaflar Eski, yırtık bir sızıyla sevişirdik. Herşey şimdi itiraf edilmeli:. Bir picaması bile yoktu benim kocamın baylar. İnsan çingeneyse, yani ruhu çizgiliyse İnsan acıyla yalnızca sevişebilir baylar! Soruyorlar. Soruyorlar: "Ellerin neden titriyor sevgilim" Bilmiyorlar doğmadan öldürdüğümü üç-beş çingeneyi. Üç-beş dünya kaldı artık aramda dünyayla Artık açıklayamam bir türlü. Ne tuhaf geçmişim kırmızı bir kadın yapıyor beni. Herşey şimdi itiraf.... Bulurlar sabaha siyah, çirkin bir balık olarak Açıklayamazlar artık beni bin türlü. Bilmeyecekler, bilmeyecekler bir çingenenin İsmini vererek kendime öldüğümü. İsmim...İsmim...İsmim Kurbati.. Aralık '97 Ludingirra 5, Bahar 1998 cebime tıktığım kuşlar çok üşüyor ben de üşüyorum desem kim inanır bunca yıkıntının altında bunca kırık cam batmışken ayaklarıma. belki yine seviyordur diye bir papatya kopartıyorum yapraklarını yoluyorum,çiğniyorum,zıplıyorum üstünde nasıldı bu fal, yani nasıl açılırdı bir kapının kilidi anahtarı deliğe sokmadan önce. tüfek omza deme komutanım,komik oluyorsun omuzum olsa başka şeyler yüklerdim üstüne bir palyaçonun burnunu örneğin dövüşçü horozların kopan tüylerini kullanılmış bir mendili koyardım sonra sıyırırdım kendimi yeryüzünden yok,yeryüzünü sıyırırdım kendimden. cebime tıktığım kuşlar çok üşüyor geriye sayacağım söz veriyorum,vurmayın vurmayın kuşlarım ağlıyor,geriye sayacağım. anne hangi sayıdan başlayacağım? Bir uykuyu cananla beraber uyuyanlar, Ömrün bütün ikbalini vuslatta duyanlar, . Bir hazzı tükenmez gece sanmakla zamanı, Görmezler ufuklarda şafak söktüğü anı. . Gördükleri rü'ya,ezeli bahçedir aşka; Her mevsimi bir yaz ve esen rüzgarı başka, . Bülbülden o eğlencede feryad işitilmez, Gül solmayı,mehtab azalıp bitmeği bilmez; . Gök kubbesi her lahza bütün gözlere mavi, Zenginler o cennette fakirlerle müsavi; . Sevdaları hulyalı havuzlarda serinler, Sonsuz gibi bir fıskiye ahengini dinler. . Bir ruh o derin bahçede bir def'a yaşarsa, Boynunda onun kolları,koynunda o varsa, . Dalmışsa,onun saçlarının rayihasiyle. Sevmekteki efsunu duyar her nefesiyle; . Yıldızları boydan boya doğmuş gibi, varlık, Bir mu'cize halinde,o gözlerdedir artık; . Kanmaz en uzun buseye,öptükçe susuzdur. Zira susatan zevk o dudaklardaki tuzdur; . İnsan ne yaratmışsa yaratmıştır o tuzdan, Bir sır gibidir az çok ilah olduğumuzdan. . Onlar ki bu güller tutuşan bahçededirler. Bir gün, nereden,hangi tesadüfle gelirler? . Aşk onları sevk ettiği günlerde,kaderden, Rüzgar gibi bir şevk alır oldukları yerden; . Geldikleri yol... Ömrün ışıktan yoludur o: Alemde bir akşam ne semavi koşudur o! . Dört atlı o gerdune gelirken dolu dizgin, Sevmiş iki ruh,ufku görürler daha engin. . Simaları gittikçe parıldar bu zaferle, Gök her tarafından donanır meş'alelerle. . Bir uykuyu cananla beraber uyuyanlar, Varlıkta bütün zevki o cennette duyanlar, . Dünyayı unutmuş bulunurken o sularda, -Zalim saat ihmal edilen vakti çalar da- . Bir an uyanırlarsa leziz uykularından, Baştan başa,her yer kesilir kapkara zindan. . Bir faciadır böyle bir alemde uyanmak, Günden güne hicranla bunalmış gibi yanmak. . Ey talih! Ölümden de beterdir bu karanlık; Ey aşk! O gönüller sana mal oldular artık; . Ey vuslat! O aşıkları efsununa ram et! Ey tatlı ve ulvi gece! Yıllarca devam et! Nasıl olur, üzgün gibisin, Herşey yolunda gittiğinde? Gözlerinden belli, kesin Ağlamışsın içten içe. . »Yalnız ağlamış olsam da ben, Keder benim kederim sadece, Ve yaşlar çokta tatlı akarken, Kalbimi hafifletmekte. «. Mutlu Arkadaşların çağırıyor seni, Hadi gel, yanaş göğsümüze! Ve ne kaybettiysen de bil, ki İnanasın gidene.. »Siz alemdesiniz, sezemezsiniz, Zavallı beni ne kadar acıtır. Yo hayır, kaybetmedim, biliniz Ancak yokluğu çok aratır.«. Hadi kalk, çabuk topla kendini, Genç, delikanlısın daha. Senin yaşında güç, kuvvet tini, Ve cesaret verir tasa.. »Yo Hayır, kazanamam onu, Çünkü bana hayli uzak. Semada salınır, ışıl ışıl tonu İşte aynı o yıldız gibi parlak.«. Yıldızlar, can çekilmez onlara, Görkemliklerine sevinilir sadece, Ve hayranla bakılır yukarılara, Her bir neşeli gecede.. »Ve ben de zevkle baktım yukarıya, Kimi sevgili günümde; Bırakın geceleri ağlaya ağlaya, Geçireyim gönlüm çektiğince.«. Çeviri: Musa Aksoy Takdir-i İlahi budur nasibim Az vermiştir çok istemem çare ne Bu kadar nasibim budur kisibim Bülbül gibi zar eylesem çare ne. Düşmanımın yaraları azmaya Dostumun hayrını şerre yazmaya Bu dünyada melül mahzun gezmeye Mahlukattan ar eylesem çare ne. Bakmaz mısın viran olmuş bendime Halim malum olsun ol efendime Hançer alsam hamle kılsam kendime Kendi kendim paralasam çare ne. Gam kasavet yuva yaptı sineme Kahır gömleğini eğnime Perişanlık düştü viran göynüme Türlü türlü aşk bağlasam çare ne. Pir Sultan Abdal'ım çekerim çoktan Ya İlahi bizi kurtar tutsaktan Bu derdin dermanın isterim Hak'tan Halka halim arz eylesem çare ne Sonra bir kadin konustu: 'Bize haz ve istiraptan bahset.'. Ve o cevap verdi:. 'Hazziniz, istirabinizin maskesiz halidir. Ve kahkahanizin yükseldigi ayni kuyu, sik sik gözyaslarinizla dolar.. Baska türlü olabilmesi mümkün müdür? Istirabin içinize kazidigi alan ne kadar derin olursa, o denli çok hazzi içerebilir.. Ve sarabinizi tasiyanla, çömlekçinin firininda yanan ayni kadeh degil midir? . Ve sesi ruhunuzu oksayan lavta, daha önce biçaklarla oyulan tahtayla bir degil midir? . Kendinizi neseli hissettiginizde kalbinizin derinliklerine inin.. Farkedeceksiniz ki, size bu sevinci veren, daha önce üzülmenize neden olmustu.. Üzgün oldugunuzde, tekrar kalbinize dönün. Göreceksiniz ki, daha önce sevinciniz olan bir sey için agliyorsunuz.. Bazilariniz, 'Haz, istiraptan daha anlamlidir' der; digerleri ise, 'Hayir, istirap daha anlamlidir'.. Bense, ikisi birbirinden ayrilamaz, diyorum.. Onlar beraber gelirler. Ve siz, bir tanesiyle masanizda otururken, unutmayin ki, digeri de yataginizda uyuyordur.. Gerçekte siz, hazzinizla istirabiniz arasinda bir terazi konumundasiniz. Sadece bos oldugunuzda, hareketsiz ve dengede kalabilirsiniz.. Bir hazine avcisi, altin ve gümüsünü tartmak için sizi kullandiginda, haz ve istirap kefeleriniz, ister istemez, yükselip alçalacaktir.' Bozuldu bak, dünyanın ezberi Ağaçlar bile şaşırıyor günleri, Düşünelim bakalım; Bir şey vardı, o neydi? . Üzmezdi gücümüzü, kaldıramadığımız taş Tenha bir yer seçilirdi, söylemek için. Geçim ehliydi yoksulluk bile Şükretmeyen ne bilsin! . Değil mi? . Pusu kurmazdı kimse, suyun başına Gitmezdi çöpe hurmanın çekirdeği Bilirdi yolu bütün mevsimler, Bir damla su, yaprağın ucunda Dünya derdik, böyle bir yer.. Hiçbir şeyi tek başına yeme Diyen sahabenin sözünü Karıncalar tutuyor ancak. İnsan olmanın verdiği güzellik Soluyor durmadan, bir bak. İşte yine kapıldım O can sıkıntısına; içimde bir tozlu Sarnıç boşluğu, Gitmekle kalmak Arasında kararsız Yürüdüm kederle Dağlara doğru.. Yüzlerce soru Vardı aklımda, Kulaklarımda Bir garip uğultu Ölümü kullanamazdım; Bir yerlerde Bilmediğim birilerine Belki ayıp olurdu.. Belki de hiç Ummadığım Sevgisi tarazlı biri; Koparıp bana ilişik Umudunu Bir kitabın arasında Yamyassı Kuruturdu. Bir gazetenin Ölüm ilanlarında Okuyup adımı, Öfkeye dönüştürürdü Sandık kokulu Hüznünü Ve ölümü inatla, Yok yere savunurdu.. Ben bunca yıl Bunca insan tanıdım Yüreği zehir dolu; Yine de insanlardan Kesmedim umudu. İnsan dedim Yekindim; Paylaştım varı yoğu.. Ben neden Dudaklarının arasında İğneler tutan Bir terzi suskunluğunu Prova ediyorum Şimdi bu yol boyu Kederle yürürken Dağlara doğru? . Neden kedi seven Bir insan Olduğumu Biliyorum da Kedisiz ve sevgisiz Getiriyorum Yaşadığım günlerin Yaprak döken sonunu? . Cevapsız sorunun Boynu büküktür, Hemen anlar Yetim olduğunu. Ben neden hala Duyuyorum avucumda Bir çocuk elinin Sızlayan boşluğunu? . Hipodromda yatıp Kalkan bir adamın Ölü bulunduğunu Yazdı gazeteler Geçenlerde Haber olarak. Tokatlıymış Ya da Çorumlu.. Bıraktığı nottan Öğrenilmiş Son isteğinin Ölürse terminale Götürülmek olduğu. Hipodromda yatıp Kalkan bir adam Kimin umuru! . Acılarla sorularla Tiftikledim Bunca insanın Mutsuzluğunu. Düşündüm kendi sonumu. Hayrettir; İçim içime Nasıl da sığıyordu! . Oysa ben kaç yıldır Kaç acı eskittim Unuttum Kaç ölüm gördüğümü. Bir omzumun Alçaklığı ondandır; Taşıdım kaç kişinin Kanayan tabutunu.. Yıllar önce Ölümü seçen sevgilim Bunca sevgisizlik içinde İyi biliyordu Yetmeyeceğini İki kişinin birbirine. Bu yüzden döşeğinde Ölümle buluştu.. Gömdük onu geçiştirip Polis sorgusunu. Onunla birlikte Neleri gömdük; Bir akşam içkisinin Coşkusunu, Sevincimizi gömdük Kürek dolusu.. Yüzlerce soru Vardı aklımda, Kulaklarımda Bir garip uğultu Ölümü kullanamazdım; Biryerlerde Birilerine Mutlaka ayıp olurdu.. Dostlardan uzakta Bir bozgun akşamında Gerisingeri Dönerken kasabaya; Baktım gökyüzü Birden yıldızla doldu. Akşamın serinliği Alnıma vuruyordu... Bir pencere, bakmaya Bir pencere, duymaya Bir pencere yeryüzünün yüreğine ulaşan tıpkı bir kuyu gibi Tekrarlanan mavi şefkatin enginlerine açılan. Yalnızlığın küçücük ellerini Cömert yıldızların verdiği gece bahşişi kokularıyla Dolduran bir pencere Belki de konuk etmek için güneşi şamdan çiçeklerinin gurbetine . Bir pencere, yeter bana . Oyuncak bebeklerin ülkesinden geliyorum ben Bir resimli kitap bahçesinde Kağıt ağaçların gölgesi altından Toprak yollarında geçip giden Kuru mevsiminden, kısır aşk ve dostluk deneylerinin Sıralarında veremli okulların Alfabelerin soluk harflerinin büyüdüğü yıllardan Ve kara tahtaya taş sözcüğünü yazar yazmaz çocuklar Ulu ağaçlardan sığırcıkların çığlık çığlığa kanat çırparak Uçup gittikleri o andan Etobur bitkilerin köklerinden geliyorum ben Ve hala başım Dopdolu Bir deftere toplu iğnelerle Çakılan O kelebeğin yabansı sesiyle Asılınca güvenim adaletin koptu kopacak ipiyle Ve bütün kente Parıldayan ışıklarımın yüreğini parça parça edince onlar Koyu renk mendiliyle yasanın, bağladıklarında Aşkımın çocuksu gözlerini Ve isteğimin acili şakaklarından Fışkırdığında kan Yaşamım artık Hiçbir şey olmadığında, hiçbir şey olmadığında duvardaki saatin tiktaklarından başka Anladım birden yolum yok yolum yok yolum yok Çılgınca sevmekten başka . Bir pencere yeter bana bir tek pencere Bilince ve bakışa ve suskunluğa Işte öylesine boy atmış ki ceviz fidanı Anlatabilir artık genç yapraklarına tüm bir duvarı Ve sor aynadan Adini kurtarıcının Ve işte senden daha yalnız değil mi Ayaklarının altında titreyen gökyüzü? Yıkıntı elçiliğini, peygamberler Kendileriyle birlikte getirmediler mi çağımıza? Ve yankıları değil mi o kutsal metinlerin Bu patlamalar ardarda Bu zehirli bulutlar? Ey dost, ey kardeş, ey herkes! Yazın tarihini gül soykırımının Kendisine. Sen ey şehrin yerlisi, cesur, kararlı mühür Sen ey inatçi kıskanç, alçak gönüllü ve hür Karanlık geceleri korkutsa da günahım Kızlar Kayası gibi dikilip kaldı âhım Sefere çıkanların tatlı rüyâsı mısın Rûhumun cellâdı mı, yoksa hülyâsı mısın Konuşursun, sözlerin dâre çeker canımı Susarsın, çâresizlik büyütür isyânımı Siyaha boyanınca, kanatlanır mı yürek Hangi harfin başını beliyor şimdi melek Kasîde, hangi şehrin âşiyânında güzel Bulutlu havalarda parlayan aydır gazel Yine mest, yine sarhoş bahçendeki mumyalar Canlanıyor taşların kalbinde sardunyalar Fildişinden heykel mi taşıyorsun elinde Yine bir raksın mumu yanıyor gözlerinde En hâkî denizini verdim sana ömrümün Dilediğince yıkan sularında gönlümün Sürmek mi istiyorsun masal arabasını Getireyim kapına devlerin en hasını Ölümsüz meyvesini sundum hayal bağının Dehâsında bulmuşum seni yalnızlığımın Celî bir kavis miydin, sokuldun yüreğime Hattı hümayununla sultan oldun evime Hendeseyi titretir endâmın ley-ü nehâr Bu aşkı destan gibi yazıyor fırtınalar Yüzündeki çizgiler kûfî midir sülüs mü Aradığın define İrem mi Endülüs mü Sen ey yardım sevenim, ruhumu derde saldın Yalnızlığım ağlarken gülenim, nerde kaldın Azimli bir yüreğin yorgun kimyasın da mı Sevda denklemlerinin memnû dünyasında mı Her pazartesi âhım kapında helâk olur Her Cuma karanlığın kuşları leylâk olur Kâşifin benim gülüm, görmediğin yine ben Bilseydin sana benden bakanı görünmeden Anlardın; her macera tende rü’yet gibidir Oysa sende gördüğüm, sana gurbet gibidir Utangaç bir merhamet saklıyorsun sesinde Sahraya dönüyorum baharın ötesinde Gizlice bir nikahtır o arzuhal, o kâmet Sensizlik, yollarımda bir değil, bin kıyamet Bu tebessüm rüya mı, bu istifham uğru mu Âh bir çoğaltabilsem yüreğinde ruhumu Bilmezsin ayrılığın ağı kokan dilini Hâtıra bırak bana oyalı mendilini Ege uygarlığı çağrıştıran tarihin Asya’nın bağrı kadar muammalı ve derin Arı sütü damlarken kaygan kirpiklerinden Görünmez bir mürekkep akar iliklerinden Yüreğin, âh yüreğin bir hüzün lâlesi mi Masallar ülkesinde Zengibar kalesi mi Kapısına bir türlü varamadım, a gülüm Hudutlarında bile duramadım, a gülüm İpeğimi elimden aldı pusathâneler Bulamaz kaybedilen nûn’u rasathaneler Hummalı bir kovanda bal yapan arı mısın Hayatımın ansızın kopan damarı mısın Paslandı buzdağları ortasında çeliğim Gözlerinden hatıra kaldı kekemeliğim Kervanında kaybolan bir bezirgân gibiyim Kaktüslerin diline düşen figân gibiyim Her köşede bir meddâh anlatıyor âhımı Bilmiyor, kirpiğinden almışım siyahımı Uğrunda, kralların bahtı solsaydı, gülüm Amerika, yolunda kurban olsaydı, gülüm Bir Kafkas figüründe bulurdum son izini Efeler diyârına çevirirdim yüzünü Eşkıyâ vurgunudur seni benden ayırmak Çalıkuşunu yakan bir rüyayı haykırmak Gölgelere gecenin künhünü hatırlatır Ayrılıklar bazen de gölgeleri ağlatır Sükûnla savaşıyor hislerim kıyasıya Sevdiğini bilirim uykuyu doyasıya Süslenmek istiyorsan, ruhumu boynuna tak Bu firûze özgürlük yalnız senin olacak Bastığın her hücremde otuz sekiz çizgi var Baktığım her duruşun muammalı bir duvar Suskunluğun taş gibi, gülüşün berrak değil Neden vivien kokar baharın, leylâk değil Gözlerin bir zamanlar toprağın sahibiydi Bakışların bir tutam gül yaprağı gibiydi İnsanlar kıvranırken ejderlerin ağında Ceylan gibi yürürdün bir hayal sokağında Yine de, yokluğumun em şüpheli çağıydın Tenhâlarda ağlayan bir okul kaçağıydın Karanlık korkutamaz gülüm seni, vururum Kâtil yüzlü cinlerin karşısında dururum Yeter ki, o nâzenîn kalbin emir buyursun Kâinat yıkılsa da yüreğimde uyursun Varsın olmasın sabah; gün doğmasın ne çıkar Ben zaten yitirmişim deniz fenerlerini Bilseydi okyanusta tutuşan gemileri Dalgalar ölür müydü bu kan rengi kumsalda Uzun bir taraçadan bakıyor şimdi selda Varsın bütün hıncını benden alsın yalnızlık Gri elbette kahır getirir mâveradan Turuncu başaklarda büyüyen her katilin Hayatı biraz hüzün, biraz çöl ve ıssızlık Sanki bütün çiçekler gizemli bir masalda Tâlihin esrârını yıkıyor şimdi selda. Sorulur mu bir saray lalesine memleket Hani, o gökyüzünün eski bulutlarından Düşer mi birkaç damla ışık avuçlarıma Nedense tükenmiyor bu son firâk-ı yeldâ Sahrada bir meczûbu yakıyor şimdi selda Varsın bir akşam vakti kurusun menekşeler Ey fırçasında bahar biriken soylu ressam Ey toprağa bereket bağışlayan anneler Hani sonsuzdu ufuk, hani hayaldi mahşer Yol da bulamazsınız bu tûfanda, bir sal da Ruhumun burçlarına çıkıyor şimdi selda. Kum taneleri neden sevdasız ve kederli Ve neden kasırgaya dönüyor sarmaşıklar Nerede yâr elinden zehir içen aşıklar Ne kâbus içindeyim; ne mutlu bir rüyada Yakama gökkuşağı takıyor şimdi selda Gururlu bir vadiyi süsleyen gül ve mevsim Müzeyyen aynalarda ışıldayan her resim Bir ankâ heybetiyle deliyor karanlığı Renkleri büyülüyor ayışığında sesim Bu câzibeye kul da müptelâdır, kral da İçimde nehir nehir akıyor şimdi selda Çiçekleri sulayan adamın Bir sürü adı vardır. Üsküdara'a at yollar.. Fırat suyu bütün bir bölgeyi Takma adlarla dolanmak Zorundadır.. Ölüm güney yarımkürede Çok sığ ve sonsuz geniş Bir ırmaktır Ganj da derler ona. Ölüm deyince. Zamansızlığın ortalarında İstanbul'da enderun ağaları Padişahın buyruğuyla Kartopuna tutar birbirini Bir tuhaf zamandayız, her şey karmakarışık Bakın toprak topraktan, su sudan şikâyetçi! .. Doğru değil her doğru, ışık değil her ışık Pusudaki avcılar pusudan şikâyetçi! ... 02.11.2008 1. dinlerdim telâşlı kanûnlardan sarışın türkçeyi nasıl da sevdim ne iştir bilmeden sevmeyi ürkek bir çilenti usulca yoklardı bahçeyi nerde tâvus kuşları nerde müjgân'ın gençliği nasıl da sevdim ne iştir bilmeden sevmeyi. okşamak kumrallığını içimden uysal lambaların beyhude ıslıklarını yakınlaşan sonbaharın akşam tenhalığında birlikte duygulanmaların saklı mutluluğuyla dalgından çok daha fazla dalgın nasıl da sevdim ne iştir bilmeden sevmeyi. bir parça son yalnızlığa öncekiler hazırlıktır insan bırakmaz sevdiğini sevmek insanı bırakır kalırsa gözlerinin elinde yaldızı belki kalır ney üşür kanûn pırıldar udlar oldukça karanlıktır nasıl da sevdim ne iştir bilmeden sevmeyi. 2. o akşam da lambamızı söndürmüştük nedîm ile nedîm'den bile kıskandığım sevdiğim ile son şarkılar dağılmıştı mevsim ile yalnız çamlıca'da bir ud yankılanırdı. dünyayı tumturaklı bir yalan sayanlar yalanın dehşetini yaşlandıkça anlar nâzım'ın pirâye'yi sevdiği zamanlar ölse ölümünden ne suçlar çıkarılırdı. boğucu bir sessizlikte ateşten goncalardır o demirden şiirler ki sanki tabancalardır umutsuz hangi gününde el atsan ateşe hazır nâzım onları yazarken duvarlar çatırdardı. gördün sessizce buluştuğunu nâzım'la nedîm'in lâcivert ıssızlığında yıldızlı bir serviliğin birinin elinde vâridât'ı simavnalı bedreddin'in birinin ağzında gül elinde mey kâsesi vardı. 3. istanbul puslu karaltıyla müstef'ilün bir gemi duyulur padişah saltanatıyla bulutlara demirlediği soğuk akşamlar çalar saatlar kadife konakta ben uyansam da ayışığından müjgân uyumakta. o soyut kuşlar su aydınlığında atlas yorganların yüz yıllık hüznüyle yüklü osmanlı zindanlarının pul pul dağılırlar tasalı bol yansımalı boşlukta ben uyansam da ayışığından müjgân uyumakta. gece hattât yesârî'nin süzüldükçe vav kayıkları işlenir yeni baştan bütün sevmek yanlışlıkları bilmem tamamlanır mıydık bir başka yaşamakta ben uyansam da ayışığından müjgân uyumakta. o şarkı söylese çalgıların korkup bıraktıklarından büyülü tamburların kendi başlarına çaldıklarından ulaşır hâfız post'a sesi yankılarla sonsuzlukta ben uyansam da ayışığından müjgân uyumakta. 4. akşam kılıçlar düşürdüğü ayın ışığından boğaz'da müjgân mıdır bir uzak gülümsemek midir sazda ferahnâk'ta iyimser kötümser çarçabuk hicâz'da müjgân mıdır sevilmek yanlış anlaşılmak mı biraz da. üretir sessizliği erguvanlar düşler sevdayı tamamlar suları yansıtır camlar cıvalı bir beyazda müjgân mıdır yoksa sabahlamak mı hâfız'la şirâz'da divanlardan gül çığlıkları horasanlı papağanlar şehzâde çılgınlıkları o unutulmaz yazda. müjgân mıdır sevilmek yanlış anlaşılmak mı biraz da Ey gönül el aynasına bakmanın faydası ne Sernayeden zararın var satmanın faydası ne. Kendin kadrin bilmeyen ne bilir dostun kıymetin Merkebin boynuna cevahir takmanın faydası ne. Çobana yazı gerek hem yayıla,hem gerneşe Çobanı meclise imam etmenin faydası ne. Kargaya üleş gerek hem yiye hem çağıra Karganın önüne şükker dökmenin faydası ne. Velhasılı Nesimi sen kendimi aleme faş eyleme Köpeği hamama sokup yumanın faydası ne Yasak bana gözlerini anlamak Ellerin Bana yasak. Ah olaydım Gözünde yaş Fikrinde telaş Düşünce suçun Beraatin olaydım. Fakat yasak Yasak bana gözlerini anlamak Ellerin bana yasak. Ah olaydım Yüzünde sürgün Yatağında mülteci Vatanın Anayurdun olaydım. Fakat yasak Yasak bana gözlerini anlamak Ellerin, uyruğum Bana yasak. Yedi asır önce Derin bir vadiden Yedi beyaz güvercin havalanır Ve karlarla kaplı Yüce bir dağın doruğuna doğru kanat çırparlar. Kuşları temaşa eden yedi adamdan biri 'Ben yedinci güvercinin kanadında Siyah bir nokta görüyorum.' Der. Bugün O vadide yaşayan insanlar Evvel zaman içinde Karlarla kaplı Bir dağın doruğuna doğru havalanan Yedi siyah güvercini Anlatıp dururlar. Şem'e düşen pervaneler Gelsin bir hoşça yanalım Aşka düşen divaneler Gelsin bir hoşça yanalım. Yanmaktır bizim karımız Harcedelim hep karımız Pervaneler yaranımız Gelsin bir hoşça yanalım. Varın söylen şol bülbüle Neden aşık olmuş güle Ermek istersen ol kül'e Gelsin bir hoşça yanalım. Bülbül yuvan yıkıldı mı Yavrun yere döküldü mü Ölüm sana dokundu mu Gelsin bir hoşça yanalım. Nesimi döğünsün taşlar Akıtalım gözden hep yaşlar Hakk tanıktır hey kardaşlar Gelsin bir hoşça yanalım «pir sultan ölür dirilir». bak şu bebelerin güzelliğine kaşı destan gözü destan elleri kan içinde . kör olasın demiyorum kör olma da gör beni. damda birlikte yatmışız öküzü hoşça tutmuşuz koyun değil şu dağlarda san kendimizi gütmüşüz hor baktık mı karıncaya kırdık mı kanadını serçenin vurduk mu karacanın yavrulusunu ya nasıl kıyarız insana. sen olmasan öldürmek ne çürümek ne zindanlarda özlem ne ayrılık ne yokluk ne yoksulluk ne ilenmek ne dilenmek ne işsiz güçsüz dolanmak ne gün gün ile barışmalı kardeş kardeş duruşmalı koklaşmalı söyleşmeli korka korka yaşamak ne. kahrolasın demiyorum kahrolma da gör beni . kanadık toprak olduk çekildik bayrak olduk döküldük yaprak olduk geldik bugüne . ekmeği bol eyledik acıyı bal eyledik sıratı yol eyledik geldik bugüne . ekilir ekin geliriz ezilir un geliriz bir gider bin geliriz beni vurmak kurtuluş mu . kör olsanı demiyorum kör olma da gör beni Annemin mezarına gittik bugün Babam,Namık,Nihat,Defne ve ben Namık'ın arabasıyla geçtik Yollardan ve mezarlığın içinden. Çiçekler serptik üstüne mezarın Durduk orda sessizce Birbirine bakmadan herkes Ağladı,ya da birşeyler düşündü kendince. Annemin mezarının yanındaki Bir başka mezarın önünde bir kadın ağlıyordu Kocasıydı sanırım toprağın altındaki Kısa bir zaman önce yitirmiş olduğu. Bayram ziyaretçileriyle doluydu mezarlık Herkes ölüsüyle birlikte olmaya gelmişti Ağlanacak,bir an anımsanacaktı geçmiş Sonra yine hayatın hırgürüne dönülecekti. Saçma olduğunu bildiğimiz halde gelişimizin Hiçbirimiz bir başka dünyaya inanmadığımız halde Durduk mezarı önünde annemin Annem oradaymışcasına; Babam,ben,Namık,Nihat,Defne. Dönerken sessiz bir anlaşma vardı aramızda hepimizin Saçma da olsa gelişimiz,bir başka dünyaya inanmasak da Birlikte ya da yalnız,gelip duracagız önünde bu mezarın Bir daha dönülmez şeyleri düşünüp ağlamaya... (1976) Aşkın beni deleyledi Yaktı yaktı kül eyledi El alemi kul eyledi Yar beni beni... . Mecnunum sahra içinde Yunusum derya içinde Eyübüm yara içinde Sar beni beni... . Aslı'yısan Kerim'i bul Derde derman vereni bul Garip gibi viranı bul Sar beni beni... Öfkelerim kadar küçük bu gece çığlığı Düşlerim kadar büyük Duygularım kadar karmaşık nasıl anlatsam Çıksam şimdi çöl suskunu sokaklara Dallara yürüyen sular gibi çıldırsam Baharı muştulamak adına kapılar çalsam Hangi ana böler ki uykuların Özgürlüğü yeryüzüne bayrak yapsam. Hiç mi hiç sevmiyorum yorgun yağmurları Ne kırları çıldırtıyor ne dağları Yağdı mı Toroslarca yağmalı yağmur Seller coşturup barajlar taşırmalı Bir yudum su demekten aciz yürekler Ya ses verip haykırmalı ya boğulmalı. Ey ateşe sürülmüş ölümler ülkesi Ufuk çizgilerinde silikleşen anılar Kutsal soygunlar yasal vurgunlar Çöplük kumbaralarda biriken çocuklar Hiçbir dilden Hiçbir sözcük yetmiyor anlatmaya bu akşam. Kuş kanadında bir bulut mu yalnızlık Belirsiz bir hüzün çiseliyor yine Düş yorgunu kirpiklerden akşam üstüne. Kaya çatlağında köknar çılgınlığı benimki Kıraçlara kahreden tohum dargınlığı Yağmursuz gülmeyi bilmiyor ki kuraklık Beynimi yüreğime nasıl haykırsam bu akşam Bu akşam hiç yaşamamış olsam Bir badem çiçeği sürsem şimdi namluya Beynime sıksam Ölümüm bahar olsa nasıl anlaşılsam Kağıttan bir gemi yaptım küçücük Ya 5 öpücük sığar içine Ya 10 öpücük Kız kardeşim 10 öpücük batar bu gemi dedi Sen misin 15 öpücük Anam sakın denize atma dedi Doğru havuza Sen misin Doğru denize, Ama ıslanmasıyle batması bir oldu.. Bir gemi daha yaparım ne çıkar Hem bu sefer öpücük yerine Sunturlu birkaç küfür Daha birkaç gemi yaparım Çok şükür... Sonsuz bir karanlığın içinden doğdum. Işığı gördüm, korktum. Ağladım. . Zamanla ışıkta yaşamayı öğrendim. Karanlığı gördüm, korktum. Gün geldi sonsuz karanlığa uğurladım sevdiklerimi... Ağladım. . Yaşamayı öğrendim. . Doğumun, hayatın bitmeye başladığı an olduğunu; Aradaki bölümün, ölümden çalınan zamanlar olduğunu . Öğrendim. . Zamanı öğrendim. Yarıştım onunla... Zamanla yarışılmayacağı nı, Zamanla barışılacağını, zamanla öğrendim... . İnsanı öğrendim. . Sonra insanların içinde iyiler ve kötüler olduğunu... Sonra da her insanin içinde İyilik ve kötülük bulunduğunu öğrendim. . Sevmeyi öğrendim. Sonra güvenmeyi... Sonra da güvenin sevgiden daha kalıcı olduğunu, Sevginin güvenin sağlam zemini üzerine kurulduğunu Öğrendim. . İnsan tenini öğrendim. Sonra tenin altında bir ruh bulunduğunu... Sonra da ruhun aslında tenin üstünde olduğunu öğrendim. . Evreni öğrendim. Sonra evreni aydınlatmanın yollarını öğrendim. Sonunda evreni aydınlatabilmek için önce çevreni aydınlatabilmek Gerektiğini öğrendim. . Ekmeği öğrendim. Sonra barış için ekmeğin bolca üretilmesi gerektiğini. Sonra da ekmeği hakça üleşmenin, bolca üretmek kadar Önemli olduğunu öğrendim. . Okumayı öğrendim. Kendime yazıyı öğrettim sonra... Ve bir süre sonra yazı, kendimi öğretti bana... . Gitmeyi öğrendim. Sonra dayanamayıp dönmeyi... Daha da sonra kendime rağmen gitmeyi... . Dünyaya tek başına meydan okumayı öğrendim genç yasta... Sonra kalabalıklarla birlikte yürümek gerektiği fikrine vardım. Sonra da asıl yürüyüşün kalabalıklara karşı olması gerektiğine vardım. . Düşünmeyi öğrendim. Sonra kalıplar içinde düşünmeyi öğrendim. Sonra sağlıklı düşünmenin kalıpları yıkarak düşünmek Olduğunu öğrendim. . Namusun önemini öğrendim evde... Sonra yoksundan namus beklemenin namussuzluk olduğunu; Gerçek namusun, günah elinin altındayken, günaha el Sürmemek olduğunu öğrendim. . Gerçeği öğrendim bir gün... Ve gerçeğin acı olduğunu... Sonra dozunda acının, yemeğe olduğu kadar hayata da Lezzet kattığını öğrendim. . Her canlının ölümü tadacağını, Ama sadece bazılarının hayatı tadacağını öğrendim. . Ben dostlarımı ne kalbimle nede aklımla severim. Olur ya... Kalp durur... Akıl unutur... Ben dostlarımı ruhumla severim. O ne durur, ne de unutur... gün gelir insan anlayıverir tek başına yaşlanan bir ağaç olduğunu o yüzden kederi yazmak isteyebilir rüzgarın gövdesinde açtığı yaralara. sonbaharda şaşarak öğrenirsin yaprakların rengine inanmamayı ve zamanın o müthiş yalanını o müthiş yalanını tutkunun, ihtirasın anların, anıların, çılgın bir nehir gibi kör koşularda yaşadıklarının ve yaşayamadıklarının. dağlarda, odalarda, avunmalarda çoğaldın sandığın azalmalarda ışığını yitirmiş o ölü yıldızlarda düşen bir yaprağın son gülüşünde açan yankısız çığlıklarda. şaşarak öğrenirsin zamanın ve hayatın büyük sırrını. gök sadece yağmura anlatır sonsuzluğu oysa unutur damla toprağa değer değmez yağmurun da kederli bir ülke olduğunu. unutmaktan başka güz yokmuş gibi ve hayattan daha gerçek bir yalan. toprağa ne söyler yağmurun sesi bir şarkı mı, bir şiir mi, bir güz hikayesi mi yaşlı bir ağaç olsan, çırılçıplak bir ağaç ne söylerdin, kalbinde esip duran rüzgara? . 'beni terk et içimde sonbahardan başka bahar kalmadı'. belki de gitmektir aşk, sadece gitmek avare bir kederi sarıp yaralarına rüzgarın devirdiği bir ağaç gibi köklerini sessizce bırakarak toprağa Sanskrite çekilmiş atlar gibi geceleri o geceleri soyutlanmış uykular ağdı durdu parmaklarından estamplara. Şarkıları delindiler sokaklarında ve çarşambaları ırmakta boğulup gittiler hep çamaşırların üstünde uzanan bulutlar. Şimdi benares'in en eski orospuları gibi bayramlarda birdenbire sanskrit ölümlere çarpıp şarkılara şarkılara düşen kadınlar var şarkılarında. Bütün Bildiğim . bütün bildiğim şu: kuzgunlar ağzımı öpüyorlar, damarlar arapsaçına dönmüş burada, denizse kan denizi.. bütün bildiğim şu: eller uzanıyor, gözlerim kapalı, kulaklarım kapalı, çığlığımı geri çeviriyor gökyüzü.. bütün bildiğim şu: burun deliklerimden hayaller damlıyor bize tur bindiriyor tazılar, deliler gülmekten katılıyor, tıkırdayarak ayırıyor saat ölenleri.. bütün bildiğim şu: ayaklarım kederdir burada, zambaklar kadar etmiyor sözcüklerim, pıhtılaşıyor şimdi: kuzgunlar ağzımı öpüyorlar. Arayı arayı bulsam izini, İzinin tozuna sürsem yüzümü. Hak nasip eylese görsem yüzünü, Ya Muhammed canım arzular seni. . Bir mübarek sefer olsada gitsem Kabe yollarında kumlara batsam Hup cemalin bir kez düşte seyretsem Ya Muhammed canım arzular seni. . Zerrece kalmadı kalbimde hile Sıtk ile girmişim ben hak yola Ebu Bekir, Ömer, Osman'da bile Ya Muhammed canım arzular seni. . Ali ile Hasan Hüseyin anda, Sevgisi gönülde, muhabbeti canda. Yarın mahşer gününde, ulu divanda Ya Muhammed canım arzular seni. . Arafat dağıdır bizim dağımız Anda kabul olur bizim duamız Medine'de yatar Peygamberimiz Ya Muhammed canım arzular seni . Yitirdim o dostu bilmem ne yanda? Sevgisi gönülde, muhabbet canda. Yarın mahşer günü ulu divanda, Ya Muhammed canım arzular seni. . Yunus senin methin eder dillerde, Sevilirsin bütün bu gönüllerde. Ağlayı ağlayı gurbet ellerde, Ya Muhammed canım arzular seni. Dolaştım İstanbul'u sabaha karşı Aşiyan, Eyüp Sultan, Kapalıçarşı İçimdeki hüzünle durdum önünde, Ayasofya garipti, ben ağlamaklı.. Şimdi Eyüp'teyim ben, sabah namazı Hiçbir yerde bulamam burdaki hazzı. İndim Sultan Ahmet'e bir hüzün sardı, Ayasofya garipti, ben ağlamaklı.. Gözlerim kan çanağı, çıktım dışarı, Caminin tam önünde simitçi hacı. Kan kırmızı o çayda yine o vardı, Ayasofya garipti, ben ağlamaklı... sen şimdi yanımda yepyeni bir türkü gibisin hiç görmediğim yıldızlar gözlerine doğmuş bir büyüklük duygusu dağlar gibi yüreğinde ah biz mutluluğu böyle aranıp duracak mıyız yağmur hep böyle yağacak mı hatıralara eksik olan bir şey var sana bana dair belki bir rüzgar belki rüzgardan da hafif ama kalbimiz yine uzak bir deniz gibi boş heybetli gurupların belirdiği saatlerde. sen şimdi yanımda yepyeni bir türkü gibisin acaba nasıl öğrenmişim nasıl farkında olmadan her şey nasıl olup geçmiş nasıl barut yağmış nasıl güneş vurmuş zehirlenmiş şehrin üstüne şimdi hangi kıyılarda gemiler demir alıyor güney rüzgarlarına açıp yelkenlerini belki bir italyan kızı tüfeğine dayanmış senin gibi barışı tasarlıyor dağlarda mahzun esirler harp şarkıları kadar mahzun gizlice talim ediyor hürriyet adımlarını. sen şimdi yanımda yepyeni bir türkü gibisin ah şu harp bitse rüzgar gibi bir nefes alabilsek kimseler kimseler çıkmasa yolumuzun üstüne yağmur yağsın varsın ıslansın saçlarımız yalnız duyulmaz olsun göğsümüzdeki darlık dilimizdeki kilit kolumuzdaki zincir ömrümüz meçhullerden meçhullere akıyor saatler bizim değil kitaplar bizim değil bizim değil yaşamak bizim değil hiçbir şey kendi dünyamızda yabancılar gibiyiz ya çok erken ya çok geç doğmadık mı sevgilim buna rağmen mutluluğa inanıyoruz Ne olur bu gece uykumu bölme Var git düşlerimden, var git bu akşam Tam unuttum derken aklıma düşme Var git hayalimden, var git bu akşam. Yağmur istiyorsan gözyaşıma bak Yangın istiyorsan yüreğime bak Ne olursun beni benimle bırak Var git gözlerimden, var git bu akşam. Nasıl unutulur böyle sevgiler Neler yaşamıştık bir düşün neler Her köşede durur senden gölgeler Var git gözlerimden, var git bu akşam. Aldığım her nefes seni fısıldar Gelir ta kalbimden vurur şarkılar Sana mı sözlenmiş bütün akşamlar Var git anılardan, var git bu akşam. www.ahmetselcukilkan.com.tr 'Ayrılıkların Şairi' kitabından Ölü sularından iniyordum nehirlerin Baktım yedeçilerim iplerimi bırakmış; Cırlak kızılderililer, nişan almak için Hepsini soyup alaca direklere çakmış.. Bana ne tayfalardan; umurumda değildi Pamuklar, buğdaylar, Felemenk ve İngiltere; Bordamda gürültüler patırtılar kesildi; Sular aldı gitti beni can attığım yere.. Med zamanları, çılgın çalkantılar üstünde, Koştum, bir çocuk beyni gibi sağır, geçen kış Adaların karalardan çözüldüğü günde Yeryüzü böylesine allak bullak olmamış.. Denize bir kasırgayla açıldı gözlerim; Ölüm kervanı dalgaları kattım önüme; Bir mantardan hafif, tam on gece hora teptim; Bakmadım fenerlerin budala gözlerine.. Çocukların bayıldığı mayhoş elmalardan Tatlıydı çam tekneme işleyen sular; Ne şarap lekesi kaldı,ne kusmuk, yıkanan Güvertemde; demir, dümen ne varsa tarumar.. O zaman gömüldüm artık denizin Şi’rine, İçim dışım sütbeyaz köpükten, yıldızlardan, Yardığım yeşil maviliğin derinlerine Bazan bir ölü süzülürdü, dalgın ve hayran.. Sonra birden mavilikleri kaplar meneviş Işık çağıltısında, çılgın ve perde perde, İçkilerden sert, bütün musikilerden geniş Arzu, buruk ve kızıl, kabarır denizlerde.. Gördüm şimşekle çatlayıp yarılan gökleri, Girdapları, hortumu; benden sorun akşamı, Bir güvercin sürüsü gibi savrulan fecri, İnsana sır olanı, gördüğüm demler oldu.. Güneşi gördüm, alçakta, kanlı bir ayinde; Sermiş parıltısını uzun, mor pıhtılara. Eski bir dram oynuyor gibiydi, enginde, Ürperir uzaklaşan dalgalar sıra sıra.. Yeşil geceyi gördüm, ışıl ışıl karları; Beyaz öpüşler çıkar denizin gözlerine; Uyanır çın çın öter fosforlar, mavi, sarı; Görülmedik usareler geçer döne döne.. Azgın boğalar gibi kayalara saldıran Dalgalar aylarca sürükledi durdu beni Beklemedim Meyem’in nurlu topuklarından Kudurmuş denizlerin imana gelmesini.. Ülkeler gördüm görülmedik, çiçeklerine Gözler karışmış, insan yüzlü panter gözleri Büyük ebem kuşakları gerilmiş engine, Morarmış sürüleri çeken dizginler gibi.. Bataklıklar gördüm, geniş, fıkır fıkır kaynar; Sazlar içinde koskoca bir ejderha, Durgun havada birdenbire yarılır sular, Enginler şarıl şarıl dökülür girdaplara.. Gümüş güneşler, sedef dalgalar, mercan gökler; İğrenç leş yığınları bozbulanık koylarda; Böceklerin kemirdiği dev yılanlar düşer. Eğrilmiş ağaçlardan simsiyah kokularla.. Çıldırırdı çocuklar görseler mavi suda O altın, o gümüş, cıvıl cıvıl balıkları. Yürüdüm, beyaz köpükler üstünde, uykuda; Zaman zaman kanadımda bir cennet rüzgarı.. Bazan doyardım artık kutbuna, kıtasına; Deniz şıpır şıpır kuşatır sallardı beni; Garip sarı çiçekler sererdi dört yanıma; Duraklar kalırdım, diz çökmüş bir kadın gibi.. Sallanan bir ada, üstünde vahşi kuşların Bal rengi gözleri, çığlıkları, pislikleri; Akşamları, çürük iplerimden akın akın Ölüler inerdi uykuya gerisin geri.. İşte ben o yosunlu koylarda yatan gemi Bir kasırgayla atıldım kuş uçmaz engine; Sızmışken kıyıda, sularla sarhoş; gövdemi Hanze kadırgaları takamazken peşine.. Büründüm mor dumanlara, başıboş, derbeder, Delip geçtim karşımdaki kızıl semaları; Güvertemde cins cins şaire mahsus yiyecekler; Güneş yosunları, mavilik medusaları.. Koştum, benek benek ışıkla sarılı teknem, Çılgın teknem, ardımda yağız deniz atları; Temmuz güneşinde sapır sapır dökülürken Kızgın hunilere koyu mavi gök katları.. Titrerdim uzaklardan geldikçe iniltisi Azgın Behemotların, korkunç Maelstromların. Ama ben, o mavi dünyaların serserisi Özledim eski hisarlarını Avrupa’nın.. Yıldız yıldız adalar , kıtalar gördüm; çoşkun Göklerinde gez gezebildiğin kadar, serbest O sonsuz gecelerde mi saklanmış uyursun Milyonlarca altın kuş, sen ey gelecek kudret.. Yeter, yeter ağladıklarım; artık doymuşum Fecre, aya, güneşe; hepsi acı, boş, dipsiz, Aşkın acılığı dolmuş içime, sarhoşum; Yarılsın artık bu tekne, alsın beni deniz.. Gönlüm Avrupa’nın bir suyunda, siyah, soğuk, Bir çukurda birikmiş, kokulu akşam vakti; Başında çömelmiş yüzdürür mahsun bir çocuk Mayıs kelebeği gibi kağıttan gemisini.. Ben sizinle sarmaşdolaş olmuşum dalgalar, Pamuk yüzlü gemilerin ardında gezemem; Doyurmaz artık beni bayraklar, bandıralar; Mahkum gemilerin sularında yüzemem I. Taş taş değil bağrındır taş senin Nereni nasıl yaksın söyle bu ateş senin. Bir katılıktır dinamit söker mi yürekleri Başın bir kez bu kalbe çarpmasın ey taş senin. Kazmayı kayalara değil kalplere vur ey Ferhat niçindir kırdığın bunca taş senin. Anne seninle bağrın döğer gider mi acı Hanidir Ferhad'dan aldığın ders taş senin. Sen de mi taşla bir oldun ey sevgili İşitmez oldun beni kalbin taşdan taş senin. Ölüm sendendir bana nedir taşlamak beni Bana güldür çiçektir attığın her taş senin. Gözünü dikme taşa işte parça parçadır Şimşektir bir bakışın dayanır mı taş senin. Deprem değildir dağı ve beni sarsan Bir bakışın komaz taş üstünde taş senin. Niçin çıktın dağlara evren çöl oldu leyla Topuğun öpmek için toz oldu dağ taş senin. II. Taş taş değil bağrındır taş senin Nereni nasıl yaksın söyle bu ateş senin. Ülkendir taş ve beton bu yanlışkent Her gün bir yanın biraz daha taş senin . Taş alanlarıdır taş insanları taşır bir Nereye gelsen ey aşk karşında bu taş senin. Uygarlığı taşla taşımak çağlar üzre Kolların bu denli güçlü müdür senin. Bir taş devridir ama bağışla beni Niçin bunca geldim üstüne ey taş senin. Bir İbrahim bıçağı ikiye biçer taşı Sevgili nasıl kırdı kutlu dişin taş senin. Ölüm bir kasırgadır çevirir seni beni Nedir kucağında kocaman taş senin. III. Bir bir yürürlükten kaldırılıp çürümüş devrimleri En gürbüz bir devrimi dikmek yerine taş senin. Nereye koysam seni söyle ey yüreğim Bir gün beni ele verir bu güçlü atış senin Senden, senden, hep senden, Akisler aynalarda, Göğe çıksam mahzenden; Hasretim turnalardan.. Seni buldun bulduysam; Gökten bir davet duysam Ben ki, sucumu yufsam, Su biter kurnalarda.. Garibe sensin vatan, Nur yurdunu aratan Sensin, sensin yaratan, Rahmeti analarda. İçimi sardığında her dikenli kördüğüm Kimdi, ilk baktığımda aynalarda gördüğüm Kimdi bahçemde mahrem çiçeklerle büyüyen Gecelerimde durup gündüzümde yürüyen Gözleri toprağımda gül kokulu bir nehir Bakışları güneşi arayan pervanedir Ey ışığı ruhumda filizlenen ay Anam Kendi karanlığımda kaybolmuşum vay anam. Yolcuysam, yollarımda gülücüğün saklıdır Çehrene ram olanlar Karanî dudaklıdır Mecnun yüzlü bir vaha, avuçlarında çile Gölgende taşıyorsun beni rüyada bile Bir bak yurduma, nasıl devrilmiş yere dağlar Her köşede bir masal, eski bir ninni ağlar Feryadımı kanayan bulutlardan duy Anam İhanet kurşunuyla vurulmuşum vay anam. Unutsam da ıstırap denizlerinde seni Her an dualarınla kuşatıyorsun beni Bazen damarlarıma dokunuyor martılar Bazen kafatasımla oynuyor karartılar Boynumu bükenlerin dergâhına varmışım Cellâdıma bin yılın baharını vermişim Sadak boş; ok kırılmış; parçalanmış yay, Anam Şahmerana küsmüşüm, darılmışım vay anam. O bembeyaz örtünün her mevsim burçlarında En derin fırtınalar gizlidir saçlarında Hangi serseri baksa hicabına ansızın Binlerce şimşek olur taşlara vuran sızın Senin yitik yılların ömrümün mehtabıdır Bir uzan da, üstüme çöken dağları kaldır Bebeğini yeniden beşiğine koy Anam Dört yanımdan devlerle sarılmışım vay anam. Diyarında şakayık bulduğumuz günleri Hatıralara gömüp çoğaltmışız kinleri Her birimiz uzakta yaralı gezginleriz Doruklara bakarken kuyuları dinleriz Elimizden tutanın gönlü siyah, kalbi loş Kapımızı kıranlar penceremizde sarhoş Yeniden o cihangir elbiseni giy Anam Zehirli çeşmelerde durulmuşum vay anam. Ayrılıklar çekse de ayağımdan, tutarsın Şefkatinle büyüyen çiğdemlere katarsın Her damlası hüzündür alnımdan sızan terin Biliyorum; silecek o cefakâr ellerin Kıtalar ötesinden gelse de bahtıma güz Ne yetim kalacağım yüreğinde, ne öksüz Beni artık dirilen bir şehzade say Anam Sanma ki tükenmişim, yorulmuşum vay anam. Bir zamanlar at koşturan ağalar Dizginiyle nalıyla kayboldu Viskiyle sulanan al yeşil bağlar Yaprağıyla dalıyla kayboldu. Çiftliğinde çift dönerdi kahyalar Burnumuza gelmez oldu reyhanlar Suntalar kralı telli Yahyalar Servetiyle malıyla kayboldu. Bir hoca vardı tespih çekerdi Yalan koymaz yeryüzüne dökerdi Gizli şarap içer haramdır derdi Yalanıyla falıyla kayboldu. Bölmek için gürler dururdu sesi Vatan neyi, nedir; memleket nesi Kurt beslerdi bizim köyün fitnesi Aslanıyla yalıyla kayboldu. Mahzuni Şerif`im sonun bu muydu Tarih Baba neler yıkadı yudu Nice olanaksız günlerin umudu Bir acayip diliyle kayboldu İnsanları sevmek kolay değil, bir hürriyet bu; çetindir memleketimde.. Ben, ille varım dersen, bir gün pusuya düşersen, insanları sevmek büyük hüner.... Bu dünyada yaşadığın şu kadar yıl, gerçek'ten, güzellikten, yüğitlikten, payına düşeni alabilmişsen, vermişsen, payına düşeni; gerçek için, güzellik için, gücüne karşı konmaz, korkusuz, direnirsin.... Bilirsin, bir kere korku düşerse adamın içine, bir kere koparsa sevdiklerinden, mümkünü yok, gitti gider.... Söner gözlerinde güzelim ışık, kararır, çirkinleşir yüzü. Önceleri, utanır belki, sonra vız gelir, umurunda olmaz dünya.. İnsanları sevmek büyük hüner, İnsanlarla beraber! .... (1955, İstanbul Anne diyemeyecegim artık bir başkasına, Sesimin anneme seslenirkenki tonuyla Tatil dönüşlerinde annemin ugrayacagım evi yok, Beni seven birileri olacak mı yine de Gidip koşulsuz uzanacagım bir yatak, Saçlarımı okşayacak bir el Ama ben anneme de bütün bütüne Bırakamadım kendimi Saçlarımı okşarken,yorulur şimdi Bırakır şimdi diye düşünürdüm Ve çılgınca yaramaz,beyni boş Denecek kadar yaramaz, Ve hastalıklı denecek kadar duyarlıklı Bir çocuktum çocuklugumda Dizlerine oturdugum birgün,indim utanarak, Kısa pantolonumdan fırlayan Ve bana artık büyümüş gelen dizlerimle Oysa ilkokul ikide ya var ya yoktum daha O zaman tanıdım sonsuz geniş caddelerini Kars'ın, Sonsuz geniş göğünü ve o zamanlardan kaldı Yüregimde sonsuz bir uçurum duygusu Annem hiçbir zaman bilmedi bunları Yüreği büyümüş bir çocuktum ben Gizli gizli ne kadar çok ağladım Bir gün öleceğini düşünerek onun Annem yok artık, Onun yüregindeki ben de yokum, Yani annemle tanımlanan ben de öldüm onunla Şimdi, Yeni bir tanıma alıştırmalıyım kendimi, Şimdi , Ben kendimi düşünmezken bile Kim düşünür beni... Terkeyleyim seni hey kaşı keman Vefası olmayan yârda ne kaldı Hiç mi yok sevdiğim göğsünde iman Beni mecnun eden yârda nem kaldı. Felek benden beter etsin hâlini Ben ölürsem yadlar sarsın belini Garip bülbül güle versin meylini Figanım arttıran yârdan nem kaldı. Akar gözüm yaşı bir dem silinmez Ko başım sağ olsun yâr mı bulunmaz O yârin yanında kadrim bilinmez Kadrimi bilmeyen yârda nem kaldı. Karacaoğlan der ki severim candan Can esirgemezdim cananım senden İşittim sevdiğim vazgeçmiş benden Giderim gurbete daha nem kaldı Gün gelir yaşanmaya değecek zaman biter İnsanda güç tükenir, şeref biter, şan biter. Sesler duyulmaz olur, solar renkler ansızın Yıllardır yüreğine hayat veren kan biter. Yıkılır inançları, umutları tükenir Sevdiği, sevildiği kişiler bir an biter. Hala bir boş bedeni taşır da ayakları Ömür boyu üstüne titrediği can biter. Yuvarlanmaya başlar dünyası bir boşlukta Yalnız Allah'ı değil, insanda insan biter. Bütün bunları yaşar, sonunda anlar kişi Ölüm o ki: İnsanın içinde yalan biter Mehmet Hazineler içindesin Bu toprağın altında ne var ne yok Kömür bakır altın demir Hepsi senin, hepsi senindir Çıkar çıkarabildiğin kadar Ne çıkarırsan Hepsi benimdir. kara yeller ak yerleri dövende sevdanı yüreğine kuşat al sesimi vur kanının gümbürtüsüne zamanıdır dağları delmenin, Ferhat . dağların başı yaslı Ferhat'ın sevdası kan ağlar yüreğin sağlam, bileğin güçlü Ferhat istesen dağlar dağlar... . ateşi üfle Ferhat körüğü iyi kullan bu can bunca hasrete dayanır soludukça içimde sevdan . sevdan ki bir yakıcı kuştur yüreğimde gümbürder zulme karşı kan gibi ölürsem dağlar için ölürüm Ferhat kalırsam vuruşkan şahan gibi Heyecan ki, bitimsiz bir fırtınaydı o gün Sarsılıyordu zaman, ufuklar ve kardelen Bir bekleyen var beni karanlığın kalbinde Gidiyorum; yıldızlar mütebessim, ay derin Efsaneler yurdunun has bahçesine sessiz Gidiyorum; aynalar unutsun mevsimleri Gökkuşağı olmalı gökyüzünde gözlerin. Yollar nasıl da mağrur, kıvrım kıvrım mutluluk Her şey kayıp gidiyor altından ellerimin Bir bekleyen var beni uzakta ve çaresiz Dağlara bakıyorum: Duman duman ayrılık Hava biraz bulutlu, biraz dalgın ve ayaz Ömrüm bir muammanın avuçlarında şimdi Düşlerim, Ankara’ya vardığımda bembeyaz “Uygarlık ve barbarlık kardeştir.” -Havel-. Dünya sığmıyor insana Havel, yüzlerdeki, yüreklerdeki maske, parada kir, suda klor, havada nem, yüksek borsa, alçak basınç ve kanun hükmünde ihanetler, sahtekâr jestler.. /İnsan, sığmıyor insana Havel! /. Ve her şey: Şey! Mesela o takvimler, o günler her biri şimdi kim bilir neredeler? Yalancıdır aynalara gülümseyen o muhteşem gençlikler; bir yaz yağmuru gibi çabucak geçecekler. Bize kalan kurt kapanı sözleşmeler ve iş akdi kıvamında morarmış evlilikler.. Oysa insanı büyüten yalnızlık mıdır Havel? . Biz bu kentlerde, bu ömürlerin gecelerinde çürüsek bile, şimdi eski dağlarda vakur bir şafak yırtılmaktadır ve dışarıda üşüyen bir haziran; kalbimde yılların tufanından artık bir hazan. . (Kalbimde hazan ve şairdir elbet sözcüklere rus ruleti oynatıp yazan!). Dışarıda üşüyen bir Haziran. Kanımda nikotin cehennemi; Kısa kibrit, uzun duman:Yaan! Yine yaan… Yine yaaaan! Yan ki yangınlar bile yansın; haklıdır içindeki abdal bırak ağlasın.... Bırak ağlasın, artık gündüzlerin ışığında aşk, gecelerin sularında yakamozlar yok ve kuşlar konsun diye gerilmiyor balkonlara çamaşır ipleri; duyuyorsun işte şiir de yazıyorlarmış iğfal şebekeleri! . Dışarıda üşüyen bir Haziran. Dışarıda aşksız aşk, Aids, Hepatit b, dışarıda hormonlu sevinçler, kokmayan güller. Dışarıda dostluğun, puştluğun kolunda gülümsemesi; ama öğrendim karanlıklardan ışık destelemeyi ve baka baka irkilmiş gözlerine hayatın: İnatla…İnatla gülümsemeyi; öğrendim içimdeki abdalı hünerle gizlemeyi.... (Herkes fanusuna asmış kendini; bu yüzden beklemiyorum farklı kıyametleri...). D ı ş a r ı d a ü ş ü y e n b i r H a z i r a n. D ı ş a r ı d a ö l d ü i n s a n. Ö l d ü i n s a n… H i ç b i r k i t a b a y a k ı ş m a d a n! . Ben de yaza yaza çürütüp dünlerimi; her gün bu cehennemden çalıyorum kendimi…. Bu yüzden her şey: Şey! Havada hava, günlerinde gün, evlerde sarmısak soğan; hepsi bu işte basit, olağan. Her şey şey’dir; inandıklarımızdır belki de yalan. Abarttığımızdır, kül’dür herkesin payına kalan... Bu kalp yüklü vagonları çeken Bir lokomotif gibi güçlüdür belki Ve bir çelik kadar dayanıklıdır Ama dostların darbelerine Bir o kadar dayanıksızdır. Kırılır paramparça olur Cam gibi ben mi? evet... bir gün çıkıp gideceğim kapıları, evleri, dergileri, hüzünler bırakarak... bir çiçek merhaba diyecek... hoşgeldin diyecek dağ... orman gülümseyecek... anımsayışların, bekleyişlerin, ümitlerin ya da ümitsizliklerin hırsların, yarışların, tasaların kalktığı yerde tam anlatının, salt anlatının kaldığı yerde başlayacak şiir... hiç kimseye seslenmeyen, kendi kendine yeten sadece... kendi mantığı; kendi güzelliği içinde tutarlı... ama halkın yaşantısı girecektir oraya, çünkü yaşayan büyük bir şeydir halk... deniz ve ufuk girecek, karınca yuvaları, gökyüzü, kozalaklar ve kopuk ve artık hasetsiz bir aşk... yani sevişmek denizle, koşulsuz, önyargısız, hesapsız... yani uzanmak ve düşünmek binlerce yıl.. doğan, ölen ve yaşayan şeyleri... doğumu, ölümü ve yaşamayı yani dingin ve büyük olan herşeyi anlatmak... ben mi?evet. çıkıp gideceğim bir gün... tasasız, gözyaşsız, geride birşey bırakmadan ve birşey beklemeden ilerde... sadece yağmur sularından pırıl pırıl bir yürek artık kendi kendinin anlamı ve nedeni olan bir yürekle.... (1975) Sevda güneşiyle buluşan ağaç, Sonbaharda çiçek açar Birtanem. Bir tebessüm olur bin derde ilaç, Aşk bakidir, Her şey geçer Birtanem…. Eser dost meltemi uzaktan önce, Daveti kalp duyar kulaktan önce. Güzellik suyunu dudaktan önce, Gözler içer, Gönül içer Birtanem…. Muhabbette gece olmaz, gün batmaz, Uykulara beden yatar, can yatmaz, Sağlam insan söz verince aldatmaz, İhmal eken, Sitem biçer Birtanem…. Şüpheleri hafızandan sil gayrı, İhsanımsın, ilhamımsın bil gayrı. Seviyorsan kanadım ol gel gayrı, Kuş kanatsız nasıl uçar Birtanem? …. Yağarken üstüme mevsimin karı, Armağan et bana sonsuz baharı. Işıkta pervane, Çiçekte arı, Rüyasını kendi seçer Birtanem… Ey sözlerin aslın bilen gel de bu söz nerden gelir Söz aslını anlamayan sanır bu söz benden gelir. Söz kılar kayguyu şad söz kılar bilişi yad Eğer horluk eğer izzet her kişiye sözden gelir. Söz karadan aktan değil yazıp okumaktan değil Bu yürüyen halktan değil Hâlık avazından gelir. Ne elif okudum ne cim varlığından kelecim Bilmeye yüzbin müneccim tâalüm n’ıldızdan gelir. Şu’le bize Ay’dan değil aşk eri bu soydan değil Rızkımsa bu evden değil deryâ-yı ummandan gelir. Biz bir behâne arada ayrık de elden ne gele Hak çün emir eyler cana bu keleci ondan gelir. YÛNUS bir derd ile âh et kahr evinde neyler rahat Bu derde derman kefâret bir âh ile suzdan gelir -İsa’dan sonra XX. yy.- I Yaşarken de söyledim kimse bilmeyebilir bunu, Fatiha suresi kadar eski, günlerin çarmıhında isa kadar yaslıyım ve tanrılar kadar çok yaşadım kimse bilmeyebilir.... Daha kırlangıçları yalancı bir dünyada yaşıyorum; dağları yıkılan, dalları kırılan bir dünyada. Kayıp suretler için fotoğraflara koşuyorum kimse bilmeyebilir.... Günlerin çarmıhında Küle savruldum, ayrılıkları saydım, bir hançer sapladım nevrozlu bir sevgiye; kan bile damlamadı, yürüyüp gittim. Yüzüme yalancı bir sevinç iliştirdim.... II Fal bakan çingeneler esmerdi, yalancıydı, dönmeyecektin! Belki kuruyacaktım, belki çarpa çarpa akacaktım o denizlere; İntiharlara aktığım gibi o denizlere, bilmeyecektin! . Çıkıp sina dağına o denizlerle İbranice konuşacak, İblis’i kovacaktım; İblis’i kovmak belki, yarısını dünyanın kovmak demekti.... III Bir gülün bir odayı, bir leşin bir semti kokuttuğu kentlerde, bir ömür, çarpar, akar da nasıl eskitir yatağını kimse bilmeyebilir.... Tanıktım, yargıç ve sanık; Yürüyüp gittim… Yüzüme yalan bir mutluluk iliştirdim: Günlerin çarmıhında İsa gibiydim…. IV Günlerin çarmıhında seni ağrıyan yanlarımla sevdim, tutuklu kollarımla; yokluğunda burada yıllar verdim. Yokluğuna burada! . Herkes bilecek bunu; tabancaya gerek yoktur… Tabancaya gerek yoktur! Sen haklı bir cinayetsin günlerin duvağında: H e r ö m ü r k e n d i g e n ç l i ğ i n d e n v u r u l u r... Yıldızlar görse bendeki güzelliğini Birer birer düşerler içimdeki denize, Aydınlanırım, o kadar aydınlanırım ki, Bana gelirsin.... Bahar anlarsa duyduğum üzüntüyü, Bütün dallarını uzatır kalbime doğru Çiçeklenirim, o kadar çiçeklenirim ki, Bana gelirsin.... Din duysa ettiğim ibadetleri Bütün mihraplarıyla çevrilir bana Büyürüm, o kadar büyürüm ki, Bana gelirsin.... İçimde bir kere görsen güzelliğini Garkolursun nurdan bir âleme Bulmak için, kendini bulmak için Bana gelirsin.... Yıldızlar görse bendeki güzelliğini Birer birer düşerler içimdeki denize, Aydınlanırım, o kadar aydınlanırım ki, Bana gelirsin... Bilmeyen öğrensin, duymayan duysun! Kardeşiz, tek vücut, tek bir milletiz. Bölücü sapıklar aklına koysun Kardeşiz, tek vücut, tek bir milletiz. . Dünün insan yiyen kanlı çarkı yok! Yüzlerde gam, gönüllerde korku yok... Çerkezi yok, Kürdü yoktur, Türkü yok... Kardeşiz, tek vücut, tek bir milletiz. . Allah bir, vatan bir, bayrak bir beden Yanlış yola sapmayalım bilmeden! Doğu, batı diye ayirmak neden? Kardeşiz, tek vücut, tek bir milletiz. . Yırtılıp atılmaz tarih sepete! Birlik olduk camide ve cephede; Kore'de, Kıbrıs'ta, Kocatepe'de Kardeşiz, tek vücut, tek bir milletiz. . Nineler, dedeler, masum bebekler, Bizlerden Huzurlu Türkiye bekler; Tutuşsun el-ele kızlar erkekler: Kardeşiz, tek vücut, tek bir milletiz. . Kalacak adımız, kaldığı gibi, Âleme velvele saldığı gibi Tıpkı Sakarya'da olduğu gibi Kardeşiz, tek vücut, tek bir milletiz. . Ne zulmü severiz, ne kinimiz var! Hayrı emreyleyen hak dinimiz var; Dağlar, çağlar boyu yeminimiz var: Kardeşiz, tek vücut, tek bir milletiz.. (Suları Islatamadım) Beri gel, daha beri, daha beri. Bu yol vuruculuk nereye dek böyle? Bu hır gür, bu savaş nereye dek? Sen bensin işte, ben senim işte. . Ne diye bu direnme böyle, ne diye? Ne diye aydınlıktan kaçar aydınlık, ne diye? Topumuz bir tek olgun kişiyiz, bir tek, Ne diye böyle şaşı olmuşuz, ne diye? . Zengin yoksulu hor görür, ne diye? Sağ soluna yan bakar, ne diye? İkisi de senin elin, ikiside, Peki, kutlu ne, kutsuz ne? . Topumuz bir tek inciyiz, bir tek. Başımız da tek, aklımız da tek. Ne diye iki görür olup kalmışız İki büklüm gökkubbenin altında, ne diye? . Sen habire gevele dur bakalım, Habire 'Usul boylu birlik çam ağacı' de, Sonu nereye varır bunun, nereye? . Şu beş duyudan, altı yönden Varını yoğunu birliğe çek, birliğe. Kendine gel, benlikten çık, uzak dur, İnsanlara katıl, insanlara, İnsanlarla bir ol. İnsanlarla bir oldun mu bir madensin, bir ulu deniz. Kendinde kaldın mı bir damlasın, bir dane. . Erkek arslan dilediğini yapar, dilediğini. Köpek köpekliğini ede durur, köpekliğini. Tertemiz can canlığını işler, canlığını. Beden de bedenliğini yapar, bedenliğini. . Ama sen canı da bir bil, bedeni de, Yalnız sayıda çoktur onlar, alabildiğine, Hani bademler gibi, bademler gibi. Ama hepsindeki yağ bir. . Dünyada nice diller var, nice diller, Ama hepsin de anlam bir. Sen kapları, testileri hele bir kır, Sular nasıl bir yol tutar, gider. Hele birliğe ulaş, hır gürü, savaşı bırak, Can nasıl koşar, bunu canlara iletir. Gözlerin bir yeşil fanilaydı balkonda uçuşan Sicim yağmur taklidi Bıkmıştım zor geçen kışlarımı anlatmaktan Bardağa birkaç çiçek ıslamaktan. Parmağımın ucunda kırmızı kenarlı bir bulut Onu uzatırdım sana, yalnızlık gibi iri bir damla Parmağıma düşen bir damla kandı aşk.. Seni sevince pazara çıktım sevinçten Enginar aldım “süper enginarlar” diye bağıran adamdan Oturup ağladım sonra, şaşırdın. Bu “süper” oluşta canımı acıtan bir şeyler vardı. Canımın acısıydın. Ben bir tek o canı unutmamak için her şeyi hatırlamıştım. Sevişmiştik. Evde binlerce tespih böceğinin ayak izleri Sevişmiştik. Biri başımdan aşağı pırıltılarla dolu bir sözlüğü boşaltmış gibi Seni sevince kıpırdayan her şiiri Kahverengi bir çaydanlıkta saklıyorum.. Sonra gittin. Birlikte kışlıkları naftalinleyecektik. Söz vermiştim unutmayacaktım gözlerini Bir yeşil fanila gibi ipte, alıp ütüleyecektim. Herkese iyi akşamlar demeyi öğretecektim gözlerine. Sonra gittin. Çocuk oldum bir daha, ağladım. Kaç şiir, kaç kere sular altında kaldı. Kitaplar, aşk, her şey. Her şeyi son bir kere daha kurtaramazdım. Keşke nane şeker gibi mentollü bir buluttan doğaydım Sonra gittin. Beyaz bir küf büyüdü evde, tersten yağan kar gibi. Keşke dünya toz şekeri ile kaplı olsaydı. Çocuk oldum sonra ağladım, yağmur bile beni ayıpladı. Söz dedim, söz verdim. Ruhumu gömdüğüm yer hala belli. Güneşi özledim, sonra seni Keşke gölgesine razı bir fesleğen olaydım.. Sonra gittin Gözlerin bir yeşil fanila unutulmuş balkonda Sicim yağmur taklidiydi Artık iyice inceldi. Girdim aşkın denizine bahrılayın yüzer oldum Geştediben denizleri Hızır'layın gezer oldum. Cemalini gördüm düşte çok aradım yazda kışta Bulamadım dağda taşta denizleri süzer oldum. Sordum deniz malikine ırak değil salığına Girdim gönül sınığına gönülleri düzer oldum. Viran gönlüm eyledim şar bunculayın şar nerde var Haznesinden aldım gevher dükkan yüzün bozar oldum. Ben ol dükkan-dar kuluyum gevherler ile doluyum Dost bağının bülbülüyüm budaktan gül üzer oldum . Ol budakta biter iman iman bitse gider güman Dün gün isim budur heman nefsime bir Tatar oldum . Canım bu tene gireli nazarım yoktur altına Düştüm ayaklar altına topraklayın tozar oldum. Tenim toprak tozar yolca nefsim iltir beni önce Gördüm nefsin burcu yüce kazma aldım kazar oldum. Kaza kaza indim yere gördüm nefsin yüzü kara Hümeti yok Peygamber'e bentlerini bozar oldum. Bu nefs ile dünya fani bu dünyaya gelen hanı Aldattın ey dünya beni işlerinden bezer oldum. Yunus sordu girdi yola kamu gurbetleri bile Kendi ciğerim kanıyla vasf-ı halim yazar oldum Ve bir kadın, "Bize acıdan bahset" dedi. Ve o cevap verdi: . "Acınız, anlayışınızı saklayan kabuğun kırılışıdır. . Nasıl bir meyvenin çekirdeği, kalbi güneş'i görebilsin diye kabuğunu kırmak zorundaysa, siz de acıyı bilmelisiniz. . Ve eğer kalbinizi, yaşamınızın günlük mucizelerini hayranlıkla izlemek üzere açarsanız, acınızın, neşenizden hiç de daha az harikulade olmadığını göreceksiniz; . Ve kırlarınızın üstünden mevsimlerin geçişini kabul ettiğiniz gibi, aynı doğallıkla, kalbinizin mevsimlerini de onaylayacaksınız. . Ve kederinizin kışını da, pencerenizden huzur içinde seyredeceksiniz. . Acılarınızın çoğu sizin tarafınızdan seçilmiştir. . Acınız, aslında içinizdeki doktorun, hasta yanınızı iyileştirmek için sunduğu "acı" ilaçtır. . Doktorunuza güvenin ve verdiği ilacı sessizce ve sakince için; . Çünkü size sert ve haşin de gelse, onun elleri, "Görülmeyen"in şefkatli elleri tarafından yönlendirilir. . Ve size ilacı sunduğu kadeh dudaklarınızı yaksa da, O'nun kutsal gözyaşlarıyla ıslanmış kilden yapılmıştır." Ben tanırım Bu bulut bizim oranın bulutu Hemşeriyiz ne de olsa Benim için kalkmış ta Sivas'tan gelmiş Yurdumun bulutu Başımın üstünde yeri var. Ben bilirim Bu rüzgar bizim oranın rüzgarı Hemşerimiz ne de olsa Benim için kopup gelmiş yayladan Yurdumun rüzgarı Kurutsun diye akan kanlarımı. Ben anlarım Bu acı bizim ora işi, hançer acısı Bir ülkedeniz ne de olsa Aynı dili konuşsak da Anlamayız birbirimizi Hançerin nakışı Tanıdım acısından, Sivas işi. Ben duyarım, duyumsarım Bizim oranın sızısı bu Binip kara bir buluta Sivas ilinden Sivas rüzgarında uçup gelmiş Helallik dilemeye. Ey yüreğimin onmaz acıları Ey beynimin dinmez sancıları Suç ne bende, ne de sende Ne de olsa yurttaşımsın Kapalı da olsa bütün vicdan kapıları yüzüme Bilmelisin, bir yerin var can evimde nasıl hecelersen hecele hep aynı biçimde yazılıyor ayrılık. çok yol bilenler geçti ayağını yordamına göre uzatan kurdun kuşun bileceği hal değilmiş ya öylesi işte eski sözlere yeni kafiye bulmak gerekmez suyu sefası kendine yeten stabilize bir eğlenmektir hayat her sevdalıya aşık atmak gerekmez. sen, o hep önden giden çatallanan bahçesindeyken sevişmenin ki çıplak ve bensizliği ele almışken ne anlattığını bilmek istemeyen şiirler getiririm arkandan bir devrik cümlem kalır acınası iki çekingen benzetmem belki ve derisi soyulmuş bir nakaratım kalır yoluna ağladığım o türküden artık ehemmiyeti kalmaz köprünün ve hoş gül içimlik suların ya da -içkiden olsa gerek- masayı yıkan ormancının nasıl kıydın diye sormanın da manası yoktur suç delilleri ortadadır ve zaten kim olsa katılır akışına gerisinin. aman ormancı canım ormancı köyümüze bıraktın yoktan bir acı. acı köyde ya o yüzden türkü, yoksa roman olacak kentimizde geçse öyküsü. bir de gülüşün kalır dişlerinin etrafından ve bilişin kalır her şeyi ama her şeyi eski haliyle Daldı gözlerim Denizin o tirşe ve hareli gözlerine Derken Poseydon'la beraber Kaldırıp başlarımızı güneşin Gülkokusu bacaklarına baktık. Derken martılar geçti Sıyırarak suları yanımızdan Karşı sahilde akşamla yanan Beş pare cama gömmek için bizi... Söyleşir Evvelce biz bu tenhalarda Ziyade gülüşürdük Pır pır yaldızlanırdı kanatları kahkaha Kuşlarının Ne meseller söylerdi mercan köz nargileler Zamanlar değişti Ayrılık girdi araya Hicrana düştük bugün . Ah nerde gençliğimiz Sahilde savruluşları başıboş dalgaların Yeri göğü çınlatan tumturaklı gazeller Elde var hüzün . O şehrâyin fakat çıkar mı akıldan Çarkıfeleklerin renk renk geceye dağılması Sırılsıklam âşık incesaz Kadehlerin mehtaba kaldırılması Adeta düğün Hayat zamanda iz bırakmaz Bir boşluğa düşersin bir boşluktan Birikip yeniden sıçramak için Elde var hüzün beklenmedik bir fırtınaydı gelişin... uyandırdın sessizliğimi aysız gecelerde yaralı bir deniz gibi hıçkırdığını bir fanus altında sıkışıp kaldığını.. aşkla kenetlenen kalplerimizin.. me'yus olduğunu,bunaldığını biliyorum,hayal bekçisiyim.. mehtabı arayan karanlıklarda yağmur yakışmıyorsa.. güvercin gözlerine yakışmıyorsa yağmur nasıl açabilirim bulutlara derdimi nasıl geçebilirim mayınlı köprülerden.. sellere karışan ayaklarımla yığılıp kalıyor en güzel umutlarım vurgun yemiş denizciler misali göğsümün katranlı sahillerinde zifiri saçlarıyla infazıma ağıt yakan menziller en salgın boşluğumu akıtıyor üstüme... ben mehtabı arayan bir hayal bekçisiyim ben sevda sokağının yoksul çiçekçisiyim ben kor merdivenlere göklerle tırmanırım kızgın güneş altında yemyeşil ıslanırım.. ben mehtabı arayan bir hayal bekçisiyim.. ben korsan bir geminin mahzun kürekçisiyim.. ben yaklaşan saati beklerim odalarda ihtilaller yaparım gözlerine dalar da..... Birden Kurşun yemiş gibi susar, Gözbebeklerime karşı. Susar da, açılıp yol verir şehir, Sade radyolarda bir gamlı hava: 'Elaziz uzun çarşı...' . Firarda gözüm yok, Namussuzum yok, Yok pişmanlık bir halim; Yaslanıp, bir cıgara yakmak isterim Dumanı cevahir değer. . Mağlup mu desem, mahçup mu? Ama ikisi de değil, Ben garip, sen güzel, dünya mutlu... Öyle tuhafım bu akşam üstü, Sevgilim, Canavar götürür gibi İki yanım, iki süngü... aynaya bakma sakın ve saçlarına dokunma. Rüzgara sesin Geceye kokun düşmesin. Sen bu bahar bir başka düşe gir daha sığ ırmakların olsun ve açık mavi denizin beni unuttuğun anılarına sar ki başka sızılara bulanayım. Bu yürek Seni seveceğini biliyordu herhalde Bu kafa seni kuracağını seziyordu hanidir Bire bin veren buğday Elmadaki mayhoşluk Hukuki beşer Çınçınlı hamam Çizmedeki kedi Sanki elleriyle koymuşlar gibi İkimizden bir işmar Seni sevmemiş olsam , sözlerim yarı yarıya Gözlerim yarım Ellerim çolak hüseyin eli Seni sevmesem , nefes almayı beceremem ki Bugün günlerden ne ? Cumartesi Seni sevdiğim için , Cumartesi elbet Seni sevdiğim için , bak temmuz ayındayız Ayşe onbaşı , pir sultan abdal , büsbütün sevdalıyım sana Bu gemiler nereye gidiyor , seni sevdiğim için Seni sevdiğimden , suyun akası geliyor Bacaların tütesi Nurhayat’ın halleri , seni sevdiğim için güzel İbrahim’in dilleri İnsan seni sevince , tutsaklığa kızar tabi Savaşın adı geçse , cinifrit olur Ereğli’nin kömürünü düşünür , ne kömür o be Raman’ı düşünür , Çukurova’yı düşünür Seni sevdiği için , Haliç’te bir uğultu Marmara’da bir deniz Isparta bahçesinde güller Seni sevdiği için goncalanıyor Seni sevdiğim için , kilim dokuyor Avşar’da Yarın sabahlar , seni sevdiğim için icat edildi Penisilin , halk şiiri , canlı sinema Mapushaneler , yedi düvel , harbi ispanyol nezlesi Sultan Hamid , don civani Ne bilsinler seni sevdiğimi Başaklanmayan yulafa söylemeli Cılk yumurtaya Paslı demire Kulağını bükmeli kurtlu kirazın Hoşnut değilllerse bu gidaşattan Akıl etsinler seni sevdiğimi , Yeşille turuncunun kafa barıştırması , bu sevdadan ötürü Tepemizdeki o göçmez tavan Sulardaki yakamoz , ortancadaki pembe Ben seni sevdim diye Bingöl vilayetinde , kamyondan inince Tığ gibi bir delikanlıya soruyorum Siz nerenin bulutlarısınız böyle ? Biz sizin sevdanızın bulutlarıyız Bir yıldızlı akşamı varsa Ankara’nın 1953 kışları içinde Karnı tok , sırtı pekse hısım akrabanın Konu-komşu , dirlik düzenlik içindeyse Birbirimizi daha çok sevelim diye İnsan seni sevince iş-güç sahibi oluyor Şair oluyor mesela Meyhaneden cayıyor bir akşamüzeri Caysın be güzel Caysın be iyi Tütünü bırakıyor , tütün neyime zarar Keseme zarar , ciğerime zara , sevdama zarar Seni sevince adamın papuçları eskimiyor Beti-benzi yeni çarktan çıkmış gibi Seni sevince insan bilgili saygılı gönlü gani şen Saçları zencefilli Erkencecik evine dönmek istiyor canı Hep seni düşün Hep seni yaşat Hep seni yıka Seni doyur üç öğün Seni bir kanım uyut , sonra uyandır Lokman hekim , seni sev diyor bana Seni sevmeseydim , ilkbaharı kodunsa bul gayrı İstanbul diye bir kent yoktu ki yeryüzünde Umut diye bir şey yoktu ki , seni sevmeseydim Hak , hukuk , bereket diye Eşitlik , kardeşlik , hürriyet diye Yüreğime sağlık ne iyi ettim..! O akşam ne çok şey konuşmuştuk onunla... Filmlerden, Polonyalı yönetmen Kieslowski’den. Yakınlarda kaybetmiştik onu. Peki Kieslowski o özellikle Mavi filminde aradığı iyiliği bulmuş muydu? Neredeydi iyilik? Arınmak? Görünmeyen, saklı bir yerde miydi? En dipte miydi iyilik, düşkünlükte miydi? Yoksa iyilik, arınma diye bir şey yok muydu, biz dünya sürgünlerinin çektiğimiz aşk özlemi gibi bir şey miydi, iyiliğe, arınmaya duyduğumuz bu dinmez özlem.... Sahi, Metin Erksan’ın Sevmek Zamanı filmini de konuşmuştuk... İnsan bir fotoğrafa âşık olabilir miydi? Belki de bugüne dek yapılmış en umutsuz aşk filmiydi Sevmek Zamanı. Gerçekliğin acımasızlığından korkup suretlere sığınan kalplerimizin trajik bir özetiydi sanki.... Sonra Behçet Necatigil’i anmıştık, onun Kaçmalar şiirini: Sızlar ince içerlerde yara / Vurur yüzeylerde şeylere üzüntüsü, acısı / Elden kayar bir çatal / Ya da düşüncelerde erir boy’na sigara.../. Sonra ansızın başını örten şehirli kadınları konuşmuştuk, bir gece rüya görüp, sabah ansızın örtünen subay ve hakim eşlerini... Şehirlerin insanı yapayalnız bıraktığını, buralarda kimsenin kazanamayacağını, sürekli bir yenilgi duygusuyla yaşanacağını anlatmıştık birbirimize.... Anlamıştım. Ayrılığımız, geceye birbirimizi emanet edişimiz bu konuştuklarımızla bağdaşmayacak ölçüde yorgun ve ürkekti... Sanki bunca önemli duyguyu, sözü hakkımız olmadan konuşmuşuz gibi suçlu bir şekilde vedalaşmıştık.... Acemice kaçar gibi... Bütün bu zamansız vedalaşmaları bir gün konuşmayı düşünerek yatıştıracaktık sanki bu acemiliğin, bu birbirimizden ansızın kopmaların suçlu tedirginliğini... Eve gelince biraz kitap okudum. Bir iki satır bir şey yazdım. Eski yazılarımı gözden geçirdim. Bir türlü bitiremediğim şiirime birkaç dize ekledim... Ama ne yapsam onunla vedalaşırken yaşadığım o suçlu tedirginliğimi içimden atamadığımı hissettim... Bu tedirginlik yoruyordu beni, uyumaya çalışmalıydım.... Biraz müzik dinlersem rahatlarım diye düşündüm. Radyomu yanıma alıp yatak odama geçtim. Yatağıma uzandım, bütün gece yalnızları gibi kendime uygun bir radyo istasyonu aramaya başladım... Radyonun frekansları arasında rastgele dolaşırken bir frekanstan gelen sesle ansızın irkildim: “Benim adım Tülay. Sizin radyonuzu ilk kez dinliyorum. İnsanları birbirleriyle buluşturmanız ilgimi çekti. Bu şehirde insanlar çok yalnızlar... İnsanlar ne gariptir ki, sevgiye çok ihtiyaç duyuyorlar, ama sevgiden çok korkuyorlar, özgürlükten korktukları gibi...”. Evet, bu onun sesiydi. Birçok şeyi konuştuktan sonra suçlu bir tedirginlikle vedalaştığım insandı bu. Peki, onun ne işi vardı bu tuhaf radyoda? Bir anlam verememiştim. Tam bu sırada araya programcı girdi: “Tülay, sen bizim radyoya bir alış, bırakamazsın. Muhabbet FM tiryakilik yapar... Sen de yalnızlıktan yakınıyorsun değil mi? Benim bildiğim bir şey var, kaçan kovalanır, yani kendini ağıra satacaksın; bir de çok önemli bir kural var, kıskandıracaksın.” Programcı o bildik, o yapay, dahası alaycı ses tonuyla hızlı hızlı konuşurken, Tülay o mahcup sesiyle araya girmeye çalışıyordu: “Yo, tam böyle değil asıl söylemek istediğim benim... Biraz önce arayan bir arkadaş vardı, yalnızlıktan bahseden... Bence çok önemli şeyler söylüyordu, sözleri arada kaynadı gitti.”. Bu sırada programcı sıkılmış olmalıydı ki aynı alaycı ve küçümseyen ses tonuyla: “Bak Tülay istersen sana şöyle dertlerine uyan bir şarkı çalalım, ne dersin? Yoksa karşılıklı konuşacak birini mi istersin, karar ver, bize göre hava hoş.” Bunu duyunca can havliyle hemen yanıbaşımda duran telefonumun tuşlarına basmaya başladım. Meşgul çalıyordu. Tekrar tuşlara bastım. Bu sırada programcı Tülay’a hangi şarkıyı istediğini soruyordu bir taraftan. Tülay, Mahler’den Ölü Çocuklar Ağıdı’nı istedi... “Haydaaa, o da ne yahu? ” dedi programcı... “Gel sana Selami Şahin’den Özledim’i çalalım, ne dersin? Bak bu şarkı sana çok uyar, dinle beni...” İşte tam bu sırada radyonun telefonunu düşürmeyi başarmıştım. Telefonda karşıma çıkan kıza programa dahil olmak istediğimi söyleyince beni de hemen konuk ettiler. “Tülay, benim” dedim, “ne işin var senin bu radyoda, çok şaşırdım. Bu adam düpedüz seninle alay ediyor, buna nasıl izin verirsin? ” Önce bir sessizlik oldu. Tülay’ın sesi adeta titriyordu: “Ben... Öylesine frekansları dolaşırken rastlantı olarak yani. Şimdi sen karşıma çıkınca... Çok tuhaf oldum...” Programcı fırsatı kaçırmamıştı tabii: “Ooo, Tülay, yoksa eniştemiz mi, evet, şimdi de sizi tanıyalım. Muhabbet FM. İşte böyle buluşturur. Hadi bana dua edin yine... Siz konuşurken fona Devran Çağlar’dan Hep Seveceğim’i koyuyorum. Hadi iyisiniz, böyle hizmet hiçbir yerde yok...”. Öfkeden deliye dönmüştüm: “Ne bu rezalet? Bu adamla konuşacak ne buluyorsun” diye sordum.... Bir an bir sessizlik oldu. Sonra Tülay konuşmaya çalıştı, sesi güçlükle çıkıyordu ağzından: “İnsanları buluşturuyor o. Bence çok kötü biri değil... Sen de değilsin...” Tülay kesik sesle konuşuyordu. Sanki unutmuştu bir radyoda herkesin önünde olduğunu... Sanki kendisiyle konuşur gibiydi. Devam etti: “Sadece sen daha çok şey biliyorsun ondan... Ama o da olduğu gibi, farklı görünmeye çabalamıyor... Sen ve senin gibiler çok önemli, çok farklıymış gibi görünüyorsunuz, o görünenin altı bomboş, yüzeyin altında pek bir şey yok aslında...”. Bu sözler karşısında insan ne diyebilirdi ki susmaktan başka. Hayır görünenin altında yoğun derinlikler, büyük serüvenler, anlamlar mı var demeliydim? ... Sadece şunu söyledim: “Bugüne dek konuştuğumuz hiçbir şeyin pek bir önemi yoktu sence öyle mi? ..” Yine bir sessizlik oldu, Tülay bugüne dek benimle hiç konuşmadığı düşünceleri anlatıyordu şimdi bana: “Bir anlamda yoktu evet, ne konuşursak konuşalım, ben yine evime aynı iç sızısı, aynı eksiklik duygularıyla dönüyordum. Aynı boşluk duygularıyla... Yetmeyen bir şeyler vardı hep. Her şey sadece sözlerdeydi sanki. Sanki: ‘Hadi hemen bir şeyler yapalım’ desem hiçbiriniz yanımda olmayacakmışsınız gibiydiniz... Hareketsizdiniz sanki hep. Bedenleriniz, elleriniz, ayaklarınız yok gibiydi... İçinizde kimse birbirine bir şey vermeye hazır değilken, herkes birbirinden bir şey alıyor, alamayınca da düşman oluyordu...”. Programcı yine araya girmişti: “Hadi yahu, bitmedi mi tartışmanız, bekleyenler var sırada, çabuk tutun elinizi...”. “Tülay, ” dedim, “deminden beri ne yaptığımızın farkında mısın? Herkes bizi dinliyor”. “Farkındayım” dedi, acı bir ses tonuyla... “Biliyor musun, benim için hiç önemi yok, ha seninle başbaşa konuşmuşum, ha bu radyoda, herkesin önünde. Biliyor musun ben geceleri belki beni anlayan bir insan, bir dost bulurum umuduyla bu radyo frekanslarını dolaşıp duruyorum... Ama pek bulduğum da söylenemez... Aslını söylemek gerekirse, herkes kendisini o kadar çok zaman gizlemiş ki, sonunda kaybolmuşlar galiba... Şimdi çok istese dahi kimse kimseyi bulamıyor... Kaybolduk! ”. Sonra sustu. Kısa bir sessizlikten sonra telefonunu kapattı. Ardından ben de.... Yarın yeniden konuşmayı denemeliydim onunla. İlk ve belki de son kez. Hem de bugüne dek bütün konuştuklarımızı unutarak... Buralardan çok uzakta, karanlık bir ormanda karşılaşan ve birbirini o ana dek hiç tanımayan kaybolmuş iki insan birbiriyle nasıl konuşmaya başlarsa öyle... Kurtulmaları, bütün deneyimlerini hiç saklamadan anlatmalarına bağlı olan iki kayıp gibi... Sıdk ile Ali'yi severim dedi İtikadı beklenmiyor n'eyleyim Güzel Şah yoluna iverim dedi İkrara da bağlanmıyor n'eyleyim. Arz edip lokmayı yiyemiyorlar Günahlı günahın diyemiyorlar Yuyucular meyti yuyamıyorlar Söz çok amma söylemiyor n'eyleyim. Hak ile tercüman lokma yenmiyor Her günah sorulup derman olmuyor Anınçün nüfuzlar yerin almıyor Söylesem de dinlenmiyor n'eyleyim. Şab ile şekeri seçemiyorlar Hak edip dünyadan göçemiyorlar Günahlı günahın açamıyorlar Şimdi haber anlanmıyor n'eyleyim. Pir Sultan Abdal'ım özün yoklamaz Kulum der de pir eşiğin beklemez Ben sofuyum deyü nefes saklamaz Şimdi nefes saklanmıyor n'eyleyim Evine çağırdın ilkyaz sevinçlerini çocukluğuna Yırtıldı gözlerin, içine hayat doldu o karanlık ışık... Yükün yok artık her sabah hoyrat bir özgürlük uyandırıyor seni.... Kalbinde herşey eşitlendi Haz ve sıkıntı Boşluk ve güven Hasret ve ölüm Gözlerine hastalıklı bir güzellik geldi. Şimdi acı çeken yanınla bile alay ediyorsun.... Kalbine çağırdın herkesi Kendini bile Artık sokağa çıkabilirsin Ömründen düştün kendini bakışlarda küçümeyiş okuyorum yalnızım, bedbahtım, tesellisizim. gökler sağır, sesim boğuk ve lanet okuyorum talihime kıskançlıktan kuduruyorum kiminin ikbalini aczimden utanıyorum. hazlarım iğrendiriyor beni. o zaman sen geliyorsun aklıma, ve birden bire kanatlanıyorum, bir tarla kuşu gibi, mest içim aydınlıkla doluyor, yükseliyorum yükseliyorum neşideler söylüyorum hayata, göklerin eşiğinden bana ne toprağın çirkinliğinden insanların zilletinden bana ne? hatıran öyle sonsuz bir hazine ve sevgin öyle büyük mutluluk ki dostum! en mağrur hakanların tacını hor görüyorum Ben ölünce; gömün gitarımla beni kumlara. Ben ölünce, portakallarla naneler arasına. Ben ölünce gömün isterseniiiz rüzgar gülüne. Ölünce ben! Gerici yobazlar cahiller korkar, Cumhuriyet, yosun tutmaz su gibi. Hakkı hakikati bilmeyen ürker, Cumhuriyet, akar bitmez su gibi.. Bölücü sadistler, sapkınlar duysun, Aydınlar yazarlar, anlatsın saysın, İnsanım diyenler, terslikten caysın, Cumhuriyet, çeker yutmaz su gibi.. Bizlere verdiği nimetleri çok, Bu güzel sistemin eksik yanı yok, Bozguncu hainler geçirse de şok, Cumhuriyet, hasta etmez su gibi.. Yetmiş beşinci yıl mübarek olsun, Yaşayan her kişi, ondan ders alsın, Tahtı tacı, baki ebedi kalsın, Cumhuriyet, kaynak yitmez su gibi.. Kahpenin hoşuna gitmez baş tacı, İzaha sığmıyor, kuvveti gücü, Meyvesi en tatlı hayat ağacı, Cumhuriyet, acı katmaz su gibi.. . Söylenmesi pek zor ne günler gördük, Adı tarih olan şehitler verdik, O geldikten sonra huzura erdik, Cumhuriyet, köpük atmaz su gibi.. Beyni sakatlara, ağır sözüm var, Düzeninde her müşküle çözüm var, Yaşıyorsak, ona mutlak lüzum var, Cumhuriyet, bentler yıkmaz su gibi.. Çoluk çocuğunu bu aşkla büyüt, Her ilime sahip evrensel boyut, Millâ kültürümüz adına kayıt, Cumhuriyet, duru korkmaz su gibi.. Okulda meydanda, en seçkin kürsü, Sevgisi olmalı, bizlerde ırsi, Yaşlıya gençlere, okut bu dersi, Cumhuriyet, ciğer yakmaz su gibi.. Gözü özürlüye, gerekli gözlük, Her lisana göre, yapılmış sözlük, Ey SEFİL SELİMÎ, sizlikle bizlik, Cumhuriyet, boğaz sıkmaz su gibi. @ Yazar ve yayınevinin adı belirtilmeden ve ANASAM’dan izin alınmadan alıntı yapılamaz Bütün hakları Anasam’a aittir. Diyar-ı küfrü gezdim beldeler kâşaneler gördüm Dolaştım mülk-i islamı bütün viraneler gördüm. Bulundum ben dahi dar-üş-şifa-yı Bab-ı Âli'de Felatun'u beğenmez anda çok divaneler gördüm. Huzur-ı gûşe-yi meyhaneyi ben görmedim gitti Ne meclisler ne sahbâlar ne işrethaneler gördüm. Cihan namındaki bir maktel-i âma yolum düştü Hükümet derler anda bir nice salhaneler gördüm. Ziya değmez humarı keyfine meyhane-i dehrin Bu işretgehte ben çok durmadım ammâ neler gördüm. (1870) Aşıklar ortasında sofilik satmayalar İhlas ile aşka riyayı katmayalar. Ya bildiğini eyit ya bir bilirden işit Teslimlik ucunu tut sözü uzatmayalar. Kur’an kelamım dedi gönlüne evim dedi Gönül ev ıssın bilmez ademden tutmayalar. Gönül sındı bulundu hem Hakk’a yakın idi Yine dikerim diye bütünü yırtmayalar. Mumlu baldır şeri’at tortusuz yağdır tarikat Dost içün balı yağa pes niçün katmayalar. Arif can verir duymaz yalancı mala kıymaz Yalanıla gerçeği beraber tutmayalar. Kıymetin duyarısan neye değer iş bu dem Erenlerin manasın almaza satmayalar. Miskin Adem yanıldı Uçmakda buğday yedi İşi Hakk’dan bilenler şeytandan tutmayalar. Şirin hulklar eylegil tatlı sözler söylegil Sohbetlerde Yunus’u hergiz unutmayalar Hani paylaşacaktın benimle Hani deniz en derin yurdumuz olacaktı Hani konsun diyordun kalbimize martılar Hani avuçlarımız yağmurla dolacaktı Hani kartallar gibi kanatlanıp doruğa Hani bölüşecektik mevsimleri Neden yine bin parça eyledin resimleri Hani gök, nerde ufuk, neden sustu dalgalar Ayaklarımda yine bu zalim prangalar... Hic kimse buyur etmedi beni Bu dunyada hicbir yere Ama actim butun kapilari tekmeleyerek Butun engelleri gogusleyip yikarak Buyrun dediler o zaman incelikle Buyur ettiler Ve Buyurdum . Elimden geldigince gorevimi yaptim Gulumsedim hickiriklarimi bogarak Sonunda kimsenin yorulmadigi denli yoruldum Artik kapilar acik kalsin Bundan sonra gireceklere Simdi dinlenmeye gidiyorum Hoscakal guzel dunyam. . Kendi başıma yerleşmişim Bir keder dünyasına, Ve durgun sular gibiydi ruhum, Ta ki güzel ve zarif Eulalie benim Utangaç gelinim olanaca- Ta ki sarı saçlı körpe Eulalie benim Güler yüzlü gelinim olanaca.. Ah, az-daha az parlak Yıldızları gecenin O pırıl pırıl gözlerinden Ve ne buharın bulutsu ışıltısı İnci rengiyle ve morla Ay-yansımalı, Yarışabilir mütevazi Eulalie'nin en sıradan saç buklesiyle- Yarışabilir parlak gözlü Eulalie'nin en özensiz ve Önemsiz buklesiyle.. Ne Kuşku-ne Acı Gelir bundan böyle, Çünkü ruhu verir bana ağlama isteğini, Ve bütün gün Işıldar, güçlü ve parlak Astarte uzayda, Sevgili Eulalie'sine bakarken anaç gözleri- Körpe Eulalie'sine bakarken menekşe gözleri. ben bütün hüzünleri denemişim kendimde canımla besliyorum şu hüznün kuşlarını bir bir denemişim bütün kelimeleri yeni sözler buldum seni görmeyeli . kuliste yarasını saran soytarı gibi seni görmeyeli kasketim eğip üstüne acılarımın sen yüzüne sürgün olduğum kadın kardeşim olan gözlerini unutmadım çık gel bir kez daha beni bozguna uğrat . sen tutar kendini incecik sevdirirdin bir umuttum bir misillemeydin yalnızlığa şanssızım diyemem kendi payıma hain bir aşk bu kökü dışarda olur böyle şeyler ara sıra olur ara sıra Hakikat değişiyor daha bitmeden cümle; Koşuyorum yetişmek için bütün gücümle... Kurudu gözde pınarlar, canım içre canım gitti Devrildi iri çınarlar, nice gül fidanım gitti. Bölünmesin diye millet, baki kalsın diye devlet Dağlar gibi kemikle et, seller gibi kanım gitti. Param parça idi ruhum, ellerinde bir gürühun Tufanı bumudur Nuh'un, diye arşa ünüm gitti. Hey yakınlar uzaklar, bekler pusular tuzaklar Tayfuna dönsün Sazaklar, göz ışığım Gün'üm gitti. Yetim kaldı körpe çağam, feryadımı nice boğam Gün doğmak üzere ağam, gün batarken inim gitti. Bu bir nesildir sürekli, gözü pek çatal yürekli Zor günlerimde gerekli, tuğ gibi beş binim gitti. Sakarya, esti yiğitler, bağrı kan süslü yiğitler Süphan göğüslü yiğitler, gittiyse benim gitti Terziler geldiler. Kırılmış büyük şeylere benzeyen şeylerle daha çok koyu renklere ve daha çok ilişkilere Bir kenti korkutan ve utandıran şeylerle. Kumaşlar bulundu ve uyuyan kediler okşandı. Sonra sonsuz çalgısı sevinçsizliğin. Çay içmeye gidenler vardı akşamüstü, parklara gidenler de Duruma uymak kısaltıyordu günlerini artamayan eksilmeyen bir hüzünle... Yorgun ve solgundular, kumaşları buldular, kenti doldurdular O çelenk onbin yıllıktı, taşıyıp getirdiler Ölülerini gömmüşlerdi, kalabalıktılar, tozlarını silkmediler Bütün caddeler boşaldı, herkes yol verdi, . 'Tanrıtanır kadınlar ve cumhuriyetçiler piyangocular, çiçek satın alanlar, balıkçılar ağlarını, paraketelerini, ırıplarını, oltalarını zokalarını, çevirmelerini ve kepçelerini topladılar. Sigaralarını yere atıp söndürdüler sigara içenler.' . Bir şey vardı ısınmaz kalın kumaşların altında, kesip biçtiler Patron çıkardılar, karşılaştırdılar, Katlanılmaz bir uykunun sonunu kesip biçtiler Şarkılara başladılar ölmüş bir at için Makaslarını bırakmadılar Bekleniyorlardı. . 'Ey artık ölmüş olan at! -dediler- Ne güzeldi senin çılgınlığın, ne ulaşılırdı! Sen açardın, Otuzüçbin at türünün tek kaynağıydın sen! Tüylerin karaparlaktı. Koşumların, -kokulu yağlarla ovulup parlatılan- nasıl yakışırdı sağrılarına ve göke. . Göke bir ululuk katardı sonsuz biçimin, at! Toynaklarını liflerle ovardık Senin karaya boyanırdı koşuşun Uyandırırdı bütün karaları ve denizleri. Çılgın kişnemeni duyardık sonsuzun yanıbaşından Ne güzel gözlerin vardı Kara at! Binlerce kişi, -çocuklar, kadınlar, erkekler görkemli yahut darmadağın giysileriyle herkes körler ve cüzzamlılar, bütün kutsal kitaplar kalabalığı, ermişler, kargışlılar ve günahlılar gebe kadınlar, vâz edenler ve dondurmacılar ve at cambazları ve tecimenler ve kıralcılar ve gemicilerle Tanrıtanımazlar ve tefeciler ve yalvaçlar...- ormanlardan ve kıyılardan ve kıraç yerlerden gelmiş senin mutlu ovanı doldurup haykırırlardı. Büyük sesler içinde sen, geçerdin...' . Terziler geldiler. Bu güneşler odaların dışındaydı artık. Herkes titrek ve sabırsız, titrek ve sabırsız evlerinde Gazeteler yazmadı, dükkânlar dönemindeydik Yüzlerce odalarda yüzlerce terziler, pencerelerini kapadılar Parmakları uzun, kurusolgun yüzleri sararmış, eskimiş durmaktan Yitik saat köstekleri, titrek ve sabırsız yorgun bacakları Her şeylerine yön veren durmuşluğa olur dediler Beğenip gülümsediler. . 'Ey artık ölmüş olan at! -dediler- Senin eyerin ne güzeldi. Dişi keçi derisinden, ofir altınıyla süslü Nasıl yaraşırdı belinin soylu çukurluğuna Seninle öteleri ansırdık. Öteler, baklanın ve pancarın duyarlığı Kedinin varlığı erişilmez kişilik Güneşli bir damda İçimizden gemiler kaldırırdın, Suyunu büyük şölenlerle tazelerdik Bayramımızdın. Kuburlukların bütün kişniş ve badem doluydu. Simdi dar dünya Ölümün büyük hızı kesildi.' . Terziler geldiler. Ateş ve kan getirmediler. Hüzünleri kan ve ateşti ama. Uğultulu bir şey Ekspresler garlarda kaldı, ilâçlar çıldırdılar Kenti bir bastan bir basa dolaştım, tıs yok Bütün odalara dağıldılar. Sürahiler tozlu, pabuçlar kurumuş yerlerde kırpıntılar, . 'oyulmuş yakalar, kolevlerinden arta kalanlar vatka pamukları, verevine şeritler, kopçalar, düğmeler, ilikler iplik döküntüleri, kumaş parçaları, karanlık akşamüstleri ve sabahlar, dükkân tabelâları, kartvizitler...' . kasıklarına kadar çıkmış, en ufak bir ölüm bile yok. Tarafsız bir aşk çağlıyordu onların solgunluğunda Mutfaklarını kilitlediler, büyük atsı giysiler kestiler, . 'Ey artık ölmüş olan at! -dediler- Koşuşun büyütürdü dünyayı senin! Sen nasıl da koşardın. Biz güneyde yatardık, sen koşardın Hangi at güzelse ondan da güzeldin Kuyruğun parlak savruluşuyla bölerdi bir karaya göğü ve yüceltirdi, ince bezekli kuskununu. Gemin güzel sesler çıkarırdı güzel ağzında, herkesi sevinçle haykırtan. Başın yaraşırdı düşüncemize ve gözlerine saygıyla bakardık...' . Terziler geldiler. Durgunluktu o dökük saçık giyindikleri Yarım kalmışlardı. Tamamlanmadılar. Toplu odalarını sevdiler. Ölümü hüzünle geçmişlerdi, ateşe tapardılar. Kent eşiklerindeydi, ağlayışını duydular Kestiler, biçtiler, dikmediler ve gitmediler, iğnelerine iplik geçirip beklediler; . 'Ey artık ölmüş olan at! -dediler- En güzeli oydu iste, yüzünün savaşla ilişkisi. Boydanboya bir karşıkoyma, denge ve istekli bir azalma. Onu bilirdik. O ağaç senin kanınla beslenirdi, hepimizi besleyen. Bir ülkeyi yeniden yaratırdı şaşkınlığımız senin karşında, alışverişin, alfabenin, iplik döküntülerinin ve her şeyi düzeltmeye kalkışmanın yok ettiği...' Gönül dostum anlatsana, İlimizde Mevlana`yı. Ulu zatın hoşgörüsü, Yolumuzda Mevlanayı. xxx Kıymet verir her insana, Ulvi görev düştü sana, Çevir deyişik lisana, Dilimizde Mevlana`yı. xxx Fetetti nice gönüller, Ruzi mahşedeki kullar, Bülbül sedasında diller, Gülümüzde Mevlana`yı. xxx EZGİNİ geldik gideriz, Hakka borcumuz öderiz, Hatırdadır yad ederiz, Telimizde Mevlana`yı. xxx 27/07/2001 Bir vakitler bir gece yarısı sıkkın, kafa yoruyorken, yorgun argın, Unutulmuş eski ilimlerin garip ve acayip kitap ciltleri üzerine ben- Kestiriyordum, tam dalacağım esnada, ani bir tıkırtı geldi öteden, Odamın kapısını kibarca birisi vuruyor, vuruyordu sanki tak tak. 'Bu', diye söylendim, 'odamın kapısını tıklatılıp duran bir konuk, Sadece bu, başka bir şey yok.' Anımsıyorum ah çok kesin, bir Aralık ayındaydık, rüzgârlı, hazin, Ölen her bir köz parçası dövüp işliyordu yer döşemesine ruhunu. Sabahı diledim arzuyla; Ben boşu boşuna ödünç bir avuntuyu Arıyordum acı dindirici kitaplarımda, acısı için Lenore' un, o yitik, O meleklerin Lenore dedikleri kızın, o eşsizin, ışıyanın ışık ışık, O burada adı anılmayanın artık. . Ve titretiyor, erguvani perdelerin ipeksi, kederli, belirsiz hışırtısı Öylesine dolduruyordu ki içimi hiç duyulmamış tuhaf korkularla Nihayet kalp çarpıntımı bastırmak için tekrarladım kalkıp ayağa 'Bu, odamın kapısında içeri geçmeye yalvaran biri, bir konuk Bu, oda kapımdan gireyim diye yalvaran geç kalmış bir konuk Budur ancak, başka bir şey yok.' . Çok geçmeden topladım cesaretimi, uzatmadan tereddütümü 'Bayım ya da Madam, içtenliğimle bağışlamanızı ediyorum rica, Şöyle bir şey oldu fakat, uyukluyordum ben, sizse öyle kibarca Gelip çaldınız oda kapımı, öyle belli belirsiz tıklattınız ki tık tık, Tam emin değilim sizi işittiğimden.'- dediğimde açtım kapıyı ardına dek: - Bir şey yoktu, karanlık vardı dışarıda bir tek. . O karanlığın derinliğine dikkatle bakarak, orda durdum, merak, Korku, kuşku duyarak, daha önce hiç bir faninin cüret edemediği düşler kurarak uzun süre. Bozulmadı sessizlik lakin, karanlık vermedi bana bir emare, Ve fısıldaşılan 'Lenore! ' sözcüğüydü, orada tek söylenen sözcük, Fısıldadığım 'Lenore! ', bir yankıyla mırıltılı geri dönen sözcük, Başka bir şey değil buydu ancak. . Odama geri döndüğümde ben, ruhum tutuşmuştu tamamen, Çok geçmeden öncekinden daha yüksek bir tıkırtı işittim tekrar. 'Eminim', dedim, 'pencere kafesinde eminim hayret bir şey var; O halde, şu esrarı araştırmam, neymiş orada ki görmem gerek- Bir araştırayım şu esrarı, kalbim bir anlık sakin olman gerek:- Rüzgâr bu daha başkası yok.' . Panjuru hızla açınca, girdi o an, oradan içeriye çırpına uça, Çok eskideki kutsal günlerden gelme haşmetli bir Kuzgun; Göstermeksizin en ufak bir saygı, bir azcık dur durak olsun, Lort veya leydi edasıyla tünedi oda kapımın üstüne konarak- Tünedi oda kapımın tam üstündeki Pallas büstüne konarak- Tünedi, oturdu, hepsi bu dahası yok. . Takındığı ifadenin haşin ve ciddi adabı bu abanoz kuşun, Kederli hayallerimi gülümsemeye çevirdi sonra hemen, 'Korkak değilsin sen' dedim, 'kırpık, tıraşlı tepeliğine rağmen Söyle bana, senin lorda yaraşır ismin nedir Gece'nin Plutonik Kıyısında, Gece'nin kıyısından gelen, korkunç, amansız ve antik Kuzgun! ' Dedi ki, 'Asla Olmayacak.' . Açıkça duymaktan böyle düzgün konuşmasını bu çirkin kuşun Hayrete düştüm, anlamı, alakası zayıf olsa da cevabının; Kabul edelim ki henüz ihsan edilmemiştir odasında kapının Üzerinde bir kuş görmek yaşayan bir insana şimdiye dek- Oda kapısı üstündeki yontu büstte, adı Asla Olmayacak Gibisinden bir kuş ya da hayvan görmek. . Fakat o yumuşak büstün üstünde bir başına oturdu, söyledi sade O bir tek sözcüğü, sanki o bir tek sözcükle dökercesine içini. Daha ne bir tüyünü oynattı Kuzgun, ne de bir şey söyledi yeni, Ta ki ben 'Diğer dostlar önceden uçtular' diye mırıldanana dek, ' Uçup giden umutlarım gibi önceden, o beni yarın edecek terk.' O zaman kuş dedi ki 'Asla olmayacak.' . Yerinde verilmiş bu cevapla bozulmuş dinginlikte irkilmiş, 'Kuşkusuz' dedim, 'sarf ettiği laflar peşindeki merhametsiz yıkım Tarafından izi sürülmüş mutsuz bir üstattan kaptığı tek birikim, Öyle ki, izi şarkıları tek nakarat olana dek sürülmüş gittikçe çabuk İzi umutlarına ağıt olana dek sürülmüş o bir tek melankolik Nakarat, 'Asla', diyen 'asla olmayacak.' ' . Fakat hala sevk ediyordu üzgün ruhumu gülümsemeye kuzgun, Bir iskemleyi dosdoğru kuşun büstün ve kapının önüne çektim; Sonra kadife mindere çöktüm, kendimi düşü düşe eklemeye bıraktım Bu uğursuz geçmiş zaman kuşunun ne olduğunu düşünerek, Ve bu katı kaba korkunç kuru geçmiş zaman kuşunun ne demek İstediğini, 'Asla olmayacak' diye gaklayarak. . Bunu sezinlemeye çalışarak oturdum, tek hece söylemeden durdum Ateş gibi gözleri şimdi göğsümün içinde yanmakta olan kuşa, Bunu ve dahasını düşünerek oturdum, başım dayalı rahatça, Seyrettiği kadifeye, lamba ışığının şeytanca zevklenerek, Lamba ışığının zevkle seyrettiği mor kadifeye yaslanamayacak Fakat o, ah bu asla olmayacak. . Derken, sanki hava ağırlaştı çöktü, görünmez bir buhurdandan esanslar koktu Sallanan, adımları tüy kaplı zeminde çıngırdayan Meleklerce sola sağa. 'Zavallı' dedim kendime, 'Tanrın sana ödünç verdi, gönderdi bu Seraphimlerle sana, Soluklan, rahatlan ve Lenore'un anılarının acısından arın artık, İç, kana kana iç, bu acılardan arındırıcı iksiri ve unut o yitik Lenore'u. Kuzgun dedi ki 'Asla olmayacak'. . 'Kötücül şey! ' dedim, 'Kâhin! Kuş da olsan iblis de yine de kâhinsin! Yoldan Çıkarıcı göndermişse de, fırtına fırlatılmışsa da seni bu yakaya, Yapayalnız ama yine de gözü pek, büyülenmiş bu çöllük ülkeye, Dehşet uğrağı bu evin üstüne, var mı, yalvarırım, söyle bana neyse gerçek, Şifalı bitkisel bir merhem Gilead'da, yalvarırım, söyle bana apaçık. Kuzgun dedi ki 'Asla olmayacak'. . 'Kötücül şey! ' dedim, 'Kâhin! Kuş da olsan iblis de yine de kâhinsin! Üstümüzde uzanan cennetin, ikimizin de tapındığı tanrının adına Söyle, bu gamlı ruh uzak Aden'de sarılabilecek mi o genç kadına Meleklerin Lenore dedikleri o azizeyi sarabilecek mi kucaklayarak, Meleklerin Lenore diye çağırdıkları o ışıyan, o eşi benzeri yok Kadını. Kuzgun dedi ki 'Asla olmayacak'. . 'Kuş ya da iblis! ' diye haykırdım, 'Ayrılığımızın işareti olsun o söz, Katıl ona, o fırtına ile Gece'nin Plutonik kıyısına geri dön, Git söylediğin yalanın izi gibi kara bir tüy bile bırakmadan, Yalnızlığımı bozmadan git! Kapımın üstündeki büstten kalk! Gaganı kalbimden çıkart, suretini kapımdan çek! ' Kuzgun dedi ki 'Asla olmayacak'. . Ve Kuzgun uçmadan hiç bir yana, hala oturuyor, oturuyor hala, Oda kapımın hemen üstündeki solgun büstünde Pallas'ın; Ve gözleri tamı tamına benziyor gözlerine düş kuran bir iblisin, Ve lamba ışığı zemine vuruyor gölgesini onun üzerinden akarak, Ve ruhum zeminde dalgalanarak uzanan bu gölgesinden onun Hiç sıyrılamayacak, asla olmayacak. . Çeviren: Dr.Osman Tuğlu. Once upon a midnight dreary, while I pondered, weak and weary, Over many a quaint and curious volume of forgotten lore, While I nodded, nearly napping, suddenly there came a tapping, . As of some one gently rapping, rapping at my chamber door.. ''Tis some visitor, ' I muttered, 'tapping at my chamber door- Only this, and nothing more.'. Ah, distinctly I remember it was in the bleak December, And each separate dying ember wrought its ghost upon the floor. Eagerly I wished the morrow; - vainly I had sought to borrow. From my books surcease of sorrow- sorrow for the lost Lenore- For the rare and radiant maiden whom the angels name Lenore- Nameless here for evermore. And the silken sad uncertain rustling of each purple curtain Thrilled me- filled me with fantastic terrors never felt before; . So that now, to still the beating of my heart, I stood repeating, ''Tis some visitor entreating entrance at my chamber door- Some late visitor entreating entrance at my chamber door; - This it is, and nothing more.'. Presently my soul grew stronger; hesitating then no longer, 'Sir, ' said I, 'or Madam, truly your forgiveness I implore; But the fact is I was napping, and so gently you came rapping, And so faintly you came tapping, tapping at my chamber door, That I scarce was sure I heard you'- here I opened wide the door; - Darkness there, and nothing more. Deep into that darkness peering, long I stood there wondering, fearing, . Doubting, dreaming dreams no mortals ever dared to dream before; But the silence was unbroken, and the stillness gave no token, And the only word there spoken was the whispered word, 'Lenore! ' This I whispered, and an echo murmured back the word, 'Lenore! '- Merely this, and nothing more.. But the raven, sitting lonely on the placid bust, spoke only Back into the chamber turning, all my soul within me burning, Soon again I heard a tapping somewhat louder than before. 'Surely, ' said I, 'surely that is something at my window lattice: Let me see, then, what thereat is, and this mystery explore- Let my heart be still a moment and this mystery explore; - 'Tis the wind and nothing more.'. Open here I flung the shutter, when, with many a flirt and flutter, In there stepped a stately raven of the saintly days of yore; Not the least obeisance made he; not a minute stopped or stayed he; But, with mien of lord or lady, perched above my chamber door- Perched upon a bust of Pallas just above my chamber door- Perched, and sat, and nothing more.. Then this ebony bird beguiling my sad fancy into smiling, By the grave and stern decorum of the countenance it wore. 'Though thy crest be shorn and shaven, thou, ' I said, 'art sure no craven, Ghastly grim and ancient raven wandering from the Nightly shore- Tell me what thy lordly name is on the Night's Plutonian shore! ' Quoth the Raven, 'Nevermore.'. Much I marvelled this ungainly fowl to hear discourse so plainly, Though its answer little meaning- little relevancy bore; For we cannot help agreeing that no living human being Ever yet was blest with seeing bird above his chamber door- Bird or beast upon the sculptured bust above his chamber door, With such name as 'Nevermore.'. That one word, as if his soul in that one word he did outpour. Nothing further then he uttered- not a feather then he fluttered- Till I scarcely more than muttered, 'other friends have flown before-. On the morrow he will leave me, as my hopes have flown before.' Then the bird said, 'Nevermore.'. Startled at the stillness broken by reply so aptly spoken, 'Doubtless, ' said I, 'what it utters is its only stock and store, . Caught from some unhappy master whom unmerciful Disaster Followed fast and followed faster till his songs one burden bore- Till the dirges of his Hope that melancholy burden bore Of 'Never- nevermore'.'. But the Raven still beguiling all my fancy into smiling, Straight I wheeled a cushioned seat in front of bird, and bust and door; Then upon the velvet sinking, I betook myself to linking Fancy unto fancy, thinking what this ominous bird of yore- What this grim, ungainly, ghastly, gaunt and ominous bird of yore Meant in croaking 'Nevermore.'. This I sat engaged in guessing, but no syllable expressing To the fowl whose fiery eyes now burned into my bosom's core; This and more I sat divining, with my head at ease reclining. On the cushion's velvet lining that the lamplight gloated o'er, But whose velvet violet lining with the lamplight gloating o'er, She shall press, ah, nevermore! . Then methought the air grew denser, perfumed from an unseen censer Swung by Seraphim whose footfalls tinkled on the tufted floor. 'Wretch, ' I cried, 'thy God hath lent thee- by these angels he hath sent thee Respite- respite and nepenthe, from thy memories of Lenore! Quaff, oh quaff this kind nepenthe and forget this lost Lenore! ' Quoth the Raven, 'Nevermore. 'Prophet! ' said I, 'thing of evil! - prophet still, if bird or devil! - Whether Tempter sent, or whether tempest tossed thee here ashore, Desolate yet all undaunted, on this desert land enchanted- On this home by horror haunted- tell me truly, I implore- Is there- is there balm in Gilead? - tell me- tell me, I implore! ' Quoth the Raven, 'Nevermore.'. 'Prophet! ' said I, 'thing of evil- prophet still, if bird or devil! By that Heaven that bends above us- by that God we both adore- Tell this soul with sorrow laden if, within the distant Aidenn, It shall clasp a sainted maiden whom the angels name Lenore- Clasp a rare and radiant maiden whom the angels name Lenore.' Quoth the Raven, 'Nevermore.' 'Be that word our sign in parting, bird or fiend, ' I shrieked, upstarting- 'Get thee back into the tempest and the Night's Plutonian shore! . Leave no black plume as a token of that lie thy soul hath spoken! Leave my loneliness unbroken! - quit the bust above my door! Take thy beak from out my heart, and take thy form from off my door! ' Quoth the Raven, 'Nevermore.' And the Raven, never flitting, still is sitting, still is sitting On the pallid bust of Pallas just above my chamber door; And his eyes have all the seeming of a demon's that is dreaming, And the lamplight o'er him streaming throws his shadow on the floor; And my soul from out that shadow that lies floating on the floor Shall be lifted- nevermore! Müjde Bilir'e. İki sigaram kaldı bu gece için maviş anne İki muhabbet kuşum. İki kendim varmış maviş anne Biri benmişim, biri mutsuz Ben ölürsem maviş anne, mutsuza kim bakacak? Dünyaya bile bir dünya anne lazım. Biri sen ol maviş anne, biri ben. Dünyanın bütün sabahlarına iki bilet al da birlikte gidelim maviş anne Bana da kendi serüvenimden bir yer ayırt, Şefkate söyle o da gelsin. Özledim onu, o da gelsin saçlarıma dokunsun Bilir misin, büyüler bile ninniyle büyür Temiz kokan pazen gecelikler, şehriye çorbası... Hepsi, hepsi ninniyle büyür. Bilir misin maviş anne? Ben çekildiğim her fotoğrafta Defolu bir kelebek gibi çıkarım.. Mavi kareli gömleğiyle hatırladıkça babamı Kırpıp kırpıp fotoğrafları, döküyorum başımdan aşağı Sanırım ben assolist oldum maviş anne Şimdi mutluyum Geçmişini mi yok ettin kızım diye soran Bir babadan kurtuluşumu kutluyorum Babama söyle, o gelmesin maviş anne Birileri mutsuzsa, mutsuzlara nergis yolla, Bir kırmızı battaniye, onlara bir mutluluk çadırı yolla sonra belki, ben de gelirim. Kuşlarımı da bırakayım gitsinler Dışarıda ölürler mi sence Postacı mektup bile getirmezse onlardan Ben bir anne gibi ağlarım sonra Bırakmayayım, gitmesinler bari maviş anne Ölürler yazık dışarıda! Onlar birer yıldız olursa Biri mavi, biri yeşil Ben onlara bakarım maviş anne.. Kalbimi de büyüttüm sonunda Artık bazen gözlerime tırmanıp bakıyor sokağa Kirpiklerime tutunuyor, o ince parmaklıklara Öyle çok büyüdü yani, görsen şaşarsın. Kalbim sanırım büyüyünce Sokaklarda ağlayan biri olacak Rezillik yani maviş anne! Kalbim komik kaçacak Kaçmaması için sen en iyisi kalbime de Benim serüvenimden bir yer ayırt Aman, mutsuz bir yer olmasın! . İki sigaram kaldı bu gece için Yüzyıl yetecek çocukluğum, İki muhabbet kuşum, Biraz da ateşim var. Dua ediyorum ateşe Vazgeçsin diye beni yakmaktan bu gece Dünyanın bütün sabahları için iki bilet al maviş anne Aman umutsuz bir yer olmasın! . İki kendim varmış maviş anne Biri benmişim biri mutsuz Ben ölürsem maviş anne, mutsuz için Dünyanın bütün sabahlarına bir bilet al.. Ben ölürsem mutsuza iyi bak! Aşk adı verilen izahsız duygu Bütün sözlerimin bittiği yerde. Hakiki olmayan niza(h)sız duygu, Güneşin doğduğu battığı yerde.. Sevmekle sevilmek, çoğuna ırak, Her kime anlatsam, diyor ki bırak, Daima bir şeyi ederim merak, Hep onu ararım yittiği yerde.. Kim ne derse desin palavra olur, Hakk’a gönül veren yalınız kalır, Her belâ her çile âşıka gelir, Hiç kimse yatamaz yattığı yerde.. Yaşanır görülmez tariften öte, Can vermiş kan vermiş kemiğe ete, Bu SEFİL SELİMÎ işlemez hata, Sekiz cennet vardır gittiği yerde. @ Yazar ve yayınevinin adı belirtilmeden ve ANASAM’dan izin alınmadan alıntı yapılamaz Bütün hakları Anasam’a aittir. ey esmer hüznü hicrandan besleyen sevgili kendını bana beni yollara sürgün etmeden bilki mavi düşlerine sardığın o acar delikanlın seni ve aşkını zehir bir yürekle kuşandı ama gün olur umutlarda yenilirse kalles bir kurşuna birlik olup büyüttüğümüz ışıkları söner sanma ve unutma gülüşü yaralım o uslanmaz inadın biri sen diğeri ben olduktan sonra serüvencin nasıl olsa nerede olsa bulur. Ey hep bir kelime arayan kalbim Sonra arayan tekrar arayan kalbim Ama neyle? Şarapla, şiirle, ya da erdemle, nasıl isterseniz. Ama sarhoş olun. . Ve bazı bazı, bir sarayın basamakları, bir hendeğin yeşil otları üzerinde, odanızın donuk yalnızlığı içinde, sarhosluğunuz azalmış ya da büsbütün geçmiş bir durumda uyanırsanız, sorun, yele, dalgaya, yıldıza, kuşa, saate sorun, her kaçan şeye, inleyen, yuvarlanan, şakıyan, konuşan her şeye sorun, 'saat kaç' deyin; yel, dalga, yıldız, kuş, saat hemen verecektir karşılığını: 'Sarhoş olma saatidir. Zamanın inim inim inletilen köleleri olmamak için sarhoş olun durmamacasına! Şarapla, şiirle, ya da erdemle, nasıl isterseniz.' incir dalını emer süt kokar ağzı burnu yavrusunu yer balık bilmez bile burç olduğunu ve kimseye havlayamaz soytarının köpeği mermi yeni kesilmiş et gibi seğirtir cana doğru.. toprak uzakta kaldı elif artık cüzlerde ve koçun kanı dönüp duruyor mersedesin tekerleğinde yazık, her şeyi hapsettiler, ırmakları kartpostala oysa rüzgarı bilirdim ben, kemirgen denince ve burada vapurlarımız bile benziyor bize karaköyde yediğini kusuyor üsküdarda ne sıkıcı, sabahlıyor her gün kocamış bir halatla.. oysa taptaze gelir gün, üstünde sabahlığı ne güzeldir o senin serin suların ama nafile tan vaktiyle bize nikah düşmez artık, çünkü unuttuk nur içinde yatmayı hem aşk içinde oysa evvel zaman içinde kar olmayı düşlerdik dağlara yar olmayı ve bilirdik: mezarlıklardır saatlerin midesi erkeğe güven verir bir közü karıştırmak yaşamak... yamacındaki şehri aş eren dağ gibi. Gel güzel yola gidelim Adı güzel Ali ile Açlar doyar susuz kanar Leblerinin balı ile. İçilmez dolu içilmez Sevgili yardan geçilmez İkisi birden seçilmez Has bahçenin gülü ile. Ali'm bana neler etti Aldı elim dara çekti Üstüme yürüyüş etti Elindeki dolu ile. Ağaç kuru devran döner Kuş yuvaya bir dem konar Doldurmuş dolusun sunar Ali'm kendi eli ile. Erenler lokması nurdur Lokmaya elini sundur Pir Sultan'ım doğru yoldur Ali'm kendi yolu ile kış geliyor elim yaprak altında es ey bad-ı semen çatlak bedenime çarp kalbimi harmanla gencelmiş tarih kabartmalarının haklılığı aşkına beni kendime gebe bırak. kış geliyor otobüs ne de kalabalık. yaslan bana yeryüzü ağacı dikili gövdenin üretkenliği için çıldırtan bir gübre mi arıyorsun kökünü toprağımda dene. kış geliyor koru gövdemi pardösüm. ağzıma konacak kış kuşları nerde tutsana elimi canikom tarih tekerrürden ibaretmiş Miş bir geçmiş zaman failiymiş ey beşeriyet beni beş iftarda öp. şair olmak kolay değil yavrum uzvun o kadar güzelken bir yanda yaş ağaca balta vuran çokluk bir yanda kanımı azdıran bokluk beni artık hücre çogaltmaktan da yargılarlar zahir Deniz uzaklaşıyor gitgide Ufuk çekiliyor Kumsal genişliyor Kısalıyor adımlarımızsa. Kumlar mı? Makina ölüleri, füze artıkları, sakat uydularla Barbar medya, gazeteler, zor söylemleri Bilimsiz karmaşa Yaz oysa En güzel orda yazlardı. Kabuklaşabilir akrep kendi hızında Yılanların derileri demirden Düşlerimiz kırılıp ufalanıp Gelincikler soluyor dokunmadan Deniz uzaklaşıyor. Deniz uzaklaşıyor gitgide Uçurumlar akan ırmak o deli Yok şimdi Yalnızlığın damarını besliyor Kirli yoğun kandırılmış suyla. Biz mi? Biz değiliz, önceki dün bugün başka Dokumuzu değiştiriyorlar hızlı vuruşlarla Tutunamıyoruz ilgilerimize, sevgilerimize Ve aşka Deniz uzaklaşıyor Kolum, kanadım diyordum. Sevdalanıp gidiyordum Yurdum diye seviyordum Yurdum, felaketim oldu.. Türküm! dedim, Türk'ü sevdim Öğünen bir koca devdim Volkandım, alev-alevdim Kor'dum... felaketim oldu.. Kimisi Rus, kimisi Çin... Uşağıydı; dedim niçin? Bayrağıma selam için Durdum... felaketim oldu.. Vatan millet idi tasam Çiğnenmişti ana-yasam Vuracaklardı vurmasam Vurdum... felaketim oldu.. Neyim varsa birer birer Tutup çarmıha gerdiler Bozkurt'uma 'it' dediler Kurdum... felaketim oldu.. Bu ahlaksız dubaraya, Tarih 'mim' koysun buraya Eylül darbesini hayra Yordum... felaketim oldu.. Gönlümün yiğit beğiydi Gözlerimin bebeğiydi... Ona da mı nazar değdi Merdim... felaketim oldu.. Tarafsızlık diye diye Şu en soysuz haramiye Başımızı vermek niye Sordum... felaketim oldu.. Ben değildim esip-tozan Kanlı kuyuları kazan Bütün tuzakları bozan Zordum... felaketim oldu.. Kolum, kanadım diyordum. Sevdalanıp gidiyordum Yurdum diye seviyordum Yurdum, felaketim oldu. Babasını döve döve öldürmüşler Küçümencik gözleirnin önünde Anasının yarısını bir bomba alıp götürmüş Kan ve et yığını öbür yarısı Oturmuş ağlıyor Vietnamlı bir çocuk Minik yumrukları sıkılmış kinle Belli bir şeyler düşünüyor Kederden harap olmuş bir beyinle. Aklı ermiyor olanlara Vietnamlı çocuğun Bilmiyor yaşamak nedir, ölmek nedir Çoktan unutmuş sevinmek, gülmek nedir Savaşın ne olduğunu anlamıyor bir türlü Sadece açlık şimdi anlayabildiği Midesini ve beynini kemiren bir açlık Anası yok ki ona sıcak yemekler pişirsin Babası yok ki ona renkli giysiler getirsin Savaşın bu kadar alçak ve insafsız olduğunu Vietnamlı çocuk nereden bilsin. Burası onun kendi toprağı, kendi yurdu Anası onu burada Şimdi yerle bir olan evlerinde doğurdu vietnamlı çocuk ninnilerle uyudu burada Anasının pişirdiği ekmeklerle büyüdü Tozlu sokaklarında koştu köyünün Kendi gibi çekik gözlü arkadaşları vardı Hepsi de savaşın varlığından habersiz Bu ormanda oynarlardı. Kim derdi ki bir gün Kara bir bulut çökecekti üzerlerine Masallardaki umacı gelecekti köylerine Vuracaklar, kıracaklar, yakacaklardı Her yere ateş ve lüm saçacaklardı Korkudan, yorgunluktan, işkenceden Yüz olmaktan çıkacaktı Vietnamlıların yüzleri Kim derdi ki bir gün Hınçla sıkılmış birer yumruk gibi Yuvalarından fırlayacaktı gözleri. Her şeyi gördü Vietnamlı çocuk her şeyi gördü Ve tükürdü yüzlerine babsını dövenlerin Döve döve öldürenlerin Sonra kaçtı bu uzak ormana Bu ormanda kuşlarla, hayvanlarla yan yana Ot yedi, böcek yedi Ve hep böyel cılız kaldı Vietnamlı çocuk Büyümedi. Şimdi oturmuş bir tümseğin üstüne Hatırlamaya çalışıyor olanları Geçen o korkunç zamanları Bir rüya gibi unuttuğu insanları Ve o masallardaki umacılar Onu da bulurlar, öldürürler korkusuyla Elinde bir taş var Vietnamlı çocuğun Çekik gözlerinde yaş Siz de ağlayın ey dünya çocukları Vietnamlı çocuk ölüyor yavaş yavaş İşte sımsıcak lejyoner bakalları içinde Margot'nun sigarillosuna ateş tutuyor Tersine dönük gözkapakları uykusuzluktan Kirli sarı bir gök birikmiş kadehinde Hiçbir kibriti bir seferde yakamıyor. Asıl bu ödlek flüt onu böyle yıkan Uykusuzluktan çok bu ödlek flüt margot'nun Çıplak gözlerindeki rom lekesi dişlerindeki Tebeşir beyazı açlık paletindeki karanlık Rimelindeki is ve dudak rujundaki kan Je hais les dimanches şarkısı juliette greco'nun. İşte dudaklarını konyağa vermiş dinlendiriyor Tersine dönük gözkapakları uykusuzluktan Bir yatak biliyor musunuz ah biliyor musunuz. Göğsüne yeşil mürekkeple margot'nun gözleri oyulmuş Her gittiği yere bir tutam sigarillo dumanı götürecek Margot'nun paketinden bir siyah götürecek kusuk siyah Kendine geceler boyamak için izmir'de istanbul'da. Nasıl yapıyor bilmiyorum bir türlü aklım almıyor Beyoğlu'ndan st-placide'e çıkıyor basmane'den passy'e İzmir'de 15945'ten soruyorsunuz gitti diyorlar İstanbul'da siyasi polis bile adresini bulmamış -İbrahim Golestan’a- . tüm varlığım benim, karanlık bir ayettir. seni, kendinde tekrarlayarak. çiçeklenmenin ve yeşermenin sonsuz seherine götürecek.. ben bu ayette seni ah çektim, ah. ben bu ayette seni. ağaca ve suya ve ateşe aşıladım! . yaşam belki. uzun bir caddedir, her gün filesiyle bir kadının geçtiği,. yaşam belki. bir urgandır, bir adamın daldan kendini astığı,. yaşam belki okuldan dönen bir çocuktur,. yaşam belki, iki sevişme arası rehavetinde yakılan bir sigaradır,. ya da birinin şaşkınca yoldan geçişi,. şapkasını kaldırarak,. başka bir yoldan geçene anlamsız gülümsemeyle ‘günaydın’ diyen.. yaşam belki de o tıkalı andır,. benim bakışımın senin buğulu gözlerinde kendini paramparça yıktığı. ve bir duyumsama var bunda. benim ay ve karanlığın algısıyla birleştireceğim.. yalnızlık boyutlarındaki bir odada,. aşk boyutlarındaki yüreğim,. kendi mutluluğunun sade bahanelerini seyreder,. saksıda çiçeklerin güzelim yok oluşunu. ve senin bahçemize diktiğin fidanı. ve bir pencere boyutlarında öten. kanarya ötüşlerini.. ah... budur benim payıma düşen,. budur benim payıma düşen,. benim payıma düşen,. bir perde asılmasının benden aldığı gökyüzüdür,. benim payıma düşen, terk edilmiş merdivenlerden inmektir. ve ulaşmaktır bir şeylere çürüyüşte ve gurbette,. benim payıma düşen anılar bahçesinde hüzünlü gezintidir.. ve ‘ellerini. seviyorum’ diyen. sesin hüznünde ölmektir... ellerimi bahçeye dikiyorum,. yeşereceğim, biliyorum, biliyorum, biliyorum. ve kırlangıçlar mürekkepli parmaklarımın çukurunda. yumurtlayacaklardır... küpeler takacağım kulaklarıma. ikiz iki kızıl kirazdan. ve tırnaklarımı papatya çiçekyaprağıyla süsleyeceğim.. bir sokak var orada,. aynı karışık saçları, ince boyunları ve sıska bacaklarıyla. küçük bir kızın masum gülüşlerini düşünüyorlar. bir gece. rüzgarın alıp götürdüğü.. bir sokak var benim yüreğimin. çocukluk mahallesinden çaldığı,. zaman çizgisinde bir oylumun yolculuğu. ve bir oylumla gebe bırakmak zamanın kuru çizgisini. bilinçli bir imgenin oylumu. aynanın konukluğundan dönen.. ve böylecedir,. birisi ölür. ve birisi yaşar.. hiçbir avcı,. çukura dökülen hor bir arkta inci avlamayacaktır.. ben hüzünlü küçük bir periyi biliyorum. okyanusta yaşayan. ve yüreğini tahta bir kavalda. usul usul çalan. küçük hüzünlü bir peri. geceleri bir öpücükle ölen. ve sabahları bir öpücükle yeniden doğacak olan... Furuğ Ferruhzad (1935 – 1968) . Çeviri: Haşim Hüsrevşahi “Eski güzel şeylerden değil, yeni kötü şeylerden başlamak gerekir.” -Water Benjamin-. Göç geçer.... Geçer ayrılıklar baladı. Siyah bir orman olur gençliğimiz. Bize böyle pay kalır. Bize böyle pay kalır.... Ağla sömürgem... Belki dönemem! Oralarda usul usul talazlanan nehirlerde yaz kalır; kış yanar, düş üşür yüreğimde. Ağlarım, gözyaşım beyaz kalır.... Sonra askerler yeniden kuşatırlar aşınmış kaleleri. Bin “hawaar “parçalar gecenin döşeğini. Ocaklar iniler, yas büyür, orta yerde kan kalır; Dıngılava’da peştamallı çocuklar havuzlara işerler; gözlerinde bir mahmur özlem kalır.... Derken bir Ankara, bir poyraz beni döve döve içeri alır. Yollar da giderek uzaklaşır... Giderek uzaklaşır. Fahişeler terli kasıklarıyla sabaha uğurlanır, kuşlar inkâr edilir, gökyüzü yağmalanır; ben büyürüm bu kederle kalbim uslanır.... Ağla sömürgem! Ağla ve kucakla kumral delikanlını. Buralarda çatılmış bir tüfeğim böğrümde taflan kalır. Şimdi Kızılay’da oturmuşum hasretin kancasında; geçer zaman, geçer yıllar, günlere bir yeni hazan kalır.... Ağla sömürgem... Sen hep mağlup bir ağlayışta, ben uzak susarım bu mağlubiyet için hep anlayışta. Bak, çöpçüler bu geceyi de piç edip süpürdüler. Ben ise haber değeri bile olmayan bir haykırışta, özleminle hâlâ bir yakarışta.... Ağla, ben de ağlarım gözyaşlarım özlemine az kalır. Buralarda nem var; nem varsa sende kalır! Daha çağırırken beni, anı bile kalmaya tenezzül etmeyen dağ dorukları, sömürgem yaslar durur sesime kırgın ayrılıkları…. Ben gittim ve yittim! . Oralarda usul usul talazlanan nehirlerde yaz kalır, yaslarım günleri yüzüme gözyaşım beyaz kalır. Burada yıllar küfürle uğurlanır. Ben büyürüm içindeki haylaz çocuk uslanır… Ve günler geçer, herkes gider, pistler boşalır; sahnede bir kurtlar, bir ben bir klasik dans kalır.. Ağla sömürgem... Buralarda döne döne- mem! Artık bir yeşile dolmasak da anılardan haz kalır. Sen de bir zaman duyarsın bir gün bir taze mezar kazılır:. A r d ı n d a b i r d a ğ ı n ı k g a z e l i l e, k ü l i l e A n k a r a ’d a b i r ö l ü y ı l m a z k a l ı r... Hakikat ilmini cana, sakın öğretme nadana Ki sarrar olmayan vermez bahayı dürr-ü mercana. Pirimiz ehl-i irfandır,kaçan idrak eder hayvan Erişmez her mecaz ehli kemal-i zat-ı irfana. Karadır zahidin kalbi yokuşdur taati amma Ne lazım fikr-i vesvasdan abestir fi'li insana. Muhammed şanına geldi nişan-ü tacı Mevlanın Delili (lafeta illa) gelüpdür Şah-ı Merdan. İşitsin kadı vü müftü bu davanın sebebin kim NESİMİ can ile başını verüpdür Hakka kurbana Eğer sen hayatımda olmasaydın Senin gibi bir kadın icad ederdim Boyu uzun kılıç gibi Gözleri berrak... Tıpkı yaz göğü gibi Yüzünü yapraklara resmederdim Sesini yapraklara kazırdım Göğüsünü Şam güvercinlerine benzetirdim Ve denize uzanmış bir balkona Suya dokunan ve batmaktan korkmayan Saçlarını gül bahçesi yapardım Beline bi kaside Ağızını bir şarap kadehi Gece boyunca meşgul olurdum Gerdanlığının titreyişlerini Kulak memelerinin musikisini Tasvir etmekle Olmasaydın kaderin sayfalarında Var ederdim ey sevgilim Şekillerden bir şekilde Bir parça Ay'dan ödünç alırdım Bir avuç deniz sedefinden Günün ilk ışıklarından Denizi, yolcuları, yolculuğu ödünç alırdım. Senin gözlerin için Yağdırırdım yağmuru... Sen hayatımda olmasaydın Yeryüzünde hava, su, ağaç olmazdı Yeyüzünde sen olmazdın... Sen olmasaydın... sevgilim Gerçekte...Aylarca uğraşırdım Bu geniş alın üzerinde Ve aylarca...ve aylarca Bu ince ağız ve parmaklar üzerine... Yine de senin gibi bir kadın düşünürdüm Elleri şeffaf Kirpiklerinin üzerine İki yıldız fırlatırdım Yatağının üzerinde İki mum yakardım Fakat varmı senin bir benzerin sevgilim Nerede bulunur...? Nerede...? . (yasak şiirler) çeviren: Kemal Yüksel. A1 Artık beni parktaki ağaç bile anlamıyor Siyah kedinizin kuyruğunda sallanan zaman Bir zamanlar sevinçle giyindiğim Ak bir güvercin kanadı gibi gururla giyindiğim Temiz ve mavi giysim değil artık. Yalnız imkansızlığı mı anlatır bir bulut Yağmaya hazır bekliyorsa gökyüzünde. Ömrümün serdar'ı gönlümün şah'ı Sana bu günlerde noldu barışak Gönderme ardımdan ahu imamı Bahar geldi bayram oldu barışak. Ben giderim gönül senden gitmiyor Kuru çöl'de mavi sümbül bitmiyor Küsenlere mevlam yardım etmiyor Ömür bitti çile doldu barışak. Kara zülüflerin dökmüş kaşına Ben seni sevmedim boşu boşuna Gücenmek günahtır mezar taşına Farzet ki Mahzuni öldü barışak Söyle Arkadaşım' dedi Anadolulu Mehmet yanı başındaki Anzak erine 'nereden kopup gelmişsin, neden çökmüş bu mahzunluk üzerine? '. 'DÜNYANIN ÖBÜR UCUNDAN' dedi gencecik Anzak 'Öyle yazmışlar mezar taşıma. doğduğum yerler öylesine uzak, örtündüğüm topraksa gurbet bana.' 'Dert edinme arkadaşım' dedi Mehmet 'değil mi ki bizlerle birleşti kaderin, değil mi ki yurdumuzun koynundasın ilelebet, sen de artık bizdensin, sen de bencileyin bir Mehmet'. Çanakkale'de toprağının üstü cennet altı mezar kavga bitmiş mezarlarda kaynaş olmuş yiten canlar.. 'ya sen dedi Mehmet oyun çağındaki İngiliz erine, 'yaşın ne senin kardeş böylesine erken buralarda işin ne? ' 'yaşım sonsuza dek on beş' dedi ufak tefek İngiliz eri. 'köyümde askercilik oynar coştururdum trampetimle bizimkileri derken kendimi cephede buldum oyun muydu, gerçek miydi anlamadan, bir sahici kurşunla vuruldum. Sustu boynumdaki trampet, son verildi böylece oyundan bozma işime Gelibolu'da bana da bir mezar kazıldı mezar taşıma ON BEŞİNDE TRAMPETÇİ' yazıldı. Öyküm de künyem de bundan ibaret.'. Yağmur yağıyordu usul usul toprağa göz yaşları düşerek üstüne sanki damla damla ağlıyordu uzaktan uzağa sahibini yitiren bir trampet.. 'ya sizler' dedi Mehmet dünyanın dört kıtasından mezarlar dolusu erlere, 'hangi rüzgar savurdu sizleri bu bilmediğiniz yerlere'. kimi İngilizdi, kimi İskoç kimi Fransızdı, kimi Senegalli kimi Hintli kimi Nepalli kimi Avustralya'dan kimi yeni Zelanda'dan Anzak gemiler dolusu asker her biri niye geldiğinden habersiz Gelibolu'nun oya gibi koylarından sızarak tırmanmışlardı dağa bayıra siper siper yara gibi yarılan toprak mezar olmuştu savaş ardından onlara. Kiminin BURADA YATTIĞI SANILIR Kiminin ADI BİLİNSE DE MEZARI BİLİNMEZ kiminin de mezar taşında on altı on yedi on sekiz yaşında EBEDİ İSTİRAHATE ÇEKİLDİĞİ yazılı. Çanakkale topraklarında, her birinin erken biten yaşam öyküsü eski yazıtlar gibi taşlara böyle kazılı. 'Anlamaz mıyım' dedi 'halinizden kardeşler' adına yazılı taşı bile olmayan asker Anadolulu Mehmet 'ben de yüz yıllarca yaban ellerde neyin uğruna bilmeden can vermişim kendi yurdum uğruna can vermenin tadına ilk kez Çanakkale'de ermişim. Uğrunda can verdikçe vatandı ancak ekip biçtiğim padişah mülkü toprak değil mi ki sizler alamasanız bile bu topraklar almış sizi sizleri basmış bağrına sizlere de vatan sayılır artık Çanakkale.. Çanakkale'de toprağının üstü cennet altı mezar kavga bitmiş mezarlarda kaynaş olmuş yiten canlar.. Bir garip savaştı Çanakkale savaşı kızıştıkça kızgınlığı dindiren ara verildikçe ateşe düşmanı kardeşe döndüren bir savaştı. Kıyasıya bir savaştı ama saygı üreten bir savaş yaklaştıkça birbirine karşılıklı siperler gönüller de yakınlaştı düştükçe vuruşanlar toprağa dostlar gibi kaynaştı.. Savaş bitti. Ölenler kaldı sağlar gitti köylü köyüne döndü evli evine kır çiçekleri geldiler akın akın çekilen askerlerin yerine yaban gülleri, dağ laleleri, papatyalar, kilim kilim yayıldılar toprağa. Siper siper toprağın savaş yaralarını örttüler koyunlar koruganları yuva yaptı kendine kuşlar döndü gökyüzüne kurşunların yerine. Çiçeğiyle yemişiyle yeşiliyle silah yerine saban tutan elleriyle geri aldı savaş alanlarını doğa can geldi toprağa silindikçe kan izleri. Yeryüzünde cennet oldu öylece o cehennem savaş yeri şimdi Çanakkale Gelibolu bahçe bahçe, ülke ülke mezar dolu.. Üstü cennet altı mezar Çanakkale toprağının kavga bitmiş mezarlarda kaynaş olmuş yiten canlar.. Huzur içinde uyusun vuruştukları toprakta kavgadan kinden uzakta yan yana dostça yatanlar. Koşu koşuver nargözlüm Yuvarlak biçimli ayakların Küheylan kolanı gibi kuşağın Gürbüz kalçalarının üzerinde. Koştur azaplardan kaçalım Koruklar üzümlenmiş mi bakalım Bir söze iki gülüş bir öpücük İki bedeni birbirine katalım. Ruhsatlım sevdamsın berigel Kanın höpürtülü başın dik O seven yuyan bakışınla İçimi yu mermer döşegel. Dorukta yeni ay ince işaret Ne kem gözler gezinir karanlığa Ne evin sevincinden korkan bulunur. Asmalarda güneş ve çocuklarımız Çardakta ıslak ve ekşi uyur Bacın bazlama yağlasın sahana Mutluyuz tüm dünyaya duyur Gençliğim ardında sürünsün Aşkına ihanet edersem eğer. En kalpsiz cellatlar boynumu vursun Senden başkasını seversem eğer.. Allahı unuttum, yalnız sana taptım Sevmekti maksadım, ben sana ne yaptım. Bana her yer zindan sen olmadıkca Aşkım ölmeyecek; kalbim durmadıkca. Hani benim gençliğim nerde Bilyelerim topacım Kiraz agacı altında yırtılan gömleğim Çaldılar çocukluğumu habersiz.. Penceresiz kaldım anne Uçurtmam tellere takıldı Hani benim geçnçliğim nerde.. Ne varsa bu gençliği yakan Ekmek gibi aşk gibi Ne varsa güzellikten yana Bölüştüm büyümüştüm.. Bu ne yaman çelişki anne Kurtlar sofrasına düştüm Hani benim gençliğim nerde.. Hani benim sevincim nerde Akvaryumum kanaryam Erkenden aşındırır aşkını Odaların köşelerine zamansız oturur Duyarsa bir çocuğun Oyundan çağrıldığını. Başının her seferinde döndüğü kumarı Gönlünü bir tarzla kurularken kazanır Anlarsa yenilen bir kadının Darda kaldığını. Kendi kendine ardaşak kaçağı Arada bir bakınır ne yaptığına Süresiz kapılır tablolara yangelir Ve oturdu mu bir masaya Hakkını verir çay içmenin. Bu adam kitapların uçlarına Çizilmiş itilmiş resim Korkmadan yaşar tebessüm gösterir Ağır başıyla nöbet alır Dağdan kaçar şehri çevirir Ve bırakır gönlünü bir tazı sıçramasına. Erkenden aşındırır aşkını Anlamaz bir kadının Süresiz kapılıp yangeldiği tablolara Severek tebessüm attığını Ağır başıyla kopar dağdan Nöbet alır şehri devirir. Buraya bakin, burada, bu kara mermerin altinda Bir teneffus daha yasasaydi Tabiattan tahtaya kalkacak bir cocuk gomuludur Devlet dersinde oldurulmustur. Devletin ve tabiatin ortak ve yanlis sorusu suydu: - Maveraunnehir nereye dokulur? En arka sirada bir parmagin tek ve dogru karsiligi: - Solgun bir halk cocuklarının ayaklanmasinin kalbine! dir. Bu olumu de bastirmak icin boyuna mekik oyali mor Bir yazma baglayan eski eskici babasi yazmistir: Yani ki onu oyuncaklari olduguna inandirmistim. O gunden boyle asker kaputu giyip gizli bir geyik Yavrusunu emziren gece camasircisi anasi yazdirmistir: Ah ki oglumun emegini eline verdiler. Arkadaslari zakkumlarla ormuslerdi su siiri: Aldirma 128! Intiharin parasiz yatili kucuk zabit okullarinda Her cocugun kalbinde kendinden daha buyuk bir cocuk vardir Butun sinif sana cocuk bayramlarinda zarfsiz kuslar gonderecek. Şimdi İzmir'de sabahın sekizi Karşıyaka'da, Alsancak'ta, Güzelyalı'da Bir ağ dolusu balık gibi gençliğimizi Daha yeni çektik denizden, rüyalarımızı da... Türküler övüyor sevgimizi Şimdi İzmir'de sabahın sekizi Şu deniz, şu gemiler, bizim malımız Altın saçar gibi güneş tembelliğimizi Karınca gibi çalışıyor adamlarımız İncir işleyen kızlar sayıklar hikâyemizi Şimdi İzmir'de sabahın sekizi Rüzgâr yalnız saçların için Tanrı öyle birleştirmiş ki sevincimizi Ne umutsuzluk var, ne korku, ne kin... Fotoğraflar çekiyor resimlerimizi. Şimdi İzmir'de sabahın sekizi Okaliptüs, yosunlar aşkımızla öpüşür Anneler emzirir hayallerimizi Bütün kızlar bizim için salınarak yürür Ama zaman boş koydu hayallerimizi Şimdi İzmir'de sabahın sekizi Gözyaşlarım yüzüne döküldü, anlamadı Aynı yastıkta bitirdik birbirimizi Altın kemerlerin içi boş kaldı Hangi zalim eller biçti ekinimizi? orhan kemal'in güzel anısına . işten çıktım sokaktayım elim yüzüm üstümbaşım gazete . sokakta tank paleti sokakta düdük sesi sokakta tomson sokağa çıkmak yasak . sokaktayım gece leylâk ve tomurcuk kokuyor yaralı bir şahin olmuş yüreğim uy anam anam haziranda ölmek zor! . havada tüy havada kuş havada kuş soluğu kokusu hava leylâk ve tomurcuk kokuyor ne anlar acılardan/güzel haziran ne anlar güzel bahar! kopuk bir kol sokakta çırpınıp durur . çalışmışım onbeş saat tükenmişim onbeş saat acıkmışım yorulmuşum uykusamışım anama sövmüş patron ter döktüğüm gazetede sıkmışım dişlerimi ıslıkla söylemişim umutlarımı susarak söylemişim sıcak bir ev özlemişim sıcak bir yemek ve sıcacık bir yatakta unutturan öpücükler çıkmışım bir kavgadan vurmuşum sokaklara . sokakta tank paleti sokakta düdük sesi sarı sarı yapraklarla birlikte sanki dallarda insan iskeletleri . asacaklar aydemir'i asacaklar gürcan'ı belki başkalarını pis bir ota değmiş gibi sızlıyor genzim dökülüyor etlerim sarı yapraklar gibi. asmak neyi kurtarır sarı sarı yaprakları kuru dallara? yolunmuş yaprakları kırılmış dallarıyla ne anlatır bir ağaç hani rüzgâr hani kuş hani nerde rüzgârlı kuş sesleri? . asılmak sorun değil asılmamak da değil kimin kimi astığı kimin kimi neden niçin astığı budur işte asıl sorun! . sevdim gelin morunu sevdim şiir morunu moru sevdim tomurcukta moru sevdim memede ve öptüğüm dudakta ama sevmedim, hayır iğrendim insanoğlunun yağlı ipte sallanan morluğundan! . neden böyle acılıyım neden böyle ağrılı neden niçin bu sokaklar böyle boş niçin neden bu evler böyle dolu? sokaklarla solur evler sokaklarla atar nabzı kentlerin sokaksız kent kentsiz ülke kahkahanın yanıbaşı gözyaşı. işten çıktım elim yüzüm üstümbaşım gazete karanlıkta akan bir su gibi vurdum kendimi caddelere hava leylâk ve tomurcuk kokusu havada köryoluna havada suçsuz günahsız gitme korkusu ah desem eriyecek demirleri bu korkuluğun oh desem tutuşacak soluğum. asmak neyi kurtarır öldürmek neyi yaşatmaktır önemlisi güzel yaşatmak abeceden geçirmek kıracın çekirgesini ekmeksiz yuvasız hekimsiz bırakmamak. ah yavrum ah güzelim canım benim / sevdiceğim bitanem kısa sürdü bu yolculuk n'eylersin ki sonu yok! gece leylâk ve tomurcuk kokuyor uy anam anam haziranda ölmek zor! . nerdeyim ben nerdeyim ben nerdeyim? kimsiniz siz kimsiniz siz kimsiniz? ne söyler bu radyolar gazeteler ne yazar kim ölmüş uzaklarda göçen kim dünyamızdan? . asmak neyi kurtarır öldürmek neyi? yolunmuş yaprakları ve kırılmış dallarıyla bir ağaç söyler hangi güzelliği? . kökü burda yüreğimde yaprakları uzaklarda bir çınar ıslık çala çala göçtü bir çınar göçtü memet diye diye şafak vakti bir çınar silkeledi kuşlarını güneşlerini: «oğlum sana sesleniyorum işitiyor musun, memet, memet! ». gece leylâk ve tomurcuk kokuyor üstümbaşım elim yüzüm gazete vurmuşum sokaklara vurmuşum karanlığa uy anam anam haziranda ölmek zor! . bu acılar bu ağrılar bu yürek neyi kimden esirgiyor bu buz gibi sokaklar bu ağaçlar niçin böyle yapraksız bu geceler niçin böyle insansız bu insanlar niçin böyle yarınsız bu niçinler niçin böyle yanıtsız? . kim bu korku kim bu umut ne adına kim için? . «uyarına gelirse tepemde bir de çınar» demişti on yıl önce demek ki on yıl sonra demek ki sabah sabah demek ki «manda gönü» demek ki «şile bezi» demek ki «yeşil biber» bir de memet'in yüzü bir de güzel istanbul bir de «saman sarısı» bir de özlem kırmızısı demek ki göçtü usta kaldı yürek sızısı geride kalanlara. nerdeyim ben nerdeyim? kimsiniz siz kimsiniz? . yıllar var ki ter içinde taşıdım ben bu yükü bıraktım acının alkışlarına 3 haziran '63'ü. bir kırmızı gül dalı şimdi uzakta bir kırmızı gül dalı iğilmiş üzerine yatıyor oralarda bir eski gömütlükte yatıyor usta bir kırmızı gül dalı iğilmiş üzerine okşar yanan alnını bir kırmızı gül dalı nâzım ustanın. gece leylâk ve tomurcuk kokuyor bir basın işçisiyim elim yüzüm üstümbaşım gazete geçsem de gölgesinden tankların tomsonların şuramda bir çalıkuşu ötüyor uy anam anam haziranda ölmek zor! . ------------------------------------------ 1963'lerde yaşanılanları ben, ancak böyle dökebildim 1976'larda şiire. Onüç yılda özümsemişim o olayları, onüç yıl sonra damıtabilmişim. O günleri yaşayıp da ozanlığa soyunanlar, elbette ki benden daha iyi yapabileceklerdir bu işi. "El elden üstündür, taa arşa kadar" demiş eskiler. Hasan Hüseyin Gönül, kararın bulurum Ten yıpranır, elden gider. Üstüne kilit vururum, Kul, köle, kurban olurum Can çekişir, elden gider. İki gözüm iki çeşme, Düşerim canın peşine Yar tükenir, elden gider... İkimiz aynı günde doğmuşuz Birimiz kuş tüyü bir yatakta Birimiz acıların kucağında Birimiz doğar doğmaz üç doktor kesmiş göbeğini Birimizin kendi anası Birimize günlerce zevk mutluluk emzirmişler Birimize yokluk acı ve sefalet. İkimiz aynı gün okula başlamışız Birimiz şehrin en pahalı kolejinde Birimiz bir mahalle mektebinde Birimizin evinde özel günler, özel öğretmenler Birimizin evinde yaşanmamış gün görmemiş En acı dersler.... Ve yıllar sonrasında birimizin elinde yaldızlı diplomalar Birimiz ortaokuldan terk Ve hayatı boyunca tek! . İkimiz aynı gün gurbete çıkmışız Birimiz avrupa'ya tahsile Birimiz askere Birimize adam oldu dediler alkış tuttular Birimizi hep yok saydılar ve de unuttular. Birimiz hep ev değiştirdi, dost değiştirdi, sevgili değiştirdi Tıpkı gömlek değiştirir gibi Birimiz ne değişti, ne değiştirdi sevdiklerini Bir saatli bomba gibi gömdü içine çektiklerini! . Ama birgün İkimiz de öleceğiz Elbette senin mezarın mermerden olacak Benimkisi şüphesiz meçhul kalacak Ama unutma Sakın unutma dostum Senin Tanrı'ya borcun Benimse hep alacağım olacak... Allahım bu vuslatı hicran etme Aşkın sarhoşlarını nalan etme. Sevgi bahçesini yemyeşil bırak Bu mestlere bahçelere kasdetme. Dalı yaprağı vurma hazan gibi Halkını başı dönmüş zelil etme. Kuşunun yuvasının ağacını Yıkma da kuşlarını perran etme. Kumunu ve mumunu karıştırma Düşmanları kör et de şadan etme. Hırsızlar aydınlığın düşmanıdır Onların işlerini asan etme. İkbal kıblesi yalnız bu halkadır Umut kabesin öyle viran etme. Bu çadır iplerini öyle katma Çadır senindir eya sultan etme. Yok dünyada hicrandan daha acı Ne istiyorsan et de onu etme Bu akşam onlardan söz etmeliyim bir bir Bu akşam, bu yerde anıma geliniz. Manuel Antonio Lopez Kardaş. Lizboa Calderon Diğerleri hayınlık ettiler biz yolumuza devam ediyoruz. Alejandro Gutieerrez Seninle düşen bayrak Ayağa kalkıyor Bütün yeryüzünde. Cesar Tapia Bu bayraklar üstünde yüreğin Bu gün Plaza’da çırpınıyor. Filomeno Chavez, Elini asla sıkmadım, ama elin burada Bu ölümün öldüremediği temiz bir eldir. Ramona Parra Genç parıldayan yıldız Ramona Parra Kahraman kadın Ramona Parra kanlı çiçek Dostumuz, ey yiğit yürek Örnek çocuk, altın gerilla Adına bu savaşı izleyeceğimize yemin olsun Yayılan kanın her yanda çiçekler gibi açsın Kuşlarını salmıştır çatılar Ve hasatçı bir gökyüzü ki Eğilip üstüne düşecek kadar Taştan ağzıyla öpmüştür seni Kan revan içinde alnaçlar. Yazmak dostlara neye yarar Elinde hançerden bir yelpaze Uzakta genç ve lâcivert dağlar Gözlerinin siyahı gitmiştir Telgraf çiçekleri astımlı kamyonlar. Çiçeğe kesmiştir karabasan Dönüşmüştür bir yurtsamaya İşte gülgillerden armut İşte baklagillerden akasya Neye yarar yazmak dostlara. Ölümü doğrusu hiç düşünmedim Ama düşündüm uzak kardeşlerimi Hey bayan Erozyon budur dileğim Bir gün parlatmak istersen beni Göm beni ilkin bir güzel karart. Kılıç kalkan gürz ve at Tâ çocukluğumdan beri Ne buldumsa okudum Sonunda anladım ki Bir kitapta resim şart Bir aşk bulsam, yağmurunda ıslansam Bir dost bulsam, irfanında beslensem Bir dağ bulsam, sinesine yaslansam Yalınızlığım bitermola, bilmem ki? Dilim bülbül oldu öter Ahım cana kılur eser Türlü türlü yemiş biter Mamur oldu bostanımız. Geçenler n'etti n'eyledi Her birisi bir ad koydu Leyla ile Mecnun gibi Söyleniser destanımız. Aşk ile başım hoşdürür Kande varsam yoldaşdürür Yıl on iki ay sarhoşdürür Aşktan içmiştir canımız. Muti olduk aşk haline Bakmadık dünya malına Girdiler erenler yoluna Tamam oldu imanımız. Ne kaşadır ne gözedir Meylimiz güzel yüzedir Daima solmaz tazedir Bu bizim gülistanımız. Kim buldu derman ecele Görsek geri kim ki gele Dahi gideriz ol yola Menzildedir kervanımız. Aşık Paşa'm nice nice Devlet anın ol göz aça Bizden dahi gelüp geçe Bu yalancı devranımız Sevinç bizim güneşte üzümlerden Sabah işe giderken Düş diye süzdüğümüz güzelliktir Başını döndürür bekletirsen . Ortanca çiçeğinin gölgesine Bize görünmeden sığınıveren Küçücük bir böceğin çıtırtılı sessizliği Simgesidir bitmez çabamızın Seni sevmek gibidir . Çınar sanki mektubunu getiren o güleç ve dalgacı arkadaştır Naneler üstünde yatacağımız halı Derenin sesi tren sesidir. . Aşk bizim her dokunuşta Ölür gibi sarsıldığımız şeydir. ne diye bu şuna şu buna kafiye? başa taş aşa yaş Hey'e ney tuhaf şey. kafiye mantığı o mantık hediye sandığı bu sandık! o mantık bu sandık- ta sandık ve yandık ne yandık. hendese kümese tıkılmak hadise kırkayak adese oyuncak vesvese gökbayrak ölümse gel dese tak tak tak mu-hak-kak. sorular sordular neden çok nasıl yok niçin var. sanatsız papağan neden çok ve atsız kahraman niçin yok. çok ve yok yok ve çok aç ve tok tok ve aç tut ve kaç saklambaç. neden çok nasıl yok niçin var. niçin'i boğarken piçini yatakta bastılar şafakta astılar. ve derken nasıl yok niçin var. bir varmış bir yokmuş karamış ve kokmuş dünyamız rüyamız kapkara manzara gebeler döşeksiz ebeler isteksiz kubbeler desteksiz habbeler süreksiz türbeler meleksiz tövbeler gerçeksiz cübbeler yüreksiz cezbeler şimşeksiz izbeler emeksiz heybeler ekmeksiz. kafiye hikaye dava tek ölmemek peygamber ne haber bir batan var vatan kandil loş ocak boş ve dağ dağ elveda!. gitme kal nefes al emir tez bekletmez ve O nur bulunur işte iz geliniz toprak post ALLAH DOST... Sa' d! diyor ki: "Bir gece biz karban ile Aheste-seyr iken yolumuz düştü bir çöle. Sür'atle tayy için o beyaban ı vahşeti, Hep yolcular feda ederek istirahati, Gitmektelerdi. Bir aralık bende meşye tab, Hiç kalmamış ki düşmüşüm artık zebfin ı hab. Avare bir piyadeyi bekler mi kafile? Naçar şedd i rahl edecek ta be-merhale. Durmuş, diyordu, bir de uyandım ki, sarban: "Kalk ey zavallı yolcu, uzaklaştı karban! Uykum benim de yok değil amma bu deşt zar, Araıngalı olur mu ki bin türlü korku var? Ser-ınenzil i merama varır durmayıp giden; yoktur necat ümidi bu çöller geçilmeden. Heyhat, yolda böyle düşen uyku derdine, Hep yolcular gider de kalır kendi kendine! " V ak' a hiç bir şey değildir; haklısın, lakin düşün. Başka bir düstfir ı hikmet var mı, insaf et, bugün? Varmak istersen - diyor Sa' d! - eğer bir maksada, Tuttuğun yollar tükenmekten muarra olsa da; Şedd i rahl et, durmayıp git, yolda kalmaktan sakın! Merd-i sahib-azm için neymiş uzak, neymiş yakın? Hangi müşkildir ki himmet olsun, asan olmasın? Hangi dehşettir ki insandan hirasan olmasın? İbret al erbab ı ikdamın bakıp asarına: Dağ dayanmaz erierin dağlar söken ısranna. Bir münevvim ses değil yer yer hun1şan velvele: Fevc fevc akmakta insanlar bütün müstakbele. Nehr-i feyza feyz-i insaniyyetin ahengine Uymadan, kabil değildir düşmernek bir engine. Menzil-i maksuda varmazsın uyanmazsan eğer... V ar mı bak, yollarda hiç bi dar olanlardan eser? işte atidir o ser-menzil denen aramgah; Karban akvam; çöl mazi; atalet sedd-i rah. Durma, mazi bir mugaylauzar ı dehşetnaktir; Git ki, au korkusuzdur, hem de kudsi haktir. Çok şedaid iktiham etmek gerektir, doğrudur... Yelıleten avare bir seyyahı yollar korkutur; Korku, lakin, azmi te'yid eylemek 1cab eder: Kurtulursun şedd i rahl etmiş de gitmişsen eğer: Çünkü düşmüşsün hayatın - ez kaza- feyfasına, Gitmen icab eyliyor tamenzil-i aksasına. Düşmernek madem elinden gelmemiş evvel senin, Ölmeden olsun mu ey miskin, bu çöller medfenin? intihar etmek değilse yolda durmak, gitmemek, Asumandan refref indirsin demektir bir meL:k! "Leyse li'l-insani illa ma sea" derken Huda; * Anlarnam hiç meskenetten sen ne beklersin daha? Davran artık karbanın arkasından durma, koş! Mahvolursun bir dakikan geçse hatta böyle boş. Menzil almışlar da yorgun, belki senden bi-mecal! Belki yok, elbette öyle! Sen ne etmiştin hayal? Şöyle gözden geçse bir bilkat temaşa-hanesi: Çıkmıyor bir zerre fa'aliyyetin biganesi. Asumani, hakdani cümle mevcfidat için Kurtuluş yoksa'y-i daimden, terakkiden bugün. Yer çalışsın, gök çalışsın, sen sıkılmazsan otur! Bunların hakkında bilmem bir bahanen var mı? Dur! Masiva bir şey midir, boş durmuyor Halik bile: ** Bak tecelli eyliyor bin şe'n-i gunagun ile. Ey, bütün dünya ve mafiha ayaktayken; yatan! Leş misin, davranmıyorsun? Bari Allah'tan utan. . * "Necm (53) sı1resi, 39. ayet. Meali: "İnsan için kendi sa'yinden (çalışmasından, emeğinden) başka bir şey yok." . ** "HiHik" -burada- başı hırıltılı ha (hı) ve sonu kalın ka (kaf) harfi ile, "Yaratan, Yaratıc ı, Allah" manasında... Aynı kelime (ha) ve (kaf) sesleri ile "berber"; (he) ve (kef) sesleriyle okunduğunda ise "heliik eden, yok edici' manalarma geldiğinden -latin harflerinin yetersizliği yü-zünden- bu izahata lüzum görüldü. Ne olur İstanbul'u böyle ağlatmayın Biraz sevindirin şu sokakları ya da Gelin benimle bir akşam, Kumkapı'da Balıkçı meyhanelerinde sabahlayın. Her sabah güneşi doğarken seyredelim Gelin yaşayalım, uykular şöyle dursun Yeter ki canım efendim gönlünüz olsun Bugün Emirgan'a, yarın Göksu'ya gidelim. Kaptırın kendinizi bir çılgınlıklara Elbet böylesine yaşamak daha iyi Bir gün ölüp yem olmaktansa balıklara. Bilene aslında her devir Lale Devri Aklınız varsa Nedim gibi yaşayın Orhan Veli misali dinleyin şu şehri Osmanlı Sultanı Osman Bey'e Kayınpederinin vasiyetidir.. Ey oğul, Bey'sin! Bundan sonra öfke bize, uysallık sana. Güceniklik bize, gönül almak sana. Suçlamak bize, katlanmak sana. Acizlik bize, yanılgı bize, hoşgörmek sana. Geçimsizlik, çatışmalar, Uyumsuzluk, anlaşmazlıklar bize, bağışlamak sana. Ey oğul, bölmek bize, bütünlemek sana. Üşengenlik bize, uyarmak, gayretlendirmek, şekillendirmek sana. Ey oğul, Sabretmesini bil, vaktinden önce çiçek açmaz. Şunu da unutma, insanı yaşat ki devlet yaşasın. Ey oğul, işin ağır, işin çetin, gücü kıla bağlı. Allah yardımcın olsun. Bulutları düşünüyorum kuşları ve aşkı Tarihleri var da onların hattâ anıları Vatanları olmadı hiçbir zaman ki onlar Ayışığına karıştılar yeryüzünden göçerek. Ve bırakarak metal bir uygarlığı geride. Anladım ayaklarımın altındaki dünya değil Çocuk sevinçleri ipinden koparılmış uçurtmalar Bulutu ve suyu izliyor soluk bir sonsuzluk Anladım yüreğimdeki rüzgârla sürükleniyorum. Üşüdüğümü unutuyorum yalnızlığımı da Yasaksa artık bu ülkeden çıkmamız Vatansız olduğumuzu bilelim diyedir Mayınlayarak ömrümüzün kalan kısmını. Anladım vatansızlıktır bir şaire yakışan 'Kim Muslumanlarin derdini kendine mal etmezse onlardan degildir.'. Hadis-i Serif. Muslumanlik nerde! Bizden gecmis insanlik bile... Adem aldatmaksa maksad, aldanan yok, nafile! Kac hakiki musluman gordumse, hep makberdedir; Muslumanlik, bilmem amma, galiba goklerdedir; istemem, dursun o payansiz mefahir bir yana... Gosterin ecdada az cok benziyen kan bana! isterim sizlerde gormek irkinizdan yadigar, Cok degil, ancak necip evlada layik tek siar. Varsa sayet, soyleyin, bir parcacik insafiniz: Boyle kansiz miydi -hasa- kahraman eslafiniz? Boyle dusmus muydu herkes ayrilik sevdasina? Benzeyip sirazesiz bir mushafin eczasina, Hic gorulmus muydu olsun kayd-i vahdet tarumar? Boyle olmus muydu millet canevinden rahnedar? Boyle acliktan bogazlar miydi kardes kardesi? Boyle adet miydi bi-perva, yemek insan lesi? . Irzimizdir cignenen, evladimizdir dogranan... Hey sikilmaz, aglamazsan, bari gulmekten utan! ... 'His' denen devletliden olsaydi halkin behresi: Payitahtindan bugun tasmazdi sarhos naresi! . Kurd uzaklardan bakar, dalgin gorurmus merkebi. Saldirimis ansizin yaydan bosanmis ok gibi. Lakin, ask olsun ki, aldirmaz otlarmis esek, Sanki tavsanmis gelen, yahut kiliksiz kostebek! Kar sayarmis bir tutam ot fazla olsun yutmayi... Hasmi, derken, cullanirmis yutmadan son lokmayi! .... Bu hakikattir bu, sasmaz, bildigin usluba sok: Halimiz merkeple kurdun ayni, asla farki yok. Burnumuzdan tuttu dusman; biz bogaz kaydindayiz; Bir bakin: hala mi hala ihtiras ardindayiz! Saygisizlik elverir... Bir parca olsun arlanin: Vakti coktan geldi, hem gecmektedir arlanmanin! Davranin haykirmadan nakus-u izmihaliniz... Oyle bir buhrana sapmistir ki, zira, halimiz: Zevke dalmak soyle dursun, vaktiniz yok mateme! Davranin zira gulunc olduk butun bir aleme, Beklesirken gokte yuz binlerce ervah, intikam; Yerde kalmis, na'sa benzer kavm icin durmak haram! ... Kahraman ecdadinizdan sizde bir kan yok mudur? Yoksa, istikbalinizden korkulur, pek korkulur.. 1913 Hayır! Bu sana son şiirim olmayacak Ne de son şarkım... Asla! Yazacağım hergün yeniden Hergün bir öncekinden fazla.... Bir gün seni anlatacağım Bir gün aşkını... Belki sonuncu şiirimde bulacağım En sıcak bakışını! .... Sonra kendimden bahsedeceğim Mısralarda titreyeceğim ılık ılık. ''Bu şarkı var ya! '' diyeceğim Anlayacaksın ve güleceksin ışık ışık.... Z' ye gelmeyeceğim hiç Hep A' larda demirleyeceğim Sen özlemler açacaksın sabırsızlığında Bense fırtınalarda serinleyeceğim! .... Ve böyle sürüp gidecek aşkımız usanmadan Usanmadan seveceğiz birbirimizi Sen bana, ben sana doymadan Ancak ölüm yenebilecek ikimizi... Aşk kitabını evirdim,çevirdim, Bir adam konuştu kitabın içinden; Yüreği yana yana bir adam:. 'Kimdir mutlu kişi, bilir misin?. Bir karısı olacak, ay gibi güzel, Bir gecesi sürecek yıl kadar uzun...' Artık demir almak günü gelmişse zamandan, Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan. . Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol; Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol. . Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli, Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli. . Biçare gönüller. Ne giden son gemidir bu. Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu. . Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler; Bilmez ki, giden sevgililer dönmeyecekler. . Bir çok gidenin her biri memnun ki yerinden. Bir çok seneler geçti; dönen yok seferinden Aşkımızdan ödül diye Yüreğimde taş bıraktın Gidiyorken imza diye Gözlerimde yaş bıraktın. Hayatımda ne tat ne tuz Sensiz odam buz kesti buz Gecelerim hep uykusuz Sol yanımı boş bıraktın. Mutlu musun oralarda Olamadık bir arada Sen gideli buralarda Boynu bükük baş bıraktın. Neden bitti niye küstük Diken oldu yatak yastık Sen gideli yüzü asık İki çatık kaş bıraktın. Günüm kara gecem kara Mahkum ettin dört duvara Kavuşmadan ilkbahara Dört mevsimi kış bıraktın... Sen bir aşksın ben bir mecnun Sen olmasan ben olmazdım Sen bir gülsün ben bir bülbül Sen olmasan ben olmazdım. Kalbimde yaşarsın her an Varım yoğum sensin inan Kalbimdeki aziz mihman Sen olmasan ben olmazdım. Ansızın kalbime girdin Türlü türlü dertler verdin Beraberce çeker derdin Sen olmasan ben olmazdım. Sensin benim cümle varım Yoktur başka kisb ü kârım Hem yazımsın hem baharım Sen olmasan ben olmazdım. Bağrımdaki açan çiçek Türlü koku türlü irenk Bu bendeki olan gerçek Sen olmasan ben olmazdım. Dokun Veysel tele dokun Coştu gönül etti akın Sensin bana benden yakın Sen olmasan ben olmazdım Geldim,gitmelere bekle diyerek. Attım valize birkaç kırgınlık, Bir iki vefasızlık. Bir kaç acı söz, Benim hatırladıklarım. Bir kaç iyi söz, Senin unuttukların. Geride kalan ne varsa; Boğazın sularına serdim. Geldim,korkma aç kapıyı, Sende kalmaya değil; beni almaya geldim. Artist milletizdir. Bizde defaten ölünür ve kalkılır ki sofralardan hamdüsenalarla palalarla el yıkanmadan ağız misvaklanmadan zinhar vurulmaz ha ne dosta ne düşmana Yüzüm eskiydi Zaman sonrasız, unutkan. Yatağım öyle derin Onca batık hüznü taşıyan. Keşişler geçti ölümden Kan ve tufan. Ses ve susuş Yankı ve buz Karaya bağlayan Batmak için kara göründü Kıyıya sağır dalga durmaz Paydostan sonra gişeye önemli bir mektup getiren biri gibi: Gişe çoktan kapalıdır. Yaklaşan bir sel felaketi karşısında kenti uyarmak isteyen biri gibi: Ama başka bir dilde konuşan. Kimse anlamayacaktır onu. Dört kez kendisine bir şey verilen bir kapıyı beşinci kez çalan bir dilenci gibi: Beşinci kez aç kalır. Yarasından kan boşanan ve doktoru bekleyen biri gibi: Kan durmaz, hep boşanır. . Biz de ortaya çıkıyor ve bize yapılan zulümleri haber veriyoruz. . İlk kez arkadaşlarımızın yavaş yavaş katledildiğini bildirdiğimizde çığlıklar göklere ağdı. Yüz kişiydi katledilen. Ama bin kişi katledildiğinde ve ölümlerin sonu gelmediğinde bir sessizlik kapladı ortalığı . Zulümler yağmur gibi yağmaya başlayınca "dur! " diyen olmaz artık, . Cinayetler üst üste yığılmaya başlayınca görülmez oluverirler. Çekilen acılar dayanılmaz olunca duyulmaz artık hiçbir çığlık. Çığlıklar da yaz yağmuru gibi yağar. Allah dostu odur ki, nefsine tek pay biçmez; Kırk yıl bir ekşi ayran özler de onu içmez. Yıllardır yütürdüğüm güneşi arıyorum Hüznümü kolarımla sımsıkı sarıyorum Sanki dev bir kasırga emiyor yüreğimi Yoksa bu derin acı ruhumun gömleğimi Bu hayal,bu pelerin giyen esrarlı kadın Uçan kelebeği mi,dudağımda feryadın Kah görünüp kaybolan, kah konan pencereme Kah demir yumruk gibi sıkışan hançerime Sen bir taze haber gibi gelmiştin unutmadım Her gelişin bir taze haberdi, unutmadım . Aşktı alıp verilen, altın bir vakitti yaşadığımız Bir muştuyu algılamanın sürekli gerilimiydi sanki, unutmadım . Can oynardı evlerde, yollarda, meydanlarda Can alınıp can verilirdi, hiç unutmadım . Sen uyurdun, uykun bir tepeden seyredilen uçsuz bir vadi Kıyısından seyredilen bir denizdi sanki, unutmadım . Ah sevgili! hayat görünürdü kapından bir çırpınış yüreklerimizde Sen evinden çıktığında güneşler doğardı içimizde, unutmadım . Toprağa düşen tohum, onda gizlenen renk, şekil, koku Senin için biçimlenirdi, renklenirdi, kokardı senin için, unutmadım . Ebedi masum çocuklar zamanın solmayan çiçekleri İstemişlerdi de ezan okumuştu Bilal bir sabah, unutmadım . O dirildi, o dirildi diye birden çalkalanan sokaklar Ölüm ki sonsuza açılan bir kapıydı, hiç unutmadım . Ey aşk, ey dirilik soluğu, ey evrenin hareket kaynağı, Nasıl unuturum, nasıl unuturum, hiç unutmadım! .. KİM? . Bu nasıl bir vazgeçiş? Bu nasıl bir terkediş? Taş mıydı sarıldığım yüreğin? Buz muydu öptüğüm dudakların? Bu ikinci sen miydi çok geç farkettiğim? Aynı günde yüzlerce maske Hangi sendi acaba benim ölürcesine sevdiğim? Bu gözler değil miydi daha dün? Yemyeşil bir güneş gibi içimi ısıtan Bu eller değil miydi Aramızdaki bütün duvarları yıkan? Bu telefonlar değil miydi susmayı bilmeyen? Bu ziller değil miydi seninle çalan? Bu kapılar değil miydi Seninle açılıp seninle kapanan? Bu koltuk değil miydi uzandığın? Bu yatak değil miydi yattığın uyandığın Bu masa değil miydi özenle süslediğin Bu vazo değil miydi çiçekler derlediğin Ve sen değil miydin Benim için en deli- en vahşi- en çıldıran Ve şimdi sen misin gerçekten Kör bir testere gibi Beni senden ayıran... Bu sokaklar değil miydi elele gezdiğimiz Bu şarkılar değil miydi birlikte ezberlediğimiz Ya bu kır kahveleri Ya bu balıkçı tekneleri Yani biz yaşamadık mı Seninle o günleri Biz değil miydik birbirimiz için yanıp tutuşan Şimdi biz miyiz söyle Bütün ayrılıkları haklı çıkaran Söyle Kimdi bana bunca şiirler yazdıran Kimdi beni bulutlarda uçuran Kimdi beni öpüşürken çıldırtan O hangi sendin Şimdi hangi sen gittin Benimle kalan kim? Benimle ölen kim? İşte son nefesteyim Söyle kim Sen kim Ben kim Seni benden alan kim Aramızda kim var Kim kim kim? ... Suları boğdu dalgalar. Ses hoyrat, sevinç yılgın, şakaklarım sonbahar…. İklimi kurak aşkların… Yapışmış tenime ter, elime kir, sessizliğin ortasında bir deli rüzgâr.. Akşamdır avuçlarında marmara'nın… Akşamdır, şiire karıştı sular, sularda çoğalır sevdalar; ellerim ah ellerim, nasıl anlatsam, gece… Gece kokuyor çocuklar… hiç görmediğim gökler vahşi yeşil ağır şehirler oturmuş altına içinden sular geçiyor erimiş cam parıltıdan göz gözü görmez olmuş. bu kız sevdiğim o kız değil bir başka yüz takmışlar suratına kendisiyle kavgalı sabah akşam kirpikleri maviymiş dudakları mormuş. insanlarla yanılmış eski sahil şarkılar asılı günün her saatına hangi rastladığıma kimi sorsam kimin kim olduğunu bilmiyormuş. denizin üstü yıldız çil çil çil dağların arkasında saklı fırtına kötü bir rüyadaymışız tamam ne yapsan bir sona ermiyormuş biz olmasak açlık biz olmasak ölüm.. dediler seni kapkara bir çarşaf gibi yere serdiler . sevildikçe güzeldin öpüldükçe güzelim kız kızoğlankız olmadın mı şimdi daha duldasız . mapus çağındayız bakarsın ayakta duramam bağışlama güzelliğin bozulur dayanamam . sınanıyoruz kaçınılmaz ayrılıklarda bak son demde yakaranı tanrı bağışlasın bırak . okşadım tenini kırıldı bir kez yasak bıçak kanımı akansın olası mı seni unutmak . seni sevdalar yontusu seni aşk yaratısı sana çoğaldım elbet bitecek yaşamak ağrısı Bütün dünya bir sahnedir... Ve bütün erkekler ve kadınlar sadece birer oyuncu... Girerler ve çıkarlar. Bir kişi bir çok rolü birden oynar, Bu oyun insanın yedi çağıdır... İlk rol bebeklik çağıdır, Dadısının kollarında agucuk yaparken... sonra mızıkçı bir okul çocuğu... Çantası elinde, yüzünde sabahın parlaklığı Ayağını sürerek okula gider... Daha sonra aşık delikanlı gelir, İç çekişleri ve sevgilinin kaşlarına yazılmış şirleriyle... Sonra asker olur, garip yeminler eder. Leopara benzeyen sakalıyla onurlu ve kıskanç, Savaşta atak ve korkusuz, Topun ağzında bile şöhretin hayallerini kurar... Sonra hakimliğe başlar, Şişman göbeği lezzetli etlerle dolu, Gözleri ciddi, sakalı ciddi kesmli... Bilge atasözleri ve modern örneklerle konuşur Ve böylece rolünü oynar... Altıncı çağında ise palyaço giysileriyle, Gözünde gözlüğü, yanında çantası, Gençliğinden kalma pantalonu zayıflamış vücuduna bol gelir. Ve kalın erkek sesi, çocukluğundaki gibi incelir. Son çağda bu olaylı tarih sona erer. İkinci çocukla her şey biter. Dişsiz, gözsüz, tatsız, hiç bir şeysiz... Bu yazı William Shakespeare'ın 'Nasıl Hoşunuza Giderse' adlı oyununun 3. Bölüm 7. Trajedyasıdır sen ki anasın toprağa benzer yüreğin bereketli doğurgan yemyeşil bir toprağa ana al yanaklı bal dudaklı bir gelin veremedim diye kızma bana sencileyin ak umutlarına ben hiç kara çizmedim hiç kara çizmedim ben çiçek taşıdım güneşe ben çiçek taşıdım diye güneşe kuşkusuz çiçekten bir halka takmayacaklar boynuma biliyor ve ağlamanı istemiyorum sen koskoca bir çınar ben çınardan düşen yaprak bak dalında güneş kökünde toprak var kökünde binlerce oğul binlerce umut duraksız doğup yeşerecek ne mutlu sana ANA Kemal vakti yaşıyordun bir zaman Ağzından ne çıksa 'peh-peh' dediler Zeval çağın geldi, bu da olağan Vurdular tekmeyi, 'deh-deh' dediler. 11.10.2007/Vakit You become aware when you feel homesick That you are brothers with the Greek; Just look at a child of Istanbul Listening to a Greek epic.. We've sworn at each other In the free manner of our language. We've drawn knife on blood Yet a love lies hidden in us For days of peace like these.. What if in our veins It were the same blood that flows? From the same air in our hearts A crazy wind blows.. So generous like this rain And warm like the sun. The armfuls of goodness of spring That surge from within.. Our hostility is like a drink Distilled from the fruit of the climate As harmful and as tasteful as any drink. From this water from this taste have we sinned.. A blue magic between us And this warm sea And two peoples on its shores Equals in beauty.. The golden age of the Aegean Will revive through us As with the fire of the future The hearth of the past comes alive.. First a merry laughter comes to your ear Then some Turkish with a Greek accent. Nostalgic about the Bosporus And you remember the Raki*.. It is when you are homesick That you recall you are brothers with the Greek.. London 1947 Yoruldum işte insan olmaktan. Terzilere, sinemalara gidiyorum işte, şaşkınım, kapalıyım, çuhadan bir kuğu gibi sorular, küller denizinde salınıyorum.. Ağlıyorum berberlerin kokusunu duyunca. Tek isteğim dinlenmek, kurtulmak taşlardan, bahçelerden kurtulmak, yünden, köşklerden, mallardan, gözlüklerden, asansörlerden.. Yoruldum ayaklarımdan işte, tırnaklarımdan, gölgemden, saçlarımdan, yoruldum işte insan olmaktan.. Nefis bir şey olurdu ama bir noteri kesik bir zambakla korkutmak ya da kulak tozuna vurup öldürmek bir rahibeyi. Ne güzel olurdu yeşil bir bıçakla koşmak sokaklarda soğuktan ölünceye kadar bağırarak.. Yaşamak istemiyorum karanlıkta ot gibi, uykuda titreyerek, kararsız, şaşkın, her dakika düşünmek, her gün bir şeyler yemek ıslak dehlizlerine inip dünyanın.. Bana göre değil bu rezillikler. Bana göre değil ot olmak, mezar olmak, ıssız bir tünel olmak, bir cesetler mahzeni, acı içinde ölmek, kaskatı kesilmek soğuktan.. Bu yüzden ışıldıyor Pazartesi günleri o zindansı yüzümle beni görünce, kırık bir tekerlek gibi geçip giderken ılık kan yolları uzatıyor geceye.. Köşelere itiyor beni, köhne evlere bir şey, camlarından kemik savrulan hastanelere, kundura tamircilerine, sirke kokan, uçuruma benzeyen korkunç sokaklara.. Kükürt rengi kuşlar, iğrenç barsaklar asılmış tiksindiğim evlerin kapılarına, çaydanlıkta unutulmuş takma dişler var, utançla, korkuyla ağlayan aynalar, şemsiyeler, zehirler, göbek bağları her yanda.. Sessizce yürüyorum gözlerle, kunduralarla, öfkeyle, unutuşla, geçiyorum büroların, dükkânların önünden, iplerine çamaşır asılı avlulardan, donlardan, havlulardan, gömleklerden, kirli göz yaşları akıtılıyor usulca.. Pablo Neruda Çeviren: Ülkü Tamer “Çağdaş Latin Amerika Şiiri Antolojisi'nden -I-. ateşten köpekler yalıyor sütlü meme uçlarını zebaniler kazımış cehennem yalazı saçlarını azrail gelir nefes nefese teslim alır elbet yanardağ ağzı cinselliğinden kazığa çakılmış kadını. -II-. camların ardında çınar camlardan yemyeşil yığılan güneş ışığı acı sarı bir arı vızıldar vurup kendini o duvardan bu duvara. kadının bütün gözleri ışık bulaşığı erimiş gümüş mü dökülmüş öyle parıltılı ve yoğun tırnaklarının yaldız güneşi yansıtıyor parmaklarını kımıldattıkça sanki alüminyum. kadının pençelerinde oğlan çocuğu on üç yaşlarında ancak sarışın akça pakça soyulmuş muz dersiniz kokulu ve yumuşak kadının altın dişleri her yanına batıyor her değdiği yeri yakarak soluğu dilinden kulak içlerine ışık zerrecikleri bırakarak. kadın iri çekme burunlu kırkına yakın çıplak ışık sızıyor hücrelerinden ter yerine körpe erkekliğini kapmış oğlanın -kendini tutmasa- koparıp yutacak Yemen illerinde Veysel Karani. Rumda Acemde aşık olduğum, Yemen illerinde Veysel Karani Hak peygamber sevdi ve dostum dedi Yemen illerinde Veysel Karani. Anasından doğup dünyaya geldi Melekler altına kanadın serdi Resulün hırkasını tacını giydi Yemen illerinde Veysel Karani. Erenler önünde kemer belinde Ak nurdan beni var o sağ elinde Veys Sultan derler hak divanında Yemen illerinde Veysel Karani. Sabah namazını kılıp giderdi Gizlice Rabbine niyaz ederdi Anın işi güçü deve güderdi Yemen illerinde Veysel Karani. Bin deveyi bir akceye güderdi Onun da nısfını zekat ederdi Develer bileşince tevhid ederdi Yemen illerinde Veysel Karani. Elinde asası hurma dalından Eyninde hırkası deve yününden Asla hata gelmez onun dilinden Yemen illerinde Veysel Karani. Yastığı taş idi döşek postu Cennetlik eylemek ümmeti kastı Hakkın sevgilisi habibin dostu Yemen illerine Veysel Karani. Anasından destur aldı durmadı, Kabe yollarını geçti boyladı Geldi o Resulu evde bulmadı Yemen illerinde Veysel Karani. Peygamber mescidden evine geldi Veysin nurunu kapıda gördü Sordu Aişeye eve kim geldi Yemen ellerinde Veysel Karani. Yunus eydürgelin biz de varalım Ayağın tozuna yüzler sürelim Hak nasip eylesin komşu olalım Yemen illerinde Veysel Karani.. Yunus Emre Bir akşam ışıkların daglara güldüğünü Bir akşam bulutların seyre döküldüğünü Görürsün, hasretiyle sabah ezgilerinin Bir akşam gözlerin ufka dalar pek derin Kuşlar öter, uçuşur, yeşil dallara konar Umutlar yaprak yaprak alevlenirde yanar Son mutluluk sesleri dökülür dudaklardan İnsanlar gölge gibi çekilir sokaklardan Rüzgar okşamaktayken annen gibi tenini Gecenin kolları sessizce yakalar seni Anlarsın gözlerinin dolup boşaldığını Anlarsın yanlızlıgını ve yanlız kaldıgını Eşyanın konumunu biçimini rengini almışlardır Koltuğa oturdular mı koltuğun boyuna eklenir boyları Pat pat pat diye gülerler bir motosiklet neşesiyle Ama zariftirler de bir bisiklet kazasında ölmeyi akıl edecek kadar, Patatesin ağaçtan mı koparıldığını tartışacak kadar naiftirler de, Hakçası bilmedikleri yoktur, bütün balık adlarını bilirler bir kere, Lunapark beğenisiyle düzenlenmiştir yatak odaları, Kadındırlar nişanlıları kendilerine ada falan armağan ederler Dardırlar da, söz aramızda, çekecek kullanarak işlemde bulunmak gerekir, Bayramlarda trafik noktalarına gül lokumu kutuları bırakırlar, Ulusçudurlar bunun kanıtı olarak viskiyi kâseyle içerler Ama batılıdırlar da lahmacuna havyar sürecek kadar, Hekimdirler güneş gözlüğüyle kürtaj yaparlar başarırlar da Şapkaları güzel bir niyet gibidir, öfkeleri dört mevsim reklamı, Lirik değillerdir olmayı da istemezler zaten isteseler de olamazlar Ama hamarattırlar uyku hapları ve bir sürü zımbırtıyla ölümü magazinleştirecek kadar; Padişahtırlar ferman çıkarmışlardır: hareme patlıcan ve hıyar ancak kıyılarak sokulabilir; Sikke kesmişlerdir badem yaprağından ince kırağı tanesinden yeğni; Tecimendirler yüzyıllar boyunca karılarına hükümdarların sataşmasını ağırca bir vergi olarak kabullenmişlerdir. Düşünürdürler de ölülerin aile albümlerinden toplumbilim kuralları çıkaracak kadar, Dalgalı görürler her şeyi çiçek sayrılığını omuriliklerinde geçirmişlerdir; Efedirler, Nazilli'de Uzunçarşı onlarındır törenlere madalyalarla katılırlar Ama yük kamyonları Denizli'den geçerken plaka değiştirir Ve sakıngandırlar sokakta konuşurken sırtlarını duvara verecek kadar; Düğünlerinin provası yapılır sünnetlerinin de ölümlerinin de Kefenleri de kundakları gibi özenle hazırlanır ve aynı renktedir: Kızlar için pembe-beyaz oğlanlar için beyaz-mavi Dünya müzesinin en renkli portreleridirler Tarihin sabıka kaydında fotoğrafları Önden güleç ve edilgin yandan keskin ve firavun; Dilenciler ve genelev kadınları üstüne sayısız özdeyiş yatar kursaklarında, İçlerindeki sevgi insanları atlayarak hayvanlara yönelmiştir Özellikle kedilere ve köpeklere karşı iyice duygusaldırlar iki gözleri iki çeşme, Öldürmemektir felsefeleri bir karıncayı bile, ama yaşatmayı bilmezler, Bönlükten korkarlar, gezgin köftecilerden adamakıllı korkarlar Fotoğrafın arabından ödleri kopar Öğretmenlerden de korkarlar nedense Ama elbet yerine göre gözüpektirler de Sigaralarını yüksek fırından yakacak kadar; Çincede demagoji olanağı var mıdır? Arpaçay ne ilçedir? Atçalı Kel Memet mi Manisalı Kör Bayram mı? Yarın mı öbürgün mü? Sorulardan korkarlar; Yine de yanıtları hazırdır her şeye: ...dığı gibi, ...mekle birlikte, ...na karşın; Olasılığa tanrı gibi taparlar da olağandan ödleri kopar, Doğuran atı güzel bulur Eski Anadolu-Bağdat demiryolu ortaklığının kitaplığında Ve bir takım belletenlerde adları geçer, Noterler tutar güncelerini, Yönetmendirler kurul başkanıdırlar Japon feneri ya da uçurtma tadı taşıyan senetlerden Zamanaşımı süresi dolmadan tüyüp gider imzaları, Kimi sözler onlar için kullanılır: saygın, ünlü, şahane Kimi sözler onlar için de kullanılır Kimi sözler onlar için kullanılamaz Kimi sözlerin kullanılmaması doğrudur Kimi sözler hiç kullanılamaz Haşhaşla çalıştırırlar güzellik enstitülerini İşbilirlik konusunda yücegönüllüdürler Svidrigaylov'luk taslarlar Gerçekte su katılmadık birer Lujin'dirler Taşarondurlar, Yine de Göçmen kuşların durumu söz konusu olunca Bir yerlerinden birkaç Ahmet Cemil birden çıkarabilirler; Dibe çökerler devinim evrelerinde Durgun dönemlerdeyse kurbağa pislikleri gibi Yan yana omuz omuza bitişe bitişe Suyun yüzüne yükselirler Giderek renkleri koyulaşır Avukattırlar Günoğludurlar Nilüferleri kararta kararta Kalırlar orda. Bitme, bak, içtim, yürüdüm, kederlendim Denize girdim, üşüdüm, sana geldim.. Düş bitmeden sen bitme. Bitmeden sevgi gitme…. Bitme! Bak, koştum, savruldum, hep örselendim. Cıgara ziftlendim, ille de seni sevdim. Uzaklarda öyle çok kederlendim.. Günler bitmeden bitme. Bitmeden hasret gitme…. Bu yangın geceler, bu intihar. Gidersen paramparça yüreğimde ağıtlar! Bu dolunay gecenin göğsünü yarar. Benim göğsümde de sana geniş bir yer var.. Düş bitmeden sen bitme. Bitmeden sevgi gitme... Düşünüyorum da; bir bakıma senden öncesi yok gibi bir şey Çünkü senden önceki yıllar, sana hazırladı beni Senden önce tanıdığım kişiler, seni bulduğum zaman değerini daha iyi anlayabilmem için birer sebepten başka bir şey değillerdi Sensiz anılarım seninle geçen bir günün anısı yanında o kadar kuru ve cılız ki! Uzun yıllar amansız bir ölüşün içinde çalkalanıp durdum Bir trendim; küçücük istasyonlardan geçtim, sonunda sana varmak icin Bir gemiydim; irili ufaklı limanlara uğradım, bir gün senin limanına gelmek icin Bir yoldum; nice insanlar çiğnedi beni Şimdi ayaklarının temasındaki hazzı daha iyi anlıyorum. Bir kitaptım; beni okudular, fakat anlayan çıkmadı Yıllarca seni bekledi sayfalarım, okuyasın diye Yokluğunda bir kadehtim ben, Türlü içkilerle doldurup ağızlarına boşalttılar beni Yere çarptılar kırılmadım, duvara vurdular parçalanmadım Bir gün içime senin güzelliğinin dolacağını bildiğim için Dudaklarının değdiği her yerde bir ölümsüzlük ateşinin yanacağına inandığım için Gör, bir kadehin nasıl sarhoş olduğunu. Şimdi sarhoşum ben Kurşun askerler, bebekler, oyuncaklar vardı senden önce Durup durup aldanmalar vardı, aldığını geri vermeyen aynalar vardı Hep karanlığa açılan pencereler, ardında iğrenç yaratıkların yaşadığı büyük kapılar vardı Şehirler gördüm; sokaklarında bir toz bulutuydu yaşamak Çarşılarında fazilet kiloyla satılır, namus metreyle alınırdı Evlerinde yanyana yaşardı insanlarla hayvanlar Sabahları yalan girerdi pencerelerinden ışık yerine Akşamlar pis bir koku gibi gelir, geceler bir hışım gibi çökerdi o şehirlerin üstüne Her evde bir çocuk ağlardı ve her gün bir çocuk ölürdü sıtmadan. Gündüzleri erkekler kahvelerinde okey oynar, kadınlar bakraçla su taşırdı Gece olunca yataklar utanırdı yataklığından, duvarların yüzü kızarırdı Eller ve ayaklar bütün gece kirli bulaşıklar gibi yıkanmayı beklerdi Şehirler gördüm ben.. Sefaletin utanç olmadığı şehirler gördüm Bencilliklerin birer apartman gibi yükseldiği ve şereflerin çamurlara düştüğü şehirler gördüm yaptığını anlamıyordu Balolarda, şölenlerde kötü bir oyundu yaşamak. Kadınlar elmaslarıyla ölçüyorlardı güzelliklerini Erkekler banka cüzdanlarıyla değerliydiler Ne şehirler gördüm ben.. Tiyatrolarında, sinemalarında aldanışlarımız, utançlarımız oynanırdı Meyhanelerinde kirli ve renkli sulardı içilen. Mavileşmiş bir köhne zamandı. Çeşitli tuzaklarla doluydu her sokağı. Büyük arenalara benzeyen sokaklarında kan ve zulüm kokardı. Bir semtinde parfüm kokularıydı havaya karışan. Bir semti amonyak kokardı. Ve nice insanlar gördüm ben. Alışkın elleri kötülük etmeden duramazdı. Yalan söylemeden edemezdi dudakları. Gurur kötü dikilmiş bir elbiseydi üzerlerinde. Boş kovalar gibi ses verirlerdi dokunulduğu zaman. Nice insanlar gördüm ben. Bir yoksula en küçük bir iyiliği yapmaktan çekinen, fakat bir gecenin cömert bir saatinde onbinleri, yüzbinleri vahşi bir zevkle kaybeden insanlar gördüm. Din adamları aldatılacak bir kadın, ırzına geçilecek bir çocuk arıyordu mabetlerinde. Zenginliklerine daha sömürülecek insanlar gerekti. Ben yüzü jiletle kesilmiş kötü adamlar gördüm ve ben her sabah yüzünü traş ettiği jilet kadar para etmeyen daha kötü adamlar gördüm. En adi kıskançlıklar gördüm, kavgalar, zulümler, iskenceler, en ucuzundan kirli çamaşırlar, paçavralar, çamurlar, irinler, çirkefler gördüm. Seni tanıyıncaya kadar dinlediğim çatlak sesli bir plaktı, berbat bir filmdi seyrettiğim. Seni görünceye kadar kötülükten yana ne varsa tanıdım, çirkinlikten yana ne varsa gördüm. Tut ki bir kum çölündeydim, kızgın bir güneşin altında susuzluktan çatladı dudaklarım. Şimdi senin dupduru kaynağına eğilip su içerken varlığının paha biçilmez değerini daha iyi anlıyorum. Yokluğunu bu kadar derinden tatmasaydım, varlığının eşsiz anlamına varamazdım. Tut ki yıllarca süren bir geceydi senden öncesi. Güneşsiz aysız, yıldızsız bir gökyüzüydü. Kupkuru bir eski deniz kalıntısıydı. Çekilmiş bir nehir yatağıydı. Senden önce bir gün seni bulmak ümidiydi beni yaşatan. Tohumun yeşermek işin yağmuru, çiçeğin açmak için güneşi beklediği gibi bekledim seni. Nasıl bir nehir denize kavuşmak için uzak mesafelerden çağlaya çağlaya gelirse; işte ben de öyle geldim senin denizlerine. Senden öncesi uzun, uğultulu bir arayıştı, kudurmus bir çalkantıydı. Yokluğun öyle bir uçurumdu ki; yeryüzündeki bütün uçurumları uç uca eklesek, yokluğunun yanında bir nokta gibi kalırdı. Bütün girdaplar bir araya gelse; varlığının derinliğine yaklaşamaz şimdi. Senden önceki yıllardan sana kendimi getiriyorum. Yokluğunu tatmış, her yerde seni bir rüzgarcasına aramış ve vahşi, büyük bir nehircesine sana koşmuş bir ben var şimdi karşında. Arındım bütün kötülüklerden sana geldim. Seni yarınlara götüreceğim, gel; yaşanmamış zamanlara, erişilmemiş hazlara götüreceğim seni. İnan ki ne senden öncesi vardı, ne de benden öncesi. Uçuyor, duran bir anın havasında Işıktan kuşları bir akşam seherinin; Gündüzün geceyle buluşan noktasında Yaklaşıyor musikisi eteklerinin.. Ve sanki ufkuma baştanbaşa gül rengi Kanatlarını açmada bir altın devir. Başlıyor ömrün ve ölümün güzelliği, Söyleyecek şimdi zaferlerini şiir; . Selam, sonsuzluğun aydınlık bahçesinden Selam, senelerce, senelerce evvele, Hatırası kalbe ışıklarla dökülen En sevgiliye, en iyiye, en güzele.. Geçmiş bir zamanı kalbim bulmak üzredir, Tamamlanacaktır yarım kalmış rüyalar; Ey hafıza cömert memenden beni emzir, Zengin renklerini ufkuma dök, ey bahar! . Uzattığımız bu tası dolduracak mı Yine bol sularla akarak o çeşmeler? Yoksa, hiç bulunmayacak kadar uzak mı Dudakları öpüşlerle dolu geceler? . Ey pembe akşamların kara sevdaları! Güzelliklerine doyulmamış zamanlar! Ergen yastığının ateşten rüyaları! Ey, saf kalbimizde doğmuş ve ölmüş anlar! .... Hatırası kalbe ışıklarla dökülen En güzele, en iyiye, en sevgiliye Selam, sonsuzluğun aydınlık bahçesinden, Selam, senelerce öteye... Güldüm ağlattılar! Sevdim aldattılar! Sarıldım Bıraktılar! Sağolsun dostlar, sevenler, sevilenler Beni zorla şair yaptılar.... (İstanbul,22/02/2001) bir gün geleceğim ve bir haber getireceğim. damarlara ışık saçacağım ve sesleneceğim içerden: ey sepetleri uykuyla dolu olanlar! elma getirdim, elma ...kızıl güneş.. geleceğim. dilenciye bir yasemin vereceğim, cüzzamlı güzel kadına da yeni bir küpe... köre diyeceğim ki: bak, nasıl da güzel bahçe! . çerçi olup dolaşacağım sokakları ve sesleneceğim: çiyci geldi, çiyci geldi, çiyci! yoldan geçen diyecek: sahiden de karanlıktır gece. ve samanyolunu vereceğim ona. köprüdeki kötürüm kızın büyük ayıyı asacağım boynuna. bütün küfürleri süpüreceğim dudaklardan. bütün duvarları yıkacağım yere. haramilere diyeceğim ki: gülümseyiş yüklü bir kervan geldi! bulutu parçalayacağım. gözleri güneşe bağlayacağım gönülleri aşka gölgeleri suya dalları rüzgara sonra bütün bunları birbirine ve çocuğun uykusunu da cırcırböceklerinin mırıltılarına bağlayacağım. uçurtmaları uçuracağım gökyüzünde, saksılara su vereceğim.. geleceğim. atların, sığırların önüne okşayışın yeşil otunu serpeceğim. susuz kısrağa çiy kovasını sunacağım. yoldaki yaşlı eşeğin sineklerini kovacağım.. geleceğim. ve her duvarın başına bir karanfil dikeceğim. her pencerenin altında bir şiir okuyacağım. her kargaya bir çam vereceğim. yılana diyeceğim ki: kurbağa nasıl da fiyakalı ama! barıştıracağım. tanıştıracağım. yol alacağım. ışık içeceğim. seveceğim. Gideceğim diyorsun Gitme be Ali gitme. Bu gidiş bitirir tüketir seni, Hırsla kalkan zararla oturur Ali. Gel lanet et şeytana gitme, Gitme be ali. Biz sahil kahvelerin Romantik havasıyla, Otantik havasıyla sevdik. Tavşan kanı çayı, Titreyen elleriyle sunan İhtiyar balıkçının Gülümseyen yüzüyle sevdik.. Sen gideceğim diyorsun, Gitme be Ali, Hayallerimiz var, Geleceğimiz var, Dualarımız var. O kızı alacağız Ali, Hem de istediğin Bir “ebruli akşamda”, Sarı saçlarına Ankara’yı takıp Ver elini İstanbul.... Yine gideceğiz O sahil kahvesine. Tavşan kanında çay, Yosun tadında köy. Çaydanlıkta demimiz muhabbet, Şekerimiz sohbetin olacak. Sonra ijtiyar balıkçı gelecek, Oturtup ihtiyarı, ona çay ikram edeceğiz. Ardından uzaklara dalacak gözleri, Ve hazin hikayesini anlatacak. Kim bilir belki de Hikayesi sana benzeyecek, Sonu “yanlıştı” diye bilecek.... Gitme be Ali gitme. Bak bana şiir yazdırdın. Gel yine hayallere dalalım, Düşüp sokaklara, sürüyelim Ankara’yı. Tamam mı Ali, tamam mı? At şu paltoyu, Çaylar iki oldu Kerim! Çaylar iki oldu. Çankaya 1996 Görmemek için bakan,mavi,siyah,ela,göz! Köre görünse şaşmam sana görünmeyen öz! 1977 Bu halkın başında bir kahraman var, Şan onundur ama millete yarar. Haklıdır bu şandan korksa düşmanlar Dostlardan da varmış tiksinen, niçin? Arttıkça bu dâhi Türk'ün şöhreti Dağılan milletin arttı vahdeti Sulhta da faydalı böyle kuvveti Yıpratmak daha harp bitmeden niçin? Toplandı Lozan'da dostlar, düşmanlar Lloyd George saçıyor yine bühtanlar Lâzımken müttehit olmak bu anlar Ayrılanlar varmış sürüden niçin? Millet fedâidir kahramanına Kim taş atabilir onun şanına? Dil uzatma sakın Türk aslanına! Anlatayım sana bilmezsen niçin... O millî dehanın tam Kemâl'idir Türk'ün hem celâli, Hem cemâlidir Mefküre görünmez, o timsâlidir Mefküreye çattın, söyle sen niçin? Uyanık bulunun ey Türk gençleri! İrtica sevemez bu hür rehberi Susturun mantıkla, kin güdenleri Borcumuz savaşmak ebeden, niçin? ... charles chaplin bir savaşta yitirdim sakalımı çıkmazlığın grev sesi umutlarımı vururken yendirdim bıyıklarımı papağan kuşkulara biraz elma şekeriyle kazıdım sakalımı lohusa şerbetiyle kazıdım sakalımı yanaklarım paprika lahmacun ister misiniz al işte sana böyle yüze böyle güz demeyin deseniz de sakal yok ya ucunda bu güz vermedi tarla seneye bıyık kerim ben ettim siz etmeyin sakal veririm size iğne iplik elimde bıyık dikerim size yanaklarım taşlıtarla kurabiye yer misiniz. Sayın bayan dursanıza gözünüze kuş kaçmış bu bıyık hiç gitmemiş sesinizin rengine sakalınız uzamış inmiş ta belinize at kuyruğu yapınız ya da örgüleyiniz kedinizin bıyığını usturayla kesiniz yanaklarım bileytaşı ispirto sever misiniz yoksul ve utangaç bir müşteriyim ben sizde güneş bulunur mu biraz/kaktüs alıcam saksılarım yeşersin üç beş bulut verin de çok üşüdü güneşten şizofreni olucak çabuk olun lütfen dikenleri solucak yanaklarım gobi çölü soğuk su içer misiniz yüzüm eski bir artist yaşlandıkça shirley temple elimde bir baş soğan bir baş sarımsak ah ne kadar şakacısınız hiç hamlet oynamadınızmı olmak ya da olmamak bütün sorun bu yanaklarım yul bryner şimşir tarak istermisiniz Derd-i firakın ile düşeli sevdaya mey'e Müptelayım, deliyim, düşmüşüm esrarı-ney'e Feleğin kahpe başında paralansın parası Ben güzel sevmeye geldim, değil ekmek yemeye desen ki denizin tuzu çiğ düşmüş kadife donlu patlıcanlar desen ki kendilerinden karga çığlılarıyla kaçanlar en fakiri en zengini çirkini ve orospusu seni unutmuş olsun sen ki üşümüş gökte o yalnız bulutsun kıskanmadığın cömert bir maviliğin ortasında o bildiğin yalnızlığın ellerinden tutmuşsun desen ki unutulmuşsun. denizler kızılca kıyamet akıp geçiyor zamana karşı geliyorsun bir üç ve beş leylekler artık gitti şimdi seni artık karanlıkta bir liman çekiyor unutulduğun unutulmadığın bilinmediğin bir liman bir üç ve beş derken şişede rom bitti sen yaşamaya başladığın zaman. üşümüş gökte o yalnız bulut kendini hic yerinde hissetmiyeceksin keyif senin istersen talihini billur akıntılarla bir tut ellerini göğsüne kavuştur doğu batı kuzey güney diyerek koştur bir üç ve beş istersen rom kadehleri gibi nasıl ki unutulmuşsun devril ve bitir maceranı Farzet ki bu aşkı yaşamadık seninle Farzet ki hiç bir geceyi paylaşmadık ikimiz Farzet ki saçlarını bile hiç okşamadım. Hadi git, gözlerime baka baka git Hadi git, hayatımdan çıka çıka git Hadi git, yüreğimi yaka yaka git Şairler ağlamaz gülüm, şairler ağlamaz. Farzet ki unutulmuş bir şairim köşe başında Farzet ki hiç bir şiirimi sana yazmadım Farzet ki hiç bir şarkımda adını bile anmadım. Hadi git, sevdiğimi bile bile git Hadi git, bir kalemde sile sile git Hadi git, hiç üzülme güle güle git Şairler ağlamaz gülüm, şairler ağlamaz. Farzet ki bir kum tanesiyim sahilde Farzet ki bir çakıl taşıyım yol kenarında Farzet ki boş bir kibrit kutusuyum ellerinde. Hadi git, üzerime basa basa git Hadi git, umutları asa asa git Hadi git, hiç konuşma susa susa git Şairler ağlamaz gülüm, şairler ağlamaz. Fazet ki yokum artık Farzet ki öldüm Farzet ki isimsiz bir mezarım dağ başında. Hadi git, saçlarından bir tel bırakmadan git Hadi git, avucumda bir el bırakmadan git Hadi git, başucumda bir gül bırakmadan git Şairler ağlamaz gülüm, şairler ağlamaz Üstüm başım toz içinde Önüm arkam pus içinde Sakallarım pas içinde Siz benim nasıl yandığımı Nerden bileceksiniz.. Bir fidandım deriildim Fırtınaydım duruldum Yoruldum çok yoruldum Siz benim neler cektiğimi Nerden bileceksiniz.. Taş duvarlar yıkıp geldim Demirleri söküp geldim Hayatımı yıkıp geldim Siz benim neden kaçtığımı Nerden bileceksiniz.. Gökte yıldız kayar şimdi Annem beni anar simdi Sevdiğim var kanar şimdi Siz benim niye içtiğimi Nerden bileceksiniz.. Bir pınardım kan oldum Yol kenarı han oldum Yanıldım ah ziyan oldum Siz benim neden sustuğumu Nerden bileceksiniz.. Ben ardımda yas bıraktım Ağlayan bir eş bıraktım Sol yanımı boş bıraktım Siz benim kime küstüğümü Nerden bileceksiniz.. (Almanya 13.02.2001) Göründü memleketin iç yüzü, çöktüyse temel. Şimdilik harice karşı yüzümüz olsa dahi Yüzümüz yok bakacak kabrine ecdadımızın. Tükürür zannederim çehremize, vatanın tarihi. (1943) Ölürsem bir gün Ağlayacaksın! Belki kara gözlerime Belki sıcak dizlerime Belki de artık seni saramayacak ellerime Oysa isterim Ağlayasın Yazmadığım şiirlere! ... Baksana kim boynu bükük ağlayan? Hakk-ı hayâtın senin ey müslüman! Kurtar o bîçâreyi Allâh için, Artık ölüm uykularından uyan! . Bunca zamandır uyudun, kanmadın; Çekmediğin kalmadı, uslanmadın. Çiğnediler yurdunu baştan başa, Sen yine bir kerre kımıldanmadın! . Ninni değil dinlediğin velvele... Kükreyerek akmada müstakbele, Bir ebedî sel ki zamandır adı; Haydi katıl sen de o coşkun sele.. Karşı durulmaz, cereyan sîne-çâk... Varsa duranlar olur elbet helâk. Dalgaların anlamadan seyrini, Göz göre girdâba nedir inhimâk? . Dehşet-i mâzîyi getir yâdına; Kimse yetişmez yarın imdâdına. Merhametin yok diyelim nefsine; Merhamet etmez misin evlâdına? . «Ben onu dünyâya getirdim...» diye, Kalkışacaksın demek öldürmeye! Sevk ediyormuş meğer insanları, Hakk-ı übüvvet de bu cânîliğe! . Doğru mudur ye’s ile olmak tebâh? Yok mu gelip gayrete bir intibâh? Beklediğin subh-i Kıyâmet midir? Gün batıyor, sen arıyorsun sabâh! . Gözleri mâzîye bakan milletin, Ömrü temâdîsi olur nekbetin. Karşına müstakbeli dikmiş Hudâ, Görmeye, lâkin daha yok niyyetin! . Ey koca Şark, ey ebedî meskenet! Sen de kımıldanmaya bir niyyet et. Korkuyorum, Garb’ın elinden yarın, Kalmayacak çekmediğin mel’anet.. Hakk-ı hayâtın daha çiğnenmeden, Kan dökerek almalısın merd isen. Çünkü bugün ortada hak sâhibi, Bir kişidir: «Hakkımı vermem! » diyen.. 5 Şubat 1330 (18 Şubat 1915) Alsancak garı'na devrildiler Gece garın saati bela çiçeği Hiçbir şeyin farkında değildiler Kalleş bir titreme aldı erkeği Elleri yırtılmıştı kelepçeliydiler Çantasını karısı taşıyordu. Hiç kimse tanımıyordu kimdiler Gece garın saati bela çiçeği Üçüncü mevki bir vagona bindiler Anlaşıldı erkeğin gideceği Bir şeyden vazgeçmiş gibiydiler Bir türlü karısına bakamıyordu. Ayaküstü birer bafra içtiler Gece garın saati bela çiçeği Şimdiden bir yalnızlık içindeydiler Karanlık gelmişi geleceği Birdenbire sapsarı kesildiler Vagonlar usul usul kımıldıyordu Agathe, uçtuğu var mı ruhunun arasıra, Büyülü, mavi, derin ve ışıl ışıl yanan Bambaşka denizlere, bambaşka semalara, Şu kahrolası şehrin simsiyah havasından? Agathe, uçtuğu var mı ruhunun arasıra? . Hey trenler, vapurlar beni burdan götürün! Ne var gözyaşlarından çamurlar yuğuracak? Arasıra der mi ki Agathe'ın ruhu, üzgün, 'Nedametten, azaptan ve ıstıraptan uzak Hey trenler, vapurlar, beni burdan götürün.' . Ne kadar uzaktasın ey mis kokulu cennet, Ey, sadece sevincin, aşkın ürperdiği yer, Ey, her ruhun içinde bulunduğu saf şehvet, Ey bir ömür boyunca gönül verilen şeyler! Ne kadar uzaktasın ey mis kokulu cennet! . Ah o yeşil cenneti, çocuksu sevdaların, O koşuşlar, şarkılar, o demetler, buseler, İnildeyen kemanlar arkasında sırtların, Akşam, korkuluklarda şarap dolu kaseler, - Ah o yeşil cenneti çocuksu sevdaların! . O bilinmez zevklerin yüzdüğü masum belde Çok daha uzakta mı yoksa Çin'den, Maçin'den? Beyhude bir arzumu inildeyen dillerde, Canlanan bir hayal mi billur sesler içinden, O bilinmez zevklerin yüzdüğü masum belde.. Ceviri: Sait Maden Ya Siz Bir bardaktan boya serptim, günün haritası üzre ben örtü vurdum; donmuş etle dolu bir tabakta gösterdim çarpık elmacık kemiklerini okyanusun. Teneke bir balığın pulları üstünde yeni dudakların okudum çağrılarını Ya siz bir noktürn çalabilir miydiniz flütünde saçak boruların? Güneşin Mızrakların ucuna takılıp kaldığı bir vakitte Diriliş erlerinin yüreklerinden yayılan Bir depremle sarsılıyordu arz. Gerilmişti altımızda atlarımız Fırlayıp kopacakmış gibi baldırlarından kasları Ve tarıyordu bir projektör gibi bakışları üç kıtayı. Yeni bir vakte eriyordu yürekler Yayılıyordu o muştu O coşku O haber. Bir gelen var emin haberciden emin olana Ondan da sıddık olana ve sadık olanlara sohbete erip halkada duranlara yürekten yüreğe yol bulanlara. Bir gelen var Bütün kıtalarda beklenmekte olana ayarlanmış kulaklar İlkin çobanlar duyuyorlar Sonra ağaçlar kurtlar kuşlar Çünkü onlar bilirler dinlemeyi Onların elindedir toprağın nabzı İlk onlar sezerler yeni olanı Rüzgarlarla geleni Bulutlardan ineni.. Bir dağın tepesinde Yeni doğan bir ay gibi Veysel Karani Evreni Kuşatan bir yay Gibi Açılmıştı Kolları.. Selman Bir şehrin kapısında Bir kapının Arkasında.. Ey savaşmakla emrolunanlar Yürekleri Kevser suyu ile yıkananlar Alacakaranlıkta bir seher vaktinde Ayrılırken yurtlarından yuvalarından Bahçe köşelerinde kapı önlerinde sofalarda odalarda Bir bir çıkıp gelen yolumuzu kesip duran anılar Yatak odamızın penceresinden Uyandığımızda ilk görülen o tepe O tepede o kayanın değişmeyen konumu Güneşi bir muştu gibi her gün yeniden Doğuran o dağ elveda Kadınlarımızın kirpiklerinde sıralanan Adanmışlık ve bağlılık yazıları elveda Çocuklarımızın göğsümüze yüzümüze saçlarımıza Sokulan alınları titreyen dudakları kaçamak bakışları Cennetten bir koku ölümsüzlükten bir pay olarak Çektiğimiz ciğerlerimize İnen yüreklerimize Damla damla Elveda..... O ki meydanın ortasında durmuştu Elini kılıcının kabzasına koymuştu. Dedi savaşçı: " Ben gidiyorum Hicret ediyorum Varsa ağlatmak isteyen anasını Dul koymak isteyen karısını Ve istiyorsa çocukları yetim kalsın Arkamdan gelsin.". Yeryüzü yeni bir güne hazırlanıyordu Zaman devrini henüz tamamlıyordu. O konuştu: "Ey eti etimden olan Bu dünyada ve öbür dünyada Kardeşim olan! Bu gece yatağımda sen yatacaksın bana vekillik yapacaksın. Biz gidiyoruz Hicret ediyoruz Sen sonra geleceksin Ama önce emanetleri sahiplerine vereceksin.". Sonra o dağda Maveranın kapısı olan Bir mağara Orada ikisi O ve İkinin ikincisi. sonra çöl: Çölde tepeler.. Çölde develer.. Çölde geceler Ve çöle serpilen Mucizeler.. Medinede bekleyenler var Damların üstünde, yollarda çocuklar kadınlar Elleri alınlarında, gözleri ufukta delikanlılar ihtiyarlar... Dediler. " Veda tepeleri üstünden Üzerimize ayın ondördü doğdu Şükürler olsun, şükürler olsun Bize vacip oldu, şükretmek Şükürler olsun...". Ankara 1979 Diyemedim; evimde tutuklandı karanfil Diyemedim; maviye kan damladı içimden Bir hazân yıldızıydı mehtâbımda ellerin Sevgi midir, ısırgan dudaklı dilberlerin Gölgelerin kalbinde titreyen çiçekleri Sevgi midir körlerin bakışlarında yatan Rüzgârı, dalgaları, balıkları aldatan Yoksa gülüşün müdür kâtil aynalar gibi Sevecen bir ölümü öperek yanağından Gittin; çığlıklarını dinledim denizlerin Kaybolan martıları bul bile diyemedim Sana son baharımda kal bile diyemedim.. Karanfil kokusuyla kuşatılan yüreğim Yaralı bulutların yağmurunda köz olur Merdiven kırılınca, tenhâlarda söz olur Puslu lâmbalar gibi yakarım düşlerimi Çalıntı bir kuşkuyu dağıtır bakışlarım Toprak beni çağırır kucağına her akşam Her gece bilinmeyen bir âyine başlarım Her sabah yokluğunu düşürürsün peşime Avuçlarım seninle doldururken gökleri Gittin; bir defa bile bakmadan güneşime Ruhumdan bu âteşi al bile diyemedim Sana son baharımda kal bile diyemedim. Sevgi midir, kuşların göçerken aradığı Aldatılan lâlenin rahminde solan umut Sevgi midir, dirilen her ânı ölüm kokar Tüylerinde karayel gezinen kumruların Çöllerin dudağında inleyen şarkıları Yaralı arslanların kanıyla filizlenir Gözlerinde gizemli karartılar gizlenir Mahzun olur kitâbın sayfasında hûriler Yollarını beklerken ay bakışlı periler Gittin de, intihara gömüldü çehreleri Kaybolan yüzlerini bul bile diyemedim Sana son baharımda kal bile diyemedim.. Balıklar her denizi sevdaya vatan bilir Balıklar yalnız suyun kollarında sevilir Göklerin tebessümü yayılır dalgalara Rüzgâra tutunurken gemicinin yüreği Gün batımı kırılır gemilerin direği Ben yine tanyerinde boynu bükük ve mâsum Bir kaptân-ı deryânın ufuklarında solan Bir hülyânın yurdunda büyüttüm izlerini Yosunların ardında ararken gözlerini Gittin; deniz kızları kurtuldu kafesinden Kıyılardan hüznümü al bile diyemedim Sana son baharımda kal bile diyemedim.. Diyemedim; kalemler bana bakınca erir Diyemedim; pusula mâverâyı gösterir Bembeyaz kâğıtlara çizilen resimlerin Kahır damlattığımız isyankâr saçlarında Kaybolan, bir ressamın umudunun rengidir Sessizlik, çiğdemlerin açtığı ânda biter Dağların yarasına düşer alın terimiz Bir bilgenin kabrinde yitik bir harfe benzer Her gece yıldızları arayan ellerimiz Gittin; kirpiklerimde çürüdü papatyalar Kanayan feryâdımı bul bile diyemedim Sana son baharımda kal bile diyemedim. Diyemedim; sokaklar yutuyor ışıkları Diyemedim; evlerin kirli mahzenlerinde Mahsur kalan, yağmurlu çocuk gülüşleridir Bir yangını emziren semenderin kalbinde Baharı kuşatırken anne hıçkırıkları Saatleri kıskanan babalar deliriyor Küfleniyor bir kızın gönlünün kırıkları Çöllerin eşiğinde tükenir bulutlarım Yalın bir akşam gibi gömülünce yasına Gittin suyu karanlık bir nehrin kıyısına Yanına cesedimi al bile diyemedim Sana son baharımda kal bile diyemedim. Sen bütün nehirleri köle mi sanıyorsun Yücesinde ruhumu görmedin mi dağların Kıpkızıl seller akan vâdilerde ben varım Ben yürürüm yolların yokuşunda gün boyu Ben dururum yılanlı köşelerde çâresiz Ân olur, ovaların sevdasıyla çağlarım Ân olur, kuraklığın koynuna mahkûm deniz Kaybolan bir cennetin hasretiyle bin pâre Başımı taştan taşa vurur vurur ağlarım Oysa gamsız gidişin kasırgaydı ansızın Bahtımın esrârını bul bile diyemedim Sana son baharımda kal bile diyemedim.. Say ki; bir avuç hüzün tohumudur gözlerim Say ki, çam kokusudur bakışlarım her akşam Uğursuz pelerinler vurulur evreninde Say ki, destur isteyen haramidir geceler Uyurken rüya görür bir cellâdın teninde Sıram gelir, hasretin çerâğını yakarım Sıram gelir, tutkular zindanını yıkarım Yanılgı düğüm düğüm tıkanır boğazına İyi ki, efkârımı bulaştırdın nazına Bıraktığın mendilde unutuldu sûretim İçimden bu azâbı al bile diyemedim Sana son baharımda kal bile diyemedim. . . . . Usul usul yürüdüm gittiğin gün ansızın Güneşin batışını beklemeden yürüdüm Kapandım bir mâtemin tûfanında hücreye Esâret, çıngıraklı bir korkudur, bilesin Sevecen kırlangıçlar kurşunlanır ardımda Bıyıkları terleyen delikanlı mıyım ben Kanda mı boğulmuşum, eli kanlı mıyım ben Bir başıma dağların arasına düşmüşüm Çobanlarla ağlamış, hasreti bölüşmüşüm Gittin; feryâd-ü figân sızdı yalnızlığıma Yitik nağmelerimi bul bile diyemedim Sana son baharımda kal bile diyemedim. O yerde parmakların bulutlara dokunsun O yerde fırtınalar fısıldasın türkümü Adımı birdenbire okusun çağlayanlar Âh çekince, o yeri yakacak ağlayanlar Farklıdır ötelerden bakışı bir tavşanın Farklıdır böceklerin yörüngesinde âlem Yazmalı, biliyorum, gittiğin ânı kalem Hangi deprem ejderin fermanıdır, yazmalı Kirpiklerinden isyan yağmurları sızmalı Gittiğin ân, burcunda dâre çekildi şiir Yanına bu sevdayı al bile diyemedim Sana son baharımda kal bile diyemedim.. Nurullah GENÇ Gün açar, Karın verir yağmurlu toprak. İncesu Deresi, merhaba. Saçakta serçeler daha çılgındır, Bulutlarda kartal, Daha çalımlı. Koparır göğsünden bir düğme daha, Tezkere bekleyen biri. İncesu Deresi merhaba.. Genç bayraklar vardır, Barış düşünür, Kuyularda işçi, mavilikleri. Ben hepsini düşünürüm, Yirmidört saat Ve seni düşünürüm, Karanlık, hırsı... Seni, cihanların aziz meyvası. İlan-ı aşk makamından bir mısra, Yeşerip, kımıldar içimde, Düşer aklıma gözlerin.... Oysa murad alamam. Oysa akdan - karadan Bilirim, payım bu kadar... Unutmuş gülmeyi gözbebeklerim. Unutmuş dudaklarım öpmeyi. İncesu Deresi, merhaba... Düşününce uzaklarda olduğunu öyle uzuyor ki zaman... Bugün ne? Hafta bitti bile. Bana sorarsan daha günler var. Ne acı günlerle ölçülüyor ayrılıklar.. Duyunca uzaklarda olduğunu öyle duruyor ki zaman... Saat kaç? Gün bitti bile. Bana sorarsan daha saatler var. Ne tuhaf saatlerle ölçülüyor ayrılıklar.. Bilince uzaklarda olduğunu öyle ağırlaşıyor ki zaman... Güneş doğdu mu? Sabah bitti bile. Bana sorarsan birkaç dakika var. Ne korkunç dakikalarla ölçülüyor ayrılıklar. mum yanar mum ışıldar kendileri yoktur gölgeleri oluşur ferinden korkulsa da rahmetin yenilmez toprağa can katmanın kudreti bir ömre kaç hayat sığar görülecektir.... mum aydınlar mum sınar ayrılık acısı kadar seversin ve sevmenin coşkusu kadar koyar insana aşk sözlüğünden ayrılmak. mum yaralanır mum sürer kem göz sahibini sürükler son çağındır artık fitil kokar gövdende birikir senden eriyen parçalar. mum biter mum söner dibine hayatın işte yaşadım dediğin bir mum ömrüdür. eren ve eriten kendini.... (eylül'97, demirciköy) Sehri yilda bir ziyaret eden bir münzevi söyle dedi: 'Bize hazdan bahset.'. O, konusmaya basladi:. 'Haz bir özgürlük sarkisidir, Ama özgürlük degil.... Haz, arzularin tomurcugudur, Ama meyvesi degil.... Yükselisi çagiran bir derinliktir, Ama ne derin, ne de yüksek olandir.... Kafestekinin kanatlanisidir, Mekanla sinirlanmis degildir.... Haz, aslinda bir özgürlük sarkisidir.... Bu sarkiyi tüm kalbinizle söyleyin, Ama sarkida kalbinizi yitirmeden.... Gençligin büyük bölümü hazzi arar, sanki haz hersey gibi; ama yargilanir ve azarlanirlar.. Ben onlari ne yargilar, ne azarlarim. Birakin arasinlar... Çünkü onlar arayislarindayalnizca hazzi bulmayacaklar. Hazzin yedi kizkardesi vardir ve en küçükleri bile hazdan daha muhtesemdir.. Bitki kökleri için topragi kazarken hazine bulan adamin hikayesini duymadiniz mi? . Aranizda daha olgun olan bazilari geçmiste yasadiklari hazlari, sarhosken islenen yanlislar misali, pismanlikla hatirlar. Fakat pismanlik aklin bulutlandirilmasidir, uslandirilmasi degil.. Onlar hazlarini minnetle anmalidirlar, bir yazin sonundaki hasat gibi.. Yine de onlari unutmak rahatlatiyorsa, birakin rahat kalsinlar.. Arayanlar kadar genç, hatirlayanlar kadar yasli olmayanlar ise, ruhun gereklerini ihmal etmek veya kabahat islemek korkusuyla hazdan sakinirlar.. Fakat onlari da yönlendiren hazdir; bitki kökleri için topragi titreyen ellerle kazsalar bile onlar da hazineyi bulurlar.. Söyleyin bana, onlar kim ki ruhu gücendirsinler? Bülbül gecenin sessizligini veya ates böcegi yildizlari gücendirebilir mi? . Ve sizin atesiniz veya dumaniniz rüzgara yük olur mu? . Nasil olur da ruhu, bir çomakla karistirabileceginiz sakin bir havuz gibi algilayabilirsiniz? . Çogunlukla, hazzi reddettiginizde asil yaptiginiz, varliginizin gizli yerlerinde arzuyu depolamak olacaktir.. Bugün ihmal edilenin yarini beklemedigini kim bilebilir? . Ve bedeniniz, ruhunuzun müzik aletidir. Ve güzel müzik veya anlasilmaz sesler çikarmak size kalmistir.. Simdi kalbinize sorun: 'Bizim için iyi olan hazla zararli hazzi nasil ayirabiliriz? '. Kirlara, bahçelere çikin; ögreneceksiniz ki çiçeklerden bal toplamak arinin hazzidir; balini sunmak ise çiçegin.... Çünkü ariya göre çiçek yasamin kaynagidir. Ve çiçek için ari sevginin ulagidir.. Ve ikisi için ise, hazzin verilmesi ve alinmasi bir gereksinim ve bir vecddir.... Hazlarinizda arilar ve çiçekler gibi olun...' Kilitlenmiş beton kanatları kuşların Oksit gibi yakışkan bir mayışmayla ağarmış gün Pas tutan kelimeler için bir iksir belki de Ya da aklına susamış sevgililerin safdilliği Acıtmış ömrünü çekirgelerin Medyatik soruşturmalardaki enflasyonist yargılar Haber değeri taşımıyor haber spikerinin ölümü Herkes kendi manşetinde satır arası Hiçbir bakışı aydınlatmıyor florasan buğusu. Burası son durak inecekler için son fırsat Bir daha ne süper ne mega kupon verilecek Kalanlar şoförün evini göremeyecekler hiçbir zaman Oları sonsuza götürecek,afaroz edilmiş bir merak Burası son durak. Hafızada kalan tek numara için Telefona uzanır elleri Ölümüne randevulu insanların Temize çekilemez not defterleri. (Ocak 1995) Kara gözlerindeki umut Siyah saçları kadar karamsardı ve kadere küsmüştü O, bir kere Sevgiyi öldürdü diye... Sanki ona uzanan ellerde Keskin bir bıçak Ha vurdu ha vuracak Bu, benim karanlıklarım, Bu benim sırlarım diyor hep Bir gün gelecek Şefkatle kollarına saracaklar... Asılsız sevgilerdi onu yıkan aslında Umutları umduğu gibi çıkmamış Beklentileri hep korkuları olmuş Sanki bütün hayatı, Kupkuru bir odadaymış kopamadıklarıyla... Gülüşleri bir sigara içimi zamanı kadar az Her nefeste biraz daha kısalırken Bütün beklentileri Duman duman uçuyorlardı. Kurallar koymak isterken dostluklarına, Kuralları bozduğunun farkında değildi aslında... Şimdi o gözlerde, Vakitsiz yağan yağmurlar var, Hasat mevsimi bitmiş bahçelere Sağnak sağnak yağacaklar, Belki gönlünde gökkuşağı açacak Ama, altından çocuklar geçmeyecekler. Su yerine zehir akacak ırmaklarından, Hiç kimse içmeyecek... ya Ben, Şimdilerde bir bağ bozumu hüznü var içimde, Üzümlerim gazap üzümü Şaraplarımsa gözyaşları... Sen güz güneşinde, sanki kanadı kırık bir kuş, Konmuştu bahçeme, Ona şefkatle eğilirken Pır diye uçtu birden Kırık sandığım kanatlarındaki sahtelik, ve inancımla birlikte. Bir kabuk içinde Birbirinden ayrılmaz ( :) Aşk ve acı yüreğimde İkiz badem içidir. Alemlerin serverisin Ah Hüseyin, vah Hüseyin Şehitlerin serdarısın Ah Hüseyin, vah Hüseyin. Hasan, Hüseyin'in yari Muhammed'in gözü nuru Hem Ali'nin yadigarı Ah Hüseyin, vah Hüseyin. Zuhur oldun İmam Zeynel Muhammet Bakır'dan evvel Didene yanayım gönül Ah Hüseyin, vah Hüseyin. İmam Cafer'dir yarimiz Musa-i Kazım şahımız Budur şems ile mahımız Ah Hüseyin, vah Hüseyin. Ali Musa ilim hüner Muhammet Taki el sunar Hüseyin'im deyip yanar Ah Hüseyin, vah Hüseyin. Ali Taki, Hasan Asker Muhammet Mehdi ser-defter İmam-ı Seyyid-i ekber Ah Hüseyin, vah Hüseyin. Pir Sultan haber ver dosttan Bülbül ötüyor kafesten Hem gül ağlar, hem gülistan Ah Hüseyin, vah Hüseyin Yanışlar ağıtlar elimde değil İçimin sesi hiç üzmesin seni. Kaçmak mı mümkün mü alınyazımdan Kaderdir yüklendim yıkılmışlığı. Sen attın bilmeden kuyuya taşı Dinemez yankısı mahşerde bile. Bir kutsal emanet gibi sır gibi Ve bir ayıp gibi saklarım seni. Başımda kavganın kıyameti var Okşadım ismini kitap içinde. Her akşam bir düşle kundaklanırım Sözümün bittiği yerde başlarsın. Yılların alnıma çektiği çizgi Kocalttı başımı bir ehram gibi. Yaslasam gövdemi karlı dağlara Sonsuz bir uykuya kavuşsam bir gün Ah çektikce erir gider Yüreğimin yağı benim.. Seni görsem durur gider Dillerimin bağı benim... Gam leskesi saf saf oldu Hep sözlerim boş laf oldu Senin yolunda mahv oldu Gençliğimin çağı benim... Ah belimi büken oldu Gurbet bana diken oldu Altı aydır mekan oldu Dibi kırkkız dağı benim... Sensin derdine dustugum Hayal oldu konuştuğum Her gün yediğim içtiğim İçerimde ağu benim... Ağlar VEYSEL çıkmaz sesi Gine coştu gam deryası Garip gönlümün yaylası Güzel hüsnün bağı benim. Aşık Veysel Şatıroğlu İnsanlar sevmeyi unuttu mu ne? Ve de gülmeyi... Başımı kaldırsam kan görüyorum Yoksa kin Peşimde gölgesi binlerce hasretin Ne sıcak bir merhaba Ne de bir tebessüm Kalmamış izi mutluluğun ve sevincin Oysa biz hala yaşıyoruz Bilmem ki niçin? ... Biz seninle hep bayağılıktan kaçtık... Sıradan, basit, gündelik olandan. Küçük mutlulukları, hayatın içindeki o kanaatkar doyumları değil, hep trajediyi aradık. Mükemmeli... Biz seninle hep kusursuzluğu aradık. Bizi birbirimize yakınlaştıran ne varsa hep kutsaldı, özeldi, ayrıcalıklıydı. İlişkimizden aslında ikimize de ait olmayan, kutsal ve kusursuz bir imge yarattık. Hayatımızda eksik kalmış ne varsa, o yarım kalmış tutkularımızı o yaralı arzularımızı, eksik çocukluğumuza ait ve içtenlikle koruyamadığımız bütün duygularımızı bu imgeye ödünç verdik. Artık yaşayan gerçek kişiliklerimiz değil, sanki bu kutsal, bu kusursuz imgeydi. Bu imge lekelenmesin, bu düş bozulmasın diye öyle çok şey gizlerdim ki senden. İçim ürperirdi böyle anlarda, kendimden çok uzak bir yere çekilirdim sanki, bilinmezliğe... Aramızda öyle çok tanımlanmamış anlar, öyle kopuk, öyle başıboş duygular, bana o denli ait olduğu halde nasıl anlatacağımı bilemediğim öylesine derin savruluşlarım vardı ki... Yarattığımız ve aşk adını verdiğimiz bu kutsal imgeye sadık kalabilmek için kendime karşı sadakatsiz davranıyordum. Seninle yanyana uzanırdık, dünyanın dışındaki yaz bahçelerinde, o gerçekdışı mevsimlerin kıyılarında... Üzüntülerimiz, içimizdeki yaralar yanyana dururdu öyle. Bizden çok bu yaralar özlerdi birbirini, o kimsesiz üzüntülerimiz... İçimdeki yaram senin yaranı özledikçe ruhumun gurbetlerinde daha çok hissederdim kendimi... Asıl çektiğim acı buydu aslında, yanındayken kendimi yine de senden çok uzaklarda hissetmemdi. Farkederdin sürükleniş suskunluklarımı. Böyle anlarda zamanı durdurmak isterdin. Zamanı dondurdukça içimizdeki boşlukların kapanacağını, o gizli ürpertilerin dineceğini, tanımlanmamış anların ve o kopuk, o başıboş duyguların tanımlanacağını, savrulmaların biteceğini düşünürdün. Zamanı dondurunca hep iyi ve mükemmel insanlar olarak kalacağımızı sanırdın. Hayata bu donmuş zamandan, bu mağrur ve korunaklı kristalin ardından bakınca hiç kirlenmeden ve ebedi bir saflık halinde yaşayacağımızı hayal ederdin. Oysa ne zamandan kopabiliyor, ne de hayattan gizlenebiliyorduk. Biz zamandan kopmak istedikçe zaman bizi daha çok acıtıyor; hayattan gizlendikçe o kendisini daha çok hatırlatıyordu. Hayattan ve kendimizden korktukça kendimizi aşkın kutsal acısına kapatıyorduk. Hayat acı verdikçe biz o kutsal, o ayrıcalıklı kıldığımız acımıza daha bir sarılıyorduk. Bu kutsal ıstırap bizi hayattan korurken başkalarından üstün kılıyordu. Oysa kutsallık hiç saf değildir sevgili; gücünü zayıfların kanından alır. Mükemmellik, kaybedeni çok, anlamsız ve haksız bir yarıştır. Saflığın içinde birçok günah gizlidir. Ben bu kutsal aşkın kan kaybeden zayıfıydım işte. Bu kötü yarışta hep kaybedendim. Saflıktı benden istediğin, ama saklayamazdım kendimden, içimde birçok günah gizliydi. Ben kaybettikçe yarattığımız o kutsal imge sana ait oldu. Ben günahı kabullendikçe kusursuz ve mükemmel olan sen oldun. Oysa kendisini diğer insanlardan biraz olsun farklı ve özel sayan her insana zor gelir hayatın o basit, o sıradan dertleri, doğal acıları, lekelenmiş tutkuları. Böyle insanlar ya kutsal olmaya soyunurlar, ya da kutsal birine adarlar kendilerini. Hayatın içinde çırılçıplak varolmak gururunu incitir böyle insanların. Gerçek bayağı gelir. Mükemmelin kölesi olmak, hayatın sıradanlığını yaşamaktan daha gözalıcıdır çoğu kez. Kendi sıradanlığından tiksinince hayallerinde yarattıkları gerçekdışı bir trajediye sığınırlar. Başta bende böyleydim. O dokunulmaz güzelliğini, o ulaşılmaz kutsallığını gördükçe sıradanlığımdan tiksiniyordum ve yaşadığım gerçek giderek daha çok bayağı geliyordu bana. Sıradan biri olmaktansa, mükemmelin kölesi olmak istiyordum. Bildiğim ve bilmediğim bütün zaaflarımı gizleyip, bu trajedinin cesur ve ölümsüz kahramanı olmak istiyordum. Oysa gerçek hiç böyle değildi. Sadece seni yitirmekten korkuyordum. Çünkü sen özlediğim herşeydin. Mükemmeldin, kusursuzdun, sıradanlığı aşmıştın, en önemlisi kutsaldın. Sana ulaşmam, seni etkilemem için yaşadığım herşeyi inkar etmem gerekti bu yüzden. Hiç olmadığım kadar iyi, hiç olmadığım kadar ince, hiç olmadığım kadar derin gözükmem gerekiyordu. Hissetmediğim şeyleri hissediyormuş gibi gözükmem gerekiyordu. O kutsal güzelliğin benden herşeyimi istiyordu. Oysa ben o herşeyim neydi bilmiyordum ki... Tamamlanmamış, eksik bir varlıktım. Tıpkı hayat gibiydim. İstediğin şeyleri verebilmem için hissetmediğim şeyleri hissediyor gibi söylemem gerekiyordu. O kutsal aşk için sana yalan da söyledim. Seni yitirmemek içinde hepsi. En zor, en gizli, en iflah olmaz yaralarımı gizleyerek anlattım sana kendimi. Seni kazanırsam bu yaralarımdan kurtulurum sanıyordum. Oysa sen o dokunulmaz güzelliğine, o ulaşılmaz kutsallığına sığındıkça hayattan gizlenirken, ben sana ulaşmaya çalıştıkça kendi hayatımdan, kendi gerçekliğimden daha geriye, daha aşağıya düşüyordum. İkimiz de kendi gurbetimizde yaşıyorduk oysa. Ne yapsak, ne etsek kendimizi özlüyorduk. Yaşadığımız acı hayatlarımız gibi gerçekdışıydı. Ama acıydı sonuçta... Sen hayatın bayağılığından kaçıyordun, bense kendimden. Ama buluştuğumuz yer aynı acıydı. Bizi hayattan kopartan, bizi hiç ummadığımız kadar bencil kılan bir acıydı bu. Ve hayatla sınanmayan bu içe dönük acı bizi hep yüzeyde tutuyordu. Çünkü en derinde yatan gerçeğimize insek ne olacağımızı bilmiyorduk. Oysa belki çıldıracak, belki de gerçekten değişecektik. Tabiatımız değişecekti. Oysa biz kendimizi kutsala adadıkça, mükemmelin, kusursuzluğun peşinden koştukça, hayat bize dokunmadan, içimize hiç sızmadan geçip gidiyordu uzaklara. Tıpkı bize dokunmadan geçip giden hayat gibi. Aslında biz de birbirimize dokunmadan geçip gidiyorduk. Sana taptığımı söylüyordum, ama seni gerçekten tanımıyordum. Sen beni hayatın bayağılığından, sıradanlığından yanına çağırıyordun, ama aslında beni pek tanımıyordun. Bu yüzden inanmıyordum yaşadığımız hiçbir şeye. Bizi başkalarından üstün kıldığını sandığımız bu acının hayatta bir karşılığı yoktu, inan... Seni unutmam mümkün değil, ama ben geldiğim yere geri dönüyorum. Bu kusursuzluk senin olsun. Birgün kendimi inkar etmeye karar verirsem bunu sadece kendim için yapmalıyım: Mükemmellik senin olsun. Sana herşeyimi vermemi istiyorsun. Oysa ne seni, ne de kendimi tanıyorum: Kutsallık senin olsun. Bu aşk beni tutuk, ezik, korkak biri yaptı. Seni biraz olsun etkileyebilmek için yaptığım bütün fedakarlıkların, hayatımın en büyük bencillikleri olduğunu anladığım an kendimden kaçıp kurtulmak istedim. O an anladım ki, fırından aldığım ekmeğin sıcaklığı bu aşktan daha kutsaldı. Yüzümü ısıtan mütevazi güneş, evlerine ekmek götürdüğüm çocukların sevinci, çay bardaklarındaki kaşık sesi daha kutsaldı. O küçük mutluluklar, o eksik, o kanaatkar doyumlar daha kutsaldı... Evet, hayat karanlık, bayağı, acımasız, kirli, sıradan, incitici; ama gerçek sevgili... Ona dokunabiliyorsun. Ama ben senin kutsal ve mükemmel saydığın hiçbir şeye ulaşamadım. Sana ulaşamadığım için duyduğum kaygı ve pişmanlıklar da bana ait değildi. Çektiğim acıysa yıllardır sakladığım yaraları biraz daha gizlemeye yarıyordu. Oysa hayat çok basit sevgili... Bunu bir anlayabilsek herşey çok farklı olacak. Ve hayatın o basitliği içinde saklı derinliği, vazgeçilmezliği... Artık kutsal olan hiçbir şeye inanmadığım için daha berrak ve açık görüyorum çarşıdan eli boş dönenleri... Şehirleri hızla saran açlar ordusunu... Dünyayla aramdaki o sahte acıları ortadan kaldırdığım için tanık oluyorum herşeye: İşte dün gece TEM karayolunda bir travestiyi daha ezip geçti; sürücüsü karanlık ve sarhoş bir araba... İzmir'de bir kafeteryada garsonluk yapan Dersim'li Gökhan bugün, tıpkı dün ve önceki günlerde olduğu gibi tam onbeş saat ayakta servis yapacak müşterilere ve onca yorgunluktan sonra evine döndüğünde, Jack London gibi sabah dek ezilen insanların öyküsünü yazacak. Eskiden olsa çok romantik gelirdi bu gencin hali bana. Ama değil, çok sert, çok acımasız bir hayatı var; ama yine de gözlerinden o sımsıcak gülümsemesi hiç eksik olmuyor. Yıllardır görmediğim üniversiteden bir arkadaşımın matbaasına uğradım geçenlerde. Devrimci bir belediye başkanının afişiyle aynı makinede bastığı porno dergileri kurusunlar diye birlikte ipe asıyordu. Bunu yaparken de bütün içtenliğiyle, bu düzeni değiştirmeliyiz arkadaş, diyordu. Cezaevindeki çocukları için direniş yaptıklarından karakola götürülüp gözaltına aldıkları yaşlı anneleri polis gecenin bir yarısı sokağa bırakıyor. Ceplerinde neredeyse hiç para olmadığından şehrin çok uzağında olan evlerine gitmek için yürümekten başka çareleri yok bu çilekeş kadınların. Neredeyse sabaha dek yürüyecek olan bu yaşlı kadınların çektiklerini mutlaka içimizde hissetmezsek yaşadığımız hayatın hiçbir anlamı olmaz. Çünkü çoğu kez biz farketmesek de bu hayatta acı tek... Istırap tek... Aşk ve iyilik tek bir yerden akıyor kalplerimize... Aynı saatlerde başka bir yerde, yaşlı ve eşcinsel bir tiyatrocu iki kimsesiz sokak çocuğunu zorla evine götürmek istiyor; onunla birlikte olurlarsa çok para vereceğini iddia ediyor. Evet, hayat hiç romantik değil; ama yargılamadan önce onu anlamalıyız sonuna dek... Belki de tam bu sırada lekesiz bir aşkı özleyen ve yalnızlığın o korkunç kaderiyle boğuşan Serpil öğretmeni çalıştığı kasabada, çocuklarını okuttuğu adamlar telefonla arayıp, yanına gelelim mi, boş musun, diye taciz ediyorlardır. Asıl trajedi hayatın ta kendisi sevgili... Hayat karanlık, acımasız, bayağı ve kirli; ama bizim erdem sayıp abarttığımız duygusallıklardan, kendimizi başkalarından üstün kılmak için sığındığımız kutsallıklardan daha gerçek, daha sahici. Yıllardır ruhumun gurbetinde yaşamaktan tükendim. Kendi yaramı görüp, ona sarılamadığım için, ondan akan kanla yıllardır zehirleniyorum. Yıllardır senin yanında, ama senden çok uzakta kalmaktan sevgim acıyor. Birlikte yarattığımız bu hayattan kopuk imgeyi bırakıp, kendime doğru yürüyorum. Hayatı ve seni buradan seyrediyorum. Odandasın ve tek başına dans ediyorsun.... İyilik ve sevgiyle gülümsüyorum; seni sevip hissetmem için seni sahiplenmem gerekmiyor. Oradasın ve varsın işte. Nereye gitsem içimde hissediyorum seni... Hayatın bütün renkleri yüzünde... Odanda tek başına dans ediyorsun... İlk kez acı çekmeden özlüyorum seni... yağmura,nisana ve yaşıma aldanıp uçurumları kıyı sanarak ve dağlar erişilmeyince acı verir sözünü unutarak kaf dağına gitmek istedim. ırmak inadıyla yürüdüm uzaklara bir derviş olup yürüdüm uzaklara. yanıldı denektaşım geriye döndüm Kutsal Sözler Panayırı'na sığınıp ipeksi bir sessizliğe büründüm:. bir hayat,mahçup ve duru Tanrım,gülleri ve sessiz harfleri koru. En azından üç dil bileceksin En azından üç dilde Ana avrat dümdüz gideceksin En azından üç dil bileceksin En azından üç dilde düşünüp rüya göreceksin En azından üç dil Birisi ana dilin Elin ayağın kadar senin Ana sütü gibi tatlı Ana sütü gibi bedava Nenniler, masallar, küfürler de caba Ötekiler yedi kat yabancı Her kelime arslan ağzında Her kelimeyi bir bir dişinle tırnağınla Kök sökercesine söküp çıkartacaksın Her kelimede bir tuğla boyu yükselecek Her kelime bir kat daha artacaksın. En azından üç dil bileceksin En azından üç dilde Canımın içi demesini Canım ağzıma geldi demesini Kırmızı gülün alı var demesini Nerden ince ise ordan kopsun demesini Atın ölümü arpadan olsun demesini Keçiyi yardan uçuran bir tutam ottur demesini İnsanın insanı sömürmesi Rezilliğin dik alası demesini Ne demesi be Gümbür gümbür gümbürdemesini becereceksin. En azından üç dil bileceksin En azından üç dilde Ana avrat dümdüz gideceksin En azından üç dil Çünkü sen ne tarih ne coğrafya Ne şu ne busun Oğlum Mernuş Sen otobüsü kaçırmış bir milletin çocuğusun. Şu dağların yamacına Sende mi savruldun hey can Anaların acısına Sende mi kaydoldun hey can Fırtınaya bağır açtın Kuş musun sanki be hey can Yıldırma değip geçtin Taş mısın sanki be hey can. Sende mi yandın Sende mi soldun Sende mi kayboldun hey can Nedir bu çığlık Nedir bu feryat Sende mi vuruldun hey can. Şu dağları yanağına Sende mi gül oldun hey can Sevdaların yangınında Sende mi çöl oldun hey can. Kar mı yağdı saçlarına Darda mı kaldın be hey can Çığ mı düştü yollarına Zorda mı kaldın be hey can. Sende mi yandın Sende mi soldun Sende mi kayboldun hey can Nedir bu çığlık Nedir bu feryat Sende mi vuruldun hey can 1. Diyorlar, korkutarak karaşın kıldığımız sarı 'Dağlar gibi gençler âlemde perişan oldular' . 2. Giyinmiştir bir mitrak, baba, bir göl ve kıyamet . 3. Bir sultan daha yere oturur, biz oturtuyoruz Kadife istemezmiş, taht istemez saf bir ipek . 4. Anladık ki yüreklilik belirli bir sillenin rengi Külbastısız sayfaları karıştırırken serüven . 5. Nadaj'ın alınmayışını dört yüzyıl sonra İskele'de duyduk; 'Sen insanoğlunu öperek mi ele verirsin? 'i de . 6. Biz bir şairi şiir yazsın için ölümle korkuturuz dom! Peki nasıl oldu da hatırladı denizde boğulduğunu nasıl oldu da peki anlatamıyorum biliyorsun. Öyle ölüme düşkündü ki biyoloji sıfır bir şarkı yiyor şimdi şapkalarını orospular eksiliyor. Ama yok ne olur ağlama böyle ama yok şunun şurasında tramvaysız, çocuk olmak turunç olmak. Kantocu peruz sahiden yaşadı mı patron? Kisi seni severse Soyunur aya karsi Sever Ölüsüne dek Kanıyor takvimden gamsız ağaçsız evlatlarını döver gibi seven bir sonbahar güvertesinde adresini şaşırmış kayıp bir nisan yağmuru. ömrümün sol anahtarısın hazan makamının kapısını açan ne nisanlar gördüm ben ilkbahardan kaçarken bir mızrapa tutunan. ne bileyim ben böyle bir şeydir herhalde bir mevsimin şarkısı ya da mevsimlik bir vivaldi sancısı.... ekim kasım işlerini öğrenirken bir keman ağlamayı bir de, şarkıya söz yürür, yeşile aldanır suyun kudreti ve sen hiçbir zaman sol anahtarı yaptıracak bir çilingir bulamazsın bana kalırsa sen, ömrümün sonuna kadar, o şarkının kapısında kalacaksın! Hiçbir semtte berberin olmadı, 1954-1980 yılları arasında, 26 yılda 28 ev değiştirdin; Leke kuşağı nasıl bilmez seni! . Arabesk nedir diye düşünmüştünüz: Şebboy sesli bir cümbüş, eza içinde; Eşitlik midir komedya, içtenlik mi, Erdem diye benimsenmesi mi fırsatsızlığın? . Yürütüyoruz bütünlemeye kalmış bir sessizlikte Keşke yalnız bunun için sevseydim seni. Yasin okunan tütsü tüten çarşılardan Geçerdi babam Başında yağmur halkaları . Anam yeşil hırkalar görürdü düşünde Daha ilk güzelliğinde Alnını iki dağın arasına germiş Bir devin göğsüne benzer Göğsünden dualar geçermiş . Çarşılar ellerinde ekmek iğneleri Cami avlularına açılan Havuz sularına kapılan çocuklar Görmeden güneşin bütün renklerini Götürmezlerdi dükkandaki babalarına Ocaktan akan kaynar yemekleri Nenelerinin koyduğu avuç taslarına . Başı ve yüreği şahbaz Kaleleri ağırlayan kadınların Süslerini kemerlerini Başlarını ağırlaştıran Ağır siyah şelale saçlarını Tutunca gençleşirdi erkekler . Sonra insan o ki denizde Küçük ve büyük nehirde Bedeni ıslatan afsunlu suda Önce niyet sonra yıkanırdı . Zaman dert getirdi sulara İçinde eski balıkların yattığı kayalar Savaşan insanların elinde İnce yontulup taşındı balta mızrak şekline . Anam kanları kuruyan Kavga ayıran bir kargı elinde Kara ocağın taşlarına İşaret koydu çocuklarını Belinde gezdiren babamın Beyaz yazılarla kazandığı adları . Yüreği korkuyla kuvvetlendi babamın Unutup genç gelen günleri Zamanın sürerken çektiği günleri Çetin bilmecelerle Sürdü atını şehirlere . Yün ören at güden kadınlar Ormanlara tepeden eğilen toprak evlerde Küçük pencereli karanlık dar odalarda Uzaktan uzayıp gelen kurt seslerinin Uzağa çekilip giden Ayazda donan gülmeler içinde Ormanlarda süt emziren anne Unuttu gittikçe uzayan çocuğunu . Hep kaçarmış şehirlerin Demir dağlarına Uyuyunca toprak beşiğimde Sahipsiz kalan Ellerimden kayan aydınlık günlerim. Kadehin bedeninden bir can bakıyor, Kadeh; can, akıl, şarap olmuş akıyor. Donmuş suda yürüyen bir ateş gibi; Gönül yakut madeni, canı yakıyor! . (Hayyam'ın Türkçe Yüzü-Türkçe Yeniden Yazan-Yalçın Aydın Ayçiçek-Can Yayınları) Şu yoksul,ışıksız sokaklardan geçerken akşamüstleri Elimde yiyecek filesi,evime doğru Siliniyor sanki zihnimin yorgunluğu Isıtıyor halkımın ozanı olmak duygusu içimi. Yıpranmış ellerinde bir sokak çiçekçisinin Bir kırmızı gül gibi Fenerli Sokak'ta gün altıda batar Bir başka renge bürünür Fenerli Sokak Fenerli Sokak'ta bütün adamlar Konuşurlar benim gibi hep susarak Seni Fenerli Sokak'ta bekliyorum.. Yağmurlar yağmaya görsün Meyhanelerde cümbüş Sen orada kimleri görürsün Ben gibi sevdaya tutulmuş, düşmüş Seni Fenerli Sokak'ta bekliyorum.. Kesilir çocuk sesi, kadın sesi Fenerli Sokak'ta yanınca ışıklar Benim gönlümde bir sarhoş neşesi Bana ümitler taşır bu sakin akşamlar Seni Fenerli Sokak'ta bekliyorum.. Dönemem bir adım geriye Biraz ötede belki sen varsın Boşver aldırma sen hiç kimseye Yolun düşerse beni meyhanede ararsın Seni Fenerli Sokak'ta bekliyorum. Biraz da seninle dolaşalım bu sokağı Aşkımı kaldırımlardan, parke taşlarından sor Tanımaz gözlerim senden daha uzağı Sensiz olmak senle olmaktan da zor Seni Fenerli Sokak'ta bekliyorum.. Seni Fenerli Sokak'ta bekliyorum Gönlüm Ümit pınarı, yüreğim sabır taşı Bugün olmazsa yarın geleceksin biliyorum Seneler silemeyecek asla bu aşkı Seni Fenerli Sokak'tan daha çok seviyorum... Yerin seni çektiği kadar ağırsın, Kanatların çırpındığı kadar hafif.. Kalbinin attığı kadar canlısın, Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç... Sevdiklerin kadar iyisin, Nefret ettiklerin kadar kötü.. Ne renk olursa olsun kaşın gözün, Karşındakinin gördüğüdür rengin.. Yaşadıklarını kâr sayma: Yaşadığın kadar yakınsın sonuna; ne kadar yaşarsan yaşa, Sevdiğin kadardır ömrün.. Gülebildiğin kadar mutlusun. Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin Sakın bitti sanma her şeyi, Sevdiğin kadar sevileceksin. Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın. Bir gün yalan söyleyeceksen eğer; Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın. Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret, Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın. Unutma yagmurun yağdığı kadar ıslaksın, Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak. Kendini yalnız hissetiğin kadar yalnızsın Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü. Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin.. İşte budur hayat! İşte budur yaşamak, Bunu hatırladığın kadar yaşarsın Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun Çiçek sulandığı kadar güzeldir, Kuşlar ötebildiği kadar sevimli, Bebek ağladığı kadar bebektir. Ve herşeyi öğrendiğin kadar bilirsin, bunu da öğren, Sevdiğin kadar sevilirsin... I yollar yorgunum rüzgarli kasabanin çalisi çam kokulu daglarin rüzgarsiz yagmuru beni artik durdurun yorgunum on bes mayis doksan sekiz viran sehire bes kala . II yollar yorgunum asfalt rengi bir çayin deminde ilerliyorum önümde yüzünü benden saklayan bir dag bitkin bir adam dikiz aynasinda tende biraz solgunum yorgunum yedi haziran erciyes hala yüzünü sakliyor . III yollar yorgunum bir anne çigligi enkaz altindaki üç yavruya hastane koridorunda hinca hinç yigilmis cansiz bedenlere basmadan ilerliyorum acidan yorgunum ne olur beni durdurun 17 agustosun ertesi sehir ölümü yorgan gibi örtünmüs . IV yollar yorgunum gri renkli bir ülkeden dönüyorum geriye dönüsüm sebepsiz bekleyenin yoklugundan belki belki de yalnizligin soguklugundan yollar içimi isitiyor bende durmak yok beni bensiz durdurun durmazsam vurdurun sunu bilin ki yorgunum ondört nisan yagmurlu günün öksürüklü sabahi Yalnız senin gezdiğin bahçede açmaz çiçek, Bizim diyarımızda bin bir baharı saklar! Kolumuzdan tutarak sen istersen bizi çek İncinir düz caddede dağda gezen ayaklar. Sen kubbesinde ince bir mozaik ararda Gezersin kırk asırlık mabedin içini Bizi sarsar bir sülüs yazı görsek duvarda, Bize heyecan verir bir parça yeşil çini. Sen raksına dalarken için titrer derinden Çiçekli bir sahnede bir beyaz kelebeğin Bizimde kalbimizi kımıldatır derinden Toprağa diz vuruşu dağ gibi bir zeybeğin. Fırtınayı andıran orkestra sesleri Bir ürperiş getirir senin sinirlerine, Istırap çekenlerin acıklı nefesleri Bizde geçer en yanık bir musiki yerine. Sen anlayan bir gözle süzersin uzun uzun Yabancı bir şehirde bir kadın heykelini, Biz duyarız en büyük zevkini ruhumuzun Görünce bir köylünün kıvrılmayan belini.... Başka sanat bilmeyiz karşımızda dururken Yazılmamış bir destan gibi Anadolumuz Arkadaş, biz bu yolda türküler tuttururken Sana uğurlar olsun... ayrılıyor yolumuz Sofalar seninle serin Odalar seninle ferah Günüm neş'eyle uzun Yatağında kalktığım sabah. Elmanın yarısı sen yarısı ben Günümüz gecemiz evimiz barkımız bir Saadet bir çimendir bastığın yerde biter yalnızlık gittiğin yoldan gelir seninle karşılaşıp solduğum andı ölüm yüzüne baktığında tutuşup yandı ölüm. çoğaldıkça çoğalan bir sevda ülkesinde ellerine dokundun; sana inandı ölüm. o efsunlu, yağmurlu, hercai gözlerinden uçan kelebekleri mutluluk sandı ölüm. akkor dudaklarından ağı düştü içime yollarında yürürken sanki insandı ölüm. viran eylediğin gün yorgun hayallerini ayrılıkla, hüzünle, aşkla sınandı ölüm. bir ömür vuslatını bekledi boynu bükük bilmem ki aşk uğrunda neden kınandı ölüm. süründü yıllar yılı karanlık köşelerde benim gibi kıvrandı, kahra dayandı ölüm. her akşam tufanında harap oldu güneşim gece baygın bir rüya, gündüz hülyandı ölüm. sensizliğin en ağır fermanıydı içimde dudaklarımdan sızan bir damla kandı ölüm. ölüm seni sevmektir bir celladın elinde bilmem hangi yürekte böyle sultandı ölüm Bulsam, bir sihirli anahtar bulsam, Toprak kilidini açsam dünyanın, Çözsem düğüm düğüm muammasını Ölüm denen sonsuz, büyük rüyanın! . Gelse bahçe bahçe mevsimler dile, Ağaçlar, çiçekler konuşsa biraz: Kimdir şu dallarda kızıl gülleri Böyle alev alev yakan sihirbaz! . Bulsam, bir sihirli anahtar bulsam, Ne yıldızlar için, ne güller için! Alnı eşiğinde bekleyenlere Açılmak bilmeyen gönüller için! Susarak anlattım bütün gizliyi Sakladım duygumu ben konuşarak . Bir acı tarlası sessiz yüzünde Aşkı yürürlüğe koyma savaşı . İçimde bir düzen kaynaşmaktadır Büyük ve çekingen bakışlarından. En iyi anlatış artık susmaktır Anladım bunu ben seni bilince . Gel denize yaslan yalnız denize Sırrını denizler taşır insanın . Zaman bir hızdir ve yıldızdır akan Esneyen günler ve gece üstünden . Bir uyku bölmezse anılarımı Korkarım çıldırtır bu hayal beni . Gözlerin ne kadar İstanbul öyle Sebiller uçuşur parmaklarında . Ortak günlerimiz tarih şöleni Saçlarında sayfa sayfa güneşi . İçimde bir sergi var portrelerin Hayalim heryerde kavrar gölgeni . Aşka ve tabiata ulaştır bizi Gel kurtar bu şehrin gürültüsünden . Terketme n'olursun bir eşya gibi Ölümsüz bir hasret yaşarken bende . Vurulmuş bir geyiktir sensiz zamanlar İçimin ormanı bir yangın yeri . Bir uyku bölmezse anılarımı Korkarım çıldırtır bu hayal beni . Istırap varoluş şartımız oldu Esef etme yasım karaymış diye . Bir yanım vahşidir ürkütür seni Aykırı düşerim sulhçulüğüne . Bir gün deli gibi sarsarak seni Göklerin yolunu sorabilirim . Başımı taşlara vurabilirim Aklımdan çıkarsa anılarımız . Paramparçayım sen onar beni Topla aynalardan eski gölgemi . Göçebe ömrümü bağla zamana Dağılsın içimin karıncaları . Bir uyku bölmezse anılarımı Korkarım çıldırtır bu hayal beni hızla gelişecek kalbimiz kalbimiz hızla. sürgünlerin umutsuzluğunda kırık kalpler, yaralılar, onulmazlar farksız çarpanların umutsuzluğunda ve köprü başlarının umutsuzluğunda ve köprü başlarının umudunda. sular bitse bile, çiçekler atılırken oralara temiz bir ilişkinin bulutsuzluğunda ve eski dağlarda, eski dağlarda kış kovalarken ülkesini hızla gelişecek kalbimiz. kendi öz hüznümüzün öz tarlasında bozkır dayanıklılığımızın tarlasında kalbimiz ellerimiz ayaklarımız arasında ve kimsenin bölemediği şarkıyı güllerin, buğdayların ve acının şarkısını bir haziran uygulayacak sesimize. sütçünün sesiyle birlikte erkenci isçilerin sesiyle birlikte şoförün sesiyle birlikte sabaha başlamış sarhoşların sesiyle birlikte yaman sarhoşların sesiyle birlikte ve yeni uyanışların ve yeni doğmuşların ve herkesin ve herkesin sesleriyle birlikte bir haziran uygulayacak kimse bölemeyecek ve kalbimiz hızla gelişecek.. yıkıntılara karışan eski bir bahar büyük olmaya elverişli bir bahar eskiden yaşanılmış ve her şeye rağmen insanlara göre bir bahar suların kana kestiği yahut suların kana kestiği bir bahar. hızla gelişecek kalbimiz bir mavilik kalıbında bir odada, en olagel bir odada en sade, en insanca bir odada bir kadınla bir erkeğin olduğu bir odada bir kadın bir erkeğin bir kadınla bir erkek olduğu ellerin ve omuz başlarının birbirini bulduğu. birden gerçekliğini algılayarak saat çalınca ve görünce güneşi birden vazgeçilmezliğini algılayarak önemli ve gerekli buluşunu kendini birden hatırlayarak geleceğe hazırlayınca olanca göğüslerini ve her şeye ve ölüme kalbimiz hızla gelişecek cağımıza pek uygun bir hızla gelişecek kalbimiz (...) . kalbimiz yerin ve göğün alt edilmez bir dirilikte olduğu tutkumuz, direnmemiz, ellerimiz, kalbimiz. kalbimiz kalbimiz hızla gelişecek. Beklemiyorum artık yıldızları ve seni Avuçlarımda yorgun bir ıstırap, bir kalem Yollarına bıraktım bozulan mihengimi Girsem yer kabuğuna, kahrın kuytularına Bağbozumu gözlerin görsün diye rengimi Karışsam çöllerinden sızan Nil sularına . Sensiz olduğun günün akşamında, bakarsın Yanı başında duran bir elçidir varlığım Nasıl tutuşturursa kum saatini hicran Ya da son bir serçenin minyatür kanatları Oynatırsa yerinden dağların yüreğini Anlarsın ki sinemde gök siyah, toprak sarı. Alevleri ağlayan bir yangındır bu iklim Anlattım gün ışığı tebessümlerle, mağrur Bir yangın ki, ışıksız, kıvılcımsız ve derin Bir deprem, bir kıyamet bu inkisar evinde Anladı sefil baykuş, âmâ ve dilsiz ölüm Bu yangın bir kez olsun gülmedi alevinde . Duymuş olmalı ceylan, kaktüs, kervancı başı Her birinde bu şarkı kırılgan ve kederli Titreyerek sarsılan bir çölün ortasında Öyle bir düşürdün ki ardıma gölgeleri Vaktin ne olduğunu öğrettin de, saatim Asla yanılmayacak ne ileri, ne geri. Benzemez başkasına bir akrep, bir yelkovan Hiç kimsenin zamanı aynı renge boyanmaz Acının paylaşılmaz bir yangına dönüşüp Taşı da, korkuyu da erittiği bir günde Yıktın mağaramdaki çocuğun evrenini Minnettarım sana bu muamma denizinde. Takvimlere bakınca çöküyor can kalesi Günlerin boynu bükük, ay yaralı içimde Öyle bir kanattın ki, dakikalar ve hüzün Ateşten damlalarla yakıyor ellerimi Öyle bir öğrettin ki, ne olduğunu vaktin Beklemiyorum artık yıldızları ve seni Afyon garındaki küçük kızı anımsa, hani, Trene binerken pabuçlarını çıkarmıştı; Varto depremini düşün, yardım olarak Batı'dan Gönderilmiş bir kutu süttozunu ve sütyeni.. Adam süttozuyla evinin duvarlarını badana etmişti, Karısıysa saklamıştı ne olduğunu bilmediği sütyeni, Kulaklık olarak kullanmayı düşünüyordu onu kışın; Tanrım gerçekten çocukluk günlerinizde mi? ... Eşiklere oturmuş bir dolu insan Keşke yalnız bunun için sevseydim seni. Son bağlar kopunca sevgililerden, Kalbe, o hayâlin çıktığı yerden, Şifasız kederler sızar nihayet.. Nihâyet, en yakın emellerin de Zehirli rüzgârlar eser yerinde; Gidenle beraber gider saadet.. Kırılmış bir kalbe son kalan yoldaş Gizlice dökülen beş, on damla yaş, Bir de yâd edilen hâtıralardır.. Çünkü her sevincin sonu kederde; Saadet, sabaha karşı göklerde Doğan bir yıldızın ömrü kadardır. Ayağı kayan bir çocuk Kadar şaşkınım, bilemedim Düz yolda yürümenin imlâsını Kanayan dizlerime bakıp da Ağlamayı öğrenemediğim gibi. Sevgilisi değildim kadınlarımın Bir papağan tüneğiydim belki Ama birkaç sözcük öğrendiysem Kadınlardan öğrendim, yine de Bilemedim sevgilim diyebilmeyi. Büyülendim ama büyüyemedim Aklım ermedi aynalara ve suya Yüzümü gösterip kalbimi neden Sakladıklarını öğrenemedim Şaşkınım, cahilim ben bu dünyada. (Çocuksun Sen) İYİ Kİ BU DÜŞTESİN . nehirler yarışır, çağıldar gözlerinde o nehirler benim nehirlerimdir aşk ki azar azar benim yerimdir üşüyorsam, sokaktaysam, yalnızsam gözlerin ey yâr benim evimdir . /vurulup düştükçe, düştükçe seni sevmekten caymayacağım gece insin, el ayak çekilsin gelip kapında ağlayacağım! / . iyi ki bu sestesin dünyayı ısıtan nefestesin bir haydut gibi gezinirim kapında kalbimde tutuşan ateştesin… . II rüzgârlar savrulur, uğuldar gözlerinde o rüzgârlar benim rüzgârlarımdır aşk ki azar azar benim yerimdir suskunsam, bozgunsam, bulutsuzsam gözlerin ey yâr benim evimdir . iyi ki bu düştesin her sabah ışıyan güneştesin iyi ki yoksuluz bulutlar gibi soğuyan dünyada sımsıcak fırınlar gibi . /vurulup düştükçe, düştükçe sana koşmaktan caymayacağım gece insin, el ayak çekilsin gelip kapında ağlayacağım! / . Yılmaz odabaşı Titrek bir damladır aksi sevincin Yüzünün sararmış yapraklarında Ne zaman kederden taşarsa için Şarkılar taşırsın dudaklarında. İşlerken hülyama sesten örgüler Bir çini vazodan dökülen güller Gibi hülyada fecirler güler Buruşmuş bir çiçek parmaklarında. . Gözlerin kararan yollarda üzgün, Ve bir zambak kadar beyazdı yüzün; Süzülüp akasya dallarından gün Erir damla damla ayaklarında. . Sesin perde perde genişledikçe Solan gözlerinden yağarken gece Sürür eteğini silik ve ince Bir gölge bahçenin uzaklarında. . Sen böyle kederden taştığın akşam Derim dudağında şarkı ben olsam Gözlerinde damla, içinde gam Eriyen renk olsam yanaklarında Ömrümde nice sızı var kışların önü, sonu var. Kalbim bu kuşatmalarda dar; dağlarda ölmek isterim.. Ben ateşten, hınçtan doğdum. Üç beş kuruşa kul oldum, yetmedi de mahpus oldum; dağlarda ölmek isterim.. Kaç mevsim ağladım kaldım, tutuşan özlemle yandım, kentler zalimdi dayandım; dağlarda ölmek isterim! __________________ * Hece ölçüsüyle şarkı sözü olarak yazılmıştır. ıslığında usturalar bileniyor bıyıkları marşandiz katarı zulasında eroini esrarı tutuklandıkça yenileniyor. kafası kızdı mı taksim'de akşam bütün lahmancunlar ondan sorulur oğlanın birine takıldı / tamam çengelköy'lü sevtap diye meşhur. göğüsleri hakikat birer kumru eskiden de süslenir boyanırmış ayak ayak üstüne atıp oturdu mu insanda can mı bırakırmış. sabaha karşı bir büyük rakı yıldız tozuması külüstür mehtap arabada sevişmek başlıca merakı ne kanun tanıyor ne de kitap. bu yollara düşecek adam mıydı çiçek yaptırmalar parfüm filan bu sefer yakasını fena kaptırdı sevtap başını yiyecek anlaşılan. boşversene / daha ölmedik ulan Yemek yemek üstüne ne düşünürsünüz bilmem Ama kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı fezayı bağlayarak yorgun kanatlarına bir güvercin uçurup kıtalar arasından çağırdın beni geçerek birer birer sürgün kanyonlarını derbeder koşup geldim ışıldayan tahtına yarım koyup bir bardak kurşun rengi çayımı yıkarak yalnızlığa kurduğum sarayımı yetim çığlıklarımı duyurmak üzre sana koşup geldim; iliştir beni memnu bahtına . adını söylemek istemiyorum her hecesi amansız bir kor dudaklarımda her harfine yıllardır şimşeklerle yarıştım zindanlara karıştım, ölümlerle tanıştım adını söylemek istemiyorum rüveyda dediğim zaman anla ki, senin için yürüyor kelimeler çığlığımın atardamarlarından . hangi yıldızdır bilmem, gözlerin kayar da üzerime rüveyda önce tuhaf bir deprem yayılır bedenime sonra açılır önümde ıstırab vadileri silik renkleriyle adımlarıma çözülmeye yüz tutan bir mazi mühürlenir hayalin bittiği menfeze doğru alaca bir at koşar içimde zamansız, mekansız nefese doğru . uslanmaz bir yürek taşıdığıma dair yaygın bir kanaat dolaşır aynalarda oysa rüveyda baştanbaşa ben kevser akan, gül kokan bir kalbin filiziyim. . kitaplara sürdüğüm kapkara lekelerden bir anlatsam nasıl utandığımı bir doğrulsam eğildiğim yerlerden ağarır tanyeri nilüferlerin alaca bir at koşar içimde ezer toynakları ile anılarımı . sular köpürmemeliydi rüveyda kırılmamalıydı ıslak dalları hasret selvilerinin ben zehire alışkınım, şerbete değil rüyalar hefret eder avare duruşumdan kabuslar çeker ancak derdimi yeryüzünde sen gün boyu simsiyah bir ufukla beraber ben her gece bir Mehdi türküsüyle çilekeş yargılamak için zeval kayıtlarını inkılab bekliyorum . hangi umut çiçeğidir bilmem, ellerin uzanır da gönlüme rüveyda derinden bir ok saplanır bağrıma beynimi çağıran bir sese doğru alaca bir at koşar içimde zamansız, mekansız nefese doğru . varlığın cinayettir memleketimde işlenen akıtır kanını en asil pehlivanların yokluğun sükunettir kuşatır evrenimi varlığın ve yokluğun ölümüdür baharın . artık eskisi gibi bakamıyorsun göklerinde bir belkıs otururdu rüveyda binlerce gökkuşağı olurdu kirpiklerin güneş bir anne gibi dururdu başucunda artık dokunamıyor kakülün bulutlara karalara bürünmüş saçlarında dolunay ben bu kadar zulme layık mıyım rüveyda . hangi ressamı vurur bilmem, endamın sarar da benliğimi ben beni tanımam kaldırımlarda kafesleri yutan kafese doğru alaca bir at koşar içimde zamansız, mekansız nefese doğru . kırmızı bir kurdela bağlayarak alnına duydun mu orkideye dua eden birini bu ısmarlama yüzler yok mu rüveyda bu yapmacık bebekler gözyaşı akıtırken gülenler yok mu beni kahrediyor geceler boyu . hangi çağın gelişidir bilmem, gülüşün soluk bir dünyanın mezarlarına gömerek gurbetimi kapadı karanlığa Yesrip, kapılarını meydan okuyuşun çağın ordularına bilmem hangi mevsimin başlangıcıdır doruklardan öte hevese doğru alaca bir at koşar içimde zamansız, mekansız nefese doğru . yasını tutuyorum kararttığım düşlerin yıpranmış divaneler gibiyim sokaklarda amansız bir ütopya üfleyen pencereler lif lif yoluyor dram seyyahı bedenimi önümde, haksızlığın hesaba çekildiği hiç kimsenin kimseyi tanımadığı mahşer arkamda, kare kare ömrümü belirleyen hatırladıkça yanıp tutuştuğum resimler . söyle, nasıl aşarım pişmanlık dağlarını yeniden bir nil olup taşar mıyım çöllere kim giydirir başıma tacını nihayetin kim takar bileğime hürriyet künyesini karada balık gibi nasıl yaşarım, söyle . rüveyda, seziyorum; tahammülün kalmadı ama dur, boşaltayım bütün çığlıklarımı asırlardır köhne barınaklarda küflenen, çürüyen çığlıklarımı . at vuruldu; içim paramparça rüveyda gölgelerin ardına sakladım kusurumu sen orda kayıtsızca gülümsüyor gibisin ben burda damla damla eriyip akıyorum yine de, çiğnetemem kimseye gururumu istenmediğim yeri sessizce terkederim hatıra kalsın diye bırakır da ruhumu mahzun bir derviş gibi boyun büker, giderim Tanrım: Vakit tamam.Yaz çok muhteşemdi. Yay gölgeni güneşli saatler üzre, Ve tarlalara sal rüzgarları şimdi. . Son meyvalara dolgunlaşmayı buyur; Bağışlayıp güneyden iki gün daha, Yönelt kendilerini olgunlaşmağa Sert şaraptaki son tadın izini sür. . Hâlâ ev kurmayan kurmaz bundan gayrı. Yapyalnızdır hep, yalnız kalan bir kere, Kalkar, okur, mektup yazar uzun süre Yollarda huzursuz aşağı yukarı Dolaşır, yapraklar dökülürken yere. . Çeviren: Dr Osman Tuğlu Kader böyle imiş böyle yazılmış Gidiyorum kara gözlüm ağlama Mezarımız gurbet ele kazılmış Gidiyorum dudu dilim ağlama. Ceylan bakışını üzme boşuna Kurbanlar olayım gözün yaşına Keder yakışmıyor hilal kaşına Gidiyorum kara gözlüm ağlama. Emanet eyledim benli kuzumu Arkalarda koyma benim gözümü Getir ver çalayım kırık sazımı Gidiyorum kara gözlüm ağlama. Mahzuni Şerif 'im yollar göründü Garip başım dertten derde büründü Fadime'm duvağın yerde süründü Gidiyorum kara gözlüm ağlama. senin ülkende cüceler vardı boyları hüzünden kısalan donmuş gözyaşları kurumuş otlar ve adını anımsamadığım bir sürü hüzünlü şey vardı hüzün programlanmıştı bilgisayarlara bile babanın bir beyin cerrahının tamir çantası olduğu söylentisine gelince bence kuru iftira ama yukarılık kompleksini kimden kaptığı bilinmiyor annense bir şişenin içinde batık gemileri bekleyip durmuş yıllarca kiralık kardanadamlarla çıkmış küf rengi yolculuklara ve kadınlar hamamında ayyaş bir ayı gibi bayıldığı gün seni doğurmuş hiç yokken sen hesapta a benim caretta carettam a benim yürek vuruğum buna da şükür çünkü bir yılkı atı gibi bırakmışlar seni çocuk çocuk suluboya çıkmaz sokakta keyiflerine bakmışlar gelsin eğlence gitsin ça ça ça. sen küçücükmüşsün insanlara bakmışsın bakmışsın her yan sönük yıldızlar ormanı bir şeyleri sevmek istemişsin alışırken dünyaya dişlerini göstermişler kırmışlar termometreni insan insanın kurduymuş bre kesekağıdına sarmışlar seni narbülbülün kafese ayçiçeğin çöplüğe bir duvarın sıvası gibi dökülürken bana rastlamışsın dur demişsin dur hadi dur yaşamım sil baştan ben demişim. 'severim severim sevmesine de seni eski bir hüzünle durmadan büyür içimde bir Girit yasemini'. yaklaşmışım ve deniz atmışım dudaklarımla dudaklarına Yüzlerce soğuk namlu üzerime çevrildi, Yüzlerce demir tetik aynı anda gerildi! Anne, beni söğüdün gölgesinde vurdular, Öpmeye kıyamadığın oğlun yere serildi. Üşüştü birer birer çakallar üzerime, Üşüştü her bir yandan göğsüme, ciğerime. Anne, beni leş gibi yiyip talan ettiler, Teşhis edilmek için savurdular önüne. 'Yeryüzündeki acıların Hepsini, hepsini tattım!' Heder oldum, ekmeğime tütün kattım! Beni milyon kere yaktılar üstüste. Bir Anka kuşu gibi anne, Kendimi külümden yarattım. Geceler tanır beni; konarım göçerim ben. Geceler tanır beni; kan damlar içerim ben. Anne, sen beni unut. Karanlığın bağrında Kırmızılar ekerim, siyahlar biçerim ben. Suçüstü yakalandım bölüşürken kalbimi, Suçüstü, kelepçeyle yardılar bileğimi. Anne, ben diyar diyar umudun savaşçısı, Bir tutam sevgi için dağladım gözlerimi. Prometeus'tum, çiviyle çakılırken taşlara Ciğerimi kartallara yedirdim. Spartakus'tüm, köleliğin çığlığında. Aslanlara yem oldum, tükendim. Kör kuyuların dibinde Yusuf'tum, Kerbela çölünde Hüseyin. Zindanlarda Cem Sultan, sehpada Pir Sultan. Kaçıncı ölmem, kaçıncı dirilmem bu? 'Tanrılardan ateş çaldım,' Yüzyıllarca tutuştum, üstüste yandım. Bir Anka kuşu gibi anne, Kendimi külümden yarattım. Hiçç kanser olmaz onlar Gnl.mdr.ler Holidingler Politikapçıklar T.S.K.'ler T.K.K.'lar Hiç hiç kanser olmazlar Ama bizim Yaman durduğu yerde Pankreas kanseri ölür Nedini bir şair tanır Yunan Adı Pankreatitis Yani yeni bir rol. (Güle Güle Seslerin Sessizliği Sana hasret, sana hayran gönlümüz Sarı saçlım, mavi gözlüm nerdesin Bu gemi bu 'Kara Deniz' Sarı saçlım, mavi gözlüm nerdesin. Kara peçe, yakışmıyor kullara Kurban olam şu gittiğin yollara Hele uyan bir bak bizim hallara Sarı saçlım, mavi gözlüm nerdesin. Bulutlar teriden, dağlar kokundan Sarhoştur Mahzuni, senin kokudan Bir daha gel gel ha Samsun'dan Sarı saçlım, mavi gözlüm nerdesin Izdırabın sonu yok sanma, bu alem de geçer, Ömr-i fani gibidir, gün de geçer, dem de geçer, Gam karar eyliyemez hande-i hurrem de geçer, Devr-i şadi de geçer, gussa-i matem de geçer, Gece gündüz yok olur, an-ı dem adem de geçer, . Bu tecelli-i hayat aşk ile büktü belimi, Çağlıyan göz yaşı mı, yoksa ki hicran seli mi? İnleyen saz-ı kazanın acaba bam teli mi? Çevrilir dest-i kaderle bu şu'unun fili mi, Ney susar, mey dökülür, gulgule-i Cem de geçer, . İbret aldın, okudunsa şu yaman dünyadan, Nefsini kurtara gör masyad-ı mafihadan. Niyyet-i hilkatı bul aşk-ı cihan aradan, Önü yoktan, sonu boktan, bu kuru da'vadan Utanır gayret-i gufranla cehennem de geçer. . Ne şeriat, ne tarikat, ne hakikat, ne türe, Süremez hükmünü bunlar yaşadıkça bu küre Cahilin korku kokan defterini Tanrı düre! Ma'rifet mahkemesinde verilen hükme göre, Cennet iflas eder, efsane-i Adem de geçer. . Serseri Neyzen'in aşkınla kulak ver sözüne, Girmemiştir bu avalim, bu bedyi' gözüne. Cehlinin kudreti baktırmadı kendi özüne. Pir olur sakiy-i gül çehre bakılmaz yüzüne, Hak olur pir-i mugan, sohbet-i hemdem de geçer. Hayat hikayelerine bayılırım. Ben toprağa 36 numara ayaklarıyla basan, biraz şaşkın bir kadınım. Tuhaf bir masal. Yerde ne var yer boncuk, gökte ne var gök boncuk, işte ortasında ben varım. Hayatım uzun süren bir şaşkınlıktan ibaret olacak sanırım. . Uslu, içine kapanık bir çocuktum ben. Ancak nedense birdenbire olmadık şeyler yapardım. İlkokul 1. sınıftayken evden kaçtım mesela. . Lisenin bahçesine gidip ayaklarımı kırmızı balıklı havuzun içine soktum. İğde ağaçları vardı bahçede bir de. Beni akşama buldular. O gün annemden yediğim dayak beni epey idare etti. 18 yaşıma kadar bir daha evden kaçmadım. Sonra 18 yaşımdayken bir daha evden kaçmaya karar verdim. Babama hitaben artık büyüdüğümü ve diğer bazı ehemmiyetli hususları belirten bir mektup yazdım. Sanırım kırmızı balıklı havuzu özlemiştim. Ancak bu kaçışımda bir daha eve dönmedim. Hatta evlenip kaçarak evlenen ilk şehirli kız unvanını aldım. . Yine ilkokuldayken, bizim sınıfta hep şımarık zengin çocukları vardı. Müstahdemin oğlu da bizim sınıftaydı. Onu hep iter kakardık. Çok ezik ve sessizdi. Bir gün işi iyice azıtıp onu köşeye sıkıştırdık ve mataralarımızdaki suyu kafasından döktük. Soğuktu. Üşümüştü ve titriyordu. Birden gözlerim onun kapkara, kocaman ve acı çeken gözleriyle karşılaştı. Afalladım ve kalakaldım. Eğer şairler birdenbire şair oluveriyorlarsa ve ben de eğer bir şairsem, işte o gün şair olmuşumdur kesin. Belki o kara ve kocaman acıdan özür dilemek için yazıp duruyorumdur. . 13 yaşımdayken annem öldü. Hani bazı insanlara isimleri çok yakışır ya, işte annem o insanlardandı. İsmi Füsun'du. Annemden bana kalan tek miras bir sihirdir. Onu ne zaman özlesem hep bir şiir yazdım. . Çocuk romanlarını çok severim. Özellikle Uzunçorap Pippi'yi. O benim kahramanımdır. Çilli, kırmızı saçlı ve palavracıdır. Bir gün hayatımı hiç nokta konulmadan yazılmış bir çocuk romanı olarak yeniden kurmak istiyorum. Belki her noktanın bir süre sonra kanayan bir virgüle dönüştüğünü bildiğimden. Aniden şiir yazmayı bırakıp, çocuk romanı yazmaya karar verebilirim. Zaten hiç prensibim olmadı benim. Bazen "Bak kızım şu üç günlük dünyada senin de bir prensibin olsun, bak elaleme nasıl prensip sahibi" diye nasihat ediyorum ama olmuyor. Olamıyor. Dolayısıyla şiir yazmak gibi bir prensibim yok.Derdimi anlatmaya çalışıyorum ben. Patates baskısı yaparak derdimi anlatmam mümkün olsaydı, kuşkusuz öyle yapardım. Hem eğlenceli olurdu böylesi. Hem daha az zarar verirdim kendime.. Pek çok işte çalıştım. Sekreterlik, anketörlük, pazarlamacılık, tezgahtarlık. Hepsinden de istifa ettim. İstifa etmeyi çok sevmişimdir hep. Tam benim tarzım. İstifa etmek kendimi çok asil hissetmemi sağlardı. Bence herkes en azından bir kere şöyle anlı-şanlı istifa etmelidir.Tavsiye ederim. . Boşandıktan sonra bir bodrum katında yaşamaya başladım. İkide bir su basardı orayı. Ben de eşyaları bir kenara toplar, sabırla pis suyu boşaltır ve Tanju Okan'ın `Kadınım' şarkısını mırıldanırdım. "Sevdiğim o kadın yok artık bu evde" pis su boşaltıp ev temizledikten sonra, sevdiğim o kadın olurdum ben yine. Kendimi iyi ve güçlü hissederdim. Çapkın hayallerin çirkin ördeğiydim ben orada. Öyle çok mutlu oldum ve öyle çok acı çektim ki özgeçmiş falan hikaye, benim orada geçirdiğim üç yılda en özlü geçmişim saklı.Bir insanın hayatındaki en özlü şeyin, delirmek olduğunu fark ettim ben orada. . Tam artık hayattan istifa edip, kendimi hepten asil sanacağım sırada oradan taşındım.Taşınmam gerekti. Kapıya kimin olduğunu bilmediğim şu iki dizeyi kurşunkalemle yazdım: "Irmağımda başımın döndüğü yıllardı / geçtiğim her yerde benden bir şeyler kaldı" . Sonra içime ve hatta dışıma kapandım. Küsmek gibi bir şey. Bir çeşit gölge fesleğeni. Bir çeşit olmayan hayat. Zaten hiçbir şeyi kararında bırakamamak ve ortasını bulamamak gibi bir sorunum var benim. Epeyce göçebe yaşadım, sadece iki valizim oldu. Bir yığın insan tanıdım. Ama hep yalnızdım. . Herkes nasıl oluyorsa kafasının içinde dolaşan kırk tilkinin kuyruklarını birbirine değdirmemeyi başarıyor. Bende bir kısa devre durumu var, organizasyon bozukluğu. . Hay Allah, Mustafa Topaloğlu gibi konuşmaya başladım.Ama bu işime geliyor biraz, beni eğlendiriyor. Prens Mizkin'in dediği gibi "Budala olsaydım, budala olduğumu düşündüklerini anlar mıydım hiç." . Bütün bu karışıklığın üstesinden gelmek için şiir yazıyorum. Benim gibi sağı solu belli olmayan biri için ve bir göçebe için şiir iyi bir yol arkadaşıdır. Yerin yedi kat dibine de gitsen, göğün yedi kat üstüne de çıksan seninle gelir. Şiir imkansız bir şeydir, mümkün değildir, çaresizdir. Bunu hissediyorum ben hep onda kendi umutsuzluğumu buluyorum. . Hani Yılmaz Güney'in "Umutsuzlar" diye bir filmi vardır. Hani Filiz Akın balerindir. Fırat ya aşkı ya silahı seçmek zorundadır. Aşkı seçer ama vurulur. İşte ben şiirlerimde Fırat'ın vurulduğu sahneyi yazıyorum. . Gelinciklerle dolu tarlalara baktığımda üzüntüsünden kan tüküren Allah'ı görüyorum. Aslında bir tür veremli kız şarkısı söylüyorum, herkes bunun şiir olduğunu düşünüyor. Ne yapayım, aşkın başka türlüsünü bilmiyorum. . Dergilerde falan bazen okuduğum şiirler öyle süslü ve özenli ki, bazen utanıyorum. Ben herhalde gündelik hayatımda süslü bir kadın olduğumdan, şiirlerimi süsleyip, saçlarını tarayamıyorum, vakit olmuyor. Benim şiirlerimin öbürlerinin yanında hamamdan çıkmış ahretlikler gibi bakımsız durduklarının farkındayım. Bu yüzden sanırım hep acemi bir şair olarak kalacağım. Zaten hiç oturup şurasını şöyle yazayım, hatta şurasına bir kuş kondurayım diye düşünmüyorum.Yazıyorum sadece. . Ayrıca o güzel ve süslü şiirler aynı bizim köşe başlarındaki Noel Babalara benziyorlar. Pamuk sakalları, doğulu ve esmer yüzlerini saklayamıyor bir türlü. Yine de tonton ve şirinler tabii. Ben yine de komşu teyzelerin rüyasına giren nur yüzlü, ak sakallı dedeyi daha esaslı buluyorum. Gaipten gelecek her türlü haberi dikkatle dinlemek lazım geldiği kanaatindeyim.. Edebiyat dünyasında neler olup bittiğinin pek farkında değilim. Dergileri de elime geçtikçe okuyorum. Mutlaka iyi şeyler oluyordur. Kendimi edebiyat dünyasına ait hissetmiyorum. Ben daha kıyıda köşede bir yerdeyim. Zaten son üç senede genelde Peygamberler Tarihi, Gazali, Arabi, Şeyh Galip, Mevlana falan okudum. Bu yüzden son dönemde bir edebiyat okuru bile sayılmam. Ama beni en çok etkileyen şairlerden biri Edip Cansever'dir. Bir dönem kendimi Cemile Hanım yerine koyup mektuplar yazdım. Ancak Hilmi Bey yeterince Hilmi Bey olmadığından, vazgeçtim mektup yazmaktan ona. . Kadınlar hâlâ bezik oynuyorlar mı bilmem. "Her şeyi gördüm, içim rahat" diyebilecek kadar iyi bir şair değilim. Ben "eh bir şeyler gördük işte" diyebiliyorum sadece. Son dönemde elimden geldiğince bir hanımefendi gibi davranmaya çalışıyorum. Okulu bitirip hayata atılacağım artık. Hukuk Fakültesi son sınıftayım. Ben de çilemi bu şekilde dolduruyorum işte. . Kedileri çok severim. Sokakta geçenlerde bir tane gördüm. Siyah, uzun tüylüydü. Göğsünde beyaz bir leke vardı. Bembeyaz, pos bıyıkları vardı. Aynı Nietzsche'ye benziyordu.Alıp eve getirsem, teyzem istemezdi herhalde. Üzgünüm, Nietzsche sokakta kaldı. . Yürüyen merdivenlerden korkuyorum. Ben gideceğim yere kendim giderim. Ne münasebetle kayıp gidiyor onlar. Anlatabileceklerim şimdilik böyle, çok eğlendim teşekkürler. Kavgayı, bir yaprağın üzerine yazmak isterdim. sonbahar gelsin yaprak dökülsün diye.... Öfkeyi, bir bulutun üzerine yazmak isterdim. yağmur yağsın bulut yok olsun diye.... Nefreti, karların üzerine yazmak isterdim. güneş açsın karlar erisin diye.... ...Ve dostluğu ve sevgiyi, yeni doğmuş tüm bebeklerin yüreğine yazmak isterdim. onlarla birlikte büyüsün bütün dünyayı sarsın diye... Umursama dünya gelse üstüne İçinde büyüyen bir ahın olsun Elbet bir gün devran döner tersine Tahammül en büyük silahın olsun. Boşver hayallerin gerçek olmasın Yeşersin yeter ki umut solmasın Derde talip ol ki dertli kalmasın Garibin gözyaşı günahın olsun.. Olsun be aldırma Yaradan yardır Sanma ki zalimin ettiği kardır Mazlumun ahı, indirir şahı Her şeyin bir vakti vardır Zina bizim gıdamızdır diyenler Zina suç olmaktan çıktı... Ha gayret! Çağdaş etiketli şıllık bayanlar Boş durmak sizleri sıktı... Ha gayret! . Bir oldunuz erkeğiyle kadını Geri geri attırdınız adımı Çıkartın zinanın çirkef tadını Boynuzlar kaleyi yıktı... Ha gayret! . Derler: Hayvan gibi özgür olalım Entel zennelere kılınç çalalım Değişelim, her gün bir eş alalım Ankara’da şafak söktü... Ha gayret! . Çiçek, kokusunu sundu herkese Kaptan şoför taktı geri vitese Yalamaya döndü kapı, menteşe Aşiret canından bıktı... Ha gayret! . Mühim değil su alsa da kayıklar Boynuzuna kavuşacak geyikler Kokonalar “zina” diye sayıklar Gözler Avrupa’ya baktı... Ha gayret! . Köşe yazarları, köşe taşları Utanmıyor yüzü bulsa yaşları Acı hıyarların turp yandaşları Kafayı uçkura taktı... Ha gayret! . Yabancı istedi, yerli ram oldu Ak bayrak çekildi, teslim tam oldu Zina kuyruğunda izdiham oldu Devler diz üstüne çöktü... Ha gayret! . Tekeler hayvanca sevişe dursun Keçiler sevişsin, gevişe dursun Masalarda meze ve şişe dursun Medya, kaçırmasın vakti... Ha gayret! . Birileri arpaları malt etti Birileri bile bile halt etti Birileri ar-namusu alt etti Birileri mumu yaktı... Ha gayret! . 29 Eylül 2004/Vakit Kelam bilmeyene söz bilmeyene Desindiye dil verdiydim birzaman Ocak beyhudesi öz bilmeyene Muhabbete hal verdiydim bir zaman . Kimisi bir etmez kimisi buçuk Kimi adan degil kimisi kaçık Kimi yalın ayak kimi sırt açık Çıplaklara çul verdiydim bir zaman . Ayak saldım dağlardaki çagrına Aknergisi nişan koydum bögrüne Yaylaları dolandıydım ugruna Yesin diye bal verdiydim bir zaman . Bunlar adam degil yaban kırı Hedefe ulaşmaz daban kırı Demirci artıdı çoban kırı Yol bilmeze yol verdiydim bir zaman . Yigit olur dagın başı kar ise Sefai'yem söyleyemem sır ise Hakkım helal olsun hakkım ver ise Bir kaç ite yal verdiydim bir zaman Yürüdükçe gölgem kayboldu benden Vuslatsız sevdamdan usanır oldum Ruhuma giydiğim candan bedenden Belirdikçe aşkım utanır oldum. Çırpınır duramaz can kafesinde Son sözü sonsuzluk son nefesinde Kırıldı kalemim aşk celsesinde Urgana sehpasız uzanır oldum. Tabip bildiğini nasıl söylesin İster meçhul ister Mecnun eylesin Dört mevsim içtiğim hazan neylesin Öldükçe bedenim uyanır oldum Allahın seçtiği kurtulmuş millet! Güneşten başını göklere yükselt! Avlanır, kim sana atarsa kement, Ezel kuşatılmaz, çevrilmez ebet.. Allahın seçtiği kurtulmuş millet! Güneşten başını göklere yükselt! . Yürü altın nesli, o tunç Oğuz’un! Adet küçük, zaman çabuk, yol uzun. Nur yolu izinden git, KILAVUZ’un! Fethine çık, doğru, güzel, sonsuzun! . Yürü altın nesli, o tunç Oğuz’un! Adet küçük, zaman çabuk, yol uzun.. Aynası ufkumun, ateşten bayrak! Babamın külleri, sen, kara toprak! Şahit ol, ey kılıç, kalem ve orak! Doğsun BÜYÜK DOĞU, benden doğarak! . . Aynası ufkumun, ateşten bayrak! Babamın külleri, sen, kara toprak! . (1938) Berfinim, içimin güler yüzü, yaşanılası iklimim hoşgeldin.... (adımın çapraz yazılması kimin umrunda... denize düşen yılana öykünür biraz da...) . bir aralık sızıverdin işte ömrümüzün en gevrek zamanı... çıt diyor kırılıyoruz, öfke kadar saydamız o zamanlar ve kırılgan bıçak kadar! . kızım demeyi öğrettiğin için o tanrısal kokun ve gülüşündeki baban için. ki hala zillleri çalıp kaçmak istiyorduk yarım yamalak aşk kırıntıları tabakta bırakılmış,yazık atılacak bir sevda haritası, hatta el değmemiş delilikler istiyorduk... çocuktuk daha büyümeye direniyorduk, iş toplantılarında lolipop zamanlar düşlüyorduk. ama sızı verdin işte... bir avuç yeşil gevrek rokaydık, mayışmamıza bir limon yetecekti... biz garsonu bekliyorduk, sen çıkageldin.... hoşgeldin berfinim.. kızım kızgınlığım.. bilmiyorduk daha, objektıflerin objektif olmadığını, ikimize yeter sanıyorduk ikimizin toplamı, meğer doyurmak zormuş içimizdeki hayvanı.... habersiz geldin,kusura bakma ortalık biraz dağınıktı.. şimdi hemen toplarız sanıyorduk, olmamıştık daha.... işin zor kızım hem büyüyecek hem bizi büyüteceksin.. baban mı var,derdin var kızım.... hoşgeldin kızım, içimin güler yüzü,hoşgeldin... Yirminci asrın ablak yüzlü feza pilotu Buldun mu Ay yüzünde ölüme çare otu? Bir odun parçasına at diye binen çocuk Başında çelik külah, sırtında plastik gocuk. Uzakları yenmiş Fatih edasındasın| Dibsizliğin dibini bulmak sevdasındasın... Allah'a dil çıkarır gibi küstah bir yarış...Farkında değilsin ki, Ay Dünyaya bir karış Fezada milyarlarca ışık, yol, mesafe; Seninki, saniyelik zafer, ilmi hurafe Kavanozda, kendini deryada sanan balık; Ne acı vahşet, mağrur ilimdeki kalabalık; Fezada 'Allah diye bir şey yok' iddiası Gel gör, kaç füzeye denk, bir mu'minin duası; Rafa kaldırmak için ruhlarını dürdüler; Güneş diye kalpteki güneşi söndürdüler. Bilmediler; kalptedir, kalptedir asil feza; Kalptedir, olumsuzluk kefili kutsi imza. Sayıdan sonsuzluğa sınıf geçirtecek not; Bizdedir ve bizdedir Arşa giden astronot, Ve mekandan arınmış ve zamandan ilerde, Fezayı teslim alma sırrı bizimkilerde.. Bizimkiler ışığa gem vuranda binerler; Yerden göğe çıkmazlar, gökten yere inerler...... Her şey çürüyor canım kardeşim bu dünyada Hatıralar bile O hatıralar ki kafatasından muhkem bir yerde saklıdırlar O hatıralar ki tüyden hafif Gök mavisinden duru Etten kemikten uzaktırlar O hatıralar ki Bambaşka bir zaman içre yaşar dururlar Gel demeden gelir Git demeden giderler Nur topu gibi açıldıkları olur bazan Sonra sızım sızım sızlarlar Her şey çözülüp gidiyor bu dünyada Bir biri içinde Bir biri peşi sıra Bir tad dudakta Bir ses kulakta Sen toprakta çürürsün canım kardeşim Ben ayakta Bak, bu beyaz karanfil senin akşamın olsun Hohlayıp onunla silersin kalbini Ne zaman yüzüne çalışsam gökyüzü oluyor Göğsün yaz içinde Dağlara bakmaya koşuyoruz birlikte Ama sen sıyırıp gidiyorsun içimi. Bir ırmaktan aktıkça yıkandığım Kılıç için dokunmuştun ipektin kesinlikle Bana kızdığında kuş seslerine yenilirdin Hızlandırırdın soluğumu Harlı gövdene alıştırırdın Tenin gelip de geceme vurunca Soyunur çoğalırdın İçimde, batığına aşık bir denizin kokusu. Bir bıçağın iki yüzü, huysuz dilin Nerede bir ayaklanma olsa iterdin kendini Dokunsan sönerdi ateş Sabahı uyurduk isteseydin eğer Bir okyanusla yarıştırırdın çıplaklığını Saçlarını topla ki boynunda alanlar açılsın. Alnım kanıyor, üstüme devriliyor uzaklık Alıp gidiyorsun işte geveze günlerini. Aşk değil bu, yara içinde yara! . Kavram-Karmaşa, Eylül 2001 Adil davranmadıktan sonra Hacı, hoca olmuşsun kaç para? Hırka, tesbih, post, seccade güzel ama; Tanrı kanar mı bunlara? Ela gözlü nazlı dilber Koma beni el yerine Altın kemerin olayım Dola beni bel yerine. Hecine gönlüm hecine Yiğide ölüm gecine Al beni zülfün ucuna Sallanayım tel yerine. Gel kız karşımda dursana Şu benim halim sorsana Zülfünden bir tel versene Koklıyayım gül yerine. Karac'oğlan der n'olayım Kolun boynuma dolayım Nazlı yar kölen olayım Kabul eyle kul yerine yüksekkaldırım'da bir akşam maria missakian'ı düşündüm eğer kendimi bıraksam yağmur olabilirdim yağardım. kasım'da bir çınar olurdum yaprak yaprak dökülürdüm kalbimi sıkı tutmasam. döküp saçıp boşaltsam içimde yükselen şiiri kaldırımlara döküp harcasam gözleri balıkçıl gözleri dudaklarında tutup rüzgarı maria missakian adında biri gelse göğsüne kapansam. gece gölgesine sokulsam gökyüzünde bulutlar büyüseler yağmuru dinlesem anlatsam şimşekler kırılıp dökülseler bizi sokoklarda bıraksalar leylekler üşüyüp gitseler dönüp arkalarına bakmadan. yine akşam oldu Attilâ İlhan üstelik yalnızsın sonbaharın yabancısı belki paris'te maria missakian avuçlarında bir çarmıh acısı gizlice bir sefalet gecesi çocuğunu boğarmış gibi boğup paris'i sana kaçmayı tasarlar her akşam pencerem boş bahçesine bakar gri bir lisenin içimde servislere dağılır çocuklar ve yürüyerek bitirir okulu küçük esnafın çilli çocukları. pencerem on yıl öncesine bakar müfredat dışı sevmeler içindir lise yılları veya kötü şarkılar ne zaman ıslak bir aşk düşünsem içime saçların düşer bir iç’e bir saç nasıl düşer bilmem bilsem zaten şiir yazmam. açık konuşma benimle penceredeyim ağzında gevele sözcükleri söz sanatlarından devşir gülmelerini yalnızım, cenderedeyim…. pencerem ağzıma bakar ne zaman karlı bir akşam düşünsem içime kırağın düşer bir iç’e bir kırağı nasıl düşer bilmem bilsem zaten şiir yazmam. suda yürüyebiliyordum bir aralık her faninin kendi mucizesi vardır kendini şaşırtır en azından, herkes biraz elçisidir tanrının ne zaman ölümcül bir aşk düşünsem içime allahın düşer bir iç’e bir allah nasıl düşer bilmem bilsem zaten şiir yazmam…. şubat 99,malatya Kalbimde arama eski yerini Sen gözümden akan sele karıştın İstesem de artık sevemem seni Hasret rüzgarına yele karıştın. Seninle aşkımız eski bir roman Yandı sayfaları külüdür kalan Sevgilim herşeyim sendin bir zaman Ne yazık sonunda ele karıştın. Kırılan kalbim var dinmez bir kini Ömrümce sürecek aşka yemini Kavuşmak imkansız artık sevgilim Dönüşü olmayan yola karıştın Yalnızca benden kaçma yeter Boş sözler de etsen duymak istiyorum seni Sağır olsan gönlüm sözlerini ister Dilsiz olsan gördüğünü.. Kör olsam, seni görmek isterdim Sen yanımda yol gösterici oldun Uzun yolun daha yarısı bile aşılmadı Bir düşün içinde yaşadığımız karanlığı. 'Bırak beni yaralıyım' desen de boşa Görevden dönülmez, yalnızca ertelenir Başka bir yerde değil, yalnızca burda. Bilirsin özgür değildir gereksinilen kimse Gönlüm her şeyden önce seni ister Biz de diyebilirim, ben yerine. Güzel anılar biriktirdim senden, Dudağıma solgun gülücükler getiren. Özenle sakladım belleğimde, Bir yığın oldu daha şimdiden. Nasıl olsa bir sonu olacaktı bu aşkın Bir gün apansız gerçekleşiveren.. Bir terazinin durgun pirinç kefesine Pat diye inince kara kiloluk, Nasıl kalkar havaya birdenbire Boş kalan zavallı kefe. Nasıl titreşir terazi uzun süre, Denge sağlanıncaya kadar başka şeylerle.. Anılarla bozdum o dengeyi ben önce, İkimiz için de yaptım bunu. Yaşadığımız günlerden biriktirdim sessizce, Bir kefede sana hiç sezdiremeden. Koyabilirsin kara kiloyu artık, Bak terazi nasıl kolay gelecek dengeye.. Mutluydum ben yine de kendimce. Senin girdilerin, çıktılarım benim Doğrusu uygundu birbirine, Yan yana gelince bir resmi tamamlayan. Vazgeçilmezdi ellerin sonra, Yangınımdan yorgan döşek kaçıran.. Ama inan sonludur aşk da, Kovalar sonunu kendi kendinin. Bana bir uçurum gerek şimdilerde, Yeterince dik ve derin. Bir çavlan istiyorum çünkü, Kırmak için kristalini hayatın ve şiirin. Akmayan yaşlarla sıcacık yüzün; yavrum, bugün seni pek üzgün gördüm. Gözünde bir küçük noktadır hüzün, Neşeni ne bugün, ne de dün gördüm. Eğri dallar gibi halsiz, yorgunsun, Birikmiş sulardan daha durgunsun, Görünmez bıçakla içten vurgunsun, Seni öz yurdunda bir sürgün gördüm. Geçti bir cenaze peşinde ömrüm; Bilemem, vardığın neresi, bugün? Her gün yürüdüğün kadar yürüdün, Arkasından kendi ölünün; gördüm. Gönül ne gezersin sarp kayalarda İniver aşağı yola gidelim Bir güzel sevmeyle gönül eğlenmez Gel güzeli bolca İl'e gidelim. Koyuverin gitsin sefil baykuşu Durmuyor akıyor gözümün yaşı Kadir kıymet bilmez imiş her kişi Kadirli kıymetli İl'e gidelim. Şahini koyuverin avını alsın Yarenim yoldaşım yanıma gelsin Şu garip illerde düşmanım ölsün Emmili dayılı İl'e gidelim. Karac'aoğlan der ki yiyip içmeden Güzeller usanmaz konup göçmeden Muhanatın köprüsünden geçmeden Düşelim de azgın sele gidelim Düşman saçmasapan lâflar eder, duyar can kulağım. Benim için kötü şeyler düşünür, görür can gözüm. Üzerime köpeğini salar, ısırır köpek ayağımı, çok acılar çekerim, çok acılar. Köpek değilim, onu ısıramam, ısırırım dudağımı.. Büyük kişilerin sırlarına ortağım, gene de na şu kadar övünemem. Bütün ayıplar bende ama, ne yapıp yapmalı, ulaşmalı dostlara, geride kalmayı kendime yediremem. Ben hic turna gormedim Ama taniyorum turnayi turkulerden Biri bir turnali turku tutturursa Helede trendeysem Helede hapisteysem Yitirmissem sevdiklerimi Oy daglar daglar Mutlulugu hic gormedim ama taniyorum yoklugundan Geceler boyle olmazdi herhal Ayrilik getirmezdi kucaklasmalar Durup durup ic cekmeler Kiyi kose aglasmalar Olume kurtulus denmezdi herhal Sevismek suc sayilmazdi Yasamak boyle cile Mutluluk dilesem birine Aglayasim gelir ardindan Mutluluk benim sirinimdir Oy daglar daglar Nazim'i hic gormedim ben O cikti ben girdim iceri Gordum topragini o aci gulun O kus ancak o bahcelerde Nesini anlatayim ben ozgurlugun Gun olur zincire vurulmaktir ozgurluk Gun olur gogsunu gere islik calmaktir caddede O cekip gitti buralardan O cekip gitmeden once Bilmezdim gitmenin ne oldugunu Simdi kim gitmelerden soz etse Karanlikta bir baba sessizce opuyor cocugunu Yapin bunun resmini Yapin bunun heykelini Muzigini sarkisini Yapin bunun romanini Oy daglar daglar Kaçtığı bilinmeyen bir ülkesinde cinler padişahının, bir yeniyetme. Değiştirmiştir adını, saçlarını kazıtmıştır. Soğuk bir tabanca yastığının altında, uyuyabilir ancak. Bir yelek giymiştir dimi; kuşbilime çalışır, omuzunda simruğ kuşu, eskiden ötermiş. . Bir tehlikeye yaslanmıştır; uçurtma uçurur, yüzlüğü düşmüş. Yakalanır ming izleyicilere, bileği incecik. Bir kılıçla keserler kirpiklerini uzun. Kırarlar eklemlerini, pantolonunu sıyırıp gümüş bir şamdana oturturlar, ziftle boğarlar teknede, damgalarlar. . Uçsuz bucaksız kucağındadır barbar anasının, bir yeniyetme. Büyük bir alınla karşılar ölümü de, alkışlayarak karşılar; unutbeni mavisinden bir yelkenliye binmiştir. Hamsin yelleri eser Mısrâyim'den, kırk gün. Saçlarını uzatmıştır, yalnızlığı sever. Sen benim hiçbir şeyimsin Yazdıklarımdan çok daha az Hiç kimse misin bilmem ki nesin Luzumundan fazla beyaz Sen benim hicbir seyimsin Varlığın yokluğun anlaşılmaz. Galiba eski liman üzerindesin Nasıl karanlığıma bir yıldız olmak Dudaklarınla cama çizdiğin En fazla sonbahar otellerinde Üniversiteli bir kız uykusu bulmak Yalnızlığı öldüresiye çirkin Sabaha karşı öldüresiye korkak Kulaği çabucak telefon zillerinde. Sen benim hiçbir şeyimsin Hiçbir sevişmek yasamışlığım Henüz boş bir roman sahifesinde Hiç kimse misin bilmem ki nesin Ne çok çığlıkların silemediği Zaten yok bir tren penceresinde. Sen benim hiçbir şeyimsin Yabancı bir şarkı gibi yarım Yağmurlu bir ağaç gibi ıslak Hiç kimse misin bilmem ki nesin Uykumun arasında çağırdığım Çocukluk sesinle ağlayarak Sen benim hiçbir şeyimsin Çocuklar uyanır geceleyin Bir şey ararlar karanlıkta. Uyanır kadınlar geceleyin Yüzük takarlar karanlıkta. Geceleyin kediler uyanır Bize bakarlar karanlıkta Saklarım gözümde güzelliğini Her neye bakarsam sen varsın orda Kalbimde gizlerim muhabbetini Koymam yabancıyı sen varsın orda . Aşkımın temeli sen bir alemsin Sevgi muhabbetsin dilde kelamsın Merhabasın dosttan gelen selamsın Duyarak alırım sen varsın orda . Çeşitli çiçekler yeşil yapraklar Renklerin içinde nakşını saklar Karanlık geceler aydın şafaklar Uyanır cümlâlem sen varsın orda . Mevcudatta olan kudreti kuvvet Senden hasıl oldu sen verdin hayat Yoktur senden başka ilânihayet İnanıp kanmışım sen varsın orda . Hu çeker iniler çalınan sazlar Kükremiş dalgalar coşar denizler Güneş doğar perdelenir yıldızlar Saçar kıvılcımlar sen varsın orda . Veysel’i söyleten sen oldun mutlak Gezer daldan dala yorulur ahmak Sen ağaç misali biz dalda yaprak Meyva çekirdeksin sen varsın orda Daha güçlü türküler söyle Hadi Ozanım Bahçende açmamış çiçekler çok Sen iste yeter ki bin yıl yaşarsın Sanma ki ölüme çare yok Gazel. Menüm tek hîç kim zâr ü perîşân olmasın yâ Rab Esîr-i derd-i ışk u dâğ-ı hicrân olmasun yâ Rab. Dem-â-dem cevrlerdür çekdügüm bî-rahm bütlerden Bu kâfirler esîri bir müselmân olmasun yâ Rab. Görüp endîşe-i katlümde ol mâhı budur derdüm Ki bu endîşeden ol meh peşîmân olmasun yâ Rab. Çıkarmak etseler tenden çeküp peykânın ol servün Çıkan olsun dil-i mecrûh peykân olmasun yâ Rab. Demen kim adli yoh yâ zulmü çoh her hâl ile olsa Gönül tahtına andan özge sultân olmasun yâ Rab. Cefâ vü cevr ile mu'tâdem anlarsuz n'olur hâlüm Cefâsına had ü cevrine pâyân olmasun yâ Rab. Fuzûlî buldu genc-i âfiyet meyhâne küncinde Mubârek mülkdür ol mülk vîrân olmasun yâ Rab Ey hayat, sen şavkı sularda bir dolunaysın. Aslında yokum ben bu oyunda, ömrüm beni yok saysın.... Yaşam bir ıstaka; gelir vurur ömrünün coşkusuna. Hani tutulur dilin, konuşamazsın…. Tırmandıkça yücelir dağlar. Sen mağlupsun sen ıssız ve kalbinde kuşların gömütlüğü; tutunamazsın! . Eloğlu sevdalardan dem tutar, aşk büyütür yıldızlardan; senin ise düşlerin yasak, dokunamazsın.... Birini sevmişsindir geçen yıllarda. Açık bir yara gibidir hâlâ. Hâlâ ne çok özlersin onu, ağlayamazsın…. Yolunda köprüler çürür. Sesin, sessizlik sanki bir uğultuda. Savurur hayat kül eyler seni, doğrulamazsın! . Yapayalnız bir ünlemsin dünyayı ıslatan şu yağmurlarda. Her şey çeker ve iter, anlatamazsın.... Yaşam bir ıstaka, gelir vurur işte ömrünün coşkusuna. Sesinde çığlıklar boğulur ama, bağıramazsın…. Sonra vakt erişir, toprak gülümser sana; upuzun bir ömrün ortasında ne hayata ne ölüme yakışamazsın…. Yazdırmalısın mezar taşına: Ey hayat, sen şavkı sularda bir dolunaysın, aslında hiç olmadım ben bu oyunda ömrüm beni yok saysın… Nurullah Ataç çeliştirmen Tahir Alangu soruşturman Cevdet Kudret deriştirmen Suut Kemal çekiştirmen Mehmet Kaplan uyuşturman. Sabahattin Eyüboğlu yetiştirmen Orhan Burian barıştırman Vedat Günyol biliştirmen Adnan Benk veriştirmen Fahir Onger geçiştirmen. Memet Fuat alıştırman Fethi Naci kızıştırman Hüseyin Cöntürk yarıştırman Rauf Mutluay doluşturman Asım Bezirci koğuşturman. Mehmet H. Doğan geliştirmen Doğan Hızlan buluşturman Konur Ertop araştırman Vecihi Timuroğlu seviştirmen Muzaffer Uyguner üleştirmen. Adnan Binyazar örtüştürmen Füsun Akatlı konuşturman Atilla Özkırımlı dalaştırman Murat Belge yakıştırman Enis Batur ileştirmen. İlhan Berk eleştirmen Gönül bir güzeli sevmiş ayrılmaz Dolanır peşinde çoban misâli Hiç kimse bu derdin dermânın bilmez Azmış yaraları perişan hali. Lokman çâre bulmaz yoktur Eflâtun Yârdan ayrılması ölümden çetin Elde endaz ettim bu aşkın atın Terkettim sılayı vatanı ili. Ferhat Şirin için kestiği taşlar Benim senin için döktüğüm yaşlar Seni yaksın beni yakan ateşler Yaktı bu sinemi savruldu külü. Arılar bal için bekler petekler Alır her çiçekten verir emekler Mecnun Leylâ için pınarı bekler Ben de bir yâr için olmuşum deli. Evvelden var idi bu sevda bende İlikte damarda cesette canda Ölünce hû çeksin kemiğim sinde Dünyâda durunca Veysel'in dili Sen tam tabancayı Şakağına dayamışsın; Kapı açılıveriyor Ve üstündekileri Bir bir fırlatıp atan Bir leylak sesi... Bu yaz Latince kursuna gitme, beni incele. Seneye ucarsin planorle. Bu yaz boslugu benim cinnetimde dene... Sana cagdisi bir romantizm getirdim, ilkel bir soyutlama... Isletme tezini sonra verirsin, bu yikimi kacirma... Hirslarini yatistir bir sure icin... Biraz egil, nefesimi dinle, hic olmazsa, uzuluyormus gibi yap... Yeniden donersin eski hayatina, biraz saygi duy, biraz zaman kaybet... Bak beni nasil zehirleyecek, icinde tasidigini bile farketmedigin o ask... Kucumseme, deneyimdir ; soranlara anlatirsin Senin icin bu yenilgi, bu dagilip parcalanma.... Bu yaz Latince kursuna gitme, beni incele... Hatırladım seni bu büyük boşluğun içinde neden böyle çok sevildiğini.... Sen hayatın once içinde olduğun halde her şeyden ince bir tülle ayrılıyorsun, her şeyden çocuksu bir kanla eksik yaşanmış bir baharla ayrılıyorsun.... Kim sevse seni, yitirdiğini seviyor o büyük eksik neyse onu... Kim sevse seni, yanlış yüzünü görüyor... Uzaklaşan bir tutkusun sen seni seven yitirmeyi öğrenmeli, Hayatsın...O kanatan rüya... Bölünmüş hayatları son kez aydınlatıyor adın... Uslansana, acım benim, dinlenip dursana artık. Akşam gelse derdin hep; geldi bile Akşam; bak, işte: Bütün kenti kapkara örtüsüyle sarar karanlık, Kimine kaygı salmış, kimineyse mut getirmiş de. . Ölümlü kalabalık, dışardaki pis kalabalık Hazzın, yavuz celladın kırbacına boyun eğmiş de Devşirmeye koyulmuş rezil bir şölende pişmanlık, Acım benim, elini elime ver; şöyle gel işte, . Onlardan öteye. Geçmiş yılların, bir gör yakından, Sarktığını eski giysilerle gök balkonlarından; Hüznün gülümseyerek sudan yükseldiği yer yer; . Güneşin bir kemerde durduğunu, can vereceği, Ve, Doğu'ya sürüklenen bir uzun kefene benzer, Gece'yi dinle, canım, ilerleyen güzel Gece'yi. Beni şafak vakti bir el dürtükler: İdam mahkumu, kalk, bekliyor savcı! Zindan avlusunda öter düdükler; Bir güneş doğar ki., zakkumdan acı.... İpten indirilir, yine uslanmam, Bela...Bela bende yakıcı şehvet... Bir olur, ateşi görmemle yanmam; Dipsiz uçurumda kaçılmaz davet.. Bak nasıl silinir bu yüz karası; Elimde, ölümü öldüren silah, Alnımda tozpembe secde yarası, Lugat kitabımda tek isim: Allah... Medya kanallarından kör cehalet akıyor Bülbüller hapsedilmiş, kel kargalar şakıyor Kimi çıkar derdinde, kimi makam derdinde İnsan gibi insanlar uzaklardan bakıyor.. . 19.04.2007/Vakit Kuytu ormanları, tenhâ bağları Geziyor mevsimin yorgun rüzgârı. İnce dallar kırık, yapraklar sarı, Geçmiş bu yoldan da, belli sonbahar.. Duyulur bir ayak sesi gizlice Hâlî bahçelerden rüzgâr esince: Geçen bir yolcu mu, yoksa her gece Yollarda beklenen bir kadın mı var? saçakların buz kırgını soğuk fırtınalar boranlar yara doğru sanrılar durulur duyulmaz vakitlerden kehribar şehr-i sefahatti kol kanat gerilmiş kuşaklar tetikte babil'in asma bahçelerinde infazlar dünyanın yedinci cücesiydi sekiz harika insandan biri mavi bir yuvarlaktı hepsi kainat kadar büyük ve küçücük bir damla hayat kadar bu işten en çok sıkılanlardır peygamberler nefsi terbiye zemininde uhrevi bir ıslıktı en kabadayı mucizesi kolaydı çünkü bir olmazı anlatmak inanmak isteyene denizler yarıldı yarıdan sönük bir akşam yemeğinin ortasında bir düzine uhrevana kaldı kabarık hesap ve sonuncunun mucizesi mucizesizliği oldu. kardeşlerim! kardeşlerim acele etmeyiniz hele bir ölelim de gerisi kolay! kandan ve ceninden bir gün daha başlarken bir dalı kanatıyorum tırnaklarımla ağzı açılmamış bir güle dokunuyorum. geceden kalma bir şeyle oynuyor kalbim bugün biraz daha yorgun başlıyorum sabah yeni doğmuş çocuk çirkin ve sisli vurdukça ilk ışıkları penceremden içeri kımıldaşır içimin ölü dolu coşkusu güneş ürkekliği gizleyemez ne olsa çözülmez yüreğimin kuşkusu gün sevecen çığırtkan beni yeni oyuna çağırıyor yalnız yenilmiyen gladyatör. bana eski bir ölümü anımsatıyor sabah. taşıyarak bir celladı odama aşkımın ve bırakmışlığımın celladını hüznümle ve çirkinliğimle yargılamadan beni tanıdığım bir ölümle tehdit ediyor yalnızlık her sabah öldürüyor beni. çözerek gecenin ipliğini hızımla hüznümü ve yalnızlığımı sarıyorum sabaha. adi bir etiketi yamayarak üstüne boyna genişleyen bir orospu gibi genişledikçe küçülen bir orospu gibi aşksızlığım küçültüyor beni korkum ve çirkinliğim utandırıyor beni gecikilmiş bir aşkı yaşamıya cinayet tek kurtuluşsa bir yanlışlıktan önce acıya direnmesini öğrenmeliyim. eskitilmiş bir kurşunla kaplıyorum yüreğimi acıya ve aşka hazırlıyorum. hergün yeniden yaşamak boşalan bir birikimi kocamış acılarla uzuyan bir ölümü bitimleyen vücudum çirkin ve güzel orospu. yeniyetme bir çırpınışın yorgunluğu yüreğimde o hep güzel görünen bana çirkin ve güzel orospu vücudum. seni seviyorum. acıyla büyütüyorum aşkımı bir gün bana sevişmeye öğretecek Kara bir gök için çok şey söylenebilir elbet. İşte benim bulutum pas tutmamış sözcüklerden örgülü bir ağıt alnına halk sıçramış neferlerin çılgar gözleriyle sana ey rengi tarihini utandıran elbise. Yüzün hiç yabancı değil sen eski borazanların gedikli çalgıcısı sesine küflü ambarların kokusu sinmiş irin salgını, cinayet fotokopisi ve kangren depolanmış eskimiş tarih satıcısı ambarların kokusu.. Burnum duymuyor ama seni uslanmış ıtır kokusunu da duymuyor benim burnum benim burnum vahşi dağ çiçekleri, bozkır gülleri ve devedikenlerinin kırları genişleten halk kokusuyla yanıyor genzim çatlıyor genzim çatlıyor ve seni de çatlatıyor el illizyonizmin sırça küresi. sana kim sus dedi Kalbim. Dünya bir ateşten top gibi kavruluyorken toprak güneş sıtmasıyla sarsılıyorken burda, orda, öte yanlarda alınterinin öfkeyle fışkıyan şavkı yeryüzünü yeniden biçimliyorken ve depremle sarsılan halkların beyni illizyonizmin büyüsünü bozuyorken seni kim büyülemek istiyor Kalbim. Bildim hiç kuşkusuz su yılanları, yeraltı fareleri ve akbabaların koruyucusu çarpıcıların, kemirgenlerin, leşçilerin şaşırtılmış kolcusu.. Usul usul da gelsen, harlayarak da gelsen el illizyonizmin güleryüzlü büyücüsü masken kandırmıyor çoktandır beni beni ve benim gibi dünyaya kanından dürbünle bakanları soluğu cehennem yakanları. Çünkü biz hayatı kendi aynasından gördük biliriz sırça kürenin yaldızındaki puştluğu Ey tırnaklarımı büyüten tahammülsüzlük beynimde hora tepen on sivri bıçak senin kendi damarında denediğin keskinlik halkının alnındaki tomurcuğu patlatsa da kan kendini aldatmaz kan kendini aldatmaz. Kalbim! bu acıya dayan varsın işkenceler dağlasın seni duru bir gök için vahşete katlananlar acıyı bir silah gibi göğsünde saklamalı . Kalbim! bu acıya dayan bu acıya dayanman için yaranı iyileştirmek için sana parçalanmış gül cesetlerinden bir reçete . vereceğim. vahşet dağlarından kızgın kemik külleri işkenceler ovasından kan dölleri ve yangınlar vadisinden dehşet bir ateş. Kan kokusu büyüyü bozmak için Kemik sıcaklığı sırça küreyi eritmek için Ateş kırmızısı göğü aydınlatmak için. Böylece dirilir içindeki gül cesetleri bile dirilir ve o zaman çılgın bir şafakla tazelenen gökyüzü bir taze tomurcuk gibi açar kanıyan alnında senin.. Kalbim! sen varsın sen tökezleyen bir şarkı değilsin ne de uzun, yanık havalı türkü sen kendinin ezgisisin.. Yırt öfkenin sabredilmez dağarcığını dağılan, saçılan ne varsa hepsi senindir kara bir gök ancak bunlarla arınır ve elbette yeter bunlar sırça küreyi dağıtmaya acı diye ne varsa hepsini onarmaya. Kalbim! elimden tut elimden tut sensiz birşey yapamam. Benzettiler. Yeni bir afyondur yenen her lokma Biber Avrupalı, tuz Avrupalı. Gülücükler sahte, kirpikler takma Dudak Avrupalı, göz Avrupalı.. Bebeklikte benliğini yitiren Tepe tepe tepemizde oturan Bizi çıkmazlara alıp götüren Ayak Avrupalı, iz Avrupalı.. Birisi diskoda içer, kıvırır Birisi kulüpte konken çevirir Yapmasını bilmez, yıkar devirir Ana Avrupalı, kız Avrupalı.. Kalıba uydurdu uyduklarımız Yazmakla bitmez ki duyduklarımız Paris modasıdır giydiklerimiz Astar Avrupalı, yüz Avrupalı.. En mahrem yerlerin kalktı örtüsü Beş santim tırnaktır ellerin süsü Bütün bunlar medenîlik ölçüsü Cilve Avrupalı, naz Avrupalı.. İster sâri deyin, isterse irsî, Büyük revaç buldu makbulün tersi Duyduğumuz 'okey, adiyö, mersi' Ağız Avrupalı, söz Avrupalı.. Her gün karşımıza on zıpır çıkar Bağırır-çağırır, devirir yıkar… Dinler kulağımız, gözümüz bakar Sürü Avrupalı, yoz Avrupalı.. Başımız ayıkmaz binlerce halttan Örf, adet gemimiz delindi alttan Analar Muğla'dan, Van'dan, Tokat'tan Bebek Avrupalı, bez Avrupalı.. Sahnede ekranda hıyar dinleriz Deliye, densize uyar dinleriz Saçma çığlıkları duyar dinleriz Şarkı Avrupalı, saz Avrupalı.. Herkes soyunuyor, açılmıyor ki Sokakta boynuzdan geçilmiyor ki Müslüman gâvurdan seçilmiyor ki Şekil Avrupalı, poz Avrupalı.. 'Türklük bu mu? ' desem 'bu' diyecekler Şampanyayı sorsam 'su' diyecekler Bir gün kökümüze 'hu' diyecekler Kabuk Avrupalı, öz Avrupalı.. 20 Mart 1986 (Beşinci Mevsim) Ve bir astronomi bilgini, 'Bize zamandan bahset' dedi.. Ve o cevap verdi:. 'Ölçüsüz ve ölçülemeyen zamani ölçebileceksiniz. Davranislarinizi ayarlayacak, ve hatta ruhunuzun rotasini, saatlere ve mevsimlere göre yönlendirebileceksiniz.. Zamani, kiyisinda oturup, akisini izleyeceginiz bir nehir haline döndüreceksiniz.. Içinizde zamana bagli olmadan varolan öz, yasamin zamandan bagimsizliginin zaten farkindadir; Ve bilir ki, dün bugünün anisi, yarin ise bugünün rüyasidir.. Ve yine bilir ki, içinizde sarki söyleyen veya düsünen özünüz, hala yildizlari uzaya dagitan o ilk an'in içinde devinmektedir.. Aranizda, özündeki sevme gücünün sinirsizligini hissetmeyen var midir acaba? . Yine de bu hudutsuzluguyla ayni sevginin, bir sevgi düsüncesinden digerine, bir sevgi davranisindan bir baskasina, kendi varliginin tam orta yerinde simsiki ve hareket etmeden durdugunu kim hissetmez? . Ve zaman da, tipki sevgi gibi bölünemez ve ölçülemez degil midir? . Yine de eger düsüncenizde zamani mevsimlerle ölçmek isterseniz, her mevsimin digerlerini içermesine izin verin.. Ve birakin bugününüz, geçmisi anilarla, gelecegi ise özlemle kucaklasin.' Dedin "Bir başka ülkeye bir başka denize gideceğim. Bundan daha iyi bir başka kent bulunur elbet. Yazgıdır yakama yapışır neye kalkışsam; ve yüreğim gömülü bir ceset sanki.. Aklım daha nice kalacak bu çorak ülkede. Nereye çevirsem gözlerimi, nereye baksam Hayatımın kara yıkıntıları çıkıyor karşıma, Yıllarıma kıydığım boşa harcadığım.". Yeni ülkeler bulamayacaksın, başka denizler bulamayacaksın. Bu kent peşini bırakmayacak. Aynı sokaklarda dolaşacaksın. Aynı mahallede yaşlanacaksın; Aynı evlerde kır düşecek saçlarına. Bu kenttir gidip gideceğin yer. Bir başkasını umma.. Bir gemi yok, bir yol yok sana. Değil mi ki hayatına kıydın burada. Bu küçücük köşede, ona kıydın demektir bütün dünyada.. (Türkçesi: Erdal Alova – Barış Pirhasan) künyeme kazıdım ölü doğmuş sevinçlerimi ölürsem beni seninle ararlar şimdi. bak, incelirken zehirleniyorsun yavaş yavaş beni yanaşma ruhum boğuyor geceleri. ölürsem beni seninle ararlar şimdi. yüreğim paslı bir sarnıç gözyaşlarının demi hala avuçlarımda. sesleniyorsun sevdaların kilitlendiği manastırlardan yaşamak güçlü olmak değildir her zaman. künyeme kazıdım ölü doğmuş sevinçlerini ölürsem beni seninle ararlar şimdi Zühdünü ko, aşka düş ehl-i cenan etsin seni Piyr-i aşka kulluk et canane can etsin seni. Bir zeman bülbül gib efganın ağdır göklere Şol kadar kıl naleyi kim gülistan etsin seni. Ar u namusun bırak, şöhret kabasından soyun Giy melamet hırkasın kim ol nihan etsin seni. Yüzünü yerler gibi ayaklar altında ko kim Hak teala başlar üzre asüman etsin seni. Verme rahat nefsine daim gaza-yı ekber et Ka'be-yi dil fetholup darül-eman etsin seni. Gel Niyazi'nin elinden bir kadeh nuş eyle kim Mahvedip nam u nişanın bi-nişan etsin seni Sevgilim güvenme güzelliğine, Senin de saçların tarumar olur; Aldanma talihin pembe rengine, Hayatın uzun bir intizar olur.. Sevgilim her insan doğarken ağlar, Çiceklerle açar,sularla çağlar, Rehgüzarı olur, bahçeler, bağlar, Nihayet isimsiz bir mezar olur.. Sevgilim baksana bir yanda gülen, Bir yanda gözünün yaşını silen, Kimi benim gibi erir derdinden, Kimi senin gibi bahtiyar olur.. Sevgilim senin de geçer zamanın, Ne şöhretin kalır, ne hüsn-ü anın, Böyledir kanunu kahpe dünyanın, Dört mevsim içinde bir bahar olur! bir gül takıp ta sevdalı her gece saçlarına çıktı mı deprem sanırdın ' kara kız ' kantosuna titreşir kadehler camlar kırılır alkışlardan muammer bey'in gözdesi karantina'lı despina. çapkın gülüşü şöyle faytona binişi kordelia'dan ne kadar başkaydı her kadından her bakımdan sınırsız bir mutlulukta uyuturdu muammer bey'i ustalıkla damıttığı o tantanalı aşklarından. işgal altüst etti nasıl da izmir'de her şeyi öğrendi kullanmasını despina bu yanlış geceyi körfez'de parıldayan yunan zırhlılarına karşı miralay zafiru'yla ispilandit palas'ta sevişmeyi. gemi sinyallerinin gece bahçelere yansıması havuzda samanyolunun hisarbuselik şarkısı demlendikçe yalnızlığı aydınlanıyor muammer bey olmayacak şey bir insanın bir insanı anlaması çimen altında geçen 225 günden sonra benden daha çok şey biliyor olmalısın. kanını emip bitireli epey oldu, artık bir sepette kuru bir çubuksun. bu işler böyle mi oluyor? bu odada aşk saatlerinin hala gölgeleri var. bırakıp gittiğinde aşağı yukarı herşeyi alıp gittin. geceleri beni ben olmaya koymayan kaplanların önünde diz çöküyorum. senin sen olman asla bir daha olmayacak. kaplanlar beni buldular ama artık umrumda bile değil. Resmin rehindir gurbetimde. Gurbetimde sesleri aşındırmış kimliksiz bir kasaba ve senin kederini ıslatan o yağmurlar rehin.. Alnı özlemle dağınık bir akşam getirdim sana. Sar, büyüt ellerinle, konuk et sıcaklığına; konuk et kanatları kanatılmış kuşlar getirdim sana... Ve akşam, bir kez daha; saçlarını topla ve dağıt sesini rüzgârlara! “Bir of çeksen karşıki dağlar yıkılır”: Çekmiyorsun! . Akarsuları imrendiren yüzün de, sabahçı kahveler de biliyor: Görüşmeyeli yorgunum yıkık kentler kanadı sevinçlerimle. Görüşmeyeli ya sen nasılsın, adım, adresim durur mu defterinde? . Şimdi Siirt'te koyun kokulu bir gecedeyim. Beynimde iklimsiz papatyalar ve kuşatılmış bir akşam duruyor penceremde. Sokakların gün batınca neden boşaldığını ve yüreğimin neden kabardığını bilmiyorum. Konuşsam sessizlik/ gitsem ayrılık…. Sonra kıpırtısız yasladım göğsümü boğulmuş güne. Al bu çağrıları sulara göm, o uzak sulara, gurbetini rehnetme özlemimde… Acılı ruh, didinmeye düşkün eskiden, Umut, ki mahmuzu can katardı çabana, Artık sürücün olmaz! Utançsız yatsana Kocamış at, her engele takılıp giden. . Katlan, yürek; ağır uykuna dal şimdiden. . Yenilmiş, bitkin ruh! Koca serseri, sana Artık ne uğraşıdan tat var, ne sevgiden; Kalsın flüt iç çekişten, boru ezgiden! Zevkler, ilişmeyin bir küskün, bezmiş cana! . Canım ilkyazın kokusu gitti yabana! . Zamandır her dakika beni yutup yiyen Sonsuz kar donmuş bir gövdeyi sararcana; Yukardan baktığım yeryuvarlağı bana Bir sığınak göstersin istemem yeniden. . Çığ, götürür müsün düştügünde beni sen? 1. Biz tüzüklerle çarpışarak büyüdük kardeşim . Emrazı Zühreviye Hastanesi'ne kapatıldı anamız Adıyla çalışan ermiş Sirkeci kadınlarındandır . Şeker atar hâlâ mazgallardan Cankurtaran'da Acı Bacı'nın acı bilmez uçurtma çocuklarına . Yıl sonu müsamerelerine kimler çıkarılmaz? . 2. Velhasıl onlar vurdu biz büyüdük kardeşim . Babamız dövüldü güllabici odunlarla tımarhanede Acaba halk nedir diye düşünür arada işittiği . Dudullu'dan tâ Salacak'a koşarak alkışlayalım Fazla babalarıyla dondurma yiyen çocukları . Hangi çocukların neye imrenmesi yalınayak şiirdir? Bulutları versem, yağmurlar kadar İçten ve dokunaklı yağarak yollarıma Uyandırır mısın çığlıklarımı. Ufukları versem, gecenin surlarından Süzer misin saçlarıma güneşi Bir kardelen rüzgârıdır gözlerin. Dinlen ve dupduru bir denizle gel Muhayyel gemilerin açılsın sonsuzluğa Uyu sessizliğinde firak türkülerinin. Sana Kehkeşanları, yıldızların sesini Meleklerin gölgelerini versem Taşır mısın çöllerine sevdanın Yaprağınsam, çiçeğimsin her bahar Toprağınsam, suyumsun. Senden uzak kalmanın depremidir karanlık Bütün tozlu kapılar kapansın düşlerinde Hüznümün katran sızan perçemidir karanlık. İste, vereyim kudret narını köklerimden Issızlığa dayamış omzumu, bekliyorum İste, alayım suskun alevini derinden Şehâdet ile düşerken minareler toprağa, Tekbir ile omuz verip kaldırdık gökyüzüne birer birer. Ne yardan geçtik, ne serden geçtik. Törede ne varsa inandık hak ölçülerine, Vurduk kıstasa kırdık zincirleri Cuma gecelerinin Yasin'leriyle sohbet eyledik. Gidenlerin, şehitlerin ardından. Ağladık düşmana göstermeden Kayaların yosun tutan taraflarında, Hıçkırıklarımızı rüzgara vermedik ki Yadeller, namerdler duyup da sevinmesin diye. Bir gün pusatlandık sevda mavzerini Yaşayamadık, sevdalarımızdan vazgeçtik. Doyasıya seyredemedik yarin hilâl kaşını, Gözlerine bakmaktan çekindik belki de. Lakin zifiri zindan odalarda karanlığı yaşarken, Ak kılı çekip aldık, ak sütün içinden. Derdimizi açtık kara gecelere, nemli duvarlara, Ak duvarlara anlattık derdimizi Garibim duvarlar öyle dinlediler bizi. Niye sustular onu da bilemedik. Sonra döndük kara gecelere , ak duvarlara Üzüldük derdimizle üzüldü diye. Bir gün bir seher vaktinde, “Es-selatü hayrün min’en nevm” derken ezanlar” Sevdaların kutsaliyetine el kaldırdık. Af diledik âlemlerin Rabbinden. Minberlerde dinledik, sevdaların en yücesini. Cami duvarlarında satıldık, Ucuzlar, soysuzlar tarafından Hilâl gecelerinin töreleriyle avunduk her zaman. Destur alırken Hoca Ahmet Yesevî’den, Alparslan’a Sarı Saltuk, Kayı’dan Osman Gazi, Şeyh Edebali, Fatih Sultan Mehmed Han Hazretlerine, Akşemseddin’in kutsaliyetini düşünüp durduk her zaman. Âleme nizam dedik, yaren tuttuk kendimize, Niceleri yol dostu olmuş bize, Sonra yine biz kaldık bu Allah’ın davasında, Bu imân davasında, bu vatan, bu bayrak davasında, Sonra yine biz kaldık sevdiklerimizle beraber. Senelerce dert sofrasından bal yedik ekmeksiz. Eğilmedik, kırıldık defalarca, Allah’ın davasıdır dedik ve diyet istemedik. Erkekçe öldük, yiğitçesine öldük, İpe giderken satmadık sevdiklerimizi Kaldırdık Hilâl Sancağını, yaşadık Bozkurt Töresini Haksızlık etme Diyorum kendime; Onurlandırıldın da, Kınandın da sen. Kendini kül dolu Bir küpe gömdün. Tersyüz ettin Sevgini eskidikçe.. Güzel günler yaşadın. Çiçeklerin oldu, Bir evin örneğin; Güneş gören, Dağlara dönük balkonu. İşte bu yüzden Ağlarım ben Kestaneler çatlarken.. Sabahın buğusu Gözlerimi yaşartıyor, Boynuma dolanıyor Akşam zinciri. Dağlardır beni avutan. Söyleyin bana Gözünüzü kırpmadan; Sizce dönek midir zaman?. Eşkıyalar dağları Anlayamazlar. Çünkü suçtur onları Dağlara çıkartan. Darasıdır suç oysa Yaşadığımız dünyanın. Dağlar sizi Pekmez ile kararım.. 'Öyle yaralıyım ki; Ölmem ben artık.' Ölmem ya kanarım, Kanarım seve seve. Haksızlık etmem Suya ekmeğe Hiç bir anahtar Dönmese de kilidimde.. Bekliyorum kaç zamandır; Uykusuzum,sabırsızım. Başımı acıtıyor Geceleri yastığım. Dilim kurumuş Bir su yatağı, Katı sözcüklerle Dolu tozlu ağzım.. Bakıyorum eski Fotoğraflara. Hfız Burhan dinliyorum Taş plaklardan. Bir pencere çarpıyor Viran yüreğimde, Sıvalar dökülüyor Pervazından.. Dörtnal giden Ürkek bir attan Düşüyorum de sanki, Takılı kalıyor Ayağım üzengiye. Sürükleniyorum Sırtüstü Çalılar,dikenler içinde.. Mevsim kışa dönüyor, Hızar sesleri geliyor Dörtbir yandan. Odun taşıyor Yorgun kamyonlar. Kuşlar da gitti. Çiçekler gelecek bahara Tohum saçıyor.. Ey benim umudumu Bölük bölük Eden hızarlar, Bu yıl da Kalıcıyım burda Verilmiş sözüm var. Bensiz yapamaz Lapa olur pirinç kar.. Elimden tutmuş Sevecen gençliğim, Buzdan bir yolda Düşe kalka Yürümeyi öğretiyor Yeniden bana. Geçmiş deyince Sen geliyorsun aklıma.. Sahi sen yaşadın mı; Var mıydın acaba? Yaşadık mı seninle Aynı zaman parçasında? Ama ellerin aklımda. İri gözlerin, Sıcaklığın geceler boyu Ve aklığın aklımda.. Senin ağzın tarçın kokardı, Benimki karanfil. Birbirine karışırdı Soluklarımız. Tek başınayız şimdi ikimiz. Bende karanfil, Sende tarçın kokusu Yapayalnız,kimsesiz.. Ben seni yalansız Bahar gibi sevdim. Sevgi adınaydı Milis beraberliğimiz. Sabahtan akşama Günü tarar örerdik Ve kedileri İkimizde çok severdik.. İkimiz de yıldız düşkünü; Bakmaya doyamazdık Gökyüzüne. Koynunda terli ferman Bir atlı geçerdi Samanyolundan, Kimsenin göremediği Kibrit çakımı bir an.. Hiç unutmam; Adına sikke bastırırdı Aşk o zaman. Yani ay doğardı Tepelerin ardından. Güzel günlerimiz oldu, Gecelerimiz İpek ve kılabtan.. Omuzunda uzun saplı Eğri tırpan Ot biçmeye gidiyor Avurtları çökük Bir gölge adam. Karalar giyinmiş, Ölüm simgesi gibi Geçiyor sokaktan.. Kulaklarım uğulduyor, Yapılar eğiliyor, Çinko damlar Daraltıyor gökyüzünü Alaca bir bulut Geliyor üstüme Yuvarlana yuvarlana Kurşundan bir köpekle.. Haksızlık etme Diyorum kendime. Kılavuzun oldu rüzgar, Su gibi dostun. Eğer dumanlıysa Kavruk dağlar; Bil ki gülün ahı, Hançerin sapı var.. Ey benim umudumu Bölük bölük Eden hızarlar, Oluklu hançer, Güle narh koyanlar; Şahmaranın başı için Payınıza düşen ne? Bir gün sorarlar. Putları taşa tutmanın Güç’lüğünü geç anladım. Delileri avutmanın Hiç’liğini geç anladım.. İhtiraslar dursun diye Şehiri sığdırdım köye Her bedenin ayrı şeye Aç’lığını geç anladım.. “Safkan” dedikleri atın Ünü büyük pek çok zatın Bir yerde ilmin, sanatın Piç’liğini geç anladım.. Hak’tan söz edersen eğer Atılan taş sana değer Doğruluk suç imiş meğer Suç’luğunu geç anladım.. Su taşırken kalbur, file Susmak gerekirmiş dile Yazık... geç kalmanın bile Geç’liğini geç anladım. -ve nihayet ikimiz kaçtığımız aşkların toplamıyız-. sokakta yaralı bir it koşturuyor iki buluşmadır koluma girmiyorsun. ve birkaç milyon yıldır tutmadın ellerimi. benimle çıkmıyorsun bu yolculuğa. ve ben sırf bu yüzden yenilebilirim.. bu resimden çıkıp gidiyorum. seni isteyen yanım ölümsüz yanımdır. bulutsuz da yağan nedir? şimdi öğreniyorum ki, gözyaşi! bu resimden çıkıp gidiyorum. seni isteyen yanım aşk yanımdır.. babam romantik bir aşiret savaşçısıydı. çapraz fişeklik duyardım yüzümde ona sarıldığım zaman. sonrası jandarmalardı. ağıt kadınlardı. mezarlardı. o gün bugündür sayrıyım. çünkü insan öldüğü yaşta kalır.. babam elin eskilerini giyerdi. ben bu yüzden ezik olurum bayram sabahlarında. yani bir sömürgede doğan kırılgan olur. çünkü insan öldüğü yaşta... sokaktan askeri konvoylar geçiyor iki buluşmadır koluma girmiyorsun. ve birkaç milyon yıldır tutmadım ellerini. ve ben sırf bu yüzden yenilebilirim.. yaşadığım yitirdiklerim oluyor hep. oysa tuttuğum elleri bırakmıyorum. sonra korkuyorlar hasletimden. ne denli sevgiye değer olduğumu söylüyorlar. gidiyorlar sonra. ve biçimlendiremediklerimiz biçim oluyor bize.. ve sen haftanın deniz ertesi günleri geliyorsun. bir çizgi diyorsun. bir çizgideyim. sağım nere solum nere bilmiyorum.. seni şiir duraklarına bırakıyorum o zaman. güleç kalıyorsun. dudakların kırışıyor kenarlarından. ellerin minnacık ellerin morarıyor. küçük küçük adımlarla gidiyorsun -sanki- içimden. bir şiir durağından biniyorsun. zaten yorgunsun.. ben sancıyla kıvranıyorum geceleri sayrı bir yatakta. terli terli seni içiyorum. çünkü yüzüme bakınca seni görüyorum. çünkü yorgunsun.. parçalı bulutlu şiirler okuyorum sana. şiir gibi bir çiselti başlıyor sonra. kanayan bir yara; yalnızlık. çıkıp kanıyorum. çıkıp sokakta... sokaktaki bütün kedileri eziyorlar iki buluşmadır koluma girmiyorsun. ve birkaç milyon yıldır tutmadın ellerimi. ve ben sırf bu yüzden ezilebilirim.. biz emeklerken sevmeyi öğrenmede, kolumuzdakiler düşüyor. ki ölenler zafere en çok yakışanlardır! ki ölenler zafere en çok yaklaşanlardır! .. oturup tekdüze ağıtlar yakıyoruz onlara. ve söz veriyoruz yarını kurtaracağımıza. ama yarına ertelemekle bugünü yitiriyoruz zaten. ve zaten yenik sayılırız yaşamakla! . en gizli yerimize çağıriyoruz acıyı. ve hep yenik düşüyoruz, çağırmakla! . sulara benziyorsun bu yüzden. sular ki dinginliğe gelir ancak. ısınırsa uçar. soğursa kaskatı kesilir teninden. sulara benziyorsun kapılmaya gelmez. sulara.. bildik sulara... sokaktan telsiz sesleri geliyor iki buluşmadır koluma girmiyorsun. ve birkaç milyon yıldır tutmadım ellerini. ve ben sırf bu yüzden kaybedilebilirim.. ihmal edilmeyen telefonlar bekliyorsun, dakik ve ilgi dolu. anne oluyorsun bütün aşıklarına. ve çocukların oluyorlar bilmeden. ve bu resimde kalmayı bu denli çok isterken, çekip.. çıkıp gitmeli diyorum.. insanlar çoğalıyor etrafımda. sen yoksun. ıssızlığımdan anlıyorum. çook uzakta oluyorum onlar konuşurken. derken gece başlıyor. çayları ödüyorlar ve bir parçamı alıyorlar karşılığında.. ve sen haftanın deniz ertesi günleri geliyorsun. her aşk; yaşayamadıklarımızın özetidir, diyorum. gülüyorsun.. seni daha önce öpmüş olmalıyım. yoksa nasıl bulurum yüzünde gülen ağzının yerini.. sokakta ölümsüz bir yanından yaralıyorlar birini. iki buluşmadır koluma girmiyorsun. ve birkaç milyon yıldır tutmadın ellerimi... Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul! Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer. Ömrüm oldukça gönül tahtına keyfince kurul! Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer.. Nice revnaklı şehirler görünür dünyada, Lakin efsunlu güzellikleri sensin yaratan. Yaşamıştır derim en hoş ve uzun rüyada Sende çok yıl yaşayan, sende ölen, sende yatan. Amanın eyle mürüvvet Gördüğüne tapma gönül Yüzüne bakmayanın sen Tozuna da bakma gönül. Bir kardaşa meyil verip Tuz ile ekmeğini yiyip Azıcık noksanını görüp Tez başına kakma gönül. Arap ata binip coşma Karlı buzlu dağlar aşma Her gördüğüne sır açma Doluları dökme gönül. Pir Sultan'ım gündür ava Çektiğim emekler hava Nasihatım olsun sana Sen hatırlar yıkma gönül Makama şöhrete gözüm tok benim Gir bak yüreğime gel de gör beni Zirvede tepede işim yok benim Garibin geçtiği yolda gör beni . O'na yar olmuşum O'nun kuluyum Mazimin yarına giden yoluyum Hem çağdaşım hem Anadolu'yum Ne sağda ne de solda gör beni . Her yiğidin bir muradı var amma Hiçbir murad merhem olmaz yarama Hatunların kucağında arama Anamın sardığı kolda gör beni . Gönül şifa bulur dost nefesinden Gönül ehli anlar gönlün sesinden Anlamam mozartın senfonisinden Yanık yanık çalan telde gör beni Ahu gözlerini sevdiğim dilber Sana bir sözüm var diyemiyorum Sırrımı ellere veremiyorum Derdimi ellere diyemiyorum . Helal olsun al yanaktan aldığım El uzatıp gonca gülün derdiğim İnce belini tatlı dilini sevdiğim Kırılsın kollarım duramıyorum . Al yanaktan aldıracağım azıktır Tarama zülfünü gönlüm bozuktur Öksüzüm garibim bana yazıktır Destursuz yanına varamıyorum Daha ben ilk kazmayı vurmadan Elime gelen Karabitki'li testi, Nefertiti'nin mutfağı sayılan yerde Koyu sır yeni hicret yollarını kesti.. Terimler eşekarıları sözcüklerin, Acımasızdırlar, adsız ve sueldirler, Önlerine katarak insan ve hayvan listelerini Sabah akşam kapınızın önünden geçirirler.. Fazıl Hüsnü diyor ki, ne diyor Fazıl Hüsnü? ... Keşke yalnız bunun için sevseydim seni. Ağzında şarkılıktan çıkmış iniltilerle Dağ, taş deme, arkadaş, gün batmadan ilerle! . Yara açsın kayalar ayaklarında, varsın, Varsın omuz başların kamçılardan kızarsın, Bu ağrılar duyurmaz sana yalnızlığını. Kızıl dudaklarından bırakma ıslığını, Ağzında şarkılıktan çıkmış iniltilerle Dağ, taş deme, arkadaş, gün batmadan ilerle! Sırtında bir tüy gibi taşı taştan yükünü, Görmesinler belinin, sakın, büküldüğünü… Başında şakladıkça, atlıların kırbacı Anla ki her gün sana hız veriyor bir acı! . Yara açsın kayalar ayaklarında varsın, Varsın, omuz başların kamçılardan kızarsın, Hayda, sarıl yollara…Ardına bakma, hayda! Sen yük altında haykır, yatsın eller sarayda. İnce bir iz bırakır yere sızdıkça kanlar, Seni bulur izinden ıslığını duyanlar… Bu ağrılar duyurmaz sana yalnızlığını, Kızıl dudaklarından bırakma ıslığını, Fırtına, yağmur, soğuk…Ne varsa üstüne çek! Bu çetin yolculuğun sonunda, gün gelecek, Sırma saçlar saracak her kan akan yerini, Gül dudaklar öpecek o kırbaç izlerini…. Ağzında şarkılıktan çıkmış iniltilerle Dağ, taş deme, Arkadaş, gün batmadan ilerle! Güzel Şah'ım çok yerlerden görünür Aslı nedir neye verdin Bağdad'ı Şahım birdir binbir dona bürünür Aslı nedir neye verdin Bağdad'ı. Eremedim ben bu sırrın aslına Yazık değil mi müminle müslime Getirin Mervan'ı Bağdad üstüne Aslı nedir neye verdin Bağdad'ı. Yok mu bunda erenlerin yardımı Ne çekersin bu cefanın derdini Yiğitlere ardır vermek yurdunu Ah Hünkar'ım neye verdin Bağdad'ı. Geldi Mervan hendekleri doldurdu Kırdı Hurmalığı aldı Bağdad'ı Çığrışıp geliyor yeşil ördeği Aslı nedir neye verdin Bağdad'ı. Pir Sultan'ım der ki üçler yediler Kırklar da bu demde hazır idiler Bağdad'ı Basra'yı verdi dediler Aslı nedir neye verdin Bağdad'ı Çocukluğumun bahçesiydin sen Bütün bilinen mutluluklardan uzakta, O sarışın akşam üstlerinde, Istırabın eşiğinde… Nefesim sıkıştığında seni sevmekten Ömrümü okurdum o acı neşede, Boşalırdı ağzımdan o kanlı nefes Sonra çok özlendiği için acımasızca talan edilen Her baharda dönerdim oraya… O sarışın akşamüstleri Hiç gitmediğim uzaklardan döndüğüm yer olurdu… Bilinen bütün mutluluklardan uzakta Kalırdım orada, Kalırdım çocukluğumun bahçesinde, Aşktan nefes alamadığım o yerde… salı sabaha karşı telefonla sıçradım ay batıyor / aynalarda giyotin aydınlığı gecenin bu saatinde beni kim arayabilir dizimi uyku sersemi bir iskemleye çarptım kıvılcımlar dizi dizi her yanıma dağılıyor. doktor sabiha desem yıllar var konuşmuyoruz kanser diye duymuştum sol göğsünü almışlar şu anda izmir'de midir ne yapıyor kimbilir son defa hastahanenin avlusunda konuşmuştuk steteskobu / beyaz gömleği / soğuk ecza kokusu sesi dargın söyledikleri yorgun ve umutsuz. sakın mırç olmasın parmaklarıyla oynayan yerli yersiz aramak onun marifetidir olmayacak şeylerden birden heyecanlanıyor radyodaki parazit / asansörün uğultusu bütün gün korkusunu camlarda görmemek için traş aynasında bırakır gözlerini sabahtan o kadar yalnız ki yabancılarla selamlaşıyor tek başına ne tartışmalar sokaklarda geceleyin ben de tuhafım / nereden aklıma gelebilir mırç çoktan ölmedi mi / genç sayılırdı doğrusu içimdeki şehirlerde demek gizlice yaşıyor. ister misin aramak aysel'in aklına essin plaj güzeli aysel'in / istanbul'da bir zamanlar küstah sarışınlığını kristal bir zırh gibi gururla taşırdı / dibinde şimdi rakı şişelerinin her gece olay çıkarıyor / arkasından karakollar tozlu ışıklarıyla karanlıkta bir gemidir polisleriyle küfür kıyamet bana telefon ettiği öksürükten boğularak / suratı bütün ter nerde eski aysel / nerde jeanne d'are güzelliği içtiği için mi korkar korktuğu için mi içer. salı sabaha karşı telefonla sıçradım ay batıyor / aynalarda giyotin aydınlığı gecenin bu saatinde beni kim arayabilir elektrik tozlarının iyice boğuklaştırdığı ses bildiğim bir ses / kimindir çıkaramadım ' -ben suat'ım / sizi terminal'den arıyorum iner inmez aradım / galiba izliyorlar istanbul çok değişmiş / yalnızım çok yabancıyım gidecek başka yerim yok / korkuyorum' gitti ah.., gecelere hüzünleri serperek yarali bir kus gibi kanarcasina gitti.., yalvaran gözlerime, elemi pay ederek, bir kabahatmis gibi, kacarcasina gitti... . gitti ah.. sarkilara bel baglamak faydasiz. üstüme kapilari kaparcasina gitti... gecenin geldigini haber vermeden; hirsiz... yasanmis bir ömrü calarcasina gitti . gitti ah... bir nehirdi, yazamadigim siirdi. yüzüme son bir defa bakarcasina gitti... . gitti ah... gözyaslari yanaklarimda kaldi. hayatin perdesini cekercesine gitti... belki doyulmamis toz pembe bir masaldi. gögsümden yüregini sökercesine gitti... . gitti ah... karsilasmak ömür boyu imkansiz. beni hazanda koyup bahar dalina gitti... bilmiyorum ne yapsam, ne söylesem anlamsiz. ayrilmisti dünyamiz; kendi yoluna gitti... . gitti ah... bir mevsimdi, cizemedigim resimdi. kalbime bir civiyi, cakarcasina gitti... Dinle sevdiğim, bu ayrılık saatidir. Dünya var olalı beri çirkin ve soğuk, Erken içeceğimiz bir ilaç gibi. Tadı dudaklarımızda acımsı, buruk. Bu saatte gözyaşları, yeminler, Boş bir tesellidir inandığımız. Perde kapanıyor, filim bitiyor işte, O hiç bitmeyecek sandığımız... Görüyorsun, konuşacak bir şeyimiz kalmadı. Sadece bakışlarımızda hüzün. İste ayrılık bu; hiç beklemediğimiz... O ikiz kardeşi ölümün. Anlıyorum bir daha görüşemeyeceğiz Bu son buluşmamızdır seninle Yeni bir hayata başlayacaksın artık Onunla, o yeni sevgilinle. Anlıyorum artık o öpecek ellerini Kulağına askı o fısıldayacak İçinde bir pişmanlıktan başka Benden eser kalmayacak. Sigaranı sondur, kalkabiliriz On adim sonra yollarımız ayrılmalı Sakın ağlama ve bir şey söyleme bana İnsan ayrılırken bile büyük olmalı. Ala gözlerini sevdiğim dilber Sana bir sözüm var diyemiyorum Bilmem deli miyim mecnun gezerim Sırrımı yadlara veremiyorum. Ak memenden emdireceğim azıktır Tarama zülfünü gönlüm bozuktur Öksüzüm garibim bana yazıktır Destursun koynuna giremiyorum. Helal olsun al yanaktan emdiğim El uzatıp gonca gülün derdiğim İnce belin usul boyun sardığım Alışmış kollarım duramıyorum. Karac(a) oğlan der ki beyli paşalı Aşk sevdası gözümden taşalı Sen gibi güzele gönlüm düşeli Uyuyup uykuya kanamıyorum Gel benim fahr-i cihanım,kıblegahım Mustafa Cihanın umudu sensin,Padişahım Mustafa. Halil'in kuyuna vardım,hacılar bayram eder Arafat'ta kurban kestim işte canım Mustafa. Bak şu kelb rakibe ki, yarime neler demiş Okunan Kur'an hakkiçün,iftiradır Mustafa. Ben ölünce katiplere vasiyet etsem gerek Yazdıram sinim taşına,intizarım Mustafa. NESİMİ'yem derde düştüm,derdimin dermanı yok Derdimin dermanı sensin,ah u zarım Mustafa Seni Sivas yollarında tanıdık Kağnılar gidiyordu katar katar Üzerinde sersefil uzanmış Ağız dil vermeyen hastalar. Sonra kamyonlar aldı kağnıların yerini Kavun taşırlardı ve sen onu düşünürdün Niksar'da bir eviniz vardı, bilirdik O zamanlar bir serçe kadar hürdün. Bize kah İstanbul'u kah Tokat'ı anlatırdın Aydınlık ve güzeldi şiirlerin Türkiye gibi Yine anlat doğduğun yerleri, anlat biraz İçinde şarkılar bitmesin Külebi Kasvet, elinde bir pasli makas, Istanbul'un asma koprulerini kesti. Sevdamizin ipinde cirit oynayan cambaz Simdi bir ko:r satirdir icimizde. Ha duser, Ha duser, Ha duser... Basimizin ustunde demin gulup duran gokyuzu Yedekte bir salapurya simdi gülünç şapkalarını sahipsiz şapkalarıyla bazen mavi yanaklı bir yıldızın, kızdan heykellerini utanç ve yenilgen bir gardrop odasında tanrıya benzer herşeyim dünyada üryan dolaşan bebeğin özgürlüğün ama herşeyin özgüre ödünç verilen geleceğin. erişilecek bir üst bir alt kent bir de içine durup demir atılacak bu binek aşkların delikanlılar sofrasında kamçılı bağırışları. derken merhem yok merhem. derken avuç içlerinin kadın bölmelerine kadının iki havuç hacmindeki kadının en usta hücrelerime en yanıltıcı en dolup en boşalan ve en boşa atılan yıkan hücrelerime bükülen dizlerime ve kasılan karın etlerime. kendime gelince ben kim oluyorum cevherim neyse nereden geliyor nereden nereye ne mi duvarların fayans çinko benzerleri kendime gelince gözlerini cihan gözlerini ellerini kollarını parmaklarını göğsüme göğsüme tam yüzüme uzatan eşya beyleri çanak çömlek varlığına vardığım hücre gece her yandan karanlıklar biçilir dikilir üstümüze. yolda kamyonlarla süt satanlar düşleri evleri ufalayan ve büyüyen çocuklarından değerli bir yoldaşlıkla ödünç alan ihtiyar babalar ateş yanan sokaktan geçiyorlar. delikanlılar baba ve adam delikanlılar ve aşk delikanlılar sevdalı oluşlardan. bir yıldız poyrazı. isa meryem kadar bir balıkla girince sulara insanlar kelime hücrelerinde isanın denizlere dağılan saçlarında -isa da tam denizlere göre insanlar isaya göre eşyalarıyla ve hayvanlarıyla yaşar akıp giden uslarıyla geliştire geliştire bütün ölmek ve öldürmek sınavlarını anılarda bırakmak için tanrının ve meryemin yavrularını. delikanlı bir çağanoz fabrikasında yürekleri devrilir doğum günü bayraklarıyla kentlere çağrılan ve insan biçimleriyle nefret biçilen ve bunları düzenli anneler şeklinde yalnız düşman getiren babanın gecelerine. delikanlı bir sahnenin perdelerinden sonra katmerli kadife ve kapanan perdelerinden sonra açılıp kapanan karanlık küçük odalarda ve karanlık küçük odalarda Aç mısın kardeşim, gel olanı bölüşelim, Ama şiirlerimle seni doyuramam ki; Ta, yıldızlara değin uzansa bile elim, Daha ötelerine, daha... buyuramam ki.. İnsanı insan diye sevmişim, hep severim; Ve onu tanrılara karşı bile överim. Ben bütün bir evreni sevmişim; alın terim Var evrende; öz, üvey diye ayıramam ki.. Güzellikleri alır satarım, gel işim bu. Güzel tellalıyım ben; alan var mı? neşem bu. Güzelle yüceltirim insanlığı, işim bu, Çirkini, kabayı ve hamı kayıramam ki.. İnsanoğulluğunu kulluk diye almışın! Düşüncenin orakla biçilmesine karşın Bir geleceğin dulda düşlerine dalmışın; Bu derin aldanıştan seni uyaramam ki.. Kim zafere erecek? Zafer ne? Bir akşamda Güneşi bağlamaksa geceye karşı, ya da Haykırmaksa, gür... varım, bir güldür açan, ama Kini bir hançer gibi kından sıyıramam ki.. Hep Tanrı mı gerek, ey tapınağı dünyanın, Özgürlükler üstünde? .. Bir yüce aramanın Yıldızsal kulesinden sesleniyorum: kalkın! Duyuramam ki ama beni, duyuramam ki... Bilemezsin Sana verecek bir armağanı ne çok aradığımı... Hiçbir şey içime sinmedi. Altın madenine altın sunmanın ne anlamı var. Ya da okyanusa su... Düşündüğüm her şey Doğu’ya baharat götürmek gibiydi. Kalbimi ve ruhumu vermemin bir yararı yok, Çünkü sen zaten bunlara sahipsin. O yüzden sana bir ayna getirdim. Kendine bak ve beni hatırla! .. İnsanlarda Ülkelere benziyor Sınırları var yüz ölçümleri Yasaları var Bayrakları ilkeleri Kimi dağlık bir arazidir Kimi kıraç Kimi bereketli Kimi dardır Kimi engin göz alabildiğince Kiminin sınırlarından sıkı pasaport denetimiyle girelebilir Elini kolunu sallayarak girersin kiminden içeri Sonuçta ne küçümse insanları kızım – oğlum Ne de önemse gereğinden çok Ama anlamaya çalış Nedir ve ne kadar genişleyebilir yüz ölçümleri Toprakta gezen gölgeme toprak çekilince, Günler şu heyûlâyı da er, geç, silecektir. Rahmetle anılmak, ebediyyet budur amma, Sessiz yaşadım, kim beni, nerden bilecektir? 1 göçüyorlar giysilerini onarmışlar akşamdan bir kavgadan bir kavgaya sedir ağaçları altından. göçüyorlar ölülerini aralayarak siperlerden kuşatma altında beyaz bayrak bilmeden. göçüyorlar sırt çantaları kavga yüklü umutla ayıklanmış gözlerinde çekincesiz ağlayış göçüyorlar yalnız bırakılmışlığın alnına çakarak filistin türküsünü. göçüyorlar ayrılık dizilmiş iki yana dimdik ayakta bir ülke gibi geçiyorlar aradan göçüyorlar öpüp ağızlarından karılarını ve göğü kuşatan ölüme bir dizi güvercin uçurup tüfeklerinden. güle güle arkadaş kanarya mı saka mı kafesindeki kuş ölüm değil ya ayrılık nere gitsen bir ağaç gölge ve kuş. 2 filistinli kadınlar bizim kadınlarımıza benzer biraz iri dolgun göğüsleri göçebe giysileri bir kök gibi duyarlı sağlam inadına doğurgan savaş kadınları analarımız çok çektiler. beyrut'a benziyor yüzleri darmadağın ama kadın selviden ince çınardan yüce bütün kadınlar gibi güzel analıklarını giyip gözlerini upuzun yatırmışlar göç yoluna memelerinde yarınin insanı em bebeğim ısıt avuçlarını ısıt oynak tetiğine tüfeğin. 3 göçüyorlar bir kavgadan kavgaya akdeniz'in kıyıcığından uzanıp baksam ve çığırsam ortak türkümüzü selam ederler bir bayrak gibi ellerini. güle güle arkadaş güle güle türkiyeli sesim türkiyeli elim sizde kalsın bıçak keskini günler için. Haziran-Eylül 1982 (Şafak Türküsü,1984) Öyle düşman gibi bakma yüzüme Gözlerin kanıma girdi girecek Sitemler yağdırıp gelme üstüme Sözlerin kanıma girdi girecek. Adımın önünde adın yazılı Resmimin yanında resmin basılı Sabrım sabıkalı sevdam azılı Hasretin kanıma girdi girecek. Hangi mahkum çekmiş böyle işkence Asmalı mı dersin bu kalbi sence Ne gündüzüm gündüz ne gecem gece Sensizlik kanıma girdi girecek. Aldığım her nefes sana yazılı Korkarım ki sensiz ömrüm sayılı Yüreğim tutuklu gönlüm cezalı Hasretin kanıma girdi girecek. Başkaları gibi değildim çocukluktan beri, Görmedim başkalarının gördüğü gibi- Ortak bir pınardan almadım tutkularımı, Aynı kaynaktan almadım kederimi. Uyandıramadım yüreğimi sevince aynı seste Ve sevdiğim her şeyi yalnız sevdim. Sonra çocukluğumda kasırgalı Bir yaşamın şafağında iyinin ve Kötünün her türlü derinliğinden Çekildi hala bağlayan gizem beni. Selden ya da kaynaktan- Kızıl uçurumundan dağın, Güneşten, ağustosun altın rengiyle Çevremde dönen- Gökteki şimşekten uçarak Beni geçerken- Gök gürültüsünden, fırtınadan Ve o buluttan -Maviyken göğün kalan kısmı- Gözümde bir şeytanın şekline giren.. Çeviri: Oğuz Cebeci Papatyadır elinde Yazla yeşeren sıra dağlar. Bir şarkıdır dilinde Günden güne seni saran sonbahar.... Bir umuttur güldüğün, Bir tutkudur sokaklar Her gün seni çağırır, Der ki; Sokaklardan geçmesen hayal olur uzaklar... Ben senin şarkınım der, Beni her gün başka söyle. Bazen biraz tutkulu, bazen acılı biraz İçinde sarı güller bulunsun...... Ben bir yolum, sen de benim yolcumsun. Sakın geçme benden inanmayarak. Sen benim savaşçımsın, gözü pek çocuğumsun Sen güzelsin, en güzel. Denizlerden daha güzel, En güzel çiçeklerden ve seslerden. En güzel denizlerden..... Birden kapandı birbiri ardınca perdeler Kandilli, Göksu, Kanlıca, İstinye nerdeler? . Som zümrüt ortasında, muzaffer, akıp giden Firuze nehri nerde? Bugün saklıdır, neden? . Benzetmek olmasın sana dünyada bir yeri; Eylül sonunda böyledir İsviçre gölleri. . Bir devri lanetiyle boğan şairin Sis'i Vicdan ve ruh elemlerinin en zehirlisi. . Hülyama bir eza gibi aksetti bir daha; -Örtün! Müebbeden uyu! Ey şehr! -O beddua... . Hayır bu hal uzun süremez, sen yakındasın Hala dağılmayan bu sisin arkasındasın. . Sıyrıl, beyaz karanlık içinden, parıl parıl Berraklığında bilme nedir hafta, ay ve yıl. . Hüznün, ferahlığın bizim olsun kışın, yazın Hiçbir zaman kader bizi senden ayırmasın. Seni değil görsem de tek, Hayalini çiçeklesem. Hem güneş, hem ay bilerek, Seni beklesem, beklesem.. Gönül sevgi denen çağda, Hangi tılsım var bu bağda. Yazın kırda, kışın dağda Seni beklesem, beklesem.. Ölüm gözlerimde solsa, İçim mısralarla dolsa Ne gün olsa, ne yıl olsa; Seni beklesem, beklesem. At yarışlarından dönerken yeşiller içinde bir kadın gördüm her tarafı göt ve meme--karşıdan karşıya geçen baygın bir ruh sarhoş ve yeşil bir antilop kadar seksi kaldırıma gelince ayağı takıldı ve yere düştü öylece pisliğin içinde oturdu durdu arabamda oturup onu seyrediyordum sanki hiç birşey olmamış gibi öylece kayıtsız hissettim kendimi bu yeşil yaratığa bakıyordum aniden 20 metrelik bir kamyon geldi ve tam kadının önünde durdu adam inip bayanı ayağa kaldırdı. beyaz çalışma giysileri içindeki bu genç adamın yüzü kızardı kızın vücudu nefisti, gerçekten de öyle ama düşecek kadar da aptaldı, yaşamı da öyledir garanti birer kule misali yüksek topuklar üzerinde yalpalanmaktadır durup bembeyaz dizlerini ovaladı aptal, korkak sarışın ve yalnız genç adam kadınla konuşmayı sürdürdü ama kadın birden en yakın barın nerede olduğunu sordu adam sırıtarak caddenin sonunu gösterdi artık pes etmişti kamyonuna bindi 20 metrelikmobilya, battaniye ve soba dolusu caddede yoluna devam etti yeşil antilop bara girmek üzere karşıya geçti sallanarak ve titreyerek titreyerek ve sallanarak öyle birşey işte gözlerimiz ona takılmış izliyorduk arkamda arabalar birikmişti iri yarı biri korna çaldı vitese taktım marketin önünde arabayı ikiye katlayacak büyüklükteki çukurun önünde biraz yavaşladım diğerleri de beni takip etti çukurun önünde yavaşladılar: 18 arabanın içindeki erkekler aynı şeyi kaçıp giden adamı düşünmekteydiler 'ne olurdu acaba' -- güneş batmak üzereydi trafik ağır ilerliyordu yaşam ne kadar da dayanılmazdı. Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü, Kız kardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü, Işık ışık, dalga dalga bayrağım! Senin destanını okudum, senin destanını yazacağım.. Sana benim gözümle bakmayanın Mezarını kazacağım. Seni selâmlamadan uçan kuşun Yuvasını bozacağım.. Dalgalandığın yerde ne korku, ne keder... Gölgende bana da, bana da yer ver. Sabah olmasın, günler doğmasın ne çıkar: Yurda ay yıldızının ışığı yeter.. Savaş bizi karlı dağlara götürdüğü gün Kızıllığında ısındık; Dağlardan çöllere düştüğümüz gün Gölgene sığındık.. Ey şimdi süzgün, rüzgârlarda dalgalı; Barışın güvercini, savaşın kartalı Yüksek yerlerde açan çiçeğim. Senin altında doğdum. Senin altında öleceğim.. Tarihim, şerefim, şiirim, her şeyim: Yer yüzünde yer beğen! Nereye dikilmek istersen, Söyle, seni oraya dikeyim! Kul olup bir güzele gönülden Geçtik her bağdan, her tövbeden Herkes koyu müslüman döner Biz putperest döndük kabeden Çünkü saatler dardır, her şeyi almaz Güneşte çözülür ve kayarlar bir yana. Mısırlar güçlükle büyürken yağmursuzluk Kaygılandırır dilsiz bahçıvanı. Sessiz kuşlar, bir keçi, ağır iğde ağaçları. Bir araba geçti incelmiş yoldan El salladı biri, belki tanıdık, Belki değil, süreksizliğin eşanlamı. Ve denizin yorgun çağındaydı çocuklar Çığlıkları titretir balkondaki sarmaşığı, Çünkü dardır saatler, sığmaz biraraya Dalgınlık, deniz ve sardunya. Rüzgâr alıp götürdü balıkçı teknelerini Uzaktaki kılıçlara, ki bilemeyiz Hangi derinlikte dölleyerek denizi Gidiyorlar öyle ağırbaşlı, doğuya. . Ve ocaktan çorbanın kokusu geldi demin Burun deliğine kedinin ve köpeğin. Rafta kitaplar, mavi bir şişe ve gül Donmuş kalmışlar tek başlarına. Duvarda bir resim, resimde kalabalık Köy alanı, çocuklar, çember ve zaman. Breughel nasıl da toplamış bunca Ortaklığı ve uyumu biraraya, Çünkü saatler dardır, sığdırılmaz. Güneşte her şey çözülür gider bir yana. Bir Dahiye Rastladım. bugün trende bir dahiye rastladım 5-6 yaşlarında, yanıma oturdu ve tren kıyı boyunca ilerlerken okyanusa geldik sonra bana bakıp hiç de güzel değilmiş, dedi.. bunu ilk defa o gün farkettim. Bir yalnız Gökyüzünün sözlüğünde Tardiyye. Hoş geldin eyâ berîd-i cânân Gel ver bana bir nüvîd-i cânân Cân ola fedâ-yı ıyd-i cânân Bî-sûd ola mı ümîd-i cânân Yârin bize bir selâmı yok mu. Yârabbî ne intizârdır bu Geçmez mi nice rûzigârdır bu Duysam ki ne şîvekârdır bu Hep gussa vü hârhârdır bu Vuslat gibi merâmı yok mu. Ey Hızr-ı fütâdegân söyle Bu sırrı edip iyân söyle Ol sen bana tercemân söyle Ketm etme yegân yegân söyle Gam defterinin tamâmı yok mu. Kâm aldı bu çerhden gedâlar Ferdâlara kaldı âşinâlar Durmaz mı o ahdler vefâlar Geçmez mi bu etdiğim duâlar Hâl-i dilin intizâmı yok mu. Dil hayret-i gamla lâl kaldı Gâlib gibi bî-mecâl kaldı Gönderdiğim arz-ı hâl kaldı El'ân bir ihtimâl kaldı İnsâfın o yerde nâmı yok mu. (Şeyh Gâlip'in Tardiyyesini Bugünün Türkçesi ile Yeniden Söyleyiş). Hoş geldin, ey habercisi cânânın! . Gel de ver müjdesini cânânın. . Bayramına canım fedâ cânânın. . Ümidinde yok mu fayda cânânın; . Yârin bize bir selâmı yok mu? . Nasıl bir bekleyiş, Ya Rahman bu? . Hiç geçmez mi, nasıl bir zaman bu? . Duydum düşkünlüğünü naza bunun, . Verdiği hep sıkıntı eza bunun; . Kavuşmak gibi bir merâmı yok mu? . Ey düşkünlerin Hızır'ı, söyle . Apaçık eyle bu sırrı, söyle . Hâlime sen ol tercüman, söyle . Teker teker saklamadan söyle; . Gam defterinin tamamı yok mu? . Keyf aldı tâlihden dilenenler, . Yarına kaldı iyi bilinenler. . Nerede o ahdler, o vefalar? . Geçmez mi bu ettiğim dualar? . Gönül hâlinin intizamı yık mu? . Gamla şaşkın gönül dilsiz kaldı, . Galip gibi mecalsiz kaldı. . Gönderdiğim arzıhal haldı, . Şimdi bir tek ihtimal kaldı; . İnsafın o yerde namı yok mu? . Osman TUĞLU İstanbul rüzgar rüzgar sevdiğim Kah bir lodos denizlerden esen Ilık mı ılık Kah ustura gibi bir deli poyraz Bırak saçlarını rüzgarına İstanbul'un Bu şehirde aşksız ve rüzgarsız yaşanmaz. İstanbul bulut bulut sevdiğim Kimi beyaz mı beyaz İnce gül gibi Kimi katran misali kapkara Bulutları da insanlarına benzer İstanbul'un İnanma sevdiğim inanma bulutlara. İstanbul yağmur yağmur sevdiğim Kah ince ince Kah bardaktan boşanırcasına Hele bir yağmur yağmaya görsün Ölürcesine yaşanır bu şehirde sevdiğim Ve bir gün ölünür yaşanırcasına. İstanbul deniz deniz sevdiğim Bir çakır mavi Bir camgöbeği tuzlu su Üstünde irili ufaklı tekneler Kayıklar,yelkenliler,mavnalar Kalleştir denizleri İstanbul'un sevdiğim İstanbul kadar. İstanbul kadeh kadeh sevdiğim İçtikçe içesi gelir insanın Sarhoşluğu tutuşup yanmaya benzer Ve bir gölgedir yalnızlık meyhanelerinde Seninle dolaşır,seninle gezer. İstanbul şarkı şarkı sevdiğim Üsküdara gidersin hava güneşli Beklersin ada sahillerinde yağmur yağar Her dakika depreştirir derdini Köhne gramofonlar,eski plaklar. Nice güzeller,nice şairler görmüş Artık kanıksamış dertlerimize İstanbul herşeye alışık sevdiğim Yine de bütün mihnetleri bir yana Sen yaşadıkça İstanbul ışık ışık sevdiğim mevsim dışı sarışın bir kederdin soğuk yazlıkta... Sayfiye hanımın tembel düşlerine ve çıplak ayakla betona basıyordu yaz.. . bense paslanmış bir keyifle hayatımı yazamak istiyordum sensizliğe gül buğusu bir edebiyat arıyordum.. . her tanışmada bir 'memnun oldum' öldüren devrik katillerdik hepimiz . ve sen faili yaz bir cinayettin o maktül yazlık akşamında... hangi ürkek kavgada yaralandın yiğidim seni bu şuh kafese hangi zalim el koydu diyorsun: bir zamanlar gülşende bir bey idim bu naylon çiçeklerin adını kim gül koydu. hayrandır bilmez misin alem dahi bir güle içinde kızıl tüylü köstebekler ve günah dağa çık, ovaya in, eğil de bak bir göle çekiyor gülsüz kalan her zavallı şimdi ah. çiçeklerin dilini unuttuğun yetmedi ipek nağmelerini gömdün karanlığına yine de, nağmelerin intizarı bitmedi ebedi güllerini mihman kıldı dağına. bir Latin çiçeğine aldandı bakışların akreplere sevdalı neyin varsa dumanlı nerede o her yanı gül kokan nakışların nasıl bir afet ki bu, feryadın bile kanlı. sana küskün, o uçsuz bucaksız soylu vatan batırdın hiç batmayan güneşi toprağında oysa bir gül aşkıdır yine kalbinde yatan yollara düş, bul O'nu yitirdiğin bağında Sık sık, eğlenmek için, acımasız tayfalar Yakalar kanadından bu deniz kuşlarını, Ürkütücü sularda gemileri izleyen Yolcuların yıllardır dost arkadaşlarını. . Gökten inen tasasız, bu utangaç krallar Güvertelerin üstüne kondukları zaman Geniş kanatlarını sofuca bırakırlar, Yorgun kürekler gibi, sular üstünde kayan. . Sen ey kanatlı yolcu, bir zaman ne güzeldin ! Bak gaganı dürtüyor hoyrat tayfanın biri, Ya öteki, bilir mi bu hale nasıl geldin, Topallayıp öykünüyor uçtuğun günleri. . Ozan, ey bulutlardan toprağa sürgün ece, Oklara göğüs geren, dostu fırtınaların, Yuhlarlar yeryüzünde, seni de, gündüz gece Uçmana engel olur, ağır dev kanatların. Yas-ı matem günü derdim yeniler Yarin sesi kulağımda çınılar Sordum ki dağlara niçin iniler Dedi çekticeğim karın elinden. Varıp bir pir ile pazar edersin Oturup da ikrarını güdersin Sordum garip bülbül niçin ötersin Dedi çekticeğim harın elinden. Ser çeşmeden gelir suyun durusu Nasibimiz verir pirin birisi Dedim Pir Sultan’ ım benzim sarısı Dedi çekticeğim yarin elinden Çıktım yücesine seyran eyledim Gönül eğlencesi küstü bulunmaz Dostlar bizden muhabbetin kaldırmış Hiç bir ikrarında ahdi bulunmaz. Zülüflerin top top olmuş çığalı Rakiplerin hak'dan olsun zevali Bir günahkar kulum doğdum doğalı Günahkar kulunun dostu bulunmaz. Kanı benim ile lokma yiyenler Baş ü canı dost yoluna koyanlar Sen ölmeden ben ölürüm diyenler Dostlar da geriye kaçtı bulunmaz. Yine karçılandı dağların başı Durmadan akıyor gözümün yaşı Vefasız elinden gitse bir kişi Hakikat ceminde desti bulunmaz. Biz de gezer idik irfanda sazda Biz de bulunurduk cem de, niyaz da Bize de gel oldu kanlı Sivas da Hızır paşa bizi astı bulunmaz. PİR SULTAN ABDAL'ım destim damanda İsmim koca Haydar, neslim Yemen'de Garip başa bir hal gelse zamanda Orda her kişinin dostu bulunmaz Yine çığ basmış bütün yolları Yolu yok haber sormanın Selam iletmenin dostlara Hep kavgayla sürecek gibi yaşam Korkarım ki Aşka zaman bulamadan gideceğiz İçimizdeki sonsuz sevgileri Acının tabutuyla toprağa vereceğiz Kim bilir Belki yürürken belki yatakta Bir yürekte bin şiir götüreceğiz. Ne zaman tatlanacak bu yaşam Uzun bir öpücük gibi dudaklardan Sen söyle ne zaman. Yine sabır taşıyoruz evlere Sabır ki doruklardan yüce Her adımda Gelecek türkülenirken ince ince Apansız bir ölüm fırtınası Bir kanlı yağmur Yaşam yasımızı tutuyor sessizce. Bu sabır çatlayacak bilirsin Sel olup taşacak çekilen acılar Bir gün Ya yeniden başalyacak o yağmur Ya da dinecek bütün sancılar. Ne zaman söylenecek türkümüz Her yerde ve hep bir ağızdan Sen söyle ne zaman Liseli bir kız vardı bizim mahallede Tül perdeler ardında umutlarınca yaşardı Öylesine çoktu ki hayalleri,özlemleri Yıldızları aşardı Liseli bir kız vardı bizim mahallede Bulutlar üstündeydi ayak izleri İlk buluştuğumuz günü hatırlıyorum Tir tir titremişti dizleri Liseli bir kız vardı bizim mahallede Tam karşımıza düşerdi pencereleri Sevda türküleri yükselen evlerinde Merak ederdim.Nasıl uyurdu geceleri Liseli bir kız vardı bizim mahallede Ne güzeldi elleri,saçları,yanakları İşaret olsun diye çok gece Sabahlara dek yanık bırakırdı ışıkları Liseli bir kız vardı bizim mahallede Halinden anlardı tüm arkadaşları Yaz yağmuru gibi yağar yağar kesilirdi Ela gözlerinin yaşları Liseli bir kız vardı bizim mahallede Bir gün ansızın kayboluverdi Şimdi kim bilir nerede,nasıl Onu çok sevdiğimi bilmeden kayboluverdi Her sabah her sabah gelir geçerler Dünyalar durdukça durası kızlar Bir vefa görmedim kaşı karadan Allah'ım muradı veresi kızlar. Kızlar güzel güzel aslı huriden Yeryüzünü lale sümbül bürüden Kasvetli gönlümün gamın eriden Karanlık gecemin çırası kızlar. Donadaydım yeşil ile al ile Besliyeydim şeker ile bal Boğum boğum al kınalı al ile Gelin olup bize varası kızlar. Karac'oğlan bir sümbülcük yetirsem Yetirsem de gölgesinde otursam Kulağı küpeli bir yar getirsem Babamın evine giresi kızlar her şeyi anladılar sevgilim seviştiğimiz yatakta unutulmuş bir çift kanat bulunca. terzilerine gidiyor kentteki kadınlar kendilerine kanat diktirmek için o günden beri Eğer bir gün ölürsem gençliğime doymadan Kumral başımı senin dizlerine koymadan Eğer bir gün sönerse gözlerimin ateşi Parlamazsa başımın üstünde aşk güneşi Ölürsem bir gün eğer, Kalbimi kemirip de yiyinceye kadar yer Aşkımın başı için silme beni yadından An beni seherlerde bir kuşun feryadından! . An ki, ben ilk aşkımın demlerini yaşadım, Ölürsem bu son aşkım olacak diye şadım. Bir gün gelir yolunun üstündeki serviler, Sana, bu ilk aşkımın mısralarını söyler. Dudaklarım toprağın altında çürüse de, Ruhum sarhoş gibidir ezeli bir busede. Görünmez ellerimden ürpersin diye tenin, Bırak mehtabı olsun omzunda bir tül senin. Aç pencereni ılık bahar akşamlarında, Benim öksüz ruhumdur çırpınan camlarında! . Beni an, senden başka yok beni anacak, Yanmazsan sen de eğer, gençliğim hep yanacak. İnan senden başka yok gönlümde kimseye yer, Fakat, sen de anlamazsan beni, ölürsem eğer... Anlamazsan, ölürüm de gençliğime doymadan, Kumral başımı senin dizlerine koymadan, Dağılırsam bir avuç toprak gibi sellerle, Gönlünde en samimi en coşkun emellerle Kuracağım türbeyi günahın günahın devirmesin. Bana vereceğini Allah sana vermesin. Fakat düşün ki, sen de kalbimde gömülüsün, Ben ölürsem demek ki sen de artık ölüsün, Kim senin gözlerini mehtapta yad edecek? Kim sana bu feryadım gibi feryad edecek? Kim senin saçlarını övecek uzun uzun? Korkum budur ki bir gün sen de unutulursun! . Eğer bir gün ölürsem gençliğime doymadan Kumral başımı senin dizlerine koymadan Eğer bir gün sönerse gözlerimin ateşi Parlamazsa başımın üstünde aşk güneşi Ölürsem bir gün eğer, Kalbimi kemirip de yiyinceye kadar yer Aşkımın başı için silme beni yadından An beni seherlerde bir kuşun feryadından! İçerden çıkacak birazdan adam Yılların tortusu çökmüş yüzüne Alnını güneşe serecek adam Uykusuz ranzalar suskun voltalar Geride kalacak ve ah hüzünle Bir gül gibi savrulup gülecek adam Kar yağmıştır sardunyanın üstüne Anılar toza toza bulanmıştır Kitaplar sobada yanmış Ah sazlar duvarda kalmış Güzelim şarkılar yağmalanmıştır. İçerden çıkacak birazdan adam Yıpranmış bavulu hantal sesiyle Kendini yollara vuracak adam Yüz çeviren DOSTLAR sinsi tavırlar Açığa çıkacak ve ah kendiyle Bir ince hesabı görecek adam Susamıştır TEBESSÜMÜN seyrine Saçları hiçbirgün okşanmamıştır Bir İHTİLAL kadar yalnız Ah vefanız kadar yanlış Mümkünse farzedin YAŞAMAMIŞTIR Seher vakti evinize Girdim gelmez olaydım Geçiyordum bağınıza Vardım varmaz olayıdım. Yalancısın inanamam Gayri sana güvenemem Yalancısın yalancısın. Boz kayadan pınar akar Ondan içen çile çeker Azgın yaramı kim sarar Sardım sarmaz olayıdım. Yalancısın inanamam Artık sana güvenemem Yalancısın yalancısın. Mahzuni Şerif'in hali Aramızda kara çalı Gittiğim erkânı yolu Sordum sormaz olayıdım. Yalancısın inanamam Artık sana güvenemem Yalancısın yalancısın Size hayır dedikçe vazgeçemiyorum Soluk soğuğa koşuyorum peşinizden Üç öğün yediğim dudaklarınız Zamanı içiyorum gözlerinizden. Gece oldu mu bir seviniyorum ki Duvarlara gölgeniz düşüyor Durmadan uzuyor boynunuz bende Enseniz güzel ya daha güzelleşiyor. Tutup gölgenizi soyuyorum Meydana çıkıyor güzelliğiniz O çizgiler, o üçgenler, o yuvarlaklar O şeyler benden gizlediğiniz. Hepsi bir bir aşikar oluyor Siz uyurken sizden uzakta Aynı yastığı paylaşıyoruz her gece Ben bir yatakta, sen bir yatakta. Gördünüz mü yine kahroldunuz işte Öpüşmekten, sevişmekten, yorulmaktan Bari evet deyin de kurtulun Böyle her gece benim olmaktan Be yarenler be kardaşlar Gör neyledi zaman bizi Gözüm yaşını akıttı Sel eyledi zaman bizi. Can nice ayrılır tenden Ten nice ayrılır candan Ayak ayak nerdübandan İn eyledi zaman bizi. Gelin gidelim zecril'e Can kurban olsun asile Bir halden bilmez cahile Kul eyledi zaman bizi. Kimi baydır kimi fakir Yaradan Mevla'ya şükür Ne akıl kodu ne fikir Del-eyledi zaman bizi. Pir Sultan'ım döne döne Dolu içtim kana kana Şu yerde kim yana yana Dul eyledi zaman bizi Yürü bre Hızır Paşa Senin de çarkın kırılır Güvendiğin padişahın O da bir gün devrilir. Nemrut gibi Anka n'oldu Bir sinek havale oldu Davamız mahşere kaldı Yarın bu senden sorulur. Şah'ı sevmek suç mu bana Kem bildirdin beni Han'a Can için yalvarmam sana Şehinşah bana darılır. Hafid-i Pelgamber'im has Gel Yezid Hüseyn'imi kes Mansur'um beni dara as Ben ölünce il durulur. Ben Musa'yım sen Firavun İkrarsız Şeytan-ı lain Üçüncü ölmem bu hain Pir Sultan ölür, dirilir Bu kadar uzak mıydı git git bitmiyor yol görünmüyor dağın ardı. Oysa bilmem kaç yıl bu yollardan yürünmüş Şimdi sanki bir masal. Bu dilsiz dağ ve taş nerde saklar kuşları hangi gizle sarmaşdolaş. Anlamak zor susuşları Müzelerden çıkarıp Denizlere sürelim kalyonları Öleceklerse denizlerde ölsünler.... Kafeslerden ormanlara Salalım aslanları Göğü silkeleyelim yağdıralım Altın yıldızları, gümüş ayları Öleceksek insan gibi ölelim Gelecekse getirelim yazları. Neden özenle saklamak Kurşun geçirmez yalnızlıkları Neyi kaçırıyoruz kimden, Neden yalnız bizimdir sanıyoruz Boydan boya uzayan sokakları Neden kırık bir çıkrık gibi içimiz Dönüyor döndükçe kapanıyor kendine Öleceksek insan gibi ölelim Gelecekse getirelim yazları... Durup seninle karsılaşıyorum her yerde Karsıma çıkıyorsun her köşe başında sen Kimi gün parklarda, kimi gün sokaklarda, caddelerde Göz göze geliyoruz, saatlerce bir şey söylemeden.. Hiç değişmemiş diyorum içimden, ne güzel İste yine o! Yine mahzun, yine dalgın, yine ürkek Hadi gel diyor dudakları.----Özledim, hadi gel Biliyorum oysa; uzatsam ellerimi, gidecek.. Bu bir aldanış mi? Yoksa var oluş mu yeniden Söyle bir son mu? Bir başlangıç mi? Bir donuş mu? Ne oldu o güzelim zamanlara ansızın uçup giden?. Hadi uyandır beni, söyle; gördüğüm zamansız bir duş mu? Hadi git, uzaklaş, yokluğuna inandır beni gerçekten Yoruldum, her bulduğum yerde seni kaybetmekten. UMIT YASAR En Eski Yalnızlığımdır Aşk Benim. En eski yalnızlığımdır aşk benim Gitgide büyüyen karanlıklarla Ne zaman sevdiysem kavruldu tenim Bir ateşin açtığı yanıklarla. Sabahı olmazdı çok gecelerin Alır, götürürlerdi beni onlar Öptüğüm elleriyle, korkunç derin Bir uçurumun kenarına kadar.. Sonra bırakır giderlerdi, üzgün Bakardım sessizce arkalarından Sonra umutsuzluk, gözyaşı ve kan.. Bütün umutlarım biterdi bir gün Bir gecenin orsacında kalırdım Tek başıma ben, ben ve yalnızlığım. seni seviyorum demek isterdim ölesiye bir duyguyla, taparcasına dil dökmek ve saçlarım ağarmadan söylemek isterdim. seni sarmak isterdim sonsuzlukla delicesine sevmek bir sarhoş gibi adını sayıklamak ve bağırarak kollarında ölmek isterdim gülüm... Ama sen uzaklardaydın ey kalbim Uzaklardaydın, sevdiğim uzaklardaydı Ayın yıldızların çağlayarak Berrak şelaler yaparak Coşku içinde aktığı Bir yerlerdeydi.. Hani bir gün bir çobana rastlamıştık Adı Ferhat mıydı neydi Koyunların, kuşların, böceklerin ve çiçeklerin Sadakatten mest oldukları Herbirinin gözlerinde Kaybolur gibi kayar gibi Dalıp gittiğimiz o saadet evreni Kayaların yüzlerinden okuduğumuz o ebedi bilinç Bizi çekip almıştı kılcal damarlarımızdan. Yaslan göğsüme sevdiğim Benim gönlüm gök gibidir açık deniz gibidir Pas tutmaz benim içim yeryüzü gibidir Toprak gibidir Sen ki bulut gibisin Ay gibisin güneş gibi bazen. Usul usul inen Yağmur tıpırtılarını Dinler gibi Dalıp gitmiştik Sen konuşuyordun İpil ipil yağan bir yağmur gibi konuşuyordun Onlar ki konuklarımızdı Adları Keremdi,Yusuftu, Kaystı Hepside ezelden tanıdıktı dosttu. Bir akşam getir bana, Bütün akşamlardan farklı Hançerle güneşi batır deniz kan rengi olsun En güzel yerinde değişen ufkumuzun Yaşayalım, eskiden duyduğumuz masalı. Zamanlar kalleş şimdi, herşey artık bir oyun Manzaralar hüzünlü insanlar ağlamaklı Bir akşam getir bana, gizlice ve en saklı Saatleri birer birer dudaklarında sun. Günler; şimdi kırık bir cam parçası, boyalı Gel dinle, telleri ses vermiyor ruhumuzun Biz bu şehirin gürültüsünde kaybolalı. Bir akşam getir bana, yaklaş, sessizce soyun Baksana perdeler inik, kapılar kapalı Sus! Akşamla gelişini kimseler duymamalı kavun kokulu odaların rayihasıdır karışan sulara senin fikrinle yoğrulmuş bir eser yoktur yüzümün sana traşlanmış bölümünde çoğu çiçekli kimi şarkılar geçer aklımdan sesime sesin dökülür bir ıssız bir mutlu koro başlar ardından şarkıya çünkü benim sessizliğimde senin de susuşun var.. mayıs 2000, new york Çok sevdiğim Hasan Dağı, Şu dumanın hal olma mı? Senin gibi yüce dağın Eğlim eğlim yol'olma mı? . Hasan Dağı'nın eteği, Çevresi güller biteği. Koç yiğit, arslan yatağı Hiç bu dağın il olma mı? . Yükseği yalım kayalı. Kekliği şahan soyalı. İnce belli, gök sayalı Dilber seven del'olma mı? . Yükseğinin karı tozar, İngininin köyü mezar. Göğsü al'ca kaplan gezer, Avcı olup al olma mı? . Eğlim eğlim yol alanın, Seferine kul olanın, Ak gerdanda ben olanın Yanakları bal olma mı? . Deli gönül, var günahın. Onun için geçmez anın. Senin gibi padişahın Benim gibi kul'olma mı? . Farı, Karac'oğlan, farı. Ben çekerim ah ü zârı. Günde bağlanırsın sarı, Bu velenin al'olma mı? Gözlerin kalbime değmeden önce İstanbul o kuşlar acep nerdeydi. Deniz ki dilimin lugat kitabı Şarkılar kardeşim onlar nerdeydi. İçimde sürekli yağmur bulutu Ormanlar nehirler güller nerdeydi. Bir ışık yalımı parmaklarındır Anamın kızımın eli nerdeydi . Ülkemin çığlığı her saat zili Nerde ortadoğu savaş nerdeydi . Gözlerin kalbime değmeden önce Acılar gülüşler düşler nerdeydi o gemiler ki yağmur taşır gece sabaha karşı birden korkularımıza bulaşır gök gürültüsüyle derinden o gemiler ki yağmur taşır gözümüz kamaşır şimşeğinden. o gemiler ki başkalaşır çelişkinin diyalektiğinden gücü çok sonra anlaşılır insana eklediğinden o gemiler ki başkalaşır gelişir değiştirdiğinden. o gemiler ki şafağa ulaşır ümitlerimizin ateşinden devrimden devrime yanaşır nasıl da büyür kendiliğinden o gemiler ki şafağa ulaşır bir çığlık gibi bedreddin'den zeynep beni bekle / gece ağaçlarına yağmur çiseliyorum / cam tozu su beyazı yalnızlığını mutlaka değiştireceğim bir yaprak halinde süzülüp saçlarına eski teşrin'lerden / kederli kırmızı zeynep beni bekle mutlaka döneceğim söyle kim önleyebilir buluşmamızı. geceleyin ışıkları söndürdüğün zaman benim şiir kitaplarından sızan aydınlık elinde uyuyakaldığın heyecanlı roman pancurların çarpıldığı lodos geceleri rüzgârın değil benim / pencerendeki ıslık her akşam koridordaki ayak sesleri yanlış çaldığını zannetiğin telefon zeynep beni bekle mutlaka geleceğim hem bu ne ilk ayrılığımız ne de son. pikapta eminağa acemaşirân saz semaisi sokakta çocuklar saklambaç hırsız polis hayat akıp gidiyor olsam da olmasam da saati durmamalı ufak sorumlulukların resmi bırakmadın ya / son çektiğin hangisi bak mektuplar birikmiş yine masamda fakülteler açılacak bak bugün yarın zeynep beni bekle mutlaka geleceğim başladığımız filmi birlikte bitireceğiz. kim ne derse desin içimde delice bir his bir bir yitiriyorum sevdiklerimi ellerimden kuşlar gibi uçup uçup kuşlar gibi uzak dağlar ardına. çivilenmiş gözlerime kiminin o yalvaran gözleri yakıyor kollarımı kiminin kanı kimi sitem sitem vuruyor beni dövünmek tepinmek neye yarar ki neyi kurtarır ki üzmek şu canı her bahar yenilense de dallarda tomurcuklar o bahar gitti gider. kolay değil ozanın ağlamaması gülmesi kolay değil bulutlar her zaman yağmur getirmez şimşek gülmez bulutlardan herzaman bulut var ki yaz yağmuru güzelim geçip gider gül kokulu yel gibi bulut var ki taş başına yoksulun orman söken köy göçüren bir karabasan. tam da başlamışken sevmeği öğrenmeğe tam da başlamışken bal doldurmağa özlem denen peteğe bir bir uçup gidiyorlar canlarım gidiyorlar kopar gibi acılı kollarımdan dönülmez karanlığa. dövünmek tepinmek neye yarar ki neyi kurtarır ki ölüme sövmek sövmemek ne yazar ki dağbaşında tek ağaç fırtınada bir tekne uçurtması kopup gitmiş bir çocuk bakıyorum yalnızca şaşkın ve umarsız gözlerle arkalarından. dayan yavrum dayan hasan hüseyin dayan dayanabilirsen Yavuz Sultan Selim Han'in onunde Ok atan ihtiyar Bektas Subasi, Bu yuksek tepeye dikti bu tasi O gazi hunkarin mutlu gununde... Vezir, molla, aga, bey, takim takim Gunesli bir nisan gunu ok atti. Kimi yayi optu, kimi firlatti, En er kemankese yetti uc atim.. En son Bektas Aga coktu diz ustu. Titrek elleriyle gererken yayi, Her yandan bir merak sardi alayi. Ok uctu hedefin kalbine dustu.. Hunkar dedi 'Koca, pek yaman saldin, Egerci bellisin benim katimda, Bir sir olsa gerek bu ilk atimda. Bu sihirlui oku nereden aldin? '. Ihtiyar elini bagrina soktu, Dedi Istanbul muhasarasi, Baslarken aldigim gaza yarasi, Icinden cektigim bu altin oktur.. Bu yaşıma geldim içimde bir çocuk hala Sevgiler bekliyor sürekli senden. İnsanın bir yanı nedense hep eksik Ve o eksiği tamamlayayım derken, Var olan aşınıyor azar azar zamanla.. Anamın bıraktığı yerden sarıl bana.. Anıların kar topluyor inceden, Bir yorgan gibi geçmişimin üstüne. Ama yine de unutuş değil bu, Sızlatıyor sensizliği tersine. Senin kim olduğunu bile bilmezken.. Sevgiden caydığım yerde darıl bana. Bunca güzel sevdik, fakat hiçbiri, Ağın dedikleri yar gibi değil. Çok meyva devşirdik bağdan bahçeden, Onun bağrındaki NAR gibi değil.. Ey ak-ın, yeşilin, morun aşığı, Ey gönül tahtının son yakışığı, Yıldızın, güneşin, ayın ışığı, Senin yüzündeki NUR gibi değil.. Gönül yeşilinden aldı muradı, Dil seninkine eş lezzet aradı. Cem' in camındaki şarabın tadı, Al yanağındaki TER gibi değil.. Ab-ı havasının özelliği var, Ömrümüzde onun tazeliği var. Sorarsan ne gibi özelliği var? Gönül gözüyle bak, KÖR gibi değil.. Ayranlı çorbayı, sütlü kuymağı, Yiyenin ağzında kalır parmağı, İstanbul lokumu, Afyon kaymağı, Haşili süzekte LOR gibi değil.. Nerde Eğin, Nerde Çemişgezek' ler? Bu elleri bizim Ağın bezekler, Burcu burcu vatan kokar tezekler, Sözümüz gerçektir, SIR gibi değil.. Baht yıldızın yeni doğmak üzere, Hak saklaya gelmeye kem nazara, Dünyadaki hiç bir güzel manzara, Damlarda serili ÇİR gibi değil.. Yıldırım der: Şairin sözüdür işi, Portakalara teşbih eder mişmişi, Sevdiğine tutsak olmayan kişi, Aslında köledir, HÜR gibi değil. -Sadık Kemal Tural kardeşimize-. Ben Altay dağlarından koparak geldim Yüreğimde Türkistan'dan binbir nakış var. Çok şükür aslım da neslim de belli. Türküm müslümanım o dağlar kadar.. Dokuz tuğ taşıdım ben, dokuz davula vurdum. Dokuz evliya gücüyle yürüdüm geldim. Büyüdü benimle mübarek yurdum. Ebed-müddet bu devleti ben kurdum.. Nevruz toylarımızda ateşler tutuşturdum. Orhun'dan, Seyhun'dan, Ceyhun'dan geçtim. Yol gösterdi kükreyerek bana Bozkurt'um. Atımla hep yanyana gözelerden su içtim. Baykal'da da çimdimben, Hazar Denizi'nde de Toprağıma bağdaş kurup oturdum.. Ben ki Alper Tunga'ya gönül verenlerdenim. Yurt uğruna dolu dizgin göğüs gerenlerdenim. Sonra durgun sulara Bismillahlarla. Kilim seccadesini serenlerdenim. Yani hem Alplerdenim, hem Alperenlerdenim.. Ben Türkmen'im, Özbek'im, Kazak'ım, Kırgız'ım ben. Azerbaycan Türkleriyle aynı kandanım. Kıpçakları, Uygurları aşkla duyanlardanım Ben ki Tatarlardan, Gagavuzlardan Çuvaşlardan, Bozkurtlardan, Oğuazlardanım.. Kalem de tuttum çok şükür, kılıç da, gül de. Güvercin bakışlı sıcak türküler de söyledim. Anlayan anladı kim olduğumu. Aman dileyeni sevdim, öfkemi yendim. Övdü büyük peygamber İstanbul Başbuğumu Kur'an'la da müjdelendim.. Sevsem gözbebeğim olur ne varsa Öfkelensem öfkem dağları ezer. Dilim bazan suların çağlamasına Bazan da bülbüllerin şakımasına benzer.. İşte bilge Tomyukuk, Kültikin, Bilge Kağan Hepsi birbirinden daha mübarek Süzme asaletimin nurdan kefili İşte Dede Korkut, kaftanı ipek Soyumun-sopumun bin yıllık dili. Ve Yusuf Hashacib, Mahdum Kulu, Fuzuli Hepsi de peygamber soyunca asil Sonra Kaşgarlı Mahmut; gönlüme düşen çemre Ali Şir Nevai, Gaspıralı İsmail Şiiri bir bakraç süt gibi Yunus Emre.. Cengiz Aytmatov ki, Cengiz Dağcı ki Ayın ondördündenden sağılan huzur Sabir Rüstemhanlı... ruh kadar eski Ve daha binlerce nur üstüne nur.. Servetim Buhari'nin, Yusuf Hamedanî'nin Ahmet Yesevî'nin nur servetinden Güzelliğim, merhametim, şefkatim Hep Şah-ı Nakşibent hazretlerinden.. Hunlardan, Göktürklerden alıp getirdim. İpek ipliğimi altın tığımı Mintanıma minyatürler işledim durdum Selçuklu çinisine gönül mührümü vurdum. Osmanlı ebrusuyla süsledim yastığımı Mustafa Kemâllerle yeni baştan doğruldum. Kim demiş 75 yaşıma bastığımı. Kul o ki, nefsini yularla güde Mal o ki, bekçisin muazzez ede Dil o ki, her yerde hakkı konuşa Yol o ki, dosdoğru Allah(c.c.) ’a gide.. (Beşinci Mevsim) Bak! ölüm kendine bir taht kurdu Loş batının aşağılarına doğru Yapayalnız uzanan tuhaf bir şehirde, İyinin, kötünün, en kötünün ve en iyinin bir de Ebedi ve ezeli uykularına vardıkları yerde. Bize ait hiç bir şeye benzemezler Oradaki mabetler, saraylar ve kuleler. (Zamanın kemirdiği kuleler ki titremezler) Etraflarında, kasvetli sular, Yükseltici rüzgarlarca unutulmuş, boyun Eğmiş uzanırlar altında göğün.. Kutsal göklerden, uzun süren Gecesine ışık dökülmez o şehrin; Fakat korkunç denizden gelen nur Sessizce kulelere vurur - Aydınlatır bina doruklarını uzak ve özgür, Kubbeleri, kule külahlarını, krali koridorları Mabetçikleri, babilvari duvarları Yontma sarmaşıkların ve taştan çiçeklerin Çoktan unutulmuş belirsiz çardaklarını Viyola, menekşe ve asmaları bir birine dolanmış Frizlerle çelenklenmiş Bir çok harikulade tapınakları. Kasvetli sular eğip boyun Uzanırlar altında göğün. Kuleler ve gölgeler öyle karışmışlar ki orada Hepsi asılı gibi görünürler havada, Mağrur bir kulesinden şehrin Ölüm aşağı bakarken devcileyin. Orada açık mabetler ve aralanmış mezarlar Işıldayan dalgaların seviyesince doluyorlar; Fakat ne elmas gözlerinde yatan Zenginlikler oradaki her bir putun - Ne o göz alıcı mücevherleriyle ölü Kandırıp yataklarından çeviriyor suyu; Bu camdan ıssızlık boyunca, yazık! Yok çünkü bükülen tek dalgacık - Tek kabartı yok rüzgarların çok uzak daha şen Bir deniz üzerinde olabileceğini söyleyen - Yok korkunçluğu daha az dingin denizlerde Rüzgarlar olduğunu ima eden tek yükselme. Fakat bak, havada bir kıpırtı! Bir dalga var orada, bir çalkantı! Bellibelirsiz gömülerek duygusuz gel-gite, Kuleler bir yana atılıyorlar adeta- Uçlarına saydam tabakalı gökler içinde Sanki hafifçe bir boşluk verilmişcesine. Dalgalar şimdi daha kızıl bir kor gibi parlıyorlar - Saatler donuk ve zayıf soluyorlar - Dünyevi acılar arasında değil de, vakti geldiğinde, Aşağıya, bu şehir aşağıya çökeldiğinde, Cehennem, bin tane tahttan ayağa kalkarak, Saygı ile onu selamlayacak. . Çeviren: Dr. Osman TUĞLU Yenilgi, yenilgim, yalnızlığım ve kimsesizliğim. Binlerce yengiden de bana değerli olan sen! Dünyadaki tüm parlak başarılardan sensin yüreğime yakın olanı! . Yenilgi, yenilgim, baskaldırım ve de benim kendimle tanışmam. Sayendedir ki, hala ben ayağı yere basan ve solmuş defneler peşinde koşmayan biri olduğumun bilincindeyim; ve sende, yalnızlığımı buldum ve de herkesten uzak, ve de gururlu olmayı. . Yenilgi, yenilgim, benim parlak kılıcım ve de kalkanım. Gözlerinde okudum tahtı arayanın kendi kendisinin kuluna dönüştüğünü. Ve, bir kimsenin derinliklerindeki esasını anlayabilmemiz için onun gücünü söndürmemiz gerektiğini. Ve ancak böylesine olgunlaştıktan sonradır ki, bir meyvenin tadına varılabildiğini. . Yenilgi, yenilgim, benim sözünü sakınmaz yol arkadaşım şarkımı, bağrışmalarımı, sessizliklerimi hep duyacaksın. Ve senden baska hiçkimse bana söz etmeyecek kanat çırpınmalarından ve deniz kabarmalarından ve de geceleri yanan dağlardan. Ve sen, tek başına ruhumun sarp ve kayalık yollarından tırmanacaksın.. Yenilgi, yenilgim, benim ölmez cesaretim sen ve ben fırtınada birlikte güleceğiz; ve biz ikimiz, derin mezarlar kazacağız içimizde ölmekte olanlara; ve tutunacağız, tüm gücümüzle, güneşin karşısında; ve de tehlikeli olacağız. . 'Deli-' 1918 Çukuru tiksindirir zirvedeki hâlleri Gün gelip ruhlarını boğacak veballeri Cehennemde villalar sudan ucuz diyorlar Geç kalan kaybedecek, yağlayın pedalları! . 14.01.2006/Vakit Ölüm ardıma düşüp de yorulma Var git ölüm bir zaman da gene gel Akıbet alırsın komazsın beni Var git ölüm bir zaman da gene gel. Şöyle bir vakitler yiyip içerken Yiyip içip yaylalarda gezerken Gene mi geldin ben senden kaçarken Var git ölüm bir zaman da gene gel. Çıkıp boz kurtlayın ulaşamadım Yalan dünya sana çıkışamadım Eşimle dostumla buluşamadım Var git ölüm bir zaman da gene gel. Karac'oğlan der ki derdim pek beter Bahçede bülbüller şakıyıp öter Anayı atayı dün aldın yeter Var git ölüm bir zaman da gene gel Diyarbakır ortasinda vurulmuş uzaırım Ben bu kurşun sesini nerde olsa tanırım Bu dağlarda gençliğim cayı cayır yanarken Ay vurur gözyaşına ben gecede kalırım. Üzülme sen, üzülme başını öne eğme Gün olur kavuşuruz, dert etme Diyarbakır Yüreğini dağlama, kanlı bezler bağlama Bu yangın söner birgün, ağlama Diyarbakır. Diyarbakır yolunda toz olmuş dağılırım Bu hırçın depremlerle sarsılırım kanarım Arkadaşların yüzü ağır ağır solarken Gün doğar yaylalara, kahrımdan utanırım. Ey fırtınalı bayır, ey mazlum Diyarbakır Dağlarında ateşler, alnında kızıl bakır Çiğdemler solar gibi, anneler yanar gibi Dizlerine döküldüm, ağlama Diyarbakır 1. Bir çığlığın sessizliğidir derin suların dinginliği ki çınlar yüreğin kararan kayalarında. Derin suların dinginliği çatlatır yüreğinde korkunun tohumunu çünkü sessizlik en büyük ustadır düşü gerçeğe dönüştürüverir apansız. Isırır bir hançerin yılan dili gibi çatallaşan çeliği Sonra yalnızca öyküler kalır ve sen onu yaşarsın çaresiz. 2. Dirhem dirhem tartılmaz ki dostluk yaşanmaz ki vermesini bilmeden damla damla biriken bir şeyler boş bir tapınakta birden çalar gibi olur çanlar. Ve yaşamın hesabini veremezsin bir türlü kendine Sonra boğuntular sessiz haykırışlar karanlık sokaklara çeker seni. Çanlar beyninde asılı duran madeni bir gökkubbedir artık kulaklarına balmumu da akıtsan delecek beynini bu çığlığımsı sessizlik ve bu katran gibi yalnızlık Bu bir cinnet krizi, gerçekler yolunuyor Gönül parkımızdaki çiçekler yolunuyor Kuzular yolunuyor, ördekler yolunuyor Kazlar tüyünü döktü, uyan artık Türkiye! . Iğdır’da şafak söktü, uyan artık Türkiye! .. Üç siyasi tecavüz üç ortağın niyeti Yapılan her yanlışta millet öder diyeti Koru hukukumuzu, koru cumhuriyeti Şerefimiz diz çöktü, uyan artık Türkiye! . Rize’de şafak söktü, uyan artık Türkiye! .. Namaslu can derdinde, soyguncu mavi turda Sosyete pazarında bütün eller uçkurda Yabancı müfettişler ne halt ediyor burda? . Yeter, uyanma vakti, uyan artık Türkiye! . Ağrı’da şafak söktü, uyan artık Türkiye! .. Kimse senin adına borç alıp ruh satmasın İşsiz, bunalmış gençler aklını oynatmasın Çifte pasaportlular memleketi satmasın Her zillet seni yaktı, uyan artık Türkiye! . Sinop’ta şafak söktü, uyan artık Türkiye! .. Aldanma yalancının yalanına bir daha Sarılma denenmişin yılanına bir daha Yol verme haydutların talanına bir daha Bayrağın boyun büktü, uyan artık Türkiye! . İzmit’te şafak söktü, uyan artık Türkiye! .. Dünümüz yağmalandı, yarınlar ipotekli Sevip büyüttüğümüz torunlar ipotekli Elif’ler, Alparslan’lar, Harun’lar ipotekli Kokla bak tuzlar koktu, uyan artık Türkiye! . Muğla’da şafak söktü, uyan artık Türkiye! .. Avrupa sevdalısı âşıktan hayır gelmez Ayının elindeki kaşıktan hayır gelmez Teslim tünelindeki ışıktan hayır gelmez Uyurken yılan soktu, uyan artık Türkiye! . Mersin’de şafak söktü, uyan artık Türkiye! .. Kartel medya narkozu uyuşturmasın sizi Hoyrat örselemesin, buruşturmasın sizi Sistem birbirinizle vuruşturmasın sizi Gök gürler-şimşek çaktı, uyan artık Türkiye! . Hatay’da şafak söktü, uyan artık Türkiye! .. Sütü bozuk olmayan çok sever milletini Hiç emdirmez kanını ve yedirmez etini Kaybetmez inancını, çiğnetmez iffetini Uykun pek fazla çekti, uyan artık Türkiye! . Urfa’da şafak söktü, uyan artık Türkiye! .. Utansın paramızı pul yapan büyükbaşlar Kesmesin yolumuzu küp başlar, kayık başlar Bu sözlerim sizedir hür başlar, ayık başlar Ahlar semaya çıktı, uyan artık Türkiye! . Sivas’ta şafak söktü, uyan artık Türkiye! .. Doktor bizden olmalı, ilaç bizden olmalı Başımıza giyecek her taç bizden olmalı Ufuk bizden olmalı, miraç bizden olmalı Dağlara sisler çöktü, uyan artık Türkiye! . Konya’da şafak söktü, uyan artık Türkiye! .. Gel ki görkemli birlik birlikte gerçekleşsin Gel ki Anadolu’da huzur rüzgârı essin Gel ki leş kargaları korksun, sesini kessin Mazlum canından bıktı, uyan artık Türkiye! . Her yerde şafak söktü, uyan artık Türkiye! .. 01/06/2002 (Parmak İzi) tut ki sen bir şiiri çok iyi yazsan ya da çok iyi bir şiir yazsan bir saatin aralıksız işleyişi bir çocuğun bir sokak kedisini sevişi bilmem ki sanki güzel bir akşam gibi onun için her akşamı iyi yaşamalıyım yani kıskanılan onu demek istediğim hepsi Telefon numaranı bana yönlendir bundan sonra Arayan benden duysun sesini Ben anlatayım her günün, bütün ömrünün efsanesini Bütün hilelerini benden bilsinler senin Bütün yalanlarını ben söyledim sevdaların Her ayrılığın fâiliyim bundan sonra Ben yalancı, ben zalim, ben kaçak Ben sözünde durmaz, ben kazandığı gün çekip giden... Benden bilsinler; Ben her hikayenin katili. Gamzelerine astığın suçluluğu, Gençliğimin firâri fikrine yönlendir Arayan benden sorsun tarihinin ağır günahlarını Bırak benden bilsinler bu ayaklanmayı Bütün ipuçlarını bende arasınlar bu eylemin Bende kurulsun adaletin mahkemesi Yakınların çeksinler ipimi Sen yine yalancı şahit, meçhul tanık Sen hep olduğun gibi kal yani. Sen yine bana ödet, Harcadığın bütün kıymetli değerlerin bedelini Benden bilsin herkes hayata taktığın borçları Ben bağladım masumiyeti haraca Ben kestim bütün sevmelerin yüklü hesabını Aşkın sesini duyduğumda kaçacağım ben Ben bütün uyruksuz oyunların öz vatanı Ben yalnızlığın acı sitemi Ben eylemci, ben firâri, ben yok! Silah kullanmam hiç. Aldatırım ben Sen dünyanın bütün denizlerini, kuraklığının terkisine yönlendir bundan sonra Özleyen bende baksın gözlerinin mavi demine Bırak benden bilsinler sulak yerleşim bölgelerine giden toplu göçleri Çağların bütün savaşlarında beni yensinler Bende arasınlar dünyanın aşka açlığının ekolojik nedenlerini Sen ölü kuşların kanatsız ruhlarına takılıp cennete git. Sen yine yalan söyle. Sen ihanet et her sevgiye yine Sen kavgalarımın ilk tokadını atıp kaçıver kalleşçe Sen sancı ol, deliliğimin koğuşu ol. Yokluk ol sen yine Benden bilsinler bu evin viraneliğini Ben yıktım duvarlarını bütün binaların Ben korktum yüreğimi açık etmekten Kaçtım iste bir aşkın esaretine düşmekten Kaçtım iste Bütün gidişlerin sebebiyim aslında Ben korkak, ben deli, ben tokatçı. Ne kadar asil bir eylem de olsa Boyun eğilmez aşka! İçimde esaretin kütlesini duyumsadığım an geçerim verdiğin her güzellikten. Ben asırlık sevdaların kelepçesine tüneyen hain kusun ta kendisiyim. Sen en iyisi hiçbir şeyini yönlendirme bana Sen en iyisi beni sırtımdan vurmakla kal Yalnızca benden götürdüklerinden ibaret dur orada Yalnızlığımın bas ağrıları gibi kal aklımda Sen bana hiçbir şeyini yönlendirme sakın Sen aslında kendini benden sakın Hiçliğine alışmak mümkün gibi Sigarayı bırakmak gibi yani alışkanlığını üzerimden silkelemek Yani ilk gün çıkmıyorsun aklımdan İkinci gün daha çok özlediğim de doğru Diğer günlerin halini hatırlamıyorum bile Bildiğim bir şey var lakin; hala ara sıra sigara gibi sabrımı yokladığım. Dumanımda bir görünüp kaybolduğum Sen en iyisi hiçbir şeyini yönlendirme bana Batak sularımda devir dur Ara sıra ufkumda görünüp, kır dümenini sonra İnsanlığımın tarihine çektiğin bıçağı taşıyamıyor gururum Yokluğuna alışmayı sanki daha hassasiyetli buluyorum Sen en iyisi benden uzak dur Ben yalnızlığın acı sitemi Ben eylemci, ben firâri, ben yok! Silah kullanmam hiç aldatırım ben! . Cürümüş donuk kalbinde bu toprakların Gözleri gördüm. Herkes sesiyle vardı Ve duruşuyla gövdesinin. Bir insanı en iyi sevişirken tanırız. Kalbimizi birlikte çürütürken. Ağırlaşan gövdemiz Gece uyandırır. Mezar gibidir avlulu evler. Çocukluk bir uykudur. Uzun sürer. Ve dokunmak için bir arzu Bir arzu sürükler bizi ölüme. Ben kendimi sınadım her gövdede Ben kendimi bıraktım her şehirde İçime aldım göğünü ülkelerin Ve boşluğunu görünce kalbimin Gitmeli dedim. . Çürümüş tören giysileri içinde Askıda salınan kökler. Biz denize düşürsek de ateşi O hep yanar. Issızlık bahşeder karanlığa. Yanar. Tarih bir yanılgı olabilir diyor şair İnsan bir yanılgıdır diyor tanrı. Çok sonra Bu toprakların kalbi kadar Çürümüş bir sonrada İnsan bir yanılgıdır diyor tanrı. Ve düzeltmek için varım Ama geciktim. . Ölü kızıl suyun dalgası Gece yürünen yol Ve yolcuların dağıldığı zavallı yeryüzü Salınan beyaz kefenler Tören giysileri. Ve bir koşu için gerekli tek şey Atın yelesidir. AsIolan, Şimdi ve burada Çürüyüp kaldık. . Tanrı görmesin harflerimi İnsan bir hata diyor durmadan Ve hatasını düzeltmek için Acı veriyor Sadece acı. gecenin ortasında ne işin var yıldızlara dokunma yanarsın bak birazdan ay da batacak karanlık bulaşmasın ellerine tersine döner yolunu bulamazsın. içi dışı uzay tozu yansımalar sahi mi yalan mı anlayamazsın bir rüya gemisi iskele sancak dokunup geçiyor hayallerine ağlayasın gelir ağlayamazsın. sevmek insanın yüreği kadar küçükse büyüğünü taşıyamazsın yalnızlığı da dene oldu olacak nasıl yankılanır derinden derine iyi midir kötü mü çıkaramazsın. insan insanı kendisi tamamlar içinde başka dışında başkasın eksikliğin fazlana elbet bulaşacak öbürü sığacak bunun derisine yoksa sabaha sağ çıkamazsın Kolay gelsin vapurun dumanı! İnersin sen de birgün yeryüzüne, Benim gibi yağmur diye! . İyi de edersin! . (Sevgi Duvarı) Nerdesin ey güzel aklım, gel beni benden koru! Ötelere kaçma bahtım, gel beni benden koru! İdrakimi düğümleme dost bildiğim kutlu gün Yıkılsın sarayım tahtım gel beni benden koru! PEYĞƏ MBƏ RİMİZ . Yolunun yolçusuyuq, ey ulu Peyğə mbə rimiz, Adı şə fqə tlə , işıqla dolu Peyğə mbə rimiz. . Qurumuş torpağa bir an toxunarkə n nə fə si, Gülə döndə rdi o saə t kolu Peyğə mbə rimiz. . Bu da bir möcüzə ! Meydan oxuyarkə n sağa sol, Sağa döndə rdi imansız solu Peyğə mbə rimiz. . Ulu Qurani-Kə rimdə n gözümüz aldı işıq, Bizə göstə rdi müdam düz yolu Peyğə mbə rimiz. . Bulub haqqın yolunu Bə xtiyar oldum necə mə n, Belə zə ngin elə di yoxsulu Peyğə mbə rimiz. . 29 yanvar,1990 Bilmem n'ideyim Aşkın elinden Kande gideyim Aşkın elinden. Meskenim dağlar Gözyaşına çağlar Durmaz kan ağlar Aşkın elinden. Kaddim yay oldu Bağrım nay oldu İşim vay oldu Aşkın elinden. Dinle zarımı Kodum arımı Verdim serimi Aşkın elinden. Varım vereyim Kadre ereyim Üryan olayım Aşkın elinden. Yunus'un sözü Kül olmuş özü Kan ağlar gözü Aşkın elinden Şarap içersen akla yabancı kesilme; aklın başından gitmesin, bilgisizliğe yurd olma; la'l renkli şarabın sana yağ-bal olmasını istersen kimseyi incitme, deli-divane olma. tanyerinde O'nunla mı buluştun yeryüzünü O'nunla mı bölüştün mahzende mi, sokakta mı, kırda mı orduların çarpıştığı yerde mi bilmiyorum hala nerde durayım çemenden mi, böcekten mi sorayım haber için adresimi al yeter bana O'nun gölgesini bul yeter İbiş'in saye-i himmetlerinde Çamura oturduk, bir bayram arttı. Kinler halay çekti bayram yerinde Beş bayram yitirdik, bir bayram arttı. . Borç boydan yukarı eski hesaptan Felek yâr olursa ödetir toptan Yaşasın tayfalar, sağ olsun kaptan Gemiyi batırdık, bir bayram arttı.. Her gün biraz daha bulandı dere Hiç kimse bilmiyor bu gidiş nere? Kartalın hürmetle girdiği yere Beş karga götürdük, bir bayram arttı.. Odunun irisin eyledik destek Ve derken yerini buldu her istek Ağıza gem vurduk, ayağa köstek Dilde tüy bitirdik, bir bayram arttı.. Türedi Kel Bayram, Kötüce Bayram Uyuz tazılara sel oldu ayran Ağlarken eşini yitiren ceylan Biz verem getirdik, bir bayram arttı.. Ak sütü doldurduk kızıl bakıra Gelecekler yüzümüze tüküre Eti`lerden kalma üç beş çukura Kırk ölü yatırdık, bir bayram arttı.. (Vur Emri) Güneş solumda ve dikenlerin yolunu aydınlatıyor. Çocukluğumla aramda ölüm var. Ölümle hayat arasına sıkışmış, uykulu, kadim bir tepedeyim. Annem yoldan gelmiş yol olmuş kardeşime, Ölümleri gösteriyor. Birlikte ağlıyorlar. Ben güneşe ağlayacağım. Issızlığına bu tepelerin. Ve yanımda soyunmuş derisiyle bir yılanın, çok istese Lapis olacak mavi bir taşın rehavetiyle bakınıyorum. Neresi yurdum? Güneş belki de. O hep duran. Çocukluğumu tanıyan eski dostum kaplumbağa. Mezarları hatırlatarak, küçük bir kızın yanağından öper ve Hoşça kal der. Dön annene. Git ve unut yaradılışı. Güneşe bakarak kanını akıtmış arkadaşını Ve yılanların hikayelerini unutmalısın. Gözaltlarına yerleşen çizgiler Çocukluğa dönüyorsa, Aynı topraklarda, Gelinciklere bakınca, Aşk başlar. Altımızda kayan bu ölü şehri durdursana Ey gücü toprak kadar eski Ey gücü yer kadar ağır çocuk. Büyüyen elimin üstüne koy elini Sana bir yürek vuruşu gibi belirli Gelen zamanı haber veriyorum. Ankara 1967 Anneye karşı gelmeyelim, Nergis çiçeği gibi, Ne güzel kokarlar, Ellerinde çiçek çok güzel durur. O muğbeçeyle tanıştımdı Lâle Devri'nde, Fütâdegânına son bir piyâle devrinde.. On altı yaşına dâhil o şûh-ı Sa'd-âbâd, Cihânı verdi idi ihtilâle devrinde.. Lisânı şîve-i Şîrâz'dan nümûne idi Acem-perestî-i Rûm'un imâle devrinde.. Teferrüd etmedi derler nazîri bir sâkî Cem'in serîrine câlis sülâle devrinde.. Kemâl, Kasr-ı Cinân içre, ser-be-ser bir şeb O muğbeçeyle tanıştımdı Lâle Devrinde. Çocuk gibi tiril tirilliğinle kucaklardım seni.. Yazlar ve unutuşlar geçerdi. Günlerin güneşini içerdim. Sessizce aşkın teri dolardı kasıklarıma... Fıçılarda damıtılmış şarap renginde şafak... Ayaklarının bastığı kumlara basardı ayaklarım... İnce güzelliğin senin seni kuşatan gökyüzü kadar sadeydi... İnsan güzelliğin senin.. Katıksız merakın.. Katıksız şehvetin ve sevincin.. Dünyaya bir güzelliğin../.. narinliğini anlatmak için gelmiş gibiyim.. Denizin çarptığı kumsal ve bunaltıcı yaz gecesi.. Dünyaya bir yaz gecesinin bunaltısını anlatmaya gelmiş gibiyim. . Ey bırakıp gitmek... Yıldızlar ve taptaze bir şey... Bir aşkın pırıl pırıl edişi seni... . Boynunun ve omuzlarının narinliği.. Dudaklarının üstündeki ter damlası... Kayar gibi uzanışı kollarımda vücudunun.. Beyaz bir ırmak gibi... Yaşanmış ve yaşanacak bütün aşkların baygınlığını yaşamak seninle... Vücudun üstüne yazdığım bu şiir senin bir zamanki güzelliğinin tanıtı gibi kalmalıdır.. Sevgilim, gövden sinerdi gövdeme.. Çocuk ve günahkâr başın dinlenirdi omzumda... . Her şey bitiyor ve yorulduğumu düşünüyorum Akşama yemek hazırlıyor bir kadın.. Kocası, gömleğinin kollarını kıvırmış camdan bakıyor... Terzi kızlar atelyeden çıktılar. Akşam hazırlığı. hüzün. . Bir odada beni beklediğini düşünüyorum.. Seninle dolu bir oda.. Seslerimiz tanıdığında birbirini ve gülüşlerimiz.. Ve hüzünlerimizin anlaşıldığında kardeş olduğu.. Boynunu yeniden sevgiyle öperim parmaklarının ucunu... Gençliklerimizin birbirine karıştığı düşüncesiyle çoğalarak... Gözüm,aklım,fikrim var deme hepsini öldür, Sana çöl gibi gelen,o göl diyorsa göldür... Elimizde acının kehribar tesbihi ki kayıp durmakta parmaklarımızdan Ey şair yine bölük pörçük anlattın yine eksik bıraktın bir şeyleri gün devrilmekte ama sen tutmamışsın acımızın çetelesini Sen sus artık, bize bundan sonrasını dövüşen anlatsın Ey tarih, aç solgun yapraklı defterini ve oku hayatımızın parçalanmış hikayesini Bir on yıl öncesi uzakta diye bu yanlış düzeni sürdürmek neden . Sanma mesafeler koparır beni ve yıllar eskitir birliğimizi . Bir gecelik bir uyku gibidir zaman yıllarca sürse de ayrılığımız . Maniolunmuş bir adam direnir durur utanır ve korkar kefenlenmekden . Zamanımı çalan bir kara ekmek durur yüreğimde bir kurşun gibi . Bir adım atarsak kafes kırılır Belki birden erir zincirlerimiz . Ey uyku ey anne gel kurtar beni Ezildim aklımın hesaplarında . Ey anne ey uyku ey beyaz ela Bir çılgınlık bulsam kurtulsam yahut . Sazdan bir yapıya dönüştü birden çürüyen bu kentin apartmanları . Bütün vakitlerim sana ayarlı İşte hesabını rüyalarımın . Yokluğun içime duvarlar örer Nasıl kan toplanır gülüşlerinde Kim ağlarsa şimdi dünyada bir yerde, nedensiz ağlarsa dünyada, bana ağlar.. Kim gülerse şimdi bir yerde geceleyin, nedensiz gülerse geceleyin, bana güler.. Kim giderse şimdi dünyada bir yere, nedensiz giderse dünyada, bana gider.. Kim ölürse şimdi dünyada bir yerde, nedensiz ölürse dünyada, bana bakar. Ben ağlamam On Kasım'da O'nu, her gün diri gördüm Ölene dek göreceğim Doğalıdan beri gördüm . Halka, vermişti canını Hak'tan almış ünvanını Atmış, Osmanlı şanını Samsun'da bir eri gördüm . Matemin doyurmaz beni Minnetim kucaklar seni Bize cennet gibi yeni Verdiğin eseri gördüm . Ulu Atam, inan buna Düşkünler hayrandır sana Mazlum Milletler adına Sendeki zaferi gördüm . Ne hikmet, varıdı sende Güneştin, doğdun cihanda Bin yılların ötesinde El bastığın, yeri gördüm . Mahzuni yoluna düştüm Nice nice engel aştım On Kasım'da kaybetmiştim Daha şimdi geri gördüm Dört kol altmış altı da Olmasa akşamları, Çıldırmak işten değil.. Yine mi seni çektim Kupa kızı? Nereye sevdiğin benim , inandığım nereye , Rüyaların yarasalar gibi uçuştuğu geceler içinden. Dalgınlığımla hareketlerini seçemiyorum , Varlığının altın kafiyesini arıyorken ben .. Hangi dünyaları dolaştıktı bilmiyorum , O nasıl bir adaydı , nasıl bir deniz . Gök , bir söğüt dalı gibi eğilmişti sulara doğru , Ve eğilmiştik o dal gibi hayata doğru ikimiz .. Kim ellerini alnımda gezdirirken o ten , ses ile , Bana kalbin musikisini verecek , haberi olmadan. Geceyi avuçlarımda siyah bir gül gibi duyuyorum , Ve sen misin bilmiyorum bu gülü bırakan .. Nereye , ey göz yaşlarımın sıcaklığı , Ki başka birisi yok beni duyan . Rüyalar nereye gidiyor , anlamıyorum ; Ve sen nereye gidiyorsun , hatıralardan . Ömrümde nice sızı var kışların önü, sonu var. Kalbim bu kuşatmalarda dar; dağlarda ölmek isterim.. Ben ateşten, hınçtan doğdum. Üç beş kuruşa kul oldum, yetmedi de mahpus oldum; dağlarda ölmek isterim.. Kaç mevsim ağladım kaldım, tutuşan özlemle yandım, kentler zalimdi dayandım; dağlarda ölmek isterim! __________________ * Hece ölçüsüyle şarkı sözü olarak yazılmıştır. Biliyorum Sen yine bu akşam o bomboş odanda Onu düşüneceksin Onu arayacak titrek ellerin Onu düşleyecek gözlerin Deli yağmurlar gibi düşecek özlemin avuçlarına Gelmeyeceğini bile bile. Biliyorum Sen yine bu akşam o bomboş odanda Onu bekleyeceksin Dudaklarında unutamadığın o isim Yanıbaşında yırtamadığın o resim Ve en paslı bıçaklar gibi umutlar yüreğinde Dönmeyeceğini bile bile. Biliyorum Sen yine bu akşam o bomboş odanda Onu arayacaksın Hasreti mum gibi eritecek seni Çarpacak yüreğinde dev boyu bir yalnızlık Ve bir batmış geminin kaptanı gibi bakışların ufukta Görmeyeceğini bile bile. Biliyorum Sen yine bu akşam o bomboş odanda Onu anacaksın Dilinde hüzünlü bir şarkının son satırı Bir gün gibi yaşayıp bütün yılları Özlem nöbetine tutulup ağlayacaksın Çaresizliğini bile bile. Oysa ben Yine bu akşam bekar odamda Seni düşüneceğim Seninle dolduracağım yalnızlığımı Sigara dumanlarında gözlerin yakacak gözlerimi Kırık kadehler gibi dökülüp kalacağım pencerelerden O zehir şarkılara inat Yine seni bekleyeceğim Onu sevdiğini bile bile Şu bizim kılavuz oldum-olası Kör, kör amma gardaş anlayan hani? Suratında uğursuzluk damgası Var, var amma gardaş anlayan hani? . Karnından bakıyor bütün olaya Kaldırmak zor, bağdaş kurdu kolaya Bu gidişle varabilmek sılaya Zor, zor amma gardaş anlayan hani? . Sen, ben ona göre yağlı bir azık... Biz-bizi bilmezsek olur çok yazık... Iste 'yüz altmış üç' çakılı kazık! Gör, gör amma gardaş anlayan hani? . Ne yapsa 'eyvallah' ne dese 'hay hay'. Hep böyle giderse sonumuz vay vay! Dava dosyamızı sünepe bir tay Yer, yer amma gardaş anlayan hani? . Ormandan ok atar sağır pehlivan Boran, Çetin işte kışımız yaman Gelen her belâyı her ağız, her an Der, der amma gardaş anlayan hani? . Vur Emri Yalnızdım canım sıkılıyordu Önceleri seni iş olsun diye sevmiştim Bir iki üç Ayak parmakların hoşuma gidiyordu Kalçandaki sarı ayva tüylerini Dizkapaklarını beğeniyordum. Boynun uzundu öylesine beyazdı İncecikti ayak bileklerin Dudaklarından öptükçe başım dönüyordu Kederli şarkılar geliyordu aklıma Bir iki üç Sevişiyorduk. Geceler aydınlıktı güzeldi Bir türlü uyku tutmuyordu gözlerimizi Çoban ateşleri yanıyordu tepelerde Sarı ışıklar kırmızı ışıklar Bir iki üç Sokak fenerleri şahidimizdi. Bir ara güneş doğuyordu üstümüze Sokaklar mağaralar nehirler ışıyordu Çocuklar gibi uykuda gülüyordum Dünyada yeni bir gün başlıyordu Cuma cumartesi pazar Bir iki üç Derken yıllar geçiyordu. Önceleri seni iş olsun diye sevmiştim Böylesine aşık olacağımı bilmiyordum Aydınlığın hoşuma gidiyordu Karanlık yerlerini beğeniyordum Gökte bir milyon yıldız İki milyon yıldız Bir iki üç Yanıp yanıp sönüyordu daha dokunmadan kurudu irem çöllere birtürlü yağamıyorum yeni bir koşunun başlangıcında biraz deprem sonrası biraz şehir hülyası bir kalp yangınından geriye kalan siyah gözlerine beni de götür artık bir bu yerlere sığamıyorum. pembe uçurtmalar yolladığından beri sarardı tiryaki menekşeleri sonbaharın tozlu kafeslerinde sevgi turnalarına yakalanıyorum turnalar gidiyor; ben kalıyorum avareyim, asudeyim, yorgunum bilmiyorum neden sana vurgunum erzurum garında, banklar üstünde uyku tutmuyor karanlıkları yitik düşlerimi kovalıyorum gölgeler gidiyor; ben kalıyorum. binbir türlü kokuyorsa yaylalar siyah gözlerine beni de götür baharın koynundan koparıp sana ipek bir mendille sardığım yüreğimle şehzade gülleri gönderiyorum umutlar kalıyor; ben gidiyorum. bütün yalkanlileri, deniz fenerleri kaptanları sorgulayan yanından geçen küheylanların korku tufanına yakalandığını siyah gözlerine beni de götür güneş ülkesinden gelen yiğitler benzeri olmayan bir dünya kursun cellat, ayrılığın boynunu vursun . usul usul intizarı çürüten bu hercai diken, bu çılgın arzu sürüklüyor imkansız muştuların eşiğine gönül vadilerini bir ağaçtan düşen yapraklar gibi düşüyorum tanyerine ya topla yaralı kırlangıçları ya da bu vefasız şarkıyı bitir özgürlüğe giden tutsaklar gibi siyah gözlerine beni de götür Verselerde dünya mali istemem Seni ister deli gönül hep seni Köskü saray neki çali istemem Seni ister deli gönül hep seni. Lokma lokma yutkundugum asimda Gündüz hayalimde gece düsümde Bir garip sevdadir döner basimda Seni ister deli gönül hep seni. Senin için daglar asar türküler Senin için yara deser türküler Senin için tutsak düser türküler Seni ister deli gönül hep seni. Yunus'un denizde yüzdügü gibi Koyun kuzusuna gezdigi gibi Asigin askina yazdigi gibi Seni ister deli gönül hep seni. Yagmur bulutlari döktügü anda Daglarin dumani çöktügü anda Sabahin günesi söktügü anda Seni ister deli gönül hep seni. Daglara yürürken yörük kervani Varligin yoklugun sensin devrani Ne istersin diye gelse fermani Seni ister deli gönül hep seni. Rüzgar vursa sari aliç sallansa Elmalarin yanaklari allansa Ala çördük tadin alip ballansa Seni ister deli gönül hep seni. Kiyametmi kopar murada ersem Bagban olup goncalarini dersem Nerde el örmesi bir kilim görsem Seni ister deli gönül hep seni. Garip SEFAI'yem gam kapisinda Muhabbetim haktir dem kapisinda Elif dergahinda mim kapisinda Seni ister deli gönül hep seni Ya Allah,deyince yedi zinciri Kıracak güçtesin, zayıfım sanma. Fikir koşusunda çok dingişleri Yoracak güçtesin, zayıfım sanma.. İlmi azık eyle,sabırı silâh; Gittiğin Hak yoldur,yardımcın Allah; Kırk geceden sonra kırk milyon sabah Görecek güçtesin, zayıfım sanma.. Sevda kelep kelep, kin deste deste; Eller tetikdedir, kulaklar seste; En uzak menzile iki nefeste Varacak güçtesin, zayıfım sanma.. Günahkar ne orman, ne balta, ne sap; Akıl yor.. müşkülü halletmez âsap; Mazlumlar adına zalimden hesap Soracak güçtesin, zayıfım sanma.. Kötülük beklenmez yiğitten, mertten Milletim sizinle kurtulur dertten; Haini, zalimi mübarek yurttan Sürecek güçtesin, zayıfım sanma.. Vaktiken çadır kuraşk diyarına; Her şeyin sahibi sensin yarına; Yumruğu TÜRKLÜĞÜN düşmanlarına Vuracak güçtesin, zayıfım sanma.. (Kan Yazısı) ne sular geçti böyle buzla buhar arası ne kısa bir yazken o niçin hala bitmiyor durmuş bir vakit bende sisli gece yarısı çektirdiğin fotoğraf neden hiç konuşmuyor. geç kaldık ve yanlışları güzeltemedik erken varsak doğrular bakışı yakacaktı çok sarhoştum yani hak ettim yaşamayı evden kaçmıştım eve tuza yara saçmıştım bütün randevulara düzenli olarak geç kalmakta haklıydım gök bana göre değildi yeri zaten hiç sorma gök de kendine göreydi yerde zaten hiç durma çıktım bir kapısını bulup yaşadıklarımdan vardım ki seni sevdim seni sevdim evler arasından bir evdin. döndüm ve dönüşümle düştü aniden dekor sen yükseldin elinde kara bir kalem vardı say ki her yanım ihanet kadar yazdı ve çeşitli organlar olarak insanı yar eden vardı var eden vardı aşkı kelebek küllerinden bir şaraba yazarak. okumak budur yani yağmur bekleyen toprağın durmaksızın kuruması sana çok şeyler anlatmak istemem kendi sesime kavuşasım kadardı senaryo gereği doğdum çocuklarım oldu her an ölebilirler bel bağladım kimyaya kendimi siyah elbiseler içinde buldum hiç durmadan bir kızıla bakarken durdum binlerce sene kendime ki ağlarım anam babam diyorum her an ölebilirler. ölsünler ne çıkar en çok her boşluğu dolduran bir keder çıkar allah kimseyi ölümden korumasın ölüm olmasa bu rezil hayatın suyu çıkar sen de gidip öldün ama kalıp öldürüyorsun ben de kalıp ölüyorsam senin dirinledir bu bu kadardır işte ne kadar dersek o kadar olan hayat herkes ölür gider biz yaşayıp kalırız öyle bir kalırız ki kadraj dağılır ve dünya birer diri olarak bizi kabul edemez yaşamak budur herkes giderken kalmak zorunda kalmakla beraber kalmak kadar kahpe ve yalan kadar başımızın üstünde yeri var. hayatımın rolünü oynadım başrolde sen de vardın ne fırtınaydı ama o saçlarınla birlikte ne güneşlere yandık var mıydı hiç hatırım avluda oturmuştuk ellerin ellerimde sana bir ara aklımda kalanları anlatırım I Biz bu kentlere sığdık da, bu kentler bize sığmadı Asiya! Ve bir çığlık gibi günlerin çarmıhında; arttıkça yalnız, sustukça silik.... Ay ışığı gölgeleri büyüttü, son kuşlar da vuruldular dağlarda. Yakamozları söndü sahillerin, ışıkları evlerin; çağın vebalı gövdesinde bir hayalet gibi gölgemizde yalnızlık.. Kaldık... Kırık bardaklar gibi, içilmiş sulardan geride buruk bardaklar gibi.... II Düşler artık ölü çocuklar doğuruyorsa, sevgiler boğduruluyorsa kürtajlarda ve daha eskimemiş tüfeklerle ordusu bozguna uğramış askerler gibi kalıp, bozuk paralar gibi yuvarlanıyorsak kaldırımlarda, bir bedeli vardır elbet cennetini çaldırmanın; ömrünü yetim bir bebek gibi bırakmanın bulvarlara, bozgunlara ve yanlış yalan aşklara…. Bir bedeli, bu kuşatmaların, ilkyazları kurşunlatmaların.... Biz bu kentlere sığdık aslında, bu kentler bize sığmadı Asiya, ah, son kuşlar da vuruldular dağlarda! . III. Ay ışığı gölgeleri büyüttü. Mutluluk oyununa geç kalan ölü kuşlarla geldim. Geldim... Kırık bardaklar gibi, içilmiş sulardan geride buruk bardaklar gibi…. Ve ömürlerimizde bin kasvetle upuzun sefalet seferlerinin ayazı; belki yalnız geçireceğiz artık kim bilir, batan gemiler gibi yiten aşklardan geride, kalan her kışı, güzü ve yazı.. Ay ışığı gölgeleri büyüttü. Ayrılıklar eskidi, biz eskidik, aşk bize küstü Asiya.... IV Belki de uzun sürecek bu bozgunun saçağında, sen şarkılarını sesine yasla ve bırak beni de usulca apansız bir yalnızlığa! . Ay ışığı gölgeleri büyüttü, büyüdü ölüm ve biz küçüldük Asiya… Tanıdığım bir ağaç var Etlik bağlarına yakın Saadetin adini bile duymamış Allah’ın isine bakin. Geceyi gündüzü biliyor Dört mevsimi, rüzgarı, kari Ay ışığına bayılıyor Ama kötülemiyor karanlığı. Ona bir kitap vereceğim Rahatını kaçırmak için Bir öğrene görsün askı Ağacı o vakit seyredin. başka türlü bir şey benim istediğim ne ağaca benzer, ne de buluta burası gibi değil gideceğim memleket denizi ayrı deniz, havası ayrı hava... bir başka yolculuk dalından düşmek yere yaşadığından uzun. bir tatlı yolculuk dalından inmek yere ağacın yüksekliğince dalın yüksekliğince rüzgarda ve bir yeni ömür vardığın çimen yeşilliğince. nerde gördüklerim nerde o beklediğim rengi başka tadı başka.. Yort ey gönül sen bir zaman asude farığ hoş yürü Korkma kayıkma kimseden gussa vu gamdan boş yürü. Hakıykata bakar isen nefsin sana düşman yeter Var imdi nefsin ile uruş savaş tokuş yürü. Nefstir eri yolda koyan yolda kalır nefse uyan Ne işin var kimse ile nefsine kakı boş yürü. Diler isen bu dünyanın şerrinden olasın emin Terkeyle bu kibr u kini hırkaya gir derviş yürü. İster isen bu dünyede ebedi sarhoş olasın Aşk kadehin dolu getir oniki ay sarhoş yürü. Kimse bağına girmegil kimse gülünü dermegil Var kendi ma'şukun ile bahçede ol alış yürü. Gönüllerde iğ olma gil mahfillerde çiğ olma gil Çiğ nesnenin ne dadı var gel aşk oduna piş yürü. Yunus imdi hoş söylersin dinleyene şerheylersin Halka nasihat satınca er ol yoluna koş yürü Verselerde dünya malı istemem Seni ister deli gönül hep seni Köşkü saray neki çalı istemem Seni ister deli gönül hep seni . Lokma lokma yutkunduğum aşımda Gündüz hayalimde gece düşümde Bir garip sevdadır döner başimda Seni ister deli gönül hep seni . Senin için dağlar aşar türküler Senin için yara deşer türküler Senin için tutsak düşer türküler Seni ister deli gönül hep seni . Yunus'un denizde yüzdüğü gibi Koyun kuzusuna gezdiği gibi Aşığın aşkına yazdığı gibi Seni ister deli gönül hep seni . Yağmur bulutları döktüğü anda Dağların dumanı çöktüğü anda Sabahın güneşi söktüğü anda Seni ister deli gönül hep seni . Dağlara yürürken yörük kervanı Varlığın yokluğun sensin devranı Ne istersin diye gelse fermanı Seni ister deli gönül hep seni . Rüzgar vursa sarı aliç sallansa Elmaların yanakları allansa Ala çördük tadın alıp ballansa Seni ister deli gönül hep seni . Kıyamet mi kopar murada ersem Bağban olup goncalarını dersem Nerde el örmesi bir kilim görsem Seni ister deli gönül hep seni . Garip Sefai'yem gam kapısında Muhabbetim haktır dem kapısında Elif dergahında mim kapısında Seni ister deli gönül hep seni Seni boydan boya sevmişim, Ta Kars'a kadar Edirne'den. Toprağını, taşını, dağlarını Fırsat buldukça ovmuşum. Sen vatanimsin, ekmeğimsin Duyduğum, bildiğim zafersin yıllarca. Zonguldak'ta 63 numara Nazlı sahiller Akdeniz'de. Sevdasın ciğerlerimde parça parça Yari kalmış dileğimsin.... Sen Koçhisar’da tuzum, Sille'de kızım... Çift kulaklı Sürmene bıçağı belimde. Varmışım çiğ köfte yemeye Adana'ya Dadaloglu'ndan bir koçaklama dilimde: - Su yalan dünyaya geldim gelelim. Hey vatanim, bacım, sağdıcım, emmim Senden bir yara her yerimde. Desteye güreşmişim Kırkpınar'da. Durmuş da yorgunluk çıkarmışım, Bir akşam vakti Dört bardak kiralama çayla Erzurum’da ... Ardahan'a varmışım yollar uzamış Bel vermiş, yol vermemiş dağlar. - Yüce Tanrı dört yanını bezemiş, Beni yakan bir Konyalı kızıymış ... Seni boydan boya sevmişim Ta Edirne'ye kadar Kars'tan. Taşını, toprağını, yiğidini, Fırsat buldukça ovmuşum... 1. Kara gemi Okeanos ırmağının Akıntısından kurtulup tanrısal Denizde Ayaye adasına varınca Onu kumsala çektik ve uykuya Dalarak tanrısal şafağı bekledik. Sabah sisi içinde doğan Gül parmaklı şafak Elpenor' un yüzüstü yatan ölüsünü Bulmuştu ilk önce kıyıda. Martı leşleri ve deniz kabukları arasına Törenle gömdük onu kederli Gönülle ve yanık yüzlü şaraptan İçerek dinledik Kirke'yi. 2. Tanrıçaların en tanrısalı Güzel belikli Kirke eyitti: 'Sen Odysseus iki ölümlüsün Hades'i gördün daha yaşarken Güneş doğmayan neşesiz ülkeyi Günlerce karanlıkta kaldın Çünkü İthaca yaşatıyordu seni Tanrısal denizde ordan oraya Bin yıldır aradığın ada... Konağının sarsılmaz temeli İkarios kızı Penelopeia Ve erdemli dölün Telemakhos Bütün ülkün ve sevgin olan İthaca.' 3. İyi dinle söyleyeceklerimi Her şeyi olduğu gibi anlatacağım sana Ki yeni uğursuzluklar yüzünden Denizler ortasında kalma bir daha. Önce Sirenlere rast geleceksiniz Koruyun onlardan kendinizi Yabansı ezgilerle büyüleneceksin Ordan çarçabuk uzaklaşmalı ki Büsbütün yok olmasın İthaca. Sirenleri aştıktan sonra kürekçilerin İki yol çıkacak karşına birden Acaba bunlardan hangisi? Artık onu orda sen bileceksin! ' 4. Oysa İthaca'yı hiç görmemiştim Penelopeia yoktu, Telemakhos da, Ama İthaca kafamda onlardan kurulu idi. Tanrıçaların en tanrısalı Kirke'nin bile söyleyemediği Bu yolu bulup geçeceğim; Ama ne denli güç olursa olsun Bilerek varmak istiyorum şimdi Sirenlerin ezgilerini dinleyeceğim Dedim ve büyük bir mum peteğini Tunç hançer ucu ile ezdim çabucak Tıkadım kürekçilerin kulaklarını bir bir Orta direğe bağlattım kendimi. 5. Kürekçilerim hasatsız denizi Köpürttüler kürekleriyle, Tez yürüyüşlü gemi gün batarken Ulaştı Sirenlerin adasına, Yüreğim kopacak gibiydi Kanatlanıp uçacak gibiydi, ama Sirenlerin izi bile yoktu ortada. Yalnız bir ezgi, ta derinden Ta içerimden gelen bir ezgi Başladı yavaş yavaş yükselmeye; O yabansı, o büyülü türküleri ben Söylüyordum sağır gemicilere Yalnız ben duyuyordum Sirenleri. Kirke, bilge tanrıça, selam sana! Sağ salim geçtim kendimi. Adamı hayvanı tanıyıp bilmez Vakıtlar gelende abdestin almaz Ezanlar okunur namazın kılmaz Camilere gider minber beğenmez. Günde seyyah eder dağ ile taşı Aklına getirmez cehennem ateşi Balta ile tıraş ederler başı Şehire gelende berber beğenmez. İnsansız dağlardır senin otağın Cahillik yoluna kaynamış yağın Evinde bulunmaz bir kat yatağın Kahvelere gider minder beğenmez. İçer rakıyı mest olam deyi Konuşur eşekle dost olam deyi İki söz bellemiş usta olam deyi Kamiller önünde şiir beğenmez. Sefil Kerem çeker ah ile zarı Ana yardım etsin Yaradan Barı Acep kim getirmiş bu sert hımarı Koparmış yuları urgan beğenmez Renksemez camgöz Hep arka pencereden baktı, Orada, oralarda sabah akşam Solgun ay altında kasımpatı. - Nereye mi yazardı dizelerini Bir şey çıkmamış biletlerin kenarına yazardı.. Bir kapı mı açılıyor Hemen menteşeye kayardı gözleri Küçük ev aletleri kerpeten mengene Giderek onda alışkanlık yarattı. - Nereye mi yazardı dizelerini İlaç kutularının üstüne yazardı.. Yazısı 1928 yazısı Atatürk'ün elyazısı Ama sıkılganlıktan mı neden Fazlaca bastırılmış bir yazı. - Nereye mi yazardı dizelerini Kağıt peçetelere yazardı.. Çiğnediği sözcükler, ağzının kenarında Salya değil köpük halinde toplanırdı Ve zarif kemerini örtme duygusuyla Şal gibi aşağı akardı boyunbağı. - Nereye mi yazardı dizelerini Plastikten oyuncakların üstüne yazardı.. Koca Barbaros'a karşın Beşiktaş biraz odur artık, Küçük bir oda versinler Kehribar yüzü öylece kalsın. - Nereye mi yazardı dizelerini Tırnaklarının üstüne yazardı. -Varşova 1927-. Bin yıldan uzun bir gecenin bestesidir bu. Bin yıl sürecek zannedilen kar sesidir bu.. Bir kuytu manastırda duâlar gibi gamlı, Yüzlerce ağızdan koro hâlinde devamlı,. Bir erganun âhengi yayılmakta derinden... Duydumsa da zevk almadım İslav kederinden.. Zihnim bu şehirden, bu devirden çok uzakta, Tanbûri Cemil Bey çalıyor eski plâkta.. Birdenbire mes'ûdum işitmek hevesiyle Gönlüm dolu İstanbul'un en özlü sesiyle.. Sandım ki uzaklaştı yağan kar ve karanlık, Uykumda bütün bir gece Körfez'deyim artık! Hangi ceylân seni kesmiş de çocukken memeden, Hangi kaplan sana süt vermiş öz annen yerine? Üç yüz evlik köyü takmış saçının tellerine, Sürüyorsun bu mezarlıkta için titremeden.. Seyre çık, sevdiğim, akşamları kurbanlarını; Yarıyor kalbini herkes sana göstermek için. Ah, o taş kalbine bir gün heyecan vermek için Yedi köy halkı sebil etti bu yıl kanlarını.. Bir çiçek rikkati sinmiş de ipekten tenine, Sonra göğsünde çelikten mi dövülmüş bu yürek? Sen köyün derdine bîgâne yaşarken, gülerek, Gömüyor can veren evlâdını yüzlerce nine.. Bir ölüm meltemi hâlinde eserken nefesin, Ömrü bir dal gibi âşıklarının, sallanıyor; İhtiyarlar yanıyor, körpe çocuklar yanıyor; Sen köyün sıtmalı bağrında cehennem mi, nesin? . Hangi ceylân seni kesmiş de çocukken memeden, Hangi kaplan sana süt vermiş öz annen yerine? Üç yüz evlik köyü takmış saçının tellerine, Sürüyorsun bu mezarlıkta için titremeden. Miskinlikte buldular kimde erlik var ise Merdivenden ittiler yüksekten bakar ise. Gönül yüksekte gezer dem be-dem yoldan azar Dış yüzüne o sızar içinde ne var ise. Ak sakallı bir koca bilemez hali nice Emek yemesin hacca bir gönül yıkar ise. Sağır işitmez sözü gece sanır gündüzü Kördür münkirin gözü alem münevver ise. Gönül çalab'ın tahtı gönüle çalab baktı İki cihan bed-bahtı kim gönül yıkar ise. Sen sana ne sanırsan ayrığa da onu san Dört kitabın ma'nisi budur eğer var ise. Bildik gelenler geçmiş konanlar geri göçmüş Aşk şarabından içmiş kim ma'ni duyar ise. Yunus yoldan azıban yüksek yerde durmasın Sinle sırat görmeye sevdiği didar ise Belki ona gideriz yarın, Belleksiz sevgiliye, Poplin elli korkak çocuğa, Duyarlığı, unutkanlığının kanı anaya- Ona belki gideriz yarın, Gören gözlü kör güzele, Çılgın gülüşlü bebeğe, Yüreği, sızlanan ruhunun göğü yavrucağa- Yarın gideriz belki ona, Unutuşun türküsü, bekleyiş tortusunda, Esnek kokulu çiçeğe, Kaynak bakışlı Venüs'e- Seçimle iş başına gelen yöneticiler Palavra sıka sıka geçirir beş seneyi, Zamanın vitrininde tükense de sevgiler Dolaylı menfaatler doldurur boş seneyi.. (Gök çekimi) Müslümanlar zamâne yatlı oldu, Helâl yenmez, haram kıymetli oldu.. Okuyan Kur’ân’a kulak tutulmaz, Şeytanlar semirdi, kuvvetli oldu.. Harâm ile hamir tuttu cihânı, Fesâd işler eden hürmetli oldu.. Kime kim Tanrı’dan haber verirsen, Kakır bâşın salar huccetli oldu.. Şagird üstâd ile arbede kılar, Oğul ata ile izzetli oldu.. Fakirler miskinlikten çekti elin, Gönüller yıkıban heybetli oldu.. Peygamber yerine geçen hocalar, Bu halkın başına zahmetli oldu.. Tutulmaz oldu Peygamber hadîsi, Halâyık cümle Hak’tan utlu oldu.. Yunus, gel âşık isen tövbe et, Nasûh’a tövbe ucu kutlu oldu. I Uzun boylu ağrılara atıldım. Sokaklarda hırçın rüzgârlara katıldım. İyi yürekli çocuklar sessizce büyümekte: “Dünyanın şavkı kendine, efkârı bize mi? ” demekte; kimileri taburlara, koğuşlara gitmekte, kimileri sidikli döşeklerde upuzun uykulara düşmekteydiler. Uzaklarda yaşlı çam ağaçları sessizce çürümekteydiler.... İyi yürekli çocuklar, günlerin rahmine yaslarken düşlerini, bazen apansız ölmekte, ölmekteydiler.... Ama şalvarları gül desenli Döne’ler, yeniden dillenip döllenmekte, doğrulup yeniden dillenmekte ve sokakların, a(damların) , kedilerin üstünden rüzgârlar esmekteydiler... II (Gecede bir fahişenin koynunda uzun donlu, Nizipli bir tüccar üşümekte; kaçak elektrik kullanılan evlerde sümüklü oğlanlar “büsüvi”(!) istemekte ve sımsıcak somunları kavrayan yaslı eller, balta girmemiş hayatın ortasından korkak ve küstah bir tevazuyla yürümekteydiler... İyi yürekli çocuklar düzine- ler halinde feleğe küfrederek geçmekteydiler; sonra gecede mart kedileri, ay ışığı ve iniltiler…Hep aynı nakaratta köhne bir hayat...) . Sonra bildik törenler, kanıksanmış itaatler ve her aşkın künyesine bir gün dökülen küller.... Sonrası pazaryerleri: Patates, pırasa vs. Taksitler ödenip senetler alınacak bu ay da… Bu ay da sürüm sürüm turplara sıkılan limon damlaları gibi duraklarda.. Defolu çıkmış hayat kimin umurunda! . III Kimin umurunda yeni donlar giyen eski kadınlar ve bilumum “öteki”ler. Dolup boşalan kültablaları, bozuk sifonlar, şerefsiz adisyonlar ve yamalı bohçalar gibi uzayan yollar.. Kimin umurunda buharlaşmış oğullarını arayan anaların acısı ve yaşlı bir kemancının eskimiş papyonundaki keder…. /Sürerken ıssızlığın ödül töreni, sen topla dur topla dur dağılan sevinçleri.../. IV “-Vay anasını bu maçı da alamadık abiler; ipne hakemler bizi yine mağlup ettiler! ”. İyi yürekli çocuklar sessizce büyümekte, en pahalı düşleri dolara endeksleyip en ucuz pazarlara sürmekteydiler. Sonrası aşkın ve şarabın şanına düşen gölgeler.. Gölgeler… Kimin umurunda? Yoruldu yorgunluk da; aşk bir yana, düş bir yana! . Paranın sultası düştükçe, düştükçe aşka, ışığa ve şarkıya, her şey hızla ayrışmakta. Üstelik gün ortası, ışıkta! . Her şey pazar ve karmaşa.... /Sürerken ıssızlığın ödül töreni, sen topla dur topla dur kirletilmiş düşleri.../. V İyi yürekli çocuklar, o aşınmış saçaklarda, yollarda ısrarla yanlış atlara binip, ısrarla düşmekteydiler.... “-Yok yoluna geçti geçen günler ..k yoluna kaldı kalan günler geride! Bu yüzden aşk dediğiniz nedir ki be abiler? Camları buğulu bir genelev odasında vizite fiyatına...”. Solarken gecekonduların dar pencerelerinde bal gözlü kızlar.... VI Sürerdi… Yine sürerdi mırıltılar ve homurtularla hayat. “Bu maçı da alamazken abiler”: iyi yürekli çocuklar sessizce büyümekte, büyüdükçe kirlenmekte, kirlendikçe ölmekte, öldükçe bilmekte, bildikçe acımakta, acıdıkça görmekteydiler ki her fırtınadan ve anıdan geride herkes figüran yaşamın sahnesinde.... VII Sahnesinde yaşamın, kentlerin kaldırımlarında upuzun dilenciler. Minibüslerde ter ve çürük sperm kokusu. Sahnesinde, aşklarla rus ruleti ve tel kaçıran çorapların kederi(!) . Sahnesinde, brüt bir yaşam, net bir ölüm, bırak rezil gündüzleri geceye yaslan gülüm…. VIII İyi yürekli çocuklar o mahallelerden düzineler halinde geçmekteydiler... Uzak ormanlarda yalnız meşeler sessizce büyümekteydiler… -İşte bu vuruşlar sürdükçe, maç mı alınır ulan sayın abiler? İpne hakemler bu sezon da bizi mağlup ettiler! . Aşkta, düşte, işte birer birer inerken beyaz bayrakları:. /B i z i m ç o c u k l a r b ü t ü n m a ç l a r d a y e n i l d i l e r.../ Başörtülü bir çocuk yıkacakken devleti Kurtarmış ülkemizi binbaşının savleti Rüzgârlar susuversin, siz konuşun ey dağlar! Sadra şifa olur mu vesvesenin gayreti? ... 28.11.2007/Vakit Haykıran ben değilim, yer gümbürdüyor, Dikkat et, dikkat, çünkü çıldırdı şeytan, Uzan kaynakların duru dibine, Yapış pencere camına, Gizlen elmasların ışıltısı ardına, Taşlar altında böcekler arasına, Gizle kendini sıcak ekmek içinde, Sen yoksul, sen. Yeni sağanaklarla süzül toprağa - Boşuna yıkanıyorsun kendi içinde, Yalnız başka suda yıkayabilirsin yüzünü, Bir çim yapracığında minik bir uç ol Daha büyük olacaksın bu dünya ekseninden. Hey, makineler, kuşlar, yapraklar, yıldızlar! Kısır anamız çocuk için yakarıyor. Dostum, değerli, sevgili dostum, İster korkunç, ister olağanüstü, Haykıran ben değilim, yer gümbürdüyor.. Çeviren: Vural Yıldırım Birden işitilmez olsun ayak seslerim; Gölgem bir başka sokağa sapıversin; Unutayım bir anda her şeyi, Nerde oturduğumu, Bir tuhaf adem olduğumu Can adında. Aklım arayadursun başka kapılarda kısmetimi, Ben, bilmediğim sokaklarda bir başıma; Gönlüm öylesine geniş, öyle ferah, İlk defa görmüş gibi dünyayı, Bir şaşkınlık içinde, yeniden doğmuş gibi; Hatırlamam artık değil mi, dostlar, Hatırlamam artık garipliğimi? Vaktinize hazır olun, Ecel varır gelir Birgün Emanettir kuşa canın Sahib vardır alır birgün . Nice bin kerre kaçarsın yedi deryalar geçersin pervaz vuruban kaçarsın Ecel seni bulur birgün . iş bu meclie gelmeyen anıp nasihat almayan eliften bayı bilmeyen okur kişi olur birgün . tutmaz olur tutan eller çürür şu söyleyen diller sevip kazandıgın mallar varislere kalır birgün . Yunus sözün bunu söyler aşkın Deryasını boylar Şu yüce köşkler saraylar Viran olur kalır Bİrgün! Dedim ki, demokrasi geldi mi sizin eve? Dedi: Gelse ağırlar, beslerdim seve seve.. Açık koymuş kapıyı belki gelir diyerek Pencereden fil girmiş, bacadan girmiş deve! . 16.01.2006/Vakit 'Nadiren buluruz' der Solomon Don Dunce, 'En derin sonede yarım bir fikri. Bütün o gevşek dokulu nesneler arasından, birden görürüz Kolayca, bir Napoli bonesinin ardından gördüğümüz gibi- Döküntünün döküntüsü-Bir Lady onu nasıl giyebilir ki? Yine de çok ağırdır senin Petrark'çı kumaşından- Baykuş tüylü bir saçmalık ki en hafif üfleyiş Kağıda çevirir onu sen yuttururken.' Ve, gerçekte yeterince haklıdır Güneş. Sıradan kumaşlar kötü yutturmacalardır -kısa ömürlü ve geçirgen öylesine- Ama bu, şimdi-ona güvenebilirsiniz- Sabit, koyu, ölümsüz, -değeri adların Yardımıyla gizlenen içindeki. Siyah zülfülerin kelepçe etsen Gene de geçemem oy kara gözlüm Yusuf'un misali zindana atsan Gene de geçemem oy kara gözlüm. İster beni ellik ellik süründür İster seni güllük güllük büründür Başımı kessen de gene yerindir Al götür hasıra koy kara gözlüm. Kurşun vurma seni seven gönlüme Karlı karlı dağlar koyma önüme Kipriğin kastetti tatlı canıma Ne olur hatırım say kara gözlüm. Mahzuni Şerif'im ayrılmam senden Kurban olsun diye can iste benden Ayrılık bir yandan, ölüm bir yandan Gel sen bu fikirden cay kara gözlüm. Güzel aşık cevrimizi Çekemezsin demedimmi Bu bir rıza lokmasıdır Yiyemezsin demedimmi. Yemeyenler kalır naçar Gözlerinden kanlar saçar Bu bir demdir gelir geçer Duyamazsın demedimmi. Pir sultan ALİ şahımız Hakka ulaşır ahımız Oniki imam katarımız Uyamazsın demedimmi Gel imdi oku ol Ümmül Kitab-ı Gözü ile görmüş var mıdır Hakk'ı On iki bahçede kırk sekiz kapı Daim hizmetinde duran kul nedir. Başlayım yoluna ben de Ali'nin Duası makbuldür gerçek velinin Üçyüz altmış altı selvi dalının Budağında açan iki gül nedir. Sana mana verdim sen de al imdi Eğer arif isen sen de bil imdi Ezelden Cennet'te sen de bu imdi Bir kandil içinde iki nur nedir. Pir Sultan Abdal'ım çağır ya Gani Veren Allah yine alır ol canı Gönül bir gemidir akıl dümeni Akıl dümen ya söyleyen dil nedir Bir çift güvercin havalansa Yanık yanık koksa karanfil Değil bu anılacak şey değil Apansız geliyor aklıma. Neredeyse gün doğacaktı Herkes gibi kalkacaktınız Belki daha uykunuz da vardı Geceniz geliyor aklıma. Sevdiğim çiçek adları gibi Sevdiğim sokak adları gibi Bütün sevdiklerimin adları gibi Adınız geliyor aklıma. Rahat döşeklerin utanması bundan Öpüşürken bu dalgınlık bundan Tel örgünün deliğinde buluşan Parmaklarınız geliyor aklıma. Nice aşklar arkadaşlıklar gördüm Kahramanlıklar okudum tarihte Çağımıza yakışan vakur, sade Davranışınız geliyor aklıma. Bir çift güvercin havalansa Yanık yanık koksa karanfil Değil unutulur şey değil Çaresiz geliyor aklıma. suların çoğaltığı seslerden ürküyorum yorgunluk veriyor ürkü¹ alacakaranlık gibi anlamsız bir şey bir çoban kepeneği gibi ya da gelip çakılıyor aklıma sonra hiç bir şeye benzemiyor bir saat iki saat üç saat gibi şeyler oluyor ama hiç bir şeye benzemiyor tutturduğum türkü. nedendir bilmem Edip le söylediğimiz zaman oluyordu halbuki. ---------------------------- ¹ türkü ye kafiye aradığımı sandınız,yanıldınız! Barış istemiyorsa Felek, işte savaş İster serseri deyin bana, ister ayyaş İşte şarap duruyor ortada, kıpkızıl İçmeyen taşa çalsın başını, işte taş Toprağı nasıl kavrarsa ayrıkotları ve nasıl çölleştirirse usul usul öylece sarmış seni yanlışlar çürütmüş yüreğindeki öfkenin dayanıksız tohumlarını çorak bir toprağa döndürmüş içini. Zehirli sütleğenler sürülmüş ökselere sinsi bekleyişler gibi yapışkan iğrenç gülücükler serpiştirilmiş belli ki sen konacaksın acemi sekişlerle yalnızlığın bu hayın ökselerine. Ve şimdi uysal bir kedi gibi sokuluyorsun gergefini sessizce işleyen gecenin koynuna Usulca okşuyorsun yalnızlığını usulca ve sessizce yaşamak diyorsun buna oysa hayat açılmamış bir yumak gibi duruyor ellerinde. Ah yalnız kuş belli ki sen hiç bilemeyeceksin uçmayı. “Ölüm gelecek ve senin gözlerinle bakacak.” -C. Pavese-. I Kanatlanır, kanatılır bütün boşluklar. Aynalar her gün bir başka yalan söyler ve kalınır geride çizilmiş hayatlardan, geride yağmurlardan ve çığlıklardan.. Herkes çizer boşluğunu…. II Her aşk başlarken pembe, ayrılıkta rengi siyah yalnızlığın…. (Herkes arar pembesini. Oysa kendinden ötesi yoktur; kimse sevmez yalnızlıkta gölgesini…). III Herkes sever doğumunu; kim sever ölümünü? . Herkes sever doğrusunu; kim sever yanlışını? . Herkes susar ayıbını. Herkes susar ayıbını…. IV Herkes bilir gitmesini. Bir zaman öğrenirsin gideni sırtından öpmesini. Herkes yaşar hasretini…. V Herkes geçer gençliğini Herkes…Buğusunda anıların yitirir kekliğini…. VI Herkes yaşamakla suçlu, aşkıyla hükümlüdür; herkes doğarken ölümlüdür.. Herkes ölür ölümünü; göğe salıp düşlerini, salıp tenini, nefesini bırakır ceketini.. Herkes bırakacaktır ceketini… Kadeh bir bedendir ki, ondan can doğar, Yasemine benzerken, erguvan doğar. Hayır, yanlış söyledim; aslında şarap, Ateşten gebe kalan bir sudan doğar! . (Hayyam'ın Türkçe Yüzü-Türkçe Yeniden Yazan-Yalçın Aydın Ayçiçek-Can Yayınları) Şehir tutkun, yaban ve sana aşıktı Karlı bir nehir gibi uzayan dalgınlığından uyandırmak için seni siren sesleriyle ağlardı. Oysa sen hep kalbine inerek sevdin güzel ve sapık çocukları, polis ışıklarından dövmelerin oldu süt teninde kırgın ve içe dönük sevişmeden. Söz gelimi korkardın ölü kadınlara kar topu atan çelimsiz çocuklardan saçlarındaki şeffaf papatyalar bile korkardı. Rakı şişelerine sarılan gazete kağıtları kadar ürkektin.... Ama sen istemezsen kimse ölmezdi. Ispanya'yı baştan başa dolaşan, ayakları şimdi bir kurtlu çınar gibi dökülen ve Che'nin resmini her sabah yaşlı bir Rum kadınına zorla öptüren Fransız Nuri bile hiç ölmeyecek gibiydi... Hey oğul, güzel oğul, avucunda kıskıvrak: Vaktin dönek aynası, bir de saatli orak. Sen ay gibi büyürken, serpilip gelişirken Hepten çokmuş görünür kim varsa seni seven. Yıkımlara egemen olan Doğa tanrıça Seni geri çekiyor sen hızla yol aldıkça: Amacı, hünerini sende kanıtlayarak Zamanı rezil etmek, sefil anlara kıymak. Şimdi gözbebeğisin, ama kork ondan, çünkü Tuttuğu hazinesi sonsuz onun olmaz ki.. Ertelese de er geç hesabı kapanacak: Yapacağı ödeme sen olacaksın ancak. biliyorum matarada su torbada ekmek ve kemerde kurşun değil şiir ama yine de matarasında suyu torbasında ekmeği ve kemerinde kurşunu kalmamışları ayakta tutabilir. biliyorum şiirle şarkıyla olacak iş değil bu dalda narı tarlada ekini kızartmaz güvercinin gurultusu ama yine de dişler arasında bıçak gibi parlar kavgada şiirin doğrultusu. göz gözü görmez olmuş tek bir ışık bile yok yürek bir yaralı şahindir döner boşlukta belki bir şiir bir şiir kırıntısı çalar kapımızı umutsuz karanlıkta yoklar yüreğimizi iğilir yaramıza dağıtır korkumuzu. ve karşı tepelerden gürül gürül bir kalk borusu Bir sargın umut yakaladım onu kuşandım Serin mavi bir gökyüzü buldum onu kuşandım Denizde doğru sokaklar gördüm onları da kuşandım Üstlerine üstlük seni kuşandım Tedirgindim namussuzdum deli deliydim Uslandım.. Üç dilim kavun kestim birini ben yedim Kavundan üç dilim kestim birini yedim. Birini sana ayırdım kadın al birini sen ye Sabah olsun sabah olsun ilk işim bu Öbürünü götürüp civcivlere vereceğim.. Senin bir yönün var orada durur yaşarım Bir de acun var ben içindeyim Ben içindeyim tüm itlikler sahanda yumurtalar onun içinde. Orospular içinde Hurşit Bey içinde sen içindesin Üç dilim kavun kestim birini sen ye Kabuğunu at Hurşit Bey'i at itlikleri at. Durup durup sana sesleniyorum. Bir Çin erkeni yaşadığım evin üstündeki gök. Hey, sıkıntının pencereleri! Beyazsakal. Sığınaklara girin! . Benim ülkemin güney sınırına yakın bir deniz sık sık kabarmakta.. Ölüyor musunuz, büyüyorum? Sabahın kuyruğunda sizi bekliyorum.. İyi dedim az sonra sevgiye girdik. Kırmızı, rüzgârın elleri. Çou dukası beyaz.. Hey, yağmur! Doğa, hey! Girin sığınaklarınıza! . Baskıyı yazacağım. Elimde olsa bu dunyayı kücümserdim İyisinede kotüsünede yuh cekerdim Daha dogrusu bu asağılık yere Ne gelirdim ne yaşardım ne ölürdüm Bağlandı yollarım, kaldım çaresiz Gayri dünya bana aralandı gel Derildi defterim artsız arasız Üst üste dizildi sıralandı gel. Yâri görse idim haftada ayda Sevip ayrılmaktan ne buldum fayda Azrail göğsümde canım hay hayda Ciğerimin başı yaralandı gel. Karac'oğlan der ki başa yazıldı Gözüm yaşı ceyhun oldu süzüldü Kefenim biçildi, kabrim kazıldı Mezarımın üstü karalandı gel Açın pencereleri açın akdeniz'de sabah oluyor küçük harfli musa hep böyle gökyüzünde. Kıvanç duyuyorum bu akçalı güneşten çürümüş bankalar borsalar birazdan açılacak yeryüzüne ayaklarımız altında kezlerce deniz çayımızı içerken. On beş kuruş uzattı seninki on beş kuruş bir gazete aydınlık yüzlü bir kadn bize sesleniyor birdendire. Akdeniz akdeniz'de çay içerken yaratılıyor şu bizim dev dudaklı ve küçük harfli musa için açın pencereleri açın. I/ Gün ağarmadan yola çık sislenmeden bütün dağ taş Dönüp dönüp bakma artık bir ozan gibi ayrılığa düş. Dehşetli bir acıdır belki uçurum, orman ve rüzgar ve ağzında kuş tüyleri taşıyarak geçen bulutlar. Neyi bırakmışsan geride bir kül yığınıdır şimdiden ömrün gibi savrulup gider işte. Ama ıslığını unutma sakın bir türküdür yine de yolcuya en çok yakışan. II/ Dağın eteklerine vardığında şöyle bir dur ve soluklan sonra meşeliklerin orada sırtüstü uzan gün batarken. Dinle bir an ormanı ve suyu başlayacaktır az sonra doğanın yabanıl konçertosu hışırtılar içinde kalacak ova. Kayıp giderken bulutlar usulca sokulacak yüreğinin gizli geçitlerine bir rüzgar. Buğulu türküler duyacaksın ve aşk çılgınlıklar bekleyecektir yolları uçurumla kesilenlerden. III/ Dizginlerinden boşanmış bir at gibi soluk soluğayken doğa soluğun yetiyorsa yaylanıp tut yelesini ve katıl rüzgara. Unutma ki yalnız değilsin yüreklendiriyor seni aşk ve birdenbire boşanan bu çılgın sağanak. Aşk ile sağanak hep aynı kokuyu taşıyacak hangi kentte bir koklasan. Yolculuklar özetleyecek ömrünü Gülüşü ve hüznü sürükleyen büyü elinde bir gül olacak sevdiğinin Kırksekiz Saat Boyunca Ararsın Diye Bekledim Kısa da Olsa Bir Hatır Sorarsın Diye Bekledim. Gece Diye Verdin Sözü Gündüze Kapadım Gözü Tam İki Gündür Gökyüzü Kararsın Diye Bekledim. Sen Tutuşturdun Çırayı Sonra Uzattın Arayı Kendi Açtığın Yarayı Sararsın Diye Bekledim. Dost O Ki Dostu Kayıra Akı Karadan Ayıra Şer Bildiğini Hayıra Yorarsın Diye Bekledim. Yeşertip Gönül Bağını Delip Feleğin Ağını Kör Şeytanın Bacağını Kırarsın Diye Bekledim. Her Kim Ki Sözünün Eri Konuşmaz İleri Geri Şayet Varsa Engelleri Yararsın Diye Bekledim İçerimde bir bokluk var yıkıyorum, yıkıyorum, yıkılmıyor.. Yüzümde bir maske var Çekiyorum, çekiyorum, çıkmıyor.. Böğrümde bir ölü çocuk Ölüyorum, ölüyorum, ölmüyor.. Gözümde bir çakmak var Çakıyorum, çakıyorum, çakıyor. Suratınıza! Çiçeğe arı arıya asel Aptala boru boruya gazel Şaire türkü türküye güzel Güzele gerdan ne güzel uymuş. Kavuğa sarık sarığa sümbül Köçeğe yanak yanağa kakül Bahçeye güllük güllüğe bülbül Bülbüle efgan ne güzel uymuş. Kediye fare fareye kovuk Meclise kelam kelama doruk Hastaya çorba, çorbaya koruk Koruğa havan ne güzel uymuş. Yemeğe sahan sahana kalay Fakire kibar kibara saray Hünkara vezir vezire alay Alaya kaftan ne güzel uymuş. Kapıya kilid kilide miftah Dervişe hırka hırkaya külah Kahveye yaran yarana meddah Meddaha yalan ne güzel uymuş. Yayana atlı atlıya koşu Dallıya kuşak kuşağa poşu Sohbete helva helvaya turşu Turşuya soğan ne güzel uymuş. Yağlıya nakış nakışa ipek Üstada hüner hünere emek Levni ye güzel güzele döşek Döşeğe yorgan ne güzel uymuş Ben melamet hırkasını kendim giydim eynime Ar u namus şişesini taşa çaldım kime ne. Gah çıkarım gökyüzüne seyrederim alemi Gah inerim yeryüzüne alem seyreder beni. Gah giderim medreseye ders okurum hak için Gah giderim meyhaneye dem çekerim kime ne. Sofular haram demişler bu aşkın şarabına Ben doldurur ben içerim günah benim kime ne. Sofular secde ederler mescidin mihrabına Benim ol dost eşiğidir secdegahım kime ne. Nesimi'ye sordular kim yarin ile hoş musun Hoş olayım olmayayım o yar benim kime ne. , Seni sevmeseydim Bu şiiri yazmayacaktım Bu sayfa boş kalacaktı Seni tanımasaydım Ya Allah Ya Allah derim ki Titrerim Kara sesimden Ya Allah.. Ya su Akar da aydinligin uzak anilarimdan Sirildar yüregimde ünlü korsanlarin dalgalari. Yüce sultanlarin kiliçlari parlar yüzümde Ya su, anliyor musun?. Burasi Cezayir, ya çöl, Develerin binlerce yil tasidigi, atalardan, Sevgi, Us, Kisiligim ya çingirak.. Yildizlar kötü olacaklarin üçgenlerinde Yok etmis üç yönü. Yedi yönü var etmis mutsuz kisiliginde yildizlar, Ama uyukluyorum iste Ya dönence, aglamak dururken.. Ya hurma, tadin yok gayri, Nice saklasan yalnizligi Koyu yesilligini büyütsen nice, Yitmis güzelligimiz Ya hurma, elim ayagim aci.. Nasil haykiriyor çignenmis kumlar, duyuyor musun? Ya ana kalk Ya kadin yürü Ya ogul kos Bir anlamin gereken kurtulusuna.. Kurt iskeletlerince çirkindirler simdi, Ölülerim vurulmuslar alinlarindan, Düsmüsler Akdenize dogru. Özgürlükleri kalmamis artik Al benim ölülerimi, ya gece.. Ya toprak ko beni gideyim gideyim, Varmislarin ardina öcül öcül. Ve küçücük ve eski ve yirtik bayraklar arasindan, Ya gök Al beni. Sabah iskambil atar kahvede, aksam domina.... ........... Koylunun bir seyi yok, sihhati, ahlaki bitik; Bak o sirtindaki mintan bile tiftik tiftik.. Bir kemik, bir deridir olmedi kaldiysa diri; Nerde evvelki refahin ancak onda biri? . Dam cokuk, arsa rehin, bahceyi icra ister; Bir kalem borca bedel faizi defter defter! . Hic bakim gormediginden mi nedendir, toprak, Verilen tohmu da inkar edecek, oyle corak, . Bire dort aldigi yil koylu emin ol, kudurur: Har vurur bitmeyecekmis gibi, harman savurur.. Ugramaz, gun kavusur, citine yahut evine; Sabah iskambil atar kahvede, aksam domine.. Muhtasar, gayr-i mufid ilmi kadardir dini; Ne evamir, ne nevahi, secemez hicbirini.. Namazin semtine bayramlarda ugrar sade; Hic su gormez yuzunun dusmanidir seccade.. Hani, uc bes kisiden fazla musalli arama; Mescid ambarlik eder, baska ne yapsin, imama! . Okumak bahsini gec, Cunku o defter kapali, Bir redif zabiti mektepleri debboy yapali, . Sitma, fuhus, icki, kumar, turlu fecayi' salgin... Sonra soylenmiyecek sekli de var hastaligin.. Bir taraftan bulanir levse hesapsiz namus; Bir taraftan serilir topraga milyonla nufus.. .......... ASiM: SAFAHAT-6.Kitap 1919 Deli gönül, neyi özler durursun? Acınacak dostun, cananın mı var? . Dünya yansa yorganın yok içinde, Harap olmuş evin, dükkânın mı var? . Hatır, gönül bulamazsın birinde, Dama dedi dişisinde, erinde,. Vatan dedikleri yangın yerinde, İnsanlığa hâlâ imanın mı var? . Nene yetmez senin şu kuru kaval? Pir aşkına sıkıldıkça durma, çal.. Malta'daki kurnazlardan ibret al, Paran mı var, bağın, bostanın mı var? . Sana giren, çıkan nedir, be dürzü? Be Allah'ın numunelik öküzü! . Ben mi yuttum on dört bin okka düzü, Bekri Mustafa'dan fermanın mı var? . Ne uymazsın zamaneye be domuz? Kırk senedir.... ne verdin omuz.. Nâzır olmuş desem sana ıstakoz, Reddedecek kılıç, kalkanın mı var? . Çünkü neden? Dalyanın yok, ağın yok, Bir tek hamsi kızartacak yağm yok.. Ocağın yok, dalın yok, budağın yok, Yoksa Gökalp gibi Turan'm mı var? . Uyanmadın gitti, dalgın uykudan, Sana ne be âlemdeki kaygudan? . Dem vurursun siyasetten duygudan, Beynelmilel bir imtihanın mı var? . Feylesofum dedi herif, pap çıktı, Nâzır oldu, saman sattı sap çıktı.. Reçetede şurup yazdı, hap çıktı, Yutmayacak yoksa, âyanın mı var? . İspermeçet-zade, Kirpi, Pehlivan Yanaşması, o bayraklı Kahraman. . Sadrazamlar içinde en düztaban” İmzacılar başı Mervan'm mı yar? . Çal nayını, ferahnakte ver karar. ...n nazır...rın müsteşar.. Kumda oyna çöp batmasın aşikâr Düşünecek senin zamanın mı var? . Kendi cihanında bak sen keyfine, Kulak asma halkın hayfa-hayfine.. Tanburuna, kemanına, define Sen de katıl, neyde noksanın mı var? . Şu kırk yıldır senin daran alındı, Suratına yüz bin kara çalındı,. Nasıl olsa şu bokluğa dalındı Neyzen’den de büyük isyanın mı yar? Hissen yok bu akşamda senin sen öğleden beri bu renk renk bu çeşit çeşit söylenen şarkının artık haricindesin.. Tankın gölgesi uzandı üstüne kadar, nerdeyse, habersiz gün batacak. Tamamen çekmiş göğsünden akan kanı büyük ve mütehammil toprak. Her şeyin ne kadar şikâyetsiz saatin hâlâ işliyor bileğinde, onu akşamdan akşama kurardın, tabii biraz sonra duracak. Bugün günlerden cumartesi, dün yazdığın mektup, ancak, dört gün sonra eline değecek karının. Senin orada eskisi gibi sesin işitilecek, sesin teselli edecek düşünür gibi gülecek, kısaca: Yaşayacaksın. Çocuğun o akşam yazdığı cevapta bahsedecek çiçek açtığından bahçenizdeki ağaçların.. Güneş battı, yıldızlar doğacak biraz sonra, şimdi karnın acıkmış olacaktı. Çantanda tayının ve konserven var, cebinde, yemekten sonra içecek sigaran.. Düşman bozguna uğratıldı arkadaş, mısralarımda olsun uyan! .. Gözüne mil çekersen Görünür gerçek dünya Aynalarda sen, hep sen Dost, sevgili, hep riya..!. Kaç, kurtul kelimeden Ağlamdan,gülmeden ! Hani ya sen ölmeden, Ölecektin, hani ya....? Ta ezelden ırgat oğlu ırgatım Beylik gibi asaletim yok benim Bulgur yerim su içerim kime ne İt yalına şükür karnım tok benim. Höllükte büyüdüm, beşikte yattım Emeksiz şerefi sevene sattım Zehir zıkkımı memede tattım Dostlarımdan düşmanlarım çok benim. İliğimden çıkmaz tezek dumanı Gün oldu aş yaptım çayır çimeni Çektiğimde kırk yamalı tumanı Sevgilimdir tüfek benim ok benim. Bir fidan ki kesilince bitmez mi? Dallarında nice kuşlar ötmez mi? Bir yiğide bir kör ocak yetmez mi? Neme gerek kömür benim kok benim. Mahzuni'yi mengeneye germişler Baş ucuna sorgucuyu dermişler Ölsün diye bana ceryan vermişler Zencirimi yakar gider şok benim. Nedir zaman, nedir? Bir su mu, bir kuş mu? Nedir zaman, nedir? İniş mi, yokuş mu? . Bir sese benziyor; Arkanız hep zifir! Bir sese benziyor; Önünüz tüm kabir! . Belki de bir hırsız; İzi, lekesi var. Belki de bir hırsız; O yok, gölgesi var.. Annesi azabın, Sonsuzluk, şarkısı. Annesi azabın, Cinnetin tıpkısı.. İçimde bir nokta; Dönüyor aleve. İçimde bir nokta; Beynimde bir güve.. Akrep ve yelkovan, Varlığın nabzında. Akrep ve yelkovan, Yokluğun ağzında.. Zamanın çarkları, Sizi yürütüyor! Zamanın çarkları, Beni öğütüyor.. Zaman her yerde ve Her şeyin içinde. Zaman her yerde ve Acem'de ve Çin'de.. Kime kaçsam ondan; Ha yakın, ha ırak? Kime kaçsam ondan; Ya sema, ya toprak.... (1936) Bir insan öldü mü ondan kalacak eseri, Bir eşek göçtü mü ondan da nihayet semeri. Bir zamanlar karargâhım idi Bedeviler gibi beyâbanlar; Buna mucib de iştibâhım idi; Nasıl imrar-ı vakt eder anlar. Belde halkında görmedin hayfa Gördüğün ünsü ehl-i vahşette! Bedevîler sukûn u rahatte; Sürdüğü daima ganemle sefâ. Beledî muttasıl esir-i cefâ; İntiâş aleminde zulmetde! Biri endişeden aman bulmaz; Biri endişeye zaman bulmaz. Elveda Vatanım; doğduğum toprak Bedenimin eczası; Akan suyu biten meyvası Damarlarımda kan olan! Acizlendiğimde gözyaşları dökerek Üstünde umutlar yeşerttiğim; Sokaklarını, bahçelerini, çeşmelerini Ezbere bildiğim. Anılarımın tarlası; Kimliğimin mayası; Çocuklarımı büyüttüğüm; Kadınımla paylaştığım; Anamı babamı emanet ettiğim toprak, Elveda! I. Kumrular sokağı hüzzamdı bir zaman Kale'ye rast vaktinde çıkılırdı Gariptir, Sezenlerdeki hanende Çekip gitti Sarguttan bir ay önce. II. Posta caddesi, Taşhan, Karpiç ve diğerleri Ama artık meyhaneler kalmadı Ankara'da Belki bundandı Cemal Süreya'nın Kızılay'da Huzursuz bir zürafa gibi dolaşması Öyle seveceksin ki, koskocaman dünyada tek başına kalınca sevdiklerin seni yalnız bırakmasın... Gün ışığı parmaklığı söküp atsın, taş duvarlar, ha var ha yok... Bir gün baksam ki gelmişsin.. Bir güvercin gibi yorgun uzaklardan yar. Gözlerinde bir bitmez,bir tükenmez güzellik Saçlarında ilkbahar.. . Bir gün baksam ki gelmişsin... Gülüşünde taze serin bir rüzgar Ellerin yine eskisi kadar güzel Çiçek açmış dokunduğun bütün kapılar... . Bir gün baksam ki gelmişsin... Hasretin içimde sonsuzluk kadar. Şaşırmış kalmışım birdenbire çaresiz. Dökülmüş yüreğime gökyüzünden yıldızlar. . Bir gün baksam ki gelmişsin.. Ne yüzünde bir gölge, ne dilinde sitem var. Tozlu pabuçlarını gözlerime sürmüşüm Benim olmuş dünyalar... Halbuki korkulacak hiçbir şey yoktu ortalıkta Herşey naylondandı o kadar Ve ölünce beş on bin birden ölüyorduk güneşe karşı Ama geyikli geceyi bulmadan önce Hepimiz çocuklar gibi korkuyorduk.. Geyikli geceyi hep bilmelisiniz Yeşil ve yabani uzak ormanlarda Güneşin asfalt sonlarında batmasıyla ağırdan Hepimizi vakitten kurtaracak. Bir yandan toprağı sürdük Bir yandan kaybolduk Gladyatörlerden ve dişlilerden Ve büyük şehirlerden Gizleyerek yahut dövüşerek Geyikli geceyi kurtardık. Evet kimsesizdik ama umudumuz vardı Üç ev görsek bir şehir sanıyorduk Üç güvercin görsek Meksika geliyordu aklımıza Caddelerde gezmekten hoşlanıyorduk akşamları Kadınların kocalarını aramasını seviyorduk Sonra şarap içiyorduk kırmızı yahut beyaz Bilir bilmez geyikli gece yüzünden. 'Geyikli gecenin arkası ağaç Ayağının suya değdiği yerde bir gökyüzü Çatal boynuzlarında soğuk ay ışığı' İster istemez aşkları hatırlatır Eskiden güzel kadınlar ve aşklar olmuş Şimdi de var biliyorum Bir seviniyorum düşündükçe bilseniz Dağlarda geyikli gecelerin en güzeli.... Hiçbir şey umurumda değil diyorum Aşktan ve umuttan başka Bir anda üç kadeh ve üç yeni şarkı Belleğimde tüylü tüylü geyikli gece duruyor.. Biliyorum gemiler götüremez Neonlar teoriler ışıtamaz yanını yöresini Örneğin manastırda oturur içerdik iki kişi Ya da yatakta sevişirdik bir kadın bir erkek Öpüşlerimiz gitgide ısınırdı Koltuk altlarımız gitgide tatlı gelirdi Geyikli gecenin karanlığında... Aldatıldığımız önemli değildi yoksa Herkesin unttuğunu biz hatırlamasak Gümüş semaverleri ve eski şeyleri Salt yadsımak için sevmiyorduk Kötüydük de ondanmı diyeceksiniz Ne iyiydik ne kötüydük Durumumuz başta ve sonda ayrı ayrıysa Başta ve sonda ayrı olduğumuzdandı.... Ama ne varsa geyikli gecede idi Bir bilseniz avuçlarınız terlerdi heyecendan Bir bakıyorduk akşam oluyordu kaldırımlarda Kesme avizelerde ve çıplak kadın omuzlarında Büyük otellerin önünde garipsiyorduk Çaresizliğimiz böylesine kolaydı işte Hüznümüzü büyük şeylerden sanırsanız yanılırsınız Örneğin üç bardak şarap içsek kurtulurduk Yahut bir adam bıçaklasak Yahut sokaklara tükürsek Ama en iyisi çeker giderdik Gider geyikli gecede uyurduk. 'Geyiğin gözleri pırıl pırıl gecede İmdat ateşeleri gibi ürkek telaşlı Sultan hançerleri gibi ay ışığında Bir yanında üstüste üstüste kayalar Öbür yanında ben' Ama siz zavallısınız ben de zavallıyım Domino taşları ve soğuk ikindiler Çiçekli elbiseleriyle yabancı kalabalık Gölgemiz tortop ayak ucumuzda Sevinsek de sonunu biliyoruz Borçları kefilleri bonoları unutuyorum İkramiyeler bensiz çekiliyor dünyada Daha ilk oturumda suçsuz çıkıyorum Oturup esmer bir kadını kendim için yıkıyorum İyice kurulamıyorum saçlarını Bir bardak şarabı kendim için içiyorum 'Halbuki geyikli gece ormanda Keskin mavi ve hışırtılı Geyikli geceye geçiyorum'. Uzanıp kendi yanaklarımdan öpüyorum. Bütün hayatı uyur bir sema-yı mühmelde Geniş ufukları efsanevi hikayelerin Tasavvur ettiği gökler kadar beyaz, narin, Minarelerle müzeyyen, sevimli bir belde.... O mai dalgaların bu sesiyle perverde Sevahilinde güler ruhu başka bir denizin, Gezer bu levhaya ait bir ihtiram-ı hazin Melul hisli mükedder nazarlı gözlerde.. Bütün bedayi'-i ezman, nefais-i a'sar Bu mai çehreli İstanbul'un beyaz ve uzun Ufuklarında bulur penah si'r ü füsun. Dalınca gözlerim ağlar bu hüsn-i sakinde; Bu beldenin uyuyan bir başka güzellik var Bütün tulu' ve gurubunda, subh u leylinde Adam senin böyle ilk gündüzden Sulayıp biçtiğin çayır çimen Üç güne kalmaz tazelenir Adam senin böyle kuşluk vakti Ürküttüğün serçeler -iş olsun- Akşama kalmaz unutur. Benim bir nokta kırılmışlığım Gözlerimin ardında büyür durur. Aklım ıslıklarla türkülerle Rüzgar saatleri evde tutamam Essin esmesin yollardadır Rüzgar saatleri evde tutamam Serseriler gibi anılarımı Sokaklar doldurur. Tepeden tırnağa bir usanmışlık Anı ne bellek ne Bu şehirden bu parktan uzakta Neresi olsa olur. Yorgun çayırlar serçeler, yorgunum Nasıl taşısam ellerimi şimdi Damda saçakta bacada bir mavi Sallana sallana uyur. Adam senin sulayıp biçtiğin Çayır çimen değil bir başka O makasında suyunda Oturup kalktığın düşündüğünde -Öleyim fal değil bilmişlik değil Gün gibi ortalıkta- Allahın şeytanın odur Senin seyircilerin düşman Senin yargıcıların düşman Öylesine yenmek zorundasın ki Kıl payı bırakmadan. Sayısız genlerle donatmalısın İmgeden kristallerini Ki kamaşsın gözleri Yüreğinden yansıyan ışıltılardan. Elmasını öyle yontmalısın ki sözcüklerden Bakırı kükürdü çevirip altına Ki gözlerini alsınlar da kör olsunlar Kanının akkora kesmiş parıltılarından. Her şair gibi değilsin sen İşin zor ki ne zor Yargıcıların bakışlarında parlıyor Keskin dişleri köpekbalıklarının Her şairin bir çalgısı var Senin tek çalgından duyulmalı orkestralar. Her şair senin gibi değil İşin zor ki ne zor Seyircilerin tırnakları sende Yargıcıların dişleri sende Her şairin bir sesi var Senin sesinden haykırmalı korolar. Yine de yenik sayarlarsa Yok sayarlarsa yine de Öylesine yok olmalısın Taksınşar nişan diye cinayetlerini Şiirin koynundayken suç üstünde Seni boğdukları zaman Sormuşlar “ezelde aşk var mı? ” diye Ben kalpten vuruldum doğmadan önce. İster azap deyin ister hediye Meçhule sürüldüm doğmadan önce.. Yılmadan ben bana beni anlattım Günahı tövbeyle yıkayıp attım Ebed kapısında ölümü tatdım Kefene sarıldım doğmadan önce.. Gönlüme sevdanın güneşi doğdu Şüphe iklimimi ışığa boğdu İlk yağmurum Kâlûbelâ’da yağdı Bulandım duruldum doğmadan önce.. Sevdim, sevgiliye giden yol uzun Şerbetini içtim ateşin, buzun Bazen girdabına düştüm sonsuzun Çok öldüm-dirildim doğmadan önce.. Duydum ki var varmış, yok yokmuş güya Gerçeği alt etti gördüğüm rüya Kendi kopyam imiş meğer şu dünya Düşündüm, yoruldum doğmadan önce.. Ezelde, ebedde aşkı gördüm ben Mezarda, mabette aşkı gördüm ben Gazapta, rahmette aşkı gördüm ben Aşk ile karıldım doğmadan önce.. Yasaklı Rüyalar(sh.100) Al ekmeği benden istersen havayı da; ama gülüşünden mahrum etme beni.. Koyma gülsüz ve çiçeksiz beni, sevinciyle coşarak parıldayan sudan ve senden yayılan gümüşün kıvılcımlarından.. Bu çetin ve uzun kavgamdan yorgun gözlerle dönerim ve görürüm ayaklar altında bu değişmeyen toprağı; ama o sevecen gülüşün yükselir gökyüzüne peşimden ve ardına dek açar yaşamın tüm kapılarını benim için.. Sevdalım, zifiri karanlıkta bile gülümse bana ve ansızın saçılıyorsa kanım sokak taşlarına, gülüver çünkü gülüşün eştir yalın bir kılıca.. Sonbaharda denizle birlikte gülüşün coşturmalı köpüren çağlayanını. Ve sevdalım baharın beklediğim çiçek gibi gülüşünü ararım mavi çiçeği, gülü yurdumdan seslenen.. Gül gecenin şavkında gündüzün aydınlığında gül yamru-yumru sokaklarında adanın, gül sana sevdalanmış şu ipe-sapa gelmez adamın bakışında, ama ben gözlerimi açtığımda ve de kapadığımda onları, ve ayaklarım götürüp geri getirdiğinde beni al benden ekmeği, havayı, ışığı, baharı, ama mahrum etme gülüşünden beni işte o zaman ölürüm gayri.. Çeviri: Fahri Özdemir Bugün lüks otomobilde, yarın ağaç saldasın, Söyle be ağzı bozuk, sen hangi kanaldasın? .. Dolaşıp duruyorsun, serçe misin karga mı? .. Şimdiki yerin belli, yarın hangi daldasın? ... 14.08.2008 Bardaktan seni içmek Seni teneffüs etmek havada... Dolaşmak,dolaşmak sana dönmek Seni bulmak yuvada.... Yolumuzda aylar, yıllar Basamak basamak... Basamakların çıkamadığı yere Kanatlarınla çıkmak.... Boşaltmak takvimden günleri Günlerin üstünden yollara bakmak Rüzgarla esmek, sularla akmak.... Baharı yollamak yollara Alıkoymak bir nisanın tadını... Dışarda herkes gibi seslenmek sana Ve koynunda söylemek asıl adını.... İnanmak,inanmak,inanmak Ninnilerinle uyuyup,türkülerinle uyanmak... Otobüste sevgi yoktu. Orada herkes kendine ve birbirine düşmandı. İşte bu yüzden otobüsteki insanlar birbirlerine en kötü yüzlerini göstermekten çekinmiyorlardı. Şoför en acımasız tavrıyla yolcuları durmaksızın azarlıyor, genç öğrenci başının dibinde artık ayakta durmaktan gücünü tüketmek üzere olan yaşlı bir kadını görmezlikten geliyor; genç bir adam adeta bütün gövdesiyle, önündeki kızı habire sıkıştırıyor, açıkçası cinsel tacizde bulunuyor; üstü başı pis, üstelik kendi kendisine konuşuyor diye yaşlı bir adamın yanına kimse oturmuyor; gençten biri yanında kendisinden biraz daha kısa boylu birinin üzerine neredeyse abanıyordu. Bir sivil polis önünde oturan iki öğrencinin neler konuştuğuna kulak kesilmişti. Bir başkasının ayağına basan sonra asla özür dilemediği gibi ayağına bastığı kişiye adeta, “ayağımın altında ayağının ne işi var” der gibi bakıyor, herkes herkesi olup olmadık zamanlarda suçluyor ve aşağılıyordu... Evet, bu otobüste sevgi yoktu! ... Bir duraktan genç bir kadınla, dokuz on yaşlarındaki oğlu bindi, otobüse... Kısa bir süre sonra avını bulmuş bir avcının heyecanıyla, “biletini at hanım” diye bağırdı bizim şoför. Genç kadınsa utanarak yolcuların arasına saklanmaya çalıştı. Şoför yine: “Biletini atmadın, bak kafam bozuluyor artık” diye öfkeyle çıkıştı. Biraz daha gittik ama çok geçmeden genç kadın ağlamaklı bir ses tonuyla: “Durun... Lütfen, burada inmek istiyorum” dedi. Otobüs durdu. Kadın, yanında çocuğuyla durak dışında, öylesine bir yerde indi aşağıya. Bu defa yüzünü örtmüş hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Oğlu ise annesine sarılıp: “Anne ağlama, ne olur ağlama” diyordu habire. Otobüste ansızın bir sessizlik olmuş, herkes nefesini tutarak bu olayı izliyordu. Bu genç kadının varlığıyla kötü bir düşten uyanmış gibiydik. Oğluna sarılıp ağlayan bu genç anne yıllardır bastırdığımız duygularımızı hatırlatmıştı sanki bize.. Ve hemen sonra hiç beklemediğimiz bir şey oldu: Şoför otobüsün el frenini çekip aşağıya indi ve kadınla çocuğun yanına gitti ve onlardan özür dilemeye başladı. Duyuyorduk, şoför ağlayan kadına yaptığı işten çok bunaldığını, geçim sıkıntısı çektiğini, trafiğin ve yolcuların sinirlerini harap ettiğini, demin yaptıklarından pişman olduğunu söylüyor ve biletsiz olsa bile -ki şu an bu hiç önemli değildi- genç anneyi otobüse davet ediyordu. Genç kadınsa biraz önce çok aşağılandığını, çok utandığını, bir daha o otobüse binemeyeceğini söylüyordu.. Otobüsün durduğu yerin biraz aşağısı deniz kenarıydı ve hemen oracıkta bir çay ocağı ve gökyüzü renginde masa örtüleri bulunan masalar vardı. Güneş ve rüzgâr bu çay bahçesini soylu bir neşeyle kucaklıyordu. Genç kadın çocuğuyla beraber biraz olsun soluk almak ve dinlenmek için bu çay bahçesindeki masalardan birine oturdu. Gözyaşları dinmişti. Şoförse onu bırakmıyor, yanına diz çökmüş özür dilemeye devam ediyordu, işte ne olduysa bu andan sonra oldu. Herkesin yüzü aydınlandı ve ortak bir kararla gideceğimiz yerlerden vazgeçip otobüsten indik, adeta koşar adım gökyüzü rengindeki örtülerle örtülü masaların olduğu çay bahçesine gittik. Genç kadının yanına diz çöken şoförün omuzuna vuran güneş ışığı, genç annenin o unutulmaz masum yüzü defalarca içimize işlemişti. Sanki birbirinden çok, ama çok farklı insanların içinde ne gariptir ki aynı ortak ses: “Artık yeter, bunca kötülük, bunca duyarsızlık yeter” diyordu.. Nitekim şimdi hemen herkes genç anneyi teselli ediyor, sakinleşmesi için çaba harcıyordu. Genç kadın bu yakınlığımızdan cesaret alıp durumunu güçlükle de olsa anlattı. Kocası siyasi mahkummuş, yıllardır cezaevindeymiş, kendisi işten çıkartılmış, günlerdir iş aradığı halde bulamıyormuş, evde hiç yiyecek bir şey kalmamış, çocuğunu annesine götürüyormuş, otobüs bileti alacak parası yokmuş. Genç kadın bütün bunları anlatınca bir anda herkes garip bir duygusallığa kapıldı ve deminki dehşet otobüsünde uyanan kötü ruhları için birbirlerinden özür dilemeye başladılar. Yalnızca çok genç insanlarda görülür bu duygusallık; o kötücül mantık yoktur. İyi ki de yoktur, göğüsleri heyecanla inip kalkar... Sen ikimizi rüyada çok gördün Beraber mihraba erdiğimiz gün, Kendini Gelin, beni de Damat. Uyanırken onca aldım ağzından, Beklenmedik andı işte o zaman, Alabilindiğince öpücük, vuslat.. En içten mutluluk, duyduğumuz tin, Kösnüsü kimi aşırı engin saatlerin İçlerinde basiretle uçtu gitti sanki. Neye yarar, tadını çıkarsam da şimdilerde? Öyle kor zevkler kaçar ki kimi düşlerde, Bütün neşeler yalnız tek bir buse gibi.. Çeviri: Musa Aksoy Bilemiyorum yıllardır neredeyim? Hergün yediğim ekmek, susayıp içtiğim su, Kolundan tutup gitmek istediğim kadın, Yaşamak kaygısı, gök hasreti, ölüm korkusu, Ve Rabbim senin adın! Yıllar var ki içindeyim hayatın. Anıyorum gençliğimi, özlüyorum çocukluğumu, Fakat bilemiyorum yarını.. Bilemiyorum Rabbim, maksadını, kararını. Hepimiz işte dünyadayız, Yataktaki hastamız, topraktaki ölümüz; Neyiz, ne olacağız? Bir şey bilmiyorum... Nefes almaktayım yalnız. Rabbim! beni yaratmışsın, İnsan şeklinde görünüyorum, Terlerim yazın, üşürüm kışın, Düşünüyorum, düşünüyorum... Sizin hiç babanız öldü mü? Benim bir kere öldü, kör oldum. Yıkadılar, aldılar, götürdüler. Babamdan ummazdım bunu kör oldum. Siz hiç hamama gittiniz mi? Ben gittim lambanın biri söndü Gözümün biri söndü kör oldum. Tepede bir gökyüzü vardı yuvarlak Söylelemesine maviydi kör oldum Taslara gelince hamam taslarına Taslar pırıl pırıldı ayna gibiydi Taslarda yüzümün yarısını gördüm Bir şey gibiydi bir şey gibi kötü Yüzümden ummazdım bunu kör oldum Siz hiç sabunluyken ağladınız mı? “Bir şiirde, bir satır saklayabilir başka bir satırı Nasıl ki bir kavşakta bir tren belki örter bir treni ... Aşkta, başka bir sitem saklayabilir bir sitem ve küçük bir serzenişte, koskoca bir şikayet gizlidir belki Bir adaletsizlik bir başkasını saklayabilir-bir sömürgeci bir başkasını Bangır bangır bir kırmızı üniforma bir tane, bir tane daha! ” -Kenneth Koch-. Göğünde aç kartalların, atmacaların yarıştığı tenha bir atlastan geldim… Kıyamda, kıyamette namluların kuytu dağlarla öpüştüğü bir atlastan. Yılları, yolları, yaşları yok gurbet yüzlü adamlardan, sur diplerinde bıçaklanan aşklardan… Yaşamı hiç bilmeden ölümü ezberleyen, badem gözlü, sıtmalı çocuklardan; yazgısı uçurum çocuklardan.... Zarif Dicle’de ve asi Fırat’ta, sıska keleklerde, kıl çadırlarda güneşe sataşan adamlardan.. Mendillerde, halaylarda gülüşleri kundaklanan hayatlardan; yazgısı uçurum hayatlardan... Darmadağın yılları hüzne satılmış, burunları hızmalı, şarkıları figan, doğurgan ve mübarek kadınlardan; yazgısı uçurum kadınlardan.... Orada şarkılara akar katran, akar kan... Orada ihlâl ve iflah olmaz vata. Tarih susarken günahları, bıçak sırtında yaşanmış o ah’ları ve aysız karanlıkları dağ başlarında. Nicesi aylaklığa bağışlanmış, sefil; ölüme, açlığa sebil. Kiminin ergen bıyıklarında aşk taslakları. Ya kederiydik kendimizin, ya bir halkın kaderi; ya şakağı ya şafağı bir halkın namlular çarmıhında! . Çünkü yok satıyorsa hayat, çok satıyordur erk, çok tüfek; Yok satıyorsa nehirlerimizde şafağın ilk ışıkları, çok satıyordur şiddet, nefret, aşiret. İşte sürüldü şarjöre mermi, indi emniyet, katıldı otuz bine bir daha yağmurlu bir sokakta delik deşik bir ceset. Yaşasaydı kendinin kederi olacaktı, yaşasaydı belki bir gün torunlarıyla dolunaylı gecelerde yıldızlar sayacaktı…. Kenger toplarken ellerine diken batan çocuklar, bilmezlerdi gözleri bağlanıp kurşunlanan bir aşkın hazin bir ünlem bırakacağını hayata. Bilmezlerdi bütün melodramların yalan olduğunu çekirdek çitlenen eski yazlık sinemalarda.. Onlar hâlâ gülümsüyorlar buğulu bir atlastan. Anıları damlıyor fotoğraflardan.... Biz de geçtik o dağlanan ağıtlardan. Biz de göçtük kirden, pasaktan, hıncın ışıltısından. Yakılmış köylerden, kesilmiş kulaklardan, o kanlı ayinlerden, perişan ormanlardan; biz de geçtik o murdar hayatlardan… Herkes gidecek elbet bu yavşak zamanlardan; bu kan revan, bu iğfâl akşamlardan…. /V e a n t o l s u n k i, h i ç b i r k u r ş u n, h i ç b i r ç e l i k, h i ç b i r t o p r a k v e h i ç b i r v a t a n, d a h a k u t s a l d e ğ i l d i r i n s a n d a n! / Güneş uykuya dalarken Ufuktan karanlığa kapı açılıyorsa Yıldızlar geceyi kucaklarken Ay gökyüzünde parlıyorsa. Gecenin çiği düşüyorsa sabaha İlk ışıkla buharlaşıp uçuyorsa semaya Gökyüzünde beyaz bulut, siyah oluyorsa Kızgın bir ateş olup şimşekler çakıyorsa. Rüzgarla karışıp fırtına oluyorsa Dev yelkenler onunla doluyorsa Her bir damla toprakla buluşuyorsa Sarı benizler, çatlak yüzler, canlanıyorsa. Yeşil ot, çepecevre sarıyorsa Toprak onu bağrına basıyorsa Her canlı bu zamanda yaşıyorsa Anlamaz mı bu evrende boşluk yok o yaşamak kadar güzel kadın bana ölümü hatırlatıyor onu her gördüğümde ''ya ölürsem'' diyordu ya ölürsem bu kadın benim için ağlarsa . bilsem bana acımayacağını beni unutacağını bilsem bu kadar ölümü düşünmezdim o yaşadıkça ölüme inanasım geliyor. cenazeme çiçek göndermeyin çünkü ozaman tabutumda olmayacağım kalabalık arasında sizde varsınız bilinki yanınızdayım mezarlığa kadar yürüyeceğiz el ele avuçlarımızda bütün sıcaklığımız öyle şiirler okuyacağımki size öldüğüme inanmayacaksınız. bembeyaz bir kefene saracaksınız beni ölmeyeceğim tahta bir tabuta koyacaksınız beni ölmeyeceğim üzerime toprak atacaksınız kürek kürek yine ölmeyeceğim sonra sağır sessizliği içinde zamanın bir bir bırakıp gideceksiniz beni ölmekten beter olacağım . demek o beni sevmiyor demek o beni anlamıyor bana içkimi verin bana kadehimi verin bana ellerimi verin onun şerefine kadef kaldırır gibi bir daha bir daha ölmek itiyorum Yüreğinin çöllerine, Nehir oldum inanmadın. Saçlarının tellerine, Esir oldum inanmadın.. İnanmadın ne yapayım, Sensizlikmiş senden payım. Allah'mısın ki tapayım, Sevdim seni inanmadın.. Diz çökerken dağlar bana, Şimdi, şimdi taşlar ağlar bana. Hayatımda bir tek sana, Yenik düştüm inanmadın.. Sen kavgamın tek galibi, Sen gönlümün tek sahibi. Sana uysal çocuk gibi, Teslim oldum inanmadın.. İnanmadın ne yapayım, Sensizlikmiş senden payım. Tanrı mısın ki tapayım, Sevdim seni inanmadın.. Yere serdim onurumu, Hiçe saydım gururumu. Kucakladım umudumu, Koştum sana inanmadın.. Yasak koydum şu gönlüme, Ne geçtiki ah elime. Bağlanmak mı ne kelime, Öldüm sana inanmadın.. İnanmadın ne yapayım, Sensizlikmiş senden payım. Allah mısın ki tapayım, Sevdim seni inanmadın. Koştum sana inanmadın. Öldüm sana inanmadın. sevgililer yüzüne karşılık geldim kaygı bağırdı gözevlerimde. günlerin yamanan yıldızlar ve üzülen gökkuşaklarıyla doluluğundan söz ediliyor evlerde çocuklar arşınlanıyor ve alkışlanıyor babalar ki tütün başında ekmek başında kabir başında. günler yenilenen bir isim merdivenleri büyük ağzıyla çıkan meral haftada üçer gün üçer hafta ince uzun veya kahverengi ve gelinlik sabah çatışmasında yoğunlaşan yorgun artık ben köprü ortasından yarılmış bu ara organın ve güneşin salgınlığı toprağa gelir gibi oldu an başlar ikinci artık. beygirler uzağa kayıyorlar. bu arada gelinmeler arkadaş yapıtlarına yar koyma yöremdeki çimler. bu arada evimin içinde odaların birbirine düşman durduğu ve hastalandıkları çalışan yüreklere uzak bekardan korkan ev sahiplerinin kapılarda kızlık heykelleri bu arada insanın yemeğe oturma çelişmesi. yemekten kalkma çelişmesi erkek oluşunuza binaen bu arada özel sıkıntılarımızın kılıç kuşanmış hali durmadan kanlanıp hatırladığımız bunalan kadınlar ben alda'yı bunalıyor görüyorum rüyamda kırbaç gibi insanı saran etrafımızda kelebek kanatları gözler akılda kalan ağızlar hatlar seviyi yoran alkışlar bir şehri paramparça edip ortasından yarıp uykuları evlerin sahanlıklarına misafir odalarına lavabonun altındaki dolaba çocukların hücumluk yataklarına iri erkeklerin şakaklarına kadınların çırpınan dudaklarına ve kızların sancaklarına sığınan ve benim damarlarımda itişen uykulara. bir şehrin ortasından tren geçiyor o şehirde büyük rüzgâr vardır bir oyuncakçı vitrininin önünde insanların durdukları ve duruşlarını değiştirmedikleri trenle birlikte şehrin ortasından oyuncak trenlerin cezalandırmış şekilleri. kendisini buyruk vitrine yapışık insanların kafalarındaki içlerinden geçerken dönüp bakmadıkları durdurup parçalamadıkları önüne yüzer ellişer yatıp apartman kadar ağır tekerlerini üzerlerinden geçerken öpüp ağızlarını ezdirmedikleri. noktanın sonuna kadar bir sinir bir can yanmasıyla bir parçamı bir demir mengeneye koyup sıkmak istiyorum mu nedir dilimi. bir acı mı ne gerek öyle uykum var ki öyle istiyorum ki. o içinden marşandizler şimşek gibi fırlayan şehirde hemen hat boyunda ilk tahta evde derin yatakta her an çığlıklarıyla uyuyayım kıyametler bir ejder geçsin öyle tanıdığım öyle canımın içinde. durup gelmeyince morfin gibi arıyorum direnmeni iğne üzerinde yüzün gelip kuşatmıştı beni ama düşündükçe Korkmak yüzünle geldiğini. Ve bunları elbette çabucak geçelim sevgilim O gün gelsin neşemiz tazelensin de gör Dünyayı hele sen bir barış olsun da gör Seyreyle gulu bülbülü Çifter aylar gökyüzünde Her gece ayin on dördü. Kuşlar geçecek damların üstünden Kuşlar konacak dallara Kanat seslerini duyup uyanırlarsa Gene kuşlarla uyusun çocuklar Olanı biteni anlatma. Hiç görmediğim şey bu Kurdun gözü yılmış sürüden Elmanın yarısı soğuk yarısı sıcak Gülü bitkilere dolanmış salkım Güneşten yağmur boşanacak. Yetsin demir cağının beyliği Yeni bir gün başlıyor demek Yeryüzünde korkusuz yasamak İki milyar kişiye bir dünya İki milyar kişiye iki milyar ekmek. Yazık olur bu duş yari kalırsa Barış günü insan hakki yenirse Köroğlu'nun sözü dinlenmelidir Sivas ilinin Banaz köyünden Pir Sultan Abdal dirilmelidir. Ah günüm yetse görmeye seni Seni övmeye gücüm yetse Barış cağı altın cağ Son ozanı ben olayım bu özlemin Bu özlem bitse. O gün gelsin neşemiz tazelensin de gör Dünyayı hele sen bir barış olsun da gör Seyreyle deli ozanı Bastan basa sevda bastan basa tutku Dili baldan tatlı Tutkuyla sarıp, hüzünle çözerek Günün aydınlık yumağını, Bir sabır tezgâhında Dolanır alışkın parmakları.. Uzanır sessizce bozkır. Kımıltısız nakışları.. Uyumsuz bir kuştur yalnız Duramayan yerinde. Sık ilmekler arasında Oynatan kanatlarını.. Uzanır sessizce bozkır, Kımıltısız nakışları.. Ve o kuşun söküğünü Örerken bir çiçeğin sarısı, Uçuşurlar havada Kırpık yün parçaları.. Uzanır sessizce bozkır, Kımıltısız nakışları. Ben neyi kimden aldım, nerden aldım Her şeyi bir yerden aldım Yorgunum, yorganım uzakta dışarda Sabrımı bolca verdiler içerden aldım. Sözler gelip geçsin diyedir, öfke sen bekle Örselendin ağrıdın oyuldun, henüz değil ölüm Ten bekle Bağırmalıyım,çığlığım kıştan ilkyaza değmeli 'A' yasak, 'hayır' korkulu, 'evet'den usandım. Mecnun masaldan atılmış -Tele şov- Milyonla kopyeye bölünmüş leyli Suretler ne gülümseyiş ne sır ne şaka Sandım ki gülümser maskeleri Suretler sandım. Durur muydum, bu gömütlükte neyim var Tuhaf dedi, çılgınca tuhaf Ayrıntılar, paslı sürgüler, yosunlu taşlar Ya altındakiler ardındakiler Gültene kandım Sonra bir ögretmen, 'Bize egitimden bahset.' dedi.. Ve o cevap verdi:. 'Hiç kimse size, içinizdeki bilginin safaginda halen yari uykuda olandan bir zerre fazlasini açiklayamaz.. Takipçileri arasinda mabedin gölgesinde yürüyen bir ögretmen, size bilgeligini degil sadece inancini ve sevgisini verebilir.. Eger gerçek bir bilgeyse, bilgeliginin evine davet etmek yerine, sizi kendi aklinizin esigine dogru yönlendirir.. Bir astronomi bilgini, size uzayla ilgili anlayisindan bahsedebilir ama anlayisini size veremez.. Bir müzisyen her yerde var olan ritimlerle bir sarki söyleyebilir; ancak ne ritmi yakalayan kulagi, ne de onu ekolayan sesi size sunabilir.. Ve semboller ilminde usta biri, size simgesel alanlardan söz eder, ama sizi oralara tasiyamaz.. Çünkü bir kisinin sahip oldugu ilham, kanatlarini baska birine ödünç veremez.. Ve nasil herbiriniz Tanri'nin bilgisinde özgün bir yere sahipseniz, sizin de Tanri'yi kayrayisiniz ve dünyayi anlayisiniz tek basiniza ve size özel olacaktir.' ve güneş merhamet buyuruyor ama fazla yükseğe taşınmış bir meşale misali, boydan boya kırbaçlar görüntüsünü jetler kurbağa gibi zıplar füzeler, çocuklar haritalarını çıkarır iğnedenliğe çevirir ayı, eski çürük peynir, orda hayat yok ama dünyada fazlasıyla; yıkanmamış Hintli çocuklarımız bacak bacak üstüne atıp flüt çalarak, göbekleri içe çökmüş, açlıktan ölürken, açlık kokan havada yılanların şuh kadınlar misali kıvırtışını izleyerek; füzeler zıplar, avcıları ve sürüyü geride bırakırken yabani tavşanlar gibi zıplar günü geçmiş kurşunların yerine; Çinliler hala yeşim işlerler, sessizce açlıklarına pirinç tıkarak, bir açlık ki bin yaşında, ateş ve türküyle ilerler çamurlu nehirleri, istemsiz beklemenin sürüklenen direkleri iter mavnaları yüzen evleri; Türkiye'de kilimlerinin üstünde kıbleye dönüp sigara içerek gülen ve parmaklarını gözlerine sokup kör eden mor bir tanrıya dua okurlar, tanrılar böyle işte, yaparlar; ama füzeler hazırlar: her nedense değersizdir artık barış, küçük bir göldeki nilüfer yaprağı misali sürüklenir delilik, hissiz daireler çizerek; kırmızı yeşil ve sarılarına batırıp resim yapar ressamlar, şairler uyaklara döker yalnızlıklarını, müzisyenler her zamanki gibi açtır ve romancılar kaçırır meselenin özünü, ama pelikan kaçırmaz, martı kaçırmaz; pelikanlar dalıp dalıp yükselir şok geçiren yarı ölü radyoaktif balıkları gagalarında sallayarak; evet, gerçekten de sümükle yıkar kayaları sular; ve Wall Street'te anahtarını arayan bir sarhoş gibi sendeler borsa; ah, işte bu sıkı bir şey olacak, allahın izniyle tekrar yılana götürecek bizi, deniz böceğine, ya da şanslıysak eğer, katalizi uzun dişli fosil kaplana götürecek, maden çukurunun içinde kırık kask, cihaz ve cam parçalarının üzerinde resim çiziktiren kanatlı maymuna götürecek; çatırdayarak girer şimşek pencereden içeri ve bir milyon odada aşıklar yatar kenetlenmiş, yitik ve barış gibi hastalıklı; kırmızı ve turunca çalmaya devam eder gökyüzü ressamlar için -ve aşıklar için, her daim açtıkları gibi açar çiçekler açar ama üzerlerinde füze yakıtlarının ve mantarların, zehirli mantarların ince tozu var; zaman kötü, bulantılı bir zaman -perde, III.sahne, sadece ayakta yer var, SATILDI, SATILDI, SATILDI yine, tanrı tarafından, birileri ya da birşeyler, füzeler generaller ve liderler tarafından, şairler doktorlar komedyenler sabun ve bisküi üreticileri ve iki yüzlü seyyar satıcılar tarafından kendilerine özgü ustalıklarıyla satıldı; şimdi kömür yağı tabakasıyla kirletilmiş tarlaları görebiliyorum, bir-iki salyangoz, safra, yanardağ taşı, sığ sularda bir-üç balık, kaynağımızın ve gözlerimizin yergisi... daha önce hiç olmuş muydu bu? kendini kuyruğundan yakalayan bir daire mi tarih, bir rüya, bir kabus mu, bir generalin hayali, bir başkanın, bir diktatörün hayali mi yoksa... uyanamaz mıyız? yoksa yaşamın güçleri daha mı yüce bizden? uyanamaz mıyız? sevgili dostlar, uykumuzda mı ölmeliyiz sonsuza dek? Bir su bir gölde çok durursa kokar Azar azar çağla ak deli gönül Bulanık akma ki içmezler seni Çeşmenin gözünden çık deli gönül. Ateş gibi birden parlayıp yanma Yanıp yanıp çevre yanın yandırma Kah karanlık kah aydınlık görünme Meydanda mum gibi yan deli gönül. Kaba rüzgar gibi boşa dolaşma Çalıya çırpıya değip ileşme Toz toz olup topraklara karışma Harman yeli gibi es deli gönül. Kara toprak gibi sakin ol otur Hak'tan ne gelirse kabul et getir Bahar aylarının yemişin bitir Herkese gönlünce ver deli gönül. Pir Sultan Abdal'ım bu sözüm haktır Gaziler sözümün hatası yoktur Aşıkın maşuktan dönmesi çoktur Pirin eşiğine düş deli gönül Ilgıt ılgıt esen seher yelleri Esip esip yâre değmeli degil Ak elleri elvan elvan kınalı Karadır gözleri sürmeli değil. Estirir de seher yeli estirir Kimini güldürür kimin kusturur Kısmet ise kadir Mevlam gösterir Sevmeli güzeli öğmeli değil. Bir bölük turna da havada uçar İner engininden bir bade içer Esen seher yeli göğsünü açar Yâr göğsün bendleri düğmeli değil. Bir bölük turna da havada kışlar Bak başıma geldi gördüğüm düşler Size derim size yiğit yoldaşlar Sözü yalan yâri sevmeli değil. Karac'oğlan der ki konup göçmedim Ak göğsünün düğmelerin açmadım Fırsat elde iken alıp kaçmadım Öldürmeli beni döğmeli güzel Ey hame eser senin değildir Ey şeb bu seher senin değildir. Envar-ı füyuz-ı Mürşid-i Rum Afaka Fürugum etti malum. Kıldı beni tıfl-ı mısra' asa Doğdum doğalı suhanle ber pa. Ben tıfl idim eylemezdim ülfet Bulmuştu sözüm temam şöhret. Bi-minnet ü üstad-ı talim Ser-name-i tab'ım etti tanzim. Allah Allah zihi inayet Na- baliga hikmet-i belagat. Feyz erdi cenab-ı Mevlevi'den Aldım nice ders Mesnevi'den. Güya ki o bahr-ı bi gerane Olmuş hum-ı rengden nişane. Dil hemçü şegaal o bahre düştü Hem-cinslerim başıma üştü. Tavus-ı behişte eyledim naz Amma ki yok iktidar- ı pervaz. Boş boşuna ney veş ettim efgan Ben söyledim oldu şem' giryan. Olmuştu bu sine dik-i hikmet Ni'met leb-i gayre oldu kısmet. Sinemde ne aşk var ne tabiş Ebna- yı zemana bir nümayiş. Müjdemden alındı aşinalar Gitti hepisi deyip dualar. Ben kaldım o söz lebimde kaldı Keşt-i murat lenger aldı. Canımda ne suziş-i taleb var Gönlümde ne neşe-i tarab var. Bu resme kalır gidersem eyvah Tevfikına mazhar ede Allah I . içimden dedim beraber yürüyelim olur mu varsın gemilerimizi taşıyamasın sular varsın yarı yolda uyuya kalsın bize gönderilen bahar . içimden dedim beraber yürüyelim olur mu varsın gölgemiz olsun hüzün dilediği gibi uzatsın canevimize ayaklarını varsın annemiz olsun tütün hayat daha sert vursun yumruklarını . II . içimden dedim ilmeği kaçmış bir hayat bizimkisi nedir alnımızdan öpmek için izimizi süren kalmış mıdır kalesi düşmüş bir şehrin cazibesi nedir yalnız bize yakışan bu serüven . bu serüven ki bizden biri yaptı sırtımızdaki hançeri ve terketti bizi huzur denen sevgili kalakaldık, şaşkınlığın avuçlarında billur bir kuş gibi . III . içimden dedim gömülü bir ırmağın yalnızlığıdır bu beraber yürüyelim olur mu… Kayalıklarda gördüm seni, bir sisli günde, Fırtınadan saçların çözülmüş bir demetti. O kayalıklarda ki bir yıl evvel üstünde Çöllerden aşık dönen bir genç intihar etti.... Seni her nerde, artık, her ne suretle görsem Bir gölgenin duyarım ruhuma düştüğünü. Ben de o aşık gibi bir kayada ölürsem Rabb'im mukaddes etsin seni gördüğüm günü! . Kayalıklarda bir genç öldüğü gün beldenin Halkı seni karanlık rüyalarında görmüş, Ey yadı gönlümüzden çıkmayan afet senin Sevmediklerin değil, sevdiklerin ölürmüş.. Bazı ruhum kararır kefenlerden, mezardan; Yok mu, Rabb'im, ölümün bir güzel şekli, derdim. O kayalıklarda ilk seni gördüğüm zaman Hayalimde ölüme en güzel şekli verdim.. Başka bir göz yaşını dudaklarınla silsen Ürpererek: Bu, derim, mezardan bir nefestir! Buna kıskançlık deme, bence değil yalnız sen, Seni gören göz bile ne kadar mukaddestir! . Kimse karşında belki titremez gönlüm gibi, Bense hala korkarım dizinde ağlamaktan. Teması korku veren tatlı bir ölüm gibi Daha cana yakındır görünüşün uzaktan... Nerden geldik, nerdeyiz biliyor musun Yüzyılar öncesi mi seviştik seninle İlk tanıştıgımızdan bu yana çaglar mi geçti Nasıl şimdi bir yerlere gidiyoruz elele. Anımsıyorum gözlerini, Babilde belki Belkisin dillere destan asma bahcelerinde Belki de yitik bir Ege Uygarlıgının O Akdeniz mavisi sonsuz gecelerinde. Sen! En yakın olan bana, kanım gibi Beni her gün bir kez daha doguran kadınım Gül behçem, ormanım, suyum, topragım, gögüm Sen! Dünya kurulalı beri aradıgım. Yeni dogmuş bir çocuk kadar tenhayım seninle Enginlerde kanat çırpan bir martı gibi hürüm Durmadan bir agaç büyüyor sevgimizden Ta sonsuzlara dek uzuyor ömrüm. Seninle çaglar yaşadık biz, dünde degil Zamanın ölümsüzlükle birleştigi yerdeyiz Su gibi avuçlarımızdan akıp gidiyor günler Doruklarında kar eksilmeyen tepelerdeyiz. Seni andıkça bir ışık vuruyor yüzüme Yosunların yeşilinden, dalgaların köpügünden Denizler çekiliyor, daglar egiliyor ve yollar Kısalıyor, yaşadıgımız aşkın büyüklügünden. Bu coşkun umutlar boşuna degil sevdigim Boşuna degil solan yaprakların bir bir yeşermesi Bak! Bütün aydınlıgıyla duruyor karşımızda Bu günün yarınlara açılan penceresi. gün doğmadan başladı filizkıran fırtınası evler yemen türküsü sokaklar seferberlik öyle bir gariplik ki öyle bir tedirginlik yaz başında güz sonrası . ayvalar çiçekteydi güller daha tomurcuk açıl demişti güneş açılmıştı kıraçta kış elmaları çözül demişti güneş çözülmüştü yılanlar karanlık odalarında dallarda yuvalar tüy kokuyordu düğünçiçekleri şenlikli . gün doğmadan başladı filizkıran fırtınası ne dal kaldı ne tomurcuk yerden yere çaldı otları ağaçları insan yüzlü bir korkuluk üşüdüm dünyalarca baskın yemiş bir kent gibi üşüdüm sergen etti filizleri sapsarı bir karanlık bahardan kışa düştüm . acılı günler gördüm sığdıramam bir tek günü bir koca yıla geceler geçirdim yoz kentlerin bulvarlarında nice baharları kışlara gömdüm uzak düştüm yelinden yelvesinden acılı yurdun uzak düştüm umudundan mutundan yomundan uzak düştüm bunaltının böylesini görmedim . severim fırtınanın her türlüsünü ormanlar uğultulu sular dalgalı severim filizkıran fırtınası'nı kırıp kanatmıyorsa sevincin türküsünü nerde benim baharım dalım yaprağım nerde gece çökmüş üstüne kerpiçsel yalnızlığın sanki kaplan pençesinde bir manda böğürtüsü ne kuş kalmış ne çiçek ne kırmızı ne yeşil sapsarı karanlıkta yerler bahar ölüsü Işıkları söndür suna su Vapurları duyacağız ha Dün gece uykumda sıçradım Beni mi çağırdın suna su Nereye gideceğiz ha. Yabancı değil ben kaptanım Aç kapıyı suna su Büyük yağmurda ıslandım Şarabın var mı suna su Sabahı bulacağız ha. Kadehini dinleme çıldırırsın Elimden gelmeyen bir o Bütün trenleri kaçırdım Saatin kaç suna su Yarın öleceğiz ha sela verilirken kalktık kahveden , cumaydı,yılın en beklemiş günü, yemeni gibi üstünde tabutun, gölge veren ağaçsız bir gökyüzü. kızın babası yanımızda,boyu nuzun, zayıf,ağzında mırıltılar, on köylü,iki subay bir tezkereci er, sıralandık ahşap mescidin avlusunda, namaz kılmadı adam,ağlamıyordu da, alnı bir uzun sabrın kabaran gelgiti, sürgün duvarı bekleyişin, dünyaya çok yakın bir gece gibi, aldık cenazeyi sarsmadan,iğreti ve hafif,gözlerimiz yerde, kayıp bir tayın izini süreriz sanki, kapılarda başları çatkılı kadınlar, sallanıyorlardı sisli giysilerinde, yüklüğe saklanmış çevreler gibi soluk, bölünmüş gibi yılın en katı ekmeği, imece sofrasında hıçkırığın, kim bilir kaç ölümden kalma saçı gibi, susmuştu çekirgelerin kabuğu, toprak kumruları güneşin, ve köpeklerin yediği kemiksiz sabah, susmuştu göğün sarnıcı,boş, cemaat yürüyordu kablumbağa gibi, mezalığa doğru yüzyılda, sarı sabırların yanından,acelesiz, ayrık otu yolmaya gidiyor sanırsın, davul vurmaya,ay tutulmuş, tarladaki yarılmış toprağı görmeye, susuzluğun kirli rengini,ayıbını, dağa taşa vurmuş açlığı, dayanan dayanır,yağsız bulgular ve ahlat, gençleri alır ölüm ilk ağızda, sabah yıldızının uğrağı, böğürtlensiz mezarlığa vardığımızda, bir melek lale sümbül dikiyordu, lalelerden birini aldı adam, girdi kızının mezarına, sarıldı,öptü,bıraktı laleyi sonra, kefenin üstüne,uykusuz. yedi çocuğu gömülüymüş,söylediler, bizi aç bırakan bu toprak açlıktan ölenlerle beslenir dediler, dönüşün bir kişi omuzladı tabutu, toz toprak içinde vardık kahveye, yaşlı adam doğru çeşmeye gitti, elini yüzünü yıkadı konuşarak kendi kendine duasız,bir tanrı gibi. Gezinen bir gölgedir hayat, gariban bir aktör sahnede bir ileri bir geri saatini doldurur ve sonra duyulmaz olur sesi, bir masaldır gürültücü bir salağın anlattığı ki yoktur hiçbir anlamı. Açlıktan, tokluktan sual edersen Ocak bizim amma, aş bizim değil. Hırsız çıktı kara yüzlü geceler Uyku bizim amma, düş bizim değil.. Öküzler harmana eğri bakıyor Kızıl toprak, ak tohumu yakıyor Bu yıl yumurtalar hep cılk çıkıyor Yuva bizim amma, kuş bizim değil.. Öyle bir durum ki Allah etmesin Kurtlar taşır ayıların sıtmasın Ne duyarsan garibine gitmesin Gövde bizim amma, baş bizim değil.. Her sabah bir kuşun tüyünü yolduk Verha düşmanların davulun çaldık Öpmeyi yitirdik, ısırgan olduk Ağız bizim amma, diş bizim değil.. Gittikçe her yüke alışıyoruz Ağlanacak yerde gülüşüyoruz Gönüllü gönülsüz çalışıyoruz Emek bizim amma, iş bizim değil.. (Vur Emri) Merhaba diyoruz ölü teyzelerimize çocuklar merhaba diyorlar o şiirlerimizin eşikleri. Mum tacirlerinin kızları ne temiz porselen yüz çiçeğe yüz ay çıkarırmış bu tabaklar. Yüzüklerinde altın parmaklar takılıymış ve çarşılar grevsiz deli olurmuş yalnızlık işte. O kadar güzel bir yüzdü ki Gelip geçici olamazdı Ya da bir resimdi çizilmiş yastığıma. Onunla hep Bir uçurum kıyısında gibi seviştik Kanatlanıp Birbirimizin uçurumuna . Sevişmek bir şiir Bir uçurum dengesidir Yer çekiminin Ve akıl çekiminin dışında Bülbül olsam varsam gelsem Hakk`ın dıvanına dursam Ben bir yanıl alma olsam Dalında bitsem ne dersin? . Sen bir yanıl alma olsan Dalımda bitmeye gelsen Ben bir gümüş çövgen olsam Çeksem indirsem ne dersin? . Sen bir gümüs çövgen olsan Çekip indirmeye gelsen Ben bir avuç darı olsam Yere saçılsam ne dersin? . Sen bir avuç darı olsan Yere saçılmaya gelsen Ben bir güzel keklik olsam Bir bir toplasam ne dersin? . Sen bir güzel keklik olsan Bir bir toplamaya gelsen Ben bir yavru şahan olsam Kapsam kaldırsam ne dersin? . Sen bir sulusepken olsan Kanadım kırmaya gelsen Ben bir deli poyraz olsam Tepsem dağıtsam ne dersın? . Sen bir delı poyraz olsan Yoluma yatmaya gelsen Ben bir Azrail olsam Canın alsam ne dersin? . Sen bir Azrail olsan Canımı almaya gelsen Ben bir cennetlik kul olsam Cennete girsem ne dersin? . Sen bir cennetlik kul olsan Cennete girmeye gelsen Pir Sultan Üstadın bulsan Bilece girsek ne dersin? Gel benim derdime bir derman eyle Alemler derdine derman olansın Özümün hükmüne bir ferman eyle Alemler hükmüne ferman olansın. Bir ismin Haydar'dır, bir ismin Ali Hak Murtaza dedi sana ya Veli Cihanın ahiri hem de evveli Velayet mülküne sultan olansın. Pir Sultan Abdal'ım, meydanda merdim Her ner'ye baktımsa yarimi gördüm Seherde tesbihim evradım virdim Garip gönüllere mihman olansın Kara tahtaları Yeşile çevirdiler de Yeşil umutlarını Karaladılar çocukların. AHMET TELL Işıklı günlerinde düşün, memleketini, dostlarını, sevgilini, onlarla kal, dinlen bırak kendinden bir şeyler, bir mağlup akşamın mahzunluğu silinsin gözlerinden. . Bir kavga sonunu unut. sen maceralar peşinde değil, umutsuz bir yolculukta değilsin. . Yaşamak sadece sevmektir, inan bana. Sevmeyenler dünyamızda yaşamıyor. Yaşamak suda, toprakta, insanlarda görünerek; bir zeytin ağacı gibi. Bir zeytin ağacı gibi, ne güzel denize yakın olacaksın, uzayan dallarında, yapraklarında ışık ta derinlerde köklerin. Bir zeytin ağacı gibi, bin yıl severek yaşamak her gün... Güneş gibi ol şefkatte,merhamette. Gece gibi ol ayıpları örtmekte. Akarsu gibi ol keremde,cömertlikte. Ölü gibi ol öfkede ,asabiyette. Toprak gibi ol tevazuda,mahviyette. Ya olduğun gibi görün,ya göründüğün gibi ol. Ne kadar bilsen de bilire danış Danışan dağları aşar mı aşar Danışmadan yola gitse bir kişi Yorulup yollardan şaşar mı şaşar. Altın da bir pula olur mu kabul Ehl ile konuş ki olasın ehil Cahille konuşma olursun cahil Kişi itibardan düşer mi düşer. Uzak ol canını dişine takın Sözümden mana al darılma sakın Hasmın karıncaysa merdane bakın Gafilen taş başa düşer mi düşer. Budur kainatın yekta güheri Kalbi gevher olan olmaz serseri Bir kişi içerse ab-ı kevseri İrfan meydanında coşar mı coşar. Pir Sultan Abdal'ım bu böyle olur Herkes ettiğini elbette bulur Alıcı kuşların ömrü az olur Akbaba zararsız yaşar mı yaşar Büyüsün küçülmen, Bu senin yakının! Yaklaştın mı sağlığında Şimdi de uzaksın! . Duyur istersen İlanlar ne yapsın? Ana baba kardeş Yaşarken ne yaptın? . görseler gazetelerde Dostlar tedirgin Bir iki telefon Yeter üç beş akraba.. Yükler ağır kaldırdınız Kırık, ezik bir yığın. Göm, gömülmez Utancın, uzaklığın. Kendi içmez, içeni kınamaya bayılır Yüzünden aldatmaca, sahtekârlık yayılır Şarap içmiyor diye, kasılıp gezer ama; Yedikleri yanında şarap meze sayılır! . (Hayyam'ın Türkçe Yüzü-Türkçe Yeniden Yazan-Yalçın Aydın Ayçiçek-Can Yayınları) Zil, şal ve gül. Bu bahçede raksın bütün hızı... Şevk akşamında Endülüs üç def' kırmızı.... Aşkın sihirli şarkısı yüzlerce dildedir. İspanya neşesiyle bu akşam bu zildedir.. Yelpâze çevrilir gibi birden dönüşleri, İşveyle devriliş, saçılış, örtünüşleri.... Her rengi istemez gözümüz şimdi aldadır; İspanya dalga dalga bu akşam bu şaldadır.. Alnında halka halkadır âşüfte kâkülü, Göğsünde yosma Gırnata'nın en güzel gülü.... Altın kadeh her elde, güneş her gönüldedir; İspanya varlığıyle bu akşam bu güldedir.. Raks ortasında bir durup oynar, yürür gibi; Bir baş çevirmesiyle bakar öldürür gibi.... Gül tenli, kor dudaklı, kömür gözlü, sürmeli... Şeytan diyor ki sarmalı, yüz kerre öpmeli... Gözler kamaştıran şala, meftûm eden güle, Her kalbi dolduran zile, her sîneden: 'Ole! ' Ya bin yıl, ya bin asır sonra o gün gelecek. Koklarken küllerimi mezarımda bir böcek O kadar yanacak ki, bir yüksüklük toprağım, Yerden bir damar gibi kopup fışkıracağım! Ve birden bakacağım, her tarafım bitişmiş, Başım, toprak altında bir mâden gibi pişmiş. Nefesten daha ince bir ipek kumaş derim; Fosfordan daha parlak, ince uzun ellerim. Dalacağım kendimin hayran seyrine, Diyeceğim: Bu dönen şeyler eski yerine, Benim diye baktığım şeyler miydi bir zaman? Külümün rüyası mı yoksa gördüğüm?.. Aman! Başımda açılacak fânilerin seması Ve onların taprağa gerçek diye teması, Bir tatlı vehim gibi içimi bayıltacak; Toprağın, koşacağım, üzerine yalnayak; Şehrin, dolaşacağım kuş gibi etrafında; Bir beyaz hayaletim upuzun çarşafında, Gezeceğim, doğduğum evin odalarını, Geceleyin, koskoca şehrin lâmbalarını, Bir keksin üfleyişim söndürmeye yetecek; Korku, şehrin çelikten sesini tüketecek. Herşey susacak o ân, çalınacak kapılar; Kiremitleri yaprak yaprak alan bir rüzgâr, Ağzamdan haykıracak, uzun, gizli, çapraşık... Erişilmez fikir ki, düğüm düğüm dolaşık... Sarıldıkça boşanan yumak, çözülen demet; Başı görünmez hayâl, sonu gelmez nedamet.... (1931) (Şairin cesedinin yanında bulunmuştur) . Hepinize! .. . İşte ölüyorum. Kimseyi suçlamayın bundan ötürü. Hele . dedikodudan, unutmayın ki, merhum nefret ederdi. . Anacığım, kardeşlerim, yoldaşlarım! Bağışlayın beni. İş . değil bu, biliyorum (kimseye de öğütlemem) , ama benim . için başka bir çıkar yol kalmamıştı. . Lili, beni sev. . Hükümet Yoldaş! Ailem: Lili Brik, anam, kız kardeşlerim . ve Veronika Vitoldovna Polonkaya’dan ibarettir; yaşamlarını . sağlarsan, ne mutlu bana... . Bitmemiş şiirleri Brik’lere verin, ne lâzımsa onlar yapar. . “Bir varmış bir yokmuş“ . derler hani: . Aşkın küçük sandalı . hayat ırmağının akıntısına kafa . tutabilir mi! . Dayanamayıp parçalandı işte sonunda... . Acıları . mutsuzlukları . karşılıklı haksızlıkları . h a t ı r l a m a y a b i l e d e ğ m e z: . Ödeşmiş durumdayız kahpe felekle. . Ve sizler mutlu olun . yeter. Bana biricik gıda, aç ve susuz düşünmek; Sizinse düşünceniz, yemek, yatmak, eşinmek! . 1974 Yolculuk, her zaman düşündüm onu; İçimde bu azgın davet ne demek? Oraya, nemdeyse güneşin sonu, Uçmak, kayıp gitmek, kaçıp dönmemek.. Altımdan kaydırdı bir el minderi; Herkes yatağında, ben ayaktayım. Bir gece, rüyada gördüğüm yeri, Gözlerim yumula, aramaktayım.. Beni çağırmakta yabancı dostlar; Bu dostlar ne güzel, dilsiz ve adsız. Eski evde, şimdi bir başka ev var: Avlusu karanlık, suları taçsız.. Her akşam, aynı yer, aynı saatte, Güneşten eşyama düşen bir çubuk; Yangın varmış gibi yukarı katta, Arkamdan gel diyor, sessiz ve çabuk!. Başım, artık onu taşımak ne zor! Başım, günden güne kayıtsız bana. Dalında bir yaprak gibi dönüyor, Acı rüzgarların çektiği yana... Şimdi bir sur gibi yıkılan gönül Sevgi diyarının viranesidir. Yalnızlık içinde sıkılan gönül Hasret ateşinin pervanesidir.. Başından geçen hal bir mübtelanın, Kanlı izleridir aynı belanın; Aynı mecnun ile aynı Leylanın Bu demde söylenen efsanesidir.. Görünce kaygunun azadeleri Derhal olur ölüm amadeleri, Dünyayı taşırır üftadeleri, Her biri deliler divanesidir.. Dense delebinde mey bulunduğu Yoktur bu uğurda mest olunduğu, Çünkü o afetin bize sunduğu Bir zehirli firkat peymanesidir.. Güya mezardan bugün çıkmış kadar Saldırmış dünyaya acıkmış kadar, Artık hissetmeden pek bıkmış kadar Gönülden sevmenin biganesidir.. Güzelliği nurun değildir eşi, Onu aydınlatan bir hırs ateşi; başında gezdirse bile güneşi Bence yine zulmet nişanesidir.. O hüsran yoluna saptıran güzel Aşk mabedine put yaptıran güzel Günlerce kendine taptıran güzel Kafirler bezminin yeganesidir... Cebeci İstasyonunda bir akşam üstü İncecikten bir yağmur yağıyordu yollara Yeni baştan yaşıyorduk kaderimizi Sıcak bir kara sevda Yüreğimizin başında bağdaş kurup oturmuştu; Acımsı, buruk. mühürlenmişti ağzımız bir sessizlik içinde Sessizliği üstümüzden atamıyorduk Bir saçak altında kararsız, yorgun Saatlerce duruyorduk Kimse görmüyordu bizi. Cebeci İstasyonunda bir akşam üstü Yeni baştan yaşıyorduk kaderimizi Cebeci İstasyonunda bir akşam üstü Bir başka türlüydü bu insanlar Sen bir başka türlüydün Gözlerin yine öyle bir bilinmez renkteydi Gözlerin gözlerimde erimekteydi Bir mermer heykel gibi yanımda duruyordun Beni bırakma diyordun. Meyhane sarhoşları gibi sırılsıklam Bir yalnızlık duyuyorduk Ağlıyordun, ağlıyordun.... Cebeci İstasyonunda bir tren Nefes nefese soluyordu Gerilmiş bir keman teli gibiydik. Ankara Kalesi'nde bir eski çalar saat Bilmem kaça vuruyordu Bir yağmur yağıyor inceden ince İçimizdeki binbir düşünce Harmanlar misali savruluyordu Islanmış bir ceylan yavrusu gibi Tiril tiril titriyordun Gitsek gitsek diyordun.. Yüreğimin atışından deli gönlümce Sırıl sıklam, paramparça, permeperişan Türküler söylüyordum Ağlıyordun, ağlıyordun.... Şimdi, şimdi seni düşünüyorum Cebeci yollarında rüzgarlar esiyor, serin Paramparça düşmüş gönül ufkuma İki yıldız gibi gözlerin Gel Ey ciğerime saplanan hançer Gel ey yüreğime oturmuş kurşun Göçmen kuşlar gibi çok uzaklardan Gel artık Ne olursun Şarkı söylüyorum zaman geçsin diye Ömrümün şu son günlerinde Don üstünde bir resim gibi Memnun edişimiz Yüreğimizi Taşlar atarken gölcük üstünde Şarkı söylüyorum zaman geçsin diye. Harikalar gününü yaşadım Siz ve ben hatırlayalım Ve yılların duvarlarını aştım Mucize yüklü kulaklarım Değil ki devran eskisi gibi Harikalar gününü yaşadım. Gidelim ki bu parmaklar çözülsün Anlımız gibi şerefiyle İlk sen gözlerinle görürsün Bizden alçak bulutları Ve dizlerimizde çayır kuşları Gidelim ki bu parmaklar çözülsün. Ay ışığı yaptık biz Saraylarımız ve heykellerimiz için Öldürüyorsalar bizi önemli midir Geceler düşecektir bir bir Komüncü oldu artık Çin Ay ışığı yaptık biz. Söyleyeceğim ve Söyleyeceğimde Bu hayat nice manzaralara sahne oldu İnsan ulaşıp doğal büyüklüğünü buldu Sesi ormanlar dağlar Sırlar ve denizler üstünde Söyleyeceğim ve Söyleyeceğimde. Evet zaman geçsin diye şarkı söylüyorum Kemana karşı yıpranır kemane Taş ta kaydırmaca oyununda Ve dokunaklı aşkım Eğik gölgeme astığım. Şarkı söyleyerek geçiriyorum zamanı Zaman geçsin diye şarkı söylüyorum. Louıs Aragon. Çeviren Lolan Biliyorum gideceksin. Bir eylül ayında ve günün herhangi bir vakti gideceksin. Ne eski bir şarkı engelleyebilecek gitmeni ne de yalnızca gözlerimde sakladığım aşkım. Usul usul ve ağır başlı adımlarla gideceksin. Her adımda gitmenin acısı yankılanacak sokakta. Bir törendeymişçesine göze batan bir yürüyüşle gideceksin ve ben çocuklar gibi bakacağım ardından. Sen geriye dönüp bakmayacaksın.. Gideceksin…. Yalnızca gözlerimde sakladığım aşkımı sukuta kurban vereceğim. ‘Keşke’ diyeceğim sonra ve sonraları da ve her zaman ‘keşke’ diyeceğim. Söylenmemiş sözlerin ateşi yakacak tüm bedenimi. Engizisyonlarda kurban edileceğim her gün. Geç kalmış infazın korkusu kemirecek beynimi. Duvarlara bakıp hayıflanacağım.. Biliyorum gideceksin…. Puslu bir eylül ayında gideceksin. Gözlerinle birlikte, saçlarınla birlikte gideceksin. Geride seni hatırlatan bir tek kelebekler kalacaklar. Bir tek kelebeklerin kanatlarına bakacağım özlemle. İlan edilmemiş bir aşkın hüznünü bırakacaksın bir de. Taşımayacak kadar yorgun olacağım sen yokken. Sonra yaşamak dediğimiz saltanatın soytarılığı kalacak üzerime. Sihirli sözlerin avutulucuğuna salacağım boyalı yüzümü. Kimse fark etmeyecek seni. Seni en kuytu bakışlarımda saklayacağım. Seni uykusuz gece yarılarımda saklayacağım. Başlayıp da bitiremediğim yazılarımda. Bir radyo istasyonunda çalınan Ortadoğu şarkısında.. Sen gideceksin… . Ve aslında gitmelisinde.. Hem de bir eylül ayında gitmelisin. Şehrin gece lambalarında dans etmeli veda bakışların. Korkularımla yüzüstü kalakalmalıyım öylece basık bir kenar mahalle kahvehanesinde. Aşkınla demlenmiş sıcak bir çay içmeliyim. Küfürler saçıp etrafa, belalara bulaştırmalıyım ağrılı başımı. Yokluğuna alışmamalıyım. Alışamamalıyım… Zaman mı? değil zaman.. Akan zaman değil mesafelerdir.. Güneşin çekici yukarda Suyun bıçağı aşağıda Krom alçakgönüllü, bakır utangaç, Ağaç: bir damla iki kıvılcım arasında. Rüzgâr bilmiyor nerden eseceğini Sınırlar kesik, Yerleşme yerlerinde balkıma.. Biz kırıldık daha da kırılırız Ama katil de bilmiyor öldürdüğünü Hırsız da bilmiyor çaldığını Biz yeni bir hayatın acemileriyiz Bütün bildiklerimiz yeniden biçimleniyor Şiirimiz, aşkımız yeniden, Son kötü günleri yaşıyoruz belki İlk güzel günleri de yaşarız belki Kekre bir şey var bu havada Geçmişle gelecek arasında Acıyla sevinç arasında Öfkeyle bağış arasında. Biz kırıldık daha da kırılırız Doğudan Batıya bütün dünyada Ama kardeşin kardeşe vurduğu hançer İki ciğer arasında bağlantı kurar Büyür, bir gün, zenginleşir orada, Çünkü Ali'yi dirilten iksir de saklı Hasan'a sunulmuş ağuda, Granitin de olur bir okyanus diriliği, Nehirler daha uysal akar, Bir çiçek nasıl açılıyorsa kendiliğinden Bir kuş nasıl uçuyorsa Öyle sever, çalışır insan, Kıraçlar çarptıkça dağlara Gül göçürür şafağından Doğanın altın şafağından İnsanın altın şafağından Tarihin altın şafağından. Biz kırıldık daha da kırılırız. Kimse dokunamaz bizim suçsuzluğumuza.. (1966) Senki güzeller sahisin Özünü ele vermem Damla idim göl eyledin Sözünü ele vermem. Gündüz güne tutsak düstüm Zindanlara eyvallah Kara gecenin isigi Yüzünü ele vermem. Derdim vardir dolu dizgin Günüm geride kaldi Bulutlarim çile yüklü Derdi üstüme saldi. Saçlarimdaki bu aklar Rengini senden aldi Ocaginda yanan benim Közünü ele vermem. Nefesin kabrimin tasi Saglari yük eyledi Güz ayi yaprak dökümü Baglari yük eyledi. Zerre kadar SEFAI'ye Daglari yük eyledi Cekerim sonuna kadar Tozunu ele vermem! onlara ün mü gelir bazı ses mi duyarlar yumuşak bir kedere ufalır bakışları idam mahkumlarıdır aslında ihtiyarlar ölüme koşullanmış bütün davranışları yorgun öksürükleri oturup kalkışları yaşayıp durmaktan gizlice utanırlar her gece artık gitmek vaktidir sanırlar geçmiş günlerinden bir destek aranırlar uysal bir gülümseme tek sızlanışları idam mahkumlarıdır aslında ihtiyarlar ölüme koşullanmış bütün davranışları. yolculuk sabaha mı yoksa akşam üstü mü aylardan bu ay mı günlerden acaba ne gün yılan gibi çöreklenmiş bu boğuk kördüğümü çözebilirsen çöz çözememekten üzgün kaç kere hesabını çıkarırlar bir ömrün şu yağmurlu güz dünyadaki son güzü mü bir daha yiyecek mi yediği şu üzümü ya uykuda giderse söylemeden son sözünü ölmek var mı farkına varmadan öldüğünü yılan gibi çöreklenmiş bu soğuk kördüğümü çözmeye uğraşırlar çözememekten üzgün. bakılan her resim bütün bir ömrü saklar ellerini kaldırsalar yıllar dökülüşür birazdan yalıda sanki buluşacaklar bir yerde saat çalsa o sevgili görünür umut heykeli midir ay ışığı örtünür bir pencere açılsa unutulmuş şarkılar çocuk bahçelerinden nasıl yankılanırlar kalkan her vapurda giden bir yolcu var gönderilen her mektup onları götürür idam mahkumlarıdır aslında ihtiyarlar sabahtan akşama her gün kaç kere ölür Şimdi tarlalarda güneş vardır. Karlar donmuştur otların uçlarında.. Artık akşamları dinlenemem Başım avuçlarında.. İçi korku dolu kış gecesi Hiç yatağın yok mu sıcak Dağları dolduran kır çiçeği Hangi rüzgarlar seni koklayacak!. Saçlarımı kesip rüzgara ataçağım! Ta ki haber götürsün bir gün sana! İçimde bir şeytan var, diyor ki Aklına ne gelirse yapsana.. Ben bu şiiri yazdım atlı talimde Bulunduğum sehir İstanbul'du Ağır ağır kar yağıyordu Atımın yelesi bulut renginde. Geliyormuşum; pencerelerde yaz ve bileklerimde bayat bir intihar. Oysa ölünecek bir şey yokmuş, gidince sen, yaşanacak bir şey olmadığı kadar. Yanıyormuşum; vardığım yere bırakıp kendimi. Atlasında yeryüzünün çılgın ve çirkin ve hüzünle oyalanan. Yüreğimde kül tadı nice yangından kalan.... Ölüyormuşum; senin saçların uzuyormuş üstelik. Ölünce ben, cıgarayı da bırakıp taksit ödüyormuşsun. Bedenin tecritmiş geçliğinden, ikisi de yalnızmış, geceler öpüyormuş memelerinden.... Bense geçliğimi pazarlıksız ve hızla geçtiğimden; bugünler saçlarımla birlikte şiir yazmayı da kısa kestiğimden, piç kalmış aşklarla avutup kendimi, bileklerimde bayat bir intiharın dikiş izleri, gelip geçmiş yılların diş izleri ömrümde, neşter ve gül’müş hayat. Gülüyor...Gülüyor...Gülüyormuşum... Siz mesela Emire’ler, Mehmet’ler Gıdıklasam gülersiniz değil mi? Siz aklı kısalar, derdi dehşetler Gıdıklasam gülersiniz değil mi? . Sarmış kalbinizi bir çelik perde Aşk duygunuz mahkûm kalmış içerde Ağlanacak, hatta ölecek yerde Gıdıklasam gülersiniz değil mi? . Huzurlu bir lokma yiyemiyenler Gönlünce bir urba giyemiyenler Haksızlığa “hayır” diyemiyenler Gıdıklasam gülersiniz değil mi? . Yoksulluk bir yanda, zulüm bir yanda Farzet ki hastasın bir yıkık handa Gülmenin çılgınlık olduğu anda Gıdıklasam gülersiniz değil mi? . Siz her saat sarhoş, her zaman toklar Eğlenceden gayri kaygusu yoklar Aç komşuyu düşünmeyen Buldog’lar Gıdıklasam gülersiniz değil mi? . Ne desem, ne yazsam hepsi nafile Düzelmez hâliniz itiraf ile Gülmek yüz kızartan suç olsa bile Gıdıklasam gülersiniz değil mi? . Ar-namus denince kaldır öte at Millet davasına yanaşma yan yat Ruh gebermiş, deri diri! .. Bu ne halt? Gıdıklasam gülersiniz değil mi? . İmandan-ahlaktan soysalar sizi Beton heykel gibi koysalar sizi Şöyle böğrünüzü, ya midenizi Gıdıklasam gülersiniz değil mi?. Siz iki paralık gülünç kişiler Hop demeden dişleriniz ışılar. Siz şuur yoksulu sebep başılar Gıdıklasam gülersiniz değil mi?. (Vur Emri) İki yıldız arası göğe asılı hamak… Uyku, uyku… Zamansız ve mekânsız, uyumak. Uyumak istiyorum; başım bir cenk meydanı; Harfsiz ve kelimesiz düşünmek Yaradanı. İlgisizlik, her şeyden kesilmiş ilgisizlik; Bilmeyiş ki, en büyük ilme denk bilgisizlik. Usandım boş yere hep gitmeler, gelmelerden; Bırakın uyuyayım, yandım kelimelerden! . Göz kapaklarımda gün, kapkara bir kızıllık; Kulağımda tarihin çıkrık sesi, bin yıllık. Bir yurt ki bu, diriler ölü, ölüler diri; Raflarda toza batmış Peygamberden bildiri. Her gün yalnız namazdan namaza uyanayım; Bir dilim kuru ekmek; acı suya banayım! Ve tekrar uyuyayım ve kalkayım ezanla! Yaşaya dursun insan, hayat dediği zanla… Kalıp değil bir fikir... Elmas sorguçlu fakir; Açıkta sırrı bakir; Kadın.... Çölde kaçan bir serap; Yönü kementli mihrap... Madeni som ıstırap; Kadın.... Dipsiz hasrete tuzak; En yakınken en uzak.... Tadı zehrinde erzak; Kadın.... Bir işaret, bir misal; Ayrılık remzi visal... Allah'a yol bir timsal; Kadın... Gitme Giden Gitme Sual Sorayım Ya Ne Bu Dünyanın Üstünde Durur Vallahi Billahi Ben Onu Gördüm Dünya Sarı Öküz'ün Üstünde Durur . Gitme Giden Gitme Bir Dahi Soram Ya Bu Öküz Neyin Üstünde Durur Vallahi Billahi Ben Onu Gördüm Öküz De Bir Salın Üstünde Durur . Gitme Giden Gitme Bir Dahi Soram Ya Bu Sal Da Neyin Üstünde Durur Vallahi Billahi Ben Onu Gördüm Sal Da Bir Balığın Üstünde Durur . Gitme Giden Gitme Bir Dahi Soram Ya Bu Balık Neyin Üstünde Durur Vallahi Billahi Ben Onu Gördüm Balık Da Deryanın Üstünde Durur . Gitme Giden Gitme Bir Dahi Soram Ya Bu Derya Neyin Üstünde Durur Vallahi Billahi Ben Onu Gördüm Derya Da İkrarın Üstünde Durur . Gitme Giden Gitme Bir Dahi Soram Ya Bu İkrar Neyin Üstünde Durur Pır Sultan’ım Der Ki Ben Onu Gördüm İkrar Da İmanın Üstünde Durur Zaten hayalet olan Gölge yazar Oğuz’un ölümü de Herhalde kendinden rivayet. Oğuz’un cenazesi mi Hayret!. Hem o hiç uyumaz ki Belki de ilk kez oradan Kendi kendini Türkçeye çevirecek Yeni dikilmiş bir kalem selviyle Ya da en eski daktilosuyla gecenin Yıldızları tuş Doğabilim. Bitkileri öğreniyorum.Otları, çiçekleri Bir taflanı alıyorum.Taflan bu diyorum.. Başlıyorum incelemeye tutup iki ucundan. Bir pelin yaprağını koparıyorum sonra.. Özsuyu çıkıyor elime.Bir dalı kanırtıyorum Yininden.Uzun, incecik bir söğüt dalını. Damarlarını sayıyorum , bir suya bırakıyorum Dünyanın en güzel yeşili o zaman anlıyorum.. Böyle bütün gün dolaşıp duruyorum Sonra birden kağıda kaleme sarılıyorum. Kayıklarla kayıkçılar Dalgıçlarla balıkçılar Bilirsin:ne ister,deniz! . Kendini bu isteklerin: Yelkenlerin küreklerin Altına seriver, deniz! . Balıkların,kandillerin Ne varsa olsun ellerin Bana mavini ver deniz! Hakiki büyük adamlar Güzel ağaçlara benzer Dallarında yuvalar kurulur Gölgesinde yorgunlar dinlenir Çiçeklerine sürünenler Güzel koku alırlar Meyvesiyle açlar doyar ve yaprakları arasından dökülen güneş damlaları toprağa hayat verir. Tanrı sen ne kadar güzelsin bir hiç olarak ormansın belki bilmiyorum belki ormanda bir ağaçsın şuncacık bir pazartesi günüsün insanları dupduru edemeyen bütün karayollarında ve demiryollarında gider gelirim bütün dünyada ama biliyorum Kırşehir'de mezarsın bir kilisesin Kapadokya'da sözgelimi yumurtada zarsın ustasın sabahları yapmada en katı yoklukları koyarak insanın içine akşamüstlerinde biraz gaddarsın sular ve zamanlar kararırken. ne yapalım bari bağışlayalım birbirimizi. Ey Yezit sen neden yeldin kastıma Erdebil'de Şah Safi'den buyruğum İlettin Urum'a çoban eyledin Sırtımdaki alet midir çağlığım. Mağripten de çatal nurlar doğarsa Mümin kula Hak rahmeti yağarsa Hasan Hüseyin bana sahip olursa Yanımdakine çok olur eyliğim. Ol İmam Zeynel'e merdan uyarsa İmam-ı Bakır'dan içer ayarsa İmam Cafer buyruğunu duyarsa Anın için Hak yanında baylığım. Musa Kazım ciğerimi yakıyor Irmaklar Cennet'te kevser akıyor Aslımız İmam Rıza'ya çıkıyor Muhammet Ali'ye vardır soyluğum. Taki Naki'ye iradet getirdiğim Düldül oldum Şah Ali'ye götürdüm Yöğrük oldum üç yaşında satıldım Kimseler de bilmez benim taylığım. Pir Sultan Abdal'ım alır satarım Askeri Mehdi'ye meyil katarım Mansur olup şu cihanı atarım Her ağaçta olmaz benim yaylığım Cebeci köprüsünün üstü Karınca yuvasına benziyor, Hamallar, körler, topallar, Oturmuş nasibini bekliyor.. Cebeci köprüsü yüksek Altından tren geçiyor, Ya benim aklımdan geçenler? Kimse bilmiyor.. Şu dünya güzelim dünya Tıkır tıkır işliyor, İnsanlar insanlar insanlar Neden böyle çekişir durur Aklım ermiyor.. Cebeci köprüsünün korkulukları Kara boyalı, Daha böyle köprülerden geçersin çok Cahit Külebi. Seherden uğradım dostun köyüne“ Hoş geldin sevdiğim, in! ” dedi bana. Domurcuk memesin verdi ağzıma, “Yorgunsun sevdiğim, em! ” dedi bana.. Benim yârim gelişinden bellidir, Ak elleri deste deste güllüdür, İbrişim kuşaklı ince bellidir “İnce bellerimi sar! ” dedi bana.. Benim yârim bana yalan söylemez. Söylerse de gıybetimi eylemez. İl yanında ikrârını söylemez “İlleri uyut da gel! ” dedi bana. Mestine de deli gönül mestine, Âşık olan gül gönderir dostuna. Telli mahramasın attı üstüme “Terlersen sevdiğim, sil! ” dedi bana. Karac’oğlan, sırrın kime danışır? Siyâh zülfü mah yüzüne kıvrışır. Ayrılanlar elbet bir gün kavuşur“ Ağlama sevdiğim, gül! ” dedi bana ulan karınca 46'ncı kata nasıl çıktın merdivenle mi asansöre mi bindin? . ulan insan kendini beğenmiş şaşkın demek senin yaptığını yapabildiğime şaştın bahse girer misin her işte karıncadan üstün olduğuna? . insan oğlu güldü sonra 46'ncı katın pencerelerinden birini açtılar ikisi birden atladılar. insancık torba kağıdı gibi patlayıverdi kaldırımda kan revan karıncaya gelince acelesi yoktu o daha 42'nci katın önündeydi. Gözlerimin önünde ıslak dağların kabaran yalnızlığı. Ne varsa uçurumlar eşiğinde, hüzünlerle yalpalayan ne varsa gözlerimin önünde, ve hayat gül kokulu bir sağanak yine…. Bir şeyler anlatmak istiyor hayat ve alıp götürmek bir şeyleri kurt sofralarına…. Gün batıyor... Gün batıyor bukağısı paslı bir sevinç oluyor yalnızlığım. Unutuyorum sevgilim suretini; durgunluğum “niçin”di unutuyorum…. Gün batıyor... Gün batıyor ürkek yıldızlar dolanıyor yalnızlığıma. Umurumda değil ne yağmur ne ayaz ne de bu kerpiç kokusu havada; unutuyorum, sabaha kadar, gün batıyor ve geciken sabahlara koşuyor kuşlar, gözlerimin önünde ve hayat gül kokulu bir sağanak yine… Ben bir tek sana inanıyorum sevgili. Ve sen de bu şehirde yaşıyorsun. Bu bana yetiyor. Benim bu şehre sonuna dek inanmam için bundan iyi bir neden yok şu an.. Dünyanın en yalnız, en karamsar, içimizdeki o büyük ve o kapanmaz boşluklarıyla yaşayan iki insanıydık biz tanıştığımızda. Birbirimiz için hem en büyük ödül, hem de en büyük cezaydık.. Kimse bizim içimizi görmüyordu. Görmedikleri için dışarıda kalıyor ve nefret edip çekip gidiyordu. Sonra bize duydukları bu nefreti bir yerde öylesine unutup başkasına gidiyorlardı. Sonra bize duydukları bu nefreti hiç olmadık bir yerde unutulmuş bir şekilde buluyor, onu içimizdeki yaraya saplıyorduk. Hiç haberleri olmuyordu. Bizi hatırladıklarında bizden nefret ettiklerini bile unutmuş oluyorlardı çoğu kez. Bizi boşluklarına çekmek istiyorlardı bu kez. Bize geriye cam kırıklarını bırakıyorlardı. Nefes aldıkça içimize batan cam kırıklarını. Oysa nefes almaya tapıyorduk biz; biz ikimiz dünyanın en karamsar yaşama sevdalısıydık. Ama nefes aldıkça, o en çok sevdiğimiz şeyi tekrarladıkça içimiz paramparça oluyordu.. En çok bu acı hatırlatıyordu bize yaşadığımızı.. Ben bu şehre tapıyorum sevgili. Ve birçokları yıkımdan ve yokoluştan bahsedip bu şehirden kaçmayı düşlerken, şimdi en çok sen benziyorsun bu şehre. Çünkü bugüne dek karşına çıkanlar senin sadece güzelliğini, o dayanılmaz çekiciliğini, o ulaşılması kolay sandıkları büyünü gördüler. Kimse içindeki kanayan yüreğini, o derin, kapanması güç boşluklarını, nefes alırken kalbine, damarlarına batan cam kırıklarını görmedi. İçine giremedikleri için senden nefret edip kaçtılar, sonra nefretlerini olmadık bir yerde unutup bir başkasına gittiler.. Sen bu unutulmuş nefretleri arayıp bulmak için kimbilir kaç kez kaybolmuştun bu şehirde.. Şimdi sen en çok bu şehre benziyorsun sevgili. Bir yanın gökyüzünde çılgınca şarkı söylüyor, bir yanın dünyanın en dokunulmaz fahişesi. Ama her nefes aldığında içine cam kırıkları batıyor. Her nefes aldığında içindeki karanlık biraz daha büyüyor. Biraz daha ulaşılmaz, biraz daha uzak oluyorsun. Çünkü insanlara yaklaştıkça hep daha uzaklara itildin sen. Sarılmak istedikçe onlara, biraz daha boşluğa savruldun.. Ama unutma, sen de benim gibi hiç büyümeyen bir çocuksun. Tapıyorsun yaşamaya, tapıyorsun nefes almaya. Onca acı çekmene rağmen AŞKA AŞIKSIN sen de bu şehir gibi… BENİM GİBİ… geceyarıları tenhadır buraları ne in ne cin kırmızı lambası sanki kan damlası demiryolu geçidinin. dağılmış su dumanı şimşekli bir karanlığa yağmurun altında çınar çınarın altında o karaltı bırakılmış bir araba 34 FN 346 sağ arka lastiği yırtılmış camlarında kurşun delikleri içinde barut kokusu var hala çalışıyor silecekleri bir sola bir sağa bir sola bir sağa. geceyarıları tenhadır buraları ne in ne cin kırmızı lambası sanki kan damlası demiryolu geçidinin. şimşekler yaladıkça nikelajını tırnak uçlarında çıtır çıtır yoğun bir elektrik sokağa bu araba mutlaka çalınmıştır şüpheli ne zaman bulabilecekleri dışarda unutmuş bir ayağını bir genç direksiyona yıkılmıştır kanı sımsıcak damlıyor dirseklerinden koltuğa roman çoktan bitmiş yol bitmiş bitmiş kavga hala çalışıyor silecekleri bir sola bir sağa bir sola bir sağa bir sola bir sağa. geceyarıları tenhadır buraları ne in ne cin kırmızı lambası sanki kan damlası demiryolu geçidinin eflatun sular süzülüyor aynalardan damlacıklarında hicranlı yüzün ben kapıları aldatıyorum gün be gün sen pencereleri ben denizlere bakarak martılara yalanlar söylüyorum sen gemilere sonra liman bilmez korsanlara terk edip ıssız adalara sürüyorsun dizelerimi gitmek istiyorum çakıp da kaybolan şimşekler gibi gel gör ki, önümde hatıralar mahzeni parmak uçlarımda paslı çiviler bütün zindanları yıkarak birer birer gözlerin çağırıyor beni. gözlerin en soylu atların koştuğu bir bahar gezegeni çeşmelerin bakınca gülümsediği ırgatların göklere yöneldiği latince bilenlerin nergis akşamlarında göllere meydan okuyup kıyısında şarkılar dinlediği tutkular değirmeni. inciterek aşk kitaplığındaki bütün harfleri kirpiklerinde efsane şairlerin mağrur kalemleri gözlerin çağırıyor beni kaşlarının cilveli bir ahu gibi ömrümüze düştüğü günden beri köleleri ağlattın ey sevda semenderi. adı konulmamış yıldızlardan koparak vadilerde biriken yalnızlığım kalbimi avuçlarına almış tutuyor sana doğru . çölde bir kuyuya mı bırakayım ellerimi geceye otağ mı kurayım buzullar ortasında ne yapayım bilmiyorum ey acılar bedesteni biraz ateş ve hüzün biraz köpük ve leylak gözlerin çağırıyor beni. gittim son ışığından bakışlarının kırdım kanatlarını bin bir gece masallarında zümrüdüanka kuşlarının şimdi nasıl da yürüyorum dağlara karşı farkında mısın umursamıyorum boğazımda düğümlenen yolları bulutları susturuyorsun söylemesinler diye turnaların toprağa dökülen eşsiz definelerini damıt kalbini kuşkulu yokuşlardan kurtul karanlığından fotoğrafların her köşede ısırgan edalı kan evleri her menzilde leylayı küçümseyen kaktüsler ne seni görüyorum hayatın boşluğunda ne de son anlarında resmini büyütüyor yokluğunla savaşan intihar temrinleri. gizlenme ardına fesleğenlerin bahaneden bıkmıştır bezirganlar, mevsimler yüzeyde ve sancılı haykırışlar uğruna derinden ve telaşsız bir uyanıştır şiir bu yüzden zehre batmış urganlar gül kokulu bu yüzden gözlerine ayarlıdır saatler. o öpüp okşadığın yaprak akkorsa şimdi kim bilir hangi zaman gönlüme uğramıştır kollarına aldığın mutluluk servileri bana dokunduğunda sessizce ağlamıştır simyası bozulduysa dilimin, kelimeler bir volkandan geriye kalan ırmaklar gibi bilinmez ki nereden akmıştır yüreğime. geçerek en azılı köprülerden, duraksız varmak için sevdanın tükendiği ülkeye duygularına ölüm yüklüyorum ömrümün yaklaştığım her sahil tutuyor ellerimi mor bir yangın, hercai dalgalar, kum taneleri çakallar iniyor dağlardan apansız ardımsıra gölgeler, gökkuşağı rengarenk uçurtmalar gibi kaplıyor göklerimi gözlerin çağırıyor beni. oysa ben hiç görmedim dünyada gözlerini takılmadım engellerine nilüfer bakışlarının bir ses beklediysem yankılansın diye evrenimde kalbinden benim adıma sevdalı bir vuruşun özlemiydi süsleyen sokaklarımı, şehirlerimi gözlerin çağırsa da beni çağırmadan kalbin çatlayan gözlerimi görmeden ellerinde hangi toprakların yayılıp hangi tohumların yeşerdiğini tutunmayacağım zamana dilenci gibi hala uzaklardan işaret parmağıyla gözlerin çağırsa da beni gidiyorum; adımlarım yaz kurdu, güz kefeni Sanskritçeye çekilmiş atlar gibi geceleri o geceleri soyutlanmış uykular ağıyor parmaklarından. Ve ıtır çiçekleri tükenirlerdi çivit rengi sokaklarında şarkıları delinirler çarşambaları ırmakta boğulurlardı. Sonraları benares'in tüm eski orospuları gibi bayramlarda sanskritçe ölümlere çarpıp şarkılara şarkılara düşerlerdi. Mercan, uçuk dudağında kan, İnci inci, soluk sakağında ter. Ne bas yedi, ne kan içti bu meydan Bu meydan aşık atan canını ister.. Tatlıydı akrebin sana kıskacı, Acıya acıda buldun ilacı; Diyordun, geldikçe üst üste acı: Bir azap isterim bundan da beter.. Sana taş attılar, sen gülümsedin, Dervişin bir çiçek attı, inledin, Bağrımı delmeye taş yetmez, dedin, Halden anlayanın bir gülü yeter. Ger aslım sorarsan ben bir niyazım Sabır ilmi derler yerden gelirim Katre idim şimdi ummanlar oldum Arştaki kandilden nurdan gelirim. Ben 'kal u bela da ' buldum izim'i Döndürmedim bir dem Hakk'tan yüzümü Ateş-i aşkına yaktım özümü Halil İbrahim'le nardan gelirim. Sual eylerisen benim sırrımdan Cümlemizi var eyledi varından Yarattı Muhammed Ali nurundan Hakk ile hak olan sırdan gelirim. Cebrail çerağı alır eline Seyretmeye gelir dostun iline Hayranım şakıyan dudu diline Rıdavan kapı açtı şardan gelirim. Teni sual etme ten kuru tendir Can anın içinde gevher-i kandır Bu ilim deryası bahri ummandır Sırrı kal eyleyen serden gelirim. Mansur ile varıp dara çekildim Yusuf ile kul olup bile satıldım Şam'da İsa ile göğe çekildim Musa ile dahi Tur'dan gelirim. Mahkemede sual sordu kadılar Kitapları orta yere koydular Sen bu ilmi kimden aldın dediler Üstadımdan aldım pirden gelirim. Nesimi'yim ikrarımla belliyim Gerçek erenlerin kemter kuluyum Ali bağçesinin gonce gülüyüm Münkir münafıka Hakk'tan gelirim Şiir okuyacağım.. Dinlemeye geliniz... Çok da alkış istemem: İncinmesin eliniz! Taştın yine deli gönül Sular gibi çağlar mısın Aktın yine kanlı yaşım Yollarımı bağlar mısın. Nidem elim ermez yâre Bulunmaz derdime çare Oldum ilimden avare Beni bunda eğler misin. Yavı kıldım ben yoldaşı Onulmaz bağrımın başı Gözlerimin kanlı yaşı Irmağ olup çağlar mısın. Ben toprak oldum yolunda Sen aşırı gözetirsin Şu karşıma göğüs geren Taş bağırlı dağlar mısın. Harami gibi yoluma Aykırı inen karlı dağ Ben yârimden ayrı düştüm Sen yolumu bağlar mısın. Karlı dağların başında Salkım salkım olan bulut Saçın çözüp benim içün Yaşın yaşın ağlar mısın. Esridi Yunus'un canı Yoldayım illerim kanı Yunus düşte gördü seni Sayru musun sağlar mısın Yıkıcı bir aşk bu, Yıkıyor milletin ortasına Tutku yükünü. . Bölücü bir aşk, Ekmeği suyu bölüyor Günde üç öğün. . Hain bir aşk bu, Sizin eve hırsız girer Onunkine polis. . Yasadışı bir aşk, Evlenmeyi Hiç mi hiç düşünmüyor. . Soyguncu bir aşk bu, En sıradan ezgilerden Sevinçler devşiriyor. . Kökü dışarda bir aşk, Dante ile Beatrice'inkine Fena öykünüyor. . İşgalci bir aşk bu, Samanlık sevişenin diyor Başka şey demiyor. Başka biri olacaksın istemesen de Tenine başka bir ten dokunduğunda Gövden buluştuğunda başka bir gövdeyle Başka bir nefesle karıştğında nefesin. Başka biri olacaksın istemesen de Gece uykunda ya da gün ortasında İrkileceksin apansız bir duyguyla Bir uçurum kıyısında sendelemiş gibi. Başka biri olacaksın istemesen de Bakışlarımın izini taşıyan giysilerin Tüketecek ömürlerini birer birer Değişecek yeri bir dolabın,pencerede bir çiçeğin. Başka biri olacaksın istemesen de Dudaklarında benden sonraki bir çizgi Tanımadığım bir ton gülüşünde Ve artık beni unutmaya başlayan gözlerin. Sonra,sonra başka birisin mevsimidir müphem bir meltem yoklar dal uçlarını gizlice ürperir yaseminler körfezde deniz dalgın bilinmez hangi aşktan arta kalmış vahim bir yalnızlığı dinler. mevsimidir artıke erken kararır sular her biri bir bulut ardına sinmiş yıldızların korular terk edilmiş ağaçlar duman duman yalılar tenha kanlıca ilk yağmurla serinler. mevsimidir nedense ölmeye heveslenir insan uzaya bir avuç yıldız tozu gibi savrulmaya rayından çıkmıştır yaşamak bir eskimişlik duygusu nereye baksan gücü yetmez kimsenin kimseyi kurtarmaya çünkü ne güzeller zehir zemberek güzeldir artık ne zehir zemberek çirkindir yeni çirkinler Adı nedir bilinmez bir şey çekilip gider, beklenmedik bir anda yeşilliğinden parkın; Duyulur pencereye durunca daha yakın, ve suskunluk olunca. Israrcı, güçlü öter,. ağaçlıklar içinden şakır bir yağmurkuşu, mübarek Jerome’yi çağrıştırarak akla: Yükselir yoğunlukla, nasıl da, sağanakla dinlenecek bu sesten yalnızlık ile coşku.. Duvarları salonun ve yağlı boya tablolar işitmek istemezler sanki çekilip geri diyeceklerimize etmezler müsaade.. Öğleden sonraların belirsiz ışıkları yansıdığında ölgün halılar üzerinde insan çocukken ancak böyle korkuyla dolar.. Çeviri: Osman TUĞLU Ah eden kimdir bu saat kuytuda Sustu bülbüller,hıyaban uykuda Şimdi ay bir serv-i simindir suda Esme ey bad,esme canan uykuda. Başka aşıklardan almışsan nefes Başka yerden, başka vadilerden es Doğmasın ruhunda ani bir heves Esme gülşenden ki canan uykuda Ben çöller fırtınası Ben anaların yası Ben tarihlerin yoluyum. Vurulmuş saldırmışım Düşeni kaldırmışım Gariplerin sağ koluyum. Türkü söyler dillerim Nasırlıdır ellerim Ben söğütlerin dalıyım. Ben gönüller bekçisi Dertlerin emekçisi Ben Anadolu doluyum. Yüreğim çatalcadır Bakışım kartalcadır Ufuklara sevdalıyım. Türkü söyler dillerim Nasırlıdır ellerim Ben söğütlerin dalıyım. Ben gönüller bekçisi Dertlerin emekçisi Ben Anadolu doluyum Tuzağa düşmüş bir ceylanın bakışındaki hüzün değildir umut Kınalı keklik gibi ürkek bir kuş da değildir Ne yalvar yakar olmuştur zulmün pençesinde ne de düşürmüştür kırların ve türkülerin onururunu yere Baharda bir tomurcuk gibi patlayan öfkedir umut barajını yıkan bir ırmaktır açılır serpilir ve büyür kıyısında sevda Emzirir aşkı emzirir ve büyütür gül nakışlı sabırlardan ferhat'ın direncini bin yılların sabır taşını çatlatırlar açar bin yılların kapısını. Düşman dönük bir mavzer gibidir umut yaratır tetik ve parmak en gürbüz çocuğunu tarihin. AHMET TELLİ Ben sana mecburum bilemezsin Adını mıh gibi aklımda tutuyorum Büyüdükçe büyüyor gözlerin Ben sana mecburum bilemezsin İçimi seninle ısıtıyorum. . Ağaçlar sonbahara hazırlanıyor Bu şehir o eski İstanbul mudur Karanlıkta bulutlar parçalanıyor Sokak lambaları birden yanıyor Kaldırımlarda yağmur kokusu Ben sana mecburum sen yoksun. . Sevmek kimi zaman rezilce korkuludur İnsan bir akşam üstü ansızın yorulur Tutsak ustura ağzında yaşamaktan Kimi zaman ellerini kırar tutkusu Bir kaç hayat çıkarır yaşamasından Hangi kapıyı çalsa kimi zaman Arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu . Fatih'te yoksul bir gramofon çalıyor Eski zamanlardan bir cuma çalıyor Durup köşe başında deliksiz dinlesem Sana kullanılmamış bir gök getirsem Haftalar ellerimde ufalanıyor Ne yapsam ne tutsam nereye gitsem Ben sana mecburum sen yoksun. . Belki haziran da mavi benekli çocuksun Ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor Bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden Belki Yeşilköy'de uçağa biniyorsun Bütün ıslanmışsın tüylerin ürperiyor Belki körsün kırılmışsın telaş içindesin Kötü rüzgar saçlarını götürüyor . Ne vakit bir yaşamak düşünsem Bu kurtlar sofrasında belki zor Ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden Ne vakit bir yaşamak düşünsem Sus deyip adınla başlıyorum İçim sıra kımıldıyor gizli denizlerin Hayır başka türlü olmayacak Ben sana mecburum bilemezsin. Bitme, bak, içtim, yürüdüm, kederlendim Denize girdim, üşüdüm, sana geldim.. Düş bitmeden sen bitme. Bitmeden sevgi gitme…. Bitme! Bak, koştum, savruldum, hep örselendim. Cıgara ziftlendim, ille de seni sevdim. Uzaklarda öyle çok kederlendim.. Günler bitmeden bitme. Bitmeden hasret gitme…. Bu yangın geceler, bu intihar. Gidersen paramparça yüreğimde ağıtlar! Bu dolunay gecenin göğsünü yarar. Benim göğsümde de sana geniş bir yer var.. Düş bitmeden sen bitme. Bitmeden sevgi gitme... Tohumdun yüreğimde fidan oldun büyüdün, Ağaç idin bağımda, çınar oldun yürüdün.. Nasıl söküldün öyle, çatır çatır içimden, Köklerin yüreğimde kan revan oldu birden.. Çalı çırpı bıraktın giderken yüreğimde, Hepsi bir kıymık gibi beynimin her yerinde.. Dilin ne derse desin, gözün öyle demiyor, Seni sevmedim derken, dilin yalan söylüyor.. Burası Ulus parkı, karşımız Anadolu, Gönlümün öbür yanı ondan böyle sır dolu.. Yalnızım bu şehirde, hem de yapayanlızım, Boğuluyorum gitme, şair olur bir yanım.. Yok böyle demiştim ben, yanlış anladım hemen, Bunun hepsi hikaye, baştan komiğiz zaten.. Kendimizi kandırdık, kargalar güler buna, Birde ciddiye aldık, karganın papuç damda.. Bu koca alemde biz, varla yok arasıyız, Olmasak da olurdu, varsak yaşamalıyız.. Olmayacak duaya amin demeyelim biz, Herkes kendi yoluna biz hep böyle gideriz... ... ve nihayet gelip çattı Bir dilimi zehir zıkkım Bir dilimi candan tatlı Masallarla indi yere Sebil oldu cümle hikâyelere Kara kara kazanlarda kaynadi Diyar diyar al kanlara boyandı. Türkülerde ateş alev yandı tutuştu Gördes kiliminde nakış Minyatür bahçelerinde suret kesildi Ve nihayet gelip çattı Elveda belirsiz bedava sevinç Uçan kuşa eşe dosta elveda Bütün haşmetiyle gelip çattı Bir dilimi zehir zıkkım Bir dilimi candan tatlı Sana geldim Mevlana... Düştüm yollara Fatiha'larla Önümde yemyeşil ışıktan bir iz Yıkanmış yaprak gibi tertemiz. Sana geldim Mevlana... Herşey öylesine mağrur,sessiz,tertemiz Geçmiş asırlardan beri tertemiz Bir el dokundurursam sandukalara Uyanır Horasan erleri. Sana geldim Mevlana... Divan durdum önünde, duygulu, sessiz İçimde ne hasret, ne gül, ne bülbül Şimdi ezan nur alem, nur Konya İşte sabır, işte aşk, işte tevekkül Sen bilirsin Mevlana.... Sana geldim Mevlana... Ayet ayet İslam,nakış nakış Türk Bir türbe içinde ne güzel mana Serin bir rüzgarla çok uzaklardan Sana geldim Mevlana... Aşıklar aşka gelende, dilinden söz alınmaz Söz; telde kendini bulur, elinden saz alınmaz Aşıkın aşkı deryadır, onda yok olur damla Kazanda kaynayan suyun, içinden tuz alınmaz.. Gündüz güne teslim oldum, geceler aya tutsak Irmaklarda toy olurken, dereler çaya tutsak Bilir misin ey sevgili, bu garip neye tutsak İnsanoğlu gizli sırdır, özünden öz alınmaz.. Kardelenler kara mahkum, bülbüller zar içinde Sensin benim tek umudum, yaşarım zor içinde Pervanesi olduğum yar, geceler kor içinde Ocak yanar alev olur, ataştan köz alınmaz.. Sen söyleme eller desin, eğer varsa kıymetin Aşkını kabristan eyle, yıkılmasın devletin Ey Sefai bu dünyada, üç metre bez servetin Ehli gönül sarrafa de; altından toz alınmaz. Hayat soğuk, yağmurlu ve vurdumduymaz bir İstanbul gecesiydi... Ve gece yağan yağmur hep ürkütürdü beni. Yağmur değil yalnızlığımdı pencereleri damla damla yalayan, yıllarımı dolduran sensizlikti... Hep bir yanı yarımlık, hep senden uzaktalık, hayattaki tek 'kimse'mden yoksunluk, yani kimsesizlikti. Bir kavuşma mucizesine inanma yolunda harcanmış bir hayatın ansızın sonuna gelme, ve o mucizeyi yaşayamadan bir başına ölme korkusuydu yağmur…. Yine yağmur yağıyor, yine gece... Yine İstanbul... Ve sen kollarımın arasından sıyrılıp kalkıyorsun yataktan. Nereye gidiyorsun sevgilim? . Sadece sana sarılarak uyuduğumda nefes alabiliyordum. Beni kollarına aldığında, yüzümü masumiyetinin yurduna, o kimsesiz boynuna dayadığımda, kokunu kalbimle soluduğumda... Uykun benim cennetimdi. Çünkü cennet sadece ikimizin olabildiği yerdi benim için. Ne sana aşık kadınlar, ne sevdiklerin, ne geçmişin, ne yarının...Uykunda sadece ikimiz vardık. Aşkıma dar gelen sevgi sözcüklerine ihtiyacım yoktu orada. Sana sevgimi anlatmaya, ispat etmeye ihtiyacım yoktu artık. Aşkımızın kokusuydu sana beni anlatan, sana seni anlatan.... Beni gerçekliğin o soğuk, o köpüklü dalgalarıyla yutan ve alıp alıp senden ötelere savuran hayatın dışındaki tek kaçış tünelimdi uykun. . Önce kolunu çekerdin başımın altından, sonra sırtını dönerdin. Usulca sarılırdım sana arkandan, seninle ya da sensiz geçen yılların hasretiyle... Ardından yavaş yavaş kollarımın arasından sıyrılırdın...Yıllardır taşımaktan yorulmadığım hasretin, tenimden tenime akan o ateş, ağır gelirdi bedenine... Uyuyamıyorum, nefes alamıyorum, lütfen sarılma, derdin... Yatağın bir ucuna sığınmış bedeninden kovulmak, hayatından kovulmak gibiydi benim için. Sığındığım, soluk aldığım tek cennetten kovulmak gibiydi. Beni uykunda terk etmen, gerçek hayatta terk edişinden bile ağır gelirdi. Yanıbaşındaki sensizlik, o rutubetli evimdeki, o baştan ayağa sen olan evimdeki unutulmuşluğumdan çok daha ağır gelirdi. . Seni kaybetme korkusu öyle işlemişti ki hücrelerime...Yataktan doğrulduğun anda bu korkuyla açılırdı gözlerim. Bilinçaltım konuşurdu benim yerime... Su içmek ya da tuvalete gitmek için kalktığın asla aklıma gelmezdi. Gittiğini düşünürdüm yalnızca... O saatte kendi evini terk edip, nereye gidebileceğini sorgulamadan, sadece beni o sonsuz hiçlikte, o en masum rüyada, cennetimizde, uykumuzda bir başına bırakıp, kaybolacağından korkardım. Bana hep aynı soruyu sorduran bu yüzyıllık korkuydu işte: Nereye gidiyorsun sevgilim? . Beni yeniden hayatın içinde, gerçeklerin ortasında bir başına mı bırakıyorsun? Beni yeniden unutuluş sürgünlerine mi gönderiyorsun? Nereye gidiyorsun sevgilim? . Oysa seni uyutmayan içindeki o yangınlı hesaplaşmaydı. Gece iner, aşıklar, yüzler, bedenler, anılar kaybolurdu; sadece ikimiz kalırdık. Ve sen uykunda sevgimle hesaplaşmaya dalardın. Cennette cehennemi hatırlardın.. Dönüp geriye bakıyorum da, sanki yıllar değil yüzyıllar geçmiş aramızdan... Aramızdan ayrılıklar, ihanetler, kayboluşlar, vazgeçişler, yeniden bulmalar, korkular, yalnızlıklar, savrulmalar geçmiş. Ve bu ilişki ne çok biçim değiştirmiş... . Seni yollarca, şehirlerce uzağından sevdim. Seni kelimelerce, şiirlerce yakınından sevdim. Seni dünya üzerinde sanki ilk kez benim için kalemi eline alıp da yazdığın mektuplarca sevdim. Seni umutsuzca, beklentisizce, hayallerce sevdim uzağından. Hayatımı öyle olduğu gibi bıraktım. Şehrine geldim, ama kalbine giremeden sevdim. Neydik biz o yıllarda hiç düşündün mü? Neydik birbirimiz için sevgili? . Geldim. Bana destek olacak, sırtımı vereceğim bir aşkın yoktu arkamda. Kendime yeni bir hayat kuracağım yalanını, kendim dahil, sen dahil herkese söyledim. Oysa tek istediğim seninle birlikte bir hayattı. Öyle cesaretsizdim ki karşında ve öyle açık sözlüydün ki bana karşı, ancak iddiasız bir sığınmacı olabildim hayatında. Hayatına iltica etmek isteyen bir yürek sürgünü... Bir aşk meczubu sadece.... Dürüstlük kimi zaman yalanlardan çok daha acımasızmış, sevgili... Gerçeğin buzdan ülkesinde yapayalnız kalan yürek, hayatta kalabilmek için yalanları bile özleyebilirmiş kimi zaman... Bana aksini ispat etmek için elinden geleni yaptığın o yıllarda, buzlar ülkesinde biraz olsun ısınabilmek için, aslında beni sevdiğin yalanına inandırmıştım ben de kendimi... . Aşkıma kapalı bir kapının önüne bırakılmış yaralı bir kuş gibiydim. İnanacak, bir ibadet gibi yaşayacak tek şeyimdi senin aşkın. Karşılıksız, güvensiz, sessizce yaşanan bir aşk... Nasıl da hoyrattın bana karşı... Kalbinde değil miydim gerçekten? Neydik biz söylesene? O yıllarda senin neyindim ben sevgili? Can yoldaşın mı? Yol arkadaşın mı? Dostun mu? Sevgilin mi? .. . Sonra bir gün geldi ve unutuldum. Ve bu sorular birer birer bıçak gibi saplandı yüreğime ve yüreğimde yanıtlarını buldu. Unutuluş hepsinin acımasız cevabı oldu. Sonrası dipsiz bir karanlık... Sonrası çaresiz bir çıldırış... . Hayata karışmamak için tek kalkanım, tek sığınağımdı aşkın. Tek silahımı yitirdim ve hayata teslim oldum. Aldı beni savurdu başka bedenlere, parçası olamadığım o kırık dökük öykülere... . Kırgınlık kimlik değiştirdi ve vazgeçiş oldu benim için. Unutmanın en ağırı unutamadan unutmaktır. Seni sonsuza kadar kaybetmek kimlik değiştirdi ve unutmak oldu benim için. Seni unuttuğum yalanıyla hayatı kandırmaya çalışınca hayat hiç olmadığı kadar acımasız tokatlar indirdi yüzüme... Sonrası dipsiz karanlık... Sonrası hatırlamaya bile dayanamadığım düş yıkımları... Sonrası kesif, karanlık ve rutubetli bir kuyu... Koskoca bir boşluk... Sonrası 'yalnızlık' kelimesine sığmayacak kadar derin bir yalnızlık.... Kaç zaman sonra bilmiyorum, bir gün geldi ve beni yeniden hatırladın. Yokluğumda kendine kurduğun hayat, beni yasak bir ilişki haline getirdi bu kez de... Ve bu ilişki bir kez daha kimlik değiştirdi. Seni, bir başkasıyla birleştirdiğin hayatına uzaktan bakarak, kalbimi kıskançlığın lanetli hırsına teslim ederek, kısıtlı zamanlarda, gizli saklı buluşmalarda, o doyumsuz kaçamaklarda sevmeyi de öğrendim... Hasretinin o tarifsiz kokusu burnumu sızlatırken yapayalnız uyumayı da öğrendim. Yağmurlu İstanbul gecelerinde o baştan ayağa sen olan evimde kaderimle kıyasıya yaşamayı da öğrendim, sevgili... . O zamansız unutuluşun ardından yeniden hatırlanmanın sevinci, seni paylaşmaya boyun eğmenin ve hep gizliliğin gölgesinde kalacak olmanın acısına büründü. Uykunda soluğunun bir başka soluğa karıştığını bilerek geçirdiğim sayısız gecelerde, gururumu parça parça bölüp aşkıma kurban verdim. O tarifsiz ağrıyı uyuşturmak için ruhumdan, kimliğimden, kadınlık onurumdan vazgeçtim. Her şeye rağmen direnebilmek için kendimden vazgeçtim. Geriye dönüş kapılarını sonsuza kadar kapatmış oldum böylece. Ruhumdan kendimi kovup, tüm hücrelerime sadece aşkını yerleştirdim. İşte o andan itibaren, sensizlik artık bensizlik oldu sevgili.... Nasıl da telaşlı, nasıl da soluk soluğa yaşardık o kaçamak anları... Aşkımızın en karanlık, en gerçek, ama en yoğun anlarıymış onlar... Sensiz geçen gecelerde yüreğimde biriken kıskançlığın, öfkenin, kırgınlığın ve hasretin hummalı karanlığı, sana kavuştuğum anlarda sevinçten çıldırmanın eşiğinde tarifsiz bir hazza dönüşürdü... Nasıl da ateşliydi sevişmelerimiz... Sana yeniden dokunmak, sanki bulutlara öpücükler kondurmak gibiydi... Huzurla huzursuzluk, hasret ve kavuşma, aşk ve öfke, merhamet ve acımasızlık, kırgınlık ve bağışlama her şey ama her şey sevgimizin taşkın sularında birbirine karışırdı. İki kalbin bir ömre sığdırabileceği tüm duyguları biz o kısacık anlarda soluk soluğa yaşardık.... Sonra hayatını değiştirdin. Yeniden özgürlüğüne kavuştun. Ve bu ilişki bir kez daha biçim değiştirdi. Yıllardır bir savruluş halinde aramızdan akıp giden aşkımız, nihayet dingin, doygun ve emin bir sığınak bulmuştu kendine. O savruk yıllar bile koparamamıştı ya bizi birbirimizden, artık hiçbir şey bu aşkı yıkamazdı. İhanetlerin, unutuluşun, hayatın sınavından geçmişti aşkımız. Tam da birbirimizi hayattan çok uzakta, dokunulmaz bir boyutta sevdiğimize inanmaya başlamışken, dudaklarından dökülen o lanetli cümle korkularımı yeniden uyandırdı, geçmişi zamandan koparıp aramıza soktu yeniden: 'Varlığın artık bana acı vermiyor...'. Ah sevgilim, ayrılık trenini çoktan kaçırmadık mı biz? Bulup bulup kaybetme oyunlarını çoktan tüketmedik mi? O dünyevi aşk oyunlarından, kıskandırmalardan, kaçamaklardan çoktan vazgeçmedik mi? Birbirimizi en ağır ihanetlerde sınamadık mı? Anlamadın mı artık, varlığım sana acı vermek için değil... Sadece seni sevmek için yaşadım ben! . Senin için bir ilişkide girilebilecek bütün kimliklere bürünmedim mi? Önce aşkla değil kalbinin boşluğuyla tutunduğun bir can yoldaşıydım... Yüreğin bir başkasına kapılarını açtığında hayatından dışlanıp unuttuğun oldum sonra... Başka hayatlarda, başka ilişkilerde seni unutmaya çalışırken, belki de aslında sadece seni ararken kıskançlıktan deliye döndüğün oldum... Kalbime geri dönmek istediğinde gururumun gemilerini yakıp, metresin oldum... Vicdanın oldum senin... Merhametin oldum... Pişmanlığın oldum... Hazzın en sıradışı boyutlarını seninle paylaşan fahişen oldum... Arkadaşın oldum... Kardeşin oldum... Sevgilin oldum... Söylesene kaç kez biçim değiştirdi bu ilişki? Kaç kez kimlik değiştirdim seni sevebilmek için... . Anlamadın mı artık, varlığım sana acı vermek için değil. Sadece seni sevebilmek için yaşadım ben... Hala seninle geçireceğim anların telaşıyla tüketir gibi yaşıyorum sensiz geçen günlerimi. Yıllar geçti, hala seni görecek olmanın kalp çarpıntılarıyla, yalnız senin için giyiniyorum en güzel giysilerimi. Sen güzel bulasın diye geçiyorum aynaların karşısına. . Seninle geçen zaman bir daha tekrarı olmayan, doğaçlama bir melodi gibi benim için... Sanki birlikte yazılmış kaderimizin sayılı dakikalarından an çalıyorum. Öylece karşında oturup seni seyretmeyi, sana yemek hazırlamayı, seninle sohbet etmeyi, dostlarını ağırlamayı, seninle birlikte uyumayı, yani paylaştığımız ne varsa hepsini bir daha asla okuyamayacağım bir şiiri kelime kelime içime sindirir gibi, soluk soluğa hissederek yaşıyorum... Öyle birikmişsin ki içimde... Seni yaşamakla tüketmem, seni sıradanlaştırmam mümkün değil. İçime çektikçe çoğalıyorsun.... Şimdi varlığım her geçen dakika daha da daralan gizli bir çember örüyor etrafına. Her geçen gün biraz daha uzaklaşıyor, biraz daha kanıksıyorsun beni... O peşini bırakmayan yaralı geçmişin aramıza korku duvarları örüyor. Hayatını tüm kalbimle kucakladığımı hissettiğim anda ansızın yüzünde beliren o eski kaygıların alıp seni benden çok uzaklara, derinlere, yalnızlık kuyularına sürüklüyor. Yeni isimler, yeni aşk öyküleri, başka yüzler, başka bedenlerle kaçış planları yapıyorsun kendine... Gece ansızın seni uyandıran, kolunu başımın altından çeken, seni yatağın ucuna kadar götüren, uykunu bölüp ayağa kaldıran ve bana hep o aynı soruyu sorduran bu korkular değil mi...: 'Sevgilim nereye gidiyorsun? '. Sevgilim nereye gidiyorsun? Orada ne var? Benliğini kıstırdığın duvarların arkasında soğuk, uçsuz bucaksız bir yalnızlıktan başka ne var? Neden kaçıyorsun? Neden bu aşkı sonsuzluğa, özgürlüğe, daha önce hiç yaşamadığın sınırsızlığa bir kapı olarak görmüyorsun? Ben senden gitme ihtimalini hiçbir zaman çalmaya yeltenmedim ki... Sevgim seni tüketmek değil, çoğaltmak içindi... Sevgim dünyanın yaşanılası bir yer olduğuna inanman, inanmamız içindi... Yüreğimizin çok derinlerinde yaşayan o iki masum çocuğun soluk alabilmesi için bir gökyüzüydü sevgim... Ben senin kanatlarını hiçbir zaman çalmadım ki... . Öyle çok reddedildim ki, öyle çok unutuldum ki senin tarafından, sensiz kalmak yüreğimi ezen tek korku artık. Öyle ki hayatım yalnız bir korku halinde ayakta duruyor şimdi... Korkumu gerçeğe büründürdüğün anda yıkılıp gideceğim. Her şeyi tükettim. Hayata tutunmak adına ne varsa her şeyi yaktım seni sevebilmek için... Tüm sabrımı, kendime ve insanlara güvenimi, sevginin hayatın tek harcı olduğuna olan inancımı... Artık senden başkasına verecek enerjim, sevgim ve hayatla hesaplaşacak bir benliğim kalmadı. Geriye dönüp sığınacak bir kendim kalmadı.... Şimdi bana varlığımın sana acı vermediğini söylüyorsun. Gitmemi istiyorsun, sonra yeniden gelmemi... Ve sonra yeniden gitmemi... Beni sensizliğin o dipsiz çukuruna önce sarkıtıp, sonra yeniden gün ışığına çıkarıyorsun. Sevgimi, yokluğumu hissettiğin yerde bulmak istiyorsun. Aşkımın benliğini ve hayatını ele geçirmesinden duyduğun o sebepsiz korkuyu yenmek için, bana seninleyken tekrarı olmayan bir şiiri hatırlatan zamanın, sana benimleyken gösterdiği monoton ve tüketici yüzünü yok etmek için oynadığın bir oyun bu belki de... Beni deliliğin sürgünlerine yollayıp, sonra yeniden kalbine çağırıyorsun. . Korkuyu beklemenin telaşı korkunun kendisinden çok daha ürkütücü biliyor musun? İşte bu yüzden sensizliğin karanlık kuyusuna kendi ellerimle bırakıyorum kaderimi. Korkuyu beklemekten vazgeçiyorum, ama asla seni sevmekten değil, sevgili... Sana veda etmeden kayboluşa karışmam da aslında sadece bunun için... . Madem varlığım acı vermiyor sana, madem ki ancak yokluğumda sevgimi hissedebiliyorsun, öyleyse yokluğumla kal sevgili... Madem ki yokluğumla daha mutlusun, o halde yokluk benim bu aşk için büründüğüm son kimlik olsun.... cezmi ersöz Bana sor sevgili kâri’, sana ben söyleyeyim, Ne hüviyyette şu karşında duran eş’ârım: Bir yığın söz ki, samîmiyyeti ancak hüneri; Ne tasannu’ bilirim, çünkü, ne san’atkârım. Şi’r için “gözyaşı” derler; onu bilmem, yalnız, Aczimin giryesidir bence bütün âsârım! Ağlarım, ağlatamam; hissederim, söyleyemem; Dili yok kalbimin, ondan ne kadar bîzârım! Oku, şâyed sana bir hisli yürek lâzımsa; Oku, zîrâ onu yazdım, iki söz yazdımsa. Hayır, hayal ile yoktur benim alışverişim, İnan ki her ne demişsem görüp de söylemişim. Şudur cihanda benim en beğendiğim meslek: Sözüm odun gibi olsun, hakikat olsun tek. Kollarında eski balık dövmeleri teodor kasap perhiz ahali içmez ey türkçe rakı çıkmıştır kapalı ve geniş muhlis sabahattin'den ayşe opereti ne güzel bir hiç. Üç yıllar var ki minyatürlere mahkum teodor'un o eski balık dövmeleri ay osmanlılaşmış abi tüfekçi olmuş ve korkunç taş gülmekler muhlis'te gibi merdivenli bir sokaklar uzatmış çiçek bahçelerine kaçabilsin ayşe atlı tramvaylarla ne güzel bir hiç. İşte o biçim gecelerde kucaklamış getirir enflasyon arkadaşlarını kova abdülhamit akşam gazeteleri dağlar gibi yalnızlık ne güzel bir hiç. Saçların omuzlarından aksın Mermer üzerinden geçen su gibi İçinde ezgin bir his duyacaksın Yaz vaktinin gündüz uykusu gibi. Saç tel tel örtüler hep tül tül düşer Gözünün değdiği yere gül düşer Sonunda sana da bir gönül düşer Gönlümün şimdiki duygusu gibi. Dillerde dökülüp sayılır saçın Sıcak nefeslerle bayılır saçın Bir tütsüdür kalbe yayılır saçın Kararan gözlerin buğusu gibi Âfâk bütün hande, cihan başka cihandır; Bayram ne kadar hoş, ne şetâretli zamandır! . Bayramda güler çehre-i mâ'sûm-i sabâvet, Ümmîd çocuk sûret-i sâfında ıyandır . Her cebhede bir nûr-i mücerred lemeânda; Her dîdede bir rûh demâdem cevelândır. . Âlâm-ı hayâtın iki kat büktüğü ecsâd Feyzindeki te'sîr ile âsûde revandır. . Ferdâ-yı sükûn perveridir sâl-i cidâlin, Nevmîd düşen kalbe ümîd-âver-i candır. . Heycâ-yi maîşetteki feryâd-ı mehîbin Dünyâda biraz dindiği an varsa bu andır. . Subhunda bahârın şu sabâhat bulunur mu? Bak çehre-i gabrâya: Nasıl şen, ne civandır! . Her sînede bir kalb-i meserret darabanda, Her kalbde bir âlem-i eşvâk nihandır. . Raksân oluyor cünbüş-i dûşiyle anâsır, Gûya ki bütün sadr-ı zemin pür-galeyandır. . Eşbahı da cûşân ediyor feyz-i mübîni, Yâ Rab bu nasıl rûh-i avâlim-sereyandır! . Bayramda gelir yâ da ne hoş hâtıralar ki: Bin ömre verilmez, o kadar kadri girandır, . Iydin bana dâim görünür levh-i kerîmi: Mâzî-i tufûliyyetimin yâd-ı besîmi. . Birinci gün hava bir parça nâ-müsâiddi; İkinci gün açılıp, sonra pek güzel gitti. . Dedim ki: 'Fâtih'e çıksam yavaşça, bir yanda Durup o âlemi seyreylesem de meydanda, . Ziyâret etsem ehibbâyı sonradan... Hoş olur. Bütün gün evde oturmak ne olsa pek boştur. ' . Bu arzû-yi tenezzüh gelince, artık ben Durur muyum? Ne gezer! Fırladım hemen evden. . Gelin de bayramı Fâtih'te seyredin, zirâ Hayâle, hâtıra sığmaz o herc ü merc-i safâ, . Kucakta gezdirilen bir karış çocuklardan Tutun da, tâ dedemiz demlerinden arta kalan, . Asırlar ölçüsü boy boy asâli nesle kadar, Büyük küçük bütün efrâd-i belde, hepsi de var! . Adım başında kurulmuş beşik salıncaklar, İçinde darbuka, teflerle zilli şakşaklar, . Biraz gidin; Kocaman bir çadır... Önünde bütün, Çoluk çocuk birer onluk verip de girmek için . Nöbetle bekleşiyorlar. Acep içinde ne var? 'Caponya'dan gelen insan suratlı bir canavar! ' . Geçin: sırayla çadırlar. Önünde her birinin. Diyor: 'Kuzum, girecek varsa durmasın girsin.' . Bağırmadan sesi bitmiş ayaklı bir îlân, 'Alın gözüm buna derler...' sadâsı her yandan. . Alettirikçilerin keyfi pek yolunda hele: Gelen yapışmada bir mutlaka o saplı tele. . Terazilerden adam eksik olmuyor; birisi İnince binmede artık onun da hemşerisi: . 'Hak okka çünkü bu kantar... Frenk îcâdı gıram Değil! Diremleri dörtyüz, hesapta şaşmaz adam.' . - Muhallebim ne de kaymak! - Şifalıdır macun! - Simit mi istedin ağa? - Yokmuş onluğun, dursun. . O başta: Kuşkunu kopmuş eğerli düldüller, Bu başta: Paldimi düşmüş semerli bülbüller! . Baloncular, hacıyatmazlar, fırıldaklar, Horoz şekerleri, civ civ öten oyuncaklar; . Sağında atlıkarınca, solunda tahtırevan Önünde bir sürü çekçek, tepende çifte kolan . Öbek öbek yere çökmüş kömür çeken develer... Ferâğ-ı bâl ile birden geviş getirmedeler. . Koşan, gezen, oturan, mâniler düzüp çağıran. Davullu zurnalı 'dans' eyliyen, coşup bağıran, . Bu kâinât-ı sürûrun içinde gezdikçe, Çocukların tarafındaydı en çok eğlence, . Güzelce süslenerek dest-i nâz-ı mâderle; Birer çiçek gibi nevvâr olan bebeklerle . Gelirdi safha-i mevvâc-ı ıyde başka hayât... Bütün sürûr u şetâretti gördüğüm harekât! . Onar parayla biraz sallandırdılar... Derken, Dururdu 'Yandı! ' sadâsıyle türküler birden, . - Ayol, demin daha yanmıştı a! Herif sen de, - Peki kızım, azıcık fazla sallarım ben de. . 'Deniz dalgasız olmaz Gönül sevdasız olmaz Yâri güzel olanın Başı belâsız olmaz! . Haydindi mini mini maşallah Kavuşuruz inşallah...' . Fakat bu levha-i handâna karşı, pek yaşlı, Bir ihtiyar kadının koltuğunda gür kaşlı, . Uzunca saçlı güzel bir kız ağlayıp duruyor. Gelen geçen 'Bu niçin ağlıyor? ' deyip soruyor. . - Yetim ayol... Bana evlâd belâsıdır bu acı Çocuk değil mi? 'Salıncak' diyor... . - Salıncakçı! Kuzum, biraz da bu binsin... Ne var sevâbına say... Yetim sevindirenin ömrü çok olur... - Hay hay! . Hemen o kız da salıncakçının mürüvvetine Katıldı ağlamayan kızların şetâretine. İstiyorum ki: Sana giden yolda ne şosa, Ne ufacık bir geçit, ne açılmış iz olsa: Sade sarp yalçın olsa ve sade dimdik kaya, Avuçlarım dizlerim koyulup kanamaya; Kanımla kayalara destanını yazarak - Bahtım siyah olmadan, göğsüm kızıl, alnım ak; Parıltılı gözlerim, yıldız olacak gibi Çıksam sana kaleye çekilen bayrak gibi... Ne anam var gözümde, ne babam, ne sevgilim: Şimdi ben senden başka hiç kimsenin değilim; Dere olsam ardından çağlasam, aksam gitsem; Kartal olsam köşkünü her akşam tavaf etsem; Rüzgâr olsam, okşasam saçını bir yâr gibi; Arz olsam, kucaklasam seni bu diyar gibi; Şimşek olsam adını göğe yazsam muttasıl.... Patlayan fırtınaya göğüs gererse nasıl Gemiler imdat diye koy araya araya Ben de öyle kendimi dar attım Ankara'ya Koparak bir çığ gibi yurdumun bir dağından, Ülküyü içmek için Ankara kaynağından, Yüzünü görmek için yakından bir saniye... Yollarda yıldızlara daldım gözlerin diye, Kılıcın kesti sandım ufka düşen güneşi Bir kesik baş halinde kan olurken ateşi, Başın göründü sandım gün doğarken yollarda Seni mecliste sandım sel çağlarken bir yarda Yapayalnız yollarda sandım çakınca şimşek; Parmağın yeni bir yol gösterdi gürleyerek Dinlemeyi bilmeden yürüdüm günlerce ben, Hasretinden hız aldım koştum gündüz gece ben.. Bu şehrin havasının içime sindirmeye: Senin nefes kattığın bu aziz hava diye. Geldim, sordum: "Nerde O? " gösterdiler yerini, Kıskançlık gösteriyor, sade, sevgilerini, Geleli günler oldu, hep hasret ateşinde, Günlerdir göremedim, koşuyorum peşinde, Bir gün olsun yakından görünmezsen sen bana, "Hedef Akdeniz! " gibi düşeceğim arkana, Öyle ki hain sanıp vuracaklar bir gün de, Çırpınırken kuş gibi kalbim senin önünde.. Vuslat malolmaz sade kana ve gözyaşına Bak yemin ediyorum gençliğimin başına - Bir çetin ısrar varsa darılma bu sözüme - Göreyim, ondan sonra mil çeksinler gözüme: Gür sesimde adın var, kör gözlerime de dol, Gönlümün, gözlerimin ilk ve son ışığı ol.... Neye benden uzaksın, bir başka ırkın gibi? Gönlüm bir hançer gibi, hasretin bir kın gibi Sıyrılmalı bu hançer paslandıran bu kından, Bir kere görün bana yakından, çok yakından Bilmiyorum; Riya ne, hulus ne, ihtiram ne? Doğrudan doğruya ben dönüp senin Kâbe'ne Huşudan çok mukaddes bir cür'etin sahibi Tûr'da "nerdesin" diye bağıran Musa gibi - Kulaklarımda bir gün çınlasın sesin diye- Sana haykırıyorum: "Gazi! Nerdesin? " diye. Sevdasızdan, kavgasızdan, öfkesizden geri dur; Topuksuzdan, tabansızdan, ökçesizden geri dur; Bir üfürük hissedince sahte pozisyon alan, Ot misali sonrasızdan, öncesizden geri dur.. 02.04.2008/Vakit Göğe çıkanlar vardı zikirden kanatlarla Şimdi de çıkanlar var betonarme katlarla... Kardır yağan üstümüze geceden, Yağmurlu, karanlık bir düşünceden, Ormanın uğultusuyla birlikte Ve dörtnala dümdüz bir mavilikte Kar yağıyor üstümüze, inceden.. Sesin nerde kaldı, her günkü sesin, Unutulmuş güzel şarkılar için Bu kar gecesinde uzaktan, yoldan, Rüzgâr gibi tâ eski Anadolu'dan Sesin nerde kaldı? kar içindesin! . Ne sabahtır bu mavilik, ne akşam! Uyandırmayın beni, uyanamam. Kaybolmuş sevdiklerimiz aşkına, Allah aşkına, gök, deniz aşkına Yağsın kar üstümüze buram buram.... Buğulandıkça yüzü her aynanın Beyaz dokusunda bu saf rüyanın Göğe uzanır - tek, tenha - bir kamış Sırf unutmak için, unutmak ey kış! Büyük yalnızlığını dünyanın. MASUMLUK KEHANETLERİ. Görmek Bir Kum Tanesi'nde bir Dünya, Ve bir Cennet bir Yaban Çiçeği'nde, Tutmak Sonsuzluğu avucunda, Ve Ebediyeti bir saatin içinde. Kapatılmış bir kızılgerdan kafese Boğar Tüm Cennet'i öfkeye. Kumru ve Güvercinlerle dolu bir kumru evi Titretir Cehennem'in tüm bölgelerini. Bir köpek, kapısında açlıktan ölen Efendi'sinin, Haber verir çöküşünü Devlet'in. hor kullanılan bir At yol üstünde Yakarır İnsan kanı için Cennet'e. Her feryadı Yaban Tavşanı'nın, izi sürülen, Bir elyaf koparır Beyin'den. Bir Tarla kuşu, kanadından yaralı, Susturur bir Kerub'un* şarkısını. Kışkırtılmış ve kavgaya hazırlanmış Dövüş Horozu Ürkütür Yükselen Güneş'i. Her Kurt'un ve Aslan'ın uluyuşu Ayağa kaldırır Cehennem'den bir İnsan Ruhu'nu. Yabani Geyik, orada burada gezerken, Uzak tutar İnsan Ruhu'nu üzüntüden. Hor kullanılan Kuzu Halk Kavgalarına yolaçar, Ve yine de Kasabın bıçağını bağışlar. Küçük Çitkuşu'nu inciten adam Sevgi görmeyecektir İnsanlardan. Kim getirirse Öküz'ü gazaba Kadınlar sevmeyecektir onu asla. Sineği öldüren oyunbaz oğlan Tadacaktır düşmanlığını Örümceğin. İşkence eden kişi Mayısböceği'nin Peri'sine Bir Kameriye örer sonsuz Gece'nin içinde. Tırtıl, Yaprağın üstündeki, Yineler sana Annenin dertlerini. Güve'nin ya da Kelebeğin canına kıyma, Çünkü Kıyamet yaklaşmakta. At'ını savaş için eğiten kişi Geçemez asla Kutup Engeli'ni. Dilenci'nin Köpeğini ve Dul'un Kedisini besle, Sen şişmanlarsın böylece. Akşamın sona erişiyle uçup giden Yarasa Terketmiştir inanmayan Beyni bunu yapmakla. Baykuş gece vakti ziyarete gelen Dem vurur inançsız'ın korkusundan. Sivrisinek, Yaz türküsünü söyleyen, Zehir elde eder İftiracı'nın dilinden. Zehiri Semender'in ve Yılan'ın Teridir Kıskançlığın ayağının. Zehiri Balarısı'nın Kıskançlığıdır Sanatçı'nın. Bir Gerçeği kötü niyetle söylemişsen Daha kötüdür uydurabileceğin tüm Yalanlardan. Neşe'nin ve Keder'in örgüsü çok incedir, Kutsal ruh için örülmüş bir giysidir; Her kederin ve özlemin altında İpekle örülmüş bir Neşe yatar aslında. Ki böyle olması hakçadır; İnsan Neşe ve Keder için yaratılmıştır; Ve bunu gereken şekilde bildiğimizde, Güvenle ilerleriz Dünya'nın içinde. Bebek daha fazlasıdır Kundak Bezlerinden; Her tarafında bu İnsanlar diyarının Eller doğdu ve yapıldı araçlar, Dillerinden her Çiftçi anlar. Her Göz'ün döktüğü Gözyaşı Bir Bebeğe dönüşür Sonsuzluk'ta; Ve yakalanır ışıltılı Dişilerce, Ve döndürülür tekrar kendi zevkine. Melemeler, Böğürmeler, Kükremeler ve Havlamalar Cennet'in Kumsal'ını döven Dalgalardırlar.Bir Bebek Sopa'nın altında ağladığında Öcünü yazar Ölüm'ün diyarlarına. Kişi Küçük Çocuğun İnancı'yla alay ettiğinde Alay edilecektir onunla Yaşlılık'ta ve Ölüm'de. Kuşku duymayı öğreten kişi Çocuğa Çıkamayacaktır çürümüş Mezar'dan asla. Küçük Çocuğun İnancı'na saygı duyan kişi Yenecektir Ölüm'ü ve Cehennem'i. Çoçuğun Oyuncakları ve Sağduyusu Yaşlı Adam2ın Ürünleridir İki Mevsim'in. Soru Soran Kişi, ki oturuşu pek muzipçedir, Yanıt vermesini asla bilmeyecektir. Şüphe taşıyan sözleri yanıtlayan kişi Söndürür Bilgi'nin Işığını. Cırcırböceği'nin çığlığı ya da bir Bilmece Uygun bir Yanıt'tır bir Şüphe'ye. Karınca'nın İnç'i ve Kartal'ın Mil'i Gülümsetir topal Felsefe'yi. Kişi gördüklerinden şüphe duyuyorsa Ne yaparsan yap, inanmayacaktır asla. Eğer Güneş ve Ay şüpheye düşselerdi O dakika sönüverirlerdi. Prens'in Kaftanları ve palavraları Dilenci'nin Zehirli Mantarlardır Keselerinde Cimri'nin. Dilenci'nin Paçavraları, kanat çırparak havada, Bölerler Gökyüzü'nü parçalara. Daha değerlidir Yoksul'un Çeyrek Peni'si Tüm Altınlardan Afrika sahillerindeki. Cimri'nin topraklarını alıp satar Az Bir Para, İşçi'nin ellerinden zor alındığında; Ya da, eğer yukarıdan korunuyorsa, Alıp satar tüm o Memleket'i. Kılıç ve Tabanca'yla kuşandığında Asker Yaz Güneşi'ne felçli bir halde hücum eder. Biline en güçlü zehir Sezar'ın Defne Tacın'ndan gelmiştir. Çarpıtamaz İnsan ırkı'nı Zırh'ın demiri kadar kimse. Altın ve Mücevherler Saban'ı süslediğinde Kıskançlık boyun eğecektir barış Sanatlarına. Bir Tutku'nun içinde olmak sana İyi gelebilir. Ama Tutku senin içindeyse bu hiç İyi değildir. Bir Memleket'in Kader'ini belirler Kumarbaz ve Fahişe, Devlet onlara resmi izin verdiğinde. Orospu'nun sokaktan sokağa seslenişi Örecektir Yaşlı İngiltere'nin kefenini. Kazanan'ın haykırışı, bedduası Kaybeden'in Danseder Cenaze Arabası'nın önünde Ölü İngiltere'nin Her Gece ve her Sabah Doğar bazıları Acı'ya. Her Sabah ve her Gece Doğar bazıları tatlı Hazza. Doğar bazıları tatlı Hazza, Doğar bazıları Sonsuz Gece'ye. Yönlediriliriz bir Yalan'a inanmaya Göz'ün içinden görmediğimizde, Ki bir Gece doğmuştur, can vermek için bir Gece'de, Ruh uyurken Işık Huzmelerinde. Tanrı belirir, ve Işıktır Tanrı Gecenin içinde barınan o zavallı Ruhlara; Ama bir İnsan Biçimi'ni sergiler Gün'ün Diyarları'nda yaşayanlara. Nasıl bittiyse bundan öncekiler Bu da biter. Bite bite Sonunda ben de biterim Olur biter. anam benim güzel anam ana can ne vardı elini çabuk tutacak beni böyle apar topar sokaklara savuracak ne vardı. sen de güzeldin elbet insanin anası güzel olmaz mi güzeldin elbet güzeldin de anacan şimdikiler bir başka şimdikiler felâket. hele bir bak su kızlara anacan bak da salâvat getir çevir oku kitap kitap resim resim as duvara bas bağrına bir kucak gül. ben mi hiç yaşamadım soyum mu güzelleşti anacan bilseydim bunların geleceğini Erciyes dağına dönse de karnin allem eder kallem eder kaçırırdım treni. anam harcadın beni yaktın beni anacan sevmesem sen küsersin öpmesem babam kızar ne halletsin Hüseyin ne halletsin ozan oğlun İzmir limanında suya çöktüğüm malum suya kırk beş kuruşluk bir akşam çöktüğü yirmi dört yıldızın battığı malum lâcivert üstünde beyaz joseph conrad sipsicim dişlerimin ucundan çekilmiş dört yöne bıçak sırtı telgraf telleri on sekiz nokta yirmi bir hat malum ışıltılı bir sakal gibi çenemden sarkıyor Blaise Cendrars’ın kıvırcık şiirleri iki gözümün arasında üçüncü gözüm akrepsiz yelkovanı delirmiş gömgök bir saat İzmir limanında battığım suya çöktüğüm toprağın ve suyun korktuğu malum. Kirli çarşaflar ağardı karanlıktan Abanoz sokağında akşam olmaktadır Alçacık sedirlerde üryan kadınlar Kötü kadınlar, kederli kadınlar Çaresiz yalnızlıklar içinde Sığınmış merhametine kederin Kan gibi, irin gibi kadınlar. Ezilmiş bir çiçeğe benzer kalpleri Gözbebeklerinde saadetten eser yok Bekleşirler gelecek ilk sevgiliyi Bu umutla sürüklenir sofalarda ayaklar Sahipsiz ayaklar, zavallı ayaklar Ayaklar çeker ağırlığını kaldırımların Sürer ayakların çilesi mezara kadar. Soğuk ürpertileri içinde kimsesizliğin Yorgun yatağında bir kadın ağlar Günahkar dudakları kıpkırmızı Sürmeli gözlerinde mor mor halkalar Bir aksiseda gibi dağılır aynalarda 'Biraz aşk, biraz heyecan, biraz ümit' Böylece hayat geçip gider loş odalarda. Solar güneş ışığı çiçekli basmalarda Boyanır efkarlı yüzler ağır ağır Kalçaları çürük içinde bir kötü kadın Unutulmuş türküler söyler hafiften Basık tavanlı odalar aydınlanır Alçacık sedirlerde üryan kadınlar Abanoz sokağında akşam olmaktadır Bir bağ, Bu dünya ile sonraki arasında; Susayanlar için, bir tatlı su havuzu; Bir dikili ağaç Güzellik ırmağının kıyısında dileyen aç kalplere olgun meyveler sunan. Umutla şakıyan bir kuş Konuşmanın dallarında Bedenleri duyarlılıkla dolduran ezgilerek söyleyerek Yükselip Cennetleri dolduran Bir beyaz bulut gökyüzünde Ve sonra cömertlik saçan Hayat'ın kırlarındaki çiçeklere. bir melek. Tanrılar'ın gönderdiği insanlara tanrıların yollarını öğretsin diye. Asrarte'nin yağla doldurduğu Karanlığa yenilmemiş Işıması gizlenmemiş bir ışık apollo'dan saçılan. Tek başına Basitliği giyinmiş Ve duyarlılıkla beslenmiş Doğa'nın koynuna oturmuş, yaratmayı öğrenirken Ve ruhun inişini beklerken Gecenin sessizliğine uyanmış. Duygu bahçesine gönlünün tohumlarını ekmiş bir çiftçi İnsanlar götürür ürününü toplanacağı ambara. Ozan'dır o insanların o yaşarken kulak vermedikleri Ve ayrılınca dünyadan, kendi cennetine gideceğini bildikleri. İnsanların küçük bir gülüşü bile sakındığı şeyleri arayan O'dur; Onun nefesleri yükselip, güzelliğin canlı hayaliyle gökkubbeyi doldurur. Oysa insanlar, ondan yiyeceği ve sığınağı sakınır.. Ne zamana kadar, ey insan, Ey varlık, ne zamana kadar Onur evleri kuracaksın onlara Kanla yoğrulmuş topraktan Ve sana barış ve rahatlık sunanlardan kaçınacaksın? Ne zamana kadar öldürmeyi öveceksin Ve baskı boyunduruğu altında boyun eğenleri? Ve unutacak mısın, günlerin görkemini görmen için Karanlığa ışık saçanları? Onlar ki sırlar içinde yaşarlar Senin erişemeyeceğin o mutluluk ve keyfiyle. Ve siz ey ozanlar Bu hayatın hayatları: Fethettiğiniz yılları İnsanların zalimliğine karşın Ve bir defne dalı kazandınız Aldatmanız dikenlerinden Siz, gönüllerin üstünde bağımsızsınız Ve sonsuz olacak sizin krallığınız Kibrit çakıyorsun karanlıkta badem çiçeklerini görmek için Ve mart denizlerinde tedirgin bir çift sarnıç gemisi gözlerin Bir iş açacaksın sen başımıza yangın mı olur artık, bahar mı? Karanlıklarda, gündüzlerin arkasındayım, Bitmiş ikinci dünya savaşı, uğursuz ve kahraman Uzakta esir uluslar türkü söyler, Türklüğümün farkındayım.. Bir soluk gelmekte karşı gezegenlerden, Vakt içinden inmektedir gölgeler. Toprak üzerinde, atmosferler üzerinde Soğuyan gecemin farkındayım.. Biçimler, evlere, eşyalara rahatça sığmış, Var olmuş var olmayan. Biçimler sonsuzluğa yaklaşmıs, Aklımın farkındayım.. Ne ağaçlar uzanmış mevsimlerimce Ne yıldızlar gerçek, aydınlığım kadar. Aşkla kımıldayan küçücük ışıklar uçuşur içimde yön yön, Yaşadığımı farkındayım. Saçın solduğu, için uyku dolduğunda geçen yaşla, Ve ocak başında daldığın vakit bu kitaba bak, Yavaşça oku ve eskiden sahip olduğu o yumuşak Bakışlarını gözlerinin ve derin gölgelerini düşle. . Kaç kişi sevdi senin hoş zarafetinin cevherini, Ve sevdi güzelliğini aşkla yalan ya da hakikat, Sendeki gezgin ruhu bir tek adam sevdi fakat Ve sevdi senin değişen yüzünün kederini; . Ve çömelerek yanına kızgın ocak parmaklığının Mırıldan bir az, Aşk nasıl da uçup gitti Ve dağların başları üzerinden geçip gitti Ve sakladı yüzünü arasına yıldız kalabalığının. . Çeviri: Dr. Osman TUĞLU Gönül buğday tanesine benziyor, bizse değirmene. Değirmen nereden bilecek bu dönüşün sebebi ne?. Değirmen taşına benziyor beden, düşünce ce kaygı, suyu. Su kulak kabarttı, dinledi, taş başından geçeni söyledi durdu.. Su der ki: Değirmencidir suyu ark'a döken, ona sor sen bu işi. Ey ekmek yiyen, der sana değirmenci, ekmekçi dediğin de kim oluyor bu değirmen bir dönmedi mi?. Başından geçenler uzar gider, gelmez sonu bir türlü. Yücelik sayesinde bilgi değirmeni bir hayli tane övüttü. Söylesin sana, ona sor.. Tebrizli Şems devlet kuşu, padişahın kutluluk göğünde yücelere doğru uçuyor da uçuyor. Yar beni katl eylese kanım helaldır kime ne Ben bilürüm çekdiğim ahile zarım kime ne. Müddeiler arasında dediler kim mey haram Saki-i dilcu elinden ben içerim kime ne. Ham sofular secde kılar mescidin mihrabına Benim ancak yar eşiği secdeğahım kime ne. Ey NESİMİ sözlerin çün kim hatadır dediler Benim ancak bu kadardır ıstılahım kime ne Dinle, kulağını ver de mezara! Ölüler evlattan yana çırpınır. Nesiller arası korkunç manzara; Domuz yavrulayan ana çırpınır.. Kalbten kazıdılar iman sırrını; Hergünün bugünden beter yarını. Acı rüzgarlara vermiş bağrını Türk bayrağı yana yana çırpınır. Bir sevinç incilemiş gözleri yaşlar yerine, İzi üstünde gül açmış kapanan her yaranın. Bir bahar yağmuru halinde derinden derine Çağlıyor her yanı alkışla yeşil Marmara'nın. Bu misafirdir, inan memleketin neyse varı, Böyle bir yüz mü görür bir daha fâni ömrün? Gelin ay Bahr-i Muhit'in köpüren dalgaları, Kırk asırlık yolu bir hızda alan Türk'ü görün Kendini bir suyun akışında Ve suları kendi bakışlarında Bulabilenler bilir bu türküyü. Sen ki anlarsın Bir türkü uğruna Çileler çekerdin yıllar boyu. Soluğunda Yaban menekşelerinin kokusu. Gözlerinde Serin pınarların uğultusu. Dağlar seni yaşardı her gün Ormanlar sıcak dostluğunu.. Ne zaman çatlasa bir kaya Bir çığlık düşse sulara Irmaklar Adını çizer toprağa. Değil mi ki Hep o yangınların adına Adına belasına Özlemi duyulunca özgürlüğün Öfkesini göklere çalan Bir şimşek gibi dalardın yaşama.. Sen ki anlarsın bu yaşamı Aşklar şimdi hücrelerde tutsak Düğünler kelepçeli Doğumlar Ve çocuklar zindanlarda. Bunları nasıl anlatayım sana Bu türküleri nasıl çağırayım Bu ninnileri nasıl. Ölüme Kapkara bir kaygı değil artık Bembeyaz Bir kitap diyoruz koltuğumuzda. Kitapların göğüslerinde kan Bu kanı nasıl okuyayım sana. Şimdi devleşen bir öfkenin Ve sınırlar ötesi bir özlemin Bildirisi okunurken her gün Her saat, her dakika, Can çekişen Bir çağı yaşıyoruz dünyada.. Sen ki anlarsın bu yaşamı Okul yolunda telaşlı bir öğrenci Bir grev gözcüsü işyerinde Okunan kitap Yazılan defter Yükselen bilinç Ve eriyen cevher Şimdi sabahın ala şafağında Doludizgin Bir at gibi giriyor sulara. 1. Yetmiş iki gündür bir dolapta kilitliyim. Yalnızca anahtar deliğinden hava giriyor ve ölü bir ışık sızıyor içeri. Yalnızlık hiç de tanrısal değil, görkemli değil. O yalnızca geçmişle gelecek, ölümle yaşam arasında kocaman bir karanlık nokta. Geçmişi ve geleceği olmayan, ölümle yaşam arasında irinli bir leke yalnızlık denilen. Şimdi ne varsa, anahtar deliğinden sızan havayla ışıkta... (Farkına varsalar, kapatırlar mıydı onu da?) Bütün belleğimdekileri yokettim. Elektrikli bir aygıtla yaktım, jiletle kazıdım. Çığlıkların aralığından uçurdum hepsini, kül edip savurdum.. Adımdan gayrısını bilmiyorum.. 2. Zamanı yiyip bitirdi karanlık. Gece yoktu. Güneş çoktan kömürleşmiş ve yeryüzü yapışkan bir karanlıkla örtülmüştü. Yabanıl sesler geliyordu derinlerden ve karanlığı ince bir bıçak gibi yırtıyordu. Saklayan kırbaç gibi... Acı duvarını aşan bu sesler, madeni bir gürültüye dönüyor ve yerkabuğunu zorluyordu artık. Sesim yoktu. Karanlığın karnında yitirdim sesimi. Kör bir kuyuda unutulan Yusuf'tum belki. Ama durmadan soruyorlardı. Tanrılar bilmiyordu sordukları şeyleri, peygamberler büsbütün hain çıkmıştı. Ama yine de soruyorlar, soruyorlar, soruyorlar.... Adımdan gayrısını bilmiyorum.. 3. İki şeyi bilmek istiyorum. (Belki aynı şeyi iki kere bilmek istiyordum.) Duvarların rengi neydi? Derimin rengi neydi? Dokunuyorum duvarlara; parmak uçlarımla, avuçlarımla, dilimle dokunuyorum. Duvarların bir rengi olmalı. Ama hiçbir duvarcının, hiçbir ressamın bu rengi bildiğini sanmam. Adı yoktu bu rengin, kimyası yoktu. Belki renksizliğin rengiydi bu. Çürüyen bir bedenin kokusuydu duvarların rengi.... Adımdan gayrısını bilmiyorum.. 4. Bir böcek gibi antenlerimi gezdiriyorum bedenimde. Anahtar deliğinden sızan ölü ışıkta ellerime bakıyorum. Ellerim... Sanki bir kadının memelerini hiç okşamamış, sicaklığını duymamış. Ellerim... Her dizesi çığlık olan şiirleri hiç yaratmamış sanki. Ne beyaz tenliyim artık, ne esmer, ne de kara... Cüzzamlının, vebalının bir rengi vardır. İrinin bir rengi... Ölünün bile bir rengi vardır ama derimin rengi yoktu. Belki çürüyen bir kentin rengiydi bu. Çürüyen bir dünyanın.... Adımdan gayrısını bilmiyorum.. 5. Killi, ayakları üzerinde duramayan bir yaratıktım artık. Soyumun neye benzediğini unuttum. 'İnsana benziyorlardı' diye duymuştum bir vakitler. Demek ki şimdi maymun halkasında insanlık.... Adımdan gayrısını bilmiyorum.. 6. Ağzımı anahtar deliğine dayayıp havayı emiyorum. Böcek sokması gibi bir yanma duyuyorum boğazımda. Oysa kuru bir yaprağı bile dalından düşürecek gibi değil bu esinti. Belki çöle dönmüş toprağa tek yağmur damlasının düşüşü yalnızca. Çamur gibi bir yağmur damlası... Ama toprak, bu damlayla çatlatacak bağrındaki tohumu. Çöl, bütün vahalarını bu damlayla yeşertecek... Genzim yanıyor. İnce bir kan şeridi sızıyor dudaklarımdan. Kirli, sıcak ve simsiyah.... Adımdan gayrısını bilmiyorum.. 7. Suyum, bir litrelik karton süt kutusu içinde. Yetmiş iki gündür sakındığım ve hergün ancak bir kere dudaklarımı değdirdiğim... Dilimi bir köpek gibi değdirdiğim. (Dilin suya dokunuşu... Bir süngerin denizi yutuşu yani. Bir çölün seraba kesilmesi bir an için.) Her gün ancak bir kere değdiriyorum dudaklarımı suya. Dilimi kaçırıyorum artık. Sünger, bütün vantuzlarını birden uzatmasın diye... Bataklıktaki suyun da bir su yanı vardır. Çürüyen bir bedenin bile dayanılabilir kokusuna. Kutuda kalan son bir yudum su, bu bile değildi artık. Küstü, öldürdü kendini su... Su çürüdü.... Adımdan gayrısını bilmiyorum Eski şairliklerim gitti gözümden Gayridir başka bir hal kuşanıyorum. Azık yoldaş olmaz haydi geç toklukları Az'la doymak yap deş insan zamanlarını. At al at bin at kuşan da ciğerin koş Davran bre çocuk doyma ilk sulardan. Hehey gözüm hehey gözyaş odsuz kaldın Nice hançer dürdün sabır balyaladın. Göğsümde bir küçücük derya buldum Kabına sığmaz bir ceylan yoldaşım. Eteğini toplamış bir sevgili düştü kumsala Ufacık kuru dudaklarında bir hasret sayhası. De Zarif inle. Ta ki huzra vardın Nice yıl isyan durdun gurbet kaldın — Basri Bey oğlumuza —. Bütün dünyâya küskündüm, dün akşam pek bunalmıştım; Nihâyet, bir zaman kırlarda gezmiş, köyde kalmıştım. Şehirden kaçmak isterken sular zâten kararmıştı; Pek ıssız bir karanlık sonradan vâdîyi sarmıştı. Işık yok, yolcu yok, ses yok, bütün hilkat kesilmiş lâl... Bu istiğrâkı tek bir nefha olsun etmiyor ihlâl. Muhîtin hâli «insâniyyet»in timsâlidir, sandım; Dönüp mâzîye tırmandım, ne hicranlar, neler andım! Taşarken haşrolup beynimden artık bin müselsel yâd, Zalâmın sînesinden fışkıran memdûd bir feryâd, O müstağrak, o durgun vecdi nâgâh öyle coşturdu: Ki vâdîden bütün, yer yer, eninler çağlayıp durdu. Ne muhrik nağmeler, yâ Rab, ne mevcâmevc demlerdi: Ağaçlar, taşlar ürpermişti, gûyâ Sûr-i Mahşer’di! . — Eşin var, âşiyânın var, bahârın var, ki beklerdin; Kıyâmetler koparmak neydi, ey bülbül, nedir derdin? O zümrüd tahta kondun, bir semâvî saltanat kurdun; Cihânın yurdu hep çiğnense, çiğnenmez senin yurdun. Bugün bir yemyeşil vâdî, yarın bir kıpkızıl gülşen, Gezersin, hânümânın şen, için şen, kâinâtın şen. Hazansız bir zemîn isterse, şâyed rûh-i ser-bâzın, Ufuklar, bu’d-i mutlaklar bütün mahkûm-i pervâzın. Değil bir kayda, sığmazsın -kanatlandın mı- eb’âda; Hayâtın en muhayyel gâyedir ahrâra dünyâda. Neden öyleyse mâtemlerle eyyâmın perîşandır? Niçin bir damlacık göğsünde bir umman hurûşandır? Hayır, mâtem senin hakkın değil... Mâtem benim hakkım: Asırlar var ki, aydınlık nedir, hiç bilmez âfâkım! Tesellîden nasîbim yok, hazân ağlar bahârımda; . Bugün bir hânümansız serserîyim öz diyârımda! Ne hüsrandır ki: Şark’ın ben vefâsız, kansız evlâdı, Serâpâ Garb’a çiğnettim de çıktım hâk-i ecdâdı! Hayâlimden geçerken şimdi, fikrim hercümerc oldu, Salâhaddîn-i Eyyûbî’lerin, Fâtih’lerin yurdu. Ne zillettir ki: Nâkùs inlesin beyninde Osmân’ın; Ezan sussun, fezâlardan silinsin yâdı Mevlâ’nın! Ne hicrandır ki: En şevketli bir mâzî serâb olsun; O kudretler, o satvetler harâb olsun, türâb olsun! Çökük bir kubbe kalsın ma’bedinden Yıldırım Hân’ın; Şenâ’atlerle çiğnensin muazzam kabri Orhan’ın! Ne haybettir ki: Vahdet-gâhı dînin devrilip, taş taş, Sürünsün şimdi milyonlarca me’vâsız kalan dindaş! Yıkılmış hânümanlar yerde işkenceyle kıvransın; Serilmiş gövdeler, binlerce, yüzbinlerce doğransın! Dolaşsın, sonra, İslâm’ın harem-gâhında nâ-mahrem... Benim hakkım, sus ey bülbül, senin hakkın değil mâtem! . Ankara – Tâceddin Dergâhı 7 Mayıs 1337 (1921) Yanılgıya çeker dağları bile bu yol acıları, kul acıları mehtabın kahrıyla çürür bedenim damıtır içimi çöl acıları. keskin bir muamma şarabıdır bu yinede, günahkar karanlığımda cennet kokan bir mehtabı özlerim oysa umutların serabıdır bu. minyatür bir kalbe sığar mı benim denizleri tutuşturan gözlerim UNUTMAYI UNUTTUM. Gittiğin gün Bütün ayrılıkların hesabı benden soruldu Bütün acılı şarkıların Bütün hazin sevdaların Gittiğin gün Her çiçeğe bir gözyaşı Her kelebeğe bir ağıt Bana da yüzlerce şiir düştü Yazmaya mahkum Gözlerin için.... Ben ki Dönüşüne hasret yaşadım bütün nisanları Ve gülüşüne hasret bütün baharları Gel gör ki Bir dağa çarpar gibi çarptı yüreğim yokluğuna Bir ben bilirim Gururumu hangi taşlara vurduğumu Başımı hangi duvarlara Ve hangi uçurumlara köprüler kurduğumu Bir sana kavuşmak için. Sen gideli Bütün yollarımın yolları kesik Bütün dallarımın dalları kırık Kaç geceye bekçi Kaç sabaha nöbetçi Ve kaç uykusuz trene biletçi oldum Gelmedin Oysa hep karlar içinde sakladım umutlarımı Yağmurlar içinde kuruttum göz yaşlarımı Ve kanatarak açtım gölgene avuçlarımı Bir sana sarılmak için. Bir ucu kalbimde kaldı bu sevdanın Bir ucu ellerinde Bir adımı sende kaldı sonumun Bir adımı sabrımda Çünkü Bulutlara çizilmiş Yıldızlara yazılmış Ve yüreğime kazılmış bir kara sevdaydı bu Günlerce Kışlardan güneş Karlardan ateş topladım Ve bütün ölümleri erteledim Bir sana dokunmak için. Oysa daha gittiğin gün Uykularımı çaldım göz bebeklerimden Dizlerimde uyuttum Acılarımı kopardım yüreğimden İzlerinde avuttum Ve sözümü de tuttum Yanarak için için İşte bugün Unutmayı da unuttum Bir tek seni Unutmamak için..... Ahmet Selçuk İLKAN. “Erkekler hep yalnız ağlar”.kitabından www.ahmetselcukilkan.com.tr Eylül’dü.. Dalından kopan yaprakların Sararan yanlarına yazdım adını Sahte bir gülüşten ibarettin oysa. Ve hiç bilmedin ellerimin soğuğunu. Eylül’dü. Di’li geçmiş bir zamandı yaşadığımız Adımlarımızın kısalığı bundandı Bundandı gözlerimin durgunluğu. Sarı sıcak cümlelerde sözün kadar yalan, Ellerin kadar ıssız, Sen kadar zamansız molalar veriyordum Ve çocuksu bir bencillikti hüznümüz. Eylül’dü. İzlerini çizdiği zaman ansızın gidişin, Şimdi yoktu bi anlamı suskunluğun. Çırılçıplak kalakaldım sessizliğinin orta yerinde. Sonra sesime yankı vermeyen uçurumlar kıyısında yürüdüm bir zaman En çok sesini aradım. Gözlerinse asılı bıraktığın yerdeydiler hâlâ. Gözlerini sildi zaman.. Dedim ya... Eylül’dü. Savruluşu bundandı kimsesizliğimizin. Elif Lam Mim. Yirmi üç haziran dokuz yüz altmış yedi Bulanık atmosferin içinde gözlerim sımsıcak; Yel değirmeni’nden denize sarpa sararak inen bir sokakta. Vakit tamamdır diyorum. Ve sokağın sesi Diyor ki değil daha Vakit var daha. Bir kilise tadı taşıyor Dolmabahçe camiinin pencereleri Uzaktan bakmak şartıyla ve aydınlık oluşunu saymazsak; Ve denizin gişesinde oturan kısa boylu saat kulesi Yakasının içine kaydırmış hafifçe basınç-ölçerini. Diyor ki değil daha Vakit var daha. Mermerin memelerinden hafifçe hafifçe damlıyor mavi İlk mavi, doğru mavi, çayır çimen bilgisi Cücükleniyor orda hemen ılık menekşesi Şems’in Çalgıcısını da yanında gezdirirdi Konya’da Şems ki. Diyor ki değil daha Vakit var daha. Bir koku gibi dururdu parmağı yüzüğünün içinde Gerindikçe bütün Doğuya yayardı bedenini, Sağlığından çerçeveler yaratır Kelime Hatun Uzun uzun duyardı gözlerine çekilmiş mili. Diyor ki değil daha Vakit var daha. Evlerden çadırlardan toplananlar bini buldukça Padişahın önünde törenle uçuruldu kelleleri. Geceyi bir dert gibi geride bırakan Yahudiye Gündüz de tırnaklı hayvanların eti haram edildi. Diyor ki değil daha Vakit var daha. Genç Osman annesinin rahmini çekip üstüne Adı burgaçlara yazılsın diye bekledi. Ve Sinan düdenlerde olsun diye ölümü Kurduğu her yapının temelini suya indirdi. Diyor ki değil daha Vakit var daha. Düşmanına ilerlerken tuhafça gülerdi Köroğlu’nun sırtında üst üste dokuz dombay derisi. Ve kaçarken yılan sokmuş orman perisi Gözleriyle izlerdi sessizce erkeğini. Diyor ki değil daha Vakit var daha. Deve, devenin üstünde tabut, biri çekiyor deveyi Üçü de Ali: deve, deveyi çeken ve tabutun içindeki, Çılgın gibi koşuyorum köylerden şehirlere Başını kayalara vura vura ilerleyen bir insan seli. Diyor ki değil daha Vakit var daha. Hafif kanlı Chevrolet’ler, hırslı Pontiac’lar, kıranta Buick’ler Gürültüyle akıp gidiyor General Motors’un enikleri; Ve ağır kıçlı, geniş çeneli, soluklu arabaları Ford’un; Ve ağaçlar görüyor, gözlüklü, iri kıyım Chrysler ailesini. Diyor ki değil daha Vakit var daha. Sokak lambaları yerebatanlar yük kamyonları Almadan edemeyeceğimiz bir selam gibi Sırtlar arkalar talvekler duldalar öte yüzler Ve kuyuya sarkıtılmış bir testinin dibi. Diyor ki değil daha Vakit var daha Seğirtti faiz için borsanın tahviline Kazandı, çıkıverdi masonlar mahfiline Bir gün sağ, bir gün solda göbek atıp oynarken Düştü gitti ansızın Esfel-i Safilin'e.. (Akıl Karaya Vurdu) Sen ağaçların aptalı Ben insanların Seni kandırır havalar Beni sevdalar. Bir ılıman hava esmeye görsün Düşünmeden gelecek karakış.. Açarsın çiçeklerini.. . Bense hayra yorarım gördüğüm düşü... Bir güler yüz bir tatlı söz.. Açarım yüreğimi hemen . Yemişe durmadan çarpar seni karayel Beni karasevda Hemde bilerek kandırıldığımızı. Kaçıncı kez bağlanmışız bir olmaza Koo desinler bize şaşkın Sonu gelmesede hiç bir aşkın Açalım yinede çiçeklerimizi Senden yanayım arkadaşım . Havanı bulunca aç çiçeklerini Nasıl açıyorsam yüreğimi Belki bu kez kış olmaz Bakarsın sevdan düş olmaz Nasıl vermişsem kendimi son sevdama Vur kendini sen de bu güzel havaya Aşk erinin gönlü dolu padişahın hazinesidir Aşksız adem ne anlasın şeriatın manasıdır. Aşkdır aşıklar dermanı aşkdan hasıldır muradı Aşık kişinin sohbeti aşksız kişiye beladır. Kimi avrat-oğlan sever kimi mülk-hanuman sever Kim sermaye dükkan sever bu dünya halden haledir. Aşık bu dünyayı n’ider akibet bir gün terk eder Aşk eteğin tutmuş gider her kim gelirse saladır. Bezm-i Ezel’de paduşah elime sundu bir kadeh İçeliden kılarım ah bilmezem ki ne beladır. Çün ezelden Yunus seni aşk ile esridi canın Dergahına her-dem onun valih-ü hayran kala dur Beşikler vermişim Nuh'a Salıncaklar, hamaklar, Havva Ana'n dünkü çocuk sayılır, Anadoluyum ben, Tanıyor musun? . Utanırım, Utanırım fıkaralıktan, Ele, güne karşı çıplak... Üşür fidelerim, Harmanım kesat. Kardeşliğin, çalışmanın, Beraberliğin, Atom güllerinin katmer açtığı, Şairlerin, bilginlerin dünyalarında, Kalmışım bir başıma, Bir başıma ve uzak. Biliyor musun? . Binlerce yıl sağılmışım, Korkunç atlılarıyla parçalamışlar Nazlı, seher-sabah uykularımı Hükümdarlar, saldırganlar, haydutlar, Haraç salmışlar üstüme. Ne İskender takmışım, Ne şah ne sultan Göçüp gitmişler, gölgesiz! Selam etmişim dostuma Ve dayatmışım... Görüyor musun? . Nasıl severim bir bilsen. Köroğlu'yu, Karayılanı, Meçhul Askeri... Sonra Pir Sultanı ve Bedrettini. Sonra kalem yazmaz, Bir nice sevda... Bir bilsen, Onlar beni nasıl severdi. Bir bilsen, Urfa'da kurşun atanı Minareden, barikattan, Selvi dalından, Ölüme nasıl gülerdi. Bilmeni mutlak isterim, Duyuyor musun? . Öyle yıkma kendini, Öyle mahzun, öyle garip... Nerede olursan ol, İçerde, dışarda, derste, sırada, Yürü üstüne - üstüne, Tükür yüzüne celladın, Fırsatçının, fesatçının, hayının... Dayan kitap ile Dayan iş ile. Tırnak ile, diş ile, Umut ile, sevda ile, düş ile Dayan rüsva etme beni.. Gör, nasıl yeniden yaratılırım, Namuslu, genç ellerinle. Kızlarım, Oğullarım var gelecekte, Herbiri vazgeçilmez cihan parçası. Kaç bin yıllık hasretimin koncası, Gözlerinden, Gözlerinden öperim, Bir umudum sende, Anlıyor musun? BEN, kimsesiz seyyahı, meçhuller caddesinin... BEN, yankısından kaçan çocuk kendi sesinin... BEN, sırtında taşıyan işlenmedik günahı; Allah'ın körebesi, cinlerin padişahı... BEN, usanmaz bekçisi, yolcu inmez hanların; BEN tükenmez ormanı, ısınmaz külhanların... BEN, kutup yelkenlisi, buz tutmuş kayalarda; Öksüzün altın bahtı, yıldızdan mahyalarda... BEN, başı ağır gelmiş, boşlukta düşen fikir; Benliğin dolabında, kör ve çilekeş beygir... BEN Allah diyenlerin boyunlarında vebal; BEN bugünküne mazi, yarinkine istikbal... BEN, BEN, BEN; haritada deniz görmüş, boğulmuş; Dokuz köyün sahibi, dokuz köyden kovulmuş... Hep BEN, ayna ve hayal, hep BEN, pervane ve mum; Ölü ve Münker-Nekir, başdönmesi uçurum... Yerle yeksan, ıslak saçlı, kem gözlü, Kavim göçlerinden bu yana ağlayan Ve durmadan Cep kanyağı yakıcılığında ezgiler Çalan, çaldıran, yakalatan Adı bende gizli bir kadındı İstanbul Şehre bir yağmur yağdı Ben ağladım . Sevilirken ayrılmak mı kaldı Bizanstan Yalan dolan yoktu gözlerde sadece ses Verilen sözler birdi edilen yeminler sıfır Eşyalar alındı fotoğraflar söküldü yerlerinden Bir aşkın izlerini yok edecek yeni bir aşk sipariş edildi yeniden . Bir şehre yağmur yağdı Ben ağladım . Kim daha çok yalan söndürdü çay bardaklarında Hangisi talandı demli öpücüklerin Ve buğularda yitirilen kimin adıydı Bir aşktan diğerine kaç saatte gidiliyordu Soyulur muydu kabuğu hayatın Yoksa bütün vitamini kabuğunda mıydı? . Yağmur şehre bir yağdı Ben ağladım . Ben ençok seni götürdüm giderken Aklımın nakliyesiydi asıl yoran taşıyıcıları Yardan düşmüştüm yaralarım yardan armağandı Kutsal kitabımdı ziyan edilmiş sevgililer atlası Ben sevmeyi beceremedim belki de sevilmeyi Benim sevmeye engel evcil acılarım vardı . Ben yağmur ağladım bir şehre yağdı Ben şehre ağladım bir yağmur yağdı Ben bir ağladım şehre yağmur yağdı . Ben... Yağmur... Ağladım... Oğullar işkencede... Analar ağlamakta. Körpe yüreklere kan... Gencecik rüyâlara gözyaşı damlamakta.. Demokrasi... Hak... Hukuk... karasevdâlıları... Şuracıkta.. Mamak'ta Vicdanları çürüten feryâdı duymamakta.. Demek bazılarının hak, hukuk anlayışı Bazılarını insan yerine koymamakta! ... Meğer ne faziletler varmış ta bilmezmişiz Millî mukaddesatâ saygılı olmamakta (!) . Vatan hainlerinin bile doldu çilesi; Vatanı sevenlerin çilesi dolmamakta... Odama bir an giren uçucu bir böcek -Arıdan irice, kanatları renkli- Dolaştı bir süre, vızıldamadan. Sonra bulup yolunu pencerenin Çıkıp gitti. Bir öykü çeviriyordum Çehov'dan Masamda bira bardağı -Odam, kitaplarım,olağan dünyam- Tül perdede ağustos ışınları. Tanık oldu yaşamıma Bu uçucu böcek, sadece bir an Çıkıp gitti sonra Tıpkı yaşamıma bir an katılan Sonra yitip giden bir sevgili gibi Doruktan senin için kopardım bu çiçeği O sarp bayırdan hani, suya iner eteği Kartalın bildiği yalnız ve yaklaşabildiği Sessizce seprilmişti kayanın çatlağında. Gölgeler yıkıyordu burnun sağrılarını Açıkça görüyordum: bir yengi alanında Nasıl kızıl ve parlak bir utku anıtı Olanca görkemiyle bir anda kurulursa İşte tıpkı öylece Güneşin gömülüp gittiği yerde gece Bulutlardan bir tak yapıyordu kendine. Yelkenliler bir bir erirken uzakta Birkaç çatı eğimli bir vadinin dibinde Parlayıp görünmekten ürker gibiydi sanki. Sevdiğim, senin için kopardım bu çiçeği! Evet, rengi uçuk ve koku yok tacında Çünkü kökü dağların bu çetin yamacında Yalnız su yosununun acı tuzunu içmiş. Dedim ki: garip çiçek, şu tepenin üstünden Bulutların, yosunun ve teknenin gittiği Uçsuz bucaksızlığa yolcu olmalıydın sen. Git öyleyse bir kalbin Herşyeden daha derin uçurumunda dağıl Başka bir acun olan o göğüste sol artık Göğün seni sular için yarttığı besbelli Ben'se Sevda'ya adadım işte seni! Rüzgar birbirine katıyordu suları; Yavaş yavaş silinen Belirsiz bir ışık kalmıştı yalnız günden Ah! nasıl acılıydım ve nasıl da derinden! .. Düşler içindeydim ve kapkaranlık Gece Sonsuz titreyişlerle doluyordu içime. Derhal fark edilen Melek, o yüce erk, Daha gizlendiği yere girdiği gibi tertemiz, alev alev ve dikilerek- Yalvardı bırakıp da her bir talebi . Yol şaşkını bir tacir olarak kalmasına izin Verilsin diye, eskiden neydiyse öyle; Okuyamazdı o, böylesi sözün Fazla gelirdi bir âlime bile. . Fakat Melek ona yazılı sayfasını Buyurganca gösteriyor, gösteriyordu, Tekrar ediyordu ısrarla: Oku. . Okudu o: Melek, önüne eğdi kafasını. Okuyandı artık o andan itibaren Ve bilendi ve uyandı ve hüküm veren. . Çeviri: Osman TUĞLU Rahmet kırların çözülen bozunu kapladı aniden. Bitti meşakkat. Küçük dereler değiştirdi telaffuzunu. Dokundu, belli belirsiz, şefkat, dünyaya derinliğinden uzayın. Doğuşlarına ait umulmadık bir eda görüyorsun kurumuş ağaçlarda patikalar boyunca arazide uzayan. Reiner Maria RİLKE Çeviri: Osman TUĞLU ayağını kıran kazın etrafında beş-altı yüz tane salak birikmişti nöbetçi yaklaşıp silahını çektiğinde ne yapılacağına karar vermeye çalışıyorlardı ve konu kapandı kulübesinden çıkıp ev hayvanını öldürdüğünü iddia eden bir kadın dışında fakat nöbetçi kayışını ovuşturup kıçımı öp dedi kadına, gidip başkana şikayet et; kadın ağlıyordu ben de gözyaşlarına hiç dayanamam.. çadırımı katladım ve yolun aşağısına gittim: piçler manzaramı bozmuştu. Bir mavide birden değişmek olur Bakışın bakışıma vurunca. Ölüp denizlere karışmak olur Bakışın bakışımdan yorulunca. Daha beyaz sabahlar var Alıp gitme bütün gülüşlerimi. Götürme düşlerimi Sardunyalar güllere dokununca. (Sinsi zehirler tatlı Senin her şeyin güneş). Gelip ışığında ısınıyorum Yaşamak ölüm gibi koyulunca Nice insanlar gördüm üzerinde elbise yok Nice elbiseler gördüm içinde insan yok! Kendi ruhum için, kendi rüzgarım için, kendi kederlerim için Herkesi bekleyen geceden payıma düşen için Bir arka odada müzik dinlerken, akşamın ruhunu dinlerken Usul akşamı, balkonda askerler gibi dizilmiş minderler Ölümün hareketsizliği, ölü doğa, yıldızların hareketsizliği Ama yıldızların ölü olmadığını biliyorum Bir arka odada müzik dinlerken, yeniden kendimi ararken. Bir gençlik şiiri, bir hüzün şiiri, her şeyi her şeyle ilşkilendiren Bir göğü anlatan, bir aşkın yitip gitmesini Her şeyin her şeyle ilşkili olduğunu biliyorum, bir dolabın açık kapısı, koridorda bir arya söyleyen kızım, radyonun cızır- daması, akşamın usulca inişi, bu defter, bugün hasta olu- şum Rüzgarda usulca kıpırdayan ırmaklar, hayatın usulca kıpırdanışı gibi, hayatın usulca kıpırdayan gülü Bir musluğun açılması, kalemin defter üstünde hareketleri, rad- yoda okunan ajansın ilerleyişi Bir kaplumbağanın ya da bir aşkın ilerleyişi, gecenin ya da bir tirenin, rüzgarın ya da yalnızlığın Bir umudun ilerleyişi, bir düşüncenin, tahta içinde bir kurdun, kumaş içinde bir güvenin, aşkın içinde kuşkunun, çocu- ğun içinde geleceğin Her şeyin ölüme doğru ilerleyişi, toza, boşluğa, başkalaşıma. Sözcükler içinde bir sözcük var beni bekleyen Zamanın hem devindiği hem durduğu bir noktada var olmak Kederi altedip sonsuz devinimi yakalamak Sonsuz ve durağan devinimi, hayat denilen şeyi... Telaşsız ve duygusuz, derin ve kendisi Belki bir volkan ağzı kadar duyarsız, unutulmuş bir dağ gölü kadar durağan Bir genç kızın kalbi kadar kırılgan ve onarılabilir Çocuk kadar duyarlı ve unutkan Kadın kadar bağışlayıcı, bilge Şiir kadar doğurgan Aşk kadar tanımsız Ölüm kadar ölümsüz Akşamüstü (Hayatın içinde ve dışında) Bir arka odada... 31.7.1991 Sen dünden gelirsin, ben yarından gelirim Doğmadık bebekler diyarından gelirim. Sen müebbet inkârda kılmışsın kararı Ben Kalubelâ’nın ikrarından gelirim.. Akıl Karaya Vurdu Yâ Rab hemîşe lütfunı it reh-nümâ bana Gösterme ol tarîki ki yetmez sana bana. Kat’ eyle âşinâluğum andan ki gayrdur Ancak öz âşinâlarun it âşinâ bana. Bir yirde sabit it kadem-i i’tibârumı Kim rehber-i şerî’at ola muktedâ bana. Yoh bende bir amel sana şâyeste âh eger A’mâlüme göre vire adlün cezâ bana. Havf-i hatâda muztaribem var ümîd kim Lütfun vire bişâret-i afv-i hatâ bana. Ben bilmezem bana gereken sen hâkîmsin Men’ eyle virme her ne gerekmez bana bana. Oldur bana murâd ki oldur sana murâd Hâşâ ki senden özge ola müdde’â bana. Habs-i hevâda koyma Fuzûlî-sıfat esîr Yâ Rab hidâyet eyle tarîk-i fenâ bana Bu akşam bilmediğim bir âlem içindeyim, Ya rüyada bir seyyah, ya semavi Çin'deyim, Bir orman yangınıyle kızardı karşı dağlar, Taraf taraf tutuştu meş'aleler, çırağlar, Bir renge girdi eşya günün altın tasında, Bu kızıl kâinatın gezerken ortasında. Birden alev alıyor düşünceler, duygular, Ateştir burda hattâ ateşe düşman sular... Burda her göz ateştir, her gönül ateşperest, Ateş vermiş çizdiği esere bir çiredest! . Duyuyorum bu akşam, din gibi, sevda gibi, Ne duyarsa içinden bir Mecûsi rahibi: Andırıyor hisarlar birer tütsü kabını, Leylekler ezberliyor Zerdüşt'ün kitabını, Benziyor bir mermere alnını koyan dere Bu ateş mabedinde bir ateşten ejdere.. Parlıyor bir damla kan çamların sorgucunda Birer kâğıt fenerdir meyveler dal ucunda, Gördüm, sihirbaz gibi geçtiğini üç kızın Bu ateş âleminin içinden yanmaksızın! ... Sandım, ömrüm bitecek, bitmeyecek bu yanma! ... Duvar dibindeydiler bi bakış baktı Şimdi ışık yıllarında yaşıyor o çiçekler. Heyt bu kadına can veren tanrım Sarı bir yatışı var bütün çarşaflardan ayrı. Gelirim demişti bugün için Gözlerim güneş saatinde Kimdi cesaretimi kıran,üstelik Yeni serüvenlere hazırlarken kendimi Sesimi cılız,rüzgarımı yelkensiz Bulan kimdi, ki şimdi geniş zaman Kipiyle düşürüyor gölgesini anılarıma. Ama kimdi adını bir kadına ödünç verip Doruklara çekilen büyülü doruklara Biz Asmin dedik ona,sevgilim,kadınım, Anamdı belki, ama o çoktandır Üç bin metrenin altına inmiyor artık. İçimde bir fil sezgisi,kopup gitmeliyim Dağlara yazmalıyım aşkı ve ayrılıkları Asminli düşler kurmalıyım ya da birisi Karşılık bulmalı canımı yakan sorulara Kim demiyorum kim olursa olsun. Boynu kırılan bir oyuncaksam hırçın Bir çocuğun elinde, ki celladım Gözlerimi de oymuştu fırlatıp atarken Yine de özlüyorum onu, niyetçi Tavşanlara dönerken beklediklerim. Aynı soruyu sormaktan, minör Ağrılardan yoruldum,gitmeliyim buralardan İçimde buharlaşan cıvayı soluyorum artık Yoruldum yoruldum yoruldum Gereklilik kipinde yaşamaktan. Düşünüyorum: O'ndan evvel zaman var mıydı? Hakikatler, boşluğa bakan aynalar mıydı? Gelmedin, son hayal de yanıp kül oldu Bu deruni kavgada kırılan gönül oldu Şimdi menziller elem; yürek duman; sine çak Devleri mahkum eden hayatım şimdi helâk . Gelmedin; yıldırımlar düştü hülyalarıma Nasıl kıydın be zalim, masum rüyalarıma Sana doğru her adım neden hep ölüm sunar Seni her andığımda renk solar desen yanar . Hangi rüzgar böyle sabırla koşar ardından Hangi el nakış nakış gergef dokur ardından Susarsam anlatır mı seni göklere tarih? Bensiz olur mu sabah, güler mi kara talih . Gelmedin koptu zincir parçalandı anılar Sardı bütün ruhumu tükenmeyen ağrılar Kalbimin pembe köşkü harab oldu gelmedin Bahçesinde açan gül türab oldu Gelmedin . Bil ki kıyamet kopsa bu ateş sönmeyecek Heyhât! Şair mehtaba bir daha dönmeyecek Ölümü düşünüyorum O büyük yalnızlık içindeyim Kulaklarımda duymadığım bir musiki Kaskatı kesilmişim, kalbim durmuş Artık hiç bir şeyi görmüyor gözlerim İçimde ne bir umut, ne yasama zevki Elim, ayağım buz gibi olmuş Olumu düşünüyorum Kulaklarımda duymadığım bir musiki. Olumu düşünüyorum Lalelimde bir sokaktan tabutum geçiyor Saygı durusunda bilmediğim insanlar Butun pencereler acık biri kapalı Kederlerim, ümitlerim, hayallerim Ve gelen bir iki dost mezarlığa kadar Sonra kadınlar gözleri yaşlı Olumu düşünüyorum Butun pencereler açık biri kapalı. Ölümü düşünüyorum Simdi beni gömüyorlar bak Ağlıyorsun, ellerinde dağ menekşeleri Hazin bir parıltı gözbebeklerinde İçin ziyanla doluyor, kahroluyorsun Hatırladıkça geçmiş günleri geceleri Bir acı ki öyle büyük öyle derinde Olumu düşünüyorum Ağlıyorsun, ellerinde dağ menekşeleri. Ölümü düşünüyorum Dediği çıkmıyor Cahit Sıtkı’nın Otuz beş duvarını aşamıyorum Üzülme sevdiğim artık ayrılıyoruz İnan yokluğuma ben de bir oluyum O yalan dünyanızda yaşamıyorum Yıl 1961, ya Haziran ya Temmuz Ölümü düşünüyorum Üzülme sevdiğim artık ayrılıyoruz. Yüz bulmadı benim uzattıklarım; Kapışıldı onun getirdikleri... Onunki ezmeydi, şekerlemeydi; Benimki bir dostun mevlit şekeri! Ben yitirdim, ben ararım,yar benimdir kime ne Gah girerim öz bağıma,gül dererim kime ne. Gah giderim medreseye, ders okurum Hak için Gah giderim meyhaneye,dem çekerim kime ne. Sofular haram demişler bu aşkın şarabına Ben doldurur,ben içerim,günah benim kime ne. Ben melamet gömleğini deldim,taktım eğnime Ar-u namus şişesini taşa çaldım,kime ne. Gah çıkarım gökyüzüne,hükmederim kaf ve kaf Gah inerim yeryüzüne, yar severim kime ne. Kelp rakip böyle diyormuş'güzel sevmek pek günah' Ben severim sevdiğimi,günah benim kime ne. Sofular secde ederler mescidin mihrabına Yar eşiği secdeğahım,yüz sürerim, kime ne. Nesimi'ye sordular ki,yarin ile hoş musun Hoş olayım olmayayım,o yar benim kime ne Gitmişti makama arz-ı hâl için 'Bey' dedi, yutkundu, eğdi başını. Bir azar yedi ki oldu o biçim.. 'Şey' dedi, yutkundu, eğdi başını.. Kapıdan dört büklüm çıktı dışarı Gözler çakmak çakmak, benzi sapsarı... Bir baktı konağa alttan yukarı 'Vay' dedi, yutkundu, eğdi başını.. Çekti ayakları kahveye vardı Açtı tabakasın, sigara sardı Daldı.. neden sonra garsonu gördü 'Çay' dedi, yutkundu, eğdi başını.. İçmedi, masada unuttu çayı Kalktı ki garsona vere parayı Uzattı çakmağı ve sigarayı 'Say' dedi, yutkundu, eğdi başını.. Döndü, gözlerinde bulgur bulgur yaş Sandım can evime döktüler ateş Sordum: 'memleketin neresi gardaş? ' 'Köy' dedi, yutkundu, eğdi başını.. Yürüdü, kör-topal çıktı şehirden Ağzına küfürler doldu zehirden Salladı dilini.. vazgeçti birden, 'Oyyy' dedi, yutkundu, eğdi başını.. (Vur Emri) Kalbim yine üzgün seni andım da derinden; Geçtim yine dün eski hazan bahçelerinden! Üzgün ve kırılmış gibi en ince yerinden, Geçtim yine dün eski hazan bahçelerinden! . Senden boşalan bağrıma göz yaşları dolmuş! Gördüm ki yazın bastığımız otlar solmuş. Son demde bu mevsim gibi benzimde kül olmuş. Geçtim yine dün eski hazan bahçelerinden! RAHAT AYRILIKLAR İÇİN GİRİŞ sosisli sandeviçlerin en seçmesi sizin için hardallar ve denizaşırı bitkileri gönlünüze göre aygın baygın ezgiler inanmışlığınız, sevinmişliğiniz, uygunluğunuz bir adamın bakışı size bir kadının kalçalarını oynatması size gök mavi oldumuydu sizin içindir aşkolsun size sizden utanıyorum özür dilerim gelecek günlere başsağlığı dilerim. Artık bütün iş buluttaydı anlıyorsunuz.Üstelik onların söyledikleri beni hiç ilgilendirmiyordu.Ama doğrusu bulutun neler söyleyeceğini merak ediyordum.Bir bildiği var gibiydi.Polis ona baktı söyledi sonunda. ÖLÜMLÜ YAŞAMAYA ÖVGÜ herkesin aşkının bir parça azımsandığı yerde ben üç kişi biliyorum ben bir ekmekle tuz biliyorum bir de aşk biliyorum (Dedi) . benim işim gece gündüz gökyüzünde durmaktır meryem oğlu İsa'nın ballandıra ballandıra anlattığı yerdeyim köhne ama güneşli sokaklara bayılıyorum şarkıların adam öldürmek için yettiği kenar sokaklara meymenet sokağı böyle bir sokaktır 29 Ekim bayramında gider üstünde dolanırım 14 Temmuz gecesi ne yapar yapar Van Gogh'un cümbüşüne giderim yıldızlı yüzler hava fişekleri dereler gibi akıp giden sevgi ezberlediğim esenlikleri sonra bir bir anarım ezberlediğim dudakları sonra bir bir anarım bu bir adamın türküsüdür bu adamın türküsü nedir bilmiyorum bu adam da türküsünü bilmiyor unutmamamış sanırım yeniden hep yeniden yaratacak işte siz de buradasınız ben de buradayım gökyüzünde parça parça bir yağmur varsa istekli parmaklarında uysal bir mermer varsa elleriyle birlikte bir kadının yanında yatıyorsa kan varsa ortada çizgiler kırılıyorsa her nerede salkım saçak bir ateş yanıyorsa her nerede vakit sabaha karşıysa bu adam orada var. Polis 'eh evet evet dedi.Anladığım bana yetecek sanırım.şarkılara tellim güvendim zaten.İnsanlar bir orda doğrusunu söylerler.Sevildiklerini, kovulduklarını, küçüklüklerini, büyüklüklerini, ne getirdilerse dünya şarkılarıyla getirdiler.'Sokak lambasını haince bir gölgesini çiziyordu polisin.Işığın sarışınlığında kapkara bşr gölge.Toprakta.Bundan aydınlık gece olamazdı sanıyorum.Dedim ki, daha bir diyeceğim var dedim.Söyle dedi.Söyledim.. Oturdum Her Kopuğu Düğümledim.. Çoktandır herşeyim uzakta. Vakitli vakitsiz aynalara bakıyorum Dönüyorum bir daha bakıyorum Bir kadın gelse ayaklarıma kapansa ölse Daha önce yitirdiğim bir vakit aklıma geliyor Dönüyorum bir daha bakıyorum Örneğin defneler parkta yahut laz kirazları Güneş vurmuş sokaklar kat kat evler Duvara oyulmuş kadersiz heykellerin patlak gözleri Su kurbağaları gelip geçen bir çizgi gözlerimden ince Bana birşeyler hatırlatmaya uğraşıyorlar Ama hatırlar mıyım benim aklım var Öyle birşey yok elbet hatırlamam Laz kirazının da kırmızı balıkların da çabası boşuna Ne varsa şurda var diyorum Dönüyorum bir daha bakıyorum Sanıyorum ben yanıda değilken dalgınken yahut Yahut sevişmezken yahut ölürken Dünya kalleşçe değişiyor uzaklaşıyor Namussuzca kaçıyor Ya onu tutuyorum ya ardından koşuyorum telaşla İşte ya öyle sanıyorum şaşarsınız. Sonuç İçin Giriş. Bizim ma giyimlerle güneşlendiğimiz yerlerde Dişlerimizin arasında bir çöple güneşlendiğimiz yerlerde Ne insan tükenir ne gökyüzü Bir çift al beygirin çektiği bir kupa çektiğinde Ya da yaseminler satılan bir köşebaşında akşamüzeri Yoğun duygularla evrenle karşı karşıya Kan çirkin değil. Sonuç. Ben insanım bu kaygılarım da geçer Yalan söyledim geçmez değişir Her gelen gün üşünmeden yeniler beni Bugün vurduğum adam Yarın boğulduğum deniz Utanmam tek başıma sevinirim Utanmam sevinirim İnsan her şeyi elinde tutamaz hiç bir zaman Ne gücünü ne güçsüzlüğünü ne de yüreğini Ve açtım derken kollarını bir haç olur gölgesi Ve sarıldım derken mutluluğuna parçalar o şeyi Hayatı garip ve acı dolu bir ayrılıktır her an Mutlu aşk yoktur . Hayatı Bu silahsız askerlere benzer Bir başka kader için giyinip kuşanan Ne yarar var onlara sabah erken kalkmaktan Onlar ki akşamları aylak kararsız insan Söyle bunları Hayatım Ve bunca gözyaşı yeter Mutlu aşk yoktur . Güzel aşkım tatlı aşkım kanayan yaram benim İçimde taşırım seni yaralı bir kuş gibi Ve onlar bilmeden izler geçiyorken bizleri Ardımdan tekrarlayıp ördüğüm sözcükleri Ve hemen can verdiler iri gözlerin için Mutlu aşk yoktur . Vakit çok geç artık hayatı öğrenmeye Yüreklerimiz birlikte ağlasın sabaha dek En küçük şarkı için nice mutsuzluk gerek Bir ürperişi nice pişmanlıkla ödemek Nice hıçkırık gerek bir gitar ezgisine Mutlu aşk yoktur . Bir tek aşk yoktur acıya garketmesin Bir tek aşk yoktur kalpte açmasın yara Bir tek aşk yoktur iz bırakmasın insanda Ve senden daha fazla değil vatan aşkı da Bir tek aşk yok yaşayan gözyaşı dökmeksizin Mutlu aşk yoktur ama Böyledir ikimizin aşkı da Hep arar dururdum, dünyaya geleli, Alın yazısını, cenneti, cehennemi, Hocam kesti attı, sağlam bilgisiyle: Alın yazısı, cennet, cehennem sende, dedi. elimden tut yoksa düşeceğim yoksa bir bir yıldızlar düşecek eğer şairsem beni tanırsan yağmurdan korktuğumu bilirsen gözlerim aklına gelirse elimden tut yoksa düşeceğim yağmur beni götürecek yoksa beni . geceleri bir çarpıntı duyarsan telaş telaş yağmurdan kaçıyorum sarayburnu'ndan geçiyorum akşamsa eylülse ıslanmışsam beni görsen belki anlayamazsın içlenir gizli gizli ağlarsın eğer ben yalnızsam yanılmışsam elimden tut yoksa düşeceğim yağmur beni götürecek yoksa beni Hayatın devraldığı sessiz bir özsudur acı birikir yüreğinin kıvrımlarında ve ağar gözlerine ağır ağır Bulutlar yere inmiştir artık ya da gurbettesindir Unutma. Bir hayalet gibi kapındadır yalnızlık denilen şey ufkun kararabilir birden için çölleşebilir Kaçışın bile bir adımdır ya da dönüşündür kendine Unutma. Her sayfası kederle kararan bir hüzün defterine döner günler ve her sabah 'merhaba hüzün' 'merhaba yalnızlık' diyerek başlarsın hayata Ama hayat bağışlamayacaktır seni Unutma. Üstelik günlüğü yoktur hüznün hiçbir zaman da tutulmayacaktır Serüvenlerin yorgun yeniği elleri titreyen yaşlı bir kadındır hüzün ya da hasta bir tanıdıktır ancak hepsi o kadar Unutma Ayrılık kapıyı çalıyor açma Biraz daha düşün zamanımız var.. Ne günler yaşadık bak sayfa sayfa Seninle yazılmış romanımız var... Gönül kapısından hemen uçma dur! Selamsız vedasız böyle kaçma dur! Bilinmez yerlere yelken açma dur! Seninle mutluluk limanımız var! .... Bir anda yokuşa çevirme düzü Dargınlık bir aşkın tadı ve tuzu Hatırla Tanrıya verdiğin sözü Ayrılmak yok diye yeminimiz var... Allah diyelim daim, Allah görelim n'eyler? Yolda duralım kaim, Allah görelim n'eyler? . Allah deyi kıl zarı, Odur kamunun varı. Ondan umalım yarı, Allah görelim n'eyler? . Çıkarmayalım dilden, Ayrılmayalım yardan. Irılmayalım yoldan, Allah görelim n'eyler? . Açlık sonu tokluktur, Tokluk sonu yokluktur. Bu yollar korkuluktur, Allah görelim n'eyler? . Sen sanmadığın yerde, Nagah açıla perde. Derman erişe derde, Allah görelim n'eyler? . Gündüz olalım saim, Gece olalım kaim. Allah diyelim daim, Allah görelim n'eyler? . Adı sanı dillerde, Sevgisi gönüllerde Şu korkulu yollarda, Allah görelim n'eyler? . Adı sanı uşatdım, Küfrümü suya attım. Miskinliğe el kattım, Allah görelim n'eyler? . Her dem dalalım bahre, Aldanmayalım dehre. Sabreyleyelim kahra, Allah görelim n'eyler? . Ar namusu bıraktım, Külümü suya attım. Dervişliğe el kattım, Allah görelim n'eyler? . Mecnun gibi avare, Âşık olmuşum yare. De Yunus sen biçare, Allah görelim n'eyler? . Yunus sanma andadır, Bu aşk sana sendedir. Can kayumu ondadır, Allah görelim n'eyler? . N’etti bu Yunus, n’etti? Bir doğru yola gitti. Pirler eteğin tuttu, Allah görelim n'eyler? YÜKSEK BİR MAHKEME HUZURUNDA, FİKİR VE DELİLİN BOŞ BIRAKTIĞI YERİ KÜFÜR VE HAKARET KELİMELERİYLE DOLDURMAYA ÇALIŞAN, BÖYLECE YÜKSEK MAHKEMENİN DE İFFET VE HAYSİYETİNİ HİÇE SAYAN AMME MÜDAFİİNE TEKLİF EDİYORUM:. BÜTÜN HAYATI ÇİLE, GÖZYAŞI, ISTIRAP VE YOKSULLUK İÇİNDE GEÇEN VE HER TÜRLÜ KOMPLO, İFTİRA, TAHKİR, TEHDİT, TAZYİK VASITASI ALTINDA BİLE KANUNİ DAVASINDAN ZERRE FEDA ETMEYEN BU ADAMIN SURATINA İYİBAKSIN! ... EĞER GÜNLÜK POLİTİKAYA KÜÇÜK BİR İNTİSAP GÖSTERSEYDİ ŞİMDİ SAVCIYI (DİKTAFON) ALETİ OLARAK KULLANMAK MEVKİİNDE BULUNMASI LAZIM GELEN BU ADAMIN SURATINA İYİBAKSIN! ... 8 AYDIR KORKUNÇ ZİNDAN KÖŞELERİNDE KÜL OLUP SÖNECEĞİ ANI BEKLEYEN VE 'YARABBİ, CANIMI AL, FAKAT BENİ DÜŞMAN SAFLARINA KARŞI REZİL ETME! ' DİYE YALVARAN BU ADAMIN SURATINA İYİBAKSIN! ... BAKALIM, NEFRET VE ISTIRAPTAN GÖZ GÖZ OLMUŞ BU SURATTA BİR HOKKABAZ VE SİMSAR ÇEHRESİ GÖRECEK MİDİR? HOKKABAZLAR, SİMSARLAR, GERÇEK TAASSUP VE CEHALET HAMİLERİ VE MÜDAFİLERİ, FAZLA TARİF GAYRETİNE GİRİŞMESİNLER! ARİFE TARİF NE HACET... NAMELERİNE VE YÜZLERİNE TEK BİR GÖZ ATMAK YETER! ... '. •. Yazılarımdan, evet, bir çoğu tahrif edilerek üstü ve altı gizlenerek, bir kısmı bana ait olmadığı halde benim gibi gösterilerek verilen parçalar, netice itibariyle Malatya hadisesine taalluk bakımından, yukarıdaki marazi mantıktan daha ciddi bir şey ifade etmez. Üstelik takip edilmiş ve hükme bağlanmış neşriyat olarak, tekrar ele alınması ve kendisiyle alakasız bir planda yeniden canlandırılmak istenmesi noktasından, hukuki gafların ve muhal isteklerinin en garibini belirtir. Yok, eğer, dirayetli savcımızın muradı, bu yazılarla, benim sadece şiddetli müslüman, milliyetçi, şahsiyetçi ve maymunvari taklit hareketlerine zıd bir tip olduğumu ispat etmekse, zahmetlerine yazık...Onu bana sorsunlar, itiraf edeyim, ve kanun dairesinde yalnız bu ölçülerin müdafaasından başka, şimdiye kadar gaye gütmediğimi bildireyim. Fakat lütfen kendileri de şunu itiraf etsinler:. -ZATEN BİZ SENİ, AHMET EMİN'İÖLDÜRMEK VEYA ÖLDÜRTMEKTEN DEĞİL, MAALESEF KANUN DAİRESİNDE MÜDAFAA ETTİĞİN DÜNYA GÖRÜŞÜNDEN ONA BAĞLI OLARAK ÇATTIĞIN HEDEFLERDEN DOLAYI TAKİP EDİYORUZ! MALATYA HADİSESİ, TARAFIMIZDAN TERTİPLENSEYDİANCAK BU DERECEDE VERİMLİOLMASI KABİL, ENFES BİR BAHANEDİR! SEN, LEYDİMAKBET'İN DEDİĞİGİBİ, ER HALİNLE, TİPİNLE, ÜSLUBUNLA, BOŞLUKTA MEKAN İŞGAL ETME HASSANLA, HATTA MİDE VE TENEFFÜS CİHAZINLA, UYKULARIMIZI KAÇIRDIĞIN İÇİN MAHKUMSUN! .... . • . Ve işte bu yüzden elimize geçen bahaneyi, kalp akçe de olsa, kanuna, hakimlere ve adalete kadar sürmeğe, sağlam bir çek gibi göstermeğe kabulü için her şeyi yapmağa mecburuz! Matbuat, göze görünür bir cisim olan bizimle, millet ise göze görünür bir cisim olmayan Allah iledir. Yani ortada, göze görünür bir cisimden başka bir şey yoktur. Vaziyeti anla ve hükmümüze baş kes! . BUNU SÖYLESİNLER, HATTA PEK KAPALI SÖYLESİNLER:'YALVARIRIM, YALVARIRIM, KANUNA, ADALETE, HAKİMLERE, SELİM AKLA, VİCDANA KIYMASINLAR: BEN DE BU SAMİMİYET KARŞISINDA, YALNIZ BU KADARCIK SUÇUM İÇİN İDAM KARARI RİCA EDEYİM! .... İslamiyetin ve kalbin ana direği olan ihlas, bu bayların gönlünden uçup gitmekle, vicdanlarla dudaklar ve kalemler arasındaki mesafe, yıldızların başını döndürecek kadar uzamış, namütenahiye ulaşmıştır. İthamcılarımızın karakteri budur, fakat bu karakteri mahkeme ilamiyle tahkim ve takdis ettirme teşebbüsü, hıyanet ve cinayetin bu derecesi, tarih boyunca yalnız bir iki vak'aya münhasırdır. Böyle bir tarihi role namzet bulunan savcımızı, garp fikriyatının babası Socrates'e zehir içirten Anitüs ve Meletüs'le, hürriyet kahramanı Danton'u katlettiren (Fupqier Tinville) ler arasında, şimdiden alkışlarım.'. • . Malatya Davasından Notlar:. Necip Fazıl ayağa kalkarak, iddia makamında sırf kendisine karşı çıkarılan 4 savcıyı göstererek demiştir ki:. -Amme avukatı olarak tek fikir etrafında tek kişinin temsil etmesi gereken iddia makamında bu 4 kişi de nedir? Ben hiç bir operada 4 tenor görmedim! . • . Necip Fazıl: -Usule ait gayet mühim bir nokta arz edeceğim. Başlangıçta garip görünse de dinlenmesini istirham ederim. Hapishanelerde sanıklar ve hükümlüler 'müddet-i umumi' tabirini 'müddeyum' diye telaffuz ederler ve kendileriyle düşüp kalkan, cezalarını infaz ettiren, idam ipini çektiren 'müddeiyum' olduğu için onu adaletin başlıca temsilcisi sayarlar. Mahkeme hey'etine de adeta onun bir nevi zabıt katipleri gözüyle bakarlar. Halbuki memleketimizde bazı hukukçuların bile tam manasiyle kestiremediği bir hüviyet olarak savcı, taraflardan biridir ve Batı dünyasında olduğu gibi mahkeme huzurunda yeri sanıkların yanı başıdır. Bu makamda da sanıkların her türlü hücum ve taarruzuna açık hedeftir. Bu bakımdan yüksek adalet temsilcilerinin huzurunda tıpkı sanıklar gibi davalı, davacı ve amme müdafiliğinden ibaret üç unsurdan biri olarak parmağını kaldırıp izinle konuşması ve mahkemenin cereyan şekli üzerinde asla müessir rol oynamaması icap eder. Halbuki hakimlerle aynı sırada ve seviyede oturan bizim 'müdeyum'lar, sanıkları susturmakta hakimlerin kulağına eğilip laflar fısıldamakta mübaşire emirler vermekte, adeta duruşmayı idare rolüne bürünmektedir. Yağma yok efendim; bundan böyle yanımıza gelip mevki almasalar da, oturdukları yerden hüviyet ve salahiyetlerini bilerek hareket etmeleri ve her tezahürlerini yüksek heyetinizden müsaade alarak meydana getirmeleri lazımdır. Ve iyice kavramaları gerektir ki eğer hakimlerle aynı sırada oturuyorlarsa, bu, bir hukuk anlayışsızlığının marangoz hatası şeklinde tecelli etmiş ifadesidir.. • . Necip Fazıl: -Benim, müteşebbis sanıkları doğrudan doğruya azmettirdiğime dair elde hiç bir delil bulunmadığına, her şey yazılarımdan alınan ilhamla yapılmış farz edildiğinde ve bütün mes'ele böyle bir faraziyenin ceza hukuku bakımından suç teşkil edip etmeyeceği üzerinde olduğuna göre, bu davayı kökünden hall ve fasl edici bir misali takdim etmeliyim: Dünya edebiyatında kıskançlığın şaheseri (Otelle) dur. (Şekspir) in meşhur (Otelle) su. İmdi; hastalık derecesinde kıskanç bir koca, sırf bu hissi yüzünden karısını öldürse de cebinden (Otello) çıksa şu, kürsünün üzerine eğilmiş beni hayretle dinleyen kaytan bıyıklı savcı, (Şekspir) in iskeletine pranga vurulması için Londra Savcılığına müzekkere mi yazacaktır? Daha evvel de söylediğim gibi, her insanda, mücerrede ve umumi telkinlere karşı bir (fren) ve hareketini sırf nefsine bağlayıcı şahsi bir istiklal ve mesule duygusu olmak lazım gelmez mi? . • . Şahsen azmettirici olmadığı için yazılarının basın suçları çerçevesine girmesi icabetçiğini ve onların da zaman aşımına uğradığını iddia edip tahliyesini isteyen Necip Fazıl hakkinde ilk karar 'zaman aşımı görülmediğinden tahliye isteğinin reddine' şeklinde olmuş, müteakip celsedense Necip Fazıl zaman aşımını isnat edince 'her ne kadar zaman aşımını isnat edince 'her ne kadar zaman aşımı görülmüşse de bu husustaki karar ana hükümle verileceğinden reddine' kaydiye, çok garip bir vaziyet doğmuştur.. Bunun üzerine Necip Fazıl celse kapandığı ve söz hakkı kalmadığı halde, reise hitap etmiştir:. - Efendim; zaman aşımının tespiti ve başka bir noktadan ittihat altında bulunmadığımın tasdiki, vaziyetimi, hukukta 'mevad-ı ibtidaye' denilen çerçeveye sokar. Yani Ali aranıyor da Veli olduğum halde Ali yerine de, 'Öylesin amma, bu hususta verilecek karar ana hükümle verileceğinden tahliye talebinin reddine' mukabelesinde bulunuluyor. Öyleyse, Ankara'da ne kadar hırsızlık, cinayet, ırza tecavüz vakıası varsa hepsinin birden fâili olarak beni tutsunlar ve benim, aranan adam olmadığım hakkındaki iddiama, 'Karar ana hükümle verileceğinden tutukluluk halinin devamına' kararını versinler! .... • . Necip Fazıl'ın bu hitabına, reisin verdiği fevkalade mânâlı bir cevap vardır: -Hakkınız var, Necip Fazıl! Reis Dazıroğlu, zamanenin politikasını ve adalet üzerindeki tazyiklerini istihza yoliyle teşhir eden bir insandı. Nitekim, Necip Fazılcı reis odasına çağırtmış, yanından jandarmaları uzaklaştırmış ve ona şöyle demiştir: -Tavan üzerime yıkılacak gibi oluyor. Cübbemi paralayacağım geliyor. Fakat sizi tahliye edemiyorum! Anlayınız! ... Soyunsun gözlerimin cilasında İçersinden aydınlanmış tarlalar Soyunsun beyazlığı içlerinden gelen evler Soyunsun utancını arzular Yıkansın gözlerim yıkansın! ... Soyunsun gözlerimin cilasında Gelmiş, gelecek bütün kızlar, Soyunsun hafızanın insan gözü değmemiş yerinde Sineler, buseler, arzular Ve bütün bir ömür Lahzada harcansın Yıkansın gözlerim yıkansın! .. Ben bi kadın, kaçarsam, sen n’apan? Zor bulun başka kadın! .. Benden güzel yar bulaman, Çorbanı piş’recek, Söküklerini dikecek! .. Kim serecek döşeğini Kim uv’cak kulunçlar’nı? .. Uçarsam Gökova’ya, Kalırsan sen ortada, Bulamayın beni, n’apan? .. Gittiğim yer Cennetâbât, Bulut melek, melek bulut... Ben uçarsam, sen n’apan? ... Ya seni bulamazsam orda, Ben erkeksiz, ben sensiz Ben Cennetâbât’ta n’apam? .. Oturdum başka bir İstanbul düşündüm Daha çok sen olan daha bir seninle Yeşili daha yeşil, mavisi daha mavi O, her şeyi daha güzel yapan ellerinle. Sildim bütün yıldızları gökyüzünden Yerine gözlerini koydum, gözlerini Serdim saçlarını üstüne İstanbul'un Dudaklarının rengine boyadım her yerini. Şimdi İstanbul aydınlık, öyle pırıl pırıl Estirdiğim senin kokundur denizlerden Senin güzelliğinle süsledim bahçeleri. Seni İstanbul yaptım, İstanbul'u sen Her sokağına şiirini yazdım satır satır Şimdi bütün semtleri bu şehrin seni anlatır... 465 Göğsünün içindekini gerçek gönül sanan kimse, Hak yolunda iki üç adım attı daherşey oldu bitti sandı Aslında tesbih, seccade, tövbe, sofuluk, günahdan sakınma bunların hepsi yolun başıdır.Hak yolcusu aldandı da, bunları varacağı yer sandı. 97 O eşsiz, parlak incinin hayali, gözümün önüne geldi. O anda kendimi tutamadım, ağlamaya başladım. Gözyaşlarım akarken içim yanıyordu. Heyecandan şaşırmıştım.Gizlice gözümün kulağına dedim ki; biliyormusun? 'Gelen konuk, çok değerlidir, çok azizdir' Ona bol bol aşk şarabı sun. Elimde, sükutun nabzını dinle, Dinle de gönlümü alıver gitsin! Saçlarımdan tutup, kor gözlerinle, Yaşlı gözlerime dalıver gitsin!. Yürü, gölgen seni uğurlamakta, Küçülüp küçülüp kaybol ırakta Yolu tam dönerken arkana bak da, Köşede bir lahza kalıver gitsin!. Ümidim yılların seline düştü, Saçının en titrek teline düştü, Kuru yaprak gibi eline düştü, İstersen rüzgara salıver gitsin! (1923) “Uygarlık ve barbarlık kardeştir.” -Havel-. Dünya sığmıyor insana Havel, yüzlerdeki, yüreklerdeki maske, parada kir, suda klor, havada nem, yüksek borsa, alçak basınç ve kanun hükmünde ihanetler, sahtekâr jestler.. /İnsan, sığmıyor insana Havel! /. Ve her şey: Şey! Mesela o takvimler, o günler her biri şimdi kim bilir neredeler? Yalancıdır aynalara gülümseyen o muhteşem gençlikler; bir yaz yağmuru gibi çabucak geçecekler. Bize kalan kurt kapanı sözleşmeler ve iş akdi kıvamında morarmış evlilikler.. Oysa insanı büyüten yalnızlık mıdır Havel? . Biz bu kentlerde, bu ömürlerin gecelerinde çürüsek bile, şimdi eski dağlarda vakur bir şafak yırtılmaktadır ve dışarıda üşüyen bir haziran; kalbimde yılların tufanından artık bir hazan. . (Kalbimde hazan ve şairdir elbet sözcüklere rus ruleti oynatıp yazan!). Dışarıda üşüyen bir Haziran. Kanımda nikotin cehennemi; Kısa kibrit, uzun duman:Yaan! Yine yaan… Yine yaaaan! Yan ki yangınlar bile yansın; haklıdır içindeki abdal bırak ağlasın.... Bırak ağlasın, artık gündüzlerin ışığında aşk, gecelerin sularında yakamozlar yok ve kuşlar konsun diye gerilmiyor balkonlara çamaşır ipleri; duyuyorsun işte şiir de yazıyorlarmış iğfal şebekeleri! . Dışarıda üşüyen bir Haziran. Dışarıda aşksız aşk, Aids, Hepatit b, dışarıda hormonlu sevinçler, kokmayan güller. Dışarıda dostluğun, puştluğun kolunda gülümsemesi; ama öğrendim karanlıklardan ışık destelemeyi ve baka baka irkilmiş gözlerine hayatın: İnatla…İnatla gülümsemeyi; öğrendim içimdeki abdalı hünerle gizlemeyi.... (Herkes fanusuna asmış kendini; bu yüzden beklemiyorum farklı kıyametleri...). D ı ş a r ı d a ü ş ü y e n b i r H a z i r a n. D ı ş a r ı d a ö l d ü i n s a n. Ö l d ü i n s a n… H i ç b i r k i t a b a y a k ı ş m a d a n! . Ben de yaza yaza çürütüp dünlerimi; her gün bu cehennemden çalıyorum kendimi…. Bu yüzden her şey: Şey! Havada hava, günlerinde gün, evlerde sarmısak soğan; hepsi bu işte basit, olağan. Her şey şey’dir; inandıklarımızdır belki de yalan. Abarttığımızdır, kül’dür herkesin payına kalan... Ah işte herşey orda... Ben severim omuzlarımı bir gün Sırmaları, apoletleri olmasa da.. Ben severim omuzlarımı bir gün Göçen bir maden direğinin altında. Su akar kendir tarlalarından Ah her şeyim...Ben severim omuzlarımı bir gün Savaşda bir başka omuzun yanı başında Yatakda bir ince omuzun yanı başında. Yol uzun, hava sıcak Kırbaçlarım atımı varırım Kurtuba ya.... İndiğini görürsem bir gün sığıcıkların ve sürüler halinde,ovaya İnsanların dünyayı bölüştüklerini hatırlarım Bir gün daha.... Sevişirim ölürüm, savaşırım ölürüm Doldurum çantama kara ekmek ve peynir Varırım Kurtuba ya... 'saat beşteakşamleyin'. Ah ellerim ve kalbim Her şey orada kaldı. Keçeler keçeler ve portakallar Kireç döktüler yere. Kara gözlüm, kalbim, Halkımın fakir akşamlarıdır, biliyorum Kanlı bir mendil diye bağlanan gözlerime Kireç döktüler yere, Bir duvarın dibinde Bir deppoy un önünde Kiraz ağaçlarına ve sığırcıklara karşı ........ Bir halkın gösterişsiz, sessiz cömertliğinde Ölüm nasıl söylenirse öyle İspanyol dilindeve her dilde.... obra completas. Artık kat iyen biliyoruz; Halk adına dökülen kan Sapı güldalı güzelliğinde bir bıçaktır. Dişlerin arasında... İspanya da ve her yerde... Acılar vardır, bir de çaresizlikler Ne zaman başladıysa benim öyküm Yürüdük, kim bilir kaç yıl beraber Bir yanımda aşk, bir yanımda olum Durup kirlendim yaşadıkça Aşktı beni yıkayan, Arıtan su Dünyamı saran bir uçtan bir uca Hep o bir gün sevememek korkusu Ben kalbimi o taşlarda biledim Butun pisliklerini yeryüzünun Kazıdım hançerimle yeniledim Son dakikasında bile ömrümün Ben Tanrıdan başka bir şey istemem Her sevgiye acık olsun pencerem Dinlensin diyedir gözlerimiz Bu önümüzde açılıp giden manzara; Bu dünya, yoruldu mu kuşlar konsun diyedir, Ve tanrılar boşluktan bıkınca.. Ellerimize malum olur nedense Suların rengi balıklarıyla, çiçekleriyle, Düşünmenin huzuru ayan olur; Soğuğun sessizliği hakeza.. Yuvarlanan yıldızlar içinde saçlarımız, Boylarımız bü'yü'r usul usul; Duyulmasın diye gürültüler uykularda Yağmurlar yağar geceleri. Issız bir adada Yalnız bir deniz feneri Okyanusun ortasında Bir yanar,bir söner.. Gelmese de günlerce hiç bir gemi Gelir de göremem diye Rahat etmez yüreği Bir yanar,bir söner.. Bir ışık gönderir uzaklara Tek başına ve dimdik Göz kırpar karanlığa Bir yanar,bir söner.. İşte o deniz feneri bana benzer Kimseler görmese de Bir geminin aşkı ile Bir yanar,bir söner. Bitmişse Kızıllığını avuç avuç içtiğimiz sefalar Öğleler, ikindiler çoktan geçmişse Bir akşamüstü garipliği Sarmışsa her yeri Güneş devrilmiş Renkler solmuş Sesler kesilmişse Son kuşlar da geçip gitmişlerse ufuktan Ve çiçekler Bükmüşse boyunlarını dalgın dalgın Bil ki olum saati gelmiştir Senden uzak, kendimden uzak Tüm umutlardan ve her şeyden uzak Ben ölmüşümdür uzaklarda bir yerde Gövdesini kurtların oyduğu Bir ağaç gibi devrilmişimdir O ani sen bileceksin herkesten önce Herkesten iyi sen anlayacaksın Çaresizliğini, yıkılmışlığını Sevdiğin adamın Ve seni nasıl sevdiğini Duyacaksın derinden derine Belli belirsiz Bir gölge düşecek gözlerine Fakat ağlamayacaksın, ağlamayacaksın Sen tek gelinim, sen tek kadınım Sen güzelim, nazlım, bebeğim Kadersizim sen Gülerken ağlayanım, ağlarken gülenim Varlığım, nedenim, alınyazım benim Elbette ağlamayacaksın Çünkü sonsuzluklar Sonsuz sevenler içindir Çünkü ölüm Sevmeyi ve ölmeyi bilenler içindir. Eski libas gibi âşıkın gönlü Söküldükten sonra dikilmez imiş Güzel sever isen gerdeni benli Her güzelin kahrı çekilmez imiş. Bülbül daldan dala yapıyor sekiş O sebepten gülle ediyor çekiş Aşkın iğnesiyle dikilen dikiş Kıyamete kadar sökülmez imiş. Sevdiğim değildin böylece ezel Aşkımın bağına düşürdün gazel İbrişimden nazik sandığım güzel Meğer pulat gibi bükülmez imiş. Seyranî'nin gözü gamla yaş imiş Benim derdim cümle derde baş imiş Ben bağrımı toprak sandım taş imiş Meğer taşa tohum ekilmez imiş Ey benim divane gönlüm Dağlara düştüm yalınız Bu cefayı kendi özüm Pek mail gördüm yalınız. Dağlar var dağlardan yüce Dağmı dayanır bu güce Derdimi üç gün üç gece Söylerim bitmez yalınız. Şah'ın ayağına varsam Hayırlı gülbengin alsam Kızılırmağa gark olsam Çağlasam aksam yalınız. Pir Sultanım ey erenler Erine niyaz edenler Üçler, kırklar, yediler Mürvete geldim yalınız dilinin ucunda ne varsa insanın işte ben ona inandım. yavru bir kuşun daha ilk denemesinde tutunmaya çalışması gibi göğe ne bulduysam abandım ve uça uça karasular indi kanatlarıma. oysa bütün insanlar eşittir direksiyon başında ama biri var ki şimdi yok aramızda huzur yazıp da bulamayan tanpınar inleyip duruyor narmanlı handa. dünya tuhaf değil mi kızarmış ekmeğe tereyağ sürer gibi çocuklar yetiştiriyoruz ölmesi için. bir istek ki dövüp duruyor bizi oynaşıp duruyor bizi oynaşıp duruyoruz kapkaranlık sularda kirletmek için o bembeyaz gömleği. dizlerinden vurulmuş bir adam ki o benim ne kadar benziyorum emekleyen çocuğa bir anda yıkılıyor cana yakın ne varsa yemeğin etini seçmek gibi mesela.. dünyanın soluğudur kar yağarken pencere silinen bir vazoya tozun konması gibi ey dokunma duygusu sensin bu bahçenin sahibi.. kar tutmuyor artık şehirleri nedense sesini teybe çekip sonra da beğenmeyen her kimse; ona benzetiyorum ben, bu tuhaf ilişkiyi. ki insan mütercimdir, kalbindeki o şeyi metal tadı olsa da ısırdığı herşeyde çevirip durur kendi dilince.. ve kaybolunca kapının anahtarı duvarla kardeş olur güzelim kapı. Senlen raks rakına kalktıkta Başım ayaklarınla Ayaklarım başınla beraber, Ve oran orama değdikçe, Evler boşalıyor Sokaklar boşalıyor Bahçeler masalar boşalıyordu Ben boşalıyordum, Bizden gayrı kalan Bi tek rüzgar vardı Yaprakları üfleyen rüzgar… Senden ayrılınca anımsadım Dünyanın bu kadar kalabalık olduğunu… Hiçbir vakit tam karanlık değil gece Kendimde denemişim ben Kulak ver dinle Her acının sonunda Açık bir pencere vardır. Aydınlık bir pencere Hayal edilecek bir şey vardır Yerine getirilecek istek Doyurulacak açlık Cömert bir yürek Uzanmış açık bir el Canlı canli bakan gözler vardır Bir yaşam vardır yaşam Bölüşülmeye hazır. Sakat Süvarinin Karısı. Meğer çoktan dökülmüş Aynalardan sırlar, Çoktan yayılmış kanser kokusu Apartman boşluklarına ve karanlık pencerelerde Eski bir çığlık gibi yaşıyormuş kadınlar... Yoksa der miydim anneme Küstah bir şaşkınlıkla, Bırak artık bu beklemeleri, diye Çünkü güzel günler geride kaldı, Beklenen o güzel günler O da biliyordu oysa Bahtsız kadınlar kabilesinde ölümün Sıradan günlere paylaştırıldığını, Felaketlerin basit sezgilerle farkedilip Yürek ağrılarını dindirdiğini. Nitekim vazgeçmişti artık İpekli kumaşlar dikip Sakat süvariyi beklemekten... Konuştuk uzun uzun Balolar, danslar, şenlikler ve Cumhuriyet... Sonra başını açmasını söyledim ona Durdu... düşündü... ve karanlık anlamları Bırakarak ardından İncecik bir yalnızlık gibi Sokaklara çıktı, Hatırladı kendini... ürperdi... Akşamdı... bizim gibi adamlar Haber verdi Ölüsünün mercan karakolunda bekletildiğini. Başörtüsünü ve amelelere harb-ı umumiyi anlatan Sakat süvariyi kahveden aldım. Ne babamın polislere anlattığı Dokunaklı anılar, Ne de kirli deniz kokan Saçları tanık oldu ölümüne... Onun ölümü ne kanser, Ne kocası, Ne komşular... Ölümü, elimde buruşturduğum Bu başörtü Bu baş... bu örtü... Bu baş... bu örtü... Bu baş... bu örtü... Özgürlük menşurum kanatlarından Toprağım devletim bayrağım sensin. Maddemsin mânamsın varım yoğumsun Ufkumsun yakınım uzağım sensin. Göklerim yerlerim dağım denizim Yanım yönüm solum ve sağım sensin. Annem babam atam kardeşim yavrum Evim barkım bahçem ve bağım sensin. Övüncüm şerefim sözüm şiirim Saklım gizlim köşem bucağım sensin. Seslerin kalbimin dudaklarında Zamanım dönemim ve çağım sensin. Ümidim cihadım şafağım sende Hicretim menzilim durağım sensin. Seninle olmaktır ahdım yeminim Ordum emirim ve otağım sensin Sabahtan vardım Konya'ya Baktım cihana uyanık. Kimi binek, kimi yaya, Baktım meydana uyanık. Şehirde herkes ayakta, Kepenkler kaldırılmakta. Asker, mektepli sokakta, Baktım her yana uyanık.. Sabahtan akşama kadar, Didinir, terler, çabalar. Uyanık bütün babalar, Oğul, kız, ana uyanık.. Konuşursan bir kelime, Kavuşursun bin selama, Lafızda şive var ama, Fikirde mana uyanık.. Karatay, İnceminare, Dolaştım hep birer kere. Her köşeye, her esere, Bakındım rana uyanık.. Alaiddin tepesi'ne, Çıkdım tarihin sesine. Selçukların türbesine, Baktım, amenna, uyanık. Baktım tarihe, zamana, Baktım Alaiddin Han'a, Baktım o büyük insana, Kılıç Arslan'a uyanık. Görünmez bir debdebede, Gönüllerden bir türbede, Yeşil üsküflü kubbede, Uyur Mevlana, uyanık. Tecerim bu nasıl hülya, Uyanıkken gördüm rüya, Eski Konya, Yeni Konya, Göründü bana uyanık. Bülbül ne yatarsın bahar erişti Ulu sular göl olduğu zamandır Kat kat oldu gül yaprağa karıştı Gene bülbül kul olduğu zamandır. Gene bahar oldu açıldı güller Figana başladı gene bülbüller Başka bir hal olup açtı sümbüller Aşıkların del'olduğu zamandır. Gene bülbül bilir gülün halinden Yeter deli oldum yarin elinden Aşık aşıp gelir yaya belinden Yardan bize gel olduğu zamandır. Gene geldi türlü baharlar bağlar Bülbül figan edip kamuyu dağlar Türlü çiçeklerle bezenmiş dağlar Ulu dağlar yol olduğu zamandır. Karac'oğlan der ki geçti çağlarım Meyve vermez oldu gönül bağlarım Aklıma geldikçe durmaz ağlarım Gözüm yaşı sel olduğu zamandır Üzülme her hafta gelemem diye Haftada olmazsa ayda gel canım. Üç yüz altmış beşi böl on ikiye Sırala otuzu say da gel canım. . Bekletme geciken müddet ziyandır Güzele kin, öfke, hiddet ziyandır Varsa gurur, kibir, şiddet ziyandır Onları orada koy da gel canım. . Kitap 'aşk masal' der, yıkar, bırakmaz Akıl 'tedbir al' der çöker, bırakmaz Korku 'gitme kal' der çeker, bırakmaz Sen gönül sözüne uy da gel canım. . Yazı, güzü, kışı bahar zamanı Yaşadın bilirsin ki her zamanı Dinle rüzgârları seher zamanı Uzaktan sesimi duy da gel canım. Halkım ben, parmakla sayılmayan Sesimde pırıl pırıl bir güç var Karanlıkta boy atmaya Sessizliği aşmaya yarayan. Ölü, yiğit, gölge ve buz, ne varsa Tohuma dururlar yeniden Ve halk, toprağa gömülü Tohuma durur bir yerde Buğday nasıl filizini sürer de Çıkarsa toprağın üstüne Güzelim kırmızı elleriyle Sessizliği burgu gibi deler de. Biz halkız, yeniden doğarız ölümlerde.. Çeviri:Hilmi Yavuz Deyirem sefası bitdi ömrümün, İndi dağ çıhıram, düze elveda. Göze duman çökür, başa gar yağır, Bahara elveda, yaza elveda.. Aşgına her zaman mügaddes dedin. Günler elden gedir, sen teles dedin. Çohu istemedin, aza bes dedin, Dedim, çoh yoh ise, aza elveda.. İndi öz kökünden üzülen menem. Özge budaglara düzülen menem. İndi ne sen, sensen, ne de men, menem. Biz ki, biz değildik, bize elveda.. Bahtiyar, derinde sızlayıp yaran. Seni keçmişine bağlar her zaman. Zulmet üreğini işıglandıran, Yoluna şam tutan göze elveda. Ömrümde nice sızı var kışların önü, sonu var. Kalbim bu kuşatmalarda dar; dağlarda ölmek isterim.. Ben ateşten, hınçtan doğdum. Üç beş kuruşa kul oldum, yetmedi de mahpus oldum; dağlarda ölmek isterim.. Kaç mevsim ağladım kaldım, tutuşan özlemle yandım, kentler zalimdi dayandım; dağlarda ölmek isterim! __________________ * Hece ölçüsüyle şarkı sözü olarak yazılmıştır. Ey beşer çehreli hayvan, heyhat, İlm ü irfan iledir zevk-l hayât. Onu hiç kullanamazsan nâdân, Neye vermiş sana nutku Yezdan? Yoksa zâtınca hayâtın hükmü, Ne olur bizce O Zât’ın hükmü? Neye geldin bu cihâna, söyle? Düşünüp durmak için mi böyle? Kimseye fâiden olmaz şunda. Ya niçin mâiden olsun bunda? Maksadın görmedeyim azm-i cinân, Ya niçin eylemedin terk-i cihan? Âhirette arıyorsun her ân, Burada yok mu sanırsın Rahman? Nef’-i ukbâyı edersin tafdîl, Buna mâni’ mi teâvün, tahsil? Kisb-i dünyâya bulursun tezyîf, Sana emr eyledi mi şer’-i şerîf? Vatan ü milleti bilmem dersin, Ya niçin kendine âdem dersin? Halk için hubb-i vatan îmândan, Sence şer’î mi değil hubb-i vatan? Neye dersin, o diğer ma’nâdır, Yâni mazmûn-i vatan ukbâdır? Çünkü hep cennete gönlün meyyâl, Ne İçin gaile-î ehl ü iyâl? Vatani zahiri sevmezsin sen, Ne demek hubb-ı mahall ü mesken? Görürüm hâl ile kaalin medhûl, Sence ahkâm-ı şerîat mechûl. Sun’unu eylemiyorsun teslîm, Bu mudur sence Huda’ya tâ’zîm? İyi halk ettiği şey ukbâda, Böyle va’z etmedesin efrada. Bize hep kahrını ettin izhâr, Bu mudur rahmet-i Hakk’ı ikrar? İyiden hâlî ise rûy-i zemîn, Nasıl ettin iyi şey’i tahmin? Görmesen fark edemezdin kendin, Onu dünyâda görüp öğrendin. Öteden gelmediğin pek derkâr. Ki bunu eyleyemezsin inkâr. İnanır sözlerine mağbûnlar; Hakk’a bühtan mı değildir bunlar? Bir nefes tevbe kılıp abd-i hazîn, Bunca isyanı ede afva karîn. İyi fark etmez isek nîk ü bedi. Bize eyler mi azâb-î ebedî? Sözlerin hep o azaba dâir, Anladık kahr eder, Allah kadir. Sözü yok onda olan gufranın. Yok mudur mağfireti Rahman’ın? Azıcık ma’deletinden bahs et, Lûtf ile merhametinden bahs et. Olamaz, sen ne kadar haykırsan, İntikam alması Hakk’ın kuldan. Aldırır, gelmek için hak yerine, Birinin sârim dîğer birine. Bil ki Hallâk-ı Cihan rahmandır, Her ne halk etmiş ise ihsandır. Cümle âsârı güzeldir, hoştur; Âleme boş dediğin pek boştur. Yalınız âbid olaydı inşân. Görülür müydü cihanda ümran? Dediğin yolda gideydi her bâr, Bulunur muydu bugünkü âsâr? Âdem etmezse bina vü i’mâr. Sen ne kâşane bulursun, ne mezar. Bunda har şey’i desem şayandır. Yaradan Hakk’sa, yapan İnsandır. Medeniyyet ne, diyorsun, bilmem; Medeniyyet yaşamaktır, sersem! Hazret-î Âdem’i fikr et bârî, Serde var mıydı anın destan? Acebâ var mı imiş herkese sor, Hazret-î Nûh zamanında vapor? O zaman posteki, yaprak giyerek, Meyve yoksa mazı, buğday yiyerek; Galibâ olmadığından çok taş, Ederek dâim ağaçlarla savaş; Toprak altında bütün meskenler, Kılarak tekne ve sallarla sefer; Cezbe-yî cerbezenin müncezibi. Senden örnekler alan zümre gibi, Ba’zı âdetleri ya’nî görenek Nev’-i hayvandan alıp öğrenerek, Bunda imrâr-ı dem eylerler idi; Sonunu onlara kim söyler idi? Bir terakkî ile gitmiş her şey; Ya’ni her âdet ü her söz, her re’y. Sonra bulmuş bu kemâli âlem, Eser-î kudret-i nev’-î âdem. Kim çıkarmış yer içinden ma’den? Neler olmuş, bak, o ma’denlerden! Olamazdı dese bir ehl-i vukuf, Volkan olmazsa maâdin mekşûf. Meselâ saikalar Rahmân’ın, Çâre-yî defi fakat inşânın. Siper-î saika, seyyâle-i berk, Hem de keştî-yi havaî bî-fark. Mahv ü îcâd, eser-î Azze ve Celi. Şübhe yoktur, gelir emriyle ecel. Ya, demir yollara var mı diyecek? Götürür şark ile garba yiyecek. Gerçi Kudret’ten eder istimdâd, Kılmış insan dahi çok şey îcâd. Bunlar etseydi de mâzîde zuhur, Kayb olup sonra olaydı mezkûr, işitince ya inanmazdık biz, Ya onun hepnlnn dardık mu’riz! Bunların cümlesi el’ân meşhûd, Cümlesi tecrübelerden mevcûd. Eser-î gayret-i âdemdir hep Servet ü rahat ü ikbâle sebeb. Sen de İslâm’a dilersen hizmet, Sa’y ile gayret ü ikdam öğret. Halka bildirme bu dünyâyı kerih, İlm ile ma’rifet eyle tenbîh. Sence matlûb değilse rahat, Bize çektirme azâb ü zahmet. Düşünüp ömrümüzün gayetini Nefsinin istememek râhatini, Vatan ü milleti kılmak nisyân, Kendi beytinde bulunmak mihmân, Hep ibâdetle geçip rûz ü şebi, Yine de gayrıdan olmak talebi; Sence meşru’ ise bunlar, pek şâz, Edemez kimse bu emri infaz! Divane ettin aklımı Taştan taşa vura vura Aradım can yoldaşımı Baştan başa sora sora. Kimi yanar kimi söner Kimi iner kimi biner Saraylar virana döner Baştan başa dura dura. Gir Mahzuni dost bağına Kar yamış dostluk dağına Gençliğim ömrüm çağına Baştan başa yara yara Ey dostum; şarap doldur, hep tut isterim, Şu bembeyaz yüzümü, yakut isterim, Saf şarapla yıkayın ölünce beni; Bir de bağ kütüğünden tabut isterim! . (Hayyam'ın Türkçe Yüzü-Türkçe Yeniden Yazan-Yalçın Aydın Ayçiçek-Can Yayınları) Ölüm, sizin eve sığınan kimsesiz bir çocuktu. Sen ondan öğrendin kendine ne kadar uzakta olduğunu Ölüm düşürdü seni ruhunun gurbetine Ve büyük bir yalandan kurtardı. Bu yüzde hiç aldanmadın Hiç de mutlu olmadın... Ölüm, ömrünün o yalan yarısını senden aldı. Aşka susamış öbür yarısını yakın uzaklara saldı. Ölüm yüzünden ne kimsenin kimsesi oldun Ne de kimse senin gördüğünü gördü. Yaşayan tek yerin o ölü gözlerindi. Karanlık kokulu otlar bu yüzden bir tek sana el salladı... Bunlar ki hıyaneti battaniyeden yatan Ve yataklarının tiftiği muntazaman mütehassıs hallaçlar tarafından atılan, O düşleri azgınların yorgun yorganları, Alları ve dallarıyla bit-tamam serilmişler güneşe, Betonların üzerinde melûl-mahzun bir neş’e... Bunlar ki yorgan yüzlerinin düzüne inmiş dağ laleleri, Bunlar ki silahtan tecridedilmiş yaban sünbülleri, Bunlar ki zararsız hale getirilmiş bir bölük menevşe Ve şuncağızlar...’ın papatyaları işte! Anılar ki önlerinden her geçişte Islanmış mayıs böcekleri gibi üzerlerinde Acem acem geziniyor gözlerim... Ama kader diye bir b.. varsa eğer, Keder değil elbet benim kaderim, Ve anılar ki madem anasıdır yaşanacak delikanlı anların, Bugün bu: kuburda kokuşsam da yarın Çiçek Dağlarında seyirtecek seyrim, Değil mi ki burnumda tüten toprak kokusudur Devrim! Sivas'ta Ulu Camii avlusunda çocuklar Yalvaran gözlerle etrafa baka baka Açıyorlar küçük esmer avuçlarını: -Emmilerim sadaka! Emmilerim sadaka!. Hükümet konağının yanında biri Bir kemik kalmış bir deri... 'Boya cila yimbeş,boya cila yimbeş' diye ağlıyor Ve daha fırça bile tutamıyor elleri.. Garipler Pazarı'nda körpe çocuklar Yorgunluktan güzelim yüzleri al al... Öldüren bir çığlık dudaklarında: -Boş hamal!boş hamal!boş hamal!. Nane satan su satan yetim çocuklar Şarkı söyleyemediler güneşe aya... Biliyorum ne masal dinlemeye doydular Ne oyun oynamaya.... Bezirci'de,Yüceyurt'ta Altıntabak'ta... Çocuklar var incecik yüzleri nurdan Ama toz toprak içinde elleri ayakları Oyuncakları çamurdan.... Ve günahkar çocuklar,suçlu çocuklar Mahkeme salonunda bakarım dizi dizi Bu suç bizim suçumuz,bu günah bizim Affedin bizi.. Gökteki yıldızlar kadar sayısız Ah yurdumun kimsesiz ve yoksul çocukları Anladım farkınız yok koparılmış başaktan! Alın bu gözleri benden,alın bu yüreği artık Utanıyorum yaşamaktan. 'Büyük'lük kendine verdiği paye Arkasında saklı en menfur gaye Sinsice İslam'a saldırmak için 'İrtica' elinde hazır sermaye... Sesim soğuk bir sis Gittikçe grileşen dalgınlıklar oluyor Sormuyorum bir yolculuğa kimle çıkılır Ve kim yırtıp atabilir elindeki son dönüş biletinide Tüm yalnızlıkları mümkün kılan birileri olmalı Yada kalbini kederle onaran bir göçebe Özlemek ozaman bir çığlık olabilir belki, bir çığlık Sormuyorum artık biliciyede bilginede Aşkın darası nedir Ve mutsuzluk mümkünmüdür ki o, Bir kırlangıç ikindisiydi belkide,gümüşte ve hüzne gizlenen. Ödünç sevişlerden bize kalan sonsuz grilikler oluyor yalnız Ve bir çocuğun hüznüne kazınıyor ,gülüşlerimizin paramparçalığı Sesimin sislenmesi bundandır. Karşılığı yok hiçbir acının Herşey gölgesi kadar ağır Sormuyorum artık sormuyorum Hergün yeniden kodlanan umutlarla kirletiliyor dünya Sen petekte bir gömeç bal gibisin! Renksin yazdan kıştan, tazeliksin bahardan. Yapraklarda dolaşan serin bir rüzgarsın ki Her gün eser durursun hafızamdan.. Ellerin var beyaz güller gibi küçücük, Mutlak kalbin tomurcuklardan pembe! Sanki yeşil yaylalardır gözlerin Alnımda ter ve kuvvetsin işimde.. Ben kanadı kırık bir kuş değilim Döner birgün gurbet ellerde kalan Sabret neşem, sabret şarkım, sabret sevdiğim, Sabret kalbi tomurcuklardan pembe olan. Devrilip gidiyorum işte Geride kaldın sen.... Aşınmış sevdalar gibi Yıpranmış postallar gibi Lime-lime, yarasız Geride kaldın sen.... Kaprislerinle, nazlarınla Bakışlarınla, sözlerinle Tutulmayan vaatler gibi Harcanmış saatler gibi Tek başına, kararsız Geride kaldın sen.... Buraya kadarmış güzelim Boynumda bıraktığın diş izi Bitmez sandığın aşk denizi Buraya kadarmış.. Vedalaşmak isterdim oysa Klasik bir film öyküsü gibi Ellerini tutup usulca Son bir kez öpmek isterdim Kendimi mazur gösterip Masum ve mağrur bir duruşla Her şeyi kadere yıkmak isterdim.. Ne gerek var oysa Yürümeyen birtakım şeylerin Nedenlerini tartışmaktansa Asla yürümeyeceğini anlayıp Bunu hiç konuşmamak Daha bir yiğitçe değil mi? . Süzülüp gidiyorum işte Bela olmadan Yoluna çıkmadan Hesap filan sormadan İncitmeden, acıtmadan.... Bir bileti yırtar gibi Bir kabuğu atar gibi Sıyrılıp gidiyorum işte Geride kaldın sen.... Bir tren penceresinden Akıp giden bozkırın Ortasında bir kuru ağaç gibi Geride kaldın sen... Hayat kapısından tek tek Her giriş ecele doğru. Toprakta sürünür bebek Her karış ecele doğru.. İster yürü, ister bekle İster çıkart, ister ekle Geç kaldım diye gam çekme Her varış ecele doğru.. Ayaklar zemine değer Analar yavrusun döğer Kalpten damara kan yağar Her vuruş ecele doğru.. Yürü, koş, uyu, otur, kalk Yukarı bak, aşağı bak Dört yana dönmeyi bırak Her duruş ecele doğru.. Bir el yapar, bin el bozar Gün alçalır, gölge uzar Önü kundak, sonu mezar Her yarış ecele doğru.. (Suları Islatamadım) Tükenmek bilmiyor kara günlerim Gel buna bir çare bul Leyla Leyla Düştüm hasretine yanar inlerim Yüreğim soğutmaz su Leyla Leyla Gel benim derdime çare bul Leyla. Acımasan böyle yanlız kalırım İstersen eğer kuban olurum Kefenim bulunmaz belki ölürüm Gözün yaşım ile yu Leyla Leyla. Mahzuni'yim dolaşırım dillerde Bazen sahralarda uzun yollarda Benim Leylam kaldı kanlı çöllerde Herkes de zanneder şu Leyla Leyla Yatarken yerde ilhadıyla haşr olmuş sefil efkar, Yanp edvan yükselmiş bu müdhiş heykel-i ikrar, Siyeh-reng-i dalalet bir bulut şeklinde maziler, Civarından kaçar, bulmaksızın bir lahza istikrar; Ziya-riz-i hakikat bir seher tavrında müstakbel, Gelir fevkinden eyler sermedi binlerce nur! sar. Deraguş etmek ister nazenin-i bezm-i lahfitu: Kol açmış her menarı sanki bir ümmid-i cür'etkar! O revzenler, nazariardan nihan didara müstağrak, Birer gözdür ki sıyrılmış önünden perde-i esrar. Bu kudsi ma'bedin üstünde taban fevc fevc ervah, Bu ulvi ku b benin altında efişan m eve mevc en var. Tecessüd eylemiş güya ki subhun ruh-i ıİıahmuru; Semadan yahud inmiş hake, Sina-reng olup didar! Tabiat perde-pfiş-i zulmet olmuş, habe dalmışken, O; güya kalb-i nuranisidir leylin, durur bidar. Evet bir kalbdir, bir kalb-i cuşacuş-i aşıktır, Ki cevfinden demadem yükselir bin nale-i ezkar. Nümayan cebhesinden Sadr-ı İslam'ın mealisi: O sadnn feyz-i eniasıyle güya bir yığın ahcar, Kıyametmiş de, yükselmiş de bir timsal-i nur olmuş. Nasıl timsal-i nur olmaz? Şu pek sakin duran divar, Asırlar geçti hala batılın piş-i hücfimunda, Göğüs germektedir, bir kerre olsun olmadan bizar. Bu bir ma'bed değil, Ma'bfid'a yükselmiş ibadettir; Bu bir manzar değil, didara vasıl mevkib-i enzar. Semadan inmemiştir, şüphesiz, lakin semavidir: Zemini olmayan bir cilve-i feyyazı havidir. * * * Bir infilak-ı safadır ki yar-ı canımdır, Sabahı pek severim, en güzel zamanımdır. Rida-yı leyli henüz açmaınıştı dest-i sema; Saba dahab-ı sükfindan ayılmamıştı daha, Feza-yı rfihda aksetti, es-sala-perdaz Müezzinin dem-i mahmfiru, bir hazin avaz. İçimde cfiş ederek lücce lücce istiğrak, Ezanı beklemez oldum; açılmadan afak, Zalamı sineye çekmiş yatan sokaklardan Kemal-ivecd ile geçtim. Önümde bir meydan Göründü; Fatih' e gelmiştim anladım, azıcık Gidince, ma'bede baktım ki bekliyor uyanık! Sokuldum artık onun sine-i münevverine, Oturdum öndeki maksfireciklerin birine. Feza-yı ma'bedin encüm-nüma meşa'ilini, O lem'a lem'a diziimiş ziya kavafilini Görünce geldi çocukluk zamanlanın yada... Neler düşündüm o sa'atte bilseniz orada! Sekiz yaşında kadardım. Babam gelir: "Bu gece, Sizinle cami' e gitsek çocuklar erkence. Giderseniz gelin amma namazda uslu durun, Meramınız yaramazlıksa işte ev, oturun! " Deyip alırdı beraber benimle kardeşimi. Namaza durdu mu, haliyle koyverir peşimi, Dalar giderdi. Ben artık kalınca azade, N e aşıkane koşardım has ır lar üstünde! Hayal otuz sene evvelki hali pişimden Geçirdi, başladım artık yanımda görmeye ben: · Beyaz sarıklı, temiz, yaşça elli beş ancak; Vücudu zinde, fakat saç, sakal ziyadece ak; Mehib yüzlü bir adem: Kılar edeble namaz; Yanında bir küçücek kızcağızia pek yaramaz Yeşil s arıklı bir oğlan ki başta püskül yok. imamesinde fesin bağlı sade bir boncuk! Sarık hemen bozulur, sonra şöyle bir dolanır; Biraz geçer, yine rayet misali dalgalanır! Koşar koşar duramaz, akıbet denir "amm" Namaz biter. O zaman kalkarak o pir-i güzin, Alır çocuklar, oğlan fener çeker önde, Gelir düşer eve yorgun, dalar pek asilde Derin bir uykuya... Derken bu hatırat ı latif Çekildi aslına, artık haklkatin o kesif Likası başladı karşımda cilve eylemeye; . Zaman da kalmadı zaten hayali dinlemeye: Sağım, sol um, önüm, arkarn huşfi' a müstağrak Zılal i ade m iken, bir s ada bülend olarak, O kainat ı huzfi'u yerinden oynattı; Feza yı mahşere döndürdü gitti eb'adı! Suffif ayakta müselsel cibal-i velveledar Gibiydi. Her birisinden duyuldu sine-fikar, Birer enin-i tazarru; birer niyaz ı hazm, Ki kalb-i rahmeti sızlattı şüphesiz o enin! Eğildi sonra o dağlar huzur-i izzette; Göründü sonra o dağlar zemin-i haşyette! İnayetiyle Huda kaldırınca her birini, Semaya doğru o dağlar da açtı ellerini. O anda koptu yüreklerden öyle bir feryad, Ki ruhum eyleyecek taebed o dehşeti yad. Kesildi bir aralık inleyen hazin av az... N e oldu Arş 'a kadar yükselen o s uz ü güdaz? O cu ş içindeki iman? Evet, huruş ederek işte rahmet İ Subbfih, Bütün yüreklere serpildi kubbeden bir n1h: Ruh-i itminan. Gayr ile her dem nedür seyr-i gülistân etdüğün Bezm edüp halvet kılup yüz lutf u ihsân etdüğün Ahd bünyadın mürüvvetdür mi vîrân etdüğün Hanı ey zâlim bizümle ahd ü peymân etdüğün. Lahza lahza müddeî pendin dür-i gûş eyledün Kana kana gayr câm-ı şevkini nûş eyledün Vara vara ahd ü peymânı ferâmûş eyledün Hanı ey zâlim bizümle ahd ü peymân etdüğüm. Gayre salup mihrüni bizden savutdun âkıbet Terk-i mihr etdün tarîk-i zulm dutdun âkıbet Ahdler peymânlar etmişdün unuttun âkıbet Hanı ey zâlim bizümle ahd ü peymân etdüğüm. Cürmümüz n’oldı ki bizden eyledün bîzârlığ Biz gamun çekdük sen etdün özgeye gam-hârlığ Sizde âdet bu mıdur beyle olur mı yârlığ Hanı ey zâlim bizümle ahd ü peymân etdügün. Çerh tek bed-mihrliğ resmini bünyâd eyledün Yahşi adun var iken döndün yaman ad eyledün Döne döne bizi gam-nâk özgeni şâd eyledün Hanı ey zâlim bizümle ahd ü peymân etdüğün. Gönlümüz min-ba‘d zülfünçün perîşân olmasun Bağrumuz la‘lün hevâsiyle dahi kan olmasun Bî-vefâsen çeşmümüz yâdunla giryân olmasun Hanı ey zâlim bizümle ahd ü peymân etdüğün. Va‘de-i vasl ile aldun sabrumuz ârâmumuz Olmadı her gün visâlünden müyesser kâmumuz Geçdi hecr ile Fuzûlîden beter eyyâmumuz Hanı ey zâlim bizümle ahd ü peymân etdüğün yumurtaya can Can'a yumurta veren allahım...! ! Sırtımda, taşınmaz yükü göklerin; Herkes koşar, zıplar, ben yürüyemem! İsterseniz hayat aşını verin; Sayılı nimetler bal olsa yemem!. Ey akıl, nasıl delinmez küfen? Ebedi oluşun urbası kefen! Kursa da boşluğa asma köprü, fen, Allah derim, başka hiçbir şey demem! Haya sıyrılmış inmiş, öyle yüzsüzlük ki heryerde Ne çirkin yüzleri örtermiş, meğer o incecik perde Vefa yok, ahde hürmet hiç, lafe-i bi medlul Yalan raiç, hiyanet mültezem, heryerde hak meçhul Ne tüyler ürperir ya rab, ne korkunç inkılab olmuş Ne din kalmış ne iman, din harab, iman türab olmuş Ala gözlü benli dilber Bir gün gelsen bize dogru.. Seni sevdim can u dilden Çekme kendini naza doğru... Ne pervam var ne de perdem Sanma beni hali bir dem Söyler seni teller her dem Kulak versen saza doğru... Aşığa zülfükar isen Gülşende güle zar isen Hakikatli bir yar isen Ben geleyim size doğru... Gönülleri bir edelim Gayrileri biz nidelim İkimiz de bir gidelim Yürüyelim ize doğru... Bir gün için feryadı zar Bülbül eder her dem seher Aç sinemi gel gör ne var Arttı derdim yüze doğru... Kafi derdim bir derd katma Veysel'i yabana atma Kerem eyle çok uzatma Kavuşalım yaza doğru.. 22.01.2002 I. çatıların üzerinde yürürdü serçeler kanatlarından günışığı dökülürdü ciğerleri sökülür gibi öksürürdü yokuşa vurdukça erkenci işçiler. ekmeğinin yanına güneşi koyup usulca bakkaldan çıkan çocuk bir çift kanat açardı köşede ben dönerdim geceyarılarından üstüm başım çatışma içinde. sardunyaların arasında pencerede sen taze bir badem gibi dururdun beni her sabah böyle vururdun çekip gözlerine mahmur bulutu. günaydın derken salt dudaktın biri seni mutlaka öpüyordu bana mı öyle geliyordu sen mi çok ufaktın. saçlarında miniminnacık papatya ardında çiçek bahçesi ayıp bir söz gibi yürürdün gözlerimi alıp götürürdün körleme kalırdım. gidişini görüp de dönüşünü beklememek olur mu beklerdim tahtaya gömülen çiviler gibi bluzunun altında kanatlanan çifte kumruyu biraz köylü biraz burjuva sanırım kalçalarından almıştı o felaket huyu. II. kimdin neydin neciydin benim fikrim yoktu senin yaşın ve korkun kimi vakit konuğu olurdun duvar diplerinde kalleş ölümlerin kokladığı evimin. tomurcukları patlayan bir dal gibi gülerdin kahve içtiğimiz fincana pencereye kilime duvara tabakta dilimlenmiş elmaya çın çın mavi saçılırdı en olmadık yerde eteğin açılırdı aklım karışırdı. ne mümkündü görmemek hissetmemek incecik parmaklarında aşkla tüterdi değer değmez dudaklarına bütün sigaralar erkekti. III. sen hep oralardaydın küçük hoş görüntülerinle ben yüzümü rüzgara verirdim saçımın her telini uzak mavilere götüren denize dönerdim sonra sırtında dalgalar yürüten. terim soğurdu bir köpek namlu ensekökümde dururdu işkence şuradaydı cezaevi burada yürürlerdi benimle yürüsem uzansam yatarlardı yanıma onlar benim gölgelerimdi bir önüme düşerlerdi bir ardıma. IV. kapandı üstüme geceyarıları polisler sürüklüyordu beni kent boydanboya susuyordu bulvarda bir ağaç gürültüyle kusuyordu. kapandı üstüme geceyarıları sen yoktun okul arkadaşlarımın adını telefon numaralarını sinema kapılarını öptüğüm ilk kız gibi içtiğim ilk sigara ilk içki çıktığım ilk afiş gecesi gibi aklımda tuttum bir senin adını adını unuttum. anımsamak kuşları. bıçak uçmaları Uyuyamazdı Oğuz Bey iki yıldır Sabahı edeceğim diye dört döner... Artık rahat uyuyor mirim, Ardından bakıyorum da Caddeyi geçişi gibi sakin ve temkinli Biber ki yasa dışı önderidir sebzelerin: Şu sofrada ikimiz için de vur emri! Sözcükler alevler içinde nasıl da serin! Orta yerde durmuyor bir türlü yumru.. Bu akşamüstü üç şey doğruladı beni: Kulüp rakısının üstündeki resim, bir; Ortak arkadaşımız Prens Hayati, iki; Üçüncüsünü sorma, bizimle ilgilidir.. Bekarlara evvermiyorlar, doğru; Evlilere kız vermedikleri de doğru, Bu yüzden bir gün seni bırakırım ya, Tütünü bırakmak gibi bir şey olur bu.. Evet, gün geliyor bıkıyorum senden Ama İstanbul'dan bıkmak gibi bir şey bu, . Git, istersen, cüzam kap bir yerlerden, Görmek istersen, nicedir, tutkunluğumu Gökte zamansızlık hangi noktada? Elindeyse yıldız yıldız hecele! Hüküm yazılıyken kara tahtada İnsan yine çare arar ecele!. Gençlik... Gelip geçti... bir günlük süstü; Nefsim doymamaktan dünyaya küstü. Eser darmadağın, emek yüzüstü; Toplayın eşyamı, işim acele!. (1972) Saçlarına can veren yıldızlar nerde gülüm Hangi ferman dokundu bakışlarına senin Belki sahrada değil, şimdi göklerde gülüm Taşıyor bulutları gözlerinde, nazenin . Senin her kirpiğinde bir dervişin ahı var Muhteris aynaların eskidiği yerdesin Yüzünde en çaresiz devlerin günahı var Zamanı sonsuzluğa bağlayan mahşerdesin . Divan-ı harbe giden yiğitlerin ardında Kanayan kitaplara gül götüren yağmurum Hüznü bir tabut gibi buluyorum derdinde Senin toprağın için çırpınıp ağlıyorum . Memnû bir zerrin kadar edâlı ve soylusun Gamzelerinde nazlı kıvılcımlar gizlenir Bağbozumunda bile yediveren boylusun Gün olur ki, kalbinde gözlerim filizlenir . Bu sevda dayanılmaz bir ağıttır zülfünde Rüzgarın her bûsesi içimde kurşun olur Yıldız kayar, ay susar geceye güldüğünde Dağda çiğdem solarken çölde ceylan vurulur . Ben bu yol ayrımında sensiz olsam ne çıkar Kahra göçen kuşların kanatlarında kaldın Ölümün gözyaşları bir gün hicranı yıkar Tarihe bir sır gibi düşer senin de adın Şu kopan fırtına Türk ordusudur ya Rabbi, Senin uğrunda ölen ordu budur ya Rabbi, Ta ki, yükselen ezanlarla müeyyed namın Galib et, çünkü bu son ordusudur İslamın. Yüzümü bulutlara kaldırıp Dua eder gibi mırıldanıyorum Kuşlarla, otlarla yıkanıyorum Rüzgarla, ilkbaharla. Güneş gözkapaklarımı ısıtıyor Ah! Güvenilmez ilkbahar güneşi Rüyada mıyım, gerçek mi bu Hem var gibiyim, hem yok gibi. Bir güney kentinde, bir kıyı kahvesinde Başakların sonsuz salınışı Burada, kendimle başbaşa Ömrümü böylece tamamlayabilirim. Bir kuşu dilinden hiç öpmedim Belki bir gün öpebilirim Belki bir gün rüzgar olurum ben de Eserim başakların üzerinden Kalbim bir yaz gününe karışsın isterim Bir kuş cıvıltısında doğmak için yeniden Böyle şeyler oluyor işte böyle rüzgarlar Bu güz balkonu beni çağırıyor. Neyi dağıtıyor elin akşamda Ben saçlarımı topluyorum ırmakları da . Sonra gidip bir şiirin önünde soyunuyorum Bir çocuğu öpüyorum adı sevişmek oluyor. Her şey bizden ayrı Her şey biz varken yan yana oluyor. Bu oluşa biraz keder ekliyorum. Ellerinde bir ağaç Ellerinde telaşlı bir ağaca bakıyorum. Sen oturup şeftali yiyorsun Otlar diyorum yürüyor görmüyorsun. Sıkıntılı bir yağmur geçiyor pencerelerden Kendime sesleniyorum ses vermiyor. Ah sevgilim aramızda bir iğne Beni sana dikiyor Hayat soğuk, yağmurlu ve vurdumduymaz bir İstanbul gecesiydi... Ve gece yağan yağmur hep ürkütürdü beni. Yağmur değil yalnızlığımdı pencereleri damla damla yalayan, yıllarımı dolduran sensizlikti... Hep bir yanı yarımlık, hep senden uzaktalık, hayattaki tek 'kimse'mden yoksunluk, yani kimsesizlikti. Bir kavuşma mucizesine inanma yolunda harcanmış bir hayatın ansızın sonuna gelme, ve o mucizeyi yaşayamadan bir başına ölme korkusuydu yağmur…. Yine yağmur yağıyor, yine gece... Yine İstanbul... Ve sen kollarımın arasından sıyrılıp kalkıyorsun yataktan. Nereye gidiyorsun sevgilim? . Sadece sana sarılarak uyuduğumda nefes alabiliyordum. Beni kollarına aldığında, yüzümü masumiyetinin yurduna, o kimsesiz boynuna dayadığımda, kokunu kalbimle soluduğumda... Uykun benim cennetimdi. Çünkü cennet sadece ikimizin olabildiği yerdi benim için. Ne sana aşık kadınlar, ne sevdiklerin, ne geçmişin, ne yarının...Uykunda sadece ikimiz vardık. Aşkıma dar gelen sevgi sözcüklerine ihtiyacım yoktu orada. Sana sevgimi anlatmaya, ispat etmeye ihtiyacım yoktu artık. Aşkımızın kokusuydu sana beni anlatan, sana seni anlatan.... Beni gerçekliğin o soğuk, o köpüklü dalgalarıyla yutan ve alıp alıp senden ötelere savuran hayatın dışındaki tek kaçış tünelimdi uykun. . Önce kolunu çekerdin başımın altından, sonra sırtını dönerdin. Usulca sarılırdım sana arkandan, seninle ya da sensiz geçen yılların hasretiyle... Ardından yavaş yavaş kollarımın arasından sıyrılırdın...Yıllardır taşımaktan yorulmadığım hasretin, tenimden tenime akan o ateş, ağır gelirdi bedenine... Uyuyamıyorum, nefes alamıyorum, lütfen sarılma, derdin... Yatağın bir ucuna sığınmış bedeninden kovulmak, hayatından kovulmak gibiydi benim için. Sığındığım, soluk aldığım tek cennetten kovulmak gibiydi. Beni uykunda terk etmen, gerçek hayatta terk edişinden bile ağır gelirdi. Yanıbaşındaki sensizlik, o rutubetli evimdeki, o baştan ayağa sen olan evimdeki unutulmuşluğumdan çok daha ağır gelirdi. . Seni kaybetme korkusu öyle işlemişti ki hücrelerime...Yataktan doğrulduğun anda bu korkuyla açılırdı gözlerim. Bilinçaltım konuşurdu benim yerime... Su içmek ya da tuvalete gitmek için kalktığın asla aklıma gelmezdi. Gittiğini düşünürdüm yalnızca... O saatte kendi evini terk edip, nereye gidebileceğini sorgulamadan, sadece beni o sonsuz hiçlikte, o en masum rüyada, cennetimizde, uykumuzda bir başına bırakıp, kaybolacağından korkardım. Bana hep aynı soruyu sorduran bu yüzyıllık korkuydu işte: Nereye gidiyorsun sevgilim? . Beni yeniden hayatın içinde, gerçeklerin ortasında bir başına mı bırakıyorsun? Beni yeniden unutuluş sürgünlerine mi gönderiyorsun? Nereye gidiyorsun sevgilim? . Oysa seni uyutmayan içindeki o yangınlı hesaplaşmaydı. Gece iner, aşıklar, yüzler, bedenler, anılar kaybolurdu; sadece ikimiz kalırdık. Ve sen uykunda sevgimle hesaplaşmaya dalardın. Cennette cehennemi hatırlardın.. Dönüp geriye bakıyorum da, sanki yıllar değil yüzyıllar geçmiş aramızdan... Aramızdan ayrılıklar, ihanetler, kayboluşlar, vazgeçişler, yeniden bulmalar, korkular, yalnızlıklar, savrulmalar geçmiş. Ve bu ilişki ne çok biçim değiştirmiş... . Seni yollarca, şehirlerce uzağından sevdim. Seni kelimelerce, şiirlerce yakınından sevdim. Seni dünya üzerinde sanki ilk kez benim için kalemi eline alıp da yazdığın mektuplarca sevdim. Seni umutsuzca, beklentisizce, hayallerce sevdim uzağından. Hayatımı öyle olduğu gibi bıraktım. Şehrine geldim, ama kalbine giremeden sevdim. Neydik biz o yıllarda hiç düşündün mü? Neydik birbirimiz için sevgili? . Geldim. Bana destek olacak, sırtımı vereceğim bir aşkın yoktu arkamda. Kendime yeni bir hayat kuracağım yalanını, kendim dahil, sen dahil herkese söyledim. Oysa tek istediğim seninle birlikte bir hayattı. Öyle cesaretsizdim ki karşında ve öyle açık sözlüydün ki bana karşı, ancak iddiasız bir sığınmacı olabildim hayatında. Hayatına iltica etmek isteyen bir yürek sürgünü... Bir aşk meczubu sadece.... Dürüstlük kimi zaman yalanlardan çok daha acımasızmış, sevgili... Gerçeğin buzdan ülkesinde yapayalnız kalan yürek, hayatta kalabilmek için yalanları bile özleyebilirmiş kimi zaman... Bana aksini ispat etmek için elinden geleni yaptığın o yıllarda, buzlar ülkesinde biraz olsun ısınabilmek için, aslında beni sevdiğin yalanına inandırmıştım ben de kendimi... . Aşkıma kapalı bir kapının önüne bırakılmış yaralı bir kuş gibiydim. İnanacak, bir ibadet gibi yaşayacak tek şeyimdi senin aşkın. Karşılıksız, güvensiz, sessizce yaşanan bir aşk... Nasıl da hoyrattın bana karşı... Kalbinde değil miydim gerçekten? Neydik biz söylesene? O yıllarda senin neyindim ben sevgili? Can yoldaşın mı? Yol arkadaşın mı? Dostun mu? Sevgilin mi? .. . Sonra bir gün geldi ve unutuldum. Ve bu sorular birer birer bıçak gibi saplandı yüreğime ve yüreğimde yanıtlarını buldu. Unutuluş hepsinin acımasız cevabı oldu. Sonrası dipsiz bir karanlık... Sonrası çaresiz bir çıldırış... . Hayata karışmamak için tek kalkanım, tek sığınağımdı aşkın. Tek silahımı yitirdim ve hayata teslim oldum. Aldı beni savurdu başka bedenlere, parçası olamadığım o kırık dökük öykülere... . Kırgınlık kimlik değiştirdi ve vazgeçiş oldu benim için. Unutmanın en ağırı unutamadan unutmaktır. Seni sonsuza kadar kaybetmek kimlik değiştirdi ve unutmak oldu benim için. Seni unuttuğum yalanıyla hayatı kandırmaya çalışınca hayat hiç olmadığı kadar acımasız tokatlar indirdi yüzüme... Sonrası dipsiz karanlık... Sonrası hatırlamaya bile dayanamadığım düş yıkımları... Sonrası kesif, karanlık ve rutubetli bir kuyu... Koskoca bir boşluk... Sonrası 'yalnızlık' kelimesine sığmayacak kadar derin bir yalnızlık.... Kaç zaman sonra bilmiyorum, bir gün geldi ve beni yeniden hatırladın. Yokluğumda kendine kurduğun hayat, beni yasak bir ilişki haline getirdi bu kez de... Ve bu ilişki bir kez daha kimlik değiştirdi. Seni, bir başkasıyla birleştirdiğin hayatına uzaktan bakarak, kalbimi kıskançlığın lanetli hırsına teslim ederek, kısıtlı zamanlarda, gizli saklı buluşmalarda, o doyumsuz kaçamaklarda sevmeyi de öğrendim... Hasretinin o tarifsiz kokusu burnumu sızlatırken yapayalnız uyumayı da öğrendim. Yağmurlu İstanbul gecelerinde o baştan ayağa sen olan evimde kaderimle kıyasıya yaşamayı da öğrendim, sevgili... . O zamansız unutuluşun ardından yeniden hatırlanmanın sevinci, seni paylaşmaya boyun eğmenin ve hep gizliliğin gölgesinde kalacak olmanın acısına büründü. Uykunda soluğunun bir başka soluğa karıştığını bilerek geçirdiğim sayısız gecelerde, gururumu parça parça bölüp aşkıma kurban verdim. O tarifsiz ağrıyı uyuşturmak için ruhumdan, kimliğimden, kadınlık onurumdan vazgeçtim. Her şeye rağmen direnebilmek için kendimden vazgeçtim. Geriye dönüş kapılarını sonsuza kadar kapatmış oldum böylece. Ruhumdan kendimi kovup, tüm hücrelerime sadece aşkını yerleştirdim. İşte o andan itibaren, sensizlik artık bensizlik oldu sevgili.... Nasıl da telaşlı, nasıl da soluk soluğa yaşardık o kaçamak anları... Aşkımızın en karanlık, en gerçek, ama en yoğun anlarıymış onlar... Sensiz geçen gecelerde yüreğimde biriken kıskançlığın, öfkenin, kırgınlığın ve hasretin hummalı karanlığı, sana kavuştuğum anlarda sevinçten çıldırmanın eşiğinde tarifsiz bir hazza dönüşürdü... Nasıl da ateşliydi sevişmelerimiz... Sana yeniden dokunmak, sanki bulutlara öpücükler kondurmak gibiydi... Huzurla huzursuzluk, hasret ve kavuşma, aşk ve öfke, merhamet ve acımasızlık, kırgınlık ve bağışlama her şey ama her şey sevgimizin taşkın sularında birbirine karışırdı. İki kalbin bir ömre sığdırabileceği tüm duyguları biz o kısacık anlarda soluk soluğa yaşardık.... Sonra hayatını değiştirdin. Yeniden özgürlüğüne kavuştun. Ve bu ilişki bir kez daha biçim değiştirdi. Yıllardır bir savruluş halinde aramızdan akıp giden aşkımız, nihayet dingin, doygun ve emin bir sığınak bulmuştu kendine. O savruk yıllar bile koparamamıştı ya bizi birbirimizden, artık hiçbir şey bu aşkı yıkamazdı. İhanetlerin, unutuluşun, hayatın sınavından geçmişti aşkımız. Tam da birbirimizi hayattan çok uzakta, dokunulmaz bir boyutta sevdiğimize inanmaya başlamışken, dudaklarından dökülen o lanetli cümle korkularımı yeniden uyandırdı, geçmişi zamandan koparıp aramıza soktu yeniden: 'Varlığın artık bana acı vermiyor...'. Ah sevgilim, ayrılık trenini çoktan kaçırmadık mı biz? Bulup bulup kaybetme oyunlarını çoktan tüketmedik mi? O dünyevi aşk oyunlarından, kıskandırmalardan, kaçamaklardan çoktan vazgeçmedik mi? Birbirimizi en ağır ihanetlerde sınamadık mı? Anlamadın mı artık, varlığım sana acı vermek için değil... Sadece seni sevmek için yaşadım ben! . Senin için bir ilişkide girilebilecek bütün kimliklere bürünmedim mi? Önce aşkla değil kalbinin boşluğuyla tutunduğun bir can yoldaşıydım... Yüreğin bir başkasına kapılarını açtığında hayatından dışlanıp unuttuğun oldum sonra... Başka hayatlarda, başka ilişkilerde seni unutmaya çalışırken, belki de aslında sadece seni ararken kıskançlıktan deliye döndüğün oldum... Kalbime geri dönmek istediğinde gururumun gemilerini yakıp, metresin oldum... Vicdanın oldum senin... Merhametin oldum... Pişmanlığın oldum... Hazzın en sıradışı boyutlarını seninle paylaşan fahişen oldum... Arkadaşın oldum... Kardeşin oldum... Sevgilin oldum... Söylesene kaç kez biçim değiştirdi bu ilişki? Kaç kez kimlik değiştirdim seni sevebilmek için... . Anlamadın mı artık, varlığım sana acı vermek için değil. Sadece seni sevebilmek için yaşadım ben... Hala seninle geçireceğim anların telaşıyla tüketir gibi yaşıyorum sensiz geçen günlerimi. Yıllar geçti, hala seni görecek olmanın kalp çarpıntılarıyla, yalnız senin için giyiniyorum en güzel giysilerimi. Sen güzel bulasın diye geçiyorum aynaların karşısına. . Seninle geçen zaman bir daha tekrarı olmayan, doğaçlama bir melodi gibi benim için... Sanki birlikte yazılmış kaderimizin sayılı dakikalarından an çalıyorum. Öylece karşında oturup seni seyretmeyi, sana yemek hazırlamayı, seninle sohbet etmeyi, dostlarını ağırlamayı, seninle birlikte uyumayı, yani paylaştığımız ne varsa hepsini bir daha asla okuyamayacağım bir şiiri kelime kelime içime sindirir gibi, soluk soluğa hissederek yaşıyorum... Öyle birikmişsin ki içimde... Seni yaşamakla tüketmem, seni sıradanlaştırmam mümkün değil. İçime çektikçe çoğalıyorsun.... Şimdi varlığım her geçen dakika daha da daralan gizli bir çember örüyor etrafına. Her geçen gün biraz daha uzaklaşıyor, biraz daha kanıksıyorsun beni... O peşini bırakmayan yaralı geçmişin aramıza korku duvarları örüyor. Hayatını tüm kalbimle kucakladığımı hissettiğim anda ansızın yüzünde beliren o eski kaygıların alıp seni benden çok uzaklara, derinlere, yalnızlık kuyularına sürüklüyor. Yeni isimler, yeni aşk öyküleri, başka yüzler, başka bedenlerle kaçış planları yapıyorsun kendine... Gece ansızın seni uyandıran, kolunu başımın altından çeken, seni yatağın ucuna kadar götüren, uykunu bölüp ayağa kaldıran ve bana hep o aynı soruyu sorduran bu korkular değil mi...: 'Sevgilim nereye gidiyorsun? '. Sevgilim nereye gidiyorsun? Orada ne var? Benliğini kıstırdığın duvarların arkasında soğuk, uçsuz bucaksız bir yalnızlıktan başka ne var? Neden kaçıyorsun? Neden bu aşkı sonsuzluğa, özgürlüğe, daha önce hiç yaşamadığın sınırsızlığa bir kapı olarak görmüyorsun? Ben senden gitme ihtimalini hiçbir zaman çalmaya yeltenmedim ki... Sevgim seni tüketmek değil, çoğaltmak içindi... Sevgim dünyanın yaşanılası bir yer olduğuna inanman, inanmamız içindi... Yüreğimizin çok derinlerinde yaşayan o iki masum çocuğun soluk alabilmesi için bir gökyüzüydü sevgim... Ben senin kanatlarını hiçbir zaman çalmadım ki... . Öyle çok reddedildim ki, öyle çok unutuldum ki senin tarafından, sensiz kalmak yüreğimi ezen tek korku artık. Öyle ki hayatım yalnız bir korku halinde ayakta duruyor şimdi... Korkumu gerçeğe büründürdüğün anda yıkılıp gideceğim. Her şeyi tükettim. Hayata tutunmak adına ne varsa her şeyi yaktım seni sevebilmek için... Tüm sabrımı, kendime ve insanlara güvenimi, sevginin hayatın tek harcı olduğuna olan inancımı... Artık senden başkasına verecek enerjim, sevgim ve hayatla hesaplaşacak bir benliğim kalmadı. Geriye dönüp sığınacak bir kendim kalmadı.... Şimdi bana varlığımın sana acı vermediğini söylüyorsun. Gitmemi istiyorsun, sonra yeniden gelmemi... Ve sonra yeniden gitmemi... Beni sensizliğin o dipsiz çukuruna önce sarkıtıp, sonra yeniden gün ışığına çıkarıyorsun. Sevgimi, yokluğumu hissettiğin yerde bulmak istiyorsun. Aşkımın benliğini ve hayatını ele geçirmesinden duyduğun o sebepsiz korkuyu yenmek için, bana seninleyken tekrarı olmayan bir şiiri hatırlatan zamanın, sana benimleyken gösterdiği monoton ve tüketici yüzünü yok etmek için oynadığın bir oyun bu belki de... Beni deliliğin sürgünlerine yollayıp, sonra yeniden kalbine çağırıyorsun. . Korkuyu beklemenin telaşı korkunun kendisinden çok daha ürkütücü biliyor musun? İşte bu yüzden sensizliğin karanlık kuyusuna kendi ellerimle bırakıyorum kaderimi. Korkuyu beklemekten vazgeçiyorum, ama asla seni sevmekten değil, sevgili... Sana veda etmeden kayboluşa karışmam da aslında sadece bunun için... . Madem varlığım acı vermiyor sana, madem ki ancak yokluğumda sevgimi hissedebiliyorsun, öyleyse yokluğumla kal sevgili... Madem ki yokluğumla daha mutlusun, o halde yokluk benim bu aşk için büründüğüm son kimlik olsun... Ben sizin kardeşinizim ha peki söyliyebilirsiniz Nasıl evlendiğinizi Nasıl sevmediğinizi bir gece Peki söyliyebilirsiniz. Sonra daha eskiden o resmin günlerinde Anneniz henüz çıldırmamıştı Saçlarınız altın gibiydi ak omuzlarınıza değerken Peki söyliyebilirsiniz. Ağaçlara Gülerdiniz çok Ve bir masal kızlığı uyutmazdı sizi orman yeşerince Peki söyliyebilirsiniz. Sonra kaçmıştınız evinizden Düşünceye yalnızlığa uykuya ölüme Bir yangın yıkıntısında çırılçıplak Peki söyliyebilirsiniz. Bir kız bir oğlan duvarlarda taş gölgeler bir kız bir oğlan Yatmıştınız üçyüz genç bir dağ sığınağında siz Dışarda karın kurtlar soğuğu içinizde taş çağınca bir donukluk Peki söyliyebilirsiniz. Ben yarın gidiyorum ha bir başka karanlığa Ben gömütlüklerle sessizim yaşlıyım sağırım Artık sevgiye inanmıyorsunuz artık hiç kimseyi sevmiyeceksiniz peki Peki söyliyebilirsiniz Bir Daha Uyanmazdın. Martıların sana doğruyu söyleyecekti arzu tramvaylarına binmeseydin Acıların seni yeni bir şehre götürecekti Yürüyüşüne vurulmasaydın... Tuhaf, ele geçmez, tehlikeli bir hayvandın Şehrin yaban adamları sana öyle bakmasaydı uyur, bir daha uyanmazdın... Ne güzeldi o kış bahçesinde Güllerin çok derinlerde çalışan uykusu Sana bir bahar hazırlamak için.. Dallar, filizler, eski masal dilberleri gibi Hüzne ve hülyaya gömülmüş Doğmamış çocuklara Ninni söylüyorlardı sanki... Ana rahmi gibi sıcak ve yüklü idi hava İyi mayalanmış hamur gibi Gizli nabızlarla atıyordu toprak Nilgün Marmara’ya. Sevgi en solgun mevsiminden geçiyor belki de ve biterken bir kahramanlık çağı bu kanlı operayı seyrettiğim alevlerle gölgelenmiş aynadan kendime tutkun ayrılıyorum.. Loş ışıkların altında birbirlerine kırık dökük aşk öyküleri anlatan orospu mesihlerden geçerken... . Bu artık son kez dokunuşum akşamın parmak uçlarına. . Ey uyumlu şizofrenler hüzünlü benciller bağışlayın bana bu akşamı... . Kimsesiz çocukların gözlerinde seyrettiğim bu akşamı. . Birkaç randevu için beklettiğim intiharım ve umudun kan kıyısından gelen kadın için bağışlayın. . O esirgeyen gülüşü ve köpüklü eşarbıyla gelirdi çünkü umudun kan kıyısından gelirdi. . Ve artık cüzzamlı çocukların yüzlerini okşayan elleri savruk yılların soldurduğu bedenime dokunsa kaygılanmazdı... . Sevgi en solgun mevsiminden geçiyor belki de çünkü dönemem bir sokak köpeği gibi zehirlediğim yalnızlığıma... . Ve karşılıksız acılarda boğulurken gülüşüm beni sana gittikçe bağlayan utancına sakla hüznünü, bana çirkinliğimden ve tarihimden uzak bir ölüm getir... özentisiz ve kendine hayran olmayan bir ölüm gözlerin ve sesin kadar kesin olan bir ölüm... . En solgun mevsiminden geçiyor sevgi unut beni unut, belki de terk ettiğin son cehennemdir bu. . Ve akşam... yoksul anıları aydınlatırken ansızın sesine vurulan kör bir kemancı kadar ince ve dokunaklı olan bu akşam başka kıyılarda güneşlenen bir alacakaranlık olsam da savruk yılların soldurduğu bedenime dokun . Sesini bağışla bana dağılan hayatıma bu akşamı bağışla... yeniden patlarken rüzgar denizden toprak isyan ve kaosla lekelenirken dikkatli kullan seçenek kılıcını unutma 5 yüzyıl veya 20 sene önce bile asil denebilecek şeyler şimdilerde daha ziyade boşa harcanmış eylem oluyor bir kez yaşanıyor yaşam, oysa bir dolu şansı var tarihin insanların aptallığını kanıtlayabileceği öyleyse dikkatli ol derim asil görünen herhangi bir ideal niyet ya da eylem konusunda bu ülkeden yana ol ya da aşktan veya sanattan, sakın kapılma anın yakınlığına yada koparılmış çıçek gibi kuruyacak bir güzelliğe ya da devlete; aşk, evet, ama evlilik görevi gibi değil, ve gözün açık olsun kötü gıda ve aşırı çalışmaya; bir ülkede yaşaman gerekir, evet, ne var ki aşk ne kadının düzenidir ne de ülkenin; acele etme, ve iç gerektiğince ki kalabilesin yarına çünkü içki, içenin yeni bir yaşama şansına ulaştığı bir yaşam tarzıdır, dahası, derim ki mümkün olduğunca yalnız yaşa; çocuk yap yapacaksan ama büyütme zahmetinden kaçınmaya çalış; bedenindeki yada ruhundaki canı almaya çalışmadıkça düşman sesli yada fiziksel küçük tartışmalara girme, sonrada öldür gerekiyorsa; ve ölmek zamanı geldiğinde bencil olma; masrafsız olduğunu düşün ve gittiğin yeri; ne utanç izi olsun ne başarısızlık ne de bir hüzün çağrısı patlarken rüzgar denizden akıp gider zaman yumuşak huzurla yıkayarak kemiklerini charles hank bukowski Sevgilim beni aldattı, güya Beni neşeye düşman etti; Hemen koştum akan suya, Ve su önümden aktı gitti.. Dikildim kaldım çaresiz, suskun, Kafam şişti, sanki sarhoşum; Düşe yazdım nehre, vurgun, Dünya takıldı bana, malum.. Bir an birşey duydum, çağırıyordu- O tarafa ardımı dönmüştüm- Bir sescik, hayran olası ötüm: 'Dikkat et kendine, derindir su.' . Tüm kanımdan birşey sızdı birden, Gördüm ki, çok şirin bir kızdı; Sordum: Adın ne? 'Sukızı! ' Ah güzel Sukızı! İyisin sen.. Beni ecelden beri tutarsın, Sana ebedi canımı minnettarım; Yalnız bu bence azdır sanırım, Artık hayatımın da bahtısın! . Ona sefaletimi şikayet ettim sonra; Gözlerini kapattı bir hayli hoş; Öptüm onu, oda beni mayhoş, Ve - bir daha mı, Ölmek asla.. Çeviri: Musa AKSOY Çektiğim cevr-ü cefayı Çekerim senden ötürü İkrar iman bir olunca Sen de çek benden ötürü. İkrar imanı güderim Sensiz alemi niderim İşte geldim, uş giderim Bir tatlı dilden ötürü. Severim tatlı dilleri Koklarım gonca gülleri Sararım ince belleri Gittiğim yoldan ötürü. Bana ne kıyak bakarsın Sinemi oda yakarsın Bana ne sitem edersin İkrarsız elden ötürü. Ferhat Şirin'ine tapar Külüngün havaya atar Başını altına tutar Can verir candan ötürü. Mümin olan Hakk'a tapar Münafıklar yoldan sapar Arka vermiş dağı çeker Ferhat Şirin'den ötürü. Pir Sultan'ım deme yalan Etme imanına talan Bu dünyada gerçek olan Ser verir sırdan ötürü Beyhude seninki, etkilemek için kalbini, Bir kızın kucağını altınla doldurmak; Kendine yetiştir aşkın meyvelerini, Ki tadabilesin onları su gibi berrak. Altın ancak yığınların oylarına değer, Ama tek bir kalbi kazanamaz da. Sen ki bir kız almak istersen eğer, Git ve ver kendini, onun için ona. . Seni hiçbir bağ sarmayacaksa kutsal, Ey Delikanlı, sımsıkı sık kendini! Beşer hür yaşarken davranır uysal, Ama yinede özgür olmayabilir fani. Kendini sadece Birine yak yar; Ve yüreği aşkla doluysa eğer, Bırak şefkat örsün seni dapdar, Vefa sarmasın istiyorsan meğer.. Sez, Delikanlı, ve hemen ardından seç Bir Kız kendine, ki o da seçesin seni, Gönlü güzel olsun, ötesinden vazgeç, Ve seversin sende, ben gibi kendini. Ben, ki anlarım bu sanattan inan, Kendime bir çocuk beğendim, Şimdi en güzel evlilik mutuna varan Rahmeti eksik sadece rabbimin. . Revamdan başka derdi yok, Ancak bana güzel görünmekle meşgul, Yalnız yanımda sevecen, hem de çok, Ve kibarca başkaları önünde kul. Aşkımıza zaman zarar vermesin diye, Aciz olan tarafa hiçbir hak tanımaz, Ve lütfü daima merhamet dilesiye, Ben de daima minnettar kalırım biraz.. Ben kanaatkarım ve hoşlanırım Hemen, bana tatlıca gülümserse, Masada sevgilinin ayaklarını Kendilerininkine sehpa ederse. Yanağından ısırdığı elmayı, İçtiği bardağı, bana uzatırsa, Ve yarım çalınmış buselerle Başkalarına kapalı göğsünü açarsa.. Ve sessiz, muhabbet dolu saatlerde Benimle beraber aşktan bahsederse O dudakların sohbetini isterim de, Aptalca, öpmekte diretmem nedense. Nasıl da bir akıl, onu capcanlı kılan, Ender bir cazibeyle dolar! O fevkalade birisi, ve kaybolur an Ancak, beni sevdiğinde çağ atlar.. Saygı beni ayaklarına doğru atar, Hasret kendimi bağrına basar. Bak, Delikanlı! Böyle tadını çıkar, Akıllı ol ve ara bul, o duygu var. Ölüm yolu yanından geçerken Seni İngiliz türküsüne taşır, Cennetin mutluluğuna ererken, Sıratı hissetmezsin, o an’laşır.. Dornburg, Eylül 1828. Çeviri: Musa Aksoy Ben böyle bir deniz görmedim ne kadar seni düşündüm Gittim ne kadar bilmezsiniz ne türlü karanlık Baktım ki biri yok o kentlerin, hiç olmamışlar gördüm S bir kadın balkonunda baksam ne zaman olurdu E sesinde yüzlerce trenler yürüdü Galile'de Sizi bilmem ben galiba olmadım o dünyalarda Salt bir it karalık akşam üstü denizlere doğru Durmuş nasıl bu gökle bu yalnızlıklar yaşamada Ne yaşanmışsa görmemişiz yaşanmış o kentlerde Gittik gittik bizi bu surlar tuttu böyle kaldık. Böyle güneşlere bayılıyorum çok güneşlere Hafif otlar yürüyor evlere pis İstanbul'lara Şey ile şeysiz geçiyorum o kapanık güneşlerde Siz bir durma benim karanlığımı yadsıyorsunuz Sokağa çıkmayın diyorum çıkmayın duymuyor musunuz Benimle gelen o büyük sıkıntıdan gelenlerdi Ta Galile içlerinden yürüyerek gelmişlerdi Biriniz beni görmediniz ne kadar bağırdımsa Denizler baktığın tüm o denizler gösterdi bana Bir yalnızlık yeryüzündeki kapılar, bir o gördüm. . Sunu . Ben bütün çizgilerde oldum bütün o çizgilerde Her sefer böyle geldi vurdu yaşamama bir deniz Aldı bir yaşamadan bir yaşamaya kodu nasıl Al bir çocuk vardı o korkularda o gecelerde Büyük ulu sular yudu beni çokum artık nasıl Bir deniz size de gelir vurur elbet anlarsınız Ömrümün karşılığı olsun diyor bir değeri, bir üstünlüğü olsun Çılgın bir aşkın tarihi yolculukların günlüğü olsun ama kavgalarda geçsin ömür. Deli ırmak gibi akmalı adına yaşamak dediğimiz sarsıntılar kalmalı anılar diye ve ölüm bir gökgürültüsü gibi gelmeli gelecekse. Bir bedeli olmalı her aşkın Her öpüşün ayrı bir yanı bir sarsıntı kalmadı tende ve kaçak sevişmelerin ürpertisi bir sağanak gibi patlamalı. Yangınlar kuşatmışsa bizi gözlerimiz bağlı ve tırnaklarımız sökülüyorsa elektrik şoklarıyla yasak bir kavgada olunmalı yoksa ne değeri kalır ölümün. Aşk dediğin hırçın bir deniz gibi çarpar yüreğin bordasına ve yasak bir kitabı okumanın sevincine benzer biraz ki onun her sayfasında bulunur ömrün karşılığı sen aşk nedir bilmezdin gülüp geçerdin sevgilere uzaktan simdi geniş bir bahçedir kalbin sevgiden, güzellikten, aşktan. simdi iri gözlerin arzu dolu yakan, özleten bir şey ellerinin sıcaklığı gitgide eksiliyor bakışlarında yüzün gecen aşksız günlerin bıraktığı. bir çeşme var aramızda görüyor musun tadılmamış hazlar serin sularda simdi bahçende açan bir gül geceler simdi gözlerin en güzel uykularda. boynun beyaz mi beyaz, çıldırtası, öldüresi sacların daha parlak, daha bir kapkara her akşam bir ay doğuyor kirpiklerinden koşuyor ayakların şafaklardan şafaklara. artık aşk dolu söylediğin şarkılar durmadan bir buğu yükseliyor sesinden en çılgın sevdalara çağırıyor dudakların heder olmuş, uzun yıllar ötesinden. içkilerin tadı değişti artık dünya, o köhne ve eski dünya değil sımsıcak bir ekmeği paylaşıyoruz seninle bu bir gerçek, hayal değil, rüya değil. simdi ümitlerimiz halkaları bir zincirin bir başka haz başlıyor biri bitti mi bana askı sen tattırdın, sen öğrettin oysaki sen aşk nedir bilmezdin Sen uzaklara gitsen de kalır Bu dinmeyen sarhoşluğu denizlerin Yıkanır güzelliğinle dalgalar Durur ıslak kumlarda ayak izlerin. Gidersin bu sahilden ışık ışık Kalan hatıran geceyi aydınlatır Her geçen gemide yine sen olursun Kalır avuçlarımda ellerin kalır. Gidersin bu yerden hiç gitmemiş gibi İzlerin silinmez geçen zamanlardan Sesin kulaklarımızdan çıkmaz ki. Bir selamın gelir uzak limanlardan Kim kalmışsa geride mahzun, derbeder Daha bin yıl bu sahilde seni bekler. Her gün başka oyunlar oynanıyor yeryüzünde Yıllardır afişte kalan bizim oyunumuz Sen bütün güzelliğinle her gece sahnedesin Dekor durmadan değişiyor Ama hep aynı müzik Grieg'in o ünlü konçertosu Denizin açılıp açılıp vurması kıyılara Suyun damlaması mermere ağır ağır Rüzgarların esmesi dağ başında Kuyuya düşen bir taşın yankısı Ya da Bir mum alevinin o tiz sesi Hep kulaklarımda Seni görebildiğim kadar duyuyorum Haydi oyna, haydi konuş Bu oyunun tek seyircisi benim Avuçlarım kanayıncaya kadar seni alkışlıyorum. Her parmağına bir övgü yazsam yetmez Güzelliğini anlatmaya ömrüm kafi değil Sen aynaya bakınca bir başkasını görürsün Belki biraz sana benzeyen Belki yer yer seni hatırlatan birisini görürsün Sana bakarak bir başka kadın boyanır Bir başka kadın tarar saçlarını karşında Sen güldükçe güler Ağlar sen ağladıkça, aldatır seni Oysa ki benim bütün aynalarımda sen varsın Güzelliğini yalnız ben görebilirim dünyada Yalnız ben bilirim gözlerinin rengini Yalnız ben Ve seni yaratan Tanrıya inat Her sabah seni ben yaratırım yeniden. Benden yapamayacağım bir şey iste Yapamayacağım sandığın bir şey Hani masallarda Kaf Dağı'nın ardında bir dev vardır Dilersen onun gözlerini çıkarıp getireyim sana Hani aşılmaz dağlar, denizler vardır Sen istersen aşılır Gücüm oynatır dünyayı yerinden İste Kutuplardan sana kar getireyim Dilersen Gobi Çölü'nden bir avuç kum Düşün düşün de söyle bana Sevgimin yüceliğini bilesin istiyorum Bitme, bak, içtim, yürüdüm, kederlendim Denize girdim, üşüdüm, sana geldim.. Düş bitmeden sen bitme. Bitmeden sevgi gitme…. Bitme! Bak, koştum, savruldum, hep örselendim. Cıgara ziftlendim, ille de seni sevdim. Uzaklarda öyle çok kederlendim.. Günler bitmeden bitme. Bitmeden hasret gitme…. Bu yangın geceler, bu intihar. Gidersen paramparça yüreğimde ağıtlar! Bu dolunay gecenin göğsünü yarar. Benim göğsümde de sana geniş bir yer var.. Düş bitmeden sen bitme. Bitmeden sevgi gitme... Suları boğdu dalgalar. Ses hoyrat, sevinç yılgın, şakaklarım sonbahar…. İklimi kurak aşkların… Yapışmış tenime ter, elime kir, sessizliğin ortasında bir deli rüzgâr.. Akşamdır avuçlarında marmara'nın… Akşamdır, şiire karıştı sular, sularda çoğalır sevdalar; ellerim ah ellerim, nasıl anlatsam, gece… Gece kokuyor çocuklar… I. Yağmur dalgın bir efkâr giyinir Ekim’de. Kumrular sokağı‘*nda çekilmiş bir diş gibi kalırım; çekilmiş bir diş gibi Diyarbakır’dan.... Ağrırım, bağırırım aldırmaz! . İlle de gökkuşağı giyinir gökyüzü her Ekim’de.... II. Kumrular sokağı bir kente uzayıp gider. Gökkuşağım, ayrılığım, ömür ki eskir ve aşka uzayıp gider…. Tırmalarken göğsümü sabrın sancısı, yalnızlığın kül tadıyım; bakarım, yağmur utanmaz bulutundan, hasretin üvey adıyım…. III. Kumrular sokağında efkârın adıyla bir akşamüstü; gövdesine tutunmuş dal, dala tutunmuş serçe, telaşlı, o da kendince… Sonra aşklarda kül, camlarda perde; usulca harlanır sevişmeler de.... IV. Kumrular sokağında andlara hep bol geldim, küfürlere dar. Dönüp baktım, ne göreyim, yağmalamış gençliğimi yargıçlar! . Desene Sivas’ın kırık sazıyım, kendimin ayazıyım, kalbimde ölü çocuklar… Tufanlar ardımda ve buruşuk anılar. Nedense hiç uslanmamış bozgunlar.... V. Oysa haklı ve haksız bütün kitaplar yazılmıştır. Susuşlar eskimiş, küfürler edilmiştir. Biliyorum, yalnızlıktan öte dostun yok insan; insan ki bozuk paralarda bozgundur, yenilmiştir.. /Şimdi bilekleri kesik bir intihardır yaşam…/. VI. Düştüğü yerde tanımazken kendi suyunu yağmur; biliyorum, aynı dalda gül bile anlamaz dikenini. Anlasana, anlatamaz kimse yıkımını başka yıkıma. Cudi’de napalm, Datça’da ıssız koylara, New york Şırnak’a anlatılmaz. Her gün yanar söner yanar söner kasvetimle bin ateş; ölüm, dirilere anlatılamaz.... VII. Bilirsiniz her sokağın bozuk bir sicili vardır ve utancı sokakların, günleri şehvete fedâ eden şizofren babalardır. Gözlerinde yalnızlığı bir hançer gibi saklayan kadınlardır.. Sonrası sokakların, bozkırlardır, hani bir ak tay düşüyle uzayıp gider ve rüzgârların ıslığıyla göklere teğet geçer.. Oysa kumrular sokağı bir kente uzayıp gider; gökkuşağım, ayrılığım, ömür ki eskir ve aşka uzayıp gider…. VIII. Daha sevginin herkesten şikayeti var. Daha herkes kendi sanıklığıyla kör, tanıklığıyla yargıç. Bu yüzden söz, bitmiştir.... Gökyüzü mü? O, kırgındır, kirletilmiştir…. . *Kumrular sokağı: Ankara’da bir sokak. Biz Türk Han'ın beş oğluyuz, Gök Tanrı'nın öz kuluyuz, Beş bin yıllık bir orduyuz, Turan yurdu durağımız! . Ak ordumuz sola gitti, Üç hakanlık tesis etti, "Medi", "Sümer Akad", "Hitti" Bu üç şanlı oymağımız! . Birincisi Azerbaycan, İkincisi Geldanistan, Üçüncüsü Arz-ı Kenan, Fışkırdı üç kaynağımız! . Gök ordumuz sağa vardı, Çin’i baştan başa sardı, Hiyong-nular bu Hanlardı, Set olmadı tutağımız! . Kara ordu gitti, İskit, Ülkesinde yaptı bir çit. "Atilla ol, Şalon’a git", Sözü oldu adağımız! . Kızıl ordu dağlar aştı, Efganlarla çok savaştı, Bir alayı Hind’e taştı, Sind oldu bir ırmağımız.. Sarı ordu tekin durdu, Şehir yaptı, çiftlik kurdu, Uygurların bu iç yurdu, Kaldı ana toprağımız! . Yüce Tanrı Oğuz Han’ı, Göndererek Türk hakanı, Birleştirdi beş Turan’ı, Doğdu güneş sancağımız! . Oğuz Han’dan sonra Hanlar Kazandılar yüce şanlar, Bilinmek için bu boş anlar, Şahnamedir sorağımız,. Yıllar geçti bir an geldi, Türk Tahtına İlhan geldi, Sağdan, soldan düşman geldi, Kurulmuştu tuzağımız.. Verilmedi bir dem soluk, Kanlar aktı oluk oluk, Öldü bütün çoluk çocuk, Han, Bey, Çeri, Uşağımız.. Yalnız Nököz ile Kıyan İki kızı alıp yayan, Bir sarp dağa attılar can Bunlar oldu kaçağımız.. Dağdan dağa hep gizlice, Yürüdüler beş-on gece, Bir tan vaktı gayet ince, Bir iz oldu uğrağımız! . Bu iz yolu çok uzattı, Sonra Alageyik çattı, Bir dik yardan bizi attı, Kanadı her bucağımız! . Bir de baktık yeşil bir bağ Her tarafi bir yüce dağ, Geniş, fakat sıkı bir ağ, Dedik ne hoş bu ağımız! . Alageyik çayır yerdi Yavrusunu emzirirdi, Bizi gördü meme verdi, Oldu Ana Kucağımız! . Dörtyüz sene burda kaldık, Geyik arttı, biz çoğaldık, Çıkamadık İşe daldık, Pek şenlendi konağımız! . Elma,erik çoktu yedik, Demir bulduk, ör işledik, "Bir gizli yol bulsak" dedik, Dağ delerdi bıçağımız! . Kurt’tan hali iken bu yurt, Bir gün peyda oldu bir kurt, Bir geyiğe attı avurt, Gördü çoban yamağımız! . Kurt bir delik buldu,gitti, Bir demirci takip etti, Ocak yaktı taş eritti, Açıldı yol kapağımız! . Büyük sevinç, büyük müjde, Bayram yaptık kentte,köyde, Torun, oğul, baba, dede, Büyüğümüz, ufağımız! . Demircye Bozkurt dendi Han tanıldı,taç giyildi, Yoldan önce kendi indi, Sağ elinde bayrağımız! . Börteçine kurdun adı, Ergenekon yurdun adı, Dörtyüzsene durdun hadi, Çık ey, yüzbin mızrağımız! . Oldu sana Kaf bu eşik, Tarih kaldı delik,deşik, Artık yeter bu taş beşik, Oldu körpe yatağımız! . Uzaklarda hoş ülkeler, Issız yurtlar seni bekler, İşte Kıpçak, işte Kaşgar, Ta karşıda Gökdağ’ımız! . Tarhandağı gözler seni; Tanrı orada sözler seni, Dört asırdır özler seni, Tukin dağda otağımız! . Turan, eski toprak bize; Hind, bir altın konak bize; Çin köşkleri kışlak bize, Tuna boyu yaylağımız! . Yunus gibi çıktık Hut’tan! Büyük yurda küçük yurttan, Geyik girdik, doğduk kurttan. Kılıç oldu orağımız! . Sartlık gitti, Uygurlandık. Soyumuzla gururlandık. Şamanlardan uğurlandık. Pirler oldu yardağımız! . İlk yayıldık: Beşbalık’a! Karakurum, Elmalık’a Çin başladı zorbalığa, Ezdi onu tokmağımız! . Sağa sola gitti ordu; Hind’e, Rum’a bir baş vurdu. Altın yuta düzen kurdu. Yine eski yasağımız! . Alplerimiz girdi harbe, Düşmanlara attı darbe; Şimal, cenup, şarka, garbe, Akın etti kısrağımız! . Türk ayağı hangi yurda, Basmışsa baş eğdi kurda! “Gökhan orda, Akhan burada! ” Dedik gitti ayağımız! . Tümen, Çin’e akın etti. Efrasiyab, Rum’a gitti. Tomris adı göğe yetti. Hüsrev oldu tutsağımız! . Teleleri, Aktürkman’ı Toplamıştı Soğd’un Hanı, Çapul etti Eşkân(i) , yân’ı Sevinç adlı soğdağımız! . İlhan Mokan, Bilge Kağan, Gaznevi’den Mahmut Sultan, Selçuklulardan Alparslan Han, Birer şanlı koçağımız! . Askerliği gördü atsız. Harzem Şah’ı oldu atsız. Bugün hakan, dün bir adsız: Böyle kayar kızağımız! . Tonguz, Çin’e hakan oldu. Hıtay Türk’ü üryan oldu. İlk düşünen Gür Han oldu, “Birleşmeli ocağımız”! . Cengiz bunu tasarladı. Dört bucağa ılgarladı. Türk soyunu toparladı, Turan oldu öz bağımız! . Oğuz Han’dan beri mühmel, Kalmış idi büyük emel. Yüce dilek uzattı el. Ele geçti arağımız! . Gökten yüce yıldızımız! Bir devr açtı her hızımız! Atilla bir Kırgız’ımız! Timurleng bir Kazak’ımız! . Fatih aldı İstanbul’u. Babür, Hind’e eğdi yolu. Nadir sarstı sağı solu… Oldu bir son taslağımız! . Bundan sonra talih döndü, Yıldızımız yine söndü, Karşımızda Rus göründü… Kesildi yurt otağımız! . Kırım, Kazan heder oldu! Tuna, Kafkas beter oldu! Türkistan’da neler oldu? İşitmedi kulağımız! . Yurt girince yâd eline, Ergenekon oldu yine! Çıkmaz mı bir Börteçine? Nurlanmaz mı çerağımız… Müminler Yaradan’ın mülkünde mültecidir Ki o mülkten kovulmak yanmaktan da fecidir Ruhları okumak zor bu dünya mahşerinde Kim kimin takipçisi, kim kimdir, kim necidir? . (Gerdanlık III) Boka düstü teresin da'vâsı Pezevenk bulmuş iken bin şâhit, Su kenef mahkemede kanunen Valinin agzina sıçtı Cahit! Benim doğduğum gün Günler uzamaya başlar Öyle bir öleceğim ki Geceler uzamaya başlayacak Ve öyle bir öleceğim ki Günlerle gecelerden başka Hiçkimse öldüğümü anlamayacak Kur'an ki en büyük söz, okuruz onu. Ara sıra, bir çift göz, okuruz onu. Şu kadehin üstünde bir ayet var ki; Her yerde, her zaman, öz; okuruz onu! . (Hayyam'ın Türkçe Yüzü-Türkçe Yeniden Yazan-Yalçın Aydın Ayçiçek-Can Yayınları) gölköy adında bir yer varmış gelibolu'da televizyonda gösterdiler geçen gün. gelenek edinmiş köy halkı, 'ben kendimi bildim bileli bu böyledir' diyor muhtar: 29 ekim’de toptan sünnet ederlermiş çocuklarını... derken ekranda entarili bir çocuk belirdi kirvesi tutmuş kolundan yatırdılar bir kamp yatağına, ardından sünnetçi olacak zat boy gösterdi elinde bıçağıyla, çocuk kaldırdı başını, bağırdı: 'yaşasın cumhuriyet' diye bunun üzerine de ekran karardı . korkarım bu, sade gölköylülerin değil, umumumuzun sade küçüklerimizin değil, büyüklerimizin de düştüğü bir tarihsel yanılgı çünkü sünnet değil, farzdır cumhuriyet İbtida yürüyüş oldu Bağdad'a Sıçradı hendeği geçti Genç Osman Vuruldu bayraktar, kaptı bayrağı İrişti bedene dikti Genç Osman. Kurşunlarım yağmur gibi yağarken Tütünlerim gök yüzüne dönerken Yıkılası Bağdad seni döğerken Şehidlere serdar oldu Genç Osman. Eğerlensin kır atımın ikisin Fethedeyim düşmanların hepisin Sabah namazları Bağdad kapısın Mevla izin verdi açtı Genç Osman. Getirin de Genc Osman'ı görelim Şahbazımız var idüğün bilelim Taht isterse tahtımızı verelim Vezirleri posttan indi Genç Osman. Sultan Murad, Sultan Ahmed'in çırağı Ah edince getirirdi ırağı Kudretten çatılı anın yüreği Dal kılıç yazıldı gitti Genç Osman. Karac'oğlan bunu böyle söyledi Askerleri dağı taşı boyladı Bir Bağdat'ı da gayet medheyledi Bin yiğide bir baş oldu Genç Osman Kurtlarla ve Annenle Dans Et. İnsanın annesini sevmesi Kendisini sevmesi değil midir aslında Kendi hayalgücünü ve o korkunç düşlerini Saatinin içini aç, annen sana bakacak Öp anneni, tanrıyı anımsa Beslenme çantana koymayı unutma karakutunu Kurtlarla ve annenle her sabah dans et Kurtlarla ve annenle her akşam dans et... Sen oradasın Yazılmamış bir şiir gibi... Saf ve masum Bütün öfkem bu sana Başeğmem ve sonsuzca arzulamam.. Cezmi Ersöz Dinle dinsizliğin arası bir tek soluk; Düşle gerçeğin arası bir tek soluk. Aldığın her soluğun değerini bil Bütün yaşamak macerası bir tek soluk. Taze doğa, temiz kan Emiyorum hür dünyadan; Nasıl da tatlı yakına yaranan, Beni göğsünde tutan! Dalga sallıyor kayığımızı Küreklerin çekmesiyle yukarı, Ve tepeler, semada bulutlu, Karşılıyorlar akışımızı umutlu.. Ahu gözlüm, birden eğrilirsin aşağı? Altın hayaller, dönermisiniz yine geri? Yol, Rüya! Sen kadar zerrin sarı; Aşk ve hayat burada, işte yeri.. Hercai yüzeyde parıldıyor Onlarca süzülen yıldızlar, Yumuşak sislerden içiliyor Etraftaki yığılmış uzaklar; Meltemle kuşanmış oy! Gölgeler altındaki koy, Aha ayna yansıyor gölde Olgunlaşırken bir meyve.. (1784 / Lili Schönemann´a olan sevdasını anlatır) . Çeviren: Musa Aksoy Çelik testereyle kestim suları Yıkadım duvara astım suları.. Düşümde düşüme girdim dün gece.. Buluta yaslandım ışığı tuttum. Seni hatırladım, seni unutdum.. Kendimi kendime sordum dün gece.. Topladım yolları eyledim yumak Musalladan gayri görmedim durak... Durmadan düşünüp durdum dün gece.. Toprağı boyadım otlar ağladı Oturdum kalkmadım atlar ağladı.. Tuttum yorgunluğu yordum dün gece.. Dertler gecikince gidip yokladım Yırtık bohçalarda umut sakladım.. Kırgınlık bağını kırdım dün gece.. Şişelerde mahkûm çiçek kokusu Yağdı yüreğime renk renk korkusu.. Yok yere yokluğu vurdum dün gece.. Ay doğdu, gölgeler çöktü üstüme Hicran alev alev aktı üstüme.. Gözümü yollarda gördüm dün gece.. Aydınlığa koştum karanlık çıktı Her sevgi, her vefa bir anlık çıktı.. Güç-belâ ben bana vardım dün gece.. Dosta şiir yazdım 'hatıra' dedim Belki bir dost gele otura dedim.. Gönlümü toprağa serdim dün gece. (Beşinci Mevsim) Her sabah her sabah yüzüme gülme Kalbinde Hakk'ın yok dilinden gayrı Adet eylemişsin dara durmayı Alnında günah çok terinden gayrı. Dil ile her yola varmak istersin Varıp o dil ile geri dönmezsin Hak cemine varıp Hakk'ı görmezsin Karşında kız ile gelinden gayri. Kız, geline bakan sofu değildir Kalbinin ecesi safi değildir Gelme sen Hak ceme yeri değildir Gelsen de yerin yok külhandan gayrı. Derde düş oluben derman ararsın Nereden gelip de nere gidersin Her geldikçe sen yüzüme gülersin Gerçeğin görmedim yalandan gayri. Pir Sultan Abdal'ım hakkına bakar Kamil olan çatlar gönlümü yıkar Kötünün kokusu komşuya sızar Gelse hayrın görmez şerinden gayrı Be hey kardaş hakk'ı bulammı dersin, Hakk'a yarar amel işlemeyince Tarikat sırrına eremmi dersin, Kamil mürşid sana söylemeyince.. Özenirsen gardaş, tevhide özen. Tevhiddir nefsinin kal'asın bozan Hiç kendi kendine kaynarmı kazan Çevre yanın ateş eylemeyince.. Değme kişi gönül evin düzemez Hakk'ın taktirini kimse bozamaz. Tarikat ummandır dalıp yüzemez, Aşkın deryasını boylamayınca.. Aşkım galip geldi yüreğim harlar Aşık olan ar-ı namusu neyler Behey yunus sana söyleme derler Ya ben öleyimmi söylemeyince. Sen kollarıma asla gelmemiş sevgili, sen yitirilmiş olan daha başından, senin hangi şarkılar gider hoşuna hiç öğrenemedim. Vaz geçtim ben seni gelecek anın kabaran dalgaları içinde tanımaya çabalamaktan. İçimdeki tüm uçsuz bucaksız imgeler -çok uzaktaki derinliğine hissedilen peyzaj, şehirler, kuleler, köprüler ve patikaların tahmin- edilmedik dönemeçleri ve şu bir vakitler nabzı tanrıların hayatıyla atan kudretli topraklar -tümü, beni her zaman atlatan seni anlamlandırmak için içimden yükselirler. Sen, sevgili, daima hasretle seyrettiğim bahçelersin sen. Bir kır evinde açık bir pencere-, ve sen daha yeni atmışsın adımını dışarı, dalgın düşünceli karşılamak için beni. Rastgele geçtiğim sokaklar,- sen onlarda az önce yürümüş ve gözden kaybolmuşsun. Ve bazen, bir dükkanda, aynalar hala sersemlemiş olurlardı senin orada bulunmuş olmandan, irkilmiş geri verirlerdi benim çok ani hayalimi. Kim bilir? belki de aynı kuş yankılanıyordu içimizden ikimizin de ayrı ayrı, dün akşam.. Çev: Osman Tuğlu Ey sanki alev saçlı zafer küheylaniyle Kurtardığın vatanda en yüce şehsüvarsın, Bir şimşek çağlayanı haliyle Türk kanıyle Aldığı şâna lâyık bir tarihde bir Sen varsın. Erişmez vasfına hiçbir rebabın sesi Sen yükseksin ilhamın yıldızlı göklerinden, Dehâdan kanatlanan kılıcının şulesi Ebediyette olmuş bir murassa kasiden, Kızıl gökte parlayan Ay-yıldız'ın nurusun. Sen en büyük milletin, Türklüğün gururusun Bu yurdun timsalisin bugün bütün cihanda Gözler, gönüller senin, senin şeref de şan da! Gece gül bahçesinde ararken seni Gülden gelen kokun sarhoş etti beni Seni anlatmaya başlayınca güle Baktım kuşlar da dinliyor hikayemi. Görmeden bakıp da bir yabancıya Hani hiç duymadan dinlemişizdir Mutluluk katarak bin bir acıya Tebessüm ederken inlemişizdir. Hani aldatmıştır bizi bir resim Ardında gizemin son adımları Aklımızda kalan ıssız bir isim İzi kar beyazı, yolları sarı. Geliyorum derken uzağa gider Susarken ağlatır kelimeleri Buluştuğu anda bizi terk eder Bir avuç ateşle doludur yeri. Gecenin kalbine koyar gündüzü Başlarken ağına düşeriz sonun Söndükçe tutuşan yangındır yüzü Bir damla melâldir varlığı onun Ilım günleri gelirdi taraçalar Uzatırdı mevsimölçerlerini Tıkabasa yaprak arka pencere İnsan iki kişiyi sevebilir mi. Onunla aşkımız, o diyorum ona, Bir kez söylenmiş ve istense de Bir daha geri alınamaz Kırıcı sözler gibiydi. Tartışıp dururduk yollarda Hızla çevirirdi başını Çiçek aşısı gibi bakardı Seğirtir karşı kaldırıma. Ötekiyse nasıl incelikli Türkçe sığmazdı ağzına Bir ilçeyi sever gibi Yürürdü odalarda. Parmakları her yana döner Bir yetenek gibi gelişirdi Dursuz duraksız güdülerime Bir şeyler katardı düşüncemsi. Birinin ısırığı badem şekeri İç kaslarıyla uçar biri Yüz kez yırtılmıştır gömleğim Doksan dokuz kez de dikildi. Kısacası o yıllarda ben Hayatım karışık çantam gibi İki kişiyi birden severdim Karnemde sevinç bir aşk iki. Bekçisiyim, bu serin Bu siyah gecelerin Gurbetten daha derin Bir yara yok içimde! . Korku bilmez ölümden Her gün yeniden ölen Bir bade gibi neden Biteyim bir içimde! . Ne aşkım, ne emelim Soluk bir karanfilim Ben gurbette değilim Gurbet benim içimde! Resmin rehindir gurbetimde. Gurbetimde sesleri aşındırmış kimliksiz bir kasaba ve senin kederini ıslatan o yağmurlar rehin.. Alnı özlemle dağınık bir akşam getirdim sana. Sar, büyüt ellerinle, konuk et sıcaklığına; konuk et kanatları kanatılmış kuşlar getirdim sana... Ve akşam, bir kez daha; saçlarını topla ve dağıt sesini rüzgârlara! “Bir of çeksen karşıki dağlar yıkılır”: Çekmiyorsun! . Akarsuları imrendiren yüzün de, sabahçı kahveler de biliyor: Görüşmeyeli yorgunum yıkık kentler kanadı sevinçlerimle. Görüşmeyeli ya sen nasılsın, adım, adresim durur mu defterinde? . Şimdi Siirt'te koyun kokulu bir gecedeyim. Beynimde iklimsiz papatyalar ve kuşatılmış bir akşam duruyor penceremde. Sokakların gün batınca neden boşaldığını ve yüreğimin neden kabardığını bilmiyorum. Konuşsam sessizlik/ gitsem ayrılık…. Sonra kıpırtısız yasladım göğsümü boğulmuş güne. Al bu çağrıları sulara göm, o uzak sulara, gurbetini rehnetme özlemimde… İkrar verdim bu ikrarı güderim İkrarımdan dönmem yolun ucundan Eksikliğim bilip yoldan kalmadım Tarikim ararım dinin ucundan. Gelin seyredelim bad-ı sabaha Yerle gök bend olmuş şemsinen maha Üç bölük turnam çıkmış seyrangaha Ayrılmam katardan telin ucundan. Üstümüzde bir nur doğdu dolunmaz Her kula bir sevda vermiş bilinmez Ya Ali bu dünya sensiz olunmaz Çok emek sarfettim la'lin ucundan. Yaz gününün suyu bulanık akar Kişi sevdiğine böyle mi bakar Yaz bahar eyyamı bülbül yas çeker Harına dağlattım gülün ucundan. Pir Sultan Abdal'ım Muhammet Ali Yardımcımız olsun ol Hızır Nebi Görmeyeli seni del'oldum deli Halini sormazam ilin ucundan özenle soyduğum şu elma söyle şimdi kimindir özenle ne yapıyorsam bilirsin artık senindir. suya giden bir adam mesela omzunu eğri tutsa güneş, su ve adamın omzundaki eğrilik senindir. ayağa kalkarsın, adına uygunsun ve haklısın kararan dünya bildiğin gibi sık sık senindir. kararan dünya yeni bir güle bir ateş parçasıdır bir ateş parçasından arta kalan soylu karanlık senindir. bir deneyli geçmişi aldın geldin yeniyi güzel boyadın ben bilirim sen de bil ilk aydınlık senindir. benim sevdiğim su senin suyunun öz kardeşidir senin suyunun bıraktığı güçler artık senindir. çünkü bir silah gibi tutarsın tuttuğun her şeyi her yeri bir uyarma diye tutan ıslık senindir. senindir ey sonsuzveren ne varsa hayat gibi tutma soluğunu, genişle, öz ve kabuk senindir. ey en güzel görüntüsü çiçeklere dökülen bir çavlanın aşkım, sonsuzum, bu dünyada ne var ne yok senindir I. Bu insanlar dev midir Yatak görmemiş gövde midir. Bir yara açar boyunlarında Kolkola durup bağırdıklarında. -Ya kurbanın olam Dağlar önüme durmuş Ki dağlanam. Çekip pırıl pırıl mavzerler çıkardılar oyluk etlerinden Durdular ite çakala karşı yarin kapısında . 1.. Yedi adam biri bir gün bir kan gördü gereğini belledi yari alsa koynuna Ayırmaz kanı yanından. Beyaz haberlerim var kardeşlerim -Bir güzel ince gelin Kabartır göğsünü toz duman içinde gelinliği durur çıkartıp bıraktığı yerde İçerlerden bir taşlı tarladan Kaynayan nehrin gözünde unutmuş gelin alınlığını Avuçları sıcacık yumulu beline dayalı Kalın bilekli badem topuklu Seyirtir o ince gelin grevli'ler şifalar götürmek için. Beyaz haberlerim var kardeşlerim -Gölgesiz meydanlara aklı yağmalayanlara arasından yayılırsa karanlık fısıltılar Ya da güzel dışlı yapa çiçekleri Muhtemel bir genç kızın Başına atılırsa. Yedi adamdan biri Bir gün bir kan göreni Kabukları soyulmuş Taze devrilmiş bir ağaç gibi Çeker çıkarır kendi kadınlardan Fırlar yataklarından tatlı uykudan Çıplak çıkarır kendi kadınlarından Fırlar yataklarından tatlı uykudan Çıplak yalın ve güzel adaleli O er alarak Seğirtir danseder gibi -Önce sağlam olmalı arkam O ince gelin Belirir hemen ardında erin 1000 yıl durmadan en atmış bir çınar gibi. Gidiyor dansöz gibi Yere ve göğe açık avucunda o kan O işlem onda güvercin ve sevap Onlarda en ağrımalı yara Ve yollanıyor o güvercin onlara Güvercin değişiyor gittikçe ondan Güvercin değişiyor vardıkça onlara + ve aman ne uzun sürüyor bir düşman öldürmek+ Yedi adam artık bir kan göreni Varıyor dengede Kuğu gibi sarkıyor onlara akıyor onlara şiirler söylüyor ve mısralarında işlek çelik kümeleri ve kalkıyor her bir ulaşmasında iki yanında sülüs ve yay gibi bir vuruşta öldüren elleri -Karanfil serpercesine Bir kez daha vurdum ya Allah diye açtığım yaralara. -Güzelin düşmanı güzel olur Güzelin yari güzel olur. O varıyor tüm meydanlara Kanı okşayarak ve kabartarak. Kanı okşa ve kabart Ve sonra sabah kahvaltısında İçinden geçirmekle varsın sofrana Çocuklarımızın ellerinde büyüyen gagalı şeylerin Tanrının buyruğu ile ortaya çıkarttığı Gürbüz bir yumurta. II.. Yedi adam biri bir gün bir aşk bir gün gereğini belledi ölüm girse koynuna Ayırmaz aşkı yanından. Beyaz haberlerim oluşuyor kardeşlerim. Daha ne kadar saklanabilirdik seninle: Yaylalardan nasıl geçtik Çobanlara yetişemedik ama uzaktan zahmetsiz ve hiç kimseye değil gibi konuşan ağızlardan Ne bilge sözler dinledik Sığındığımız Ve içinde saçlarımız göle girmiş ıslanan O dev O kabul eden O sizin veren mağaralar Yine açık yine buyur’lu Çekildi üstümüzden. -Çalıların Bilen duruşlarıyla karşılaşırdık koşuşurken gizlilere. Güneşi tez gördük dağlarda Ormanın ay çiçeği gibi uyanan hayvanlarıyla İlk iş gövdemizin acıktığını anlamak oldu Gittik kokladık ekmeğimizi tarlalarda. O gün gezdim seni ellerimle Söyledin: Geniş vuruyor yüreğin. Ülkeyi tez giden ayaklarımla varıyorum Kanım temizliği seven bir kolla atılıyor durmadan Yıkanmış güneşte yeni kurumuş çarşaflar gibi Serin ve ürpertici gövden Yaklaşmaktasın ve / çok yakınıma taşıdığın / güller Sana canı gönülden âşık oldum meleğim Kollarına gümüş bilezikler düşündüm Dostlar buldukça onlara Kalın kaşlarını övdüm Güzeldin Gövden gerilmiş devinmekteydi Bir tabloda gibi her bakmaya değişen Karanlık anlamlardan arınan yüzünle Hakkı verilmiş Zehirleri alınmış kazanlarda Demirle birlikte çeliğe koşmaktaydın Ve döllenmekteydin mengenelerle kucaklanarak. İşçi eğilir bükülür ve doğrulur Köylü bükülür doğrulur eğilirken İnsan iyi maden kuyumcuda. Güzeldin / Gövden Yeni bir iklim gibi yayılmaktaydı karalara Ağaçlar, kırdaki hayvanlar kasabadaki insanlarca İşte davetliydin Acıktık bıçaklarına kanımızı gütmekteymişin gibi Gelip acı sözlerin için Bir çekmece koydun yaralarımıza. Ve ellerin uçuşan yapraklar gibi Birden Nasıl yalnız olduğumuzu anladım Kimseler yoktu ikimizden başka birbirine bakan. Susuyor sessizce Aşkla ilerliyorum Milletim bileniyorum Devirmeye Devirmeye safrası beynimi üleşen Elleri karımın üstünde birleşenleri. Bundan böyle yekinmeye hevesli yüreğim /sanatsever halkımıza duyurulur/ Aklım eski izlerde şimdi İz demek Bir geniş Bir kendine dönük bir en ileriye Yol demek. Usulca kalkıp gedene: Dur Ki çevrileceksin. Toydun cesurdun Gençtin atıldın Bilmezdin atıldın Kabuğu oydun oydun Kabukta kaldın. Sis iner örter mermeri ağacı binayı. Sis kalkar kalkmaz Görünür mermer Ağaç ve dev Bu kadınlar dev midir Yatak özlemez gövde midir Gül açar boyunlarında Kolkola durup bağırdıklarında Bomba düşmüş gibi deprenir toprak Konuştuklarında. -Yar kurbanın olan dola yaşmağını bileğime Ki düşmanı güzel vuram. Çekip mavzerler çıkardılar oyluk etlerinden Durdular ite çakala karşı yarin kapısında. III. Yedi adam biri bir gün bir yar gördü gereğini belledi yari asla koynuna Ayırmaz yari yanından. Alev gerekli kentliye Bu ısıtma devleri kente bir an önce inmeli oğlum. /bütün gün badem çırptım üzümün tehini armudun çürüğünü ayıkladım uykuya geç vardım yatağın içine elimi daha yeni koydum rahatıma doymadım ama.../. ÜMMETİ GÖZETMEN GEREKLİ Ben seni beyaz haber ustası Olasın DİYE boğmadım -DOĞURDUM. Beyaz haberlerim için hazır olun kardeşlerim. Anam su döküyor ellerime Bedenim hızla kaçıyor Gözlerime toprak atan uykudan Suyu çarptıkça yüzüme ve gözlerim yalnız Yanıyorlar. Yemi torbanın dibine gelince beygir İri saman saplarının arasından İri etli dudaklarına Küçük zor bulunan arpaları topluyor. Bir parça daha yükselen Bir parça küçülen Bir parça daha uzak duran yıldız Beygir ve yanında duran semeri Evin gerisinde yığınla odun- badem dalları Ve kuru alıç kökleri Ve ben o zaman bilmezdim halka Ateş gerektiği Çalışır gün boyu koru ağaçları devirir Badem çırpar budardım yaban çalıları . Gün tepeme değsin öğleye durayım. Gün tepene değsin öğleye durasın Kökleri hem derinleri hem sığları sarmış Durmaksızın nimet devşiren Ceviz ağacının altında.- Öğleye durmayı Hiç düşündüm mü ağaç neden havyan değil: Çünkü kan'dır hayvan Damardır ağaç. O ceviz ağacının altında Dallarına ve köklerine Bir öz su damarı gibi bağlanarak Onlar ve ağaçlar Toprak ve kalbinden doyurduğu hayvanlar İşitmişler bakın onlarla Onlar ve yapraklar Geniş bir ağızla üfürülüyormuş gibi kımıldamaya başladılar. Onlar ve tüfeğimi doğrulttuğum kuşlar Şimdi öldürme vaktim değil. Başına omuzlarıma konun Dudaklarımdan ve kalbimden dinleyin /işte bakın ekmek böyle tutulur/ öğleye durarak bağlıyorum bu tepeleri O tepelere. Eğlenme doğada - kentte bu gece ışıklar yanmadı Damlardan Çorba dumanı yükselmemekte Yufka ekmeği Toprak ve ağaç kokulu ellerimle / işte bakın ekmek böyle tutulur/ Şu en artist Ve lokmayı taşıyan parmakların ucunda Pıt pıt bir damar gibi atan Yemin ve billah Sıcak bulgur aşının kalbidir. Dedim çünkü kalk Yoksa sütüm helal olamaz. Düşündüm sol kolları kesik insanların Ne denli mahir olduklarını sağ kollarında Beyaz haberlerim için toplanan kardeşlerim. -Adım Mustafa ve Niyazi ve Abdurrahman Kafkas yaylalarında çadırlarımın Sürülerimin ocak taşlarımın İzleri vardır/doğup yürümeye başlayınca Çıplak basmıştım toprağa/. Yine de ana'vâzın duymasam hiç uyanmam Bedenim öylesine yorgun babam öylesine ölü Ölü gibi kımıldamıyor dedem Sini belli kendi belli değil Ne bir hak torunlarında ne yaşayan bir arzusu. Ellerim yumruk dizlerimin arasında (tam üç yüz yılı) Etim etimin sızını alsın diye. Kalk çünkü sabah yıldızı Bir mızrak boyu yükseldi + iri ve zeki uçları nemli bir göz gibi+. IV. Yedi adam biri bir gün bir bela gördü gereğini belledi Yalvarsa evleri harap kadınlar ve ağlayan birkaç çocuk Kamalar salınsa karnına ayrılmaz belalı yanından. Haberlerime kulak asmayıp-Duymadık Demeyesiniz kardeşlerim. Ülkem bugün Yariyle buluşmuş gizlilerde Tepeden tırnağa yeni yıkanmış Ve örtüler içinde Göz kapakları kale kapıları Gibi örtülü Yassı gözlü kabarık alınlı Kalbine ve beline zengin Düzgün bedenli bol saçlı erkekler gibi. Ülkem Tepeden eteğe yıkanmak için Aşıdan sonra paklanan Ovalara yayılmış kadınlar Evi uçsuz bir yol gibi bekleyen Yavruya yerinde bekleten O kadınlar gibi ülkem. -Yürürüm bayırlarda Gücüm ne merkezde tartmak için Kulak verir Dinlerim ağacı. Geçerken beton döşeli apartman kaykılı toprakta Sesim nasıl etkili yoklamak için Durdurur sorarım kentliyi Ne haber böyle: Nereye: . Bela üreten elim Nasıl davranır belalar içinde Sınamak için Uzanır okşarım saçlarını ey yarim Bakarım hoyrat ve âşık ellerime. Bir gün sapsarı kesildim Öyle bir tabiat vardı ki gövdemde İnsanları görmezdim bile yanımdan Bir hava bulutu gibi geçerlerdi İçimden Gidip dağlara Kafa tutmak gelirdi. Bir gün ben İri ve kaslı gövdem Sapsarı kesildim Hali harap bir dev çıktı önüme Gözlerini öyle açtı ki yüzüme ve ağlamış Sonra söyleştik. Bu bir nöbet devriydi kardeşlerim. Bizimle aşkta olanların Eline su döksünler Çadırlarının önüne o küçücük Kilimleri sersinler . V. Yedi güzel adam Biri bir gün bir dağ gördü Gereğini belledi. Ki o dağ Ağaçsız ve yalnız Gökte alıp veriyordu. Rüzgârla ürperir gibi olurdu Beygirin derisi nasıl ürperirse boydan boya Dokununca. Yılanla akreple kertenkele Tavşan keklik kurtla Onlarla Hayvanlarla kımıldanırdı. Dağ bu Serpilmiş atılmış yer kapmış Başa kurulmuş. Böbürlenmeden iri kendiliğinden koca. Dağ bu Devir, söz gelsin, kervan devri Eteğinde ipek yolu zencefil yolu Kara ve beyaz yolu zenci. Develer İçerek karınlarından tüylerinden geçirerek Dağı yiyerek, söz gelsin, beslenirlerdi. Dağ bu Devir kuş devri Geçerdi kartal. İşte o kartal Renksiz ısı vermeden Ürkmeden ürkütmeden Kendinden geçerek süzülür Dikine batar dikine çıkar Coştumu Vurur kendini dağa - ölürdü parçalanarak. Dağ bu Devir aslan devri Yer yer toplaşarak Erkekli dişili Sık sık oynaşarak . Devir insan devri Geçti geçti İnsan geçti Et geçti kan geçti Göz geçti Gelenler Yeni gelen yeniden sonradan gelen Geçti geçti. Dağ bu Yılanla kımıldanırdı Yılanla kımıldanırdı. Yedi güzel adamdan biri Bir gün bir dağ göreni Durdu sevmeden bilmeden devinirken Durdu durdu seyreyledi. Sordu: dağ nicesin günde mi gecede misin geçmişte şimdide yoksa gelecek bir düşte misin. Dağ serpildi Atıldı yeniden yer tuttu İlk kez yılanla kıpırdanmadı. Gözü görür görmez Dağa göçtü güzel adam Eteğinden yukarıya üç gün Yürüdü. Bir yılda dolandı Çevresini. Eğlenerek kayalarda geceleri Yürüdü günde ve bir kuş gibi Görerek de. Durmadan dolandı dağın çevrisini Artık dağ yılanla kımıldamadı Kımıldardı onunla. Hırçındı adam hep hırsla Yaralıymışça inlerdi Yüzü durgun gözler duru berrak Hırslanırdı ayağıyla- avuçlarından ter akar Omuzlarını burardı.. Ola ki anlatsa dağ Der hırcındı adam ince bilekli Azgın topuklu İnce uzun parmaklı karınsız Karşı koyan omuzlu Yerken güzel yer doymadan kalkar Oturarak ve hayvanlarda bile Gizlenerek işerdi. Adam hırçındı-saçları uysal akardı Rüzgârla kardı Esinti olmadan zaten akmaktaydı Uzun boylu değildi Ama kendinden uzunu yoktu - yalnızdı. Geçince önünden Mağaralardan kuş tavşan kurt yavrusu Dağa vururlardı Serçe tohum düşürürdü ağzından Tavşan yeşerince onu Yerdi kökünden. Ot üremedi Ağaç üremedi. Dağ ağaçsız ve yalnızca Gökte alıp veriyordu Adam küçük bir kaya düzlüğünde Toprakta mağra içinde mağra kapısında Kaynak başında kuru yamaçta Dururdu Eğilip alnını Yaydıkça yere iki elinin arasına Göksü çatırdayarak eğilir Parçalanarak doğruldukça Dağ cezbelenir En yüksek zirvesini kayalı alnını Yamaçlar yamaçlara yayılan yüzünü Adam eğilip koydukça yüzünü toprağa Eğilip koyacak yer arardı. Dağ cezbelenince Doğrulup eğildikçe Ovaya bir anda Kentler serilir Yollar fabrika çevrekleri bentler. Yedi adamdan biri Bir gün bir dağ göreni Yeni bir soluk çekti içine Değişti aynı kalarak İndi kente Dağıyla Esen başı. Serin başı geniş kollarıyla Gözleri yüzünü kaplayacak gibi büyüyerek Ve şakaklarında Avuçlarımın arasında güçlükle tuttuğu Bir şey duruyordu. Yedi adamdan bir dağ göreni Buyruğu dağa yiyeni Dağdan buyrukla kente ineni Suları yürüyerek geçeni Çekip mavzerini çıkardı oyluk etinden Durdu yarin kapısında . (BEN DİRİMLE DOĞRULURKEN). Sis boruları ötmeye başladı yavrular şimdi oradalar-Aşk delice kımıldamalı yatağından Sen bir yıldız kaymasıyla yatağından Üstüne alevleri alarak Kemikli bir aşk gencinin kollarından tutarak Sen kanın damarlara tutamadığı anlardan Beni karnınla Bir göz boğuşmasına daha kandırarak Bul içe kapanık hayvanlarımı yalvarmalarınla Üzülmüş Belki dünyayla horlanmışım. Ansızın çok oradan görün orada Bu siyah basmış kara akar deme- Başka olmalı gövdemi denetleyişin aşka hazır olan ...LARDAN. O KADIN'lardan. Halk aşksızca sokaklar banka dükkânlarıyla doludur Ellerimi kalp olmayan sularla ıslamaya alışır o kızlar. -işte artık kaçmak işte durmadan karşımızdayken bile -ılık ev girintileri gizlesin daha köprüler karanlık bedenleri. Her şey onlara göre - yamandırlar Ansızın melek bekliyorum eski türk ezgileriyle Senin asya'dan hiç yontmadan zarif bir cep saati yapışın Asya Asya ve Asya diye yalvarışın Sana ansızın alınyazımı ve kendimi ekliyorum Aşka hazır aşka aç ve davetli Ansızın melek bekliyorum Asyayla ayağa kalkan Melekler ellerinde gelenekle İçinden hızla süt akımı geçiren mızraklar. Boydanboya girdirmektedirler gövdelerin içine Nar doğuran - dikkatle nar doğuran Hayvanı ve insanı aynı teklifle doyuran Nazlı baharlarla. Hiç ağlanmadı ‘Biz çetin adamız ha’ ayrıca söylenmez Anlaşılır Ne yavuz kışlar Kurt sıyrığı ayazlarla Ne evren debdebesi bahar Gerdan kırıp mendil düşüren kızlarla. Ayrıca söylenmez ‘Biz çetin adamız ha’. Doymuştur aşk bu gece en son buluşlarına kadar Sen meleksi kadın bu gece kendini vermekle İkiye yarıldın Sen meleksi kadın bu gece 1000 yıl adına bilinmekle. Sen melek uyarmalarıyla Uyarılan erkek Bu gece bir şehvet azarladın Hayvan kovdun Yatağını yüceltenlerden oldun. Şimdi ev gebedir. Dağ kuşlukla uyanır -varsın uyansın- Önce hafif bir uyku sisi Tanrı evvelsiz sonrasız bir iklim gibi ordadır Daim Melek kanatlarından hava görünmez Uzaklar yine de görünür Ay dostlukla anılan bir komşu evidir. Kıl çadırlarla devinen o kavim göçü İşte o kavim göçü Dağlar ilk bez bizi Çıplak ete kavuşan aşk sandı. Kadife döşer gibi toprağa işte öyle yürüyen Ilık bir hava bürüyen Gözleri o -rengârenk gözleri çocuk gözleri develerin Çözülür ayakları. Kavim bu Boynuna kan yürümüş (Gözüne bir şey görünmüş) -Nedir o görünen/ susalım/ Hayat her zerresi uyarılmış gibidir -Çok acele Kalp bir bohçanın içinde atmaktadır. Omurgasından mızrak yürüyor kavmin boynuna Devler en som bir duruşla - Raptedilmiş Çocuklar ağızlarından Ey Nazlı Ölüm Ey Nazlı Bahar Marşlarıyla. Bütün bunlar nedir - sorulsa Sorusuna Ne can cevap kalmıştır Kavim donmuş deve mıhlanmış Kadın ateşle ateş doğumdan önce Sığırlar kendi kendileriyle Göz göze kalmıştır. Kavim seferidir evinden ayrılmıştır ama Kendine varılan iklim ve toprak /VAKİTTİR/ namaza durmuştur Bin bireydir kavim Bir tür kararla eğilip doğulmakta Her candan bir cana Bir candan bir cana Sonsuza değin Bir tavır bolluğudur kavim ama Nihayet vaktidir VAKİT. Bu duruş en zarifi duruşların Gidip endamlı dağlara Beğendirmek için yeni gelinleri O iklim kullandı hep İnsanın en bilgelerini Onlarla karşılanmak için baharda İklim aranır her şeyden önce her olayda Şerbet taslarında Bir toprak okunmuş şeker dedenin avucunda Genç bir kız kadar ağırdır Bileceksin ey çocuk Tatmıştın onu geçen baharda da. Kavim uyanan toprağı Karşılarken - uyanıktır Kavim Toprağı Devirirken - uyanıktır Kavimden biri varırken toprağa -Uyanıktır O ve Kavim Vardıktan sonra toprağa Gaflet uyandırılmaz - kavim uyanıktır O anne gibi verimlidir besmele çocuk için O erkek Karpuz dilimi gibi ortadır O en yaşlı gelin Ocaktaki çorbayla birlikte tütmektedir O kavim için. ‘Kışları göç içinizedir’ buyuruluyor Büyük çadır en sevgili düşmana emanettir Çorba dağıtılsın nefes ve el dağıtılsın Yer ötesi ve yer eşit alınsın Kadın ve erkek eşit durmaktadır-kadın arkadadır İnsan hayada ve tanrıdadır Ki kış ortasında kardan-bir duayla sıyrılıp O derviş ağaç kupkuru dallarında O meyvayı büyütüyor O tiyek Bir salkım -müthiş- üzüm Uykuya tez doyanlar için. Saçlar uçuşur havalara sevinçle şarkı şarkı içine Cenkle bir üstün haberleşme ile İnsandan insana hep akıl ve sezgilerle O coşkun mutlu savaş dülgerleri Kalbi çoğaltan bayramlar açtılar Şimdi de açtılar İşaret verin ve açtılar bütün köprüleri Deniz yüce bir soluk denizidir-rotalar denizin kendisindedir Kaptan sancakta bir tek an yaşamak yoluna Bütün bir ömür ağartmıştır. Işıklar çoğalıyor içimizden birine Kime bu davet Limanı dolduranlar yanan insan meşaleleri Yüzbinler taş kulelere yaslanmış söylüyorlar -Rüzgâr nereden eserse essin güzeldir Alevler bir ayrı alemdir Dirlik sevinçtir - göç içimizedir.. Aşktan sonra sarhoşluk günümüz ülkemizde Sevine sevine Sağlımın elleri uzansaydı dağların eteklerine yer'in şarkılarına Aşkın mağara kovulduklarındaki şarkılarına İlkel bir duyguyla bağırır kalırdım Yöremde mor lekeler gibi duran Bir basamaklı melekler ve gelenler olur birden Bütün meleklerden bir melek -Bak diyor bakıyorum ve bak diyor. Ellerimi bıçakla yontacağım deniyor İlkel bir sevinç ve kan şiir en safından sonra soyut heykeller. Hiç düşmanım yok-üzgün söyleniyor -Olmayacak mı hiç Eziyor gururum onları -Görün ey güzel düşman ey güzel düşman Saraylarda geçti ömrüm seninle. Yüzüm aydınlık bakar elemlere Yangın yerlerine Coşkuyla selamladım bütün bayrakları Düşman kadınlarını. Tanrım bu dağları da sen yarattın Bana kattın Bir bir okşadım Sema yapan kırları. Âlemlere kalbimizi yeniliyoruz ve tutuşmuş geliyoruz Yeryüzü batarsa batsın dayanamayıp o kavmin çadırlarına. Develer de tutuştu Onlarla ayarlandık bir devinim bir devinim arkasında bütün devinimler Kum kendi raksında beden aynı raksta Karın bacaklara ulaşır öper onları ve uzaklaşır Aynı yönde ve aralarında bir dünya vardır Göğüs ahenkle havanın direncini kırmaktadır Kalp ve balçıklı toprağı Ağacın ve kayanın dizilimini . O tek kuyun yalnızca süzülüşünü Ani bir haber gibi salt bir kez ötüşünü Dinliyor kumu balçıklı toprağı Ağacı kayayı ve kuşu. Uyku beladır göç içinizedir Sabır ve zaman içinizdedir Kadın ve çocuk içiçedir. Güneş vurmuyor -öyle söyleyin- üzerine döşeklerimizin -Sokuluyoruz besmele ile kadının toprağına (işte böyle söyleyin) Öyle ki o kadınlar Bağlasınlar doğanları tanrı bağlarına. Melekler kırmızı yanar Kalbe tutuşan her şey kırmızıdır Hele kalp hazırsa “kentten” bir er kalkar - Onun eri Kollar semayı deryayı korkularından Yoksa aşk hemen kaçmak mıdır dağımıza Söyleyelim ya hay ya huu -Yolları aydınlık kıl yaradan . Kanla bir sabah Akşam kanla. ‘...ateş... ve öldüm...’ deniyor -Oysa sorular verilmişti ona. Sorular yığılmış aynı kaynaktan olana Işık ve karanlık hakkında. Bu nasıl uzun uyanılmaz gibi -Ateş ve öldün uykuyla. -Kurşunla yoklanması bir sorudur geri kalanlara Taze doğanlara Şehzadelerden de sorular kalmıştı ona. 'Biz artık gitmeliyiz dağımıza anneciğim Yorgun geldim savaşmadım ama Bir ceset gibi ayaklarının dibindeyim'. 'Biz artık Gitmeliyiz dağımıza' -Hayır olmaz Durmalıyız burada şahinim. 'Kezzap içsem Daha kuvvetle can çekişirdim' (dertten çıktık) söylendi (güzel bir kurtuluşa yöneldik) dendi . Heykel bekleyen kımıldamış Abesle elele ahbap gibi Avazı çıkanca bağırmıştır. -Durmadan deniyor ki vatanım neredir Heykel ne diyor Konuşmaz heykel Felçtir. Karşılıklı -Kaslarımız karşılıklı kasılsın Olsun -(Kalbimiz tüm insanın namına) iddiasında -Dertten çıkmışsın ötekine kavuşmuşsun da Diyor ki diyor ki Geçmiş nedir kavim kimdir dert nerdedir. Kırbaçla ayağa kalkarlardı 'biz artık... anneciğim... dağımıza...' ruhum geçer bedenine yüz bin kara nokta yemiştir soyrad ... ve nasıl olan oldu - o ve yeni uygar dostları Bir noktalar anlaşmasıdır fabrika baca ve duman Anne onları kapıya kadar uğurla gel. Delinen böğrüme bir set ger 'yapmayın yapmayın' çığlıkları Güneş doğsun mu doğmasın mı kararsızım Başlarını bana çevirmiş büyük baş hayvanlar londra moskova vaşington berlin pekin hava cereyanları sarsılan ikindiler korkularımız intihar dönemlerinde kötü bir alışkanlık peyda olmuştur bağ budama hasat zekât evlenme hoş görme Buğday ve ekmeğe saygı göreneğine doğru -İnce bir düşman yönelmiştir -Hayır içimizden yönelmiştir -Oh oh dıştan yönelmiştir -Dıştan ve içten mi yönelmiştir -Ne yönelmiş ne yönelememiştir -Yönelememiş önele Miş . 'Ey örtülerle donatılmış Mustafa'. -Oğlum sen artık şarapnel gibi yağmalısın düşmanı güzelce vurmalısın. '... biz artık dağımıza... anneciğim...'. (Komşudan o ölü de kalktı Boşluğuna bir kırbaç uzatıldı). (Çoktandır şu maraş kalesi hatıraları elinden alınmış bir taş yığınıdır. -onların yerine bilardo masaları konmuştur -şalvarlı şövalye ve kovboylar bilardo oynamaktadırlar). -Uykum geliyor kaderim yorula geliyor buz gibi eller Bu yaz hayatı beğenemedin aklımda kandan gökdelenler. Ey aşk /... ve ey aşk mı dedin.../ Onlar küçücük küçücük gördü sana seslenenleri Gücendirilmiş gibi kayboldun Yerine piç döller yolladın. Komşudan o ölü de kalktı Köyde devinimdir kırışık alın derileri kımıldar Kaş ve kalp zorla - kıvranarak Erkeklik ve kadınlık Ölümün önünde değersiz ama siperdedirler. Bir değişime gibidir azrail- Mezarla uğraşmaz toprağı insan kazar O yere o ölü insan kalabalığında ansız bir boşluk açılmıştır alın kımıldasın kalp kıvransın Gölden ansız bir tabutluk su alınmış gibi Bütün köy kımıldayacaktır/göl gibi. Azrail devinimle çevirir bir köyü Bir insan kası - kadını kavrayan elleri mezar kazar toprak karşı komaz aralanır İnsan mezar kazar arada bar bar bağırarak -Ey süleyman oğlu nalbant izzet - nice rençperlik ettin Güneşin alnında bakır gibi göverdin . Toprak kaz arada bir ölü görünürlerde mi bak -ahmet mehmet hasan hüseyin paytak mahmut babası hacı izzet süleyman oğlu hey nice öldün neyledin nasıl becerdin. Köyden o ölü kalkar Süslenmiş kurdelalar takılmış bir koç Kapıda tabut tahtaları arasında beklemektedir Bayram değil seyrandır Aşk aceleyle oraya buraya göz gezdirir Sevgi sabırla ahır kapılarından süzülmektedir. Köyden o ölü de kalktı -Sen de kalk sesini hayvan sesleriyle yuvarla Köy bir ahenk kuşu sesi çıkararak Kasabaya bir ölü haberi uçursun Minarelerden ölgün bir kol gibi sarksın ölü selâsı /.Ölü ilk kez müezzin-minare uyarmalarıyla dirilmektedir Köyden kasabayı dürtmektedir./ Bedir efendi durur selâyı dinler -Kim'ola- -(Ben yüz yıl oldu babasızım) boğuk (Çukurovada eski kale burçlarıyla itişirdi akranlarım) (Sağ elim sualtı zengin bir köydü damağımıza kadar pancar). (O ufak çocuklardık - Bakışları) (Olmaza karşı koyuşları) (Şimdi köy acı'dan eğilmiştir) Ben ölümle eğiliyorum) (Barsakları düğümlendi koyunlarımın) Bedir efendi durdu selâyı dinledi -Kim'ola- Evlerden yarış atları gibi çocuklar fırlar Daha ilk nağmesinden alırlar ölüyü Burunlarıyla kim ölmüş sorusunu soluyarak Yokuşlara bir nefeste bayılırlar -Öyle bir çocuk tanıdım Karşılaşınca başka çocuklarla hızlandı. Minarenin kapısında bir çocuk halkası Müezzinle inecektir ölü Ölü çağırır çocukları alıştırır camiye Ve ölüyü eve ulaştıran çocuk Kutlu çocuktur Taşıdığı haberle masum onunla dopdolu ve büyük Ölü adı taşıyan çocuklar dönüşlerinde Şehri ağırlaştırırlar - Minare yükünü atmış Yeniden serpilmeye başlamıştır Süleyman oğlu hacı izzet evlere bir sepet incir gibi dağıldı evlere süleyman oğlu hacı izzet. Müezzin kıs kıs gülmektedir kasabada evler -bir hacı izzettin varlığını bilmemekten- keder içindedir. nine: kim'ola hacı izzet birazdan halk top gibi patlar -kasabalı değil hacı izzet bülbüllüdenmiş -oh oh bülbüllüdenmiş bütün evlere şimdi büyük büyük bir memnunluk çağlamaktadır Sırtında taşıdığın kıl heybe dağ rüzgârı ve lor peyniri gibi doluysa kır çiçekleriyle sesler türkülere dönecektir üzünçse ışıklı bir sevince Dudaklarında özlem türküleri ve gözlerinin menevşesinde aşk çağıldıyorsa çavlanlar gibi usulca gir umudun menziline hüznü gerilerde bırak Türküler paylaşılıyorsa eğer dağ rüzgârları paylaşılıyorsa sevinç de dahildir buna ve o zaman bütün bir yaşam paylaşılacak kadar güzeldir artık Heybendeki kır çiçekleri bir yangındır güze doğru tutuşturur yüreğinde uzak özlemlerin külünü hiç beklemediğin bir anda Güz gelip de yangın başlamadan tutmalısın doğanın yelesinden yüreğindeki seher yeli varmalıdır sabah olmadan gül bahçesine sevda hevengine Benim halimden haber sorarsan Bir cift sözüm var sana,yürekten: Sevginle girecegim topraga Sevginle cikacagim topraktan Hazân ile geçti gülşeni bustan Eyler dertli bülbül zâr garip garip Haraba yüz tuttu bezmi gülistan Ağla şimdengeru var garip garip.. Hançeri feleğin ucu ciğerde Gittikçe artıyor yara bu serde Diyarı gurbette tutuldum derde Gel tabip yaramı sar garip garip.. Emrah bizim elin gonca gülleri Açılmıştır öter dost bülbülleri Ben sefil sergerdan gurbet elleri Gezeyim bir zaman yâr garip garip. Alp-Eren Gaziler, ulu sultanlar Eğlenceye daldık… Unuttuk sizi. Bin yıldır toprakta uyuyan canlar Televizyon aldık... Unuttuk sizi.. Ey Hazreti Ahmed Yesevî Hoca! Dedem Korkut adlı mübarek koca, Zemzemi lağıma eyledik boca Avrupalı olduk... Unuttuk sizi.. Çağrı bey, Alpaslan, cümle erenler Cennet bahçesinde çiçek derenler Allah rızasına gönül verenler Arasat'ta kaldık... Unuttuk sizi.. Mevlâna çalgıda oyunda gitti Hacı Bektaş cemde, ayinde gitti Yunus her derenin suyunda gitti Partilere dolduk... Unuttuk sizi.. Ak Şemsettin ak sevginin dışında Şanlı Fatih gök sevginin dışında Bizim sevgi hak sevginin dışında Küfrü nimet bildik... Unuttuk sizi.. Lâkabı muhteşem, adı Süleyman, Yavuz Sultan Selim, ender kahraman! Affet, ulu Hakan Abdülhamit Han Memleketi böldük... Unuttuk sizi.. Tarihe taht kurup oturan canlar Âleme adalet götüren canlar Üç kıt'ayı dize getiren canlar Prensleri bulduk... Unuttuk sizi.. 15 Ocak 1989 (Yasaklı Rüyalar) Akşam oldu yine hapis kitlendi Demir perdeleri çekme gardiyan Ne yar'dan haber var ne mektup salan Bi de sen belimi bükme gardiyan . Bizi seven dostlar şimdi çekildi Gam tarlama dert kesavet ekildi Umuduma yeni fidan dikildi Kırık dallarımı yakma gardiyan . Mahzuni Şerif' im iki yüzlüler Yaktı yüreğimi bağrım sızılar Fadimem yol bekler ağlar kuzular At mektubu belim bükme gardiyan Gene bahar oldu, açıldı güller Bülbül-ü şeydalar bağlarda gezer. Bir saçı Leylâya meyil verenler Elbet Mecnun olur, dağlarda gezer.. Ne sönmez ateştir aşkın ateşi Gittikçe artırır serde savaşı Yâr senin aşkından çeşmimin yaşı Bahar seli gibi çağlar da gezer.. Emrah tek tıfıldan bağrı yanıklar Bezm-i muhabbete kalbi sadıklar Maşukundan cüda düşen âşıklar Ruz-ü şeb ah eder ağlar da gezer. Ben yürürm yana yana Aşk boyadı beni kana Ne akîlem ne divâne Gel gör beni aşk neyledi. Gâh eserim yeller gibi Gâh tozarım yollar gibi Gâh akarım seller gibi Gel gör beni aşk neyledi. Akarsularım çağlarım Dertli ciğerim dağlarım Şeyhim anuban ağlarım Gel gör beni aşk neyledi. Ya elim al kaldır beni Ya vaslına erdir beni Çok ağlattın güldür beni Gel gör beni aşk neyledi. Ben yürürüm ilden ile Şeyh anarım dilden dile Gurbette halim kim bile Gel gör beni aşk neyledi. Mecnun oluban yürürüm O yâri düşte görürüm Uyanıp melûl olurum Gel gör beni aşk neyledi. Miskin Yunus bîçâreyim Baştan ayağa yâreyim Dost ilinden âvâreyim Gel gör beni aşk neyledi Al eline bir değnek Tırman dağlara, söyle Şehir farksız olsun tek Mukavvadan bir köyle. Uzasan göğe ersen Cücesin şehirde sen Bir dev olmak istersen Dağlarda şarkı söyle korkutma beni bu yaşlı başsız kelli felsiz halimle gereğinden ziyade güzelsin zaten aklımı çelme takma fikrime aksak ritimler o havaya ayarlı değil bu yelken bu gemiler kimin rastlantısı benim başıma geldi bilinmez ummandır ıslak aksak girilmez kapma kutusunu cahil ömrümün açılır da içinden boş bir hayal çıkar seçilmez. daha bu yağış bir şey değil sen bir de acıklı halimi gör ürkünden derin soyulur farkına varmazsın suda balık nasıl aymayı bilmez su da balık da hangi denizin neresindedir ayırmaz böyle bir sevmek vardır ve birçok er mektubunda görülmüştür. yok kadınlara aşık olanların işidir şiir kirlidir yakası gömleklerinin boyuna boyna fular papyon istemez şairin boğazı darboğazdır boğazın en inceldiği yerden solur. gülme üstüme kaçacak yerim yok gelme yareme yarın veya başka seyir tarih tevellüt iklim cetvel yok. saçlarında bulunabilir bazı kayıp kentlerin yakışıklı cesetleri bir ağıta asılı kalır infaz gibi acılı çağların. yeri geldi diye ağlıyorum yoksa hiç aklımda yoktu gidenler gelirler her gece yalnızlığıma halleşir vedalaşırız bir merhaba saflığında kalanlarda kalmışya aklı gidenlerin hep eski haberler arıyorlar günlük taze gazetelerde ve yalanlar kalanlara kalıyor nasılsa gidenler gerçeğin olduğu yerde. sebebim sensin bu mürekkep balığı bu bukalemun bu kalem yokluğun her şeyi sorduğum hayat beni rahat bırak! . her evin kilerinde toz içinde kitabı ölülerle konuşma sanatının grev var ansiklopedilerin bazı sayfalarında süresiz olarak açıklamıyorlar bazı ideolojileri sözlüklerin bazı sapa harflerinde işi yavaşlatma eylemi beş saati buluyor anlamak bir sözün etnik kökenini bütün bunların sebebi sensin asla hatırlanmayacak bir rüyanın ortasında elinde derin bir uyku kokusu. Ölümü sığdıramaz, Akıl daracık koğuk. Ölemez, çıldıramaz, Ağlar boğuk boğuk.. İlaç yarım, şişede, Koltuk mahzun, köşede, Ev halkı telaşede, Ölü yerde, sopsoğuk.... (1982) Yaktın yıktın beni böyle Aman gönül zalim gönül Kerametin nedir söyle Eyvah gönül zalim gönül. Felç olmuştan diz istersin Kör olmuştan göz istersin Kudurdun mu? Yoksa gönül Şubat'ta karpuz istersin Eyvah gönül canım gönül . Bilmem ki neye taparsın Hem taparsın hem saparsın Dost edersin düşmanları Dostu da düşman yaparsın Eyvah gönül zalim gönül . Nettin nettin Mahzuni'yi Taşa tuttun Mahzuni'yi Haberin yok ama gönül Harap ettin Mahzuni'yi Eyvah eyvah zalim gönül Keleci bilen kişinin yüzünü ağ ede bir söz Sözü pişirip diyenin işini sağ ede bir söz. Söz ola kese savaşı söz ola bitire başı Söz ola ağılı aşı bal ile yağ ede bir söz. Kelecilerin pişirgil yaramazını şeşirgil Sözün us ile düşürgil dimegil çağ ede bir söz. Gel ahî ey şehriyâri sözümüzü dinle bâri Hezâr gevher ü dinârı kara taprağ ede bir söz. Kişi bile söz demini demeye sözün kemini Bu cihân cehennemini sekiz uçmağ ede bir söz. Yürü yürü yolun ile gâfil olma bilin ile Key sakın ki dilin ile cânına dağ ede bir söz. Yûnus imdi söz yatından söyle sözü gayetinden Key sakın o şeh katından seni ırağ ede bir söz Hak kendi nurundan övmüş yaratmış, Padişah eylemiş ilin üstüne.. Gördüm cemalini selavat verdim, Sokulmuş civalar serin üstüne. Vallahi Kur'an'dır senin yüzlerin Yasin-i Şeriftir iki gözlerin (İnna Fetahna) dır senin sözlerin, (Veddullah) inmiştir dilin üstüne. Kirpiklerin üstüne benler dizilir İkrarından dönen Hakk'tan üzülür Ak göğsün üstüne (Tebbet) yazılır (Vesşems) ,inmiştir kolun üstüne. Seyyid Nesimi'dir şem'in çırsı, (Errahman) dır iki kaşın arası, Güzel Besmeleyle Elham Süresi Elif Lam inmiştir Kaddin üstüne.. balkonlar bir suya açılır sözgelişi bu iyidir bir ağustos terlemesine karşı sözgelişi su iyidir. yankılanır bütün yanılgıları geçmişlerin buna karşı sözgelişi öğle uykusu iyidir. kentlerin yani düzenin geliştirilir bir sevdası oysa biliriz ne şu iyidir ne bu iyidir. karşılarım bir yanlış akşamı bir otobüs durağında bir kadının paltosu bir adamın arzusu iyidir. neyi değiştirir arzuların yerli yerinde olması kalkmak iyidir, taşmak iyidir, akarsu iyidir. ey direnmek, korkmamak, göllere göllere git oralardan anlarsın kemerler ve akarsu iyidir Kor düşseydi keşke yüreğime, Bu yine anlaşılır olurdu. İçimde suyu kesilmiş bir fıskiye, Birdenbire buruşup soldu.. Hoşçakal diyebildim güçlükle, Sesimi iğneden geçirerek. Dönüp arkama yürüdüm, Adım adım gittikçe küçülerek.. Sen bana bir gurbet sundun, Buğulu çocuk gözlerinle. Öpüp başıma koydum, Sevginin solgun güzelliğiyle. Yetişir boğuştuğum gece gündüz ecelle; Allah Rahim ve Rahman, Allah Aziz ve Celle... Sonra bir avukat, 'Bize kurallardan bahset...' dedi.. Ve o cevap verdi:. 'Siz kurallar koymayi çok seversiniz, Ama kurallari bozmayi daha çok seversiniz.. Tipki okyanus kiyisinda sabirla kumdan kuleler yapan, sonra da kahkahalarla onlari deviren çocuklar gibi.. Ancak siz kumdan kulelerinizi yaratirken, okyanus kiyiya kum tasimaya devam eder.. Ve siz onlari yerle bir ederken, okyanus da sizinle birlikte güler.. Gerçekten de okyanus, daima masum olanla beraber güler.. Fakat yasami bir okyanus ve insanlarin koydugu kurallari kumdan kuleler olarak görmeyen kisiler için ne diyebiliriz? . Onlar için yasam bir kaya, ve kanun bu kayayi kendi isteklerine göre oyup sekillendirmek için kullanacaklari bir keski gibidir.. Danscilardan nefret eden yeteneksiz biri için ne diyebiliriz? . Veya boyundurugundan hosnut olup, ormanindaki geyigi basibos bir serseri olarak yargilayan bir öküz için? . Peki, derisini dökemedigi için, digerlerini çiplak ve ahlaksiz olarak niteleyen yasli bir sürüngene ne demeli? . Veya bir dügün sölenine erkenden gelen, iyice karnini doyurduktan ve yorulduktan sonra, yemekleri ve eglenceyi kötüleyen biri için? . Bunlar hakkinda söyleyebilecegim tek sey, hepsinin günes isigi altinda olduklari halde, Günes'e sirtlarini dönmüs olduklaridir.. Onlar salt kendi gölgelerini görebilirler ve bu gölgeler, onlarin kanunlari olur.. Ve onlar için Günes, bir gölge yaraticisindan baska ne olabilir ki? . Ve onlar için kurallara uymak, baslarini yere egip, toprak üzerindeki gölgelerini izlemekten baska bir sey degildir.. Ancak yüzünü Günes'e çevirmis olanlarinizi, toprak üzerine çizilmis imajlar durdurabilir mi? . Eger rüzgarla yolculuk ediyorsaniz, hangi rüzgar gülü yönünüzü çizebilir? . Eger boyundurugunuzu kirarsaniz, ama baska birinin hücresinin kapisinda degil, hangi kanun sizi sinirlayabilir? . Ve eger dansederseniz, ama baska birinin zincirlerine takilip sendelemeden, hangi kanun sizi korkutabilir? . Orphalese halki, davulun sesini bogabilir, bir lirin tellerini gevsetebilirsiniz, ama bir tarla kusuna sarki söylememesi içinkim emir verebilir ki? ' Çocuk, çok sevdi ağacı... Verirdi ona, her kış Çiçekleri olaydı! . Ağaç, çok sevdi çoçuğu... Öperdi altın saçlarından Dudakları olaydı! . Ve ona öptürmek için, Eğilirdi yerlere kadar; Yanakları olaydı! . Dökerdi önüne hepsini Gümüşten, altından, sedeften Oyuncakları olaydı! . Ve çoçuk gittikten sonra, Böyle kalır mıydı ağaç? Ne olurdu onun da Bacakları olaydı, Ayakları olaydı! Dünya pazarını dolaştım durdum Dikenler gül oldu para deyince Yıllanmış nefretler bir anda bitti Ateşler kül oldu para deyince. Ortada ne engel ne dağlar kaldı Ne aşılmaz yollar ne çöller kaldı Öfkenin yerini alkışlar aldı Düşmanlar dost oldu para deyince. Bir eski masalmış şeref itibar Böyle bir düşman ne işe yarar Gördüm ki herşeyin bir fiyatı var Krallar kul oldu para deyince. Vıcık vıcık çamura 'mermer' der kartel medya Baltalı oduncuya 'berber' der kartel medya Her gün bir kamuoyu yalanını uçurur Halkın sevmediğine 'Server' der kartel medya... 03.04.2007/Vakit Men aref sırrını kardaş Bildim sanma bilemedln Ölmeden öl şu dünyada Öldüm sanma ölemedin. Göçmeden dar-ı fenadan Samanı ayır daneden Kuş gibi iki kez anadan Geldim sanma gelemedin. Boz bazınan kaz kazınan Vaz vazınan vız vızınan Beş vakti bir niyazınan Kıldım sanma kılamadın. Gerek gücen gerek kakı Gerek Dürr-i Meknun oku Sen bu amel ile Hakk'ı Buldum sanma bulamadın. Mürşit bir ince elektir Ondan elenmek gerektir Benlik bir dipsiz külektir Doldum sanma dolamadın. Pir Sultan Abdal'ım pirdir İkrarına duran erdir Cümle sırra aklın erdir Erdim sanma eremedin Erenler Şah'tan gelirler Ali derler Pirimize İmamların kullarıyız Münkür ermez sırrımıza. Pirimiz Kırıklar,Yediler Bu yolu onlar kurdular Bizede böyle dediler Kanarsan ikrarımıza. Muhip mürşidine uydu Arif olan hisse duydu Münafıklar nice kıydı Tiğ çektiler Pirimize. Bildik aslımızdır Adem Kısmetimiz verdi Hüdam Halifeler bastı kadem Taç vurdular serimze. Ateş yanar kazan çoşar Dalğalanır boydan aşar Şulesi aleme düşer Bakın bizim nurumuza. Nesimi sözünü pişir Özüne muhabbet düşür Bezirğanlar gevher taşır Güne gün şarımıza Tanıştığım günden beri enginle Bir taşın üstünde hayale daldım. Bulacaksın koymuş gibi elinle, Ben nerde doğmuşsam o yerde kaldım.. Kimi esti başucumdan yel gibi, Kimi sızdı bir toprağa sel gibi... Yalnız ben, alçıdan bir heykel gibi Sonsuzluğu dinlemekten tat aldım.. Ses topladım, renk topladım derinden, Geniş his ve hayal bahçelerinden... Fakat artık en görünmez yerinden, Yaralanmış bir kap gibi boşaldım. Hey ağalar böyle m'olur Hali yardan ayrılanın İner ummana dökülür Seli yardan ayrılanın. Gökte turnalar çekilir İner yerlere dökülür Onbeş yaşında bükülür Beli yardan ayrılanın. Turnalar havadan geçer Mah yüzlere nurlar saçar Ah ile vah ile geçer Günü yardan ayrılanın. Gül dikensiz bitmez imiş Bülbül gülsüz ötmez imiş İşe güce yetmez imiş Eli yardan ayrılanın. Karacaoğlan geçmez dilek Ateş aldı yandı yürek Sağ yanında hazır gerek Salı yardan ayrılanın “Uygarlık ve barbarlık kardeştir.” -Havel-. Dünya sığmıyor insana Havel, yüzlerdeki, yüreklerdeki maske, parada kir, suda klor, havada nem, yüksek borsa, alçak basınç ve kanun hükmünde ihanetler, sahtekâr jestler.. /İnsan, sığmıyor insana Havel! /. Ve her şey: Şey! Mesela o takvimler, o günler her biri şimdi kim bilir neredeler? Yalancıdır aynalara gülümseyen o muhteşem gençlikler; bir yaz yağmuru gibi çabucak geçecekler. Bize kalan kurt kapanı sözleşmeler ve iş akdi kıvamında morarmış evlilikler.. Oysa insanı büyüten yalnızlık mıdır Havel? . Biz bu kentlerde, bu ömürlerin gecelerinde çürüsek bile, şimdi eski dağlarda vakur bir şafak yırtılmaktadır ve dışarıda üşüyen bir haziran; kalbimde yılların tufanından artık bir hazan. . (Kalbimde hazan ve şairdir elbet sözcüklere rus ruleti oynatıp yazan!). Dışarıda üşüyen bir Haziran. Kanımda nikotin cehennemi; Kısa kibrit, uzun duman:Yaan! Yine yaan… Yine yaaaan! Yan ki yangınlar bile yansın; haklıdır içindeki abdal bırak ağlasın.... Bırak ağlasın, artık gündüzlerin ışığında aşk, gecelerin sularında yakamozlar yok ve kuşlar konsun diye gerilmiyor balkonlara çamaşır ipleri; duyuyorsun işte şiir de yazıyorlarmış iğfal şebekeleri! . Dışarıda üşüyen bir Haziran. Dışarıda aşksız aşk, Aids, Hepatit b, dışarıda hormonlu sevinçler, kokmayan güller. Dışarıda dostluğun, puştluğun kolunda gülümsemesi; ama öğrendim karanlıklardan ışık destelemeyi ve baka baka irkilmiş gözlerine hayatın: İnatla…İnatla gülümsemeyi; öğrendim içimdeki abdalı hünerle gizlemeyi.... (Herkes fanusuna asmış kendini; bu yüzden beklemiyorum farklı kıyametleri...). D ı ş a r ı d a ü ş ü y e n b i r H a z i r a n. D ı ş a r ı d a ö l d ü i n s a n. Ö l d ü i n s a n… H i ç b i r k i t a b a y a k ı ş m a d a n! . Ben de yaza yaza çürütüp dünlerimi; her gün bu cehennemden çalıyorum kendimi…. Bu yüzden her şey: Şey! Havada hava, günlerinde gün, evlerde sarmısak soğan; hepsi bu işte basit, olağan. Her şey şey’dir; inandıklarımızdır belki de yalan. Abarttığımızdır, kül’dür herkesin payına kalan... Kişinin değeri nedir? - Aradığı şeydir! . Eğer sen can konağını arıyorsan bil ki sen cansın. Eğer bir lokma ekmek peşinde koşuyorsan sen bir ekmeksin. Bu gizli bu nükteli sözün manasına akıl erdirirsen anlarsın ki Aradığın ancak sensin sen.. Madendeki inciyi aradıkça madensin. Ekmek lokmasına heves ettikçe ekmeksin. Şu kapalı sözü anlarsan anlarsın her şeyi; Neyi arıyorsun sen osun.. Senin canın içinde bir can var o canı ara! Beden dağının içinde mücevher var o mücevherin madenini ara! A yürüyüp giden sufi gücün yeterse ara; Ama dışarıda değil aradığını kendinde ara. Bir bakışın kudreti bin lisanda yoktur Bir bakış bazen şifa bazen zehirli oktur.... Bir bakış bir aşığa neler neler anlatır Bir bakış bir aşığı saatlerce ağlatır.. Bir bakış bir aşığı aşkından emin eder Sevişenler daima gözlerle yemin eder... Elimde tüfenk, gönlümde iman, Dileğim iki: Din ile vatan... Ocağım ordu, büyüğüm Sultan, Sultan'a imdâd eyle Yârabbi! Ömrünü müzdâd eyle Yârabbi! . Yolumuz gaza, sonu şehâdet, Dinimiz ister sıdk ile hizmet, Anamız vatan, babamız millet, Vatanı ma'mur eyle Yârabbi! Milleti mesrur eyle Yârabbi! . Sancağım tevhid, bayrağım hilâl, Birisi yeşil, ötekisi al, İslâm'a acı, düşmandan öc al, İslâm'ı âbâd eyle Yârabbi! Düşmanı berbâd eyle Yârabbi! . Kumandan, zabit, babalarımız. Çavuş, onbaşı, ağalarımız. Sıra ve saygı, yasalarımız. Orduyu düzgün eyle Yârabbi! Sancağı üstün eyle Yârabbi! . Cenk meydanında nice koç yiğid, Din ve yurd için oldular şehid, Ocağı tütsün, sönmesin ümid, Şehidi mahzun etme Yârabbi! Soyunu zebun etme Yârabbi! Bu gün dünyayı istediğin bir renge boya Rengârenk batan günü al karşına Bir renk, de kendinden kat Çocuklar gibi saf, temiz ve berrak Kapat gözlerini bir hikâye yarat Vazgeçme hissedilir biraz, da sıcaklığını kat Kalbinde, ki elleri bırakma sıkıca tut Çünkü varlıktır sevgiye en güzel kanıt Yalnızlığın saltanatını sür, sür ama Birikmiş sevginden, herkese bir parça ver Bir tebrik, bir arama bin umuttur insana Mutlu yıllar, mutlu yıllar sana. Diyelimki yağmura tutuldun bir gün Bardaktan boşalırcasına yağıyor mübarek, Öbür yanda güneş kendi keyfinde Ne de olsa yaz yağmuru Pırıl pırıl düşüyor damlalar Eteklerin uça uça bir koşudur kopardın Dar attın kendini karşı evin sundurmasına Işte o evin kapısında bulacaksın beni . Diyelim için çekti bir sabah vakti Erkenden denize gireyim dedin Kulaç attıkça sen patiska çarşaflar gibi yırtılıyor su ortadan ege denizi bu efendi deniz Seslenmiyor Derken bi dibe dalayım diyorsun İçine çil çil koşuşan balıklar Lapinalar gümüşler var ya Eylim eylim salınan yosunlar Onların arasında bulacaksın beni . Diyelim sapına kadar şair bir herif çıkmış ortaya Çakmak çakmak gözleri Meydan ya Taksim ya Beyazıt meydanı Herkes orda sen ordasın Herif bizden söz ediyor bu ülkenin çocuklarından Yürüyelim arkadaşlar diyor yürüyelim Özgürlüğe mutluluğa doğru Her işin başında sevgi diyor Gözlerin yağmurdan sonra yaprakların yeşili Bi de başını çeviriyorsun ki Ben varım Anlat bize yürüyüşün güzelliğini koşunun rüzgarını, köpüren yeleyi toynakların kızgın kıvılcımlarını. Kişneyen bir tayın sevincini anlat öfkeyi ve sağırındaki mahmuz yarasını Masallardaki şehzadeleri anlat bize. Avradın ve silahın kardeşisin ya feodalın töresini anlat biraz da ve terkinde karçırdığın kızları. Dağları anlat bize, eşkiya gecelerini ölümleri ölümsüzlükleri anlat bize sonra tahta'dan tunca dönüşünü. Senki hepsini görüp yaşayansın karanlık basmadan ovalarıma kainatın duru illetsiz aydınlıkları katılaşırken çocuk ruhlarında karanlık basmadan kararmadan taşıtlar. et kemik taşıtı tam da mayalanmış yüreğimin hamuru ve ne yakıp kavuran yaklaştırmayan kalıplara hiçbir daraban olmadan ziynetli topraklara da yanardağ akıntısı yer cazibesine mermut akan lav katiyeti heybetiyle akıp dağ'la terbiyeli bir insan eli olan elinle şekillenmeye hazırken NEREDE BULABİLSEM SENİ yetişip dizüstü düşebilsem eteklerine. karanlık basmadan dünyayı kapatan karanlık elimizde kılınç ben ince işler ustası musa kardeşim ya ki heybem değişince kubbeli evim girdabım - tövbem kapımın önünde akan ırmak en zengin denizcisi incilerin - uzak şarklara yollanan elçilerin. kelimeler okyanusla yarenliğe dalıp çoluk çocuğu unutacak kadar bol ve bereketli binlerce yılçün kurulmuş bir zemberek içimizde ağzımıza boşalttı onca sözden birinin heybeti ve lezzetinden damağımız çatlamakta. ya ani karanlık 'inanana rahmet inaçsıza esef' olan. (hiçistanda bir rüzgar belirmiş kulağımıza gelir bir ey muhalif rüzgar ki oyropeiş örneği hafifçe terli bedenin krondeli göz dikmiş duyduk ki meni yataklarına bile) . /japonya büyür büyür bir gün toprağını denize yayarak peygamber sözüne ordan hizmet olur/. kucak açanlar kadar geniş istekli göçüp gelenler kadar hafif az'la doyan yük olmadan. ve başlar kimin yüreği daha yüce yarışı. musa kardeşim ağlamaktan mı okumaktan mı az uyumaktan mı kan gölü gözlerin. her an karanlığını giyinecek gibisin ne kadar uzun sürüyor ta içinden gözlerine gelmesi dikkatin. karnın ne kadar küçük ve içerde ince belin fazla kabarık değil kemiklerinden etlerin biliyorum ancak sen bu kadar yetindikçe ve ekmeği böyle mübarek tuttukça doyar karnı çinin hindistanın amerikanın sen olabilirsin çaresi. su içinde susuzluk hissinden ölen kimselerin. musa kardeşim haya'dan mı boyuna posuna güzelliğine rağmen hafifçe kıvrık omuzların hafifçe eğik başın hele terazi tutuşun zarif sapasağlam ve artık en insansız çölde tek başına kalsa bile eğilmezken adalen bile yine de bir nebzesini tutsa yüreğindeki tartarkenki dikkatin ikiye yarılır bir su aygırı. ve çocuklar tuz yalarken çocuk avuçlarından NEREDE BULABİLSEM SENİ baba bıçağını ağır ağır çekerken YETİŞİP ana dalgın ve su dibinde yürür gibi DİZÜSTÜ DÜŞSEM ETEKLERİNE. ana dalgın ve su dibinde yürür gibi üzüm tiyekleri ceylan dolu etekleri. 1. çocuklar kurtulamazlar yanaklarına konan yaradan olmadık anda bırakılırlar sonra nice sonra hatta bazen karanlıklarına uzanırken kadar sonra üzerinde gözyaşı izleri senelerin izleri ile yol yol kalmış yanakları mahzun yayılır ancak görünür güzel dişleri. ve 'kuşlar da kaderle uçar' Ben bir yıldızım yıldızlar ortasında, Sağa bakarım, sola bakarım, eyvah, Yapayalnızım yıldızlar ortasında. Bir bitmez düzelikte akşamla sabah.. Alabildiğine bana vermişler, “al! ” Dayanılmaz boşluğuyla bu evreni “Bu gerçek, bunu al! Bu düş, bunu da al! ” Ne ki varsa, bana yazılmış nedeni.. Mutluyum, bu güzel, bu tek yıldızlıkta; Milyonlarca sunu, adak sana, tanrım! Ama kalbim çatlayacak yalnızlıkta, Hiç olmazsa bir ayna ver bana, tanrım! Doğuda kırmızı, batıda turunç, Yanık bir yörüğü andıran bu tunç, Şu renk aleminde ne yok ki bizden, Mavi: Marmara'dan, mor: Akdeniz'den! . Yeşil bir köşedir bana Bursa'dan, Kara: Erciyes'in yarları gibi, Sarıda güzü var Uzunyayla'nın Beyaz: Erzurum'un karları gibi Sevgilim ben şimdi büyük bir kentte seni düşünmekteyim Elimde uçuk mavi bir kalem cebimde iki paket sigara Hayatımız geçiyor gözlerimin önünden Çıkıp gitmelerimiz, su içmelerimiz, öpüştüklerimiz ''Ağlarım aklıma geldikçe gülüştüklerimiz''. Çiçekler, çiçekler, su verdim bu sabah çiçeklere O gülün yüzü gülmüyor sensiz O köklensin diye pencerede suya koyduğun devetabanı Hepten hüzünlü bu günlerde Gür ve çoşkun bir günışığı dadanmış pencereye Masada tabaklar neşesiz Koridor ıssız Banyoda havlular yalnız Mutfak dersen - derbeder ve pis Çiti orda duruyor, ekmek kutusu boş Vantilatör soluksuz Halılar tozlu Giysilerim gardropda ve şurda burda Memo'nun oyuncak sepeti uykularda Mavi gece lambası hevessiz Kapı diyor ki açın beni kapayın beni Perdeler gömlek değiştiren yılanlar gibi Radyo desen sessiz Tabure sandalyalardan çekiniyor Küçük oda karanlık ve ıssız Her şey seni bekliyor her şey gelmeni İçeri girmeni Senin elinin değmesini Gözünün dokunmasını Ve her şey tekrarlıyor Seni nice sevdiğimi . Sizin göçler bu illerden Gitti artık gelme deli deli Çadır yerinizde otlar Bitti artık gelme deli deli. Bulunmaz kahrını çeken Bulunmaz yüzüne bakan Bülbül başka dalda mekan Tuttu artık gelme deli deli. Berçenek uzun yazılılar Orada rüzgar sızılar Mor koyunlar dört kuzular Gitti artık gelme deli deli. Bulunmaz Mahzuni sesi Yoktur yalanda hevesi Son yolda ümit gemisi Battı artık gelme deli deli. Tabtuk dergahından feyizler alan, Yanan Yunus idi,o derviş Yunus... Gönlünü derya,ummanlara salan, Dalan Yunus idi,o derviş Yunus... *** Gezer idi; iki Arşı alayı, Sevgi ile yoğururdu mayayı, Barış, Hoşgörü bir edip davayı, Bulan Yunus idi,O derviş Yunus *** Yetmiş üçe hep, bir nazar eyleyen, Herdem Hakkı hakikatı söyleyen , Aşk elinden kendin heder eyleyen, Kanan Yunus idi, o dervişYunus ... *** O bilmezdi kin ile kem hiddeti, Diler idi;Kahhar Haktan mededi, Şu fani dünyaya mehil vermedi, Canan Yunus idi,O derviş Yunus. *** . Aşık Çağlari Amsterdam - Hollanda servis berbattı bellboy ise devamlı yanlış zamanda havlu getirmeye devam etti. sarhoştum, sonunda kafasına bir şaplak attım. küçük bir adamdı, yere bir Ekim yaprağı gibi düştü, olan olmuştu, aynasızlar geldiğinde koltuğu kapıya dayamıştım bile zinciride çekmiştim, Brahms'ın Birinci Senfonisi çalıyordu elimide büyük annem yaşındaki bir karının g.tüne sokmuştum sonunda kahrolası kapıyı kırdılar, koltuğu bir kenara ittiler; çığlık çığlığa olan karıya bir tokat attım ve sonra dönüp sordum, sorun nedir, beyler? daha henüz traş olmamış bir genç elindeki sopayı kafama indirmiş olmalı sabah hapisanenin hastanesindeydim yatağıma zincirlenmiştim ve hava çok sıcaktı, ter şuursuzca çarşafa akıyordu, bana bir sürü aptalca sorular sordular işe geç kalacağımı biliyordum, bu benim canımı çok sıkıyordu. Don deyip de geçmeyelim Hepimizin iyi kötü bir donu var Yünlüsü pamuklusu İpeklisi naylonu var. Ayşe hanımınki fıstıki yeşil Durur yaprak misali tende Fatma hanımınki patiskadan Rengi havai pembe. Mühendisin karısı Naylon donu tercih eder Ayak ayak üstüne atıp Komşulara caka satar. Mühendis beyi sorarsanız Çifte don giyiyor kışın Zırh gibi kalkan gibi bir şey Vallahi işlemez kurşun. Siyatiği var Fitnat hanımın Uzundur fanila donu Zehra kadının ki bohça gibi Yamalıdır her yanı. Leman hanımefendinin ise Kâh mavi kâh gül kurusu renkli Hepsi de avuç içi kadar Kenarları işlemeli ipekli. Ya altın dişli Pakize hanımın donu Bir gören bir şiir yazar Ayıptır söylemesi Pakize hanım donsuz gezer Yâd elden yanıma çağırdım seni Gelmek istiyorsun, bırakmıyorlar. Rüyada, mektupta, albümde beni Bulmak istiyorsun, bırakmıyorlar. . Umutlar hayaldir, acılar gerçek Çileye mahkûmsun, kim ne bilecek Ya bir kuru selâm, ya bir top çicek Salmak istiyorsun, bırakmıyorlar. . Otuz yıl ağladın hep yana yana 'Yeter, yazık' diyen olmadı sana Vefasız dostluğa, kalleş zamana Gülmek istiyorsun, bırakmıyorlar. . 'Çalış' derler, ayak bağlı, el bağlı 'Konuş' derler, dudak bağlı, dil bağlı 'Kalk git' derler, kapı bağlı, yol bağlı Kalmak istiyorsun, bırakmıyorlar. . Aydınlık ararsın her gün, her yerde Çekerler önüne yedi kat perde Zulüm kimden gelir, adalet nerde? Bilmek istiyorsun, bırakmıyorlar. . Yıllar boyu uykuların bölündü Uçacakken kanatların yolundu Hayat hakkın vardı, elden alındı Ölmek istiyorsun, bırakmıyorlar.. (Suları Islatamadım) bu gelen kainatın en nadide çiçeği saplanır delikanlı yüreğine absızın diken yüzlü atlılar takılar da peşine mor gülüşlü harami çıkar dağlar başına. önünde hafif kumral perdeler dalgalanır ona düşen kırmızı elmaların çürüğü yüreğini umutla koyar sabır taşına mor gülüşlü harami çıkar dağlar başına kasabın çırağı apo onüç ondört yaşlarında çıta gibi bir oğlan baktım dolanıyor bizim sokakta ne lan, dedim, ne arıyorsun? amca, dedi, üç gilom guşbaşı telefonlan istediler de 16 numarasından bu sokağın yok öyle bir numara... önüne düştüm ben de apo'nun gerçekten yok öyle bir numara ondörtlü evi geçtiğinde bir yangın yeri çıkıyor sırada karşı komşulara da sorduk, onlar da bilmiyorlar... anlaşılan, dedim, hortlaklar matrak geçmiş sizinlen! hortlaklar değil ama, dedi bizim hanım aç kediler telefon etmiştir dükkana, niye olmasın! Medya yoncalığında yayılan sıpaların Geleceği malumdur, kocaman eşek olmak. Üst üste aldıkları ödül ve kupaların Bedeli dine düşman, patrona uşak olmak.. 25.09.2006/Vakit Sanmaki ciddiyet ile sarfederim sanatımı Ney elimde suyu durmuş kuru musluk gibidir Bezmi meyde sühefanın saza meftun oluşu Nazarımda su içen eşşeğe ıslık gibidir Başımdan bir kova sevda döküldü Islanmadım, üşümedim, yandım oy! İplik iplik damarlarım söküldü Kurşun yemiş güvercine döndüm oy! . Yağmur yorgan oldu, döşek kar bana Anladım ki kendi gönlüm dar bana Alev dolu bardakları yâr bana Sunuverdi içtim içtim kandım oy! . Sevgi ektim, naz biçmeye çalıştım Ne zamana, ne kendime alıştım Kırk senede yedi hasret bölüştüm Yedi dünya bana düştü sandım oy! . Gönül şahinimi yordum gerçeğe Sonsuzda yüzümü sürdüm gerçeğe Teselliden kanat kırdım gerçeğe Tecellinin sinesine kondum oy! . (Yasaklı Rüyalar) Yol üstünde biten çalı Bu dünya kimin dünyası? Ak çiçekli ayva dalı Bu dünya kimin dünyası? . Gediklerde esen poyraz, Yaprakları dalda koymaz Gözler doysa gönül doymaz Bu dünya kimin dünyası? . Her gün eski her gün yeni Tükenmez gidip geleni Can evimden vurdu beni Bu dünya kimin dünyası? . Kar yağar kaybolur izler Her nakış bin bir sır gizler Ufuklara dalan gözler Bu dünya kimin dünyası? . Tüm nimetler talan talan.. Hızır bekler darda kalan. Varı yalan, yoğu yalan Bu dünya kimin dünyası? . Toprak basar kucağına Güneş çeker sıcağına Atar derdin ocağına... Bu dünya kimin dünyası? . (Dosta Doğru) Doğa'nın o güçlü ve yaratıcı özünden Her gün azman çocuklar boy gösteren çağında, Dev bir kadın yayında yaşamak isterdim ben, Kösnük bir kedi gibi bir sultan ayağında. İsterdim o canla tenin açtığını görmek, Geliştiğini ürkünç oyunlarla başıboş; . Gözlerinde yüzen ıslak sislerde o yürek Bilmek isterdim içten bir alev saklar mı, loş; Görkemli bedeninde dolaşmak döne döne, dev gibi dizlerinin tırmanmak eğilimine, Ve dokunan güneşler yazır, sıcak mı sıcak, Serdiği zaman onu kırlara yorgun argın, atıp göğüslerinin gölgesinde uyumak Erinçli bir köy gibi eteğinde bir dağın. . Tek isteğim şimdi, bir gece ulaştık mı zevk saatına, Vücudunun saltanatına Doğru tırmanmak sinsice, Bir yara açıp geniş, derin O şaşırakalmış böğrüne, Acı vermek için göğsüne, Şen tenini incitmek için, Ve, ne estiren tat, değil mi, Yavrum! o en güzel, en parlak Yeni dudaklardan akıtmak, Aşılamak sana zehrimi! “Bir şiirde, bir satır saklayabilir başka bir satırı Nasıl ki bir kavşakta bir tren belki örter bir treni ... Aşkta, başka bir sitem saklayabilir bir sitem ve küçük bir serzenişte, koskoca bir şikayet gizlidir belki Bir adaletsizlik bir başkasını saklayabilir-bir sömürgeci bir başkasını Bangır bangır bir kırmızı üniforma bir tane, bir tane daha! ” -Kenneth Koch-. Göğünde aç kartalların, atmacaların yarıştığı tenha bir atlastan geldim… Kıyamda, kıyamette namluların kuytu dağlarla öpüştüğü bir atlastan. Yılları, yolları, yaşları yok gurbet yüzlü adamlardan, sur diplerinde bıçaklanan aşklardan… Yaşamı hiç bilmeden ölümü ezberleyen, badem gözlü, sıtmalı çocuklardan; yazgısı uçurum çocuklardan.... Zarif Dicle’de ve asi Fırat’ta, sıska keleklerde, kıl çadırlarda güneşe sataşan adamlardan.. Mendillerde, halaylarda gülüşleri kundaklanan hayatlardan; yazgısı uçurum hayatlardan... Darmadağın yılları hüzne satılmış, burunları hızmalı, şarkıları figan, doğurgan ve mübarek kadınlardan; yazgısı uçurum kadınlardan.... Orada şarkılara akar katran, akar kan... Orada ihlâl ve iflah olmaz vata. Tarih susarken günahları, bıçak sırtında yaşanmış o ah’ları ve aysız karanlıkları dağ başlarında. Nicesi aylaklığa bağışlanmış, sefil; ölüme, açlığa sebil. Kiminin ergen bıyıklarında aşk taslakları. Ya kederiydik kendimizin, ya bir halkın kaderi; ya şakağı ya şafağı bir halkın namlular çarmıhında! . Çünkü yok satıyorsa hayat, çok satıyordur erk, çok tüfek; Yok satıyorsa nehirlerimizde şafağın ilk ışıkları, çok satıyordur şiddet, nefret, aşiret. İşte sürüldü şarjöre mermi, indi emniyet, katıldı otuz bine bir daha yağmurlu bir sokakta delik deşik bir ceset. Yaşasaydı kendinin kederi olacaktı, yaşasaydı belki bir gün torunlarıyla dolunaylı gecelerde yıldızlar sayacaktı…. Kenger toplarken ellerine diken batan çocuklar, bilmezlerdi gözleri bağlanıp kurşunlanan bir aşkın hazin bir ünlem bırakacağını hayata. Bilmezlerdi bütün melodramların yalan olduğunu çekirdek çitlenen eski yazlık sinemalarda.. Onlar hâlâ gülümsüyorlar buğulu bir atlastan. Anıları damlıyor fotoğraflardan.... Biz de geçtik o dağlanan ağıtlardan. Biz de göçtük kirden, pasaktan, hıncın ışıltısından. Yakılmış köylerden, kesilmiş kulaklardan, o kanlı ayinlerden, perişan ormanlardan; biz de geçtik o murdar hayatlardan… Herkes gidecek elbet bu yavşak zamanlardan; bu kan revan, bu iğfâl akşamlardan…. /V e a n t o l s u n k i, h i ç b i r k u r ş u n, h i ç b i r ç e l i k, h i ç b i r t o p r a k v e h i ç b i r v a t a n, d a h a k u t s a l d e ğ i l d i r i n s a n d a n! / İncitir tenini Kim olursa olsun sevişmek, İncitir yüzleri olmayan bedenlerin Kimsesiz hazları... Çarmıha gerilmiş ruhlar Döner boşluğun çarkında. Bir elin burada, bu aşksız zamanlarda, Bir elin yorgun kalbinde, Döner bir gün döner diye beklersin, Tenini incitmeden kalbinin kapısını açacak el, Eldeki incetilmiş büyü, sabır, yangın... Beklersin, beklersin... Beklerken, Kalbini bir ıssızlığa, umut dolu bir yokluğa emzirirsin... Ulu Tanrım, akıl ermez sırrına, Bin bir ismi hakta pinhan edersin. İçirirsin sabrın peymanesini, Hikmetini sonra ayân edersin.. Gizlenirsin bir nüvenin içinde, Âdemin de şeytanın da cinin de, Her milletin ayrı ayrı dininde Şirke, küfre, raybi bürhan edersin.. Aşk olursun, gönlümüzü yakarsın, Leyla olur, karşımıza çıkarsın, Rakip olur canımızı sıkarsın, Vuslatını bize hicran edersin.. Bozuktur düzenin, olmazsın akort, Tavşana kaç dersin tazıya aport, Haham, papaz, hoca ettikçe zart zurt, Alay eder güler, isyan edersin.. Sen indirdin yere şu dört kitabı, Ayrı ayrı her birinin hisabı, Her bir dinin sensin putu, mihrabı, Yalanına kendin iman edersin.. Zerdüşt olmuş görünmüşsün ateşte, Brahmen’in Vişno’sısın güneşte, Bir parlayış parladın ki Kureyş'te Mahbubunu zatına şan edersin.. Hem goncasın, hem bülbülsün, hem diken, Hem canansın, hem de çileyi çeken, Hikmetine defineler açıkken Seyyah derviş olur selman dersin.. Yok olmadan var olmanın yolu yok, Kendin gibi seni arayan pek çok, Hiç şaşırmaz kaderden attığın ok, Sevdiğini aşka nişan edersin.. Çiftçi olur, öküzünü haylarsın, Ağa olur, hizmetkârı paylarsın, Yersin, göksün, yıllar, günler, aylarsın, Asırları toplar bir an edersin.. Görünürsün her velide, delide, Mustafa'da, Avram'da, Pandeli'de, Bir pıaymuncuk gibi her bir kilide Hem uyarsın hem de bühtan edersin.. Neşve olur, gizlenirsin şarapta, Helal, haram yazılırsın kitapta, Sevdalarla şu inleyen rebapta, Şensin, âşıkları nalan edersin.. Zincir olur mecnunları bağlarsın, Görür, acır, karşısında ağlarsın, İrmak olur dere tepe çağlarsın, Tufan olur, dehri viran edersin.. Bir ot idin, kamış oldun, ney oldun, Feryadına karşılık hey hey oldun, Su, kök, filiz, asma, üzüm, mey oldun, Her katranı bana umman edersin.. Çıban olur, enselerde çıkarsın, Yanar canın yine kendin sıkarsın. Kendin yapar, kendin yakar yıkarsın, Sigortadan ne kâr, ziyan edersin? . Bir iraden adam yapar eşeği, Azlolurken batar ona döşeği, Gazabındır şu felaket şimşeği, Her nereye çaksan sûzan edersin.. Çıkmayan bir candan umut kesilmez, Rahmetinden zerre bile eksilmez, Gözümüzü senden başkası silmez, Güldürmeden önce giryan edersin.. Şımartırsın bir sonradan görmeyi, Öğretirsin halka çorap örmeyi, O çalarken tam gözünden sürmeyi, Yakalarsın, hapse ferman edersin.. Zengin olur kasaları kitlersin, Fakir düşer garip başın bitlersin, Deri, kemik, beden bizi ciltlersin, Hicranlara canlı divan edersin. Lanetin mi şu Şeyrı İslam kapısı, Yedi cehenneme bedel yapısı Zebanilerde mi bunun tapısı? Bu çeteyi sen perişan edersin.. Dâr-ün Nedve midir şu Dâr-ül-hikme Savurdular birbirine çok tekme. Kuyruğu sakattır, pek hızlı çekme, Eşeklerle bizi handan edersin.. Kudururlar arpalıkla, tiritle, Girişirler kafa, göz, yüz, divitle; Geğirirler, anırırlar, tecvitle, Harf-ı meddi yular, kolan edersin! . Fitne için yeter İzmir3li Cüce, Yelken takar devedeki hörgüce, Kürek çeker akıntıya her gece, Boklu dereye mi kaptan edersin? . Nerde olsa başındadır belası, Haset, fitne, o firavn’ın Musa’sı, Cehil, gurur vesaire cabası, Sakla domuzlara çoban edersin.. Sana giren, çıkan nedir be dürzü? Dersin bana ey Allah'ın öküzü! İçirirsin on dört bin okka düzü, Beni bulutlarda mihman edersin! . Serserinim, düştüm aşkınla meye, Nasıl girdin elimdeki şu neye? Hem seversin beni Neyzen’im deye, Hem de sarhoş diye destan edersin! -Yaşıyor muyum,yoksa öldüm mü Diye sordu biri ötekine -Ben neden yaşadığımı sormaktayım Yıllardır kendime. -Beni gerçekten seviyor musun Diye sordu ilk yaz kırlangıca -Bir gün kendimi öldüreceğim Dedi adam yargıca. -Öğleye ne yemek pişireyim Diye sordu kadın kocasına -Tüm okyanuslarda yüzmek isterdim Kahrolası sınırlar olmasa. -Adamı neden öldürdünüz Diye sordu yargıç katillere -Seviyorum seni ey yaşam Bütün hücrelerimle.... (1980) bu döşeği sen mi serdin elin dert görmesin ana ana uyuyacağım ninni çağır danalar girsin bostana çetin bir yoruk kızı hoyrat murat dağ'ından bir papatya getirsin bir gelincik getirsin elimden tutsun beni Metristepe'ye götürsün gönlümce bir hu diyeyim hısımım Ali Osman'a yamacına yöresine rüzgarlı çamlar dikeyim. bu hoşmerimi sen mi ettin eline sağlık ana ana lokma dökelim aşure kaynatalım hayır dağıtalım hayır Ali Osman dayıma ördüğün bu çorabı sağlıcakla giyiyorsam tuzladığın bu ayranı afiyetle içiyorsam tuttuğun bu yoğurdu yoğurduğun bu ekmeği kaynattığın bu bulguru çalakaşık yiyorsam etime ve sütüme ineğimin işlikli memelerine kabıma kaçağima toprağıma bu benim diyebiliyorsam Ali Osman dayımın yoksul yüreği bunun bedeli Metristepe ğöğüne uğru yıldız uğramaya ana bu benim yüreğim hısımım Ali Osman'in yüreği Gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç Ağaçlar bükmesinler n'olursun boyunlarını Neden akşam oluyorum tren kalkınca Kırlangıçlar birdenbire çekip gidince Mendiller sallanınca neden tıkanıyorum Öyle çok acımasız ki, öyle birdenbire ki Az önceki çiçekler nasıl da diken diken Gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç.. O sularda çimdik, bitti; köprüleri geçtik, bitti O elmanın tadı orda, o kuş çoktan öttü, bitti Artık çocuk değiliz, susarak da bir şeyler diyebiliriz Günler devlet alacağı, yıllar bir kadehçik buzlu rakı Oyunlar oyuncaksı, oyuncaklar eski şarkı Kavaklara oklu yürek çizip duran o çakı Nerde şimdi, nerde şimdi, nerde o kan sarhoşluğu Gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç. Bir kekeme bilirim, dolaşır garip garip Bu şehrin daracık sokaklarında Kelimeler zincire vurulmuş gibidir Dudaklarında. Ne ismini söyleyebilir doğru dürüst Ne sevdiğine ilan-ı aşk edebilir Sormayın neden yalnız yaşadığını Kusurunu bilir. O güzelim şiirleri hep içinden okur Bu dert de çekilmez doğrusu Güzel söylenilmiş cümlelerle doludur Bütün uykusu. Günahsız harfler onun nazarında Birer siyah heyüla gibidir Ay ışığında sevgiliye söylenen sözler Rüya gibidir. 'İçince az kekelermiş' diyorlar Sarhoş gezdiği de hep bu yüzdenmiş Ama neye yarar? İsmine bir kere Kekeme denmiş Kalbim yine üzgün, seni andım da derinden Geçtim yine dün eski hazan bahçelerinden Yorgun ve kırılmış gibi en ince yerinden Geçtim yine dün eski hazan bahçelerinden. Senden boşalan bağrıma gözyaşları dolmuş Gördüm ki yazın bastığımız otları solmuş Son demde bu mevsim gibi benzim de kül olmuş Geçtim yine dün eski hazan bahçelerinden Arşidük Rudolph'un mezarını görünce Maria Vetsera'yı düşündüm bütün gece. O talihsiz kahramanları yasak bir aşkın Mayerling'de bir oda, her yer darmadağın. Aşk, çaresizlik ve geceyi yırtan iki kurşun sesi Taptaze iki ömrün aynı anda bitmesi. Beyaz çarşaflarda kıpkırmızı kan Dışarda vahşi bir gece, vahşi ve uluyan. Arşidük Rudolph ve halktan bir kadın Cezası ölüm kadına asil olmamanın. Ölümden sonra da ayrılık, uzak mezarlar Öyle bir ayrılık ki sürecek kıyamete kadar. Krallar mezarlığında Rudolph'un mezarı Kinle ve nefretle sıkılmış avuçları. Açık gözleri hala babasına yalvarıyor Açık, mavi gözleri hala sevdiğini arıyor. Maria'nın vücudu şimdi bir kemik yığını Geç de olsa öğrenmiş asil olmadığını Vara vara vardım ol kara taşa Hasret ettin beni kavim kardaşa Sebep ne gözden akan kanlı yaşa Bir ayrılık bir yoksulluk bir ölüm. Nice sultanları tahttan indirdi Nicesinin gül benzini soldurdu Nicelerin gelmez yola gönderdi Bir ayrılık bir yoksulluk bir ölüm. Karac'oğlan der ki kondum göçülmez Acıdır ecel şerbeti içilmez Üç derdim var birbirinden seçilmez Bir ayrılık bir yoksulluk bir ölüm Acılı yağmurlarla düşmüşüm yere Tatlı su göllerine akamıyorum Yüzüm yüreğim deprem dalgası Bu gül kıyımlarına bakamıyorum Her sevi bir türküdür bağrımda Her öfke bir ağıt Ağıtlar kuşatmış dört yanımı Kendi türkülerimi haykıramıyorum. Şarkılarla bezeniyor ufuklar Yüreğim patlıyor dağbaşlarında Yüreğim Sancımı duyar mısın yaralarında Kuş seslerinde yas nağmeleri Şarkılar sabır ve çile makamında. Mendilimde öfke çıkınımda bilinç Uykusuz kalır mısın kitaplarıma Dudaklarımda hüzün Avuçlarımda sevinç Kulak verir misin çığlıklarıma Dağları aşarak gelmişim sana Demir kapıları kırarak Işık olur musun karanlıklarıma. İsterim ki senden Yaylalarda otlak olasın Ovalarda ırmak olasın Yayılasın göğsümün kırlarına Sarasın beni sarasın. Dalların sevdası düşmüş toprağa Olgun meyvelere hasret gençliğimiz Zamanın billur çağlayanı Gürül gürül akarken avuçlarımızda Bir damla yağmur adına Yakarmış dağbaşlarında yüreğimiz Gökyüzünde sanılmış bütün yaşam Gökyüzüne çivilenmiş ellerimiz Kulak verir misin çığlıklarıma Dağları aşarak gelmişim sana Demir kapıları kırarak Işık olur musun karanlıklarıma Serseri girme meydana Aşıktan ahval isterler Kallaşlık ile urma dem Tasdik ehli kal isterler Uyan bu gaflet habından İsbat isterler batından(*) Her aşıka sohbetinden İkrar ile yol isterler Erenler oynar utulmaz Bu yola hile katılmaz Burda harmühre satılmaz(*) Ya gevher ya lâ'l isterler Kılı kırk pare ederler Birin yol tutup giderler Dile n'itibar ederler Hâl içinde hâl isterler Pir Sultan Abdal n'eylersin Muşkil halledip söylersin Arısın çiçek yaylarsın Yarın senden bal isterler . (*) Batın: İç yüz (tarikat bilgileri) (*) Harmühre: Katır boncuğu Hazır ol vaktinde Nemçe kralı Yer götürmez asker ile geliyor Patriklerin inmiş tahttan diyorlar Bir halife kalmış o da geliyor. Yetmiş bin var siyah postal giyecek Seksen bin var Allah Allah diyecek Doksan bin var tatlı cana kıyacak Yüz bini de Tatar Han’dan geliyor. Gelen Ahmet Paşa’m kendidir kendi Altmış bin dal-kılıç küsuru cündi Kaçma kafir kaçma ölümün şimdi Hacı Bektaş Veli kalkmış geliyor. Şevketli efendim Sultanım vezir Altmış bin kılıçla yanında hazır Deryalar üstünde boz atlı Hızır Benli Boz’a binmiş o da geliyor. Karac’oğlan der ki burda durulmaz Güleç yüze, tatlı söze doyulmaz Gökteki yıldızdan çoktur sayılmaz Yedi iklim dört köşeden geliyor Akşam erken çöker yalnızlığıma Sokak sokak gezer ararım seni Hasretin gönlümün yangınlarında Alev alev yanar ararım seni. Gözyaşlarım kurur yanaklarımda Hüzünlü bir ıslık dudaklarımda Sigaram sabahlar parmaklarımda Nefes nefes çeker ararım seni. Gölgen düşer sanki hep yollarıma Adım adım yürür izlerim seni Bir çılgın özleyiş girer kanıma Yudum yudum içer ararım seni... Önce sol kulağından Sonra da sağ kulağından vurdum Daha sonra da kemerinin tokasını sımsıcak kurşunla yırttım Sonra da geriye ne kaldıysa Vurdum Ve o da pantolonunu çekmek ve bilyelerini Almak için eğildi (zavallı mahluk) bir daha kalkmasına lüzum kalmayacak şekilde işinin icabına baktım.. İşte bu kadar.Ayak üstü birşey içmek için içeri girdim Herifin biri bana yan yan bakıyor gibiydi zaten o da öyle öldü- yan yan, bana bakarak ve bilyelerine sarılarak.. Kan görüntüsü iştahımı açtı Denebilir. Domuz etli bir sandöviç yedim birkaç acıklı şarkı dinledim... Bütün lambaları kurşunladım ve dışarı çıkıp dolaştım. Etrafta hiç kmse yokmuş gibi görünüyordu bende atımı vurdum (zavallı mahluk).. Sonra şerife gözüm takıldı yolun sonunda duruyodu titriodu sanki kutsal bir dans yapıyodu; çok acıklı bir manzaraydı bende onun titremesini birinci kurşunla azalttım ikinci kurşunla ise titremesini (içim burkularak ? ) tamamen durdurdum. Bir müddet sırtüstü uzandım ve yıldızları teker teker vurup aşağıya indirdim ve sonra da mehtabı vurdum ve sonra da etrafı dolaşıp kasabadaki bütün ışıkları aşağı indirdim, ardından etraf kararmaya başladı hakikaten karardı etraf tam istediğim gibi; uyurken yüzüme ışık vurmasına dayanamam da.. Uzanıp düş gördüm yine küçük bir çocuktum Oyuncak bir altıpatlarla oynuyodum ve tüm bilye oyunlarını kazanıyodum uyandığımda silahlarım yoktu ellerim ve ayaklarım bağlıydı sanki birileri benden korkuyor gibiydi sanki o çirkin benden korkuyor gibiydi sanki o çirkin boynuna bir ilmek geçiriyolardı sanki beni asmaya çalışıyolardı, herifin teki gömleğime şöyle bir tabela asıyodu: senin için de bir kanun var. benim için de kanun, bir de ağacın birinden sallanan bir kanun var.. Eh güzel şiir her zaman gözlerimi yaşartmıştır inanırmısınız ki, tüm kadınlar ağlıyolardı inlemeleri arasında başka adamların adları duyulsa da benim için ağladıklarını biliyorum (zavallı mahluklar) her biriyle yatmama rağmen, o büyük heyecen içinde onlara adımı söylemeyi unutmuş olmalıyım tüm erkekler kızgın görünüyordu sanırım çocuklarının saygısızca bana teneke kutular atmasından olacak. ama onlara üzülmemelerini söyledim çünkü nasıl olsa çocukların nişan kabiliyeti yoktu aralarından tek biri bile erkek olamayacaktı- %90 ı homaseksüel olacak, topunun canı cehenneme, birkaç herif bağırdı ' onu cehenneme yollıyalım!' Artık son dansımı yapıodum ama açıktan aldım açıyı barmenin gözünün içine tükürdüm ve Nellie Adam ın göğüslerine takıldı gözlerim, ağzım sulandı tekrar. Bir günümüz bile sensiz geçmezken Şimdi mezarına hasretiz anne.... Issız bir mezarlık, kimsesiz bir yer Gölgesinde ulu, loş bir mâbedin Bir yığın toprakla bir parça mermer Sırrıyla haşr olmuş orda ebedin.. Bir yığın toprakla bir parça mermer, Üstünde yazılı yaşınla, adın; Baş ucunda matem renkli serviler Hüznüyle titreşir sanki hayatın.. Seni gömdük anne yıllarca evvel Göz yaşlarımızla bu ıssız yere Kimsesiz bir akşam ziyaya bedel Matem dağıtırken hasta kalblere.. Kimsesiz bir akşam, ezelden yorgun Hüznüyle erirken Dicle de sessiz, Öksüzlük denilen acıyla vurgun Bir başka ölüydük bu toprakta biz. Sevmek Güzel meslek Ama zor Can dayanıyor Dayanmasına Ama yürek Gitti gidecek Kimbilir ne kadar güzelsin bugün Benden uzaklarda doğum gününde Hatırla ne kadar mutluyduk canım Seninle geçen yıl doğum gününde. Kim derdi sonu bu öyle bir aşkın Belki kurumuştur çoktan gözyaşın Kutlu olsun sana bu yeni yaşın Bana da sensizlik doğum gününde. Benim için bir mum yaktın mı bilmem Camlardan yollara baktın mı bilmem Ah burada olsa dedin mi bilmem Yoksa unuttun mu doğum gününde. Kimbilir kiminle kesildi pasta Bir dilim düşmez mi bu eski dosta Sen sevinç içinde ben ise yasta Senden uzaklarda doğum gününde. Elbette kuş olup gelmek isterdim Ben de yanağından öpmek isterdim Seni bir kez daha görmek isterdim Alkışlar içinde doğum gününde Yüreğimi beşik yaptım sevdana Düşler kurdum, hayal kurdum bildin mi? Umutlardan taç yaptım yoluna Bir gün olsun zahmet edip geldin mi? . Senin için ne savaşlar açtım da Dağlar taşlar ranzam oldu yattım da Şu canımı ateşlere attım da Senden bir ses alamadım öldün mü? . Vefasızsın, vefalıyım deme hiç Gelmek için çok geç kaldın, gelme hiç! Kutlu olsun sana bu şan, bu sevinç Bir tek sana yenik düştüm gördün mü? Yaprakları dökülünce ağaç Kuşyuvasını saklayamadı. Seni okşarken elim Ağustos sularında sürükleniyor. Bir gelincik tanık Sayısız papatyanın beyazlığına Yaktı yanardağ gibi can yurdunu son bakış, Ve gönlüm koşmaz oldu maceralar ardında. Önünde dün beyazlar giyinirken karakış Bugün sensiz kalan yaz kara bağlar ardında.. Siyah kanatlarını batıya açtı kuşlar, Benden sana haberdir bu çığlıklı uçuşlar. Dereler ardın sıra akmağa koyulmuşlar, Arıyor batan güneş seni dağlar ardında.. Gezdirir rüzgar gibi üstünde yamaçların, Boynuma çifte zincir çift örgülü şaçların. Ateşimden yanarken dalları ağaçların, Gözlerimin sel gibi yaşı çağlar ardında. Alnımda bir ağustos böceği Yapraktan bedenim Ağaçtan bademim Bu zincirinden boşanmış poyrazda Uçuyoruz dolunaya doğru Yel yepelek yelken kürek Uçuyoruz ağaçlar evler duvarlar Uçuyoruz peribacaları Allaha emanet kula selamet Toprak da ayaklandı Bahçeler tarlalar Çiçekleri sarı yeşilleriyle Ardımızdan Kızlan' daki yel değirmenleri Alavra ' da doludizgin yaban eşekleri Burunlar koylar bükler Dağlarda ki devanaları Balıkaşıran' da kopuyoruz anakaradan Uçuyoruz mehtapta Acemaşıran faslı okumaya dolunayda. Biliyorsun ki,oğlum,ortada ne sen varsın, Ne seni yeryüzüne getirecek bir anne: Bir gün cihana gelmen mukadderse,anlarsın, Bu gelişten gözümü,gönlümü yıldıran ne?. Her gün saban başında topladığın kederler Seni yorgun çıkarır sabahın altısına Çalışkan ellerine bakanlar kirli derler, Leke derler alnında güneş karaltısına.. İnce belin bükülmez zamanın dizlerinde, Öpülen eteklere ayağını silersin. Yoksulluğun yüzerek sonsuz denizlerinde Gördüğün her kıtaya açıktan diş bilersin.. Ayağında çarıklar dökülür parça parça, Göz yaşların çürütür gömleğinin kolunu. Bir lokmanın ardında dolaşır haftalarca, Sürgün gibi gezersin kendi Anadolu'nu!. Fazilet arkadaşın,hakikat yoldaşınla Seyredersin yabancı bir ufkun baharını, Bulutları delsen de yükselen dik başınla Sonunda mal edersin bir dişiye varını.. Akşamları bir camın önünde seni değil, Elindeki çıkını gözetleyen karındır. Hakkın önünde eğil,zulmün önünde eğil! Taçlar bile cihanda eğilen başlarındır.... Derdim,omuzlarına yük olmasın bu varlık, Derdim,oğlum ne haktan,ne kuldan bir şey umsun. Nasip olmaz kimseye bu kadar bahtiyarlık Ki sen benim doğmamış,doğmayacak oğlumsun! Aklıma Düşenler. Her nerede tarih sesi duyarsam Özlediğim zaman düşer aklıma... . Doğudan batıya akan kutlu sel At, kılıç ve kalkan düşer aklıma... . Malazgirt göğsünde açılan kilit Şüphesiz Alpaslan düşer aklıma. . Ana bildiğimiz şu ana mekân Burcu burcu vatan düşer aklıma... . Ertuğrul Bey adlı devlet banisi Ceddim Gazi Osman düşer aklıma... . Semaya ser çeken bir ulu çınar Fatih Mehmed Sultan düşer aklıma... . Üç kıtaya dalga dalga yayılan Nihayetsiz umman düşer aklıma... . Aşk ile, vecd ile, adalet ile İlim düşer, irfan düşer aklıma... . Sonra gövdemizi kemiren kurtlar İhmal düşer, isyan düşer aklıma... . Jönlerin, bönlerin ihanetleri Ve küçülen vatan düşer aklıma... . Cezayir bestesi en içli ağıt Feryad ile figân düşer aklıma. . Dalarım kor gibi hâyâllerime Evladı Fatihan düşer aklıma... . Kosova’yla Dumlupınar diz dize Kaybolan şeref/şan düşer aklıma... . Sene ikibin bir, Türkiye muhtaç Tüm vurguncu ihvan düşer aklıma... . Semirir, eğlenir mutlu azınlık Milyonlarca kurban düşer aklıma... . Mazimizden karanlıktır halimiz Kandil, mum ve şamdan düşer aklıma... . Bendeki yarayı avcılar bilmez Hep yaralı ceylan düşer aklıma... . Şu dünyayı baştan başa sarsacak Mühürlenmiş ferman düşer aklıma... . Umutsuzluk yaklaşırken yanıma Gökten yağan derman düşer aklıma... Can içinde bir can düşer aklıma..... 17/02/2010 Sabit dudak ruju epeyce telefon Kirpikleri devirip göğüs geçirmeler Burnu rendelenmiş memeleri silikon Ağızlıkla çakmağın alevini içmeler Yarı ömrü meyhane yarısı berber Aşk faslını unuttuk Hey Allah pardon Yuvası aşk yuvası görkemli salon Kapısı vızır vızır spor mercedes'ler zar saydamı bluz bluejean pantolon Kadın erkek farketmez asıl olan çekler Lafı hiç uzatmaz sevişmeye geçer Az buz kazanmıyor Gecesi üç milyon Kalk gidelim kadınları bu ne ilk ne son Gazel. Bâde gam verir bize biz âşık-ı dîvâneyiz Gelmeden bu bezme câm-ı aşk ile mestâneyiz. Çekmeziz renc-i humârı ömrümüzde gerçi biz Gam değil mahmûr olursak sâkî-i meyhâneyiz. Âşık-ı yek-reng ü rindân-güşâde-meşrebiz Bezm-i hâs-ı vahdete hem bâde hem peymâneyiz. Hem gülüz hem bülbülüz germiyyet-i aşk ile biz Dâğ-ı derde şu'le vü şem'-i gama pervâneyiz. Rind-i aşkız hâsılı Nef'î-i bî-pervâ gibi Âşinâya âşinâ bîgâneye bîgâneyiz Artık daha fazla böyle yaşayamazdı. İçindeki o sadece ve sadece kendisine ait olan özü ortaya çıkarmak ve onu yaşatmak istiyordu. Çünkü böyle, birden fazla ve kendisinin olmayan ve gerçek mi sahte mi olduğunun ayırdına varamadığı kişilikleri taşıyordu, sıkıntılı bir yük gibi... Peki, gerçek ve sadece ona ait bir özü var mıydı onun? Varsa neredeydi ve kimdi o? Öylesine çok maske kullanmış, öylesine çok değişik kalıplara girmiş, şekil değiştirmek zorunda kalmıştı ki, gerçek niteliğini yitirmiş olarak duruyordu. Belki de hiç olmadığı korkusuna kapılıyordu arada bir. Sık sık o gerçek özünü bulabilmek, ona ulaşabilmek için eve kapanıyor, günlerce hiçbir arkadaşını, yakınını aramıyordu. Kendisine yeni bir koza örmeliydi ve gerçek özünü bulduğunu sanıp, 'artık insanların içine çıkabilirim, onları gerçek kişiliğimle görüp, hissedebilirim' diye düşünüyor, yanlarına sevgi ve hasretle koşuyor, ama biraz konuştuktan sonra, konuşmanın yine kendisine ait bir öz olmadığını görüyordu. Bir başkasıydı sanki o. Ya da kimseye ait olmayan birinin özüydü taşıdığı. Unutulmuş, tesadüfen bulunmuş ya da korkudan, kaygıdan alelacele oluşturulmuş yapma bir şeydi. O ânı kotarması için, ilişkileri geçiştirebilmek, kendini orada o an için var edebilmek için yarattığı sahte bir kişilikti sanki.... Bu yüzden arkadaşlarına dostlarına sevgiyle, umutla koşar, sonra da yapma kişiliğinin yarattığı sıkıntı, tatsızlık, boşluk belli belirsiz bir kasvet duygusuyla yeniden gerçek özünü bulmak için evine, odasına dönerdi. Yine olmamıştı. İçindeki o gerçek öz, eğer bir ara var olmuşsa onu belki de sonsuza kadar terk etmiş, onu böyle öksüz, hep doyumsuz, geçicilik ve kenarda kalmış olma duygularıyla bırakmıştı. Bu hep geçicilik duygusuna, şu anlamsızlık duygusuna daha fazla dayanamazdı. Bir gün gerçek kendisiyle buluşacaktı. Bu tutkuyla bekleyiş, ona geçmişte bir ara, belki çok kısa bir süre bu özle birlikte yaşadığı inancını veriyordu. 'O vardı ki ben onu böylesine çok özlüyorum' diyordu... Şimdiyse 'binlerce hiç kimseydi'. Tek başına bile değildi. Çünkü tek başına olmak bir sağlam varoluştu ve bakım isteyen bir şeydi. 'Tek başınalık bir şans'tı. . Yalnız bile olamadığı, bir hiç kimse olduğu için bu yüzden kim gerçek dostu, kim düşmanı, kim onu seven, kim katili, asla içtenlikle anlayamıyordu, algılayamıyordu. İşte bu yüzden onu gerçekten sevenleri göremiyor, onu pek de ciddiye almayanlara çok yakınlık duyduğunu sanıyordu. Çoğu kez sevgisinden ve nefretinden emin olamadığı için hep endişeler ve kaygılar içinde ve güvensizlik duygularıyla yaşıyordu.. Hep bir doyum arıyor, ama yine hep açlık hissediyordu. Kahramanlık yapmak, cesur serüvenler yaşamak istiyor, ama korkuları buna izin vermiyordu. Hep o sahte kimliklerinin tümünden kurtulup çılgın ve başıboş bir aşk yaşamak istiyor, sonunda güvenli, ancak sıkıntılı, coşkusuz, tekdüze ilişkilere saplanıp kalıyordu... Önce aynalar farkedecek yokluğumu Sonra elbiselerim Sonra pencere Sonra yatak Sen farkına vardığın zaman İş işten geçmiş olacak çöllerde iz sürenlere sat beni hülyasını bulanlara kat beni aslanların omuzuna çöken mi avucundan inci mercan döken mi buhurdanlıklarda tüten midir gül ipek örtülerde yatan mıdır gül tavus kuşlarının kanadında mı nazlı bir serçenin inadında mı Baykara Faslı'nda uçan mı acep Bağ-ı Hıyaban'da açan mı acep I. Şükranlarımı sunuyorum sana Süslemişti ömrümü çünkü sevgin Değişimdi her şeye karşı Her şeye karşı bir başkaldırıydı Büyüklüktü ve bir çığırtkanlık Büyük bir törendi Kalbimin köşesinde yaşayan. II. Şükranlarımı sunuyorum sana En güzel çiçeklerle Büyük bir fetihti çünkü sevgin Ve asil bir ilham Yolumu ışıtan ve terbiye eden beni Düşüncelerimi arındıran Ve yıldız parıltısıydı İşaretiydi doğrunun Güzelin müjdesiydi. III. Şükranlarımı sunuyorum sana En derin izlerle Şüpheden uzaktı çünkü sevgin En mühim anahtarıydı şiirimin Ve olmayan bir hadiseydi Herhangi bir zaman ve yerde Herhangi bir asırda. IV. Sunuyorum sana Neyi sunuyorum ki Farkında değilim. Çeviren: İlyas Altuner Bir yere yaklaşıyoruz seninle Belki bilinmeyen bir Azak şehir Belki o, en sakin deniz kıyısı Belki de bir dağ yamacı kim bilir O yerde her şey değişecek ansızın Hiç ayrılmayacak ellerimiz Kuşlar en yakın dostlarımız olacak Terkedilmiş bir kulübe evimiz Gün dogmadan uyanacağız seninle Tenimizde kırağların serinliği Kulaklarımızda en güzel şarkılar Çiçeklerin, ağaçların söylediği. Seninle mevsimler orada bambaşka Zaman bir suyun akısı, o yerde Hüzün artık unuttuğumuz bir şey Yalnızlıksa bizden çok ötelerde O yerde butun güzellikler hayran sana İçi gülsün diye gözbebeklerinin Ve döndüren basını içki değil artık O baygın kokusu kir çiçeklerinin. Bu şehrin mezarlarında selviler ağlar Bir hışırtı içinde uyur zaman Yeşil bir sessizlik sarar toprağı Sonra bir ney sesi gelir uzaktan El ayak kesilir Bu şehrin mezarlarında her gece Ayrılık şarkıları söylenir. Bu şehrin mezarlarında bir ay doğar Işır sana uzanmış elleri ölülerin Ölüler çaresiz Ölüler dilsiz Ölüler senin yokluğunla kederli Onlar ölmüş, sen kalmışsın Besbelli. Bu şehrin mezarları Bu şehrin mezarları dört duvar Sokulmuş ölüler birbirine Seni anlatırlar Ne kadar değişmişsin ben görmiyeli, Ellerin güzelliğini kaybetmiş nasırdan, Hüzün rengi almış saçlarının her teli Gözlerine gölgeler düşmüş kahırdan, Gözlerin ki, gördüğüm gözlerin en güzeli Ne kadar değişmişsin ben görmiyeli. Böyle mahsun kederli değildin eskiden Fıkır fıkır gülerdi gözlerinin içi Dudakların nemliydi sevgiden, arzudan Yapraklarına çiğ düşmüş karanfiller gibi Baygın kokusuna anılarla beraber giden Böyle mahsun kederli değildin eskiden. Sevdiklerin vefasız mıydı bu kadar Ağlamaktan mı karadı gözlerin Bir zamanlar göz yaşını sevmezdin Şimdi neden yaşardı gözlerin Hasta mısın, yorgun musun nen var Sevdiklerin vefasız mıydı bu kadar. Arzular vardır bilirsin anlatılamaz Eskisi gibi kalsaydın ne olurdu Taptaze, ıpılık kar gibi beyaz Keder sana yakışmıyor gül biraz Arzular vardır bilirsin anlatılamaz. Bugün iki kez yağdı yağmur; iki kez eskidim sanki.. İki ömrü kol kola yaşadım ben; biri nergis bahçesi, diğeri mahşer yeri.. Hep iki şömine yandı yüreğimde; birinde ateşti, diğerinde kül.. Ve iki kez âşık oldum; bundandır iki kez ölmüşlüğüm.. Sonra bir serüvende ikiye böldüm ömrümü; şimdi sömestrdeyim.. İlk iki kitabımdan sonra sıtmaya tutuldu coşkum; daha depremlerleyim.. Ve iki kere iki, kitabımda benim,. ya çok eder ya sıfır... Üfleme bana anneciğim korkuyorum Dua edip edip, geceleri. Hastayım ama ne kadar güzel Gidiyor yüzer gibi, vücudumun bir yeri.. Niçin böyle örtmüşler üstümü Çok muntazam, ki bana hüzün verir. Ağarırken uzak rüzgarlar içinde Oyuncaklar gibi şehir.. Gözlerim örtük fakat yüzümle görüyorum Ağlıyorsun, nur gibi. Beraber duyuyoruz yavaş ve tenha Duvardaki resimlerle, nasibi.. Anneciğim, büyüyorum ben şimdi, Büyüyor göllerde kamış. Fakat değnekten atım nerde Kardeşim su versin ona, susamış. Zamanın tık_tıkları Güder yaratıkları Kan sızan pençesinde Beynimin yırtıkları Hayal, dalgıç ki arar Denizde batıkları Bu ne dünya,ne dünya Çer çöpten çattıkları Bak şu maymun soyuna Ortaya attıkları Azizi ekmek fikirde Teneke artıkları Ve evlerde baş köşe Batının pırtıkları Görünmezi görmeye Eremez mantıkları Ya şu sözde müminler Şiltenin kıtıkları? Yetmez mi bunca zaman Yan gelip yattıkları Bir nesil özlüyorum Doğrultsun yatıkları Somunları taş olsun Zehirde katıkları Yorganları devirsin Dişlesin yastıkları! Bir damla gözyaşına Sonsuzluk sattıkları Hakka dönünüz Hakka, Hakkın yarattıkları! ! . (1978) Aşk için yeryüzünde uzaktan ötesi yok En uzun gecelere şafaktan ötesi yok Yaklaşanlar tanrıya o gerçek aşıkladır Nehirlerce denize varmaktan ötesi yok Taş bir duvardır her gün dikilen karşımıza En ulu ağaçlara yapraktan ötesi yok Elverir bunca keder, yeter bunca ayrılık Tutuşmuş bir dal için ocaktan ötesi yok Ne çıkar bu son ateş isterse hiç sönmesin Yanan için çöllerde sıcaktan ötesi yok Elbette ömür biter, can gider ey sevgili Aşkı sende bulana topraktan ötesi yok Sevgimi unutmak için seyrederim bir tabloyu, bir mermeri, Ki ne kadar dalsa ruhum yeniden döner geriye: Okurum düşüne düşüne okuduğun şiirleri, Senin düşüncen geçerken üzerlerinde bir sıcaklık kalmıştır diye Ay doğarken bir söğüdün ardından Göl yüzünde sisli bir esinti ile Akşamın göğsüne hüzün serperek Ve Yağmurdan geceye çiçekli perdeler çekerek. Beni düşün, Beni düşün, UNUTMA. En umarsız en umutsuz günümde Bağrına bir yumruk çökeldiğinde Ve dağların mazlum ateşi O güzelim saçlarına cayır cayır yanıp ulaştığında . Beni düşün, Beni düşün, UNUTMA. Beni düşün bir kavganın içinde Helal bir ekmeğin peşinde Ve kurtlardan arta kalmış yüreğimin Can çekişen o son parçasınıda, sana sakladığımı bil Bil ki haykırırcasına bu esir gövdemi yakarcasına Kavuşmak için o serin bağrına Ateşten bir yol arıyorum. Kar yağarken mor dağların ucundan Sol yerinde sessiz bir inilti ile Yastığın yüzüne yaşlar dökerek Ve Akşamdan gizlice bir ah çekerek. Beni düşün, Beni düşün, UNUTMA. Kan kızılı bir gelincik seherinde Sırtıma kahbe bir hançer indiğinde Ve bu gencecik ve bu hemencecik ölüm Çığırtken bir gazete başlığında Çığlık Çığlık sana kavuştuğunda. Beni düşün, Beni düşün, UNUTMA. Beni düşün şehre her yağmur yağdığında Islak ve kırılgan bir türkünün içinde Göğsünden dudaklarına, doğru sancılı bir isyan kabardığında Bastırarak kalbini avuçlarınla Sesini okşadığımı bil. Bil ki yalvarırcasına, uzayan yollara dağılırcasına Sonsuz bir mahşerin ortasında Bir zemzem suyu gibi seni seni özlüyorum Yediyordu Elif kağnısını Kara geceden geceden Sanki elif elif uzuyordu inceliyordu Uzak cephelerin acısıydı gıcırtılar İnliyordu dağın ardı yasla Herbir heceden heceden. Mustafa Kemal'in Kağnısı derdi kağnısına Mermi taşırdı öteye, dağ taş aşardı Çabuk giderdi, çok götürürdü Elifcik Nam salmıştı asker içinde Bu kez herkesten evvel almıştı yükünü Doğrulmuştu yola, önceden önceden. Öküzleriyle kardeş gibiydi Elif, Yemezdi, içmezdi, yemeden içmeden onlar Kocabaş çok ihtiyardı çok zayıftı Mahzundu bütün Sarıkız, yanısıra Gecenin ulu ağırlığına karşı, Hafiftiler, inceden inceden. İriydi Elif kuvvetliydi kağnı başında Elma elmaydı yanakları, üzüm üzümdü gözleri Kınalı ellerinden rüzgar geçerdi daim Toprak gülümserdi çarıklı ayaklarına Alını yeşilini kapmıştı, geçirmişti Niceden niceden. Durdu birdenbire Kocabaş, ova bayır durdu. Nazar mı değdi göklerden, ne? Dah etti, yok.Dahha! dedi, gitmez. Ta gerilerden başka kağnılar yetişti geçti gıcır gıcır Nasıl durur Mustafa Kemal'in Kağnısı Kahroldu Elifcik, düşünceden düşünceden. Aman Kocabaş, ayağını öpeyim Kocabaş, Vur beni, öldür beni, koma yollarda beni. Geçer, götürür ana çocuk mermisini askerciğin Koma yollarda beni, kulun köpeğin olayım Bak hele üzerimden ses seda uzaklaşır Düşerim gerilere iyceden iyceden. Kocabaş yığıldı çamura Büyüdü gözleri büyüdü, yürek kadar Örtüldü gözleri örtüldü hep Kalır mı Mustafa Kemal'in Kağnısı bacım Kocabaşın yerine koştu kendini Elifcik Yürüdü düşman üstüne yüceden yüceden. Açıldı Cennet kapısı Lal-ü güherdir yapısı Kıldan incedir köprüsü Geçebilirsen gel beri. Canımız melek canıdır Tenimiz Selman tenidir İçtiğimiz aslan sütüdür İçebilirsen gel beri. Ben hocama kul olmuşum Üstattan öğüt almışım Ben kanadım bağlamışım Çözebilirsen gel beri. Ben has bahçenin gülüyüm Aynı cemin bülbülüyüm Kırk kapının kilidiyim Açabilirsen gel beri. Pir Sultan'ım Haydar heman Dağlar bürüdü duman İşte İncil işte Kur'an Seçebilirsen gel beri Bütün bir gün sırtüstü uzanıp dere kıyısında dinledik suyun akışıyla kavakların hışırtısını. Mor incirler kopardık kuşluk vakti dallardan soğuttuk soğuk sularda ürküterek kurbağaları. Öğleye doğru köylüler bir sepet kehribar üzüm ve domates getirdiler bir topak da peynir. Onlar işlerine döndüler biz yalnız kaldık yine umursamaz tarlakuşları uçuşup durdu üstümüzde. İkindiye doğru derede taş sektirdik, yüzümüzü yıkadık bir taş atımı ötede sıçrayıp kaçtı bir dağ tavşanı. Akşamın bir vaktinde köylüler sepetleriyle ve türküleriyle gelip kondular dere kıyısına. Meşe dalları toplanıp ateş yakıldı orta yere çevirdik erafını hepimiz konuştuk şundan bundan. Sonra kıvrılıp yattılar uyuyakaldılar hemencecik Ortada küllenen ateş gökte yürüyen ay kaldı. Uyuyamadık biz bir zaman Çobanların çok ötelerden gelen türkülerini dinledik bir de kendi nefeslerimizi. Sabah erkenden gittiler biz kaldık yine orada ve yine sırtüstü uzanıp dinledik kendimizi bir süre. Ne köylüler yüz verdi bize ne de bütün bir gün dere kıyısında düdüğünü öttüren çocuk Ve gözüm eşyamda değil Yoruldum maddemden Ta ki dünya bitti Köşk kurdum sakin oldum. Dehlizsiz ve tabakasız Kör bir hayvan gibi Rızkına etiyle yanaşan Karanlık birevDir gövdem. Güneşte asla karanlık yoktur dediler Ve onlar yoluna cihet ettim vatan tuttum. Büyük yeni bir hayat bildim Yeni yeni bildim yoksa ölüyordu bir şey Bir insan binası yıkılıyordu durmadan Özümden âleme kuşlar uçurdum Hangisi menzile vardı bilmem ki? Engin denizlerden kağnı geçirdim Hangi göz izini gördü bilmem ki? . Gün erdi zevale, gam zeval oldu Baktığım noktada başka bir hal oldu Aklım kilitlendi, dilim lal oldu Hangi aşk içime girdi bilmem ki? . Ezdi, toprak etti bulutlar beni Tuttu göğe çekti umutlar beni İçine almadı hudutlar beni Hangi ay kaç sene sürdü bilmem ki? . Sonunda anladım son’u gerçekten Cansızda farkettim can’ı gerçekten Ben hâlâ bulmadım ben’i gerçekten Hangi dost sırrıma erdi bilmem ki? . Suların başında susuzluk çektim Aynaları kırdım, toprağa baktım Yağmur damlasında zamanı yaktım Hangi el yaramı sardı bilmem ki? . Ne söylesem hava, ne yazsam yalan İlahi kaynaktır tek makbul olan Hazreti Kur’an’ın dışında kalan Hangi söz yerinde kaldı bilmem ki?. (Gökçekimi) İlk akşamdan vardım kavil yerine Önegördüm kömür gözlüm gelmedi Bilmem gaflet bastı yattı uyudu Bilmem o yâr bize küstü gelmedi. Benim yârim gide gide donandı İkrar verdi cahil gönlüm inandı Ay da geldi orta yeri dolandı Seherin yelleri esti gelmedi. Unuttu mu ahd ü amanı n'etti Başın alıp gayrı diyara gitti Benim mecbur olduğumu farketti Zalım garaz etti kaçtı gelmedi. Karac'oğlan der ki devranım döndü Gönlüm yücedeydi engine indi Seherin yelleri şafağın bendi Hani usul boylu sunam gelmedi adı çok duyulmuş bir ozan değildi Tonyalı balıkçılar arasında -onlar ki her türlü balığı tutarlardı denizden- ama iyi bir ozandı bütün söylentilerin tersine denizde de olabilirdi sandalla uzun geçmişli denizle gün batımında var olan ve gün doğumunda da Bir kiremit parçasıyım ben Yoksul bir evden Bir çoban türküsüyüm. Bir kiremit parçasıyım kırılan düşen Poyrazda yoksul bir evcden. Bir çoban türküsüyüm ben Poyraza karşı söylenen. Ulu düşün çatısı çatılırken Bir kiremit parçası bir çoban türküsüyüm Gözyaşından alınterinden. Bir kiremit sesiyim ben Gezdiğim her yerde hatıran dolu Bilmem ki ben nasıl unutacağım Ne yazık bu aşkın yok başka yolu Yarın bu şehirden ayrılacağım. O mahsun yüzüne son defa bakıp Bütün anıları sana bırakıp Bu dertli, bu garip başımı alıp Yarın bu şehirden ayrılacağım. Aldırma görürsen yaşlar gözümde Şarkımız olacak yine dilimde Mektubun cebimde, resmin elimde Yarın bu şehirden ayrılacağım. Bir kilit vurarak aşka, sevgiye Bir çizgi çekerek senli maziye Dönmemek üzere artık geriye Yarın bu şehirden ayrılacağım An deinen blonden Haaren mein irres Herz fesselten sie, kann nicht freigesetzt werden Mihriban ? Der Tod ist nicht heftiger als Trennung an Schmerz Wer nicht sieht, wird nicht in die Lage versetzt werden Mihriban.. Wird „Geliebte“ erwähnt, fehlt Feder aus der Hand Meine Augen sehen nicht, verwirrt mein Verstand Die Flamme in meiner Lampe zittert durch Frostes Band Liebe kann nicht aufs Papier gesetzt werden Mihriban.. Zuerst Zieren, dann Worte und dann List Geliebte sorgt, daß Verliebte in allen Munden kreist Auch wenn es Jahre und Jahrhunderte vergangen ist Alter Brauch kann nicht abgesetzt werden Mihriban.. Für meine Wunden haben kein Mittel die Mediziner Wenn Liebe genannt wird, such dann nicht weiter Zwar haben alle Gegenstände ein Ende aber Der Liebe kann keine Grenze gesetzt werden Mihriban.. Nicht umsonst ist der Rose des Nachtigalls Huld Legtest Eis in die Liebesaschee wird zum Glut Mich wunderte des schwarzen Schicksals Geduld Stöße sie an den Felsen wird nicht zersetzt werden Mihriban.. Keiner Beschreibung paßt die Bedeutung der Liebe Nur der Leidende kennt diesen Gram diese Sorge Ein fester Knoten von Anfang bis Ende das ganze Konnte nicht, kann nicht auseinandergesetzt werden Mihriban. İsim nedir ki Bulutlara yazılır geçer. Yüzüm nedir ki Akar suya çizilir geçer. Ömür nedir ki Kurulur bozulur geçer. Sevda nedir ki Dokunursun süzülür geçer. Şiir nedir ki Sezilir geçer. İnsan nedir ki Bir şeylere sevinir üzülür geçer (Nisan 1993) Gökler yıkılmış, can dağlarına kar yağmıştır Güneş ansızın infilâk edip kararmıştır. Ruh nâlândır akşamleyin göğüs kafesinde Nasıl da handândı bir bayram arifesinde. Bir rüyadan uyanmış, ferahfezadır şimdi Bilmezsiniz, yâr burcundaki o yiğit kimdi? . Bakışları neden öylesine parlıyordu Çektirdiği son fotoğrafında ağlıyordu. Bir vedâ iklimiydi gözlerinden yayılan Belki O’dur, aşkıyla ölüp şehîd sayılan Ömrünce dünya için ne şikâyet, ne bir âh Peygamber çiçekleri kokan yolcu: Seyfullah. Bir ömür kutlu bahçelerde gezinip durdu Yüreğimi sonsuzluğun rengiyle doldurdu. Gidince, çöktü birden muhayyel saraylarım İntizara gömülecek günlerim, aylarım. Sesinin yankısı var hâlâ kulaklarımda Sevdiği sözler kıvranıyor dudaklarımda. Hasret yakacak yurdumu yıllar yılı artık Emanetini bir gül gibi kabrine bıraktık (Evrenin Efendisine). Dünyanın ağırlığına eklesek, Yıldızları, ayı, güneşi Yine de ağır basarsın ey kalbim Ey kalbimin güneşi.... Deseler ki: “İslâm’ın pınarından içmek suç” O suçu kabullenir, içerim avuç avuç.. Gökçekimi(sh.1) Siyam balıkları olsalardı belki okyanusa kaçabilirlerdi, ama değildiler. İnsandılar. Üstelik üçü de erdi. Aileleri yoksuldu. Kimsesizdiler... Arkalarında onları koruyan güçlü, nüfuzlu kişiler yoktu... Birliklerinden kaçıp Rum kesimine sığınmak istiyorlardı... En güvendikleri subay bendim, öyle ki; kaçın, kurtulursunuz, desem hemen o gece her şeyi göze alarak karşı tarafa geçerlerdi... Kuzey Kıbrıs'ta çok sıcak bir yaz gecesiydi. Nöbetçi subayıydım, odamda tek başıma oturmuş bu cehennemden kurtulmak için gün sayıyordum... Ama onların durumu benimkiyle asla kıyaslanamazdı. Aylardır aldıkları emirlerin sızısı adeta derilerinin içine işlemişti... Bu sızılar gözlerinden okunuyordu. Artık dayanacak güçleri kalmamıştı. En küçük hatalarında subaylardan dayak yiyor, durmadan aşağılanıyor, hakarete maruz kalıyorlardı. Hatta bu davranışlara maruz kalmaları için hata yapmalarına bile gerek yoktu. Onları sırf karanlık zevkleri için, dahası can sıkıntısından döven, aşağılayan subaylar vardı... Üçü de karşımda duruyor o acının siyahı vurmuş gözleriyle benden bir umut bekliyorlardı. Onları bu korkunç durumdan kurtarmak için neler vermezdim. Ama ortasından bir sınır geçen ve sınırların iki yanında iki ayrı devletin bayrakları olan bir adadaydık... Dedim ya, Siyam balıkları olsalardı, üzerlerinde o üniformalar olmasaydı okyanusa kaçarlardı, diye. Ama ne yazık ki Siyam balıkları değildiler. Kaçmak o kadar kolay değildi... Türk ve Rum devletleri neredeyse hiçbir konuda anlaşamasalar da sadece birbirlerinden firar eden askerleri geri teslim etme konusunda anlaşmışlardı... Üstelik iki devlet de kaçan erleri onlara akla hayale gelmeyen acımasızlıklar yaptıktan sonra geri gönderiyorlardı... Örneğin Türk birliklerinden kaçan erler çöl ikliminin geçerli olduğu Rum sınırının hemen yakınındaki maden ocaklarında bin bir eziyet altında ve karın tokluğuna birkaç ay çalıştırıldıktan sonra Türk kolordusuna teslim ediliyordu. Firar eden erler kolorduda günlerce dayak yedikten ve bir süre hapis yattıktan sonra Türkiye'deki sürgün birliklerinden birine geri gönderiliyordu. Sürgün birlikleri en kötü iklim koşullarının ve en ağır baskıların olduğu yerlerdi... Ve en acısı askerlik yaptıkları süre siliniyor ve bütün bu eziyete yeniden başlamış oluyorlardı... Bunları anlattım onlara... Kaçmakla ne kadar haklı olduklarını, ama kaçtıklarında nelerle karşılaşacaklarını... Kararı onlar vereceklerdi... Bir anda bütün umutlarının yıkıldığını hissettim. Gözlerindeki o tesellisiz hüznü anlatmak çok güç... Çocukluklarından beri içlerine işlemiş emirlerin sızısı bir anda açığa çıktı sanki. O her bir taraftan kuşatılmış hayatları bulunduğumuz odayı kapladı... Hiçbir kaçma fikrim olmadığı halde bir anda onların kaderi benim de kaderim olmuştu... Biz biraz düşünelim, deyip odamdan dışarı çıktılar. Bir süre sonra geri geldiklerinde yüzlerindeki o yaralı isyan duygusu çaresiz bir kabullenmeye dönüşmüştü... Vazgeçtik, kalıyoruz, dediler...Ve sonra görecekleri eziyetlere, maruz kalacakları aşağılanmalara, yiyecekleri dayaklara, alacakları emirlere, geri döndüler... Kaçma fikri kafalarında belirdiğinde biraz olsun unuttukları sızılarına yine geri döndüler... Bense o an orada olmaktan derin bir pişmanlık duymuştum. Bu üç erin bugüne dek çektikleri ve çekecekleri zulümlerin bir ortağı gibi hissetmiştim kendimi... Köleler ve tiranlardan oluşmuş bu sistemin bir parçası gibiydim orada... Hayatım boyunca baskıdan ve acıdan kaçmanın yollarını düşünmüş, ama kaçışın bedellerini bildiğim ve bunu göze alamadığım için, hep istemediğim yerlerde, istemediğim koşulların arasında sıkışıp kaldığım için kendi köleliğime onları da ortak etmiştim sanki... Sanki beni birileri durmadan kırbaçlıyordu; bense kırbaçlandığım için benden daha zor, daha umutsuz durumda olanları kırbaçlıyordum... Onlar da bir gün kendilerinden daha zor durumda olacak olanları kırbaçlayacak ve bu böyle sürüp gidecekti... Varlığım başka birilerinin can çekişmesinin üzerinde yükseliyordu sanki. O altımda can çekişenlerin sayesinde biraz daha üstte duruyordum ve bu durum beni biraz daha avantajlı bir köle durumuna sokuyordu. Köleler biraz daha avantajlı duruma geçebilmek için, birbirinin üzerine çıkmaya çabaladıkça, tiranlarının yanına ulaşabilmek için kendilerinden daha da aşağıda olanları kırbaçladıkça sistem biraz daha güçleniyor ve yıkılması biraz daha zorlaşıyordu... Sanki söylediğimiz her söz, yaptığımız her davranış, verdiğimiz her oy bu sisteme yarıyordu... Evet, verdiğimiz her oy... Çok yakında yeni bir sefalet oyunu başlayacak. Birileri meydanlara, televizyon ekranlarına çıkıp kendilerine oy vermemizi isteyecekler... Bizim çıkarlarımız adına konuştuklarını, bizi düşündüklerini söyleyerek olmadık vaatlerle sürdürüp duracaklar bu sefalet oyununu... Kendilerinin dürüst, güvenilir, doğru, rakiplerinin ise yalancı, güvenilmez, sahtekar olduklarını söyleyecekler... Yaşadığımız bu derin yoksulluktan, korkunç baskılardan, zulümlerden kurtulabilmemiz için kendi partilerine bir oy atmamızın yeterli olacağını müjdeleyecekler... O bir oyla hayatımızın değişeceği yalanını hırsla söyleyecekler... Partiler bu yalan yarışında öyle çok ileri gidecekler ki, bir süre sonra ülkede gerçek diye bir şey kalmayacak... Akvaryuma kapatıldıklarında intihar eden ve hep özgürlüğü, hep okyanusları özleyen Siyam balıkları değildik ki bizler... Biz bu coğrafyada yaşamak zorunda bırakılmış, alınlarımıza köleliğin damgası kazınmış, ayakta kalabilmemiz için bizden biraz daha zor durumda olanları kırbaçlamak zorunda olan çaresiz insanlardık... Partiler de tıpkı birbirleriyle neredeyse hiçbir konuda anlaşamayan, ama kendilerinden kaçmak isteyen köleleri, onlara olmadık eziyetler yaptıktan sonra geri teslim eden devletler gibiler... Tek anlaştıkları nokta bu sanki: Köleleri kaçtıkları yere geri göndermek... Çoğu insan partiler arasındaki bu gizli ve temel anlaşmayı içten içe bilse de bilmezlikten geliyormuş gibi davranır nedense... Hangi partiye oy verse, aslında sonucun değişmeyeceğine, yoksulluğunun bitmeyeceğine, varlığının üzerine acımasızca yağan emirlerin kesilmeyeceğine inansa da, kaçıp kurtulacağına inandırır kendini... Akvaryumdan çıkabileceği umudu yeter bile onlara, kölelik o kadar içlerine işlemiştir ki, hadi çık, git istediğin yere, deseler, çıkıp gidecek gücü bulamaz çoğu... Birkaçı dışında dönüp yine gelirler akvaryumlarına. Çünkü sızılarından daha baskın çıkar özgürlük korkusu... Onlar için önemli olan bu kaçıp kurtulma oyunudur... Çünkü bu oyuna kendilerini ne kadar kaptırırlarsa sızılarından biraz olsun kurtulmuş olurlar da ondan... Üstelik çoğu seçim sonuçlarının açıklandığı sabah; inanmış, güvenmiş gibi yaptıkları, oy verdikleri partileri iktidara gelse bile, yeniden bir iş sabahına, bir emir gününe, baskı altına alınmaya kaldıkları yerden başlayacaklarını ve neredeyse derilerinin altına işlemiş olan sızılarını eskisinden daha güçlü hissedeceklerini bile bile kaptırır kendini bu oyuna... Seçim sandığının önünde birkaç dakikalığına bile olsa kölelikten kurtulmuş olduğuna kendini inandırabilmek için yapar bunu... Bir an için bile olsa kaderinin elindeki oy pusulasında saklı olduğunu sanma umuduna kaptırabilmektir tek arzusu... Hayatını değiştirme gücünün elindeki oy pusulasında olduğunu sanarak, kendisini artık emir alan değil, emir veren biri sayarak bir an için efendi olduğu yanılsaması yaşar... Bu yanılsamasının gerçek olmasını dileyerek oyunu atar sandığa...Bu yanılsama bile ona o kadar iyi gelir ki, yaptığı bu eylemden öylesine hoşnut olur ki, oy sandığına büyülü bir gücü varmış gibi bakar... Sanki onu büyülü kılan ona oy atan eliymiş gibi, eline büyülüymüş gibi bakar... Oysa kaçı bilir o sandığın düşlerinin tabutu olduğunu? Kaç kişi mutsuzluğuyla, köleliğiyle, sızılarıyla yüzleşmeyi göze alabilirse, o kadar kişi bilebilir onun düşlerinin, umutlarının tabutu olduğunu... Çünkü yüzleşse hayatı umutlarının değil, adaletsizliğin yönettiğini anlar. Bu adaletsizliği yıkacak gücü asla kendinde bulamayacağı için bu yüzleşmekten hep kaçınır. Tabutlara atılan düşlerle sürer demokrasi oyunu... Demokrasi oyunu köleler olmadan, zalimler, emirler, sızılar, ötekiler, mağluplar, tiranlar olmadan oynanamaz. Kaçıp kurtulmak serbesttir, denir bu demokrasi oyununda... Ama sınırın öbür tarafında birileri sizi bekleyecektir, bunu hiç unutmadan kaçmak isteyen kaçabilir istediği yere. Sınırın öbür tarafında birileri sizi teslim alacak, sizi orada insafsızca çalıştıracak, sonra da kaçtığınız yere yine geri teslim edeceklerdir... Teslim edildiğiniz zaman da onca zaman çektikleriniz yok sayılacak, sizse bir daha kaçmamanız için pişman edilecek, eskisinden daha büyük cezalara çarptırılacaksınız... Geri gönderildiğiniz bu yerde uyandığınız her işgünü kaçıp geldiğiniz günlerden daha zor, daha acımasız, daha ağır emirlerle dolu olacaktır... Sızılarınızın üstüne daha yeni sızılar eklenecektir... Hem siyaset meydanı, adı üstünde insanların terbiye edildiği yer, değil midir? Kimse kaçıp kurtulmayı aklından geçirmesin diye meydanlarda kurulan idam sehpaları değil midir? Çok değil, l960'lara kadar görenler ibret alsın diye 'suçlu' insanlar herkesin önünde asılırdı. Sehpaların kurulduğu yere de 'siyaset meydanı' denirdi. Ortaokul, hatta ilkokul çocukları Yurttaşlık Bilgisi derslerinde Türkiye'nin birçok yerinde belli günlerde kurulan bu meydanlara getirilir, onlara idam sahneleri bütün detaylarıyla gösterilirdi. Yurttaşlık Bilgisi öğretmenleri öğrencilerini okula geri getirdikten sonra konu defterlerine, bugün çocuklara idam edilen bir adam izlettirilmiş, gereken ders verilmiştir, diye yazarlardı... Artık idam kalkmış olabilir. Bugün öğretmenler öğrencilerine asılan bir insanın boynunun kırılışını, o yağlı sicimin etrafındaki dönüşünü seyrettirmiyor olabilirler... Ama düşler, umutlar, hayatlar yine idam ediliyor... Köleler biraz daha iyi yaşayabilmek telaşıyla kendilerinden daha zor durumda olan köleleri kırbaçlamaya devam ediyor... Oy sandıkları köleleri bir an için kaçıp kurtulma ümidine sürüklüyor ve asıl kaçıp kurtulma düşlerini bir sonraki seçime kadar tahta bir tabuta gömüyor... Yıllardır diğer köleler gibi ben de bu oyuna kendimi kaptırmış gibi yapmıştım. Ben de onlar gibi oy sandığının önünde birkaç dakikalığına bile olsa kendimi hayatımın efendisi sanıp, ellerimin büyülü olduğuna inanmıştım... Ama seçim sonuçlarının açıklandığı her sabah eskisinden daha acımasız bir kölelik gününe uyanmış, bir önceki günden daha ağır baskılara, daha derine işleyen emirlere maruz kalmak üzere işyerimin yolunu tutmuştum... Buralardan kaçıp kurtulacak bir yer olmalı, ama ben şimdiye dek bulamadım... Nereye kaçsam orada köleler ve tiranlar vardı... Her yerde zalimler birbirine benziyordu... Birbirinin rakibi gibi görünseler de bizim gibileri kaçtığımız yere geri göndermek konusunda çoktan anlaşmışlardı... Nereye gitsem orada hayatı tabutlara atılan düşler değil, adaletsizlik yönetiyordu... Nereye gitsem orada da söylenen her söz, yapılan her davranış verilen her oy bu adaletsizliği biraz daha güçlendiriyordu... İşte bu yüzden seçimlerde hiçbir partiye oy kullanmak istemiyorum. Çünkü kime oy versem, aslında bir diğerine oy vermiş gibi olacağım... Bütün oy sandıkları aynı havuzun içinde duruyor. Bu havuz ömürlerimizin, umutlarımızın, düşlerimizin gömüldüğü bir bataklıktan başka bir şey değil... Bizi birkaç dakikalığına düşlerimizin efendisi yapacaklar, ama sonra o bataklıkta boğulurken çıkarttığımız çığlıkların eşliğinde onlara verdiğimiz oyların dökümünü yapacaklar... Çünkü kaçıp kurtulmak için verdiğimiz her oy hepsinin işine gelecek... Söylediğimiz her söz, yaptığımız her davranış, onların çizdiği sınırlarda öğrendiğimiz her şey kurdukları bu adaletsiz sistemi biraz daha güçlendirecek... Köleler kendilerinden daha zor durumda olan köleleri eskisinden daha acımasızca kırbaçlayıp duracak. Hepimiz kendimizden biraz daha altta duranın çırpınışıyla üstte durmaya çabalayıp duracağız... Bu yüzden seçim sabahı düşlerimin gömüleceği sandık başına değil, bir deniz kıyısına gideceğim... O deniz kıyısında seçim afişi, oy pusulası, parti bildirisi olmaktan kurtulan bir ağaca yıllardır kırbaçlanıp duran sırtımı dayayıp, uzayıp giden denizi seyredeceğim... (1) Orada başka köleleri kırbaçlayan ellerimin körelmiş şefkatinden utanıp asıl kurtuluşun nerede olacağını düşüneceğim... Orada yaralı düşlerimi, bastırılmış çığlıklarımı sevip okşayacağım... Orada umutsuzluğumun içinden çıkarttığım umudun büyüsüyle yıllardır lekelediğim yalnızlığımı teselli edeceğim... Oradan hep okyanusa karışıp gitmeyi özleyen Siyam balıklarına selam göndereceğim... (1) Bu seçimlerde 40 milyon seçmenin kullanacağı oy pusulası, seçim afişi ve zarflar için tam 5385 ağacın kesilerek yok edileceği söyleniliyor... Kendiliğimden şiir yazmadım Şiir yazdırttı kendini Hiçbir seviyi ben bırakmadım Seviler bıraktırttı kendini. Kaçmadığıma bakmayın siz Döğüştümse namus deyip Hiçbir kavgayı ben çıkarmadım Kavgaya zorladılar beni. Bu amansız yarışa kendim girmedim Soluk soluğa yarışta buldum kendimi Gönüllü katılmadım hiçbirine İstesem de istemesem de yarışa kattılar beni. Biliyorum ki yazılan artık yaşanmaz Ben yazmak istemedim Yaşamak istedim sevgimi Kendileri yazdırttılar kendilerini Ay inceldi ve orman bir tortu gibi çöktü dibe Buğusu yoktu toprağın büsbütün balçıktı yeryüzü. Irmaklar sağırdı ve dağlar birer aptaldı o hantal gövdeleriyle Gittikçe büyüyordu rüzgarın beynimdeki ur Öfkemizden şimşeği yarattık. İnsanı yarattık (hayır, balçıktan değil) O gün bugün arayıp dururuz onu hangi cehenneme gitti, bilmeyiz. Ahmet Telli Karda İzler. Karda izler bırakıyorum avcılar peşime düşsün Bir uçurum kenarında vursunlar beni ki dünya Uğuldayıp duran bir uçurum değil miydi zaten Karda izler bırakıyorum avcılar peşime düşsün Siliyor adımı bir dal kırarak çam ormanından Gibi incelterek yetişiyor ardımdaki tipi bana Adımı yazıyorum kar üstüne ve ıslığını çığlık Geçmişim kar sessizliğiyle özetleniyor artık Bir kahkahayla çekip giderim karlı ovalardan Bir uçurum kenarında vursunlar beni,vursunlar Karda izler bırakıyorum avcılar peşime düşsün Yolculuklar ve ayrılıklarla anlatılabilir ancak Derim ki kar ve hüzün bir aşkın seyir defteridir Kar yağıyorken milyon kere hüzün yağıyordur Karda izler bırakıyorum avcılar peşime düşsün Ömrüm parmak uçlarımda eriyen bir kar tanesi yakışmıyor onlara. Öleceğiz müjdeler olsun müjdeler olsun Ölümüde öldüren Rabbe secdeler olsun Elimle musluğunu açtığım sular yandı Yürüyerek içinden geçtiğim sular yandı Boyu üç yılı aşan sabır orucu tuttum İftar vakti olanda içtiğim sular yandı.. (Beşinci Mevsim) Muhammet Ali'nin kurduğu yoldur Ak üstünde kara seçebilirsen Gönülden itikat söyleyen dildir Ali'nin sırrına erebilirsen. Erenler der seni ceme katarlar Kötü amellerin taşra atarlar Bir gün yularından tutup çekerler Çektikleri yere varabilirsen. Erenler seni de ceme götürür Kalmış işlerini anda bitirir Gördüm Hak evinde mihman oturur Mihmanın gözüyle görebilirsen. Aslı mervan olan ummana dalmaz Küfre meyledende aşıklık olmaz Müminin suali ahrete kalmaz Dünyada cevabın verebilirsen. Pir Sultan Abdal'ım gonca gül olur Dört kapıdan sana daim gel olur Dünyadan ahrete doğru yol olur Verdiğin ikrarda durabilirsen Kişinin kendine ettiğini Edemez kişiye hiçbir fani Bu kahpe hırsı. ne kıskanç kini, ne şarap Ne de haşhaş edemez.. Kişinin kendine ettiğini tayfun, boran Dağ, taş edemez.. Kişinin kendine ettiğini Edemez Kişiye hiçbir fani tutmazsa gerçek dost elini kendi kendiyle baş edemez. Kişinin kendine ettiğini Sarhoş edemez, ayyaş edemez Mezar soyan nebbaş edemez... Dert değil kuş gribi, gam değil kuş virüsü Esas birinci tehdit Buş oğlu Buş virüsü! Yerden, gökten, denizden vuruyor ülkeleri Bertaraf edilmeli saldırgan puşt virüsü! . 16 Ekim 2005/Vakit İşte zamanın karanlığı, gece gibi, Geçer bir gölge komadan. İşte Tanrı nefesli sahiller, İşte Bizans kopmuş Romadan. Sakalları uzamış keşişler sırtında, Bahar halinde bir yük: Sur örülmüş kıyılarda yokluğa taraf, Taşlarla, kıskançlıkla ağır ve büyük. Eski İstanbul, ruh kadar eski, İnsan daha fazla eskiyemez ki. Bir boşluk ki göller tadında uzun, Ya hiçe uzanmış vaktimiz, ya hepe. Yedi meçhul üstüne açılmış, Yedi tepe. Haliç, dünya öküzünün boynuzu, hiç kımıldamaz, Kımıldar bir kapalı su. Geçer, asırlar gövdesine, aydınlık, Uyumayanların uykusu. Eski İstanbul, hatıralardan eski, Göresin usul usul gez ki. Tarumar olmuş, Daradan, Sardanapaldan anlar. Gemilerle, kervanlarla dolmuş, çırılçıplak, Aşkı kaybedenler, bulanlar. Devir devir kapılarında durmuş, Nesilleri Asyanın, bu bakış ahu diye. Sormuş sıcak rüyasını, Peygamberin orduları, Hu, diye. Eski İstanbul, eski, Geçmiş günleri kimse söyletemez ki. Saz nameleri gelir, din uğruna çarmıha gerileceklerden, Belki çarmıhsınız, belki sazsınız. Ölümlerden hangisi gerçek, Anlıyamazsınız. Farkedilmez Doğu ve Batı. Hayaller dolusu cenaze, düşüncelerden. Ayaklarınızın, ayaklarınızın, Ayrılışı yerden. Eski İstanbul, yakın ve eski Öyle bir ses ki. Can ile ten susamış, susamış, Geçmiş de nice güzeller aradan. Osmanlı padişahı Sultan Mehmet, Bir seher, kadırgalarını yürütmüş karadan. Aşk ile dizdiği topları bir bir dizmiş. Çevirmiş hülyanın her yanını. Lale gibi vermiş, bir akşam güneşinde, Yiğit yeniçeri canını. Eski İstanbul, çok eski, Rüzgar, şahadete varasın, es ki. Dil farkı, din farkı iyice azalmış o demlerde, Bir sis ki bahçeleri, yüzü, cihanı kaplar. Tekrar güne çıkmış, tekrar hayata, mahzenlerden, Nur ve hayal ölmüş ellerin yazdığı kitaplar. Yürümüş yürümüş hilalleri Türklerin, Allahın havalarına, yalnız ve tek. Serdengeçtilerle, akıncılarla Buradan başlamış dünyayı sevmek. Eski İstanbul, hem rahat, hem eski, Yaşaması öyle tez ki. Ne varsa en güzel üç gün üç gece Bir kıyı şehrinde seninle yaşadık Tutuştum,elim ellerine değince Öylesi sıcaktın,öylesi aydınlık. Güzellikten,mutluluktan,sevgiden Kumların üstünde bir evren yarattık O dakikalar yaşandı mı sahiden Bir düş müydü yoksa gercekten var mıydık. Nasıl geçip gidiverdi o zamanlar O bir daha zor yaşanılır çılgınlık O alev alev yaktığımız ormanlar. Ey şimdi o kıyı şehrinde kalanlar Duyun,anlayın,haykırın çığlık çığlık Böyle bir anı bir daha yaşanmaz artık. O yüz, her hattı tevhid kaleminden bir satir; O yüz ki, göz değince Allah hatırlatır... I . yüreklerimizi gencecik çıkarıp verebilseydik üşümezdi göğsümüzde biber gibi bir uçurum . II . tam da yakalamışken doğanın gizini bir bir vururken emperyalizmi toprak ananın geniş kalçalarında neden kalktın soframızdan ENVER USTA . günü akşam etmek sana yakışır mı yakışır mı sana upuzun yatmak biz yaştakileri ustasız bırakmaz . adam sen de yatarsan yat biz dik durdukça sen ölsen NE FAYDA! Yedi tepeye kurulmuş Pul pul Gümüş gümüş balıkları Pul pul Işıktan sudan örülmüş Canım İstanbul sana ey kanımda eriyen kadın can nasıl dayansın, nasıl dayansın? mezara çekmekse beni maksadın önümde o siyah gözlerin yansın. . bir sütun alevsin, bir sütun duman, yalnız seni görür gözünü yuman. senden ateşine bir deva uman bari gitsin kara toprağa kansın. . bir çukur solumda, bir taş sağımda kabre girdiğim gün bu genç çağımda öyle bir yüksel ki sen toprağımda görenler ruhumu tütüyor sansın Yüreğim sızlıyor bu roman iyi bitmeyecek Beterin beteri var diyenlere inanmıyorum Hep böyle havalar besler fırtınaları Korkarım bu mavi ışık çabuk sönecek Duymazdım durgun suların bezgin türkülerini Alışmak ölümün bir başka adıymış bilmezdim . Bir yangın sonu yorgunluğu yakıyor avuçlarımı Bir rüzgar kulaklarımdan hiç eksilmiyor Esirgenmiş bir dünyada müthiş yalnızım Geri dönsen bile ben artık o ben olmayacağım Yüreğim sızlıyor bu roman iyi bitmeyecek... . Ben mısralarımı kerpiç gecelerinden çekmişim Beş numara lamba kaderi var mısralarımda benim Deli çizgi gözlerimi kör etmiş, kör etmiş, kör etmiş Göçmüş kıtalar üstünde kuşlar dönüyor garipsi Çığlık çığlığa kuşlar dönüyor evcil ve tedirgin Gök mavisi bir türkü dolanmış yüreciğime Selsele yolculuklar tütüyor gözlerimde, neyleyim İnsan demişim, kitap yüzlü insanlar demişim gidemiyorum... . Kaderim kaderleri demişim güzelim Sen olmasan ben böyle değildim Böyle uysal ve kırılmış değildi şiirlerim Bir yangın sonu yorgunluğu yakıyor avuçlarımı Yüreğim sızlıyor bu roman iyi bitmeyecek... . Rüzgâr gibi ağustos geçti ellerimizden Meyvalar bizi bal renkli günahlara çağırıyorlar Bir yanda yaşanmamış günlerin hırsı Bir yanda boşa geçen gecelerin acısı Malum o dramın en güzel perdesindeydik Ağustos şarap olmuş, kanımıza akmıştı Göçmüş kıtalar üstünde kuşlar gibiydik Her gören didik didik bizi denetliyordu Biz kendi derdimize düşmüştük... . Orda da akşamlar olacak güzelim Kanlı mendil gibi ağustos akşamları Şu benim çektiklerimi görmeyeceksin Belki yanında başkaları olacak Belki düşlerine bile girmeyeceğim Gün oldu acıların şiirini yaşadım Gün oldu zehir gibi yokluğunu yaşadım Bana sen ne diye duyurdun yalnızlığımı Ne diye gurbet gibi mısralarıma sindin Dokunsan parmaklarıma tutuşacağım... . Yere batan şehrin tek yalnızıyım Yüzyılın ağrısını anlayarak çekiyorum Ekmeğime barut sinmiş bulanık özgürlükler Tepmişim rahatımı, boynu bükük mutluluğumu Yaşıyorsam erkekçe yaşıyorum... . Düşün ki coğrafyanın en güzel yerindeyiz En güzel günlerinde gençliğimizin Ölümden ötesini aklım almıyor Beterin beteri var diyenlere inanmıyorum İstesek cenneti kurtarabiliriz Ben bir ışık için tepmişim rahatımı Bu güleç yüzlülerin, bu acı türkülerini Bu yoksul yerleri anlayarak seviyorum Delicesine anlayarak güzelim Yüreğim sızlıyor bu roman iyi bitmeyecek *Şarabım aşk ateşidir,hele onun eliyle sunulursa öyle bir ateşe odun kesilmezsen yaşamak haram olur sana. *Söz dalga dalga coşmada amma onu dudakla,dille değil,gönülle canla anlatman daha iyi. *Aşk nedir,bilmiyorsan gecelere sor,şu sapsarı yüzlere,şu kupkuru dudaklara sor. *Su nasıl yıldızı,ayı aksettirir,gösterirse bedenler de canı,aklı bildirir,gösterir. *Can,aşktan binlerce edep öğrenmede,öylesine edepler ki mekteplerde okunup öğrenilmesine imkan yok. *Gökyüzünde,yıldızlar arasında parlak ay nasıl görünürse aşık da yüzlerce kişi arasında öyle görünür,o göründümü herkesin parlaklığı söner. *Akıl bütün gidilecek yolları bilse bile,gene aşk yolunu bilemez,şaşırır kalır. Bir gündü, hava ılık Ve cadde kalabalık. Bir kadın sapıverdi önümden dönemece; Yalnız bir endam gördüm, arkasından, ipince. Ve görmeden sevdiğim, işte bu kadın dedim, Çarpıldım sendeledim.. Bir gündü mevsim bayat Ve esnemekte hayat..... Dönemeçten bir tabut çıktı ve üç beş adam; Yalnız bir ahenk sezdim, çerçevede bir endam. Ve tabutta, incecik, o kadın var, anladım; Bir köşede ağladım..... Çeke çeke ben bu dertten ölürüm Seversen Ali'yi değme yaram Ali'nin yoluna serim veririm Seversen Ali'yi değme yarama. Ali'nin yarası yar yarasıdır Buna merhem olmaz dil yarasıdır Ali'yi sevmeyen Hakk'ığn nesider Seversen Ali'yi değme yarama. Bu yurt senin değil konup göçersin Ali'nin dolusun bir gün içersin Körpe kuzulardan nasıl geçersin Seversen Ali'yi değme yarama. Ilgıt ılgıt oldu akıyor kanım Kem gelde didara talihim benim Benim derdim bana yeter ey canım Seversen Ali'yi değme yarama. Pir Sultan Abdal'ım deftere yazar Hilebaz yar ile olur mu pazar Pir merhem çalmazsa yaralar azar Seversen Ali'yi değme yarama Önce sesin gelir aklıma Çaresiz kaldıkça hep seni düşünürüm Güzel olan, dolgun başaklardaki sarışın sevinçli! Sonra cumartesi günleri gelir Sonra gökyüzü gelir hemen kurtulurum Bir yağmur yağsa da beraber ıslansak.. Kırk kere söyledim bir daha söylerim Savaşta ve barışta karada ve denizde Düşkünlükte ve esenlikte Zamanımız apayrı bize göre Yanmana olduk mu elsele Aç kalsak ağlamayız biliyorum.. İçim güvercinleri okşamış gibi rahat Sen yanımdayken ister istemez Geniş meydanlarda akşam üstleri Üs tüste üç kere deniz üç kere çınarlar . Sen yanımdayken ister istemez Uzak ırmakları hatırlıyorum.. Araşıra düşmüyor değil aklıma Yabancı kadınların sıcaklığı Ama Allah bilir ya ne saklıyıyım Yanında ihtiyarlamak istiyorum. Cığara içmek için bu millet Yılda bir trilyon 200 milyar sayıyor... Bu zebella meblağın yüzde altmışı Dolaylı vergi olarak kaydediliyor Bütçenin yüzde yani... Madem emir büyük yerden geliyor Be bakın bütün kokarcalar. 'Zehir bu içtiğiniz! ' diye bas bas bağırıyor, Sağlığımızı geçik, yok ya zaten! Sırf görülsün diye kim mert, kim namert Bırakalım çocuklar, bu mereti, Şu Dr. Nikotin denen kafirin icadını Bırakalım hep birden Allah Aşkına! Dişimizi sıkalım biraz! . Gün gelir, püfürdetiriz sonra Neşemiz neşe, Elcağızımızla ekip derlediğimiz, İplere dizip güneşlerle kuruttuğumuz Güzelim sarı sarmalarımızı Tüttürdüğümüz fabrika bacaları gibi Bu rejimin cenazesine karşı Günahı yöneticilerin boynuna! Emir onlardan,bizden uyması! ... Sabah mezarlığa vardım, Baktım herkes ölmüş yatar, Her biri çâresiz olup, Ömrünü yitirmiş yatar.. Kimi yiğit, kimi koca, Kimi vezir kimi hoca, Gündüzleri olmuş gece, Karanlığa girmiş yatar.. Vardım onların katına, Baktım ecel heybetine, Ne yiğitler muradına, Daha ermemiş yatar.. Nicelerin bağrın deler, Kurtlar üstünde gezeler, Gepegencecik tâzeler, Gül gibice solmuş yatar.. Yarı kalmış tüm işleri, Dökülmüş inci dişleri, Dağılmış sırma saçları, Hep yerlere düşmüş yatar.. Çürüyüp durur tenleri, Hakka ulaşmış canları, Görmez misin sen bunları? Nöbet bize gelmiş yatar. Güz sabahı buğusunda bir salkım üzüm mü avuçlarımdaki ne? Ayışığı yansıyor yüzüne. Ben böyle bulutsu yüzü, ben böyle ışıksı yüzü bir onyedi yaşındakinde gördüm, bir de şimdi düşümde. Olur, aramam seni ve kimseyi Anıları pas tadında bırakırım Konuşacak ne kaldıysa kalsın Susmaktır birşeylere saygılı kılan Ayrılık da bir olanaktır bilirsin İnce bir sis, bir hüzün örtüsü Dumanlı bir ıslık yakışır şimdi Dudaklarıma, bırakıp giderim Söz / de sararır biterken bir aşk Kediye iyi bak çiçekleri sula Diyorsam da aldırma sözlerime Alışkanlık işte başka birşey değil Söz / de sararır biterken bir aşk sen beni hazırlama sakın sen de bana gel ölmüş ölü olmuş hüseyne hasana gel. elleri koku dağıtırdı nasıl bir koku suya gel kana gel bir yeni hasana gel. o öldü çünkü bir gülü tutmuştu bilmeden sen istersen her gün gel her sene gel. gel beyazlıkları elle türlü kokuları biç günler karardığında davran hep sana gel. ne yap yap hazırla kendini anladın mı ne yap yap meselâ ısıtıp dökündüğün sularla bile bana gel. hatırlanmış bir gül ben de hatırlarım kolaydır ölmüş mü ölmemiş mi hüseyne hasana gel. hüseyin de öldü ölür hasan da öldü ölür ölen ve dirilen o bitmez insana gel Gazel. Mürde cânım iltifâtundan bulur her dem hayât Ölürem ger kılmasan her dem mana bir iltifât. Yaza bilmez leblerün vasfın temâm-ı ömrde Âb-ı Hayvân verse kilk-i Hızr'a zulmetden devât. Men fakîrem sen ganî vergil zekât-ı hüsn kim Şer' içinde hem manadur hem sana vâcib zekât. Görmeyince ışkunı îmâna gelmez âşıkun Yüz peygamber cem' olub gösterseler min mu'cizât. Mazhar-ı âsâr kudretdür vücûd-ı kâmilün Feyz-i fıtratdan garaz sensen tufeylün kâ'inât. Cevher-i zâtundadur mecmu-ı evsâf-ı kemâl Bu sıfât ile ki sensen kandadur bir pâk zât. Işka tâ düşdün Fuzûlî çekmedün dünya gamın Bil ki kayd-ı ışk imiş dâm-ı ta'allûkdan necât Sülünün yüzü bir atmosfer olayıdır. Rasgele yazarı avcıdan öğrendim: Yabanördekleri donmasın diye, Suya nöbetleşe kanat vururlar.. Ve işte şamandırasıyla Beşiktaş'ınız, Çapraşık bir yüzyılı geriye atar; Tanrım siz şu uzun Anadolu'yu Çocukluk günlerinizde mi yarattınız? . Senaryocu bayanla bir bankta oturuyoruz Keşke yalnız bunun için sevseydim seni. Gönlümün yok niyeti Açılmak için sana. Çektiğim eziyeti Yüzümden anlasana!. Ben,ki her damla derdim Deniz olsun dilerdim, İpi elimle verdim Benliğimi alsana.. Kan doldurup tasımı, Sildim gönül pasımı, Taşa açtım yasımı, Söylemedim insana! Ömrümde nice sızı var kışların önü, sonu var. Kalbim bu kuşatmalarda dar; dağlarda ölmek isterim.. Ben ateşten, hınçtan doğdum. Üç beş kuruşa kul oldum, yetmedi de mahpus oldum; dağlarda ölmek isterim.. Kaç mevsim ağladım kaldım, tutuşan özlemle yandım, kentler zalimdi dayandım; dağlarda ölmek isterim! __________________ * Hece ölçüsüyle şarkı sözü olarak yazılmıştır. Uçtum ateş üstüne Dağlansın diye sızım Sorma halim ne olur Yoruldum anlamsızım. Yağmur doldu içime Acım sigarasızım Uyuyor musun anne Ben geldim vefasızım . Suç oldu suç üstüne Her şarkım her yazım Vuruştum türkülerle Kanla beslendi sazım. Bir rüzgarın önünde Kaçağım kuralsızım Duyuyor musun anne Yalnızım çok yalnızım. Ah dağılsam dizine Uyusam doymaksızım Sabah olmasa gece Kaçmaktan dermansızım. Sür beni gül yüzüne Ki sende kalsın sızım Ağlıyor musun anne Gidiyor hayırsızım.. (Almanya 13.02.2001) Ya zamanından çok erken gelirim Dünyaya geldiğim gibi Ya zamanından çok geç Seni bu yaşta sevdiğim gibi. Mutluluğa hep geç kalırım Hep erken giderim mutsuzluğa Ya her şey bitmiştir çoktan Ya hiçbir şey başlamamış. Öyle bir zamanına geldim ki yaşamın Ölüme erken sevgiye geç Yine gecikmişim bağışla sevgilim Sev'iye on kala ölüme beş Bilin: Halkın ekmeğidir adalet. bakarsınız bol olur bu ekmek, bakarsınız kıt, bakarsınız doyum olmaz tadına, bakarsınız berbat. Azaldı mı ekmek,başlar açlık, bozuldumu tadı,başlar hoşnutsuzluk boy atmaya.. Bozuk adalet yeter artık! Acemi ellerle yuğurulan,iyi pişirilmemiş adalet yeter! Yeter katıksız,kara kabuklu adalet! Dura dura bayatlayan adalet yeter! . Bolsa insanın önünde ekmek,lezzetliyse, gözler öbür yiyeceklere yumulsada olur. Ama her şey bollaşmaz ki birdenbire... Bilirsiniz,nasıl bolluk doğurur ekmek: Adaletin ekmeğiyle beslene beslene.. Ekmek her gün nasıl gerekliyse nasıl, adalet de gerekli her gün, hem o,günde bir çok kez gerekli.. Sabahtan akşama dek,iş yerinde,eğlencede, hele çalışırken canla başla, kederliyken, sevinçliyken, halkın ihtiyacı var pişkin, bol ekmeğe, günlük, has ekmeğine adaletin.. madem adaletin ekmeği bu kadar önemli, onu kim pişirmeli, dostlar, söyleyin? . Öteki ekmeği kim pişiren? . Adaletin ekmeğini de kendisi pişirmeli halkın, gündelik ekmek gibi.. Bol,pişkin,verimli. Bu gün ol dilber-i rana Benimle oldu hem-saye Ki yüzü güneşe benzer Latif kaşlarıdır aya. Beli ince,boyu uzun Yüzü hubdur,sözü mevzun Dili sihri,okur efsun Gönlümü verdi yağmaya. Benim gönlüm alan dilber Yüzü hubdur, sözü enver Güzeldir 'Allah-u Ekber' Ne güzel beslemiş daya. Dedim:Ey hubların şahı Terrahhüm eyle billahi Gönül ikliminin mahı Bu günü salma ferdaya. Dedim:Dilber lebin emsem Olurdu derdime derman Dedi:Vakti değil,ebsem Düşersin ceng-ü kavgaya. Dedim:Dilber beni öldür Gerek ağlat,gerek güldür Nesimi çün sana kuldur Serini koymuş ortaya (Adnan Menderesin İdamı Üzerine Üstad Bu Şiiri KalemeAlmıştır) . Zeybeğimi bir kaç kızan,vurdular Çukurda üstüne taş doldurdular Ya bir de kalkarsa diye kurdular. Zeybeğim Zeybeğim ne oldu sana Allah deyip şöyle bir doğrulsana! . Zeybeğim kalkamaz dirilemez mi? Odası mühürlü girilemez mi? Şu ters akan sular çevrilemez mi? . Ne güne dek böyle gider bu devran Zeybeğim bir sel ol bir çığ ol davran! . Kır at zincirlenmiş ufuk sahipsiz Han kayıp hancı yok konuk sahipsiz Baş köşede sırma koltuk sahipsiz. Kızanlar,dört yandan hep abandınız! Zeybeğin kanına ekmek bandınız! . Bilemem susarak ölmek mi hüner? Lisan çıldırıyor dil nasıl döner? Ondan son iz uzak,uzak bir fener. Öldü mü? Çatlarım yine inanmam! Diriye yanarım ölüye yanmam! . Zeybek kaybolduysa bunca kayıp ne? Tesbihi dökülmüş aranır nine Balonu yok ağlar çocuk haline. Zeybeğim; dünyayı aldın götürdün Bir öldün beni de binbir öldürdün! . Beyni tırmık tırmık pençelere sor! Mevsim niçin ölgün bahçelere sor! Sor; çukuru nerde,serçelere sor! . Ağla,bir dinmeyen hasrete ağla Zeybeksiz yolları gözetle ağla! ..... (1964) Bu böyle sürüp gitmeyecek biliyorum Bir sabah bir dilencinin avuçlarına bırakacağım kalbimi Kim ne derse desin! Tahammülüm kalmadı artık Bıktım seni sensiz yaşamaktan Nasılsa döneceğin yok senin Çıldıracağım bu gidişle Allah kahretsin! ... Durup durup seninle gezdiğim yerlerde dolaşıyorum Sanki köşe başından sen çıkacaksın Sanki duraklarda beni bekliyorsun Geçen gün birine rastladım aynı sokakta Saçları sen gözleri sen kaşları sen Koştum heyecanla peşinden Ve hayatımda ilk defa bir tokat yedim senin yüzünden Allah kahretsin! .... Dünya ateşler içinde Savaşlar almış başını gidiyor Afrika'da insanlar açlıktan ölüyor Bense bu gidişle sensizlikten öleceğim Umurunda mı senin? Kimbilir hangi cehennemdesin? Allah kahretsin! ... Hangi masaya otursam Senin sevdiğin içikiyi koyuyorlar önüme Vazomda hep senin sevdiğin çiçekler Ve dudaklarımda hep senin sevdiğin şarkılar Senin doğumgünlerini kutluyorum senden habersiz Ve her sabah dualar ediyorum mutluluğun için Ne yapsam, ne etsem, nereye gitsem Ecel gibi peşimdesin Allah kahretsin! ... İşte böyle bir sevda benimkisi Bu zamanda, bu devirde Haklısın adam olacağım yok benim En güzeli artık son vermek bu hayata En korkunç uçurumlardan bırakmak kendimi Ya da en yüksek tepelerden En uçsuz bucaksız denizlere bırakmak bedenimi Ama içimde sen varsın Ya sana bir şey olursa? Allah kahretsin! .. Saçlarında şimşek parçaları, dilinde kırağı, Sen kimin yetimisin, Kimi bekliyorsun durduğun yerde? Sağır bir günün sonunda dilsiz bir gece Sarıp sarmalıyor seni, Gökyüzü gıcırtıyla kapanıyor üstüne. Bak ömrün yarılandı, Karanlığı kullanmayı öğrenmelisin. Yazısı akmış ıslak bir sayfa elinde, Yara bere içinde morarıyor şiirlerin.. Artık tutunacak kimsen kalmadı, Nasıl biliyorsan öyle düğümle zamanı. Bütün ölümleri gör, Birini evlat edin kendine. Oysa sen, boş bir kabın taş darası. Yine de denkleştirip gidiyorsun hayatı. Tuzağa yem, hançere bağ oluyorsun. Zehire katıyorlar seni, şair ne duruyorsun Gemilere bin, trenlere atla. Kimsenin umursamadığı, hiçbir işe yaramayan Kaldır şu gereksiz tanıklığı ortadan.. Ne kadar tıkasan kulaklarını, Duymamaya çalışsan Göğsünde bir titreşimdir konuşmaları. Görmesen seslerden anlıyorsun. Kazdıkları çukuru, ördükleri duvarı. Çakılısın buzdan çivilerle Boynu bükük bir haçın üstünde. Yerde buluyorsun kendini her sabah, Yeniden gerilmek üzere, Saçlarında şimşek parçaları, dilinde kırağı Daha ne bekliyorsun durduğun yerde? . Katmerli yalanı gördün, yalınkat gerçeği, Bilicinin ürpererek söylediği Sevgi gereksinimlerini gördün kimilerinin, Tırnaklarını denemek için Yılanın deri değiştirmesini, Gülüşün kurdunu, sineğini gözün; Yüreğinde bir ağaç gürültüyle devrilirken, Aksayarak yürüyen umudun arkasından Gülün kanayan hüznünü gördün.. İşte tanıksın ölümün pazarlık ettiğine Toptan ve perakende, Pantolon ütüsünün keskinliğine, Bozulup bütünlenmesine paranın, Mevsimsiz bir çocuğun kekre yüzüne, Yabancı işçiliğine martının Deniz olmayan bir uzak ülkede, Daha binlerce, binlerce şeye. Yaz bunları ve imzala sana yetecekse.. Bana delik deşik bir yürekle Pası küflü, çürümeyi söyle. Yangın yerlerinin katran gözyaşlarını, Bana göçüğün kırık kemiklerini, Sancısını suyun, rüzgarın yırtık yerini Ve bunlardan payına düşeni söyle. Ne kadarı kaldı babandan, Sen ne ekledin üstüne, Acının sana getirdiği ürem ne? Şair bana mutluluktan söz etme, Beyaz baston kullanan bir dille.. İşte tanıksın daha nelere? Testi gömüyorlar göğsüne eskisin diye, Keçe gibi kimi zaman, parlatmak için Bakır kaplara sürüyorlar seni Şair hiçbir tansık bekleme, Dolaş yıkıntılar, çöplükler içinde, Sen ey gülünç ve deli mesih; Ölmeyi bilmediğine göre, Saçlarında şimşek parçaları, dilinde kırağı Pelteleşmiş yapışkan haçını Islık çalarak sokaklarda sürükle. Ne kadar ufuk değişsekte Yürekte ahenksizlik kalan Kişiler kişiler kişiler Bütün bu saçmalıklar içinde Sadece dekoru bize kalan. O alıp hep eve getirirdi Aptal ve yobaz olanları Okurdum tembelce uzaklaşmayı Mevsimden kaçan bir gün gibi Sadece dekoru bize kalan. Ne kadar balık değişsekte Bütün sulardır tatlı olan Bütün gözyaşları buharlaşan Aylar geçip skor yazan Sadece dekoru bize kalan. Ne kadar hapishane değişsekte Ruhumuz ve bedenimiz taşınan Aylar geçip skor yazan Bu kadar iğrenç ihanetteler Ateşler ve esinlikler Sadece dekoru bize kalan. Kalp bu ekmek gibi kırdığımız Sığırcık kuşları onu gagalayan Gitmeliydim kalmak oldu hatamız Meşalenin son ışığından Sadece dekoru bize kalan. Louıs Aragon. Çeviren: Lolan Görüntüleri arasında karanlık gecenin Yitirilmiş sevincin düşünü kurdum. Ama kalbimi kırarak beni uyandırdı Görüntüsü yaşamın ve ışığın.. Ah! Düş olmayan bir şey var mıdır gündüzleyin Gözlerinde geçmişten gelen bir ışıkla Çevresine bakan kişi için? . O kutlu düş-o kutlu düş, Bütün dünya kınarken Tarlı bir ışık gibi neşelendirdi beni Yalnız bir ruha yol gösteren.. Ne olmuş geceleyin ve fırtınada Titriyorsa yükseklerdeki ışık? Daha berrak bir sey var mıdır Gündüz parlayan yıldızından, gerçeğin! Anlatamam derdimi dertsiz insana Derd çekmeyen dert kıymetin bilemez Derdim bana derman imiş bilmedim Hiçbir zaman gül dikensiz olamaz. Gülü yetiştirir dikenli çalı Arı her çiçekten yapıyor balı Kişi sabır ile bulur kemali Sabretmeyen maksudunu bulamaz. Ah çeker aşıklar ağlar zarınan Yüce dağlar şöhret bulmuş karınan Çağlar deli gönül ırmaklarınan Ağlar ağlar göz yaşların silemez. Veysel günler geçti yaş altmış oldu Döküldü yaprağım güllerim soldu Gemi yükün aldı gam ilen doldu Harekete kimse mani olamaz sabahın köründe çıkıyorsunuz evden kaybedilmiş savaşın utancı sabahın köründe. gölgeniz. kardeşten ötesiniz belediye otobüslerinde teriniz etiniz karışıyor birbirine evin delisi gibi kanıksadınız kadıköy karaköy vapurundaki sinan’ı sırayla geçer uykulu gözlerinizden işportacılar dilenciler martılar. ve en aptal uyumu dalganın. fakat. birdenbire bir mendirek gibi girer göğsünüze denizde ölü bir balık olmak isteyen kadın. nanikçe bir şey var şu intiharda azbiraz mizah yani geçer geçmez aklınızdan oracıkta. yüzünüzü donduran. inatla duruyorum işçıkışlarında ellerim gökyüzü kadar geniş hem kör hem topal. siz böyle nereye Haziran 1988 (suda seken hayat,1993) Ufkumda bulutlar kümelerken kara bahtım, Ben her gönül ufkunda doğan sabahtım. Devran herkese taslarla zehir sundu da birden Ben herkese bir neşe yarattım o zehirden. Bir köprü kurup, zulmetin ardında, seherle, Bildim gülüp eğlenmeyi ömrümce kederle. Alnımdaki her çizgi beyaz bir gece saklar, Bir başka şafaktır saçımın gördüğü aklar. Farkım ne, emel kaynağı bir körpe çocuktan, Mademki henüz gelmedi son yolcum ufuktan? Ömrümce neden yılları zincir gibi çektim, Mademki bir aşk uğruna can vermeyecektim? Bir müjde taşır her gün uzaktan bana rüzgar; Elbet gelecek, gelmedi, bir beklediğim var! . Son beklediğim gelmeden, ölsem de yüzünde, Devran bulacak yar ile ağyarı hüzünde. İsmim gezecek pembe dudaklarda elemle, Gözler dolacak bir çocuk ölmüş gibi nemle, Bir günde doğup can veren altın kelebekler, Bizden daha genç bir şair öldü diyecekler! Basmane’de Gaziler Caddesi’ne küçük bir yağmur götürdüm siz böyle akşamüstü görmediniz. gizlice bir şarap tuttum yine o şehir korkusu ola ki simsiyah sarhoşum içimde elektrik uğultusu bir de kötümserlik sebepsiz. şurda yeşil gözlü bir çocuk nylon geçirmiş şapkasına Ferid’e benzettim azıcık kim bilir belki de başkasına yetişkin eli yüzü tertemiz. Basmane’de Gaziler Caddesi’ne kırık çocukluğumu götürdüm siz böyle akşamüstü görmediniz. camların rengini beğenmedim bütün mor bıyıklar yabancı şekersiz çaylar içindeyim gece makaslarında bekçi sabaha karşı hırsız. bu afiş bir sinema tuzağı düşme o kızın arkasına yemyeşil kolu bacağı cıgara yapışmış dudağına dördüncü gecedir uykusuz. Basmane’de Gaziler Caddesi’ne ürkek bir çarşamba götürdüm siz böyle akşamüstü görmediniz Severim ben seni candan içeri Yolum vardır bu erkandan içeri. Beni bende demem bende değilim Bir ben vardır bende benden içeri. Nereye bakar isem dopdolusun Seni nere koyam benden içeri. O bir dilber dürür yoktur nişanı Nişan olur mu nişandan içeri. Beni sorma bana bende değilim Suretim boş yürür dondan içeri. Beni benden alana ermez elim Kim kadem basa sultandan içeri. Tecelliden nasip erdi kimine Kiminin maksudu bundan içeri. Kime didar gününden şule değse Onun şulesi var günden içeri. Senin aşkın beni benden alıptır Ne şirin dert bu dermandan içeri. Şeriat tarikat yoldur varana Hakikat meyvası andan içeri. Dini terk edenin küfürdür işi Ol ne küfürdür imandan içeri. Unuttum din diyanet kaldı benden Bu ne mezhep dürür dinden içeri. Süleyman kuş dilin bilir dediler Süleyman Süleyman'dan içeri. Geçer iken Yunus şeş oldu dosta Kim kaldı kapıda andan içeri Bugün iki kez yağdı yağmur; iki kez eskidim sanki.. İki ömrü kol kola yaşadım ben; biri nergis bahçesi, diğeri mahşer yeri.. Hep iki şömine yandı yüreğimde; birinde ateşti, diğerinde kül.. Ve iki kez âşık oldum; bundandır iki kez ölmüşlüğüm.. Sonra bir serüvende ikiye böldüm ömrümü; şimdi sömestrdeyim.. İlk iki kitabımdan sonra sıtmaya tutuldu coşkum; daha depremlerleyim.. Ve iki kere iki, kitabımda benim,. ya çok eder ya sıfır... Kart maymunlar yuvalandı ağaca Soylu gülün saf rengini bozdular Ötüyorlar kurbağaca, kargaca Soylu dilin ahengini bozdular... 22/08/2005/Vakit Boynu yeşil gövel ördek Sana bir göl gerek idi Kanadının biri yeşil Biri de al gerek idi. Bir göl gerekti yüzmeğe Yüzüp eğrice gezmeğe Aşıkın bağrını ezmeğe Sana bir dil gerek idi. Bulunmaz aşkın ilacı Sevip ayrılması acı Yüzdüğün gölün sıyacı Karanfil gül gerek idi. Karac'oğlan fikrinde Daim Hakk'ın zikrinde Ak göğsünün çukurunda Sana bir ben gerek idi işkenceden geliyorum çığlık çığlığa üstüm başım değemem dudağımı dudağına elektirik kokuyor ağzım. kelimelerim birbirine vurur gözlerim yanar ağlarsam dalga dalga uçardı saçlarım ben de koşardım bir zaman. işkenceden geliyorum acıyı umuda kattım uzatma sarılası boynunu kollarımı askıda bıraktım. yumuşak yataklar arama başımı koyacak bir yer bulurum hem ben uyursam artık şimşekli bulutlarda uyurum. yıkılma sakın bırakma kendini taşırım ben bu çarpık gövdeyi seni yitirmek de olsa ucunda yendim işkencede işkenceyi Diyelim ki sessiz gecede poyraz…. Sis çökmüş o heybetli dağlara; yurdun da kar altında, gözlerin gök- yüzünde bir dolunay.. Diyelim ki sınamışsın uzaklığın ihanetini. Seslere çarpmış sesin, ama ulaşmamış hiçbir yere nefesin…. Diyelim ki şarabın dökülmüş, suların kesik, bu hayat seni bir oyuncak sanıyor.. Diyelim ki sana çıldırmak yasak, sana ağlamak yasak, yarın yasak, düş yasak. Diyelim ki üşüyorsun kısacık bir ömrün sığınağında; bir çay bile ısmarlamıyor hayat! . Diyelim ki lekesiz hiçbir şey kalmamış artık; sis çökmüş güvendiğin dağlara.... Kederli bir süvari ol, Orda, sen orda! Bıkma atını mahmuzlamaktan, bıkma bu puştlar panayırında berrak nehirler aramaktan…. Yaslı bir kışa rehin düşse de günler, kalbindeki tomurcuğu bahara büyüt; o tomurcuk düşlerinin yağmuruyla ıslansın.. Çünkü her insan bir limandır başucunda tekneler; çünkü herkesin hüznü kocaman, aşkları dalgın… Kimi kanıyor şahdamarından, kimi bozgununda yetim dervişan, kimi aşklarıyla, düşleriyle perişan…. Yamalı yerlerinden kanıyor hayat, tutunduğun günlerinden soluyor hayat. Bu yüzden salıver düşlerini kendi uğruna yansın, salıver düşlerini ateşlere abansın! . Tutunduğun günlerinden solarken hayat, bıkma atını mahmuzlamaktan; bıkma sendeki insan için, derin uçurumlar arşınlamaktan.... Yaslı bir kışa rehin düşse de günler, bir gün rüzgâr esecektir suların serinliğinden; bir gün kırlangıçlar geçecektir göğün genişliğinden.. Yaslı bir kışa rehin düşse de günler, kalbindeki tomurcuğu bahara büyüt, o tomurcuk düşlerinin yağmuruyla ıslansın; çünkü senin de bir ütopyan varsa, i n s a n s ı n… Her sabah her sabah gelir geçerler Dünyalar durdukça durası kızlar Bir vefa görmedim kaşı karadan Allahım, muradım veresi kızlar. Tanımadım kirpiğinden, kaşından Ayırmadım yareninden, eşinden Öpe idim gerdanından, döşünden Gelin olup bize gelesi kızlar. Donadaydım yeşil ile al ile Besleyeydim şeker ile bal ile Boğum boğum al kınalı el ile Al, yeşil gerdeğe giresi kızlar. Kızlar güzel güzel, aslı huriden Yeryüzünü lale, yesil bü'rü'den Kasvetli gönlümün gamın eriden Karanlık kalbimin çırası kızlar. Karac'oglan gam yükünü götürür Her kötüyü yad ellere getirir Kulağı küpeli oğlan getirir Babası evine giresi kızlar Benim adım dertli dolap Suyum akar yalap yalap Böyle emreylemiş Çalap Derdim vardır inilerim. Ben bir dağın ağacıyım Ne tatlıyam ne acıyım Ben Mevla'ya duacıyım Derdim vardır inilerim. Dolap niçin inilersin Derdim vardır inilerim Ben Mevla'ya aşık oldum Anın için inilerim. Beni bir dağda buldular Kolum kanadım kırdılar Dolaba layık gördüler Derdim vardır inilerim. Dülgerler her yanım yondu Her azam yerine kondu Bu imkan Hak'tan geldi Derdim vardır inilerim. Suyum alçaktan çekerim Dönüp yükseğe dökerim Görün beni neler çekerim Derdim vardır inilerim. Yunus bunda gelen gülmez Kişi muradına ermez Bu fani de kimse kalmaz Derdim vardır inilerim Öyle bir hayat yaşadım ki Cenneti de gördüm cehennemi de Öyle bir aşk yaşadım ki Tutkuyu da gördüm pes etmeyi de Bazıları seyrederken hayatı en önden Kendime bir sahne buldum oynadım Öyle bir rol vermişler ki Okudum okudum anlamadım Kendi kendime konuştum bazen evimde Hem kızdım hem güldüm halime Sonra dedim ki "söz ver kendine" Denizleri seviyorsan, dalgaları da seveceksin Sevilmek istiyorsan, önce sevmeyi bileceksin Uçmayı seviyorsan, düşmeyi de bileceksin Korkarak yaşıyorsan, yalnızca hayatı seyredersin Öyle bir hayat yaşadım ki, son yolculukları erken tanıdım Öyle çok değerliymiş ki zaman Hep acele etmem bundan, . Anladım... Akran değiliz diye Beni çevirme geri: Saçım ağarmış..fakat Kararır, geceleri. Tanrının sokaklarda yalnız dolaştığı zaman Adına kör karanlık diyorlar Güneş de üç-buçuk aylık piçini düşürecek bulvarlara. Hıncımdam Makon'da bir Çinli’ye gözlerimle söveceğim Saygon'da bir otel odasında bulacağım seni Ellerini Portekiz'de unutmuş olacaksın Gümrüksüz gireceksin düşlerime çırılçıplak Beyrut’ta uçağı kaçıracağım Mikaha Sana dönmek mi bir daha Tövbeler olsun.... Özlediğin bu muydu yoksa Tutkulu bir kelepçe vurdular yüreklerimize Adına aşk diyorsun Oysa balıklar Singapur'dan getirmemişlerdi Ağızlarında bu tutkuyu Roma'da kendini satan bir kadın görüp Kadınlığından utanmıştın Melekliğinden utanan şeytanlar gibiydin Sen de yüreğini ellere sattın Mikaha! Sana dönmek mi bir daha Tövbeler olsun.... Bak yine inanasım yok işte Sensiz geçmezdi bu mevsimler Bulvarlara kar yağmazdı Gecenin kör karanlığında Tanrı bizim için ağlamazdı Sevmeyi sevilerek öğrenmiştik Tanrı'ya da biz öğretmiştik üstelik. Belli ki sevmeleri de bırakamıyorum artık Tanrının da gözyaşları tükendi artık Mikaha! Sana dönmek mi bir daha Tövbeler olsun.... Kolay diyorsun Gel bir de sen yaşa sensizliğimi Yalan söylüyor Kuveyt'li petrol kralı Beş gece içmez sana yüzük alırdım Gözlerini Pire'li tayfalara çaldırdın Belki Hong Kong'da bir şişe pirinç rakısına satarlar Belki de ucuzundan ölmeyi göze alırsın Ama sen; ölmüyorsan-ölemiyorsan-ölemeyeceksen Paris benim kentim değil ki Bu serseri izler senin izlerin Mikaha! Sana dönmek mi bir daha Tövbeler olsun.... Bak bu mezarı benim için kazdılar Bu çiçekleri dişi eller getirdi Sözüm var Ölürsem erkekçe öleceğim Ama sensiz ölmeyi beceremem Mikaha! Sana dönmek mi bir daha Tövbeler olsun... beni koyup koyup gitme ne olursun durduğun yerde dur kendini martılarla bir tutma senin kanatların yok düşersin yorulursun beni koyup koyup gitme ne olursun. bir deniz kıyısında otur gemiler sensiz gitsin bırak herkes gibi yaşasana sen işine gücüne baksana evlenirsin çocuğun olur sonun kötüye varacak beni koyup koyup gitme ne olursun. elimi tutuyorlar ayağımı yetişemiyorum ardından hevesim olsa param olmuyor param olsa hevesim yaptıklarını affettim seninle gelemeyeceğim attilâ ilhan beni koyup koyup gitme ne olursun Kalabalık, kabarık şehir; çok şehir, çok beton, yok: İnsan…. Çok: Şehir; hiç: İnsan! . Sevgileri güneşte çekmiş, ruhları eprimiş ve ihanetlerini cüzdanlarıyla besleyen hiç insanlar, geldiler; milli piyango ve otobüs biletleriyle kürdanlarıyla, balgamlarıyla, ayakkabı bağlarıyla nüfus cüzdanlarıyla, “kazı kazan”larıyla, visa kartlarıyla, maskeleriyle, markalarıyla… Güneşin heybetine bakmadan ve aldırmadan rüzgârın zarafetine.... Birer küfe gibiydi omuzlarında hayat; her biri kendince yokuşlarda, her biri amansız yokoluşlarda, şarkıları yankısız, aşkları unutuşlarda... Kapanıp gündüzlerin ıssız odalarına; hepsi çürük akşamlardan ve bayat sayımlardan kalma (!) . Geldiler, göğe bakmadan, dokunamadan o uzak ovalara telaşla, günlerin bulanık sularında.... Hiç insan, sabahın köşesinde kusmuş şehrin şanına; sabahlar akşamına, adamlar aşklarına, kusmuş günlerin bulanık sularında. Sevgisiz kaldık, sevgisiz kaldık kısacık Nisan akşamlarında.... Şimdi hızla yırtılan aşiretlerden aşüfteler, kalpazanlar ve ateistler çıkaran ülkem, savur beni şu pusun, ayazın ortasına, çıkarıp sığ sulardan yakıştır okyanuslara ve kavuştur o eski masal kahramanlarına... Çünkü böyle bir raunt isyan, beş rekat hüzün Yetmiyor haziran akşamlarında.... Şimdi parklar fesleğen kokarken yoksullar soluk soluğa; fıskıyeler upuzun, taşıtlar süratle otobanlarda; telaşla, herkes günlerin bulanık sularında.... Oysa hepimizin gidebileceği bir vadi olmalıydı…. Artık ömürlerimiz bu tükürülmüş bulvarlara kanar Ve rüyalarımızda bir görünür bir kaybolur serin pınarlar; bu yüzden yaktığımız bütün kibrit çöpleri en çok da içimizde yanar ha yanar.... Kalabalık, kabarık şehir; çok şehir, çok beton, yok: İnsan.... Çok: Şehir; hiç: İnsan! . Hiç insan; doyumsuz, tedirgin, korkak... Sabırsız, tutkusuz, kaypak.... Şimdi herkes yüreğinin avlusuna bir servi kadar. Rüyalarında bir görünür bir kaybolur ormanlar. Uyanınca, irileşen boşlukları ihanetle tamamlar.... H i ç. i n s a n: Yitmiş günlerin bulanık sularında… Sadece elbiseler sürüklüyor ardında... coşkusuz, aşksız kaldık Kaldık... Bu kısacık temmuz akşamlarında… Tehî görmen kimseyi hiç kimsene boş değil Eksiklik ile nazar erenlere hoş değil. Gönlünü derviş eyle dost ile biliş eyle Aşk ile eri şol manâda derviş içi boş değil. Derviş bilir dervişi Hak yoluna durmuşu Dervişler hümâ kuşu çaylak u baykuş değil. Dervişlik aslı cândan geçti iki cihândan Haber verir sultandan bellidir yad kuş değil. Ey Yunus Hakk’ı bilen söylemez hergiz yalan İkilik ile gelen doğru yol bulmuş değil Haddeden geçmiş nezâket yâl ü bâl olmuş sana Mey süzülmüş şîşeden ruhsar-ı âl olmuş sana . Bûy-i gül taktîr olunmuş nâzın işlenmiş ucu Biri olmuş hoy birisi dest-mâl olmuş sana . Sihr ü efsûn ile dolmuşdur derûnun ey kalem Zülfü Hârut’un demek mümkin ki nâl olmuş sana . Şöyle gird olmuş Firengistân birikmiş bir yere Sonra gelmiş gûşe-i ebrûda hâl olmuş sana . Ol büt-i tersâ sana mey nûş eder misin demiş El-amân ey dil ne müşkil-ter suâl olmuş sana . Sen ne câmın mestisin âyâ kimin hayrânısın Kendin aldırdın gönül n’oldun ne hal olmuş sana . Leblerin mecrûh olur dendân-ı sîn-i bûseden Lâ’lin öptürmek bu hâletle muhâl olmuş sana . Yok bu şehr içre senin vasfettiğin dilber Nedîm Bir perî-sûret görünmüş bir hayâl olmuş sana Sadelikleriyle sanki eskibir zamana alınlık şu düş köpüren elma çiçekleri Ben ölsem be anacığım Nem var ki sana kalacak Ceketimi kasap alacak, Pardösömü bakkal Borcuma mahsuben... Ya aşklarım Ya şiirlerim ne olacak Ya sen ele güne karşı Nasıl bakacaksın insan yüzüne Hülasa anacığım Ne ambarda darım Ne evde karım var. Çıplak doğurdun beni Çıplak gideceğim Kalk yiğitim, yine dağbaşını duman aldı. Parçalandı bir kıtanın toprakları, Aslan payını aslan olmayan aldı.. Kalk yiğitim, yine dağbaşını duman aldı.. Tulgalı, tulgasız başlar alayı, Kanadlı, kanadsız kuşlar.. Aşılmamış dağlar, çıkılmamış yokuşlar... Dağları, taşları, akar sularıyla, Şu tanıdık toprakta Bir büyük dünya parçası Fatihini aramakta.. Dünyayı ahretten ayıran Duvarları yık da gel, Ay doğar gibi, gün doğar gibi Şu kıpkızıl ufuktan çık da gel! . Kalk yiğitim, yine dağ başını duman aldı. Parçalandı bir kıtanın toprakları; Aslan payını aslan olmıyan aldı.. Kalk yiğitim, yine dağbaşını duman aldı... Ne yatarsın bülbül kalk figan eyle Çağırıp ötmenin zamanı şimdi Kırmızı gül yeşil yaprakta kaldı Dalında ötmenin zamanı şimdi. Benim Şah'ım gelir türlü naz ile Dili tuti kalbi irfan söz ile Kırmızı badeyle cura saz ile Muhabbet etmenin zamanı şimdi. Benim Şah'ım gelişinden bellidir Ak elleri deste deste güllüdür Dertli olanların derdi bellidir Derde dert katmanın zamanı şimdi. Hoca Ahmet söyle sözünü doğru Akar boz bulanık dağların seli Yanına almıştır kuzu dilberi Sarılıp yatmanın zamanı şimdi. Pir Sultan'ım Haydar netti neyledi Sarardı gül benzim ayvaya döndü Dertli olanın derdi belli oldu Merhemi sarmanın zamanı şimdi Bir gece habersiz bize gel Merdivenler gıcırdamasın Öyle yorgunum ki hiç sorma Sen halimden anlarsın Sabahlara kadar oturup konuşalım Kimse duymasın Mavi bir gökyüzümüz olsun Kanatlarımız dokunarak uçalım İnsanlardan buz gibi soğudum İşte yalnız sen varsın Öyle halsizim ki hiç sorma Anlarsın Tek başıma hiç sorunun yanıtını bulamıyorum.Hep yeni hayatlar yaşamayı isterken kendimi aynı hayatı tekrar tekrar yeniden yaşarken buluyorum... Sisli bir gecede yolunu kaybetmiş gemilere benzetiyorum kendimi... Yanına gidip konuşmak isteğim insanları da işte bu kayıp gemilere benzetiyorum. Uzaktan soluk ışıklarını görüyorum... Ama ne onlar bana yaklaşabiliyorlar, ne ben onlara... Sisli gecede birbirimize uzaktan bakıp yeniden kendi kayboluşlarımıza karışıyoruz... Umudum kalmadı artık; bu dünyada düşüncelerimi, beni, duygularımı gerçekten anlayacak birini bulmam imkansız görünüyor artık bana... Ama evimde duramıyorum yine de... Kendimi sokaklara atmak, insanlarla konuşmak, kendimi onlara anlatmak istiyorum. Dinliyor gibi gözüküp dinlemeseler de, anlıyor gibi yapıp gerçekte anlamasalar da... Anılar birer zorba gibi yükleniyorlar üzerime. Durmadan hesap soruyorlar benden... Tekrar tekrar aynı görüntüler belleğimi kanatıyor... Ve hep o yüz... Yüzdeki o ışık ömrümü ortadan ikiye bölüyor. Ne geriye dönebiliyorum, ne ileri gidebiliyorum... Öğrendiğim her yeni bilgi eski inançlarımı koyulaştırmaktan başka bir şeye yaramıyor... O yüzün sahibine kaderini anlatmak isterdim... Oysa o yüz ışığının farkında bile değil. Kendisine rağmen yaşıyor o ışık yüzünde... O yüz ki sevgiden önce nefret etmeyi öğrenmiş... O da kayıp bir gemi ve o da bu kanlı sisin içinde yitirdiği yolunu arıyor... Her kayıp gemi bana kırılgan ve bitimli aşkları hatırlatıyor... Dostluklar sisin ortasındaki kayıp gemiler gibi boğulmuş insan sesleri çıkarıyor... Ziyan olmuş hayatlar bu sisi biraz daha koyultuyor... Her talihsiz karşılaşma başka bir karşılaşmayı daha talihsiz kılmaya gidiyor... Her ziyan edilmiş hayat başka bir hayatı ziyan etmeye gidiyor... Evimin duvarları bile ayrılığın şarkısını söylüyor. Bir başıma dinlemek istemiyorum ayrılığın şarkısını...Ayrılık zorba anılarıyla geliyor... Her zorba anı beni ayrılığın karşısında küçük düşürüyor: Onunla görüşmeye ara verdiğimiz bir dönemdi. Bu defa biraz uzun sürmüştü. Ama hasret yine ağır basmış ve yeniden bir araya gelmiştik. O zaman itiraf etmişti biriyle birlikte olduğunu. Hiç unutmuyorum, ilk tepkim kaç kez oldun, onunla kaç kez yattın, demek olmuştu. Yüzüme çok tuhaf, ve o güne dek hiç bakmadığı gibi bakmıştı... Sadece, ilk bu mu geldi aklına, seni tanıyamıyorum, demişti... Neden ilk tepkimin o olduğunu bugün bile anlamış değilim; ama ne zaman aklıma gelse yüzüm kızarır, utanırım... Ve daha binlerce zorba, acıtan anı... Bu anıların verdiği acıdan kurtulmak için insanların arasına karışmak istiyorum. Demir parmaklıkların arkasında değilim, istediğim yere gidebilirim, istediğim her şeyi yapabilirim; ama ne yapsam, nereye gitsem hep aynı şeyleri hatırlayan belleğimin tutsağıyım sanki... Ben değil, bu zorba anılar götürüyor beni istediği yere... Sevgi nasıl bulaşıcıysa nefret de öyle bulaşıcı... Nasıl bakıyorsa insan dünyaya, öyle görüyor ne görüyorsa... Kararmışsa gönlü insanın, nereye baksa orada kararmış gönüller görüyor... Dibe vurmuşsa hayatı, kimi görse dibe vurmuş sanıyor... Hem öyle bir gece ki bu gözlerim kapanmayı bilmiyor... Gözlerim nereye baksam varlığımın o eski bataklığına çekiyor beni... Oysa hayallerimin rüzgarı beni benden alıp uzaklara götürsün isterdim... Ama hayallerimin kanatları beni anılarımdan koparacak kadar güçlü değil... Hayallerim beni, ben anılarımı seyredip duruyorum... İnsanlardan ne kadar umudu kessem de yine de insansız yapamıyorum. Beni dinlemeyecekleri, asla anlamayacaklarını bilsem de onlara hayatımı anlatmayı seviyorum... Hem korkuyorum onlardan, hem korkularımdan kurtulmak için onlara sarılıyorum yine de.. Tek başıma dolaşıyorum Beyoğlu'nda..Gecenin kim bilir hangi saati, yine de her yer insan dolu.. Kimse evine gitmek istemiyor sanki... Gece koyulaştıkça yalnızlık derdi artıyor... Sadece benim evimin duvarları değil, bütün evlerin duvarları sanki aynı ayrılık şarkısını söylüyor. Kimse tek başına bu şarkıyı dinlemeye katlanamıyor... Evler saçmalığın kederinde boğulmuş, yanlış yerde arıyor herkes kendisini... Anılar zorba, bellek yorgun, hayaller kanatsız... Kimin gözlerine baksam, bu gördüğün ben değilim, ben aslında çok başkasıyım, diyor... Kimi sevsem bu sevgiyle yarışacağı yerde benimle yarışıyor... Kim beni sevse bu sevgide önce kendi yaralarını onarmaya çalışıyor... Sevgi bir eliyle çağırıyor, korku iki eliyle itiyor... Kim beni öpse ayrılığın ipini geçiriyor boynuma... Nereye gitsem, oraya benden önce anılarım gidiyor... Oraya benden önce sevgiyi öğrenmeden önce nefreti öğrenen kadın gidiyor... Nereden dönsem ardımda küskünlüğüm kalıyor... Kimse kurtulamıyor bu küskünlükten. Şiirler, aşk nefret etmektir, diye bitiyor... Taksim'de gecenin bir yarısı tek başıma dolaşıyorum... Bunca geç bir saate rağmen her yer öylesine gürültülü ve kalabalık ki... Onca gürültüye ve onca kalabalığa rağmen her yer aslında öylesine sessiz ve ıssız ki... Sanki insanlar bu ıssızlığı ve sessizliği gizlemek için durmadan boylukta dolaşıp duruyor ve anlamsızca konuşuyorlar... Biraz kuytu, kalabalıktan biraz uzak bir banka oturuyorum... Sanki her yer gözüküyor bu banktan. Ayaklarımın altından mahvolmuş hayatların yanık suları geçiyor... Güçsüz düşmüş inancım aşkımı ne kadar kirletmeye çalışsa da sanki bir el durmadan yıkayıp arıtıyor onu... Kendimle o kadar meşgulüm ki, biraz geç fark ediyorum yanımda orta yaşlı bir adamın oturduğunu. Uzaklara bakıp, benimle hiç ilgilenmiyormuş gibi davransa da beni düşündüğünü anlıyorum... Uzaklara baksa da hayretle ve acıyla aydınlanmış gözlerini görüyorum... Yüzüme bakmadan soruyor: Gece ne kadar sessiz değil mi... Şaşırıyorum benimle aynı şeyi düşündüğüne... Evet, diyorum bir an durakladıktan sonra... Onca gürültüye rağmen öylesine sessiz ki... Çünkü, diye devam ediyor, kimse kimseyi dinlemiyor, herkes kendisine öylesine gömülmüş ki... Neden böyle? diye soruyorum ona... Ellerini kavuşturup uzaklara bakarak yanıtlıyor beni: Hepimiz kendimizi başkalarından çok farklıyız sanıyoruz, ama aslında birbirimize o kadar benziyoruz ki... Bu yüzden birbirimize ne denli çok görünmez bağlarla bağlı olduğumuzu bir bilsek her şey öylesine değişecek ki... Ama bu bağları göremiyoruz bir türlü... Herkes kendisi diye bilmediği bir başkasını anlatıyor ve sonra yeniden kendi karanlığına gömülüyor... Birlikte ama yalnızız, çok yalnızız... Bilir misiniz, İbranice'de bu iki sözcük tek bir harfle ayrılır...Yalnız, yahid, demektir, birlikte ise yahad... Sonra usulca dönüp yüzüme bakıyor: Bana hikayenizi anlatır mısınız, diye soruyor... Şaşırmıyorum bu sorusuna. Yalnızlık ve hayatın bu korkunç belirsizliği öylesine hırpalamıştı ki ruhumu, ona kendimden bahsedersem az da olsa bir teselli bulacağımı hissediyorum... Kanlı bir sisin içinde kaybolmuş gemilere benzettiğim insanları... Ziyan olmuş hayatları... Aşkların nasıl bu kadar kısa bir sürede nefrete dönüştüğünü... Yaralarını onarmak için ilişkiye girenleri, sevmekten korkanları... Zorba anıları, yorgun bellekleri, kanatsız kalmış hayalleri... Her talihsiz karşılaşmanın başka bir karşılaşmayı daha talihsiz kıldığını...Yalnızlığımı ve hayatın o korkunç belirsizliğini..Artık beni anlayacak birini bulmaktan ümidi kestiğimi anlatıyorum ona.. Derin bir nefes alıyor ve sonra yine şehrin solgun ışıklarına bakarak yanıtlıyor: Öyle demeyin.Sizi anlayacak birileri mutlaka vardır.Hem yalnızlık bizi olgunlaştırır, yeni keşiflere hazırlar.Belirsizlikse çoğu kez özgürlüğün kapılarını açar bize. Biraz önce söyledim, hepimiz görünmez bağlarla bağlıyız birbirimize.İşte bu bağları görebilmek ve birbirimizi anlamak için daha çok çaba harcamalıyız. Bize çoğu kez anlamsız görünen olayların, tesadüflerin ardındaki gizli anlamlı göremiyoruz... O şimdi ne yapıyordur... Kim, diye soruyorum şaşkınlıkla... Ayrıldığınız insan. Sizi anlamadığını düşündüğünüz... İçimden karanlık bir ürperti geçiyor: Uyuyordur, bu konuştuklarımızdan hiç haberi yoktur. Dantellerle, pullarla kaplı yastığında uyuyordur, diyorum... Bence o şimdi sizin uykunuzu uyuyordur, sizin rüyanızı görüyordur.Kim bilir belki birazdan uykusundan ağlayarak uyanacak ve bu konuşmayı duymadan duyacaktır... Sizin varlığınızda onun için yaşattığınız her duyguyu hissedecektir... Hiç tahmin edemeyeceğimiz işaretlerle anlayacaktır bunu... İnsanlar arasındaki bu büyüye inanmak gerekir. Karşılaşmalara, tesadüflere inanmak gerekir. Mucizelere... Yaşadığımız her şeyin, en anlamsız görünenin bile ardında bir anlam yatar... Size kendi hikayemi anlatmamı ister misiniz... Elbette, diyorum merakla, dinlemeyi çok isterim... Ben birini öldürdüm biliyor musunuz... Bunu der demez susup etraftaki o gürültülü sessizliği dinliyor bir an. Neye uğradığımı şaşırıyorum. Adamın önce yüzüne sonra da büyük bir dikkatle ince uzun parmaklarına bakıyorum...Bana böylesine huzur veren ve bilgelik dolu şeyler anlatan bu insan bir katildi öyle mi... Yo, bana öyle bakmayın, dedi gayet sakin bir tavırla...Ben de birini öldürmeden önce insan öldürmenin kendim için ne kadar imkansız olduğunu çok düşünmüşümdür hep. Ama birini öldürmek çok anlık bir şey. O an zaten siz siz olmuyorsunuz. Bir başkası giriyor sanki içinize... Şaşkınlığım sürdüğü için lafını kesiyorum: Neden öldürdünüz peki...Bir sakıncası yoksa söyleyebilir misiniz: Bencillik... Kibir... Ruhumu körleştiren arzular... Kıskançlık... Daha çok şey eklenebilir bunlara... Hepimizin içinde var bu duygular... Dilerseniz devam edeyim... Bu korkunç olaydan önce durumum çok iyiydi. İyi bir evliliğim, çok sevdiğim bir kızım, iyi bir çevrem vardı... Karım beni terk etti. Kızım bu olay yüzünden beni reddetti... İşimi, çevremi, dostlarımı kaybettim. Kimse arayıp sormaz oldu. Dayanılması çok güç yıllardı. Geçmişimi bir saplantı haline getirmiştim. Demiştiniz ya, anılar zorbadır, diye... İşte o zorba anılarda kurtulmak bu hayatımın üstüne çıkabilmek için kendimi kitaplara adadım. Elime ne geçerse okuyordum. Felsefe, psikoloji, dinler tarihi, edebiyat... Kitaplar olmasaydı o korkunç yıllar başka nasıl geçerdi ki... Sonra bir gün artık özgürsün, dediler. İnanamadım özgür olduğuma. Ama bir amacınız yoksa, sevdikleriniz yoksa özgür olmanın pek bir anlamı yok... Günlerce karımı aradım, ama bulamadım. Kızımdan da bir haber yoktu... Ne dostlarım, ne param, ne de bir işim vardı. Bunca işsizlikte hapishaneden çıkan, sabıkalı bir adama kim iş verir? Hem de bu yaşta birine... Günlerce başıboş dolaştım.Orada burada yattım. Nereye gidecektim, ne yapacaktım... Kitaplardan öğrendikleriniz bir yere kadar size yardımcı oluyor... Hayat başka bir şey... İntihar etmek istedim, onu bile beceremedim. Bir gün garip bir rastlantı sonucu çok eski bir arkadaşımla karşılaştım. Çok zengin olduğunu duymuştum. Bir yerde oturduk, ona başıma gelenlerden bahsettim. Anlattıklarımdan çok etkilendi. Gözlerinden okudum bunu... Artık benim için hayatın bir anlamı kalmadığını, ölmek istediğimi söyledim ona. Aslında içten içe bana yardımcı olmasını, iş bulmasını ya da biraz para vermesini istiyordum... Benim sana verecek hiç param yok, dedi. Neden, diye sordum, çok zengin olduğunu duyduğumdan bahsettim. Artık değilim, dedi. Bütün paramı, mal varlığımı kimsesiz kalmış sokak çocukları için kurduğu bir vakfa bağışlamış. Zenginlik ruhunu kirletmiş... Ruhunu kurtarmak, arınmak için bu amaca adamış kendini... Eğer ölmek istiyorsan seni engelleyemem. Karar senin, ama dilersen gel benimle vakıftaki işlerimde bana yardımcı ol. Yatacak bir yerin olur, üç öğün karnını doyurursun. Sana başka bir şey veremem... Bunları söyleyip sustu ve gözlerini hiç kaçırmadan gözlerime baktı... İşte o an onun gözlerinde kendi kaderimi gördüm.İnsanların arasındaki o görünmez bağlar vardır, demiştim ya, işte onunla aramdaki o bağı gördüm. O işareti ve o mucizeyi... Tamam, dedim, kabul ediyorum... Ve o gün bu gündür onunla kimsesiz sokak çocukları için çalışıyorum. Hayatımın anlamı buymuş meğerse benim. Bugüne dek bütün yaşadıklarım bu günlere bir hazırlıkmış... O karşılaşma anından sonra her şeye böyle bakıyorum artık... Her birimizin bir başkasının üzerinde mutlaka bir etkisi vardır... Yeter ki aramızdaki o bağı görelim... Sonra yine susup o dingin, o huzur gülümseyişiyle uzaklara bakmayı sürdürüyor.. O susuyor, ama benim içimde bambaşka bir konuşma başlıyor bu defa. İnsanlar arasındaki o görünmez bağların varlığını bildiğim halde neden görmek için daha fazla çaba harcamadığımı soruyorum kendime... Karşılaştığım insanlardan çok kendi benliğime takılı kalmıştı gözlerim... Kendimi keşfetmeye harcadığım enerjinin birazı da başkalarını keşfetmeye çalışsaydım anılarım bu kadar zorba olmazdı bana... Belleğim bu kadar yorgun, hayallerim bu denli kanatsız olmazdı...Ayrılsam da, bir daha onu görmeyecek olsam da, bir zamanlar o çok sevdiğim insanın uykuya daldığında benim rüyamı göreceğini bilmezden gelmezdim... Bu iç konuşmalarımı o sırada önümüzden geçmekten olan bir şair arkadaşım bölüyor. Haberin var mı, diyor, Ece Ayhan bu gece öldü...Ustayı kaybettik... Bir an ne diyeceğimi bilemiyorum. Bu gece her şey o kadar üst üste gelmişti ki benim için... Binlerce anı üşüşüyor beynime o an... Ama bu defa anılar eskisi gibi zorba değildi... Her anı bir diğerine ekleniyor; her anlam, her görüntü, her işaret bir diğerine bağlanıyor ve bağlandıkça yine anlamlar, yeni değerler kazanıyordu... İster misiniz, size Ece Ayhan'la ilgili bir hatıramı anlatmamı, diye soruyorum yanımdaki adama... Yanıt vermeden sadece başını sallıyor ve yüzündeki incecik hüzünle gülümsüyor... Ece Ayhan hayatımda çok önemli bir yer tutar... Sadece benim için değil, bu ülkede şiir yazan, şiir okuyan, şiiri seven birçok insan için de çok önemliydi o... Anlaşılması güçtü, çok kapalıydı şiirleri, ama garip büyü, bir tılsım vardı onlarda... Sanki bilinçaltımızı okurdu o... Bu ülkenin bilinçaltını... Hayatımda vazgeçilmez bir değeri olan şair Nilgün Marmara da onu çok önemserdi. Ece Ayhan şiirinin sıkı takipçisiydi. Dahası aralarında çok sıkı bir dostluk vardı. Ece Ayhan'ı evinde ağırlar, onu kollar ve gözetirdi. Bir gün Nilgün Marmara yaşamaktan vazgeçti ve kendisini bu hayatın öte tarafından çağıranların yanına gitti. Beşinci kattaki evinin penceresinden boşluğa bıraktı o narin, o kırılgan bedenini... Ne acıydı ki birileri bu intihardan Ece Ayhan'ı sorumlu tuttular... Hatta bu suçlamayı yazıya dökenler bile oldu. Bir şiirinde; 'Her yakın zulmün küçük hisseli uzak ortağı' dediği içindi belki de... Bu dedikodular ve suçlamalar etkisini göstermiş olacak ki, bir akşam Ece Ayhan arkadaşlarıyla bir meyhanede otururken kızın biri yanına bir şey söylemek maksadıyla yaklaşmış ve arkasına sakladığı bir şişe kırmızı şarabı başından aşağı dökmüş... Ece Ayhan hiçbir şey yapmamış, ama sadece şunu söylemiş; babalarına yapamıyorlar, bana yapıyorlar; çünkü güçleri bana yetiyor... Bunu duyduğumda çok üzülmüştüm. Çünkü o üzerindeki ceketten başka ceketi yoktu Ece Ayhan'ın... Eminim, kırmızı şarapla lekelenen o ceketini temizleyiciye verecek parası bile yoktu... Bu sırada yanımdaki adam sözümün arasına giriyor: Kim bilir, belki de Ece Ayhan'ın başından aşağı şarap döken o kız benim kızımdır... Bunu bana yapmayı çok isteği halde yapamadığı için ona yapmıştır... Çünkü onu küçük yaşta hapse girerek babasız bıraktığım için beni hiç affetmedi... Ama lütfen siz devam edin... Bu olaydan birkaç gün sonra babam öldü. Önce Nilgün, ardından babam... Nasıl bir rastlantıydı bu... Hayatta en çok sevdiğim iki insanı peş peşe kaybetmiştim... Bir gün eve gittiğimde annemi gözyaşları içinde babamın elbiselerini fakirlere, ihtiyacı olanlara dağıtmak için torbalara yerleştirdiğini gördüm. Babamın bir ceketini istedim annemden... Ne yapacaksın, diye sordu. Kim olduğunu sorma anne, birine vereceğim sadece, dedim... Pekiyi, sen bilirsin, deyip bir ceket uzattı bana, sonra da babamın diğer elbiselerini katlayıp torbalara doldurmaya devam etti... Babamın ceketini önce bir temizleyiciye verip temizlettikten sonra Ece Ayhan'a götürüp hediye ettim. O zaman Tarlabaşı'nda virane bir evde kalıyordu... Zahmet etmişsin, ihtiyacım olduğunda giyerim, dedi sadece... Aradan bir iki hafta geçti. Bir gün annemle oturmuş konuşurken, biliyor musun dün gece baban rüyama girdi, ceketini verdiğin adamı sordu, söyle ona dedi, ceketimi verdiği adam çok iyi bir insanmış, iyi bir şey yapmış, dedi... Sahi kime verdin o ceketi, diye sordu annem... Tanımazsın anne, sorma, diyerek gözyaşları içinde yanından ayrılıp öbür odaya geçtim...İşte sizin söylediğiniz o görünmez bağlar... O işaretler, o mucizeler... Daha konuşacak ne vardı ki; neredeyse sabah oluyordu, ama gözlerim kapanmak bilmiyordu... Kalkıp yanımdaki adama son kez bakıyorum ve ona veda ederken şunu soruyorum: Pekiyi, siz ne arıyorsunuz bu saatte, bu bankta kimi neyi bekliyorsunuz? O dingin, o gözyaşlarıyla biraz daha aydınlık bakan gözleriyle: Kim bilir belki de sizi bekliyordum, diyor... Bana hikayenizi anlatmanızı bekliyordum... Karadutum, çatal karam, çingenem Nar tanem, nur tanem, bir tanem Ağaç isem dalımsın salkım saçak Petek isem balımsın a gülüm Günahımsın, vebalimsin.. Dili mercan, dizi mercan, dişi mercan Yoluna bir can koyduğum Gökte ararken yerde bulduğum Karadutum, çatal karam, çingenem Daha nem olacaktın bir tanem Gülen ayvam, ağlayan narımsın Kadınım, kısrağım, karımsın. . II. Sigara paketlerine resmini çizdiğim Körpe fidanlara adını yazdığım Karam, karam Kaşı karam, gözü karam, bahtı karam Sıla kokar, arzu tüter Ilgıt ılgıt buram buram. Ben beyzade, kişizade, Her türlü dertten topyekün azade Hani şu ekmeği elden suyu gölden. Durup dururken yorulan Kibrit çöpü gibi kırılan Yalnız sanat çıkmazlarında başını kaşıyan Artık otlar göstermelik atlar gibi bedava yaşayan Sen benim mihnet içinde yanmış kavrulmuşum . N'etmiş, n'eylemiş, n'olmuşum Cömert ırmaklar gibi gürül gürül Bahtın karışmış bahtıma çok şükür. Yunmuş, yıkanmış adam olmuşum. . Karam, karam Kaşı karam, gözü karam, bahtı karam Sensiz bana canım dünya haram olsun.. ŞİİRİN HİKAYESİ:. 1949'da bir gün İstanbul Büyük Kulüp'teki bir toplantıda, davetliler Bedri Rahmi Eyüboğlu'ndan bir şiir okumasını istediler. Eyüboğlu ayağa kalktı ve Karadut'u okumaya başladı: . "Karadutum, çatal karam, çingenem/ Daha nem olacaktın bir tanem/ Gülen ayvam, ağlayan narımsın/ Kadınım, kısrağım, karımsın".... Bedri Rahmi, şiiri okurken aniden gözlerinden yaşlar süzüldü.Salondaki herkes niye ağladığını anlamıştı; tabii herkesten çok, hemen yanı başındaki karısı Eren Eyüboğlu... Çünkü şiirde "kadınım, kısrağım, karımsın" dediği kadın, karısı değildi.Bu şiiri 3 yıl önce, bir başka kadın için yazmıştı: Mari Gerekmezyan.... Mari, Bedri Rahmi'nin asistanlık yaptığı Güzel Sanatlar Akademisi'nin heykel bölümüne misafir öğrenci olarak gelmişti.O dönem askerliğini yapmakta olan şair-ressamın sinesine, "kara saplı bir bıçak gibi" saplanmıştı. Mari, Bedri Rahmi'nin bir büstünü yapmıştı. Bedri Rahmi bu büstü, Mari'nin çeşit çeşit portresiyle ve ona yazılmış şiirlerle yanıtlamıştı.Artık aşklarından bütün İstanbul haberdardı. Bedri Rahmi, sanatında tam bir patlama yaşıyor, Eren Eyüboğlu ise sabırla eşinin kendisine dönmesini bekliyordu.. "Karadut", 1946'da menenjit tüberküloz kaptı. İyileşebilmesi için antibiyotik lazımdı. Savaş yeni bitmişti ve ilaç ateş pahasıydı.Bedri Rahmi, genç sevgilisine ilaç alabilmek için tablolarını elden çıkarmaya başladı. Ancak bu çabalar da sonuç vermedi ve o yıl İstanbul Alman Hastanesi'nden Mari Gerekmezyan'ın ölüm haberi geldi.Bedri Rahmi yıkılmıştı.Sevgilisini sonsuzluğa uğurladıktan sonra keder içinde eve döndüğünde kendisini teselli eden, yine eşi Eren olacaktı.O dönem içkiye başladı ünlü şair.... Aşağıdaki şiir, o dönemin ürünüdür: "Türküler bitti/ Halaylar durdu/ Horonlar durdu/(..) Hüzün geldi baş köşeye kuruldu / Yoruldu yüreğim, yoruldu.". Eren Eyüboğlu, eşinin bu zor dönemi atlatmasına yardımcı oldu. Onu yeniden sanatıyla buluşturmak için çabaladı.Başardığını sanıyordu.Ta ki Büyük Kulüp'teki o geceye kadar... "Karadut"u okurken, Bedri Rahmi'nin yanaklarından süzülen gözyaşları, sevda yarasının hâlâ kapanmadığının kanıtıydı.Bunun üzerine Eren, bir süre Paris'te yaşamaya karar verdi. Oradan eşine yazdığı bir mektupta "o gece"yi hatırlattı:. 4 Ocak 1950 - PARiS "Canuşkam, Kulüpte bir gece, şiir okumuştun, hani! Hatırladın mı? Gözlerinden, birden yaşlar döküldüğünü görünce içimin karardığını hissetmiştim. Sesin, nasıl titremişti.Hey! Bütün bunları hatırlıyor musun? Sanki böğrüme, kızgın bir ütü yapmışmış gibi olmuştum. O gece... Senin seneler sonra bile olsa yanıp tutuştuğunu anlamıştım! Bedri'nin ruhuna, insan üstü bir gücün acıyıp, ona güç vermesi için dua etmiştim. Ruhunun çektiği acıları Allah dindirsin. Allah sana resim yapma sevinci versin ve bizim yanımızda yaşamaktan, mutluluk duyabilmeni sağlasın. Eren.". Bu dualar işe yaradı.Bedri Rahmi, 11 yaşındaki oğluyla eşine döndü. 1974'teki ölümüne kadar geçen çeyrek asrı, aynı evde çalışıp üreterek, diz dize birlikte tükettiler. Suları boğdu dalgalar. Ses hoyrat, sevinç yılgın, şakaklarım sonbahar…. İklimi kurak aşkların… Yapışmış tenime ter, elime kir, sessizliğin ortasında bir deli rüzgâr.. Akşamdır avuçlarında marmara'nın… Akşamdır, şiire karıştı sular, sularda çoğalır sevdalar; ellerim ah ellerim, nasıl anlatsam, gece… Gece kokuyor çocuklar… Kara gözlüm bu ayrılık yetişir, İki gözüm pınar oldu gel gayrı. Elim değse akan sular tutuşur İçim dışım yanar oldu gel gayrı.. Ayların sırtında yıllar taşındı, Sanma ki garibi eller düşündü. Bebekler evlendi, yollar aşındı Kozalaklar çınar oldu gel gayrı.. Hesap et, gideli sen gurbet ile Otuz ay tutuldu kolay mı dile? Hapisler, sürgünler, esirler bile Sılasına döner oldu gel gayrı.. Gönlüm sende, gözüm yollarda durdu, Saat isyan etti, takvim kudurdu. Hasret hançerini bağrıma vurdu Yüreciğim kanar oldu gel gayrı.. Emeği boşadır yuvasız kuşun... Nerdeyse toprağa değecek başın. Beni düşünmezsen kendini düşün Herkes seni kınar oldu gel gayrı.. Vur Emri Dünyanın üzerinde kurulu direk Emek sayılmadan, sızlar bu yürek Bu düzeni kim kurmuş bizler de bilek Söyle canım söyle dinlesin canlar. Ocağa koymuşlar köşe taşını Hak kollasın gerçeklerin işini Bir gün ağrıdırlar senin başını Söyle canım söyle dinlesin canlar. Adem eker yeryüzüne ekini Ekin saklar yer altında kökünü Ayıkla gör karasını akını Söyle canım söyle dinlesin canlar. Pir Sultan Abdal'ım farz eylesinler Yola gelmeyenden edilmez minnet Cümlenin muradı dünyada cennet Söyle canım söyle dinlesin canlar Ayıp ne, günah ne, bilmiyor adam Yüzüne tükürsen silmiyor adam Memleketi dilim dilim diliyor Karpuzu yutuyor, dilmiyor adam! .. 14.02.2006/Vakit Dertli ne ağlayıp gezersin burda Ağlatırsa mevlam yine güldürür Nice dertli kondu göçtü burada Ağlatırsa mevlam yine güldürür. Bu dert benim munisimdir yarimdir Arşa çıkan benim ah ü zarımdır Seni ağlatan lutf ıssı kerimdir Ağlatırsa mevlam yine güldürür. Daim Hakk'a cemalini dile dur Zikr ile mevlayı dilden anadur Kahrı kime ise lütfu onadır Ağlatırsa mevlam yine güldürür. Sevdaya salma şu garib başını Akıtır gözünden kanlı yaşını Kerimdir onarır kulun işini Ağlatırsa mevlam yine güldürür. Yunus senin gözlerinde çok hal var Önünde uğrayıp geçecek yol var Gece gündüz dur da mevlaya yalvar Ağlatırsa mevlam yine güldürür Karanlığa can düştü Acı haber yetişti Ateş sardı her yanı Sanki alan tutuştu Uçmağa vardı gönül, emri ferman yürüdü, Kolum kanadım kırık, ulu kervan yürüdü, Ay yıldızlı tabutun, nişanında sır gizli Bülbüllerin feryadı, goncalarda zor gizli Ben sana sus diyemem, ağla karanfil ağla Bozkurtların yastadır, şimdi karalar bağla. Gideri iken semadan, kar düştü çiçeklere Kerem yangını gibi, ar düştü çiçeklere Vakit tamam olunca, kapılarını açtılar Sırattan geçer iken, el eyleyip geçtiler Sonunda şehitlerin, buluştuğu an geldi Kapıları açtılar dediler ki han geldi Saf saf oldu melekler, göründü O'nun yüzü Hanlar hanı Bayındır, haber saldı her ada İlteriş'e, Saltuk'a, Kültigin'e Kürşat'a Orda kavuşma günü, bu tarafta matem var Payesine ayrılmış, sırrı suret hatem var Biliriz ki orada seni dostlar ağırlar Burada yürekler yanık, yanar burda bağırlar Gözün aydın daracık, gözün aydın Esendağ Erciyes'te göz yaşı, yetim kaldı Hasandağ Ardın sıra dualar, tekbir veren gönüller O an gazi dervişler, hem alperen gönüller Yemin ettiler yemin, sancağa dikmek için Toprağı devirmeli, tohumlar ekmek için Şimdi türbedarların, bayrak tutar gün gece Dervişlerin, Alplerin orda yatar gün gece Kimisi toya gider, kimisinde sünnet var Ora ' Türk'ün Türbesi ', can olana kıymet var Sonumuz kara toprak, gün gelirde gideriz Uzaklarda değilsin, yanımdasın sevdiğim, Öyle özlemişim ki, canımdasın sevdiğim. . Sefaiyem vay bana! Canan gitti... can gitti... Başın sağ olsun Turan Başbuğ Alparslan gitti! ... ameliyat odasına alındığında bir çocuk kapıda ağlaşarak onu beklerler yaşamın kolay bozulan bir oyun olduğunu bilen oyuncakları Güzel ne güzel olmuşsun Görülmeyi görülmeyi Siyah zülfün halkalanmış Örülmeyi örülmeyi. Mendilim yudum arıttım Gülün dalında kuruttum Adın ne idi unuttum Sorulmayı sorulmayı. Seğirttim ardından yettim Eğildim yüzünden öptüm Adın bilirdim unuttum Çağırmayı çağırmayı. Benim yarim bana küsmüş Zülfünü gerdana dökmüş Muhabbeti benden kesmiş Sevilmeyi sevilmeyi. Çağır Karac'oğlan çağır Taş düştüğü yerde ağır Yiğit sevdiğinden soğur Sarılmayı sarılmayı O şimdi yalnızdır. Anasız,babasız, Şapkasız,elbisesiz. Her şeyi arkada bıraktı. Ne konuşacak arkadaşı, Ne okuyacak kitabı var, Yalnız Yapayalnız. İşte yine can sıkıntısı bana bir şiir yazdıracak. Tırnaklarım uzamış, İçimde yaralı bir aşk.. İçimde yaralı bir aşk ve birkaç piyes ölüsü, birkaç gözyaşı kırıntısı, intihar gelgiti birkaç.. Sırtüstü uzandım dünyaya, odamın ampülüne bakıyordum, ampulün bağlı olduğu borunun tavanda kıvrılışına.. Tavanda kıvrılışına birkaç damla gözyaşının birkaç damla tentürdiyot, kalbim ağrıyordu, bir yaz- günü düştüm sokaklara, karanlık sokaklara düştüm, bir yaz gecesiydi galiba, ürpererek indikçe bayırlardan, kimsesiz ve boş alanlara, çaresiz, bomboş bir cesettim, bir suyla dolu bir kova olarak kalmışım dünyada. Herkes kim bilir nerdedir- şimdi? sevgilim...Kim bilir- nerdesin? Kalbim -ki bir gün durur- var mıydı acaba? Ölümü ve tuzlu fıstıkları unutmadım, bayat tuzlu fıstıkları. Sarhoşlar kusardı bir de ben varken orda.Dünya'da. 1965 yılında. Bir savaş ve hüzün korkusuyla kahvelere dolardı insanlar Sevgilim! Sevgilim! 'Kanayan yerim benim' çürük yumurta, bayat pastırma ve bamya yenilen bir lokantada mareşal fevzi çakmak, koca yusuf dünya güzeli fatma dostumdular. Ben o şehirde yalnızdım bunu kimseler bilemez gidip gidip rıhtıma dururdum. Kör bir dilenci vardı, o da- dostumdu, beni- evlendirmek isterdi kızıyla. Ben içimde bir acıyla boyna bir resim yapardım. Sarı kurdeleli kızlara- hikâyeler anlatırdım hatta uzak dünyalar ve albert aynştayn hakkında. Onlar uzun uzun susarlardı. Güzelim kızlari Hürriyet- gaztesi okurlardı Ses ve Hafta.. Her şey o kadar birbirinin aynıydı, hayat- akıp gidiyordu sıkıntıyla. Domino taşlarına ve bir nehrin akışına benzeyen cesur ve genç hayat.Akıp giden. Kitapçı vitrinlerini ve alanları hızla eskiten- hayat, bazen- beni heyecanlandırırdı. Yağmurlu, ıhlamur ağaçlı bir yolda kocaman, eflatun, bir güneş tıkanırdı gırtlağıma onu karnıma sokardım. Güneşi, göğsüme ve karnıma. Akşam- beni bulurdu bir koyda. Kırlara doğru koşardım bir bağırtıyla. Az önce ıslanmış kırlara, serin ve bereketli, her zaman bağışlayan, o taze, ve hüzün- anası kırlara.... Sevgilim! Sevgilim Gece- yürüyor, Dünya- yürüyor ordularla. Kitaplarla ve matbaacı- çıraklarıyla. İçimde- bir dağ çeşmesi akıyor... Sabah oldu oluyor anında- eski, külüstür, kömür- yüklü sarı bir kamyonla yanında durmuştuk, orman- battaniyeliydi hâlâ. Bir hastane odasında- sabaha karşı, yaralı- bir onbaşı gibi uyuyordu. Sabaha- karşı bir hastane odasında- aklıma çanlar geliyor. Bir adam- kesik çocuk başları satıyor. Yeniden hüzünle başlıyorum bir romana... Ey! Üzerinde yıllar vadedilmiş Mavilikler ortasında ada Bu sonbahar günü ruhumda geniş Ve karanlık hatıran canlanmada. Bu ürkek, sakin sonbahar akşamı Denizlere doğru taşıyor ruhum Denizler doldurmuş bütün dünyamı Sana denizlerden sesleniyorum. Ben denizlere aşinayım artık Yabancım değil deniz musikisi İlk aşk kadar temiz bu aşinalık Deniz sevgililerin en iyisi. Deniz insanlarının hepsi cömert Denizler, denizler doldurdu beni Denizler mavi, denizler lacivert Deniz insanlarının gönlü gani. Denizlerin beyaz gemileri var Dağlar misali heybetli küpeşte Işıkla, nurla yoğrulmuş dalgalar Deniz insanları yanmış güneşte. Anlıyorum köpüklerin dilinden Onlar ki sonsuzluğa gönül vermiş Martılar bir kıtanın sahilinden Bambaşka bir kıtaya kanat germiş. Dalgalar... Dalgalar... Dalgalardan yüce Bulutlardan beyaz ve hür dalgalar Benim avare ve mahzun gönlümce Zamanla beraber yürür dalgalar. Her saat benimle beraber deniz Keskin poyrazları içime dolar Söyleyin, söyleyin neredesiniz İyi yürekli tayfalar, muçolar. Sana geliyorum deniz, beni sar İçimde mesafelerin korkusu Renkten besteler, köpükten çalgılar Ey emsalsiz musiki! Ey tuzlu su! . Gönlüm maviliğin sonsuzluğunda Düşüncem deniz kenarına gider Gemiler görürüm deniz ufkunda Yelkenleri alev alev gemiler. Ey neşeli ve bahtiyar tayfalar! Deniz şarkısı söyleyin bana Kapansın şu hasret dolu sayfalar Giderim bir limandan bir limana. Rüyalar gibi deniz yolculuğu Güneşle beraber çıkılır yola Bir türkü tutturur deniz çocuğu 'Heyamola, dalgalar heyamola! '. Her akşam düşsün gözbebeklerime Masmavi denizlerin aydınlığı Dövmeler işletip bileklerime Söyleyeceğim bu mavi şarkıyı. Bütün şehirleriniz sizin olsun Ben aşığım dalgaların sesine Taparcasına, ölürcesine İçimde ne varsa denizin olsun Sesinde ne var biliyor musun Bir bahçenin ortası var Mavi ipek kış çiçeği Sigara içmek için Üst kata çıkıyorsun. Sesinde ne var biliyor musun Uykusuz Türkçe var İşinden memnun değilsin Bu kenti sevmiyorsun Bir adam gazetesini katlar. Sesinde ne var biliyor musun Eski öpüşler var Banyonun buzlu camı Birkaç gün görünmedin Okul şarkıları var. Sesinde ne var biliyor musun Ev dağınıklığı var İki de bir elini başına götürüp Rüzgarda dağılan yalnızlığını Düzeltiyorsun. Sesinde ne var biliyor musun Söylemediğin sözcükler var Küçücük şeyler belki Ama günün bu saatinde Anıt gibi dururlar. Sesinde ne var biliyor musun Söyleyemediğin sözcükler var Can verme sakın aşka aşk afeti candır Aşk afeti can olduğu meşhuru cihandır. Sakın isteme sevdayı gam aşkta her an Kim istedi sevdayı gamlı aşk ziyandır. Her ebrulu güzel elinde bir hançeri honriz Her zülfü siyah yanında bir zehirli yılandır. Yahşi görünür yüzleri güzellerin emma Yahşi nazar ettikte sevdaları yamandır. Aşk içre azap olduğu bilirem kim Her kimseki aşıktır işi ahü figandır. Yadetme güzel gözlülerin merdümi çeşmin Merdüm deyip aldanma kim içtikleri kandır. Gel derse Fuzuli ki güzellerde vefa var Aldanmaki şair sözü elbette yalandır. Adana'ya bir gün yolun düşerse Beni bitpazarında ara Bil ki anıları bir sandığa koyup Haraç-mezat satıyorumdur Sana yazdığım şiirleri Bir kadeh şaraba değişiyorumdur. Berlin'e yolun düşerse bir gün Metrolarda beni ara Kayıp çocuklar gibi ağlıyorumdur Adını duvarlardan siliyorumdur. İstanbul'a yolun düşerse bir gün Kadıköy'de beni ara Ben de seni arıyorumdur Sevdiğimi söyleyecektim sana Seni bekliyorumdur -Kahraman Ordumuza-. Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak; Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak. O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak; O benimdir, o benim milletimindir ancak.. Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilâl! Kahraman ırkıma bir gül... Ne bu şiddet, bu celâl? Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl; Hakkıdır, Hakk’a tapan, milletimin istiklâl.. Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım. Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım! Kükremiş sel gibiyim: Bendimi çiğner, aşarım; Yırtarım dağları, enginlere sığmam taşarım.. Garb’ın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar; Benim îman dolu göğsüm gibi serhaddim var. Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir îmânı boğar, «Medeniyyet! » dediğin tek dişi kalmış canavar? . Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma sakın; Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın. Doğacaktır sana va’dettiği günler Hakk’ın... Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.. Bastığın yerleri «toprak! » diyerek geçme, tanı! Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı. Sen şehîd oğlusun, incitme, yazıktır, atanı: Verme, dünyâları alsan da, bu cennet vatanı.. Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki fedâ? Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ! Cânı, cânânı, bütün vârımı alsın da Hudâ, Etmesin tek vatanımdan beni dünyâda cüdâ.. Rûhumun senden İlâhî şudur ancak emeli: Değmesin ma’bedimin göğsüne nâ-mahrem eli; Bu ezanlar -ki şehâdetleri dînin temeli- Ebedî, yurdumun üstünde benim inlemeli.. O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım; Her cerîhamdan, İlâhî, boşanıp kanlı yaşım, Fışkırır rûh-i mücerred gibi yerden na’şım! O zaman yükselerek Arş’a değer, belki, başım.. Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl! Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl. Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl: Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyyet; Hakkıdır, Hakk’a tapan, milletimin istiklâl. Beş dil biliyormuş ünlü kişi Ünlü ve saygıdeğer Bir de Türkçe öğrense Altı eder Yogrulurken camurum, sence de belliydi özüm, Ne günah isleyeceksem biliyordun onu tüm, Yargin olmazsa eger, isleyemez kimse sucu, Neden öyleyse kiyamette yakarsin a gözüm! Ne şarkılar yazdık- biz ne şiirler Hiç kimse sevmeden ölmesin diye Ne ağıtlar yaktık ne çok türküler İçimizde umut bitmesin diye. Kağıt yürek oldu kalem sevgili Yaşadık sevdaya barışa deli Uzattık düşmana-dosta bu eli Çocuklar savaşı görmesin diye. Taş mıdır- kaya mı gönül kapınız Gün gelir yıkılır saltanatınız Biz ne canlar verdik-siz ne yaptınız Analar gözyaşı dökmesin diye Çocuklar boynunu bükmesin diye.... Ahmet Selçuk İlkan 'Erkekler hep yalnız ağlar' kitabından www.ahmetselcukilkan.com.tr www.erkekleryalnızaglar.com İster ağla, ister uyu bebeğim Yüreğime kundakladım ben seni Yakacaksan, yak ta kurtul; ne deyim Ateş diye kucakladım ben seni.. Bilemezsin.. can yakmaz ki bilesin Ağrı, sızı bırakmaz ki bilesin Yara açmaz, kan akmaz ki bilesin Gözlerimle bıçakladım ben seni.. Mektup yazdım baharına, yazına Gölgeden çık, güneş doysun hazzına Kilit vurdum gecelerin ağzına Rüyalara yasakladım ben seni.. Gönlümü vermişim, güle ne hacet Daha başka bir gönüle ne hacet Altına, elmasa, tüle ne hacet Şefkatimle duvakladım ben seni.. (Yasaklı Rüyalar) Bu uzaklardan ürüyen zağarlar ki şehirdir Üleşemiyorlar zaar gece denen kemiği, Erken o bed sesli avcı, Ezân-ı Muhammedî Önüne katıyor onca yeziti... Allah ekberdir! Allah...! Lakin inliyor gene uykusunda Mahir Ve hep böyle demeç verircesine sayıklayan Şerifoğlu O..lığını bilsin, diyor, ben kulluğumu! Velhasıl: Bu her gece uykusunda bağırıp çağıran, ağlayan, gülen, konuşan, isyan eden, yalvaran, küfreden, diş gıcırdatan Adem Babalar arasında, Bu damsız damda, Bu Havvasız havada “Saf Şair” olamıyor adam, sökmüyor sırf şiirsel yorum. Hani Ben artık şarkı dinlemek değil, şarkı söylemek istiyorum, diyor ya Nâzım, Ben de artık şiir düzmek değil, şiiri düzmek istiyorum. Yavru güzel olmak için Yâre bir ben gerek bir ben Aşık aklın almak için Yâre bir ben gerek bir ben. Hançer almış destine Beni öldürmek kastına Beyaz gerdanın üstüne Yâre bir ben gerek bir ben. Karacaoğlan çaresi ne Melhem vurun yaresine İki kaşın arasına Yâre bir ben gerek bir ben Ben seni sevdim mi? Sevdim, kime ne Tuttum, ta içime oturttum seni Aldım, okşadım saçlarını, öptüm İçtim yudum yudum güzelliğini. Ben seni sevdim mi? Sevdim elbette Bendeydi özlemlerin en korkuncu Çıldırırdım sen ne kadar uzaksan, Aşk değil, hiç doymayan bir şeydi bu. Ben seni sevdim mi? Sevdim doğrusu Sevdikçe tamamlandım, bütünlendim Biri vardı ağlayan gecelerce Biri vardı sana tutkun; o bendim. Ben seni sevdim mi? Sevdim en büyük En solmayan güller açtı içimde Ömrümü değerli kılan bir şeydin Sen benim boz bulanık gençliğimde. Ben seni sevdim mi? Sevdim, öyle ya Bir çizgiye vardım seninle beraber Ve bir gün orada yitirdim seni Ben seni sevdim mi? Sevdim.... Hayat dağ gibi, inan ki Doğar doğmaz bunalırsın Yaşamak kolay mı sanki Kuruda, yaşta kalırsın. Yanlızlık var, üzülmek var Çaresizlik, ezilmek var Zaman bir çeşmedir; bahar Süzülür, kışta kalırsın. Karanlıktır sağın, solun Zayıfsan, bükülür kolun Bazen düze çıkar yolun Bazen yokuşta kalırsın. Gülersin mutluymuş gibi Hakikati bulmuş gibi Hep zavallı bir kuş gibi Büzülür, taşta kalırsın. Aldanırsın insanlara Dalarsın derin sulara Yenilirsin korkulara Siste, ateşte kalırsın. Ömrün düzeni bozulur Dostların hepsi kaybolur Aynalara düşman olur Devr-i geçmiş'te kalırsın. Hiç eksilmez ah ü zarın Seninledir intizarın Serüven biter, mezarın Kazılır; düşte kalırsın. Kaderin önünde eğil Doğmamak elinde değil Gözlerinin yaşını sil Hayattan zevk de alırsın 'İçimizdeki beyinsizlerin işledikleri yüzünden, bizi helâk eder misin, Allah’ım? ' . (A’râf 155) . Yâ Râb, bu uğursuz gecenin yok mu sabâhı? Mahşerde mi bîçârelerin, yoksa felâhı! . Nûr istiyoruz... Sen bize yangın veriyorsun! 'Yandık! 'diyoruz... Boğmaya kan gönderiyorsun! . Esmezse eğer bir ezelî nefha, yakında Yâ Rab, o cehennemle bu tûfan arasında . Toprak kesilip, kum kesilip Âlem-i İslâm; Hep fışkıracak yerlerin altındaki esnâm! . Bîzâr edecek, korkuyorum, Cedd-i Hüseyn'i En sonra, salîb ormanı görmek Harameyn'i . Bin üç yüz otuz beş senedir, arz-ı Hicaz'ın Âteşli muhitindeki sûzişli niyâzın . Emvâcı hurûş-âver olurken melekûta Çan sesleri boğsun da gömülsün mü sükûta? . Sönsün de, İlâhi, şu yanan meş'al-i vahdet Teslîs ile çöksün mü bütün âleme zulmet? . Üç yüz bu kadar milyonu canlandıran îman Olsun mu beş on sersemin ilhâdına kurban? . Enfâs-ı habisiyle beş on rûh-u leimin Solsun mu o parlak yüzü Kur'an-ı Hakim'in? . İslâm ayak altında sürünsün mü nihâyet? Yâ Rab, bu ne hüsrandır, İlâhi, bu ne zillet? . Mazlûmu nedir ezmede, ezdirmede mânâ? Zâlimleri adlin, hani öldürmedi hâlâ . Câni geziyor dipdiri... Can vermede mâsûm Suç başkasınındır da niçin başkası mahkûm? . Lâ yüs'ele binlerce sual olsa da kurbân; İnsan bu muammalara dehşetle nigeh-bân! . Eyvâh! Beş on kâfirin îmanına kandık; Bir uykuya daldık ki: cehennemde uyandık . Mâdâm ki, ey adl-i İlâhi yakacaktın... Yaksaydın a mel'unları... Tuttun bizi yaktın . Küfrün o sefil elleri âyâtını sildi: Binlerce cevâmi' yıkılıp hâke serildi . Kalmışsa eğer bir iki mâbed, o da mürted: Göğsündeki haç, küfrüne fetvâ-yı müeyyed! . Dul kaldı kadınlar, babasız kaldı çocuklar, Bir giryede bin ailenin mâtemi çağlar! . En kanlı şenâatle kovulmuş vatanından Milyonla hayâtın yüreğinden gidiyor kan! . İslâm'ı elinden tutacak, kaldıracak yok... Nâ-hak yere feryâd ediyor: Âcize hak yok! . Yetmez mi musâb olduğumuz bunca devâhi? Ağzım kurusun... Yok musun ey adl-i İlâhî! . 4 Cemaziyelevvel 1331 - 28 Mart 1329 (1913) Pazar günleri içinizin sıkılması ne kötü, ne kötü sararmış perdeler, gizli aşk, televizyon taksitleri. Hem kocanız bile anlıyormuş artık sizi... Benimse uzun süren ergenliğim henüz bitmedi... oysa çoktan yitirmişim kadınlık nüansını kauçuk yastıklarla sevişmekten.... Ve yıllardır o uzun öğle sonları annemin çamaşırdan kurumuş ellerine dokununca ellerim, parçalanmış hayatımızı aydınlatırdı hüznümüz.... Pazar günleri içinizin sıkılması ne kötü, ne kötü sürmenaj, yağlı saçlar, takıntılar. Hem artık kocanız bile anlıyormuş sizi benimse uzun süren ergenliğim birtürlü bitmedi.... Ruhumda kanadı kırık bir kartal, kurumuş düş kanatları. Oysa geç kaldım, yoruldum, karıştırdım birbirine yalnızlıklarla, kadınları. Artık bir başka iklimde üşüyorum Karışan saatler içinde hâtırana Bazı sabahlarla ikindiler yan yana, Değişik gülleri sanki tek bir baharın; Bâkir hülyasıyla beyaz ve ürkek yarın, O sükût bahçesi, ufkunda kuş yerine Hasret kanat çırpar düşünen ellerine... . Hep aynı nağmede çılgın dolaşan yaylar, Bir yıldız kervanı gibi haftalar, aylar Hep aynı hayalin peşinde bu yolculuk, Hep gül yangını ve bahar sıtması ufuk... . Tenha bir ucunda gecenin bir sır gibi Fısıldanan adın kardeş, dost ve sevgili, Durgun havuzların süsü ten rengi çiçek Bir mevsim cümbüşü içinde süzülerek Ömrün gecesinde ve kader rüzgârında Bir ürperme olur çıplak omuzlarında... Geceler midir tükenip giden Aylar mı yoksa ay ışığında Ey soluğumu soluğunda sevdiğim Sesimi sesinde dinleyip,yüreğinin rengine gönül verdiğim. Bil ki senden uzak ne kuşları avutabilir beni buranın Sebîlürreşâd cerîde-i İslâmiyyesinin kahraman askerlerimize armağanı. Yurdunu Allâh’a bırak, çık yola: «Cenge! » deyip çek ki vatan kurtula. Böyle müyesser mi gazâ her kula? Haydi levend asker, uğurlar ola.. Ey sürüden arkaya kalmış yiğit! Arkadaşın gitti, yetiş sen de git. Bak ne diyor, cedd-i şehîdin, işit: «Durma git evlâdım, uğurlar ola.. «Durma git evlâdım, açıktır yolun... Cenge sıvansın o bükülmez kolun; Süngünü tak, ön safa geçmiş bulun. Uğrun açık olsun, uğurlar ola.. «Yerleri yırtan sel olup taşmalı! Dağ demeyip, taş demeyip aşmalı! Sendeki coşkunluğa el şaşmalı! Haydi git evlâdım, uğurlar ola.. «Yükselerek kuş gibi Balkanlara, Öyle satır at ki kuduz Bulgar’a: Bir daha Osmanlı’ya güç sırtara! Git de gel evlâdım... uğurlar ola.. «Düşmana çiğnetme bu toprakları; Haydi kılıçtan geçir alçakları! Leş gibi yatsın kara bayrakları! Kahraman evlâdım, uğurlar ola.». * * *. Balkan’ı bildin mi nedir, hemşeri? Sevgili ecdâdının en son yeri. Bir sıla isterdin a çoktan beri Şimdi tamam vakti... Uğurlar ola.. Balkan’ın üstünde sızan her pınar Bir yaradır, durmaz içinden kanar! Hangi taşın kalbini deşsen: Mezar! Gör ne mübârek yer... uğurlar ola.. Eş hele bir dağları örten karı: Ot değil onlar, dedenin saçları! Dinle: Şehid sesleridir rüzgârı! Durma levend asker, uğurlar ola.. Ey vatanın şanlı gazâ mevkibi, Saldırınız düşmana arslan gibi. İşte Hudâ yâveriniz, hem Nebi. Haydi gidin, haydi, uğurlar ola.. 17 Ekim 1912 Ağudan halk'olmuş bunların hepsi Alınlarında yatay üç çift elif Dudakları kanadını koyvermiş kırlangıç gibi Hangi dar'da kalmışlar açılmamış Yabancım değiller, ansıyorum Ohri'de bir eski manastırda Miroslav ustayı dinlerken görüyordum Duvardaydılar İsa kanlı çarmıhıyla ortalarında Bir de devrimlerin, savaşların Suçlayan fotoğraflarında Korkan, kendi korkusundan korkan Korkudan isyana geçecek insanın hali. Ağudan halk'olmuş bunların hepsi Gül insana nece nece yakışırken Ve ılık ebrusunu bağışlarken nisan O tarihsel yükü yıkıp bazı çocuklarının omzuna Kamu susuyorken Hepsi hepsi birkaç ağaç birkaç çingene Dar o dar Gibi gelir amma Öyle mi acaba. Onlar, ağuyla kardaş olanlar Hep öyle Hep alınlarında üç çifte elif Ağızlarında o kötürüm kırlangıç la mı kalacaklar la mı kalacaklar la mı kalacaklar Yaşamak istiyorum Yaşamayı bu soğumuş cehennemde Ölü bir dost gibi içim titreyerek düşünmek değil sade, Yaşamayı yaşamak istiyorum. Önde zeytin ağaçları arkasında yâr Sene 1946 Mevsim Sonbahar Önde zeytin ağaçları neyleyim neyleyim Dalları neyleyim. Yâr yoluna dökülmedik dilleri neyleyim.. Yâr yâr! .. Seni kara saplı bir bıçak gibi sineme sapladılar Değirmen misali döner başım Sevda değil bu bir hışım Gel gör beni darmadağın Tel tel çözülüp kalmışım. Yâr yâr! .. Canımın çekirdeğinde diken Gözümün bebeğinde sitem var. “Uygarlık ve barbarlık kardeştir.” -Havel-. Dünya sığmıyor insana Havel, yüzlerdeki, yüreklerdeki maske, parada kir, suda klor, havada nem, yüksek borsa, alçak basınç ve kanun hükmünde ihanetler, sahtekâr jestler.. /İnsan, sığmıyor insana Havel! /. Ve her şey: Şey! Mesela o takvimler, o günler her biri şimdi kim bilir neredeler? Yalancıdır aynalara gülümseyen o muhteşem gençlikler; bir yaz yağmuru gibi çabucak geçecekler. Bize kalan kurt kapanı sözleşmeler ve iş akdi kıvamında morarmış evlilikler.. Oysa insanı büyüten yalnızlık mıdır Havel? . Biz bu kentlerde, bu ömürlerin gecelerinde çürüsek bile, şimdi eski dağlarda vakur bir şafak yırtılmaktadır ve dışarıda üşüyen bir haziran; kalbimde yılların tufanından artık bir hazan. . (Kalbimde hazan ve şairdir elbet sözcüklere rus ruleti oynatıp yazan!). Dışarıda üşüyen bir Haziran. Kanımda nikotin cehennemi; Kısa kibrit, uzun duman:Yaan! Yine yaan… Yine yaaaan! Yan ki yangınlar bile yansın; haklıdır içindeki abdal bırak ağlasın.... Bırak ağlasın, artık gündüzlerin ışığında aşk, gecelerin sularında yakamozlar yok ve kuşlar konsun diye gerilmiyor balkonlara çamaşır ipleri; duyuyorsun işte şiir de yazıyorlarmış iğfal şebekeleri! . Dışarıda üşüyen bir Haziran. Dışarıda aşksız aşk, Aids, Hepatit b, dışarıda hormonlu sevinçler, kokmayan güller. Dışarıda dostluğun, puştluğun kolunda gülümsemesi; ama öğrendim karanlıklardan ışık destelemeyi ve baka baka irkilmiş gözlerine hayatın: İnatla…İnatla gülümsemeyi; öğrendim içimdeki abdalı hünerle gizlemeyi.... (Herkes fanusuna asmış kendini; bu yüzden beklemiyorum farklı kıyametleri...). D ı ş a r ı d a ü ş ü y e n b i r H a z i r a n. D ı ş a r ı d a ö l d ü i n s a n. Ö l d ü i n s a n… H i ç b i r k i t a b a y a k ı ş m a d a n! . Ben de yaza yaza çürütüp dünlerimi; her gün bu cehennemden çalıyorum kendimi…. Bu yüzden her şey: Şey! Havada hava, günlerinde gün, evlerde sarmısak soğan; hepsi bu işte basit, olağan. Her şey şey’dir; inandıklarımızdır belki de yalan. Abarttığımızdır, kül’dür herkesin payına kalan... Gelin canlar bir olalım Münkire kılıç çalalım Hüseyn'in kanın alalım Tevekkeltü taalallah. Özü öze bağlayalım Sular gibi çağlayalım Bir yürüyüş eyleyelim Tevekkeltü taalallah. Açalım kızıl sancağı Geçsin Yezid'lerin çağı Elimizde aş bıçağı Tevekkeltü taalallah. Mervan soyunu vuralım Hüseyn'in kanın soralım Padişahın öldürelim Tevekkeltü taalallah. Pir Sultan'ım geldi cuşa Münkirlerin aklı şaşa Takdir olan gelir başa Tevekkeltü taalallah Bir bahara açık duran penceresinde Belki bir gün gelir geçmiş zamanı arar Diyerek bu portreyi çizdi sanatkâr, Bir oda içinin ışık ve gölgesinde.. Verdi bir başka renk,başka biçim,hasından; Diledi ki bir ölümsüz ömür yaşasın, Geçsin geceleri kışın,günleri yazın, Süzgün gözlerini seyredip aynasından.. Severdi,ağlardı,güler ve hatırlardı Değişmeden önce sanatın fırçasında; Onun bu güzel' e gebe Rönesansında Günler birbirini güden hoş anılardı.. Şimdi çerçevede mahpus yaşamaktadır, Alnında o yaman ölmezliğin zaferi; Uzak bir rüyada yüzer gibi gözleri, Artık ne gülmekte ne de ağlamaktadır. seni yaşamadan ölmeyeceğim aşka özgü zakkum bahçelerinde gene acılara kalıyorum ben deniz ölesiye yakın ayaklarıma ey ülkemin pusatsız kahramanları erzurum garında, banklar üstünde sükut-u hayale uğrayan kalbim geceyi kavrayan parmaklarımla bu hasret, bu hicran zelzelesinde beni kurtarmaya gücünüz yetmez çünkü mutsuzluğun mekteplerinde ıstırap dersleri alıyorum ben. . gittikçe yaklaşan bir afet gibi intihar yanılgısıyla yolar beni esarete çekiyor şehrayin şarkıları söylüyorum içimden şarkılar ki, hep aynı nakaratla bitiyor sen bir garip delisin gözleri perdelisin. . erzurum garında, banklar üstünde susuzluktan ağlayan bir güvercin içime vuruyor kanatlarını nağmelerin ateşinde parlayan kuşlar bölük bölük hayatıma giriyor bütün çığlıkları kuşanmış ölüm dudaklarında siyanür oysa bilmiyor ki, bu yolculuktan yollar tükense de, dönmeyeceğim seni yaşamadan ölmeyeceğim o çin harikası bakışlarını o pekin gözlerini gözlerin ki, gece donanmasıdır yoksul ve yabancı mısralarımın. . bedenimde çıban çıban ağrılar ben bu ağrılardan zevk alıyorum ejder tepesinde bunalıyorum bir yanda kum frıtınası diğer yanda esrarengiz karakalem çalışması bir deniz rüzgarla, yağmurla ve yıldızlarla başlamak üzere son ayinimiz . . erzurum garında gece yarısı bankların üstünde şimşekler konar bazen bir yıldırım gezinir saçlarımda bazen bir melek saatler boyu yakama ölümsüz çiçekler takar erzurum garında gece yarısı hıçkırıklar boğazıma tıkanır nemrut ateşiyle sabaha kadar içimde binlerce ibrahim yanar. . koltuğumda efsaneler kitabı kafdağından nergis devşiriyorum başını dayamış omuzlarıma o eski, o yaşlı zümrüdüanka ben bir çin şarhoşu samanyolunda denizi tartışan bakışlarını geçmişime asla gömmeyeceğim seni yaşamadan ölmeyeceğim. . perdeler kalkıp da sabah olunca aldırma aras’ın öyle bulanık öyle mahsun aktığına palandöken yine sisli, aldırma ben hem sise, hem çamura alıştım senelerdir bu acıyla buluştum mutluluk ne zaman çıksa karşıma yalnızlık bir zindan, çöker başıma Âlemin bağ-zârını...eyim Sünbül ü verd ü nârını...eyim Andelib-i nizârını...eyim Hâsılı nev-baharını...eyim! . Bana yoktur lüzumu gülşeninin, Şeb-i tarîk ü rûz-ı rûşeninin Ne gulâmının ne de zenninin Hepsinin tâ mezarını...eyim! . Ağlamam ben, ben erkeğim erkek, Hayli güçtür bana cefâ etmek, Minnet etmem bu ömre de felek, Atını al, tımarını...eyim! . Güççedir bu fakiri aldatmak, Yüzdürüp sonra kündeden atmak, Gözünü aç da sen bana bir bak, Ben senin i'tibarını...eyim! . Saki-i mâh-rûyına...ayım, Gülünün reng ü bûyuna...ayım, Mutrîbin hâyâ-hûyuna...ayım, Sâgar-ı neşvedârını...eyim! . Yok sâfâsı hezâr-ı dem-gerinin, Gül-sitanda şükûfe-i terinin, Bezm-i sahbâ-yı rûh-perverinin Neşvesiyle hümârını...eyim! . Feleğin uğradımsa vartasına, S..ayım ağzının ta ortasına, Bunu yazsın cihan da hartasına, Kıta'at ü bihârını...eyim yeşildir artık yüreğinde kara bulut bugün anneler günü annem beni unut . evde acılar koynuna yangelip yatmış inadına giyin sen de mayısa batmış yürü sokakta çocukların düşü aksın yürü ki saksıda çiçekler sana baksın . diline genç anılarından bir türkü seç beş yıl büyüdüğüm okulun önünden geç ıslanırsa anıların güneşte kurut senin günün bugün unutma beni unut gök mavi deniz mavi tam kıyısında dur durma eteğinden beni bir daha savur . annem yıldız kayıyor içinden dilek tut koşuyor sana kısa pantolunlu çocuk gözünde gözümde gözlerinde bin umut Mayıs 1984-Ocak 1985 Aşkından yanar yüreğim Yandığım bana hoş gelir Hakkı gerçek sevenlere Cümle alem kardeş gelir. Bu dünya dopdolu kalleş Her birinden bir taş gelir Hakkı gerçek sevenlere Cümle alem kardeş gelir. Bir kez gönül yıktın ise Bu kıldığın namaz değil Yetmişiki millet dahi Elin yüzün yumaz değil. Adımız miskindir bizim Düşmanımız kindir bizim Biz kimseye kin tutmayız Cümle alem birdir bize. Biz dünyadan gider olduk Kalanlara selam olsun Bizim için hayır dua Kılanlara selam olsun. Derviş Yunus söyler sözü Yaş doludur iki gözü Bilmeyen ne bilsin bizi Bilenlere selam olsun Gece yarısı, kestirirken, göğsümde nöbette Sevgi dolu kalbim şen, aniden sabah olmuş gibi; Gün belirdi, bence kararmaktaydı elbette- Nedir benim için, o kadar çok getireceği? . Yoktu ya! gayret ettiğim, ulaşmaya uğraştığım Yalnız yanına varmaya, çektim geçtim bu kordan Yakan saatte; birden öylece hoşlandı canım Şu serin akşamda! Değdi ve güzeldi sonradan.. Güneş battı, ve el ele birbirimize bağlı Beraber selamladık nice rahmetli nuru, Ve göz kamaştı, gözbebeğine dua bakışlı: Doğudan, dilerim ki, döner gelir ruhu.. Gece yarısı, yıldızların eşliğinde Şirin rüyanın eşiğinde, onun yattığı. Ah Hülya! almaya hazır ol beni de! Nasıl olsan da, Hayat, iyisin bayağı.. Çeviri: Musa Aksoy İyilikten, saflıktan ulaşamadım kendime burada… Burası durmadan hızlanan bir kent. Burada sonsuz arzu çarpışır. Sonsuz acı… Sonsuz hırs… En başlarda ne istedim tam bilmiyorum. Ama öyle açık ve duruydu ki gördüğüm herşey, nereye ve kime baksam beni kendisine inandırıyordu. Henüz içimde bir başkası yoktu. İçimde benden ayrı, bana karşı bir ses yoktu. Gidemediğim yerleri mutlu özlerdim, çünkü gitmesem bile bilirdim ki oraları da benden bir parçaydı. Çok az ve usulca konuşulurdu. Çünkü sessizlik vardı ve ve bu sessizlikte en küçük sesler bile çabucak yayılırdı heryere. Sessizlik kutsaldı, çünkü bütün sesleri o saklardı koynunda. Evlerin önünde küçük bahçeler vardı. Geceleri ışıl ışıl yanan küçük düş ağaçları vardı. Herşey bizim için yaratılmıştı sanki, göründüğü gibi olan ruhumuza göre. Geceler gündüzlere usulca sokulurdu. Yavaştı herşey. Çok yavaş… Kutsal ve sonsuz bir aynaydı gökyüzü. Kendisine içtenlikle ve sabırla bakanların ismini sayıklardı… O zaman da vardı kötülük ve şiddet… O zaman da vardı yalan ve sevgisizlik… Ama yavaş dönerdi dünya. Garip, kutsal bir sessizlik vardı heryerde. Utanırdı kötüler yaptıklarından. Pişmanlık duyulurdu her yalandan sonra. Sanki mecbur kalındığı için sevgisizdi insanlar. Top oynardık mezarlıklarda. Ölüler dünyanın en sevecen insanlarıydılar. Hayatı onlar sevdirirdi bize. Aynı güneşin altına uzanırdık birlikte. O zaman bir tek kalbim vardı benim. Gözlerim bana aitti nereye gitsem. İçimde kendi sesimden başka hiçbir ses yoktu. Hayatın o dinmeyen ağrısıyla hatırlardım kendimi. Susar dinlerdim. O ağrıyı incitmemeye çalışırdım. Kaçmazdım ondan. Bilirdim ki istesem de kaçamam ondan. Güneşin doğuşu ya da batışına nasıl saygı duyuyorsam ona da öyle derin bir saygı duyardım… Toprak, içimde sakladığım halde ulaşamadığım sevgiliydi… Kendimle değil, toprağın sırrıyla yarışırdım. Kendimden değil, toprağın sırrından ürkerdim… Bu ürküntüyle barışmak için sık sık toprağa yüz sürerdim. Koklardım onu. Çıplak bir hazla yürürdüm üzerinde. Kalbimin üzerinde yürür gibi… Sonra sular geliyor aklıma. Aktıkça yüzün gibi aydınlanan sular. İlk orada hatırlıyorum seni. İçimde henüz başka bir ses yokken. Kalbim ve gözlerim sadece bana aitken… O suların peşinde, hayatımın peşinde, yüzünün peşinde… İlk orada akıp giden sularda seninle kendimi gördüm. En çok sende sevdim kendimi. Akıp giden sularda. İlk kez sende gördüm özlemlerimi… Akıp giden kalbimi… O parçalanmış ve sadece sana ait benliğimi ilk kez sende gördüm… O yavaşça dönen dünyayı, bütün sesleri içinde saklayan o kutsal sessizliği… Kendisine sabırla ve içtenlikle bakanın adını sayıklayan o sonsuz gökyüzünü… Gökyüzünün el verdiği o küçük düş bahçelerini… Toprakla sular arasındaydı kalbim. Bu yakınlıkta ne varsa, bu sır nereye varacaksa görmek isterdim. Çünkü öyle inanırdım ki kendime, nereye baksam seni görürdüm. Toprakla sular arasında giderek aydınlanan yüzünü. Dalgaların aydınlığı vururdu terkedilmiş evlere. Bir kapı açılır, içeri üşümüş bir ışık girerdi. Dışarıda bir sonsuzluk kimsesiz yanardı. Bir ceset vururdu sahile, ömrüm olurdu yorgun ve ıslak saçları… Sen olurdun yüzünü saklayan herkes… Sonra… Sonra biterdi toprak… Akmaz olurdu sular. Kirlenirdi o kutsal sessizlik… Düş ağaçları kesilirdi… Seni bekleyecek yer bırakmazlardı bana… Sürüklerdi beni peşinden hızlanan dünya, bu durmadan hızlanan kent… Sürüklerdi beni kalbimden ayrılan ikinci kalp, sürüklerdi beni gözümden ayrılan ikinci göz… Ruhumdan ayrılan öbür ruh, sürüklerdi beni… Artık bu kent o kent değil, bu kalp o kalp değil, bu gözler o gözler değil… Seni sevdiğine inandığım o insan bu insan değil… Burada gidilecek hiçbir yer yok. İnsan en fazla o öbür, o yalancı kalbine çarpıyor… Burada insan en fazla o sahte gözünü hissediyor içi acıyarak… Ne kadar sevse de dünyanın bütün sevgisizliğini üzerine alıyor burada insan… Hep başkalarının sahte yasını tutuyor… Burada her sabah, her akşam insan yeniden, hep yeniden başlıyor hayatına. Sanki hiç yaşanmamış gibi, hiç gidilmemiş gibi, hiç ders alınmamış gibi… Burada insanın yalan yüzü değil, o en derinde sakladığı kalbi kararıyor önce… Artık burası herhangi bir kent: Kalabalık, doyumsuz, aceleci, konuşkan, acımasız, telaşlı unutkan, intikam dolu ve hep kaybetmiş… Burada sistem, kirletilmiş arzularla içimize, beynimize sızıyor, o “kurtarılmış beyin hücrelerimize”. İşte sevgiyi, yitirdiğimiz ve özlediğimiz aşkımızı, işte en derinde yatan insanlığımızı aradığımız yer burası… İşte seni aradığım yer burası: Herşey satılık burada, herşey ambalajlı. Sevgi, umut, ütopya, başkaldırı, inanç, ölüm, farklı hayatlar… Herşey, herşey satılık burada.. Burada herşeyin bir fiyatı var… Burası durmadan hızlanan bir kent… Aşk bile burada serbest piyasa kurallarına bağlı… Sahte bir kalple peşinden koştuğum bu dünya seni bana anlatmaz, artık biliyorum… Burası benim önümden koşan bir kent… Burada ikinci kalbimle, ikinci gözümle, ikinci benliğimle yarışıyorum. Burada kendimle amansız kavgalıyım… Seni sevdiğim kadar sevmedim bu hayatı, inan… Ne olur bir tek buna inan… Çünkü sende gökyüzüm var. sende sonsuz yağmurlarım, kutsal sessizliklerim var… Sende o küçük düş ağaçlarım var… Affet bu küçük insanlığımı… Affet peşinden geldiğim bu kenti… Affet o derin doyumsuzluğumu… Göremedim affet, sen bu kentte denizden çıkan bir cesettin. O yorgun ve ıslak saçları ömrüm olan bir ceset… Affet beni… Gidilecek başka bir yer yokmuş bu kentte… Toprakla akan su arasındaki yüzünden başka… İşte bunu öğrettin bana… O sessiz, o kutsal yüzünle bana bunu öğrettin. Bu kentte aşk olamayacağını… Beni kendine çağırdın. Akşamın o ıstıraplı eşiğine… Son bir umutla sana sarılıyorum sevgili. Dünya nereye giderse gitsin, bir tek sen kaldın bu kentte, birtek sen kaldın içimdeki iyilik yüzünden utandırmayan beni… Ben bu dünyadan kaçtım ve gidecek başka yerim yok… Burası içimi kanatarak hızlanan bir kent… Bir yanım ölü, bir yanım sen… Sevgiliysen tanı beni, bil öyleyse… Dediğin gibi sevgili, daha fazla yabancı ölmek istemiyorum sana…. Şu yüce dağların karı eridi Sel oldu gidelim de bizim ellere Yaylamızı lale sümbül bürüdü Gel oldu gidelim de bizim ellere . Nazlı olur güzellerin eyisi Deli gönül güzellerin delisi Gayrı bizim elin kara çalısı Gül oldu gidelim bizim ellere . Karacaoğlan derki gelir yazları Güzel kimden aldın sen bu nazları Ananın babanın acı sözleri Bal oldu gidelim bizim ellere siyah benim, beyaz O, bu sevda gökmavisi ama bir tutsaklığın kitabıdır açtığım önümde umutların ışıldayan kavisi ardımda uğursuzluk zindanıdır kaçtığım. siyah, korkunun bile kaybolduğu derinlik renkler can çekişiyor yörüngesinde, şaşkın ateşin gölgesinde bulunur mu serinlik kalır mı, bilinmeyen yerde hülyâsı aşkın. beyaz ki, içimizde sonsuzluğun rengidir bembeyaz pırıltılar taşır ebemkuşağı hayat ki, doğrularla uğruların cengidir dökülür karanlığa sevenlerin başağı. gökmavisi, kimbilir, belki yurdumuz olur sırların çözüldüğü fısıltıyı duyarız artık acı çekmemek bile dedimiz olur onu da, sonsuzluğun hatırası sayarız. heyhât! ..zeytin dalında saplandı sîneme ok saçlarımın akında vuruldu kelebekler içimde gözlerinden kalan bir ân bile yok gülümden bir hatıra verin, sevdiği renkler Aşk bu dünyanın ölçüleriyle açıklanamaz sevgili. O ilkel bir acıdır, yaban bir ağrıdır. Gelir ve içimizdeki o çok eski bir şeye dokunur. Sonra bir perde açılır ve yolculuk başlar. Bu yolculukta artık para, tarifeler, beklentiler, randevular, taksitler, iş, anneler ve korkular yoktur. Aşkın kendi gerçekliği vardır sevgili. İnsan bir başka ışığa teslim olur... Aşkta yarın yoktur sevgili. Zaman ileri doğru değil, içeri, yüreklere, derinlere doğru işlemeye başlar, bilgeleşir. Hiç bilmediği sezgileriyle buluşur. Yükü çok ağırdır, kendiyle buluşmuştur. Hem dışındadır dünyanın, hem de ortasında. Hindistan'da Ganj Nehri'nin kıyısında yakılan yoksul adamın hissettikleri de onunladır, yitirdikleri de... Newyork'ta, bir sokakta, o kartondan kulübesinde yaşayan kadının çıplak yalnızlığı da. Her şey onunladır, ona emanettir sanki, ama o, çıldırtıcı bir yalnızlık içindedir yine de... Aşkın kültürlü olmakla, bilgili olmakla da ilgisi yoktur sevgili, kanımıza karışan ilkel acı, o yaban ağrıyla hiçbir kitabın yazmadığı hakikatlere daha yakınızdır, inan... Kim demişti hatırlamıyorum, aşk varlığın değil, yokluğun acısıdır diye. Belki de bu yüzden ilk gençliğimde, o yoğun aşık olduğum yıllarda, gözüme uyku girmez, dudağımda bir ıslıkla bütün gece şehri, o karanlık, o hüzünlü sokakları dolaşır, insanları uykularından uyandırmak isterdim. Uyanıp, içimde derin bir sızıyla uyanan o derin sancının acısına ortak olsunlar diye... Aşk çok eski bir şeydir sevgili. Onun içinden o çileli çocukluğumuz geçer. Sevdiğimiz insanların çocuklukları da... Oradan üvey anneler, eksik babalar, parasız yatılılar geçer. Ve sonra aşk bütün bunları alır, daha da eskilere gider, hep o ilkel acıya, o yaban ağrıya... İnsan bazen nedensiz yere umutsuzluğa kapılır. Kimselere veremez sevgisini, kimselere kendini anlatamaz, evlere kapanır... Bazen denizler, kıyılar çeker insanı. İnsan bu kapılmayı anlayamaz, oysa çok eski bir yerde yaşanmasından korkulup vazgeçilmez aşkların sızısıdır bu. Bu sızı, bu yenilgi mevsimlerle yıllarla devredilir başka insanlara... Bir insanın yaptığı bir hatanın tüm insanlara yayılması gibi... İşte şimdi biz de sevgili, ya olmadık zamanlarda umutsuzluğa kapılıp, soluğu evlerde alacağız, ya da denizler, kıyılar çekecek bizi. Nasıl biz başkalarının korkaklığını taşıyorsak, başkaları da bizim korkaklığımızı taşıyacak, yenilgimizi, umutsuzluğumuzu... Birazdan sabah olacak... Para, tarifeler, beklentiler, randevular, taksitler, iş, anneler ve korkular başlayacak... Bunlar varsa ve bizim için geçerliyse aşk yoktur ve hiç olmamıştır sevgili. Birbirimizi kandırmayalım... Hadi güne hazırlan. Yaşadıklarımızı unutmaya çalış. Aşk bize güvenip verdiği büyüsünü, sırlarını, cesaretini, bilgeliğini ve o ilkel, o yaban ağrısını geri alacak. Bunlar olurken içimiz bir an çok üşüyecek, sonra geçecek... Hadi, oyalanma birazdan yarın olacak... Aşkta yarın yoktur sevgili... Sen başkasın Gülerken başka Küserken başka Susarken başka. Sen başkasın Konuşurken başka Öpüşürken başka Sevişirken başka Hem de herkesten başka. Ama benim aşkım Bambaşka! Güzel aşk cevrimizi Çekemezsin demedim mi Bu bir rıza lokmasıdır Yiyemezsin demedim mi. Yemeyenler kalır naçar Gözlerinden kanlar saçar Bu bir demdir gelir geçer Duyamazsın demedim mi. Bak şu aşkın haline Ne gelse söyler diline Can ü başı Hak yoluna Koyamazsın demedim mi. Aşıklar harabat olur Hak yanında hürmet bulur Muhabbet baldan tatl'olur Doyamazsın demedim mi. Girelim Ali serine Çıkalım meydan yerine Küfrümüz iman yerine Sayamazsın demedim mi. Pir Sultan'ım der Şah'ımız Hakk'a ulaşır rahımız On'ki imam katarımız Uyamazsın demedim mi Sılada sılasız kaldım; Suyum garip, aşım garip. Ben kendime gurbet oldum; İçim garip, dışım garip. . Bayram diye insem düze, Düşman olur astar yüze. Kattım geceyi gündüze; Uykum garip, düşüm garip. . Temmuzda üşür gezerim, Zemheride akar terim; Dört mevsimde derbederim... Yazım garip, kışım garip. . Felek bir gün rahat koymaz; Çağırsam kaderim duymaz Ayağım aklıma uymaz... Gövdem garip, başım garip. . Parasız kesem suç olur. Acıkıp yesem suç olur. Sözüm var, desem suç olur. Dilim garip, dişim garip. . Ben bu devre nerden geldim.. Kırk parçayı bire böldüm. Bugün doğdum, dünden öldüm.. Vaktim garip, yaşım garip. . Koştum hakikat ardına, Yandım ayrılık derdine, Git, bak, ölüler yurduna; Kabrim garip, taşım garip. . (Dosta Doğru) Halk Böyle İstiyor Oğlum! .... 'Bir babanın doğum gününde oğluna mektubudur... Görülmüştür'. Sevgili oğlum Bugün tam on yedi yaşındasın Görüyorum ki artık Her şeyin farkındasın Ama ne zaman ararsam seni Ya diskoda Ya barda Ya da televizyon karşısındasın. Haklısın oğlum Devir artık bu devir Sen de çemberini çağına göre çevir Senin neyine Resim roman şiir Senin neyine Sanat vesair Ne diyor meşhur televizyon büyükleri Vur patlasın çal oynasın Devir artık bu devir. Nasılsa Son düğmesi de koptu insanlığın Vefa can çekişiyor arka sokaklarda Umut mendil sallıyor giden trenlerin ardından Onur, adres arıyor mezarlıklarda Dostluklar çöp tenekelerinde sahipsiz Ve anahtar teslimi aşklar satılık köşe başlarında Hem de üç kuruş mutluluklara.... Ama sen de haklısın Sana mı kaldı Kurtarmak vatanı Sana mı kaldı Uyandırmak yatanı Sana mı kaldı Duvara yapıştırmak Bu memleketi satanı Anasını ağlatanı..... Gel gör ki oğlum Senin de kurtuluşun yok bu gidişten Ne etsen- ne yapsan Bir düğün Bir bayram Bir lale devri Hangi ekrana baksan. Kim kiminle evleniyor Kim kiminle çıldırıyor Kim kime daldan dala Gelinim olur musun diyor. Kimisi sahte gelin Kimisi zengin bir prens Kimisi de insanlıktan bir yudum bir nefes Bekliyor da bekliyor . Bak her gün ayrı bir kanalda Bambaşka bir 'ünlüler çiftliği' Her kanalda şöhret olmanın dayanılmaz hafifliği Ve işte böyle Pazara dökülüyor bir bir Herkesin yumak yumak ipliği Yıllar var ki oğlum Birileri işte Bizi hep böyle gözetliyor... Ve sen de görüyorsun ki Bu sahneler Bizi ne de güzel özetliyor. Kimin umurunda yarınlar Kimin umurunda çocuklar Kimin umurunda bu isyankar çığlıklar Bir kavgadır Bir yarıştır Bir rezalettir gidiyor. Kime sorsan Cevaplar dünden hazır Halk böyle istiyor oğlum Halk böyle istiyor Gel gör ki Bir reyting uğruna Ne 'güneşler batıyor' oğlum Ne güneşler batıyor..... Ahmet Selçuk İLKAN. “yeni çıkacak son şiir kitabından” www.ahmetselcukilkan.net Kardaş, senin dediklerin yok, Halay çekilen toprak bu toprak değil. Çık hele Anadoluya, Kamyonlarla gel, kağnılarla gel gayrı, O kadar uzak değil.. Çamı bitmiş, kavağı azalmış, Gamla örtülü bayırlar, çıplak değil. Yedi ay kıştan sonra, Yeşeren senin yaşamındır, Yaprak değil.. Yersin, içersin sofrasından, üç yüz senedir, Kuvvetlisin ama kuvvet hak değil. Bakımsızlıklarla göçüp gitmiş bir cihan, Mevsimler soğumuş, sular azalmış, Buğday, Selçuklulardan kalan başak değil.. Parça parça yarılmış öküz ardında, Parmağı üç pare, tırnağı ak değil. Utanır elin ayağın, Korkarsın yakından görsen, Eli el değil, ayağı ayak değil.. Gün doğar, tarla kuşları uçuşurlar, Ağır bir aydınlık, bildiğin şafak değil. Öyle dalmış ki yüzyıllar süren uykusuna, Uyandırmazsan, Uyanacak değil.. Dertle, sefaletle yüklü, Siyah leşlerle kararmış, berrak değil. Çağlayan ne, Akan kim, Kızılırmak değil.. Kardaş, görmüyorum ama hala duyabiliyorum, Geçmiş zamanlar gelecek zamanlardan parlak değil. Vakte şahadet edercesine yükselmiş, Akşam parıltısından, bütün zaferler üzerine, Dağlar dalgalanmakta, bayrak değil. Bilir misin gardaş Türk illerinde Havada yıldızlar, dağda kar üşür. Tutsak soydaşların türkülerinde Dört mevsim ötede bir bahar üşür. . Ezanlar buz tutmuş minarelerde! Yaylalar dermiş ki: Töremiz nerde? Yolların hasretle bittiği yerde Her dağ yamacında bir mezar üşür. . Ses verir aktıkça ağlarcasına Göl olur gözyaşı gönül tasına Her sabah kuşların uyanmasına Her köyün bağrında bir pınar üşür. . Kara pas bağlamış ozan dilleri Ayıya in olmuş Bozkurt illeri. Ulu Tanrısı’na açmış kolları Kökü Türklük olan bir çınar üşür.. (Vur Emri) Gönlümü, belanın geçtiği yola koydum. Yalnız senin arkandan koşsun diye, gönlün ayak bağını çözdüm... Bugün rüzgar, bana senin güzel kokunu getirdi, Ben de teşekkür için ona gönlümü verdim. Hiç sormadım Nasıl yaşanılır umutlar Demir parmaklıklar ardında . Özgürlük Ne anlatır Dört duvar arkasında . El ele nasıl tutuşulur Kelepçeler arasında . Bilmiyorum yalnızlık nedir Kalabalığın ortasında . Ne düşünür bir balık akvaryumda Ve kafeste bülbül Nasıl öter Bizi kandıran o şarkılar, o mavi gece O sıcaklığı beyaz ellerin, o ilk bakış Sebepsizliğin sebep olduğu şafak vakti O çok sevmek gecelerde o çaresiz aldanış. Uzayan saçlar, alnında avuçlarımızın İste o, insanin bir yerde, aşka boyun eğmesi Kırılmak, bölünmek, o hep bütünlenmek O çok sevmek, tenin bir başka tene değmesi. Yanmak mi o eski cağlarda yanmak Kul olup savrulmak rüzgara karşı İlk kesilmişliği mağrur ellerimizin O çok sevmek, kanımızın o ilk akısı. İşte pınarlar, testiler, ırmaklar, çeşmeler Kanlı avuçlarla içmek aşkı kanmadan O kıyılarımızdaki denizin ilk coşkunluğu O çok sevmek büyütmek onu hep, orada o zaman. Kazımak ulu ağaç gövdelerine adımızı Yazmak her şeyi bir bir kumların üstüne O her işkenceye mahkum olmuşluğumuz O çok sevmek, daha çok sevmek günden güne.. Öyle delicesine, öyle korkunç, öyle çılgın O çok sevmek o yanardağ, o ateş, o yangın... UNUTMAKTAN GELİYORUM 'Gitmeler bana kaldı'. Daha üç adım olmadı çıkalı bu sevdadan Ayrılığın kokusu hala üzerimde Avuçlarımda buzdan bir alev Yüreğimde yepyeni bir ateşkes Gitmeler bana kaldı yine bu aşktan Bütün sayfalarım sil baştan Sonu nereye varacak bilmiyorum Oysa içimde inadına yanan bir mum Dokunma ellerime-sönmedim daha Unutmaktan geliyorum.. Daha dün kirpikleri kadar yakındım ona Her gece düşlerinde sabahlıyordum İşte orada köşebaşında bıraktım ellerini O bana Ben ona ağlıyordum Son tetiği gözleri çekti gözlerime Kanıyor kanıyordum Ölüler yalan söylemez bilirsin Deliler gibi seviyordum.. Daha biraz önce Onu öpen bu dudakları aynalarda parçaladım Onu okşayan bu elleri bir yangında bıraktım Ona gülen bu gözleri zindanlara attım Yüreğim ayazda Kaç şiirim çığlıklar attı ardından bilemiyorum Bavullar dolusu hatıraları bir mağaraya taşıdım Yalnızlığımı bir dağ başına Kendimi nereye koyacağımı bulamıyorum Ne olur ayıplama beni Susmadı daha gözlerim Ağlamaktan geliyorum.. Zıpkın yemiş balıklar gibiyim Şimdi bir ıslık bile dağlar yüreğimi Bir eski şarkı yağmalar bütün uykularımı Çıkmaz sokaklarda kaldım biliyorum Başım dönüyor, ben dönüyorum Acele etme ne olur bekle biraz Daha yakmadım bütün gemileri Daha yırtmadım dönüş biletimi Öyle yorgun öyle bitkin ve öyle sürgün Unutmaktan geliyorum... Yaklaş; orda bir tohum çatlatıyor gölgeni Yaklaş ki, pervaneler görmüş rüyada seni Yaklaş; yasak meyvenin çürüdüğü daldayım Yaklaş; denize kırgın deli bir kumsaldayım Yaklaş; mağrur savaşçı sadağında ölmeden Yaklaş; nûn ülkesini kaf ikiye bölmeden Yaklaş ki; nağmeleri kan tutuyor şarkının Yaklaş; viran olmasın minnet burcu korkunun Yaklaş; siyah köprüye ağıt yakan kediler Yaklaş ki, göğe giden yolları görmediler Yaklaş ıssız köşenin en vefalı yerine Yaklaş henüz gelmeyen bir günün mahşerine Kararmayan gündüzün kalbinde sûra yaklaş Kır bütün zincirleri ey hayal, nûra yaklaş Uykuları harman ettim, savurdum Bir mübarek düş aradım kırk sene. Ne usandım, ne yoruldum, ne durdum İçi doğru dış aradım kırk sene. . Çıktım dağ boş, indim baktım ova boş Toprak garip, su tedirgin, hava boş Nere gitsem dallar kırık, yuva boş Yumurtada kuş aradım kırk sene. . Aşk yükünü indirince arkamdan Doğmadık bebekler tuttu yakamdan Hesap-kitap ettim kaçtım rakamdan On yitirdim, beş aradım kırk sene.. Binalar yükselir: Gözyaşı, kin, kan... Koymuşlar adını “uygarlık, ümran”! Yükseklerde, midelerdir hükümran Alçaklarda, baş aradım kırk sene. . Gönül penceremi dünyaya açtım Baktım manzaraya, ben benden geçtim Ucuzdan tiksindim, kolaydan kaçtım Belâsı çok iş aradım kırk sene.. Birbirinden çürük çıktı seneler Öz yiğidi az doğurdu analar Hayâl oldu gönlümdeki binalar Temel için taş aradım kırk sene.. Adı “devrim” oldu avrat soyarak Denge kurdu toklar açı yiyerek Aptallara ibret olsun diyerek Solucanda diş aradım kırk sene.. (Kan Yazısı) . .. Yüklediler her belâyı Çeke çeke akşam ettik. Sıkıntıyla dişimizi Sıka sıka akşam ettik.. Kuş saydılar “kör-budala” Kondurdular daldan dala Kazdıkları her kanala Aka aka akşam ettik.. Giden zalim, gelen zorba Cılk vaatler torba torba Yola yoğurt, göle çorba Döke döke akşam ettik.. Aç-susuz çıktık kırlara Arpa çektik aygırlara Köşe dönen fırfır’lara Baka baka akşam ettik.. Mantar çıktı tüm elmaslar Melez imiş saflar, haslar Putlara ipek libaslar Dike dike akşam ettik.. Film yaptılar dizi dizi Aldattılar her gün bizi Eyvah çekip kendimizi Yaka yaka akşam ettik.. (Akıl Karaya Vurdu) Sülfür inceldi ve en yorgun yerinden kırıldı ayna Tenhaydı düşlerim, geceydi, çıkıp geldim işte Su ve ateş bir de gülünç yalnızlığım var sana Getirebildiğim, kokularını yitirmişti çünkü güller. Suyu dinle ateşi yak özledim demek bu. Parasız yatılı hüzünlerden ne kalır geriye Biraz Tamil biraz Türküz ayıptır söylemesi İntiharsa günahtır külliyen yasak bilirsin Pısırık bir ihtilal gibi getirdim sana bunları. Bir de belleğim, başıma bela hazin ve komik üstelik Hatırla eskiyen meydan saatini, çocukluğundur Tayyare pulları getirdim sana evden kaçışlarımı İstersen yok say bunları tespih de yapabilirsin. Beni vur saatin altında seni seviyorumdur bu. Şiir yazan bir adamın fotoğrafı var yanımda Kendini ölümlü sanıyor onu getirdim ganimettir Büyüdü büyülenerek, taşlayarak kovdu kabilesi onu Suyun öte yakasında yaşadı, Sisyphos dediler adına. Sülfür inceldi ve en yorgun yerinden kırıldı ayna Ayna pusluydu bunca yıl nice sır taşımaktan Kırılmanın sesini duydum ve onu getirdim sana Unutulmaya geldim işte onarılmaya değil. Kov beni kabilenden ama bekliyorum demek bu Sen oradasin Yazilmamis bir siir gibi... saf ve masum butun ofkem bu sana basegmem ve sonsuzca arzulamam. Yıkılmak,ezilmek her gün biraz daha Dostlar değişiyor aldanmalar değil, Aksimizden eser yok şimdi o sularda Çirkin olan biziz aynalar değil.... Şerefsiz ellerin şerefe kaldırdıkları Şişeler,kadehler o cam kırıkları Götürün,götürün bu aydınlıkları İçimde güz başladı ilkbahar değil,. Ne bir anlayışlı el,ne bir dost bakış Biraz ümit,biraz hayal sonra aldanış En güvendiğimiz tepelere kar yağmış Deniz o deniz değil,dağlar o dağlar değil... Sâkiyâ mey sun ki bir gün lâlezâr elden gider İrüşür fasl-ı hazan bâg ü bahâr elden gider. Her nice zühd ü salâha mail olur hâtırum Gördügümce ol nigân ihtiyar elden gider. Şöyle hâk oldum ki âh itmeğe havf eyler gönül Lâ-cerem bâd-ı sabâ ile gubâr elden gider. Gırra olma dilberâ hüsn ü cemâle kıl vefa Baki kalmaz kimseye nakş ü nigâr elden gider. Yâr içün agyâr ile merdâne ceng itsem gerek İt gibi murdar rakîb ölmezse yâr elden gider Deniz moruna kaptı beni Getiriyor götürüyor Zifiri bir laciverdiye doğru... Dalgalar ki yavaşlayan darbeleri kalbimin Vuracak ve duracak elbet o ziftli kıyıya Usuldan usul çırpıntılar halinde.... Denizboku çakıllardır benim mezartaşlarım... «Arkamda kalırsın, beni rahmetle anarsın.» Derdim, sana baktıkça, a bîçâre kitâbım! Kim derdi ki: Sen çök de senin arkana kalsın, Uğrunda harâb eylediğim ömr-i harâbım? Sen hayatımın en vazgeçilmez aşkı Sen uğrunda en çıldırdığım esmer Sen yolunda savaşlar verdiğim sevdam Sen uğrunda ölümlere gidip geldiğim Sen beklediğim Sen özlediğim Sen gizlediğim.... Güneş doğmayı unutabilir Sabah olmayı Yağmur yapmayı Ama ben seni asla.... Çiçekler açmayı unutabilir Kuşlar uçmayı Baharlar gelmeyi Ama ben seni asla.... Ne zaman bir şiir okunsa aklımdasın Ne zaman bir telefon çalsa karşımdasın Sen tanrımın en güzel armağanı Sen hayatımın en gerçek yalanı Sen bütün huylarımı ezbere bilen Sen gözyaşlarımı en iyi silen Sen dünyanın en güzel kadını. Sen yemeğimin tuzu Yüreğimin buzu Anasının en güzel kızı Sen kalbimde en tatlı sızı Sen bütün varlığımın en sevimli hırsızı Sen sevdikçe sevilesi Övdükçe övülesi Öptükçe öpülesi aşkım.... Sen beni yokluğuyla delirten varlığıyla yolumu yolundan çeviren Sevdasıyla beni bir dağ gibi deviren kadun Bundan böyle senden sorulsun günahlarım Sende bütün sorularım Sende bütün cevaplarım Adam olmuşsam senden Katil olursam senden Ben çoktan vazgeçtim kendimden Ama senden Asla kadınım ASLA! ... bir su ver, dirileyim kuruyan köklerimde bir köprü kur çıldıran nehirlerin kalbine bir kuşun yuvasına götür gökkuşağını karıncanın kırılan ayağına sar beni ben ki, toprak altında bir devim, kurtar beni okunu çek bağrımdan; yandı cânım, bir su ver ölü bir tenden bile perişânım, bir su ver. ağlıyor ateşimin gölgesinde, Neruda Aragon mutlu aşkın yokluğunda çilekeş her yerde tutuşan su istiyor geceden her çeşmenin başında eşkiya gülümsüyor bir çiçek at kararan duygular mahşerine bir fidan dik bağrına onurlu bahçivanın damarlarım çatladı; yandı kanım, bir su ver dirilmek istiyorum a sultanım, bir su ver. gözleri birer birer kayan hücrelerimde Genç Werther'i yeniden kurşunlayan bir acı al hançeri eline, kopar bileklerimi katranlı bir urganda tükensim yalnızlığım bir ağacn titreyen yaprağına koy beni bir kez olsun, yaralı bir İstanbul say beni zehir akıt içeyim a hanedânım, bir su ver a cellâdım, a kahrım, a zindânım, bir su ver Kim susturabilir bizim türkümüzü kim Biz ki bu hasreti semahların seyrinden alıp gelmişiz Biz ki onu sitemkar anaların kirpiğinden derlemişiz Süzülsün de acının derin izler bıraktığı gül yanaklardan Yere dökülsün istememişiz Bizim türkümüzü rüzgar söyler her gece Ay vurdukça parıldar gün doğdukça hız alır Nevroz ateşleriyle sağaltarak çırpınan yarasını Can havliyle kardaş Kan içinde bir kartal gibi vadilere saldırır Türkülere ilişmeyin Türküler nehirdir gecenin bağrına akar Fazla eşelemeyin kardaş Taşınca ne siperler kalır ne dev barikatlar Deşmeyin diyorum deşmeyin Kim susturabilir bizim türkümüzü kim Biz ki nice amansız badirelerde serden geçmişiz Biz ki ilmikler boynumuza takılıyken bile türkü söylemişiz Sonra ırmak boylarında göğertip körpe otların serinliğinde Dağlara emanet etmişiz Biz ki her yangının külünden diri canlar yaratmışız Bizki mazlumların defterine kanlı resimlerle sıralanmışız Banaz yaylasından kerbelaya kar götürsün turnalar Ölürüz sanma kardaş Dostun attığı gülden yaralanmışız Türküleri dövmeyin Türküler gökyüzüdür karanlığa yıldızlar çakar Üstümüze gelmeyin kardaş Namuslu bir devrimcinin alnında kavga ışıldar İncitmeyin diyorum incitmeyin Kim susturabilir bizim türkümüzü kim Bizki karacaoğlanı aşkla veyseli toprakla yüceltmişiz Bizki köroğlunun narasıyla nice beyleri yere çökertmişiz Yine de masum bir bebek gibi avuç avuç sevdamızı Kalanlara vasiyet etmişiz Adam dediğin sapına kadar yiğit olmalı Ne karıncayı incitmeli ne ozanları yakmalı Öyle sansar gibi punduna getirmek de neymiş Adam dediğin kardaş Yüreği varsa eğer getirip ortaya koymalı Türküleri yakmayın Türküler çiçektir en umutsuz zamanlarda açar Kavgayı uzatmayın kardaş Yüzyıllardır tuz döke döke çürüdü bu yaralar Kanatmayın diyorum kanatmayın Emirgân'da Çay Saati. çerağân sarayı'ndan büyükdere'ye üşümek sonbaharında eski çınarların uzadığı yerde gizlice akşamların başlayıp adetâ kendini dinlemeye kafeslerin ardında bol gözlü bir kadın ansızın giydirilmiş ipek ferâceye bir çay yalnızlığı emirgân'dan öteye değdikçe ısındığı yaldızlı bardağın nedîm'den yansıması tatyos efendi'ye tenhâ bir genç kız sesiyle hicazkâr'ın kuytularda çürüdüğü bağdadî yalıların yorgun sarmaşıklarıyla sarkmış bahçeye. soğuk kuşlar gibi dağılır boğazda rüzgârın getirdiği donuk bir yağmur pusu istinye'de gemilerin karanlık uykusu kırık direkleriyle dalgın ve hasta birden içimi kaplayan ölüm korkusu selâm verilince meçhul bir namazda gâzâli'yse biraz mevlânâ biraz da kubbenin altındaki divan uğultusu 'şeref' vapurundan en kirli beyazda yüzlerce harbiyeli sürgün yolcusu havada bir asılmış adam kokusu istanbul jöntürkleri hüzzâm bir yasta. yankılarıyla telaşlı geceleri bir bebek'ten motorların taşıyıp o kadar bitiremediği en yılgın sonbahar benim gözlerimdeki çok daha dumanlı mütâreke günlerinden alaturka saat kaçta ikinci tömbeki miralay sadık bey'in nargilesinden dem çekip kumrular gibi sebilleri şenlendiren osmanlı sehpâların gölgesindeki emirgân'da acılaşmak koyu bir semâverden çaylar gibi kararıp kaç defalarca eski bir şiir üzüntüsüyle müseddes biçimindeki çoktan unutulmuş kilitli defterlerden İçimdeki sırrı demeden evvel Toplansın dilimde söz dizi dizi Can alıcı sualimi sormadan Kabuktan sıyrılsın öz dizi dizi. Hırsını taşında eylese bile Olmadık yerlerde söylese bile Kırk kat düğüm ile düğümlese bile Sabır kazanında çöz dizi dizi. İpinden çözülen başlar çoğaldı Biri iki gören şaşlar çoğaldı İkiye yarılan taşlar çoğaldı Nazargahı kurmuş göz dizi dizi. Ağaç suyun alıp dallar sallansa Sefaim ne gerek dünya ballansa Küllenmiş sinemde yaprak sallansa Tekrar alevlenir köz dizi dizi İçindeki çocuğu alıp kaç İdris, bırak paslı hançerlerle parçalamayı uykularını. İhanet torpil yapmaz, hasret ardına bakmaz; kır kanlı bıçakları, içindeki çocuğu alıp gel İdris! . Bir mavi için ağlama İdris, itme şu duvarları, gülümse, sütünü ver içindeki çocuğun. Bilirim, mağlûbiyet esrik gülüşler ardında paramparça bir perde; yeter idris, vakur ol, onur var serde! . Anladım, vazgeçemezsin ondan, asla; kardeşim, fazla alkol mevcut şimdi damarlarındaki asil kanda. Aldırma demiyorum sana; aldırarak aldırma. İçindeki çocuğu şu kirli hayata uyandırm. İçindeki çocuğu alıp gel İdris, coşkunu parlat ya da birkaç tek at, küfürlerine tutunarak geç kaldırımlardan; sonra bir kerhaneye git ve oturup ağla. Kerhaneleri bütün dünyanın, aşk kangrenlerinin yıkık çarşılarıdır.... Aldırma demiyorum sana; aldırarak aldırma; içindeki çocuğu İdris, çocuğu uyandırma! . Ve yıllar geçer, İdris’lerin kalplerindeki çocuklar daha ölüdür; düşleri hâlâ terasta, İdris’ler ise zemin katta kiracı oturur... Razı mısın olmasın kaşı gözü simanın? Hiç bir değeri yoktur,öfkesi yok imanın! 1977 Günler kısaldı. Kanlica'nin ihtiyarları Bir bir hatırlamakta geçen sonbaharlari.. Yalniz bu semti sevmek için ömrümüz kısa... Yazlar yavaşca bitmese, günler kısalmasa.... İçtik bu nadir içki'yi yıllarca kanmadık... Zor böyle zevke tek bir ömür yetmiyor, yazık! . Ölmek kaderde var, bize urkuntu vermiyor; Lakin vatandan ayrılışın ıstırabı zor.. Hiç dönmemek ölüm gecesinden bu sahile, Bitmez bir özleyiştir, ölümden beter bile İlan edemezken gönül halimi Esrarlı bakışın beni anlattı Lal eylerdi derinliğin alimi Engine çıkışın beni anlattı. Aşk telinden nağmeleri sesleyip Sükut ile ifadeyi süsleyip Duyguları gözyaşıyla besleyip Sel gibi akışın beni anlattı. Can evime hapsol diyen o çağrı Titretti adeta felç olan bağrı Maziye gerilip atiye doğru İçini döküşün beni anlattı. Vakit daraldıkça açıldı perde Ayrılık korkusu başladı serde Zamanın en keskin olduğu yerde Boynunu büküşün beni anlattı. Kaderin zuhuru ne geç, ne erken Anlaşılır ancak vuku bulurken Talihin yüküne talip olurken Dağılıp çöküşün beni anlattı. İradem susunca, sevda yer etti Sevdayı beyana gönlüm ar etti Bir anda başlayıp, bir anda bitti Gönlümden çıkışın beni anlattı Seyran ediyorum hangi alemde Gözlerimden akan yaşa sor öğren.. Nasıl böyle derbederim her demde Bırak vicdanını taşa sor öğren... Müptelayım, elden birşey gelmiyor Gönül aşktan gayrısını bilmiyor Baharların yüzü neden gülmüyor Sensiz yaşadığım kışa sor öğren... Derde talip olmak vardır bu yolda Yüreğin yeşersin, bir lahza sol da Sevmek ne demekmiş celladım ol da Uğruna serdiğim başa sor öğren... içimde bir merak öyle bir merakki ölümümden bir ay sonra bir güncük yaşamak ve dostu düşmanı suç üstü yakalamak Geçen gün senin yanında aklıma ölümüm geldi Sensizlik bir mızrak gibi saplandı kalbime O son anı hatırladım, o seni koyup gidişimi İlk defa bu kadar üzüldüm dünyaya geldiğime. Ölüm! Kaçınılmaz sonuç, o soğuk kelime Bir gün ucuz bir fahişe gibi koynuma girecek Yüzümde gezinecek pis ve iğrenç elleri Korkudan büyümüş gözlerimde hayaller can verecek. Biliyorum, üzüleceksin, ama ölüm bir gerçek Bir yerde sevişmek gibi, bir yerde yaşamak gibi Ne hazin sıcaklığımızın bizi terketmesi Ve yüzümüze birbiri ardınca kapanan kapılar. Er geç uzanır bir el, son kampanayı çalar Anlarız kaçınılmaz anın geldiğini Şehre bir bomba düşmüş gibi aynalar, camlar kırılır İnsan arar da bir türlü bulamaz güzelliğini. Kimse benim kadar bilemez ölümün rezilliğini Seni koyup gitmenin hüznünü ben anlarım Çünkü ben sende buldum kendimi, sende sevdim Senin yanında seninle değerlendi zamanlarım. Ne acı gün kadehlerin boş kalması, şarkıların yarım Mevsimlerin birbiri ardınca bir anda bitivermesi Ansızın toprakla dolması gözlerimizin Kanımıza o çirkin böceklerin girmesi. Kimbilir ölüm bir çilenin sona ermesi Belki güzeldir, şu sefil dünyaya boş gözlerle bakmak Ne çare ki sen varsın, o dünyada sen varsın Benim korkum ölüm değil, seni yalnız bırakmak Günlerdir eski bir hüzünle çıkıyorum voltaya (kötüye işaret bu, üstelik yalnızlığa sığınıyorum) Unutup gitmişim ezberimdeki bütün şiirleri bulutlara bakıyorum uzun uzun, yalnız bulutlara. O uzak kasaba akşamları düşerken aklıma tecrit'teki yine bir türkü tutturuyor Ey kalbim sana denk düşüyor bütün bu acılar acılar tek ve mutlak olan bir şeyi anlatıyor. Yağmur kuşları geçiyor avludan sürü sürü dalların hışırtısını duyuyorum, üşütüyor beni Ötede, kentin üstünde bir şimşek çakıyor birden suretin yansıyor göğe ve her yağmur damlasına. Uzak bir anı oluyor her şey, silikleşiyor ve alnım ateşler içinde, bir tutabilsen unutup gitmişim bütün türküleri artık (kötüye işaret bu, üstelik yalnız sana sığınıyorum). Kısa süren hastalıklar vardır ya, işte öyle geçip gidiyor akşama doğru hüzün bulutu resmini asıyorum ranzamın başucuna yine ve bir türkü tutturuyorum günün son çayında -Teslim olmayalım halilim kurşun atalım! Beri gel, serseri yol! O'nun Ümmetinden ol! Sel sel kümelerle dol! O'nun Ümmetinden ol! . Sen, hiçliğe bakan yön! Hep sıfır, arka ve ön! Dosdoğru Kâbe'ye dön! O'nun Ümmetinden ol! . Gel dünya, mundar kafes! Gel, gırtlakta son nefes! Gel, Arşı arayan ses! O'nun Ümmetinden ol! . Solmaz, solmaz; bu bir renk... Ölmez, ölmez; bir ahenk... İnsanlık; hevenk hevenk, O'nun Ümmetinden ol! . 1949 Geçerdi hep Pırıltılı kanunlar Neves gecelerden İhtimal buhranlı gecelerdi hep Yüreğinde yalnızlığın tortusu Vazoda yaseminler Ufukta yağmur kuşları Çözülmez bilmecelerdi hep Ansızın dalar Bir yorgunluğa uyanırdın Güneş çekilmiştir bahçelerden Lambalar çok erken yanmış Aldatılmak korkusu Sık sık bozulan yeminler Enfarktüs kuşkuları Sinsi bir kederdi hep Zaman zaman düşündüğün Aklına geldikçe güldüğün Şan şeref ve ün Beyhude şeylerdi hep Bir gün bir yalnızlığa düştüm yine. Başımı ellerimin arasına aldım, sessizce ağlamaya başladım . Önümde yarıya gelmiş bir konyak şişesi 'beni iç' diye fısıldıyordu, 'beni iç'. Sonra yalvarmaya başladı: 'Ne olur' dedi 'ne olur haydi iç beni'.. Bir bardak doldurdum, tepeme diktim . Şişe rahatladı, sustu. Hani ellerimiz birbirine değince nasıl oluyorduk? İşte öyle oldum . Hani bakışlarımız buluştuğu zaman, bir başka türlü atması vardı yüreklerimizin. Onu hatırladım .. Sonra bir tren hareket etti. Sabahtı. Karşıkarşıyaydık . Konuşuyorduk. Ben sevmek diyordum durmadan. Gözlerim gözlerine soruyordu: 'seviyor musun?' diye. Hep evet diyordu gözlerin, ellerin, dudakların hep evet diyordu. Oysa ki, bir çok hayır diyen insan vardı çevremizde. Örneğin: bir çocuk hayır, diyordu, bir kadın, bir adam ve bir başkası, bir başkası hayır diyordu. Hayır'lar arasında ezilmeğe mahkûmdu evet'lerimiz .. Tren ilerliyordu. Gözlerin gözlerime soruyordu ne olacak diye. Sigara üstüne sigara yakıyordum, kadeh kadeh içki içiyordum, fakat bilmiyordum ben de ne olacağını. Bizi sürükleyen bir akıntıydı. Durduramazdık onu, hükmedemezdik ona. Bir anafora rastlayıp yok oluncaya kadar akıp gidecektik işte. Peki anafor nerdeydi? Uzak mıydı? Belki çok yakındı kimbilir. Biz onu göremiyecektik. O, gözlerimizi kör ettikten sonra saracaktı bizi buz gibi kollarıyla.. Tren ilerliyordu. Pencereden deniz görünüyordu. Denize akşam güneşi vurmuştu. Renk renk kayıklar gördük kıyılarda. Denize taş atan çocuklar gördük. Uzakta bir balıkçı ağlarını topluyordu. . Ve tren ilerliyordu. Kadere yaklaşıyorduk . Bir alacakaranlık bastı zamanı. Gözlerim gözlerindeydi. Ellerini tuttum, titredin. Acı acı bir düdük öttü. Bir şeyler koptu içimizden.. Sonra tren durdu, indik, yollarımız ayrı ayrıydı. Şimdi, o gün verdiğin yalnızlığı yaşıyorum . Bütün manzara, ucuz bir dekor muşambası; Kurtuluş günü, çıkmaz ayın son çarşambası... (1947) Ortalama insanda Herhangi bir günde herhangi bir orduya yetecek kadar ihanet, nefret, şiddet ve saçmalık vardır. VE Cinayet konusunda En Becerikliler Cinayet Karşıtı vaaz verenlerdir VE Nefreti En İyi Becerenler Sevmeyi Vaaz Edenlerdir VE-SON OLARAK- SAVAŞI EN İYİ BECERENLER BARIŞ VAAZI VERENLERDİR. Tanrıyı Vaaz Edenlerin Tanrıya İhtiyacı Var Barış Vaaz Edenlerin Huzuru Yok SEVGİYİ VAAZ EDENLER SEVGİSİZDİR VAAZ VERENLERDEN SAKININ Bilmişlerden Sakıının.. DURMADAN KİTAP OKUYANLARDAN Sakının Yoksulluktan Nefret Edenlerden Ya da Gurur Duyanlardan Sakının Övgü Göstermekte Hızlı Davrananlardan SAKININ Karşılığında ÖVGÜ Beklerler. Sansürlemekte Hızlı Davrananlardan SAKININ Bilmedikleri Şeylerden Korkarlar. Sürekli Kalabalıkları Arayanlardan Sakının; Tek Başlarına Bir Hiçtirler. Ortalama Erkekten Ortalama Kadından Sakının Sevgilerinden SAKININ. Sevgileri Vasattır, Vasatı Aranır Dururlar Ama Nefretleri Dahiyanedir Nefretleri Seni Beni Herkesi Öldürebilecek Kadar Dahiyanedir.. Yalnızlığı İstemezler Yalnızlığı Anlamazlar Kendilerinden Farklı Herşeyi Yoketmeye Çalışırlar. Sanat Yaratamadıklarından Sanatıı Anlayamazlar Yaratma Başarısızlıklarını Dünyanın Beceriksizliğine Yorarlar. Kendileri Tam Sevemedikleri İçin Senin Sevginin Eksik Olduğuna İNANIR VE SENDEN NEFRET EDERLER. Ve Nefretleri Parlak Bİr Elmas Bir Bıçak Bir Dağ Bir KAPLAN Bir Baldıranotu Gibi Mükemmeldir. En Usta Oldukları SANATTIR NEFRET! Gönül tezgahında şiir dokudum İplik iplik nakışında sen varsın. Aşk yolunun kanununu okudum Madde madde yokuşunda sen varsın.. Fikir vadisinden bir ırmak geçer Eğilir serviler, suyundan içer Bağrında ay doğar, zambaklar açar Sessiz sessiz akışında sen varsın.. Öz suyusun hayat denen şişenin Nedenisin keder ile neşenin Sevda cephesinde şehit düşenin Donuk donuk bakışında sen varsın.. Hep senin renginde görünür bahar Yaprakta yeşilin, gülde kokun var Yama yama kalbimdeki yaralar Sıra sıra dikişinde sen varsın.. Gidip de yorulma çok uzaklara Sen, 'sen'i gel benim içimde ara... Umut güneşimin mor bulutlara Girip girip çıkışında sen varsın.. (Dosta Doğru) Gunah kokulu visne bahcesinde yuzunun en eski haliydi aldatan beni.. Acitmamakicin disi tas, ici su dolu kalbimi bez bebegine en gizli adimi verdin.. Oysa kacislarina vurgundun sen. Ask degildi ozgurlugundu ruhunu bir visne bahcesi kadar kaygan ve elegecmez yapan.. Cunku ozgurlugun ogretti sana dayaniksiz ask ortulerinin altinda en uzun omurlu intikamlarin uyudugunu. Gul kokulu guneste kuruturken hayallerini ve kadife etegini bana baglanmadigin icin kirli bir sevdayla bagladin beni o uzun omrune... Erik çiçek açmış da bahçenin kıyısında Sen ona hiç bakmadan geçmişsen oracıktan Leylek dansa durmuş da bacanın tepesinde O baharlım laklakını durup dinlememişsen Şakır şakır bir tren bir gece köprüsünden Islıkla dalmamışsan gurbet türkülerine Akasya mor akasya ak akasya sarı sarı sarkmış da bahar mavilerinden Yaşamak ne güzel şey diye ağlamamışsan Çocuklar birdirbir oynuyorlar da çöplük arsada Dikilip yanıbaşlarına göğüs geçirmemişsen Yanından geçip gitmiş de çilekçinin arabası Kaçtan veriyorsun hemşerim diye yutkunmamışsan İskelenin tepesinden türkü döken gurbetçi gence Varolasın koçum benim diye el sallamamışsan Bahar dalı gömleğiyle utangaç bir uçurtma Bu ne şıklık delikanlım diye laf atmamışsan Ve çapkınca bakmamışsan Göğsü domur domur yeniyetmeye Sesi bambam Sesi ramazan topu Kendini herkül sanan delikanlıyı Yaştaşınmışcasına süzüp selamlamamışsan Öpmemişsen gözlerine bakıp duran bir gözleri şenlikliyi Yaşama itmemişsen iter gibi denize Girmemişsen koluna bir yıkılmışın Yalanla da olsa avutmamışsan umutsuzu Su diyene bir avuç su Bir yaralı parmağa işememişsen Kolay gelsin dememişsen taş kıranlara Günaydınsız bırakmışsan bahçe bezeyenleri Eğilip koklamamışsan çitten gülen çiçeği Bayram bayram donanmamışsan Sevinciyle dostlarının Acısını dostlarının Yüreğinde duymamışsan Kapı kapı dolaşmamışsan iş dilenerek İşsizliğe düşmemişsen hakkım dedikçe Ve bayraklı pankartlı yürüyüşlere Halaylı horonlu grev şenliklerine Katılmayı aşk gibi duymamışsan şuranda Ağrın ağrım Acın acım Dememişsen insan kardeşlerine Ve dilinin en görkemli Ve dilinin bando-davul sövgülerini Sıralayıp sallamamışsan deyyuslar saltanatına Hangi yaşta olursan ol Kardeşim Kaptırıp gönlünü sevda fırtınasına Evin yolunu şaşırmamışsan Sende iş yok be kardeşim Sen artık hapı yutmuşsun Borçlusun sen ağaçlara kuşlara Borçlusun sen trenlere otobüslere Yağan kara esen yele borçlusun Borçlusun sen herşeye Gözdeki ışıltıya Alındaki çizgiye Eldeki şaşkınlığa Borçlusun herşeye Kardeşim Yaşamın kendisine Ben, gönlü temiz insana kurban olayim, Gezsin basim üstünde benim, hos tutayim, Ham insani al karsina, söylet azicik, dön, sonra cehennem ne imis, gel sorayim. I Biz bu kentlere sığdık da, bu kentler bize sığmadı Asiya! Ve bir çığlık gibi günlerin çarmıhında; arttıkça yalnız, sustukça silik.... Ay ışığı gölgeleri büyüttü, son kuşlar da vuruldular dağlarda. Yakamozları söndü sahillerin, ışıkları evlerin; çağın vebalı gövdesinde bir hayalet gibi gölgemizde yalnızlık.. Kaldık... Kırık bardaklar gibi, içilmiş sulardan geride buruk bardaklar gibi.... II Düşler artık ölü çocuklar doğuruyorsa, sevgiler boğduruluyorsa kürtajlarda ve daha eskimemiş tüfeklerle ordusu bozguna uğramış askerler gibi kalıp, bozuk paralar gibi yuvarlanıyorsak kaldırımlarda, bir bedeli vardır elbet cennetini çaldırmanın; ömrünü yetim bir bebek gibi bırakmanın bulvarlara, bozgunlara ve yanlış yalan aşklara…. Bir bedeli, bu kuşatmaların, ilkyazları kurşunlatmaların.... Biz bu kentlere sığdık aslında, bu kentler bize sığmadı Asiya, ah, son kuşlar da vuruldular dağlarda! . III. Ay ışığı gölgeleri büyüttü. Mutluluk oyununa geç kalan ölü kuşlarla geldim. Geldim... Kırık bardaklar gibi, içilmiş sulardan geride buruk bardaklar gibi…. Ve ömürlerimizde bin kasvetle upuzun sefalet seferlerinin ayazı; belki yalnız geçireceğiz artık kim bilir, batan gemiler gibi yiten aşklardan geride, kalan her kışı, güzü ve yazı.. Ay ışığı gölgeleri büyüttü. Ayrılıklar eskidi, biz eskidik, aşk bize küstü Asiya.... IV Belki de uzun sürecek bu bozgunun saçağında, sen şarkılarını sesine yasla ve bırak beni de usulca apansız bir yalnızlığa! . Ay ışığı gölgeleri büyüttü, büyüdü ölüm ve biz küçüldük Asiya… Yüzünde elleri sonsuz denizin Gömelim yüreğe dediğim durum. Saçların en derin bir gökyüzüdür Varamaz ellerin merdivenleri. Her an bir güvercin çırpınır durur Kalb atışlarında ve gözlerinde. Bir sırdır içinde evler anneler Çocuklar başında bir yeşil çelenk. Göklerden bir haber gibidir umut Görünmez bir yerde saklanmış mahcup. Su gibi içtiğin çok zor son on yıl Sadakat anıtı bir sonbahardır. Duygu ve sabırdan bir deri giydin Kuşandın demektir ölümsüzlüğü. Bulutlara gömülü sedeften yüzün Dünyanı kuşatmış destansı hüzün Üzgün bir çocuğun yalnızlığı Kadar saydam kalabilseydim Ömrüm derdim ömrüm nasıl da Dolu geçmiştir ölebilirim artık. Ölüm hiç de ürkünç gelmiyor Yaşanmışsa tüm yaşanacaklar Acı yitiriyor anlamını ve renkler Kül oluyor körleşirken gökboşluğu. Bu dünya dünya mıdır hani Bildiğimiz o yamyam küresi Ki apiz öküzlerinin çekip durduğu Bir cansıkıntısıydı önceleri. Hantal ve gürültücü bir tehdit Gibi düşüyorken üstümüze Alaycı bir gülüş takılıyor yalnız Dudaklarımın hüzün kıvamına. Ömrüm diyorum şimdi ömrüm Üzgün bir çocuksun sen ve yalnız Öyle kal çünkü bu dünyada Sana en çok mutsuzluk yakışıyor Elsizlere el,dilsizlere dil ver yeniden, Lütfet,bize bin şanlı nesil ver yeniden, Dünyayı alıp avcuna bir gün Tanrım, Avcunda bu dünyaya şekil ver yeniden. Eski bir Turkce kitabinda rastladim sana. Sirtin pencereye donuktu, odan kararmak uzereydi, usulca one dusmustu basin yorgun bir dusu tasiyordun omuzlarinda.. Birini bekliyordun, kendini bekler gibi.... Ne zaman askin adi gecse sen gelirsin aklima... Sirtin pencereye donuk, basin one dusmus, bir inanc titresir, yarali, yorgun omuzlarinda. Ne zaman adin gecse eski bir Turkce kitabinda ask kararmak uzeredir odanda... Unutulmaz anları vardır hayatın Islak kirpiklere takılıp kalan Zamana meydan okuyan Biz de öylesine yaşadık seninle Öylesine sevdik Hatırla aşkım... Kahır dolu rüzgarlar esiyor içimde Yıkılıp kalıyorum bu sağır akşamlarda Beni sensizliğe nikahladılar Yenildim duygularıma Yenildim gururuma ağlayamadım Şimdi sanadır bu ağlayışım Hatırla aşkım... Gözümde dağlar gibi büyüyor hasretin Gelip gelip özlemin doluyor içime Yokluğunda şair kesildi gönlüm Artık hep hüzzamdan çalıyor şarkılarım Sen de nasıl sever nasıl söylerdin Hatırla aşkım... Oysa nelere katlandı bu gönül Ne acılarla halay çekti bu yürek Ne ihanetlere gülüp-geçti bu gözler Bir yokluğuna alışamadım Bir de sensiz bu akşamlara Unutamam demiştin giderken bana Ben de unutamadım Bu bizim son yeminimizdi Hatırla aşkım... Biliyorum şimdi saçlarını yaban eller okşuyor Gözlerine başka gözler gülüyor Gözlerin ki gördüğüm gözlerin en güzeliydi Varsın adı hasret olsun artık bu sevdanın Varsın sonu ayrılık olsun bu romanın Bitmedi bitmeyecek bu şarkım Nerede olursan ol Kiminle olursan ol Hatırla aşkım... Hatırla Yanındayken bile özlerdim seni Şimdi içimde bir başka yangın Şimdi gözlerimde en ıslak bakışın Ölmek kaderde var biliyorum Herşeyin sonu yakın Ama sen de bil ki Yağmurlarca sevdim seni Yağmurlarca sana yandım Hatırla derya gözlüm HATIRLA AŞKIM... Yine dertli dertli iniliyorsun Sarı turnam sinen yaralandı mı Yoksa ciğerlerin parelendi mi Hiç el değmeden ben iniliyorsun. Yoksa sana yâr düzen mi düzdüler Tellerini sırmadan mı dizdiler Perdelerin tel tel edip büzdüler Allı turnam sinen yaralandı mı. Havayı deli gönül havayı Ay doğmadan şavkı tutmuş ovayı Türkmen kızı katarlamış mayayı Çekip gider bir gözleri sürmeli. Kuru kütük yanmayınca tüter mi Ak gerdanda çifte benler biter mi Vakti gelmeyince bülbül öter mi Ötüp gider bir gözleri sürmeli. Dere kenarında evler hurmayı Kılavuz ederler telli turnayı Ak göğsün üstünde ilik düğmeyi Çözüp gider bir gözleri sürmeli. Karac'oglan der ki geçti ne fayda Bir vefa kalmadı ok ile yayda Hala korkular, renkler ardinda misin? Cirkinle güzel secmek kaydinda misin? Oldun diyelim Zemzem, ya da ab-i hayat Birgün öleceksin yar, farkinda misin? Gece sesizce basliyor ve irmagin- Ote yakasina geciyor atlilar. Bir papatyanin acisini dinliyorum. Gokyuzu gitgide genisliyor. Islak yapraklarin derin yesilligi Islak daglarin uyandirdigi keder. Kendime bir demet cicek topluyorum Ogretmenimin ilikledigi gogsum Ne kadar genc Agzimda taptaze bir tutun kokusu Ve taze ceviz kabuklarinin kararttigi parmaklarimda Bir agiz mizikasi. Ogrendigim ilk sarkilar Yollar yollar yollar boyunca Soyledigim ilk sarkilar Sevgilim olan butun kizlar Siyah onlukleri ve Kacamak bakislariyla gecip gittiler Ilk fotograflarimdaki yakisikli sacim... Ey aksam, ey bir askin Baslamasi ve bitmesi Ey turuncu aksam, butun aksamlarin aksami Ey mor aksam, dudaklarim gibi moraran. Gece evleri sardiginda Ve bahceleri Isiklar icinde kacip giden Bir tavsan gibi yalnizim. Yolun iki yaninda kalan Karanlik daglarin otesinde Neler olup biter Ve girdigimiz uykulu kasabada Lokantadaki uykulu cocuk Olgun isikli lokantada Olgun patatesler. Bir adamin Dogmasi ve olmesi Ve bazi islemeler yapmasi hayatinda Bazi baglardan Uzum toplamasi Bazi sinamalara gitmesi Bazi kizlari sevmesi Ve olesiye yalnizlik cekmesi Bazi sehirlerde. Ey aksam, turuncu ve mor aksam Ey gokyuzu, ey benim Gittikce esmerlesen kalbim. Simdi beyaz bir kizin Yaninda olabilmek icin Bazi cilginliklar yapabilirim Onu boynundan opsem ve onunla Dunyada olup bitenleri konussak Ingiliz birahanelerinde Damali kasketleri Ve sasilacak kadar yorgun yuzleriyle Ve butun emekciler gibi Cocuksu gozleri Partal elleriyle oturan Iscilerden konussak Zencilerden konussak sonra Gulunce butun yuzleriyle gulen Yakisikli ve hazin Zencilerden. Gece dunyanin her yerinde Geliyor ve her yerde Ayni duygu uyaniyor kalbimizde. Sen simdi Duvarina bir siirimi asmisindir Uyuyorsundur Belki dusunuyorsundur Sonuncu kattaki odandan Yildizlara bakarak. Ve yoldizlar her zaman Eski ve tanidiktir. Ozellikle bir tren penceresinden bakildiginda. Icimiz nedensiz bir huzunle doldugunda Sirtustu uzanip topraga Baktigimiz yildizlar. Bir harman yerinde ya da. Duz bir damda. Uzaktan Butun kurtce turkuler gibi Yanik bir turku gelirken Sicaktan bunalirken Evler ve yollar; Ve yasli kadinlar Uyuklar gibi buzulup minderlerine Dusunurlerken eskisini Olaganustu gunlerini Gece sesizce basliyor ve irmagin Ote yakasina geciyor atlilar Calilarin hisirtisini dinliyorum. Sana seslenmek icin Yeni siirler tasarliyorum.. Susuzdum; çöl kalbimin En ağrıyan yanındaydı o akşam. Çocukluğumda ırmakların Terk edip gittiği her yerde bana Bir korku kalıyordu Bir titreyiş Bir sızı Yeniden büründüm yer kabuğuna Dumanlı dağlara savurdu beni Ankara’dan ayrılırken kırmızı. Düş yangınlarımda açan çiçeğin O dupduru, gözyaşıyla ıslanmış Yaprakları arasına Ömrümün en nazenin En karanlık sırlarını bıraktım Şimdi her birinde bir Leyla kelebeği Alıyor ruhumu kanatlarına Kafdağı’ndan avucuma sessizce Bırakıyor ay bakışlı bir kızı Kendimi arıyorum yine yollarda Çürüyen köklerde, kırık dallarda Sonsuz bir rüyayı getirdi bana Ankara’dan ayrılırken kırmızı. Kendi dalgalarına Düşman bir deniz mi yoksa gözlerim Bu yüzden mi fırtınalar Mutluluğun yorgun gemilerini Batırıyor kanlı kirpiklerimde. Al beni sultanım, götür buradan Ardımda ne izim, ne yazım kalsın Bilmezdin; bilemezdin bir zamanlar Kartalları öldürürken avcılar Issız ülkesinde yalnızlığımın Gizemli bir süreyyayı Aradığımı çocukluğumda Bazen mağaralar yutardı ellerimi Bazen de kuşlar Tutup ellerimden uçurur beni Konarlardı sevda çınarlarına. Ankara’dan ayrılırken kırmızı Civanperçemiydi, zülüfte candı Kırmızının olmadığı her sokak Her ev çaresizdi, loştu, zindandı Pencereler kapılardan Kapılar gökyüzünden sorardı bulutları Kim bilir hangi yıldız Bekliyordu güneşin bir simsiyah Samanyolu’ndan doğacağını Şiir ki, rüzgârdı orda, cânandı Gecenin kalbinde yanmıştı yazı Ah bir görseydiniz, hasret şivandı Onsuz gönül yurdu boştu, virandı Koparıp götürdü benden beyazı Ankara’dan ayrılırken kırmızı Öyle yorgun düşmüşüm ki acının mavzerini taşımaktan bulanık sular basıyor birden bütün mevzilerimi sonra çöle kesiyor içim. Bu alaturga şarkılarda fena kanıtıyor bazen anıların ve acıların kabuğunu gagalıyor kanatırcasına yarayı susamış bir kerkenez. Sesimin pınarı kuruyor susunca sesinin kuşları Uzayıp giden bir bozkır kesiliyor dudaklarım kavruluyor yalım yalım. Sesini ver bana dinle Su verir gibi yaralı bir hayvana sesinin bütün gözlerini çevir dudaklarımın bozkırına yoksa dilim dilim edecek acılar beni. Acının her gözeneğinden hüznün ilmiklerini geçirip dokudum şiirin kilimini şimdi nakışlamak istiyorum yanlızlığın dört duvarında sesini Ve gözlerin aklıma gelir Ve sözlerin Gidişin gitmiyor gözümün önünden Ve izleri derin. İlk değilsin bu senin bildiğin Ve yine biliyorsun sen en son sevdiğim. Şimdi uzaklardasın Ben çamlar arasında bir hastane odasında Ciğerimde bir ince hastalık İçimde kapanmak bilmeyen bir yara Ve elimde sanki inadına bir sigara Biliyorum dönmeyeceksin Hatta arkana bile bakmaksızın Gün gelir belki bir yuva kurarsın Oğlun olursa benim adımı koyar mısın? . Gittin Dağ gibi sevdamı devirip ardında Gittin Allahaısmarladık bile demedin Sazlar çalınır Çamlıca'nın bahçelerinde O şarkıyı bir daha hiç söyleyemedim Şimdi elimde bir bardak çay Ve dudağımda buruk tebessüm Kendi kendimi üzmemeye söz verdim Ve ben seni hayatımın bir musalla taşının en yakın yerinde sevdim ısrar etmedin kendine beni sev diye beyaz bulutlar gibi sırtını rüzgarlara verip gittin bense durdum ve bekledim ve ben seni hayatımın musalla taşına en yakın yerinde sevdim Bu yokluk canıma tak dedi Bu fakirlik mideme dokunuyor Bu yalnızlık koyuyor bana Param olursa bir ustura alacağım Şöyle halis çelikten pırıl pırıl. Ötesini bilirsin! Tanrıdır can veren kul ona borçlu Ben de bu sevdayı sana borçluyum Bu boynumun borcu bu gönül borcu Ben bu mutluluğu sana borçluyum. Dağlarda yol olsam seni beklerim Ömrümü verseler sana eklerim Seninle gül açtı tüm dileklerim Ben bu mutluluğu sana borçluyum. Ne böyle sevildim ne böyle sevdim Aşkın böylesini senden öğrendim Adına yazılı gönül senedim Çünkü ben bu aşkı sana borçluyum Yalnızlığımda seni büyüttükçe kalabalıklaşacağım; Sen kendi kalabalığında hep yalnız olacaksın…. I Kapattım ucu kıvrılı yerinden bir defteri Bir defter adınla hükümlü şimdi.... Sen kendinin pası, kilidi. Gençliğin kendine savurur seni, Esmersin, cehennemin dibinde doğmuşsun, baban iki karılı; evlerde, erkenlerde bekler seni. Sen feodalizmin kara dilberi, gündüzlerin gölgesindeydi sevgi. Gölgesinden gündüzlerin iklimler geçti…. Sesin şimdi kanayan bir gül gibi: Kangren.... II Sen orda kendi manastırının huysuz müridi. Sen orda bir korkuda, bir şarkıda, ölüm susan uğultuda…. Sen orda düşlerine leş kargası tüneyen! Elleri ayazlarda sen orda, esmerliğine rehin feodal şatolarda... Uyurken sen hasretin avlusunda, gündüzlerin gölgesinde oturuyordum. Sonra boşuna çizdim karanlığa resmini. Boşuna... Ezberleyip hasreti… Oysa nasıl istersen öyle gebertebilirdin beni. Nasıl istersen! Artık sulara k(atalım) aşkların yetim rengini... İnce narin kanatlı uçurtmadır kalbin Duru yağmurlarda yıkanmış şair nefesi kokan. Bir şebnemsin ki, Şems’le buluşur güneşin bahçesinde Yaprağına düşersin saklı kalan acıların Mevlana’dır gözbebeklerinde ay Döner gün boyu dalgın Ateş olur hüznün şahdamarında. Pembe kuşkular gördüm avuçlarında akan Saçlarını ören mahcup cihangir Pembe mızrak taşır bakışlarında Bilmezsin ki, seher vakti Kubbe-i Hadra’dan Bir bumerang gibi yükselen çığlıkların Parçalanır, hatıralarda sessiz Bekler doğuşunu karanlıkların. Tebessümün ne kadar mumdanmış öyle Yıldızlar çiçek kokluyor Natürmort çizgilerinde yüzünün Bir ter damlasında pırlantalar Akkor bir göz oluyor ardın sıra. Şehzade yalnızlığı içindesin, elçiler Hünkâr kırmızısı yanılgılarla gelmiş Sürgün bir ah ve çile. Pembedir hangi rüzgâr dokunuyorsa tenin Nasıl şuh bir ayin ki gamzelerinde renkler Duru bir süreyyadır tenhada gölgen bile Salinip giderken boyunu gördüm Selvi miydi fidan miydi boy muydu Egmis kislarini yayini gördüm Kilic miydi gamze miydi yay miydi. Güzel keklik gibi geziyor tasta Gören asiklari yakar ateste Avazi bülbülde sedasi kusta Keklik miydi turna miydi toy muydu. Taramis zülfünü dökmüs gerdana Yel estikce dalgalanir her yana Dedim dilber cevir yüzün bak bana Gözleri yildiz al yanaklar ay miydi. Arasan dünyayi bulunmaz esi Siyah bulut perdelemis günesi Ah cekti gözünden sel etti yasi Deniz miydi derya miydi cay miydi. Veysel Satir beyan eder derdini Terkedemem ezberini virdini Dilim tutup soramadim yurdunu Yayla miydi kasaba mi köy muydu Ayvalar ve güneş sarardı Yıldızlar daha parlak Ve ay daha soğuk şimdiden Güz denizi yutkunuyor Ardısıra yitik bir aşkın Kıyıya çarpıp geriye çekilirken. Kâğıttan taşan mürekkep gibi Taşıyor içimden Özlemi geçmiş yazın. gördün mü devleri, mecnun cinleri ciğer kanı içen bahçıvanların nefesinde uçan güvercinleri sekiz bahçenin tacını sekiz köşkün Hallac'ını gördün mü ey denizlere kul olan yorgun düşen gariplere yol olan söyle ben saçlarımı kestirirsem ne olur bir başkaldırma ancak saçlarından tutulur. herkes annesi sanır bir kısır yalnızlığı oysa herkesin annesi aslında bir baruttur. eylülden ürken temmuz şafaktan korkan gece dağları bölümleyen o babadan kaçan sudur. hatırla her gün bir çalar saatle oynadığını çalar saatler bir çocuğun uyanılacak uykusudur. soğuk iklimler, kırımlar akar gider derisinden çalıp söylediği öğrenip oynadığı bir tabuttur. anne saklanır, baba koşar, günleri münleri bölerler anne de baba da parça parça bir geyik yavrusudur. birinin sırtı ince, birinin elleri kalın ikisi de bir gölün saygıdeğer komşusudur. ey hayalin sonsuz çalıştığı gölleri bölmek dönemi o zaman artık bir yerlerde hazin mevlûtlar okunur. dersin ki ayışığı kimin babası kimin oğlu o zaman sanki herkesin işi bir bölmedir, uzun uzun solunur. senin şarkın bir avcı borusudur ormanları tutar büyür, yankılanır, bir kale yıkıntısında saygıyla durur. ey en bilge sesi gelip duran sonra akan suların bilirsin her akşam nasıl öksüz, nasıl güçlükle olur. her akşam nerden baksan yine de bir eksiği doldurur babalar geri çekilir, anneler onlara teslim olur. saçlarımı hep kestim tutacak kadar kalmasın dedim çünkü bir başkaldırma ancak saçlarından tutulur. gölleri bölümlediler ve sonra suya gittiler çoğu babalar hep perşembe, anneler hep cuma olur Dağda Dağ Yüzü Yok? Ekinlerde Ekin Demir Değnek Demir Çarık Gezersin Kimbilir Yürekteki Sevdayı? Hay Kardaş Görklü Kardaş Kurt Ne Bilsin Akar Su Ne Bilsin İnce Belli Karınca Ne Bilsin Bu Hayat Bu Zulüm Toprağının Kararmış Zühresi Ay'ı Bentleri Yıkar Su Kısrağa Aşar Aygır At Yaşamak Değişir Yaşamak Ölümden Üstün Sadece Unutma Sen Şu Bitmeyen Kavgayı Medet ya Muhammet medet ya Ali Ya Muhammet sana mürvete geldim Karlı dağlar gibi yağdır günahım Ya Muhammet sana mürvete geldim. Muhammet'tir Nebilerin aynası Salavat verenin nur olur sesi On sekiz bin alemin Mustafası Ya Muhammet sana mürvete geldim. Cennetin kapısı mermerdir taşı İncidir duvarı hikmettir işi Yüz igirmi dört bin Nebinin başı Ya Muhammet sana mürvete geldim. Abdal Pir Sultan'ım der Şam'a geldim Şam eli'ze Haydar ben yana geldim Bingan ettim Haydar kapına geldim Ya Muhammet sana mürvete geldim Biz dünyadan gider olduk kalanlara selam olsun Bizim için hayır dua kılanlara selam olsun. Ecel büke belimizi söyletmeye dilimizi Hasta iken halımızı soranlara selam olsun. Tenim ortaya açıla yakasız gömlek biçile Bizi bir arı veçhile yuyanlara selam olsun. Azrail alır canımız kurur damarda kanımız Yayıcağız kefenimiz saranlara selam olsun. Sözdür söylenir araya kimse döymez bu yaraya İltip bizi makbereye koyanlara selam olsun. Bunda hep gelenler gider hergiz gelmez yola gider Bizim halimizden haber soranlara selam olsun. Aşık oldur Hakk’ı seve Hakk derdine kıla deva Bizim için hayır dua kılanlara selam olsun. Miskin Yunus söyler sözü kan yaş ile doldu gözü Bilmeyen ne bilsin bizi bilenlere selam olsun Şah'a giden ben bir bezirgan gördüm Ayrılmam katardan ben şimden geri Hemen tutmuş hakikatın yolunu Ayrılmam katardan ben şimden geri. Bezirgan yükünü nereden tutmuş Ona hizmet eden dergaha yetmiş Sevdiğim sılada bir oda tutmuş Ayrılmam katardan ben şimden geri. Bezirganın yükü la'l ile gevher Ana kar mı kılar harami dafer Bezirganlar başı ol Cafer Ayrılmam katardan ben şimden geri. Bezirganın yükü nereye gider Uğramaz Sırat'a Mirac'a gider Bezirgan başıdır Şah Gani Haydar Ayrılmam katardan ben şimden geri. Bezirganın yükü ilm-i hamail Doğru işleyene Hak ola kail Bezirgan başıdır ahir Cebrail Ayrılmam katardan ben şimden geri. Deryalar bekçisi dağlara nazır Her nerde çağırsan orada hazır Bezirgan başıdır Boz Atlı Hızır Ayrılmam katardan ben şimden geri. Pir Sultan Abdal'ım aşıkı çoklar Hiç kardaş bulmamış kend'özün yoklar Korktuğumuz yerden Yaradan saklar Ayrılmam katardan ben şimden geri Bir gece başladı yıldızsız, aysız; Ne horozlar öttü, ne sabah oldu... Kibritler ıslaktır, çakmağım yağsız Dar odam ebedî ışıksız kaldı.. Bırakmaz yakamı, dört yanım duvar; Ne kapı, ne baca, ne pencere var... Ne mektup gönderir sevdiğim dostlar, Ne de bir tanıdık kapımı çaldı.. Bir zaman karnımı doyuran toprak Üstüme gölgelik, altıma yatak. Hiç ümit etmezken olacağa bak; Nihayet ağzıma, gözüme doldu.. Ve işte dünyada en son arkadaş Başımın ucunda dikili bir taş. Bitti, doğduğum gün başlayan savaş, Kâinat benimle beraber öldü.... (Dosta Doğru) Eğer sual eder isen sırrımdan Cümlemizi var eyledi varından Hak yarattı Muhammed'i nurundan Kandilde parlayan nurdan gelürem. Habib'i nurundan yarattı Hüdam Salavat veririm ruhuna müdam Cennetten sürüldü dünyay Adem Rıdvan'ın açtığı şardan gelürem. Cebrail çerağı alır destine Seyretmeye gider dostun iline Hayranım şakıyan tuti diline Resul'un kurduğu yoldan gelürem. Kandilde balkıyan dostun nurudur Akıl ermez ona,Hakk'ın sırrıdır Din serveri Muhammed'in nurudur Cennette açılan gülden gelürem. Havva'dır anamız Adem'dir ata Hakk'ın hikmetine akıllar yata Cennetin illeri öteden öte Hü deyip çalkalanan selden gelürem. Okuyup yazmada çok Hakk'ın ilmi Okuyup yazmayan ne bilsin ilmi Tanrı'nın dostudur Musa değil mi Münacat ettiği Turdan gelürem. Tenimi sorarsan bir kuru tendir Can onun içinde gevher-i kandır Bu ilim dersidir,bahr-ı ummandır Sırrı kal oldukça sırdan gelürem. Sıfatlar dağıla,taşlar atıla İns ile cins bir araya katıla İnsan mantar gibi yerden bite Aslımız topraktır,yerden gelürem. Mansur ile bile dara takıldım Yusuf ile hem kul olup satıldım İsa ile Şam'dan göğe çekildim Musa ile bile Tur'dan gelürem. Kardaşlar böyle tevil düzdüler Başmağa Ayet-el kürsü yazdılar Kendi fetvam ile derim yüzdüler Halep şehri derler şardan gelürem. Mahkemede sual sordu kadılar Kitapların orta yere koydular Sen bu ilmi nerden aldın dediler Üstadımdan aldım,Pir'den gelürem. Nesimi'yim ikrarımdan belliyim Gerçek erenlerin kemter kuluyum Cennet bahçesinin gonce gülütüm Münkir münafıka hardan gelürem yolumdan çekil yavrum bağlasalar duramam demir asa demir çarık dedim neyleyim! yolculuk dedim ağaçlara tünedi yine akşam kargalarla bir rüzgar kendini yerden yere vuruyor kırık dökük yıldızlar belirdi uzaktan telsiz mevceleri ardım sıra koşturuyor anamdan yolcu doğmuşum yedi dağın yolları kalbimden geçer salkım salkım mısralar gelir içimden dudaklarımda yağmur damlaları alır beni yollar beni alır gider anamdan yolcu doğmuşum nehirlerle birlikte denizlere kavuştum akşam dedim şu koca dünya dedim ağlasam dedim yola bir düşüldü mü ömür boyunca gidilir ekmeğin ve şarabın peşinden turnaların peşinden büyük şehirler büyük aşklar çığlık çığlığa terkedilir ben çocuklar gibi sevdim devler gibi ızdırap çektim damarlarımda dünyanın bütün rüzgarları harblere açlıklara yalnızlığıma rağmen anamdan yolcu doğmuşum neyleyim gurbet dedim vatan dedim hürriyet dedim Akşamları boynundaki merhamete sıgınan aşkın ölü kuşlar, daha sabah olmadan seni tükettiklerini anlar anlamaz, kirli ve acımasız bir dalgınlıga uçarlardı.. Kıstırdıgın sokaga adını vermişlerdi: Melek çıkmazı.... Gidecek evi olmayan bulutsu bir misafirdin, ezilen kanatlarından sunulmuştu sana tek okşayış.... Öyle sert ve öyle belrsizdi ki her şey, ona uymayınca çogalırdı dünyada hazır buldugun boşluk.... Tutundugunda boşluk sana, yüzünün ışıgını öperdi yüzün. Yalnızlık küçümsediginde seni gögün içindeki aslını görürdün.. Gögün içindeki, senden çıkan her şeyin konakladıgı o sonsuz evi... 'Uçak şimdi Düşüyor' Dedi yanımdaki. Düşmenin bilmesem İnmek olduğunu Azerice'de Herhalde o saat Yüreğime inerdi. Bir sofra isterim kimse sermedik Bir yayla isterim kimse konmadık Bir güzel isterim yad el değmedik Ellenmiş de bellenmişi n'ideyim. Severim güzeli nice olursa Boyu uzun, beli ince olursa Severim atımı dinçce olursa Kovulmuşu yorulmuşu n'ideyim. Karacaoğlan der ki kolu kırarım Nedir yüce dağlar size zararım Ararsam pınarın gözün ararım Bulanmış da durulmuşu n'ideyim Umutsuz olmamak gerektiğini biliyorum, Bu acımasız gecede Yazgı diye birşey yok İçinde yaşadığımız bu toplum öldürdü annemi Çarpıntılarla hırpalanan yüreği Dayanamayıp parçalandı sonunda Şimdi toprak dolar gözlerine, Artık istese de kımıldayamaz, Yokluk esir aldı onu Bağladı ellerini,kollarını sessizlik, Çaresiz bile değil artık Bir çocuk gibi korunmasız, Karıştı bin yılın ölüsüne Ama onun umutları Benim de umutlarım olacak bundan böyle, Çaresizleri korurken Annemi de korumuş olacağım biraz O dilediğince yaşayamadı ömrünü, Varlığını özgürce geliştiremedi Ama bütün insanlar, Varlıklarını özgürce geliştirecekler birgün Ve annemi hiçbir zaman unutmayacağım Her ölüm kahramancadır, Annem hepimizden önce yaşadı Bu kahramanlığı Eyy benim yüregim,güç ver bana Eyy hayat güç ver bana Anneme yaraşan şiirler söyleyim Boşuna yaşamış olmasın o, Sonsuzlaşsın İçten,pürüzsüz dizelerimle... Aşk erine dünyada çi harir ü çi palas Zira kim gönül onun tutmadı kibir ile yas. Aşk amel ile biter layık olursa yiter Gerekse üryan yürü gerekse geygil libas. Dilersen kim eresin feragat menziline Var kanaat darında nefsin boğazından as. Nefsinin varlığını akl-ı külle ulaştır Varlığın yoğa değişir cevher ol olma muhas. Bu kamu günahların yuyan miskinliğinmiş Var Yunus sen miskin ol gel tama’ın yayın as Toprak anladı beni, ölüler ve diriler Köstebekler hüzünle gülümsüyor derinde Ruhumu aldatıyor yüzün diye periler Uzak bir seyyarenin karanlığında kaldın Yoksa bir Hint fakiri miyim hecelerinde Sinemde su yangını, saman yolunda adın . İlk harfi yazdığımda yollarındaki izler Dumanlı bir İstanbul getirdiler öteden Fotoğraflarında mı gizleniyor denizler Mor dikenler büyüdü şakaklarımda bile Hatıralar yurdunun o uzak mabedinden Bir sen gelmedin; geldi gidenler sevda ile. Ovalardan, dağların arasından bivefa O pervasız, buyurgan gözlerindir süzülen Bilemezsin, her sabah umudumla kaç defa Çiğdem gibi büyüttüm bembeyaz ellerini Yaralı bir kartalım doruklarda büzülen Atlılar kuşatıyor kirpiklerinden beni . Ne yana dönsem siyah, sessiz, bitkin ve ırak Kalbe dokunduğunda her akşamüstü ölüm Kırıldı hüzne karşı taşıdığım son mızrak Meçhul bir mimar yıktı içimin sarayını Gözlerine bakınca geceye küstü ölüm Göğümden aldı bahar güneşini, ayını. Ey üzgün yalnızlığım, sineme bir baksana Ne münzevi bir kaygı, ne de mahrem bir resim Kaç zavallı dilenci elini açmış sana Omuzlarımda mağrur bir devin ağırlığı Aynaları arıyor yokluğunda adresim Kim duyar bir fanusun içindeki çığlığı. Çöl kuşları geliyor, fırtına bedesteni Hatıranı bir rüya sandığında saklarım Atlılar kuşatıyor tenhalarında beni Yüzünden artakalan bir muamma, bir zindan Kapının eşiğinde kıvranan ayaklarım Bir işaret bekliyor sisli bakışlarından Ben Antepliyim, Şahin'im ağam. Mavzer omzuma yük. Ben yumruklarımla dövüşeceğim. Yumruklarım memleket kadar büyük. Hey, hey! . Yine de hey hey! Kaytan bıyıklarım, delişmen çağım Düşman kurşunlarına inat köprü başında Memleket türküleri çağıracağım. . Bu dağlarda biz yaşarız, bu dağlar bizim dağımız. Namusumuz temiz, bayrağımız hür Analarımız, karımız, kızımız, kısrağımız Burda erkekçe döğüşür . Bir bayrak dalgalanır Antep kalesi üstünde Alı kanımdaki al, akı alnımdaki ak Bayraklar içinde en güzel bayrak Düşüncem senden yanadır . Hep senden yanadır çektiğim kahır Bu senin ülkende, senin gölgende Düşmesin kara kalpaklar, kirlenmesin duvaklar Korkum yok ölümden kâfirden yana Alacaksa alsın beni şafaklar. . Hey, hey! Yine de ey hey! Al bayraklar altında kara bir kartal gibi Yaşamak ne güzel şey. . Bir sır var bu mavzerde, attığım gitmez boşa Çıkmış bir eski savaştan Türk'ün bir karış toprak parçası için Destanlar yazacağız yeni baştan. . Yıktım toprağın üstüne bir sarı kurşunla birini Çıktı karşıma biri, Çıktıkça çektim tetiği bismillâhlarla beraber Vurdum alnından kâfiri. . Bu kaçıncı kurşundur, bu kaçıncı bismillâh Bu kaçıncı ölüdür? Bir türkü söylenir siperlerde her sabah Vurun Antepliler namus günüdür! . Ben Antepliyim Şahin'im ağam Mavzer omzuma yük Ben yumruklarımla dövüşeceğim Yumruklarım memleket kadar büyük Geceler kurşun gibi iner üstüme birden Hayalin çıkıp gelir uzaklardan karşıma Sonra yüreğimi bir kara sevda tutar Ama sen duymazsın duyduğumu A.... Ne bir türkü söylersin gizlice ağlayarak Ne bir akşam içinde bir yara göz göz açar. Ne efkar basar seni akşamları ansızın Ne uykuların kaçar.. Konuşsam bir türlü, sussam bir türlü Yıllar yılı yüreğimde büyüyen sırsın Bir sigara dumanına uzanır gibi usulca Dokunsam saçlarına, kırılırsın.. Kaçtım şehir şehir çok uzaklara Boşuna gurbet acısı tattım. Oyalandım durdum seni unutmak için Kendimi boşuna aldattım.. Anladım faydası yok uzak kalmanın artık Seni kader çizgisiyle alnıma yazan haktır. Unutmak ne mümkün gözlerinin rengini, Seni çılgın gibi sevmek yaşamaktır.. Bir serin rüzgarsın yüzüme vuran Yüreğimi yakan bir avuç korsun. Gökler biliyor sevdamı, taş duvarlar biliyor Sen bilmiyorsun. çok fazla çok az ya da çok geç . çok şişman çok zayıf ya da çok kötü . kahkaha ya da gözyaşı ya da kusursuz kayıtsızlık . nefret edenler sevenler . ellerindeki şarap şişelerini sallayarak önlerine çıkanları süngüleyip kadınların ırzına geçen ordular . ya da ucuz bir pansiyon odasında Marilyn Monroe'nun fotoğrafıyla yaşayan bir ihtiyar . o denli büyük ki dünyadaki yalnızlık onu saatin kollarının ağır hareketlerinde bile görebilirsiniz. . o denli büyük ki dünyadaki yalnızlık onu Vegas'ta, Baltimore'da ya da Münih'te yanıp sönen neon ışıklarında görebilirsiniz. . insanlar yorgun, hayat tarafından cezalandırılmış, ya sevgiyle ya da sevgisizlikle sakatlanmış. . yeni hükümetlere ihtiyacımız yok yeni devrimlere ihtiyacımız yok yeni kadınlara ihtiyacımız yok yeni yollara ihtiyacımız yok şevkate ihtiyacımız var. . müşfik davranmıyoruz birbirimize. müşfik davranmıyoruz. . korkuyoruz. nefretin gücü simgelediğini sanıyoruz. cezalandırmanın sevgi olduğunu. . daha az sahte bir eğitim bize gereken daha az kural daha az polis ve daha iyi öğretmenler. . bir odada bir başına acı çeken öpülmemiş dokunulmamış bir başına bitki sulayan olsa da çalmayacak bir telefondan yoksun insanın dehşetini unutuyoruz. . müşfik davranmıyoruz birbirimize müşfik davranmıyoruz birbirimize müşfik davranmıyoruz birbirimize . boncuklar sallanır, bulutlar örter köpekler gül bahçesine işer bir çocuğun kafasını koparır cani dondurma külahından bir ısırık alır gibi okyanus bir gelip bir giderken anlamsız bir ayın esaretinde. . müşfik davranmıyor insanlar birbirine. Aklını al başına Geçen gün ömürdendir Oyalanma boşuna Geçen gün ömürdendir. Yürüsen de, dursan da Türlü hayal kursan da Saati durdursan da Geçen gün ömürdendir. Yanma gaflet narına Sadık ol kararına Erteleme yarına Geçen gün ömürdendir. Ne sultana, ne şaha Kalmadı dünya aha Ele geçmez bir daha Geçen gün ömürdendir. Gönül akıla şaştı Hatalar doldu taştı Hesap günü yaklaştı Geçen gün ömürdendir. İbretin olsun dünün Hakkını ver bugünün Belki yarın son günün Geçen gün ömürdendir. Unutmadan gayeyi Al zamandan payeyi Tüketme sermayeyi Geçen gün ömürdendir Biraz kulak verin dinlen sesimi, Recai mehmet bey canlarım benim. Derde düşüyorum heran yepyeni, Recai, Mehmet bey canlarım benim. Ben de sizler var siz de kimler var.. Belki de ilk defa bugün görüştük, Can cana ruh ruha olduk karıştık. Kimlere yön verdik kimle yarıştık, Recai, Mehmet bey ünlerim benim. Ben de sizler var siz de kimler var.. Acaba bir su mu yoksa daş mıyım, Yahut ilkbahar mı ya da kış mıyım. Söyleyin yarenler nolur boş muyum, Recai, Mehmet bey kanlarım benim. Ben de sizler var siz de kimler var.. Kimliğim bir insan sanatım aşık, Gözümde parlıyor sizler de ışık, Kainatda herkes bu bana maşuk, Recai, Mehmet bey günlerim benim. Ben de sizler var siz de kimler var.. Acaba bir dağ mı dere miyim ben, Yoksa bir melhem mi yara mıyım ben. Böyle bir duyguyu veren miyim ben, Recai, Mehmet bey tanlarım benim. Ben de sizler var siz de kimler var.. Sevmek yaşamaktır yaşayan bilir, Yüreğim ışıkla döşeyen bilir, Gönülden hatayı boşayan bilir, Recai, Mehmet bey tenlerim benim. Ben de sizler var siz de kimler var.. Çekilmez bir derdin pençesindeyim, Bazı namert, merdin pençesindeyim, Böyle bir tek yurdun pençesindeyim, Recai, Mehmet bey hanlarım benim. Ben de sizler var siz de kimler var.. Bir ile arayı buldum bulalı, Onun için böyle oldum belalı, İy seçerim helal ile haramı, Recai, Mehmet bey anlarım benim. Ben de sizler var siz de kimler var.. Bir gönülde olsak siz ile bizler, Benim bu sevdayla yaram var sızlar, Sefil selimiden böyledir sözler, Recai, Mehmet bey dinlerim benim. Ben de sizler var siz de kimler var. 19.2.2001 Kayseri AŞIK SEFİL SELİMİ Cemal Toptaş’ın evinde Yunus Karaca, Necmettin Palacı, Cemal toptaş, Sabit ince, Recai Karanfil ve Mehmet Hasoğlu’nun Bulunduğu mecliste irticalen söylenmiştir.. @ Yazar ve yayınevinin adı belirtilmeden ve ANASAM’dan izin alınmadan alıntı yapılamaz Bütün hakları Anasam’a aittir. Devrimcilik gibi şairlik de İnen darbeyi duyabilmektir Kaslarının liflerinde, İster copların darbesi olsun İster bilincin... Gelerek,binbir işkenceden -İnsanlık gibi tıpkı- Çığlıklarla büyüyen devrimci şiir Giderek,sömürüye ve zulme Karşı akımıdır sevincin... Hani Gayrettepe'den Verilip verilip de Dal bedenlerimize elektrik, Tam tükendiğini sandığımız yerde direncin, En çelimsiz kızımızda bile baş veren O silkiniş var ya, O türkü,o öfke, o erkeklik Kıvılcımlarla üreyip güçlenecek, Güçlenecek yarın bamtellerimizde, Güçlenecek, Güççlenecek, Güçççlenecek... Ve de birden tepti miydi geriye, Gözüne,yuvasına,kaynağına zulmün, Bir gök gürültüsüdür,bir şimşek, Bir sevnçtir akıp gidecek Şebekelerin sigortası atıncaya dek! ... İşte böyle bir şiir bizim yazmak istediğimiz.... “Bir şiirde, bir satır saklayabilir başka bir satırı Nasıl ki bir kavşakta bir tren belki örter bir treni ... Aşkta, başka bir sitem saklayabilir bir sitem ve küçük bir serzenişte, koskoca bir şikayet gizlidir belki Bir adaletsizlik bir başkasını saklayabilir-bir sömürgeci bir başkasını Bangır bangır bir kırmızı üniforma bir tane, bir tane daha! ” -Kenneth Koch-. Göğünde aç kartalların, atmacaların yarıştığı tenha bir atlastan geldim… Kıyamda, kıyamette namluların kuytu dağlarla öpüştüğü bir atlastan. Yılları, yolları, yaşları yok gurbet yüzlü adamlardan, sur diplerinde bıçaklanan aşklardan… Yaşamı hiç bilmeden ölümü ezberleyen, badem gözlü, sıtmalı çocuklardan; yazgısı uçurum çocuklardan.... Zarif Dicle’de ve asi Fırat’ta, sıska keleklerde, kıl çadırlarda güneşe sataşan adamlardan.. Mendillerde, halaylarda gülüşleri kundaklanan hayatlardan; yazgısı uçurum hayatlardan... Darmadağın yılları hüzne satılmış, burunları hızmalı, şarkıları figan, doğurgan ve mübarek kadınlardan; yazgısı uçurum kadınlardan.... Orada şarkılara akar katran, akar kan... Orada ihlâl ve iflah olmaz vata. Tarih susarken günahları, bıçak sırtında yaşanmış o ah’ları ve aysız karanlıkları dağ başlarında. Nicesi aylaklığa bağışlanmış, sefil; ölüme, açlığa sebil. Kiminin ergen bıyıklarında aşk taslakları. Ya kederiydik kendimizin, ya bir halkın kaderi; ya şakağı ya şafağı bir halkın namlular çarmıhında! . Çünkü yok satıyorsa hayat, çok satıyordur erk, çok tüfek; Yok satıyorsa nehirlerimizde şafağın ilk ışıkları, çok satıyordur şiddet, nefret, aşiret. İşte sürüldü şarjöre mermi, indi emniyet, katıldı otuz bine bir daha yağmurlu bir sokakta delik deşik bir ceset. Yaşasaydı kendinin kederi olacaktı, yaşasaydı belki bir gün torunlarıyla dolunaylı gecelerde yıldızlar sayacaktı…. Kenger toplarken ellerine diken batan çocuklar, bilmezlerdi gözleri bağlanıp kurşunlanan bir aşkın hazin bir ünlem bırakacağını hayata. Bilmezlerdi bütün melodramların yalan olduğunu çekirdek çitlenen eski yazlık sinemalarda.. Onlar hâlâ gülümsüyorlar buğulu bir atlastan. Anıları damlıyor fotoğraflardan.... Biz de geçtik o dağlanan ağıtlardan. Biz de göçtük kirden, pasaktan, hıncın ışıltısından. Yakılmış köylerden, kesilmiş kulaklardan, o kanlı ayinlerden, perişan ormanlardan; biz de geçtik o murdar hayatlardan… Herkes gidecek elbet bu yavşak zamanlardan; bu kan revan, bu iğfâl akşamlardan…. /V e a n t o l s u n k i, h i ç b i r k u r ş u n, h i ç b i r ç e l i k, h i ç b i r t o p r a k v e h i ç b i r v a t a n, d a h a k u t s a l d e ğ i l d i r i n s a n d a n! / Yörü, behey Bulgar Dağı! Senden yüce dağ olma mı? Sende yaylayan güzelin, Yanakları ağ olma mı? . Bulgar Dağı iki çatal. Arasında güller biter. Bir yiğide bir yar yeter, İki seven del'olma mı? . Bulgar Dağı pare pare. Kim'al giyer, kimi kare, Selam eylen nazlı yare, Ayrılanlar bir olma mı? . Yol üstünde iki hanlar, Hani sana konan canlar? Sevip sevip ayrılanlar, Yanıp yanıp kül olma mı? . Karac'oğlan, seni gördüm; Düşümü hayıra yordum. Bugün güzellere sordum, Bencileyin kul olma mı.. Eteğinde kervan işler, Yükseğinde döner kuşlar. Kürk geydirir, at bağışlar Hemen beğler sende m'olur? . Yaylası ufak tepeler! Yağar yağmur, kar sepeler. Kulakta altın küpeler, Hemen güzel sende m'olur? . Karac'oğlan, düz ovalar. Şahanın keklik kovalar. İnil inil taş yuvarlar, Koca seller sende m'olur? Günlerim ne iyi geçti Mersin'de Alabildiğine deniz, sonra sen Karanlık gecelerin ötesinde Tek sevgili, yine tek hatıra sen. Unutulur mu derin şafaklarda Seninle geçen mesut dakikalar Birer şarkı gibiydi dudaklarda Güneşler, yıldızlar ve şahikalar. Böyle de olsa, gönlümce de olsa Seninle geçen her an dünyaya değer Sabah da, akşam da, gece de olsa. Bir daha dünyaya gelirsem eğer İsterim ömrümün her senesinde Günlerim hep böyle geçsin Mersin'de tohum oldum savruldum dört bir yana yeşerdim kıraç kıraç çiçeklendim güllendim göremedim şafağını bozkırın tutamadım şafağını bozkırın vuramadım türkülere vay anam diyemedim kimselere bu aşkı. geyik oldum vurdum sapa yollara bir ben duştum kan içinde bir avcı türkü oldum yaylaları dolaştım akıp gittim göçlerle duruldum çadırlarda kelepçeler karakollar süngüler candarmalar göz oldum gözlemekten bıçak oldum doydum kana vay anam geremedim şafağını bozkırın tutamadım şafağını bozkırın vuramadım türkülere vay anam diyemedim kimselere bu aşkı. gözlerinin en sonunda yakaladım gecesinde gözlerinin yakaladım kuytularda açan gülün yalnızlığını inceciktin karanlıktın uzaktın turnalara katar katar aştı dağları nakışlar dizin dizin düşün yollara göz değildin - gözlerdin kalabalıkta el değildin ellerdin acili bir bayramda çekip giden trendin şafakta inen uçak iniltiydin aksamlarımda şafak vakti bir bardak su tenimde diken diken kavrulduğum tohum olup savrulduğum yıllar yılı aradığım o şafak sendin iste. küskünlükler üstünde yalnızlıklar üstünde saydamlaşmış mavilikler üstünde başkaldıran kölelikler üstünde tul altında bebek yüzü üstünde açan şafak o şafak. o şafak sendin iste bir bulvar gecesinde yakaladım seni ben o şafak sendin iste ağlamak, uyanmaktır ateşe baş koyarak ağlamak, çeşmeleri yaşamaktır yeniden hayalin toprağında ölümü koklayarak ağlamak, bir umuda başlamaktır yeniden. içimde mutluluğun kökleri buharlaşır dağlara tülbent olur kalbimin suskunluğu bir yanımda, gülümden ayrılanlar ağlaşır bir yanımda gülümü hatırlatan bir kuğu. ıslanan her kirpiğim gözlerimde eriyor hıçkırık, bir yıldızın kaymasıdır içimde O'nsuz tebessüm bile bana zehir veriyor evime dönüyorum hergün başka biçimde. ağlamak, bulutların içini dökmesidir kuruyan yarasından sızıyor elemlerin ağlamak, bir yiğidin dizüstü çökmesidir ağlasa da, yüreği ağlamaz zalimlerin Her gün bir yerden göçmek ne iyi Her gün bir yere konmak ne güzel Bulanmadan, donmadan akmak, ne hoş! Dünle beraber gitti cancağzım, Ne kadar söz varsa düne ait Şimdi yeni şeyler söylemek lazım... Çileyi koklayıp gül niyetine Zindana girersen, beni de çağır. Sabrı, kanaatı bal niyetine Ekmeğe dürersen, beni de çağır.. Bazen iki dünya sığar içime Bazen iki güneş doğar içime Bazen gam yağmuru yağar içime Sen beni ararsan, beni de çağır.. Dostların var ise divanelerden Göz yaşın aktıysa minarelerden Binlerce senelik viranelerden Birşeyler sorarsan, beni de çağır. Ezelin ezelden öncesi vardı, Yine sonsuzluktur sonsuzun ardı. Zaman yumağına bizi kim sardı? Aklını yorarsan beni de çağır.. Dışarda göz yanar, içerde yürek, Taahhüt ehline tahammül gerek. Mazlum yarasına merhem diyerek Göz yaşı sürersen beni de çağır.. (Beşinci Mevsim) Baharda gelmedin yazda gelseydin Ah benim hazanım eylül bakışlım Nasıl sevdiğimi sen de bilseydin Ah benim hazanım eylül bakışlım. Kaderimi baştan çizemez miydin Bu kördüğümü sen çözemez miydin Daha önceleri gelemez miydin Ah benim hazanım eylül bakışlım. Kaç gece terk ettim kaç sabah koştum Seninle doluydum sensiz bomboştum Geç olsa da aşkı sende bulmuştum Ah benim hazanım eylül bakışlım. Kalbim sarıl diyor aklımsa bırak Gönlüm hep seninle ellerim uzak Sen yolun başında ben de son durak Ah benim hazanım eylül bakışlım. palton yoksa ellerimi tut kaportacı işçi çocuk pusu kurmuş kapına çakal gibi bir soğuk Cahildim dünyanın rengine kandım Hayale aldandım boşuna yandım Seni ilelebet benimsin sandım. Ölürüm sevdiğim zehirim sensin Evvelim sen oldun ahirim sensin. Sözüm yok şu benden kırıldığına Gidip başka dala sarıldığına Gönlüm inanmıyor ayrıldığına. Gözyaşım sen oldun kahirim sensin Evvelim sen oldun ahirim sensin. Garibim can yakıp gönül kırmadım Senden ayrı ben bir mekan kurmadım Daha bir gönüle ikrar vermedim. Batınım sen oldun zahirim sensin Evvelim sen oldun ahirim sensin Örneğin bir tohum yeşerdi ansızın Büyüdü erkin ortamlarda bir fidan Sonra bir rüzgar esti, amanın Silindi tomurcuk yaşamdan. Ölümsüz ne var kahrolası evrende Limanda ikinci uykusuz adam elleri gemili Korsan şarkıları kadınlı bıçaklı gecede Bir duvar ördü ağlamadan. Oysa seviler vardı görkemli, tutkular vardı Büyüdü nedenli bakışlar göksel karanlığa Düşünceler kopuk parmaklar gibiydi Anılar çığlık çığlığa. Filmler yarım, öyküler yarım, bitse de Limanda ikinci uykusuz adam elleri gemili Korsan şarkıları kadınlı bıçaklı gecede Demir attı şaraplı yalnızlığa. Demek bu göğü, doğayı, yıldızları Kişinin alınyazısını o yarattı Peki İsa’yı çarmıha geren kim Yusuf’u kuyuya kim attı. Ve peki neden bütün suç Kabil’de Limanda ikinci uykusuz adam elleri gemili Korsan şarkıları kadınlı bıçaklı gecede Kalbini koparıp denize fırlattı. Sözde senden kaçıyorum Dolu dizgin atlarla Bazen sessiz sevdasın İpekten kanatlarla . Ama sen hep bin yıllık bilenmiş inatlarla Karşıma çıkıyorsun En serin imbatlarda Adını yazıyorum Bulduğun fırsatlarla Yüreğimin başına noktalarla, hatlarla Başbaşa kalıyorum sonunda heyhatlarla Sözde senden kaçıyorum Dolu dizgin atlarla . Ne olur bir gün beni Kapından olsun dinle Öldür bendeki beni Sonra dirilt kendinle Çarpsam kara sevdayı En azından yüzbinle Nasıl bağlandığımı Anlarsın kemendinle. Kaç defa çıkıp gittim Buralardan yeminle Ama her defasında Geri döndüm seninle Hangi düğüm çözülür Nazla, sitemle, kinle Ne olur bir gün beni Kapından olsun dinle . Şaşırdım kaldım işte Bilmem ki nemsin Bazen kız kardeşimsin Bazen öp öz annemsin Sultanımsın susunca Konuşunca kölemsin Eksilmeyen çilemsin Orada ufuk çizgim Burda yanım yöremsin Beni ruh gibi saran Sonsuzluk dairemsin . Çaresizim çaremsin Şaşırdım kaldım işte Bilmem ki nemsin Yok gayri bizlere uyku dünek vay Kime bel bağlayak kime dönek vay Vay amansız ecel alçak felek vay Türklük yüreğini dağlasın gayrı Cihan da bizimle ağyasın gayrı Ağla gözüm ağla yaşlar dil olsun Kurumuş dereler baştan sel olsun Çiçek kara açsın çayır kül olsun Türklük yüreğini dağlasın gayrı Cihan da bizimle ağlasın gayrı En büyük en güzel en yiğit kayıp Dereler denizler çağlar ağlayıp Rabbim de gözyaşı dökmezse ayıp Türklük yüreğini dağlasın gayrı Cihan da bizimle ağlasın gayrı Her gittiği yerde o şan verirdi Aslan bakışını görse erirdi Kaşları yeleden nişan verirdi Türklük yüreğini dağlasın gayrı Cihan da bizimle ağlasın gayrı Bakışları şimşek gibi çakardı Yarını görürdü düne bakardı Kürsüye çıktı mı, arşa çıkardı Türklük yüreğini dağlasın gayrı Cihan da bizimle ağlasın gayrı. Her belâyı önler arda atardı Dermandı her dalda hemen yeterdi Babamızdı elimizden tutardı. Türklük yüreğini dağlasın gayrı Cihan da bizimle ağlasın gayrı. Kaybını yıldızlar bile bileler Kırıla kanatlar sola yeleler Kurt kuş duyup cenazene geleler Türklük yüreğini dağlasın gayrı Cihan da bizimle ağlasın gayrı. Millet Atan gitti başın sağ olsun Ölümü devr açsın yeni çağ olsun Dağlar birer birer yanar dağ olsun Türklük yüreğini dağlasın gayrı Cihan da bizimle ağlasın gayrı Gitti her ocağın söndü alevi Yeryüzü dediğin bir ölü evi Cihan türbe olsa almaz o devi Türklük yüreğini dağlasın gayrı Cihan da bizimle ağlasın gayrı. Dönmüş denizler gözyaşı taşına Dünya ortak çıkmış Türk'ün yasına Her evden bir ölü çıkmışcasına Türklük yüreğini dağlasın gayrı Cihan da bizimle ağlasın gayrı. Gökler ağıtlardan titriyor kat kat Düştü üstümüze gerilen kanat Onsuz dünya yarım, insanlık sakat. Türklük yüreğini dağlasın gayrı Cihan da bizimle ağlasın gayrı O hep dolu tuttu boş atmadıydı Söz verince yaptı aldatmadıydı On beş yıl tek burun kanatmadıydı Türklük yüreğini dağlasın gayrı Cihan da bizimle ağlasın gayrı. Bizdendi sevinci bizdendi derdi Biz uyurduk o bizleri beklerdi Uyudu nöbeti bizlere verdi. Türklük yüreğini dağlasın gayrı Cihan da bizimle ağlasın gayrı. Kuru yapraklara benzedik bu güz Her göz kan içinde sapsarı her yüz Milyonlarız bir babadan öksüzüz Türklük yüreğini dağlasın gayrı Cihan da bizimle ağlasın gayrı. Gök düşsün toprağa toza belensin Mezarına gece yıldız elensin Şehitler doğrulsun nöbet dolansın Türklük yüreğini dağlasın gayrı Cihan da bizimle ağlasın gayrı Dünya hem kahr olur hem onu gömer Yıldızlar kandildir semalar kemer Sus boğulayazdın sus Aşık Ömer Türklük yüreğini dağlasın gayrı Cihan da bizimle ağlasın gayrı Pazar Pazartesi Salı Seni bir çarşamba günü Terkedeceğim Sonra başımı alıp Perşembeye doğru gideceğim Geçen gün görüşe gelenlerin isimleri okunurken hoparlörde, Otobüs Terminalleri düştü aklıma; Aynı çatlak ses, aynı nalça ağız: Adana'dan İstanbul istikametine gitmekte olan Gazanfer Bilge Turizm Otobüsü Yolcuları Otobüsünüz hareket etmek üzeredir... A, baktım, şaka maka derken, daldırıp gidiyorum İstanbul istikametine!.. Tıp! Tıh! Tıh! Tıh! Tıh! S...mışım ben böyle 1930 model ranzayla çıkılan İstanbul seyahatinin içine! Ak saçlı başını alıp eline, Kara hülyalara dal anneciğim! O titrek kalbini bahtın yeline, Bir ince tüy gibi sal anneciğim! . Sanma bir gün geçer bu karanlıklar, Gecenin ardında yine gece var; Çocuklar hıçkırır, anneler ağlar, Yaşlı gözlerinle kal anneciğim! . Gözlerinde aksi bir derin hiçin, Kanadın yayılmış, çırpınmak için; Bu kış yolculuk var, diyorsa için, Beni de beraber al anneciğim! .... (1926) İYİ Kİ BU DÜŞTESİN . nehirler yarışır, çağıldar gözlerinde o nehirler benim nehirlerimdir aşk ki azar azar benim yerimdir üşüyorsam, sokaktaysam, yalnızsam gözlerin ey yâr benim evimdir . /vurulup düştükçe, düştükçe seni sevmekten caymayacağım gece insin, el ayak çekilsin gelip kapında ağlayacağım! / . iyi ki bu sestesin dünyayı ısıtan nefestesin bir haydut gibi gezinirim kapında kalbimde tutuşan ateştesin… . II rüzgârlar savrulur, uğuldar gözlerinde o rüzgârlar benim rüzgârlarımdır aşk ki azar azar benim yerimdir suskunsam, bozgunsam, bulutsuzsam gözlerin ey yâr benim evimdir . iyi ki bu düştesin her sabah ışıyan güneştesin iyi ki yoksuluz bulutlar gibi soğuyan dünyada sımsıcak fırınlar gibi . /vurulup düştükçe, düştükçe sana koşmaktan caymayacağım gece insin, el ayak çekilsin gelip kapında ağlayacağım! / . Yılmaz odabaşı Çığırtkan Kızılderililer çarmıha germiş, Çakmış kanlı direklere yedekçilerimi, Kendimi özgür ırmaklara kapıp koyvermiş Gidiyorum sular alıp götürüyor beni.. Ne İngiliz pamuğu, ne de Felemenk unu Ne tayfa patırtısı, ne başka derdim kaldı, Bitirdi yedekçiler ahret yolculuğunu, Özlediğim yerlere yelkenlerim açıldı.. Geçen kış, öfke ile çalkalanırken sular, Çocuk beyinlerinden daha dilsiz, sağır, ben Öyle koştum durdum ki, uğradığım adalar Yıldılar şamatadan, görkemli gürültüden.. Sabah, uyanışımı fırtınalar kutsadı, Mantar gibi, on gece dalgalarda oynadım, Ölüm kervanı sular beni durduramadı, Fenerlerin budala gözlerine bakmadım.. Çocuklar nasıl hazla elmayı ısırırsa Öyle iştahla doldu çam tekneme yeşil su, Üstüm başım, dümen, kanca, gemide, ne varsa Baştan başa kusmuk ve mavi şarap tortusu.. Sütbeyazım, yıldızlar akıyor her yanımdan, Denizin Şiirinde yumduğum günden beri. Kemirdiğim yeşil maviliğin solgun, hayran Boşluğuna bazen dalgın bir ölü inerdi.. Orada mavilikler, coşkular ve güneşin Parıltısı, ezgiler bir sönüp bir yanıyor. Telli sazlardan büyük, alkolden daha etkin Aşkın acı kızıllıkları mayalanıyor! . Bilirim nasıl döver kıyılan dalgalar, Şafağın güvercinler gibi coştuğu anı, Akıntı ne, hortum ne, gökler nasıl çatırdar, Ben gerçekte yaşadım düşlerde yaşananı.. Gizemli korkularla yüzünde benek benek, Güneşi gördüm, uzun, mor buzlarla ışıldayan, Ve dalgalar gördüm, usta oyunculara denk, Ürpertilerini çok uzaklara yansıtan.. Uyanışını gördüm fosforların usulca Karlı geceler gördüm, göz alan, boncuk boncuk Nice besi suları gördüm düşümde, nice Denizin gözlerine konan tatlı öpücük.. Takılıp Meryemlerin gümüş ayaklarına Tıknefes denizlere açılan yeşil suyu, Azgın boğalar gibi sığ kayalara binen Hırçın çalkantıları izledim aylar boyu.. İnsan derisinden, panter gözlü çiçeklerle Donanmış Florida’ya oturmaz mı gemim! Dizginlerini germiş, sarmaş dolaş göklerle O renk renk ebem kuşaklamış ne diyelim? ... Kaynayıp fokurdayan dev bataklıklar gördüm Çürümüştü içinde sazlarla Leviatan! Nice çökmüş limanlar, nice yıkıklar gördüm Nice obur burgaçlar çağlayanları yutan! . Gümüş güneş, buzullar, gökler, fildişi sular Karanlık bir körfezde gemim karaya vurdu, Tahtakurularının kemirdiği yılanlar Siyah kokularıyla dalları arıyordu! . Görsün istedim, görsün, çocuklar altın pullu Gümüş balıklarını o mavi dalgaların! Neler çektim anlatsın köpükler, çiçek dilli, Bir liman bulmak için eteğinde rüzgârın.. Bu uzun yolculuğun yorgun kurbanı deniz Ağlardı, ve ben gözyaşlarında sallanırdım, Sundukça sarı dişli, mor çiçeklerini, diz Çökmüş bir kadın gibi öyle kalakalırdım…. Ala gözlü, cırlak kuşlar çığlıklar atarak,, Dışkı yağmurlarıyla ada yakın diyordu, Boğulanları suda uykuya bırakarak Yelkenleri şişirmiş, gemim ilerliyordu! ... Ben bir gemiyim yitik, saçlarında koyların Fırtınalarla kuşsuz göklere atılmışım, Yelkencisi Monitör Beylerin, Hans Beylerin, Esrik su kemikleri aramak değil işim:. Gökyüzünün kızaran duvar gibi damını Bendim, özgür, sislerde tütün içerek oyan, Tanınmış ozanlara güneşin cüzamım Gökyüzü sakağısı ve reçeller taşıyan:. Bendim, deniz ötesi gökleri kızgın temmuz Basma vura vura yıkıp çökerttiği an, Yüzümde ayça titreşimleri, bütün bir yaz Deniz aygırlarıyla mavi sularda koşan; . Nasıl da titriyordum, yüz elli mil öteden Şehvetli burgaçları fısıldayınca deniz Mavi durgunlukları ip gibi eğiren, ben, O eski Avrupa’yı ne aradım, bilseniz! . Adalar gördüm, adalar, yıldız yıldız yanan Sayıklayan gökleri açmış kapılarım: – Bu dipsiz gecelerde mi, ey Gelecek Zaman Uyur, sürgün edersin nice allın kuşları? –. Akşamlar ağlatıyor! Ağladım, çok ağladım! Ay ışığı insafsız, güneşim acımasız: Buruk aşklar uğruna uyuşuk, esrik kaldım, N’olur bu gemi batsın! Beni de alsın deniz! . Avrupa ‘da sevdiğim tek su var: kara, soğuk Akıyor yarıklardan, burcu burcu tan vakti Yüzdürüyor diz çökmüş hüzün dolu bir çocuk Kelebek kadar narin kağıttan gemisini.. Acılarda çalkalanıp güçsüz düştüm dalgalar! Pamuk tüccarlarına “hayır” diyor dümenim, Artık benim için ne bayrak, ne bandıra var, Bu öfkeli sularda ne de yüzebilirim.. Türkçesi: Erdoğan Alkan Beni dünyadan ötelere götürdün Kollarımı bağladın dur dedin Tuz kokan geceler dur dedi Durdum bekliyorum, gelme. Ay aydınlık gece kara Gözlerimin ardında karanlık ölesiye Canlı ve cansız ne varsa sımsıkı Bu saat daha yakın daha el ele Şimdi yalnızlığımdan utanıyorum Durdum bekliyorum, gelme. Bunu ta başından biliyordun Bir gün buralarda sonuncu kalışım olacaktı Ellerinin bir anlık şeklini tutacağım Bozkırdan günün son treni geçecek Ben her şeye ardından bakacağım Bunu ta başından biliyorum Durdum bekliyorum, gelme. Artık ne sen konuşmalısın ne başkası Yaşamak adına geçtik bütün değerleri Beyazın en orta yerinde duydu yürek Bu rüzgar tutmaz insanı uzun boylu Bu rüzgar serseri. Şimdi kavramların ve cümle rüzgarların dışında Durdum bekliyorum, gelme. Saatler bitmiyor yapayalnızım Gülmek istiyorum,gülemiyorum Sensiz olmak mıdır hep alınyazım Bilmek istiyorum,bilemiyorum.. Esirgedin nazlı,hilal kaşını Harap ettin çiçek kokan başını Yüreğime akan gözüm yaşını Silmek istiyorum,silemiyorum.. Sanki her şey efsaneydi,masaldı Ayrılık ruhumu elimden aldı Gözlerim yollara takılıp kaldı Gelmek istiyorum,gelemiyorum.. Göğüs germek için acılarıma Titreyişlerime,sancılarıma Seni bir kez olsun avuçlarıma Almak istiyorum,alamıyorum.. Saçılan bir köpük olmak dilinde Boğulmak saçının ince telinde Sır gibi sonsuza değin kalbinde Kalmak istiyorum,kalamıyorum.. Unutuyor beni sırlı gözlerin İçimde bir yara işliyor derin Kulakların,dudakların,ellerin Olmak istiyorum,olamıyorum.. Bölerek uykunu rüyalarına O kucak dolusu hülyalarına Gece gündüz uçup aynalarına Konmak istiyorum,konamıyorum.. Deli gibi aşık olsa da güle Kim acır çöllerde öten bülbüle Bir gün alev alev yanıp da küle Dönmek istiyorum,dönemiyorum.. Hıçkıra hıçkıra ağlamaktansa Başına karalar bağlamaktansa Bu yüreği her gün dağlamaktansa Ölmek istiyorum ölemiyorum. -İsa’dan sonra XX. yy.- I Yaşarken de söyledim kimse bilmeyebilir bunu, Fatiha suresi kadar eski, günlerin çarmıhında isa kadar yaslıyım ve tanrılar kadar çok yaşadım kimse bilmeyebilir.... Daha kırlangıçları yalancı bir dünyada yaşıyorum; dağları yıkılan, dalları kırılan bir dünyada. Kayıp suretler için fotoğraflara koşuyorum kimse bilmeyebilir.... Günlerin çarmıhında Küle savruldum, ayrılıkları saydım, bir hançer sapladım nevrozlu bir sevgiye; kan bile damlamadı, yürüyüp gittim. Yüzüme yalancı bir sevinç iliştirdim.... II Fal bakan çingeneler esmerdi, yalancıydı, dönmeyecektin! Belki kuruyacaktım, belki çarpa çarpa akacaktım o denizlere; İntiharlara aktığım gibi o denizlere, bilmeyecektin! . Çıkıp sina dağına o denizlerle İbranice konuşacak, İblis’i kovacaktım; İblis’i kovmak belki, yarısını dünyanın kovmak demekti.... III Bir gülün bir odayı, bir leşin bir semti kokuttuğu kentlerde, bir ömür, çarpar, akar da nasıl eskitir yatağını kimse bilmeyebilir.... Tanıktım, yargıç ve sanık; Yürüyüp gittim… Yüzüme yalan bir mutluluk iliştirdim: Günlerin çarmıhında İsa gibiydim…. IV Günlerin çarmıhında seni ağrıyan yanlarımla sevdim, tutuklu kollarımla; yokluğunda burada yıllar verdim. Yokluğuna burada! . Herkes bilecek bunu; tabancaya gerek yoktur… Tabancaya gerek yoktur! Sen haklı bir cinayetsin günlerin duvağında: H e r ö m ü r k e n d i g e n ç l i ğ i n d e n v u r u l u r... Benden selam söyle o güzel şaha Kurduğu yollara gitmiyor talip Herkes kendisine bir yol sürüyor Mürşit buyruğunu tutmuyor talip. İçeri girilen ikrar hak diyor Dışarı çıkılan ikrar yok diyor Senden gayrı bana mürşit çok diyor Verdiği ikrardan dönüyor talip. Yolum uğrar ise söylerim sözün Varsın doğru yola gitmesin talip Sen mürşitlik hakkın ifa eylersen Günahı boynuna tutmasın talip. Pir Sultan Abdal'ım ben bir biçare Boynunu de eğip durmuyor dara Gönüle de düştü bir sınık yara İnliye inliye geliyor talip Bakın, akşam güneşinin sıcağıyla evrim Yeşiller içindeki kulübeleri nasıl parlatıyor! O giderek çekilirken, Gün kurtuluyor, Bize inip kaybolurken bile hayat veriyor. Ah! Bir kanat yerden beni kaldırmıyor, Ki ardından, hep peşinden yetişeyim! Seziyorum sonsuz Akşam ışığında, Issız alemi ayaklarımın altında, Tutuşmuş tüm tepeler, yatışmış her dere, Gümüş Çınar altın ırmaklara akıyor habire. Yok, durduramadı ulvi bahtı engeliyle Azgın Dağ tüm uçurum ve geçitleriyle; Çoktan Deniz ısınmış koylarıyla birlikte Aniden açıldı hayretle bakışların önünde. Tanrıça artık tamamen batmaya yeltendi; Yalnız, körpe sürgün birden irkildi, Acele koştum, ezeli nurundan içmeye, Önümde Gün silkindi, arkamda Gece, Alem üzerimde altımda dalgalar. Güzel bir rüya derken, o esnada o sıvıştı gizlice! Aman, ruhun kanatlarına kolayca Beden kanatı yoldaş olamayacak galiba. Tabi herkese doğuştan verilir bu his, Duygularıyla yukarı ve ileri dalınası, Gökyüzünde, mavi semada kaybolmuş, Şakıyan türküsünü Çayırkuşu gibi ötesi, Dik çamların tepelerinin üzerinde Kartal hayli açılmış hürce süzülürken Ve hasretle tarlaların, göllerin üstünde Turna vatanına ulaşmaya can atarken.. (Faust: 1790) Çeviren: Musa Aksoy demek hiç aç kalmadın sen öyle mi açıkta kalmadın ha? kirinden gömleğinin dirseğinin yamasından eziklik duymadın ha? bravo be aşkolsun şu adama vallahi! . demek hiç sövmediler anana avradına hiç kimseye sövmedin ha? bir gececik olsun çekip kafayı şakır şakır oynamadın hıçkırarak ağlamadın öyle mi? bravo be aşkolsun şu adama vallahi! . demek yalnızlıktan böğürmedin hiç akrep sokmuş gibi sıçramadın geceleri ha? hiç sevmedin öyle mi kendini öldürmeyi çekip gitmeyi büyük işler becermeyi düşünmedin ha? bravo be aşkolsun şu adama vallahi! . demek bu musluklar hep bu ellerde bu düzen bu dünya bu gidiş sen hep böyle mutlu kişi örnek vatandaş giden ağam gelen paşam, öyle mi? bin yaşasın seni sokmayan yılan sen mi kaldın düzeltecek, öyle mi? haksızlığa uğramadın taşlanmadın ha? ne şam'ın şekeri, ha ne arabın yüzü, ha? yaşadın da bunca yıl şu bataklıkta gül sandın bu kokuyu öyle mi? hadi be hırbo sen de adam mısın sen de be! Gövdeler,varsa gönüllerden alır cevherini, Yürek olmassa bilekler çekemez hançerini, Kahramansız yaşamak kahrına mahkumdurlar, Kaybeden zümreler Allahını,Peygamberini. Hani, eski günlerin iç açıcı havası Hani, eski kuşların göz alıcı yuvası Hani, eski mumyalar, hani eski öküzler Hani, eski çöllerin eski moda devesi? . 16.12.2008 Kesildi mi yoksa ardı, arkası, Nur diyarından kol kol gelenlerin? Yetmez mi ampulün nura cakası, Başları dönmez mi gökdelenlerin?. Hiç kalmadı soran : Ne var insanda? Ben duvarda ezikbir böcek miyim? Yoksa, pırıl pırıl, tek damla kanda, Kainatı süzen bir mercek miyim? (1978) Farzet ki;geri gelmiş o gamsız devir Delicesine sevdiğin senin olmuş Bir bahar sabahı sahilde seninledir Yanan alnını alnına dayamışsın O incecik elleri ellerindedir. Farzet ki;mazidir devamı yarının Sevdiğin başını dizlerine koymuş Bahar bahar kokan siyah saçlarının Her telini ayrı ayrı öpmektesin Ve tadı dudağında avuçlarının. Farzet ki;buldun kış içinde baharı Rüzgar yine ılık ılık esmektedir Aynı şehirde,aynı deniz kenarı Köpükler,dalgalar ve sonsuz mavilik Tekrar yaşıyorsun hatıraları. Farzet ki;denizde beraberce yüzmüş Sonra sıcak kumlara uzanmışsınız Yine evvela seni yalvartmış,üzmüş Ve dolanmış boynuna o sedef kollar Kumlar altın sarısı, dalgalar gümüş. Farzet ki;doğup büyüdüğün yerdesin Caddeler aşina insanlar tanıdık Aksi kulağında sevdiğin sesin O dudakların tadı dudaklarında Velhasıl yine o eski günlerdesin. Farzetme yeter yaşadığın bugündür Ne sevdiğin yanında ne o yerdesin Çekil garip odana ışığı söndür Söyle;'Nerdesin ey sevgili nerdesin?' Söyle; o türkü senin eski türkündür. Ala gözlüm, ben bu ilden gidersem, Zülfü perişanım kal, melil melil. Kerem et, aklından çıkarma beni; Ağla göz yaşın sil, melil melil.. Yeğin ey sevdiğim, sen seni düzet; Karayı bağla da, beyazı çöz, at; Doldur ver badeyi, bir daha uzat; Ayrılık şerbetin ver, melil melil.. Elvan çiçeklerden sokma başına, Kudret kalemini çekme kaşına, Beni unutursan doyma yaşına, Gez benim aşkımla yar, melil melil.. Karac`oğlan der ki: Ölüp ölünçe, Ben de güzel sevdim kendi halımça; Varıp gurbet ile vasıl olunça, Dostlardan haberim al, melil melil. Gün batarken ayrılırsak eğer Gizlice bakışlarını doldur koynuma Güneşsiz ayrılamam. Az sonra Suyu kesilecek insan ırmağının Yeminim var şafaklar adına Yorgun yüreklere biraz umut Biraz sevgi sunmadan duramam. Doğanın dudaklarında dolaşır ellerim Yaşamın tenini okşarım bütün gece Karanlıklara karşı biraz bilim Biraz estetik Şiirsiz uyuyamam. Sular çoktan ışıdı koynumda Gel artık uyandır beni Seher vakti dağıt saçlarını yüzüme Rüzgarsız uyanamam. İstersen fırtınalar yarat soluğunla Yorganı kaldırıp savur üstümden Kendinle ört her yerimi Gün doğarken sensizliğe dayanamam Bırak deli Haydar-bırak be gardaş Kafayı bozmaya değmez bu dünya İster hızlı dönsün isterse yavaş Sen seni üzmeye değmez bu dünya. Fani diyen varsın desin sana ne Gönül veren gitsin versin sana ne Haydut vursun hırsız yesin sana ne Gücenip kızmaya değmez bu dünya. Nerde kan akıtıp kavga verenler Nerde şimdi sefasını sürenler Ne götürdü kucağına girenler Bir yırtık çizmeye değmez bu dünya. Hayaller kur tespih tanesi farzet Hepsi de senindir otuz üç adet Bırak kalsın orda hiç çekme zahmet İpliğe dizmeye değmez bu dünya.. Kulpu yok ki neresinden tutasın Sana göre lokma değil yutasın İçine gireni Allah kurtarsın Üstünde gezmeye değmez bu dünya.. Gel gitme kal desem kalamazsın ki Ortadan böl desem bölemezsin ki Git tekrar gel desem gelemezsin ki Aldanıp azmaya değmez bu dünya. Almak-satmak, tapu-senet nafile Toplayıp yığdığın servet nafile Sıla nafiledir, gurbet nafile Yağmaya tozmaya değmez bu dünya. Sınırlar çizilmiş konulmuş yasak Beş para etmezdi bizler olmasak Kısmen göz yaşı kan-kısmen kir pasak Yıkayıp süzmeye değmez bu dünya. Senin benim ne ki? Küçük mü dar mı? Hani kimin dostu, kimseye yâr mı? İnsan öldürmenin manası var mı? Karınca ezmeye değmez bu dünya. Misafirsin, misafirlik suç değil, Bakacaksan uzaktan bak, güç değil Eti yenmez, koyun değil koç değil Derisin yüzmeye değmez bu dünya. Kabuktur, manayı unutturmasın Babayı, anayı unutturmasın Boş hayal mevlâ'yı unutturmasın Tırnakla kazmaya değmez bu dünya. Arkası karanlık, önü karanlık Yarını karanlık, dünü karanlık Kendine çağırır seni karanlık Bir küçük hüzmeye değmez bu dünya. Cazibesi özelliği yok demem Nakış nakış güzelliği yok demem İki günde kaçar gider.. çok demem Anlayıp sezmeye değmez bu dünya. Unutma ki yolcu yolunda gerek Yolcunun azığı belinde gerek İnsanlar insanlık hâlinde gerek Mest olup sızmaya değmez bu dünya. Bilesin ha canım Haydar bilesin Seni bekler soğuk mezar bilesin Ebediyet ötede var bilesin Tek satır yazmaya değmez bu dünya.. (Yasaklı Rüyalar) Koyunlar keçiler ve koçlar için Ne kadar bayramsa Kurban Bayramı Bu barış var ya, bu barış Cephedekiler için o kadar barış Ne olur bu gece uykumu bölme Var git düşlerimden, var git bu akşam Tam unuttum derken aklıma düşme Var git hayalimden, var git bu akşam. Yağmur istiyorsan gözyaşıma bak Yangın istiyorsan yüreğime bak Ne olursun beni benimle bırak Var git anılardan, var git bu akşam. Nasıl unutulur böyle sevgiler Neler yaşamıştık bir düşün neler Her köşede durur senden gölgeler Var git gözlerimden, var git bu akşam. Aldığım her nefes seni fısıldar Gelir ta kalbimden vurur şarkılar Sana sözlenmiş bütün akşamlar Var git anılardan, var git bu akşam İttim kapıyı girdim içeri cesurca ya da aptalca O ve çocuklardı dünya Yalnızlığım yitti Karşılığında Bir saksı beyaz siklamen Siyah güderi eldiven, renkli camlar Acıdan bir ayla ortasında Açmaya korkulan mutluluklar, gizli keyifler Girdi hayatıma. Sıcak bir bakış bir yadsıma Salim bir öfke girdi hayatıma Hatalarım kesinleşti yüzüme vurulduğunda Savunmadım kendimi artık çok geç Şen elmalar gibi yuvarlandı ortalığa Titizce sakladıklarım Durdum Lekeli bereli güneşin tam ortasında Nasil da unuttuk, kimsesiz odalarda iste vaktidir kendimizden kopmanin, dedigimiz o sonsuzluk anlarinin bizi herkesten ayirdigini.... Nasil da unuttuk, mutluluktan,hazdan,sevincten daha cok bizi hayata baglayan o istirap dolu hayaletin, o kara hulyanin bizi herkesten ayirdigini.... Simdi yetim sevincli askimiz buyulenmis,hayran kendine, simdi vakitsiz, belki cok gec, kayitsiz kendine... Atiyor tenini, tenindeki ruhu atiyor, kor ve iradesiz bir sehvetin atesine... Yaşamak bu yangın yerinde Her gün yeniden ölerek . Zalimin elinde tutsak Cahile kurban olarak . Yalanla kirli havada Güçlükle soluk alarak . Savunmak gerçeği, çoğu kez Yalnızlığını bilerek . Korkağı, döneği, suskunu Görüp de öfkeyle dolarak . Toplanıyor ölü arkadaşlar Her biri bir yerden gelerek . Kiminin boynunda ilmeği Kimi kanını silerek . Kucaklıyor beni Metin Altıok 'Aldırma' diyor gülerek . 'Yaşamak görevdir bu yangın yerinde Yaşamak, insan kalarak' Çok oku, çok düşün, çok şeyler anla, Aha bu mektubu alınca Hasan. Manalar iplikten incedir amma, Kelimeler biraz kalınca Hasan.. Gene ağzımızı açmıyor bıçak, Huzur size ömür..... Dert salkım saçak. Oyuna kalkıyor yüzlerce köçek, Batıdan bir hava çalınca Hasan.. Kök saldı bahçede ayrık otları, Yemler pay edildi, sattık atları. Biz kovalım derken baştan bitleri, Sülükler yapıştı, kulunca Hasan.. Süt dolu güğümü çalarız taşa, Kutsal görevimiz 'Sağol çok yaşa! ' Mülkte hakikati aramak boşa, Tüm suçlular güçlü olunca Hasan.. Derisini yüzdük demokrasinin, İşi iştir imtiyazlı asinin. Hakikatte vahşi, sözde 'vasinin' Dörtnala gidilir yolunca Hasan.. Canım Hürriyeti koydunsa ara, Ekmek yalınayak kaçtı dağlara. Çevremize küsmüş kardeşlik var ya, Haber ver, izini bulunca Hasan.. Soysuzlar taş atar mukaddesata Karşı duramazsak bizdedir hata. Tahammül teşviktir, böyle hayata, Öl... İnsan küçülmez ölünce Hasan.. (Vur Emri) çocuktan aldım haberi yakın, diyor güzel, diyor dopdolu, diyor iştecik, şuracıkta iştecik yolu, diyor. çocuktan aldım haberi iyi, diyor açık, diyor kurtuluş, diyor iştecik, şuracıkta koş birazcık koş, diyor. çocuktan aldım haberi oh, diyor tatlı, diyor sıcacık, diyor iştecik, şuracıkta diren azıcık, diyor. koştuk direndik yorulduk düştük anılar ırmağına ey çocuk bak işte kan içinde yumruklarımız belki senin hakkındır mutluluk Sen yağmurlu günlere yakışırsın Yollar çeker uzak dağlar çeker uzak evler Islanan yapraklar gibi yüzün ışır İşırsa beni unutma. Alır yürür sıcak mavisi gökyüzünün Kuşlar döner uzun yağmurlardan sonra birgün Bir yer sızlar yanar içinde büsbütün Her şeye rağmen ellerin üşür Üşürsen beni unutma. Yeni dostlar yeni rüzgarlar gelir geçer Yosun muydum kaya mıydım nasıl unuttular Kahredersin başın önüme düşer Düşerse beni unutma -35 yaşıma-. Önce sesini, sonra yankısını çaldırdın şu beton ormanında; bu kent de tükürdü aşklarına… Kal orada, artık hiçbir şeyden kurtulamazsın! Islanmışsın bir kere oğlum, yaş gününde kuruyamazsın... Damla damla oluşuyor hayat Ölüm kımıl kımıl Duymak kolay Anlatmak değil. Her an Farkındayım Az az öldüğümün. Bilincindeyim doğan ayın Eriyen karın akan suyun Ve usul usul tükenen zamanın. Tekrarlayıp duruyor saat Vakit te mahluktur Vakit te mahluktur. İşliyor kalbim Eskiyor saçlarım Ve gözlerimin en ince hücreleri. Okuyorum hayatı Toprağın üstünden çok Altındakilerle var olduğunu. Toprak Ölüme aç Ölüme muhtaç Hayat. Ölüm muhakkak Ve ölüm mutlak Tek kapısıdır ölümsüzlüğün. Ölümle tanıştıktan sonra anladım Sadece bir kimlik belgesi olduğunu yaşamanın. Kesitler. Mahlukta devinen Gürül gürül bir ırmaktır ölüm. Babalar ölür Dolaşır eli ölümün Saçlarında anaların oğulların. Analar ölür Kök salar hasret yüreklere 'Bir evlat pir olsa da' O zaman anlar ancak neymiş öksüzlük. Oğullar ölür Bir kafes olur ölüm Ana kalbi bir kuştur Azad kabul etmez. Sevgililer ölür Bir hicret olur ölüm Bir sıla. Mesela arkadaşlar Arkadaşlıklar vardır okullarda Bakarsın biri gelmez bir gün Ve artık hiç gelmeyecektir Simsiyah bir gölge düşmüştür adeta Bahçeye koridorlara sınıflara Bir fısıltı dolaşır dudaklarda Kimi kirpikleri ıslak Çökmüş bahçenin tenha bir yerine Elinde bir çöp resmini çizer toprağa Anıların Kimileri öbek öbek toplanıp Çaresizliği dile getirirler anlamsız sözcüklerle -Nasıl olur daha dün beraberdik -Salıncakta İki Kişi'yi izlemiştik daha dün nasıl olur -Geçen pazar kırlarda dolaşmıştık ''Göçmen kuşlar yerli kuşlardan daha mutlu olmalılar Hayatı dolu dolu yaşıyorlar'' demişti unutamıyorum. Sonra bir mezarlıkta Bir çukurun başında Bir kapının ağzında Herkez susar Konuşur ölüm. Ve sürer hayat.. Bazan bir tekerlek altında Ansızın gelir ölüm Apansız biter sınav Bir elektrik kesilmesi gibi Kesilir tulu emel. Bazan ölüm vardır Ölümden önce gelir Mesela bir hapishanede bir hücrede yaşanır Sorular hep yanıtsız kalır orada Sadece konuşan rüyalardır Yahut hayaller suskun duvarlarda Gözler kabul eder parmaklar kabul eder Ama beyin hep umuttan yanadır. Bazan akan bir film şeridinin Tek kare donan bir fotoğrafı gibidir Ölüm Karşıda bir manga asker Gözler namluların karanlık ağızlarını görmez de Takılıp kalır masmavi gökyüzünde Asılıp kalmış bembeyaz bir buluta. Ölümden uzak ölümler vardır Gazete ilanlarında rastlanılan Dünyaya bağlılığın zavallı Ve muannit Bir belgesidir Daha çok kalanlara ait.. Bir de bir örümcek ağının ortasına düşmüş Bir sineğin titrek bacaklarında seyretmiştim ölümü. Ölümler vardır: Can kuş gibi uçar gider Bir martının süzülüp Kaybolması gibi maviliklerde. Bir Portre. Engin sakin berrak bir denize Uçsuz bir kumsaldan ağır ağır Nasıl yürürse insan Sokrates öyle yürüdü ölüme. Tilmizleri ağlaşırken O vasiyet ediyordu: -Asklepyos'a bir horoz borçluyuz Unutmayınız.. Ne tuhafsınız dostlar Güçsüz kadınlar gibi ağlaşmak niye Yükselmek varken ölümsüzlüğe. İnancına sahip olmak İnsan olmanın şartı Kölelikler içinde en onulmaz kölelik Hayatın ölümcül yanına Takılıp kalmak değil mi? . İlkin ayaklarında duydu Sokrates Zehirin soğukluğunu Ve yavaş yavaş ölüm Yükseldi göğsüne çenesine. Dudaklarında donan son bir tebessümle Bir işaret taşı da böylece Sokrates dikmiş oldu ölüme. Ölümün Sesi. Ölümden bir işaret var her şeyde Ölümün sesini duyuyorum şarkılarda türkülerde: -Kışlanın önünde redif sesi var Namluların ucunda ölümün sesi! . -Bir ay doğdu geceden oy oy Karanlığın ağzında ölümün sesi! . -Erzurum dağları kan ile boran Vadilerin koynunda ölümün sesi. -Ezo gelin durmuş bakar yollara Umudun ardında ölümün sesi! . -Bir ihtimal daha var Umuddan da öte ölümün sesi! . Kendi Ölümüme Ait Bir Deneme. Bir gün öleceğim biliyorum Bunu her an ölür gibi biliyorum. Anamın yüreğinde bir kor Ölene dek sönmeyecek bir ateş Kımıldanıp duracak hep. Karım bomboş bulacak dünyayı -N'olurdu birlikte ölseydik, deyip duracak Oysa insan yalnız ölür Ama o olmayacak dualarla teselli arayacak. Kızlarımın gırtlaklarında bir düğüm Bir süre kaçacaklar insanlardan Boşluğa düşmüş gibi bir duygu içlerinde Sonunda onlar da kabullenecekler öylesine. Ölümüme en çabuk dostlarım alışacaklar -Yaşayıp gidiyorduk yahu Ne vardı acele edecek! Diyecekler. Biliyorum yaklaşıyoruz her an Biliyorum oruçlu doğar insan Ölümün iftar sofrasına. Son Söz. Ve zaman döne döne Gelmişti başlangıç noktasına İlk yaratılış düğümüne. Mahlukatın var olduğu Yüzüsuyu hürmetine Evrenin Efendisinin Kavuşmak vakti gelmişti sevgilisine.. Hayatın menbaı Merhametin son durağı Madeni, muhabbet ocağının Ateşler içindeydi Yatağında. İltica etmişti sanki Kainat Kutsal tenine Hayata şafak olan alnında Ter taneleri Her biri insanlık çilesinden Bir haberdi sanki Bir an oldu Aralandı gözleri Sonsuzu kuşatan bakışları Süzdü ciğerparesi Fatıma'yı Süzdü tek tek çevresindeki Can dostlarını Kıpırdadı dudakları, dedi: -Ebu Bekir kıldırsın namazı Sonra daldı daldı uyandı Son defa aralandı Bakışları Yöneldi bir noktaya Karar kıldı bir noktada Ve dedi: -Merhaba ey refik-i ala! . Olacak oldu Akıllar kamaştı Kalpler tutuştu Feryat ve figan gökleri tuttu Çekti kılıcını Faruk olan Sıçradı orta yere: -Kim derse ''O öldü'', öldürürüm! . Ayrılık ateşinden Ateşin şiddetinden Sanki bendler çözülmüş Felekler çökmüştü Şuur tutuşmuş Akıl iflas etmişti.. Sonra Sıddıyk olan Yetişti geldi Baktı baktı yatağında hareketsiz yatan sevgiliye Mağarada arkadaşına Hicrette yoldaşına Sonra baktı çevresine Mahşerden önce mahşer hali yaşayan Ashabına Aline Ebu Bekir dedi: -Ey nas, susun! Kim ki Resulullaha tapmaktadır Bilsin ki Resul ölmüştür Kim ki Allaha tapmaktadır Bilsin ki Allah ölmez Hayy ve Layemuttur. Ey nas, susun! ''İnna Lillah ve inna ileyhi raciun''. Sonra eğildi sevgilinin yüzüne Sürdü bulutlanmış gözlerini O güzellikler ülkesine Baktı baktı ve dedi: -Hayatında güzeldin Ölümünde güzelsin Öldün Bir daha ölmeyeceksin Duygusuz olmak kadar dünyada lakin derd yok; Öyle salgınmış ki me'lun: Kurtulan bir ferd yok! Kendi sağlam... Hissi ölmüş, ruhu ölmüş milletin! İşte en korkuncu hüsranın, helakin, haybetin! Kekremsi bir hayat dilimindeyiz Bakır tadında geçiyor günler Tutmuş yolları bir sürü harami Geleni geçeni sigaya çekmekte. Şüphesiz onlar ölüm getiricilerdir Ve sevincin düşmanı olarak bilinirler Yoktur gözlerinde sevgilerin ışıltısı Aşk yoktur, duman bürümüştür büsbütün. Onlar yalnızca ölümü bağışlayabilir Yalnız kederi, kahrı ve zulümleri Ve tarih onlarla bizim kavgamızın Sürüp duran hadisatından ibarettir.. Ne yazılmışsa bize ve onlara dair Işıklı sularındadır bilincimizin Hükmünü yerine getirse de acılar Biz yine neşeli türküler söylemekteyiz. Savurulup duran bir zaman diliminde Sarsarak ve sarsılarak geçiyor günler Ama kalbimiz çatlayacak kadar duyarlı Hayatı savunabilecek kadar güçlüdür. Yedi renkli Peygamber kuşağının altında, Kervanım yola çıktı, öncüsü kır atında... Bu akşam rüyamda Leylâ'yı gördüm, Derdini ağlarken yanan bir muma; İpek saçlarını elimle ördüm, Ve bir kemend gibi taktım boynuma, Bu akşam rüyamda Leylâ'yı gördüm. . Leylâ.. Elâ gözlü bir çöl ahûsu, Saçları bahtından daha siyahtır. Kurmuş diye sevda yolunda pusu, Döktüğü göz yaşı, çektiği ahdır. Leylâ.. Elâ gözlü bir çöl ahûsu. . Bir damla inciydi kirpiklerinde, Aşkın ıztırabla dolu rüyası Bir başka güzellik var kederinde Bir başka âlem ki ruhunun yası, Sessiz incileşir kirpiklerinde... Kim senin yasalarını çiğnemedi ki söyle Günahsız bir ömrün tadı ne ki söyle Yaptığım kötülüğü, kötülükle ödersen sen Sen ile ben aramda ne fark kalır ki söyle Milas'ta bir Turan Erol beyazı Bir çocuğun yüzünde. Sevgili tutmuş yularımdan beni, develer gibi habire çeker. Esrik devesini böyle nereye götürür, böyle hangi katara?. Hem canımı çiğnedi benim o, hem bedenimi çiğnedi. Gönlümü bağladı benim o, kırdı şişemi.. Ne iş yaptırmaya götürür, bilmem, nereye götürür beni.. Sevgili takar beni oltasına, atar karaya balık gibi. Sevgili kurar gönlüme bir tuzak, avcıdan yana çeker sürür beni.. Bakarım tabiat başlar büyük işine: Bulutlar gelir uzaktan katar katar, küme küme. Bulutlar sular ovaları. Bulutlar yürür dağlara doğru. Uyanır açar gözlerini yeryüzü. Gökler çalar davulunu. Dalların gönlüne çeker gülün özü en güzel kokusunu baharın. Tohumun gönlü başlar vermeye tohum. Ağaç durmadan söyler, döker içini. Aşkın aldı benden beni Bana seni gerek seni Ben yanarım dün ü günü Bana seni gerek seni . Ne varlığa sevinirim Ne yokluğa yerinirim Aşkın ile avunurum Bana seni gerek seni . Aşkın aşıklar oldurur Aşk denizine daldırır Tecelli ile doldurur Bana seni gerek seni . Aşkın şarabından içem Mecnun olup dağa düşem Sensin dünü gün endişem Bana seni gerek seni . Sufilere sohbet gerek Ahilere ahret gerek Mecnunlara Leyla gerek Bana seni gerek seni . Eğer beni öldüreler Külüm göğe savuralar Toprağım anda çağıra Bana seni gerek seni . Cennet cennet dedikleri Birkaç köşkle birkaç huri İsteyene Ver anları Bana seni gerek seni . Yunus'dürür benim adım Gün geçtikçe artar odum İki cihanda maksudum Bana seni gerek seni Susuz bir aklık başlayınca aramızdan yavaşça oluyor ellerime bulaşması, bir eksiyle yüklü minüskül H harfinden bir meydan çarpmasından, beni hatırlamakların. Bunlar bizim kızlarımızdır Kara güller önlerinde kara saçları çılgınca ikiye ayrılmış, - hiçbir şey eski açıklığında değil ki - yavaşça oluyor ellerime bulaşması, bir ot sesinden bir at akşamından, tam şehir içinde, otobüs durağında, birden ulaşılmaz gençlikleri herşeyin... Yapmayın.. Nasıl inanırım eşitliğine! . Heryerde gençtir o Büyük Su. Kıyıdadır, boyalı sandallar ve sabah çocuğu kıyısındadır Kırları ve ormanı geçince hemen, şehir bitince yani çok kolay yani lokantalar bitince sayın örtüleriyle, kuzuların danaların kıyma yapıldığı kasaplardan sonra elmalardan karpuzlardan biraz ötede yani uzakta.. - hiçbir şey artık eski açıklığında değil ki - yani kiliseden bozma camilerde yani askeriye deposu yapılmış, yani burda, orta yerde, ışıkta ve parada zaman zaman gökyüzü gecesi aralığında. ..... Bir denizin yanında nedir ki bıyıklı ve saçları dökülmüş bir adam, kötü bir alışkanlıktan başka nedir bir adam... Güzel bir öykünün orta yerinde Üzülürüm birdenbire Neden bu öykü Gerçek değil diye -I-. Yaşananı aşan sevda yorumu Şiirn kanıyla yoğrulmamışsa Gülün hevengini coşturan bengisu Verilmemiştir çeliğin damarına. -II-. Şiirden söz açılınca Diyor ki bana konuğum - Başka söze gerek yok Aşktır onun tarihçesi Bakınız ne büyük bir rütbeye tutkuluyum, O'nun kulunun kölesinin kuluyum. I. Yağmur dalgın bir efkâr giyinir Ekim’de. Kumrular sokağı‘*nda çekilmiş bir diş gibi kalırım; çekilmiş bir diş gibi Diyarbakır’dan.... Ağrırım, bağırırım aldırmaz! . İlle de gökkuşağı giyinir gökyüzü her Ekim’de.... II. Kumrular sokağı bir kente uzayıp gider. Gökkuşağım, ayrılığım, ömür ki eskir ve aşka uzayıp gider…. Tırmalarken göğsümü sabrın sancısı, yalnızlığın kül tadıyım; bakarım, yağmur utanmaz bulutundan, hasretin üvey adıyım…. III. Kumrular sokağında efkârın adıyla bir akşamüstü; gövdesine tutunmuş dal, dala tutunmuş serçe, telaşlı, o da kendince… Sonra aşklarda kül, camlarda perde; usulca harlanır sevişmeler de.... IV. Kumrular sokağında andlara hep bol geldim, küfürlere dar. Dönüp baktım, ne göreyim, yağmalamış gençliğimi yargıçlar! . Desene Sivas’ın kırık sazıyım, kendimin ayazıyım, kalbimde ölü çocuklar… Tufanlar ardımda ve buruşuk anılar. Nedense hiç uslanmamış bozgunlar.... V. Oysa haklı ve haksız bütün kitaplar yazılmıştır. Susuşlar eskimiş, küfürler edilmiştir. Biliyorum, yalnızlıktan öte dostun yok insan; insan ki bozuk paralarda bozgundur, yenilmiştir.. /Şimdi bilekleri kesik bir intihardır yaşam…/. VI. Düştüğü yerde tanımazken kendi suyunu yağmur; biliyorum, aynı dalda gül bile anlamaz dikenini. Anlasana, anlatamaz kimse yıkımını başka yıkıma. Cudi’de napalm, Datça’da ıssız koylara, New york Şırnak’a anlatılmaz. Her gün yanar söner yanar söner kasvetimle bin ateş; ölüm, dirilere anlatılamaz.... VII. Bilirsiniz her sokağın bozuk bir sicili vardır ve utancı sokakların, günleri şehvete fedâ eden şizofren babalardır. Gözlerinde yalnızlığı bir hançer gibi saklayan kadınlardır.. Sonrası sokakların, bozkırlardır, hani bir ak tay düşüyle uzayıp gider ve rüzgârların ıslığıyla göklere teğet geçer.. Oysa kumrular sokağı bir kente uzayıp gider; gökkuşağım, ayrılığım, ömür ki eskir ve aşka uzayıp gider…. VIII. Daha sevginin herkesten şikayeti var. Daha herkes kendi sanıklığıyla kör, tanıklığıyla yargıç. Bu yüzden söz, bitmiştir.... Gökyüzü mü? O, kırgındır, kirletilmiştir…. . *Kumrular sokağı: Ankara’da bir sokak. mutlu birleşmesine hiçbir engel yok bence gerçekten sevenlerin. sevgi demem sevgiye bir döneklik yaparsa bir değişme görünce, başka yola saparsa sevgili saptı diye: hayır, sevgi besbelli sağlam bir nirengidir, boraları gözler de sallanmaz, göğüs gerer, gemilere yön veren yıldızların dengidir, değeri bilinmeden başı ta göğe erer. zamanın soytarısı değildir sevgi asla, gül yüzlüler göçse de orağına düşerek o değişmez kısacık günlerle haftalarla, direnir ve kanatlanır mahşerin ucuna dek.. yanılıyorsam bunda ve çıkarsa yanlışım, ne hiç kimse sevmiştir, ne ben şiir yazmışım. o ân, yıldırımların kalbine indi hüzün o ân, ıztırap sızdı toprağına bir yüzün o ân, bir yalnızlığı vurdu uzaktan avcı o ân, omuzlarıma çöktü isyan ve acı o ân, öldü anılar döşeğinde sessizlik o ân, bir yılan gibi büyüdü çaresizlik o ân, yaralı asker kurşunlandı alnından o ân, kılıç eriyip aktı yere kınından o ân, palandökenler yakalandı sıtmaya o ân, bir karıncanın üstüne düştü kaya o ân, koşan küheylan çatlattı yüreğini o ân, kırdı bir bayrak çürüyen direğini o ân, kırmızı güle mahkûm oldu bahçivan o ân, arılar için kendini yaktı kovan o ân, zehir rengine boyandı ırmakta su o ân, yıkıldı köprü; o ân kuruldu pusu o ân, beyaz giyindim korkular ülkesinde o ân, kuşlar uçuştu bulutların sesinde o ân, bir yaprak gibi savruldu gökte şiir o ân, öldü acılar fânudunda bu şâir o ân, ihbar edildi yeraltında mağara o ân, akkor bir yürek çivilendi duvara o ân, durdu saatin titreyen yelkovanı o ân, bir câzibenin kahrı deldi tavanı o ân, elpençe divan durdum önünde suyun o ân, yaktı içimi bir hülyâyı hümâyûn o ân, çöktü hayalim en aydınlık çağında o ân, bine bölündüm umudun kundağında o ân, liman yıkıldı, köreldi denizlerim o ân, kaybolup gitti tenhalarda izlerim o ân, zehir damlattı ucundan yere kalem o ân, bir tûfan gibi sardı ruhumu elem o ân, vurdu karaya okyanusun gözleri o ân, kavurdu beni O'nun simya sözleri o ân, heykel misali dikilip kaldı beden o ân, farkım kalmadı bin yıllık harabeden o ân, toprak tutuştu gönlümün loşluğunda o ân, güneş karardı bir göğün boşluğunda o ân nehir boğuldu; şehir bunaldı o ân o ân her şey dağıldı; gölgeler kaldı o ân Ben yaşamak istiyorum Gencim daha Söyleyecek çok şeylerim var İnsanlara ve Allaha. Ben yaşamak istiyorum Hayata doymadım henüz Bir gün yarıda kalmış bir film gibi Bitecek mi ömrümüz? . Ben yaşamak istiyorum Şu ölümlü dünyada Ölüm güzel olsa da. Ben yaşamak istiyorum Hayat dolu ellerim, kalbim, başım Yaşamak için yaratılmışım Kirpiğine sürme çek, Kına yak parmağına: Bu yıl yaşın girecek, Kız, gelinlik çağına. . Anlatıyor duruşum, Ben sana vurulmuşum; Ko, düşsün gönül kuşum Saçlarının ağına. . Yaş olsam gözden akmam. Göz olsam gayre bakmam, Vatanımsın, bırakmam Ellerin kucağına! Çocuklar gibi koşmak boydan boya Ufukları görünmeyen düzlüğü Soluk soluğa şimdi Üstümüze söken şafak. Biz böyle ayakta öleceğiz besbelli Deniz gibi durmadan bir kıyıya çarparak Her zaman bir yeşili, bir moru arındırarak Biz böyle yaşayacağız Sevişerek, savaşarak Umarak, inanarak. Bardaktan boşanırcasına Bir yağmurdur bizim için yaşamak Sana şiirler okuyacağım, gitme Güneşler doğacak yalnızlığımdan sana bir ışık getireceğim Büyük aydınlığımdan. Sana bir dolu umut getireceğim Küçük ellerine sığmayacak Sana Afrika gecelerini getireceğim Sımsıcak. Sana çiçekler getireceğim Bozulmuş güz bahçelerinden Sana bir serinlik getireceğim Yağmur tanelerinden. Sana avuç avuç yıldız getireceğim Güneşimden başka Sana engin denizlerin maviliğini getireceğim Köpük köpük dalga dalga. Sana bir rüzgar getireceğim Dağlardan, tepelerden Gitme, sana zamanı getireceğim Zamanın bittiği yerden Kadim zamandan beri varlık kaidesi bu Yaylalar sümbül kokar, gül nesli gülden doğar Aşk ile yananların külüne düşerse su Yeni aşk fidanları soğumuş külden doğar.. . 26.02.2007/Vakit Selam verdim selamımı almadı Düşman mı oldun gözlerini sevdiğim Sen beni severdin ezel ezeli Pişman m'oldun gözlerini sevdiğim? . Beni Mecnun ettin deliler gibi Ferhat şirin'deki çalılar gibi Biat eder idin Ali'ler gibi Osman m'oldun gözlerini sevdiğim? . Ayandır çöllere Mecnun'un hali Eğilmiş kırılmış gözlerin dalı Adem'i kovduran Havva misali Şeytan m'oldun gözlerini sevdiğim? . Uçma gökyüzünde Cebrail gibi Can alıcı olma Azrail gibi Mahzuni Şerif'e İsmail gibi Kurban m'oldun gözlerini sevdiğim? Güneş zaptediyor gözlerini Kar çiçeklerine belenmiş Balarılarıyla. Döşeğin kara kışta Bu tahtaboşa seren Şaşkın şaire meheldir Bizim laikçilere terk edilse şu dünya, Ne toprakta ot biter ne gökten yağmur yağar. Zincirlenir tüm hayat, yasaklanır her rüya, Karanlık koyulaşır, ne güneş ne ay doğar.. 11.06.2008/Vakit Derdimi söylesem derin dereye Doldurur dereyi düz olur gider Irakipler sıra dağlar arada Korkarım yar benden yoz olur gider. Pervane ateşten sakınmaz canı Uğruna koymuşum başı bedeni Doldur tüfeğini hedef et beni Yaram doksandokuz yüz olur gider. Veysel der çıkayım bir yüce dağa Ağaçlar bezenmiş yeşil yaprağa Zaman olur tenim düşer toprağa Karışır toprağa toz olur gider Yılda bir kere çıldırır ağaçlar sevincinden Rabbim ne güzel çıldırır. Yılda bir kere uzatır avuçlarını yaprak; Sevincinden titreyerek. Yılda bir kere kendini verir toprak Yılda bir kere yarılır bahçeler hazdan Rabbim ne güzel yarılır. Biz de bir kere sevinebilseydik. Çiçek açmış ağaçlar gibi çıldırasıya. Kimbilir belki bir gün sulh olunca Biz de deliler gibi seviniriz, Ağaçları ve baharı taklit ederiz Renkli bez parçalarıyla donatırız şehri Renkli ampuller asarız pencerelerden Kimbilir belki bir gün sulh olunca Biz de çatır çatır çatlarız binbir yerimizden Ağaçlar gibi. Ey SEVDAM! Nerede kucaklaştık seninle, Ne zaman dolduk, ne zaman taştık seninle? Beklediğimiz sabahları görmeden Bak... Bak işte mezara yaklaştık seninle.. (Gökçekimi) YARINSIZ BÜYÜMESİN ÇOCUKLAR. Böyle hoyrat ezdirmeyin gözleri Ahh çiçeksiz büyümesin çoçuklar Kanatmayın ufka giden yolları Ahh aşksız büyümesin çoçuklar. Işıl ışıl ışıldasın gözleri Pırıl pırıl parlasın yüzleri Dilden dile haykırsın sözleri Ahh türküsüz büyümesin çoçuklar. Kaldırın bu duvarları taşları Dimdik olsun yürekleri başları Sofralardan eksiltmeyin aşları Ahh ekmeksiz büyümesin çoçuklar. Bilsin artık barut ve kan kokusu Bitsin artık savaşların korkusu Bölünmesin anaların uykusu Artık yarınsız büyümesin çoçuklar. Gökyüzünden yağmur gibi hediye Sevgileri yağdıralım aşk diye Doya doya doyuralım sevgiyle Ahh sevdasız büyümesin çoçuklar www.ahmetselcukilkan.net Bu akşam o kadar durgun ki sular Gömül benim gibi kedere diyor. İçimde maziden kalma duygular Ağla geri gelmez günlere diyor.. Ey gönül, gidenden ümidini kes! Kaçan bir hayale benziyor herkes, Sanki kulağıma gaipten bir ses Buluşmalar kaldı mahşere diyor.. Enginden engine koşarken rüzgar, Bende bir yolculuk heyecanı var… Yattığım kayaya çarpan dalgalar Çıkıver bir sonsuz sefere diyor. Git oldu can, sürgün geldi dayandı Sürgün yine geldi dayandı Kitapları topladım, çocukları giydirdim Hadi de doğrulalım Dranazın karına. Biz nereye düşeriz, halk fakir fıkara Her bahar, her yaz gurbette Sılaya dönmesi olur velakin Ne sılamız belli, ne gurbetimiz Çiğdemi Ardahan yaylalarında Nergisi Sinop’ta Van’da koparmışsak sarı gülü Portakal kokusu Kumluca’dan gelir Karıştırdık sıla nere, gurbet hangisi Bizim gibi gurbetçi görülmemiştir. Git oldu can, sürgün geldi dayandı Diktiğin fidanlar sen olmayanda Yel vura ırgalana, gün vura duldalana büyüyecek Yasa şu ki ekinler yürüyecek Bebek dillenecek, güçsüz hallanacak Sis kalkacak İsfendiyar başından. Selam olsun bizden önce geçene Selam olsun dosta, hasa, çile çekene Selam olsun dayanana, düşene Yüreğim yürektir, bakma gözüm yaşına. Git oldu can, sürgün geldi dayandı Sorulmasın vatanımız ilimiz. Topraktan mı çıktı yarı toprak bir yaratık, Gökten mi indi yarı gök bir kartal. Bir Memet daha var oldu o sıra, Tepenin doruğunda kalpağı al.. Bir Memet olduğu besbelli, Saçları başakta, gözleri çiçekte. Elleri ayakları öylesine kocaman, Yüzü altı Memet'in yüzüne öylesine benzemekte.. Vardı üç adimda masalcana, Ağzı duman tüten makineliye, dev. Kabzeyi kavrar kavramaz bastı tetiğe Fışkırdı namludan sonsuz bir alev.. Allah Allah, şaştı bütün dağlar, bütün gök, Şaştı dost düşman. Bu kimdir, bu kaçıncı Memet'tir, Ölülerde dirilerde dondu kan.. Görsen efsane, görmesen efsane, Duysan efsane. Uzak mıdır bayraktan düşen, Yakın mıdır ne?. Bir parıltı bir parıltı tarihten, Tanrıca dik. Yurdun ulusun kutsal gücü, Bu yedinci Memet, Memetcik. Sularsa akmak birgün birgün birgün Birgün dağlara çıkmak birer birer dağlara çıkmak birgün Çıkmak çıkmak birer birer birgün dağlara dağlara birgün Birgün birer dağlara Ah nasıl dağlara birgün Ey yorgun atlar, ey geri dönenler, sayı bilmiyen çocuklar Ey birgün Çiçek açmak birgün Dağlara dağlara birer birer dağlara. Otları büyümek birgün Birgün köyler kentler yıkanık damlar geri dönmek birgün Birgün yeni dönmek Birgün dağlara çıkmak birer birer çıkmak çıkmak Su yürümek güneş bilmek Yeniden orda otlarda orda yeniden orda orda Bitkin birgül bulmak ve geri dönenler birgün Ey yorgun atlar, sayı bilmiyen çocuklar Ey bütün hazır elbiseciler ey, Birgün olmak, küskün keşişlerden olmamak birgün Dağlara dağlara çıkmak sular köprüler sular birgün çıkmak Eski kaba arabalardan inip birgün çıkmak Dağlara dağlara dağlara başka hiç Birgün dağlara. Yaşımı sordular 57 dedim Sorguda. Doğrusunu saklamadan Yanıltırdım Bu konuda. Kıyıcılar nerden bilsin Bir delikanlıdır ozan Her zaman. (Ocak 1988) Bitme, bak, içtim, yürüdüm, kederlendim Denize girdim, üşüdüm, sana geldim.. Düş bitmeden sen bitme. Bitmeden sevgi gitme…. Bitme! Bak, koştum, savruldum, hep örselendim. Cıgara ziftlendim, ille de seni sevdim. Uzaklarda öyle çok kederlendim.. Günler bitmeden bitme. Bitmeden hasret gitme…. Bu yangın geceler, bu intihar. Gidersen paramparça yüreğimde ağıtlar! Bu dolunay gecenin göğsünü yarar. Benim göğsümde de sana geniş bir yer var.. Düş bitmeden sen bitme. Bitmeden sevgi gitme... Anne, deniz nerde, yalımız nerde? Hani gideceğimiz İzmir'e der de Beni uyuturdun dizinde anne! . Geçende ablam da öyle diyordu Bu bahar İzmir'e girmezse ordu Kanmam sözünüze sizin de anne! . Yeşil bir bahara büründü dağlar Bülbüllü bahçeler, üzümlü bağlar Kimlerin işine yarıyor anne! . O bağlar nerede, bahçeler nerde? Her akşam güneşin battığı yerde Gözlerim İzmir'i arıyor anne! . Şimdi bir kuş olsam, kanadım olsa İzmir'e giden yol eğer bu yolsa Bir başıma bile giderim anne! . Bir çetin bilmece sorsam Paşa'dan Söylemem memleket bağışlamadan Mutlaka İzmir'i isterim anne! Tahtadan yapılmış bir uzun kutu; Baş tarafı geniş, ayak ucu dar. Çakanlar bilir ki, bu boş tabutu, Yarın kendileri dolduracaklar.. Her yandan küçülen bir oda gibi, Duvarlar yanaşmış, tavan alçalmış. Sanki bir taş bebek kutuda gibi, Hayalim, içinde uzanmış kalmış.. Cılız vücuduma tam görünse de, İçim, bu dar yere sığılmaz diyor. Geride kalanlar hep dövünse de, İnsan birer birer yine giriyor.. Ölenler yeniden doğarmış; gerçek! Tabut değildir bu, bir tahta kundak. Bu ağır hediye kime gidecek, Çakılır çakılmaz üstüne kapak? Bitme, bak, içtim, yürüdüm, kederlendim Denize girdim, üşüdüm, sana geldim.. Düş bitmeden sen bitme. Bitmeden sevgi gitme…. Bitme! Bak, koştum, savruldum, hep örselendim. Cıgara ziftlendim, ille de seni sevdim. Uzaklarda öyle çok kederlendim.. Günler bitmeden bitme. Bitmeden hasret gitme…. Bu yangın geceler, bu intihar. Gidersen paramparça yüreğimde ağıtlar! Bu dolunay gecenin göğsünü yarar. Benim göğsümde de sana geniş bir yer var.. Düş bitmeden sen bitme. Bitmeden sevgi gitme... Eskilerden bir anı Bir beyaz çığ olur En yüksek tepelerden Katıp önüne ne varsa Savrula savrula düşer yüreğime. Ve tonlarca kar ve buz Erir gider ruhumun ateşinde Sonra su olur hüzün Sevgi olur ardından Umut olur Yitip gitse de birazdan Her saniye bir gaftır Sen olmadığın zaman Zaman büyük israftır Sen olmadığın zaman. Sen olmazsan, ‘yar’ olmaz Sen olmazsan yar olmaz Mana yerini bulmaz Sen olmadığın zaman. Yar demişim sana yar Değişir mi bu karar Benim ne anlamım var Sen olmadığın zaman Ustamız Eluard’ın izinden. Kan yasası bu insanın: Üzümden şarap yapacaksın Çakmak taşından ateş Ve öpücüklerden insan! Can yasası bu insanın: Savaşlara yoksulluklara Ve binbir belaya karşın İlle de yaşayacaksın! Us yasası bu insanın: Suyu şavka döndürüp Düşü gerçeğe çevirip Düşmanı dost kılacaksın! Anayasası bu insanın Emekleyen çocuktan Uzayda koşana dek Yürürlükte her zaman Deniz yok olursa diyor bir çocuk Balık kaybolursa Ne derim benden sonraki çocuklara İnsanlar kaybolurken gözaltılarda Çöllerde boğulan nehirler Ey çocuk Nasıl varır okyanuslara. Adı karanfil ki suçu rengidir Özgürlük dilinde bir imge Tutsaklık dilinde bir söylencedir Karanlıkta bir el koparır dalından Artık ölüme varmış bir işkencedir. Orman yok olursa diyor bir çocuk Ağaç kaybolursa Ne derim benden sonraki çocuklara İnsanlar kaybolurken gözaltılarda Dalından koparılan tomurcuk Ey çocuk Nasıl meyvelenir sana ve diğer çocuklara. Adı narçiçeği ki suçu patlamak Birdenbire güneşe haykırmak Ve güneş diliyle kıpkızıl çoğalmak Karanlıkta bir el koparır dalından Adı kayıptır artık Daha meyveye bile durmadan. Aç gözlerini o çığlıkları çocuk Kayıp analarının gözlerine bak O gözler ki karanfil kıvrımında nar çokluğu Sevda denizlerinde oğul ve kız yokluğudur Her biri bir depremdir yüreklerde Her biri açlık içinde zulüm tokluğudur. Sen ki bir badem dalısın baharda Yüzünde solgun bir yeşil akşamı Dalıyor gözlerin bir çağın artıklarına Kazılardan yeni çıkmış gibisin Bakışlarında düş fosilleri Güneşli bir yeşili özler gibisin. İnsanlar kaybedilirken ey çocuk İnsanlık adına Nasıl başlar bu yeşil ve mavi yolculuk Hangi gemi kalkar bu ülke limanlarından Hangi mavilikler karşılar seni Kıyılar zincir olmuş bileklerde Dalgalar yargısız infaz Al kalemi eline ey çocuk Yeşilin ve mavinin şiirini yeniden yaz Bir hicran çölüne bıraktın beni Kalbine girdiğim yolu kopardın Yaydın üzerime yalan gölgeni Adını andığı dili kopardın. İçimden boşluğa savruldu külün Hüznün ateşiyle yandı kakülün Yıllardır ruhumda öten bülbülün Her seher konduğu dalı kopardın. Uzattıkça sana boş ellerimi Birer birer yıktın hayallerimi Bilmem, ölü müyüm, yoksa diri mi Saçımdan sn siyah teli kopardın. Gönlümde aşkınla hergün yeşeren Göğü yıldız yıldız önüme seren O güzel, bembeyaz gülü kopardın Aynasında yalnız seni gösteren Beni hor görme kardeşim Sen altınsın ben tunç muyum? Aynı vardan var olmuşuz Sen gümüşsün ben saç mıyım?. Ne var ise sende bende Aynı varlık her bedende Yarın mezara girende Sen toksun da ben aç mıyım?. Topraktandır cümle beden Nefsini öldür ölmeden Böyle emretmiş yaradan Sen kalemsin ben uç muyum?. Tabiata Veysel aşık Topraktan olduk, kardaşık. Aynı yolcuyuz yoldaşık Sen yolcusun ben bac mıyım Zülfü kimi ayağın koymaz öpem nigârum Yohdur anun yanında bir kılca i'tibârum. İnsâf hoşdur ey ışk ancak meni zebûn et Ha böyle mihnet ile geçsün mi rûzigârum. Bildi temâm-ı âlem kim derd-mend-i ışkam Yâ Râb henûz hâlüm bilmez mi ola yârum. Vaslundan ayru n'ola kanun tökelse gül gül Men gül-bün-i belâyem bu fasldur bahârum. Tasvîr eden vücûdum yazmış elümde sâğar Ref' olmağa bu sûret yoh elde ihtiyârum. Dûr istemen zemânı mey neş'esin başumdan Toprağ olanda yâ Râb dürd-i mey et gubârum. Rusvâlarından ol meh saymaz meni Fuzûlî Dîvâne olmayum mı dünyâda yoh mu ârum Ey milletimin lahzada halkettiği ordu! Baktın ki bir bütün bir vatan elden gidiyordu, . Boğdun coşarak düşmanın gayzını kanda.. Derler ki, esaret denilen halka cihanda . Bir geçti mi hür boyna, asırlar kıramazmış; Bir secde eden, bir daha baş kaldıramazmış! . Ancak sen o zinciri söküp kırmayı bildin; Gökten geniş alnınla ne taptın, ne eğildin. . Dünya seni sehpaya çekerken gözü bağlı; Mağlubu o gün gördü cihan galip edalı.. . Bir taştı, fakat, benliğin en sonra kabından, Sarsıldı cihan kükremiş arslan gazabından. . Çarpıştın ölümlerle, boğuştun heyecanla; Sildin kara gözlerden akan yaşları kanla! . Memnun kapanır gözlerim ölsem de vatanda; Madem ki cihan neş'eli, madem ki bu anda . Seyretmede bir kafile Türk ordularından, Şarkın ebedi fecrini İzmir sularından! ne zaman sevmek desem bir tedirgin bulvar iti gecede biraz müzik biraz içki ve çok çok resim kim sarmalar bu bebeği kimler taşır bu ölüyü belirsizliğe nerelerde kalır gözüm/nerelerden döner sesim bu ne biçiim hayvan ki bu/beslenir acılardan tohum atar kuşaklara kan göllerinde bu ne biçim oyun ki bu/gizlenir gölgesine gerçeğin mutluluklar aranır ateş çemberlerinde. bir umarsız bulvar iti vitrin ışıklarında anladım ki birdenbire/kopmuşum toprağımdan kopmuşum masallara süt emziren akşamlarımdan köklerim orda sızlar/yapraklarım bulvarda resim diye duvarlarda müzik diye ıslıklarda o çıldırtan deniz orda/balıklar tablalarda özlemek orda kalmış özlemi sevmek burda ferhat'sa mendil açmış dileniyor güvenparkta. taradım bütün sözlükleri aşka yer yoktu bir kaygulu bulvar iti karanlık çıkmazlarda koşuyordu masallarda/koşuyordu imgelerde başka yer yoktu başımdaki ağrı sendin sesimdeki kuşku sen ne düşünsem dört boyuttu ne ağrısam dört boyut kopmak belki bir ülkeydi tutkular eski zindan heerkes kendi bukağısının tutkulu demircisi. bu evleri bizmi yaptık bu yolları bizmi çizdik ölümlerden bizmi kaçtık bizmi düştük ölümlere senleştirip giriyorum koynuna gecelerin senleştirip açıyorum gözlerimi sabaha bir şey eksik biliyorum bir şey artık sen değil şafak diye söken sendin sendin gülen penceremde çayımdaki bahçe sendin içkimdeki bulut sen içimdeki kuş sürüsü çabamdaki arılardınnere gitsem karşımdaydın ama sen yoktun sen sahi niçin yoktun. senleştirip biniyordum külüstür taşıtlara senleştirip okşuyordum osmanlı sokakları kan bulaşmış caddeleri ölülerli alanları tepelenmiş çiçekleri kanatılmış mavileri senleştirip seviyordum bütün çirkinlikleri telefonlar sensin diye koşturuyordum kanıyordum sensin diye karanlık çağrılara susuyordum senleştirip kahpelikleri nere gitseem karşımdaydın ama sen yoktun sen sahi niçin yoktun. duruyordum seni sanıp yangın çığlıklarına yaşaamak belki buydu belki de öbür yüzü unutmaktı belki güzel aramaktı belki sevmek belkideki varsıllıktı kesindeeki yoksulluktu yitirmek buydu belki yakalamak belki bu bu kafesi biz süsledik biz aldandık bu süslere içimdeki sızı sendin yüzümdeki merak sen gitmelerden beklediğim kalmalardan korktuğum nere gitsem karşımdaydın ama sen yoktun sen sahi niçin yoktun. ikibulvar itiyiz biz reklere dolaşmışız ağzımızda ölüm tadı tüylerimiz kanlı çamur ikimiz iki yandan bir koca yanlızlığı bir amansız şaşkınlığı ikimiz iki yandan dolaştırıp duruyoruz eski zamanlar gibi müzelik bir inanmanın ören kapılarında. anlamamak elde değil anlamaksa soykırım uçup uçup düşmek kalır inanmaklardan kelebekler konuyor yaşlı salyongozlara ölülerin gölgesinde diriler güneşleniyor yakın artık gemileri köprüleri atın artık kim ne derse desin vazgeçin onarımdan. ne seçilen renklerdeyiz ne gidilen yerlerde danışıklı gözyaşları yapmacık mutluluklar soykırımsaal bir çoğalma solucanımsı bir eşleme bir yanımız doğum evi bir yanımız hiroşima iki bulvar itiyiz biz koşulların kölesiyiz zincir sesi duydukça sızlar bileklerimiz. bir kenti tanır gibi tanıdım seni ancak eetine değdi etim/otuzaltı onda yedi/çok değil elini buldu elim/otuzaltı onda yedi/çok değil öptüm seni/otuzaltı onda yedi/dudaklarından bir kenti yaşar gibi yaşadım seni ancak yaşamadım kendimi. ellerin ellerimdeydi ellerin yoktu gözlerin gözlerimdeydi gözlerin yoktu iki portre gibi yanyanaydık albümde uykunda sevmiştin haberin yoktu bir kaçağı tanır ggibi tanıdım seni ancak tanımadım kendimi. şarkılarda buldum seni yitirdim yılgılarda buldum seni yitirdim resimler bir türlü konuşmuyordu fotoğraflar kaçıyordu ben yaklaştıkça bir yalanı anlar ggibi anladım seni ancak anlamadım kendimi. evin de mi yoktu senin sokağındamı adresini silip silip yazıyorlardı düşlerin türkçe miydi hotantoca mı çincee mi arıyordun eskimoca mı herkesste mi arıyordun ne arıyordun neden öyle gülüp gülüp yaşlanıyordun bir yüzünü buluyordum öbün yüzün yok birçizgini buluyordum öbür çizgin yok olgörüp gelmiyordu adın fırçama düş müydün düşüncemi anlamıyordum uzattıkça ellerimi dağılıp gidiyordun kendimden korkuyordum yoksa yokmuydum. binlerce göz binlerce yüz binlerce biçim aradığım yerde yoktun sormadığım yerde var etimdeki acı sendin kanımdaki kuşku sen nere gitsem karşımdaydın ama sen yoktun sen sahi niçin yoktun. SEN SAHİ NİÇİN YOKTUN? Aziz ruhlar sallamış beşiğini Veda edip çocuk tazeliğiyle bulutlara Raks eder gibi iner mermer kayalara Haykırır sevincini semalara . Sevinç sevinç berrak Ve yıldız yıldız parlak Bir dağ pınarı Üstünde beyaz bulutların Ve kuytusunda bir yeşil yamacın . Dağ geçitlerinde Önüne katar renk renk çakılları Ve bağrına basar kardeş pınarları Çiçeklenir ayak bastığı yerler Ve nefesiyle yeşerir çimenler . Yoldaşı olur şimdi ırmaklar Ovaları doldurur gümüş ışıklar Bir ses yükselir pınarlardan 'Kardeş ayırma bizi koynundan, . Bekliyor Yaratan. Yoksa bizi çölün kumları yutacak Güneş kanımızı kurutacak . Kardeş, Dağın ırmaklarını, ovanın ırmaklarını Hepimizi alıp koynuna Eriştir bizi yüce Rabbına Ezelî Derya'nın yanına.' . Peki, der, dağ pınarı Kendinde toplar bütün pınarları Ve haşmetle kabarır göğsü, kolları . Ülkeler açılır uğradığı yerlerde Yeni şehirler doğar ayaklarının altında... Kulelerin alev zirvelerini Ve haşmetli mermer saraylarını Bırakıp arkasında . Yürür mukadder yolunda Dalgalanır başının üstünde binlerce bayrak İhtişamının şahitleri Evlatlarını Rabbine ulaştırarak Karışır İlahî ummana coşarak! Adı Gül'dü Gülleri severdi en çok Güldü mü güller açardı gül yüzünde Güllerle bölüşürdü yalnızlığını Hep gül beklerdi sevdiğinden Bir de 'gül mevsimini' takvimlerden Bir gül kokusuna Bir de 'gül reçeline' dayanamazdı Hep güller kurutmuştu Hayatının en hazin sayfalarında Hep gülerek büyütmüştü sevdasını Ve her sabah Bir gül gibi bırakırdı tebessümünü sofraya Tıpkı sımsıcak bir ekmek gibi Ahşap bir evin avlusunda Mis kokulu gülleri derlerdi Ve bütün sırlarını sadece güllere söylerdi Ne zaman bir haksızlık görse Kanayan bir gül gibi Ahh bu dünyada Gülü gülle tartsalar derdi Ne okur ne yazardı Ağlasa gülleri sular Gülse gülleri okşardı Ama ne zaman içli bir şarkı duysa Güllere bakar uzun uzun dalardı. İşte öyle bir çiçekti Şiirimin ucunda gülden bir kalemdi İşte o kadın Benim annemdi. Bir bilseniz Ne güller yeşertti hayatın dikenlerinden Dökerek gözyaşını Ve şimdi O güller süslüyor onun mezar taşını... Yanasmadan once dagildi iskeleye Once karinesi, sonra sintinesi Derken alt-vasat-ve ust guvertesi Bas ust-vasat-alt Ardindan kic ust-vasat-alt yolculari Dagildilar bir mechul semte Kirlangiclarleyin ellerinde filileri, cantalari Kimisi dargin eski cifteciler Dagildilar kirlangiclarleyin bir mechule Deniz su dokuyor arkalarindan Haydan gelip huya giden cumlelere Kaptan kosku yuzuyor dalgalarin ustunde Sakuli bir bok gibi Kaptani tayfasiyla Özgürlüğün geldiği gün; O gün ölmek yasak... Bir kelime buldum çın çın öter; Adı candır. Bir erik kopardım can dalından; İçi can dolu, Adı can, yaprağı can, lezzeti candır. Bir gölge düştü önüme dedi ki: Bir yüküm var benden ağır Bir yüküm var beni taşır Adı candır. . Toprak dedi ki: Can Allahın yongasıdır Fakat ben bir deri bir kemik kaldım. Bir de misafirim var adı candır. . Işık dedi ki: Renklerden, kokulardan, Seslerden önce koşup geldim İnsanoğluna nur topu gibi Bir müjde getirdim, Adı candır. Kadınlar sonbahar yapraklarını dökmeye başlar Titrek dudaklarında sarışın bir keder Nabız kaybolur kan susar dolaşım yavaşlar Sisli bir nebuloz gökte yazılmamış şiirler. Dargın sevgililer yalnızlıklarına uzaklaşıyor. Anlaşılmaz çoçukluğun ortaokullarından ders zilleri Kilitli defterlerde kurutulmuş menekşeler Tehlikeli yolculukların kanat çırpan mendilleri Sazdan saza azalan hicranlı köçekçeler. Dünkü delikanlıları yaşlılığa taşıyor. Eylül şehirleri yağmurlu gürültülerle alır yerlerini Deniz kahvelerinde son kadehlerde bulutlar birikir Ilık bir aydınlıkla yıkayıp yorgun ellerini Görgülü ihtiyarlar bir bir ortalıktan çekilir. Yaşlandıkça insan dünya başkalaşıyor. Döndüm lê gûle batman’a vardım. Batman’dan diyarbekir’e bir bilet aldım. Kara tren bozuldu silvan düzünde. O yalan yollarda hasretle kaldım…. Batman garında altı donuk yüz... Çığlık ve hınç böyle topraklar boyu; gökyüzünde turnalar ve gri... Ay ışığı geceyi ayartacak birazdan. Batman garında altı donuk yüz.... Birinci yolcu soluksuz; sanki ayazlarda yaralı bir geyik göğsü. İkincisi sevdalı: ‘Sen beni bir kez olsun sevmedin/Habar saldım gecelerde gelmedin,’ gibi kahır yüz. Üçüncüsü bir kadın:De ki şakağında dolunay Dicle’nin.Dör- düncüsü tekmil temsili bakış, sanki kurşunlanmış bir türkü Tendürek dağla- rında.Beşincisi kandırılmış çocuklar gibi; yükü yatağı, kasketinde ter. Altın-cısı ben; dağlı yaralar, yaralı dağlar gibi... Batman treni bir feryat gibi gardan çıkıyor.Terli akşam alacası trene vuruyor, tren yollara... Ay öksüz bir geceden geçiyor ve biz, öksüz bir gecede ayın altından geçiyoruz...Gecenin terli göğsünde bir deli türkü: “Ahmedê lê vayêê / Hesênê lê vayêê! ”Bu türkü... Bu ne türkü? Türkü değil, çığlık bu; göğünden koparılmış gibi mavinin...O mavi? Ulan o bizim mavi! Mavide eşkıyalar da yitirmişler tüfeklerini.... Boş vagonlar yollara düşmüş batman düzünde. Gecenin göğsünde bir deli türkü... İşte Gevaş, uzaklarda yarasıyla susuyor, geride şark çıbanıyla Batman’ın göğsü, Silvan düzünde ateşler yanıyor... Bir ihtiyar: “Biz ne doğ- muşuk ki” diyor: “Ne ölek kardaş! ”Batman treninde altı donuk yüz...Çığlık- lar oturmuş gözlerinde büyüyor…. O saat Sirkeci’de martılar, aç çocukları o uzak suların. O saat Beyoğlu hınca hınç, Kızılay sersem! O saat nasılsın Yalova feribotu, Buca dolmuşu, Üs- küdar iskelesi? O saat Bodrum kalesi daha sperm kokuyor... Çingene çadırların- da çengi çalıyor... O saat Köln’de bir mülteci sessizce hıçkırıyor...O saat gece- de son orospu bir türkü tutturmuş rüzgâra kaşı... Bir adam Adana’nın bulvarın- da kusuyor... O saat Artvin’de bir öğretmen gecikmiş düşlerini dövüyor… . O saat tarihin alnında ter, insanlık vahşetin gözlerine baka baka susuyor...O saat gecede bir kahpe kurşun, Diyarbakır’ın göğsünde bir adam düşüyor! . “Boşuna çırpınma gökyüzü: Yurdum kadar ağlayamazsın…” Söylemiştim sana, aşk benim kurtuluşum, soluğum, özgürlüğümdür, diye. Bu sıradan, bu bayağı hayattan, bu günlük, bu insanı haysiyetsiz bırakan korku ve kaygılardan, hesaplardan, kendimi korumak için girdiğim rollerden, baskılardan, aşkımla çıkabilirim ancak; aşk benim için ya hep ya hiçtir, diye. Çünkü ben sizler gibi olamadım bir türlü.. Sizler çok “duygusalsınız! ” Hormonlarınızın size her mevsim oynadığı küçük oyunlara kapılıp âşık olduğunuza inanıyor ve hemen kapılıp gidiyorsunuz; ya da sizler aşk diye birbirinizi kulllanarak hayatın sizde açtığı yaraları iyileştiriyor, yıpranmış benliklerinizi onarıyorsunuz. Sonra da geçip giden yazların ardından ve güçlenmiş egolarınızla hesaplı ve korunaklı ilişkilerinize geri dönüyorsunuz. Beraberliklerinizin ya da aşk sandıklarınızın ardında hep bir dönüş kapınız açık sizin. Sizler mevsimlik aşklarınızdan geriye olduğunuz gibi geri dönersiniz. Bense çıktığım yolculuktan sakatlanmış olarak dönerim! Hiçliğe... ve bir kez daha ölmüş olarak. Tıpkı seninle yaşadıklarımdan sonra hissettiğim gibi... Söylemiştim, sana duyduğum aşk, içimde derin ve ölümüne bir kök saldı diye. Sense benimleyken hayatın sende açtığı yaraları iyileştirmiş, yıpranmış benliğini onarmış, kırgınlıklarını, korkularını, zaaflarını bana yüklemiş, sana güven veren, korunaklı ilişkine geri dönmüştün. O kötü enerjini geçirdiğin sahipsiz bir toprak olmuştum sana.... Onu sevdiğimi anladım, ona dönmeliyim, demiştin. Şimdi benim kanımla yeniden güçleniyor ilişkiniz. Şimdi ona okuduğun, ama benim sana yazdığım aşk şiirleriyle, öyküler ve yenidendoğuş efsaneleriyle besleniyor yakınlığınız. Şimdi ilişkinize benim çaresizliğim, itilmişliğim heyecan katıyor. Benden sevgini esirgeyerek, beni ölümün kucağına bırakarak ona döndün. Ne farkı var öyleyse beraberliklerinizin, ilişkilerinizin bu aşağılık, bu adaletsiz, bu esaret dolu hayattan? İlişkiniz benim safdışı edilmemle taçlanıyor şimdi... Safdışı etmek! .. Bu hayatı ne güzel özetliyor! ... Bilmeni isterim, sandığın gibi sadece kadınlar aşkla seviştikleri erkeklere bağlanmaz, kimi erkekler de aşkla seviştikleri kadınlara bağlanırlar. Savruk yılların soldurduğu bedenimin şimdi sana umutsuzca bağlandığı gibi.... Uzun süre sana âşık olmamak için direndim. Sonra bu direnmeye daha fazla dayanamayacağımı anlayınca açtım kapılarımı. Ve kendimi hiç korumadan yaşamaya başladım seninle. Çünkü buydu benim için aşkın doğası. Kimse kendini korumaz. Ya hep ya hiçtir aşk. Ve aşkta yarın yoktur. Birlikte yolculuğa başlanır: İçerilere, kalplere, çocukluğa. Şefkatin ve sevginin esirgendiği günlere. Sonra o sevinçli ıstıraba... Bense sana inanmış, kalplerimize bu yolculuğu yaparken seni yanımda sanmıştım. Oysa sen benimle bu yolculuğa çıkarken ardında hep açık bir kapı bırakmıştın; kaybolmamak ve çok acı çekmemek için ve sonra güvenli, korunaklı ilişkine geri dönebilmek için. Oysa sevgili, böylesi yolculuklara çıkarken geriye bakılmaz, tereddütlere düşülmez... Yitirmeyi ve çok acı çekmeyi göze almadan kimse kurtulamaz bu adaletsiz hayattan, bu sefil esaretten... Kimse gerçekten âşık olamaz.. Ben yitirmeyi ve çok acı çekmeyi göze aldığım bu yolculukta, bu inancımın coşkusunu yeniden yaşamak için her defasında gözlerine bakmıştım. Yazık, görememişim, gözlerinin birinde kamera varmış! ... Şimdi sen hiçliğe bıraktın beni. Ben bu hiçliğin içinden çıkıp çok güç de olsa varlığımı, yani özgürlüğü yeniden bulabilirim. Ya sen sevgili, gözünden hiç çıkarmadığın o kamerayla ve çok acı çekmekten ve yitirmekten hep korkarak yaşarsan nasıl kurtulacaksın bu esaretten, bu adaletsiz dünyadan? .. Her nasılsa yalnızsın Bir giz gibi deliyor yüreğini cansıkıntılarının burgusu ve hep bir şeyler eksik gibi bir şeyler bekler gibisin. Yeni bozgunlar yeni yenilgiler peşindesin Bir bozkır kuraklığına dönmüş için Oysa yalnız bir öpüştür gurbeti türkülere dönüştüren. Çoktandır su vermedin çiçeklere ve yüreğinin çeliğine Zaman terkisine almış da öpücükleri koşuyor sessizliğin ve yalnızlığın iyotlu kıyılarına. Bir yol ayrımı ki yanlışla doğru hüzünlerle sevinçler kolkola Sen ki ey kalbim yanlışları ve hüzünleri taşıdın bunca zaman. Taşıyamaz yüreğinin batık sandalı bu yalnızlığı,bu can sıkıntılarını Yaşam gelincikler gibi beklerken seni gecenin kapısını çalma ey kalbim ay çok mu gecikti neredeyse çıkar sen yanlızlığıma varır varmaz az sonra yağmuru durduracaklar rüzgarı değiştirdim ustura ağzı poyraz. yok canım yıldızları unutmadık mutlaka yerlerinde bulunacaklar kenarı yaldızlı mavi bir karanlık sütlü çıplaklığını örtecek kadar. senin için olduğu asla bilinmeyecek yapraklarını birden dökecek dutlar şafak sökerken sekiz on kadar şimşek balkonda işlemeli müstesna bulutlar. ayak bastığın an şehir de değişebilir yoksa Moskova mı belki berlin belki dakar belki 30'lardan mehtap yorgunu izmir körfez'de şerefine donatılmış vapurlar. nerede ne zaman kaç kere yasadık nasıl bir sevdaysa eskitememiş yıllar bitirdiğimiz herşeye yeniden başladık dudaklarımızda birbirimizden mısralar Önemli olan burada kimin yaşadığı değil kimin öldüğü ne zaman öldüğü değil nasıl öldüğü büyük insanların tanınmışları değil adı sanı duyulmadan ölenleri önemli ülkelerin tarihleri değil insanların yaşamları önemli masallar düşlerdir yalanlar değil ve insanlar değiştikçe gerçeklerde değişir ve gerçekler durağanlaştığında işte o zaman insanlar ölecekler ve böcek, ateş ve seller gerçek olacaklar.... Gökyüzünde tüten olsam Yeryüzünde biten olsam Al benekli keten olsam Yâr boynuna sarsa beni. Yâr kolunda burma olsam Yedikleri hurma olsam Alçım alçım sürme olsam Yâr kaşına sürse beni. Karac'oğlan uşak olsam Yâr belinde kuşak olsam Bir atlastan döşek olsam Yâr altına serse beni Sen üzerinde nice şafakların söktüğü Sevgi denizlerime akan büyük nehir Sen biraz ışık, biraz tılsım, biraz büyü Sen yıllardır yazıp bitiremediğim şiir. Durmadan bir gül açar ellerinde pembe Sen nefes alışı en bakir güzelliğin Gözlerin midir parlayan gökyüzünde Bir güneş doğarcasına geceleyin. Ne zaman seni düşünsem yaşamak güzel Bir bahar bahçesi olur güz bahçeleri En karanlıklarda bile uzanır bir el Kendiliğinden açar sabaha perdeleri. Sen varsan dallarda kuşlar memnun Tüm çiçeklerin rengi değişik, kokusu başka Öylesine gerçek ki var olduğun Çarpar güzelliğin kıyılarıma dalga dalga. Tutsam ellerini içim ürperir hazdan Başım döner gözlerin gözlerime değse Kalan tek hatıradır gülüşün bir yazdan Yokluğun da odur senin ölmek neyse. Sen bastığın yerde çiçeklerin büyüdüğü Her zaman en güzel, her yerde eşsiz Sen yaprak, sen köpük, sen kuş tüyü Sen sevgi nehirlerimin aktığı büyük deniz Öyle bi aş olsun ki derim.... 'Biraz taş biraz hayvan biraz düş' Ve göğe aşırdığım kuş Denizin mor bostanından Süngerim al soğanım Soluğumdan açan lale Mutluluğa geleceğe. Yeter ki bir döşün olsun kocaman Bu aş ve bu vurgun seksen kulakta yenir Ve sıkarsa tabiy toplumsal petkan. Öyle bir Aşk olsun ki derim... Ne çekersek deliden-kaçıktan çekeriz. Ve bir de yarımdan buçuktan çekeriz. Beri tarafta gözü gönlü kapalıdan Öte tarafta eti açıktan çekeriz. Bugün iki kez yağdı yağmur; iki kez eskidim sanki.. İki ömrü kol kola yaşadım ben; biri nergis bahçesi, diğeri mahşer yeri.. Hep iki şömine yandı yüreğimde; birinde ateşti, diğerinde kül.. Ve iki kez âşık oldum; bundandır iki kez ölmüşlüğüm.. Sonra bir serüvende ikiye böldüm ömrümü; şimdi sömestrdeyim.. İlk iki kitabımdan sonra sıtmaya tutuldu coşkum; daha depremlerleyim.. Ve iki kere iki, kitabımda benim,. ya çok eder ya sıfır... Sen, ey tarih-i millet, ey şehâdetnâme-i ecdâd, Haber ver böyle günlerde, ederdin kimden istimdâd? . Uyan bir kerre bak mülke sen ey pürşân olan mazi, Yıkıldı üstüne halin şu kanlı kirli enkazı.. Şu binlerce zinâ-zâde vatan bâziçe olmuştur. Ocak’ lardan esâs-ı devlete kundak konulmuştur.. Sunuldu millete zehrâb-ı şer câm-ı cehâletle, Yed-i İblis’i bûs etti eşekler hüsn-i niyyetle.. Mületevvestir bugün cümle devair siyn-ü zilletle, Yazılmıştır vukûat-ı ahire hun-ı milletle.. Nezâretler, irâdetler verildi usta Cavid’ e. O demde başladı aylıkları ehlince tezyîde.. Uyup her dâire kanuna çevrildi fırıldıklar, Usûl-i darbı tuttu Meclis-i Milli’ de yardaklar.. Çıkıp kürsi-i istikrâza keşkûl dest-i devlette, Beyân-ı nutkeden bir cenfedâdır râh-ı millete.. Davul boynunda halkın, parsayı bir kaç şakıy toplar, Ki onlar da Cemâl, Enver ile Tal’ât gibi hoplar.. Kaçarlar, dîdeden olmak nihân onlarca bir şey mi? Vatan uğrunda tebdil-i mekân onlarca bir şey mi? . Sadedden çıktım amma hâtıra bir fıkra gelmiştir, Eğer tasdi’ edersem de geçilmez, çünkü pek nâdir.. Var imiş çingenede bir ayı, bir de maymun, Oynatır bunları gündüz üçü birden memnun.. Olarak avdet ederler ahıra her akşam, Gel, yoğurtsuz durmazmış, acıkırmış bu ağam.. Yolda bir kâse yoğurdu alarak saklarmış, O çıkınca dışarı maymun onu haklarmış.. Her ne artarsa dibinde ayının çehresine, Sürerek hem çekilirmiş köşede hücresine.. Kahveden vakti gelince çıkarak çingâne, Uzanırmış, ahıra doğru, yoğurtla nâne.. Bir bakarmış ki içinde çanağın yeller eser, Bu işi hangisinin yaptığını aklı keser; . Öyle yâ işte na maymun, yatıyor başta yular, Ağzını burnunu durmaz öteki vîra yalar.. Yapışırmış sobaya çingene işte o zaman, Dayağı yer ayı maymun köşede hande-kûnân.. Şu bir fıkra, fakat insan için şayân-ı ibrettir, Gülüp de geçme, tetkik et, tamamen bir hakiykattir.. Adem – abâd-ı mâziden gelir bir nevha-i efsüs, Sımâh-ı millete çarpar, duyan kim? Mevce-i kâbûs.. Bu halkın ruhunu, iz’anını boğmuş cehâletle, Çakal doğmuştur aslandan beşer şeklinde bir kitle.. Kanında kalmamış, ecdâdının aşâr-ı vicdânı, Takılmış boynuna lavk-ı esâret, işte bürhanı.. Berât-ı acz-ü zillet cephesinde hilkaten mestûr, Necât-û fevz-ü hürriyyet, zafer indinde hep menfûr.. Tereddüd gözlerinde bi kararîye işârettir, Sözünden tab’-bî rengi nükûle bir alâmettir.. Koşar ser-der hevâ her bir leîmin mâverâsından, Nedir maksad sorulsa bî haberdir mâcerâsından.. Edâninin elinde şerre âlet, hakk-ı mazlûma, Ocak’larda tüner her dem müşâbih bûm-ı meş’ûma.. Dilinde metu-i fetvâ-yı cinâyet vird-i dâimdir, Zulümle kan akıtmak sanki dinî bir merâsimdir.. Belâ-yı kahr-u istibdada teşne şu’lesiz gözler, O kâbûs-ı girânı vuslat-ı canân gibi özler.. Ocak’da and içirmişler bu hun- lisan-ı ma’lüme, Hep onlar âşinâ Merkez’ deki esrâr-ı mektûme.. Biçer elbette kendi ektiğin herkes bu âlemde, Bekaa yok sûr-ı şâdîde ve nâşâdî-i mâtemde.. Fakat kaanun-ı hikmette budur şer nâme-i defter; Fazîlet muhyi-i şâdî, cehâlet mâteme müncer.. Esâs-ı pâydâri-i vatan, devlet adâlettir, Maarif- ilm-ü fen, san’at, birer bâb-ı sa’adettir.. Belâ-yı cû’ ile endîşe-i ferdâ sokaklardan, Temessül eylemiş, şekl-i ahâlide geçer her an.. Bütün gün milleti ta’kib eder bir div-i nevmîdî, Girer sakf-u cidârından büyûtun tayf-ı tehdidi.. Emeller tîşe-i gamla kazılmış hufrede medfün, Gönül küskün, kararmış dîdeler, erbâb-ı hak mescûn.. Açılmış dest-i eytâm-u erâmil arş-ı Rahman’a, Kapanmış perde-i bu zulmistan-ı hüsrâna.. Şikâyet var, mehâkim yok; maraz çoktur, devâ mefkûd, Belâ çok, def’ eden yoktur, yanar belde, sular mesdûd.. Giden gelmezse serhadde gelen de dönmez elbette, Firâr etmişse askerden karar eyler şakavette,. Sadakat, hüsn-i hizmet hep mükâfata mukabildir. Güler yüz, iltifât, ihsan-u eltâfa muadildir.. “Görüp ahk3am-ı asrı münhârif sıdk-u selâmetten Çekildim izzet-ü ikbâl ile bâb-ı hükûmetten.”. Deyen şu Dâhî-i â’zam, rehâ peymâ-yı millettir. Açıp tarihi kabristanda say emsâlini bir bir:. Dayak, zindan, nefiy, gurbet, mezâlim, katl-u istibdâd. Hakiykat ehline tatbiyk olunmak bizdedir mu’tad. Evet üç beş deni meydân-ı idlâle atılmıştır. Hemen beş on beyinsiz bu eracîfe takılmıştır.. Cehâlet perde-pûş-i nazra-i idrâk-ü isti’dad. Rezilet, sâlib-i şerm-ü hacâlet herçibâdabâd.. Âtaletten uyuşmuş mâr-i sermâ-dideye benzer, Hazîz-i meskenetten sem saçar bu mel’anet göster.. İnanmaz ilme, takdire, kulak asmaz tedâbire, Pes-ü belâsını görmek gelir güç çünkü hınzîre.. Şu on yıllık idâre sarstı mülkü taâ esâsından. Anasır da vilâyetler gibi ayrılmada her an.. Açıldı saf-be saf harb-ü sefer hâriçte, dâhilde, Kuruldu heymeler merkezde, serhadde, menâzilde. Vatan evlâdı önce başlandı mahv-u i’dâma, Büründü serteser her yer sehâb-ı zulm-ü âlâma.. Zuhûra yüz tutunca bizdeki asâr-ı izmihlâl, Görüldü başlarında hepsinin sevdâ-yı istiklâl. Cehâletten serîr-i hâkimiyyet çöktü alçaldı Hulâsa mülk-ü milletten kuru bir iskelet kaldı.. Eskişehir, 5/2/1335. ŞÜPHE. Şüphemin dalgaları her dini boğdu, aştı, Gönlümün yolları gittikçe karanlıklaştı.. Bir teselli veremez bilgi denen şu kötürüm, Hele imân ise, o köhne yular, mahz-ı cürüm.. Sû-i kasd eylemiyen aklına iyman edemez, Takılıp bir masalın ardına mantık gidemez.. İşte su nâmütenahi denilen varlıklar, Sevdiğim fâhişenin bir piçi dersem ne çıkar? . Kâinatı doğuran kahbe bilir iç yüzünü, Önü zulmet, sonu zulmet, nideyim gündüzünü? . Sen takıl da peşine bir sürü ehl-i tarabın, Korkmadan gir kanına hikmetin, aşkın şarabın! . Beyoğlu, 1938 Gidince, gülün rengi sarardı gözlerimde Mutluluk dolu dünyam karardı gözlerimde. Gözyaşların yağmurdu, ıslatırdı içimi O yemyeşil gözlerin bahardı gözlerimde. Yıldız gibi parladı gönlümde gülüşlerin Duruşun güneşimdi, yanardı gözlerimde. Dudaklarım ismini hecelerdi derinden Bakışlarım hep seni arardı gözlerimde. Gidince, gülün rengi sarardı gözlerimde Mutluluk dolu dünyam karardı gözlerimde Ey dalga dalga omza kadar uzanan yele! Ey bukleler! İhmalle yüklü güzel kokular! Bu akşam loş odamı bu saçlarda uyuyan Hatıralarla -Ne haz! Ne gaşy! -doldurmak için Onları havada bir mendil gibi sallasam! . Gevşeklik veren Asya ve yakıcı Afrika, Bütün bir uzak alem,kayıp,nerdeyse ölmüş, Ey kokular ormanı, yaşar derinliğinde! Müzik üstünde başka ruhlar yüzdüğü gibi Benim ruhum da yüzer senin kokun üstünde.. Gideceğim öz dolu ağacın ve insanın İklim sıcaklığıyla baygın yattığı yere; Beni alıp götüren dalga olun, ey saçlar! Ey abanoz denizi,sende göz kamaştıran Bir yelken,kürek,alev ve direk rüyası var:. Ses dolu bir liman ki orda durmadan içer Ruhum bol bol kokuyu,güneşi ve renkleri; Yaldız,hare içinde kayıp giden gemiler Ebedi sıcaklıkla pırıldayan bir göğü Kucaklamaya geniş kollarını açarlar.. Sarhoşluğun aşıkı başımı daldırayım Bu siyah ummana ki öbür ummandan derin; Ve benim sallatıyla okşanan ince ruhum Yeniden bulsun sizi,ey verimli tembellik, Sonsuz sallanışları gül kokan işsizliğin! . Sümbül saçlar,gerilmiş karanlıklar bayrağı, Bana veriyorsunuz çepçevre mavi göğü; Boğumlu örgünüzün tüylü kıyılarında Sıcakça mest olurum birbirine karışık Hindistan cevizi,mis,katarn kokulariyle. Uzun zaman! boyuna! elim senin o ağır Yelene,yakut,inci,safir ekecek; Ta ki arzuma asla duygusuz kalmayasın Sen,rüyaya daldığım bir vaha,hatıranın Şarabını içtiğim bir testi değil misin? Bütün halkın başını yarmış da tutmuş,hastayım diye başını bağlamış.Feleğin sırtından,çekmiş,hırkasını almış da çıplağım diye bir laftır ortaya atmış.. Ah o taş yüreğinden,o rengarenk,çeşitli işvelerinden.Fakat hayır,taşyürekli o değil,benim.Çünkü asıl bu fitneleri karıştıran,bu esrikliği ortaya atan benim.. Kan deryasının ta dibindeyim.Kan içmeden sarhoş olmuşum.Fakat bir görsen,hani dersin ki bu kan içmiyor da üzüm suyuna gark olmuş.. Ey aşk,yüceliğinden göklere bile sığmıyorsun.Böyle olduğu halde nasıl oldu da gizlice şu gönlüme sığdın sen? . *Gönül evine sıçrayıp girdin,kapıyı da içerden sürmeledin.Bense ya ışık konan yerle sırça kandilim,yahut da nur içinde nur.. Beden,gebe bir zenci kadın,gönül onun karnındaki beyaz saçlı çocuk.Şu halde benim yarım miskten,yarım kafurdan.. Gönlümü sen aldın da ben onu mahsustan başkalarında arıyorum.Görmediğime el atmadayım amma bu çeşit körlerden değilim ben.. Şu sapsarı yüzüm,bir gün olurda toprağa girerse baş uçumdaki topraktan sarı gül bitecektir cancağızım.. *Nihayet Süleyman’da bir karıncanın derdini dinlemedi mi? Sen de Süleymansın ya,farz et,bir karıncayım ben.. Ne diye ağlarsın yüzlerce kovan balın var dedin.Ben hem ağlarım,hem petek yaparım.Bal arısıyla aynı hırkaya bürünmüşüm ben.. Bu dertten ağlamadayım amma yüzlerce devlete erişmişim de zevkimden ağlamadayım.. Bu dert yüzünden çektiğim eziyetin bir zerresini bile ellere satmam. *Çenk gibi ağlarım çünkü gül bahçesinin bülbülüyüm.Yılan gibi kıvranırım çünkü definenin başındayım.. Kibirle,benlikle eşsin,ben deyip durmadasın diyorsun.Canım,ben benlikten uzağım amma o benlik,senin aksindir.. Ben hem hamım,hem kavrulmuş kebap olmuşum.Hem gülmedeyim,hem ağlıyorum.Alemi de hayretlere salmışım,kendim de hayretteyim.Vuslat içinde ayrılığa düşmüşüm ben. “Senin gibi bir aşk çiçeği ne yapar Seher vakti yağdığında yağmurlar? ” Diye mezar sordu güle. “Ya senin o kuyu gibi ağzına Düşen insan ne yapar daha sonra? ” Diye sordu ona gül de.. “Ey karanlık mezar, amber ve bal Kokusuna döner o damlacıklar Anladın mı beni şimdi? ” Mezar da dedi ki “Ey dertli çiçek, Melek olup göklerde süzülecek İçime düşen her kişi.”. (1837). Fransızca'dan çeviren: Tozan ALKAN Sabrın çalkalanıp taştığı sulardadır Çığlıklarla parçalanmış uykularda Buruşturulup atılmış aşklarda Ve çalınmış mutluluklardadır Ses ile yürek Büyük rüzgârların o yanık şarkısı Hâlâ yükselir içimizden dağılır Coşkunun doruklarında sürer yankısı. İlk kurban adanırken bir nehire Korkunun ilk nişanında başlamıştır Gözyaşının ilk damlasından kalma Yaslı baharlarla gelmiştir bugüne Kanla yazılan yasalarla Açlığın otağ kurduğu sabahlarla Ve sonuçsuz kalan ahlarla gelmiştir Acıya kurşun işlemez artık Ölüm bile bu acıyı cellat bilmiştir. Yok bundan böyle ter yarası Zincir tutsaklığı ve sabır Kırbaç yalvartması sessizliğin Can pazarı ve kahır yok Her şey yaşanan şu gün gibi gerçek Adımız halk olduğu günden beri Bir direnç olmuştur bizde sevinçler Şimdi acının her kuraklığında Onlar Yüreğimizin ovalarına çiselenirler. Boşuna değil bu ölürcesine sevmek Ve ölürken bile yürümek Boşuna değil Hep yatağı olduk tarih ırmağının Yenilgilerle durulmanın Zaferlerle köpürüp kabarmanın Ama hiç bir zaman Anası olamadık geçmişi doğurmanın. Yıldızlar ve sular tanıktır bize Aç ve kavruk bir memeden Direnmeyi yudum yudum emen Bir çocuk gibi öğrendik Ve direndik Ordular kurduk türkü renklerinden Bütün ağıtları bir hücumda yendik Acıya kurşun işlemez artık Biz yaşamayı zulümsüz sevdik Sıdk ile terk edelim her emeli her hevesi, Kıralım hâil ise azmimize ten kafesi; İnledikçe eleminden vatanın her nefesi, Gelin imdada diyor, bak budur Allah sesi! . Bize gayret yakışır merhamet Allah'ındır; Hükm-i âtî ne fakîrin ne şehinşâhındır; Dinle feryadını kim terceme-i âhındır İnledikçe bak ne diyor vatanın her nefesi.... Mahv eder kendini bülbül bile hürriyet içün; Çekilir mi bu belâ âlem-i pür mihnet içün? Dîn içün, devlet içün, can çekişen millet içün, Azme hâil mi olurmuş bu çürük ten kafesi? . Memleket bitti, yine bitmedi hâlâ sen, ben, Bize bu hâl ile bizden büyük olmaz düşmen; Dest-i a'dâdayız Allah içün ey ehl-i vatan; Yetişir terk edelim gayrı hevâ vü hevesi! ... Sanki sadece bana sarılarak uyuyunca nefes alabiliyordu... Uyku teslimiyettir...Uyuyan bir insanın bütün suçları bağışlanır... Uyku masumiyettir...Teslimiyetimi ve masumiyetimi sanki yalnızca uykumda hissediyor ve bu yüzden bana olan o sonsuz hasretini ancak böylesi anlarda giderebiliyordu... Yıllardır bana susuz kalmışçasına ve sanki bütün varlığımı içer gibi sarılıyordu bana...Beni bütünüyle hissedebilmek için herkes evden gitsin, gece gelsin ve biz uyuyalım ve sadece o anlarda ortaya çıkan aramızdaki o sonsuz yakınlık kokusunu içine çekmek istiyordu... Hissettiklerini yaşamasına ve sevgisinin ne denli yakıcı olduğunu anlatmasına hayat izin vermiyordu çünkü...Aşkını bana sarılıp uyurken yaşıyordu en çok...Bu yüzden başka kadınlarla sevişmemden çok, onlarla birlikte uyumamı kıskanırdı... Hissediyordum: Her sarılışında varlığımı içen hasreti içimi kavuruyor, sanki içime kendi kaderini akıtıyordu...Rüyalarımız birbirine karışıyordu...Duyuyordum: Yıllardır yurtsuz kalmış sevgisi benliğimde benliğine korunaklı ve güven dolu bir yer arıyordu... Bazen ruhumdaki derin çığlıklarına uyanırdım...Gözlerimi açar açmaz, o da uyanırdı hemen...İçimdeki her harekete sonsuz bir dikkat kesilmişti çünkü...Sevdanın o koyu gözleriyle ve sanki bir kuyunun dibinden gelen sesiyle, ne oldu, nereye gidiyorsun sevgilim, diye sorardı...Okuldan kaçarken yakalanan bir çocuğun gizli korkusuyla, yok bir şey, sen yat, ben bir sigara içip gelirim, derdim... Salona geçip ve pencerenin kenarındaki koltuğa oturup bir sigara yakar, gecenin o koyu ıssızlığında neredeyse bir hastalık haline gelen sevgisini düşünürdüm.... Son günlerde hep yorgun uyanıyordum....Kuşatılmış gibi hissediyordum kendimi...Ona bütün ömrümü versem bile sevgisinin altında kalacağımdan korkuyordum...Varlığım onun sonsuz beklentileriyle, korkularıyla ve sevdikçe çoğalan hasretiyle doluydu...Karşılayamıyordum yanımdayken bile büyüyen o derin hasretini...Sanki kimsesiz yaşıyordu içindeki sevgi yarışını...Aslında kendime bile söylemekte zorlandığım asıl korkum benliğimin onun benliğinde erime ihtimaliydi...Bu bana sonsuz bir tutsaklık ve büyük bir kayboluş gibi geliyordu...Sanki bir daha kimseye aşık olamayacak, sanki bir daha kalbim bir başkası için çarpmayacaktı... İlişkimiz yıllardır inişli çıkışlıydı...O kaçtı ben kovaladım...O kovaladı ben kaçtım...İkimizin de hayatına bir çok insan girdi...Ben onu bir ara tamamen hayatımdan çıkardım...O beni unutabilmek için olmadık insanlarla beraber oldu...Yığınla düş kırıklığı yaşadı...Defalarca birleşip, defalarca ayrıldık...Birbirimizi deliler gibi kıskandık... Bir süre aramıza kimse girmedik beraber olduk...O dönemde onu yeniden kazanmam için hiçbir şey yapmama gerek yoktu sanki...Ve artık beni sevmesi için varolmam bile yeterliydi onun için...Tedirginlik, korkular, kaybedip kaybedip bulmalar benim için garip bir dinginliğe ve sükunete bırakmıştı yerini...En çok bu yüzden onunla ilgili öyküm bitmiş gibi geliyordu bana...Sanki yakınlaştıkça uzaklaştığımı hissediyorum ondan...Sevgisine duyduğum özlem, vicdan azabıyla dolu bir minnete dönüşmüştü artık...Oysa benden uzaktayken onu delice özler ve bu özleyiş sevinçli bir acı verirdi bana...Bu acı beni zamandan, zamanın o zehir zıkkım akışından kurtarırdı...Ama ne zamandır varlığı acı vermiyordu bana...Ve ben artık zamanın bedenimi ve ruhumu parçalayan geçişini yeniden hissetmeye başlamıştım... Onu özlerken gerçeği yaşardım oysa...Bana o çılgın, o deli gözlerle bakan gerçeği...Şimdi onu kanıksamaya başlamış ve bir kez daha bu yalan hayata kovulmuştum...Bir kez daha lanetlenmiş varlığıma, bir kez daha kendime katlanmaya dönmüştüm...Sanki büyü bitmişti benim için...Ve yeniden sözcüklerin ilk anlamlarına dönmüştüm...Ve ben bu dönüşe, bu geri dönüşe karşı koyamıyordum...Sanki içimde bana rağmen, benden ayrı bir düşünce, bir akıl vardı...Benim bilmediğim sınırlar vardı orada...Bu sınırlar kendimden kuşkuya düşürüyordu beni, ama onlara karşı koyamıyordum... Eskiden kendimi ona deliler gibi ve hiç susmak bilmeden anlatırdım...Oysa giderek suskunlaşmıştım...Giderek kendimi ondan saklamaya başlamış, şiirlerimi, imgelerimi, içimde biriken sevgi sözcüklerini kim olduğunu bilmediğim, henüz tanımadığım bir başka sevgiliye saklar olmuştum.... Her suskunluğum, her içe kapanışım onun için ölümden beter bir tehditti artık...Kimi geceler uyurken biraz olsun kendimle kalabilmek ve beni sımsıkı saran kollarından bir an olsun kurtulabilmek için yatağın ucuna gitmemi bile ayrılık acısı gibi yaşadığına emindim... Aramızda en çok kullandığımız kelime ayrılıktı...Ama ne zamandır ayrılık kelimesi bile bizim için anlamını çoktan kaybetmişti...Çünkü sözcüklerin anlamından daha çok sevmiştik birbirimizi, sözcüklerin anlamından daha çok terk etmiştik... Bazen bana haber vermeden, ayrılık sözü bile etmeden ansızın çekip gideceğini, bir daha beni asla aramayacağını, ardında hiçbir iz bırakmadan kayboluşa karışacağını söylerdi...Bunlara pek inanmak gelmezdi içimden... Ben zamanın akışına bırakmıştım her şeyi, o bir zamanlar nefret ettiğim zamanın...Zaman benim için can sıkıntısı, haset ve tükeniş hissidir...İçimdeki yetinmezlik, adını koyamadığım o sonsuz arayış arzusu beni tekrar zamanın kollarına atmıştı işte...Şimdi ondan beni yeni bir acıya, yeni bir kanamaya göndermesini beklemeye başlamıştım ne zamandır... Öykümü, onun öyküsünden koparıp kendime dönüyordum şimdi, o ise gerçeğin ortasında daha kimsesiz ve giderek daha soluksuz kalıyor, soluksuz kaldıkça da bana daha büyük acıyla bağlanıyordu... Bu acı bazen onu kontrolden çıkartıyordu...Tele sekreterimdeki mesajları dinliyor, bana mesaj gönderen kadınların mail adreslerini ezberliyor, gelen mektuplarımı ben yokken okuyor, kimlerle ne konuştuğumu merak ediyordu...Kafasında benimle ilgili olmadık aşk senaryoları yaratıyor, yarattığı bu senaryolara anında inanıyor, sanki bir başkası için onu terk etmişim gibi delice korkulara kapılıyordu... Oysa bir başkası için onu terk edemezdim...Bir başkası değil, karakterim, hastalığım, varlığımdı beni ondan usul usul uzaklaştıran... Karakterim sevgimle onun sevgisi arasında sanki imkansız bir uçurum gibi açılıyordu... Bencil ve doyumsuz biri miyim diye soruyordum kendime...Yoksa benliğim başkalarına hep kapalı mıydı...Öyleyse ne zaman ve neden kilitlenmişti benliğim...Kilitliyse anahtarı kimde kalmıştı...Yoksa artık sadece yazabilmek için mi giriyordum onca ilişkiye...Dışa açılmayan ve hep kendi etrafında dönen çıkışsız bir kurguda mı tüketiyordum yaşadığım her şeyi... Bu soruları defalarca soruyordum kendime...Ve çoğu kez kendimden bile sakladığım her yanıtta bir kez daha nefret ediyordum kendimden...Nefret ediyordum çünkü duygularım konusunda alçakgönüllü olamıyordum bir türlü...Hep uçlarda, hep derinlerde yaşamak istiyor, bunu başardığımı sanıyor, ama sonunda kendi labirentimin içinde ulaştığım bütün o derinlikleri bir bir yitiriyordum... O ise beni, yani hayatının asıl anlamını yitirmemek için onu o yapan gururundan vazgeçmişti her şeyden önce... Benim için özel ve vazgeçilmez olmak istiyor, ama bunu başaramayacağını her hissettiğinde sonsuz bir korkuya kapılıyor, bu korku yüzünden gururunu durmadan ayaklar altına alıyordu... En büyük korkusu benim gözümde sıradanlaşmaktı...Ve bu korkusu yüzünden durmadan kendinden eksiliyor, beni sonsuza dek kazanabilmek için hayatla ilgili; tutunmak, güçlü olup varolmak gibi bütün yeteneklerini ve saklı bütün direnişleri usul usul yitiriyordu... Neredeyse kendimden çok onun benimle ilgili bu korku ve kaygılarını düşünür olmuştum ne zamandır... Hayatının merkezine koymuştu beni...İşine benimle biraz daha olabilmek için çoğu kez gitmiyor, benim dışımda kimseyle görüşmek istemiyor, sosyal çevresini orada ben olmadığım için önemsemiyor, bensiz yaşadığı her şeyi yaşanmamış ve boşa geçmiş sayıyordu... Dünyanın en ağır yüküydü bu benim için....Onu kendimden her esirgediğimde onu defalarca öldürüyordum aslında...Sana geleyim mi diye sorduğunda ve ben, bu akşam yalnız kalmak istiyorum, bana gelme dediğimde, onu kör kuyularda merdivensiz bırakıyordum... Ben ne zaman kendimle kalmak istesem, o bunu sonsuz bir ayrılık olarak tercüme ediyor, ve bir kez daha yeniliyordu kalbindeki o büyük aşka... Bensiz yaşadığı her anı, benimle birlikte olacağı bir sonraki ana kavuşmak için her şeyi, ve en çok kendini tüketir gibi yaşıyor, ve bu yüzden hayatı durmadan bekleyerek, benimle olacağı o kutsal bir zamana sonsuz bir hazırlık olarak geçiriyordu... Gururundan akan o kimsesiz kan sanki bir hep boşluğa yazılıyordu...Durmadan kaybediyor, kaybettikçe beni daha çok seviyor, sevdikçe hayatla olan bağları bir bir kopuyor, hayata yenildikçe sevgisi hiç olmadığı kadar çoğalıyordu... Bu umutsuzluk bensiz olmayı onun için biraz daha imkansız kılıyordu...Ve bu imkansızlık hissi kendisinden beklemediği hırslara sürüklüyordu onu... Bu yüzden ilişkimizin son zamanlarında yaşlanmaktan ve çekiciliğini kaybetmekten ölesiye korkmaya başlamıştı... Öyle ki benimle birlikte ölüme gözünü kırpmadan gidecek olan bu insan bazı anlarda bir başına ölmekten herkesin korktuğundan daha çok korkar olmuştu...Bu korku yüreğini soluksuz bıraktığı zamanlar abartılı makyajlar yapar, açık saçık giyinir, dikkat çekmek, beğenilmek ve birilerinin onu arzulaması için sokaklara çıkardı.... Bu korku yüreğini soluksuz bıraktığı zamanlar internete girer, tanımadığı adamlara fotoğrafını gösterir, orada onlara kur yapar, sanal ilişkilerde o yenik düşmüş, o kimsesiz ruhunu şımartmaya çalışırdı... Ama ne yaşarsa yaşasın her defasında evine bu yola çıktığından daha kötü, daha çaresiz bir halde o kendisinden kurtulmak için çıktığı evine istemeyerek geri dönmek zorunda kalırdı.....İstemeyerek, çünkü evi onun sonsuz yenilgisiydi...Çünkü evi baştan aşağı bendim... Birlikteydik, ama yalnızdık ve yalnızlıklarımız bize ait olmayan bir boşlukta kendi başına umutsuzca büyüyordu...Onca enerji, onca imge, onca hayal kendi başına, gözünü kimsesiz bir uçuruma dikmiş, orada öylece büyüyordu...Ben sevgimi ondan ayıran karakterime düşmandım...O beni umutsuzca seven kalbine düşmandı...O sevgisine düşmandı, hayata, bana, ve hatta çoğu kez kendisini bile kanıtlayamadığı sevgisine...Bense kilitli sandığım benliğime... Sanki dilsiz kalmış gibiydik... Umutsuzluk insana neler yaptırmıyor...Aramızdaki uçurumu kösnül cinsellikler ve sapkınlıklarla doldurmaya çabaladık bir ara... Beni yitirmemek için ve benim için hep özel kalabilmek için bu isteklerime de boyun eğdi... Sevişirken aramıza başka kadınlar, başka erkekler almaya başladık... Aramızda giderek büyüyen uçurumlara bizi sevmek isteyen, bizi arzulayan kadınları ve erkekleri katıyor, birbirimizi ne kadar sevdiğimizi sınamak için yüzü olmayan kadınlar ve erkeklerle sevişiyorduk... O beni kazanabilmek için girdiği bu yolda kendi karanlık yanlarını fark ettikçe, içindeki umutsuz aşkı benden daha umutsuz şeylerle sınamaya başlamıştı...Bense aramızdaki uçurumu doldurabilmek için zorladığımız her kapının bizi biraz daha kendimizden ve birbirimizden uzaklaştırdığını görüyor, ama bir şey yapamıyor, bir kenara çekilmiş sürüklenişimizi seyrediyordum... Masumiyetimiz hayallerimizin sınavından biraz daha kirlenerek çıkıyordu... Korkularımız o çok güvendiğimiz erdemlerimizden daha eski çıkıyordu... Ve bir gün ansızın kayboldu...Telefonları kapalıydı...İşyerini aradım, birkaç gün önce ayrıldığını söylediler...Evine gittim. Kapıyı tanımadığım biri açtı...Başka bir kiracı taşınmıştı...Arkadaşlarını tek tek aradım...Hiçbiri onun nereye gittiğini bilmiyordu... Günlerce beni araması bekledim...Aramadı...Söylediği gibi ardında hiç iz bırakmadan, ve ayrılık sözü etmeden çekip gitmişti... Dünya sonsuz bir ıssızlıktı artık benim için...Giderken peşinden götürmüştü insanları, umutları, mevsimleri, hayalleri, acıları bile... Sanki sadece o tanıyordu beni...Kim olduğumu bile alıp gitmişti... Anladım, yüreğimin en saklı yerlerinde yalnızca onun eli dolaşmıştı... Gizlediğim, sakladığım ne varsa alıp gitmişti... Artık nereye dokunsam benliğim acıyordu, bu acıyı durdurmak için benliğimin bir başka benlikte erimesini istiyordum... Ama benliğimi alıp da gitmişti... Öylesine üşüyordu ki yüreğim, bu üşüme dinsin diye onun beni sevdiği gibi bende birini umutsuzca sevmek istiyordum... Umutsuzca sevmemi bile alıp gitmişti.... Kimi geceler ansızın uyanıyorum...Gözlerinin o koyu sevdasıyla bakıyor yine...Bana, nereye gidiyorsun sevgilim, demesi için yavaşça kalkıyorum yataktan...Ama hiçbir şey söylemiyor...Bir boşluğa bakar gibi bakıyor bana... Çok geç anlamışım...Meğer ben sadece onda yaşıyormuşum... Yaşayan her şeyimi alıp da gitmiş... Sabahtan uğradım ben bir fidana Dedim mahmur musun, dedi ki yok yok Ak elleri boğum boğum kınalı Dedim bayram mıdır, dedi ki yok yok. Dedim inci nedir, dedi dişimdir Dedim kalem nedir, dedi kaşımdır Dedim on beş nedir, dedi yaşımdır Dedim daha var mı, dedi ki yok yok. Dedim Erzurum nen, dedi ilimdir Dedim giderm misin, dedi yolumdur Dedim Emrah nedir, dedi kulumdur Dedim satar mısın, söyledi yok yok Beni aşıklardan saymayın sakın, Sabit bey, Osman bey, Abdullah beyim. Dünyada dertlere yakın, en yakın, Sabit bey, Osman bey, Abdullah beyim.. Ziyaret etmeye sizlere geldim, Yüzünüzü gördüm aşk ile doldum. Herkese saygım var kula kul oldum, Sabit bey, Osman bey, Abdullah beyim.. Yeryüzü başıma dar oldu benim, Haylidir işlerim zor oldu benim, Zahiri gözlerim kör oldu benim, Sabit bey, Osman bey, Abdullah beyim.. Cemali gardaşın evinde yattım, Dertleri çoğumuş derdime kattım. Biraz daha fazla kedere battım, Sabit bey, Osman bey, Abdullah beyim.. Aşıklık insana hüdadan nida, Onun için farzı eylerim eda, Beni sevenlere fedayım feda, Sabit bey, Osman bey, Abdullah beyim.. Bağışlayın beni kusur ettimse, Çevirin siz beni yanlış gittimse, Hata mı eyledim hakkı tuttumsa, Sabit bey, Osman bey, Abdullah beyim.. Sefil Selimiyim neyin nesiyim, Ben de bir insanım dünya süsüyüm. Yaradan hüdanın bir can tasıyım, Sabit bey, Osman bey, Abdullah beyim. KAYSERİ 20.7.2000 SAAT: 12.00. @ Yazar ve yayınevinin adı belirtilmeden ve ANASAM’dan izin alınmadan alıntı yapılamaz Bütün hakları Anasam’a aittir. Selam olsun bizden güzel dünyaya, Bahçelerde hala güller açar mı? Selam olsun sonsuz güneşe, aya, Işıklar, gölgeler suda oynar mı? Hepsi güzeldi.Kar, tipi, fırtına, Günlerin geçişi, ardı ardına. Hasretsiz bir kanat şakırtısına, Mavi gökte kuşlar yine uçar mı? Uzak, çok uzağız şimdi ışıktan, Çocuk sesinden, gül ve sarmaşıktan. Dönmeyen gemiler olduk açıktan, Adınızı soran, arayan var mı? Kasîde. Gamzen ne dem ki tiğ çekip hûn-feşân olur Uşşâk-ı dil-figâra ecel mihribân olur. Çeşmin o Kahraman-ı gazab-nâkdir senin Kim hışmı zâil olsa dahi bî-emân olur. Kim gördü böyle Hindû-yı mest-i kemin-küşâ Kim bir hadengi âfet-i can-ı cihan olur. Müjgânlarınla seyreden ol ebruvanı der Birden bu denlü tir nice der-kemân olur. Gamzen suâle başlasa uşşâka her müjen Gûya lisân-ı hâl ile bir tercemân olur. Gamzen görür itâb ile öldürdüğün bizi Durmaz girişme dahi ana hem-zebân olur. Bu nâz u nigâh-ı tegâfül ki sende var Hızr olsa âşıkın sebeb-i terk-i cân olur. Sen böyle nâz u şîve satınca gedâlara Narh-ı metâ-ı derd ü belâ râygân olur. Yeksân ise yanında seven sevmeyen seni Hûbâna bu muâmeleden çok ziyân olur. Râzî değilse ger buna nâmûs-ı dilberî Uşşâka derse böyle ihânet yamân olur. Her nâ-mahâlle ruhsat-ı nezzâre ya neden Bir gün demez misin ki mahallinde kan olur. Dil bu hevâ ile kafes-i teng-i sînede Mânend-i mürg-i bâl-şikeste tapân olur. Kim gülşen-i ruhunda vere nağmeye karâr Tâ ol zamân ki bâğ-ı cihân pür-hazân olur. Fikreyleyince dâm-ı girih-gîr-i zülfünü Bir hâlet elverir ki kafes gülsitân olur. Zülfün mü ya gezende siyeh mâr-ı hambeham Kim pâsbân-ı genc-i nihân-ı miyân olur. Yahut hümâ şikâr edici şâhbâzdır Dâim hevâ-yı sayd ile bî-âşiyân olur. Gâhi halka durur pîç ü tâb ile Tuğr-yi hükm-i pâdişah-i hüsn ü ân olur. Gâhî ki deste deste yatur yerde gûyiyâ Çârûb-ı âsîstân-ı memâlik-sitân olur. Ol safder-i yegâne ki tâb-ı mehâbeti Cevşen-güdâz-ı Tehmeten ü Kahramân olur. Diller döyer mi görmeğe cenk içre nîzesin Ol dem ki hûn-ı düşmen ucundan revân olur. Saflar düzüp hücûm edicek hayl-i düşmene Dehşetle âsumân u zemîn pür-figân olur. Oklar sihâm-ı kavs-i kazâdan nişân verir Peykân-ı tîr ise ecel-i nâgehân olur. Evc-i hevâda sıyt-ı çekâçâk-ı tîğdan Âvâz-ı ra'd u sâika reh güm-künân olur. Sensin o saf-şiken ki yazılsa menâkıbın Her muhtasar rivayeti bir dâsitân olur. Hakka benem ol nâdire-perver ki her sözüm Bir tuhfe gibi elden ele armağân olur Gidilir gelinir. Belki sağ salim dönülür, hepsi o kadar. Günler geceler çabuk geçer. Çabuk geçmez şaşkın bir çocuğun hüznü Vapurlar, arabalar, karlar çabuk geçer. Ayrılık da özlem de her şey... Herşey çabuk geçer Ve birden gün ağarır. Hepsi o kadar. Gidilir herhalde gelinir. Bütün gün denize bakmak kadar. Belki ayvalar çürür. Birşeyler kurur, atılır. Nedir ki uzakta olmak Ardahan'da boş duran bir ev Hiçbir zaman suyu olmayacak bir kuyu Unutulur, kalır. Hepsi o kadar. O kadar anlayabilmek O kadar acemi O kadar toy O kadar ilk O kadar yeni Ey uğursuz yolculuklar Ey yıldızsız samanyolu Bir daha hiç olmayacaksınız. Çünkü yarım ve yaralı kalan Bir akşam, yemin etmiyorum ama En az günlerce, günlerce kanar. Gidilir, gelinse de gidildiği gibi değildir. Hepsi o kadar. önümden çekilirsen İstanbul gözükecek nerede olduğumu bileceğim sisler utanacak eğilecek ağzının ucundan öpeceğim saçına kalbimi takacağım avcunda bir şiir büyüyecek nerede olduğumu bileceğim. bu çıplak geceler yok mu bu plak böyle ağlamıyor mu camları kırmak işten değil delirecek miyim neyim kirpiklerimden mısra dökülüyor kenya’da simsiyah yalnızım yoksul bir şilepte gemiciyim malezya’da yük bekliyorum önümden çekilirsen istanbul görünecek nerde olduğumu bileceğim. gözlerini söndürme muhtacım ben senin aydınlığına muhtacım yepyeni bir ilkbahar harcayıp bir yaz boğup bir sonbahar harcayıp rüzgar gülümü arayacağım oran’da pernabouc’da tombuktu’da vinçler yine akşamları indirecekler yine karanlığa bulaşacağım gözlerin rüzgarda savrulacak. ikimiz iki sap buğday olsak sen benim olsan ben senin olsam bir gece vakti aklına gelsem uykunu tutsam bırakmasam seni kucaklasam kucaklasam birbirimizin kalbini dinlesek dünyanın kalbini dinlesek büyük ateşler yaksalar iki güvercin uçursalar nerede olduğumuzu bilsek Dudağında yangın varmış dediler, Tâ ezelden yayan koşarak geldim. Alev yanaklara sarmış dediler, Sevdâ seli oldum; taşarak geldim.. Kapılmışım aşk oduna bir kere, Katlanırım her bir cefâya, cevre Uğraya uğraya devirden devre Bütün kâinatı aşarak geldim.. Yapmak, yıkmak senin bu gamlı ömrü. Ben gönlümü sana verdim götürü. Sana meftûn olduğumdan ötürü Sarhoş oldum Neyzen, coşarak geldim. 1. Dünyanın dışına atılmış bir adımdın sen Ömrümüzse karşılıksız sorulardı hepsi bu Şu samanyolu hani avuçlarından dökülen Kum taneleri var ya onlardan birindeyim Yeni bir yolculuğa çıkıyorum kar yağıyor Bir aşk tipiye tutuluyor daha ilk dönemeçte . Çocuksun sen sesindeki tipiye tutulduğum . Dönüşen ve suya dönüşen sorular soruyorsun Sesin bir çağlayan olup dolduruyor uçurumlarımı Kötü bir anlatıcıyım oysa ben ve ne zaman Birisi adres sorsa önce silaha davranıyorum Kekemeyim en az kasabalı aşklar kadar mahçup Ve üzgün kentler arıyorum ayrılıklar için Bir yanlışlığım bu dünyada en az senin kadar Ve sen kendi küllerini savuruyorsun dağa taşa Bir daha doğmamak için doğmak diyorsun Ölümlülerin işi bir de mutlu olanların Onların hep bir öyküsü olur ve yaşarlar Bırakıp gidemezler alıştıkları ne varsa Çocuksun sen her ayrılıkta imlası bozulan Susan bir çocuktan daha büyük bir tehdit Ne olabilir, sorumun karşılığını bilmiyor kimse Kötü bir anlatıcıyım oysa ben ve ne zaman Bir kaza olsa adı aşk oluyor artık Aşksa dünyanın çoktan unuttuğu bir tansık Seni bekliyorum orda, o kirlenen ütopyada Kirpiklerime düşüyorsun bir çiy damlası olarak Yumuyorum gözlerimi gözkapaklarımın içindesin Sonsuz bir uykuya dalıyorum sonra ve sen. Hiç büyümüyorsun artık iyi ki büyümüyorsun Adınla başlıyorum her şiire ve her mısrada Esirgeyensin bağışlayansın, biad ediyorum. Çocuksun sen ve bu dünya sana göre değil . 2. Çocuksun sen sesinin çağlayanına düştüm Bir çiçeğe tutundum düşerken, ordayım hâlâ Sallanıp durmaktayım bir saatin sarkacı Nasıl gidip geliyor gidip geliyorsa öyle Zaman benim işte, nesneleşiyor tüm anlar Dursam ölürüm paramparça olur dünya . Çocuksun sen sesinin çağlayanına düştüğüm . Uçurum diyordun bir aşk uçurum özlemidir Bırakıyorum öyleyse kendimi sesinin boşluğuna Tutunabileceğim tüm umutları görmiyeyim için Gözlerimi bağlıyorum geceyi mendil yaparak (Gözlerim bir yerlerde daha bağlanmıştı, bunu Unutmuyorum unutmuyorum unutmuyorum hiç) Bir rüzgâr esse ellerin fesleğen kokuyor Kırlangıçlar konuyor alnına akşamüstleri Bu yüzden bir kanat sesiyim yamaçlarda Üzgün bir erguvan ağacıyla konuşuyorum Ayrılığın zorlaştığı yerdeyim ve dalgınlığım Bir mülteci hüznüne dönüyor artık bu kentte . Çocuksun sen alnına kırlangıçlar konan . Bir bulutun peşine takılıp gittiğimiz yer Okyanus diyelim istersen ya da sen söyle Batık bir gemiyim orda, seni bekliyorum Upuzun bir sessizliğim fırtınalar patlarken Gövdem köle tacirlerinin barut yanıkları içinde Ve gittikçe acıtıyor yaralarımı tuzlu su . Çocuksun sen, büyümek yakışmazdı hiç Gülüşünün kokusuyla yeşerdi bu elma ağacı (Soluğunun elma kokması bundandı belki) Bir elma kokusuna tutundum düşerken Sallanıp durmaktayım bir saatin sarkacı Nasıl gidip geliyor gidip geliyorsa öyle . Çocuksun sen, çocuğumsun Duvarları çatlak Tavanı dökülmeye hazır Temelinde bitlerin karıncaların ince bacaklı böceklerin gezindiği İhtiyar evlerde Zamanı çekip üstümüze Örtüyoruz kirli ve açık yerlerimizi. Bir şey mi var Sandık diplerinde saklanan merdiven altlarında unutulan Ahır köşelerine atılmış paslı çivilerine asılmış duvarların Nedir bizi bağlayan bütün bunlara ve geçen zamana. Siz oturdunuz mu hiç kıldan ince uçurumlarda Biz yatıyoruz her gün beli bükülmüş duvar diplerinde Uykumuz ürkek ceylanlara benziyor Bazan yorgun taylara. Biz sessiz ve kaygan zaman üstünde Unutmuş ve aldırmaz görünüyoruz Gıcırtılı merdivenlerden çıkan ölümü. Biliyoruz işliyor saat tıkır tıkır Her yerde ve her şeyde Sesini çizerek sonsuzluğa Tıkırtıların kımıltıların ve uzayan ağaçların. Ve aklın dar yalnızlığında. Maraş 1958 İndim seyran ettim Firengistan'ı İlleri var, bizim ile benzemez Levin tutmuş goncaları açılmış Gülleri var, bizim güle benzemez. Göllerinde kuğuları yüzüşür Meşesinde sığırları böğrüşür Güzelleri türkü söyler, çığrışır Dilleri var, bizim dile benzemez. Seyr edüben gelir Karadeniz'i Kanları yok, sarı sarı benizi Öğün etmiş, kara domuz etini Dinleri var, bizim dine benzemez. Akılları yoktur, küfre uyarlar İmanları yoktur, cana kıyarlar Başlarına siyah şapka giyerler Beyleri var, bizim beye benzemez. Karac'oğlan eydür, dosta darılmaz Hasta oldum, hatırcığım sorulmaz Vatan tutup bu yerlerde kalınmaz İlleri var, bizim ile benzemez Sen bir ceylan olsan ben de bir avcı Avlasam çöllerde saz ile seni.. Bulunmaz dermanı yoktur ilacı Vursam yaralasam söz ile seni... Kurulma sevdiğim güzelim deyin Bağlanma karayı alları geyin Ben bir çoban olsam sen de bir koyun Beslesem elimde tuz ile seni.. . Koyun olsan otlatırdım yaylada Tellerini yoldurmazdım hoyrada Balık olsan da takla dönsen deryada Düşürsem toruma bez ile seni... Veysel der ismini koymam dilimden Ayrı düştüm vatanımdan ilimden Kuş olsan da kurtulmazdın elimden Eğer görse idim göz ile seni.. Aşık Veysel Şatıroğlu Kusuruma bakmayın benim, dostlar, bağışlayın beni. Ben davullara, bayraklara aldırmayan bir padişahın yoluna düşmüşüm, deli divane olmuşum. Çok uzaklardan yürüyen bir adam gibiyim ben, çok uzaklardan geçen bir hayal gibi. Ama yok da sayılmam hani, var olan bir şeyim ben.. Haydi ben bensiz geleyim, sen sensiz gel. Ne varsa şu ırmağın içinde var, soyunalım iki can, dalalım şu ırmağa, hadi. Bu kupkuru yerde yakınmadan gayri ne gördük, bu kupkuru yerde ne gördük zulümden gayri.. Bu ırmakta ne ölmek var bize, bu ırmakta ne gam var, ne keder var, ne dert. Bu ırmak alabildiğine yaşamaktan, bu ırmak iyilikten, cömertlikten ibaret.. Durma, çabuk gel, gelmem deme. Ne evet demek yaraşır sana, ne hayır, dostum, senin şânına sadece gelmek yaraşır. Özlenen ateş yakılmıştı sonunda Elden ele bütün dünyaya taşınmıştı Kıvılcım dansıydı gözlerdeki sevinç Kavga dağlarda bilinci kuşanmış Zindanlarda dirence sarılmıştı Ve haykıran dudaklar Her ihanet vakti çöl çöl yarılmıştı İstanbul ey İstanbul ey Ey acıların gözyaşlarının kraliçesi İstanbul ey İstanbul ey Ey bozgunların garip çiçeği Bu akşam yemin ettim Seni bir daha öpmemek için Benki bütün duvarlarını, afişlerle donatıp Yumruğumla kanatmıştım Rezil bir aşktı Bütün arkadaşları miting alanlarında Ve mezarlıklarda bırakmıştım. İstanbul ey İstanbul ey Acılar kraliçesi Umudun ve direncin yorgun anası Ve ey çıldırmak üzere olmanın çamurlu ikonası Tırnaklarım kopuyor, Görmüyormusun Bir benmiyim kapılarını şaşıran her yokuşun başında Bir benmiyim ekmek arasına canına doğrayıp doğrayıp yutan Bir kedi bile sağarken yüreğini Telaş içerisinde yavrusuna Ey acımasız acuze! utan şu türbelerinden Minarelerinden utan İstanbul ey İstanbul ey Acılar kraliçesi Savaşın ve bozgunların gariban çiçeği Ve ey teslimiyete düşmenin o hazin gerçeği Bayraklarım kanıyor, Sormuyormusun Kadınlarınki; Omuzları hicran, saçları ihanet sarısı Çocuklarınki; Yağmur emiyor yıkılası kaldırımlarından En ücra genlerime, alyuvarlarıma, Kılcal damarlarıma, ruhuma kadar.Bıktım İliklerime, gömlek ceplerime kadar sızan Bu Allahsız yağmurundan İstanbul ey İstanbul ey Acılar kraliçesi İhtişamın ve sefaletin çaresiz bacısı Ve ey çürümenin yok olmanın amansız sancısı Ciğerlerim çatlıyor, Duymuyormusun Hangi pencerene çıksam O salya sümük pezevenk suratları Hangi caddene dökülsem O şangur şungur düş kırıkları Bütün bu ezginler, tükenenler, yerlere serilenler, tutunamayanlar Sarsmıyormu seni hiç Bunca infilak Bunca isyan çığlıkları İstanbul ey İstanbul ey Acılar kraliçesi Aldanışların ve hüznün yalancı tanrıçası Ve ey ruhu kirlenmiş gecelerin cilveli yosması İntihar anı geldi, beni öpmüyormusun, Ağlamak istemiyorum, yenildim sana Hikayenin özeti bu Bir istimlak gibi ödedim ve çiğneyip geçtin maceramı Şimdi ben suçlarımı didikleyen bu martı sürüsüyle Şimdi ben hangi şehirde soğuturum zonklayıp duran bu yaramı İstanbul ey İstanbul ey Acılar kraliçesi İhanetin ve ihbarların arkadan dolaşan bıçağı Ve ey ödeşmelerin, yüzleşmelerin, erkekçe vuruşmaların kaçağı Beni harcadın ulan! Beni sattın Utanmıyormusun Tenden çıkagörsün hele bir kez canımız , Tuğlayla kapar üstümüzü, dostlarımız Bir başkasının kabrini örtsün diyerek Bir günde bizim, tuğla olur toprağımız . “Eski güzel şeylerden değil, yeni kötü şeylerden başlamak gerekir.” -Water Benjamin-. Göç geçer.... Geçer ayrılıklar baladı. Siyah bir orman olur gençliğimiz. Bize böyle pay kalır. Bize böyle pay kalır.... Ağla sömürgem... Belki dönemem! Oralarda usul usul talazlanan nehirlerde yaz kalır; kış yanar, düş üşür yüreğimde. Ağlarım, gözyaşım beyaz kalır.... Sonra askerler yeniden kuşatırlar aşınmış kaleleri. Bin “hawaar “parçalar gecenin döşeğini. Ocaklar iniler, yas büyür, orta yerde kan kalır; Dıngılava’da peştamallı çocuklar havuzlara işerler; gözlerinde bir mahmur özlem kalır.... Derken bir Ankara, bir poyraz beni döve döve içeri alır. Yollar da giderek uzaklaşır... Giderek uzaklaşır. Fahişeler terli kasıklarıyla sabaha uğurlanır, kuşlar inkâr edilir, gökyüzü yağmalanır; ben büyürüm bu kederle kalbim uslanır.... Ağla sömürgem! Ağla ve kucakla kumral delikanlını. Buralarda çatılmış bir tüfeğim böğrümde taflan kalır. Şimdi Kızılay’da oturmuşum hasretin kancasında; geçer zaman, geçer yıllar, günlere bir yeni hazan kalır.... Ağla sömürgem... Sen hep mağlup bir ağlayışta, ben uzak susarım bu mağlubiyet için hep anlayışta. Bak, çöpçüler bu geceyi de piç edip süpürdüler. Ben ise haber değeri bile olmayan bir haykırışta, özleminle hâlâ bir yakarışta.... Ağla, ben de ağlarım gözyaşlarım özlemine az kalır. Buralarda nem var; nem varsa sende kalır! Daha çağırırken beni, anı bile kalmaya tenezzül etmeyen dağ dorukları, sömürgem yaslar durur sesime kırgın ayrılıkları…. Ben gittim ve yittim! . Oralarda usul usul talazlanan nehirlerde yaz kalır, yaslarım günleri yüzüme gözyaşım beyaz kalır. Burada yıllar küfürle uğurlanır. Ben büyürüm içindeki haylaz çocuk uslanır… Ve günler geçer, herkes gider, pistler boşalır; sahnede bir kurtlar, bir ben bir klasik dans kalır.. Ağla sömürgem... Buralarda döne döne- mem! Artık bir yeşile dolmasak da anılardan haz kalır. Sen de bir zaman duyarsın bir gün bir taze mezar kazılır:. A r d ı n d a b i r d a ğ ı n ı k g a z e l i l e, k ü l i l e A n k a r a ’d a b i r ö l ü y ı l m a z k a l ı r... Bir gün var biliyorum Alevlerin kalbinden doğacak güneş Ay ve yıldızlar çocukların kanayan yaralarından Ve can vermiş bir annenin kıpkırmızı saçlarından Gelecek bir gün var biliyorum. Ki ben İsrailoğullarını Binlerce yıldır Kanlı gömleklerinden İhanet karası yüzlerinden Yukarıdan bakarak diğer insanlara Hayvanlara ve evrene Tüm aynalarda kendisini gören Çarpık gözlerinden tanıyorum. Taşların bile Arkasında saklanan o menfur Yahudiyi ifşa ettiği Bak dediği insanlığa İşte bu yüzkarasıdır yeryüzünün Bu en zalim mahlukudur karanlığın Bu en vahşi yırtıcısı. Bir gün var biliyorum Ama o gün gelmeden Geldiysek dünyaya Hangi ihmalin kurbanıyız ki böyle Takılıp kalmışız çaresiz Zulmün dikenli Zulmün zehirli İnsafsız tellerine.... 'Andolsun incire ve zeytine' Bir gün var biliyorum Bir muştu dalga dalga Yayılacak Filistin'e Anladım diyemem ki! Suçluyum Belki ben anlatamadım sana kendimi Tutuştum, yandım da yokluğunda her gece Yine gözyaşlarımla söndürdüm kalbimi Her gün her dakika seni özlerdim Bitmezdi kederim senin yanında bile Susardım, gözlerime baktığın zaman Mermer bir heykelin çaresizliğiyle Oysa neler düşünürdüm sen yokken Sana kavuşunca neler söylemek isterdim Dakikalar bir ışık hızıyla geçerdi Ayrılık başlayınca ben biterdim En kötüsü beni koyup gitmendi O öyle bir yalnızlıktı anlatılmaz Hep yarım kalmış heyecanlar hazlar içinde Biterdi bir kış, geçerdi bir yaz Ve nice yıllar kovalardı birbirini Gözlerimde gitgide büyürdü mesafeler Bütün teselliler uzaklarda kalırdı Bütün çiçekleriyle solardı bahçeler Ne olurdu saadetlerin en büyüğü İşte ellerimde al, diyebilseydim Anlardın, ve hiç gitmezdin, değil mi Bir gün duyduğum gibi kal diyebilseydim. Şimdiden duyuyorum Herşey birdenbire olacak Şuramda bir kılcal damar Yada beynimde bir sinir ucu. O anda biyerlere atılmış eski bir kemanın Yalnızlıktan gerilmiş bir teli kopacak Yada terkedilmiş bozuk bir piyanodan Tek notalık si minörden bir ses çıkacak. Karanlıkta ve yalnızken dinlemeli Bu konser modası geçmiş adamın Yaşamı boyunca sunmak isteyip de Veremediği ilk ve son konser olacak kadınsa kadın doktor spiedell dudakları kalın buğulu üstüne yoktur linda'nın doktor spiedell benim linda'nın (bir içim su) karanlıkta cıgara içiyor doktor spiedell şehvetli tembel uykulu. ah doktor spiedell siz yok musunuz neden durumu anlamıyorsunuz orta doğu'dan vazgeçin diyorum size zaten alışverişi nedir orta doğu'nun güney doğu asya'yı alsanız elinize ah doktor spiedell ne işler çevrilir haksızlık neresinde bunun. müzikse müzik doktor spiedell işte bakın bunlar orlean cazcıları tek tek işte doc smithy crazzy pat işte işte dikenli trompetler kavgacı kontrbaslar öyle mi wagner'i seversiniz demek (ah doktor spiedell siz avrupalılar) demek çelik miğferli profili bismarc'ın gözlerinizi doldurur her dinleyişte bırakın doktor spiedell bırakın bırakın eski prusya'nın köhne uğultusunu işte king barnett georgia blues işte. yanlışınız var doktor spiedell yanlışınız canım sir cunnungham'ı tanımaz mısınız -...londra'da nasıl konuşmuştuk diyecek londra'da diyecek i.g. farben için (yani sizin için doktor spiedell) orta doğu diyecek hesapta var mıydı siz de bilirsiniz ki doktor spiedell imperial chemical industries demek beş aşağı beş yukarı sir cunningham demek orta doğu zaten bir ingiliz pazarıydı sizin için hesapta var mıydı doktor spiedell ama doğru söyleyin hesapta var mıydı. viskiyse viski doktor spiedell hem de sevdiğiniz black and white gönüller şen olsun doktor spiedell nasılsa içebiliriz henüz saat o kadar geç değil ki prosit doktor spiedell prosit yarı geceden sonra başlar newyork'ta hayat Böyle mi karşılayacaktın beni Bakışların böyle mi olacktı Ne ummuş ne düşünmüştüm? Hani O şaheser gözlerin dolacaktı . Neler vadetmiştin bana giderken Gözlerin alev alev yanmalıydı İçin titreyerek 'hoş geldin' derken Ellerin sevgiyle uzanmalıydı . Gözlerime öyle bakmamalıydın O harikulade dakikada elbet Beni yapayalnız bırakmamalıydın . Bana sonsuz bir ümit vermemeliydin Karşımda ağlamasan da nihayet Bir saniye olsun ürpermeliydin. Ol ki her sa'at gülerdi çeşm-i giryânım görüp Ağlar oldu hâlime bî-rahm cânânım görüp. Eyleyen ta'yin-i cezâ-yi müdâvâ derdime Terk edip cem' etmedi hâl-i perîşânım görüp. Lâle-ruhlar göğsümün çâkine kılmazlar nazar Hiç bir rahm eylemezler dâğ-i hicrânım görüp. Tut gözün ey dûd-i dil çerhin ki devrin terk edip Kalmasın hayrette çeşm-i gevher efşânım görüp. Pertev-i hur-şîd sanmam yerde kim devr-i felek Yere urmuş âf-tâbın mâh-i tâbânım görüp. Suda aks-i serv sanmam kim koparıp bağ-bân Suya salmış servini serv-i hırâmânım görüp. Ey Fuzûlî bil ki ol gül-'ârızı görmiş değil Kim ki ayb eyler benim çâk-i girîbânım görüp o aşk, kalbime çöken ağır bir yüktü Rabbim o aşk, ruhumun bile belini büktü Rabbim kristalin içinde incimi parçaladı çakallarla sevişen hımcımı parçaladı yalnızlığım karanlık dökünce yollarıma siyah lekeler düştü kırılan kollarıma esrarlı bir köpüğün infilekıydı hayat tutunduğum her dalın ucunda koptu feryat O bir masal kızıydı, anlamadı dilimden kelebekler misali uçup gitti elimden bulduğum âna değin riyâsız bir kefeni benimdir bildiklerim çâresiz koydu beni yarattığın kıvılcım her şeyi yaktı Rabbim kaderim bana yalnız seni bıraktı Rabbim. ağlamaklı bir yıldız bakıyor taşlarıma dokunuyor toprakta uçan gözyaşlarıma görmüyor saatlerin sararıp solduğunu bilmiyor mezarımın kendisi olduğunu bozkırımda yeşeren gül sızımdır O benim göklerime koyduğum yıldızımdır O benim gölgesini gölgemden esirgeyene inat 'Şâirindir bu çiçek! ' diye duyun kâinat hayrandım, kapısından kovduğu ânda bile hangi bülbül beddua eder dünyada güle göğsünü ışığınla doldur, bırakma Sen'siz ömrü saâdet bildi gülüm dünt, yada bensiz orda nefesim soğuk, sesim boğuktu Rabbim O'na baktığım ânda bile O yoktu Rabbim. ırmak denize aktı; ruhum şimdi Sen'dedir hayatta bütün mâna bir parça kefendedir âh benim yeryüzünde oyalanan kaderim sonsuzluk tezgahında mayalanan kaderim buldun kayıp ülkeyi bir volkanın içinde cennetine kavuştun çıkan canın iinde şimdi yoksun, çünkü yok varlığında yokluğun sarmaşıklar çölünde tükendi çocukluğun tanyerinde ânsızın geceyi yaktı Rabbim senden bana akşamsız seni bıraktı Rabbim Düştü can evime dördüncü cemre Dünyayı üçüncü gözümle gördüm. Dört yüz seksen beş gün çekti bir sene On altıncı aya takvimsiz girdim. . Aynalara baktım korku gösterdi Saatler her sabah kırkı gösterdi Namlular, nişanlar Türkü gösterdi Hayatım boyunca hedefte durdum. . Gül sundum yediler, koklamadılar Armağan can verdim saklamadılar Gittim... gelir diye beklemediler Kaybolan gölgemi yollara sordum. . Getirdim yanıma ayı bir karış Ölçtüm ki dağların boyu bir karış Şehiri bir adım, köyü bir karış Damlada denizdir en küçük derdim. . Savurdum, eledim, seçtim zamanı Yaprak yaprak, tel tel açtım zamanı Haftada üç asır geçtim zamanı Nereye gittimse zamansız vardım. . Yırtıldı ruhlara çizdiğim resim Yazık, kulaklara sığmadı sesim Yaşadığım şimdi beşinci mevsim Çağın çilesini sırtıma sardım.. (Beşinci Mevsim) Ne odunmuş babanız: Olmadı bir baltaya sap! Ona siz benzemeyin, sonra ateştir yolunuz. Meşe hâlinde yaşanmaz, o zamanlar geçti; Gelen incelmiş adam devri, hemen yontulunuz. Ama dikkatli olun: Bir kafanız yontulacak; Sakın aldanmayın: İncelmeye gelmez kolunuz! Marx'ın da pek sevdiği bir Latin sözünü anımsıyorum Nihil humanum mihi alienum est Bu sözün altına ben de imzamı basıyorum İnsana ilişkin ne varsa kabulüm Şu hümanistler hariç. Can Yücel Evet sırasıdır, ölümden konuşacaktık, İntiharın ebruli ipliğiyle Bir düğün gecesinde senin Yakası işlemeli giysinden. Kapı kapı dolaşıp, etamin ve goblen Örtüler satan bohçacı ölümden. Boynuna taktığın eğri taneli İki sıra inciden konuşacaktık, Seni ürküten tren sesinden Ayı gölgeleyen tekinsiz gecede Karşımıza apansız çıkıveren O ihtiyar dilenciden.. Gel ölümden söz etmeden önce Birşeyler içelim seninle. Buğulu bir bardağın içinde, Buzlu ve limonlu votkayla birlikte Konuşalım ölümden, Bir samanyolu olsun masamızın üstünde. Hadi gel konuşalım, Sulanmış bir taşlığın serinliğinde. Akşam sefaları içinde, Bir masa, birkaç sandalye Ve ikimiz ölümden konuşalım, Senin ağzında gül, benimkinde menekşe.. Yarına var mısın söyle? Doğacak çocuğa, çığlığa, ishak kuşuna, Rüzgarın savurduğu tohuma, Kavağın pamuğuna var mısın, Bir ağacın kavına, Deri değiştirmesine yılanın, Kozadan çıkan kelebeğe, Hatmiye, atkestanesine? Hadi gel öyleyse ölümden konuşalım. Belki de tümüyle aykırıdır geçeğe, Ama ne olursa olsun biz yine Ölümden konuşalım seninle. Ölüm de vardır yaşadığımız her şeyde. Bir bardak çatlarsa durduğu yerde, Bir aşk ansızın biterse, Ayna kırılırsa yüzünle birlikte, Zamanıdır konuşmanın ölümden. Bir çiçek olağanüstü güzellikte Açıvermişse bir sabah, Bir topal aksamadan yürümüşse, Hadi gel ölümden konuşalım; Yüzünü al basmış hasetçiden Ve onun elindeki kuru değnek bile Filizlenir sevgimizden. Hangi yalnızlıktır iten seni bu sığ sulara Hangi şekilsiz gerçek bağlayan ellerini Kattığın bir acı gülüştür düştüğün korkulara Kim baksa gözlerine görür beklediğini. Saçında bir tel vardır, o çağırır hüznü Ellerindir yorulmuş, anlaşılmamış, nemli, soğuk Bir rengi vardır dudaklarının saklayan gülüşünü Ne zaman baksam gözlerine ağlar bir çocuk. Ne kadar gülsen ortada kırıklığın öyle gerçek Sen bir sarılarda, bir yeşillerde, bir morlarda Sanki bir kederdir ömrün hiç bitmeyecek. Kimbilir seni bekleyen kim şimdi o yollarda Bilmediğim, görmediğin kim çıkacak o romanlardan Bir masal kahramanı mı? Ki kalmış eski zamanlardan İşte meyhane güzeli geldi, bizi alacak, eve götürecek. İşte geldi baharlar içinde, Geldi yüzümüz gülsün diye, içimiz açılsın, ışısın diye, olalım diye genç ve taze.. İşte dağarcığını açtı İşte belini sıktı. İşte yayını kurdu. İşte okunu yastı. İşte yolumuzu vuracak. İşte bizi yemek, yutmak için, bin dereden su getirecek, bir nice düzenler kuracak.. Ama durma gene yürü sen, gölge kesil onun içinde boyuna. Önünde ardında koş yuvarlan. Sonunda taze bir fidan gibi Kökümüzden söküp çıkaracaksa da bizi aldırma. Mermer bir yürek varsa sende dostum, dayan! . Gene geldi işte gene geldi. İşte o uzun ömür geldi. Sultanların şahı geldi. Gizli hazine geldi. Cihanın canı geldi. İşte güneş koç burcuna geldi, Gülen yüzümüzü görmek için yaradılış ağacının üstünde. Hasretin kançanağı gözlerinde oturuyorsun; seni soruyorum hiçbir şey bilmiyorsun…. Hep bir çağlayan gibi senin sevdana aktım; sen ise sularını kaçıran bir nehir gibi uzaktın.... Tükenişi bir aşkın, bir nehrin tükenişine benzer. Ne deniz olabildin, ne nehir kalabildin.... Kendin ol, kendin ol… Sen buysan başkası ol! . Buysan kederden öleceğim, başkası olursan de kimi seveceğim? . /Ne Diyarbakır anladı beni ne de sen; oysa ne çok sevdim ikinizi de bir bilsen.../ -I- Senden ayrılıp sonra Kavuşunca bu büyük güne Gördüm, görmeye başlayınca Herkesi neşe içinde. Ve o akşam vaktinden beri Bilirsin ya, hangisi Dudaklarım daha bir güzel Ve ayaklarım daha bir çevik şimdi. Daha yeşil ağaçlar dallar ve çimen, Duyumsayınca böyle Ve su daha hoş serin Üstüme dökününce.. -II- Bana neşe verince sen Düşünüyorum da bazen: Şimdi ölebilirim diyorum işte Ve hep mutlu kalırım böylece Ta sonsuza dek. Sen yaşlanınca sonra Ve hatırlarsan beni Görünürüm yine bugünkü gibi Ve bir sevgilin olur senin de Hala gencecik biri.. -III- Yedi gülü var dalın Altısını yel alır Biri kalır geriye O da bana adanır. Yedi kez çağırırım seni Altısında gelme kal Ama yedincisinde söz ver Tek bir sözcükle gel.. -IV- Bir dal verdi sevdiğim Üstünde sarı yapraklar. Yıl desen,geçer gider Sevdaysa yeni başlar. Şimdi benim buzdan bir döşekte Üç büklüm olmuş zavallı sevdam, Üşüyorsa ölesiye yalnızlıktan; Bil ki senin hep böyle güvensiz, Yaşamdan korkar oluşundan.. İşte bunun için sevmiyorum seni.. Şimdi benim bir han avlusunda Hiç bitmeyecek umutsuz kavgam, Soluyorsa başı önde yorgunluktan; Bil ki senin hep böyle umarsız, Yarını göze alamayışından.. İşte bunun için sevmiycem seni. Tırnağı pençe,dili ok,ağzı kan çukuru; Yasak dedin mi, çözük kör nefsinin uçkuru... 1974 -I-. Art çocuk, Muhyiddin Çelebi, Molla Fenari'nin kısık fitili; Okuduğu her beyitten sonra Gülsuyuyla yıkardı ağzını; . Kirlidir şiir; ve söz, atılmazsa zehirdir; Bunu bilirdi; Acı bir gölge geçerdi bakışından, Mesir macununun içindeki çivit gibi.. Karısı yanındaydı hep, Çocukluktan kalma Ve artık değişmezlik kazanmış Yanlış bilgi; . Odalarda ışıksız iki aslan Derinliğine iki atla sevişirdi.. Kerbela yası hemen her zaman Görünmez kılardı Mevlit sevincini; . Ölümü düşünen, Daha doğrusu anımsayan yüzü İlençler denizinde yüzerdi.. -II-. Dikenli tele takılmış çiçek, Yüzyılımız çiçek diye seni getirdi.. Gökyüzüne çarpıp düşen kelebek, Kumaşları mı diyeceksin şimdi? . -III-. Pencere silen kadınların Uzaklarda bir yeri aynatmasından belli; . Giysilerden, bayraklardan, cenaze törenlerinden; Ayakları dolaşan sandalyelerden; . Ağzı ağzına dolu telefonlardan Gözleri bozuk paralardan. Saplantılı duvar saatlerinden İçkilerin giderek küçülmesinden. Belli, iyi şeyler olmayacak.. -IV-. Meyvelerin turuncu aktığı oynak oluk, Ayrımlar eşiği.. Merhaba tahıl, Yolun bilgisi işte bitti! . Evreşe, Tek türküsüyle varolan ela gözlü kasaba, Bir çocuğum olsun isterdim senden.. Adını değiştirmişler senin de mi? . -V-. Bir şey var şu bizim durumumuz ona benziyor. Umarsızlığı yüceltmek mi desem? Renkleri beklemek belki.... Makbule geçmeyen armağan Ya da Zindanda gökbilim öğrenimi.. Ya da Satın alınmak Ezgiler tarafından.. -VI-. Yakup Cemil'in Kurşuna dizilmeden hemen önce Üst üste içtiği Ömründeki ilk üç sigara.. -VII-. Ölü duvağı, Ak altın Boz altın.. -VIII-. Kafes de, diyorlar, kuşu neden istesin ki! . Gözlerine mendil bağlamış hocalar.. Nerden mi öğrendim, gazeteden mi? . Karaköy altgeçidinde bekliyor Şemsiyesini tüfek gibi asmış omzuna Ölüm meleği.. -IX-. Yazı artık günbatımında Yazı bize geldi.. -X-. Bir şey var Balkonlar kollarını açmışlar Ona sarılacaklar. Uyu uyu yat uyu masallarını bırak Uyan sen, karış karış toprakları uyandır. Çiçek açsın her taraf sizinle revnak revnak Uyan çocuğum, çalış, yaprakları uyandır. Bırak dini-dindarı, sen ki dini bilmezsin Uzaklara bakma hiç, sen kendini bilmezsin Emirle dolaşırsın karanlık girdaplarda Mazbut insan olmanın mihengini bilmezsin... 6 Kasım 2006/Vakit Canımda damıttım seni ey zulüm, Sancısını inceden kum gibi taşıdığım... Kasığımda amerikan kemendi bağıra bağıra geceler boyu kaskatı kesilip kan işediğim... Uzmandı cellatlar ve hin oğlu hin akım kabloları kıskaçlarıyla bilenmiş azıları buyruğunda gangister emperyalizmin... Genede yıkamadılar sökemediler ve bozguna uğradılar He canım karşısında Çırılçıplak yüreğin... Canım kurban olsun senin yoluna, Adı güzel, kendi güzel Muhammed, Şefâat eyle bu kemter kuluna, Adı güzel, kendi güzel Muhammed. Mü'min olanların çoktur cefâsı, Ahirette olur zevk-u sefâsı, On sekiz bin âlemin Mustafâ'sı, Adı güzel, kendi güzel Muhammed. Yedi kat gökleri seyrân eyleyen, Kûrsûnün üstünde cevlân eyleyen. Mi'râcda ümmetin Hak’dan dileyen, Adı güzel, kendi güzel Muhammed. Ol çâriyâr anın gökler yâridir, Anı seven günahlardan beridir, On sekiz bin âlemin serveridir, Adı güzel, kendi güzel Muhammed. Aşık Yunus neyler iki cihânı sensiz, Sen Hak Peygambersin şeksiz, gümânsız Sana uymayanlar gider imânsız, Adı güzel, kendi güzel Muhammed. Bazan geçmiş günlerden kalanları anarım Bir araya gelince hoş sessiz düşünceler; Aradığım şeylerin yokluğuna yanarım. Gönlümü yitenlerle çektiğim yaslar deler: Yaş bilmeyen gözlerim boğulur da yaşlara Ölüm gecesindeki sevgili dostlar için Depreşir yüreğimde nice kapanmış yara Yitip gitmiş yüzlere inlerim için için. Geçmiş yaslar yeniden beni yürekten vurur Acıları saydıkça bir bir içim kan ağlar; Gönlüm eski dertleri anıp çile doldurur. Borcum bitmemiş gibi yine keder borcum var.. Ama sevgili dostum seni andım mı yeter: Bütün yitenler döner bütün acılar biter. Her yoksul biraz parasız yatılılık taşır içinde küçük şeylerdir mutlulukları korkarlar büyük denizlerden. Her yoksulda biraz dinbazlık vardır bu yüzünden korkunç bencildirler zalim ve korkaktırlar üstelik . Korkak bir müslümanım ilkin gizli anlamlar arıyorum karınca dualarında ve gizli bir bir defter tutuyorum ol müridliğimin hikâyesidir: . AHMET TELLİ 'İnsan insanın Kurdudur' diyor Bir düşünür Ve ekliyor: 'Bellum omnium cantra omnes' Yani Yatkındır savaşa Birbiriyle herkes... . Şu sonuç çıkar Bu saptamadan: Doğası gereği Savaşçıdır insan... . Doğruluk payı Var mı bu görüşte? Yanlışlık var mı? Varsa nerde?... . İnsan insanın Kurduydu belki Gerçek kurttan Yokken farkı... . Onu kurttan Ayıran özellik Akıl olmalı Ve üretkenlik . Ürününü Emeğinin Alırsan, sevinçle Dolar yüreğin . Ve hele ortak bir Yaratıysa bu Daha da büyür Mutluluğu . Oturursun Aynı sofraya Emektaş olmanın Mutluluğuyla . Şimdi sormak Gerekir yeniden İnsan insanın kurdu mu gerçekten? . İnsan insanın Kurduydu belki Gerçekten kurttan Yokken farkı . Ama gelişen Bir şey var onda Sevgiye, iyiye Doğruluğa . Yaratırken Emeğiyle Yaratır çünkü Kendini de... . Soruyu yeniden Ve şöyle sormalı: Sevgiye, iyiye Barışa kim karşı? . Emeğinin Hakkını alan Ne çıkar umar Savaştan? . Dünyayı ortakça Kardeşçe üreten Ne yarar umar Kötülükten? . Şimdi değiştirip Bu kavramları Yeniden ve şöyle Söylemek olası: . Emekçi insan var, barıştan yana Dünyayı kardeşçe yaratan, üreten.. Ve kurtlar - savaşta çıkarları... Vurarak, kırarak, ezerek sömüren Ellerimin önündeki dallar da Sarıldı yaprağa Göremiyorum karşı yamacı Erken mi yoldayım Ben mi geciktim. Önümüzde bir çınar yükseliyor Her gece atlılar geliyor ona Destan söyleşip gidiyorlar Esmerlikleri Tutuşup kuruyan dudakları kalıyor sabaha. Dostum üşüyorum dedin Üşüme Korkuyorum -Korkma Kaçıyorum -Kaçma Ürperiyorum düşünceden -ürper. Sabah trafik Çınara kim bakar Kim geçer dallarından Bahar mı geliyor Komşunun balkonunda Çamaşırlar renk rengarenk. Kızlar göğüslerini Baharın ağacına İlk açan çiçeğine Dayadılar. Arılarla erkekler boğuşuyor Arılarla uçan bütün çiçeklerle Ayaklarında taşınan tozlarla Akıyorlar alıp götürülürken Yaprak evlerin içindeki dişiliklere. Dostum geç kaldın Güneş ne gün doğacaksa Söylediler duymadın geç kaldın Otur ağla sonra soframda doy Ekmek tut zeytin tat Açlığını eğlerken sen Bak nasıl ayçağın erleri Savaşarak ve devirleri aşarak geldiler Karanlığı karaladılar yolları tuttular At tepmedeler. Bak nasıl savaşı bindiler. Gece çınara gelip söyleşip Kelime ettiler söz bilediler Zorun yamanı kolayladılar. Sahip olun taşa demire Aleve Küle bile Evvel bu dergâhtan kısmet Alır da var almaz da var Tarikate kadem basıp Gelir de var gelmez de var. Bazını almış destine Hizmet ederdi dostuna Ahd ile ikrar üstüne Durur da var durmaz da var. Olayım der isen Hızır İrfan defterine yazıl Hak her yerde hazır nazır Görür de var görmez de var. Hem bizim dolumuzdan Çıkman sakın yolumuzdan Pir Sultan'ım halimizden Bilir de var bilmez de var Bir gece Muhammet evde yatarken Üç melek geldi de nida getirdi Selman'ın şeklinde bir oğlan girdi Ne güzel izzetle sala getirdi. Muhammet oğlana yerini verdi Geçti oğlan seccadeye oturdu Cebrail oğlandan nişan istedi Zühre yıldızını alna getirdi. Bu oğlanın Ali olduğun bildiler Aman mürvet deyü dara durdular Özlerinden hayli sitem sordular Cebrail Cennet'ten elma getirdi. Getirip elmayı terceman verdi Şah eline alıp dört pare kıldı Bir paresin Şah'ım nuş edip kandı Üçünü melekler Hakk'a götürdü. Bak Bari Taala hoş nazar kıldı Yed'iklim çar köşe Ali'ye verdi Biri Düldül biri Zülfikar oldu Fatma da Kanber'i ana götürdü. Pir Sultan'ım eydür gitti gelenler Arayrp özünde gevher bulanlar Muhammet Ali'yle arşa duranlar Cümle melekleri ceme götürdü Talan edilmiş bir ömrün Haritasıyım ben İyi okumalısın beni. Ne sevecen gülücüklerin Gölgelediği yüzüm Ne kırağı vurgunu başakların Boyun eğişi İşaret etmez beni Ben hep al taylara vurgunum Kahroluşum bundandır. Çünkü her nisan ayı geldiğinde Yani erikler yeşerip Şeftaliler tüylendiğinde Bağ bozumu yaşıyorum. Usul usul düşüyor yanıma Kollarım Usul usul ayrılıp kopuyor gövdem Ruhumdan Şaha kalkışı düşüyor aklıma Al taylı ayrılıkların Vurup gidişi İstanbul’u yerden yere Gidişi yani sıyırması eti kemiğinden. İyi okumalısın beni Talan edilmiş bir ömrün haritasıyım ben Ne Züleyha Züleyha sızlar kemiklerim Ne ölüp giderim hasretinden Hiç bir bıçak işlemez gövdeme Burada böyle Büküp kırılası boynumu Yollarını beklerim Yakup’ca. Sen ise aldırmıyorsun Kelimelerimin cam kırıklarında Çırpınışına Kahroluşum bundandır gülüm. Bir de Yitip gidiyorsun uçurumlarında Sanal akşamların Ve darmadağın oluyor tozların uçuşuyor Sık ağaçlı yerlerin göğünde Uçuşuyorsun Dağ doruklarının fırtınalarında Seni nasıl toplayayım gülüm Avuçlarımdan kan fışkırtıyor Hırçın ve zalim Dikenlerin. Ben seni nasıl toplayayım gülüm Senden nasıl kopayım gülüm 270 Avcı yemi koydu ve bekledi sonra, Avına Adem adı ekledi sonra, Dünyada iyi, kötü her şeyi yapıp; Suçu hep başkasına yükledi sonra! Diyelim ki sessiz gecede poyraz…. Sis çökmüş o heybetli dağlara; yurdun da kar altında, gözlerin gök- yüzünde bir dolunay.. Diyelim ki sınamışsın uzaklığın ihanetini. Seslere çarpmış sesin, ama ulaşmamış hiçbir yere nefesin…. Diyelim ki şarabın dökülmüş, suların kesik, bu hayat seni bir oyuncak sanıyor.. Diyelim ki sana çıldırmak yasak, sana ağlamak yasak, yarın yasak, düş yasak. Diyelim ki üşüyorsun kısacık bir ömrün sığınağında; bir çay bile ısmarlamıyor hayat! . Diyelim ki lekesiz hiçbir şey kalmamış artık; sis çökmüş güvendiğin dağlara.... Kederli bir süvari ol, Orda, sen orda! Bıkma atını mahmuzlamaktan, bıkma bu puştlar panayırında berrak nehirler aramaktan…. Yaslı bir kışa rehin düşse de günler, kalbindeki tomurcuğu bahara büyüt; o tomurcuk düşlerinin yağmuruyla ıslansın.. Çünkü her insan bir limandır başucunda tekneler; çünkü herkesin hüznü kocaman, aşkları dalgın… Kimi kanıyor şahdamarından, kimi bozgununda yetim dervişan, kimi aşklarıyla, düşleriyle perişan…. Yamalı yerlerinden kanıyor hayat, tutunduğun günlerinden soluyor hayat. Bu yüzden salıver düşlerini kendi uğruna yansın, salıver düşlerini ateşlere abansın! . Tutunduğun günlerinden solarken hayat, bıkma atını mahmuzlamaktan; bıkma sendeki insan için, derin uçurumlar arşınlamaktan.... Yaslı bir kışa rehin düşse de günler, bir gün rüzgâr esecektir suların serinliğinden; bir gün kırlangıçlar geçecektir göğün genişliğinden.. Yaslı bir kışa rehin düşse de günler, kalbindeki tomurcuğu bahara büyüt, o tomurcuk düşlerinin yağmuruyla ıslansın; çünkü senin de bir ütopyan varsa, i n s a n s ı n… Bitme, bak, içtim, yürüdüm, kederlendim Denize girdim, üşüdüm, sana geldim.. Düş bitmeden sen bitme. Bitmeden sevgi gitme…. Bitme! Bak, koştum, savruldum, hep örselendim. Cıgara ziftlendim, ille de seni sevdim. Uzaklarda öyle çok kederlendim.. Günler bitmeden bitme. Bitmeden hasret gitme…. Bu yangın geceler, bu intihar. Gidersen paramparça yüreğimde ağıtlar! Bu dolunay gecenin göğsünü yarar. Benim göğsümde de sana geniş bir yer var.. Düş bitmeden sen bitme. Bitmeden sevgi gitme... Öyle sofralar gördüm ki İnsan kasları vardı tabaklarda. O eğik gövdeler önünde yalnızlık Her şeyi birbirinden uzağa çarpıyordu Bir kadın Bir erkek. Gizlice soluyordu Bir erkek av arkadaşından Av durgunluğu gibi gösterip saklayarak Kamışlıktaki sazların arasından Ilık ve yapışkan fısıltıları Ayırarak alarak Urgan gibi bedenine doluyordu. Her şeye benzeyebilirken o Hiçbir şey benzemezken ona. O ünlü borazan Başlarsa saçlarımızın diplerinden Üfürmeye. -Yırtıcı bir hayvan Kimliği yapışır yakamıza. Bir erkek mi o Göle yatmış bir güneş demetinde O mor ışında Bir köpek ölüsü gibi yatan. Hızla kayan Yoksa bir yaban ördeği gölgesi mi Ey sevgilim, nerelerde dolaşıyorsun böyle? Geliyor seni candan seven aşığın dur onu dinle. Elemi de, neşeyi de beste yapmış diline. Uzaklaşma şirin yarim. Yolculuklar, aşıkların buluşmasıyla nihayetlenir. Her tanrı kulu bunu bilir. . Aşk nedir? Ahret demek değildir her halde. Çınlamalıdır neşesi bu anın gene bu anın kahkahalarıyla Çünkü ne olacağı yarının meçhulümüzdür hala, Boş yere vakit geçirmekten artık yoktur bir salah: Öyle ise gel öp beni, genç ve tatlı sevgilim, Ömrü pek azdır gençliğin. Sensin bu gönlümün yönü mekanı Bende ar olmazdı sen olmasaydın Ak nergizler sana aksın dağlarda Balda sır olmazdı sen olmasaydın. Dağlardaki güneş doğmaz aleme Buluttaki yağmur yağmaz aleme Gönlümdeki güzel sığmaz aleme Dünya dar olmazdı sen olmasaydın. Suru sırdan derler suyuma benim El eyleyen çıkar toyuma benim Elde güzel çokmuş neyime benim Gözüm kör olmazdı sen olmasaydın. Kuşlar yuvasından uçar mıydı ki Bulutlar yağmurdan kaçar mıydı ki Yaylada çiçekler açar mıydı ki Dağlar kar olmazdı sen olmasaydın. Dostlarım el oldu senin uğruna Gözlerim sel oldu senin uğruna Sefai'yim del oldu senin uğruna Gurbet zor olmazdı sen olmasaydın Sonbaharın serin esen rüzgarlarında Sabahın güneşi, akşamın ayışığında Arıyorum! Kaybettim geceyi ve gündüzü. Yokluğun acıydı hançer misali Sözlerin acıydı kurşun misali Ahirette arar bulurum seni Kendimi unutup unutmam seni Niceleri namazda gaflet perendebazı; Kurgulu oyuncakta kılar böyle namazı... 1978 Sular bizden akillidir, daha evvel görür aksami, Iner havadan önce, karanliga, Büyük bir balik gibi ortadan silinir, Kaçisirken hayvanlar daga.. Sular bizden akillidir, memnun olur, Sadece agaçlardan. Baska insanlardan degil, Bizi yalniz birakan.. Sular bizden akillidir, uyumaz, Açar mavilige, iri gözlerini. Ve bekler bir ölüm sirri içinde, Kendi hayatinin yerini. Bin dokuz yüz otuz dokuz: Karanlıkların içinde Ölülerle yaşıyoruz.. Puslu havayı sever kurt; Kaplamakta gökyüzünü Kurşundan ağır bir bulut.. Her şey uyuduğu zaman Kıracak zincirlerini Gecede uyanık duran. Tohum saç, bitmezse toprak utansın! Hedefe varmayan mızrak utansın! . Hey gidi Küheylan, koşmana bak sen! Çatlarsan, doğuran kısrak utansın! . Eski çınar şimdi Noel ağacı; Dallarda iğreti yaprak utansın! . Ustada kalırsa bu öksüz yapı, Onu sürdürmeyen çırak utansın! . Ölümden ilerde varış dediğin, Geride ne varsa bırak utansın! . Ey binbir tanede solmayan tek renk; Bayraklaşamıyorsan bayrak utansın! Ben giderim adım kalır Dostlar beni hatırlasın.. Düğün olur bayram gelir Dostlar beni hatırlasın.. . Can kafeste durmaz uçar Dünya bir han konan göçer Ay dolanır yıllar gecer Dostlar beni hatırlasın.. . Can bedenden ayrılacak Tütmez baca yanmaz ocak Selam olsun kucak kucak Dostlar beni hatırlasın.. . Ne gelsemdi ne giderdim Günden güne arttı derdim Garip kalır yerim yurdum Dostlar beni hatırlasın.. . Açar solar türlü çiçek Kimler gülmüş kim gülecek Murad yalan ölüm gerçek Dostlar beni hatırlasın... Gün ikindi akşam olur Gör ki başa neler gelir Veysel gider adı kalır Dostlar beni hatırlasın. İsm-i azam duasıdır Hergiz usanılmaz imiş Uçtu bülbül kafesinden Göçen canlar dönmez imiş. Alay göçmüş yurd'uğradım Bir acıkmış kurd'uğradım Bir acayip derd'uğradım Çekmeyenler bilmez imiş. Ezelidir gönül ezel Olur bahçelerde gazel Gel ahımı alma güzel Bir ah yerde kalmaz imiş. Cevrilüben konan iller Yaylamızdır Çamlıbel'ler Bülbülün arzusu güller Hüb açılan solmaz imiş. Pir Sultan'ım Emirzade Gel sırrını verme yade Gaziler fani dünyada Pir ağlatan gülmez imiş Denizin bir gülüşünü arıyor çocuklar ellerinde oltaları Geçmişin günün geleceğin yükünü üstünde Pul pul taşıyan balıkları Denizin bir gülüşünü yakalıyor çocuklar ellerinde oltaları. Karaköy 1960 Sen, her gün köşe başlarında Yırtık urbanla kirli ellerinle Avuç açan, sefil insan.. İnan yok farkımız birbirimizden. Sen belki tüm yaşamınca dilenecek; Beklediğin beş kuruşu biri vermezse, Ötekinden isteyeceksin.. Ama ben, tüm yaşamım boyunca Tek bir kez dilendim, Bir acımasız kalbin sevdası ile alevlendim. Öylesine boş öylesine açık kaldı ki elim, Yemin ettim bir daha dilenmeyeceğim. Eylüldü... Bembeyaz gemi dönüyordu Gitgide büyüyordu gövdesi, direkleri Üşümüş, özlemli yolcular vardı güvertede Birer deniz feneri misali gözbebekleri. Adam rıhtımdaydı, gemi yanaştı Atıldı ipler, uzatıldı merdivenler Ansızın karıştı birbirine Bekletenler, bekleyenler. Çoğaldı adamın mağrur gözlerinde Biriktirdiği acı ayların Birden karışıverdi yüzü Gittiği gibi dönmemişti kadın. Adam hayretle baktı merdivenlere Böyle kavuşmak beklemek kadar zordu Gitti kadın kolunda bir başkasıyla Adam yine yalnızdı, adam ağlıyordu. Mevzuatlar kısıyor hakikatin sesini Kulaklar sağırlaştı, lisanlar kör ve topal Zorbalar talan etti adalet ilkesini Dert yükü ağırlaştı, vicdanlar kör ve topal.... 11.02.2009 Ey eski ölüler kalkın mezardan Dünyayı bir daha görün de gidin. O günler mi berbat yoksa bugün mü Biz değil...siz karar verin de gidin. yollara sular dökün, bahçelere müjdeler edin, bahar kokuları geliyor, o geliyor, o Ay parçamız, sevgilimiz, yarimiz geliyor.. Yol verin, açılın, savulun. Beri durun, beri. Yüzü apaydınlık, akpak, bastığı yeri ardında gündüzler gibi bırakarak O geliyor, o. Ay parçamız, sevgilimiz, yarimiz geliyor.. Gökler yeryüzünü kapladı, örttü bir anda. Bir anda dört yanı misk gibi bir koku sardı. Bir anda bir velvele, bir kıyamet koptu cihanda. O geliyor, o. Ay parçamız, sevgilimiz, yarimiz geliyor.. Bir anda can geldi bağlara, bağlar ışıdı. Bir anda açıldı baktı bağlara gözler. Bir anda bizde ne gam kaldı, ne dert kaldı, ne keder. O geliyor, o. Ay parçamız, sevgilimiz, yarimiz geliyor.. Yayından fırladı ok. Hedefe ha vardı, ha varacak. Bahçeler selama durdu. Selviler ayağa kalktı. Çayır çimen yollara düştü. İşte konca, ata binmiş geliyor. Biz ne duruyoruz, O geliyor, o. Ay parçamız, sevgilimiz, yarimiz geliyor.. Sen bizim yöremize gelirsen göreceksin, ey şems, Huyumuz sadece susmak olmuş bizim, susmak. Senin güzel gözlerinçin işte canım pusuda. Rahatım kaçtı benim, geceleri uykum kalmadı gitti ama, bak işte o güzel günler yola çıkmış geliyor. Bir gün gelecek, oh diyecek insanoğlu: Silahları bırakın, artık ihtiyaç kalmadı! Güzel yıllar gelecek birbiri ardınca. Çıkaracaklar depodan silahları bir gün, Bakacaklar ki paslanmış hepsi.. Ben de atılmak isterdim,açıkçası, son okurumun elinden. Son insan olsun o, yeter ki, köpeklerin ısırdığı son insan! Kardeşim Fatîn Hoca’ya. Köprü’den çok geçerim; hem ne kadar geçtimse, Beni sevk etmedi bir kerrecik olsun ye’se, Ne Halîc’in o yosun çehreli miskin suları; Ne onun hilkate küsmüş gibi durgun kenarı! Herkesin hissi bir olmaz. Meselâ karşıdaki, Sâhilin, başbaşa vermiş, düşünen, pis, eski, Ağlamış yüzlü, sakîl evleri durdukça, sizin, İçinizden acı şeyler geçecek hep... Lâkin, Bak benim öyle değil... Siz de biraz şâir olun: Meselâ, geçtiğiniz yalpa yapan tahta yolun, Cedd-i merhûmu aceb sal mı demekten ne çıkar? Geliniz farz edelim biz bunu: Sâbih bulvar! Köprüler asma imiş Avrupa âfâkında... Varsın olsun, o da bir şey mi? Bizim Şark’ın da, Böyle daldırma olur... Hem açınız âsârı, Köprünün nerde görülmüş, hani, tahte’l-bahrı? Anladım: Ben ne kadar şi’re özensem de, demek, Seni, ey sevgili kàri’, bu telâkkî, pek pek, Azıcık güldürecek... Yoksa öbür yanda, hazin, Bin hakîkat sırıtırken kıyısından denizin, Diyeceksin ki: «Hayâlin yeri yoktur... Boşuna! » Ya şu timsâl-i İlâhî de mi gitmez hoşuna? . Öyle ta’zîb-i nigâh eyleme bedbîn olarak, Bırak etrâfı da, karşında duran ma’bede bak: Başka bir sâhile gehvâre-i emvâcından, Böyle şeh-dâne çıkarmış mı yakınlarda zaman? Ne seher-pâre-i san’at ki ezelden mahmûr... Leb-i deryâdan uçan bir ebedî hande-i nûr! Sanki ummân-ı bekànın ezelî bir mevci, Yükselirken göğe donmuş da kesilmiş inci! Bu güher-pârenin eb’âd-ı semâvîsinde, Yorulan dîdelerin hâke neden insin de, Levse dalsın yeniden? Etme, yazıktır, olmaz; Garba tevcîh ediver, gel onu sen şimdi biraz: Dur da, Ma’bûd’una yükselmek için, ilme basan Ma’bedin hâlini gör, işte serâpâ îman! Yüce dağlar gibi, âfâka döşerken sâye, O, bekàdan daha câzib kesilen, âbideye, Bir nazar zevk-i bedî’îni yeter tatmîne... Durma öyleyse, urûc et o ziyâ âlemine. O ziyâ âlemi bilmez ki karanlık ne demek; O semâvî yuva kirlenmedi, kirlenmeyecek. Onu i’lâ eden etmiş ebediyyen i’lâ. Etse dünyâları tûfan gibi levs istîlâ, Bu, semâlarda yüzen, şâhikanın pâk eteği, Karşıdan seyredecektir o taşan mezbeleyi. Yerin altında sinen zelzeleler fışkırsın, Yerin üstünde ne bulduysa devirsin, kırsın; Hakkı son sadme-i kahrıyle bitirsin isyan; Edebin şimdiki ma’nâsına densin «hezeyan»; Kalmasın, hâsılı, altüst olarak hissiyyât, Ne yüreklerde şehâmet, ne şehâmette hayât; Yine kürsî-i mehîbinde Süleymâniyye, Kalacak, doğruluğun yerdeki tek yurdu diye.. Yıkılır bir gün olur medreseler, ma’bedler; En temiz yerleri en kirli ayaklar çiğner; Beşeriyyet yeni bir din tanıyıp ilhâdı, Beşerin hâfızasından silinir Hakk’ın adı; Gömülür hufre-i târîhe me’âlî... Lâkin Yine tek bir taşı düşmez şu Hudâ lânesinin; Yine insanlığa nâ-mahrem olan bîgâne, Bu harîmin ebediyyen giremez sînesine; Yine yâdındaki Mevlâ’yı şu dört tane menâr, Kalbe merbût birer dil gibi eyler ikrâr; Yine mâzîye gömülmez bu muazzam çehre: Leş değildir ki atılsın o umûmî kabre! . Şimdi ey sevgili kàri’, azıcık vaktin eğer, Varsa -memnûn olacaksın- beni ta’kîb ediver. Gireriz koynuna, düşsek bile şâyed yorgun, Karşıdan baktığımız heykel-i nûrânûrun. Göreceksin: O harîmin ebedî zıllinde, San’atin rûhunu seyyâl bulut şeklinde. «Gördüğüm var...» deme! Gel bir de berâber görelim. Nereden? Haydi Şadırvan Kapısı’ndan girelim:. Bir musanna’ kemer, üstünde kurulmuş Tevhîd; Daha üstünde bir âyet ki: Hudâ’dan te’yîd, Emr-i mevkùt-i salâtın bize kat’iyyetine. Şöyle bir baktı mı insan, kapının hey’etine, Evvelâ her iki yandan oluyor çehre-nümûn: Mütenâzır iki mihrâb, iki âzâde sütûn. Sonra göz yükseliyor doğru yarım kubbelere, Ki dayanmış biri sağdan, biri soldan kemere. İstalâktitle donanmış o hazin sîneleri, Okşayıp nûr-i nazar, geçti mi artık ileri, Geliyor kısmen açılmış iki heybetli kanat, Ki te’ârîci, telâfîfi ne müdhiş san’at! Sanki Mevlâ mütefekkir, kocaman bir beyni, Açıvermiş bize göstermek için her yerini. Görüyor şimdi nazar girdi mi derhal içeri: Aynı eb’âd ile tesbît edilen kubbeleri. Avlunun sâha-i üryânına bin sâye-i nûr Döşeyen bunca kemerlerle sütunlarda, vakùr Bir tenâzur yoruyor görmek için irkileni. Yalınız iç kapının üstüne yükseltileni, -Mutlaka medhali göstermek için olmalı ki- Bir siyâk üzre atılmış, sıralanmış öteki Kubbelerden daha yüksek, daha vâsi’ duruyor. Aynı heybetli kanatlar göze tekrar vuruyor. Aşar aşmaz eşiğinden bu musanna’ bâbın, Şu yarım kubbe -ki pîrâyesidir mihrâbın- Çarpıyor çeşm-i temâşâya, asıl kubbe değil. Buna eş lâzım, evet olmamak olmaz kàbil. Yoksa ihmâl edilir şey mi tenâzur burada? İşte tam ondaki eb’âda nazîr eb’âda, Semt-i re’sinde duran aynı da mâlik, hele bak! «Bu yarım kubbeler elbette açık durmayacak, Mutlaka birleşecektir» diye beş hatve kadar Atıverdin mi, görür kubbeyi hayretle nazar... Ki dayanmış sanacaksın o yarım kubbelere. Ama pek doğru değil... Karşıki dört yekpâre Gıranittir taşıyan başları üstünde onu. Kahramanlar ki asırlar bükemez bir kolunu! . Ma’bedin şimdiki ta’rîfe bakarsak, az çok, Müstatîl olması îcâb edecek! Öyle mi? Yok! Şu, sütunlar ana dîvârına bağlanmak için, Ara yerlerden atılmış müteaddid kemerin, Konarak sırtına şâhin gibi durmakta olan, Kubbeler yok mu ya? Onlar buna vermez meydan. Nerden îcâb ediyor sonra bu âvâre zehab? O kadar ince tutulmuş ki tenâzurda hesab: Hâricen kubbenin üstünden inen hatt-ı mümâs, Ediyor her iki cânibde tamâmiyle temâs, Tarafeynindeki san’atli yarım kubbelere.. Artık ey sevgili kàri’, gel otur orta yere, Cebhe dîvârına bak, camlara bak, minbere bak; Sonra mihrâb ile mahfillere, kürsîlere bak. İşte her cebhede, her yerde demâdem görünen, Lâkin esrâra bürünmüş gibi mübhem görünen, Seni bîtâb-ı telakkî bırakan âyâtın, Kalarak mülhem-i âvâresi hissiyyâtın, Dalgalansın da denizler gibi kalbinde celâl; Görmesin dîdelerin reng-i sivâ, reng-i zılâl! Vecde gel; vahdete dal, âlem-i kesretten uzak... Yalınız Sâni’i gör; san’ati, masnû’u bırak! Ben de bir yer bularak şöylece tenhâ dalayım, Varlığımdan geçeyim, mahv-ı temâşâ kalayım.. Ma’bedin cebhe cidârındaki loş pencereler, Güneşin sırtına bir ince tül atmış, esmer, Mütemâdî sağıyor dâhile bir gölgeli nûr. O inen perde-i seyyâl arasından manzûr, Koca bir mahşer-i îman ki ezelden medhûş... Sîneler vecd ile pür-cûş, dudaklar hâmûş! Diz çöküp mermerin üstünde yalın kat hasıra, Bekliyor hepsi münâcâtı: Onun şimdi sıra. Esiyor cevv-i mehîbinde bu vahdet-zârın, Ebedî nefha-i rahmet ki, o binlerce yığın, Gölge şeklindeki eşbâha teayyün veriyor: Tepeden tırnağa zerrât-ı vücûd ürperiyor. İnliyor nâle-i gayret der ü dîvârından, Dâr duydukça gelen sayhayı deyyârından. Rûhlar yanmada bî-tâb-ı tecellî kalarak, Dîdeler nâ-mütenâhî, ebedî müstağrak. Âkıbet, başladı mahfilde hazin bir feryâd; Yeniden coştu eninlerle o bî-hûş eb’âd. Bir de baktım ki: O her saftan uzanmış kollar, Varacak sanki yarıp boşluğu Mevlâ’ya kadar! Şimdi üç bin kişinin sîne-i ma’sûmundan, Kopan «âmîn» sadâsıyle icâbet-lerzan! Sonra, bir okşanarak titreyen ellerle cibâh; Döndü kürsîye o âvâre cemâ’at nâgâh.. Kimdi kürsîdeki? Bir bilmediğim pîr amma, Hiç de bîgâne değil kalbe o câzib sîmâ. Bembeyaz lihye-i pâkiyle, beyaz destârı, O mehîb alnı, o pek mûnis olan dîdârı, Her taraftan kuşatıp, bedri saran hâle gibi, Ne şehâmet, ne melâhat veriyor, yâ Rabbi! Hele gözler iki mihrâk-ı semâvîdir ki: Bir şuâıyla alevlendiriyor idrâki. Âh o gözlerden inen huzme-i nûrânûrun, Bağlı her târ-ı füsunkârına bin rûh-i zebun! . — Beni kürsîde görüp, va’zedecek sanmayınız; Ulemâdan değilim, şeklime aldanmayınız! Dînin ahkâmını zâten fukahânız söyler, Anlatırlar size bir müşkiliniz varsa eğer. Bana siz âlem-i İslâm’ı sorun, söyleyeyim; Çünkü hiçbir yeri yok gezmediğim, görmediğim. Şark-ı Aksâ’dan alın, Mağrib-i Aksâ’ya kadar, Müslüman yurdunu baştan başa kaç devrim var! Beni yormuştu bu yıllarca süren yolculuğun, Daha başlangıcı... Lâkin, gebereydim yorgun, O zaman belki devâm eyleyemezdim yoluma; Yoksa ârâm edemezdim. Bana zîrâ «Durma, Yürü, azminde devâm et...» diye vermezdi aman, Bir sadâ benliğimin fışkırıp a’mâkından. O sadâ işte benim gayret-i dîniyyemdir, Coşuvermez mi, içim sanki yanardağ kesilir; Yeniden davranırım, eğlenemem bir yerde. Ne cihan kaygusu derman bu devâsız derde; Ne de can, sonra filân duygusu engel, heyhat! Can, cihan hepsi de boş, «gâye»dedir varsa hayat.. Bir zamanlar yine İstanbul’a gelmiştim ben. Hâle baktıkça fakat, ümmetin âtîsinden, Pek derin ye’se düşüp Rusya’ya geçtim tekrar. Geçmeseydim edeceklerdi ya zâten icbar! Sığmıyor en büyük endâzeye işler artık; Saltanat nâmına, din nâmına bin maskaralık.... Ne felâket, ne rezâletti o devrin hâli! Başta bir kukla, bütün milletin istikbâli, İki üç kuklacının keyfine mahkûm olmuş: Bir siyâset ki didiklerdi, emînim, Karakuş! Nerde bir maskara sivrilse, hayâsızlara pîr, Haydi Mâbeyn-i Hümâyûn’a! ... Ya bâlâ, ya vezîr! Ümmetin hâline baktım ki: Yürekler yarası! Ne bir ekmek yedirir iş; ne de ekmek parası. Kışla yok, dâire yok, medrese yok, mektep yok; Ne kılıç var, ne kalem... Her ne sorarsan, hep yok! Kalmamış terbiye askerde. Nasıl kalsın ki? Birinin ömrü mülâzımlıkta geçerken öteki, Daha mektepte iken tayy-ı merâtible ferîk! Bir müşirlik mi var? Allâhu veliyyü’t-tevfîk! Hele ilmiyye bayâğdan da aşağ bir turşu! Bâb-ı Fetvâ denilen dâire ümmî koğuşu. Anne karnından icâzetlidir, ecdâda çeker; Yürüsün, bir de sarık, al sana kàdîasker! Vükelâ neydi ya? Curnalcı, müzevvir, âdî; Ne Hudâ korkusu bilmiş, ne utanmış ebedî, Güç okur, hiç yazamaz bir sürü hırsız çetesi... Hani, can sağlığıdır doğrusu bundan ötesi! Belki üç beş kişi olsun bulur irşâd ederim, Diye etrâfa bakındımsa da, endîşelerim İnkılâb eyledi bir nâmütenâhî ye’se, Görünüp sûret-i haktan kimi söylettimse. Ekseriyyet kafasız; varsa biraz beyni olan: «Bu hükûmet şu ahâlîye biçilmiş kaftan! Kime dert anlatacaksın? Hadi anlat şimdi... Ben mi kaldım, neme lâzım! » diyerek yan çizdi. Hüsn-i zanneylediğim bir iki fâzıl hocanın, İstedim fikrini açmak; dedim: «Artık uyanın! Memleket mahvoluyor, din de berâber gidiyor; Size Kur’an, bakınız sâde uzaktan mı diyor? » — Memleket mahvolacak, olmayacak... Baştakiler, Düşünürler ona mevcûd ise bir çâre eğer. Gelelim dîne: Ne mümkün çalışıp kurtarmak? Bede’e’d-dînu garîben... sözü elbet çıkacak. Dediler. Yoklayayım şimdi avâmın da biraz, Nedir efkârı, dedim. Hey gidi vurdum duymaz! Öyle dalgın ki, meğer Sûr’unu İsrâfîl’in, İşitip, yattığı yerden azıcık silkinsin! Yürüyor, altı çürük toprağa gelmiş, seyyar Bir mezarlık gibi: Her nâsiye bir seng-i mezar! Duymamış kaygı denen duyguyu vicdânında. Okunur her birinin cebhe-i hüsrânında, «Ne gelenden haberim var, ne gidenden haberim; Serserî kevne gelelden beri sersem gezerim! » Eskiden kalma bu söz, sanki o cansız beyinin, Doğmadan rahmet-i Mevlâ’ya göçüp gittiğinin, Dest-i kudretle yazılmış ezelî hâtırası! «Geliyor rûhun için Fâtiha çekmek sırası; Yazık ey millet-i merhûme! » dedikten sonra; Atladım Rusya’ya gitmekte olan bir vapura.. O zaman Rusya’da hâkimdi yaman bir tazyik... Zulmü sevdirmek için var mı ya bir başka tarik? Düşünen her kafanın mutlak ezilmekti sonu! Medenî Avrupa, bilmem, niye görmezdi bunu? Süngü, kurşun gibi kestirme ölümlerle ölen; Yâhud işkenceler altında ecelsiz gömülen: Ne soluk var, ne ışık var, ne otur var, ne durak, İki üç yüz kulaç altında zemînin, çıplak, Aç, susuz işletilen kanları donmuş canlar, Size milyonla desem, fazlası yok, eksiği var! Bilmiyorlar ki bu şiddetlerin olmaz hükmü: Göz yılar önce, fakat, sonra kanıksar ölümü. Sanıyorlar kafa kesmekle, beyin ezmekle, Fikr-i hürriyyet ölür. Hey gidi şaşkın hazele! Daha kuvvetleniyor kanla sulanmış toprak: Ekilen gövdelerin hepsi yarın fışkıracak! Hangi ma’sûmun olur hûnu bu dünyâda heder? Yoksa kànûn-i İlâhî’yi de yırtar mı beşer? Evvelâ gizlice bir matba’a te’sîs ettim; Beş on öksüz bularak basmacılık öğrettim. Kalemim çokça pürüzlüydü, fakat çâresi ne? Sonra, bilmem kimin üslûbu avâmın nesine! Dilimin döndüğü şîveyle bütün gün yazdım; Okuyanlar o kadar çoktu ki hiç ummazdım. Usta âsârını verdikçe çocuklar bastı; Altı ay geçti, bizim matba’anın çıktı adı. Göğsü îmanlı beş on tâne fedâî gelerek, Dediler: «Sen ne basarsan, onu tevzî’ edecek Vâsıtan işte biziz; korkulacak şey yoktur... Para lâzımsa da bildir ki verenler bulunur.» Bir cerîdeyle hemen başlayıverdim va’za. Zâten en başlıca yol halkı budur îkàza. Medeniyyetteki insanlar için matbûât, Şimdi kürsîlerin en yükseği, lâkin, heyhât, Sizde hiç böyle değil, belki tamâmen aksi: En fenâ bir cereyan gösteriyor en iyisi. Müslüman unsuru az çok uyanıktır orada; Biz de ancak bunu tezyîd ediyorduk arada. Parasızlıktı bidâyette işin korkulusu… Ağniyâ altını bezletti etekler dolusu... Açtık oldukça güzel medreseler, mektepler; Okuyup yazmayı ta’mîme çalıştık yer yer. Tatar’ın yüzde bugün altmışı hakkıyle okur; Rusların halbuki nisbetleri gâyet dûndur. Ağniyâ, zannederim, sizde de az çok olacak... Şu kadar var ki, çürük tahtaya basmazlar ayak! Fukarânız kılıyor, aklına geldikçe namaz; Ağniyânızda da, hiç yoksa, zekât olsa biraz. Şöyle dursun bu temennîye kulak vermeleri, Sadr-ı a’zam paşanız fitre alır, sunsa biri! . Sonra zenginlerimiz: «Haydi gidin, fen getirin.» Diye, her isteyenin şahsına bilmem kaç bin Ruble tahsîs ile sevkeylediler Avrupa’ya; Pek fedâkâr idi hemşehrilerim doğrusu ya. Bu giden kàfileden birçoğu cidden tahsîl Ederek döndü. Fakat geldi ki üç beş de sefîl, Hepsinin nâmını telvîse bi-hakkın yetti... Gönderenler ne peşîmân oluyorlar şimdi! Hiç unutmam ki, cömerdin biri, hem zengin adam, Beni yüzdürdü nihâyette şu sözlerle: «İmam, Günde on kerre gelip istediniz hep verdim. Yine vermezsem eğer millet için, nâ-merdim. Yalınız, ehline gitsin bu emekler... Olur a, İş bizim Avrupa yârânına benzer sonra! Hâli ıslâh edecekler, diyerek kaç senedir, Bekleyip durduğumuz zübbelerin tavrı nedir? Geldi bir tânesi akşam, hezeyanlar kustu! Dövüyordum, bereket versin, edebsiz sustu. Bir selâmet yolu varmış... O da neymiş: Mutlak, Dîni kökten kazımak, sonra, evet, Ruslaşmak! O zaman iş bitecekmiş... O zaman kızlarımız, Şu, tutundukları gâyet kaba, pek ma’nâsız Örtüden sıyrılacak... Sonra da erkeklerden, Analık ilmini tahsîl edecekmiş... Zâten, Müslümanlar o sebepten bu sefâlette imiş: Ki kadın «sosyete» bilmezmiş, esârette imiş! Din için, millet için iş görecek alçağa bak: Dîni pâmâl edecek, milleti Ruslaştıracak! Bunu Moskof da yapar, şimdi rızâ gösterelim; Başka bir ma’rifetin varsa haber ver görelim! Al okut, Avrupa tahsîli desinler, gönder, Servetinden bölerek nâ-mütenâhî para ver; Sonra bir bak ki: Meğer karga imiş beslediğin! Hem nasıl karga? Değil öyle senin bellediğin! Sâde bir fuhşumuz eksikti, evet, Ruslardan... Onu ikmâl ediverdik mi, bizimdir meydan! Kızımın iffeti batmakta rezîlin gözüne... Acırım tükrüğe billâhi tükürsem yüzüne! Demiş olsaydı eğer: «Kızlara mektep lâzım... Şu kadar vermelisin.» Kahrolayım kaçmazdım. Elverir sardığımız bunları halkın başına... Ben mezârımda, huzûr istiyorum, anladın a! Biraz insâfa gelin, öyle ya artık ne demek? Zengin olduk diye, lâ’net satın almak mı gerek? ». İşte biz böyle didinmekte, çalışmakta iken, Bir sabah üç tanıdık, seslenerek percereden, Dediler: «Şimdi hükûmet basacak matba’anı... Durmanın vakti değildir. Hadi kaldır tabanı! » Bir işâretle çocuklar çekilip tâ geriye, Daldılar hepsi birer sesleri çıkmaz deliğe, Onların nevbeti geçmiş, sıra gelmişti bana: Yolu tuttum yalınız doğruca Türkistan’a. Gece gündüz yürüdüm bulmak için Taşkend’i; Geçtiğim yerleri ta’dâda mahal yok şimdi. Uzanıp sonra Buhârâ’ya, Semerkand’e kadar; Eski Dünyâ’da bakındım ki ne âlemler var? Sormayın gördüğüm âlemleri, hiç söylemeyim: Yâdı temkînimi sarsar da kan ağlar yüreğim. O Buhârâ, o mübârek, o muazzam toprak; Zilletin koynuna girmiş uyuyor müstağrak! İbni Sînâ’ları yüzlerce doğurmuş iklîm, Tek çocuk vermiyor âgûşuna ilmin, ne akîm! O rasad-hâne-i dünyâ, o Semerkand bile; Öyle dalmış ki hurâfâta o mâzîsiyle: Ay tutulmuş, «Kovalım şeytanı kalkın! » diyerek, Dümbelek çalmada binlerce kadın, kız, erkek! Bu havâlîde cehâlet ne kadar çoksa, nifâk, Daha salgın, daha dehşetli... Umûmen ahlâk, -«Pek bozuk» az gelecek- nâmütenâhî düşkün! Öyle murdârını görmekte ki insan fuhşün; Bırakın söylenemez: Mevki’imiz câmi’dir; Başka yer olsa da tafsîle hayâ mâni’dir. Ya ta’assubları? Hiç sorma, nasıl maskaraca? O, uzun hırkasının yenleri yerlerde, hoca, Hem bakarsın eşi yok dîne teaddîsinde, Hem ne söylersen olur dîni hemen rencîde! Milletin hayrı için her ne düşünsen: Bid’at; Şer’i tağyîr ile, terzîl ise -hâşâ- Sünnet! Ne Hudâ’dan sıkılırlar, ne de Peygamber’den. Bu ilimsiz hocalardan, bu beyinsizlerden Çekecek memleketin hâli ne olmaz, düşünün! Sayısız medrese var gerçi Buhârâ’da bugün... Okunandan ne haber? On para etmez fenler, Ne bu dünyâda soran var, ne de ukbâda geçer! Üdebâ doğrusu pek çok, kimi görsen: Şâir. Yalınız, şi’rine mevzû iki şeyden biridir: Koca millet! Edebiyyâtı ya oğlan, ya karı... Nefs-i emmâre hizâsında henüz duyguları! Sonra tenkîde giriş: Hepsi tasavvufla dolu: Var mı sûfiyyede bilmem ki ibâhiyye kolu? İçilir, türlü şenâ’atler olur, bî-pervâ; Hâfız’ın ortada Dîvân’ı kitâbü’l-fetvâ! «Gönül incitme de keyfin neyi isterse becer! » Urefâ mesleği; a’lâ, hem ucuz, hem de şeker! Şu kadar var ki şebâbında ufak bir gayret Başlamış... Bir gün olup parlayacaktır elbet. O zaman işte şu toprak yeniden işlenerek, Bu filizler gibi binlerle fidan besleyecek. Çin’de, Mançurya’da din bir görenek, başka değil. Müslüman unsuru gâyet geri, gâyet câhil. Acabâ meyl-i teâlî ne demek onlarca? «Böyle gördük dedemizden» sesi milyonlarca Kafadan aynı tehevvürle bakarsın, çıkıyor! Arş-ı âmâli bu ses tâ temelinden yıkıyor. Görenek hem yalınız Çin’de mi salgın; nerde! Hep musâb âlem-i İslâm o devâsız derde. Getirin Mağrib-i Aksâ’daki bir müslümanı; Bir de Çin Sûru’nun altında uzanmış yatanı; Dinleyin her birinin rûhunu: Mutlak gelecek, «Böyle gördük dedemizden! » sesi titrek, titrek! «Böyle gördük dedemizden! » sözü dînen merdûd; Acabâ sâha-i tatbîki neden nâ-mahdûd? Çünkü biz bilmiyoruz dîni. Evet, bilseydik, Çâre yok, gösteremezdik bu kadar sersemlik. «Böyle gördük dedemizden! » diye izmihlâli Boylayan bir sürü milletlerin olsun hâli, İbret olmaz bize, her gün okuruz ezber de! Yoksa, bir maksad aranmaz mı bu âyetlerde? Lâfzı muhkem yalınız, anlaşılan, Kur’ân’ın: Çünkü kaydında değil hiçbirimiz ma’nânın: Ya açar Nazm-ı Celîl’in, bakarız yaprağına; Yâhud üfler geçeriz bir ölünün toprağına. İnmemiştir hele Kur’ân, bunu hakkıyle bilin, Ne mezarlıkta okunmak, ne de fal bakmak için! Bu havâlîdekiler pek yaya kalmış dince; Öyle Kur’ân okuyorlar ki: Sanırsın Çince! Bütün âdetleri âyîn-i Mecûsî’ye karîb; Bir şehâdet getirirler, o da oldukça garîb. Yalınız, hepsi de hürmetle anar nâmınızı. Hiç unutmam, sarılıp hırkama bir Çinli kızı, Ne diyor anlamadım, söyledi birçok şeyler; Sonra me’yûs olarak ağladı... Bîçâre meğer, Bana Sultân’ı sorarmış da, «Nasıldır? » dermiş; Yol yakın olsa imiş, gelmeyi isterlermiş! Sorunuz, şimdi Japonlar da nasıl millettir? Onu tasvîre zafer-yâb olamam, hayrettir! Şu kadar söyleyeyim: Dîn-i mübînin orada, Rûh-i feyyâzı yayılmış, yalınız şekli Buda. Siz gidin, safvet-i İslâm’ı Japonlarda görün! O küçük boylu, büyük milletin efrâdı bugün, Müslümanlık’taki erkânı siyânette ferîd; Müslüman denmek için eksiği ancak tevhîd. Doğruluk, ahde vefâ, va’de sadâkat, şefkat; Âcizin hakkını i’lâya samîmî gayret; En ufak şeyle kanâ’at, çoğa kudret varken; Yine ifrât ile vermek, veren eller darken; Kimsenin ırzına, nâmûsuna yan bakmayarak, Yedi kat ellerin evlâdını kardeş tanımak; «Öleceksin! » denilen noktada merdâne sebat; Yeri gelsin, gülerek, oynayarak terk-i hayat; İhtirâsât-ı husûsiyyeyi söyletmeyerek, Nef’-i şahsîyi umûmunkine kurbân etmek; Daha bunlar gibi çok nâdire gördüm orada... Âdem’in en temiz ahfâdına mâlik bir ada. Medeniyyet girebilmiş yalınız fenniyle... O da sâhiplerinin lâhik olan izniyle. Dikilip sâhile binlerce basîret, im’ân; Ne kadar maskaralık varsa kovulmuş kapıdan! Garb’ın eşyâsı, eğer kıymeti hâizse yürür; Moda şeklinde gelen seyyie gümrükte çürür! Gece gündüz açık evler, kapılar mandalsız; Herkesin sandığı meydanda, bilinmez hırsız. Ya o mahviyyeti insan göremez bir yerde... «Togo»nun umduğunuz tavrı mı vardır? Nerde! «Gidelim! » der, götürür; sonra gelip tâ yanıma; Çay boşaltırdı ben içtikçe hemen fincanıma. Müslümanlık, sanırım parlayacaktır orada; Sâde Osmanlılar’ın gayreti lâzım arada. Misyonerler, gece gündüz yeri devretmedeler, Ulemâ vahy-i İlâhî’yi mi bilmem, bekler? . Hind’i baştan başa gezmekti murâdım, lâkin, Nerde olsam, beni ta’kîbi yüzünden polisin, Tâkatim bitti de vazgeçmede muztar kaldım; Kaldım amma yine her mahfile az çok daldım! Besliyormuş, bereket versin, o iklîm-i kadîm, «Rahmetullâh»a muâdil daha yüzlerce hakîm, Rûh-i edyânı görür, hikmet-i Kur’ân’ı bilir Ulemâ var ki: Huzûrunda bugün Garp eğilir. Hele hayran kalır insan yetişen gençlere de: Bunların birçoğu tahsîl eder İngiltere’de; Sonra dindaşlarının rûhu olur, kalbi olur, Çünkü azminden, ölüm çıksa, o dönmez, sokulur. Öyle maymun gibi taklîde özenmek bilmez; Hiss-i milliyyeti sağlamdır onun, eksilmez. Garb’ın almışsa herif, ilmini almış yalnız, Bakıyorsun: Eli san’atli, fakat, tırnaksız! Fuhşu yok, içkisi yok, himmeti yüksek, gözü tok; Şer’-i ma’sûma olan hürmeti bizlerden çok. Böyle evlâd okutan milletin istikbâli, Haklıdır almaya âgûşuna istiklâli. Yarın olmazsa, öbür gün alacaktır mutlak... Uzak olmuş ne çıkar? Var ya bir âtî ona bak! . Haydarâbâd’a giderken, beni teşyîe gelen Mîzebânın ne hazin çıktı şu ses kalbinden: «Âh biz hayra yarar unsur-i îman değiliz... Hind’in İslâm’ını pek Türk’e kıyâs etmeyiniz. Onların rûh-i şehâmetle coşan kanları var; Bizde yok öyle samîmî asabiyyet, o damar. Bu ağır zillete ukbâya kadar mahkûmuz... Duymuyor çektiği hüsranları zîrâ çoğumuz! Varsa ümmîdimiz Osmanlılar’ın şevketidir. Onu bir kerre işitsek... Bu sa’âdet yetişir.». Beni ağlattı herif. Lâkin onun genç oğlu, Dedi: «Yok, öyle değil; sîne-i millette dolu, Galeyân emrine âmâde, hamiyyetli yürek; Şu kadar var ki henüz kendini göstermeyecek. Geçiyor şimdi esâretle deyip eyyâmı, Müslümanlar gibi mâzîsi büyük bir kavmi, Ebedî zillete mahkûm edemem doğrusu ben. Daha bîçâre miyiz yoksa Mecûsîlerden? Diyeceksin ki: Asırlarca sefîlâne hayat, Söndürür meyl-i me’âlîyi nihâyet... Heyhat! Göz yumulmakla kör olmaz; külün altında ateş, Ne kadar kalsa bunalmaz: Hele bir aç, hele eş! Şunu öğretti ki İngiltere tahsîli bana: Milletin, memleketin böyle sefîl olmasına Bir sebep varsa, havâssın geriden bakmasıdır... Yoksa, Şark’ın bu zekî unsuru her feyzi alır. Müslümanlık gibi, mâhiyyeti cidden yüksek, Sonra, vicdanları bir nefhada tehyîc edecek, Dîn-i fıtrîdeki bir milleti irşâda ne var? Daha yüksek mi aceb Şark’ı ezen fıtratlar, Kàbiliyyetçe? Hayır, ben buna aslâ kanmam. Adam ister yalınız etmeye bir kavmi adam! Doğru yol işte budur, gel, diye sen bir yürü de, O zaman bak ne koşanlar göreceksin sürüde! Evvelâ beynine bir fikr-i nezîh aşlayarak; Hangi bir müslümanın göğsüne tuttumsa kulak; Şunu duydum ki: Onun, hiç sesi çıkmaz, kalbi, En temiz hissile vurmakta çocuk kalbi gibi. Sîneler gayzını fâş etmeye dursun varsın; Vakti gelsin, o zaman var mı yürek, anlarsın! » Haydarâbâd’a yetiştim ki, bütün Hindistan, «Verdi Kànûn-i Esâsî’yi nihâyet Sultan! » Diye birdenbire çalkandı. İnan, kàbil mi? Hiç o binlerce havâtır kemirirken içimi, Bir cılız «belki! » nasıl hepsini tenkîl etsin? Ansızın başladı beynimde ümîdin, ye’sin, Doğduğumdan beri hiç görmediğim bir harbi... O ne müdhiş helecanlardı aman yâ Rabbi! Verdi Kànûn-i Esâsî... Bu, çıkar rü’yâ mı? Yok canım öyle değil: Milletin istirhâmı, Şekl-i tehdîd alıvermiş, o da muztar kalmış... Hangi millet acabâ? Her ne işitsen yanlış. Cûşa geldikçe fakat aynı terâneyle cihan, Görür oldum dönen işlerde yedu’llâhı nihan. Bu ne şâhın işi, yâ Rab, ne sipâhın kârı... Bu senin kudretinin havsala-çâk esrârı! Yurdumun gülmeyen evlâdını artık güldür... Ağladım sonra çocuklar gibi hüngür hüngür. Azıcık rûhuma, a’sâbıma geldikte sükûn, Döndü vaz’iyyeti birdenbire, baktım, yolumun: Bir gün evvel yetişip dalmak için sînenize, Boyladım sâhili, sâhilden açıldım denize.. Gemi enginde iken bende de engindi hayâl; Kevser içmiş sofunun hâline benzer bir hâl! Ömrü haybetle cehennemde geçen hâne-harâb, Verseler cenneti şaşkın gibi çekmez ya azâb; Ben de rûhumdaki zulmetleri artık koğdum; En büyük hasmım olan ye’si nihâyet boğdum. Bahr-i Umman’da henüz çalkanıyormuş tekne... Attı hülyâ beni tâ Marmara sâhillerine! Görüyordum, iki üç bin mil açıktan bakarak, Şu sizin kapkara İstanbul’u, kardan daha ak. Parlıyor alnı uzaktan ayın on dördü gibi; Gülüyor: İşvesinin câzibeler müncezibi. Ne gezer şimdi o zillet, o sefâlet? Heyhât! Bu ne müdhiş azamet, oh, ne müdhiş dârât! Sayısız mektep açılmış: Kadın, erkek okuyor; İşliyor fabrikalar, yerli kumaşlar dokuyor. Gece gündüz basıyor millete nâfi’ âsâr; Âdetâ matba’alar bir uyumaz hizmetkâr. Mülkü baştan başa i’mâr edecek şirketler; Halkın irşâdına hâdim yeni cem’iyyetler, Durmayıp iş buluyor, gösteriyor, uğraşıyor; Gemiler sâhile boydan boya servet taşıyor.... Hasır üstünde bu rü’yâları görmekte iken, İki mel’un gözün altında ayıldım birden: Müslüman düşmanı bir Rus tanırım çoktandır... Nerde görsem, kaçarım, çiftelidir çünkü katır! Hele Osmanlılar’ın nâmı anıldıkça biter; Ne eyer kàbil olur sırtına vurmak, ne semer! Rusya’dayken beni gördükçe gelir, derdi: «İmam, Oku sen yoksa işin... Öldü sizin Hasta Adam! Çıkmıyor vâris-i meşrû’u da bizden başka...» Beni kaç kerreler ağlattı bu hınzırca şaka! Yine lâhavle deyip geçmede kaldım muztar; Çünkü altüst olacak bunca tasavvurlar var... İşte hülyâlarımın canlı yerindeyken, of, Nüksedip karşıma çıkmaz mı o illet Moskof! Gözlerim çoktan açık olmasa, derdim: Kâbûs... İyi amma nereden bitti bu kurnaz câsûs? Ayak üstünde dikilmiş, gözümün tâ içine Bakıyor, hem de o şimşek gibi gözlerle yine! . — Çelebim, gel bakalım, gel... Dikilip durma, çay iç... Hasta canlandı, ne dersin? Bunu ummazdın a hiç... Kahraman milleti gördün ya: Biraz silkindi, Leş yiyen kargaların sesleri birden dindi! Eski sevdâları, kàbilse, unutsun Ruslar... — Ne dedin? Anlamadım! Hey gidi hülyâcı Tatar! Kahraman milleti gördün... dediğin Türkler mi? Sana söylersem eğer, şimdi, düşündüklerimi, Ebediyyen bu hayâlâta vedâ eylersin. — Ya senin votkacılardan mı hayır beklersin? — Hasta canlandı, o iş bitti, diyorsun; heyhat! Olamaz böyle sefîl ümmet için hakk-ı hayat. Duyulan nağme-i hürriyyet onun son nefesi! Yaşamaz yoksa emîn ol ki bu barbar çetesi, Medenî Avrupa’nın dâmen-i irfânında; Asya’nın belki o kumluk Arabistân’ında, Lâşe hâlindeki bir devlete vardır medfen.... Anlıyordum ki: Herif çatlayacak ye’sinden. İntikàmın olamaz böyle müsâid sırası, Diye; nerdeyse bulup hasmımın artık yarası, Başladım deşmeye. Lâkin bu cedel başlayalı, Dinliyormuş bizi şâhin gibi bir Afganlı. Vâkıâ Rusça konuştuk, yine külhâni, fakat, Seslerin tavrına çoktandır edermiş dikkat. Çay semâverlerinin hepsini birden yıkarak, Rus’u gırtlaklayıvermez mi? Aman, etme, bırak! Demeden şaşkını yağmur gibi ıslattı hacı! Ne tuhaftır ki: Zuhûr etmedi bir da’vâcı. Etse zâten ne çıkar? Hak zıpırındır yalnız; Dövülen mahkemelerden kovulur, çünkü cılız! Bir de İstanbul’a geldim ki: Bütün çarşı, pazar Na’radan çalkanıyor! Öyle ya... Hürriyyet var! Galeyan geldi mi, mantık savuşurmuş... Doğru:Vardı aklından o gün her kimi gördümse zoru. Kimse farkında değil, anlaşılan, yaptığının; Kafalar tütsülü hülyâ ile, gözler kızgın. Sanki zincirdekiler hep boşanıp zincirden, Yıkıvermiş de tımarhâneyi çıkmış birden! Zurnalar şehrin ahâlîsini takmış peşine; Yedisinden tutarak tâ dayanın yetmişine! Eli bayraklı alaylar yürüyor dört geçeli; En ağır başlısının bir zili eksik, belli! Ötüyor her taşın üstünde birer dilli düdük. Dinliyor kaplamış etrâfını yüzlerce hödük! Kim ne söylerse, hemen el vurup alkışlanacak... — Yaşasın! — Kim yaşasın? — Ömrü olan. — Şak! Şak! Şak! Ne devâirde hükûmet, ne ahâlîde bir iş! Ne sanâyi’, ne maârif, ne alış var, ne veriş. Çamlıbel sanki şehir: Zâbıta yok, râbıta yok; Aksa kan sel gibi, bir dindirecek vâsıta yok. «Zevk-i hürriyyeti onlar daha çok anlamalı» Diye mekteplilerin mektebi tekmil kapalı! İlmi tazyîk ile ta’lîm, o da bir istibdâd... Haydi öyleyse çocuklar, ebediyyen âzâd! Nutka gelmiş öte dursun hocalar bir yandan... Sahneden sahneye koşmakta bütün şâkirdan. Kör çıban neşterin altında nasıl patlarsa, Hep ağızlar deşilip, kimde ne cevher varsa, Saçıyor ortaya, ister temiz, ister kirli; Kalmıyor kimseciğin muzmeri artık gizli. Dalkavuk devri değil, eski kasâid yerine, Üdebânız ana avrat sövüyor birbirine! Türlü adlarla çıkan nâ-mütenâhî gazete, Ayrılık tohmunu bol bol atıyor memlekete. İt yetiştirmek için toprağı gâyet münbit Bularak, fuhş ekiyor salma gezen bir sürü it! Yürüyor dîne beş on maskara, alkışlanıyor, Nesl-i hâzır bunu hürriyyet-i vicdan sanıyor! Kadın, erkek koşuyor borç ederek Avrupa’ya... Sapa düşmekte sizin şıklara, zannım, Asya! Hakk’a tefvîz ile üç tâne yetişmiş kızını; Taşıyanlar bile varmış buradan baldızını, Analık ilmi için Pâris’e, yüksünmeyerek... Yük ağır, ecri de nisbetle azîm olsa gerek! . Şüphesiz yıktı o hülyâları meşhûdâtım... Ama ben kendimi bir müddet için aldattım: Galeyandır... Galeyan geldi mi kalmaz mantık... Su bulanmazsa durulmaz... Hele sabret azıcık... İyi, lâkin ne kadar beklemiş olsan, işler, Eskisinden daha berbâd, iyileşmek ne gezer! Vatanın tâkati yoktur yeniden ihmâle: Dolu dizgin gidiyor baksana izmihlâle! Ey cemâat, uyanın, elverir artık uyku! Yok mu sizlerde vatan nâmına hiçbir duygu? Düşmeden pençesinin altına istikbâlin, Biliniz kadrini hürriyyetin, istiklâlin. Söyletip başka memâlikteki mahkûmîni... Hâkimiyyet ne imiş, öğreniniz kıymetini. Yoksa, onsuz ne şu dünyâ kalır İslâm’a, ne din... Kuşatır millet-i mahkûmeyi hüsrân-ı mübin. Müslümanlık sizi gâyet sıkı, gâyet sağlam, Bağlamak lâzım iken, anlamadım, anlayamam, Ayrılık hissi nasıl girdi sizin beyninize? Fikr-i kavmiyyeti şeytan mı sokan zihninize? Birbirinden müteferrik bu kadar akvâmı, Aynı milliyyetin altında tutan İslâm’ı, Temelinden yıkacak zelzele kavmiyyettir. Bunu bir lâhza unutmak ebedî haybettir. Arnavutluk’la, Araplık’la bu millet yürümez.. Son siyâset ise Türklük, o siyâset yürümez. Sizi bir âile efrâdı yaratmış Yaradan; Kaldırın ayrılık esbâbını artık aradan. Siz bu da’vâda iken yoksa, iyâzen-billâh, Ecnebîler olacak sâhibi mülkün nâgâh. Diye dursun atalar: «Kal’a, içinden alınır.» Yok ki hiçbir işiten... Millet-i merhûme sağır! Bir değil mahvedilen devlet-i İslâmiyye... Girdiler aynı siyâsetle bütün makbereye. Girmeden tefrika bir millete, düşman giremez; Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez. Bırakın eski hükûmetleri, meydandakiler Yetişir, şöyle bakıp ibret alan varsa eğer. İşte Fas, işte Tunus, işte Cezâyir, gitti. İşte Îrân’ı da taksîm ediyorlar şimdi. Bu da gâyetle tabî’î, koşanındır meydan; Yaşamak hakkını kuvvetliye vermiş Yaradan. Müslüman, fırka belâsıyle zebun bir kavmi, Medenî Avrupa üç lokma edip yutmaz mı? Ey cemâat, yeter Allâh için olsun, uyanın... Sesi pek müdhiş öter sonra kulaklarda çanın! Arzı oynattı yerinden yıkılırken Îran... Belki bir kıl bile ürpermedi sizden, bu ne kan! Hiç sıkılmaz mısınız Hazret-i Peygamber’den, Ki uzaklardaki bir mü’mini incitse diken, Kalb-i pâkinde duyarmış o musîbetten acı? Sizden elbette olur rûh-i Nebî da’vâcı. Ey cemâat, uyanın! Yoksa, hemen gün batacak. Uyanın! Korkuyorum: Leyl-i nedâmet çatacak. Ne vapurlarla trenler sizi bîdâr etti! Ne de toplar bu derin uykuya bir kâr etti! Sizi kim kaldıracak, Sûr’u mu İsrâfîl’in? Etmeyin... Memleketin hâli fenâlaştı... Gelin! Gelin Allâh için olsun ki zaman buhranlı; Perdenin arkası -Mevlâ bilir amma- kanlı! Siz ki son lem’a-i ümmîdisiniz İslâm’ın, Dayanın gayzına artık medenî akvâmın! Şimdilik sulha sebep ordunuzun kuvvetidir; Bir de vaz’iyyet-i mülkiyyenizin kıymetidir. Bu tezebzüble o kuvvet de fakat sarsılacak... Çünkü isyanları bastırmaya me’mûr ancak! Ordu mâdâm ki efrâdını milletten alır; Milletin keşmekeşinden nasıl âzâde kalır? Öyledir, memleketin hâli düzelmezse eğer, Kışlalar evlere, asker de ahâlîye döner! Durmasın sonra kazan kaldıradursun ordu, Düşmanın safları çiğner bu mukaddes yurdu. Enbiyâ yurdu bu toprak; şühedâ burcu bu yer; Bir yıkık türbesinin üstüne Mevlâ titrer! Dışı baştanbaşa bir nesl-i kerîmin yâdı; İçi boydan boya milyonla şehîd ecsâdı. Öyle meşbû’-i şehâdet ki bu öksüz toprak: Oh, bir sıksa adam otları, kan fışkıracak! Böyle bir yurdu elinden çıkaran nesl-i sefil, Yerin üstünde muhakkar, yerin altında rezil! Hem vatan gitti mi, yoktur size bir başka vatan; Çünkü mîrasyedi sâil kovulur her kapıdan! Göçebeyken koca bir devlete kurmuş bünyâd; Çerge hâlinde mi görsün sizi kalkıp ecdâd? «Çerge hâlinde...» dedim... Korkarım ondan da tebâh: Saltanat devrilecek olsa, iyâzen-billâh, Öyle iğrenç olacak âkıbetin manzarası! Ki tasavvur bile vicdanlar için yüz karası! Azıcık bilmek için kadrini istiklâlin, Bakınız çehre-i meş’ûmuna izmihlâlin: Yarılıp sanki zemin uğrayıvermiş, yer yer, Bin sefîl ordu ki efrâdı: Bütün âileler. Hepsi aç, bir paralar yok, kadın erkek çıplak; Sokağın ortası ev, kaldırımın sırtı yatak! Geziyor çiğneyerek bunları yüzlerce köpek, Satılık cevher-i nâmûs arıyor: Kâr edecek! Sen işin yoksa namaz kılmak için mescid ara... Kimi câmi’lerin artık kocaman bir opera; Kiminin göğsüne Haç, boynuna takmışlar çan, Kimi olmuş balo vermek için a’lâ meydan! Vuruyor bando şu karşımda duran minberde; O, sizin secdeye baş koyduğunuz, mermerde, Dişi, erkek, bir alay murdar ayak dans ediyor; İşveler, kahkahalar kubbeyi gümbürdetiyor! Avlu baştan başa binlerce dilenciyle dolu... Eski sâhipleri mülkün kapamışlar da yolu, El açıp yalvarıyorlar yeni sâhiplerine! .......................................................... .......................................................... ........................................................... Bu sizin ağlamanız benzedi bir dîgerine: Endülüs tâcı elinden alınan bahtı kara, Savuşurken, o güzel mülkü verip ağyâra, Tırmanır bir kayanın sırtına, etrâfa bakar. Bırakıp çıktığı cennet gibi zümrüt ovalar, Başlar ağlatmaya bîçâreyi hüngür hüngür! Karşıdan Vâlide Sultan bunu pek haklı görür, Der ki: «Çarpışmadın erkek gibi düşmanlarla; Şimdi, hiç yoksa, kadınlar gibi olsun ağla! ». Bırakın mâtemi, yâhu! Bırakın feryâdı; Ağlamak fâide verseydi, babam kalkardı! Göz yaşından ne çıkarmış? Niye ter dökmediniz? Bâri müstakbeli kurtarmaya bir azm ediniz. Ye’se hiç düşmeyecek zerrece îmânı olan; Sâde siz derdi bulun, sonra kolaydır derman.. Sizde erbâb-ı tefekkürle avâmın arası Pek açık. İşte budur bence vücûdun yarası. Milletin beyni sayarsak mütefekkir kısmı, Bilmemiz lâzım olur halkı da elbet cismi. Bir cemâat ki dimâğında dönen hissiyyât, Cismin a’sâbına gelmez, durur âheng-i hayât; Felcin a’râzını göstermeye başlar a’zâ. Böyle bir bünye için vermeli her hükme rızâ.. Mütefekkir geçinenler ne diyor sizde bakın: «Medeniyyette teâlîsi umûmen Şark’ın, Yalınız bir yolu ta’kîb ederek kàbildir; Başka yollarda selâmet gözeten gâfildir. Bakarak hangi zeminden yürümüş Avrupalı, Aynı izden sağa, yâhud sola hiç sapmamalı. Garb’ın efkârını mâl etmeli Şark’ın beyni; Duygular çıkmalı hep aynı kalıptan; ya’ni: İçtimâî, edebî, hâsılı her mes’elede, Garb’ı taklîd edemezsek, ne desek beyhûde. Bir de din kaydını kaldırmalı, zîrâ o belâ, Bütün esbâb-ı terakkîmize engel hâlâ! ». Gelelim şimdi, ne merkezde avâmın hissi... Şüphe yoktur ki tamâmiyle bu fikrin aksi: Görenek neyse, onun hükmüne münkàd olarak, Garb’ın efkârını, âsârını düşman tanımak; Yenilik nâmına vahy inse kabûl eylememek. Şöyle dursun o teceddüd ki dışardan gelecek, Kendi milliyyetinin kendi muhîtinde doğan, Yerli, hem haklı teceddüdlere hattâ udvan! Müşterek hissi budur işte avâmın sizde.. Mütefekkirleriniz tuttuğu yanlış izde, Öyle saplandı ki aldırmadı bir başkasına. Hiç o gitsin de dönüp bakmayarak arkasına, Nâsın efkârı -ki efkâr-ı umûmiyye odur- Gitmesin kendi yolundan... Bu nasıl kàbil olur? Açılıp gitgide artık iki hizbin arası, Pek tabî’î olarak geldi nizâın sırası. Yıldırımlar gibi indikçe «beyin»den şiddet, Bir yanardağ gibi fışkırdı «yürek»ten nefret. Öyle müdhiş ki husûmet: Mütefekkir tabaka, Her ne söylerse fenâ gelmede artık halka; Hem onun zıddını yapmak ebedî mu’tâdı. Bir felâket bu gidiş... Lâkin işin berbâdı: Mütefekkir geçinenlerdeki taşkınlıktan, Geldi efkâr-ı umûmiyyeye mühlik bir zan: «Bu fesâdın başı hep fen okumaktır.» dediler; Onu mahvetmeye kalkıştılar artık bu sefer. Niye ilmin adı yok koskoca millette bugün? Çünkü efkâr-ı umûmiyye aleyhinde bütün; Çünkü yerleşmek için gezdiği yerlerde fünûn, Önce gâyetle büyük hürmet arar, sonra sükûn. Asr-ı hâzırda geçen fenlere sâhip denecek, Bir adam var mı yetişmiş içinizden, bir tek? Mütefennin tanılan üç kişinin kıymeti de, Münhasır anlamadan, dinlemeden taklîde. Kim mesâîsini bir gâyeye vardırdı, hani? Gösterin pâye-i tahkîke teâlî edeni? Nazariyyâta boğulmakla geçen ömre yazık; Amelî kıymetidir kıymeti ilmin artık. Bu hakîkatleri lâkin kim okur, kim dinler? Sivrilen zübbelerin hepsi beş on söz beller, Düşünür «Dîni nasıl yıkmalı bunlarla? » diye. Böyle bir maksad için çok bile i’dâdiyye! Üdebânız hele gâyetle bayağ mahlûkàt... Halkı irşâd edecek öyle mi bunlar? Heyhât! Kimi Garb’ın yalınız fuhşuna hasbî simsar; Kimi, Îran malı der, köhne alır, hurda satar! Eski dîvanlarınız dopdolu oğlanla şarab; Biradan, fâhişeden başka nedir şi’r-i şebab? Serserî: Hiç birinin mesleği yok, meşrebi yok; Feylesof hepsi; fakat pek çoğunun mektebi yok! Şimdi Allâh’a söver... Sonra biraz bol para ver: Hiç utanmaz, Protestanlara zangoçluk eder! O benim en ebedî hasmım olan Rusya bile, Hakkı teslîm edelim! Hiç de değildir böyle. Mütefenninleri tâ keşfe kadar tırmanıyor; Edebiyyâtı anıldıkça zemin çalkanıyor. Kudretim yetse eğer, on yedisinden yukarı, Üdebâ nâmına kim varsa, huduttan dışarı Atarım taktırarak boynuna bah-nâmesini; Okuyan yaftayı elbette çıkarmaz sesini. Sonra bir tarz-ı telâfî bulurum: -gerçi garib- Konturat akdederek Rusya’dan on onbeş edib, Getirir, yazdırırım millet için birçok eser! . Gâlibâ bahsi değiştirdi bu müz’ic sözler... Nerde kaldıktı? Evet, ortada bir pis uçurum, Var ki, günden güne dehşetleniyor, korkuyorum, -Kapatılmazsa gelip bir yere şâyet efkâr- Olmasın millet-i merhûmeye bir kanlı mezâr. Hem o hüsrân-ı müebbeddeki mes’ûliyyet, Mütefekkirlere râci’ kalacaktır elbet. Başı boş kaldı mı, zîrâ, şaşırıp ber-mu’tâd, Bulamaz kendiliğinden yolu aslâ efrâd. Yalınız gösterilen yol tutacak yolsa gider; Hissidir çünkü onun azmine dâim rehber. Mütefekkirleriniz anlamıyorlar sanırım, Ki çemenzâr-ı terakkîde atılmış her adım, Değişir büsbütün akvâma, cemâ’âte göre; Başka bir kavmin izinden yürümek, çok kerre, Âdetâ mühlik olur; sonra ne var, her millet, Gözetir seyr-i tekâmülde birer ayrı cihet. Bir de hâtırlamıyorlar ki, umûmen beşerin, Dâimâ koştuğu son maksada yükselmek için; Tutacak silsile akvâma değildir hep bir; Belki her millet için ancak o «mâhiyyet»tir, Ki kopar kendisinin rûh-i umûmîsinden. Şimdi, bir kavmin içinden mütefekkir geçinen Zümre, evvelce bu «mâhiyyet»i takdîr ederek, Sonra kaç safhası mevcûd ise tenvîr ederek, Çekecek oldu mu önden o İlâhî feneri; Arkasından da cemâat yürür artık ileri. Rûhudur çünkü karanlıkta elinden yedecek, Yolcu şaşkın mı ki dursun, mütemâdî gidecek.. Mütefekkirleriniz dîni de hiç anlamamış; Rûh-i İslâm’ı telâkkîleri gâyet yanlış. Sanıyorlar ki: Terakkîye tahammül edemez; Asrın âsâr-ı kemâliyle tekâmül edemez. Bilmiyorlar ki: Ulûmun ezelî dâyesidir, Beşerin bir gün olup yükselecek pâyesidir. Mündemic sîne-i sâfında bütün insanlık... Bunu teslîm eder insâfı olanlar azıcık. Müslüman unsuru gâyet mütedennî, doğru, Şu kadar var ki değildir bu, onun mahzûru. «Müslümanlık» denilen rûh-i İlâhî, arasak, «Müslümânız» diyen insan yığınından ne uzak! Dîni tedkîk edeceksek, dönelim haydi geri; Alalım neş’et-i İslâm’a yakın bir devri: O ne dehşetli terakkî, o ne müdhiş sür’at! Öyle bir hârika gösterdi mi insâniyyet? Devr-i fetrette kalan, hem de asırlarca kalan; Vahşetin, gılzetin a’mâkına daldıkça dalan; Gömerek dipdiri evlâdını kum çöllerine, Bunda bir neşve duyan hiss-i nedâmet yerine! Önce dağdan getirip yonttuğu taş parçasını, Sonra hâlik tanıyan bir sürü vahşî yığını; Nasıl olmuş da, otuz yılda otuz bin senelik Bir terakkî ile dünyâya kesilmiş mâlik? Nasıl olmuş da o fâzıl medeniyyet, o kemâl, Böyle bir kavmin içinden doğuvermiş derhâl? Nasıl olmuş da zuhûr eyleyebilmiş Sıddîk! Nereden gelmiş o Haydar’daki irfân-ı amîk? Önce dehşetli zıpırken, nasıl olmuş da, Ömer, Sonra bir adle sarılmış ki: Değil kâr-ı beşer? Hâil olsaydı terakkîye eğer Şer’-i mübîn, Devr-i mes’ûd-kudûmuyle giren Asr-ı Güzîn, En büyük bir medeniyyetle mi eylerdi zuhûr? Mündemic olmasa rûhunda onun nâ-mahsûr Bir tekâmül, o kadar hârika nerden doğacak? . Mütefekkirleriniz, anlaşılan, pek korkak, Yâhud ahmak... İkisinden bilemem hangisidir? Sanıyorlar ki: «Bugün Avrupa tekmil kâfir. Mütedeyyin görünürsek, diyecekler, barbar! “Libri pansör” geçinirsek, değişir belki nazar.». Şark’ı baştan başa yıllarca dolaştım, gezdim; Hem de oldukça görürdüm... Kafa gezdirmezdim! Bu Arap’mış, bu Acem’miş, bu Tatar’mış, demedim. Müslüman unsurunun hepsini gördüm kendim. Küçük âdemlerinin rûhunu tedkîk ettim. Büyük âdemlerinin fikrini ta’mîk ettim. İstedim sonra, neden böyle Japonlar yüksek? Nedir esbâb-ı terakkîsi? Yakından görmek. Bu uzun boylu mesâî, bu uzun boylu sefer, Bir kanâat verecekmiş bana dünyâda meğer. O kanâat da şudur:. Sırr-ı terakkînizi siz, Başka yerlerde taharrîye heveslenmeyiniz. Onu kendinde bulur yükselecek bir millet; Çünkü her noktada taklîd ile sökmez hareket. Alınız ilmini Garb’ın, alınız san’atini; Veriniz hem de mesâînize son sür’atini. Çünkü kàbil değil artık yaşamak bunlarsız; Çünkü milliyyeti yok san’atin, ilmin; yalnız, İyi hâtırda tutun ettiğim ihtârı demin: Bütün edvâr-ı terakkîyi yarıp geçmek için, Kendi «mâhiyyet-i rûhiyye»niz olsun kılavuz. Çünkü beyhûdedir ümmîd-i selâmet onsuz.. Sonra, dikkatlere şâyân olacak bir şey var: İnkişâfâtını bir milletin erbâb-ı nazar, Kocaman bir ağacın tıpkı çiçeklenmesine, Benzetirler ki, hakîkat, ne büyük söz bilene! Bu muazzam ağacın gövdesi baştan aşağı; Sayısız kökleri, tekmil dalı, tekmil budağı; Milletin sîne-i mâzîsine merbut, oradan Uzanıp gelmededir... Öyle yaratmış Yaradan. Bir cemâat ki: Nihâyet ona gelmez de iyi, Ağacın hey’et-i mecmûası, yâhud çiçeği, Ta gider, sîne-i milletten urup hâke serer; Milletin kendi olur işte o baltayla heder! İnkişâf etmesi âtîde de pek zordur onun: Çünkü meydanda kalan kütle yığınlarca odun! Hastalanmışsa ağaç, gösteriniz bir bilene; Bir de en çok köke baksın o bakan kimse yine. Aşılarken de vurun kendine kendinden aşı. Şâyed isterseniz ağcın donanıp üstü, başı, Benzesin tâze çiçeklerle bezenmiş geline; Geçmesin, dikkat edin, balta çocuklar eline! İşte dert, işte devâ, bende ne var? Bir tebliğ... Size âid sizi tahlîs edecek sa’y-i belîğ. Yâ İlâhî bize tevfîkini gönder... — Âmin! Doğru yol hangisidir, millete göster... — Âmin! Rûh-i İslâm’ı şedâid sıkıyor, öldürecek. Zulmü te’dîb ise maksûd-i mehîbin, gerçek, Nâra yansın mı berâber bu kadar mazlûmîn? Bî-günâhız çoğumuz... Yakma İlâhî! — Âmin! Boğuyor âlem-i İslâm’ı bir azgın fitne, Kıt’alar kaynayarak gitti o girdâb içine! Mahvolan âileler bir sürü ma’sûmundur, Kalan âvârelerin hâli de ma’lûmundur. Nasıl olmaz ki? Tezelzül veriyor Arş’a enîn! Dinsin artık bu hazin velvele yâ Rab! — Âmin! Müslüman mülkünü her yerde felâket vurdu... Bir bu toprak kalıyor dînimizin son yurdu! Bu da çiğnendi mi, çiğnendi demek Şer’-i mübîn; Hâk-sâr eyleme yâ Rab, onu olsun... — Âmin! Ve’l-hamdu li’l-lâhi Rabbi’l-âlemîn.... 15 Ramazan 1330 15 Ağustos 1328 (28 Ağustos 1912) Dalıver derinlere, derinler şekillensin Bugünkü eserinle yarınlar şekillensin Dedene şekil vermek senin elinde değil Öyle gayret göster ki torunlar şekillensin... 07.03.2006/Vakit Erenlere eş olayım Bu yola yoldaş olayım İçeyim sarhoş olayım Aymak elinden gelir mi . Alna yazılmış yazıyı Besili körpe kuzuyu Hakk'ın yazdığı yazıyı Bozmak elinden gelir mi. Dere tepe dümdüz olur Gece geçip gündüz olur Gökte kaç bin yıldız olur Saymak elinden gelir mi . Pir Sultan'ım der Hatayi Dilimiz söyler hatayı Pişmedik çiğ yumurtayı Soymak elinden gelir mi Aşksız ve paramparçaydı yaşam bir inancın yüceliğinde buldum seni bir kavganın güzelliğinde sevdim. bitmedi daha sürüyor o kavga ve sürecek yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek! . Aşk demişti yaşamın bütün ustaları aşk ile sevmek bir güzelliği ve dövüşebilmek o güzellik uğruna. işte yüzünde badem çiçekleri saçlarında gülen toprak ve ilkbahar. senmisin seni sevdiğim o kavga, sen o kavganın güzelliğimisin yoksa.... Bir inancın yüceliğinde buldum seni bir kavganın güzelliğinde sevdim. bin kez budadılar körpe dallarımızı bin kez kırdılar. yine çiçekteyiz işte yine meyvedeyiz bin kez korkuya boğdular zamanı bin kez ölümlediler yine doğumdayız işte, yine sevinçteyiz. bitmedi daha sürüyor o kavga ve sürecek yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek! . Geçtiğimiz o ilk nehirlerden beri suyun ayakları olmuştur ayaklarımız ellerimiz,taşın ve toprağın elleri. yağmura susamış sabahlarda çoğalırdık törenlerle dikilirdik burçlarınıza. türküler söylerdik hep aynı telden aynı sesten,aynı yürekten dağlara biz verirdik morluğunu, henüz böyle yağmalanmamıştı gençliğimiz.... Ne gün batışı ölümlerin üzüncüne ne tan atışı doğumların sevincine ey bir elinde mezarcılar yaratan, bir elinde ebeler koşturan doğa bu seslenişimiz yalnızca sana yaşamasına yaşıyoruz ya güzelliğini bitmedi daha sürüyor o kavga ve sürecek yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek! . Saraylar saltanatlar çöker kan susar birgün zulüm biter. menekşelerde açılır üstümüzde leylaklarda güler. bugünlerden geriye, bir yarına gidenler kalır bir de yarınlar için direnenler.... Şiirler doğacak kıvamda yine duygular yeniden yağacak kıvamda. ve yürek, imgelerin en ulaşılmaz doruğunda. ey herşey bitti diyenler korkunun sofrasında yılgınlık yiyenler. ne kırlarda direnen çiçekler ne kentlerde devleşen öfkeler henüz elveda demediler. bitmedi daha sürüyor o kavga ve sürecek yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek! Sabah geldi, tekmeleri ürküttü Sakin uykumu, beni halim saran, Uyanırken, sessiz kulübemde Giderken dağbaşı taze ruhumla; Şenlendim, her attığım adımla Yeni çiçeğe, dolu damlalarla salkan; Yeni gün yükselirken meftun, Ve herşey serinlendi, beni sevindirmek için. . Ve ben tırmanırken, çayırlar çınarından belirdi Bir sis çizgi, çizgi yukarı. Savuldu ve değindi, etrafımı çevirdi, Ve büyüdü bedenimi kanatlarcasına serdi: Güzel endamımı daha tadınamadan, Çevre kapandı üzerime solgun vualla; Hemen dökünmüş gördüm bulutlarla, Kendimi kendimle kapanmış buldum seherle. . Aniden güneş delercesine aydınlandı, Sis arasında berraklık görüle yazdı. Burada sakin düşekaldı; Bölündü yükselirken orman ve tepelerle. Nasılda ümitlendim, ona selam verebilmeye! Donuk tandan sonra iki kat daha güzel sandım. Havalı mücadele hala bitmemişti, Bir parıltı sardı ve gözlerim kamaştı. . Sonra, onları aç dercesine, İçimden soğukkanlı yeni bir dürtü geldi, Acele nazarlarla zorladım kendimi kabule, Çünkü herşey yanıyor ve yakıyordu. Baktım ki bulutlarla getiriliyor İlahi bir hatun, gözlerimin önüne, Öyle bir endam ki ömrümde görmedim; Bana baktı ve beklercesine öylece dolaştı. . Tanımıyormusun beni? dedi tek bir ağızla, Benden aktı sevgi ve vefa topraklara: Anımsarmısın beni, kimi yaralarda Hayatın pak merhemini döktüm? Tabi bilirsin beni, ben, ebedi bağ, Kalbin emel verir bana açıp kapanırken. Sen değilmiydin kor yürek çırpıntılarıyla Delikanlıyken bana özümsenirken? . Evet! diye haykırdım, mesut çökerken Yere doğru, çok uzun sezdim seni: Huzur verdin bana, genç uzuvlarımdan Hırs içimde molasız eşelenirken; Bana, enfes kuş tüyleriyle Sıcak günde alnıma su serptin; Bana alemin en iyi ihsanlarını verdin, Ve her saadeti senden gelen, sadece isterim! . Sana isim vermiyorum, gerçi çok bahsedilir senden Hatta fazlaca, ve herbiri kendinin bilir seni, Her göz sana nişanlanmış zanneder, Her birine ışıldaman olur hicran. Ah, dalalete düşmüşken, çok yoldaşım vardın, Şimdi seni tanımışken, sanki yapayalnızım: Ben ferahımı sadece kendimle paylaşmalıyım, Senin zarif parıltılarını örtüp kapatmalıyım. . Gülümsedi ve dedi ki: Bak, ne zekisin, Ne muhtaçsınız, biraz açığa çıkmaya! Güçbela ağır itham hayallerden emin, Ancak çocuksu arzulara hakim, Zannedersin yine insan üstüsün İhmal edersin erkeğin görevini icra etmeye! Başkalarından sen ne kadar farklısın? Tanı kendini, dünyayla huzurda yaşa! . Af et beni, dedim, niyetim iyimserdi! Gözlerimi beyhude mi açık tutmalıyım? Memnun bir istek yaşıyor kanımda, Senin nimetlerinin değerini biliyorum. Ötekilere içimde asil kor büyüyor, Ülküyü artık gömemem, istemiyorumda! Neden bu yolu o kadar özlemle aradım, Biraderlere onu göstermeyeceksem eğer? . Ve ben söylenirken, bana baktı yüce mahluk Bir nazarla, insaflı ve merhametli hoşgörüyle; Kendimi gözlerinde okuyabiliyordum, Hatamı ve kusurumu, ve doğrularımı. Hafifce güldü, o anda iyileşmiştim, Yeni hoşnutluklara ruhum vardı: Şimdi sağlam güvenlerle Ona yaklaşabildim, yanına bakınabildim. . Aniden elini uzattı çizgilerin içine Külfetsiz bulutlara ve kokulara rasgele; Ve kapınca onu, o tutturdu kendini, Çektirdi kendini, ve sis mis kalmadı. Gözüm yine ovada gezinebilirdin, Semaya bakındım, aydın ve celildi. Onu sadece en temiz tülü tutar gördüm, Onu saran ve binbir kıvrımlarla bürüyen. . Ben seni tanırım, tanırım zayıf taraflarını, Ben bilirim, ne gibi iyilikler içinde neşreder! -Dedi, sürekli böyle konuşur duyarım onu- Kabul eyle burada, sana çoktandır ayırdığımı! Mesut olana, hiçbir şeyden efkar dokunamaz, Eğer bu hediyeyi alırsa sessiz gönülle: Sabah muştusuyla örülmüş ve güneş berraklığı, Şiirlerin perdesi, hakikatlerin ellerinden müjde. . Ve seni ve arkadaşlarını bunaltırsa Öğleyin olunca, at onu havaya! Birazdan akşam esintisinin serinliği hışıldar, Etrafınızı buke-baharat kokuları sarar. Endişe ağrıları, toprak duygular, susar, Bulutlar yatağına dönüşür türbeler Sakinleşir herbir yaşam dalgası, Gün şefkatli olur, gece pırıldar. . Haydi gelin, dostlar, yollarınızda eğer Hayatın yükü ezercesine bastırıyorsa, Hattınızda bir tazecik yeni uğur varsa Çiçeklerle bezenmiş, altın meyvelerle süslenmiş, Beraber yarınki güne yürüyoruz! Böyle yaşıyoruz, böyle mutlu olunuyoruz. Ve sonra, torunlar bize yas ederlerken, Onların neşeşine aşkımız ulaşsın erken.. Çeviren: Musa Aksoy Dünyanın ağırlığına eklesek yıldızları ayı güneşi, Gene de ağır basarsın ey kalbim Ey kalbimin güneşi… l. ey imtiyazlı güzel, uyan derin uykudan hatırla bülbüllerin divane olduğunu. dün sabah seni görüp çarpılmış gökte güneş önce anlayamamış ona ne olduğunu. gönderince kalbime ışığını bu gece bildim bütün aşkların bahane olduğunu. şimdi ben de garip bir haldeyim, biçareyim şaşırdım ayın kime pervane olduğunu. ll rüzgarı senin için öpüyor dudaklarım bal rengine boyuyor yolları senin için. dehlizlerin dumanlı, küflü karanlığından aydınlığa çekiyor kulları senin için. misk-ü amber kokuyor çölün kalbinde zaman sim-ü zerle süslüyor kumları senin için. senin için ırmağa karışıyor denizler can meyvesi kırıyor dalları senin için. lll bülbül yine mey’ustu; vatan virandı gülüm uğrunda hayallerim bile yıprandı gülüm. Mecnun dahi Leyla’yı anmaz oldu yürekten güzeller güzeliydi; hani sultandı gülüm. yaşamak, sonsuzluğu tattı avuçlarından ölüm tomurcuklandı; kabir uyandı gülüm. bir kafdağı kalmıştı varlığından bihaber seni görünce, o da tutuşup yandı gülüm. Geceyle parlayan gözleri vardi, Cesurdu, cesurdu ziyade. Nasil ki çekti bizi, Istifade.. Karanlik magaranin kapisinda durduk, Geçerken biraktik tasi. Sustu büyük bagirmasinda, Gecelerin ve ormanlarin sirdasi.. Artik bizim gibi degil, Su içmez, kimildamaz. Uyanikligi hiç yok, Uykusu az.. Öyle garip ve öyle sade, Süsler yapacagiz süslerinden. Tüyleri gibi aydinlik, Ve bir sey görmeyen.. Hazir, etrafin düsmanliginda, Zaferin bitmez tükenmez yemegi. Aklimizin, korkumuzun, ellerimizin, Beraber yiyecegi ! Ey çalgıcı, şu gazeli oku: Ben sevgiliden geçtim, de. Gülden, dikenden geçtim, tövbe ettim, de.. Bir gün sarhoştum, bir gün şöyle böyle. İkisinden de yudum elimi. Baktım na buraya kadar tövbenin içindeyim, dedim tövbelerime tövbe.. Bu köyün şarapçısı hani nerede? Çabuk şu şağrağı doldursun. Ar da neymiş, namus da ne?. Körkütük olmuşum, körkütük işte, sıcağa, soğuğa tövbe etmişim, yaşa, kuruya tövbe.. Gel çalgıcı, gel, ben yolumdan çıkmışım bikere. Sen bilirsin yolunu, al çalgıyı, vur tele.. Gönlüm benim paramparça. Bir çare derdime, bir çare. Göster kendini, çık ortaya, gecemizi aydınlat.. Çok karanlık, çok. Benden selâm olsun Koç Köroğlu’na Şimdi devir başka, zaman değişti. Karga konar kır atların beline Arpa bulunmuyor, saman değişti. . Gayri ne Kenan var, ne Demircoğlu Tarihe karıştı, Ayvaz’la Hoylu Herkes Bolu Beyi, her taraf Bolu Yiğitlik kalmadı, insan değişti. . Sır tutmuyor suya giden testiler Kılınçları müzelere astılar Çamlıbel’in çamlarını kestiler Dağlar çıplak kaldı, orman değişti. . Kale yoktur, ok atılmaz burçlardan İnsanoğlu yüksek uçar kuşlardan Boz tavşanlar haraç alır kurtlardan Erlik başkalaştı, meydan değişti. . Ninnocular çadır kurdu düzlere “Avare mu” sedef oldu sazlara Benzerimiz hiç kalmadı sizlere Caz müziği çıktı, makam değişti.. Kervan geçmez, uçurdular hanları Hile satar asrın bezirgânları Banka kurup biriktirdik kanları Dertler yenilendi, derman değişti. . Günden güne küçülüyor Arzımız Şimdi ise Aya gitmek arzumuz Feza elbisesi diker terzimiz Gökleri fethettik, mekân değişti.. Tat bozuldu, küp kokutur turşular Haydutlara yatak oldu çarşılar Şişkin cüzdan bin belâyı karşılar Boynuzlar gürz oldu, kalkan değişti.. (Vur Emri) Şol cennetin ırmakları Akar Allah deyü deyü Çıkmış İslam bülbülleri Öter Allah deyü deyü. Salınır Tüba dalları Kuran okur hem dilleri Cennet bağının gülleri Kokar Allah deyü deyü. Aydan arıdır yüzleri Şekerden tatlı sözleri Cennetteki huri kızları Gezer Allah deyü deyü. Kimler yeyip kimler içer Hep melekler rahmet saçar İdris Nebi hulle biçer Sabhanallah deyü deyü. Yunus Emre var yarına Koma bu günü yarına Yarın Hakkın divanına Varam Allah deyü deyü Kadın kendini gösterdi usulcana Çekingenlikle koşulu beyaz usulcana Gittiler gözleri aşkı yaşamaya yangın Gidip gelenler oldu gitti geldiler.. Kadın saçlarını getirmedi uzakta tuttu Umutsuzlukla dolu soyunuk uzakta Düştüler karanlıkta aralık aralık Düşüp ölenler oldu düştü öldüler.. Kadın gözlerini koydu ortaya Bir mavi bir gökyüzü aldı çevrelerini Sevdiler sonsuz bir maviyle alıngan Sevip yaşayanlar oldu sevdi yaşadılar. 1. Kayalıkta çakılı yelkenli sana bırakıyorum veda şarkımı. 2. Benim uzaklardaki ölümümün kanında tohumlanışı da kayalar devranının altında değişken köklerle. Yalnızlık! geçmişe özlem çiçeği canlı duvarların. Yalnızlık, yeryüzünde adanmış faniliğim. 3. Taşımak istemiştim heybemde yüreğinin gelip geçici tadını, ama kaldı havaya çizilmiş kesin eğrilerle, yadsıma oldu umudumun yiğitliğine. Giderim hatıradan daha uzun yıllar boyu kapalı yalnızlığıyla gezginin, fakat havaya çizilmiş kesin eğri sanki bana döndü ve bir işaret koydu pusula kaderime. Sonu geldiğinde bütün gündelik işlerin yol yapacağım bir geleceğim olmasa, gelmiş olacağım bakışında canlanmaya kaderimin sırıtan parçası olarak. Gideceğim hatıradan daha uzun yollar boyunca zincir halkaları gibi eklenen elvedalarla zamanın akışında.. 4. Dimdik hatıra sonunda düşmüş yola, usanmış beni bir geçmişi olmadan izlemekten, unutulmuş yol kıyısındaki bir ağaçta. Uzaklara gideceğim, hatıra parçalanarak ölünceye yolun taşlarında, ve devam edeceğim, içimde hep o gezginin acısı, yüzümde gülümseyiş. Bu dönenen bakış ve güç büyülü bir matador mendilinde. Alıkoydu kaygı duymaktan tüm çıkarlara, hep yitiren bir çizgi oldu benim eğrim. Ve bakmak istemedim seni görürüm diye beni isteksizce davet etmeni mutluluğumun pembe boyalı torerosu Deniz seslenir bana sevecen elleriyle. Çayırım -bir kıta- Dümdüz yayılır, tatlı ve silinmezdir alacakaranlıkta bir çan gibi.. 5. Bir sicil memuresi karşısında kurumlu bir doktor gibidir kara bir mikroskopu gösteren bilim. Sanat... sanat diye arzıendam eden şey bir Leica'nın kısır mekaniğidir. Acılar ve kaygılarla dolu bir yerli (ve tabii özlemleriyle olup da şimdi yiten için ve onun dönüşünde arzu gönlünde) , coca, alkol ve açlığın aptalca gülümsemesiyle. Üç kuruşa satılan cinsellik -Amerika'da pek ucuz- Boş çarşafların umursanmaz hatırası. Guetamala bıraktın beni bağrımda derin bir yarayla ve de acılarını bana emzirme ya da emme fırsatıyla, kahreden bir hıçkırığın belirsiz duygusunda bulan kadını. Kederleri teker teker birleştiren bir bağ var yine de: uyanan insanın haykırışıdır o da.. 6. İşte bugün böyle titrek ellerle belirsiz bir kayıta koyuyorum prizmamı. Ağacın olgunluğunu tüketmeden kasalanmış meyvanın garip tadıyla. Çağırışını farkedemiyorum bazen yaşlı, garip kanatlanmış kulemden, fakat bazı günler var ki cinselliğin uyanışını hissediyor ve bir öpücük dilenmeye dişiye gidiyorum ve böylece beni arkadaş diye çağırmayanın ruhunu hiçbir zaman öpemeyeceğimi anlıyorum... Biliyorum ki tertemiz değerlerin kokusu bereketli kanatlarla dolduracak beynimi, Biliyorum ki hayata geçmesi mümkün olmayan fikirleri barındırmak gibi zevkleri bırakacağım. Biliyorum ki ölümüne çarpışma günü halk çocukları benimle omuz omuza verecek, halkın savaştığı amacın kesin zaferini göremezsem eğer fikri en yüksek geleceğe götürmek için mücadele verdiğimdendir, eski kabuğun tüylerini yolarken doğan umudun kesinliğiyle biliyorum bunları. Hayatta ben en çok babamı sevdim. Karaçalılar gibi yardanbitme bir çocuk Çarpı bacaklarıyla- Ha düştü, ha düşecek... Nasıl koşarsa ardından bir devin, O çapkın babamı ben öyle sevdim.. Bilmezdi ki oturduğumuz semti, Geldimi de gidici hep, hepp acele işi! .. Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi, Atlastan bakardım nereye gitti, Öyle öyle ezber etti. Sevinçten uçardım hasta oldum mu, 40'ı geçerse ateş, çağ'rırlar İstanbul'a. Bir helallaşmak ister elbet, diğ'mi oğluyla! Tifoyken başardım bu aşk oy'nunu. Ohh dedim, göğsüne gömdüm burnumu.. En son teftişine çıkana değin Koştururken ardından o uçmaktaki devin. Daha başka tür aşklar; geniş sevdalar için Açıldı nefesim, fikrim, canevim. Hayatta ben en çok babamı sevdim. Haykırışan kargalar Darmadağın uçuşuyor kente doğru. Neredeyse yağacak kar Yeri yurdu olana ne mutlu! . Donmuş kalakaldın, Hanidir gözlerin arkada! Boşuna kaçışın, ey çılgın, Kıştan uzaklara! . Dilsiz ve soğuktur binlerce çöle Açılan bir kapıdır dünya! İnsan senin yitirdiğini yitirse Bir yerlerde duramaz bir daha! . Sen şimdi solgun, sarı Kış gurbetlerine lânetli, Hep soğuk gök katlarını Arayan bir duman gibi.. Uç git, kuş, söyle ezgini Issız çöl kuşlarının sesiyle! Göm, gizle, ey çılgın, kanayan kalbini Buzların, alayların içine! . Haykırışan kargalar Uçuşuyor kentten yana, dağınık; Neredeyse yağacak kar Yeri yurdu olmayana çok yazık! . F. Nietzsche (çev. Behçet Necatigil) Tanrı, cennette şarap içeceksin der Aynı Tanrı şarabı nasıl haram eder Hamza bir arabın devesini öldürmüş Şarabı yalnız ona haram etmiş Peygamber bir elimde ölüm fermanım bir elimde sevdam birbirine kenetleyip ellerimi yürüdüm gecenin bir vaktidir kirli sarı ışığı sokak lambalarının ve karanlığın bilindik sözleri ardımdadır. iz tutmuş duvar diplerinde telaşlı adımlarıyla işçilerin tedirgin korkulu akışı ve donup kalmış akşamları kapı önlerinden kadınların çocuklarını kollarından kapışı. kentin damarı sokaklardan el ayak çekilmiştir kan çekilmiştir can çekilmiştir atmaz atardamarları kentin bu kent istanbul kentidir yedi tepesinde yedi hançer vardır öyle savrulmaz her rüzgarda kolayına gülmez yas tutuyor etekleri ve yalandır cümbüşlü şarkılarda istanbul kenti. kentin sokaklarında beni adım adım dolaştıran nedir yalnızmı kalmak istiyorum karışmak mı yoksa kalabalığa. belki belki de değil ama yadsımak neye yarar mutlak seni arıyorum seni direncimin genç anası seni gözlerimin karası hazır kırmışken yasakları ve örülmeden gözlerime ağlamanın ayıbı acının çocukları gibi koyup başımı göğsüme yüreğimi döke döke ağlamak istiyorum ağlamak istiyorum ağlamak. ( mart 1982) Orada ben varım Göklerde, baktığın yerde Yıldız yıldız. Orada ben varım Yürüdüğün yerde Yapayalnız. Orada ben varım Uyuduğun yerde, yanında Kıpırtısız. Orada ben varım Sevdiğin, sevildiğin yerde Yalansız. Orada ben varım Vurulmuş, kanlar içinde Cansız. Orada ben varım Bir mezar taşının altında Ipıssız. Orada ben varım Orada Sensiz Ben bir Ayten'dir tutturmuşum Oh ne iyi Ayten'li içkiler içip sarhoş oluyorum Ne güzel Hoşuma gitmiyorsa rengi denizlerin Biraz Ayten sürüyorum, güzelleşiyor Şarkılar söylüyorum Şiirler yazıyorum, Ayten üstüne Saatim her zaman ya Ayten’e beş var Ya Ayten’i beş geçiyor.. Ne yana baksam gördüğüm o Gözümü yumsam aklımdan Ayten geçiyor Bana sorarsanız mevsimlerden Ayten’deyiz Günlerden Aytenertesidir Odur gün gün beni yaşatan Onun kokusu sarmıştır sokakları Onun gözleridir şafakta gördüğüm Akşam kızıllığında onun dudakları.. Başka kadını övmeyin yanımda gücenirim Ayten’i övecekseniz ne ala, oturabilirsiniz Bir kadehte sizinle içeriz Ayten’li iki laf ederiz Onu siz de seversiniz benim gibi Ama yağma yok Ayten’i size bırakmam Alın, tek kat elbisemi size vereyim Cebimde bir on liram var Onu da alın gerekirse Ben Ayten’i düşünürüm üşümem Üç kere adını tekrarlarım karnım doyar Parasızlık da bir şey mi? Ölüm bile kötü değil Aytensizlik kadar! . Ona uğramayan gemiler batsın Ondan geçmeyen trenler devrilsin Onu sevmeyen yürek taş kesilsin Kapansın onu görmeyen gözler Onu övmeyen diller kurusun İki kere iki dört, elde var Ayten Bundan böyle dünyada Aşkın adı Ayten olsun. Ne kötü bir dünya bu; sevgisiz, acımasız Yaşarken dolu dizgin, ölüvermek apansız. Sen, en güzel yerinde olsan bile yaşamın Alırlar, götürürler bir yerlere zamansız. Bütün o sevdiklerin, dostların, yakınların Koyup giderler seni orada yapayalnız. Çalkalanır gidersin kapkara bir boşlukta Ne sevinç, ne de keder; artık her şey anlamsız. Hakkin yok üşümeye, ağlamaya, gülmeye Unutma! ölüsün sen, boş bir kalıpsın cansız. Her şey geride kaldı, ne sandın yalan dünya Gördüğün gibi iste; bir olum var yalansız. Bu eller miydi masallar arasından Rüyalara uzattığım bu eller miydi. Arzu dolu, yaşamak dolu, Bu eller miydi resimleri tutarken uyuyan.. Bilyaların aydınlık dünyacıkları Bu eller miydi hayatı o dünyaların. Altın bir oyun gibi eserdi Altın tüylerinden mevsimin rüzgarı.. Topraktan evler yapan bu eller miydi Ki şimdi değmekte toprak olan evlere. El işi vazifelerin önünde Tırnaklarını yiyerek düşünmek ne iyiydi.. Kaybolmus o çizgilerden Falcının saadet dedikleri. O köylü çakısının kestiği yer Söğüt dallarından düdük yaparken.... Bu eller miydi kesen mavi serçeyi Birkaç damla kan ki zafer ve kahramanlık. Yorganın altına saklanarak Bu eller miydi sevmeyen geceyi.. Ayrılmış sevgili oyuncaklardan Kırmış küçücük şişelerini. Ve her şeyden ve her şeyden sonra Bu eller miydi Allaha açılan ! Güneşin akşam hüzünle battığı Karşıdaki karlı dağlar yalnız Düşe yaprak, esen rüzgar yalnız İnsanda ölümün yalnızlığı. Yalnız düşünceler paramparça Yalnız hatıralar kırık dökük Yalnızlık zor, yalnızlık büyük İnsanın yalnızlığı bambaşka. Dünyada yalnız olmayan ne var Yer altında ölüler, gökte yıldız Denizlerde yelkenliler yalnız. Ve insan yalnız tanrılar kadar Üzerinde ümitle yaşadığımız Dünyaya sığmıyor yalnızlığımız İşte ölüm şu derin taçlı şiirdir bak Duman adamları maskeli katanalarıyla geçiyor Çalan bir bandonun eşliğinde Şimdiye dek ölünmeyen kentimizin üzerinden Hiç değilse sokaklarında. - Sayın padişahım muhbir Denizin altındaki bandolar da çalıyor muydu? . Parmak çocuk sorusu karşılığını da içinde taşır. - Ama şurasını unutuyorsun hep Boğuldukları zamanki yaşlarıyladır çalgıcılar. Herhalde böyle bir şiire başlayan onu bütünler. Şu insanlardan hangisi ben'im? Hele sen şu kavgayı, gürültüyü dinle, ağzıma, sözüme kulak asma. Hem sen beni elden çıktı bil. Yoluma kadeh madeh koyayım da deme. Önüme ne çıkarsa tuzla buz ederim.. Hem ben tıpatıp sana benzerim. Ağlarsan ağlarım, gülersen gülerim. Asıl sen vardın ortada, ben senin elinde bir ayna. Sen yeşillikte bir ağaç, ben senin gölgen.. Ben senin gôlgen olduktan sonra hemen gider kendime bir dost ararım kurmak için yanında çadırımı, ararım bir taze gül fidanı.. Sonra sâkinin kapısına varır, vurur testimi kırarım. Sonra oturur bardak bardak içerim ciğerimden akan kanı Dört bir yana haber salsam, Öldü desem inanır mı? Dağlar bana geri verin Kadir'imi, Sinan'ımı.... Jandarma kurşunu çaldı, Canımı tenimden aldı Nurhak'a abide kaldı Dağlar aldı selamımı.... Nurhak sana güneş doğmaz, Uçan kuşlar yuva kurmaz Dökülen kan, yerde kalmaz Soracağız hesabını.... Böyle kalır sanma devran, Yola devam eder kervan Öldü Sinan, doğdu Sinan Omuzladı silahını... Biri geldi, hoca senai öldü dedi. Yabana atılır bir er değildi ki, omuz silkelim. Saman çöpü değildi ki uçtu diyelim. Su değildi ki, soğuktan dondu diyelim. Tarak değildi ki, bir saç teli kırdı onu diyelim. Buğday tanesi değildi ki, toprakla kayboldu diyelim.. O şu toprak yurtta bir altın gömüsüydü. Bir arpaya sayardı iki cihanı. Aldı topraktan yaratılan bedeni bir gün, fırlattı toprağa attı. Aldı götürdü akıl dene şeyi. Yanlış laf mı ediyoruz ne? Kimsenin bilmediği bir can daha vardı, bağışladı gitti o canı sevgiliye.. Saf şarap tortu koyvermişti. Safı tortunun üstüne çıkmıştı, arınmıştı tortudan.. Günlerden bir gün, azizim, yolda birbirlerine rastlamışlar, birlikte yolculuk etmişlerdi, bir kürt, bir maraga'lı, bir rey'li, bir de rum ülkesinden biri.. Biri olur muydu atlas kumaşla kara çul? Elbet yollar ayrıldı bir gün. her biri kendi yurduna gitti. Gördüm o biçiciyi, işinin başındaydı tarlada Kesip biçerek ilerliyordu kocaman adımlarla Batan günün kızıllığı geçiyordu iskeletin içinden Karanlıkta her nesne titrer ve gerilerken Tırpandaki yalazı izliyordu insanoğlu Ve utku kemerleri altında görkem dolu, Utku esriği utkunlar devriliyordu peşpeşe O güzelim Babil'i çeviriyordu çöle Tahtı darağacına, sehpayı saltanata Gülleri gübreye, çocukları kuşa Hazinleri küle, anaların yaşını sele döndürüyordu Haykırıyordu kadınlar: geri ver çocuğumuzu Sen alıp gidesin diye mi dünyaya getirdik biz onu? Yeryüzünü feryatlar kaplamıştı dört yandan Etsiz parmaklar fışkırıyordu sefalet yataklarından Buzlu bir yel uğulduyordu yüzbinlerce kefende Kara tırpan altında çılgına çevrilen kitle Karanlıkta benziyordu kaçan bir korkmuş sürüye Çiğnediği her yerde herşey ürkü, yas ve gece! Arkada, alnı tatlı bir ışıkla yıkanan melek Ruhların demetini taşıyor gülümseyerek Gönül gitmek ister gurbet illere Velakin bizleri yar eğlendirir Ezelden mailiz gonca güllere Bülbül-i şeydayı zar eğlendirir. Bülbül gibi kaldık güller içinde Gözümüz kan ağlar seller içinde Biz ehl-i harabız iller içinde Bizi ancak namus ar eğlendirir. Biz sözüm var aşkare söylenmez Söylesem de nazlı yarca dinlenmez Zincir ile bağlasanız eğlenmez Emrah'ı zülfünde yar eğlendirir Boşluğa bulut Buluta yağmur Yağmura toprak Ne güzel uymuş. Gündüze güneş Güneşe tarla Tarlaya başak Ne güzel uymuş. Başağa buğday Buğdaya insan İnsana emek Ne güzel uymuş. Emeğe eylem Eyleme yürek Yüreğe sevgi Ne güzel uymuş Uzak mı durmak ister bir vadiden bir nehir Bir kalbin yatağında birikse de kan ve kum Unutulmuş bir ândır kitabında yokluğum Bir derun muamması kırk gözeli ıstırap Ufukları sessizce terk eden gölgelerin İhanet librettosu, Batı kokan bir mendil Damla damla büyüyen zehir yüklü karnaval Çarmıha gerilen aşk çatlatırken geceyi Bellini toprağında su perisi bir hayal Aldanırsa sim ü zer endamına bir kızın Bir vahim operada kuşlar ölür ansızın. Titreyişler, soprano, haykırış nöbetleri Son gösterisidir şark bülbülünün kafeste Papağanlar uçuşur parçalanan her seste Tutkular gülzarını kuşatmıştır ısırgan Hıyaban kırmızıdır şimdi, dağ başı duman Tenor bir yalnızlığın ardında uyuyanlar Sustururlar binlerce yılın rüyalarını Oyalan bağ bozumu bekleyen son bahçıvan Bu bir mahrem buluşma, bu bir cellât düğünü Kapısını açarken melodiler kederin Kim bilir, operada kuşların öldüğünü Gurbet o kadar acı Ki, ne varsa içimde Hepsi bana yabancı Hepsi başka biçimde Eriyorum gitgide Elveda her ümide! Gurbet benliğimi de Bitirdi bir biçimde Ne arzum ne emelim Yaralanmış bir El’im Ben gurbette değilim Gurbet benim içimde Ağlayın, parmakları nur Sularından kınalı kızlarım Ağlasın Meraga göklerinden Meraga'ya bakıp yıldızlarım . Yollara Kürşadlar uzanmış ölü Ağlasın Akülke, ağlasın Sütgölü Yiğitlerim uyur gurbet ellerde Kimi Semerkant'ta bekler beni Kimi Caber'de . Caber yok, Tiyanşan yok, Aral yok Ben nasıl varım? Ağla ey Tanrı dağlarından İndirilmiş Tanrım . Şu yakın suların Kolu neden bükülmez Fırat niçin, Dicle niçin, Aras niçin Benden doğar, bana dökülmez? . Ben ki ateşle konuşurdum.selle konuşurdum İdil'le Tuna'yla Nil'le konuşurdum ''Sangaryos''u ''Sakarya'' yapan ''İkonyom''u ''Konya'' yapan Dille konuşurdum Oynasak Biri yıldız olsa Biri ben olsam.. Oynasak Gelse gecenin biri Çağırsak gündüzün birini Biri ben olsam.. Oynasak Alsam yeni doğan çocuğun sesini Götürsem Yıldıızın birine. bunlar felaket kadınlardır meme uçları fena saldırır burunları yok gözleri kanlı vurdukları yerden toz kaldırır . ölçüye sığmaz boyları posları halattan farksız boyun kasları öpüştün mü dudaklarını doğrar hoyrat çenelerinin makasları . kırbaç dilleri bir tutam alev ağızları ejderha iştahları dev çiğ adam yedikleri görülmüştür bre kan dökerler kahpelik görev . kelle kazıtılmış simsiyah dazlak dişleri arasında bıçak ölüm bilmezler yedişer canlı canavarlardır çırılçıplak . tırnak uzatmışlar elleri pençe ucundan kan damlar gündüz gece etine değmesinler sırtın üşür okşadılar mı aynı işkence . sırtlan uluyunca akşamları açlıktır azdırır yamyamları yiyecek insan ararlar karanlığa vurup tamtamları Ben ayrılıkların şairi, Yalnızların ozanıyım. Sen, sen masallar okurken daha, Ben acıların yazarıyım. . Haklısın, aramızda dağlar, denizler var, Haklısın, aramızda uçurumlar. Senin sevdaların, üç günlük masal, Benim sevdalarım, Allah'ına kadar. . Elma şekeri mi sandın aşkı, Ne şiirin şiir, ne şarkın şarkı. Hele bir kırılsın, feleğin çarkı, İşte ben o zaman görürüm seni. . Halâ tahta masalara yazıyorsam adını, Aşk kitaplarında arıyorsam tarifini aşkın, Kahır mektuplarında yeniden buluyorsam seni, Islak mendillere siliyorsam gözyaşlarımı, Eyvahlar çekiyorsam her biten aşkın ardından, Bana sor yalnızlığı, Ayrılığı bana sor diye haykırıyorsam, Ve sabahçı kahvelerinde Bir çay gibi demliyorsam hasretini, Ve inadına özlüyorsam, o çay karası gözlerini, Bil ki, bu seni erkekçe sevdiğimdendir. . Bu benim ilk aldanışım değil, Bu benim son yıkılışım değil, Bırak bu sahte gözyaşlarını, Bırak bu masum bakışlarını. Üzülme, benim için üzülme, Üzülme bu son için üzülme, Ben, yeterim kendime . Varsın da bir dağ gibi büyüsün hasretin içimde, Varsın da her gece Bir kemanın tellerinde ezilsin kalbim, Varsın da bir daha değmesin ellerim ellerine, Asla pişman degilim. . Hatırla, bir adam diyordun hatırla, Ömür boyu sevsin beni ömür boyu, İşte o deli, işte o çılgın, işte o adam benim. Çünkü ben, Çünkü ben aşkı ölümsüz bilenlerdenim. Dilsizler haberini kulaksız dinleyesi Dilsiz kulaksız sözün can gerek anlayası. Dinlemeden anladık anlamadan eyledik Gerçek erin bu yolda yokluktur sermayesi. Biz sevdik aşık olduk sevildik maşuk olduk Her dem yeni dirlikte sizden kim usanası. Yetmiş iki dilcedi araya sınır düştü Ol bakışı biz baktık yermedik am-u hası. Miskin yunus ol veli yerde gökte dopdolu Her taş altında gizli bin imran oğlu musi. Sözün yine hep aşktan yanaysa sevgilim sen sakla bir kaçağı belki yorgun ve yaralıdır hâlâ ölüm basmıştır son sığınağı Sus ve sadece dinle sessizliği perdeleri çek ışıkları söndür bir selam bir haber gönderir belki sesleri hiç duyulmayan dostlar Bir cigara sar bitlis tütününden bir çay demle sonra, anısı kalsın bekle başında onun sabahadek Belki benim sana böyle sığınan yapayalnız ve öylesine yorgun kimliği duvarlarda kalan bir kaçak Bu demir Divriği dağlarından ben soktum ulan ben soktum bu namlu Divriği demirinden ben döktüm ulan ben döktüm bu ak bileklerde bu kara kelepçe ben dövdüm ulan ben dövdüm ben dövdüm ateşlerde bu kelepçeyi bu biçimi bu demire ben verdim. şimdi kaysı çiçekleri tozutur geçer şimdi şarap düşer kızgın bağlara şimdi sevdiğimi alır giderler güz oturur gözlerime daglar uy. varalım diyelim ki heeeey diyelim nakişcana duralım korolarla diyelim heeeeey diyelim heeeeey yıkılır bu düzmeceler yıkılır köprüler kurulur aydınlıklara gelir birgün kaşla göz arasında en gizli tomurcukların ucunda gelir ekmeksiz evin yalnızlığında kınasız parmakların bakışlarında uykusuz gecelerin ardında gelir halaylarla çıkalım korolarla duralım heeeeey diyelim heeeeey bu namlu Divriği dağlarından bu candarma benim kapıbir komşum bu türkü benim türküm çoğalır kanayarak kelepçemin karaşında bir ak güvercin ustam kessin ellerimi benim çocuk ellerimi dağlar uy uy dağlar Müebbet Türküsü . 1. önce kol sonra sürgü sonra anahtar açılır kapı itilirim sırtımdan ben ebedi kiracı kesilmiş hükmüm önce sürgü sonra kol sonra anahtar kapanır kapı bir ömür boyu diri diri içmek için gövdemi dolanır bacaklarıma balçık gibi ağır bir karanlık çırpınsam küçücük pencerede çifte çapraz parmaklık üstünde yüzüme örtülür binlerce kare demirörgü her karesinde oyulmuş bir göz gibi kanar gökyüzü batan güneşim kapının önünde kıpkızıl asılırım biran ranzam tavana ranzam yere ranzam göğsüme çakılı kımıldasam göğsüm boydan boya yırtılacak sanki duvarlarını üstüme yıkacak hücrem adım atsam adım atsam apansız kurşun değdi kanadına kuşun tutun beni önüm berbat uçurum bu kimin sesi bırak torbanı atlas'a ödüldür gökkubbeyi taşımak düş kırıklığına salan salsın gözlerini bırak ranzanda yatak yatakta düşlerin dağınık kalsın yürü delikanlım beton altında toprak uyansın duvarı duvara vur ateş gibi bir ıslık tuttur yürü a benim deli gönlüm yürü kesilmiş hükmün . 2 . şarkılar türküler skeçler camdan cama gülücükler -olur böyle şeyler takma kafanı yatarız be- gecede ay mı var alttan alta katılaşan bir şey olur böyle şeyler takmıyorum kafamı yatarız be.. biter havalandırma eğlentisi de gecenin bir yerinde son sigaranın ateşi kararır dostlar uykuya varır gece sefası bu mevsim açar mı gecede ay mı vardı idamdan müebbete düştüm müebbetten hücreme belki sıcaktı şubat gece karla başladı fakat en güzel yüzünü resminin yüreğime ters kapadım kırdım belleğimin bütün sırrı dökük aynalarını ranzam soğuk ranzam ayaz ranzam kar altımda demir üstümde ışık yanımda duvar üşür ellerim sensiz ellerim öksüz ellerim nerde portakal bahçesi kadar sıcak memelerin dönerim gene duvar gene soğuk gene ayaz düşlerim seni almaz düşlerime müebbetim sığmaz bir dal fesleğen taksan da saçlarına yorulursun güneşi yatırsalar koynuma ısınamam bir yerine vardım ki gecenin sen yoksun . 3. bir yerine vardım ki gecenin sen yoksun sen yüreğimin dağlarında sakladığım kaçak kız seni sunuyor kar yüklü dallarıyla çam ağaçları kimliğin bende saklı uzanıp alsam alnın apak gece balçık gibi yapışıyor ellerime saat kaç tende yaşanmayacak aşkımız anladım tenimde isyan yorgunum ranzama uzansam gözlerimi kapatsam bir daha açmasam beni bu kapkara suskunluk beni öldürecek diyorum avaz avaz düşüyorum asama dikse anam kapımızdan balkona tırmansa akçamların kokusunu sen saçlarından savursan üç yanı sırılsıklam ülkem gibi hep acı dalgalara dirensen yanağından mutlu bir damlanın yuvarlandığını görsem kar da eridi çamur sonra yağmur sokaklar çıplak asfalt makadam bulvar ayaklarda o bildik bıçak acısı haki gömleğinden bir düğme aç ellerimden üşüyorum şafakları yunus çıkarsa ağlarından balıkçılar beter ağlar dudaklarında uzayan sigara külü martı kanatları ve türkü: bir dal fesleğen taksan da saçlarına yorulursun bulaşıyor dilime beni ağzınla sustur susturacaksan . 4. sabah oldu beni ağzınla sustur susturacaksan gazeteyle uzatıldı mazgaldan dürülmüş bir yangın gibi korkunç acılarıyla ellerime on üç yıl öncesinin vietnam'ı pirinç tarlaları bambu evleri insanları yani kavgaları 1972 trag bang köyü ve temmuz güneşi ve yankee ve napalm yani ölüm bulutları yapışıyor sırtlarına çocukların çocukların bacakları tutuk çığlıkları var fakat ağızlarında boylarından büyük ilkokul çağında saçı kara çığlığı yangın küçücük kızın bant çekmişler göbeğinin altına ne ayıp ne yasak kaçıyor o güzelim çocuk bütün insanlığıyla çıplak elinden tutmalı göğsüme basmalı göğsümde soluklandırmalıyım benim de gözlerim yanaklarıma doğru çekilmeli acıdan ağzımı kulaklarıma dek yırtarcasına haykırmalıyım payıma düşeni almalıyım yedi milyon ton bombadan işte ben her acıda böyle sırılsıklam şaşkınım haykırılmış her çığlık burda benim ağzımı yakıyor durma kanıyor acılarım gövdemin neresine dokunsam kaldırmadan demir parmaklığı insanla insan arasından canım sevgilim ben bu yaraları kabuk bağlatmam . 5. alnım parmaklığa gömülü alnımda tarifsiz hasret dörtbir yanım idam dörtbir yanımda türküleşen müebbet ne bir yıldız kayar üstünden ne bir çiçek açar hücreler burada susuz kör kuyulara benzer her bahar duvara koşar da sarmaşıklar yaz biter yorulur sonunda salkım saçak dal budak ağaçlar gözlerimi içime çevirmesem gözlerim duvarda kurur bir an büyüse suskunluk kulaklarıma kurşun akar belki bu yüzden yüreğimde tepesi karlı dağlar boydan boya karadeniz boydan boya toros akdağ karadağ altındağ cudi ağrı canik aras vurulup öldüğüm kalkıp çocuklar gibi güldüğüm dağlar yakındır eteklerinde dudaklarına özenir kiraz ellerin tüfeğinden çözülür göğsüne ılık ılık kan yürür dişlerinin arasında apak ilkbahar kardeleni uyanırsın tenin buğulanır bilirim dudakların mahmur uykudadır kollarını açıp gerinirsin ormanın bütün ağaçlarınca yeşil dokunabilsem sana çoğalırdım saçlarınca tel tel yüreğimin ırmaklarını aykırı akıtıyorum dağlara doğru süzülüp gelsen suda bir papatya kadar güzel . 6. saçlarını yastık yapıp yatıyorsun öyle düşünüyorum yorgan diye geceyi dört mevsim üstüne çekiyorsun yaprak düşer ay düşer yıldız düşer kar düşer kurşun düşer üstüne bomba ölüm ayrılık düşer apansız sena düşer aklıma beni ağzınla sustur göğsü isyan göğsü ateş göğsü tomur tomur sena onaltı yaşının heyecanını tarar aynada çıplacık boynu... el-boruk dağlarında israil konvoyu kıvrılır yılan gibi... nazi fırınlarından sarı yıldız uyanır aynada gözlerini bırakır gözleri iki yüz kilo bomba içine 504 peugeot'nun büsbütün bir kinle oturur kanatlanır avına sena mehdillah şii müslüman kız sedir ağaçları değil yanan köyleri geçer iki yanından hükmünü okur benim ülkemde filizkıran fırtınası dalların acısı gelir hücremde beni bulur konvoy patır cizze arasında durur.. sena atmaca sena nisan dalları gibisin sena sena fünye fitil ateş... sena dur ama durma... gövdesinin dört katı ağır bombayla patlar güzelim kız beni ağzınla sustur susturacaksan . 7. bu türkü hiç bitmeyecek karanlık sular akıyor içime her dizesi bir fırtına belki soluğum yetmeyecek korkarım teninden avuçladığım buğu uçup gidecek yastığım sımsıkı yastıkta aralanmıyor dudakların kış üşümesiyle durma sırtını dönüyor yatağım bir yangından çıkmışım tepeden tırnağa yanık çekip almışım bir çocuğu çığlığı bende kalmış yana yana dost kapılardan yüzgeri olmuşum su dökenimi aramışım inatla beni ağzınla sustur beni suskunluk kapkara suskunluk öldürecek beni sesi türkümün sesi sağanak yağmurları isterim dur altına sen de sağalır belki ateşi gövdemin duvarla başladı duvarla mı bitecek türküm şu dağlar eteği kuşatma tepesi karlı dağlar şu okul şu sokak şu ev şu ağaç şu bulvar düşünüyorum da sanki bir varmış bir yokmuş benim türküm yangın yeri sevgilim sesli konuş sesli konuş dışarda kalmasın çiçek yüklü dallarıyla bahar balçık gecelerden balçık gecelere çıkıyorum ayaydınlık sabahlara bir de sana inanıyorum . 8. benim türküm yangın yeri sevgilim sesli konuş söyle ben türkü söylerken sıkı bassınlar yere yağmurlu bulutları tepelerinde taşısınlar söyle benim gecelerim tepeleme ısırganotu sevgilim dur durak yok bana bu bahar akşamlarından toprak deniz ve kadın kokularıyla dövüyor da kapımı bir karası aşıyor duvarı kahrolası karanlık kibriti çakılmış sigarayım nerede dudakların barut dumanıyla islenmiş belki kararmış saçların çekincesiz yıkanırsın deli çılgın akan sularda sular hırçın sular arsız ben ellerimle yapayalnız kovalanmışım çocukça düşlerimden taşa tutulmuşum balıkları oltada bir deniz gibi ayağa kalkmışım delikanlıyım yıldızsız gecelerde düşlerine kıran girmiş sensiz kupkuru bir dalım güneşin gözüne batan grevsiz işçiyim de ocağı tütmeyen evim öğretmenim diline sözcük sözcük yasak vurulmuş çocuğum elinde bir balon bulut bir dolu umut benekli balonlarım sonra bir varmış bir yokmuş benim türküm yangın yeri sevgilim sesli konuş . 9. türkü söylüyoruz tahliyecinin ardından nedense yanık yanık birşeyler kokuyor havada ağlamak istiyorum ateş hattından çıkmışım beni ağzınla sustur tam bir hafta aralıksız dövmüşler barikatı kanlı upuzun bırakmışım üç arkadaşımı yorgunum yürürken şarapnel parçası düşüyor göğsümden çekilen ilk dişimmiş gibi alıp cebime koyuyorum daha otuzbir dişim var katıla katıla gülüyorum yaranı avuçlarıma ver ateş hattından çıkmışım yitiyor nöbetçi kulesi ellerim kopuyor parmaklıktan nerede susuzluğun bir yudum su kaldı mataramda ağzımda senin dudakların bir varmış bir yokmuş duvarın dibinde kurt köpekleri ve bolivyalı çavuş guevera'nın sırt çantasında neruda kahkahası ve ezbere okuduğun bizim şairlerimiz geliyor aklıma salt bizim işimizmiş gibi şaşıp kalmışım felâket yakışırmış meğer onlara da ölmek çınar dediğin de gün gelir devrilirmiş usulca anımsa ne derdik aramızda ona hadi anımsa a. kadir amca a. kadir amca a. kadir amca . 10. benim türküm yangın yeri sevgilim sesli konuş söyle ben türkü söylerken sıkı bassınlar yere yağmurlu bulutları tepelerinde taşısınlar söyle ben yokum okulda fabrikada sokakta sen yoksun her adımda bir pusu her pusuda bir sevinç asılı kapılar kapalı pencerelerin perdeleri aralanmaz çocukların oyuntaşı parçalanır camlarda gülmeler açmaz ardına kapının süpürgeyle kurum yığar bir kadın öğrenciler başka işçiler başka bir başka ülkem sen neredesin insan kardeşim nerede neredeyim ben hücremin değil evinin duvarında bitiyor voltam buz gibi titriyor sırtıyla duvara sırtımı dayasam adımlarımı sayıyor bir iki üç... aklı karışıyor gün biter mi ay biter mi mevsim yıl biter mi duvardan duvara ömür biter mi şaşıp kalıyor kapısını açsa kapıma çıkacak ödü kopuyor işte bu insan kardeşimin ölümcül korkusu bu işte ağır mahkumum düşüyorum bütün uçurumları yüreğinin kayalıklarında yeşertemedi henüz bana bir dal paramparça parmaklarım korkusunu sıçrıyor uykusunda . 11. insan yaralarım kanadı beni ağzınla sustur yaralarım kanamasa gözlerim duvarda kurur kör sağır suskunlukları dipsiz düşüyorum ayırdına varmadan dibini çekiyorlar uçurumun beni dipsizlik kapkara dipsizlik öldürecek beni sözüm kurşun hasretim kurşun kurtuluşum açsana gülün yaprağını uçsana kanadını kuşun sevmesi sevişmek değil gülmesi gülüşmek çocuğunun saçlarını okşuyor elleri dalgın elleri uzak yasaklarca çalışıp konuşup yaşıyor yasaklarca hah desem unutup büyük ellerini kaçacak kaçacak ardında madeni sesler bırakarak keşif kolları çıkar inadına yasak ateşler yak kuşatmalar da kuşatılır bir yerde haber uçur alınıp satılabilen bir ülkenin müebbetiyim ben türküm duvarla türküm yangınla sürüp gidecek gencim delifişek gözlerim bir çift kara tüfek bütün umutlar menzilimde belki kızıyorlar sözlerime henüz bir avuç insan kardeşimi gördüm fakat şaşırmadan ellerini dimdik bakabilirken gözlerime . 12. benim türküm yangın yeri sevgilim sesli konuş çoğalmasın yangın sesli konuş güzelim insan adın bende gizli gölgen takibinde helikopterin her gece koşar gelirsin düşlerimin çekimine kapılıp kent dağa kavuşur ellerim ellerini bulunca ellerimiz buluşunca düşlerim gece baskınında çam ve ardıç kokularını göğsüme bırakıp kopar yürürsün ellerimin şehvetine sarınıp yürürsün canımın içi kanatlan çarçabuk serçe tedirgini adımların ele vermeden seni... kaç mahpus yılı düşlerime girip çıktın hep bir umudun allığı düşler ki sınırsız düşler ki yazdan kışa uçsuz bucaksız düşler ki yaşanan yıllara aykırı... kurumasın istemem rüzgârda salınmadık hiçbir dal minik ellerin yine kabzasında büyüsün silahın devrederken nöbeti fakat bir el değmeli eline acı bir bulut gibi taşıma saçlarını seni ülkem bildim yorulursun arama arama ellerimi ellerimi unut katmer güllerin açtığı dağlardadır aşk ve umut . 13. umudum dağlarca yapraklarca umudum halklarca fabrikalar gecekondular... duyuyorum tıpırtısını varoşların daha fazla dayanamaz bu beton bu demir bu plastik kolumu uzatınca elini buluyorum yan hücredeki arkadaşın eli sıcak elim sıcak sımsıcak umut yaşamak bu yaşamak bu diyorum kesip atıyorum karamsar yerlerimi ve gülüyorum gül sen de yüzünde güller açsın güney afrikalı zencilerin kavgaları erik çiçekleri kadar ak biliyorum nice kavgalar verilmekte bana yakın bana uzak hücre hücre direniyorum kuşatılsam da sayrılıklarla gün gelecek saçlarımın güz savrulması durmuş olacak duvarla boğuşmayacak hiçbir düş hiçbir adım hiçbir ayrılık ve hiçbir sözcük şiirde bir silah gibi patlamayacak ne müthiş bir duygu içerde umudu kıyasıya yaşamak çürütülmek ve öldürülmek olasılığı ağır basarken mutlu şarkıları ve zafer tarakalarını beklemek evet canım gün gelecek nasıl atılmışsam içeri öyle diri ve genç aşacağım yıkılan ilk duvarı oğlu kızı yitik bütün kadınları anam bileceğim sen diye öpeceğim ağzından karşıma çıkan ilk kızı . 14. karşıma ilk çıkan kızı sen diye öpeceğim ağzından boynuna doladığım kollarıma ayaz vuracak belki soracağım nerde belinin çukuruna dolan saçların susturacaksa o kız da ağzıyla sustursun beni... direnmenin güzelliği yüzümüzde kış bahar yaz çok değişmedik fakat ellerimiz büyüdü azbiraz gökyüzünden çalıp yolla uçurtmaları salkım saçak ellerimizde çocuk merakı ellerimiz güzel haberlere aç... bana ince uçurumlara bakan kar bahar yüklü patikaları anlat ki iz sürücüler tıkanıp kalsın sonlarına bakınca o saat köylere inişlerinizi bir de bir de kentlere kaçamak yün çorapları önemse dağlarda korkarım ayakların donacak... ağlamaklı oluyorum ne güzel düşlerken kuşanmış günleri kırılacakmış gibi bütün kapalı kapılar bugün yarın bayramlık giysilerimle buluyorum kendimi aynada tıraş olurken ranzamda uyur uyanık düş denizi geçiyor üzerimden alıp getiriyor kovasını küreğini kumdan kale yapan çocukların bulutları yıkıyorum saçlarından gözleri nasıl da umut... hep umut edeceğiz sevgilim kopacak her yenilgi sonrası sustu sanılan yüreğimizde korkunç bir yaşam fırtınası . (Ocak-Mayıs 1985) Be sevdiğim seni benden ayıran Din iman bulmaya diyelim Allah Şu sinemi aşk oduna dağlayan Bekası olmayan diyelim Allah. Bir münafık sebep oldu bu işe Umarım başına hem taşlar düşe Kör yılanlar ura cesedi şişe Eriye döküle diyelim Allah. O da benim gibi yana kuruya Kısmeti tükene başı çürüye Seyit Vakkas bir ok ura devire Cennet'e girmeye diyelim Allah. Allah anı bin bir belaya ata Kısmeti tükene vadesi yete Yetmiş seksen sene döşekte yata Yata da kalkmaya diyelim Allah. Pir Sultan Abdal'ım almadım hızaz O kelp rakip bize eyledi garaz Başka dertten gayrı bin kantar maraz Gire de çıkmaya diyelim Allah Dutlar düşüyor pıtır pıtır Memet Topçu'nun traktör gökgürültüsüyle Yaz geldi paldır küldür Yunus Emre indi Suya havaya toprağa Kulak'ın köpeği Demokrat Yol üstüne yatmış soluyor, Işık değişti Işığın yolları değişti Gölgeler ışığa çaldı İçinde sarmanlar dolaşıyor Böyle bir akşamüstü Hiç ölmek istemezdim... Yüzün sanki dolunay; yüreğimde mi, nedir? Ellerin çizgi çizgi belleğimde mi, nedir? Varlığın yedi iklim sunuyor coğrafyama Yokluğun diken diken kimliğimde mi, nedir? Bir özlem fırtınası savuruyorsa beni Çölleri hatırlamamak dileğimde mi, nedir? Hayalin bir tereddüt, yapışıyor yakama Sna alışkın olmak iliğimde mi, nedir? Eflatun kıvılcımlar düşürdün yollarıma Her kıvrım bir umut, günlüğümde mi, nedir? Bir sürgün potasında damla damla eriyen Yalnız bedenim değil, benliğim de mi, nedir? Saçları dağılıyor denizin sevda için Açan nergisim, öten kekliğim de mi, nedir? Her bakışın ruhuma dokunan bir iğnedir Mıknatıslı gözlerin, bilirim, şahanedir Tutkusu yumak yumak sarıyor benliğimi Bana gülüşün lazım; gözlerin bahanedir. Ey bâkir cümbüşü her özleyişten sıcak. Bin uykuya yaslanmış sessiz kamaşan şafak; . Her bahçenin üstünde ve her ufuktan başka, . Yıldızların tuttuğu ayna, ezelî aşka, . Bir sır gibi hayattan ve ölümden öteye. İlk arzunun toprağa mal olmuş lezzetiyle.... . Ardından ağlanacak ne varsa ömrümüzde, . Tekrar doğuşun sırrı gülümseyen bir yüzde, . Uykusuz geceleri içten kemiren hüzün, . Bin azabın çarkında gerilmiş ağaran gün; . Öpüşler, gözyaşları, vaitler ve hicranlar; . O derin sükutların aydınlattığı anlar. Bir sonsuz uçurumda uyanmış gibi birden. Sazlar sustuktan sonra duyulan nağmelerden; . Doldurur hiç durmadan uzattığı bu tası, . Gül, ey bir âna sığmış ebediyet rüyası! Yalnızlığımda seni büyüttükçe kalabalıklaşacağım; Sen kendi kalabalığında hep yalnız olacaksın…. I Kapattım ucu kıvrılı yerinden bir defteri Bir defter adınla hükümlü şimdi.... Sen kendinin pası, kilidi. Gençliğin kendine savurur seni, Esmersin, cehennemin dibinde doğmuşsun, baban iki karılı; evlerde, erkenlerde bekler seni. Sen feodalizmin kara dilberi, gündüzlerin gölgesindeydi sevgi. Gölgesinden gündüzlerin iklimler geçti…. Sesin şimdi kanayan bir gül gibi: Kangren.... II Sen orda kendi manastırının huysuz müridi. Sen orda bir korkuda, bir şarkıda, ölüm susan uğultuda…. Sen orda düşlerine leş kargası tüneyen! Elleri ayazlarda sen orda, esmerliğine rehin feodal şatolarda... Uyurken sen hasretin avlusunda, gündüzlerin gölgesinde oturuyordum. Sonra boşuna çizdim karanlığa resmini. Boşuna... Ezberleyip hasreti… Oysa nasıl istersen öyle gebertebilirdin beni. Nasıl istersen! Artık sulara k(atalım) aşkların yetim rengini... Sevgili Anneciğim, Binlerce kez açıldım, binlerce kez kapandım yokluğunda Kocaman bir dağ lalesi gibi Ve kapkara göbeğini dünyaya fırlatacakmış gibi duran.. Şimdi mucizevi bir yerdeyim Muc’ın ucuz evinde Sanki mürekkebi rutubet olan bir kalem Duvarlara hep senin resmini çiziyor di’li geçmiş zamanda birçok resim, Hep gülümsüyorsun Aklının ortasında mavi bir yıldız varmış gibi Ve o yıldız karanlık bir şubat akşamında Durmadan soluyormuş gibi. Hatırlar mısın? Mavi saçlı bir tanrı gibi severdim Burdur Gölü’nü O göl şimdi içimde kocaman bir anne ölüsü. Vişne bahçeleriyle dolu, Neşeli bir şehre benzerdi senin sesin. Bazen ölmek istiyorum Beni yeniden doğurman için İri, ekşi bir vişne tanesi gibi.. Kış başında bir ton kömür yığarlardı kapıya Bazen görülen rüyalar gibi kapkara Bir ton rüya çıtırdarken Sen kar yağmadan önce başkaydın, Kar yağdıktan sonra bambaşka. Sanki hep buluğ çağındaydım. Kuşlar zaptederdi her yeri, sabahları Binlerce kez söylerlerdi söyleyeceklerini Bizim hiç anlayamayacağımız bir şeyi Senin şarkıların aç kuşlara buğday saçardı Kediler yusyuvarlak dururdu karın ortasında Kar manzaralı bir resmin ortasında durur gibi Gri kediler sarmıştı etrafımızı, gri dağlar... Bir tek senin çocuklar üşüyecek rengi saçların vardı.. Ben bu eve Muc’ın ucuz evi diyorm Yokluğunda böyle oldum. Mucize öldükten sonra buraya taşındım. Ve inan Muc bu evi bana çok ucuza verdi.. Yaşasaydın, hayatının ortasına Güller yığan bir adam olsun isterdim babam. Sen bir çocuk romanı annesi ol isterdim. Ölü mısır tarlaları hışırdıyordu Ve kalbimde çıngıraklı yılan sürüleri Diye başlayan bir çocuk romanında... Şalına sarınırdın toprağa sarınır gibi Erken öleceğini biliyordum bana bırakmak için, Bu acımasız ölü anne sesini. Şimdi mucizevi bir yerdeyim Zaman bir salyangozun vücudunda yaşıyor burada Ve çok ağır ilerliyor. Yüzümdeki çillerden başka İsyan eden biri yok hayatımda.. NOT: Ölen her kadın için bir şiir yazdım. Onları Muc’a evin karşılığında verdim Çok ucuza. Artık bütün üzgün oluşlarımın adı: ANNE! Gözlerinin pınarında Bir bulut, Boşandı boşanacak Nerdeyse Aklımdan geçenleri Okuyorsun su gibi Dünya gördü, Bizi bogazladılar..... Tutma gözyaşlarını Onur da ağlar.... Bırak yıkansın gökyüzü, Lacivert,yeşil,altın Işıkları günbatının. İşte şafaktayız gene Çırılçıplak Ve mavi İşte sanki dağ yeli Ve işte sanki meltem.... Kimse toz konduramaz Kesip attıgımız tırnağa bile. Sen en güzel kızısın Bütün galaksilerin Bense tözüyüm artık Akkor tözüyüm, Prometheus'u yakan Kara sevdanın.... Ne alnımızda bir ayıp Ne koltuk altında Saklı haçımız. Biz bu halkı sevdik Ve bu ülkeyi. İşte bağışlanmaz Korkunç suçumuz... Seni bigüzel giymişim içime gavurun kızı Bir kurşunda vurdular ikimizi Gün ışır, yaprak titrer, tohum üşür Acı güller kızarır hikayemizi. Kapılarını yıllardır çalmadığım Eski dost evleri gibi Eski şiirlerim Kitaplarda Bekler beni.... Girip dinlendiğim olur İçlerinde Bir kahve içimi Çıkıp giderim sonra Buruk bir hüzün Bırakıp geride.... (Paris,1984) Bir diyeceğim yoktu hüzünden yana Yıpranıyordu kötü kadınlarda aşkım pis karanlıklarda Yetmiyordum yeni insanlara yetişemiyordum Ölür kalırdım belki de sokak aralarında bir kenarda. Kimin umurunda dedi ama kendimi inandıramadım buna da Yakışmıyordum eski pencerelere yosunlu sulara Ölür kalırdım belki de sokak aralarında bir kenarda Uyandırılacak çocuklarım vardı uyuyorlardı uykularında. Çok mu yaşamıştım az mı ölmek hakkım mıydı yıl varken akşamlara Bu kedi nerden çıktı demeyin kapı aralıktı ben bıraktım da Okşayacak bir şey ister ellerimiz kendi sıcaklığında Yıpranıyordu kötü kadınlarda aşkım pis karanlıklarda. Ne iyi etmişim aldım düşündüm kedilerin yarı ak yarı kara aklında Kedi işte kedi boğuyordu yavruyu engel görünce aşkında Çekilmemişti denizlerim Döndüm hırpalanmış geceden dayanıklı aydınlıklara Ağlanır kedi yavrularına çocuksuz anaların arasında Bu kedi nerden çıktı demeyin kapı aralıktı ben bıraktım da Uyandırılacak çocuklarım vardı uyuyorlardı uykularında Ne iyi etmişim uyur uykularında Yalnızlığı sevmiyorum Yalnız kim ola ki Kendim... Kendimin kendini sevmiyorum Kediler hariç... Kahve ocakçısı olacaktım ben Tuttum kavlimi Yazdıklarımsa hep nafile Hep nişanlı angaje ısloganlı Can, diyorlar, bir kahve yap şu dümenin ağzına Kallavi olsun! Bende yoksa kahve, yemişçiden tedariklenip Ve cazveyi ateşe sürüp, üstüne yemeni, şekerini Taşırmadan pişiriyorum Biliyorum, bilmez miyim bu kahve ocağınnan Ocağımızı bucağımızı Isıtamayacağımı! İşte onun içinde de içim titreyerek Cezvenizi sürüyorum ateşe Munzurum Pus İçinde Savrulur Karla Rüzgarla Aşağıda Domates Biber Fideleri Çalışır Derin Kuyularda... Ve Keban Dedikleri Bir Küçük Şehir Yediğim Ağu da İçtiğim Zehir Oy kurban Ölem Ben Ölem Kuytularda. Adamlar tanıdım nice koltuk görmüş Koltuklar tanıdım hiç adam görmemiş Adamlar tanıdım yiyip içen ölü Adamlar tanıdım bin yıldır ölmemiş... 21.02.2007/Vakit Kul olayım kalem tutan eline Kâtip ahvalimi şah'a böyle yaz Şekerler ezeyim şirin diline Kâtip ahvalimi şah'a böyle yaz. Allahı seversen kâtip böyle yaz Dün ü gün ol şah'a eylerim niyaz Umarım yıkılır şu kanlı Sivas Kâtip ahvalimi şah'a böyle yaz. Sivas illerinde sazım çalınır Çamlı beller bölük bölük bölünür Ben dosttan ayrıldım bağrım delinir Kâtip ahvalimi şah'a böyle yaz. Münafıkın her dediği oluyor Gül benzimiz sararuban soluyor Gidi Mervan sâd oluban gülüyor Kâtip ahvalimi şah'a böyle yaz. Pir Sultan Abdal'ım ey Hızır Paşa Gör ki neler gelir sağ olan başa Hasret koydu bizi kavim kardaşa Kâtip ahvalimi şah'a böyle yaz Firdevs-i Ala'da bir yanal elma On sekiz bin ilmin nuru dediler Muhammet Mustafa Haydar-i Kerrar Hünkar Hacı Bektaş Veli dediler. Çocuktu mektebe babası götürdü Elif be demeden mana yetürdü Akıttı pınarı susam bitürdü Hacısı hocası beli dediler. Pirim der ki Bektaşiyim Bektaşi Size nasip veren ol nasıl kişi Sıkar un ederdi örk gibi taşı Budur cümlemizden ulu dediler. Derildi geldiler halfeler pirler Bektaşi namında er yok dediler Bize bir yeşil el nasip verdiler Görünce tanırız eli dediler. Er isen darı çeç üstünde otur Ulu kişi isen maksudun bitir Senedin var ise senedin getir N'edelim senetsiz eli dediler. Kimi inandı beli bes dedi Kimi inanmadı senet istedi Ol Şah'ım anlara elin gösterdi Budur ol Şah'ımız Ali dediler. Evvel Ali idi sonra Vel'oldu Yol erkan bir zaman batında kaldı Urum ellerinden nameler geldi Budur Hakk'ın doğru yolu dediler. Pir Sultan Abdal'ım Şah'ım velidir Cihanı bürüyen anın nurudur Şüphemiz yok Hak Muhammet Ali'dir Bilmeyene Mülcem soyu dediler Nazlı yare selam saldım almamış Almazsa gam değil almayıversin nazlı yarde bana selam salmamış Salmazsa gam değil salmayıversin. İstemem kaşların kara ise de Ciğerden yüreğim pare ise de Melhemi derdime çare ise de Çalmazsa gam değil çalmayı versin. Yıktı viran etti gönül tahtımız Ta e, zelden kara imiş bahtımız Böylemiydi ikrarımız ahdımız Gönül hayaline gelmeyiversin. Doksana vardı da yüz geçti ise Aradan ahd aman söz etti ise Pir Sultan Abdal'dan vazgeçti ise Bergüzar saldığım elmayı versin Bugün yüzünde bir başka güzellik var senin, bugün dudağında başka bir tad var, boyunda başka bir yücelik. Bugün kırmızı gülün bir başka daldan.. Ayın gökyüzüne bugün sığmamış. Göklere benzeyen göğsün bugün daha geniş. Hangi yanından kalktın bu sabah, söyle, bir başka kavga var dünyada senin yüzünden, dünyada bir başka gidiş. Biz senin gözlerinden gördük arslanlara meydan okuyan o ceylanı, Başka bir ovası var o ceylanın bugün iki cihandan da dışarı. Seven insanın ayağı mı yok, işte ona ölümsüzlük kapandı. Yukarlarda onunla uçar gider.. Gözlerinin denizinde onu arama. Oinci bir başka denizde.. Bakarsın bugün sever bu yürek, yarın sevilir bakarsın.. Yüreğimin özünde başka yarınlar var. Bugün ne? Saat gecenin bir buçuğu… Bugün günlerden ne? Gözlerinden uyku akan bir taksinin içindeyim Geçip gidiyorum bütün hayatımı da seni de Başkent en pahalı örümceğini biriktiriyor, Unutkanlık, acı, acılar, acılarımız… Biliyorum sen kaldın, bir de hayatım kaldı geride Eğlencenin (bayağı bir şölendi) ilerlediğini, Bir karnaval tadıyla ilerlediğini, Bir adamın bir öykü anlattığını, bir türkü söylediğini, Bir kadının saat onda masadan kalkıp gittiğini, Merkez kaymakamını, rejisör yardımcısını, Medet’i ve sonunda içinde yirmi çocuk taşıyan bir minibüs gibi çarpıştığımızı. Senin başın dönüyor, benim bir ayağım basmıyor Nasıl oluyor, bütün bunlar nasıl oluyor? Biliyorum tek bir güvercin onaylamayacak bunu, Tek bir sokak, tek bir tezgah, tek bir saniye. Eksikliğe mi alışmışım ne? Mutsuzluğa mı yoksa? Her şeyin ilk kez tam olmasını istiyorum da o mu olmuyor? Neden kişi bir çiçek koparır gibi kaldırıyor da kadehini, Sonra kırgınlıkla vuruyor masaya elindeki sübyeyi? Tek bir köpek onaylamayacak bunu, tek bir Mayıs Ne mi bugün? Perşembe. Sabah erken kalkmıştım Hazinenin serin ve ışıksız koridorlarından, Gelirler’den; Kağıt hışırtısıyla dolu bütçenin içinden, Bakanlık berberine selam vererek gelmiş girmiştim odama (seviyorum da bu odayı) Evet girmiştim, şimdiyse seni ve hayatımı Ne oldu iyice kestirilemeyen bir parıltı gibi Geride bırakarak gidiyorum. Nereye? Yarın bütün bu ağaçları sulayacaklar. Ağaçların afroditini anımsadım şimdi… O ağacın yanından geçerken gökyüzü ne derindi. Ama bugünkü gökyüzü onun ayrılıkçaya berbat bir çevirisi. Sen metinde her nasılsa üç satır atlamıştın, Ben de geçmişe çevirdim bütün zaman kiplerini Böyle yetişmişim ben, içim götürmez kenarından azıcık kesilmiş ekmeği Hiç anımsamıyorum tam dolu olmayan bir bardaktan su içtiğimi Karnaval, soytarılar, maskelilerle birleştiriyoruz masamızı. Bizim payımıza düştü şölenin dayanılmaz trafiği… Gülüşlerimiz nasıl da söndü galadan sonra sokağa atılan çiçekler gibi Ve şimdi, iki kere iki. Kırdım, evet seni. Ama kırmıştın beni. Hadi sadece kırılmıştım diyerek önleyeyim herhangi bir eleştiriyi Kalbim, kalbim! Söyle şimdi ne yapacağım ben kalbi? Ne yaparım söyle daha da derine düşerse yaram? ? ? Ben sana rastladığım günlerde, hangi günlerdi onlar? Tuhaf şey bir günde değişiyor kişi. Senden öncesi öyle uzak ki anıları bile değişiyor sanki Geldin masaya oturdun ve hayatımı böldün bir milat gibi Ve tavukçudaki hırslı Roma Valisi Yani Pontus Pilatus birlikte kurduğumuz İsa’ları çarmıha gerdim Ve sen üç satır atladın. Neden atladın? Tek bir kuş tek bir şapka tek bir çorap onaylamayacak bunu, Tek bir çicek anlayamayacak Şu zambakgillerin akıl almaz işlerini Tek bir insan anlayamayacak Fazıl’ı: içi boşalmaya yüz tutmuş o şiir tankerini. Ve tahsini: onu bir duygu taşaronu olarak ananlar olacaktır Operada cinayet imgesine uygun işler yaptı bu ikisi. Bense sessizce ayrılıp gittim yarasını kuliste saran bir soytarı gibi, Tavukçu benim için artık tavşanın suyunun suyu gibi Sana gelince, ah sen yok musun sen Bir daha rastlar mıyım sana Günlerin ne getireceği bilinmez ki Ben bu şiiri yazdım barok biçimi Her gün bir şiir yazacağım sana. Takvim olsun bu, aşkımın takvimi işte sana sayfaların ilki. (10 Mayıs 1973) Şarap; azlık, çokluğa gönüllerde çaredir. Yetmişiki millette ve her yerde çaredir. Bir çeşit ilâçtır o, perhize kalkma sakın; Şarabın bir damlası, binbir derde çaredir! . (Hayyam'ın Türkçe Yüzü-Türkçe Yeniden Yazan-Yalçın Aydın Ayçiçek-Can Yayınları) işte yine günün belini kırıyor akşam ve sen kırlara benzersin günün bu saati çıkarmamışsan çiçekli elbiseni.. I. hatırla ve sıkı tut: korkardın küçükken serçe parmağın uçacak diye elinden. diğer çocuklara benzerdim bense benzemesi gibi, bir çinlinin diğerine.. II. şaşkınım, şehir açmıyor beni ve namım yürümüyor burada çünkü tuhaf burada her şey; denizi sel basıyor hayret hayret şehir sığmıyor taksiye ve terör estiriyor rüzgar kaldırıyor dağın eteklerini bile.. ve burada sensiz bahar hem yatalak hem öpmeden geçiyor bir jeton yanağıma getiriyor da yanağını kokunu rüzgara salsan bana getirmiyor.. III. yoksun ya güvercin avlıyor avluda kedi kızlar gülüşüyor bahçede gül üşüyor –gül üşür- yoksun ya, bezden anne yapıyor öksüz öpmek için kendisine. Elinde bir buzbağ şişe Dolanıyor köşe köşe Şimdi karakola düşe Cop tirina nirinomda Hop tirina nirinom. Sivri burun top yumurta Nara basar uluorta Bekçileri tarta tarta Tır tirina nirinomda Tara tirina nirinom. Gene bir gün böyle zır zop Gece bekçisi demiş hop Belinin ortasına cop Cop tirina nirinomda Hop tirina nirinom. Geçirmiş bir siyah şalvar Poz kesiyor gaddar gaddar Tesbihi sarı kehribar Şık tirina nirinomda Tık tirina nirinom. Gene bir gün böyle yan yan Hava basarak bir yandan Karakolun sokağından Pat tirina nirinomda Pataküte de nirinom. Şapkası tam sekiz köşe Zevkten olmuş dokuz köşe Güveniyor on kardeşe Hot tirina nirinomda Zot tirina nirinom. Mahalleli bezmiş ama Çıkamıyor kimse cama Adam değil sanki kazma Hoşt tirina nirinomda Foşt tirina nirinom. Gene bir gün böyle çalım Yürüyorken zalım zalım Demişler ki gel bakalım Şak tirina nirinom da Şaka şukada nirinom. Fosso Necdat demiş aman Anlamış vaziyet yaman Kafasından çıkmış duman Fos tirina nirinomda Fıs tirina nirinom Sular varken eski sular Bana kaldı bir akşamı söylemek Bir dalgınlıktan geldim ben bir dalgınlıktan Gittiğim kime kalırsa . Çağırır evlerden uzun sesler Getirilir biri uykuda Her şey kendine gizlenir neden Gizlendiğim kime kalırsa. Paslı bir kapandır insan paslı bir kapan Çalışır saat ölünün kolunda O bitmez sıkıntıyım neden Sıkıldığım kime kalırsa . Dönsem havada dönsem Döndüğüm kime kalırsa I Biz bu kentlere sığdık da, bu kentler bize sığmadı Asiya! Ve bir çığlık gibi günlerin çarmıhında; arttıkça yalnız, sustukça silik.... Ay ışığı gölgeleri büyüttü, son kuşlar da vuruldular dağlarda. Yakamozları söndü sahillerin, ışıkları evlerin; çağın vebalı gövdesinde bir hayalet gibi gölgemizde yalnızlık.. Kaldık... Kırık bardaklar gibi, içilmiş sulardan geride buruk bardaklar gibi.... II Düşler artık ölü çocuklar doğuruyorsa, sevgiler boğduruluyorsa kürtajlarda ve daha eskimemiş tüfeklerle ordusu bozguna uğramış askerler gibi kalıp, bozuk paralar gibi yuvarlanıyorsak kaldırımlarda, bir bedeli vardır elbet cennetini çaldırmanın; ömrünü yetim bir bebek gibi bırakmanın bulvarlara, bozgunlara ve yanlış yalan aşklara…. Bir bedeli, bu kuşatmaların, ilkyazları kurşunlatmaların.... Biz bu kentlere sığdık aslında, bu kentler bize sığmadı Asiya, ah, son kuşlar da vuruldular dağlarda! . III. Ay ışığı gölgeleri büyüttü. Mutluluk oyununa geç kalan ölü kuşlarla geldim. Geldim... Kırık bardaklar gibi, içilmiş sulardan geride buruk bardaklar gibi…. Ve ömürlerimizde bin kasvetle upuzun sefalet seferlerinin ayazı; belki yalnız geçireceğiz artık kim bilir, batan gemiler gibi yiten aşklardan geride, kalan her kışı, güzü ve yazı.. Ay ışığı gölgeleri büyüttü. Ayrılıklar eskidi, biz eskidik, aşk bize küstü Asiya.... IV Belki de uzun sürecek bu bozgunun saçağında, sen şarkılarını sesine yasla ve bırak beni de usulca apansız bir yalnızlığa! . Ay ışığı gölgeleri büyüttü, büyüdü ölüm ve biz küçüldük Asiya… 21 Eyvah ki; aşksız gönül dinden sayılmaz! Yanmazsa aşkla o, gönülden sayılmaz! Sevmeden geçirdiğin bir günün varsa; O gün boşa geçmiştir, günden sayılmaz! . (Hayyam'ın Türkçe Yüzü-Türkçe Yeniden Yazan-Yalçın Aydın Ayçiçek-Can Yayınları) Her gündüze uyandığımda Yeni bir hayat derdim içimden Gece ölümün soğukluğu Ve bende acının korkusu Sözler verdim... Tutamadım. Bir zaman sonra ben oldum Gündüze bakıp ağlayan Gecenin karanlığında Dünyayı sarmalayan. Ben Numanlar Köyü'nden Emine Bacı Yaşım belki doksanbir,belki seksensekiz. Ellerim ayaklarım buğdaylar kadar temiz Yaz gelince dibeklerde çaresiz Dövülen benim benim,benim!. Benim şimdi harmanlarda savrulan Kara topraklarda buğu,yetim ocaklarda duman Seferberlik yıllarından beri dul kalan Gelinim,gelinim,gelinim!.... Ben Numanlar Köyü'nden Emine Bacı Ürüzgarın erittiği karlara benziyorum. Gayrı söner odamda geceleri yanan mum Yüreğime bir ses verin diyorum İnim inim,inim inim!.... Ben Numanlar Köyü'nden Emine Bacı ! Tadım tuzum yok gayrı,ağzımda dilim acı Varıp hangi doktordan alsam ilacı Ben kim,doktor kim,ben kim?.... Beni böyle ilmek ilmek dokuyup saran ağrı Biliyorum gayrı,ölüme çağrı Kuru dallar gibi Allah'a doğru Uzar beş vakit ellerim,ellerim,ellerim!. Ben Numanlar Köyü'nden Emine Bacı Üzerime dağlar gibi çile gelir de Ya sabır çekerim evvel emirde Bir kuru canım var çok şükür bir de Bir yatak bir yorgan bir kilim. Bir yatak bir yorgan bir kilim... I Memelerim koparıyor Yüzyıl süren bir yalnızlık dile gelmişçesine Nasıl nasıl bir sevinç yarabbi! Ve ağrıya ağrıya tabi, ağraya ağraya ağbi... Nakkaş Tepe de ancak bezmimize böyle gelmiştir Gelincikleri ve Nazım Hikmet’leriyle Yerbilimsel bir hapisten sonra. II İçimdeki karanlığı patlatacağım Zifiri bir su akacak kamışımdan toprağa Bir kedi yavrulayacak köpek dişli bir kedi Ve böğürtlenler köpürecek ağzından Yedikçe kendi kendini mayhoş Ya da Posta Nazırı dedemden kalma Mors’un en morundan bir karga Konacak karşıki direğin doruğuna Düşmanlarım öyle doldurmuşlar ki onu Ne kadar taşlasan boş oynamıyor yerinden Ben kargadan korkmam ama bunun gözleri baykuş Ve tüyleri güngörmedik deniz dipleri kadar ıslak Ve ötüyor ötüyor ötecek Beni ışığa bağlayan (Bağlayın beni ışığa! Gerin telleri gerin!) beni ışığa bağlayan o gelin telleri o gelin telleri kopuncaya dek... Akpembe bahar yelkenleriyle Güneşin rüzgarına gerilmiş bir badem ağacı gibi... İçimdeki karanlığı patlatacağım Ve beynimin en ölümcül yaşlarıyla ağlaya ağlaya Yepyeni bir insan pırıl pırıl bir can bitecek toprağa... . III İki çöpçü geliyordu karşıdan. Biri (Aynen Selahattin-i Eyyubi Haçlılar Seferinden, sanırsın, pos bıyıklarıyla Tarihin, süpürmeye gelmiş Prens Adalarını) Öbürüne (Marmara’yı bizim Yaşar Küklopsunun o Anavavza gözüyle dünyanın en güzel atlarının neredeyse ineceği e biraz genişçe bir çakır su gibi görüyordu, eminim) Eyitti kim: Halk Partisi’nin solunda bir parti olsa Hiç dinlemez oyumu ona veririm. IV Sevda Tepesinde geçen gün Karşıki masanın altında İki tane tavuk gördüm Toprakla yıkanıyorlardı Eşeledikleri çukurda İnsanlar için de belki ölüm Toprakla bi tür Yıkanmaktır diye düşündüm. V Üşüyor mu deniz üstüne boşandıkça yağmur? Ondan mı dersin tüyleri böyle ürperiyor? Ben de gidersem bi gün bu biçim bi sağnakta Alı al moru mor bir sandal gibi acaba Yıllar sonra yılmayıp yine Çarpar mı yüreğim yurdumun sahillerine?. VI Buket diye bahçeli bir meyhane vardı Yenişehir’de Yıkıldı çoktan GİMA var şimdi yerinde Kenarı küpelerle çevrili o küçücük havuzun Yamacında bir masa Cahit Ağ’beyle otururduk yaz gecelerinde Fıskiyenin serpintisiyle sırılsıklamdı muşamba Zaten Cahit’in gözleri daim yaşlı “Şunu siliver! ” derdi garsona “Şu muşambayı siliver, mirim! ” Ne Cahit kaldı, ne Buket, ne fıskiye Yine de bu bahar öğlesinde Fıskiyenin üstündeki o kırmızı top gibi -İsterse kalpten olsun, isterse- Hop hop ediyor ya yüreğim bi düziye. VII Ruhum sıkıldıkça, ruhum, Mızrapsız bir tambur gibi Apayrı bir hava çalıyor vücudum Ruhum sıkıldıkça ruhum, Senden ayrı, kendimden ve kentten ayrı Apayrı bir hava çalıyor vücudum Kalk gidelim, kalk gidelim başka yere! Başka yere, başka yere, başka yere! Ruhum sıkıldıkça, ruhum, Cemil Beysiz bir tambur gibi Kendi kendini çalıyor vücudum. VIII Yalıların surları boyunca giderken Kanlıca’da Duvarda bir gedik ilişti gözüme Uydurdum gözümü deliğe: Bir bahçe Bahçe değil bir havuz Havuz değil bir bahçe Üstü nilüfer kesmiş silme O nefti yapraklarıyla gelmiş O aksarı çiçeğiyle Ne hevesle gelmiş kim bilir bu güzelliğe! İnsanoğlu beni görsün diye mi? Bahçede oysa Bahçedeki bir havuz Bir havuz ki bir bahçe Ne in var ne cin ne bey ne ağa Surları da çekmişler dört bir yanına Bizler de varmayalım diye bu uçmağa Sade bir garibim yavru kurbağa Serilmiş o ortası çukur O sal gibi yaprağa Yarı suyun içinde Yarı yansımış ışığa Pırıla pırıl yeşile yeşil Rezil mi rezil Başladı birden haykırmağa Başladı inin cinin ağanın beyin Ne kendi görüp ne kimseye gösterdiği Çevresine bizler görmeyelim diye Surlar çektiği O kimsesiz güzele türkü yakmağa Şairim ben Benim işte o kurbağa. IX Hep ölümü çalacak değil a Zangoç Bu da Sema’yla Asaf’ın kızına Hoşgeldin demek için Oysa Ne kadar Ne kadar Ne kadar yalnız Sanıyordum kendimi demin. X Atkestanelerini geçen süvari ışıklar Er-erken kaldırmış hanımellerini tühallah üşüyecekler! Ve zeytinler eski Rum tenteneleriyle Esen yel! Esen yel! Kim gördü böyle gül yiyen horoz Tanyeri kokuyor sesi... Yuvarlandıkça sanki bayırdan aşağı hapiste dolmuş bir şarap şişesi Öbür horozlar da ayaklanıyor merdiven nakışlı ibikleriyle Ve balkonlardan sarkarken düşleri bebelerin bir albayrak yarışı gibi Horozlar nev-icad ediyorlar denizi Hırsızlar! Hırsızlar! Ve deniz levent gölgeleriyle Turgut Reis’in Bütün bu dizelerden alınıyor Bir ala bir mora kesiyor yüzü Esen yel! Esen yel! Bu sabah bir firardır kan-davasından bir çocuk Kuşluk vaktine kalmadan önce Güneşin kurşunlarıyla vurulacak Ve akşamladı mıydı çamlar ve karardı mıydı Tepelerde Tepelerde Öyle güzel ki esen yel Esen yel! Esen yel! Bu sabah ve bu bahar bir firardır Baruta koşan bir fitil İfil İfil Öyle güzel ki esen yel! Esen yel! Esen yel! Öyle güzel Öyle güzel ki Esmese de Esmese de Güzel. XI İçimden bir his bırakmıyor beni ölmeceye. İçimden bir his. Bir his ki Çapraz oturmuş denizin kıyısına Taş Taş Taş Derken bir GÜNEŞ! Tıpkı Üsküdarda’ki Şemsi Paşa Camisi gibi. Sen iskeletlerle değil diyor bana Sen iskelelerle kuracaksın cesedini Ve öyle köpeksin ki sen Öldükten sonra bile Yılmaz’ın UMUDundaki Paytonların ardından Koşacaksın hep Geleceğe Çın Çın Çın Ve karnımın gevşemesine karşın Taş..larımdaki tarçın Bırakmıyor beni ölmeceye Evet diyemiyorum Diyemiyorum ki evet O hayırlı O hayırlı geceye. XII Ben de Boğaziçi de bu bahar Mavi sakalına erguvanlar takmış Sarhoş bir İskele Babası kadar Hem delikanlı hem deliler gibi ihtiyar Irmak olup akın ey şiirlerim! Akın, suyunuz çoğala çoğala! Acı içinde kanayan kalplerin, Yalpalayan susamış gönüllerin, Pınarı olun, su verin onlara! . Işıktan gagası suyunuza dalsın Kartal, pisliklerden uzakta dursun Dalgaların tuhaf çağıltısında, Kuş seslerine, şarkılarına Meleklerin ilahisi karışsın! . (1942) . Fransızca'dan çeviren: Tozan ALKAN YOLCULUK. Nedense isyankar olurum Bir yolculuk başlarsa yağmurlu bir gecede Bir siren acı acı öterse vakitsiz Ve bir kadın görsem saçları dağınık Bir kadın...mahzun, çaresiz, ümitsiz.... Nedense kederli olurum Ağlayan bir çift göz bulsam sokaklarda Bir mendil sallayanı olmazsa ardından Ve bir adam..küfür etse kadere Bir adam..elleri yumruk yumruk hırsından.. Nedense efkarlı olurum Bir gurbet şarkısı duysam sokaklarda Bir 'ahh' inlese derinden Ve bir çocuk 'baba' derse ansızın Bir çocuk..Görmeden,sevmeden,bilmeden. Nedense darmadağın olurum Anılar bir bir dolarken gözlerime Geçmişe bir yolculuk başlarsa sessiz Ve ben yılların yorgun yolcusu Ben ki.. yitik, ben ki yalnız, ben ki onsuz.. www.ahmetselcukilkan.net Gün değil, hafta değil, ay değil Beş sene, on sene sonra gelsen de Bu canım durdukça tende İyi bil Beklediğim sensin. . Bazen bir demet gül alırım elime Bazen ıhlamur çiçeği Her şeyin doğrusu ve gerçeği Kokladığım sensin. . Cebimde mektubun olmayabilir Ne çıkar fotoğrafın yoksa masamda Öğrenmek istersen eğer Gel, sevda iklimime gir Açılmamış gönül kasamda. Sakladığım sensin.. Yağan yağmur duyar mı bilmem Topraktaki mutluluğu? Ve güneş vurunca topraktan yükselen buğu Doldursun diye Yerle gök arasındaki boşluğu En masum sevgiye Eklediğim sensin. . Uykudayken, uyanıkken Uzakta ve yakında Sen olmasan da farkında Gidip gidip arada bir Yokladığım sensin.. (Gökçekimi) Ben bu gurbet ile düştüm düşeli, Her gün biraz daha süzülmekteyim. Her gece, içinde mermer döşeli, Bir soğuk yatakta büzülmekteyim. Böylece bir lâhza kaldığım zaman, Geceyi koynuma aldığım zaman, Gözlerim kapanıp daldığım zaman, Yeniden yollara düzülmekteyim. Son günüm yaklaştı görünesiye, Kalmadı bir adım yol ileriye; Yüzünü görmeden ölürsem diye, Üzülmekteyim ben, üzülmekteyim Butün bu cılgıldaklar Pencerenin ağzına asılı Bütün bu fırıldaklar Bütün bu pervaneler Bütün bu değirmenler Bütün bu uçurtmalar ve uçaklar Poyrazın doğrultusunda... Gülibrişim, mimoza ve manolya, kavak Yaprakları dahil Bütün bu kıpır kıpır insanlar Elleri kolları ve kulaklarıyla Ve erken öten bir horozun sesiyle Kaçmışlar öbür dünyaya şimdiden Seslerini bırakmışlar geriye Bu ölümlü dünyaya yadigar... sen miydin o yalnızlığım mıydı yoksa kör karanlıkta açardık paslı gözlerimizi dilimizde akşamdan kalma bir küfür salonlar piyasalar sanat sevicileri derdim günüm insan içine çıkarmaktı seni yakanda bir amonyak çiçeği yalnızlığım benim sidikli kontesim ne kadar rezil olursak o kadar iyi. kumkapı meyhanelerine dadandık önümüzde altınbaş altın zincir fasulye pilakisi aramızda görevliler ekipler hızır paşalar sabahları açıklarda bulurlardı leşimi öyle sıcaktı ki çöpçülerin elleri çöpçülerin elleriyle okşardın beni yalnızlığım benim süpürge saçlım ne kadar kötü kokarsak o kadar iyi. baktım gökte bir kırmızı bir uçak bol çelik bol yıldız bol insan bir gece sevgi duvarını aştık düştüğüm yer öyle açık seçik ki başucumda bir sen varsın bir de evren saymıyorum ölüp ölüp dirilttiklerimi yalnızlığım benim çoğul türkülerim ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi Bülbül havalanmış yüksekten uçar; Has bahça içinde gülüm var, deyi. Seni seven yiğit serinden geçer, Güzeller içinde yarim var, deyi.. Ben seni severim, sen de sev beni. Mevla`m bir karada koymaz insanı. Elbet, bir gün olur, ararsın beni; Şurda bir divane yarim var, deyi.. Ben, seni severim can ile candan; Mevlam ayırmasın sevdiğim benden, Canım esirgemem vallahi senden, Götür sat pazara, kölem var, deyi.. Karac`oğlan söyler: kaşı karadan, Hiçab perdesini kaldır aradan, Seni, beni bir Mevla`dır yaradan, Büyüklenme, hey kız, güzelim deyi. (Öner' in anası için). Kayıp duruyor bakışları duvardaki resme ve kapıya oğul mu beklediği, sevgili mi. Belli ki yaşıyorlar hala uzun uzun yaşıyorlar belli ki bırakıp gittikleri anılarıyla Çıkıp gelirler bir gün belki Üşümüştür çünkü toprağın soğuk yalnızlığında birisi. Öteki arkasında parmaklığın Diyelim ıslık çalacaksın ıslık Sen ıslık çalınca Ne ıslık çalıyor diye şaşacak herkes Kimse çalmamalı senin gibi güzel. Örnegin kıyıya çarpan dalgaları sayacaksın Senden önce kimse saymamış olmalı Senin saydığın gibi doğru ve güzel Hem dalgaları hem saymasını severek. De ki sinek avlıyorsun sinek En usta sinek avcısı olmalısın Dünya sinek avcıları örgütünde yerin başta Örgüt yoksa seninle başlamalı. Diyelim zindana düştün bir ip al Görmediğin yıldızları diz ipe bir bir Sonra yıldızlardan kolyeyi Düşlemindeki sevgilinin boynuna geçir. Say ki hiçbir işin yok da düşünüyorsun Düşün düşünebildiğince üç boyutlu Amma da düşünüyor diye şaşsın dünya Sanki senden önce düşünen hiç olmamış. Dalga mı geçiyor düşler mi kuruyorsun Öyle sonsuz sınırsız düşler kur ki çocuğum Düşlerini som somut görüp şaşsınlar Böyle dalgacı daha dünyaya gelmedi desinler. Dünyada yapılmamış işler çoktur çocuğum Derlerse ki bu işler bişeye yaramaz De ki bütün işe yarayanlar İşe yaramaz sanılanlardan çıkar Akşam erken iner mahpusaneye. Ejderha olsan kar etmez. Ne kavgada ustalığın, Ne de çatal yürek civan oluşun. Kar etmez inceden içine dolan, Alıp götüren hasrete.. Akşam erken iner mahpusaneye. İner, yedi kol demiri, Yedi kapıya. Birden, ağlamaklı olur bahçe. Karşıda, duvar dibinde, Üç dal gece sefası, Üç kök hercai menekşe.... Aynı korkunç sevdadadır Gökte bulut, dalda kaysı. Başlar koymağa hapislik. Karanlık can sıkıntısı... << Kürdün Gelini >> ni söyler maltada biri, Bense volta'dayım ranza dibinde, Ve hep olmayacak şeyler kurarım, Gülünç, acemi, çocuksu.... Vurulsam kaybolsam derim, Çırılçıplak, bir kavgada, Erkekçe olsun isterim, Dostluk da, düşmanlık da. Hiçbiri olmaz halbuki, Geçer süngüler namluya. Başlar gece devriyesi jandarmaların.... Hırsla çakarım kibriti, İlk nefeste yarılanır cigaram, Bir duman alırım, dolu, Bir duman, kendimi öldüresiye. Biliyorum << sen de mi?>> diyeceksin? Ama akşam erken iniyor mahpusaneye, Ve dışarda delikanlı bir bahar, Seviyorum seni, Çıldırasıya... I Uzun boylu ağrılara atıldım. Sokaklarda hırçın rüzgârlara katıldım. İyi yürekli çocuklar sessizce büyümekte: “Dünyanın şavkı kendine, efkârı bize mi? ” demekte; kimileri taburlara, koğuşlara gitmekte, kimileri sidikli döşeklerde upuzun uykulara düşmekteydiler. Uzaklarda yaşlı çam ağaçları sessizce çürümekteydiler.... İyi yürekli çocuklar, günlerin rahmine yaslarken düşlerini, bazen apansız ölmekte, ölmekteydiler.... Ama şalvarları gül desenli Döne’ler, yeniden dillenip döllenmekte, doğrulup yeniden dillenmekte ve sokakların, a(damların) , kedilerin üstünden rüzgârlar esmekteydiler... II (Gecede bir fahişenin koynunda uzun donlu, Nizipli bir tüccar üşümekte; kaçak elektrik kullanılan evlerde sümüklü oğlanlar “büsüvi”(!) istemekte ve sımsıcak somunları kavrayan yaslı eller, balta girmemiş hayatın ortasından korkak ve küstah bir tevazuyla yürümekteydiler... İyi yürekli çocuklar düzine- ler halinde feleğe küfrederek geçmekteydiler; sonra gecede mart kedileri, ay ışığı ve iniltiler…Hep aynı nakaratta köhne bir hayat...) . Sonra bildik törenler, kanıksanmış itaatler ve her aşkın künyesine bir gün dökülen küller.... Sonrası pazaryerleri: Patates, pırasa vs. Taksitler ödenip senetler alınacak bu ay da… Bu ay da sürüm sürüm turplara sıkılan limon damlaları gibi duraklarda.. Defolu çıkmış hayat kimin umurunda! . III Kimin umurunda yeni donlar giyen eski kadınlar ve bilumum “öteki”ler. Dolup boşalan kültablaları, bozuk sifonlar, şerefsiz adisyonlar ve yamalı bohçalar gibi uzayan yollar.. Kimin umurunda buharlaşmış oğullarını arayan anaların acısı ve yaşlı bir kemancının eskimiş papyonundaki keder…. /Sürerken ıssızlığın ödül töreni, sen topla dur topla dur dağılan sevinçleri.../. IV “-Vay anasını bu maçı da alamadık abiler; ipne hakemler bizi yine mağlup ettiler! ”. İyi yürekli çocuklar sessizce büyümekte, en pahalı düşleri dolara endeksleyip en ucuz pazarlara sürmekteydiler. Sonrası aşkın ve şarabın şanına düşen gölgeler.. Gölgeler… Kimin umurunda? Yoruldu yorgunluk da; aşk bir yana, düş bir yana! . Paranın sultası düştükçe, düştükçe aşka, ışığa ve şarkıya, her şey hızla ayrışmakta. Üstelik gün ortası, ışıkta! . Her şey pazar ve karmaşa.... /Sürerken ıssızlığın ödül töreni, sen topla dur topla dur kirletilmiş düşleri.../. V İyi yürekli çocuklar, o aşınmış saçaklarda, yollarda ısrarla yanlış atlara binip, ısrarla düşmekteydiler.... “-Yok yoluna geçti geçen günler ..k yoluna kaldı kalan günler geride! Bu yüzden aşk dediğiniz nedir ki be abiler? Camları buğulu bir genelev odasında vizite fiyatına...”. Solarken gecekonduların dar pencerelerinde bal gözlü kızlar.... VI Sürerdi… Yine sürerdi mırıltılar ve homurtularla hayat. “Bu maçı da alamazken abiler”: iyi yürekli çocuklar sessizce büyümekte, büyüdükçe kirlenmekte, kirlendikçe ölmekte, öldükçe bilmekte, bildikçe acımakta, acıdıkça görmekteydiler ki her fırtınadan ve anıdan geride herkes figüran yaşamın sahnesinde.... VII Sahnesinde yaşamın, kentlerin kaldırımlarında upuzun dilenciler. Minibüslerde ter ve çürük sperm kokusu. Sahnesinde, aşklarla rus ruleti ve tel kaçıran çorapların kederi(!) . Sahnesinde, brüt bir yaşam, net bir ölüm, bırak rezil gündüzleri geceye yaslan gülüm…. VIII İyi yürekli çocuklar o mahallelerden düzineler halinde geçmekteydiler... Uzak ormanlarda yalnız meşeler sessizce büyümekteydiler… -İşte bu vuruşlar sürdükçe, maç mı alınır ulan sayın abiler? İpne hakemler bu sezon da bizi mağlup ettiler! . Aşkta, düşte, işte birer birer inerken beyaz bayrakları:. /B i z i m ç o c u k l a r b ü t ü n m a ç l a r d a y e n i l d i l e r.../ Yüzüme sert çizgiler çekti senin adını, Hasret saatlerini saydı saçımda aklar. Senin ağzından çıkan bir cümlenin tadını Ne bugün içki verdi,ne bu gece dudaklar!. Sorma,nasıl yollarda tutunabildiğimi, Nasıl siyah rüzgara yaşımı sildiğimi... Görür görmez kapında yere devrildiğimi Ürperdi bir tekinsiz kedi gibi sokaklar.. Gece muzlim şeklini bana çizmese perde, Sesin bir sırça gbii kırılmazsa içerde, Beni bugün serilmiş görenler orta yerde Yarın da bir çukurun içinde bulacaklar... Yaşamaz ölümü göze almayan. Zafer, göz yummadan koşana gider. Bayrağa kanının alı çalmayan, Gözyaşı boşana boşana gider! . Kazanmak istersen sen de zaferi Gürleyen sesinle doldur gökleri Zafer dedikleri kahraman peri Susandan kaçar da coşana gider.. Bu yolda herkes bir ey delikanlı Diriler şerefli ölüler şanlı Yurt için döğüşen başı dumanlı Her zaman bu şandan, o şana gider Ben tek başına ne yapabilirim Diye düşündü biri Ve hiçbirşey yapmamaya karar verdi. Ben tek başına ne yapabilirim Diye düşündü bir öteki Ve yalnızlığının kuytuluğuna çekildi. Ben tek başına ne yapabilirim Diye düşündü bir üçüncü Ve tek başına düşünmeyi sürdürdü. Ben tek başına ne yapabilirim Diye düşündü yüzbinler Ve tek başınalıklarını sürdürdüler. Ben tek başına ne yapabilirim Diye düşündü milyonlar Milyonlarcaydılar. Ve tek başınaydılar Bu arada birileri Onlar adına Karar vermekteydi. Tek başına olduklarını sananlar Topluca ortadan kaldırıldılar.... Gözlerini eksik yaşanmış bir bahar gibi kullan gülüşünü as intihar koğuşlarına çelimsiz ruhlarda erken yağmurlar biriktir nasılsa taşra hep hazırdır aşka. Üzülme, sakın dönme kendine tesellisi ol cehennemin cehennemin son meleği ol. Gözlerini eksik yaşanmış bir bahar gibi kullan gülüşünü as intihar koğuşlarına çelimsiz ruhlarda erken yağmurlar biriktir. Nasılsa taşra hep hazırdır aşka bugün pazartesi senin galiba beş dersin olacak yine salondaki aynada taradın saçlarını istemediğin bir şeyi yapmış olmanın öfkesi yine karartmış alnını fakat acele etmek lazım geç kalırsan tramvay kaçacak ve bir yasak levhası gibi asacak suratını o suratsız müdire hanım. bugün pazartesi dün pazardı belki evde kalıp balerin resimleri yaptın kulağında uzak bir piyano sesi belki neşeliydin belki düşüncen vardı belki de yağmur gibi inerken hatıralar herhangi bir köşe başında bana rastladın. ben senin hayatına muhalif bir rüzgar gibi girdim Korkudan sahnede eli ayağına dolaşıp, Rolünü şaşıran kötü bir oyuncu misali; Ya da azdıkça içine sığmayan öfkesi taşıp Kendi yüreğini zayıf düşüren çılgın biri gibi, Unutuyorum, kendime güvenim olmadığından mutlaka, Tam olarak söylemeyi aşk oyununun sözlerini; Ve aşkımın yükü öylesine ağır geliyor ki bana, Kendi aşkımın gücü karşısında eziliyorum sanki. O halde, nedemek istediğimi bakışlarım anlatsın, Konuşan gönlümün sessiz sözcüsü olsun onlar; Aşkımı onlar açığa vursun, derdime çare arasın; Öyle ki, hiç kalsın yanında, durmadan konuşanlar. Ah, sessiz aşk neler yazmış, öğren artık okumayı, Aşkın sırrına ermişler bilir gözleriyle duymayı... Bir nefescik söyliyeyim Dinlemezsen neyliyeyim Aşk deryasın boylayayım Ummana dalmağa geldim. Ban Hak ile oldum aşna Gönlümüzde yoktur nesne Pervaneyim ateşine Oduna yanmağa geldim. Aşk harmanında savruldum Hem elendim hem yuğruldum Kazana girdim kavruldum Meydana yetmeğe geldim. Ben Hakk'ın edna kuluyum Kem damarlardan beriyim Ayn-ı cemin bülbülüyüm Meydana ötmeğe geldim. Pir Sultan'ım der gözümde Hiç hata yoktur sözümde Eksiklik kendi özümde Darına durmağa geldim Bırakma beni sevdiğim Gidişine dayanamam Hasret gözyaşlarımla Kendimi avutamam Dönerim dersin ama Kadere inanmam Bıraktığın anılarınla Ben sensiz yaşayamam... İnsanlar da parsellenmiş arsalar gibi Duygular bölük bölük, his parça parça. Bakışları andırır gerçek dost gibi Yürekler sönük sönük, sis dalga dalga.. Şerefin böylesi ucuz gittiği, Yüreğin böylesine teslim dediği. Kulun kula acz ile ram ettiğini Ne yazık ki burada sizinle gördüm.. Eskiden şeref için ölenler vardı, Gurur onur şahsiyetin anlamı vardı. Gerçekleri haykırmak yiğit şanıydı, Bugün eskiden demek ne kadar acı.. Birleşmiş üçü beşi birlik olmuşlar, Sükut ikrardan diye suskun kalmışlar. Cemaziyelevvel malum ya bize Ucuz ihanete ortak olmuşlar.. Benim adım Bedirhan bilenler bilir, Benim özüm de bir sözlerim de bir. Yalan söylüyorsam söyleyin bir bir, Doğru diyorsanız söyleyin hep bir.. İsim isim yazmak bana yakışmaz, Teşhir etmem ise yakışık almaz. Dost oldum herdem dost bulamadım, Ulan çek git derim size yakışmaz ANKARA 1996 İnsan seslerine tutunarak ilerliyorum Kollarım alabildiğine açık Yuvarlanmamak için uçuruma. İnsan seslerine tutunarak ilerliyorum Yolumu yitirmemek için Boğucu karanlıkta. Kızımın sesi 'anne' diyen 'i' gibi incelterek 'e' sesini Babacığım derken kırık dökük Ve öğrendiği ilk filleri sıralarken O henüz dalında ham bir meyve gibi ses Tutkulu,güvensiz,birden tizleşen. Karımın sesi,gülümseyiş gibi umutlu Ve bir kızkardeş sesi gibi sevecenlikle dolu. Telefondaki sesi babamın Kısık,uzakta,ama can kadar yakın. Gurbetteki kardeşlerimin sesleri Ansızın bir selam gibi ulaşan Çocukluğu Ve daha nice şeyleri ışıldatan. Unuttuğum sesi annemin Bazen düşlerimde çınlayan. Ve dostların sesi,bunaldığımda Dokunurcasına duymak istediğim Yolumu yitirmemek için Yitip gitmemek için boğuntuda. 'Kendine iyi bak' diyen sesler 'Nasılsın' diyen sesler Kaygılı,dostça çınıltılı,ince kalın,boğuk ya da tiz Kendimi en kötü duyumsadığım zamanlarda Duymak istediğim o sesler Tutunarak güven duyduğum Birlikte bir karanlığı geçtiğimiz.... (Temmuz 19981) Meylim yoktur aşikara Sır olana bağlanmışım Karanlığı yara yara Nur olana bağlanmışım. Ne açlığa ne tokluğa İstikametim yokluğa Sırtımı dönüp çokluğa Bir olana bağlanmışım. Fuzulidir aşkı beyan Sevilene her şey ayan Sevdiğini unutmayan Yâr olana bağlanmışım. Ne açlığa ne tokluğa İstikametim yokluğa Sırtımı dönüp çokluğa Bir olana bağlanmışım. Yaradan göz vermiş niye Tecellimi görsün diye Hak’tan gayrı her bir şeye Kör olana bağlanmışım. Ne açlığa ne tokluğa İstikametim yokluğa Sırtımı dönüp çokluğa Bir olana bağlanmışım Bir zevk duyulmaz oldu, buranın rüzgârlarından Hayat soldu bir günün enginlerinde yine. Selâm! Sonsuzların yorgun gönüllerine Selâm: Güneşi içeren çocukların diyarından! .... Bir ateş yakalım ki geçmesin hatta bir an Ve sussun kurtlar, kuşlar bir gök gürültüsüyle; Bir ateş yakalım ki, tutuşsun gökler bile Ve Güneş içilsin o gün, kızıl çanaklardan! .... Varsın eskisin sesim kaybetsin ahengini Geceler kıskanmasın aydınlığa süsünü. Donatsın sonsuzluklar gibi gurubun rengini Söylesin ve uzaklar baharın türküsünü.... Neler, neler beklenmez nihayetsiz bir yerden Güneşi içelim mor şafaklar gecesinden. Selâm! Sonsuzluklara, hasretli gönüllerden, Selâm, güneşi, göğü yakanlar bahçesinde! ... Seviyorum suskunluğunu, sanki sen yokmuşçasına burada duyarsın beni uzaktan, dokunmaz sana sesim. Uçup gitmiş gibi gözlerin ve ağzın bir öpüşle mühürlenmiş.. Seviyorum suskunluğunu, çok uzakta görünüyorsun Sanki yas tutuyorsun, kumrular gibi cilveleşen kelebek benzeri. Uzaklardan duyuyorsun beni, ulaşmıyor sana sesim. Bırak da varayım dinginliğine sessizliğinde. Ve konuşayım sessizliğinle bir lamba gibi parlak, bir yüzük gibi yalın. Gece gibisin, suskunluğun ve takım yıldızlarınla Yıldızlarınki gibidir sessizliğin, öyle uzak, önyargısız.. Seviyorum suskunluğunu, sanki sen yokmuşçasına burada uzakta ve hüzün dolu, sanki ölmüşsün gibi. İşte o zaman bir sözcük yeter Uçarım, uçarım sevinciyle yaşadığının.. Çeviri: Ergin Koparan Uyu yavrum, uyanacak günler var, Yarınları gözetleyen dünler var. Baban şehit izlerinde ünler var. O izlerde sen de dolaş Öç gününe sen tezce ulaş Uyu yavrum, tepesinde haç yatan Camiler vardır bu mu seni ağlatan? Dayanamaz çiğnenmeye bu vatan Camilere götür hilal, Hem yurdu, hem de öcünü al. Gittin; dünya bir kafes, devâ mahpus, söz ketum Gittin; çekildi suyu can nehrinin; kaldı kum Doruklarda bahardın, derinde servi boylu Muhabbet savaşçısı, yiğit, cihangir soylu Göklere yönelirdin gece gündüz, susardın Zamana defineler verip mekânı sardın Bu gün hüznün hayale kuyu kazdığı gündür Bu gün kederden sabrın bile bezdiği gündür Yetim kalmış çiçekler sana meftun bakardı Yuvanda gülkurusu bakışların kokardı Tenhada çoğaltırdın gözlerini kimsesiz Gözlerin başkaları için ağlardı sessiz Bereket dağıtırdın çocukların kalbine Sonbaharına erip döndürüldün Rabbine Bu gün ötenin bir dost eli sezdiği gündür Bu gün samanyolunda aşkın gezdiği gündür. Kör bakmayı bilmezdin; özde ruhun yanardı Rüzgâr, yağmur ve güneş seni meczup sanardı Şimdi yansın kapılar, pencereler kırılsın Vadiyi sel götürsün, dağ ikiye yarılsın Öncü bir kıyametten geçtiğin ândı ölüm Sen rüyadan uyandın; senden uyandı ölüm Bu gün kardelenlere kanın sızdığı gündür Zamanın ezberini yine bozduğu gündür . Ân gelir, seni nâçâr kılan dert nîran olur Alıcı kuşlar gibi vurulup vîran olur Yedi iklimden sorar düşlerini yârenler Buhurdanlıkta taşır hâtıranı erenler Kırlangıç yuva yapsın şimdi lâlezarına Erguvan tohumları ekildi mezarına Bu gün kovulmuşların katran süzdüğü gündür Bu gün toprağın alevleri üzdüğü gündür. Bu mezar taşı kime ne söylüyor; bu yıldız Bu gök, yaralı bulut, çâresizlik; bu ıssız Ülkenin hangi dağı, ovası şimdi benim Seninle sessizliğin koynuna girdi tenim Âh kırılan ellerim, ah çürüyen kanlı göz Bir cefâ girdabında dalgalanıp yandı öz Bu gün fırçanın kalbe diken çizdiği gündür Matemin bir şairi lif lif çözdüğü gündür. Her yüzde bir tebessüm oluyor filizlerin Haramilerde bile ışıldıyor izlerin Nâm yurdunda gölgeydin, merhamet burcunda dev Sokak garip; münzevi bir rüyada şimdi ev Hicrana varan yolun her köşesinde serap Şehir şehir ürperiş, ülke ülke ıstırap Bu gün bir kelebeği dağın ezdiği gündür Bu gün kalemin “eyvah” diye yazdığı gündür. Gün biterken çingenlerle inecek ovaya çengilerle Ateş yakılacak ve birer yalım büşecek kızların yüzüne. Dinle ve sorular sor kendine Doğayı, insanı ve geceyi neydi güzelleştiren böyle Yollculukları güzelleştiren neydi. Tan atımına gelince vakit istersen bir kolunudağların omuzuna at Unutma geceyi bütün bir ömür. Buruşturulup atılıvermiş uzak ve ansız bir bakış uzak bir buluttur şimdi keder Gördük sizin gibileri Geldiniz ve gittiniz Bir fidan bile dikmediğiniz için İnsanlık uğruna Ne gelişiniz kaldı aklımızda Ne gidişiniz. . Belki görünmezdi üniformalarınız Teneke parçası madalyalardan Eliniz ve eteğinizdi öpülen Baş tacıydınız kuş sütü sofraların . Ve en sonunda Hiç beklemediğiniz bir anda Aldı götürdü sizi Doğanın şaşmaz adaleti . Şimdi bakılınca buradan Sizden geriye kalan Bir mezar taşıdır Öylesine sıradan. Ölümüm senden olur bilinsin ne uçsuz bir kan akışı ne buğusu kadehte rakının, ela ve sonsuz bir teneşir uykusu gözlerinin ağlamaklı bebeğine.... acemi zamanlar silinsin ölümüm senden olur bilinsin sen istesen aslında bütün kafiyeleri eskitirsin. aklında kalmayacak aklım başka kollar başka sarılmalar ve her defasında alsancak platonik rutubet kokacak aklına bir fikir gelecek bir çift iri memenin kuşkusuna fidye vereceksin. bütün iklimlerin feri silinsin ölümüm senden olur bilinsin. gözlerin bir içimçaydı bizansta, gözlerin, ela teneşir uykularıma kapanan kırık pencere.. Göz değdi köyümün güzellerine ELİF, yad ellere göçtü be Hasan. SEVGİ size ömür; dört kulaç önce, Ecel çorbasini içti be Hasan. . ASALET, babasız çocuk doğurdu Nazlı HÜRRIYET'i haydutlar vurdu Viraneye döndü TÜRKHAN'ın yurdu Köyün tadı-tuzu kaçtı be Hasan. . ADALET felç oldu, yürür değnekle NEŞE ne halt etsin soğan-ekmekle... GÖNÜL delirdi de yol beklemekle, İsyan bayrağını açtı be Hasan. . SAADET'in adı HÜLYA'dır şimdi Her gün birimizi aldatır şimdi UMUT'lar rüyada, faldadır şimdi Unut, eski günler geçti be Hasan. . FAZİLET'i gelin ettik gurbete Kimbilir... belki de gurbetten öte Yağlı SERVET garaz eder ÜLFET'e Ara yere nifak saçtı be Hasan. . ZEYNEP bize küskün, İFFET sürgünde Rezalet, felaket yağar her günde... Yedi HASLET verem olur bir günde, ÜLKÜ kötü yolu seçti be Hasan. . Burada ne düğün, ne BAYRAM kaldı... En güzel UMUT'lar dalda ham kaldı! Korku, hasret, isyan, keder-gam kaldı Binalar temelden uçtu be Hasan. . Işte böyle... Malûm ola hâlimiz Naçar, böğrümüze düştü elimiz Güven duyduğumuz her güzelimiz Bizlere bir kefen biçti be Hasan.. (Vur Emri) Bakıyorsunuz kuşlar Hazır Sokak lambaları yanık unutulmuş Bir kadıköy vapuru hınca hınç insan Çok geçmeyecek Martılar beyhude turlar atacak Kıyılar lağım konserve kutuları Mısır koçanları. Sevgi aranabilir yine Korkusuzca say koskoca kederlerini Bir kuyu bulunabilir. Aklımdan çıkmıyorsun Sen hala dizüstü Bunca anıyı besleyerek Sokaklarda avaz avaz konuşarak kendi kendinle Mektupları öpebilirsin kırmızı dudaklarınla Görür gibi olarak açıp baktığımı Bense şöyle diyorum: Buradan bir acı kanamış boyuna. Kuşlar hazır Öncü havalanmak üzre Şehri gelen bir mevsime bırakıyorlar O vapur hala hınca hınç Kimbilir herbiri hangi dünyaya sağır Çok geçmez aradan. Kadınlar kapı önlerinde Ellerinde meşalelerle Aydınlatırlar gelip geçen erkek suratları Yorgun bir sarıyla ben de Geçeceğim önlerinden. Aklımdan çıkmıyorsun dedim Başka türlüsünü yorgunum anlatmaya Telefonlar yan hücrede çalışıyor Bende kurşuni bir dere Ağaçlar hayvanlar bile kaygılı Onu bir mersedesten indirdi kalçasına kadar açılarak. Yapayaşlı bir rum kadın Herşeyde yanıp sönen bir kıyamet algısı Haydi koşayım diyorum belki dağılır Koşuyorum Sancağımda kendi rüzgarımla ölgün kıpırtılar Hayır daha sevgili daha sevimli değil Ne başka bir gün ne başka bir zaman. Çok geçmeyecek aradan Şöyle diyeceğim: Bulutlar açmadı Mavi gök orda mı Beyaz, ipek gibi yağdı kar Bir kız kardan hafif adımlarıyla yürüyüp geçti hayal içinde Arkadaşlarımı düşündüm, sevgili şeyleri Sanki her şey bizimle var ve bizimle olacak Şarkılar çaldı odalarda Bütün insanları sevmek gerektiğini düşündüm Düşmanlarımız dışında Düşmanlarımız çünkü Sevgiyi yok ettikleri için Düşmanımız oldular- Beyaz ipek gibi yağdı kar Bir kız kardan hafif yüreğiyle Geçip gitti güvercinleri anımsatarak. Uzaktaki şehir Uykuya dalmıştır şimdi. Düşündüm bir bir Kardeşlerimin ne yaptıklarını Nihat Uyumuyor olmalı. -Nefis bir şarkı Söylüyor yandaki odadaki kız Bir Rus Halk şarkısı. Ve şimdi koroyla Başladılar- Nihat düşünüyordur Karanlıkta. -Sanırım Bir saatten sonra Hapishanede Dışardan söndürüyorlar ışıkları- Beyaz ipek gibi yağdı kar Bir kız kelebek adımlarıyla Geçip gitti karın üzerinden. İnsanlar kendi şarkılarını Kendi hayallerini taşıyorlar. Çağdaş şarkılar Gerekli onlara Hem Hayatlarının Derinliklerinden söz eden Gerçekleştirilmiş Gerçekleştirilmemiş duygularından, Hem Kavgayı ateşleyen Somut Anlaşılır Akıllı şarkılar. Beyaz, ipek gibi yağdı kar Acılarla dolu bu dünyaya. İnsafsızlık Vahşet Hala güçlü Ve hala iktidarda. İnsanlar Ölüyorlar. Gepgenç Sımsıcak Ölüyorlar Sanki Ölmüyorlarmış gibi. Bir yandan sürüp gidiyor- Hayat; Bir yanda tel örgüler Parmaklıklar. Beyaz, ipek gibi yağdı kar Yağdı kirpiklerine bir kızın Yağdı mavi bir nehre Saçlarıma yağdı Otobüslere Ağaçlara Evlere. İçimden okşadım onu. Kelebek adımlarını Yanımdan geçen kızın. Herhangi bir kız Hayalleri olan. İstedim ki Daha güzel Olsun şu dünya. İstedim ki Beyaz İpek gibi yağan karın altında Bitsin artık Bu sürüp giden alçaklıklar. Bir bebek Ölüm tehdidi altında yaşamasın Beşiğinde. Ve paramparça olmasın Sımsıcak Capcanlı Yaşayıp giderken insanlar. Bırakın, beyaz İpek gibi yağan karın altında Hayallerimiz olsun. Yaşayalım Özgür Güzel Düşünceli. Anlatalım Düşündüklerimizi birbirimize. Sevinç egemen olsun her yerde İnsanca Bir kaygı. Beyaz, ipek gibi yağdı kar. Yağsın. Dünya daha güzel olacak İnanıyorum buna. Bir insan kalbinin güzelliğine Çocukluğuna Sonsuz cesaretine, olanaklılığına İnandığım kadar. Günlerdir körköstebek nefsimle öyle hırlı Ve öylesine harlı ki esrik nefesim Bir kibrit tutsam parlayacak. Bir sarnıç gemisi diyecekler alev almış Boğazın iki yakasından . oysa bir gaz tenekesiyle bir şişe mavg Gelişi güzel mi güzel bir ocak Suların ortasında sevgili öfkemle benim Yanacak bahar erişinceye değin Soğuktan morarmış kanatlarını ısıtsın diye martılar . Martılar ki sokak çocuklarıdır denizin Açardın, Yalnızlığımda Mavi ve yeşil, Açardın. Tavşan kanı, kınalı - berrak. Yenerdim acıları, kahpelikleri... . Gitmek, Gözlerinde gitmek sürgüne. Yatmak, Gözlerinde yatmak zindanı Gözlerin hani?. 'To be or not to be' değil. 'Cogito ergo sum' hiç değil... Asıl iş, anlamak kaçınılmaz'ı, Durdurulmaz çığı Sonsuz akımı.. İçmek, Gözlerinde içmek ayışığını. Varmak, Gözlerinde varmak can tılsımına. Gözlerin hani?. Canımın gizlisinde bir can idin ki Kan değil sevdamız akardı geceye, Sıktıkça cellad, Kemendi.... Duymak, Gözlerinde duymak üç - ağaçları Susmak, Gözlerinde susmak, Ustura gibi... Gözlerin hani? Kâbe'den maksat varmaktır yâra, Kör gibi tapınma kuru duvara.. Çok geçmedi daha, bu dizelerin yazarı, Entelektüelliğin delice kibiri içinde, 'Sözcüklerin gücü'nü savunur, insan beyninde İnsan dilinin söylediklerinin ötesinde Bir düşüncenin ortaya çıktığına hiç inanmazdı: Fakat şimdi, o kurumlanmayı alaya alırcasına İtalyan tonunda, yalnızca ayın aydınlattığı ''Hermon Tepesi üstünde inci kolyeler gibi asılı duran çiy'' İçinde düş kuran melekler tarafından mırıldanılsınlar diye Yaratılmış yabancı yumuşak iki heceli iki sözcük Düşüncenin ruhları olan düşünülmemişe benzeyen düşünceleri, Arp çalan melek İsrafil'in bile (o ki sahipti ''Tanrının yarattıkları içinde en tatlı ses''e) Onun bile dile getirebilmeyi umduğundan Daha zengin, çok daha vahşi, çok daha ilahi hayallari O yazarın kalbinin uçurumlarından dışarı Harekete geçirdiler. Ve ben! bozuldu benim imlam. Güçsüzce ürperen ellerimden düşer kalem. Senin tarafından emredilse de ismini yazmam, Yazamam - konuşamam ya da düşünemem - Yazık ki hissedemem; çünkü hissetmek değildir bu, Bu düşlerin ardına dek açık kapısının altın Eşiği üstünde, aşağılardaki muhteşem manzaraya, Büyülenmiş, gözlerini dikerek, hareketsiz ayakta durmak, Ve titremek gördükçe, sağ tarafta, Sol tarafta, ve bütün yol boyunca, Morlaşan buğular ortasında, hülyalı uzaklarda İhtimalin tükendiği yere kadar, yalnızca seni! . Dr Osman Tuğlu tarafından çevrilmiştir Temizdir benim aşkım, sudan berraktır Bu aşk oyunu bana helâldir, haktır Hep şekil değiştirir ellerin aşkı, Şu aşkımda en küçük fark bile yoktur! . (Hayyam'ın Türkçe Yüzü-Türkçe Yeniden Yazan-Yalçın Aydın Ayçiçek-Can Yayınları) Ali'm gelir diye karşı giderler Ali'nin Düldül'ün bin de göreyim Bindiği Düldül'ün mehdin ederler Ali'nin Düldül'ün bin de göreyim. Ayağına altın nallar çaktırmış Gözlerine yeşil sürme çektirmiş Üzengisin cevahirden yaptırmış Ali'nin Düldül'ün bin de göreyim. Kuduretten gem vurulmuş başına Lezzet vermiş dudağına dişine Bir nur doğmuş eğerinin kaşına Ali'nin Düldül'ün bin de göreyim. Üstüne binersen yükseğe basar Bir dizgin eylesen yel gibi eser Nice kafirlerin kellesin keser Ali'nin Düldül'ün bin de göreyim. Pir Sultan Abdal'ım dengi bulunmaz Bin konaklık yere gitse yorulmaz Kısmet olsa havalarda görünmez Ali'nin Düldül'ün bin de göreyim Ada vapuru yandan çarklı Bayraklar donanmış cafcaflı Simitçi kahveci gazozcu Şinanay da şinanay. Müslümanı yahudisi urumu İsporcusu ihtiyarı veremi Kiminin saçı uçar, kiminin eteği Şinanay da şinanay. Estirir de Ada yeli estirir Seni sevindirir beni küstürür Lüküs kamarada kimler oturur Şinanay da şinanay -35 yaşıma-. Önce sesini, sonra yankısını çaldırdın şu beton ormanında; bu kent de tükürdü aşklarına… Kal orada, artık hiçbir şeyden kurtulamazsın! Islanmışsın bir kere oğlum, yaş gününde kuruyamazsın... Zirve seni bekliyor Dağın kıymetini bil Sanma ki yükselmek zor Çağın kıymetini bil. Üşenme emek için Mutluyum demek için Üzümü yemek için Bağın kıymetini bil. Yokluk göründüğü an Çabuk yıkılır insan Azı beğenmiyorsan Çoğun kıymetini bil. Elin, ayağın, başın Annenin, arkadaşın, Suyun, toprağın, taşın Göğün kıymetini bil. Oğlum benim, bir düşün Değeri var mı dünün Yarın çok geç ömrünün Bugün kıymetini bil. Tanrım nereye baksam yeşil kasırgalar O sevip gitmekse o Çok uzak ve yemyeşil bakmaksa Tanrım nereye baksam yeşil kasırgalar Gönül, gurbet elde hacılık nedir? Sılayı rahmeyle vatan varimiş. Heman Mekke'de mi varmış Beytullah? Her kande ararsan hem-civar imiş? . Yaktıkça firkate pervane, gönül Düşer bülbülgibi şivane gönül Sanardım usanmış divane gönül Meğer eğlencesi nazlı yar imiş. HIFZI der nideyim görünmez bağlar Geçti aramıza dumanlı dağlar Sılada sevdiğim dolukmuş ağlar Vatandan ayrılmak çetin kar imiş bir mavi gül bahçesi yorganım uyku saçlarımın meçhul şarkısı sonra yastığımda ilk gölgen kızlık ve ilk unutuluş hürriyet raksı. yumuşaklığında köpükten öpüşlerin mukaddes günehlar cenneti oda dikişsiz beyazlığında tüllerin bir ay süzülecek buluta. ve bir mavi şarap gözlerindeki musiki gölgelerinde yorgun sen hep öylesine güzel sevdalım ben sana Alahsızcasına vurgun “İşte sana, onların kendi yolsuzlukları yüzünden ıpıssız kalan yurtları! ..” (Kur’an, Neml, 52). Geçenler varsa İslâm’ın şu çiğnenmiş diyârından; Şu yüz binlerce yurdun kanlı, zâirsiz mezârından; Yürekler parçalar bir nevha dinler reh-güzârından. Bu mâtem, kim bilir, kaç münkesir kalbin gubârından Hurûş etmekte, son ümmîdinin son inkisârından? . Evet, son inkisârından ki yoktur cebrin imkânı: Batıp gitmiş nazarlar beklemekten fecr-i nâzânı! Nasıl, ey yolcu, bin lâ’net gelip ezmez ki vicdânı; Dudaklar, çâk çâk olmuş, içerken zehr-i hüsrânı, Uzaktan baktı -koşmak nerde! - milyonlarca yârânı! . Bu ıssız âşiyanlar bir zaman candan muazzezdi; Bu damlar böyle baykuş seslerinden çın çın ötmezdi; Şu kurbağalar seken vâdîde ceylânlar koşup gezdi; Şu coşmuş, ağlayan ırmak ne handan gölgeler sezdi; Bütün mâzîyi bir tûfan, fakat, hep boğdu, hem ezdi! . Vefâsız yurd! Öz evlâdın için olsun, vefâ yok mu? Neden kalbin kararmış? Bin ocaktan bir ziyâ yok mu? İlâhî kimsesizlikten bunaldım, âşinâ yok mu? Vatansız, hânümansız bir garîbim... Mültecâ yok mu? Bütün yokluk mu her yer? Bâri bir “Yok! ” der sadâ yok mu? . * * *. Gitme ey yolcu, berâber oturup ağlaşalım: Elemim bir yüreğin kârı değil, paylaşalım: Ne yapıp ye’simi kahreyleyeyim, bilmem ki? Öyle dehşetli muhîtimde dönen mâtem ki! .. Ah! Karşımda vatan nâmına bir kabristan Yatıyor şimdi... Nasıl yerlere geçmez insan? Şu mezarlar ki uzanmış gidiyor, ey yolcu, Nereden başladı yükselmeye, bak, nerde ucu! Bu ne hicrân-ı müebbed, bu ne hüsrân-ı mübîn... Ezilir rûh-i semâ, parçalanır kalb-i zemin! Azıcık kurcala toprakları, seyret ne çıkar: Dipçik altında ezilmiş, paralanmış kafalar! Bereden reng-i hüviyyetleri uçmuş yüzler! Kim bilir hangi şenâatle oyulmuş gözler! “Medeniyyet” denilen vahşete lâ’netler eder. Nice yekpâre kesilmiş de sırıtmış dişler! Süngülenmiş, kanı donmuş, nice binlerle beden! Nice başlar, nice kollar ki cüdâ cisminden! Beşiğinden alınıp parçalanan mahlûkat; Sonra, nâmûsuna kurbân edilen bunca hayat! Bembeyaz saçları katranlara batmış dedeler! Göğsü baltayla kırılmış memesiz vâlideler! Teki binlerce kesik gövdeye âid kümeler: Saç, kulak, el, çene, parmak... Bütün enkâz-ı beşer! Bakalım, yavrusu uğrar mı, deyip, karnından, Canavarlar gibi şişlerde kızarmış nice can! İşte bunlar o felâket-zedelerdir ki, düşün, Kurumuş ot gibi doğrandı bıçaklarla bütün! Müslümanlıkları bîçârelerin öyle büyük Bir cinâyet ki: Cezâlar ona nisbetle küçük! . Ey, bu toprakta birer na’ş-ı perîşan bırakıp, Yükselen mevkib-i ervâh! Sakın arza bakıp; Sanmayın: Şevk-ı şehâdetle coşan bir kan var... Bizde leşten daha hissiz, daha kokmuş can var! Bakmayın, hem tükürün çehre-i murdârımıza! Tükürün: Belki biraz duygu gelir ârımıza! Tükürün cebhe-i lâkaydına Şark’ın, tükürün! Kuşkulansın, görelim, gayreti halkın, tükürün! Tükürün milleti alçakça vuran darbelere! Tükürün onlara alkış dağıtan kahbelere! Tükürün Ehl-i Salîb’in o hayâsız yüzüne! Tükürün onların aslâ güvenilmez sözüne! Medeniyyet denilen maskara mahlûku görün: Tükürün maskeli vicdânına asrın, tükürün! . Hele i’lânı zamanında şu mel’un harbin, “Bize efkâr-ı umûmiyyesi lâzım Garb’ın; O da Allah’ı bırakmakla olur” herzesini, Halka îman gibi telkîn ile, dînin sesini Susturan aptalın idrâkine bol bol tükürün! ... Yine hicrân ile çılgınlığım üstümde bugün... Bana vahdet gibi bir yâr-ı müsâid lâzım! Artık ey yolcu bırak... Ben, yalınız ağlayayım! . 22 Safer 1331 17 Kânûnisânî 1328 (30 Ocak 1913) Elindeyse zamana geçme dur diye dayat! Bir sigara içmekten daha kısa bu hayat... 1978 evren yalnızlıktan da küçükmüş düşlermiş asıl sonsuz olan.. evren umutlardan da küçükmüş mutsuzluk daha büyükmüş meğer.. evren sekizinci renge sarınan metaforlarmış meğer.. evren hiçlikten de küçükmüş meğer yaşamı ve ölümü ezberleyecek kadarmış. evren küçük bir okyanusmuş meğer kıyısında yelkenliler batan. Nedir Allah’ım nedir bu diyarin şu hali? Bezginlikten ruhunu kaybetmiş bir ahali; . Ve bir mecnun idare,tam da hastahanelik... Öyle davranışlar ki,destanlık,efsanelik.... Ne bilgi,ne düşünce,ne gelenek,ne nizam; Anladıkları tek şey,zam ve zam üstüne zam.. Binada mukavemet hesabı var bilmezler; Önün uçurum dersin,eğil bak,eğilmezler.. Resmi geliri dört ise,gideri kırk,aile Ahlaki-iktisadi,bu ne biçim haile? . İş mi; kullanılamaz insan gücünü ihraç! Milli aczi satarak elde edilen haraç.... Bu iş,gavurdan,milli acze kira istemek; Ben bir beygir gücüyüm,onu sen kullan, demek! . Üstelik,gelen para küflendikçe kasada; Bataklıkla kuraklık, yanyana piyasada.. Habire enflasyonla sağlanan ödemeler; Ve üstelik, bu vatan kalkınıyor, demeler.... Bir deli ki,avlanır,güya giderken ava; Ağız yolunu bilemez kaşık çalar pilava.. Hepsinden baskını şu:Particilik gayreti! Kahramanları sahte,dünyaları iğreti.. Alternatif, paralel,boş kelimelerden sis; Heposinde “ben”davası; aşk ölü,vicdan hasis. Mehmetçiğin sırtından birbirini gammazlar; Kıbrıs’ta köprü kurar,hükümet kuaramazlar! . Kurt,kuzuve ot nasıl geçirilir karşıya? Oy boncuğu sürmenin tam zamanı çarşıya.. Bütün hesapları bu,bütün kaygıları bu! .. Ve rejim ellerinde el sürülmez bir tabu.. Örter de toprak saçıp köpek kazuratını, Gezdirir mini etek köpeklik beraatını.. İslam’a serbest olan,camilerde mahpusluk; İman,fikir,ruh,lisan,suyu kesilmiş musluk.. Kalpleri dinler sağır,kılavuzluk eder kör; Dindara çağ dışı der,çağı bilmez profösör.... Ruhsal,parasal,soyut,boyut,yaşam,eğilim... Ya bunlar türkçe değil,yahut ben türk değilim! . Oysa halis türk benim,bunlar işgalcilerim; Allah türke acısın,yalnız bunu dilerim.. 1973 İnanmıyorlar bana inanmak istemiyorlar Boşuna yazıyorum dilim dişim tırnağımla kanımla kemanlarımla Boşuna yazıyorum uyaklarımla Gecede dalların eski dilini bilmeyen biri gibiyim Asılmış suların üstünde Konuşmak kara dilin erkeğin ve kadının Birbirine tutuşmuş iki ele yabancı biri gibi konuşmak Konuşmak mutluluğun çılgını gibi Öpücüklere benzemeyen sözcükler var ya İşte o sözcükleri yitirmiş bir ağzın dili ile konuşmak Tüm bunlardan yakınan bir edayla konuşmak. Dolup taşıp ta sanki susmak istiyor gibi Ey sözlerin ötesinde yetkin ses Şarkının yüceliği çığlığın çığlığı Bir an geliyor nota ulaşılmaz seslerin şarkısını söylüyor Kulak duymuyor artık yükseklerdeki müziği İnanmıyorlar bana inanmak istemiyorlar Boşuna konuşuyorum ilkyaz'la ve orglarla Boşuna konuşuyorum gökyüzünün tüm heceleriyle Bilinen şeylerin özel orkestrasıyla Ve sağır onikiliklerin bayağılığıyla Boşuna konuşuyorum barbar çalgılarla Boşuna söylüyorum onu duvarlara vuran yumruğumla Boşuna söylüyorum derebeyinin ormanlarını ateşe verir gibi boşuna söylüyorum onu savaş ilan eder gibi Alev yutan cambazın ağzındaki alev gibi İnanmak istemiyorlar bana Kendilerine benzer birini yaratmışlar benden belki de Belki döküntülerini giydiriyorlar bana Alıp gezdiriyorlar beni kendileriyle Dizelerimi söylüyorlar benzetip kendilerine Dizelerim onlara tatlı şarkılar oluyor Biraz da onların satlık malıyım ben Beklerken bir yol olmayı Sözcüklerindeyim ben Okul kitaplarındayım Rezillik yapamam bu bana yasak. Boşuna haykırıyorum ben Sana aşık birinden başkası değilim diye Usanıp sevişmekten bir ermeni general Atıvermiş kendini senmişel kulesinden Bir çocuk ki öperken uzanır annesinden O çocuğu boynundan asıvermeli derhal . Çünkü sığmıyor çocuk koskocaman adama Çünkü tuhaftır biraz, çocuk olmak eskiden Sahi, civcivler vardı-bazen anlatır annem Ne güzel bükermişim boyunlarını ama . Ve ben o dar büyücü -upuzun kara şapkam Yeniden doğururken alışkın bir tavşanı Kendime iğretiyim-yani bir kasabalı . Yani her direnişi çağda kızla sonlanan En yeni senaryoda en eski esas oğlan Bir ermeni general -yakası madalyalı. Ataol Behramoğlu Evet de Butun marifetlerimi gostereyim sana Gor, bir kilo raki nasil icilirmis Nasil siir yazilirmis ac karnina Nasil yasanirmis Nasil sevisilirmis Ogren Sana bin yil yasatayim bir gunde Once evet de umitleneyim Istersen sonra hayir de. Bana bir yar olsa gönül verdiğim Çıksa bari yüreğimden bu acı Yaresin bekleyip ahdın güttüğüm Bulunsa bir sınık yare sarıcı. Yarinden ayrılan hiç gülmez imiş Akar çeşmi yaşı silinmez imiş Kişinin dediği olunmaz imiş Salar imiş her yanına salıcı. Aşk elinden ciğerciğim delindi Gönlün kal dediği yerde kalındı Her nerede olsa bize bulundu Gıybet edip yüzümüze gülücü. Nice bezirganlar kond bu hana Dünya baki değil sultana hana Bir kalleş yar ile girme meydana Erin ere doğru gerek kılıcı. Pir Sultan Abdal'ım çoştum giderim Bir kuru kavgayı sürüp niderim Yiyelim içelim sohbet edelim Gelir bir gün emanetin alıcı Canım sağ oldukça rahmetli babam Susarsam, hakkını helâl etmesin! Ak sütün emziren ihtiyar anam, Susarsam, hakkını helâl etmesin!. Yerindedir daha aklım, iradem Ve işte yeminim, işte ifadem! İlk insan, ilk nebi Hazreti Âdem, Susarsam, hakkını helâl etmesin!. Meylim ne şöhrete, ne saltanata; Hak için sarıldım ben bu sanata; Kür-Şad, Bilge Kağan, Oğuzhan Ata, Susarsam, hakkını helâl etmesin!. Önümde dururken Türklüğün hâli, Susup da boynuma almam vebali; Ebubekir, Ömer, Osman ve Ali(r.a) Susarsam, hakkını helâl etmesin!. Esir iken Kırım, Kerkük, Türkistan, Bana zindan olur Maraş, Elbistan İbni Sîna, Dedem Korkut, Alparslan Susarsam, hakkını helâl etmesin!. İmanda bu fire, zillete bu zam! Doymuyor yüreğim ne kadar yazsam. Farabi, Gazali, İmamı Azam, Susarsam, hakkını helal etmesin!. Nusret versin yeri, göğü yaratan Çekip çıkartalım akı karadan Ertuğrul Bey, Osman Gazi, Murat Han, Susarsam, hakkını helâl etmesin!. Ülküm aşk çölünde Veysel Karani Ulubatlı Hasan eyler göreni Fatih, Ak Şemsettin, Molla Gürani Susarsam, hakkını helâl etmesin!. Bu yol bahadırlar, ermişler yolu; Kendini davaya vermişler yolu! Şeyh Mevlana, Derviş Yunus, Köroğlu, Susarsam, hakkını helâl etmesin!. Türkçe sevdalanan, İslâmca yanan Adar milletine bir değil bin can Yavuz Sultan Selim, Barbaros, Sinan Susarsam, hakkını helâl etmesin!. Uyutulmuş köy, nahiye, ilçe, il Yüreğimi yetmiş yerden yara bil; Mehmet Âkif, Osman Batur, Şeyh Şâmil Susarsam, hakkını helâl etmesin!. Usta savaşçılar, genç mücahitler İmkanıma hizmetime şahitler Basbuğ, ülküdaşlar, aziz şehitler, Susarsam, hakkını helâl etmesin!. İçimde İslâmın ince mânâsı Önümde Türklüğün soylu davası Oflu Kör Şakirin Elif anası, Susarsam, hakkını helâl etmesin!. Sevdim, milletime gönlümü verdim Zalimin zulmüne göğsümü gerdim Kırıkhanlı Kâzım, Niksarlı Nedim, Susarsam, hakkını helâl etmesin!. Kemalimiz, Turanımız, Hacımız Beraberdir sevincimiz, acımız Mutta davar güden Zeynep bacımız, Susarsam, hakkını helâl etmesin!. Mühim değil güceneni, küseni Allah sevmez haksızlığa susanı Yozgatın Yerköylü Yetim Hasanı, Susarsam, hakkını helâl etmesin!. Komünist, siyonist, pusudan çıktı Dinime saldırdı, töremi yıktı Gönenli Gülizar, Bünyanlı Sıtkı, Susarsam, hakkını helâl etmesin!. Yurdum bir kağıttır ışık beyazı Üstünde insanlar mukaddes yazı Genci, ihtiyarı gelini kızı, Susarsam, hakkını helâl etmesin!. Mazlumlar hakkını almayıp ele, Günü gün edersem zalimler ile Evdeşim, öz kızım, öz oğlum bile, Susarsam, hakkını helâl etmesin!. Allah rızasıdır arzum, emelim! Bu necip milleti ondan severim Hazreti Muhammed(S.A.V) gerçek rehberim, Susarsam, hakkını helal etmesin!. (Kan Yazısı) Küçükken derdi ki, dadım: Çoğu gitti, azı kaldı. Büyüdüm, ihtiyarladım, Çoğu gitti, azı kaldı.. Vur kazmayı dağa Ferhat Çoğu gitti, azı kaldı. Kişne kir at, kişne kir at Çoğu gitti, azı kaldı.. Doğar bir gün benim günüm, Çoğu gitti, azı kaldı. Kırk gün, kırk gece düğünüm, Çoğu gitti, azı kaldı.. Ektik, ektik, yetişecek, Çoğu gitti, azı kaldı. Bütün yollar bitişecek, Çoğu gitti, azı kaldı.. Bir gün anlaşılır şiir; Çoğu gitti, azı kaldı. Ekmek gibi azizleşir, Çoğu gitti, azı kaldı... Kötü durum kötü durum çok kötü durum gerçekten kötü . ya şunda ya bunda ya bundan ya surdan ya bu gün ya yarin ya aksam ya sabah . durum gerçekten kotu durum çok kotu durum kotu kotu . yooo pek de kotu sayılmaz söyle olursa böyle böyle olursa söyle bu yandan gelirse eh biraz su yandan gelirse çok iyi obur yandan gelirse keka dediğim gibi olursa harikulade . iyi iyi durum iyi durum çok iyi durum gerçekten iyi Yüreğim gövdeme sığmıyor Gövdem odama Odam evime sığmıyor Evim dünyaya Dünyam evrene sığmıyor Patlayacağım. Acımın acısından susmuşum Ki suskunluğum göklere sığmıyor Böyle bir acıyı kimlere nasıl anlatacağım Gönül dar geliyor sevgime Kafam beynime Ah şakaklarım Çaylayacağım Anladım artık anladım Kimselere anlatamayacağım Gücümüz kâfi değil, pek naçarız Allah'ım Tavşan yavrusu görsek hep kaçarız Allah'ım Yalvarırız kapında el açarız Allah'ım Bizleri kamusalcı BAŞ'a muhtaç eyleme. Ne zaman yola çıksak yoldan çevrilmekteyiz Her gün ezilmekteyiz, her gün savrulmaktayız Dünya cehenneminde yanıp kavrulmaktayız Ateşin sıkletinden KIŞ'a muhtaç eyleme. Doğacak nesilleri dört başı mamur gönder Günahsız ellerinde demet demet nur gönder Rahmetine susadık, hayırlı yağmur gönder Kurutma kökümüzü, YAŞ'a muhtaç eyleme. Atlayıp geçmek zordur dikili kazıkları Eğlencede, israfta tükettik azıkları Sen doyur gönlümüzü, sen artır rızıkları Yoksulları ekmeğe, AŞ'a muhtaç eyleme. Zulüm bitsin dünyada akmasın masum kanı Anaların, eşlerin artık yanmasın canı Atıp kaçırmak için pusudaki şeytanı No'lur ellerimizi TAŞ'a muhtaç eyleme. Hakikat iklimine girmemize nusret ver Hakikat güneşini görmemize nusret ver Hakikat çiçekleri dermemize nusret ver Kullarını hayale, DÜŞ'e muhtaç eyleme.. 31 Ekim 2005/Vakit 1 Kalbim bir çiçektir, gündüzler ölgün; Gelin, gelin, onu açın geceler! Beni yâdedermiş gibi, bütün gün Ötün kulağımda, çın, çın, geceler! . Geceler çekmeyin benimçin hüzün, Gelin siz, ruhumu tenimden süzün; Bırakın nâşımı yerde gündüzün, Gölgemi alın da kaçın geceler! . 2 İnsanlar içinde en yalnız insan; Düşün, taş duvara başın gömülü! Ve kapan sükûta, granitten, taştan, Mazgallı bir kale gibi örülü.. Gözünü tavandan ayırma ki, sen, Üşürsün, gölgeni yerde görürsen. Dikilir karşına, mumu söndürsen, Ölüler içinde en yalnız ölü…. 3. Sesimi alıp da kaybetse rüzgâr, Versem gözlerimi bir sonsuz renge! İçimde bir mahşer uğultusu var; Ruhumdur çağıran, tenimi cenge.. Gözlerim bir kuyu, dilim kördüğüm, Bir görünmez âlem olsa gördüğüm; Mermer bir kabuğa girip, ördüğüm, Kapansam içimden gelen âhenge… Bir adam bir kadın var içimde iyice anladım Bana bunu sessizce anlatıyorlardı Bir yerde onların yönlerinden alımlı bir zarf katlanmıştı uzaktaki bulvarların geceye vurdukları çağırmasız kır günlerini zararsız akrepleri uzunlamasına yaşayıp yatay bir çocukla kalkan bir sürü alışkanlıklar taşıyan insanlığımızı gülüşü yalnızlar çarşısında çağrılmış gümüş seslerini aynadaki yüzlerin başkası sevsin diye en seçkin yerine bir şal gezdirirdi İnsanlığımıza bir şey getirirdi yalnızlarla. Bir sen varsın hep saçların ağzın Bir merdiven hücresinde uzak çağrışımlarla koşardın ya bensem seni sonsuz gelişinle saçından tanıyor gülüşünden kaçıyor eğilip başını içlerimden geçtiğin zaman uzağa bir yolcuya karşı çıkar gibi Artık gecikmiş alışıldığım gidişinle davranılmaz üstünde durulmaz hiçbir tüfeğe gelmez bir kekliksem. Yüzün soygundan geçmiş öyle bir yerde durmuş ki bakışın boynun bozgun üstünden bir nehir geçer gibi ya gecedir ondan ya bulanık sudan bir hasta gibi ağrımaktasın. Gelişini aldım onu nasıl harcadım Denizden bunalıp okyanusa Selâm çakan vapurun Sevindik adımına birden parka çekildik Ve birden nasıl bayram bıyıklı Bir yaylım herkesin yaydığı bir merhabayla Eğip başını içlerimden gittiğin zaman Uzağa bir yolcuya çıkar gibi. Selini üstüme çektin önce camdan bir mektup dolabının üstüste sayısız koridorunu yüzüme yakın başını duvara değdirmiş bir benzetişle josef ka benzeri bir bakışındı ya da konuşmayı kesip aman sen öyle bir gittin ki benimle. Piknik beni sana verdi önce Gelişen güneş yalnızlıktan bir göze Eski ellerin Ve çağlarınla bir şeye uzanmış etin Ve hançerinle zamana saf durmuş Son gidişindir bu. Bunların hepsi beni çağırıyorlar sevinçlerimden Biri denizdir uzun boylu gürültüsüyle zaten hangisi kavak zürafası değil biri bütün yan odaları bekler kuşkulu geçer camlardan ve bırakır yerini bir koridor bekçisine. Haydi sen bütün onlara git benimle Son sigaramdın Gidişin antinikotin Birden bir şey mutlu eşit piyano çalıyor Elleri iki çeşit durgun Gerçi çıkmıyor gelenlerin karanlığa duranların Suya inen sesleri. Tam şimdi denizinle bir çakıl taşına yaklaşıyor kuma çok yakın bütün kesitlerinle bakıyor ve bunalıyorsun. Tam şimdi ipe koşan beni elleriyle alkışlayan ağrıyan bir gün geliyor Allah'tan korkmuyorsan dışla ALLAH diyeni, Her mekândan uzak tut, fişle ALLAH diyeni, Bugün için güç sizde, sonsuz yetki sizdedir; Taşla ALLAH diyeni, şişle ALLAH diyeni! ... 05.03.2008/Vakit Aşkın beni elden ele gezdirdi Cok dolandım bulamadım eşini Beni candan usandırdı bezdirdi Tuzlu imiş yiyemedim aşını... Benim ile gezdin beni arattın Beraber oturup beraber yattın Türlü türlü güllerinden koklattın Aşık ettin güle bülbül kuşunu... Altmış iki yıldır seni ararım Tükendi sabrım yoktur kararım Dağa taşa kurda kuşa sorarım Kimse bilmez hikmetini işini... Her millete birer yüzden göründün Kendini sakladın sardın sarındın Bu dünyayı sen yarattın girindin Her nesnede gösterirsin nakşını... Görenlere açık körlere gizli Kimine göründün oruç namazlı Veysel'e göründün cilveli nazlı Tutan bırakırmı senin peşini.. Aşık Veysel Şatıroğlu Böğürtlen Köklerinden Yayla Çiçeklerinden Ve de Yarpuzlardan Pırıl Pırıl Cam Gibi Serin Sulardan Doğar Çemişgezek Suyu.. İçinde Gezer Üçbuçuk Dört Kiloluğu Alabalığın Alabalık Kılçıksız Lop Bir Ettir Ve Tadına Doyum Olmaz Ve Serin Suyu Sever Gazel Dökümü Başladı Tümcek Yaylıma Çıktılar Kızartılı Pullarıyla. Ve Yalarlar Taşları Yosunları Yoluna canlar fedadır ya Aliyyelmürtaza Destgirin hem Hüdadır ya Aliyyelmürtaza. 'Lahmüke lahmi' dedi çün ol şefiülmüznibin Ol da hakkında nidadır ya Aliyyelmürtaza. Zülfikarın haricin boynundan eksik olmasın Sana Hakktan bu atadır ya Aliyyelmürtaza. Ey şu kimse sevmedi bunda seni anda olur Havz-ı kevdesden cüdadır ya Aliyyelmürtaz. Kim ki zahir görmedi nakşında nakkaaşı ayan Bi-basirettir a'madır ya Aliyyelmürtaza. Bu NESİMİ mehdin okur,kıl inayet sen ana Eşiğinde bir gedadır ya Aliyyelmürtaza Yaşamak ne güç şeymiş Kadınlar öğrettiler bana Başta anam Hamamda kaynar sular dökerek başımdan... Onlar uyandırdılar beni çocukluktan Erkek olup ......... çıkayım diye. Bu öyle bir esatir ki Hem yesir tuccarı olacaksın, hem yesir... Ve vücutlarının akkağıtlarına yazdığım o şiir değil, met-cezir... Kadınlar doğurdular beni bağıra bağıra Yine onlar öldürecekler beni aşktan Bağırta bağırta... Sus, kimseler duymasın. Duymasın ölürüm ha. Aydım yarı gecede Yeşil bir yağmur sonra... Yağıyor yeşil.. En uzak, o adsız ve kimselersiz, O yitik yıldızda duyuyor musun? Bir Stradivarius inler kendi kendine, Yayı, reçinesi, köprüsü yeşil. Önce bendim diyor ve sonra benim... Ölümsüz, güzel ve çetin. Ezgisidir dolaşan bütün evreni, Bilinen, bilinmeyen ıssızlıkları. Canımı, tüylerimi sarmada şimdi Kendi rüzgarıyla vurgun... Sarıyor yeşil.. Rüya, bütün çektiğimiz. Rüya kahrım, rüya zindan. Nasıl da yılları buldu, Bir mısra boyu maceram... Bilmezler nasıl aradık birbirimizi, Bilmezler nasıl sevdik, İki yitik hasret, İki parça can. Çatladı yüreği çakmaktaşının, Ağıyor gök kuşaklarının serinliğinde Çağlardır boğulmuş bir su... Ağıyor yeşil.. Yivlerinde yeşil güller fışkırmış, Susmuş bütün namlular... Susmuş dağ, Susmuş deniz. Dünya mışıl-mışıl, Uykular derin, Yılan su getirir yavru serçeye, Kısır kadın, maviş bir kız doğurmuş, Memeleri bereketli ve serin... Sağıyor yeşil.. Aydım yarı gecede, Neron, çocuk kitaplarında çirkin bir surat, Ve Sezarsa, bir ad, yıkıntılarda. Ama hançer taşı sanki Koca Kartaca! Hani, kibrit suyu vermişlerdi üstüne Bak nasıl alıyor, yiğit, Binlerce yıl da sonra Alıyor yeşil.. Vurur dağın doruğundan Atmacamın çalkara, Yalın gölgesi. Kuş vurmaz, tavşan almaz, Ama aç, azgın Köpek balıklarıydı parçaladığı Bak, Tiber saygılı, suskun. Bak nilüfer dizisi zinciri. Bunlar bukağısı, kolbağlarıdır, Cihanın ilk umudu, ilk sevgilisi, Ve ilk gerillası Spartakus'un. Susuyor yeşil.. Sus, kimseler duymasın, Duymasın, ölürüm ha. Aymışam yarı gece, Seni bulmuşam sonra. Seni, kaburgamın altın parçası. Seni, dişlerinde elma kokusu. Bir daha hangi ana doğurur bizi? . Ruhum... Mısra çekiyorum, haberin olsun. Çarşılarin en küçük meyhanesi bu, Saçları yüzümde kardeş, çocuksu. Derimizin altında o ölüm namussuzu... Ve Ahmedin işi ilk rasgidiyor. İlktir dost elinin hançersizliği... Ağlıyor yeşil. Geçiyor önümden sirenler içinde Ah eller üstünde çiçekler içinde Dudağında yarım bir sevda hüznü Aslan gibi göğsü türküler içinde. Rastlardım avluda hep volta atarken Sigara içerken yahut coplanırken Kimseyle konuşmaz dağ gibi titrerdi Çocukça sevdiği çiçeği sularken. Diyarbakırlıymış adı bahtiyar Suçu saz çalmakmış öğrendiğim kadar Geçiyor önümden gülyüzlü bahtiyar Yaralıyım yerde kalan sazı kadar. Beni tez saldılar o kaldı içerde Çok sonra duydum ki Yozgat'ta sürgünde Ne yapsa ne etse üstüne gitmişler Mavi gökyüzünü ona dar etmişler. Gazete de çıktı üç satır yazıyla Uzamış sakalı çatlamış sazıyla Birileri ona ölmedin diyordu Ölüm bir yanında hüzünle gülüyordu Seyran ettim erenlerin demini Kudret kandilini yanarken gördüm Burak olup içtim ab-ı hayattan Hazret Peygamber'i kanarken gördüm. Günde bin kez Hakk'a şükür ederken Erenler katarın Veysel yederken Musa Hakk'ın dıdarına giderken Hızır müşkülünü anarken gördüm. Halil Kabe yaptı insan gelmeğe Şüphesiz günahlar kabul olmağa İsmail uğruna kurban kılmağa Bir melek bir koyun yederken gördüm. Nerden düşman gelir ise duyardı Dost uğruna can-ü başı koyardı Her gün Hamza aşikare gezerdi Ali'yi Düldül'e binerken gördüm. Vefası yok imiş şunda fenanın Hisabı yok imiş mülke konanın Yavrusun aldırmış garip ananın Parlayı parlayı yanarken gördüm. Pir Sultan'ım eydür şunda gelmişler Dizilmişler duasını almışlar Bir birinin eteğini tutmuşlar Müşkülün mürşide tınarken gördüm I Uzun boylu ağrılara atıldım. Sokaklarda hırçın rüzgârlara katıldım. İyi yürekli çocuklar sessizce büyümekte: “Dünyanın şavkı kendine, efkârı bize mi? ” demekte; kimileri taburlara, koğuşlara gitmekte, kimileri sidikli döşeklerde upuzun uykulara düşmekteydiler. Uzaklarda yaşlı çam ağaçları sessizce çürümekteydiler.... İyi yürekli çocuklar, günlerin rahmine yaslarken düşlerini, bazen apansız ölmekte, ölmekteydiler.... Ama şalvarları gül desenli Döne’ler, yeniden dillenip döllenmekte, doğrulup yeniden dillenmekte ve sokakların, a(damların) , kedilerin üstünden rüzgârlar esmekteydiler... II (Gecede bir fahişenin koynunda uzun donlu, Nizipli bir tüccar üşümekte; kaçak elektrik kullanılan evlerde sümüklü oğlanlar “büsüvi”(!) istemekte ve sımsıcak somunları kavrayan yaslı eller, balta girmemiş hayatın ortasından korkak ve küstah bir tevazuyla yürümekteydiler... İyi yürekli çocuklar düzine- ler halinde feleğe küfrederek geçmekteydiler; sonra gecede mart kedileri, ay ışığı ve iniltiler…Hep aynı nakaratta köhne bir hayat...) . Sonra bildik törenler, kanıksanmış itaatler ve her aşkın künyesine bir gün dökülen küller.... Sonrası pazaryerleri: Patates, pırasa vs. Taksitler ödenip senetler alınacak bu ay da… Bu ay da sürüm sürüm turplara sıkılan limon damlaları gibi duraklarda.. Defolu çıkmış hayat kimin umurunda! . III Kimin umurunda yeni donlar giyen eski kadınlar ve bilumum “öteki”ler. Dolup boşalan kültablaları, bozuk sifonlar, şerefsiz adisyonlar ve yamalı bohçalar gibi uzayan yollar.. Kimin umurunda buharlaşmış oğullarını arayan anaların acısı ve yaşlı bir kemancının eskimiş papyonundaki keder…. /Sürerken ıssızlığın ödül töreni, sen topla dur topla dur dağılan sevinçleri.../. IV “-Vay anasını bu maçı da alamadık abiler; ipne hakemler bizi yine mağlup ettiler! ”. İyi yürekli çocuklar sessizce büyümekte, en pahalı düşleri dolara endeksleyip en ucuz pazarlara sürmekteydiler. Sonrası aşkın ve şarabın şanına düşen gölgeler.. Gölgeler… Kimin umurunda? Yoruldu yorgunluk da; aşk bir yana, düş bir yana! . Paranın sultası düştükçe, düştükçe aşka, ışığa ve şarkıya, her şey hızla ayrışmakta. Üstelik gün ortası, ışıkta! . Her şey pazar ve karmaşa.... /Sürerken ıssızlığın ödül töreni, sen topla dur topla dur kirletilmiş düşleri.../. V İyi yürekli çocuklar, o aşınmış saçaklarda, yollarda ısrarla yanlış atlara binip, ısrarla düşmekteydiler.... “-Yok yoluna geçti geçen günler ..k yoluna kaldı kalan günler geride! Bu yüzden aşk dediğiniz nedir ki be abiler? Camları buğulu bir genelev odasında vizite fiyatına...”. Solarken gecekonduların dar pencerelerinde bal gözlü kızlar.... VI Sürerdi… Yine sürerdi mırıltılar ve homurtularla hayat. “Bu maçı da alamazken abiler”: iyi yürekli çocuklar sessizce büyümekte, büyüdükçe kirlenmekte, kirlendikçe ölmekte, öldükçe bilmekte, bildikçe acımakta, acıdıkça görmekteydiler ki her fırtınadan ve anıdan geride herkes figüran yaşamın sahnesinde.... VII Sahnesinde yaşamın, kentlerin kaldırımlarında upuzun dilenciler. Minibüslerde ter ve çürük sperm kokusu. Sahnesinde, aşklarla rus ruleti ve tel kaçıran çorapların kederi(!) . Sahnesinde, brüt bir yaşam, net bir ölüm, bırak rezil gündüzleri geceye yaslan gülüm…. VIII İyi yürekli çocuklar o mahallelerden düzineler halinde geçmekteydiler... Uzak ormanlarda yalnız meşeler sessizce büyümekteydiler… -İşte bu vuruşlar sürdükçe, maç mı alınır ulan sayın abiler? İpne hakemler bu sezon da bizi mağlup ettiler! . Aşkta, düşte, işte birer birer inerken beyaz bayrakları:. /B i z i m ç o c u k l a r b ü t ü n m a ç l a r d a y e n i l d i l e r.../ Bu dünya bir kuyu havasız çömlek Daralıyorum! Kelime manayı boğan bir gömlek Paralıyorum! ALLAH ismi varken lügat ne demek Karalıyorum! Kapımı,buyursun diye o melek Aralıyorum! ! Yoksa dönmeyecek mi yüzünü bana güneş O eflâtun şarkılar çalacak mı yeniden Meğer dil en belalı gecesiymiş ömrümün Ne kadar da güçsüzmüş bir sultan kölesinden. Ah, o özel anları öldüren kelimeler Atabilseydim sizi lügatimden, atardım Köleyi sultan kılıp evrenin son tahtına Kendimi köle gibi kervanlara satardım. Bağışla beni rüyam, çölümdeki son deniz Bağışla allı turnam, dağ başındaki duman Masum bir dalgınlığın infilâkıyla şimdi Gel de gör; yıkılıyor üzerime asuman. Yalnız ay ışığında görüyorum kalbimi Huzurunda bir mahkûm gibi eğiliyorum Bir şey var ıstırapla beni alnımdan öpen İki ufuk arası bir şey var, biliyorum. İşte, senin yüzünle donattım karanlığı Başkası kül, bahçesi, ötesi, tarihi kül Senin bakışlarında gülümsüyor yıldızlar Onlara gizlendiysen avuçlarıma dökül. Geriye mi atacak adımlarını yollar Nasıl mutludur şimdi gözyaşı, korku, elem Sana sultanlığımın ölümsüz fermanıdır Ellerimden tutuver, bağışla beni kölem Sevgisinin kepaze edilmesine, Kanunların bu kadar çabuk yürümesine, Kötülere kul olmasına iyi insanın Bir bıçak saplayıp göğsüne kurtulmak varken? Kim ister bütün bunlara katlanmak Ağır bir hayatın altında inleyip terlemek, Ölümden sonraki bir şeyden korkmasa, O kimsenin gidip de dönmediği bilinmez dünya Ürkütmese yüreğini? Bilmediğimiz belâlara atılmaktansa Çektiklerine razı etmese insanı? Bilinç böyle korkak ediyor hepimizi: Düşüncenin soluk ışığı bulandırıyor Yürekten gelenin doğal rengini. Ve nice büyük, yiğitçe atılışlar Yollarını değiştirip bu yüzden, Bir iş, bir eylem olma gücünü yitiriyorlar. Ama sus, bak güzel Ophelia geliyor. Peri kızı dualarında unutma beni, Ve bütün günahlarımı.. III Perde, I Sahne Pek acayip bir şey bu: Güz mevsiminde olduğumuz halde birdenbire güneş koç burcuna girdi baktım. Baktım birden bire ilkbahar oldu. Birdenbire kaynadı kanım. Nerdeyse hani bulanıp kanıma bir deve gibi köpürecek, bir deve gibi oynamaya başlayacağım.. Bir uzaklaşıp bir yakınlaşması kan dalgalarının. Kendisinden geçmiş insanla dolu bir ova. Ölümsüz gözle görülmez bir içki âlemi.. Baktım birdenbire canlandı ölü. İhtiyarlar baktım genç oluverdi. Baktım bakırlar kesildi som altın. Daha iyisi geldi yerine, daha güzeli geldi baktım, şehrimizden ayrılanın.. İçki, eğlence, tad sarmış şehrimizi. Elinde bir kadeh var her sarhoşun. Kimi doymuş, rahat, kendinde, İçkiye doğru koşmakta kimi. Gürül gürül süt ırmağı bir yanda, bir yanda gürül gürül bal nehri.. Pek acayip bir şey bu: Bir şehirde padişah bir tane olurdu. gökyüzünde ay bir tane. Bu şehir padişahlarla dolu, gökyüzü aylarla, zuhallerle.. Sen haydi koş var git hekimlere, orda işiniz yok de sizin. Orda ne dermansızlık, ne dert var,de. Orda ne gam, ne kasvet var, de. Orda ne kadı, ne vali. Ne bey, ne beyin vergicisi.. Davalar, düşmanlıklar, kavgalar zaten denizlerin üzerinde hiç bir zaman yürüyemedi. Hergün tövbe eder bozarız biz, Şanı, şerefi boşarız biz. Kusur işlersek ayıplamayın, Serhoş doğduk, serhoş yaşarız biz. cananı benim sevdiğimi can bilir ancak gönlüm dileğin dünyada canan bilir ancak. bildim hem akl ile hem ilm ile hakkı şöyle bildim onu ki kuran bilir ancak. ibdal oluben beyliğin eden arifi gör ki bu saltanatın kadrini sultan bilir ancak. kim aşk denizine dalıp gark olagörsün bu aşk denizinin bahrini umman bilir ancak. ey saki getir devr-i ayağın tozu ile sun ki bu devr- ayağın devrini devran bilir ancak. işret meclisine gelip giden meyler içilir pinhane çeker şöyle ki şeytan bilir ancak. hiç kimse Nesimi sözünü fehm edebilmez bu kuş dilidir bunu süleyman bilir ancak geçici ayrılık benimkisi ilkyaz çiçeğine gebeyim ağıtlar yakmayın adıma ben ölmedim ölmeyeceğim . sıcak saklayın gecelerimi karlar altından çıkıp geleceğim düşlerinizin ateşinden ılık bir rüzgar gibi eseceğim . demlice bir çay koyun üstüne aç çocuk gibi besleyin sobayı nasıl tütüyorsanız gözlerimde öylece tütsün buharı . uzunca serin yatağımı boyunca uzansın ayağım el aman deyince gece usulca kıvrılır yatarım . can canım canlarım hazır mı koynunuzdaki yerim gün olur gecikmiş çocuk gibi bağıra çağıra gelirim “Bir şiirde, bir satır saklayabilir başka bir satırı Nasıl ki bir kavşakta bir tren belki örter bir treni ... Aşkta, başka bir sitem saklayabilir bir sitem ve küçük bir serzenişte, koskoca bir şikayet gizlidir belki Bir adaletsizlik bir başkasını saklayabilir-bir sömürgeci bir başkasını Bangır bangır bir kırmızı üniforma bir tane, bir tane daha! ” -Kenneth Koch-. Göğünde aç kartalların, atmacaların yarıştığı tenha bir atlastan geldim… Kıyamda, kıyamette namluların kuytu dağlarla öpüştüğü bir atlastan. Yılları, yolları, yaşları yok gurbet yüzlü adamlardan, sur diplerinde bıçaklanan aşklardan… Yaşamı hiç bilmeden ölümü ezberleyen, badem gözlü, sıtmalı çocuklardan; yazgısı uçurum çocuklardan.... Zarif Dicle’de ve asi Fırat’ta, sıska keleklerde, kıl çadırlarda güneşe sataşan adamlardan.. Mendillerde, halaylarda gülüşleri kundaklanan hayatlardan; yazgısı uçurum hayatlardan... Darmadağın yılları hüzne satılmış, burunları hızmalı, şarkıları figan, doğurgan ve mübarek kadınlardan; yazgısı uçurum kadınlardan.... Orada şarkılara akar katran, akar kan... Orada ihlâl ve iflah olmaz vata. Tarih susarken günahları, bıçak sırtında yaşanmış o ah’ları ve aysız karanlıkları dağ başlarında. Nicesi aylaklığa bağışlanmış, sefil; ölüme, açlığa sebil. Kiminin ergen bıyıklarında aşk taslakları. Ya kederiydik kendimizin, ya bir halkın kaderi; ya şakağı ya şafağı bir halkın namlular çarmıhında! . Çünkü yok satıyorsa hayat, çok satıyordur erk, çok tüfek; Yok satıyorsa nehirlerimizde şafağın ilk ışıkları, çok satıyordur şiddet, nefret, aşiret. İşte sürüldü şarjöre mermi, indi emniyet, katıldı otuz bine bir daha yağmurlu bir sokakta delik deşik bir ceset. Yaşasaydı kendinin kederi olacaktı, yaşasaydı belki bir gün torunlarıyla dolunaylı gecelerde yıldızlar sayacaktı…. Kenger toplarken ellerine diken batan çocuklar, bilmezlerdi gözleri bağlanıp kurşunlanan bir aşkın hazin bir ünlem bırakacağını hayata. Bilmezlerdi bütün melodramların yalan olduğunu çekirdek çitlenen eski yazlık sinemalarda.. Onlar hâlâ gülümsüyorlar buğulu bir atlastan. Anıları damlıyor fotoğraflardan.... Biz de geçtik o dağlanan ağıtlardan. Biz de göçtük kirden, pasaktan, hıncın ışıltısından. Yakılmış köylerden, kesilmiş kulaklardan, o kanlı ayinlerden, perişan ormanlardan; biz de geçtik o murdar hayatlardan… Herkes gidecek elbet bu yavşak zamanlardan; bu kan revan, bu iğfâl akşamlardan…. /V e a n t o l s u n k i, h i ç b i r k u r ş u n, h i ç b i r ç e l i k, h i ç b i r t o p r a k v e h i ç b i r v a t a n, d a h a k u t s a l d e ğ i l d i r i n s a n d a n! / Bu aşk burada biter ve ben çekip giderim Yüreğimde bir çocuk cebimde bir revolver Bu aşk burda biter iyi günler sevgilim Ve ben çekip giderim bir nehir akıp gider. Bir hatıradır şimdi dalgın uyuyan şehir Solarken albümlerde çocuklar ve askerler Yüzün bir kır çiceği gibi usulca söner Uyku ve unutanlık gittikce derinleşir. Yan yana uzanırdık ve ıslaktı çimenler Ne kadar güzeldin sen! nasıl eşsiz bir yazdı! Bunu anlattılar hep, yeni yiten bir aşkı Geçerek bu dünyadan bütün olu şairler. Bu aşk burada biter ve ben çekip giderim Yüreğimde bir çocuk cebimde bir revolver Bu aşk burada biter iyi günler sevgilim Ve ben çekip giderim bir nehir akıp gider I. Bilinmez hangi şehirde Yaşarsın aşktan habersiz, Küçük çakıl taşım, nasıl bulayım! Kaybolmuşsun bir kocaman nehirde.. Bu kimin çocuğu, der, seni görenler. Benim çocuğum, diye, sesim gelir uzaktan. Bunca kötülüğü bağışlatır bakışın Yanakların kızarır ağlamaktan.. Bir gün sokakta rastlasam, ellerini Alsam avuçlarıma okşasam. Sıcaklığını tanır da mısralarımdan Kız kardeşimsin sanırlar belki.. Sen orada, ben burada Birbirimizden habersiz Ayrı yaylalarda yeşeren otlar gibi Bekleye bekleye çürüyeceğiz.. II. Senin oturduğun şehirde Gökyüzü mavidir benimkinden, Çiçekler daha taze Kuşlar bile güzeldir birbirinden.. Şarkılar daha neşeli, daha mahzun Akşamlar daha garipsi, Umut alabildiğine geniş, Umutsuzluksa denizler gibi; . Trenler bile daha sevinçli Daha kederli gelir gider. Gençler bütün haşarı Yaşlılar büsbütün kederlidirler.. Kadınların sütü daha gür, daha ak Çocukların iştahı, yerinde, Gemiciler bile daha sarhoştur Doğup büyüdüğün şehirde.. Garibim! Nazlım! Öksüzüm Hayal rüzgarlarıyla emzir beni de Uzak ya, kokunu duyuyorum Gül gibi açıldığın şehirde… (Sensizlikle flört etmeyi sen değil, sensizlik bilir; sesi ses, sessizliği sensizlik bilir…). Korkma, sana aşkı öğretmeyen kendinin ellerinden tut! Çok ağrımış kendinin, siyah ve ayaz kendinin. Hep avuttuğum düşler için bana bir gül ver.... Bak, Palandöken dağlarında karlar erimiş, teknelerle kol kola bir bahar sulara inmiş; dağlar için, sular için bana bir gül ver. Bir gül ver söküldüğüm günler için -ve önce kendinin ellerinden tut.-. Kendimin ellerinden tutunca, içimden nehirler gibi akmak geliyor; yollara çıkmak, yolculuklara bakmak geliyor. Geberesiye içip salaş meyhanelerde, buralardan böyle ceketsiz kaçmak geliyor…. Tutunca kendimin ellerinden, pusulasız gemilerde yatmak; yaşlı ve şefkatli bir azizenin koynunda sabaha dek kıpırtısız susmak geliyor…. Sevgilim, iyi insan, tutunca ellerimden, ömrümün içinden akmak geliyor.... (Sessizlik sensizliği ezbere bilir; sensizlik her şeyi bilir...). Korkma, sana aşkı öğretmeyen kendinin ellerinden tut; sonra bana aşkı öğretmeyen kendimin ellerinden.... Bak, yıllarım sırılsıklam/ yağmurlar giymiş, günlerin avlusuna yeni yeni çocuklar inmiş; dağlar için, sular için bana bir gül ver. Avuttuğum düşler için bana bir gül. Bir gül pusulasız gemiler, sökülmüş günler için.... (Ben bütün yeşillerimi inatçı ayazlara çaldırdım; sen kendinin ellerinden tut ve kendine benim için bir gül ver.). Kendine bir gül(ü) ver Askerler geceyi beklediler, Bozkır gecesini! ... Sıcak toprak üstünden Bir buğu yükseliyordu. Yıldızlara baktı Hasan Çavuş, Dedi: "Emme de parlak bu gece" Bir sigara yaktı. Mangasından tekmil getirdi Memiş Onbaşı: Aydınlı İsmail'in bacağında sızı varmış, Tireli Hüseyin sabaha kadar uykusuz kalmış. Bodur Ali ah diyor bir memlekete gitsem, Yine hafiften bir türkü tutturmuş, Giresun'lu Rüstem Tüfeği elinden düşmez Bergama'lı Ahmet'in, Avrat, tüfek, at, Namus sözüdür, diyor, Büyük taarruz bir an önce başlasın istiyor. Az ötede Mustafa Kemal'in Çadırı Gecede bir gümüş ehram gibi pırıldar. Kapısında bir nöbetçi Kulak vermiş içerdekileri dinliyor. Silâh sesleri duyar gibi Ürperiyor yağız teni Kulakları pusuda bir kaplan gibi dikilmiş, Düşünüyor Büyük Taarruzun neticesini! ... "Mustafa Kemal"i gördüm, Bir şeyler süzüldü ışık ışık içime. Daha dağ, daha kaleyim. Bir başlasın top sesleri hele, Afyon'a girmezsek iki saatte, Öleyim" diyor... Mustafa Kemal'in mangasında, Korkudan eser yok Günlerdir yarı aç, yarı tok Bir kaşık tuzu bulunsun diye vatan macerasında, Paşalar Paşanın kumandasında Zaferden zafere koşuyor Manzara uyanır doğrular kendini Neden sonra gökyüzü gelir. Aynasını tutar Yaran kabuk tutmasın her an deş tazelensin! Sen ağla gafil gülsün,nadan yelpazelensin! 1977 Fâriğ olmam eylesen yüz bin cefâ sevdim seni Böyle yazmış alnıma kilk-î kazâ sevdim seni Ben bu sözden dönmezem devreyledikçe nûh-felek Şâhid olsun aşkıma arz u semâ sevdim seni. Yüzbin cefâ etsen vazgeçmem, sevdim seni. Kaza ve kader kalemi alnıma böyle yazmış; sevdim seni. Dokuz gök döndükçe bu sözden dönmem: Sevdim seni; yer, gök, aşkıma şâhit olsun.. Bend-i peyvend-î dilim ebrû-yı gaddârındadır Rişte-î cem'iyyetim zülf-i siyeh-kârındadır Hastayım ümmîd-i sıhhat çeşm-i bîmârındadır Bir devâsız derde oldum mübtelâ sevdim seni. Gönlümün bağlantısı, zâlim kaşındadır; Zihnimin manevi bağı siyah saçlarındadır. Hastayım, sıhhate kavuşma ümidim, hasta gözlerindedir. Devâsız bir derde düştüm: sevdim seni.. Ey hilâl-ebrû dilin meylî sanâdır doğrusu Sûy-ı mihrâba nigâhım geç-edâdır doğrusu Râ kaşından inhirâf etsem riyâdır doğrusu Yâ savâb olmuş ve yâ olmuş hatâ sevdim seni. Ey hilâl kaşlı, gönlün meyli sanadır doğrusu; Mihrâba doğru bakışım biraz geç oldu doğrusu. Râ harfine benziyen kaşından vazgeçtim desem bu riya olur doğrusu. Doğru ya da yanlış olmuş olsa da ben sevdim seni.. Bî-gubârım hasret-î hattınla hâk olsam yine Sihhatim rûh-ı lebindendir helâk olsam yine Tig-ı gamzenden kesilmem çâk çâk olsam yine Hâsılı bîhûde cevretme banâ sevdim seni. Senin hatlarının hasretiyle toprak olsam bile tozum olmaz. Helâk olsam bile, iyileşmem gene dudağının özünden olur. Süzgün bakışının kılıcından parça parça olsam da ayrılmam, Kısacası boşuna bana cefa etme, sevdim seni.. Galib-î dîvâneyim Ferhâd u Mecnûn'a salâ Yüz çevirmem olsa dünyâ bir yanâ ben bir yana Şem'ine pervâneyim perva ne lâzımdır banâ Anlasın bigâne bilsin âşinâ sevdim seni.. Divane Galib'im; Ferhâd ile Mecnun'un ruhu şad olsun Dünyâ bir yana, ben bir yana olsam, gene de senden yüz çevirmem. Senin mumuna pervâneyim, bana korku gerekmez Yabancılar anlasın, tanıdıklar bilsin ki sevdim seni. Saat on ikiden sonra, Bütün içkiler, Şaraptır.. (Yeni Yaprak, sayı:14, Şubat 1990) Tadını, yağmura duygulanmanın Paylaşır kuşlarla biri gizlice Gülmesini tutamamış bir sincap Sallanır utanç bahçesinde. Yalnız atlar yıkılır düzlerde suya özlemlerinden Bir ben miyim yalnızlığa yenilen, sen, sen, sen. Uzun sokakların ucunda evleri İlk denemelerden geri dönülmüştür İtildikçe, içe durduğu bilinen Bazı dostları yitirmeye gidilir. Yalnız atlar yıkılır düzlerde suya özlemlerinden Bir ben miyim yalnızlığa yenilen, sen, sen, sen. Bir kayığa biner geceleri Sığlıkta o kadın tek başına Dua biçiminde inceltir korkuyu Sunar içtenliksiz, tanrısına. Yalnız atlar yıkılır düzlerde suya özlemlerinden Bir ben miyim yalnızlığa yenilen, sen, sen, sen kapalı kızların kapılarını hırsızlamalı kim takar karşı kapıya karanlık konan papağanı çatlatıyor damarlarımı kan bahar gelmiş aylardan nisan Seni her özlediğimde sevgilim, Gökyüzüne bakıyorum; Göğün mavisinde gözlerini görüyorum çünkü. Seni her özlediğimde bir tanem, Denizlere bakıyorum. Ufuğa bakınca mucizeni görüyorum çünkü. Seni her özlediğimde bir tanem, Kuşlara bakıyorum. O kanatlardaki özgürlüğünü görüyorum çünkü. Ve aşkım, seni her özlediğimde, Adında isyan ediyorum. Seni özlemek istemiyorum ben, Ben seni yaşamak istiyorum, Seni her özlediğimde sana bakmak istiyorum Ve seni sende görmek sadece Öyle bir sokak ki, bu Her köşede bir kadın; Geçene, öz yolcusu Gibi bakar...Anladın.... Ve,kalbin sana sorar: Bakıp geçmekte ne var? Sen de her insan kadar Onlara aşinaydın.... 20 Aşk ki gerçek değilse, tutkusu olmaz. Ateşi köze döner, kokusu olmaz. Aşık olan gün, gece, ay ve yıl yanar; Güneş, ışık, rahat ve uykusu olmaz. Avrat yeğin sayrı, benim karnım aç, Keyf için gelmedik bura tohdur beğ. Fukara harcından yaz da bir ilaç, Olsun derdimize çare tohdur beğ.. Tama vatandaşık, gardaşık tama... Bunca pahılm’olur adam adama? Geldik ta sabahtan, kaldık akşama, Yarına mümkün mü sıra tohdur beğ? . Yedi baş horanta yıkık hânede.. Tüm kazancım bini bulmaz senede; Yüz pangunut helâl olsun gene de; Ben nereyim, beşyüz nere tohdur beğ? . Tek kaşıkla çorba içer dördümüz.. Kul başından ırak ola derdimiz. Senden, benden esker ister ordumuz. Candan da mı yeğdir para tohdur beğ? . Dert-belâ tebelleş oldu başıma, Her gece tahsildar girer düşüme... Beni mahcup etme can yoldaşıma, Erkeklik öldü mü bre tohdur beğ? . Büyük oğlan esker, öteki çırak, Han için param yok, oteli bırak... Mevsim kış, yollar sarp, köy hayli ırak; Bir değil, beş değil yara tohdur beğ.. Memur gelir karşılarsın köşeden, Zengin gelir kırılırsın neşeden. Öte kaçma bizim garip Eşe’den, Bakıp boynundaki kire tohdur beğ.. Hemi Müslümanım, insanım hemi; Hâlimi arzettim darılma e mi? İçinde mangır yok, gördün kesemi; Bir de ceplerimi ara tohdur beğ.. Daha sayayım mı? Noksan mı daha? Yalvara yalvara tükendim aha.. Bu yüzle mi çıkacaksın ALLAH’a? Vallahi yanarsın nara tohdur beğ.. (Vur Emri) Şu yalan dünyaya geldim geleli Özge elden özge yar bulamadım Yaralandım al kanlara boyandım Elimin kanını yur bulamadım. Dostun zülüfleri destedir deste Erenler hak için oturmuş posta Bir zaman sağ gezdim bir zaman hasta Hasta halin nedir der bulamadım. Felek kırdı benim kolum kanadım Baykuş gibi viranlarda tünedim Bugün üç güzelin nabzın sınadım Can feda yoluna der bulamadım. Pir Sultan Abdal'ım dağlar ben olsam Dağlarda biten laleler ben olsam Alem çiçek olsa arı ben olsam Dost elinden tatlı bal bulamadım kollarını o biçim kavuşturma, kötü çok kötü acır gibi bakma yüzüme yoksulluğum büyüyor aç şu perdeleri nella aç nella uykum geliyor kır şu camları nella kır nella boğulacağım yapraklar kokunca bir sular yorulunca sızılar gencelince bil ki bir başımayım bil ki kaçıp kurtulmak bil ki sayısız kötü çok kötü. sessizliği sevmiyorum sustur şu çığırtkanları ben bu bulvarları güzel günlere götüreceğim bırak ellerini ellerime mutluluklara götüreceğim dalgınım kırıkdöküğüm bu düzenler beni böyle uzak konuşunca bir anılar tutuşunca bir kollarım öksüzleşince bil ki dolaşıp düşmek bil ki kendimden öte bil ki karışık kötü çok kötü. bu karanlık sürdükçe kendimizden kurtulamayız sığmıyor sığmıyor sesim bu yorgun biçimlere çözdüm suları, bıraktım kısrakları, ardımsıra yıldızlar onüçüncü burçtan beni gecelere dağıtacaklar onüçüncü burçtan beni gecelere dağıtacaklar acılar bağrışınca bir şarkılar susunca bir ninniler tükenince bil ki ben bil ki çok yakın bil ki apaçık kötü çok kötü. (Temmuz Bildirisi) Ellerin neden soğuk,üşümüş müsün? Gerçek misin,düş müsün? Kar mı yağdı sokaklara,rüzgar mı esti? Üşümüş müsün? . Odaları bir büyük sessizlik almış Anladım ki artık her şey masalmış. Dudakların açık kalmış. Gülmüş müsün? . Neden yatıyorsun böyle upuzun Gözlerin neden dalgın,yüzün neden öyle mahzun Bir bilinmez yerinde uykumuzun Ölmüş müsün? Sana önceden yazdığım dizeler yalan söylüyordu; Seni bundan daha çok sevemem diyenler hani; Ama o zamanlar aklım bir türlü almıyordu, İçimdeki alevin daha da parlak yanabileceğini. Oysa zaman, kralların fermanını bile değiştirir, Yeminler arasına girer, milyonlarca oyunuyla, Kutsal güzelliği karartır, sivri niyetleri köreltir; Nice dik başları değişimin çarkına uydurur sonunda; Heyhat! Ben de zaman denen zorbanın korkusuyla, 'En çok şimdi seviyorum seni,' diyemez miyim; Aşkımdan kuşku duymadığım, en emin olduğumda, Geleceği unutup, o güne taç giydiremez miyim. Aşk bir bebek olduğuna göre, hayır, bunu diyemem, Büyümesini sürdüren şeyi, büyümüş gibi göremem. Kadınlar vücutlarını ne kadar seviyor yarabbi! Hem çıplak, hem de örtüyorlar elleriyle Her yerlerini, Cilve! Ben de deli gibi seviyorum kadınların vücutlarını, Kokularını kokluyorum, Kukularını yokluyorum Cennet! Sabah kalkıyoruz ki,cehennemin dibi, Fırtına Burnu'na dönmüş gibi. Mezardadır timsali Millete babalığın. Ölmez ölü misali, Ruhu, kalabalığın... kirpi gibisin çocuk her tarafın diken kim elini uzatsa delik deşik. üstelik sen de kan içindesin Başka türlü sokaklarda gezenler, Başka türlü kitaplarda yazanlar.. Yer kalmadı bakmadığım: Hayatta çeşitli sahne, Sinemada pek çok film, Hepsini seyrettim, Hiçbiri bana benzemiyor. Yaşadığımı işitmek istiyorum Bir ses uzaktan yakından ya da içimden Düşen yaprak örneğin Kağıt hışırtısı olsun Ya da eski tahtaları içten kemiren bir kurdun çıtırtısı Bir inilti derinden Damlayan su Bir elektrik düğmesi çıt diye Çok uzaklardan yankılanan duyulur duyulmaz İçimdeki mağaralarda besler büyütürüm Her ne olursa olsun bir ses Yeter ki bana ispat etsin yaşadığımı. Yaşadığımı görmek istiyorum Bir ışık uzaktan yakından ya da içimden Sesindeki pırıltıya Gözündeki ışıltıya benzer Bir kibrit çakımı Bir yanıp sönse yeter Sabahın yağan toz mavisi göğsünde çıplak Ya da gün batımı pembesi dudak Bir yıldırım hızında çizilsin Bir şimşekçe yazılsın karanlığım Bir fener ki uzaklığı bilinmeyen Bir yıldız parlayıp sönen Dişlerinin aydınlığını İçimdeki mağaralarda besler büyütürüm Her ne olursa olsun bir ışık Yeter ki bana ispat etsin yaşadığımı. Yaşadığımı duymak istiyorum Bir ısı uzaktan yakından ya da içimden Tenine ilk dokunduğum zamanki Elini ilk tuttuğum Yüreğimi kanatlandıran o titreşim Kanı geçiyor kanıma sandığım Öyle bir değdin ki varla yok arası Ve yanarken ateşten ellerim Yatak çarşafının apaklığında duyduğum serinlik Ve sevgiyi sende bulduğum ilk O ılıklığa değinmek yerine Uzak düşlerde olsa da yeter İçindeki mağaralarda besler büyütürüm Her ne olursa olsun bir değini Yeter ki bana ispat etsin yaşadığımı. Yaşadığımı koklamak istiyorum Bir koku uzaktan yakından ya da kendimden Kulak memelerinde şebboy Saçlarında o koku Ki öptükçe öpüldükçe büyüyen Her yel estikçe getirir düşlerime Koklarım çok uzaklardaki anılardan seviyi Bir yel esmiş mi esmemiş mi Bir kıpı dal oynasa Bir yaprak kıpırdasa Duyulur duyulmaz olsa da İçimdeki mağaralarda besler büyütürüm Her ne olursa olsun bir koku Yeter ki bana ispat etsin yaşadığımı. Yaşadığımı tatmak istiyorum Bir tat ki uzaktan yakından ya da kendimden Ağzımda dilimde damağımda Bir buruksu mutluluk sandığım Salt benim diye aldandığım Kendi yalanlarıma kandığım Arttı yaşadıkça duyduğum acı Yitirmemek için o acıyı çoğaltırım İçimdeki mağaralarda besler büyütürüm Her ne olursa olsun bir tat Yeter ki bana ispat etsin yaşadığımı Bir çıplak yamacın altında dere, Yollardan gelinir şırıltısına Ne söylüyor bilmem bu söğütlere? Dalmışlar suların akıntısına.. Ufukta dalları kızıl bir orman, Bürüyor yolların üstünü duman, Benziyor değneğe yaslanan çoban, Bir eski heykelin karaltısına.. Bir kanlı cenk teri olan bu vadi, Bulanır ıssızlık içinde şimdi, Dalmıştır yıllardan beri ebedi Akseden bir mızrak şakırtısına. Bunu kimse söylemedi belki düşündü. çünkü vardır insanın yaşamasında. uyku ve öfke gibi vardır. kimse söylemedi. tuzunu çoğaltan bir denizde. nasıl batarsa güneş öyle bende kaçırdım. ki gözüm bütün güngün. boyu lekelerde. kaçırdım ama şöyle de söylenebilir. şiirin bütün geçmişinin dışında. önceden açıklanan her şeyin dışında. örneğin en sıcak ülkelerin yazında. en soğukların kışında. yanarım üşürüm berbat olurum. hiç bir şeye yaramam. ama yinede seni severim. o zaman sende beni sev. evet Gecenin dudağından karanlık emiyorum Gündüzün cesedini hicrana gömüyorum. Gözlerim parça parça, kırık aynalar gibi Yüreğim, cehenneme dönüşen bahar gibi. Yarasa kanatları bürümüş mehtâbımı Kör bir papağan gibi açmışım kitabımı. Okuyorum; boşluğu sömürüyor ellerim Kurşun kurşun beynime saplanmış emellerim. Nereye gittiğimi bilmeden yürüyorum İstikbâle bir avuç hayal götürüyorum. Yüreğim, cehenneme dönüşen bahar gibi Gözlerim, parça parça kırık aynalar gibi. Gecenin dudağından karanlık emiyorum Gündüzün cesedini hicrana gömüyorum Gözlerin dokunuyor kalbime ey cefakar Öyle uzun bir hicran sundunki hayatıma Zehrini yudumluyor ruhum melankolini Lambalar sırılsıklam gönlümde sönmesin yar Ellerin ab-ı hayat, gülüşün yar, sesin yar Rüzgar mıdır, yağmur mu dumanlı bakışların İrkiliyor durmadan bedenim, hülya mıdır Neş'eme ızdırabın çektiği perdesin yar Umudumun maviye büründüğü yerde mi Mahulyam, ey şebnem edalım, nerdesin yar. Unutma ceylanların çölleri sevdiğini Toprak neva sırrını ezberliyor göklerin Renkler uğursuzluğu fısıldayıp duruyor Ülfetim nevbaharı bekliyor, bilesin yar Zarif bir düğüm gibi duruşun yar, sesin yar Gülleri incinmesin masum dudaklarının Aldırma, leylakların solduğuna içimde Ruşenimsin ey canım, beyaz bir lalesin yar Işığısın şehrayin kalıntısı ömrümün Sensizim, avareyim; durmayıp gelesin yar. Esrarengiz şarkılar dinliyorum geceden Neden ıslak bilmem ki, çehresi yıldızların Mestediyor ruhumu endamın, ey cefakar Eridim; ırmağına döküldüm; şulesin yar Neden resimler gibi hercaidir sesin, yar Ey deniz yürüyüşlüm, ey hüznümün kaynağı Küskün ırmaklar bile benden daha mutludur Şafakta billur olup, gönlüme giresin yar Eski umutlarımın son bulduğu yerde mi Sihirli akşamların ülkesinde misin yar. İlkin şakayıkları okşayan parmakların Nedense, kanatlanıp uçtu yalnızlığıma Anladım aynaların seni kıskandığını yüzünün nakışını özledim bilesin yar Şeydayım, efkarlıyım; duyup da gülesin yar Efsunlu duygularla sarsılıyor benliğim Hasretim ey cefakar, süreyya gözlerinde Ebedi nalan oldu gözyaşım; silesin yar Pusatsız suvariler gibiyim yollarında İntizarın alnıma vurduğu halesin, yar. Çeşmeler kurumaya yüz tutmuşsa içimde İklimler lanetini kusuyorsa ötenin Mahşere aralanan kapıdır şimdi zaman Dil-rübasın, mümayiş sultanı, didesin yar Ellerin ıtır dalı; duruşun yar sesin yar Çakıyor yüreğimde şimşekleri ferdanın Işık ol, perdesinden kurtar beni sevdanın Nerdesin? ..Rüyada mı? ..Sanki mazidesin yar Lalezarı solgundur melal yolculuğunun Ilıksın, uykudasın, safsın, güzidesin yar. Yasaklara nigehban olma, ey mah-ı zemin Orkideler seninle büyüsün bahçemizde Rahmeti özümleyen bir bende-i numune Olalım yeryüzünde, ey can, hep tazesin yar Gurbetin lisanıdır gülüşün yar, sesin yar Üflerken erdemini maveradan hicabın Zümrüdüanka neden alev alev yanıyor Ey enis-i mücella, sen ki, yelpazesin yar Limanısın ruşenimin bela okyanusunun Semadan damla damla inen firuzesin yar. Esirinim; ey nur-u nigahı, m, yakma beni Sonsuzlığa seninle varalım, ey cefakar İliğime işledin; no'lur, bırakma beni Nazlısın; nazarındır ufuklarımı saran Ayrılık acısıdır damarlarımda kıvranan Yorgunum, yaralıyım; no'lur, bırakma beni Şahikasın; şavkınla tutuştu hücrelerim Esirinim; ey nur-i nigahım, yakma beni Bir yüzük yaptım sana güvercin teleğinden, Bir yüzük bükerek hoşçakal sözcüğünden.. Bir yüzük yaptım belli belirsiz, Eski bir gramafon sesinden.. Bir yüzük serçe parmağın için, Bulutsuz bir gecede kayan yıldız izinden.. Bir yüzük yaptım terli bir yüzük, Avucumdan geçen ince hayat çizgisinden.. Yanmasını bilen bakır bir yüzük, Evime akım taşıyan elektrik telinden.. Bir yüzük yaptım, bir yüzük ki; Yıllardır dinmeyen ormanların gümbürtüsünden. Kalabalık, kabarık şehir; çok şehir, çok beton, yok: İnsan…. Çok: Şehir; hiç: İnsan! . Sevgileri güneşte çekmiş, ruhları eprimiş ve ihanetlerini cüzdanlarıyla besleyen hiç insanlar, geldiler; milli piyango ve otobüs biletleriyle kürdanlarıyla, balgamlarıyla, ayakkabı bağlarıyla nüfus cüzdanlarıyla, “kazı kazan”larıyla, visa kartlarıyla, maskeleriyle, markalarıyla… Güneşin heybetine bakmadan ve aldırmadan rüzgârın zarafetine.... Birer küfe gibiydi omuzlarında hayat; her biri kendince yokuşlarda, her biri amansız yokoluşlarda, şarkıları yankısız, aşkları unutuşlarda... Kapanıp gündüzlerin ıssız odalarına; hepsi çürük akşamlardan ve bayat sayımlardan kalma (!) . Geldiler, göğe bakmadan, dokunamadan o uzak ovalara telaşla, günlerin bulanık sularında.... Hiç insan, sabahın köşesinde kusmuş şehrin şanına; sabahlar akşamına, adamlar aşklarına, kusmuş günlerin bulanık sularında. Sevgisiz kaldık, sevgisiz kaldık kısacık Nisan akşamlarında.... Şimdi hızla yırtılan aşiretlerden aşüfteler, kalpazanlar ve ateistler çıkaran ülkem, savur beni şu pusun, ayazın ortasına, çıkarıp sığ sulardan yakıştır okyanuslara ve kavuştur o eski masal kahramanlarına... Çünkü böyle bir raunt isyan, beş rekat hüzün Yetmiyor haziran akşamlarında.... Şimdi parklar fesleğen kokarken yoksullar soluk soluğa; fıskıyeler upuzun, taşıtlar süratle otobanlarda; telaşla, herkes günlerin bulanık sularında.... Oysa hepimizin gidebileceği bir vadi olmalıydı…. Artık ömürlerimiz bu tükürülmüş bulvarlara kanar Ve rüyalarımızda bir görünür bir kaybolur serin pınarlar; bu yüzden yaktığımız bütün kibrit çöpleri en çok da içimizde yanar ha yanar.... Kalabalık, kabarık şehir; çok şehir, çok beton, yok: İnsan.... Çok: Şehir; hiç: İnsan! . Hiç insan; doyumsuz, tedirgin, korkak... Sabırsız, tutkusuz, kaypak.... Şimdi herkes yüreğinin avlusuna bir servi kadar. Rüyalarında bir görünür bir kaybolur ormanlar. Uyanınca, irileşen boşlukları ihanetle tamamlar.... H i ç. i n s a n: Yitmiş günlerin bulanık sularında… Sadece elbiseler sürüklüyor ardında... coşkusuz, aşksız kaldık Kaldık... Bu kısacık temmuz akşamlarında… Unutma, tez geçer zulmün ezası Sabretmeyi bileceksin; tamam mı? Yiğide ar değil bahtın kazası Hakk’a teslim olacaksın; tamam mı? . Geri dönmek yoktur güneş doğmadan Rahmet nuru karanlığı boğmadan Hakikat yolunda boyun eğmeden Gerekirse öleceksin; tamam mı? . Yenilir mi inanmışın imanı? Böyle bir gerçeğin olmaz gümanı. İnşallah başlarsa hesap zamanı Haklarından geleceksin; tamam mı? . Yolumuz her zaman Allah yoludur Bu yoldaki ölüm oğul balıdır Hak, haklının en mukaddes malıdır Vermezlerse alacaksın; tamam mı? . Çevirmez âhını Allah öksüzün Pek basittir devrilmesi köksüzün Her kim olsa haksızlığı haksızın Suratına çalacaksın; tamam mı? . Uyuşukluk şifa bulmaz illettir Korkaklık en adi en pis zillettir Adalet ne güzel ne hoş nimettir Hep doğruyu bulacaksın; tamam mı? . Yalana hayır de gerçeğe evet… Mücadele şarttır, kalsan da tek fert Bir de ötesi var buranın elbet Nasıl olsa güleceksin; tamam mı? . (Vur Emri) Gönül niçin ahvalimi bilmezsin Yürekte yaralar türlü türlüdür Öğüt versem öğüdümü almazsın Yürekte yaralar türlü türlüdür. Esme zülüflerin yellere karşı Bülbül figan eder güllere karşı Gel beni ağlatma illere karşı Yürekte yaralar türlü türlüdür. Ah n'eyleyim karşımızda ölüm var Ölüm dedikleri kanlı zalim var Ne ağlayıp ne gülecek halim var Yürekte yaralar türlü türlüdür. Pir Sultan Abdal'ım ben de böyleyim Emir Hak'tan geldi kime ne deyim Derdim çoktur hangi birin söyleyeyim Yürekte yaralar türlü türlüdür Sana vermiş veren sulardan ses Sana vermiş veren şiirden dil... Yaratılmışsın ayrı topraktan... Hamurun,toprağın bizimki değil!. Saçların var,ki başka türlü sarı Gözlerin var,ki başka türlü yeşil. Yarı olmuş vücudun üstünde Ne güzel şey çocuk yüzün ,çil çil! Bu köpükler,bu dalgalar,bu güneş... Hepsi birden diyor:'Geliş,serpil!'. Nefesin var,ki başka türlü sıcak Gözlerin var,ki başka türlü yeşil Çıbanlar açtı gül bahçelerinde kan rengi Bir mayın tarlasında büyüdü serseriliğimiz Hani o şeyler vardı unuttuğumuz, gecelerdeki Hani o şeyler vardı bir zaman, beklediğimiz. İşte onlar ve o kadınlar, o adamlar Ve gökyüzünün o namussuzca satılmışlığı Bir Endonezya esmeri, yılgın akşamlar Kirli sakallarımızın sebepsiz uzamışlığı. Mahkumlar, zenciler, orospu yatakları Ayaküstü, aşkın iğrenç alışverişi, zaman Alnımızda Tanrının merhametsiz dudakları Çingene, kahpe toprak, altımızda uzanan. Getir daha getir, biz günaha kanmadık Süsleyen zulümler kral soframızı Ey et ve kan, ey ölüm, ey karanlık Ey gölgesi kralın, kirleten sabahlarımızı. Dağılan bulutlar değil, inandıklarımız Söyleyin nereye gitti o gök mavisi Rüzgarlar, yağmurlar, kokmuş atıklarımız Kral soframızda insanlık sevgisi. Analar, çocuklar, borazancılar, ressamlar, ölüler Can kurtaran simitleri, ajans haberleri Polkalar, mazurkalar, oyun havaları, türküler Piyano tuşları, kemanlar, Tosca'lar, Sevil Berberleri. Siz eğrelti otları can sıkıntımızın Siz çok gülmüşlüğümüz, çok ağlamışlığımız Ömür, topraktan şarap testisi aşkın Ve kral kadehlerinde kurumuş gözyaşımız. Vurun biraz daha vurun, ölmedik Yumruklayın, muştalayın, kırbaçlayın İşte ip, işte zincir, halimiz bitik Milleyin gözümüzü, sırtımızı dağlayın. Bu hangi yüzyıl, oyuncağı Meryem'in Nerde kaybolan tahta atlar, kurşun askerler Kim unuttu kapısını açık cehennemin Söyleyin savaş artıkları, deliler, sakatlar, körler. Ey dünya, utancımız, yüz karası Ey sofrası kralın, ey kral sofrası Evvel bahar yaz ayları çatıldı Paralandı bulut göğe atıldı Akan sular kar buz oldu tutuldu Dalgalanıp göller ağlamasın mı. Yaz gelir de yazı yaban yurt olur Her yerde bir alıcı kurt olur On beşinde kızlar gonca gül olur Vakit geçen güller ağlamasın mı. Hey der Karac'oğlan bahar erişti Meyvasın dermeden gazelin düştü Yüklendi barhanam kervanım göçtü Tozu kalkan yollar ağlamasın mı Seninde gözlerin ıslanır bir gün Hele bir ümidin kırılsın da gör Ne yaşama arzun ne aşkın kalır Kurduğun hayaller yıkılsın da gör. Dumansız bir yangın başlar o anda Amansız bir deprem kopar o anda Yıkılır kalırsın bir dağ olsan da Hele bir sevdiğin terketsin de gör. Bu koca dünyayı yakasın gelir Eski resimleri yırtasın gelir Bütün aynaları kırasın gelir Sırtına bir hançer vurulsun da gör İstemem sevgili yüzüme gülme Eğer ki sonunda ağlatacaksan İstemem sevgilim ümitler verme Sonunda dünyamı karartacaksan. Ben aşkı ölümsüz bilenlerdenim Bir ömür boyunca sevenlerdenim Ellerin ellerime değmesin derim Eğer ki sonunda bırakacaksan. Gönüle vurulmaz asla bir kilit Seveni öldürür kırılan bir ümit Sevgilim yanıma yaklaşmadan git Eğer ki sonunda ayrılacaksan beyaz bir buluttan birgün ansızın.. bir karanfil düştü parmaklarıma. gözlerine kuşlar doldu bir kızın elleri karıştı ırmaklarıma.. ıslak bir yürektir bende karanfil ruhum,kokusunun dilencisidir.. haşim,bu bir alev damlası değil büyük yangınların habercisidir... o kızıl bir deniz bense tenhayım onda umt,bende yalnızlık büyür.. ne dünya sonsuzluk,ne ben dehayım, içimde sadece şairler uyur.. bütün şiirleri söyleyen benim bütün çiçeklerin adı KaRaNFiL her akşam bir yaprak olur kefenim haşim, bu bir alev damlası değil. Sordum sarı çiğdeme -Sen nerede kışlarsın -Ne sorarsın hey derviş Yer altında kışlarım. Sordum sarı çiğdeme -Yer altında ne yersin -Ne sorarsın hey derviş Kudret lokması yerim. Sordum sarı çiğdeme -Senin benzin ne sarı -Ne sorarsın hey derviş Hak korkusun çekerim. Sordum sarı çiğdeme -Anan baban var mıdır -Ne sorarsın hey derviş Anam yer babam yağmur. Sordum sarı çiğdeme Asacığı elinde Hak kelamı dilinde Çiğdemde dervişlik var. Pir Sultan'ım erlerle Yüzü dolu nurlarla Ak sakallı pirlerle Çiğdemde dervişlik var Prenses Zinia’ya. Uzun rüzgârlar karanlığın dalgın sansarları Atlayıp dağıtırlar telaşlarıyla ürperen karları Sihirli bir lambadır bardaktaki güller gecede. Yıldızlar donmuş göllere düşen buz billurları Düşten geyikler kudurtur kızıl buğulu kurtları Bir ulumadır kanlı/açlıkları uzar gecede. Duman dumana kaybolur kar ışığında kısrakları Nedir saklı bir özlem midir kızak çıngırakları Geçen yüzyıldan kalma bulutlu bir pencerede. Köpekler mi sarmıştır kar uykusunda koruları Yankılanır saltanatlı bir geçmişten av boruları Yalan değildir yaşanmıştır kim bilir ne zaman nerede. Dinmez boşluklarda karın soğuk ve sürekli ısrarı Yumuşak hantallığıyla kaplayışı uçurumları Kül mavisi bir pus ufka bir perde çeker de. Kayıp kervanlar belirir uyandırıp korkunç hanları Duyulur batmış şehirlerin boğuk sabah ezanları Kılıç gibi bir mehtabın yarattığı o depremde. Getirir akla çocukluktan bilinmez hangi soruları Kar gecesi uyandırır ölüme değin korkuları Yalnızlık bir saman yoludur genişler düşüncede bir yerde vahim bir yanlış yapılmıştır ne yadsımaya dilim varır ne düzeltmeye gücüm yeter meyyus bir papağan gibi tenhada bırakılmış harıl harıl içimdeki bozgunla söyleşirim . bir yaş gelir ki kadınlar çekilir ortalıktan esmerler birden çekimser sarışınlar uzak kumrallar vefasızdır artık ne uyku ne durak bir afet biçerim imgelem kumaşından müstesna bir sevgili onunla söyleşirim fazlasıyla edalı iyice rahşan bakışları ebruli . serviler boşalır boşluklardan bir mehtap karanlığına gazelhanlar susmuş çalgıcılar perişan bir ben ki sabahlara kadar böyle münzevi bir kanunla söyleşirim ne şair kalmış ülkede ne şiir divanlar unutulmuş mesneviler parça parça ey şairlerin sultanı ey baki inanılmaz kafiyeler düşürüp yıldızlardan (mef'ulü mefailü) ruhunla söyleşirim Seçimle iş başına gelen yöneticiler Palavra sıka sıka geçirir beş seneyi, Zamanın vitrininde tükense de sevgiler Dolaylı menfaatler doldurur boş seneyi.. (Gök çekimi) bir dürgünde saklıdır dünyaya düşen izler bu ebedî sevdayı kalem taşır, kan gizler sînemdeki şîrpençe filizlenir de birgün o granit kalbinde kanatlanır denizler. can güneşim batıyor vefâsız güllerinde al götür umudumu nazlı kâküllerinde seni de feryâdını işitirler, şâirin yediveren ezgiler ağlayan küllerinde bu şuursuz beklemeler yıpratmaya başladı beni geceler gündüze inat bulaşıyor ellerime camlardan alnımı dayadığım pencereden dışarıyı seyrediyorum karanlık kopkoyu bir karanlık sarmış şehri sirenlerin umursamaz gürültüsü korkutuyor beni ambulanslar hızlı hızlı seni taşıyormuşcasına huzursuzum yoksun bulamıyorum seni en son o gece gördüm seni gözlerine bakmadan gittim baksam gidemezdim özlediğimi söylediğimde gülmüştün söylediğimde özlediğimi gülmüştün gülmüştün özlediğimi söylediğimde bu ilk seni çok sevdim tıpki seni tekrar bulamıyacağımı anladığımdaki kadar çok sevdim ambulanslar hala gelip geçiyor gece devam ediyor geceyi soluyorum ciğerlerim simsiyah deniz kudurmuş geceye saldırır durur kayalar bastırmaya çalışırken geceyi tüm kumsal adını haykırıyor rüzgara rüzgar şehri allak bullak ederek dağlara tırmanıyor tüm geceyi kaldırıp altına bakıyorum oralarda yoksun karakızım neredesin bulamıyorum geceyi fırlatmaya çalışıyorum olmuyor kötü bulaşmış şehre gece camlar simsiyah alnıma simsiyah gece bulaşık elimin tersiyle terimi siler gibi siliyorum geceyi çirkin yazılmış elyazısı gibi duruyorum şu dünyanın üzerinde kimse silipte yani baştan yazmak istemiyor oysa öyle hasretimki kerelerce defa yazılmaya kağıt olsam kalem olsam cümle olsam nokta virgül olsam gelsen kilometrelerce kilometrelerce hasret dolu şiirler yazsan benimle kitaplarca dolsam mısralarca ağlasam ellerinde uyanıyorum ansızın bu şiirsel dünyadan şehir kapkara karanlık şiirler okuyup simsiyah boşluğa seni çağıyorum sesime bugün yırt bu geceyi baştan sona dolaş tüm şehri bütün sokak lambalarını yak bütün kapıları çal herkes uyansın bir müjde olsun içinde senden birşeyler olsun bu gece şehir uyumasın bu karanlık bu şehir bu gece bu son olsun bu gece bu simsiyah karanlığı yırtan bembeyaz çığlık bana seni getiren müjde olsun bu son olsun içinde sen olsun.. Gel bana cevr etme sende bulursun Ya birde ikide yedide onda Tut mürşid eteğin vasıl olursun Medet nazargahı yedide onda. Üçlere yoldaş ol eyle niyazı Hüda kabul eder böyle niyazı Dün ü gün ah edüp eyle niyazı Arsa-i aşk içre yedide onda. Nesimi yedide onda mı dersin Üçler meclisinde onda mı dersin Elestü bezminde onda mı dersin Kırıklar dergahında yedide onda Dağların ve nehirlerin Türküsünü söylemek istiyorum Büyük gökyüzünün ve kırların. Mavi çiçeğin türküsünü söylemek istiyorum Umudun ve sevdanın. Kahraman bir yüreğin türküsünü söylemek istiyorum Aslan türküsünü Guevara'nın. Odalar ve sofalar kuşatmış beni Sandalyeler, masalar, tabaklar Gökyüzü kuşatmış beni, içim daralıyor Gelenekler, korkular, kuşkular Kuşatmış beni. Rotatifler, silahlar, yasalar Ah, akşam diyor Sevgilim, aşkım benim İniyor dağlara Örtüsü gecenin Bir çocuk durmadan Büyük nehirleri özlüyor Kaybolmuş sevinçleri özlüyor. Bu yürek durmadan Geçiyor dağlardan Gölgesi çetelerin Körlerin ve yetimlerin Türküsünü söylemek istiyorum Yavrusu ölmüş ananın Hastaların türküsünü söylemek istiyorum Hapiste yalnız bir adamın. Sevgili bir yüreğin türküsünü söylemek istiyorum Kardeşimin, Guevara'nın. Ah, nasıl da acı Böyle susup durmak Kötüler, cellatlar elinde Bunalırken güzelim halk Fabrikalar yanlış çalışırken Yanlış ekilirken toprak Ayak, olmuşken baş Baş, olmuşken ayak Kavganın ve hürriyetin Türküsünü söylemek istiyorum Gür bir akışla akacak kanın Eşitliğin türküsünü söylemek istiyorum Halklar adına yükselen sancağın. Sadeliğin, inceliğin, onurun Türküsünü söylemek istiyorum Onun türküsünü, Guevara'nın. İlkbaharı geldi Anadolu'nun, Silifke'de çiçek açtı nar şimdi. Her tarafı yeşillendi Bolu'nun, Sultandağı benek benek kar şimdi. . Eğri yollar yaylaların kuşağı Çayır, çimen sevgililer döşeği, Hora teper Sürmene'nin uşağı, Dadaşların oynadığı bar şimdi. . Durgun çayı köpüklendi Daday'ın, Palmiyeler zümrüt tacı Hatay'ın Çukurova cennetidir bu ayın; Aydın ili efelere dar şimdi. . Gönül dile gelir kaval sesinde. Boz martılar düğün yapar Mersin'de, Isparta'nın renk renk gül bahçesinde Bülbüllerin neşesini gör şimdi. . Cıvıl cıvıl, sessiz duran yuvalar, Kelebekler birbirini kovalar. Halı gibi nakışlandı ovalar... Bölük bölük sarı, yeşil, mor şimdi. . Aşıklar diyarı Elbistan ili... Olur bu mevsimin bağ-ı İrem'i, Her çeşmenin üç-beş tane güzeli, Her çiçeğin bir arısı var şimdi. . Çıkıp baksan Çamlıca'nın başına, İki kıt'a bir boğazda aşina... Karakoç'um, gel, yorulma boşuna, İstanbul'u tarif etmek zor şimdi.. (Dosta Doğru) Takvimler ve saatler durmuş; işittiniz mi? Ve kuşlar avcıları vurmuş; işittiniz mi? Yürümüş dağ, tepe, orman, ova, yani herkes Sadece ırmaklar uyurmuş; işittiniz mi? Bilmezdim böylesine uzun olduğunu gecelerin Umutsuz günlerin hüznünü duymamıştım hiç. Uykumu böleceğini bu mutsuz düşüncelerin Bilmezdim sevda nedir tatmamıştım hiç. Kederlerin en insafsızı benimle şimdi Suskunluğum öylesine ölümden zor ki.... Çağırsan en uzak iklimlerden koşup geleceğim Bir gülüşün dünyamı aydınlatacak en azından. Ve kucak açacağım en güzeline mutlulukların Bir duysam aşkımı gözlerinden, dudaklarından.... Oysa sen de ben gibi mahzunsun biliyorum Biliyorum yasak aşkımız bizi böyle susturan. Ne olur artık yeter bu idamlık hasretimiz Bin yıl seveceğim bir umut versen inan... Her gün ekmeğimi bölüşürsün Yalnızlığımın sofrasında, Yorganım altındaüşürsün Her güz ve bahar arasında.. Bağlayansın her göz yaramı, Gülmek görevin ben gülünce; Yağmur senin gibi ağlar mı Gözlerimden yaş dökülünce?. Her düşüncemin ıstıraplı Serüveni, hayırlı rüyam. Sen ey, günahlı ve sevaplı, Allahlı ve şeytanlı dünyam!. Her günkü şarkısı dudağın, Havayı dolduran kokusu Yağmura kavuşmuş toprağın; Yediğim ekmek, içtiğim su. Canlı bir kitapsın, yazarı Mevlâ Açık dur, kitaplar seni okusun. Yüzünde şavklansın nazarı Mevlâ Eğilsin mehtaplar seni okusun. . Kasırga ol, döne döne zikir et Her nefese on bin misli şükür et Şüphe burgacında Hakkı fikir et Uyansın girdaplar seni okusun. . Erisin geceler gündüze gel ki Kalmasın tek engel bir düze gel ki Secdede Rabb’inle yüz yüze gel ki Minberler, mihraplar seni okusun. . ‘Ezel’in, ‘ebet’in şifresi sende Menfinin, müspetin şifresi sende Çözülsen de olur, çözülmesen de Sorular, cevaplar seni okusun. . Aşktan, estetikten, ahenkten yana Şiir, resim, müzik imrensin sana Camiler, sebiller gelsin lisana Hayırlar, sevaplar seni okusun. . Bedenin coğrafya, tarihtir dünün Ayrı ayrı sayfa saatin, günün Dört kapısı açık dursun gönlünün Âlimler, erbablar seni okusun. . Nefret boşta kalsın, aşk ile dol da Işık, kılavuz ol gittiğin yolda Kurandan feyz alan bir mektup ol da Yazdığın kitaplar seni okusun.. (Akıl Karaya Vurdu) Seni sevmek mor denizlerdi biraz Ne kadar gidilse bir o kadar bitmeyen Umutlar ve yıkılmalar ardında direnilen Seni sevmek mevsimler içinde en güzel yaz . Seni sevmek yaşamın aşılmaz büyüklüğü Seni sevmek kan dolu yüzyılları korkutan Ve sığınıp ılık kıyı kentlerinde biraz akşam Seni sevmek çocukların düşlerinde gördüğü. Varılırdı daha saydam günlere isteseler İsteseler yalnızlık giremezdi evlere Seni sevmek bir kırlangıç olacak bekleseler Ve uçacak durmadan adasız denizlere . Kim bulacak cam kırığı gözlerinde sevgimi Sonra yalnız kalmak gibi yoksulca uğuldayan Bütün okyanusların baş eğdiği tek kaptan Sana verdim geç diye bütün denizlerimi Havalar güzel gidiyor Sen de çiçek açtın erkenden Küçük zerdali ağacım, Aklın ermeden.. Bak kurt gibi kalın yapılı Görmüş geçirmiş ağaçlara Küçük zerdali ağacım, Pişman olursun sonra.. Şimdi okşar da hafif hafif Bir gün yerden yere çalar rüzgâr Küçük zerdali ağacım, Bakma güzel gitsin havalar.. Sallansın dalların çocuklar gibi Bakma güneş ısıtsın varsın Küçük zerdali ağacım, Sonra donarsın.. Zemheride bahar mı olur? Akşamları seyret anlarsın Sakın erkenden çiçek açma Küçük zerdali ağacım. 299 İsyan edip, karşında duracağım; nerdesin? Karanlığı, ışığa yoracağım; nerdesin? İbadete karşılık, cenneti alacaksam; Bağış mı, ticaret mi; soracağım; nerdesin? Çoğaltan ellerini seviyorum kaç kişi Dokundukça dokundukça aslanlara Parklarda yakışıklı aslan heykelleri Birden bire önümüze çıkıyorlar buysa çok güzel Bizim bu aşkımızın aslan heykelleri Şahane değişik hüzün heykelleri yani Ben bütün hüzünleri denemişim kendimde Bir bir denemişim bütün kelimeleri. Yeni sözler buldum bir nice seni görmeyeli Daha geniş bir gökyüzünde soluk aldıracak şiire Hadi bir de bunlarla çağır gelsin aslan heykelleri Oldurmanın yıkmanın yeniden yapmanın aslan heykelleri Olduran yıkan yeniden yapan gözlerini seviyorum kaç kişi Bir senin gözlerin var zaten daha yok Ya bu başını alıp gidiş boynundaki Modigliani oglu modigliani. Az şey değil seninle olmak düşünüyorum da İçimde bir sevinç dallanıyor kaç kişi Bir geyik kendini çiziyor karanlığa sonra kayboluyor Karanlık maranlık ama iyi seçiliyor Yorgan toplanmış bacakların iyi seçiliyor Bir uçtan bir uca bacaklarının aslan heykelleri Onları ne denli sevdiğimin aslan heykelleri Ayık gecemizi dolduruyorlar bir uçtan bir uca. En olmayacak günde geldin tazeledin ortalığı Alıp kaldırdın bu kutsal ekmeği düştüğü yerden Bunlar hep iyi şeyler ya öte yanda Olsa yüreğim yanmayacak aslan heykelleri Ama yok aslan heykelleri var köpek Delikanlı bir köpeği var onunla yatıyor Adalet Hanım karyolasında Bozulmuş burjuva ahlakına örnek. (1957) Kaşlarında kalem Dudağında salem Sosyetik olmuş haspam. Of ulan off! Ahmed'in de bir Leyla'sı var Kibar Leyla'sı Tango Leyla'sı Haspam aklı sıra Yıldızlar kadar uzak benden Varsın uzak olsun Komşu kızı o Onun sosyetesi varsa Agop'un meyhanesi de bizim için. Of ulan off! Yaşken eğmediler beni Kibar konuşmasını Dans etmesini öğretmediler bana Bir 'selamın aleyküm' demesini bilirim gelince Bir de 'eyvallah' demesini giderken Selam verdik 'bonjur' dedi Göz kırptık 'yes' dedi Kes dedim kes Ulan ne anlarım ben bu lisandan Bir sosyete Bir kibarlık tutturmuş gidiyor gidiyor ama nereye Bıçağın ağzı gibi inceldi sabrım Dinamit gibiyim Ha şimdi patlayacağım Ha birazdan. Ulan ağaçkakan mısın nesin be Delik deşik ettin tutkularımı Kafamı bozma kız kafamı bozma Alırım aşağı façanı. Of ulan Off Ulan beyefendiler Ulan sosyetik züppeler Anam avradım olsun Topunuzu bir şişe rakıya değişirsem eğer. Hey Agop Ne oldu bizim çilingir sofrası Gönder dedik yarım Leyla partilerde Biz meyhanelerde kafayı bulalım Haa eskilerden bir şarkı çal amanı bol olsun Of ulan off Kavanoz dipli dünya off Sen yok musun... Âlemin küfre göre, hem başı, hem sonu "hiç" "İki hiç" arasında varlık olur mu hiç? ışıklar söndü birden karanlıkta yüzükoyun koca kent hava da öyle kirli öyle kalın kirli ki bakamıyor yıldızlar pencerelerden. adı emek yavrumuzun yaşı daha beş değil oturmuş önünde akvaryumun 'hiroşima'yı söylüyor kendikendine 'karlı kayın ormanında'yı titrek mum ışığında bir gözü de balıklarda emek yavrunun balıkların masalsal kıpırtısında. ne de çok andırıyor emek yavrucuk o 'pamuk prenses'ini çocukluğumun bizlerse 'yedi cüce' kirli kara gecede mum altında söyleşide geceler özlenilen geceler değil eğilsek hangi suya kanlı çamur ellerimiz yaprak sarı meyva çürük uzansak hangi dala. bir yanında telefon emek yavrunun bir yanında televizyon devinir emek yavru uzay çağında oysa ben beş yaşımda bir keçi yavrusuydum kırlarda bayırlarda bilimkurgu bir masaldı telefon. yıllar geçti yıllar geçti yıllar geçecek elbet adalet'ti kızın adı adamınki hürriyet o adalet orda kaldı o hürriyet osmanlı sikkelerinde umut belki bir tohumdu o çağda umut şimdi koskocaman bir çınar anlıyorum biliyorum inanıyorum emek'ler kurtaracaklar paralarda kalan o adalet'i o hürriyet'i Biliyorum, konuşucak birşeyimiz yok Ama yinede gözlerini al gel Elindeki yarayı, suskunluğunu, acemiliğini Beni biri severse inanmam Seni biri severse utanırsın Bilmediğin bir hastalığa acımak gibi bile olsa gel Biliyorum konuşucak bir şeyimiz yok Ama ızdırabım sende, mutlaka alda gel... Tekmil ufuklar kışladı Dört yön, onaltı rüzgâr Ve yedi iklim beş kıta Kar altındadır.. Kavuşmak ilmindeyiz bütün fasıllar Ray, asfalt, şose, makadam Benim sarp yolum, patikam Toros, Anti-toros ve asi Fırat Tütün, pamuk, buğday ovaları, çeltikler Vatanım boylu boyunca Kar altındadır.. Döğüşenler de var bu havalarda El, ayak buz kesmiş, yürek cehennem Ümit, öfkeli ve mahzun Ümit, sapına kadar namuslu Dağlara çekilmiş Kar altındadır.. Şarkılar bilirim çığ tutmuş Resimler, heykeller, destanlar Usta ellerin yapısı Kolsuz, yarı çıplak Venüs Trans-nonain sokağı Garcia Lorca'nın mezarı Ve gözbebekleri Pierre Curie'nin Kar altındadır.. Duvarları katı sabır taşından Kar altındadır varoşlar, Hasretim nazlıdır Ankara. Dumanlı havayı kurt sevsin Asfalttan yürüsün Aralık, Sevmem, netameli aydır. Bir başka ama bilemem Bir kaçıncı bahara kalmıştır vuslat Kalbim, bu zulümlü sevda, Kar altındadır.. Gecekondularda hava bulanık puslu Altındağ gökleri kümülüslü Ekmeğe, aşka ve ömre Küfeleriyle hükmeden Ciğerleri küçük, elleri büyük Nefesleri yetmez avuçlarına -İlkokul çağında hepsi- Kenar çocukları Kar altındadır.. Hatip Çay'ın öte yüzü ılıman Bulvarlar çakırkeyf Yenişehir'de Karanfil Sokağında gün açmış Hikmetinden sual olunmaz değil "mucip sebebin" bilirim Ve "kâfi delil" ortada.... Karanfil sokağında bir camlı bahçe Camlı bahçe içre bir çini saksı Bir dal süzülür mavide Al - al bir yangın şarkısı, Bakmayın saksıda boy verdiğine Kökü Altındağ'da, İncesu'dadır. Açılmış çığırdan dosta gidemem, Ayaklarım ize sığmaz.. ölürüm. Yaşarım, duyarım, tarif edemem; Düşüncem var, söze sığmaz.. ölürüm.. El alır, göz görür, iş çıkar işten; Arsızlar doluyu doyurur boştan. İki gün misafir gelse bir kıştan, Doksan günlük yaza sığmaz.. ölürüm.. Kara çıkar, ak’ı derin eşince; Gece uzun, uyku yoğun, düş ince.. Bir derdim var, yer götürmez düşünce; Bir derdim var, yüze sığmaz.. ölürüm.. İriler “aşk” koydu açlığın adın; Diriler pisledi ölümün tadın. Zamana hükmeder üçbuçuk kadın, Gördüklerim göze sığmaz.. ölürüm.. KARAKOÇ’um, bir sevdanın düşkünü, Deli-dolu gerçek yaşar, düş günü. Diriler var, çıplak gezer kış günü; Ölüler var, beze sığmaz.. ölürüm.. (Vur Emri) Hangi mahallede imam yok, Ben orada öleceğim. Kimse görmesin ne kadar güzel, Ayaklarım, saçlarım ve her şeyim.. Ölüler namına azade ve temiz, Meçhul denizlerde balık; Müslüman değil miyim, haşa, Fakat istemiyorum kalabalık.. Beyaz kefenler giydirmesinler, Sızlamasın karanlığım havada. Omuzlardan omuzlara geçerken sallanmayayım, Ki bütün azalarım hülyada.. Hiç bir dua yerine getiremez, Benim kainatlardan uzaklığımı. Yıkamasınlar vücudumu, yıkamasınlar, Çılgınca seviyorum sıcaklığımı... Erkekler arasındaki dostluklarda Av anlaşması da var.. Kadınlar arasındaki dostluklar... Siyah ve yer yer yıldız ışınlı Bir kumaşın arkasında Usulca dönen bir çiçek düşünürüm.. Biri lambayı avucunun içiyle kapar Dünyanın ucunda sözcükler düşünürüm, Berrak burun delikleri havada biri Savunma ve içdökü koklar.. Savunmanın binbir gizi Düzgün açılmış sigara paketleri Ayakta duran pantolonlar, Anılar ortalıkta dolaşır ve karmaşır.. Kurtarılmış zamanların Sonsuz çay içilen Oturma yerlerinde onlar Dayanıklı ve yaklaşılmazdırlar.. Hele çocukluk dönemi dostluklarını Güncel tutmayı bilen Yaşlı kadınlar! . Kadınlarla erkeklerin dostluklarında Kadın payı oldum bittim ağır basar Dönmektedir yine o savunma çiçeği Yine kumaş yine içdökü; İnsan ilişkilerinin doruğunda Patika erkencisi Ve çekingen bir tılsım var, Öğrenilse de hiçbir zaman çözülemez.. Kadınlar uçtadırlar, Hele evli kadınlar. Dostlarımdan korkarım Dostlarım Ama ben Dostlarımdan korkarım Torunlarım dört yana, kol kol, gitsin; Malazgird'den İstanbul'a yol gitsin! Gelip sana çarpan gücü, yavaştan Anlamazsa, haritadan sil, gitsin! . Şehidlerim, Tanrı'ya, al al, gitsin, Yaralıma su verene bal gitsin! . Taclarını bir şey sanan gururlar Tahtlı gelip, taclı gelip kul gitsin! Fakat, harb bu: kalmak da var, ölmek de; Esir olup kalmaktansa öl, gitsin! . Şehidlerim uçmağa, al al, gitsin, Yaralıma su verene bal gitsin! . Çekilirmiş gibi davran merkezde İki yandan sağ yürüsün, sol gitsin! Olsa da son saatin son dakkası, Senden aman dileyeni sal, gitsin! . Şehidlerim, Allah'a, al al, gitsin, Yaralıma su verene bal gitsin! . Ve gönlünden kopup, bize bir yaprak, Bir tomurcuk gönderene gül gitsin. Düğünlerde tadı gelsin barışın: Kızlarıma duvak gitsin, tel gitsin! . Şehidlerim Huzura, al al, gitsin, Yaralıma su verene bal gitsin! Şimdi tarlalarda güneş vardır, Karlar donmuştur otların uçlarında, Artık akşamları dinlenemem Başım avuçlarında.. İçi korku dolu kış gecesi Hiç yatağın yok mu sıcak! Dağları dolduran kır çiçeği Hangi rüzgarlar seni koklayacak!. Saçlarımı kesip rüzgara atacağım! Ta ki haber götürsün bir gün sana! İçimde bir şeytan var, diyor ki: Aklına ne gelirse yapsana.. Ben bu şiiri yazdım atlı talimde Bulunduğum şehir İstanbul'du, Ağır ağır kar yağıyordu, Atamın yelesi bulut renginde.. (1940) her şeyi terk ettim / ne aşk ne şehvet sarışın başladığım esmer bitiyor anlaşılmaz yüzü koyu gölgeli dudakları keskin kırmızı jilet bir belaya çattık / nasıl bitirmeli gitar kımıldadı mı zaman deliniyor kimi sevsem sensin / hayret kapıların kapalı girilemiyor * * *. kimi sevsem sensin / senden ibaret hepsini senin adınla çağırıyorum arkamdan şımarık gülüşüyorlar getirdikleri yağmur / sende unuttuğum hani o sımsıcak iri çekirdekli senin gibi vahşi öpüşüyorlar kimi sevsem sensin / hayret in misin cin misin anlamıyorum Âmâlimiz efkârımız ikbâl-i vatandır Serhadimize kal´a bizim hâk-i bendedir Osmanlılarız ziynetimiz kanlı kefendir Gavgâda şehdetle bütün kâm alırız biz Osmanlılarız can verir nâm alırız biz Kan ile kılıçtır görünen bayrağımızda Can korkusu geçmez ovamızda dağımızda Her gûşede bir şir yatar toprağımızda Gavgâda şehdetle bütün kâm alırız biz Osmanlılarız can verir nâm alırız biz Top patlasın ateşleri etrafa saçılsın Cennet kapusu can veren ihvâna açılsın Dünyada ne bulduk ki ölümden de kaçılsın Gavgâda şehdetle bütün kâm alırız biz Osmanlılarız can verir nâm alırız biz O senli yıllara bir çizgi çekip Gönül defterini kapattım işte Hasretle yanmaya değmezsin deyip Gözümde yaşları kuruttum işte. Şimdi bu pişmanlık bimem ki niçin Kaybeden sen oldun yan için için Unutmaz demişsin sen benim için Aldandın sevgilim unuttum işte. Sevgisiz yanar mı sevda ocağı Belliydi bu aşkın yok olacağı Söndürdüm içimde o yanardağı Yaralı gönlümü avuttum işte... Sevgilimsin , kim olduğunu düşünmeye vaktin yok,yapacak işleri düşünmekten Kalabalığın içinde kalabalıktan biri Gecenin içinde bir yıldız, yitip gitmiş çocukluk gibi Sevgilimsin,ak dişlerini öpüyorum, aralarında bir mısra gizli Dün geceki tamamlanmamış sevişmeden . Sevgilimsin, boğuk aşkım, kanayan gençliğim Uçuruyorum seni çocukluğuna doğru Kanatların yoruluyor, ter içinde kalıyorsun Gece yanıbaşımda bağırarak uyanıyorsun Her sabah el sallıyorum metalle karışmana . Sevgilimsin, arasına bir kağıt koyup erteliyoruz aşkı Otobüslerde ve trenlerde kaçamak yaşanan Ve bedenlerimiz kana kana kanayamadan yan yana Aynaya bak da şunu gördüğün yüze söyle: Sıra gelmiştir artık bir yaze yüz yapmana, Güzelliğini hemen yenilemezsen şöyle, Yeryüzü yoksun kalır, lanetlenir bir ana. Hiçbir güzel var mı ki el sürülmemiş rahmi Senin sürdüğün çiftin ekinini tepecek? Sırf kendini sevmenin mezarını ister mi, Geleceği ahmakça durdurur mu bir erkek? Sen annenin aynası olmuşsun da o sende Bulmuştur gençliğinin güzelim baharını; Kendi dinç varlığınla görürsün pencerende Kırışıklara rağmen, şu altın yıllarını. İstersen ki varlığın unutulsun bitsin, Bir kuru başına öl, izin de ölüp gitsin. Benim kadar tanımazsın Bu 1'leri, bu 9'ları Bu kötü kalpli 5'leri,7'leri Bu kara akreplere benzeyen harfleri S'leri Ş'leri Bu namussuz U'ları, P'leri Dokuz parmağınla vur tuşlara Daktilo kız Onuncu parmağına baktıkça Beni hatırlarsın Seni düşünüyorum ya şimdi.. Zamanın ne önemi var? Her şey anlamını yitiriyor gözlerinde Bir kaçak gibi her köşede bakışların Korkuyorum gözlerime takılıp kalmandan İçimdeki alevi fark edersin diye korkuyorum Gel desem..Tut elimi..Sevdiğim ol desem.. Dudaklarından çıkacak sözden korkuyorum Benim olsan diyorum kendi kendime zaman zaman.. Benim olsan..! Ölüm kadar gerçek geliyor sensizlik.. Varlığınsa yaşamak kadar yalan.. Senden öte yaşadığım ne var şu an? Şu an ki..! ! Ateş parçası gözlerinin esiriyken ben.. Bir yabancı kadar uzaksın sen! Neden ey sevgili? Neden! ! ? ? Gideceksen şimdi git! Ama geleceksen bekletme Yoruldum artık anlıyor musun? Ne zaman? Hangi yoldan geleceğini beklemekten.. Şu an seninle doluyum ya yar! İnan ki vazgeçtim artık kendimden.. Çıktım erik dalına Anda yedim üzümü Bostan ıssı kakıyıp Der ne yesin kozumu. Uğruluk yaptı bana Bühtan eyledim ona Çerçi de geldiaydur Hani aldın gözünü. Kerpiç koydum kazana Poyraz ile kaynattım Nedir diye sorana Bandım verdim özümü. İplik verdim cullaha Sarıp yumak etmemiş Becid becid ısmarlar Gelsin alsın bezini. Bir serçenin kanadın Kırk katıra yükledim Çift dahi çekemedi Şöyle kaldı kazını. Yunus bir söz söylemiş Hiç bir söze benzemez Münafıklar elinden Örter mana yüzünü Ruh tuzağa düşer mi? .. Düşer dikkat etmezsen Can bedenden taşar mı? .. Taşar dikkat etmezsen Gidip uzak yerlerde can düşmanı arama Düşman sende yaşar mı? .. Yaşar dikkat etmezsen. Sabahın seherinde kakdım uyandım Meded,günahlarım bağışla sultan Şah-ı Merdan görünür gözüme Meded,günahlarım bağışla sultan. Mücizat gösterdi dıvara bindi Seksen bin erlere ser-çeşme oldu Rum'un gözcüsü pirimdir kendisi Meded,günahlarım bağışla sultan. Aman meded arşda,kürsde ulusun Pirim Hünkar Hacı Bektaş Veli'sin Günahlar kılmaz Muhammed Ali'sin Meded,günahlarım bağışla sultan. İmam-ı Hasan'ı yanımda bildim İmam-ı Hüseyn'in nurunu gördüm İmamlar serveri Zeynel'den... Meded,günahlarım bağışla sultan. Ol İmam Bakır'ı seven yorulmaz Adım kandır günahlara kalınmaz Okur İmam Cafer sırrı bilinmez Meded,günahlarım bağışla sultan. Mansur'u dara çektiler dönmedi Musay-ı Kazım'ın kanı dinmedi Remiz çalındı kimseler bilmedi Meded,günahlarım bağışla sultan. Muhammed Taki'den Naki'ye erdim Askeri dilimde tespihim virdim Alemler serveri Mehdi... Meded,günahlarım bağışla sultan. Ademin cennette nurunu gördüm Rıza ile meydanda durdum Melekler Adem'e secde etti Meded,günahlarım bağışla sultan. Seyyid NESİMİ'nin mühib yarisin .............. şem'in yansın çırasın Şah-ı Merdan cümlesinden olsun Meded,günahlarım bağışla sultan Bir gül bu karanlıklarda Sükute kendini mercan Bir kadeh gibi sunmada Zamanın aralığından.. Başında bu mucizenin Sesler, kokular ve renkler Ebediyete kadar derin Bir anın vadiyle bekler.. Ve diyor fecirden berrak Sesiyle her ürperişte Geceyi yumuşatarak Bütün gözyaşlarım işte.. Serinletmesin, ne çıkar Bu ümitsiz yalvarışı Hiç bir meyve ve pınar Ne de günlerin akışı.. Yetmez mi bu müjde sana Aydınlatırsam alnını Ben her rüyayı zamana Taşıyan yıldız kervanı. uzun bacakli bir yaban hayvaniydi ask haril haril onu aruyordu Istanbul, duyuyorduk Galata Kulesi'ndeydik, basin omzumdaydi Kule döne döne içimizdeki gökyüzüne akiyordu sevgilim yüregimin ipiyle dudaklarina indim senin güzbiliminden tenbilimine dönüsürken askimiz Kule'den asagiya firlattim beynimi 'Dalgin sair!' dedi Einstein, Niels Bohr' a dönerek 'Baksana unutmus beynine kanat takmayi!' 'Yürekle beyin arasindaki en büyük belirsizliktir ask' diyerek söze karisti Wemer Heisenberg 'Belki de, iki yüregin ayni dalga boyunda bulustugu bir salinimdir o!' dedi Loui de Broglie 'Ask, bir kara cisim isimasi degil midir?' böyle sordu Max Planck da dayanamayip isik tozuna bulali gözleriyle 'Kendinize geliniz efendiler!' diye söylendi Takiyüddin 'Bilimle açiklanamaz ask, siirle açiklanabilir ancak!' O, uzun saçli bir yildizdir; yüregin içinde taranir' bence sevgilim söylendikçe bizim olan bir sarkidir ask dikey bir siirdir bütün kuslari ayni anda havalandiran Galata Kulesi'nden asagiya firlattim beynimi, söylemistim bana bakan uzun saçli bir yaban hayvaniydi ask asagi tükürsem Dördüncü Murat yukari tükürsem Hezarfen Ahmet Çelebi agzimin içinde dilin, bulutlarimi islatan gökirmak sonsuzlugu ikiye bölmektir ask, kasigina yazdigim ak yazi sevgilim agzina düserken yanardaginin kanatlarim ol benim kafeslerinden soyundur kuslarimi baliklarimi çiplakla tuzdan Cenevizli boynumu sev, Venedikli sirtimi Osmanli kokan saçlarimi Anadolu'dan gelen gözlerimi Perali bakisimi sevgilim, Istanbullu ellerimi bana beni animsat sensizken yitirdiklerimi Kule'den asagiya firlattim beynimi, bir yerlerde yazmistim bak iste bir çift martinin yanindan geçiyor düserek irice olani, 'Herifin biri kafayi yemis yine!' diyor yanindakine 'sen asktan ne anlarsin koca gaga' diye söyleniyor digeri sevgilim onlara aldirma sen yalnizligin kabuguna çekilip kendi içime düserken bile kanatlarim kanatlarim kanatlarim ol benim Yeraltı günleri bunlar Kör yılı köstebek ayı . Siyah önlüklü bir güneş Ayazda okula gidiyor Dizilmiş danaburunları iki keçe Islıklıyorlar bebeyi Çepeçevre boynumda sıçandişi bir bahçe Oynuyorlar iki Roma bir Paris bir Peking Karım en çok soğuk harbi seviyor Çocuklarımızdan . Yaşamların kapısında kuyruk olmuşuz Önde emirerleri memede piçler sütsüz analar Akşam oldu memur çıktı kapıya Mal gelmedi bugün dedi kapatıyoruz . Dilekçeyim masalar odalar arasında Yürek değil, sol yanımda on altı kuruluk pul Usulsuzüm yolsuzum . Bir uçak geçti üstümden kıçında yakamozu Çakılmıştır yere çoktan toprakta bir çelik bitki Fala mı baksam koparıp çiçeklerini Düştü mü düşüyor mu düşecek mi . Yeşiller içre bir insandın önceleri Sağda bir dağ,solda bir çay çamaşır yıkayan kadınlar Dolaş şimdi çevresini yitirmiş insan resimleri gibi Olum geliyor aklima birden olum Bir agacin golgesine sariliyorum. Sokağımsan Ben anahtarı çevirdiğim zaman Kapanan evin kapısı değil, Senin kapın olsun açılan.. Adresimsen, Mektuplarım doğru dürüst gelsin; İki kişi telefonla konuşurken Olmayalım hemen üç kişi.. Kentimsen, Başka kentler de girsin araya; Daha bir sevinçle katılayım,. Şenliğimsen. Herşeyi yaz tarihimsen,Ama her bir şeyi;. Dilimsen, Sen de koru biraz dilliğini.. Düşüncemsen, Kızkardeşim pencereyi açsın; Sorguçlu bir ışık aracılığıyla Günyenisi dolsun içeri.. Uzat saçlarını Frigya, Yarimsen, Yurdumsan; Söz ver Anadolu. Resmin rehindir gurbetimde. Gurbetimde sesleri aşındırmış kimliksiz bir kasaba ve senin kederini ıslatan o yağmurlar rehin.. Alnı özlemle dağınık bir akşam getirdim sana. Sar, büyüt ellerinle, konuk et sıcaklığına; konuk et kanatları kanatılmış kuşlar getirdim sana... Ve akşam, bir kez daha; saçlarını topla ve dağıt sesini rüzgârlara! “Bir of çeksen karşıki dağlar yıkılır”: Çekmiyorsun! . Akarsuları imrendiren yüzün de, sabahçı kahveler de biliyor: Görüşmeyeli yorgunum yıkık kentler kanadı sevinçlerimle. Görüşmeyeli ya sen nasılsın, adım, adresim durur mu defterinde? . Şimdi Siirt'te koyun kokulu bir gecedeyim. Beynimde iklimsiz papatyalar ve kuşatılmış bir akşam duruyor penceremde. Sokakların gün batınca neden boşaldığını ve yüreğimin neden kabardığını bilmiyorum. Konuşsam sessizlik/ gitsem ayrılık…. Sonra kıpırtısız yasladım göğsümü boğulmuş güne. Al bu çağrıları sulara göm, o uzak sulara, gurbetini rehnetme özlemimde… Ala gözlerini sevdiğim dilber Su gelip geçtiğin yollar öğünsün Kadir Mevlam seni öğmüş yaratmıs Kısmeti olduğun kullar öğünsün. Hormelek var mı senin soyunda Kız namazım kaldı usul boyunda Kadir gecesinde bayram ayında Üstüne gölg(e) olan dallar öğünsün. Horu kızlar sürmelemiş gözünü, İlin aşiretin çeksin nazını Kaldır perçemini görem yüzünü Yüzüne dökülen teller öğünsün. Karac(a) oğlan der ki garibim garip Garibin halinden ne bilsin tabip Akşamdan soyunup koynuna girip Boynuna dolanan kollar öğünsün O günlerde bir ünlü ayak bastı Samsun'a, Yürüdü etrafında ümitler suna suna. Bu, ateşler içinde geçip gelmiş bir erdi, Göğsünde toplanmıştı milyonla Türk'ün derdi, Bu milyonla dert ona veriyordu başka hız, Yürüdü arkasında genç, ihtiyar, kadın, kız.. O kimdir? Bakışları deniz kadar yumuşak, Saçı güneşi emmiş bir demet altın başak. O kimdir? Bir milletin sesi vardı ağzında, Ondört milyonun nabzı çarpıyordu nabzında. O kimdir? Geçtiği yer dönüyor gün vurmuşa, Can veriyor sararmış ota, yaralı kuşa. O kimdir? Gözlerinde bir tılsım gizleniyor, Bastığı topraklarda bahar filizleniyor. Alev saçlı bir volkan bazı bir dağ başında, Bazı beliriyordu bir damla göz yaşında. Güneşten birer oktu ondan gelen her emir, Bu okların altında eriyor dağ, taş, demir O kimdir? Milyonla Türk birleşip bir tek olmuş, Yıkılan memlekete kolları destek olmuş. Öz yurdun içlerinde düşman kurarken pusu, Bir yandan da yürüdü Halife'nin ordusu. Birisi gökyüzünden bombalar atıyordu, Biri elinde salip, biri elinde Mushaf, İçli dışlı düşmanlar geliyorlardı saf saf. Bunların karşısında göğsü açık bir azim, Süngüye, topa karşı diyordu: Zafer bizim! Bunların karşısında ikişimşekli nazar Diyordu: Bu topraklar size olacak mezar! Vatan sürüklenirken bir uçurum ucuna, Dağılan kuvvetleri topladı avucuna. Topladı avucuna yıldırımı, şimşeği, Yoktan var ediyordu Tanrı gibi her şeyi. Kurşunlar gülle oldu, sopalar süngü oldu, Sınırlar baştan başa bir çelik örgü oldu. Şimşek yüklü bulutlar ufku kaplarsa nasıl Bir süngü ormanıyle dağlar doldu muttasıl. Bir kale heybeti var vatanın her taşında, Her işin başında O, her iş O'nun başında Ben mızrabı kırık bağlama, ben bir erken akşam, bir telaşlı kasaba; savurdum yüreğimi erken göçen kuşlara…. Ben geride kimsesi kendi kalmış. Bir yalnız bulut terk edilmiş ufukta. Islıkla türküler söyledim zifiri sokaklara…. Ben okyanuslarda yalnız bir taka. Hep özlettim kendimi kıyılara, hep özettim ünlemlere, hep özet sorulara…. Yaslanıp bir gülün kokusuna, dağıttım ömrümü incinmiş notalara, dağıttım gençliğimi terli ayrılıklara…. Ben mızrabı kırık bağlama, ben bir erken akşam, bir telaşlı kasaba; savurdum yüreğimi erken göçen kuşlara.. Daha bakıp durmaktayım göklerde kanatlara... Bir sabah evden çıktım Sokaklar ışıl ışıldı. Dört yanım günlük güneşlik Tertemiz bir hava ciğerlerimde Nereye baksam mutluluk, umut, sevgi Nereye gitsem bir uçarılık yüreğimde Alışmadığım iyimser duygular Gökyüzü inadına mavi Yaşamak inadına güzel Bu nasıl şehirdir böyle Bütün sokaklar Utrillo'nun ellerinden çıkmış Bütün evlerde Dufy'nin renkleri Beyaz beyaz güvercinler damların üzerinde Hava ılık mı serin mi belli değil Kadife gibi Gözleri namuslu namuslu parlar insanların Gökyüzü inadına mavi Yaşamak inadına güzel Bu şehirde sen varsın... Hasretin kançanağı gözlerinde oturuyorsun; seni soruyorum hiçbir şey bilmiyorsun…. Hep bir çağlayan gibi senin sevdana aktım; sen ise sularını kaçıran bir nehir gibi uzaktın.... Tükenişi bir aşkın, bir nehrin tükenişine benzer. Ne deniz olabildin, ne nehir kalabildin.... Kendin ol, kendin ol… Sen buysan başkası ol! . Buysan kederden öleceğim, başkası olursan de kimi seveceğim? . /Ne Diyarbakır anladı beni ne de sen; oysa ne çok sevdim ikinizi de bir bilsen.../ Bahçelerde koşardık kiraz toplamaya Paros mermeri gibi güzel ak kollarıyla Ağaçlara tırmanır, dalları eğerdi. Yapraklar ince ince ürperirdi rüzgarda. Ak gerdanı güneşle, gölgeyle dalga dalga Al meyvaya uzanırdı incecik parmakları. Kirazların her biri bir ateş damlasıydı. Ardısıra çıkardım; bacağını açarken Tutuşan gözlerime usulca 'susun! ' derdi Sonra şarkı söylerdi. Bazen ak dişlerinde türkü yerine meyva -Tıpkı o güzel erden, o yabanıl Diana- O güzelim ağzıyla kiraz sunardı bana. Dudağımda, konarken, bir sevda gülücüğü Düşürürdüm kirazı, alırdım öpücüğü... Uzaktı dön yakındı dön çevreydi dön Yasaktı yasaydı töreydi dön İçinde dışında yanında değilim İçim ayıp dışım geçim sol yanım sevgi Bu nasıl yaşamaydı dön. Onlarsız olmazdı, taşımam gerekti, kullanmam gerekti. Tutsak ve kibirli -ne gülünç- Gözleri gittikçe iri gittikçe çekilmez İçimde gittikçe bunaltı gittikçe bunaltı Gittim geldim kara saçlarımı öylece buldum. Kestim kara saçlarımı n'olacak şimdi Bir şeycik olmadı -Deneyin lütfen- Aydınlığım deliyim rüzgârlıyım Günaydın kayısıyı sallayan yele Kurtulan dirilen kişiye günaydın. Şimdi şaşıyorum bir toplu iğneyi Bir yaşantı ile karşılayanlara Gittim geldim kara saçlarımdan kurtuldum Resmin rehindir gurbetimde. Gurbetimde sesleri aşındırmış kimliksiz bir kasaba ve senin kederini ıslatan o yağmurlar rehin.. Alnı özlemle dağınık bir akşam getirdim sana. Sar, büyüt ellerinle, konuk et sıcaklığına; konuk et kanatları kanatılmış kuşlar getirdim sana... Ve akşam, bir kez daha; saçlarını topla ve dağıt sesini rüzgârlara! “Bir of çeksen karşıki dağlar yıkılır”: Çekmiyorsun! . Akarsuları imrendiren yüzün de, sabahçı kahveler de biliyor: Görüşmeyeli yorgunum yıkık kentler kanadı sevinçlerimle. Görüşmeyeli ya sen nasılsın, adım, adresim durur mu defterinde? . Şimdi Siirt'te koyun kokulu bir gecedeyim. Beynimde iklimsiz papatyalar ve kuşatılmış bir akşam duruyor penceremde. Sokakların gün batınca neden boşaldığını ve yüreğimin neden kabardığını bilmiyorum. Konuşsam sessizlik/ gitsem ayrılık…. Sonra kıpırtısız yasladım göğsümü boğulmuş güne. Al bu çağrıları sulara göm, o uzak sulara, gurbetini rehnetme özlemimde… Bir sofra isterim kimse sermedik Bir yayla isterim kimse konmadIk Bir güzel isterim yad el değmedik Ellenmiş te bellenmişi nideyim. Severim güzeli nice olursa Boyu uzun, beli ince olursa Severim atımı dinçce olursa Kovulmuşu, yorulmuşu nideyim. Karac'oglan der ki, kolu kırarım Nedir yüce dağlar size zararım Ararsam pınarın gözün ararım Bulanmış ta durulmuşu nideyim Sözde İslam... Bir ferdi bir ferdine kaynamaz; Bu halle utanmadan,camide saf saf namaz! . 1974 bir gençlik, bir gençlik, bir gençlik.... "zaman bendedir ve mekân bana emanettir! " şuurunda bir gençlik.... devlet ve milletinin büyük çapa ermiş yedi asırlık hayatında ilk ikibuçuk asrını aşk, vecd, fetih ve hakimiyetle süsleyici; üç asrını kaba softa ve ham yobaz elinde kenetleyici; son bir asrını, allah'ın kur'an'ında "belhüm adal" dediği hayvandan aşağı taklitçilere kaptırıcı; en son yarım asrını da işgal ordularının bile yapamayacağı bir cinayetle, türkü madde plânında kurtardıktan sonra ruh plânında helâk edici tam dört devre bulunduğunu gören... bu devirleri yükseltici aşk, çürütücü taklitçilik ve öldürücü küfür diye yaftalayan ve şimdi, evet şimdi... beşinci devrenin kapısı önünde dimdik bekleyen bir gençlik.... gökleri çökertecek ve yeni kurbağa diliyle bütün "dikey"leri "yatay" hale getirecek bir nida kopararak "mukaddes emaneti ne yaptınız? " diye meydan yerine çıkacağı günü kollayan bir gençlik.... dininin, dilinin, beyninin, ilminin, ırzının, evinin, kininin, öcünün davacısı bir gençlik.... halka değil hakka inanan, meclisinin duvarında "hakimiyet hakkındır" düsturuna hasret çeken, gerçek adaleti bu inanışta ve halis hürriyeti hakka kölelikte bulan bir gençlik.... emekçiye "benim sana acıdığım ve yardımcı olduğum kadar sen kendine acıyamaz ve yardımcı olamazsın! ama sen de, zulüm gördüğün iddiasiyle, kendi kendine hakkı ezmekte ve en zalim patronlardan daha zalim istismarcılara yakanı kaptırmakta başıboş bırakılamazsın! ", kapitaliste ise "allah buyruğunu ve resul ölçüsünü kalbinin ve kasanın kapısına kazımadıkça serbest nefes bile alamazsın! ", ihtarını edecek... kökü ezelde ve dalı ebedde bir sistemin aşkına, vecdine, diyalektiğine, estetiğine, irfanına, idrakine sahip bir gençlik.... birbuçuk asırdır yanıp kavrulan, bunca keşfine ve oyuncağına rağmen buhranını yenemeyen ve kurtuluşunu arayan batı adamının bulamadığını, türkün de yine birbuçuk asırdır işte bu hasta batı adamında bulduğunu sandığı şeyi, o mübarek oluş sırrını çözecek ve her sistem ve mezhep, ortada ne kadar hastalık varsa tedavisinin ve ne kadar cennet hayali varsa hakikatinin islâm'da olduğunu gösterecek ve bu tavırla yurduna islâm âlemine ve bütün insanlığa numunelik teşkil edecek bir gençlik.... "kim var! " diye seslenilince, sağına ve soluna bakınmadan, fert fert "ben varım! " cevabını verici, her ferdi "benim olmadığım yerde kimse yoktur! " duygusuna sahip bir dava ahlâkını pırıldatıcı bir gençlik.... can taşıma liyakatini, canların canı uğrunda can vermeyi cana minnet sayacak kadar gözü kara ve o nisbette strateji ve taktik sahibi bir gençlik.... büyük bir tasavvuf adamının benzetişiyle, zifiri karanlıkta ak sütün içindeki ak kılı farkedecek kadar gözü keskin bir gençlik.... bugün, komik üniversitesi, hokkabaz profesörü, yalancı ders kitabı, çıkartma kağıdı şehri, muzahrafat kanalı sokağı, fuhş albümü gazetesi, şaşkına dönmüş ailesi ve daha nesi ve nesi, hasılı, güya kendisini yetiştirecek bütün cemiyet müesseselerinden aldığı zehirli tesiri üzerinden silkip atabilecek, kendi öz talim ve terbiyesine, telkin ve telbiyesine memur vasıtalara kadar nefsini koruyabilecek, tekbaşına onlara karşı durabilecek ve çetinler çetini bu işin destanlık savaşını kazanabilecek bir gençlik.... annesi, babası, ninesi ve dedesi de içinde olsa gelmiş ve geçmiş bütün eski nesillerden hiç birini beğenmeyen, onlara "siz güneşi ceketinizin astarı içinde kaybetmiş marka müslümanlarısınız! gerçek müslüman olsaydınız bu hallerden hiçbiri başımıza gelmezdi! " diyecek ve gerçek müslümanlığın "ne idüğü"nü ve "nasıl"ını gösterecek bir gençlik.... tek cümleyle, allah'ın, kâinatı yüzüsuyu hürmetine yarattığı sevgilisinin âlemleri manto gibi bürüyen eteğine tutunacak, o'ndan başka hiçbir tutamak, dayanak, sığınak, barınak tanımayacak ve o'nun düşmanlarını ancak kubur farelerine denk muameleye lâyık görecek bir gençlik.... bu gençliği karşımda görüyorum. maya tutması için otuz küsür yıldır, devrimbaz kodamanların viski çektiği kamıştan borularla ciğerimden kalemime kan çekerek yırtındığım, kıvrandığım ve zindanlarda çürüdüğüm bu gençlik karşısında uykusuz, susuz, ekmeksiz, başımı secdeye mıhlayıp bir ömür allah'a hamd etme makamındayım. genç adam! bundan böyle senden beklediğim, manevî babanın tabutunu musalla taşına, anadolu kıtası büyüklüğündeki dâva taşını da gediğine koymandır.. surda bir gedik açtık; mukaddes mi mukaddes! ey kahbe rüzgâr, artık ne yandan esersen es! ... Allah'ın selâmı üzerine olsun! " Omuzumda sevda yükü Yollarda Seni aradım. Beste beste, türkü türkü Tellerde Seni aradım. . Girdim yeşilden sarıya Sordum ölüye, diriye Çiçeği verdim arıya Ballarda Seni aradım. . Aşk yalımı girdi cana Gönlüm döndü gülistana Gece-gündüz yana yana Küllerde Seni aradım. . Yorulup demedim, yeter Hasretin gözümde tüter Kerem'den, Mecnun'dan beter Çöllerde Seni aradım. . Bahçem çiçek, bağım gazel Birleşir ebetle, ezel Ayırmadım çirkin, güzel Kullarda Seni aradım. . Ulaşmak için rahmete Katlandım bin bir zahmete Karışıp söze, sohbete Dillerde Seni aradım. . (Suları Islatamadım) O demde ki, perdeler kalkar, perdeler iner, Azrail'e 'hoş geldin! ' diyebilmekte hüner... Ayrılıp gidişin bir çare değil Şaşırma gözlerim ıslandı diye Hep bu son saatler ağlatır beni Tutamam kendimi saklamak niye Hep bu ayrılıklar ağlatır beni. . İstemem alınma hiçbir sözümden Dönme kararından benim yüzümden Ne olur gözünü kaçır gözümden Hep bu son bakışlar ağlatır beni. . Unutma insanım bende bir yerde Kim olsa yıkılır böyle bir günde Bir daha görmemek varsa kaderde Hep bu son vedalar ağlatır beni Dinle çocuğum ıssızlığı. Dalgalanan ıssızlığı, vadilerin kaydığı ıssızlığı, yankıların olduğu ıssızlığı, alınları toprağa eğilten ıssızlığı.. Lorca Kaç sevgiliyi sonuncu saydıysam Hepsi de aynı kadındı Bilmiyorlardı kendilerini Ama ben biliyordum Çünkü hep aynı bendim. Kaç kadını seviyorum dedimse Hepsi de aynı kadındı Bilmiyorlardı birbirlerini Ama ben biliyordum Çünkü hepsini seviyordum. Kaç kadın ihanet ettiyse Hepsi de aynı kadındı Bilmiyorlardı kaç yaram olduğunu Ama ben biliyordum Çünkü vurulan hep bendim. Haliç'te bir vapuru vurdular dört kişi Demirlemişti eli kolu bağlıydı ağlıyordu Dört bıçak çekip vurdular dört kişi Yemyeşil bir ay gökte dağılıyordu. Deli cafer ismail tayfur ve şaşı Maktulün onbeş yıllık arkadaşı Üçü kamarot öteki aşçıbaşı Dört bıçak çekip vurdular dört kişi. Cinayeti kör bir balıkçı gördü Ben gördüm kulaklarım gördü Vapur kudurdu kuduz gibi böğürdü Hiçbiriniz orada yoktunuz. Demirlemişti eli kolu bağlıydı ağlıyordu On üç damla gözyaşını saydım Allahına kitabına sövüp saydım Şafak nabız gibi atıyordu Sarhoştum Kasımpaşa'daydım Hiçbiriniz orada yoktunuz. Haliç'te bir vapuru vurdular dört kişi Polis kaatilleri arıyordu Deli cafer ismail tayfur ve şaşı Üzerime yüklediler bu işi Sarhoştum Kasımpaşa'daydım Vapuru onlar vurdu ben vurmadım Cinayeti kör bir balıkçı gördü. Ben vursam kendimi vuracaktım Bırakıyor ardından belalara beni Tedbirim öldü gövdemin binası geçti. Göğsümde ince gergin çelik bağcık Tenimi bastıran içerilere. Bağırıyor leylaklarım ağlıyor ağlıyor duvarlar Çatlayacak gibi susuz düzgün ve biçimli sanatlar. Çocuk yığılıyor kalp kalp üstüne konuyor Bir baba damarı vuruyor sökülen nabzım. Şimdi batar birkaç nesil azdıran bozgun Simsiyah aklım ve beyaz bir nokta kalbim. Kader akışı alkışlanıyor her kârım Nazlı buluş git git kabarıyor dalgalar. Çare yok gür gür bağıracağım yoksa bu sefil İsyan yüklü gemi zor kayalıklarında gönlün. Harp. Ezilen etim söğülen köpekliğin için değil Güzel ölçülü zulmetmeden yeterince öldürüşüm. Harp geliyor bir güzel bilendin mi kardeşim Binlerce cilt tutuyor kılıçların hançerin. I believe in you believe in we believe in In la ilahe illallah la ilahe illallah . Şimdi halk yüceldin guslet suyun götürmesiyle kuşan Yüzün kolların ateş yakmaz başın ince ayakların. Dünya bir konak bir konuk ölümsüz hayat içre Geçildikçe hor öpüldükçe soyunur şehvete. Şehvet ahırı değil yeryüzü Domuz ahırı değil yer toprak. İki bakışımın arasında bulduğun toprak Dört köşe duvarlar siyah örtü ve göç sesleri. Kapanıyorum kabul et öyle buyur Bin açılı örtüye daha sar beni. Bin yıl bin daha Dursam kapında. Sayısız perdeden bir perdecik kalksın için Başım yüzüm kızarır haddim olmaz aslında. Sakin ve gövdemin mızraklarını döken bir geliş Vara gele ancak birkaç ağaç alıyor göğsüm. Sakin ve daha sakin mızraklarım dökülsün daha Aniden çıkıp havlayan köpekte emanet bugün. Binbir helak ve Allah selamıyla girilen ovada Bir dağ gibi diz çök kendine ırmak ol tut tut bırak yıldırımları. Sakin daha sakin kımıltı yok bakışında Bırak toprak altında göl olsun gözyaşın. Bir çeşit isyandın gönül ağlaması ilacın Destur. Nice uzlet makamından geçersin şimdi. Şimdi çağırıyor o güzel aşka beni yalvarıyor beni Duruyorum ve çeşit çeşit ölüm omuzumun binileri. Bu ova cennet olmalı sayımızca bir cennet safı Bu çukur ateş olmalı sayımızca bir cehennem safı. Ya bu yol. Ayağın sahibi gövdeden habersiz yürüdüğü Gövdenin ayağa merbut ayağa dönük ayak kesildiği. Sen gönlünü yukarıya bil. Bir dağ nasıl söylerse öyle söyle Bir dağ nasıl inlerse başla öyle. Ey zarif sen de ata yoluna meylettin Korkarım binbir belaya dayanmaz sıkletin Bana neler öğretmiştin Unutmadım öğretmenim Ama gel gör yine adam Olamadım öğretmenim. Ezberledim hep dersini Yaşattılar hep tersini Mutluluğun adresini Bulamadım öğretmenim. İnsanlığın adı para Bu hayatın tadı para Ne gerek var kitaplara Anlamadım öğretmenim. Hani doğru bükülmezdi! Hani haklı ezilmezdi! Hani dağlar yıkılmazdı! Yıkıldım ben öğretmenim. Defter başka, kalem başka Yaşadığım alem başka Şöyle güzel, gerçek aşka Düşemedim öğretmenim. Saygı dedim anlayan yok Vefa dedim tanıyan yok Dostluğu da bir bilen yok Göremedim öğretmenim. Her şey yerli yerinde mi? Bütün sırlar derinde mi? Suç bende mi, evrende mi? Bilemedim öğretmenim. Sakın gitmesin ağrına Bir hevesim yok yarına Utancımdan mezarına Gelemedim öğretmenim Affet beni öğretmenim Şehvetin adını Aşk Koydular Eger Şehvet Aşk Olsaydı Eşekler Aşkın Şahı Olurdu Bana şöyle bir bak diyorsun Alıcı gözüyle, tepeden tırnağa Yeni dalınmış bir uyku gibi bak Çobanların söndürmeyi unuttuğu dağ ateşi Kaleden kaleye uçurulan ak güvercin Rüzgara emanet edilen fısıltı gibi Yazdan kalma bir gün gibi bak bana. Bana şöyle bir bak diyorsun Posta kutusuna gece yarısı bırakılan bir mektup gibi Kızağından kayıp bitmeden denize inen bir tekne Gökyüzünün denizyıldızlarıyla dolduğunu gören Bir dalgıç gibi bak Akşam kırılmaya başlarken içimde Dağılan bir ilkokulun zili gibi bak bana. Bana şöyle bir bak diyorsun Bir ışın demetine sarılır gibi bak Unuttuğum ve istemesem de Yüzlerini bir türlü anımsayamadığım Çocukluk arkadaşlarım gibi. Kahve fincanına damlayan gözyaşı Kara düşen kan damlası gibi Diyorsun ki- evet, mavi gözlerinden bile ürpertici bu- Kınından çıkarılan bir hançer gibi bak bana. Bana şöyle bir bak diyorsun Yaşama sevincini sana ben veriyormuşum gibi Sevgilin olmasam da sevgilinmişim gibi bak Kumsalda bırakılan ayak izi Kanadın üzerine değen bulut gibi Kayalıklara sürüklenen bir gemiye Yanıp sönen deniz feneri gibi bak bana Çünkü unutmamanın eşiğidir Ve anımsamanın kapısıdır bakmak Sevgili İrem Bunun için bile kibrit çakılabilir Okyanusun kıyısında Karanlıkta Bir kedi gözü gibi Pençeleriyle dolaşırken aşk. o kadar da önemli değildir bırakıp gitmeler, arkalarında doldurulması mümkün olmayan boşluklar bırakılmasaydı eğer. utanılacak bir şey değildir ağlamak, yürekten süzülüp geliyorsa gözyaşı eğer… belirsizliğe yelken açardı iri ela gözler zamanla, öylesine derince bakmasalardı eğer… çabuk unutulurdu ıslak bir öpücüğün yakıcı tadı belki de, kalp,göğüs kafesine o kadar yüklenmeseydi eğer…. düşlere bile kar yağmazdı hiçbir zaman meydan savaşlarında korkular aşkı ağır yaralamasaydı eğer… rengi bile solardı düşlerdeki saçların zamanla, tanımsız kokuları yastıklara yapışıp kalmasaydı eğer… uykusuzluklar yıkıp geçmezdi kısacık kestirmelerin ardından, dokunulası ipek ten bir o kadar uzakta olmasaydı eğer… gerçekten boynunu bükmezdi papatyalar, ihanetinden de onlar payını almasaydı eğer… ıssızlığa teslim olmazdı sahiller, kendi belirsiz sahillerinde amaçsız gezintilerle avunmaya kalkmamış olsaydın eğer…. sen gittikten sonra yalnız kalacağım yalnız kalmaktan korkmuyorum da, ya canım ellerini tutmak isterse? . evet sevgili, kim özlerdi avuç içlerinin ter kokusunu, kim uzanmak isterdi ince parmaklarına, mazilerinde görkemli bir yaşanmışlığa tanıklık etmiş olmasalardı eğer… Eğer kral olsaydım.! Çiğneyerek tahtımı Memleketin halkını dizlerine sererdim. O kuvvetli hükmümle bütün tacı tahtımı Bir tek bakışın için sana feda ederdim. . Eğer Allah olsaydım.! O heybetli, o derin Kainatın, semanın, denizlerin, her yerin İrademin önünde eğilen meleklerin Sevgilim bir busene hepsi senindir derim pencereyi kapama gök dolabilir içeri sen neyi görebilirsin ıslak bir bulutun ağışını mı. pencereyi kapama kuş dolabilir içeri sen neyi taşıyabilirsin kırık bir dalın yükünü mü. Pencereyi aç Soluğun çıksın dışarı sen büyütmedin mi ciğerinde onu Kokusu hayatı yıkasın diye. Pencereyi aç Sesin sarsın dünyayı Duyulur elbet ta ötelerden Yürek kendini tanır Şu yalan dünyaya geldim geleli Tas tas içtim ağuları sağ iken Kahbe felek vermez benim muradım Viran oldum mor sünbüllü bağ iken. Aradılar bir tenhada buldular Yaslandılar şıvgalarım kırdılar Yaz bahar ayında bir od verdiler Yandım gittim ala karlı dağ iken. Farımaz da deli gönül farımaz Akar gözlerimin yaşı kurumaz Şimden geri benim hükmüm yürümez Azil oldum güzellere bey iken. Karac'oğlan der ki bakın geline Ömrümün yarısı gitti talana Sual eylen bizden evvel gelene Kim varımış biz burada yoğiken Hava döndü işçiden işçiden esiyor yel Dumanı dağıtacak yıldız-poyraz başladı Bahar yakın demek ki mevsim böyle kışladı Bu fırtına yarınki sütlimanlara bedel Hava döndü işçiden, işçiden esiyor yel. Tekliyor işte çağın çarkına okuyan çark Ve durdu muydu bir gün bu kör, avara kasnak Bir zincir yitirenler bir dünya kazanacak Sen de o dünyadansın sınıfın bil safa gel Hava döndü işçiden, işçiden esiyor yel. Köylükler uykusunda döndü dönüyor sola Güne bakıyor bebek büyüyen yumruğuyla Başaklar göverdi bak baş koydular bu yola Şaltere uzanıyor Allah'a açılmış el Hava döndü işçiden, işçiden esiyor yel bunca yil cigliklar kosturulmus bu yolda deli taylar gibi ter icinde cigliklar savrulan bir yanlisa vurulmak icin mi yoksa daglari yirta yirta yuruyen bir irmak diliyle durulmak icin mi. gozler yangin simdi-ufuklar duman dunya degisiyor-masali koca bir yalan. tam kirk yil bulandirdilar sulari niliferleri daglara tasidilar kekikleri caylara ugrun ugrun-ince ince-gizlice ve sinsice yuruduler karanliklara pinarbaslarinda yarpuzlar utandi ormanda koknarlar sonra leylak dusmani bir aksam vakti dunyanin degistigini buyurdular ihaneti kanli bir gelinlik icinde yeryuzunun yataginda doyurdular. durduk dusunduk sularla birlikte daglarla - ormanlarla - bulutlarla birlikte durduk dusunduk nergislerle - nevruzlarla - gullerle birlikte yok olan hicbir cicek yoktu yeryuzunde durduk dusunduk martilarla - turnalarla - guvercinlerle birlikte yok olan hicbir guzellik yoktu yeryuzunde durduk dusunduk nehirlerle - denizlerle - okyanuslarla birlikte yok olan hicbir dalga yoktu yeryuzunde. tamda yunuslar sevisirken arsipel'de tamda gokkusagi sevinlesirken ozlenen renkler siliniyor dediler tamda insanin insanligina ceyrek kala yarim metrelik cam bir savas alaniyla ciktilar karsimiza teknoloji yalaniyla. gozler yangin simdi ufuklar duman dunya degisiyor masali koca bir yalan. cocuklar olurken butun ulkelerda ey koca nazim ey ustamin ustam dedigi milyonlar icindeki vatansiz yalnizim. cocuklar guldu demistin o buyuk ulkede gelde gor simdi o yuzlerde buyumus yarinsiz ofkeyi gelde gor gece gelen telgraftaki yuce degerin nasil bir korluge kurban verildigini yureklerde yukselen son anitinda gelde gor nasil yerlere serildigini. sonrasi vurgun soygun ve talan sonrasi gozyasi ve kan caykovski harlemde bir tepinme tolstoy sutyen bosluklarinda pembe dizi mayakovski bir papaz duasi belki puskin carlik ozlemlerinin siirsel gizi. gozler yangin simdi ufuklar duman dunya degisiyor masali koca bir yalan. ne olur tunctandi demirdendi demeseydin bir tabuttan korkan o saire gonul vermeseydin a....... neruda'nin sili kasimpatilarini hasan huseyin'in kirmizi gul dallarini howard fast'in firtina sonrasi cigliklarini olmeden once mezarinin basina koysaydin burcu burcu gurcu gurcu koksaydin dunya degisiyor masalina kahkalar atsaydin son anda sokup ellerini kanayan kalbine cocuk yuzlu yepyeni bir siir cikarsaydin. nasilda severim seni hirosimali bir kizin yaprak dudaklarinda isci tulumuyla istanbul da taksim alaninda ve 1960 yazinda kuba da nasilda severim al simdi ellerimi yattigin o buyuk ulkenin topraklarina uzat yanar parmaklarim yanar ne solohovlar ne de gorkiler var yalnizca seni o topraklarda tutsak edenler ve memed in ozlemiyle oraya gomenler var. yanardaglar mi patliyor bilemiyorum denizlerle karalar yer degistiriyor dinazorlar mi gocuyor yoksa bir yanim tirpan yine-bir yanim gul bahcesi bir yanim soygun yine-bir yanim ter ezgisi soylermisin ey ustalarin ustasi nedir bu degismenin yarinsiz sonrasi. simdi senin ceviz yapragi kivil kivil ulkende kimi dunya degisiyor masalinin halinde ki orta asya nin kimiz tadi hala dilinde kimi zonguldak madenlerinde pasabahcede ve cukobirlikte yurtici kargoda ve toros gubrede direnen butun yureklerle birlikte kimi dort bin yillik gunes pesinde adinin ozgurlugu icin dogusmekte degisen nedir soylermisin alinterinin nehirlestigi bu yasam icinde. bir tren penceresinde saman sarisi saclar ruzgarin yelesinde nasil ulkeden ulkeye beyinden yurege nasil firtinalarla kosar o buyuk coskular o sonsuz duygular uzansam her teline simdi ellerim yanar her biri bes dolara bir masadan ucar bir baska masaya konar seninse bu korkutuk gidis icinde insanlik adina yuregin bir baska kanar. dikersin gozlerini masmavi yarinlara insanligin insanca yasamini ozlersin ve soylenirsin kendi kendine caginin tanigi her sair gibi sen de ne aclik ne zulum ne de kan ancak biz kazandigimiz zaman ve butun insanlik insanca yasadigi zaman Dolup taşar camekanlarda her çeşit sigara; O eskidir, bu yeni... 'En zararlı olan, hangi cinstir? ' dersen Derim: 'İçilmeyeni! ' Geliyormuşum; pencerelerde yaz ve bileklerimde bayat bir intihar. Oysa ölünecek bir şey yokmuş, gidince sen, yaşanacak bir şey olmadığı kadar. Yanıyormuşum; vardığım yere bırakıp kendimi. Atlasında yeryüzünün çılgın ve çirkin ve hüzünle oyalanan. Yüreğimde kül tadı nice yangından kalan.... Ölüyormuşum; senin saçların uzuyormuş üstelik. Ölünce ben, cıgarayı da bırakıp taksit ödüyormuşsun. Bedenin tecritmiş geçliğinden, ikisi de yalnızmış, geceler öpüyormuş memelerinden.... Bense geçliğimi pazarlıksız ve hızla geçtiğimden; bugünler saçlarımla birlikte şiir yazmayı da kısa kestiğimden, piç kalmış aşklarla avutup kendimi, bileklerimde bayat bir intiharın dikiş izleri, gelip geçmiş yılların diş izleri ömrümde, neşter ve gül’müş hayat. Gülüyor...Gülüyor...Gülüyormuşum... Dayak cennetten çıkmışmış Öyleyse eğer önlem almak gerekir Bir daha düşmemek için cennete Burda yediğimiz dayak yeter onu her nasılsa yazışma ya da şiir veya dergiler yoluyla tanıdım ve bana tecavüz ve şehvet konulu çok seksi şiirler yollamaya başladı, ve işin içine biraz da entellektüellik karışınca biraz kafam karıştı ve arabama atlayıp Kuzey'e sürdüm; uykusuz, akşamdan kalma, yeni boşanmış, işsiz, yaşlanmış, yorgun, beş on yıldır çoğunlukla uyumak ister bir halde, sonunda moteli buldum küçük güneşli bir kasabada toprak bir yol üzerinde ve orda oturup bir sigara tüttürdüm düşündüm, gerçekten delirmiş olmalısın diye, ve bir saat geç çıktım kadınla buluşmaya, epey yaşlıydı, nedense benim kadar, pek seksi değildi ve bana çok set, ham bir elma verdi kalan dişlerimle çiğnediğim; adı konulmamış bir hastalıktan ölüyormuş astım gibi bir şeyden, ve sana bir sır vermek istiyorum dedi, ben de biliyorum; bakiresin,35 yaşındasın, dedim. ve bir defter çıkardı, on-oniki şiir: bir ömürlük çalışma ve okumak zorunda kaldım ve anlayışlı olmaya çalıştım ama çok berbattılar. sonra onu bir yere götürdüm, boks maçlarına ve ellerini kenetleyip dumanın içinde öksürdü ve etrafına bakınıp durdu bütün insanlara ve sonra da boksörlere. sen hiç heyecanlanmazsın, değil mi? , dedi ama o gece tepelerde epeyce heyecanlandım, ve onunla iki-üç kere daha buluştum şiirlerinin bazılarında yardımcı oldum ve dilini boğazımın yarısına kadar soktu ama ondan ayrıldığımda hala bakireydi ve berbat bir şair. düşünüyorum da bir kadın açmamışsa bacaklarını 35 yıl iş işten geçmiştir aşk için de şiir için de. Gün batarken sula fesleğenleri balkonun kokusu sokağa taşsın sokaklar kayıp çocuklar gibi hırçındır, ürkek ve biraz şaşkın. Sular bulutlanır sen susarsın ve kent çıngıraklı bir yılan kadar zehirlidir artık sevgilin mahpusken üstelik kirli bir lekeye döner umutlar. Acılar katlanır mendil yerine sarışınlaşırsın bu kaçıncı güz ellerin üşür, çiy düşer çiçeklere beklediğin mektuplar da gelmez. Bomboş sayfalara dönerken aklın tecrit'teki kitabı fareler kemiriyor ve düşlerin sonsuz bir boşluktayken bir sigara yakıyorsun, tutuşuyor sular. Akşamı geciktirebilirsin belki suladığın fesleğenlerle, kimbilir ama vaktin ayırdındadır şimdi kuşlar, çocuklar ve mahpuslar. Usulca inse de koldemirleri. (Feride için) Trafik kazasında sevgilisini kaybetmiş birinin televizyon muhabiriyle konuşmasını seyrediyordum. Öylesine doğal, öylesine sıradan bir şeymiş gibi anlatıyordu ki sevgilisinin ölümünü, sanki üzerinden büyük bir yük kalkmış, rahatlamış gibiydi. Gözlerindeki o donuk pırıltıda ölen sevgilisini çoktan unuttuğu, asıl önemli olanın kendisi, kendi varlığı olduğu anlaşılıyordu... O ayaktaydı, o yaşıyordu, o iyiydi... Sevgilisi için, sanki onu hiç tanımıyormuş gibi bir ifadeyle; O artık içimde yaşayacak, diyordu, sonsuza dek içimde yaşayacak... Kamera üzeri beyaz bir çarşafla örtülü olan ölüyü yakın plan göstermeye başlayınca bütün benliğimi derin bir sızı kapladı. Beyaz çarşafın altında hareketsiz yatan o insana sımsıkı sarılmak istedim... Sanki bendim orada yatan. Anlatacakları eksik kalmış, yaraları öylece açıkta, kapatılmadan; kim olduğunu anlatamadan susmak zorunda kalmıştı... Artık onun öyküsünü başkaları anlatacaktı... Onun anlatılan, hakkında söylenilen hiçbir şeye müdahale etme hakkı yoktu... Sonsuza dek susturulmuştu. Ölümden bile daha acı bir gerçekti bu. Ölümden bile adaletsiz... Çoğu kez ölümün bu hayattan bir kurtuluş olduğunu sanırdım. Ama değilmiş, anladım. İnsanın asıl öyküsünü anlatmadan ölmesinin, onu aslında hiç tanımayan, ama çok iyi tanıdıklarını iddia edenlerin insafına kalmasının sonsuz bir esaret olduğunu belki de ilk kez bu kadar derinden hissettim... Ve bu hissediş anından itibaren ölümle aramda korkunç bir yarış başladı... Aslında beni hiç tanımayan, ama tanıdıklarını iddia edenlerin insafına bırakmayacaktım hayatımı... Ölmeden önce öykümü anlatmalıydım. Sonsuza dek susturulmadan önce kim olduğumu bilmeliydi tanıyan, tanımayan... Peki bu mümkün müydü... İnsan birini deliler gibi severken kim olduğunu anlayabilir miydi... Sanmıyorum, insan bu haldeyken, sadece şunu söyler: Ne oldu bana, ne oldu... Kendisiyle ilgili bütün doğrularını kaybeder. Bir başka akışa, damarında kapkara akan bir kana teslim olur... Çünkü dört sıvı vardır insan vücudunda. Biri de sevdadır. Sevda dedikleri kara, küçük bir kan pıhtısıdır. Gelir kalbin en içteki, en gizli bir yerine saplanır kalır. Ve oradan bütün vücuda yayılır. İşte o andan itibaren kan simsiyah akmaya başlar. Buna Süveydâ, denir... İçinizde, damarlarınızda bu kan aktığı sürece artık iflah olmazsınız. Kendinizden koparsınız. Bildiğiniz bütün zamanlardan. Gerçekliğinizden, dünya görüşünüzden, beklentilerinizden... Uyku tutmaz olur geceleri. Bitkin düşüp uyuduğunuzda yine onu görürsünüz o simsiyah kana bulanmış rüyalarınızda. Uyandığınızda yine onun ismiyle uyanırsınız. Mıh gibi saplanmıştır yüzü yüzünüze... Giderek delirdiğinizi, onu aklınızdan atamazsanız mahvolup gideceğinizi, artık buna bir son vermek gerektiğini söyleseniz bile nafiledir. İçinizdeki o ses ne derse desin, siz doğru bildiğinize değil, mahvoluşunuza doğru koşarsınız. Yanlışınıza... Bütün dünyevi arzularınızdan kopmuşsunuzdur. Beklentilerinizi, umutlarınızı, ihtiyaçlarınızı kendinizi silmişsinizdir. Bütün zamanların dışına çıkmışsınızdır... Hayatınız ortalık bir yerde kalmış, siz onun tersine doğru koşmaya başlamışsınızdır... Bilirsiniz, sizin için dünyanın en yanlış insanıdır o... Gerçekte sizi sevmiyordur. Sevmeyi bırakın, kim olduğunuzu bile bilmiyordur. Aşkınızın önünde küçük düşmemek için durmadan ona kendinizi anlatmaya çalışırsınız bu yüzden. Duymaz bile. O sürekli kendisiyle meşguldür çünkü. Dünyaya nasıl baktığınızın, düşlerinizin, arzularınızın, ihtiyaçlarınızın onun gözünde hiç önemi yoktur. Sizin ayrı, farklı bir insan olduğunuzun bile farkında değildir. O dünyayı kendi zihninde taşır. Ve sizi bu dünyasının parçası kılmaya çalışır... Hatta siz ben ayrı birisiyim, benim umutlarım, beklentilerim, düşlerim var, dedikçe kendisini yeterince sevmemekle, uzak kalmakla suçlar... Bu yüzden durmadan incitir sizi, küçümser, aşağılar... Sevmeyi bilmemekle, bencillikle suçlar... Bunu öylesine etkili bir şekilde yapar, size bunu öylesine derinden hissettirir ki, kendinizi değil, onu haklı bulmaya başlarsınız... Onu eksik sevdiğiniz, ona yeterince kendinizi vermediğiniz için suçluluk duymaya başlarsınız... İşte o zaman damarlarınızda kan daha siyah akmaya başlar. O siyah kanda sadece onu görürsünüz. O aynada kendini seyreder.Siz durmadan aynaya bakan onu seyredersiniz... Karşıtınıza dönmüşsünüzdür.Onun gözünden kendinizi görmeye başlamışsınızdır, yargılamaya... Artık eksilmeye başlamışsınızdır. Umutlarınızı, düşlerinizi, beklentilerinizi bilinmez bir tarihe erteledikçe ona direnme gücünüzün azaldığınızı hissedersiniz... O kendini üstün gördükçe siz kendinizi küçük görürsünüz. O sizi incittikçe, küçümsedikçe ona biraz daha bağlandığınızı hissedersiniz... Ona her teslim oluşunuzda kendinizi ömrünüzden bir kez daha düşersiniz...Gelip açtığı yara sizin elinizden çıkmıştır. Yaranızın sızısı size ait değildir sanki... O yıllardır herkeslerden gizlediğiniz, gelip kimseler kanatmasın diye büyük bir çabayla üzerini örttüğünüz yaranızı sizi hiç tanımayan birine göstermiş, onun kanatmasına izin vermişsinizdir... Artık onun elindedir yaranız. Onun insafındadır... Hayatınızın onun elinde mahvoluşuna durmadan anlamlar yüklemeye çalışırsınız... Bugüne dek kimse değil, bir tek o yaranızı kanattığına göre onunla aranızda mutlaka büyülü bir bağ vardır. Kaderinizdir o sizin... Kendinizde yıllardır eksik bulduğunuz, yanlış bulduğunuz ne varsa o tamamlayacaktır.O büyük boşluğunuzu o kapatacaktır... O iflah olmaz can sıkıntınızı, o nereye gitseniz, kimle olsanız, burası olmak istediğim yer değil, bu o kişi değil, dediğiniz yerde çıkmıştır karşınıza...Bir duvarın dibinde sıkışıp kalmışlığınızı, bir türlü ilerlemeyen zamanınızı o çıkartacaktır sonsuz bir açıklığa, yolunuzu enginlere o açacaktır... Yarayı o açtığına göre yaranızın anlamını, tedavisini bir tek o biliyordur diye düşünürsünüz... Çocukluğunuzda maruz kaldığınız haksızlıkları, acıları; sizi sevmesi gerekenlerin sevmeyip açıkta bıraktığı yerleri, yıllardır yaşadığınız onca istismarı o giderecek, o kapatacak, o silecektir... Sizi sevmesi gerekenlerden zamanında alamadığınız ne varsa cömert bir anne gibi o size verecektir... İçinizde yıllardır gizlediğiniz hayal kırıklıkları onunla açığa çıkmıştır... Onunla açığa çıkmış hayal kırıklıklarınızı ona duyduğunuz sevgi zannedersiniz.. Size uyguladığı her şiddeti aşkının ne kadar derin olduğuna, sizi ne kadar yoğun sevdiğine yorarsınız... Siz onu ne kadar sevmeye çalışırsanız çalışın onun gözünde hep yetersiz kalacaktır... Sevdiğinizi ne kadar kanıtlamaya uğraşırsanız uğraşın, o yine de sevmeyi bilmediğinize inandıracaktır sizi... Bu yüzden sizi incitip küçümsedikçe onu eksik sevdiğinize yorar, durmadan bir köle gibi sevginizi kırbaçlarsınız... Ona duyduğunuz hayranlık arttıkça yaranızı daha çok kanatmasını istersiniz ondan... Onu güçlü ve cömert buldukça kendinizi güçsüz ve çaresiz bulmaya başlarsınız... Oysa ne cömert bir annedir o, ne de sevmeyi herkesten iyi bilen büyük bir sevdalıdır...O aslında sizden daha çaresizdir, sizden daha güçsüzdür... Sevgi dediği, aşk dediği kendisine duyduğu o büyük güvensizliktir aslında... Bu büyük güvensizliği gizleyebilmek için durmadan kılıktan kılığa girer... Bazen sevgi dolu, cömert bir anne; bazen acımasız ve bencil biri olur. Önce kanatır yaralarınızı, sonra kanattığı yerleri öpüp okşamaya başlar... Birden hiç ummadığınız kadar yaklaşır size, sonsuz bağlılık vaat eder... Hep böyle olacak zannedersiniz.... Hep böyle ışıl ışıl bakacak, sizi hep anlayacak, hiç gitmeyecek...Sonra birden aşk dolu yüzü silinir, bilinmez bir uzaklığın ardından bakmaya başlar size. Sizi birkaç gün önce göklere çıkartıp yüceltirken bir anda küçümsemeye, aşağılamaya, kırıp incitmeye başlar. Sizden çok şey beklerken, sizi hayatının anlamı sayarken, birden bire size son derece kayıtsız davranır... Davranışları tutarsızlaşır, gerçekte ne isteğini anlamakta zorluk çekersiniz... Neden böyle yaptığını, sorduğunuzda; Beni bu hale sen getirdin, beni kendinden sen uzaklaştırdın, der... Ve artık öylesine yenilmişsinizdir ki ona, bu sözlerinin altında derin, hiç bilmediğiniz anlamlar aramaya, dahası onu haklı bulmaya ve hep olduğu gibi onu yeterince sevmediğinize; onu yitirdiğinizde sonsuza dek kimseyi sevemeyeceğinize, kimselerin de sizi sevmeyeceğine bir kez daha inandırırsınız kendinizi... Oysa o sizi bırakıp gitmemiştir. Sizi belli bir uzaklıktan izlemekte, direncinizin ne zaman kırılacağını beklemektedir... Sizi kontrol çemberinize almış, sizi oradan gizlice seyretmektedir... Çünkü sizde açtığı yaranın farkındadır.Bu yarayla tek başına kalmanın ne denli acı verdiğini iyi bilmektedir... Çünkü kendisi de yıllardır o yarayla yaşamaktadır... Kendi yarasını başkalarının yarasını kanatarak iyileştirdiğini de...Onun da yarası ağırdır...Onun da tahammül gücü sınırlıdır aslında... Sizin ondan beklediğinizi o da sizden beklemektedir aslında: Çocukluğunda maruz kaldığı haksızlıkların, acıların; onu sevmesi gerekenlerin sevmeyip açıkta bıraktığı boşlukların, yıllardır yaşadığı istismarların bedelini size ödetmeye çalışmaktadır... Bu yüzden sizin ona geri dönmenizi beklerken yeni kurbanlar aramaya başlamıştır çoktan... Ama siz ona direndiğiniz, ona tamamen teslim olmadığınız, ona karşı çıktığınız için unutamaz sizi... Çünkü sizi teslim almaya çalışırken farkında olmadan siz de onun yarasını derinden kanatmışsınızdır...Sizin geri dönmemek üzere gitmeniz kendisine duyduğu güvensizliği daha da büyütecektir... Zaten siz biraz güçlü olsanız, yaranızı asla onun kapatamayacağını anlayıp kendinize geri dönmeye başlasanız hiç beklemediğiniz anda karşınıza çıkacak, yine size o cömert anne yüzüyle bakacak; Hadi kaldığımız yerden devam edelim, yitirmeyelim bu aşkı diyecektir... Ama her defasında önce sizin direnciniz kırılır; arasa dersiniz, dönüp gelse, gelse de açtığı bu yarayı kapatsa... Sizle konuşmasa da, sizden uzakta olsa da bunları söylediğinizi hisseder...Çünkü sizin yaranız ne zaman sızlasa, onun da yarası sızlar... Çünkü onun isteklerine tamamen boyun eğmediğiniz, zaman zaman geri çekildiğiniz için benlikleriniz çoktan birbirine kaynaşmıştır... Sizin vücudunuz onun vücudu, onun vücudu sizin vücudunuz olmuştur.... Yaralar birbirine karışmıştır... Sızılar birbirine... Ve o ölümcül dans yeniden başlar. O uzaklaşmasın, kanattığı yaranızla birlikte sizi öylece terk edip bırakıp gitmesin, diye elinizdeki son umutlarınızı, son beklentilerinizi, düşlerinizi onu geri çağırmak için harcarsınız... Onun geri gelmesi için bütün varlığınızı ona adamaya başlarsınız... Kendinizi bir kez daha siler, ömrünüzden düşebildiğiniz kadar düşmeyi göze alırsınız...Öyle ki o yine geri döndüğünde artık sizden bir şey kalmamış olur size... Çünkü ancak öyle geri gelir o... Hayatınızın kontrolünü tamamen eline geçirmek için geri gelir... Artık siz ondan ayrı birisi değil, onun bir parçası haline gelmişsinizdir. Sizi böylesine derinden seven biriyle çatışmanın anlamsız olduğunu düşünürsünüz... Hiç direnmeden hayatınızın kontrolünü onun eline bırakırsınız... Artık sizi istediği gibi acıtır, kırıp incitir. Sizin benliğinizi kendi benliğinin içine almıştır.Mahremiyetinizin, özelinizin onun ve sizin için artık hiçbir anlamı kalmamıştır... Hem sizi bu denli seven birinden ayrı, özel, gizli neyiniz olabilir ki... Telefonunuza gelen mesajlarınızı kontrol eder, mektuplarınızı açar, kimle görüşüp görüşmeyeceğinizi o tayin eder... Gönderilmiş maillerinize bakar... Bütün kapılarınızın, bütün çekmecelerinizin anahtarlarını alır sizden...Ona verdiğiniz benliğinizin, kişiliğinizin anahtarlarının yanında kapılarınızın, çekmecelerinizin anahtarlarını vermişsiniz, çok mudur? ... Artık istediği olmuştur. O derin güvensizliğini sizin teslimiyetinizle kapatmış; o itaatkar, o hayran bakışlarınızda kendi yarasını sarmıştır... Hiçbir direnç görmeden içine almıştır sizi... Onun için hiçbir anlamı yoktur varlığınızın... İçindeki o büyük boşlukta kaybolmuşsunuzdur... Artık gönül rahatlığıyla ve arkasına bir daha hiç bakmadan terk edip gider... Sizi soranlara da, tıpkı o trafik kazasında sevgilisi ölmüş insan gibi, gözlerindeki o donuk parıltıyla; aslında onu hiç tanımamışım, der... Belki de ilk kez doğruyu söyler... Kendisini bunca yıldır nasıl tanımadıysa sizi de gerçekte hiç tanımamış, dahası tanımak için hiç uğraşmamıştır... Çünkü bu dünyada kendisinden, o büyük boşluğundan başka kimse yoktur onun için... Bu yüzden onun için katlanılan hiçbir acı, ona yapılan hiçbir iyilik iz bırakmaz onda... Sizse onun açtığı yarayla bir başınıza kalırsınız... Üstelik eskisinden daha çaresiz, daha güçsüz... Onunla birlikteyken durmadan kırbaçladığınız sevginizle kan içinde kalırsınız... Daha da ıssız, daha da anlamsız bir dünyada kalırsınız...Yaranız süveydâyla, o simsiyah kan pıhtısıyla hala kanayıp durduğu, bıraktığı sızı hala acıttığı için kimseleri sevemeden, bir hayalet gibi kalırsınız...Yaranızı kanatıp gitmiştir işte... O açılan yaranın hayatınızın kara kutusu olduğunu, bütün hakikatinizin, doğrularınızın ve yanlışlarınızın o yarada yattığını bildiğiniz için onun bıraktığı yerden siz yaranızı hala kanatmaya devam edersiniz... Bu karşılıksız aşkın lanetini tek başınıza üstlenirsiniz... O ise içine alıp öldürdüğü için sizi unutup gitmiştir çoktan... Ölmemek için öldürmüştür sizi kafasında... Çünkü artık ondan ayrı, ondan farklı bir kişiliğiniz, varlığınız kalmamıştır... Aynadaki yüzünü, içindeki boşluğu haklı çıkartacak başka kurbanlara ihtiyacı vardır onun.. Ama siz ona hep yaşatırsınız içinde... Ölmesini ya da kalbinizde unutulup gitmesine bir türlü izin vermezsiniz... Çektirdiği acıların, verdiği eziyetlerin hesabını sormak, intikam almak için değil... Kimseler değil, neden sizin için dünyanın en yanlış insanı olan o açmıştı yaranızı, işte bir gün bunu anlayabilmek için hep yaşamasını istersiniz onun... Ve bunu anladıktan sonra, onda kalmış öykünüzü, onda kalmış aşkınızı geri alabilmek için onun hep yaşamasını istersiniz... Onların, yani sizin hayatınıza Şarkılar girmiş, şarkısız edemiyorsunuz Şarkılar yani barış, yani gökyüzü Yani bazan burun buruna geldiğiniz köşebaşlarında Sonra usul usul, yavaş yavaş kaybettiğiniz Yani dost geldi gelecek, sevgili sevdi sevecek Yani yaşamak adına, güzel düştüğü olan Şarkılar, yani yanıldığınız.... Sizin, yani onların hayatlarına Allahlar girmiş, Allahlardan kurtulamıyorlar Allahlar yani çarşıda, pazarda, yani evde Yani arabalarına taş koydukları caddelerde Bir dilim jandarma ekmeğikürekte, kürek denizde Yani sızlayageldiği şey öbür taraflarının Yani gölgesinden ölümü görmüşgibi korkulan Allahlar yani yine yanıldıkları... 'sabiha bu adamlar beni alıp götürecek sakın ha ağlamanı istemiyorum soracakları varmış yıllardır sorarlar anlaşılan bu sorgu daha yıllarca sürecek ilk götürülüşümü bak hatırlıyorum sendikaya yazıldığım günlerdi sanıyorum otomobil farlarına yağmur yağıyordu cıgaram ıslanmış sokaklar nedense dar bu defa aksi gibi zilzurna ilkbahar çoçuğa bir şey söyleme sabiha belli olmaz sakın ha ağlamanı istemiyorum bakarsın çabuk biter akşama evdeyim uzayacak olursa git hüseyin'i bul eli kızıl kanda olsa bizi bırakmaz çantamı hazırlarsın pijamam terliklerim izin verirlerse seni de beklerim hani bir gülümsemen vardır sanki istanbul gözlerin gözlerimi bulur bulmaz içimde bütün şehir atlı karınca gibi döner ha döner ışık renk ve pul hay allah bu ilkbahar beni öldürecek rüzgardaki kokular dudaklarımdaki tuz bu adamlar sabiha beni alıp götürecek günlerden cuma sabah saat dokuz sakın ha ağlamanı istemiyorum paran var mı yok mu bilemiyorum al şu yüz lirayı yanında bulunsun yüz de bana kalıyor varımız yoğumuz çocuğa bir şeyler al onunla avunsun beyler ben hazırım haydi gidiyoruz sabiha unutma seni bekliyorum' Ey perhiz,sakın dilden,her hata dilden çıkar Cahile verme sırrını sır elden çıkar Talep et kitap olasın her ne maksudun var ise Zerrece ilm-i şeriat cüz'ice dilden çıkar. Eğer fidanın var ise büyür selvi dal olur Va'de saatte yetende emr Hakkdan gel olur Bir gün gelir 'can alıcı' bülbül diller lal olur Dünya dedikleri handır konanlar handan çıkar. Çetindir bu aşkın yayı, çeker bilir yayını Bülbüle gülşen verildi,baykuşa Hakkdan tayını Üstada hizmet edenler pirden alır payını Üstada hizmet etmeyen akıbet yoldan çıkar. Ey NESİMİ her can bilmez bu muamma sırrını İki nokta üç harftir,çar kitap andan çıkar sana uykular taşıyacağım deliksiz süslü kahvaltılar gibi kahvaltısız sabahlar seni uyandırmanın en güzel yolunu bulup kıyamayacağım uyandırmaya kimse görmüş değil henüz bir meleğin nasıl uyuduğunu ama hala benzetiriz bir meleği bir güzelin uykusuna ama sen melekler gibi uyuma melekler gibi uyan tam da çağla zamanında baharın gözünün sürmesini yüreğime akıtman bir uykunun en güzel yanı seninle uyanmaktır senden uzak bir uykuyla kandıramıyorum hiçbir geceyi.. Mayıs 2000, new york Yıldırımlar sağdım umut bahçeme Hasretimi yangınlarla süsledim Depremleri dost eyledim geceme Yüreğimde fırtınalar besledim.... Bekledim ki sen gelesin yanıma Gelmiyorsun yetti gayri canıma!. Kokuştu, acıdı, gazlaştı sular Bozuldu, değişti, yozlaştı sular Kurudu, savruldu, tozlaştı sular Pınarları gözyaşımla ısladım.... Bekledim ki sen gelesin yardıma Gelmiyorsun, ortağım yok derdime.. Boş dergâhta tek dervişim, gerçek bu Yalnızlığa boş vermişim gerçek bu Sabır, sebat benim işim, gerçek bu Silahımı kalemime yasladım.... Bekledim ki sen gelesin muradım Gelme gayri, kapıları kapadım... (Akıl Karaya Vurdu) 260 Erenlere hizmet et, ermişlikten ayrılma. Namaz kıl ve oruç tut, delilikten ayrılma. Sözün en doğrusunu, dinle Ömer Hayyam'dan: Şarap iç, yol kes ama; iyilikten ayrılma! Bir zamanlar sen vardın ya ben böyle yok degildim Düşünürdüm neyi mi? Hep seni odalarda Kimdi bana benziyen baktıgım aynalarda Senden başkası mıydı o sessiz bekledigim Bir zamanlar sen vardın ya ben böyle degildim Kim bilir aglamayö olup kendi kabrinde Sensizligi bu türlü benim kadar kim bilir Akşam karanlıgında herkes gider o gelir En sevdigim çiçekler çürümüş ellerinde Kim bilir aglamayı olup kendi kabrinde Ya sensizlik ölmekse her gün bir baska türlü Ya bir şey olmamaksa sen olmak o yerlerde Yaşamak nerde hani yaşamak gücü nerde Bilinmez sensiz kalan yaşıyor mu ölü mü Ya sensizlik ölmekse her gün bir başka türlü. Nedense bütün resimlerde ben Böyle mahzun ve perişan çıkarım Hep böyle hayata kapalı durur Gülmesini unutmuş dudaklarım . Artık canından bezmiş kimselerin Hazin bakışı parlar gözlerimde İçinden adamlar arabalar geçer Çizgiler alnımda bir büyük cadde . Aynada saçlarımı düzeltirim Bir perde iner yüzüme alçıdan O, bin mumluk ampullerin altında Korkarım korkarım fotoğrafçıdan . Bakışlarım gümüş camlara sorar Elbisemin eskiliği belli mi Sonra karşıda küçük bir noktaya Dikerim kahverengi gözlerimi . Kabahat objektifte camda değil Onlara yaşlı gözlerle bakarım Nedense bütün resimlerimde ben Böyle mahzun ve perişan çıkarım Hiç özlemedim seni Özlemek dostluktandır dostluğundan öte bulmalıyım seni . Sıcaklığını bulmalıyım dokunuşlarını, kenetlenişi Terimizle sulanmalı yeryüzü güneş terimizle ışıldamalı sabah olunca . Apansız fırtınalar çıkmalı sarsılmalıyım . Özlemek yanında olmak isteğidir gülüşünü görmek biraz da Hiç özlemedim seni . Saçlarına gül takmam bir ırmak gibi akıtırım ovaya soluğunla yanar dudaklarımın bozkırı . Akkor halindeki ufuk bakır bir tel gibi eriyip gider kraterler ortasında kalırım yanıma alarak incinen tabutları duyguların mıknatıslı şehrini cam renkli cenazeleri paslanan çekiçleri gitmeliyim buralardan seninle. giderken buralardan seninle yanımda hüzün olmalı ocağımda işaret biriktiren ellerin bir de yüzün olmalı. tabut bir elbise gibi üstümde dökerken anlamsız kuşkularını sunacak ağrıyan hücrelerime mıknatıslı şehir muştularını cam renkli cenazelerden yüreğim bir orduyu diriltirken yeniden arlıksız okşayıp paslanan çekiçleri birer birer dikeceğim bahçeme masalarda kalan, kutsanan çiçekleri. ağlamaklı gülmekte lezzetini yitirmiş kuru ekmekte ihanete uğrayan bir yürekte gideceğim buralardan seninle. şarap kahrından yıllanabilir aceze fotoğraflarda büyüyen yangın küllenebilir asil bir soy kütüğü taşıyan akreplerin katlettiği kelebekler mercan dudaklarda dillenebilir. şarkıları artık duyamıyorum kırılan yayın yerine hilal kaşlarını koyamıyorum öyle tutkunum ki denizlere uzaktan bakmaya kıyamıyorum. yıkarak köprüleri, yakarak gemileri mütavazı ellerin, kınalı gözlerinle ardımdan ağlatarak kabartma resimleri gideceğim buralardan seninle ""Bir tek dileğim var mutlu ol yeter” sözünün bir kamyon yükü anlam taşıdığı günlerdi. Kaldırımlar toz ve kağıt topakları Ankara’nın Ankara’nın sonbahar yaprakları ayvalar sarı hüzünler olgun yaz yorgunu gövdeler serili betonlarda. Ben yanımda çok acıklı epey yol üstü sözler getirmiştim. “Sanki terk edilmiş bir viraneyim her yanım dağılmış yıkılmışım ben”. Okul önlük mevsimi ve kaplanması kitapların cumhuriyet gazetesiyle bir ön beslenme çantası kompleksi malum şu otlu peynir meselesi. Saçlarını süt mısırı örgü yapmış bir al yüz koca göz görüyorum. Sanki o tehlikeli yolun başındayım Aşk’a geliyorum! ama yanıma hep köy zılgıtlı sözler almışım arabesk kalıyorum her kent soylu aşkın karşısında “Bir kulunu çok sevdim” diyorum “O beni hiç sevmiyor” diyorum “Kalbimi ona verdim artık geri vermiyor” diyorum.. temmuz 2000, kemer Sen giderken gozlerim dop doluydu Ve yagan yagmurla caddeler ıslak Yoklugundan bir ruzgar esti hazin Teselliler dokuldu yaprak yaprak. Gokyuzunde bir bir sondu yıldızlar Bir karanlık geldi gittigin yerden Umitlerim vardı tesbih misali Sen giderken dagılıverdiler birden Evliyadan aldık biz bu erkanı Yana yana zikredelim Allah'ı Canda ayan gördük sırr-ı Süphanı Yana yana zikredelim Allah'ı. Daima Süphanın ismini der idim Derunumda olan perdeyi giderdim Bir idim vardım ummana erdim Yana yana zikredelim Allahı. İsyanla kararmıştır yüzleri Anın için Hakkı görmez gözleri Bize kar eylemez münkir sözleri Yana yana zikredelim Allahı. Seyyid NESİMİ eydür bahre daldım da geldim Mümkünat ilmini bildim de geldim Hakikatta yerin gördüm de geldim Yana yana zikredelim Allahı Yüreğimden aşk kurşunu yedim ben Doktor ağlar, merhem ağlar yarama. Dilekçemi gökyüzüne verdim ben Yağmur ağlar, meltem ağlar yarama. . Gözyaşları kiripiklere dizilir Damla damla yanaklara süzülür Ruh röntgenim duygulara çizilir Zülüf ağlar, perçem ağlar yarama. . Yazan kalem kesin yazmış fermanı Kimse sorsam ''yoktur'' diyor dermanı Anlatsam çıldırtır dağı - ormanı Yangın ağlar, deprem ağlar yarama. . Aşk yarası ilaç kabul etmezmiş Bir gelirse daha dönüp gitmezmiş Tıb ilminin aklı fikri yetmezmiş Hatip ağlar, ebkem ağlar yarama... . 25 Eylül 1997/Yasaklı Rüyalar Bu derdi kendime derman bilmişim Aşkın şarabına ferman dilmişim Bu derdi kendime derman bilmişim Aşkın şarabını dolu içmişim. Her yolun sonunda sana gelmişim Yetiş medet Pirim, yetiş ya şimdi Yetiş medet Pirim Ali, yetiş ya şimdi Dostun elinde gül zordayım şimdi. Kadı makamına divan kurulmuş Doğru söyleyenler burdan kovulmuş Cahil ile yol alması zor olmuş Medet pirim Ali yetiş ya şimdi. Pir Sultan Abdal'ım Şah'a giderim Yolumdan dönersem serin veririm Hınzır paşa zalım kuldur bilirim Yetiş medet Pirim, yetiş ya şimdi Bir merhamettir yanan, daracık odaların İsli lambalarında, isli lambalarında. . Gelip geçen her yüzden gizli bir akis kalmış, Küflü aynalarında, küflü aynalarında. . Atılan elbiseler, boğazlanmış bir adam, Kırık masalarında, kırık masalarında. . Bir sırrı sürüklüyor terlikler tıpır tıpır, İzbe sofralarında, izbe sofralarında. . Atıyor sızıların çıplak duvarda nabzı, Çivi yaralarında, çivi yaralarında. . Duyuluyor zamanın tahtayı kemirdiği Tavan aralarında, tavan aralarında. . Ağlayın, aşinasız, sessiz can verenlere, Otel odalarında, otel odalarında. Sen bilemezsin, paslı hançerdir yalnızlık Gelir, en can alacak yerimden vurur Sen bilemezsin, gecenin en uzak bir saatinde Bir böcek nasıl girer beynime, kımıldar durur?. Sen bilemezsin, çaresizlik nasıl bogar insanı? Yaşamak bir yerde nasıl çekilmez olur? Tutunacak bir dal aramaktan, koşmaktan, özlemekten El yorulur, ayak yorulur, yürek yorulur.. Sen bilemezsin bu türlüsünü ölümün Bilemezsin, bir tek kibritin cılız aleviyle Benzine bulanmış bir insan nasıl tutuşur?. Bu belki sevmektir bir yerde, belki unutamamak Bu, kişinin kendi içinde eriyip, yok olmasıdır Bilmesen de anlamaya çalış biraz, ne olur. Bir gün düşüp benim de ömrümün zavallı dalı çürüyüp bedenim, toprağın olunca malı olsun yarin ayak bastığı bir yer ki mezarım tekrar hayat bana taptaze, böyle başlamalı Mavi gözlerin kelepçesi yüreğimin kirpiklerin demirparmaklıkları andırıyor İşte! yine tutsağınım al götür beni istediğin yere nasıl olsa ikimizde aynı hücrenin maviliğindeyiz. İlk kez yurdumdan uzakta yaşadım bu duyguyu Bebeklerin ulusu yok Başlarını tutuşları aynı Bakarken gözlerinde aynı merak Ağlarken aynı seslerinin tonu. Bebekler çiçeği insanlığımızın Güllerin en hası,en goncası Sarışın bir ışık parçası kimi Kimi kapkara üzüm tanesi Babalar,çıkarmayın onları akıldan Analar,koruyun bebeklerinizi Susturun,susturun söyletmeyin, Savaştan,yıkımdan söz ederse biri.. Bırakalım sevdayla büyüsünler Serpilip gelişsinler fidan gibi Senin,benim,hiç kimsenin değil Bütün bir yer yüzünündür onlar Bütün insanlığın gözbebeği. İlk kez yurdumdan uzakta yaşadım bu duyguyu Bebeklerin ulusu yok Bebekler çiçeği insanlığımızın Ve geleceğimizin biricik umudu. O ki, pınar basında çeker suya hasret; Kadınında kadına, yurdunda yurda hasret. Yalan dünyada butun görünüşler iğreti; Her şey o şeye hazin benzeyişten ibaret.. Var olan yoklukların ömrünü sürüyorum Aşklar bomboş kuruntu, hürriyetler esaret Yalnız, 'Rakip' ismiyle Allah’ı görüyorum Bir yokluk ki, bu dünya, var olandan işaret...N.F.Kısakurek Tutup saçlarımdan sürükleyen kim? Çeken ne denizlere doğru beni? Varlığını yaşamak bildiğim Alevden eller mi, o kor gözler mi? . Bir dudak mı tutuşturan kanımı O çılgın geceler boyunca? O ateş yığını saçlar mı Yakan avuçlarımı, tutunca? . Bu dalıp dalıp gitmeler neden? Neden bir alev tasta kaynayıp Her gün yenilenmek, eksilmeden? . Sonsuzluğa doğru bir yükseliş midir bu? Söyle ey sevgiyle dolup taşan yürek Dünyaya yeniden geliş midir bu? I. Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında; Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum. Yolumun karanlığa saplanan noktasında, Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum.. Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık; Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar. İn cin uykuda, yalnız iki yoldaş uyanık; Biri benim, biri de serseri kaldırımlar.. İçimde damla damla bir korku birikiyor; Sanıyorum, her sokak başını kesmiş devler... Üstüme camlarını, hep simsiyah, dikiyor; Gözüne mil çekilmiş bir âmâ gibi evler.. Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi; Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandır. Kaldırımlar, duyulur, ses kesilince sesi; Kaldırımlar, içimde kıvrılan bir lisandır.. Bana düşmez can vermek, yumuşak bir kucakta; Ben bu kaldırımların emzirdiği çocuğum! Aman, sabah olmasın, bu karanlık sokakta; Bu karanlık sokakta bitmesin yolculuğum! . Ben gideyim, yol gitsin, ben gideyim, yol gitsin; İki yanımdan aksın, bir sel gibi fenerler. Tak, tak, ayak sesimi aç köpekler işitsin; Yolumun zafer tâkı, gölgeden taş kemerler.. Ne sabahı göreyim, ne sabah görüneyim; Gündüzler size kalsın, verin karanlıkları! Islak bir yorgan gibi, sımsıkı bürüneyim; Örtün, üstüme örtün, serin karanlıkları.. Uzanıverse gövdem, taşlara boydan boya; Alsa buz gibi taşlar alnımdan bu ateşi. Dalıp, sokaklar kadar esrarlı bir uykuya, Ölse, kaldırımların kara sevdalı eşi.... II. Başını bir gayeye satmış bir kahraman gibi, Etinle, kemiğinle, sokakların malısın! Kurulup şiltesine bir tahtaravan gibi, Sonsuz mesafelerin üstünden aşmalısın! . Fahişe yataklardan kaçtığın günden beri, Erimiş ruhlarınız bir derdin potasında. Senin gölgeni içmiş, onun gözbebekleri; Onun taşı erimiş, senin kafatasında.. İkinizin de ne eş, ne arkadaşınız var; Sükût gibi münzevî, çığlık gibi hürsünüz. Dünyada taşınacak bir kuru başınız var; Onu da, hangi diyar olsa götürürsünüz.. Yağız atlı süvari, koştur, atını, koştur! Sonunda kabre çıkar bu yolun kıvrımları. Ne kaldırımlar kadar seni anlayan olur... Ne senin anladığın kadar, kaldırımları.... III. Bir esmer kadındır ki, kaldırımlarda gece, Vecd içinde başı dik, hayalini sürükler. Simsiyah gözlerine, bir ân, gözüm değince, Yolumu bekleyen genç, haydi düş peşime der.. Ondan bir temas gibi rüzgâr beni bürür de, Tutmak, tutmak isterim, onu göğsüme alıp. Bir türlü yetişemem, fecre kadar yürür de, Heyhat, o bir ince ruh, bense etten bir kalıp.. Arkamdan bir kahkaha duysam yaralanırım; Onu bir başkasına râm oluyor sanırım, Görsem pencerelerde soyunan bir karaltı.. Varsın, bugün bir acı duymasın gözyaşımdan; Bana rahat bir döşek serince yerin altı, Bilirim, kalkmayacak, bir yâr gibi başımdan... Suları boğdu dalgalar. Ses hoyrat, sevinç yılgın, şakaklarım sonbahar…. İklimi kurak aşkların… Yapışmış tenime ter, elime kir, sessizliğin ortasında bir deli rüzgâr.. Akşamdır avuçlarında marmara'nın… Akşamdır, şiire karıştı sular, sularda çoğalır sevdalar; ellerim ah ellerim, nasıl anlatsam, gece… Gece kokuyor çocuklar… Kararmış tahta masamızda bir şişe şarap, Gecelerden bir gece bezginiz. Üstelik adamakıllı sarhoşuz. Ellerin, ellerimde. İspanyol meyhanesinde bir kadın Çığlık çığlığa şarkı söylüyor. Belli yıkılmış bir kadın. Hayli çirkin, hayli geçkin, ağlamaklı. Zayıf, incecik elli, kalın dudaklı. Sesi bir tokat gibi patlıyor kulaklarımızda; Yüzümüz al al oluyor. İçimiz hüzün dolu, kahır dolu, Gözlerimiz kanlı. İspanyol meyhanesinde bir gece Seninle başbaşayız Üstelik sarhoşuz adamakıllı. Daha içelim, daha içelim.. Başını dizlerime daya gözlerin kapalı Ağla biraz, Bak ben de ağlıyorum. Ocakta odunlar sönüyor Görüyor musun? Çığlık çığlığa bir kadın Duyuyor musun? Ah ölelim artık; Bitsin bu delicesine koşu, İspanyol meyhanesi yerin dibine batsın. Yeter! yeter! Öleceksek ölelim. Hadi vur kendini şaraba Kedere ve aşka vur. Daha içelim, daha içelim.. Alkol duvarını geçelim artık; Damarlarımızdan ispirto akmalı. Hey garson! Sustur şu çığlık sesli kadını. Söyle masamıza gelsin, içelim. Hey garson! Bütün hesaplar benden bu gece sen de iç. Kapat kapıları; Yabancı gelmesin. İspanyol meyhanesinde öldüğümüzü Kimse bilmesin. Daha içelim, daha içelim. “Sılaya dön” diye mektubun geldi; Sılayı sılada yitirdim anam. Biten takvimlere sattım geçliği, Uykuyu rüyada yitirdim anam.. Özü bulmak için indim derine; Geç değdi ellerim dost ellerine. Salınca gönlümü mahşer yerine, Dünyayı dünyada yitirdim anam.. Öteyi ötede, burayı burda, Güneşin nurunu bir başka nurda, İsa’yı çarmıhta, Musa’yı Tur’da, Adem’i Havva’da yitirdim anam.. Kapattım kapımı of ile ah’a, Açtım penceremi sonsuz sabaha.. Ağrımı, sızımı sorma bir daha, Onları orada yitirdim anam.. Bu hiç, o herşeyden verince müjde, Silindi hayâller kalmadı gözde. Aşkım çiçek açtı yandığım közde, Aklımı, sevdada yitirdim anam.. Ölçtüm ve düşündüm inceden ince; Sıyrıldı kılıftan “son” ile “önce” Mânâlar zihnimde şekillenince, Ben beni aynada yitirdim anam.. Önce kökü dalda, dalı çiçekte; Çiçeği meyvede, meyveyi renkte; Var olan herşeyi bir çekirdekte, Onu da MEVLÂ’da yitirdim anam.. (Dosta Doğru) Gizemli tamtamları bırakıp afrika'da şehvetle giriyor doğanın koynuna öpüşken dudaklarıyla topluyor yıldızları sokuyor pülümür gençlerinin rüyalarına . Güneşle nerededir bir büyü çözülmesi mi bu Akşam öyle uzak öyle yakın ki memeleri sevişmek gelir insanın usuna aralıksız delirtir dokundukça uzaklaşması pülümür zencisinin Nasihatım sana: Her şeyle iştigali bırak; Adamlığın yolu nerdense, bul da girmeye bak. Adam mısın: Ebediyyen cihanda hürsün, gez; Yular takıp seni bir kimsecikler sürükleyemez. Adam değil misin, oğlum: Gönüllüsün semere; Küfür savurma boyun kestiğim semercilere. Nas olur, kanun olur diktatörün sözleri Ya ıslatır donları, ya yaşartır gözleri Kimileri dağları dar elekten geçirir Kimileri ya çukur, ya dağ yapar düzleri.. 25.06.2007/Vakit Yalnızlığımda seni büyüttükçe kalabalıklaşacağım; Sen kendi kalabalığında hep yalnız olacaksın…. I Kapattım ucu kıvrılı yerinden bir defteri Bir defter adınla hükümlü şimdi.... Sen kendinin pası, kilidi. Gençliğin kendine savurur seni, Esmersin, cehennemin dibinde doğmuşsun, baban iki karılı; evlerde, erkenlerde bekler seni. Sen feodalizmin kara dilberi, gündüzlerin gölgesindeydi sevgi. Gölgesinden gündüzlerin iklimler geçti…. Sesin şimdi kanayan bir gül gibi: Kangren.... II Sen orda kendi manastırının huysuz müridi. Sen orda bir korkuda, bir şarkıda, ölüm susan uğultuda…. Sen orda düşlerine leş kargası tüneyen! Elleri ayazlarda sen orda, esmerliğine rehin feodal şatolarda... Uyurken sen hasretin avlusunda, gündüzlerin gölgesinde oturuyordum. Sonra boşuna çizdim karanlığa resmini. Boşuna... Ezberleyip hasreti… Oysa nasıl istersen öyle gebertebilirdin beni. Nasıl istersen! Artık sulara k(atalım) aşkların yetim rengini... Kimse bana yaren olmaz yar olmaz Mertlik hırkasını giydim giyeli Dünya bomboş olsa bana yer kalmaz İnsana muhabbet duydum duyalı. İmanım hükümdar benliğim esir Ehl-i Beyt'i sevdim dediler kusur Kimi korkak dedi kimi de cesur Kurt ile kuzuyu yaydım yayalı. Ardımdan vuranlar yüzüme güler Kestiği az gibi parçalar böler Herkes kılıcını boynumda biler Başımı meydana koydum koyalı. 'Bu kızılbaş olmuş, yunmaz' diyorlar 'Kestiği haramdır, yenmez' diyorlar 'Camiye mescide konmaz' diyorlar, İmam Şah Hüseyn'e uydum uyalı. Kimi benden kağıt hüccet arıyor Hal bilmeyen dip dedemi soruyor Dostlar ölümüme karar veriyor Sefil Selimi'yim dedim diyeli Mevsimlere dokunan tebessümün sıcağı Sana doğru akmayan ırmağın sığılığıdır Gariplerin hüzünle alevlenen ocağı Sana doğru süzülen damlanın çığlığıdır. Maskesi çocukları aldatıyor ömrümün Uyku, çıkmaz sokağın beynine vuran ağrı Uğursuz ellerimde sararıp solmuştu dün Bugün bütün çiçekler açıyor sana doğru. Yine geçtim o kanlı badireler şehrinden Salyangoz işgaline direnen kalmamıştı Çeşmeler simsiyahtı günahların kirinden Senden kopan hiç kimse bahtiyar olmamıştı. Aşkını büyüsüne kapılan kertenkele Kabuğunu sıyırmak için yollara düştü Çevresinde acılar biriken bir heykele Beddua göklerinden bulutlar kara düştü. Ölülerin sessizce uyandığı o yerde İhtiyar olmamıştı sana varan bedenler Ayrılık yine me'yus, kıvranıyor kabirde Bakmamışlar yüzüne yalnız sana gidenler toy bir delikanlı küçük bir parkta herkesi dövebileceğini söylüyor kolundaki kıza ve tempo tutuyor ayağıyla dünyanın dönüşüne ebabil midir nedir kanadından soluyor yaralı bir hayvan gibi geceye sokuluyor. astımlılar korosu ah ne kadar şaşkındır karaya vurmuş ada gıcır gıcır gülümser şehrin tam ortasında ve mirastan güzeldir babadan kalma öğüt adın çiviye çıkar açılmazsa paraşüt çiçeği sokan arı üzgün değildir elbet su derindir abiler bir damla bile evet kim hayır diyebilir böyle şık bir ortaya üşüyenin elleri muhtaçtır soğuk suya. II bir konvoydan beklenen çok ses çıkarmasıdır ihtiyar ölecek oysa hiç dut yemezse bu yıl adı yazılacak kırklar hanesine yarısı yetim kalmış bir sakat gibi karışıp gidecek dünyanın çilesine karışıp gidecek dünyanın çilesine. astımlılar korosu bizi sıvayan çamur evi yutan sarmaşık cana susayan ölüm yirmi dört saat açık sigara içen heykel parmak çıtlatan zenci çekirdek yiyen genç kız geceden korkan bekçi bizi kışkırtan merak taşı ısıran patron kimsesi olmayan ev şahı koruyan piyon mühleti dolan bir söz müjdesi bitmiş adam pürüz çıkaran müdür olmak bilmeyen akşam. III beni ateşinle koru su içip geleceğim kardeşimi de koru bir diğer kardeşimden ve kimseye söyleme beş mermin olduğunu seni kral sansınlar ve sen de hisset bunu hisset ki iliklenmesin göğsüne köşeye kıstırılmış bir kaçağın korkusu. astımlılar korosu beş taş oynar al bay emrindeki deliyle akrep saçıyor eyvah konuşunca diliyle atlı bir karıncayla cenk ediyor kör milis kuzuyu alıp kurda ikram ediyor bu sis zayıflatıyor rejim uygulayan herkesi sahibine havlıyor sahibinin aç sesi aç kalmıyor muhalif günde üç öğüt barut biliyoruz çok şükür beyazıt kadar beyrut Kalbim hep o hülyâyı anar, baktıkça sana Teselli buluyorum yüzünde, anlasana Oysa aldatılıyor tablolar meyhanede Bir yanda resimleri yakan Eflâkî Dede Öbür yanda Balıklı Manastırı'nda sinsi Seni görebilseydi Leonardo da Vinci Monna Lisa dünyaya elleriyle bakmazdı Ressamlar istese de, fırça resim yapmazdı. Ölümü sorguluyor bakışların, gülerek Taşır mı bu azâbı içimde Binbirdirek Geyikleri ürküten bir cinnettir varlığım Senin merhâmetine kaldı bahtiyarlığım Bu ne amansız ateş, bu ne tanımsız ölüm Bâri fotoğrafında beni reddetme gülüm Gri bir bulut gibi giyinmişsin zamanı Balmumu gözlerindir yüreğimin kemanı Ellerini okşasam, bilmem uyanır mısın Yanında boyun büken adamı tanır mısın O adam, siyahlara bürünmüş, bağrı yanık O adam, bir gül için gece-gündüz uyanık Piri Reis geri çekmiştir haritasını Azmayı çoktan unutmuştur hayvanlar; Başlamıştır Sultanahmet sürüncemesi, Kızlar yatakta yan yatmaya başlar.. Ben atımı böyle dört sürüyorum ya, Yetişmek için mi, bilmem, kaçmak için mi? Ya sen? Neden sende tehlike anlarına Bunca hazırlıksız olma özeni? . Bir şey var, ancak makilerin orda söyleyebilirim, Keşke yalnız bunun için sevseydim seni. Hayat hattında acemi tayfalardık. Ne avunduk sevinç müsveddeleriyle; aşktan ikmale kaldık.... Bak her sabah bağıran yeni sabaha, artık iklimler değişmiş, kuşlar da gitmiş, tenimde eski ateş, gözlerimde fer bitmiş; heybetli dağlar arasında göğümde yıldız yitmiş.... Sen hâlâ anılarımın en beyaz yanısın. Sen, buğulu bir camın ardından izlediğim hayatın yarısısın... Sen, sağanakla gelen sabahlarda çok eski… Çok eski bir şarkının adısın.. Daha adamlar şehirlere otomobillerle, geceler anılarla birlikte gelir. Silûetin giderek uzaklaşır, düşler de kilitlenir ve efkârım bir yaralı ayrılıktan beslenir.. Kimse bilmez, yıllar yılı hep aynı beyazla gezmek nedendi? Olsun, yirmi yıl seni özleyerek yaşlanmak da güzeldi! . Çünkü sen, buğulu bir camın ardından izlediğim hayatın yarısısın... Sen sağanakla gelen sabahlarda çok eski… Çok eski bir şarkının adısın. (Rondo) . Ben uyandım bir aşk demekti bu dünyada -Sesin, bir gülü bırakmak gibi birşeydi. Karaydım, kağıt gibiydim yaşamalarda Adım görseniz her gün o denizlerdeydi Bin yıl bir M sesiydim aşağı Mısır'da.. Ben vurdum sevilere belli değil miydi Bin yıl seni açtım işte yalnızlığımda. Ne zaman aydınlığında adım geçti miydi. Bir aşk demekti bu dünyada.. Bir zamanlar yalnızlık güzeldi Mısır'da Seninle yepyeni bir göktü gidilirdi Baktım mı, büyürdü bir zambaktı anımda Şimdi bir gölgedir uzar ovalarımda Böyle uyanırdım ya uyanmak değildi. Bir aşk demekti bu dünyada.. Ben şimdi bir şiirden geçenim çok eski -Uyuyarak severek siz benim aşkımsınız. Şimdi dünyada beni anmalara dursanız Kimbilir denizi gösteriyorsunuz belki. Görüyorum ne kadar büyük yalnızlığınız.. Durun beni daha ansıyın bir daha eski Öylesine çok ki yenilensin sularınız Ne varsa anımla genişliyen evrende ki. Bir şiirde şimdi yalnız. Sarı, hep aşktı açan benden bu dünyadaki Çıplak daha uzun daha güzel daha ıssız. Hâlâ vurur sizden bir yağmur gecede eski Kalandı yalnızlığınız gibi rüzgârınız O durduğunuz ön güzelliğim bir zaman ki. Bir şiirde şimdi yalnız.. Ülkem bölündü bu öğlemi sana ayırdım Ben kentlerimi hep sana bakarak yapardım Gecene derin kadırgalarımı bırakır Öpüşünün o ıssız kentlerine varırdım -Kleopatra bir gökyüzüydü geçmişte anladım. Sen ey benim uzak güzelim, Sur kırallığım Sizden o gecelerde bir pencere açıktır Hanlarım uyur, ben dünyada sana çıkardım. Ülkem bölündü önüm yalnızlıktır. Ben dünyada bir senin yalnızlığına vardım Geldiniz, seninle bir ikindilerdi kalır Ey şimdi denizlere açılanlar yıllardır Kentlerim düzen yüzü görmiyecek anladım. Ülkem bölündü önüm yalnızlıktır Yüregim adına cagırdım seni Bulutlara tutun, yagmurlarla gel Günesin dogup da, battıgı yerden Yalnız benim olan bir bir baharla gel. Gel ki, ayak sesleri duyuluyor yoklugun Onune gecilemez bir depremdir gokyuzu OLumsuz bır cazibe saklare kendisinde Donusu olmayana cekiyor omrumuzu Gel ki, matem tukensin yaslı bulbul adına İksirini alnıma süreyim gül adına. Sabrını tasıyarak semenderin Giriyorum en gizli ormanına gecenin Güneşten usul usul çalıyorum gölgeni İhanet kurşunuyla vursun avcılar beni Vaadler, meyhaneler, nağmeler, sesler yalan Neruda'nın Umutsuz Sarkısı'dır duyulan. Kanatları cicek turnalarla gel Sırları gosteren aynalarla gel Beni sensiz bırakacaksan, gelme Karanlık olmayan dunyalarla gel Katar katar olmuş gelen turnalar Şu halime, şu gönlüme bak benim Şahin pençe vurdu, tüyüm ağarttı Kanadıma bir ok vurdu berk benim. Gökyüzünde turnam bölüktür bölük Ayrılık elinden ciğerim delik O'nu' muhabbet de sonu ayrılık Depreştirmen, eski yaram çok benim. Gittim gurbet ile geri gelinmez Kim ölüp de kim kaldığı bilinmez Ölsem gurbet ilde gözüm yumulmaz Anam, atam bir ağlarım yok benim. Karac'oglan der ki, bre erenler Ben gidiyom, mağmur olsun örenler Kavim, kardaş, konuştuğum yarenler Soyundurup, çıracığım yok benim Ne zaman bu addan sandan geçeceğiz, ne zaman? Can meclisinin halkasına ne zaman hep birden girip oturacağız? Dudağımıza bir tek kadeh dokundurmadan ne zaman içeceğiz büyük dostumuzun huzurunda can şarabını, ne zaman içeceğiz, ne zaman. Ne zaman diyeceğiz can sâkisine, uzat elini. biz bu yana göçtük artık, armağanlar getirdik sana.. Ne zaman diyeceğiz can sâkisine, ne duruyorsun, tutulduk bikere, düştük ocağına senin, gurbet elde üşüdük,donduk kaldık, selâm ver, hatırımızı sor, kucakla, ısıt bizi, bize kırmızı şarap sun.. Ne zaman bize cevap verecek o, ne zaman? Ne zaman diyecek, nem varsa sizin, buyurun, âfiyetler olsun? Akıl, kadehe alkış tutarmış derler. Alnından yüz kez öpüp, taparmış derler. Böyle güzel kadehi, Testi Ustası; Yapıp yapıp yerlere atarmış derler! . (Hayyam'ın Türkçe Yüzü-Türkçe Yeniden Yazan-Yalçın Aydın Ayçiçek-Can Yayınları) Kırmızı çizgilerimiz vardı Asker-sivil üstüne titrerdik Çok çok uzak ülkelerden Mekanik dinozorlar geldiler Kırmızı çizgilerimizi sildiler Kesiliverdi sesimiz soluğumuz Ucuz gittik ucuz.... Musul dedik Kerkük dedik Esaret kabul etmez Türk dedik Meğer ki Türkmenler bizden kof Biz Türkmenlerden kofmuşuz Dönüp geriye bakınca gördük Birbirimizden yıllar önce kopmuşuz.. Hani Iraklı Kürtlere Devlet kurdurmayacaktık Onlar bile devletlerini kurdular Bizi can evimizden vurdular Melül mahzun gerilerden baktık. Kayboldu kırmızı çizgilerimiz Çuvallar dolusu boyalarımız soldular Çuvallar dolusu adam oldular.. Kıbrıs'ı da kaybederiz bir gün AB'nin beklediği gündür bugün Böbürlenmemize hiç gerek yok Kıbrıs'ta Rumların nüfusu Türkiye'nin nüfusundan çok Öyle ya Sayısal değil, siyasal ağırlık önemli Yeşil hat, kırmızı hat seraptır Bence akıbetimiz haraptır.. Şimdi Şirak vuruyor ensemize Yarın Merkel vuracak Gideceklerin vurdukları gibi Gelenler de teker teker vuracak Bizde bu ense Onlarda bitmeyen kin Herkes engel çıtasını yükseltecek Atlaya atlaya dermanımız kesilecek. Derken Biz burda birbirimizi yerken Sevinip arkamızdan gülecekler.. Ne kaldı şurada iki bin yirmiye Bekleyeceğiz geldi, gelecek diye Bataklıkta yüzülmez ki Bu düğüm maksatlı atılmış düğüm İlelebet çözülmez ki Koyu kırmızı bir çizgi daha çekeriz Yani muhtemelen O çizgiyi de ayaklarıyla silerler Belki de gideni aratır gelen Yoğun uykular arasında rüyalarımız Nasıl uçup giderlerse Öyle gidecek AB sevdamız.. Herkes dışarıya kör sağır İçerde çekilen çizgilerimiz var Kalınlaşıyorlar ağır ağır Bizim ancak bize yetiyor gücümüz Yâ Rab nedir suçumuz? Kim sardı başımıza bu sevdayı Yok mudur bunun hiç kolayı? Belki var, belki yok Amma çok bekleyeceğiz çok.. Umut, dağlar ardındaki sevgili Çözülür elbette sabrımızın dili O güne az kaldı az Arzuhalci sen böyle yaz.. 09 Ağustos-2005/Vakit Seni gidi kara yılan Bütün dediklerin yalan Ardımdan koşsan da filan Ayrılığın bir olmaz. Çok kötülük gördüm senden Beni usandırdın candan Ardımdan koşsan da filan Özür dilemiyorum senden. Öksüz koydun dört yavrumu Allah'ımın emri bu mu Bilmem ki sen ey sevgili Neden rezil ettin beni. Mahzuni usandım candan İkimizim ahdı kimden Af etmem seni sevgilim Özür dilemem ben senden. Alem-i İslam'a rahmet su gibi Aksın bayram olsun bayramlarınız. Evleriniz cennet kokusu gibi Koksun bayram olsun bayramlarınız.. Zindan medresedir gam yayla size Farkı yok bin yılın bir ayla size Melekler yukardan gıptayla size Baksın bayram olsun bayramlarınız.. Uygur Kazak Kırgız Azeri'nizden Gitmesin gardaşlık nazarınızdan Zalimler zulmünü üzerinizden Çeksin bayram olsun bayramlarınız.. Süleyman esir de Simon neden hür Hiç durma dünyanın yüzüne tükür Müslümanın sesi münafıktan gür Çıksın bayram olsun bayramlarınız.. Serilsin gönüller döşek misali Patlasın sevgiler fişek misali Hakikat durmadan şimşek misali Çaksın bayram olsun bayramlarınız.. Haksızlık almasın Hak'kın yerini Aşsın boyunuzdan aşkın derini Kimi gözyaşını kimi terini Döksün bayram olsun bayramlarınız.. Kök bir dallar ayrı ki İslam bir gül Afganistan bir gül Türkistan bir gül Vahdet bahçesine her insan bir gül Diksin bayram olsun bayramlarınız.. Mağdurlar mazlumlar ersin felaha Vuslata varanlar varsın bir daha İrfan tohumunu gece sabaha Eksin bayram olsun bayramlarınız.. Kandır zalimlerin zulüm çiçeği Öldürür cehalet ölüm çiçeği Gençler yakasına ilim çiçeği Taksın bayram olsun bayramlarınız.. Şehide toprağın hürmet-i aşkı Anadan fazladır şefkat-i aşkı Rab'bim yüreklere ülfeti aşkı Soksun bayram olsun bayramlarınız.. Hazreti Resul'ün nurlu katına Gitmek isteyenler binsin atına Küfrün saltanatı yerin altına Çöksün bayram olsun bayramlarınız.. Ne makam ne para olamaz ölçek Kurtuluş İslam'da vallahi gerçek Bu mübarek sevda bizleri tek tek Yaksın bayram olsun bayramlarınız.. (Beşinci Mevsim) Bütün kadehlerimi hep sana adıyorum Hep senin için bu bir bir boşalan şişeler Umutsuzluğum, sarhoşluğum senin eserin Senin yüzünden bu delicesine içmeler. Dayanmak zor yalnızlığına akşamların Unutmak mümkün değil seni bir şarkı gibi Ağır ağır ilerleyen bu zaman içinde Her an bir sarhoşluktur sensizliğin verdiği. Odur bu boy boy şişeler, bu renk renk kadehler Yoksa bu çirkin yalnızlık, bu keder o değil Bütün içkilerden sert yokluğundur, anladım Yokluğundur yakan kanımı, ispirto değil Ne zaman seni düşünsem yalnızlığım aklıma gelir Bir ürperti gibi derinden derine duyarım çaresizliğimi Nedir bu gürültüler derim,top patlamaları Nedir bu şakaklarımda zonklayan ağrı İçimden dalga dalga boşanan gözyaşları ne Bu hangi nehir ki uzayıp gider alabildiğine Nedir bu ümitsizlik dolu bu kahır dolu yaşlar Bu denizler altında kopup gelen fırtına Bu bir çağlayan gibi uğultulu yaşlar Oysa zamandır ilerleyen imkansızlıklar içinde Başlangıcı olmayan bir sondur yaklaştığım Bu ipince nehir nereye gidiyor bilen var mı? Ağlatan ne beni? O doyamadığım dakikalar mı? Düşen aksi mi gözlerime o bal rengi gözlerin Ki içimde çalkantısıyla hıçkırır denizlerin Sorarım;bu ağlamak ne kadar nereye kadar O zaman rüzgar durur fırtına diner ansızın Kapanır yorgun gözlerim bir gece başlar Ve karanlık uykularla sürer ağlama saatleri Uyanınca bir ıslak şafaktır gördüğüm Bir büyük resimdir gökyüzü seyrederim Yine özleminle yanıp tutuşur gözbebeklerim Duyarım vurgularını başımda çaresizliğin Ben ağlayacak adam değildim bir kadın için Beni perişan edecek ne vardı bu kadar? Bir de 'Erkekler Ağlamaz' diyorsun Tanrılığından utanmasa Tanrı bile ağlar... Hışımla bir sigara tüttürür ve tarafsız bir uykuya dalarsın, uyandığında pencereler ve kederin şafağı karşılar seni, borazanlar yoktur; bir yerlerde, sözgelimi, bir balık- heryeri göz ve kıpırtı- suda oynaşır durur; o balık olabilirdin, orada olabilirdin, suya mahkum, göz olabilirdin, serin ve asılı, gayrı-insan; giy ayakkabılarını, geçir pantalonunu, hiç yolu yok evlat, hiç- olmayan havanın hiddeti, ölü menekşeler misali benzeşmişlerin küçümseyişi; haykır, haykır, bir borazan misali haykır, gömleğini geçir sırtına, kravatını tak, evlat: mandolin gibi hoş bir kelimedir keder, ve enginar gibi tuhaf; keder bir kelimedir ve bir yaşam tarzı; kapıyı aç, evlat; uzaklaş oradan. Deli kuş bilir misin nedir türküler kadar sevdalanmak duyabilmek yüreğinde bir depremin uğultusunu . Suya düşen bir karanfilse yüreğin bırak kendini ırmağın türküsüne gülüm vursun seni o taştan bu taşa o çağlayandan bu çağlayana. Kavgadan uzak kalmışsan sevdadan da uzaksın demektir devinmez yüreğinin mağması çatlamaz sabrın kara taşı. (Huznun isyan olur) Yüzün beyaz, abajur yeşil, gece mor; Esrimiş kalbim, şarkısını söylüyor. Her yanın avuçlarıma dökülüyor Çeşmeden akan suyun berraklığında.. Dolaşan bir dudak mı var saçlarını? Ay tırmanıyor zeytin ağaçlarını. Sürü bulutlar gece yamaçlarını Otlayıp yayılıyor gök kırlığında.. Üzerinden örtüyü mü çekti bir el? Gece ayaklarından akıp giden sel; Seyrine doyulmuyor ruhunun, güzel Bu manzara gibi, bu ayışığında.... Yeniden yarattı seni gizli bir el! Tarikate ikrar verdim Lanet Yezit'ten el yudum Muhammet Ali'yi gördüm Firdevs-i ala içinde. Allah bir Muhammet haktı Rehberim kemendi taktı Çekti pire teslim etti Firdevs-i ala içinde. Pirden nasihatı aldım Ben belimi bağlı gördüm Kendimi Mirac'da buldum Firdevs-i ala içinde. Ben kutlu postuma geçtim Sekahüm şerbetin içtim Ol saat kıl-kalden geçtim Firdevs-i ala içinde. Didar defterine geçtim Münkir münafıkı seçtim Mezhebde Cafere düştüm Firdevs-i ala içinde. Mehdi'ye vardır niyazım İmamlara bağlı özüm Şükür didar gördü gözüm Firdevs-i ala içinde. Pir Sultan'ım dünya fani Bizdedir Hakk'ın nişanı Hakk'a kurban verdim canı Firdevs-i ala içinde Yarab bu ne derttir derman bulunmaz Yar bu ne yaradır merhem bulunmaz Benim garip gönlüm aşktan usanmaz Varıp yare gider hiç geri dönmez... Aşık olan gönül aşktan usanmaz Ahiret korkusun bir pula saymaz Aşk pazarıdır bu canlar satılır satarsın bu canı hiç kimse almaz.. (dönüpte bakmaz) . Döne döne binbir öğüt verirler Dünya malı ile gözün boyarlar Aşık öldü deyu sala verirler Ölen hayvan olur, Aşıklar ölmez. 'Ne şeymiş bu, bu dünyadan ayrılmak Demir tarar gibisin bigün Gözlerin arkalarda deryaya açılmak? ' Hadi bre gide gide dönmüşlüğüm İyadesiz iyadeli tahütlüğüm Seni bilem gide koydum, gidi ölüm! İçindeki çocuğu alıp kaç İdris, bırak paslı hançerlerle parçalamayı uykularını. İhanet torpil yapmaz, hasret ardına bakmaz; kır kanlı bıçakları, içindeki çocuğu alıp gel İdris! . Bir mavi için ağlama İdris, itme şu duvarları, gülümse, sütünü ver içindeki çocuğun. Bilirim, mağlûbiyet esrik gülüşler ardında paramparça bir perde; yeter idris, vakur ol, onur var serde! . Anladım, vazgeçemezsin ondan, asla; kardeşim, fazla alkol mevcut şimdi damarlarındaki asil kanda. Aldırma demiyorum sana; aldırarak aldırma. İçindeki çocuğu şu kirli hayata uyandırm. İçindeki çocuğu alıp gel İdris, coşkunu parlat ya da birkaç tek at, küfürlerine tutunarak geç kaldırımlardan; sonra bir kerhaneye git ve oturup ağla. Kerhaneleri bütün dünyanın, aşk kangrenlerinin yıkık çarşılarıdır.... Aldırma demiyorum sana; aldırarak aldırma; içindeki çocuğu İdris, çocuğu uyandırma! . Ve yıllar geçer, İdris’lerin kalplerindeki çocuklar daha ölüdür; düşleri hâlâ terasta, İdris’ler ise zemin katta kiracı oturur... Durmadan avuçlarım terliyor, İnildiyor ardımdan Girdiğim çıktığım kapılar. Trenim gecikmeli, yüreğim burgun, Bir bir uzaklaşıyor sevdiğim insanlar. Ne zaman bir dosta gitsem, Evde yoklar.. Dolanıp duruyorum ortalıkta. Kedim hımbıl, yaprak döküyor çiçeğim, Rakım bir türlü beyazlaşmıyor. Anahtarım güç dönüyor kilidinde, Nemli aldığım sigaralar. Ne zaman bir dosta gitsem, Evde yoklar.. Kimi zaman çocuğum, Bir müzik kutusu başucumda Ve ayımın gözleri saydam. Kimi zaman gardayım Yanımda bavulum, yılgın ve ihtiyar. Ne zaman bir dosta gitsem, Evde yoklar.. Bekliyorum bir kapının önünde, Cebimde yazılmamış bir mektupla. Bana karşı ben vardım Çaldığım kapıların ardında, Ben açtım, ben girdim Selamlaştık ilk defa. sensiz kalan bu şehri yakmayı çok istedim . mavi bir aleve dönüştürdüm kalbimi bir anda tutuşturmak istedim beni böyle umarsız bırakıp gittiğin bu zalim şehri yakamadım gözlerin dikildi karşıma bir caddenin tam ortasında inanılmaz güzel bakıyordu gözlerime hafif ıslak en özel en bilinmeyen türleri açmıştı papatyaların hatıralarınla titriyordu içim kuşlar kanatıyordu gönlümü . gri bulutlar geçiyordu göğümden anlamak üzreydim neron’un roma’yı neden yaktığını karanlık bir koridor açıldı önümde anlayamadım yenik düşmüş bir napolyon kadar mutsuzdum aslında intihara kalkışan hitler kadar çaresiz yakmak üzreydim ki bu şehri hatıraların içli bir yağmur gibi boşandı üzerime . kediler geçti birden kavşaklarından şehrin acı acı miyavladılar gözlerime baktılar kızgındılar kırgındılar onlar da tutulmuşlar anladım sana bendeki kadar onlar da terk ettiğin bu şehri çaresiz yakmak istiyorlar yakamıyorlar . saçların dikildi karşıma bir sokak köşesinde her telinde parmaklarımın izleri parlıyordu benzersiz kokunu alıyordu kıvrımlarından rüzgar gözleri doluyordu saçlarına bakan kedilerin her biri bir kenarda darmadağın çömelip kalıyordu yutkunuyordu rengi kaçıyordu pencerelerde perdelerin . nereye yürüdüysem bakışın, duruşun, sesin anladım söndürmeliyim tutuşan yüreğimi kendimi yakmış olurum yakarsam bu şehri çünkü sen her şeyinle bendesin Yolumuz buraya kadarmış be kahve gözlüm Artık Tersine akan bir nehir gibi Yıkılmış bir şehir gibi Suya yazılmış bir şiir gibi Adımı unut Yalnızlığın boşluğunda Sensizliğin sonrasında Bil ki Beş para etmiyor umut Etmiyor be kahve gözlüm! . Yalan yanlış Kırık dökük yaşadık biz bu aşkı Erken emekli olduk biz bu sevdadan Biliyorsun Hep direkten döndü umutlarımız Hep kendi kalemize attık gollerimizi Ne acemi bahçıvanmışız meğer ikimiz Açmadan soldurduk güllerimizi Açmadan soldurduk be kahve gözlüm! . Bir değirmen taşı gibi ezip gittin umutlarımı Şimdi yüreğim mutsuzluğun hedef tahtası Sokaklara sığmıyor bu dev yalnızlığım Bu cumartesiler; Çığlık çığlığa şiirlerim seni istiyor bana inat Gel gör ki; Son kurşunu yemiş bu sevdaya Yetmiyor şımarık pişmanlıklar Yetmiyor be kahve gözlüm! . Bir isyan faslıdır şimdi bu suskunluğum Hovardaca harcanan mevsimlere Bu kaçışlara - bu gelgitlere Ömrümüze kesilmiş biletlere İsyanımdır - bu acı acı - gülüşüm Oysa; Kaç kez sildim seni haritamdan Kaç kez mil çektim o kahve gözlere Gel gör ki; Kendime bile geçmiyor artık sözüm işte bir kürek mahkumu İşte bir yürek mahkumu Kapında yine Bitmedi bu kara sevda Bitmiyor be kahve gözlüm! ... Hepsi birer umuttular Birer birer uyuttular Bizi burda unuttular Gidenlere selam olsun. Bu acıyı çekeriz biz Dağı, taşı deleriz biz Yanmasını biliriz biz Yakanlara selam olsun. Selam olsun, selam olsun Gidenlere selam olsun Acımadan sırtımızdan Vuranlara selam olsun. Su boğar, ateş yakar Zalimlerde bir gün yanar Dağ gibiydi tüm umutlar Yıkanlara selam olsun. Ha bir saray, ha bir dağ başı Sonumuz bir mezar taşı Gözümüzden kanlı yaşı Akıtana selam olsun Öyle bir tutkuluydun ki hayata başlarken… Şimdiyse küçücük bir çiçek teselli ediyor seni… Aradaki o büyük boşluğun adı, Aşk olsa gerek… Neyleyeyim şu dünyanın ziynetin, Akibeti ölüm olduktan geri? İstemem bahçemde bülbüller ötsün, Benim gonca gülüm solduktan geri.. Çöze idim düğümelerin döşünden, Öpe idim gözlerinden, kaşından; Güzelliğin soyha kalsın başından Ben inli, boranlı olduktan geri.. Yalanmış dünyanın ötesi, yalan. Felektir muradım elimden alan. Mısr`a sultan olsam istemem kalan, Dost ağlayıp düşman güldükten geri.. Karac`oğlan der ki: Bu, ne hal bilmem? Gelmişim dünyaya, bir daha gelmem. Alem bir yan`olsa, o yari vermem, Yarin gönlü bende olduktan geri. Çayda akan su gibi , çölde esen yel gibi İşte bir günü daha kayboldu ömrümün. Ben ben oldukça iki günün gamını bir çekmem. Biri geçip giden gün biri gelecek gün. Tek istikamet kabe; Ve tek örnek sahabe... Böyle yükseldi sütun, Böyle kuruldu kubbe. Derken nuru kararttı Yobazda kara cübbe. Tuzağa düştü aslan; Sorguç takıldı kelbe. Vatan yüzelli yıldır Manada bir harabe. Artık iman ve ahlak, Türbedarsız bir türbe. Ne hatıra maziden, Ne isim ne kitabe... Düşmek,yükselmek oldu Uçurumda mertebe... Ağla ey koca tarih Bu acıklı nasibe! Nerdesin ulvi fikir Çilekeş murakebe? Sahte devrimler boyu Tarihi muhasebe? Bağlıdır bu felaket, Tek tipe tek sebebe. Bir tip mücerret model Batı ajanı kahbe! Sürüyü teslim eden, Avrupalı celebe... Hele bak,şu hale bak; Eve,yurda,mektebe! Bizde profösör derler Kitap yüklü merkebe. Lisan diye hırlayış; Kültür diye alfabe... Pazar müflis,kent deli, Köy boş karakol izbe... Bir çatışma boğuşma; Şeytan uğrunda cezbe. Karışmış gazetede Necaset mürekkebe. Ne bulduk parti parti, Eyledik de tecrübe? Bir kısmı Ebu Cehil, Bir kısmı İbn_i Sebe. Gerçeğe aykırılık; Uygunsuzluk mezhebe... İslam,gidip gelen top, Bir hizipten bir hizbe. Hak yolunda bir lider; Memur,hakkı tahribe. Düne kadar dıştandı, Şimdi de içten darbe. Diyanet işleri ki, Uymaz farza, vacibe. İlminde gaiplerin Haşyet duymaz gaibe. Yeni bir mamul eşya; Fetvaları şaibe. Bu muydu Büyük Doğu, Kırk yıllık muhasebe? Deli olsa yanaşmaz İşlerini tasvibe! Ya sanayi masalı; Derya rolünde habbe? Saksı içinde çınar; Görülmememiş acibe... Nefes almadan vermek... Sor bu işi tabibe! İş arayan bir millet; Diyar diyar göçebe... Şerefli ortak Pazar; Ona aş, sana küsbe! İçyüzü bu davanın, Köle olmak salibe... Dünkü sultan bugün kul, Ta meşrıkten mağribe. Rüşvetle maaşa zam, Enflasyonla debdebe. Yüz lira ona iner Daha inmeden cebe. Gidere tabii gelir Dibi sökülmüş heybe. “Doğa”da buldukları Zelzele ve seylabe. Biçare demokrasi, Karanlıkta körebe. Parti, bölücü alet Batıdan bize hibe. Gel de ey gerçek parti, Partiyi batır dibe! Her türlü sahteliği Yıkmak sana vecibe! Bu işi ne temizler, Hangi ok,hangi harbe? Hangi yel,hangi ateş, Hangi söz,hangi hutbe? Bir nesil bekliyoruz, Büyük nizama gebe. Nedir o nizam,nedir? Boyun eğmektir Rabbe! Milliyet ruha bağlı Kıymet sadece kalbe. Fatih’te erimiştir, Cengiz Han ve Kurt Cebe. Davet gücü İslam’da; Koministi edebe. Her şey herşey İslam’da; Ferde ve kavme rütbe. Bizde, kutsi emanet; Bizde yarın galebe! Gün geldi,saat çaldı; İşte yol koş takibe! Yetmez mi esaretin; Ey Türkoğlu,davran bee! . 1975 Yandım yakıldım ben nar-ı aşka Andelip oldum ben zar-ı aşka. Bezm-i elesten mest olup gelir Ben bende oldum sevda-yi aşka. Nice Süleyman geldi cihana Ben Süleymanın hünkar-ı aşka. Zülfün hevası eyledi hayran Olmuşum Mansur ben dar-ı aşka. Mahvetti beni nurdan envarı Müstağrak oldum envar-ı aşka. Seyyit NESİMİ terk et bu resmi Yandır bu cismi ateş-i aşka Balkan şehirlerinde geçerken çocukluğum; Her lâhza bir alev gibi hasretti duyduğum. Kalbimde vardı 'Byron'u bedbaht eden melâl Gezdim o yaşta dağları, hulyâm içinde lâl... Aldım Rakofça kırlarının hür havâsını, Duydum, akıncı cedlerimin ihtirâsını, Her yaz, şimâle doğru asırlarca bir koşu... Bağrımda bir akis gibi kalmış uğultulu... Mağlûpken ordu, yaslı dururken bütün vatan, Rü'yâma girdi her gece bir fâtihâne zan. Hicretlerin bakıyyesi hicranlı duygular... Mahzun hudutların ötesinden akan sular, Gönlümde hep o zanla berâber çağıldadı, Bildim nedir ufuktaki sonsuzluğun tadı! Bir gün dedim ki 'istemem artık ne yer ne yâr! ' Çıktım sürekli gurbete, gezdim diyar diyar; Gittim son diyâra ki serhaddedir yerin, Hâlâ dilimdedir tuzu engin denizlerin! . Garbin ucunda, son kıyıdan en gürültülü Bir med zamânı, gökyüzü kurşunla örtülü, Gördüm deniz dedikleri bin başlı ejderi; Gördüm güzel vücûdunu zümrütliyen deri Keskin bir ürperişle kımıldadı anbean; Baktım ve anladım ki o ejderdi canlanan. Sonsuz ufuktan âh o ne coşkun gelişti o! Birden nasıl toparlanarak kükremişti o! Yelken, vapur ne varsa kaçışmış limanlara, Yalnız onundu koskoca meydan ve manzara! Yalnız o kalmış ortada, âsi ve bağrı hûn, Bin mağra ağzı açmış, ulurken uzun uzun... Sezdim bir âşina gibi, heybetli hüznünü! . Rûhunla karşı karşıya kaldım o med günü, Şekvânı dinledim, ezelî muztarip deniz! Duydum ki rûhumuzla bu gurbette sendeniz, Dindirmez anladım bunu hiç bir güzel kıyı; Bir bitmeyen susuzluğa benzer bu ağrıyı. 18 Gönül, aşk ve sevgiyle yoğrulmaz ise, Ne cami paklar onu, ne de kilise. Ama aşk kitabında adı olanlar, Cennet ve cehennemden hürdür isterse! Benden zarar gelmez Kovanındaki arıya Yuvasındaki kuşa; Ben kendi halimde yaşarım Şapkamın altında. Sebepsiz gülüşüm caddelerde Memnuniyetimden; Ve bu çılgınlık delicesine İçimden geliyor. Dilsiz değilim susamam Öyle ölüler gibi Bu güzel dünya ortasında. Ne zaman dağılsa sesim Şakağıma dayardın gözlerini. Oysa adınla başlamak istedim bu akşama İstedim ki bir ayrılıkta bitmesin buruk Günlerdir bir tek dize düşüremedim Bu kaçıncı sürgünüm bütün renklerimi götürdün. Kanayan bir öyküdür içimizdeki bozgun Hergün yeni bir hüznü takıp koluna Bütün saatleri acıya kuruyor sanki Şarkıların hüzzam makamındayız Kanıyoruz göçebe yollarda yılkı atlar Bir acı kahve hatrını unuttuk Her köşe başında bir maskara. Tuzun ve şarabın tadı değişti Nasılsa eskidi yüzün -değişmedi gözlerin- Alevler yakmıyor artık inceltmiyor buzları Üstümüzde sağır ve dilsiz bir gökyüzü Her şey ayrıksı sanki bulutlar paslanacak İşte solan bozkır akşam ve zaman Sessizlik -sensizlik daha ne kadar -Aşksa aşk işte nabzım- Bütün sağnaklarını yağdır haydi yağdır İster bir cehennem aç ister bir mayıs getir Her vurguna hazırım nasılsa her şey pusuda gibi. Bu bungun akşama yazdırarak adını Dal gibi serin yine gözlerin Bak bunlar ellerin senin bunlar ayakların Bunlar o kadar güzel ki artık o kadar olur Bunlar da saçların işte akşamdan çözülü Bak bu sensin çocuğum enine boyuna Bu da yatak olduğuna göre altımızdaki Sabaha kadar koynumda yatmışsın Bak bende yalan yok vallahi billahi Sen o kadar güzelsin ki artık o kadar olur. İşe bak sen gözlerinde burda Gözlerinin ucu da burda yaşamaya alışık İyi ki burda yoksa ben ne yapardım Bak çocuğum kolların işte çıplak işte Bak gizlisi saklısı kalmadı günümüzün Gözlerin sabahın sekizinde bana açık Ne günah işlediysek yarı yarıya. Sen asıl bunlara bak bunlar dudakların Bunların konuşması olur öpmesi olur Seni usulca öpmüştüm ilk öptüğümde Vapurdaydık vapur kıyıdan gidiyordu Üç kulaç öteden İstanbul gidiyordu Uzanmış seni usulca öpmüştüm Hemen yanımızda balıklar gidiyordu Gönlümle oturdum da hüzünlendim o yerde, Sen nerdesin, ey sevgili, yaz günleri nerde! Dağlar agarırken konuşmuştuk tepelerde, Sen nerde o fecrin agaran daglari nerde!. Akşam, güneş artık deniz ufkunda silindi, Hulya gibi yalniz gezinenler köye indi Ben kaldım, uzaklarda günün sesleri dindi, Gönlümle, hayalet gibi, ben kaldım o yerde. O gün gelsin, hazırım; ergeç gelirse o gün Kusurlarıma bakıp kaşını çatacaksın, Aşkının değerine ters düşecek gördüğün, Bu uyuşmaz hesabı silip kapatacaksın. O gün gelsin, hazırım; el gibi geçersin ya, O gün gözlerinle, selâm bile vermeden; Aşk bürünmüştür artık bambaşka bir kılığa. Asık suratın için bulursun birçok neden. O gün gelsin, hazırım, alıştırdım kendimi: Değerim, hakkım budur diyerek bile bile. Kendime karşı tanık, kaldırırım elimi Ve savunurum senin haklı özrünü şöyle: Zavallı ben’i bırak, yasalar senden yana, Gerekçe gösteremem bana sevgi duymana. 'Korkudan yediğim lokma boğazımdan gitmeyecekse, Her gece korkunç rüyalar saracaksa uykularımı Varsın her şey çığrından çıksın, Bu dünya da yıkılsın öteki dünya da, İnsana rahat nefes aldırmayan kuruntularla Beynimizi bir işkence masasına çevirmektense Ölüp rahat etmek daha iyi, Rahat etmek için öldürdüklerimizle.' (III. ii. 165-172). 'Kendini boşuna harcamış olur insan Dilediğine erer de sevinç duymazsa. Yıktığın hayat kendininki olsun daha iyi, Yıkmakla kazandığın şey kuşkulu bir mutluluksa.' (III. ii. 6-9) bindokuzyüzaltmış doğumlular yıldız kanatlı birer kuştular doğru uçtular yanlış uçtular bıkmadan usanmadan uçtular bindokuzyüzaltmış doğumlular yıldız kanatlı birer kuştular. fırtınalara bindi ateşi harlayan kanatları en acemi ve en usta gözlerimize değen gözleri kaçamadığımız yangın. karanlıkta. suda seken taş onların hayatıdır suda seken yassı parlak taş hayatımızın en dehşet anıdır üç kere seker beş kere seker. başı bulutlara değer. belki varamadı karşı yakaya varacak fakat suda seken. hayat Ana, bu bayram mı? . Aman çok ayıp Çocukken gördüğüm bayramlar hani? Mübarek elleri öpüp, koklayıp Yüzüme sürdüğüm bayramlar hani? . Hani ya o özlem, hani ya o tad? Ne dışım kaygusuz, ne içim rahat Haftalar öncesi her gün, her saat Babamdan sorduğum bayramlar hani? . Nur yağan geceler, gündüzler nerde? Neşe paylaştığım öksüzler nerde? Dost yollar, dost evler, dost yüzler nerde? Huzura erdiğim bayramlar hani? . Kar çiçeğim solmuş kar yatağında Can verir ırmağın dar yatağında Arife gecesi yer yatağında Üstüme serdiğim bayramlar hani? . Bayram demek takvimdeki yazı mı? Bayram hasret, bayram ağrı, sızı mı? Açıp yüreğimi, yumup gözümü Özüne girdiğim bayramlar hani? . Bayram af günüdür, barış günüdür Bayramlar rahmete giriş günüdür Bayram, Hak menzile varış günüdür Gönlümü verdiğim bayramlar hani? . (Suları Islatamadım) Ala gözlerini sevdiğim dilber Seni görmeyeli göresim geldi Altun kemer sıkmış ince belini Usul boylarını sarasım geldi. Küçücüksün güzel etme bu naazı Ciğerime bastın ateşi kozu Başına sokmuşun gülü nergisi Yüzünü yüzüme süresim geldi. Aladır gözlerin karadır kaşın Aradım cihanı bulunmaz eşin Yaylanın kenarından beyazdır dosun Uzanıp üstüne ölesim geldi. Karac(a) oğlan der ki bilirim seni Adadım yoluna kurban bu canı Koynunda beslesen ayvayı narı Çözüp düğmelerin deresim geldi bu imkansızlıklar bu yaralar hepsi, hepsi insan işi. sevda diye bağıran yüzün, bir kitabın en sır satırını okuyan sesin, beni bana düşman eden, ağlamaklı gecelerimin tek temsilcisi ve hiçbiryerde şubesi olmayan yüzün yani baştan ayağa sen.... bu bakışlar bu bakır tadı hepsi, hepsi insan işi ve insanın insana ettiği en yalan yemin: AŞK! hepsi, hepsi insan işi... Acı çekmek özgürlükse Özgürdük ikimiz de O, yuvasız çalıkuşu Bense kafeste kanarya O, dolaşmış daldan dala Savurmuş yüreğini Ben bölmüşüm yüreğimi Başkaldıran dizelere Kavuşmak özgürlükse özgürdük ikimiz de elleri çığlık çığlık yan yana iki dünya ikimiz iki dağdan iki hırçın su gibi akıp gelmiştik buluşmuştuk bir kavşakta unutmuştuk ayrılığı yok saymıştık özlemeyi şarkımıza dalmıştık mutluluk mavi çocuk oynardı bahçemizde aramakmış oysa sevmek özlemekmiş oysa sevmek bulup bulup yitirmekmiş düşsel bir oyuncağı yalanmış hepsi yalan sevmek diye bir şey vardı sevmek diye bir şey yokmuş Acı çektim günlerce Acı çektim susarak Şu kısacık konutlukta Deprem kargaşasında Yaşadım birkaç bin yıl Acılara tutunarak Acı çekmek özgürlükse Özgürüz ikimizde acılardan artakalan işte o bakışlarmış kuğu diye gözlerimde gün batımı bulutlarmış yalanmış hepsi yalan savrulup gitmek varmış ayrı yörüngelerde... Ben bende değil, sende de hem sen, hem ben, Ben hem benimim, hem de senin, sen de benim, Bir öyle garip hale bugün geldim ki Sen ben misin, bilmiyorum, ben mi senim.. (Farsça, Hüseyin Rıfat) Bin cefâlar etsen almam üstüme Gayet şirin geldi dillerin dostum Varıp yad ellere meyil verirsen Kış ola bağlana yolların dostum. İlâhi onmaya yardan ayıran Bahçede bülbüller ötüyor uyan Kula gölge olsa Allah’a ayan Senden ayrılalı gülmedim dostum. Pir Sultan Abdal’ım gülüm dermişler Bu şirin canıma nasıl kıymışlar İster isem dünya malın vermişler Sensiz dünya malın neylerim dostum İlim adamıyım der, araştır mason çıkar Dört makale yazmışsa dördü de fason çıkar Hele bir araştır bak aslını-astarını Büyük dedesi Yorgi, babası Mişon çıkar.. Şubat-2008/Vakit Diyelim yağmura tutuldun bir gün Bardaktan boşanırcasına yağıyor mübarek Öbür yanda güneş kendi keyfinde Ne de olsa yaz yağmuru Pırıl pırıl düşüyor damlalar Eteklerin uça uça bir koşudur kopardın Dar attın kendini karşı evin sundurmasına İşte o evin kapısında bulacaksın beni. Diyelim için çekti bir sabah vakti Erkenceden denize gireyim dedin Kulaç attıkça sen Patiska çarşaflar gibi yırtılıyor su ortadan Ege denizi bu efendi deniz Seslenmiyor Derken bi de dibe dalayım diyorsun İçine doğdu belki de İşte çil çil koşuşan balıklar Lapinalar gümüşler var ya Eylim eylim salınan yosunlar Onların arasında bulacaksın beni. Diyelim sapına kadar şair bir herif çıkmış ortaya Çakmak çakmak gözleri Meydan ya Taksim ya Beyazıt meydanı Herkes orda sen de ordasın Herif bizden söz ediyor bu ülkenin çocuklarından Yürüyelim arkadaşlar diyor yürüyelim Özgürlüğe mutluluğa doğru Her işin başında sevgi diyor Gözlerin yağmurdan sonra yaprakların yeşili Bi de başını çeviriyorsun ki Yanında ben varım 273 Her gün her gece içmek, bitmeli; tövbe! Dolu kadehi artık itmeli; tövbe! Tam şimdi gül zamanı, her yer gül olmuş; Tanrım; artık tövbeye etmeli, tövbe! Mustafa Şekib'e Her ayağın bastığı yerde sanki kalbim var, kalbim ki vahşi bir zevk alır ezilişinden. ömrümün geçtiği yolda bana sorsalar, gidiyorum bir kadın bacağının peşinden.. Bir kadının içinden ağlayışı, gülüşü, gözlerinden ziyade bacaklarına yakın, bir lisandır onların duruşu, bükülüşü, kadınlar! onlar varken konuşmayınız sakın.. Ince sütunlardaki ilahi güzelliğe bacakların ruhudur şekil veren diyorum bacakları bir kalın örtüde saklı diye mermerde kalbi çarpan venüs’ü sevmiyorum.. Boynuma doladığın güzel putu görseler insanlar öğrenirdi neye tapacağını. kör olsam da açılır gözüm, ona sürseler isa’nın eli diye, bir kadın bacağını. Dalgındım dağlar gibi Türkülüydüm çınar çınar Ne kızarıp giden sarı Ne kızarıp gelen yeşil Dikilmiş dikmeninde Hoşçakal köprüsünün Tam da mendil sallıyordum güzel günlere. Güzel günler güzel günler hey güzel günler Gözlerinde gidenimin hey güzel günler Güzel günler güzel günler hey güzel günler Ellerinde gelenimin hey güzel günler. Balık attım olta tuttum Yaşadım gençliğimi Masal oldu çocukluğum Gençliğim bahar seli Ve bir akşam birdenbire Bir bulvar otelinde İnce bir dal değdi alnıma Koptu sazımın teli. Güzel günler güzel günler hey güzel günler Gidenimin gözlerinde hey güzel günler Güzel günler güzel günler hey güzel günler Ellerinde gelenimin hey güzel günler. Güzel günler güzel günler hey güzel günler Gözlerinde gidenimin hey güzel günler Heey günler hey hey günler hey güzel günler Ellerinde gelenimin hey güzel günler Heey günler hey hey günler hey güzel günler Gözlerinde gidenimin hey güzel günler.... Söz: Hasan Hüseyin Korkmazgil Müzik: Ahmet Kaya 1/. kavaklar ışıldardı batıya karşı küskün dağlar gülkurusu yazılar kızıltılı öyle çetin öyle hırçın bir çağdı ki öyle o sevmek yangın uğultusu sevilmemek yangındı. kavakların arkasında bir evdi mor patiska perdeleri oyalı gözalıcı kumrallığı akşamüstleri eşsiz bir çağlayandı ayrılmazdı pencereden bütün bir yaz aradığı o şehzâde kimbilir kimdi. hem severdik o çiçeği delicesine hem de sevmez görünürdük çocukluk işte kapışmamız sanki bir başka nedendendi yoksulluk dağ başında yalınayak keloğlan varsıllıksa subaşında bir devdi. 2/. yuvasız bir atmacaydı sevmek belki de döner ha dönerdi de taa yukarlarda konamazdı biryerlere amaçsız bir yolculuktu sevmek bir sürekli kaçmaktı kendi kanatlarından gidip gidip dönmekti hep aynı yere. topu bulutlara tepmekti sevmek çıplak atı deliduman sürmekti yazılarda ağaçların tepesine çıkıp inmekti sevmek kovalarla şarap içip o dinginlikte tabanca yumruk bıçak düğünlerde kıyasıya halay çekmekti sevmek. 3/. ben miydim topa vuran vururcana yoksulluğun başına top çıkardı yıldızlara bütün gözler yıldızlara kız bakardı yıldızlara saçları sular gibi akardı pencereden. ben miydim çıplak atı koşturan deliduman at giderdi çevrenlere bütün gözler çevrenlere kız bakardı çevrenlere masallar çevrenlere saçları sular gibi akardı pencereden. 4/. duruyor daha orda gün batarken daha orda kavaklar daha orda duruyor daha orda o sevmek daha orda teptiğim top bulutlarda sürdüğüm at bulutlarda yüzdüğüm çay bulutlarda kavgalarım özlemlerim dönmedi daha orda bulutlar nerde? bulutlar nerde? . o kız artık yok orda o saçları çağlayanlı o gözleri kuşlarlı o kız artık yok orda yok orda o çocuklar yok orda o kavgalar o kıskançlık yok orda o gizlemek yok orda varsam baksam o bahçe varsam baksam o akşam o bahçe de yok orda o akşam da yok orda. ya ben nerelerdeyim ya ordaki ben nerde? Avcıydın avladın beni Yaralıyım yaralı yar Zülfüne bağladın beni Yaralıyım yaralı yar. Meyil vereli canana Dayandım derdi hicrana Din imam yük oldu bana Yaralıyım yaralı yar. İstemem kin ile gurur Aşıklar boynuna vurur Gelen giden bir taş vurur Yaralıyım yaralı yar. Yalan dünyadan usandım Aşkın şarabına kandım Mahzuni Şerif'im yandım Yaralıyım yaralı yar. Baktikca cogalir yildizlar gecede Parmaklarinla sayilmaz; Kimi duyulur, kimi duyulmaz, Dinledikce cogalir gecede, Sesler gelir, Ya hizlidan, ya yavastan.. Her sey kendi dilince konusur; Karanlik ortse de ustunu Gecede devam eder renk renk Agacin dalinda, ruzgarda; Her sey kendi rengince konusur.. Gozlerini kapatir beklerdi; Yapraga benzer ellerini, avuclarini uzatir, Beklerdi isitinceye dek Agacin dalinda, ruzgarda; Yesili duydu mu uyurdu Ruyasinda... Öteki kapımdan gel bunu açamazsın Eski gözlerinle gel öldürmek vakti gel Hem tetik bulun ardında biri olmasın Hanidir ben bu evde saklanıyorum Adımı değiştirdim başka adla yaşıyorum Gece gündüz siyah gözlük takıyorum Öteki kapımdan gel bunu açamazsın Sabaha karşı gel bütün gözlerinle gel. Pancurların gerisinde kararıyorum İçimde belalar doğuyor sonbahar doğuyor Telefonda sesini tanıyamıyorum Yüzün parmaklarımdan akıp kayboluyor Böyle hep birşey kopuyor birşey kırılıyor Sabaha karşı gel eski gözlerinle gel Öteki kapımdan gel bunu açamazsın Hem tetik bulun ardında kimse olmasın. Artık hiç kimse beni yaşamıyor Aşklarımı büyük kemanlarla çizdiler Korkularım oldum bittim kimsesizdiler Yanlız bir mısra mıyım ıslanıyorum Bir revolver romanımı tamamlıyor Oyun bitti bütün ışılarımı söndürdüler Yokmuşsun gibi gel öldürmek vakti gel Öteki kapımdan gel bunu açamazsın Üzerime kilitleyip mühürlediler Hem tetik bulun ardında biri olmasın Güneş doğar-doğmaz ayrıldı renkler Kapalı kapılar aralandı ha! Leş için uluyan uyuz köpekler Işığı görünce pirelendi ha! . Kış tez geldi kar kapladı yolları Arpacı kadana dikti nalları Doymayan domuzun sadık kulları Kudurmuş ayıya kiralandı ha! . Saçmanın saçması bir herif çıktı Güvenilen mülkü temelden yıktı İbiş sevsin diye saçmalar sıktı Adalet yüz yerden yaralandı ha! . Kır atı değiştik bir sakar taya Eller bindi gitti, biz kaldık yaya.. Elmalı bahçeyi kesen baltaya Sıkıldı yumruklar sıralandı ha! . Kesmeden bölen var üçü ikiye Göbekler dağ oldu hak yiye yiye Bir zinde soytarı haklandı diye Satılmış oğlanlar saralandı ha! . Horlanırken Adana'lı, Konya'lı Rağbet buldu orak-çekiç dünyalı Yakası pergelli eli gönyeli Paralandı babam paralandı ha! . Sezgiden, duygudan mahrum bir kişi Yaptı çekinmeden en iğrenç işi Sevindi Kıbrıs'ın alçak keşişi İbiş'in gözleri çıralandı ha! . Atalar ağlatan gülmez demişler Dünya süleyman'a kalmaz demişler Kaçan fırsat geri gelmez demişler Sevgimiz, saygımız firelendi ha! . Vur Emri Kesin Nazi kanıdır damarında dolaşan Hitler’in çığırından koşuyor Otto Şili... Adaletten hiç nasip almamış anlaşılan Hukukun duvarına işiyor Otto Şili.... Despotluk dans ediyor beyninde yama yama Siyonizm kavağından nar topluyor hahama Vakit’i kapatması bence dert değil amma Ayan-beyan haddini aşıyor Otto Şili.... Tez unutmuş, ırkının “soykırım” fiilini Kürek gibi her yere uzatıyor dilini Barbarlık bombasının yakıyor fitilini İptidai çağlarda yaşıyor Otto Şili.... Kara dilli bir yobaz kara düğmeye basmış Ötede diğerleri haçlı kinini kusmuş Demokrasiye kızmış, medeniyete küsmüş Führer’in kazanında pişiyor Otto Şili.... Besbelli aferini hahamlardan alıyor... Ve sonra takdis etmek papazlara kalıyor Vakit kabul gördükçe vandallık alçalıyor Yazık oldu, düştükçe düşüyor Otto Şili.... Altı milyon Yahudi yakan onlardı malûm Dünyayı fethetmeye çıkan onlardı malûm Kâbus gibi her şeye çöken onlardı malûm Göbbels, Rommel ruhunu taşıyor Otto Şili.... Türkiye’de hukukun olduğunu bilmiyor Boğazına duracak büyük lokmalar yiyor Ben kapattım, durmayın siz de kapatın diyor Hayali yaraları kaşıyor Otto Şili.... Türk-İslâm karşıtlığı gıdasıyla hıyarın Büyüme sebebini hesap eyleyin varın Kamalı haç markalı kalın yorgana sarın Beynine kurtlar girmiş, üşüyor Otto Şili.... 11.03.2005/Vakit Hukuki bir cevaba ihtiyaç duymaktayım Kurt kuzuyu boğmadan gider kime danışır? Uykularım kaçıyor, tarifsiz meraktayım Leş yiyen akbabalar hangi dilden konuşur? ... 01.03.2006/Vakit EY ACILARIMIN BAŞKENTİ. Ey acılarımın başkenti Ey gecelerimin cinneti Öyle kolay olmayacak gidişin Daha ilk adımında sendeleyeceksin Bir yangın yayılacak parmak uçlarından Bu şehrin buz tutmuş taş duvarlarına Göreceksin Gezdiğin bütün sokaklarda Düşlerim takılacak ayaklarına Titreyeceksin. Ey hayallerimin kaçağı Ey gönlümün sustalı bıcağı İlk darbeyi hatıralar saplayacak sırtına Bütün şarkılara küseceksin Sahipsiz mezarlarda bulacaksın ikimizden kalanı Ve bir duvar gibi çarpacak kimsesizliğin yüzüne İrkileceksin. Ey yalnızlığımın miladı! Ey uykularımın celladı! Önce kendi yalanların hançerleyecek seni Sonra 'keşke'lerin Bir kar yangınında buzlar misali çözüleceksin Gözlerinden kara yağmurlar gibi dökülecek pişmanlığın Tükeneceksin.... Ey çığlıklarımın sireni! Ey ömrümün kara treni! Köhne bir istasyonda Tek kanatlı bir kuş konacak omuzlarına Kırdığın bir kalbi bırakacak avuçlarına Şaşıracaksın İşte bu son durağı olacak kaprislerinin Delik deşik bir hasretle düşeceksin kaldırımlara Ellerin bile el vermeyecek sana Ayakların çoktan çekip gitmiş olacak Gözlerin en uzak yıldızlara takılacak Yıkılacaksın Bir sen bir de o taş kalbin Kalacak sokak ortasında Kaderinse yaşlı bir çöpçünün yorgun ellerinde Ağlayacaksın Belki biraz geç olacak ama İşte o gün.... Kimi kaybettiğini anlayacaksın.... Ahmet Selçuk İlkan. 'Erkekler hep yalnız ağlar' kitabından www.ahmetselcukilkan.com.tr Ne zaman elime bir kalem alsam Sana seslenmek geliyor içimden Güzelliğini hatırlıyorum bir yaz günü Yine gemiler geçiyor uzaklardan Biz yosun kokulu rıhtımlarda el ele Şehirlerden İstanbul,aylardan temmuz Ne zaman elime bir kalem alsam Geçmişi seninle yeniden yasıyoruz. Ne zaman elime bir kitap alsam Hep seni okuyorum inanır mısın İstiyorum seni anlatmalı bütün romanlar Sevilen kadın hep sen olmalısın. Ne zaman elime bir kibrit alsam Yine İstanbul’u yakmak geçiyor aklımdan Bu sensiz sokakları, bu evleri Bu plajları bu denizleri Sensiz kaldığım bu şehri tüm yakasim geliyor Yine alev bir İstanbul düşünüyorum Ve çaresiz yaktığım bütün sigaraların Dumanlarında seni görüyorum. Ne zaman elime bir fırça alsam Yüzünü çiziyorum kapılara,duvarlara Bir hatırlıyorum butun hatlarını Gözlerini dudaklarını saclarını Baktığım her yere gölgen düşüyor Dokunduğum herselde senin sıcaklığın Sonra dağlar, denizler giriyor aramıza Gitgide buyuyor uzaklığın. Ne zaman elime bir kadeh alsam Delicesine sarhoş olmak istiyorum İçkiler seni hatırlatıyor yine Kırıyorum birbiri ardınca kadehleri Artık hiç birsek kar etmez biliyorum Ne dost, ne içki, ne aşk, ne kadın Gözlerimde yıllardır essiz olan Değişmeyen bir sen varsın. Ne zaman elime bir ayna alsam Gözlerimden korkuyorum, bakışlarımdan Bu seni unutamayan benden korkuyorum Uçurum çizgiler, kara gölgeler Bir sonun belirtileri yüzümde yer yer Karşımdaki yüz sefil bir akşam Hep sana sesleniyorum duyuyor musun Ne zaman elime bir kağıt alsam. günler güz yanığı sonsuza giden raylarda gümüş kum susan çöller gibi yalana buyruk akıyor bıkıyor zaman... senin maviliğinden eser yok haki yeşil bir yaz ve tel örgülerde karanfil ölüleri.... bazı salak kuşlar konduğu pencerelere tutsak yalan yanlış konmalara zemin haki yeşil bir yaz hasret mavisinde karanfil ölüleri önünden tren geçen hemzenin hayat duran zaman esneyen saatler amaçsız bir bit yarışı yürüdükçe uzayan koştukça beton yollar ve yollarda karanfil ölüleri.... limanlarında denizsiz yaşanan ezan vakti küheylan kuşluk vakti beyinsiz bir şehir diken biriktiren bir koleksiyoncu ve gül kokumsuz çim bahçelerde karanfil ölüleri.... bezgin çamurlarda nefsi müdafadır bir tozun direnişi kimsenin bikinisini çıkarmadığı haki yeşil bir yaz. ve yarasına işeyen kırık haziran makamında erotik karanfil ölüleri.... sormadan konuşan ahmak yalan değil gölge değil iz hiç değil sanal bir serinliğe sığınan çağıl çağıl bir nehir bile değil çağlayan diliyle ırmamak ve ırmaklarda karanfil ölüleri.... yaprağına kırmızı kıvrımına şarkılar dallarına suskun bir hayat öpücüğü ve haki yeşil bir yaz içre yazılan sıkkın şiirlerde karanfil ölüleri... Kara yakındı önce, hem çok yakın, Elimi uzatsam tutardı. Yıldızsız teknemdi inip çıkan gece, Kurumuş gece, kum, kömür, arduvaz... Kara yakındı önce, hem çok yakın, Denizleyin inip çıkan önümde Bir tanrının atardamarı. . Açtım, yorgundum ama uykum yoktu. Günlerce yekesiz yelkensiz Ne de çok kuş takılmıştı ardımıza, Ne çok harman gördüm köpükten beyaz... Açtım, yorgundum ama uykum yoktu. Güneşler hala sağımda solumda, Sürer gibiydi açık deniz. . Deniz en ince hayvanı belleğin Nerden kalktım, o rıhtım, o çan... Bilmiyorum o gök kıyı nereye gitti! Bir masal şebboyu çarmıhtaki yaz. Deniz en ince hayvanı belleğin bir kuşluk vakti tanrının sevdiği Görünür zaman yaratan. . Canlı mıydım? O uğursuz kıyıda Öldüğüm gün de bilemedim. Hep o sallantı, o devinim, o avcıl Bayrak, bir aş tenceresi, bir az Küfür, karı kız öyküleri, sonra Dipteki ölülerin fısıl fısıl Konuşmalarını dinledim. . Doğdum mu? Nasıl? Belki bir tezlik Yeli kımıldadı, kan gibi. Ağaç ve kızak, demir, yağ, halat, katran, Boya kutuları, sünger, tel ve gaz... Derken gün kokulu yüreğimdi ilk Yapının boş gömütünde dikili Sabırsız kaburgama çarpan. . Ruh, şarabı gördü üzümden önce Süt, kan olmak için devinir Tohum bildi herkesten önce ekmeği Gün, denizi salıvermeden batmaz. Ruh, şarabı gördü üzümden önce Ağaç ne diye kalktı çiçeklendi, Denize inmesi nedendir? . Ah yalnızlığın gömük kapıları, Aysız ayışığı gibiydim, Geceleyin gece, gündüzleyin gün Gibi suyun altınavuran yalaz. Ah yalnızlığın gömük kapıları Bir yağmuru dinlercesine bütün Anları iç içe bilirim. . Bir tekne her zaman düşüncelidir. Bizimle demirledi gece. Karaya çıktı tayfalarım uykulu. Pruvamda çok acayip bir yıldız Konmak istercesine gider gelir, Suları budanmış bir yolculuğu Sürdürmek isterdi kendince. . Kara yakındı önce, ödağacı Kokusu sarmıştı geceyi. Ve bir kuş bağırdı çağırdı tepemde, Fosforlu sesi kabarık ve ıssız. Lale rengindeydi şimşeğin dalı, Ve güneydoğunun yangını pembe Nakışlı bir çanak gibiydi. . Unutmak istemiyorum bunları, Göğün damarlarını gördüm, Fırtına kırının yaban keçisini, Koşar küpeşteme saçsız sakalsız... Ağaç gibi yırtılan karanlığı, Koca kulaklı lodosu, o fili, Ah yay biçimdeydi ölüm. . Yalnızlıktır denizin tek yasası, Aşkın altın yasasıdır o. Bir gün kum uaynır, ay gıcırdarsa Çalınırsa bir gün gömük kapımız Kalamazsın sabaha inen suda, Kalk kürek, yola düşmenin sırası Aşkın altın yasasıdır o. . Kükürt rengindeki ağzı gecenin Üfürdü huysuz karanlıkta Sintineme düşçül bir ateşböceği Kömürdüm, tahtaydım, kurumuş anız, O böcek oldu yangımı teknemin, anladım kuşun, yıldızın gizini, Başladım usuldan yanmaya. . Söndüremezdi kimse bu ateşi, Kıyıdan kesilmiş sularda, Kara hem yakındı şimdi, hem çok uzak Bir yanyanaydım onunla, bir yalnız. Devirdim bütün yüklediklerimi Ve demiri uykuda bırakarak Bindirdim eskil kayalara. . Parçalanıyordum kimse bilmeden, Ateştim cevizin içinde, Ve bir gece içinde bilmeden öldüm. Ey gece, nereden yol bulacağız, ey yaralı göğsüme düşen yelken, Ya sen kürek, solmuş rüzgar gülüm, Ya sen ne diyeceksin, söyle! . Deniz durdu, mumyası yıldızların Erir gün görmüş kayalıkta, Ve yürüdü sabah, denizin ineği. Ölünce ne yapsak sabah oluruz... Ah kara yakındı ve darmadağın Kuşları durmuş zaman kadar eski, Taşları hüzün olan kara. . Kopmuş uykunun iskeletiyim ben, Artık yelin göğsü olamam. Gördün mü ölümün gözündeki mor rengi, Söyle, ölüp dirilen Tanrı, Temmuz, Ay yapraklarının indiği bu dam, Eski düşleri taşır mı yeniden, Koca karınlı kuşlar gibi. . Bir yanda parçalanmış teknem durur, Sert tütünüyle gün bir yanda. Kara yakındı önce, hem çok yakındı, Elimi uzatsam tutardı ama Yalnızlıktır denizin tek yasası, Bütün ölüler unutulur, Yaşayanlar kalır tek başlarına. . Akşamleyin kaptan, birkaç gemici Gelip dizildiler kıyıya. Tutunacak bir tekne arar gibiydi Ayağı kayan meltem ve cigara İçerek konuştular gizli gizli, Bense dalgın bakıyordum, boşuna Koparılmış süsendim sanki. . Çalıştılar bir hafta, Ağustosun Altısında bütün iş bitti. Kesik baş çapa, iplerim, küreklerim Kumsalda şaşkın bir yığındır şimdi. Tüter el ayak, tüter ıslak odun, Denizin uzaklardan getirdiği Yabancı, anlamsız bir şeyim. . Melih Cevdet Anday Memleket havalarından bir haber ver, Eylül yağmuru nasıl düşer toprağa? Kemah’ın kapalı dar yollarında Hangi kuş hatıra çizdi dal uçlarına? . Yanıp sönen mavi ışıklarla kaybolan Yusuf Geri döndü mü yurduna? Ya Viranşehirli Yakup, Çaykaralı Musa? Onlarda döndü mü yurduna? .... Hani sen; Aşkı bir üveyikten satın almıştın Sadri. Ne oldu ona? Bıçak kesmez oldu ağzını... Susar oldun, yazmaz oldun daha... Oysa yüreğimizi koymuştuk ortaya. Hani, taşırdı be usta! . Bak yine bir Eylül havası var Sadri, İkibin’e doğru 97 Mart’ında. O gün doğan İsmail bugün delikanlı çağında İlkbaharda sonbahar, bu nedir usta? . Maltepe cigarasının adı mı var bugün? Üç bardak çayın hatırımı kaldı? Tornacının yanında çıraktı dayın, O günlerden yüzünde eser mi kaldı? Gel yine bir gurbet türküsü uçuralım. Munzur’dan İstanbul’a Fırat’ın suyundan bulgur aşına Serin göze başından Eylül ayına. Üç gurbet türküsü tutturalım Dostluk adına.... Bilirsin sende de bende de Eylül’ün acı bir tadı vardı. Şiire Eylül dediysek Elbet; Bir maksadı vardı. Elbet ölümü paylaştıran bir rüyada gülerken biliyorum, senin de gözlerin sulusepken hercai resimlere meftûn olurken asır bir garip uyku gibi sarsıyor kubbeyi sır baygın kalabalıklar içinde tek başına giriyorsun hüzünle bu meydan savaşına kuşan artık sabırlı günlerin kılıcını pervâsız şimşeklerin evine göm acını mağara duvarında görünür ruhun yüzü kafesini kıracak kuşun mavidir gözü bir rebâbın sesinde uçuşan mestaneler semâzen bir akşamın insiyâkıyla döner arzın intiharından uzaklaşır 'hû' ile binlerce vâha ile, binlerce âhû ile Bir fasulye çimleniyordu Çiseledikçe yağmur. Koştum vardım ki yanına Anlasın ne nimet olduğunu Sen git yerine! dedi Ayşa Kadın Böyle kibar erkeyin ayağ’na Ben kendi ayağ’mnan gelirim. Bu muhabbeti görünce uzaktan Kıpkırmızı oldu biberiye. Bayram nedir ki dedim kendi kendime Bayram bir ömürdür ben gibi bir deliye Özgürlük yoluna girmezsen, Bu yolda koşmazsan var gücünle, Yıkamazsan yüzünü yüreğinin kanında, Yarın avucunu yalarsın.. Adam dediğin kendini yok bilmedimi, Cayır cayır yanmadımı yürek dediğin, Hadi öyleyse uğurlar olsun. Unuttum, nasıldı annemin yüzü Unuttum, sesi nasıldı annemin. Gece bir örtü olsun anılardan Kara yüreğime örtüneyim. Unuttum, nasıldı annemin gülüşü Unuttum nasıldı ağlarken annem. Yaşam sallasın kollarında beni Küçücük oğluyum onun ben.. Unuttum, elleri nasıldı annemin Unuttum gözleri nasıldı bakarken. Kuru ot kokusu getirsin rüzgar Yağmur usulcacık yağarken. I. Yaşanmamış hatıralar bilirim Büyülü sonbahar akşamlarında Bulutlar üstünde su kenarında Yalnız hayal edilen hatıralar İşte; en ürpertici nagmelerle Bizim şarkımızı söyleyen rüzgar Sen dudagında gülümsemelerle Ben gözyaşlarımla, bu alemdeyim Fakat yine bizbize, başbaşayız Duymasan düşünmesen de; unutma Bir daha bu anı yaşayamayız.. II. Görülmemiş manzaralar bilirim Karda, kışta, belki de ilkbaharda Hür denizlerde, kuytu ormanlarda Sadece hissedilen manzaralar Bak. Dinle, neler anlatıyor yagmur Üşüyorum üşüyorum beni sar Karanlık başladı, gitme ne olur İnan degişen manzaralar degil Kiletreler ayıramadı bizi Fakat bir gün gelir de birleştirir Beyaz bir güvercin kanadı bizi. III. Söylenilmemiş mısralar bilirim Hüzün dolu yagmurlu gecelerde Alev çalgıların sustugu yerde Yalnız, yalnız düşünülen mısralar Bilinmeyen şeyler huzur içinde Bilmenin bilinmez bir korkusu var Bak bütün rüyalarım nur içinde Çünkü, bugün havasını kokladıgın Denizaşırı bir diyar bilirim Ve o diyarda seninle beraber Yaşanmamış hatıralar bilirim Beni rahmetle anarsın ya, işitsen, bir gün, Şu sağır kubbede, haib, sesimin dindiğini? Bu heyulaya da bir kerrecik olsun bak ki, Ebediyyen duyayım kabrime nur indiğini.. Hilvan, 10 Teşrînisânî 1347 (10 Kasım 1931) Diken arasında bir gül açıldı Bülbülüm bahçene ötmeğe geldim Bezirganım yüküm gevher satarım Ali pazarına dökmeğe geldim. Baç'ım vermeyince yüküm satılmaz Gevherin hasına hile katılmaz İnkar toru ile şahin tutulmaz Bir gerçek tor'una düşmeğe geldim. Ben bend oldum şu meydana atıldım İkrar verdim ikrarıma tutuldum İbtida taliptim pire katıldım Pirin eteğini tutmağa geldim. Pir Sultan Abdal'ım yüreğim döğün İmamlar rengine boyandım bugün İrehber pişirir talibin çiğin Ahiri bu imiş pişmeğe geldim Öyle bakma gözlerime Dağılmışım yosun gözlüm Hasretinin denizinde Boğulmuşum yosun gözlüm. Bir bendesin bir uzakta Bir özgürsün bir yasakta Arada bir sarılsak da Yetmiyor ki yosun gözlüm. Dağlar gibi özlesem de Hasretinden delirsem de Bir mum gibi erisem de Gelmiyorsun yosun gözlüm. Anlatılmaz bir duygu bu Vazgeçilmez bir tutku bu Unutulmak tek korkum bu Bilmiyorsun yosun gözlüm Ah, kimselerin vakti yok Durup ince şeyleri anlamaya. Kalın fırçalarını kullanarak geçiyorlar Evler çocuklar mezarlar çizerek dünyaya Yitenler olduğu görülüyor bir türküyü açtılar mı Bakıp kapatıyorlar Geceye giriyor türküler ve ince şeyler. “Memelerinde biraz irin, biraz balık ve biraz gözyaşı Bir dev oluyorsun deniz deniz deniz Sisin dere ağızlarından sokulup akşamları Fındıklarımızı basıyor Neyleriz kararan tomurcukları Çocuklarımıza yalvarıyoruz: Aç durun biraz Tecimenlere yalvarıyoruz: Bir 'Hotel' bir gizli evlenme az çiziniz Bir banka az çiziniz bir yalvarma Bizden size ve sizden dışardakilere. Karılarımızı yolluyoruz tırnaklarını kesmeye ve demeye -Evet efendim- Çocuklarımızı yolluyoruz dilenmeye Bizler gidiyoruz yatağımız tanrıya emanet Yazların motorlu çingeneleri Ah, kimselerin vakti yok Durup ince şeyleri anlamaya. Baba evleri, ilk kez girilen ırmağa dönüş Toprağa tutku, kendinden dolayı Kulaklarımızı tıkıyoruz: Para para para Kulaklarımızı açıyoruz: Kavga kavga kavga Sorar belki biri: Kavga ama neden kavga Komşumuza sonsuz balta, karımıza yumruklar içinde -Bilmiyoruz neden kavga.. Sonra kasabamızın cezaevinde Silgimizi göz önüne yerleştiriyoruz Günlerimizi iterek genişletiyoruz Yer açıyoruz karılarımızı düşünmeye Bizsiz geçen menevşeyi düşünmeye. Durup ince şeyleri anlamaya Kimselerin vakti olmasa da Okulların kadın öğretmencikleri Tatil günlerini çoğaltsalar da Kutsal nemiz varsa onun adına Gözlerimiz için bağlar dokusalar da Birikimler ve çizgiler gitgide gitgide Açmaya ilk yaz çiçekleri. Bir gün birileri de öte gecelerden Islık çalarlar yanıt veririz” Aç toylar uçar Geride yavruları Yarım İstanbul Hacer Yarım Almanya Ali.. Donar kalır kum çakıl betonlarda Gelirim, biraz para, önümden çekil! Yarım Almanya Esma Yarım İstanbul İsmail. Yıkılan sarayımdan tek bir nakış kalmadı; Dışa mıhlandı gözler, içe bakış kalmadı. (1983) Soğuk ve şehirlerarası otobüslerde vazgeçtim çocuk olmaktan Ve beslenme çantamda otlu peynir kokusuydu babam... Ben seninle bir gün Veyselkarani'de haşlama yeme ihtimalini sevdim. İlkokulun silgi kokan, tebeşir lekeli yıllarında Ankara'da karbonmonoksit sonbaharlar yaşanırdı o zaman özlemeye başladım herkesi... Ve bu hasret öyle uzun sürdü ki, adam gibi hasretleri özlemeye başladım sonra.. Bizim Kemalettin Tuğcu'larımız vardı... Bir de camların buğusuna yazı yazma imkanı... Yumurta kokan arkadaşlarla paylaşılan kahverengi sıralarda, solculuk oynamaya başladık.. Ben doktor oluyordum sen hemşire, geri kalanlar kontrgerilla... Kırmızı boyalarla umut ikliminde harfler yazılıyordu pütürlü duvarlara ve Türk Dil Kurumu'na inat bir Türkçeyle... Ağbilerimizden öğrendik, S harfinden orak çekiç figürleri türetmeyi.. Ankara'ya usul usul karbonmonoksit yağıyordu. Ve kapalı mekanlarda sevişmeyi öneriyordu haber bültenleri. Oysa Ankara'da hiç sevişmedim ben. Disiplin kurulunda tartışılan aşkım olmadı benim.. Sınıfça gidilen pikniklerde kıçımıza batan platonik dikenleri saymazsak.. Ankara'ya usul usul kurşun yağıyordu.. Ve belli bir saatten sonra sokağa çıkmamayı öneriyordu haber bültenleri. Oysa hiç kurşun yaram olmadı benim Ve hiç bir mahkeme tutanağında geçmedi adım Çatışmaların ortasında sevimli bir çocuk yüzüydüm sadece Sana şiirler biriktiriyordum fen bilgisi defterimde, ama sen yoktun Ben, senin beni sevebilme ihtimalini seviyordum, suni teneffüs saatlerinde Okul servisi seni hep zamansız, amansızca bir lojman griliğine götürüyordu Ben, senin benimle Tunalı Hilmi Caddesi'ne gelebilme ihtimalini seviyordum. . Ben, senin beni sevebilme ihtimalini seviyordum. . Yaz sıcağı toprağa çekiyor da tenimin çatlamaya hazır gevrekliğini Sonra otobüs oluyordum, kırık yarık yolların çare bilmez sürgünü Ne yana baksam dağ ve deniz sanıyordum Muş ovasının yalancı maviliğini Otobüs oluyordum bir süre Yanımızdan geçen kara trenlerle yarışıyordum, yanağım otobüs camının garantisinde Otobüs oluyordum Bir ülkeden bir iç ülkeye Çocukluğuma yaklaştıkça büyüyordum. Zap suyunun sesini başına koyuyordum şarkılarımın listesinin Korkuyordum Sonra iniyordum otobüsten Çarşıdan bizim eve giden, ömrümün en uzun, ömrümün en kısa, ömrümün en çocuk, ömrümün en ihtiyar yolunu koşuyordum. Çünkü sonunda annem oluyordum, babam kokuyordum sonunda.. Soğuk ve şehirlerarası otobüslerde vazgeçtim çocuk olmaktan Ve beslenme çantamda otlu peynir kokusuydu babam Ben seninle bir gün Van'daki bir kahvaltı salonunda Ben seninle sadece bilmek zorunda kalanların bildiği bir yol üstü lokantasında Ben seninle, Ağrı dağına mistik ve demli bir çay kıvamında bakan Doğubeyazıt'ın herhangi bir toprak damında Ben seninle herhangi bir insan elinin terli coğrafyasında olma ihtimalini sevdim . Ben senin, beni sevebilme ihtimalini sevdim! Tellerden dökülen huzur havası Katran; yağlıkara bezir havası Yitti ilimizin hazır havası Birde gıdıklarlar bizleri hasan.. 'Gayrı doğmaz' deriz, güneş batarken Ellerimiz titrer imza atarken Sonsuz acımıza acı katarken Sansarca parlıyor gözleri hasan. . Seğmenleri sarhoş, hünerli gizir Sanki canlarımız onlara nezir Bakarız bakarız görünmez hızır İmana küfreder sazları Hasan.. (Vur Emri) Bir muhabbethanedir şol dergah hikmetini bil, Bade ile mus eyke, dostun kıymetini bil, Fazla işretten kaçın, ahengi bozma sakın, Ehl-i-dil olmak gerek, cehlin zilletini bil! . Caniden farkın olmaz, bozarsan meclis-i mey! Paran ile övünme, burda herkes paşa bey, Meclis-i muhabbette olmıya uzak yakın Bu kubbenin işreti ibadetle aynı şey. Caniden farkın olmaz, bozarsan mecls-i mey! Şarap içti mi, dilenci sultanlaşır; Tilki çıkar deliğinden, aslanlaşır; Yaşlı başlı adam delikanlaşır; Delikanlı yaşça basca olgunlaşır. Günahlarım çok olmasına çoktur benim, Ama dinsizler gibi umutsuz değilim: Cennet cehennem umrumda değilse de Ötede hem şarap olacak, hem de sevgili. Derdin avucundan şarap içmedikçe Bir yudum su içmiş değilim gönlümce; Kimsenin tuzuna da ekmek banmadım Ciğerimi kebap edip yemedikçe.. Hergün şarap çümbüşüne dalanların da Her gece mihrap önünde kalanların da Islanmayanı yok, yağmur altında hepsi: Bir uyanık var, ötekiler hep uykuda. Unutma, amansız feleğin çarkındasın; Şarap iç, çünkü ateşten bir dünyadasın; Madem ki yerin önünde sonunda toprak Farzet ki üstünde değilsin altındasın. . Sevgiliyle sabah içmedeyiz, saki; Biz Nasuh tövbesi bilmeyiz, saki; Yeter okuduğun Nuh hikayesi Hemen dolsun huzur kasemiz,saki. Madem aman vermiyor ecel, saki, Kadeh boş kalmasın, aman gel, saki; Şu üç beş günlük dünyada gam yemek Bizim gönlümüzce iş değil, saki. . Şarap sonsuz hayat kaynağıdır, iç; Gençlik sevincinin pınarıdır, iç; Gamı yakar eritir ateş gibi, Sağlık sularında şifalıdır, iç. Açılmışken nasılsa mutluluk gülün Niçin elinde kadeh yok böyle bir gün? Şarap iç, can düşmanındır geçen zaman: bir daha bu fırsatı bulman ne mümkün? Kim yüreğini uydurduysa aklına Bir anını yitirmedi bu dünyada; Ya Tanrı uğruna ekmek verdi candan Ya rahatını aradı buldu şarapta. Bir düelloda Daha büyük bir şey vardır Ve daha acıdır bu Ölümden de ölüm korkusundan da. Bakarsın dün en güvendiğin kişi Karşı tarafın şahidi olmuş İşte acıdır bu da Ölümden de korkusundan da. Daha da acısı vardır ama O da sevdiğin kadının Karşı tarafı ziyarte etmesidir Bu bir nezaket ziyareti de olsa Düello gerçekleşmemiş de olsa Acıdır bu Ondan da ondan da. Daha da acısı Kılıcın elinde Alnında bir tutam güneş Kalakalıyorsun ortada Günümüzde insan olmanın Çok ağır bedeli var Ya parçası olacaksın alçaklığın Ya seni parçalarlar. Oysa insan olmak Çoğalabilmektir başkalarıyla İnsansın, birinin canı yanarken Seninde canın yanıyorsa. Bir bombayla canına kıyılan Çoğalmasını bilen biriydi Daha az Uğur Mumcu'yduk dün Daha çok Uğur Mumcu'yuz şimdi Ahiret yollarında dünyanın Sırat’ı var Seyrettim milyonların kölelik beratı var Birinin kedisi yok hırsız fareyi tutsun Birinin kör hırsı var, birinin kıratı var.. 24.02.2009 Bütün yollar aşktan geçiyor, görüyor musun? Bir aşk çizgisi var her şeyden öte O çizgiden başka bütün çizgiler Aşkı tüketmede. Kimi dik çizgilerin kimi paralel Eğri büğrüsü, düzgünü, kalını, incesi Ve bir gün sarıyor bütün çizgileri Ölüm çizgisi. Bense hep seni çiziyorum kağıtlara, duvarlara Yeşillerle, morlarla, mavilerle Resmini yapıp adını yazıyorum Renk renk çizgilerle. Tut ki iki noktayız birbirinden uzak Bir çizgiyle aramızı birleştiriyorum Sonra bir ev yaparak çizgilerden İçine seni yerleştiriyorum. Başlıyoruz geometrik yaşamlara Nokta nokta, şekil şekil Ve bir tek çizgi oluyoruz seninle, mutlu Öbür çizgiler umurumuzda değil. Her düşünce aşka teğet geçiyor Tanığı çizgiler var olduğumuzun Bir aşk çizgisi var her şeyden önce Bütün yollar aşktan geçiyor, görüyor musun? Daha dokunmadan kurudu irem çöllere bir türlü yağamıyorum yeni bir koşunun başlangıcında biraz deprem sonrası biraz şehir hülyası bir kalp yangınından geriye kalan siyah gözlerine beni de götür artık bu yerlere sığamıyorum. . Pembe uçurtmalar yolladığından beri sarardı tiryaki menekşeleri sonbaharın tozlu kafeslerinde sevgi turnaları yakalıyorum turnalar gidiyor; ben kalıyorum avareyim,asudeyim,yorgunum bilmiyorum neden sana vurgunum Erzurum garında banklar üstünde uyku tutmuyor karanlıkları yitik düşlerimi kovalıyorum gölgeler gidiyor; ben kalıyorum. . Binbir türlü kokuyorsa yaylalar siyah gözlerine beni de götür baharın koynundan koparıp sana ipek bir mendile sardığım yüreğimle şehzade gülleri gönderiyorum umutlar kalıyor; ben gidiyorum. . Bütün yelkenlileri,deniz fenerlerini kaptanları sorgulayan yanından geçen küheylanların korku tufanına yakalandığı siyah gözlerine beni de götür güneş ülkesinden gelen yiğitler benzeri olmayan bir dünya kursun cellat,ayrılığın boynunu vursun. . Usul usul intizarı çürüten bu hercai diken,bu çılgın arzu sürüklüyor imkansız muştuların eşiğine gönül vadilerini bir ağaçtan düşen yapraklar gibi düşüyorum tanyerine ya topla yaralı kırlangıçları ya da bu vefasız şarkıyı bitir özgürlüğe giden tutsaklar gibi siyah gözlerine beni de götür. ' Kafire kalktı ölüm, mümine var! ' deseler Kim ' Ben müminlerleyim, bana Allah gerek ' der? (1980) Sabahtan uğradım ben bir güzele Ala gözlerine sürmeler çekmiş Taramış zülfünü dökmüş bir yana Salıvermiş ince belin üstüne. Bir hoş durur eda naz gibi Arkasında saçı tel tel saz gibi Has bahça içinde top nergiz gibi Karalar mı giydin al'ın üstüne. Alma alma yanakları al gibi Boyu uzar gider selvi dal gibi Seherde açılan gonca gül gibi Sandım kan damlamış karın üstüne. Çıka çıka çıktım yoluna vardım Verdiği çevreyi koluma sardım Uğrunda ölümü göze aldım Dİvanına durdum yolun üstüne. Çekiverdim gücün gücün içine Al karanfil takmış sünbül saçına Ömrümü koymuşum ferman bacına Yarim sultan olmuş ilin üstüne Romalılar aslanlara atarlarmış Hıristiyanları. O Hıristiyanlar ki Romalılardan daha dürüst, daha düzgün, daha uygar bir düzene inanmaktan başka suçları yoktu... Romalılar oyalamak için işsiz yığınlarını O zamanın gazetesi Ve Hürriyet’i olan Coliseum stadyomunda Aslanlara atarlarmış sen gibi ben gibi Mehmet Turgut gibi insanları O Mehmet Turgut ki İşsiz olmaktan başka suçu yoktu İşsiz parasız evsiz-barksız Ve aslanın kafesine girdiğini farketmeyecek kadar uykusuz... O Mehmet Turgut ki Libya’ya gitmek için sıra bekleyen bir Kunuri Aslanıydı Adana’nın Girne yolunda bir lunaparkta Buldular parçalanmış vücudunu... Sade Adana’nın Girne yolunda değil Roma’da da böyle Oyalamak için işsiz yığınlarını Ve belki de azalsın diye işsizlerin sayısı O zamanın gazetesi Ve Hürriyet’i olan Coliseum stadyomunda Aslanlara atarlardı sen gibi ben gibi Mehmet Turgut gibi insanları... Ama Ali adındaki O kendi de müebbete mahkum aslan Aslanlar akıllanıyorlar mı nedir Yemedi kardeşim yemedi Kore Gazisi Mehmet Turgut’un göğsündeki Silver Star nişanını! Bulup unuttuğum mısra nerdesin İçimden kaçıran hangi uçaktır . O tepe baştepe yabancıların Onlarca aldatış utkudur taktır . Kanımın nehriyle cetvellediğim Bu toprak söyleyin neden çoraktır . En kara putların saldırısından Yurdumun ki alnı ay gibi aktır . Anamı sorarsan büyük doğudur Batı ki sırtımda paslı bıçaktır . Yiğitler yol alsa destana doğru Şehitler gözümde aynen bayraktır . Gel kurut bu çağın kargaşasını Seninle beklenen şimdi şafaktır Öğrenemedik hâlâ Baykuş kimdir, Doğan kim? Vatanı parselleyen, milletimi sağan kim? Dinmeyecek mi acep bu uğursuz fırtına? ! Şamata çok, şaşırdık, gürleyen kim, yağan kim? [b]Dün gece uzun uzun Seni andım ağladım. Sonu yok yolumuzun Ona yandım ağladım[/b].. Kim bilir acımızı Bu yasak aşkımızı O eski şarkımızı Çaldım-çaldım ağladım! ... [b]Dolaştım sokaklarda Ağaran şafaklarda Seni senden uzakta Sardım sardım ağladım[/b]. İmrendim sevenlere Sarılıp gidenlere Elele gezenlere Baktım baktım ağladım. [b]Benimsin bende değil Ellerim sende değil Yanmamak elde değil Yandım yandım ağladım[/b].. Tuza bastım yaramı Aşkla açtım aramı Sensiz son sigaramı Yaktım yaktım ağladım. Varlığını sabah diye selamlıyanlardan- Yokluğunu gece sayanlardan- Yüksek göklerde kutsal ateşi gölgeleyen- Ağlayarak ümit için her saat seni kutsayanlardan- Yaşam için-ah. Hepsinin üstünde, Derinlere gömülü inancın Gerçeklik Erdem ve İnsanlıkta canlanması için- Ümitsizliğin menfur yatağında ölmeye yatanlardan, Birden yükselir, senin mırıldandığın sözler üzre, 'Işık olsun' Mırıldandığın sözlerin, gözlerinin- Seraphlara özgü bakışıyla gerçekleşen- Sana en çok borçlu olanlardan-şükranı Tapınmaya benzeyen-ah, anımsa En doğrusunu-adanmış olanı en çok tutkuyla, Ve düşün ki bu güçsüz dizeleri o yazdı- O yazdı, yazarken ürperip düşünerek Bir olduğunu ruhunun bir meleğinkiyle I. Söğüt ağaçlarının Bulutsu serinliği Gümüşsü bir renge Çevirirken akşamı Uzak dağ başlarını düşürür aklına. Çıkar sedef kakmalı Gümüş çakını o zaman Bir dal kes ışkınlardan Ve usulca yaslan Yaşlı bir çınarın yorgun göğsüne. Çınarlar ki ağırbaşlı Ve biraz bilgedirler Yorgun ve kederli Gövdeleriyle onlar Nice öyküler dinlemiş Çok umur görmüşlerdir. Nice aşkların tanığı Nice gizlerin suskun Taşıyıcısıdır çınarlar Ve bu yüzden saygın Bir yerleri vardır Halk duyarlığında. Ve derler ki onlar için Kendilerinden başkasını ele vermemişlerdir. II. Uzak dağ başları Yalnızlıkları getirir aklına Bir de efkarlı türküleri Ve senin yalnızlığın Ancak dağlara sığabilir Bir de türkülere. Belki bir zaman Geçitler kapanmış Koyaklar tutulmuş olabilir Yabanıl sesler, ateşböcekleri Kıpırdayıp durur çevrende Bir de sessizlik. O zaman Bir tutam kekik Bir tutam dağlalesi kopar Ve usuldan usuldan Söylemeye dur Eşkiya türkülerini. O türküler ki biraz kederlidir Ama kendilerinden başkasını Ele vermemişlerdir Göreceksin önce çobanlar Ses verecek sana Sonra bütün bir doğa. Doğayı aldın mı yanına Gürül gürül akan kalabalıksın Üstelik eşkiya türküleri Ve çınarlar seninledir O zaman çekinme Düş yollara Sancısını yaşıyorsun kaç zamandır Yeni bir güne sevinçle başlamanın Yoluna ışık tutan sözcükler Var mı o günün ışıltılı kanatlarında Rüzgara dost olan soluklar var mı Altını çize çize soruyorsun nedense Ki hep aldatılmış olduğun kendine. Adın çoktan çocuğa çıkmış oysa Çoktan anlaşılmaz olmuşsun Şu güzel ömrünün tam ortasında Kuşları sora sora düşen yapraklara Ey çılgın Kanadı kırık her kuşa Kanat olmaktan yorulmuşsun. Bulutları çarpışa çarpışa yorgun Bir gökyüzüdür artık gülüşün Soğuk harp bitti Sıcak savaşlar başladı Memleketim de bir içsavaş halinde Memleketim bir içkanamada Mezralar yanıyor Köyler yanıyor İçim yanıyor Çocuklar ağlıyor Analar ağlıyor Anamız ağlıyor İçerde onbin aç Dışarda yüzbinlerce çıplak Barış için döğüşelim Döğüşelim barış için Yokluğunda içimin karanlığı eksilmez Dakikalar uzar da gece bitmek bilmez Sadece uzaklarda yanıp söner o ışık Kutup yıldızı gibi görülür, erişilmez. Bugün yine düsünemiyeceğin kadar başım belada Köşe başları tutulmuş üstelik yağmur yağmada İler-tutar yani yok Fişlenmişim adım-eşkalim bilinmekte Üstelik göğsümde yani tam şuramda Kirli sakkalıyla bir eşkiya gezinmekte Başım belada Adamın biri vurulmuş sokakta Cebinde adresim bulunmuş Başım belada Tabancamı unutmuşum helada Nerden baksan tutarsızlık Nerden baksan ahmakça Sevdim inanamayacağın kadar seni esmer kız Kirpiklerimde çırpınan şu tuzlu gözyaşımda İhanetin adı yok Neylersin ki çember daralmakta Şimdilik hoşçakal yaban çiçeğim Yasal mermisiyle bir komser yaklaşmakta... Taş merdivenler gibi, aşınmış ayaklardan, Secde yerine çarpa çarpa alinim aşınsa Göklerin kaimcisiyle yediğim dayaklardan, Erisem de, tabutum boşmuş gibi taşınsa. Bir garip insan olsam, benzemez hiç kimseye; Tek hece bilmez, tek renk görmez, tek ses işitmez. Karanlığı, yoğursam nura döndüresiye. Tırmansam o ana ki, yek paredir ve bitmez. Bir yağmur mevsimi sevişmeliyiz seninle O kapkara, o delinmiş gökkubbenin altında Çılgınlar gibi... Islak çimenlerin üstünde boylu boyunca... Yağmur altında saatlerce günlerce Hep benim olmalısın böyle serin böyle soğuk Baksana çıplak atlar üşüyor mu Ne boyunlarında atkı Ne üstlerinde yağmurluk. Bir yaz elbisesi giy, ipekli Öyle gel benimle yağmur altına Ayakların çamurlu, elbisen tenine yapışmış olsun Hep böyle kadın, hep böyle istekli Ve gözyaşların... Yağmura karışmış olsun Kapımın zilini söktüm Gelen sen değilsin diye! Bütün perdeleri örttüm Geçen sen değilsin diye! . Eşime dostuma küstüm Selamı sabahı kestim Nasılsın diyene sustum Soran sen değilsin diye! . Doydum acılara doydum İçimi hasretle oydum Dudağıma yasak koydum Öpen sen değilsin diye! . İçimde dağlar devirdim Mutluluğu yere serdim Gülen yüze yüz çevirdim Gülen sen değilsin diye! . Şaşırıyor her postacı Bakıp bana acı acı Açmıyorum mektupları Yazan sen değilsin diye! gondulardan gelmişik açlık nedir bilmişik aman ağbey yaman ağbey gör bizi. sabahın seherinde sıcak yataktan kopmuşuk da gelmişik bu güvenpark'a gelmişik de birikmişik bu güvenpark'ta 'angara angara güzel angara' aman ağbey yaman ağbey gör bizi. çorum'lardan suvas'lardan oluruk çangırı'dan ezirgan'dan gelirik gırşeher'den yozgat'tanık vallaha anşe'lerik fatma'larık gülüzar'larık güllü'lerik hatçe'lerik ağbeyim açlık nedir bilirik hele sen bir al bizi hele sen bir olur de biz her işi görürük. cam silerik parıl parıl halı kilim silkerik ağartırık gap-gacağı aş da yaparık çamaşır dikiş nakış yatak da gabartırık süpürürük tertemiz gül-gülüstan ederik bakma öyle kibir kibir ağbeyim bakma öyle horgörük hele sen bir olur de hele sen bir al bizi hele sen bir goku sür sultan olur sekerik açlığın dini olmaz ağbeyim yoksulluğun vatanı kör olasın gahpe devran biz açlığı bilirik. güvenpark'ta bir anıt var gördün mü aha böyle yamrı yumru bir daşdan bildin mi yazıyo ki o anıtta ağbeyim 'övün çalış güven türk' garga bokun yememiş it deşmemiş çöplüğü biz gelirik gondulardan ağbeyim aha orda bekleşirik beklerik ki gelsinler bizi ordan alsınlar yap desinler aha şunu yap desinler aha bunu üşenmezik erinmezik biz her işi görürük yeter ki gelsin epmek yeter ki brakmasın bu can bu teni. türkük diye övünüyok ağbeyim açlık türkü bilmiyo ki varak diyok iş üstüne çağır çağır gelmiyo ki çalışsak da güvensek da ağbeyim övünsek da olma mı anam sayrı üç yıldır babam işsiz ağbeyim gardaşlarım daha güççük daha suçsuz ağbeyim birileri gelse de alsa ya beni yuğsam da arıtsam ya kirlilerini. dersim'lerden suvas'lardan oluruk gıtlıklardan gıyımlardan gelirik erinmezik üşenmezik ağbeyim biz açlığı bilirik güvenpark'ta o anıta selam saygı ederik Berçenek'ten yaya geldim Amman doktor bak bebeğe Beşiğini elden aldım Yandım doktor bak bebeğe . Yıkık yuvam kara yasta Yalvarırım eşe dosta Annesi bebekten hasta Amman doktor bak bebeğe . Kuru soğan yağsız aşım Yırtık bağrım açık başım Bir şey değil vatandaşım Amman doktor bak bebeğe . Allah için bir merhem çal Öldürür beni bu vebal Param yok ceketimi al Amman doktor bak bebeğe . Mahzuni Şerif çobandır Meskenim dumanlı dağdır Bebektir amma insandır Amman doktor bak bebeğe Oldum olası içsel yolculukları, bağlanmayı, mistisizmi ve aşkı severim. Aşkın insandaki en yoğun mistik duygu olduğuna inanırım. Âşık insanları bilge, derviş ve üçüncü gözü (feraset gözü) açılmış insanlar olarak görürüm. Aşk acısının, evreni yaratan yüce bir güç varsa (kimse o) onun tarafından verilmiş bir tılsım olduğuna inanarım. . Aslında hiçbir dine inanmam. Dinciliğin insanlığı yozlaştıran akımlar ve güçler olduğuna inanırım. Papazları, hahamları ve imamları hiç sevmem. Bu kişilerin dünyadaki yoksulluğun, baskıların ve can sıkıntısının bekçileri olduğunu düşünürüm. Kiliselerde, camilerde, sinagoglarda içim boğulur, duramam. Ama zaman zaman içim daralınca, aşk ırmakları tıkanınca, en yakın bildiğim insanların anlayışsızlıkları, bencillikleri ile karşılaşınca, hiçbir kadının benim sevgime layık olmadığını anladığımda, bir güce, esirgeyen, şefkatle koruyan, sonsuz hoş görülü bir güce yakarıp, ağlamak, ruhumu ona açıp, onunla dertleşip, birleşmek isterim. . Alkol içimdeki mistik duygularımın kapısını açan tılsımlı bir anahtardır. İçimdeki o uzun yolculuğa alkolle başlarım. Alkol içimdeki lambanın ışığını yakar. Alkolle, “ölmeden önce iyi insan” olurum. Hırslarım, kıskançlıklarım, dünyevi zaaflarım, bencilliklerim pençelerini içimden çeker. Alkolle aşkın ve bilgeliğin yolları açılır. Geriye doğru rüya görmeye başlarım. Sevdiğim bütün kadınlar, çocukluk arkadaşlarım, mücadele dostlarım, unuttuğum kardeşlerim hepsi aklımdan, rüyamın sahneleri içinden birer birer geçer. Kalbimin çektiği filmdir o. Sevdiklerim, dostlarım, yakınlarım beni istedikleri gibi kırabilirler. Bencil ve hoyrat olabilirler bana karşı, olsun ben aşk yoluna çıkmışımdır. Gözlerimi içime çevirmiş, alkolümü yudumlamış, içimdeki ışığı yakmış, rollerini sevgililerimin, dostlarımın kardeşlerimin oynadığı filmi seyre koyulmuşumdur. İçimdeki o büyük yolculuk başlamıştır. . Geçenlerde, yazdığım senaryoda geçen bir tarikata gittim. Tophane’deki Kadir-i tarikatında zikir vardı. İki katlı ahşap bir evin ikinci katına çıktığımda 40-50 adam, “Allah... Allah...” diyerek heyecanla büyükçe bir odanın ortasında dönüyor, dans ediyor, birbirlerine sarılıyor, heyecanlı sesler çıkararak kendilerinden geçiyorlardı. Zikirleri, yani mistik dansları iki, üç saat sürdü. Açıkçası bu adamların içinde bulunduğu ortamı, hiçbir şeye inanıp onun etrafındaki bu duygusal bütünleşmeyi tuhaf bir kıskançlıkla izledim. İşte kendilerine benim ve benim gibi birçok insanın bulamadığı bir manevi iklim yaratmışlardı. Kısa bir süre için de olsa birbirlerine derinden bağlanmışlardı... . Zikirden sonra hemen hepsinin yüzünde garip bir sevinç, bir hafiflik, bir arınmışlık vardı. Bizim gibi insanların arasında pek rastlanılmayan bir duygu iklimiydi söz konusu olan. Duydum ki bu tarikata meyhaneden gelip katılanlar varmış. Burada “meyhane ile Tanrı arasında güzel köprüler” kuruluyordu demek ki. Burada mezhebin, dinin katı kurallarının çokça önemi yoktu. Hoşuma gitti. Bir kez olsun bu coşku dolu zikri yaşamak istedim. Belki kendimi omuzlarıma binen endişe yüklerinden kurtarırdım. Yakınlarımın, arkadaşlarımın, bencil arzularını, hoyrat sözlerini, düşüncesiz hareketlerini biraz olsun yüreğimden atar, şu gelip geçici dünyada birkaç saat olsun, yerçekiminden kurtulabilirdim. Ama nerede? Zikir bitti. Adamlar yüreklerinde hafifliği, o mistik coşkuyu atar atmaz, hemen birbirleriyle polemiğe başladılar. “Sen niye iki adım öne çıktın? ”, “Siz arkadan geç geliyorsunuz.” “Ayaklar tempolu değil.” “İkinci grubun sesi duyulmuyor.” vs. vs. Tanrım meğerse o coşku yumağı hesaplı kitaplı bir folklor gösterisiymiş. Sıkıntılı bir müsamereymiş. Düşlerim alt üst oldu. Ben insanların kendi ışıklarıyla, ne hissediyorlarsa, içlerinden geldiğince zikir yaptıklarını ve özgürce hareket ettiklerini sanıyordum. Ama pek öyle değilmiş. Ben yakıştırmışım bütün bunları onlara. Üzüntüyle ayrıldım tarikattan. Bir meyhaneye girdim. Bir ufak rakı söyledim. İçimin ışığını yaktım. Başladım içimdeki rüyayı seyretmeye. Bugüne dek âşık olduğum kadınların yüzüne yaklaştırdım içimin ışığını. Tanrı da bendim, din de, aşk da bendim... Haykırır paleti tutuşan ressam, 'melezim ben', haykırırlar bana kovalanan hayvanlar, 'melezim ben', sızlanırlar gezgin şairler, 'melezim ben', tekrarlar her köşenin günlük acısında rastladığım insan, 'melezim ben' ve altın kaplamalı tahtadan bir bakireyi okşayan ölü bir ırkın gizemine varır bu: 'melezdir benden doğma bu acayip çocuk'. Melez değil miyim ben de bir yandan çarpışmasında (birleşip, ayrılan) aklımı karıştıran iki gücün, o güçler ki ağaçta daha olgunlaşmadan hapsolmuş meyvenin garip tadını hissettiğinde beni çağıran. Dönüyorum İspanyol Amerika'sının sınırına, kıtayı saran bir geçmişi tatmaya. Kayıp gitmektedir hatıra silinmez bir yumuşaklıkla bir çan sesiyle ta uzakta. Zamanlar iyi kotu yaşanır gider Sanma bu yol sonsuza uzanır gider. Anahtar açmaz olur bir gün kilidi Ne kalmışsa içinde paslanır gider. Kişi çıktığı yerden düşer ansızın Bir salıncak boşlukta sallanır gider. Bir gün anlar her şeyin boş olduğunu İnsan insanlığından utanır gider. Çöker omuzlarına birden gökyüzü Ne bulmuşsa hepsinden usanır gider. Dönülmez bir yerinde yaşantısının Her insan bir rüyadan uyanır gider. Bir gün geçi ümitler solar çaresiz Sevenler sevilenler aldanır gider. Anlarız her gerçeği son dakikada Bir hançer bağrımıza saplanır gider Gül yüzlünün kalbini eğmek istersen, Dikene de razı ol, değmek istersen. Yüz parçaya bölünmüş tarağa bir bak; O güzelin saçını sevmek istersen! . (Hayyam'ın Türkçe Yüzü-Türkçe Yeniden Yazan-Yalçın Aydın Ayçiçek-Can Yayınları) Bitmeyen ne var ki dünyada? Dağ mı? Deniz mi? Çöl mü? Biter! . Şan mı? Şöhret mi? Para mı? Biter! . Öyleyse aşk da biter Ya uzakta! Ya kucakta! Namaza gidiyorum, alay dizilmis, Ihtisamimla uzuyor yollar. Bazen davet eder kölelerim hayata vücudumu: 'Magrur olma padisahim, senden büyük Allah var...'. Vakti altin gibi serpiyorum, Kapisiyor, genç, ihtiyar. Sularin ve kuslarin sesleri yanim sira: 'Magrur olma padisahim, senden büyük Allah var...'. Ben ki kitalar kesfetmisim, nesillerden, Ben ki cihan kadar. Gündüzün bittigi yerler karanlik: 'Magrur olma padisahim, senden büyük Allah var...' Ey hüznün ötesinden içime bakan melal Ahuların seni kıskandığını Kalbime fısıldarken rüzgarın dudakları Yüreğine tutunmak istiyorum sessizce Esrik bakışlarını ayırma gözlerimden. Şafak hatıraların kanadında gizlidir Tanyeri bir çocuğun avuçlarında Ey ömrümü bir bahtın ucunda yakan melal Ruhumu bir gül gibi ellerine bırakıp Zambakların sırrına yürüyorum sessizce Esrik bakışlarını ayırma gözlerimden. Ey damar damar öfke, pıhtı pıhtı kan melal Nerede, karanlığa hükmettiğimiz günler Neden böyle vurgunuz ateş dilberlerine Erdem çiçek özüdür, yıldızlardan süzülür Pembe bir yanılgıdır hayatı büyülemek Yabancı doruklara uzatma ellerini Esrik bakışlarını ayırma gözlerimden. Ey gönlünü bir damla suya bırakan melal Yenilgi doldurulmuş diye bardağımıza Prangaya vurmalı mıydık geçmişimizi Zamanın yılgınlığı gömülmeden toprağa Ruhumu bir sır gibi mehtabına gizleyip Eski umutlarıma dönüyorum sessizce Esrik bakışlarını ayırma gözlerimden. Terkediyorum uykuda gülümseyen kuşları Şehrayin siliniyor ufkumdan; gün dönüyor Ey dünyama ırmaklar misali akan melal Yakındır, gökyüzünde açması çiçeklerin Kaktüslerin bahara erişmesi yakındır Ayırma gözlerimden esrik bakışlarını Esrik bakışlarını ayırma gözlerimden. Ey hüznün ötesinden içime bakan melal Ey ömrümü bir bahtın ucunda yakan melal Ey damar damar öfke, pıhtı pıhtı kan melal Ey gönlünü bir damla suya bırakan melal Ey dünyama ırmaklar misali akan melal Esrik bakışlarını ayırma gözlerimden Seni görüyorum yine İstanbul Gözlerimle kucaklar gibi uzaktan Minare minare, ev ev Yol, meydan. Geliyor Boğaziçi'nden doğru Bir iskeleden kalkan vapurun sesi Mavi sular üstünde yine Bembeyaz Kızkulesi. Bir yanda, serin sabahlarla beraber Doğduğum kıyılar: Beşiktaşım Baktıkça hep, semt semt, yer yer Beş yaşım, on beş yaşım, ah yirmi yaşım. Durmuş bir tepende okuduğum mektep Askerlik ettiğim kışladır ötesi Bir gün bir kızını benim eden Evlendirme dairesi. Benim de sayılmaz mı oralar Elimi tutar gibi iki yanımdan Babamın yattığı Küçüksu Anamın toprağı Eyüpsultan. Önümde, açık kollarıyla boğaz Çengelköy'den aktarma Rumelihisarı İstanbul, İstanbul'um benim Kadıköy'ü, Üsküdar'ı. Gün olur, Köprü ortasında durur Anarım, Adalar'da çamların uykusunu Gün olur, Beyoğlu'nu özler içim Koklamak isterim Tünel'in kokusunu. Bulut geçer üstünden Gemi gelir yanaşır Bir eski türküdür, kulağıma fısıldar 'İçi dolu çamaşır.'. Göğünde tanıdım ayın on dördünü Kırlarında bilirim baharı Her şey içimde, her şey İstanbul yadigarı. Bir daha görüyorum seni dünya gözüyle Göğün hep üstümde, havan ciğerlerimdedir Ey doğup yaşadığım yerde her taşını Öpüp başıma koymak istediğim şehir Medet senden medet Muhammet Ali Akar boz bulanık sellerde kaldım Yaman zalim olur şu elin dili Söyleşirler bizi dillerde kaldım. Kaçma benden kaçma hey kaşı kara Derdine düşeli oldum avara Bir dostum yoktur ki halimi sora Gariplik gurbetlik illerde kaldım. Yanarım yanarım tütünüm tütmez Çıkarım bakarım bülbülüm ötmez Çalındım çırpındım ellerim yetmez Dibi bir kararsız göllerde kaldım. Farı dedim farı, gönül farımaz Kurudu çeşmimin yaşı silinmez Hava ısınmazsa karlar erimez Çöğenli boranlı dağlarda kaldım. Pir Sultan Abdal'ım gülemez oldum Aktı çeşmim yaşı silemez oldum Geçecek yollarım bileme zoldum Kesilmiş kervanım yollarda kaldım Çocuğum ben İlk kez buldum, gördüm gölgemi Ben nereye o oraya Alkışlıyorum alkışlıyor Gülüyorum gülüyor, Bir benden büyük oluyor bir küçük, Nereden geldi, bir daha gider mi ki? Gitti bile kapıyı açıverince ninem, Neden ağladığımı anlamıyor koskoca kadın! herkesin uzağında, o ışıksız evlerde kapı altından giren soğuk gibisin, birden bire basar gibi boşluğa kar üstünde yürümek zordur, bilirsin. çünkü onun altında sevgili yatar gecikmiş özürler, silinmiş patikalar. dibe vuran şeylerin anlaşılmaz görkemi annesiz girilmeyen yerlerin cazibesi,. herkesin korunduğu bu limonlukta ey ölüm, ey yoksulların neşesi ahşap bir dünyanın herhangi bir köşesinde kim direnebilir bir bandonun ritmine.. bir incirkuşunun olanca titizliği merhamete dönüşüyor her şeyi bağışlayan kadınları düşünün geçimsiz kocaları ne kalır geriye bir okul çıkışından. merakımı bağışlayan tertemiz bir türkü mü yaz gibi şımartan, her öptüğünü. eski fotoğrafların arka bahçelerinde bir kamyon yanaşıyor bir çığlığın içine. umrumda değil artık tahlil sonuçları tarlalar, bozkırlar, briket harmanları… Sonbahar geldi yağmurla beraber Boynu bükük duruyor kasımpatı Ölümü düşündürür oldu geceler Yaz güneşinde bıraktık hayatı İnsan böylede mahzun olurmuş meğer Ansızın silindi renk saltanatı Yaz güneşinde bıraktık hayatı. Ufuk yaslı, bahçeler kırık dökük Geceler uzun, geceler korkulu Ümitler savrulmada köpük köpük Zamanı unutuyor insanoğlu Dünya dediğimiz ne kadar küçük Toprak endişeli, gökler buğulu Zamanı unutuyor insanoğlu. Çiğ yağıyor, çiğ yağıyor camlara Dualarla ağlamakta gökyüzü Çıldırtıyor insanı bu manzara Bu mevsim törpülüyor ömrümüzü Selam gözü yaşlı hazin akşamlara Artık düşünemez olduk gündüzü Bu mevsim törpülüyor ömrümüzü. Belli değil nasıl yaşadığımız Boşuna dönüyor yel değirmeni Düşünceler yorgun, hayaller yalnız Bu mevsim, bu mevsim ağlatır beni Mum aleviyle söndü varlığımız Şu hava bambaşka, şu koku yeni Bu mevsim, bu mevsim ağlatır beni. Nereye güzel kırlangıç nereye Ölümlerden ölüm beğenmeye mi Gel, sonsuza açılan pencereye Birlikte dolaşalım şu alemi Ve bir daha dönmeyelim geriye Kırlangıcım, beni de götür e mi Birlikte dolaşalım şu alemi. Sevinci gül yaprağında bıraktık Badem dalında kaldı gençliğimiz Aynaya korkulu gözlerle baktık Şimdi ömrün lezzetinde değiliz Yeter ki bitsin şu uzun karanlık Yeter ki sukunet bulsun şu deniz Şimdi ömrün lezzetinde değiliz. Bir endişe var kalbin vuruşunda Yere serildi alev gölgeler Hayalin erişilmez yokuşunda Sürüdü zamanı o dev gölgeler Neden bu yas dağların duruşunda Neden böyle perişan düşünceler Sürüdü zamanı o dev gölgeler. Binbir üzüntüyle ettik sabahı Haber yolladık ümitsiz güneşe Alıştık geceye, sevdik siyahı Veda kalplerimizde yanan ateşe Leylak dalında unuttuk günahı Aşkı beraber götürdü menekşe Veda kalplerimizde yanan ateşe. Bir keman çalınmada dokunaklı Bir keman çalınmada hazin hazin Nur yüzlü gelinler siyah duvaklı Lezzeti kalmadı gençliğimizin Toprağın altında bir alem saklı Beklediği var şu hırçın denizin Lezzeti kalmadı gençliğimizin. Kervansaray uzaklarda, yol uzun Bütün kuvvetiyle esiyor rüzgar Manası küçüldü artık sonsuzun Bu mevsim, bu mevsim ilk ve sonbahar Anladık geldiğini sonumuzun Birbiri ardından çözüldü yıllar Bu mevsim, bu mevsim ilk ve sonbahar Mayıs, benim için öfke ve direniş ayıdır. Mayıs, benim için hüzün ve yenilgidir.. Mayıs ayı bitmez. Tam bitecekken yine gelir ve kendisini hatırlatır... . Mayıs ayı, eve geldiği ürpertici bir gecede, bizim çocukları astılar, diye kesik kesik ağlayan babamdır... . Bu ülkenin onuru, masumiyeti, direnişi, temiz kalmış son çocukları asılmıştır mayıs ayında, ama mayısın hıncı ve kurbanları bitmemiştir yine de... . Mayıs ayı, Almanya’nın Köln şehrinde bana sonsuz bir hasretle sarılıp, sen İstanbul kokuyorsun, diyen Atilla Keskin’dir en çok... Çünkü, mayısın bütün öfkesi, direnişi, hüznü, yenilgisi, bitmeyen istekleri ve son kurbanı onda toplanmıştır... . En sevdiği, canından çok sevdiği insanları hep mayıs ayı içinde yitirmiştir o... . Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’la birlikte yola çıkmıştır. Aynı hareketin, Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu’nun öncüleridir hepsi. Özgürlük ve adalet istemişlerdir. Bağımsız bir ülke ve o ülkede halkların kardeşçe yaşamasını istemişlerdir. Türkiye’yi yerinden oynatmışlardır... . Halklar inanmıştır bu çocukların haklılığına ve taleplerine. Bir subay olan babam dahi, bir mayıs gecesi, bizim çocukları astılar, diye ağlıyorsa, yeniden geri dönüp o günlere bir kez daha ve derinden bakılmalıdır... Ama kırılgandır tarih. İyilikler ve umutlar alınırsa elinden, aklı kötülüğe ve zulme çalışır. Nitekim öyle oldu... Yakalandı bizim çocuklar. Askeri mahkemelerde yargılandılar. Kalbi bu çocuklarla olanlar umutlarını ve heyecanlarını korkunun karanlığında gizlediler... . Askeri mahkemeden 18 idam çıkar... Hakkında idam kararı çıkanlardan biri de Atilla Keskin’dir... Deniz’i, Yusuf’u, Hüseyin’i Mamak Askeri Cezaevi’ndeki ön hücrelere tek tek koyarlar. Belli ki onların idamı kesindir artık. İntihar etmesinler diye de hücrelerindeki lambalar koridora alınmıştır. Hüseyin İnan’ın, yani herkesin benimsediği ismiyle Dede’nin elinde “Gerilla Savaşı ve Marksizm” adlı kitap vardır ve çok az bir zaman sonra idam edileceğine hiç aldırmadan, bütün dikkatiyle okumaktadır... Yusuf Aslan’ın hücresinin duvarında ise Pir Sultan Abdal’ın resmi asılıdır. Resimde, Pir Sultan Abdal’ın boynuna idam ilmeği geçirilmiştir. Tarihin kırılganlığı devam etmektedir... . Yusuf Aslan bir ara hücresinden arkadaşlarına seslenir: Biz gidiciyiz, bu kesin... Kendinizi sıkı tutmalısınız! Belli ki mapusluk süreci bu kez uzun olacak sizin için. Biz gittikten sonra üstünüze çok geleceklerdir. Kendinize bir uğraş bulun. Bol bol okuyun, hatta ikinci bir dil öğrenmeye çalışın. Yoksa zamanı tüketmeniz kolay olmayacaktır... . İdamla yargılandıkları halde, birbirleriyle şakalaşmaktan geri kalmayan, ölüme bile güle oynayarak, yaşam sevinçlerinden bir nebze bile yitirmeden giden insanlardır bunlar... . Hücrelerine dadanan ve yakalayıp Abdürrezzak adını verdikleri bir fareyi kuyruğundan iple asıp, fareden çok korktuğunu bildikleri Yusuf Aslan’ın hücresinin önünde sarkıtan, onu ranzasının en üst noktasına tırmandırıp arkadaşlarından can hıraş feryatlarla yardım istemesine en masum neşeleriyle gülen bu çocukları nasıl unutur ki insan... . O Yusuf ki, tutuklamalarından birinde polisler bıyıklarına bakıp, bunlar ne biçim bıyık ulan..., diyerek yoldukları için ve başka tutuklanışında polislere bu zevki bir daha tattırmamak için sorgudan önce, kendi bıyıklarını kendisi yolan; o Yusuf ki; elleriyle boğazını sıkıp, dilini dışarı çıkararak, bakın işte, beni astıklarında görüntüm böyle olacak! , diyerek kendi ölümüyle bile alay eden, yaşam dolu ve korkusuz bir insandı... Deniz, bambaşkaydı benim için. Herşeyden önce babası Cemil Gezmiş, babamın arkadaşıydı. Kadıköy’ün, masaları yeşil örtülü, o yoksul esnaf kahvelerinde buluşup, acı çaylar içer, idamların gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini konuşurlardı... . Deniz bambaşkadır benim için. Atilla Keskin’in görüş günlerine gelen abisinden Rodrigez’in gitar konçertosunu getirmesini istemiştir... Sarıldığım devrimciliktir onunkisi... Hep sevgiden sözeden Che Guevera gibidir… Yaşam sevinci, coşku, espri, hüzün ve duygusallıktır o... Rodrigez, belki de ilk kez onun varlığında, aynı anda yaşama ve ölüme çalmıştır gitarını, son bir kez içilen bir bardak hapishane çayı, son kez ciğerlere çekilen bir nefes sigarayla birlikte... . Hüseyin İnan ise okur, düşünür ve yorumlar. Hareketin gizli öncüsü odur. Boşa konuşmaz, herkes ona inanma ihtiyacı duyar. Eylemleriyle kanıtlar düşüncelerini. Sakin ve bilgedir. Bu yüzden arkadaşları ona “Dede” derler... . Ama dedim ya, kırılgandır tarih, iyilikler ve umutlar alınırsa elinden, aklı kötülüğe ve zulme çalışır... Önce Deniz’i götürürler idam sehpasına… Deniz, masaya çıkmadan önce, orada hazır bulunanlara, bizi cezaevinden yangından mal kaçırır gibi kaptılar, havalandırarak getirdiler; ayakkabılarımızın bağlarını bile bağlamamıza fırsat vermediler; postallarımın bağlarını bağlasınlar; asıldığımda ayağımdan düşmesini istemem, diye bağırır. Sonra gardiyanlar onu masaya çıkartır. Bir gardiyan ilmeği açar, genişletip, boğazından geçirir. Deniz o anda son sözlerini söylemeye başlar: Yaşasın tam bağımsız Türkiye! Yaşasın Marksizm-Leninizm! Yaşasın Türk ve Kürt halklarının kardeşliği! Yaşasın işçiler, köylüler! Kahrolsun emperyalizm! .. Deniz asılırken Yusuf Aslan’ı getirirler oraya ve Yusuf Aslan oradakilere, duydum Deniz’in sesini, der. Darağacı bu defa onun için hazırlanır. Yusuf çıkar bu defa taburenin üzerine ve son kez şöyle der: Ben ülkemin bağımsızlığı ve halkımın mutluluğu için, bir defa, şerefimle ölüyorum. Sizler, bizi asanlar, şerefsizliğinizle hergün öleceksiniz! Bizler halkımızın hizmetindeyiz, sizler Amerika’nın… Yaşasın devrimciler! Kahrolsun faşizm! .. . (İnanın o yılları yaşayan biri olarak, bunları yazmak hiç kolay değil. Yirmi iki-yirmi üç yaşındaki o insanların bu sonsuz cesareti ve inancı karşısında hayranlıkla birlikte, derin bir utanç da duyuyorum. Utanıyorum, çünkü bugün ülkemizin üzerinde Çatlı’nın faşist ruhu dolaşıyor. Utanıyorum, çünkü bu ülkede birçok lisede gençler kendilerine örnek insan diye, Çatlı’yı seçmiş. Utanıyorum, çünkü Çatlı’nın ev arkadaşı, iş arkadaşı olduğunu söyleyen birileri, pervasızca ve sanki hiçbir şey olmamış, sanki onca insan boşuna ölmüş gibi, yanıbaşımızda ahkam kesebiliyor...) . Ve sonra sıra Dede’ye, Hüseyin İnan’a gelir. Sigara içip içmeyeceğini sorarlar. İçmeyeyim, der. Sonra orada bekleyenlere döner ve ayağındaki lastik ayakkabıları göstererek: Söyleyin babama, yarın ayağımdaki bu lastik ayakkabıları görüp, doğru dürüst bir ayakkabısı bile yokmuş diye, üzülmesin. Askeri cezaevinde, ayakkabılarımızı giymemize bile fırsat vermediler. Ayakkabılarım cezaevinde kaldı. Onlara hediyem olsun... Savcı, sözünü kesmek için, sehpaya çık, diye bağırır. Hüseyin İnan, masanın üzerinde, gayet sakin; sabırlı ol, çıkacağım, der. Ve tabureye çıkmadan, masanın üzerinde son sözlerini söyler yüreklice: Ben, şahsi hiçbir çıkar gözetmeden, halkımın mutluluğu ve bağımsızlığı için savaştım. Bu bayrağı bu ana kadar şerefle taşıdım. Bundan sonra bu bayrağı Türk halkına emanet ediyorum. Yaşasın işçiler, köylüler ve yaşasın devrimciler. Kahrolsun faşizm! .. . Diner ağır kapıların ve acımasız kilitlerin gürültüsü... Diner zincir şakırtılarının sesi...1972 yılının 6 Mayıs’ıdır... Bir kişi daha götürülse idama bu Atilla Keskin olacaktır. Ama daha başka kimse götürülmez. Son idam edilen Hüseyin İnan’dır. Ama vasiyeti kalır Atilla Keskin’de... İdama, darağacına götürülürken, Hüseyin İnan, can yoldaşından, Atilla Keskin’den tek bir şey ister: Eğer birgün kurtulursan bu zindanlardan, eğer birgün özgür olursan, bir sevdiğin olursa ve ondan da bir oğlun olursa, ne olur benim adımı koy… Ölmeden önceki son isteği budur Dede’nin... . Aylardan mayıstır. Zulüm ve dostluk; inanç ve erken ölüm birbirine karışmıştır, ama unutulmayan tek bir şey vardır: Verilen sözler... İnsanın alnına yazılır. Üstelik aylardan mayıssa ve darağacına giden insanlar en sevgili arkadaşlarsa, dostlarsa, umutlarsa, direnişlerse ve sözkonusu olan, onların son dileğiyse... Atilla Keskin, Mamak ve Niğde cezaevlerinde dört sene kaldıktan sonra,1977 yılında yurtdışına çıkar. Kendi gibi yürekli bir kadını sever. Bu kadından bir oğlu olur. Unutmak mümkün müdür o son sözleri: Eğer yaşarsan, eğer bir kadını seversen, eğer ondan bir oğlun olursa, ne olur benim adımı koy... Ve dünyaya gelir o çocuk. Hiç şüphesiz, adı Hüseyin İnan olur. Dede İnan... . Almanya’dır gurbetin adı… Aradan yıllar geçer, Hüseyin İnan büyür. Sürgünlük büyür, büyür vatan hasreti, büyür yirmi iki-yirmi üç yaşında asılan yoldaşların özlemi... . Ve birgün, küçük Hüseyin İnan, spor yaptığı yerden dönerken, sırt çantası yoldan geçen bir kamyona takılır. Tekerleklerin altına sürüklenir birden Dede İnan. Ve o an can verir... Ve ne acıdır ve ne tuhaftır ki, aylardan mayıstır... Oğluna benim adımı koy, diyen yoldaşın adını taşıyan ilk oğlu, ilk gözağrısı yine mayıs ayında alınmıştır Atilla Keskin’in elinden. Alınmıştır yaşamdan... . Mayıs devlet midir? … Mayıs öfke ve direniş midir? … Mayıs zulüm müdür? … Mayıs hüzün müdür? … Mayıs, bu ülkenin asılan son masum ve lekesiz çocukları mıdır; kırılan tarih mi, yoksa hayatın ta kendisi midir mayıs? … Nedir mayıs? ... . Masumken ölmüştür Hüseyin İnan, tıpkı ismini aldığı Hüseyin İnan gibi, onun yoldaşları gibi… Bu yüzden annesi, beyaz bir tabuta konulmalı, diye diretir. Almanya’da günlerce beyaz ve küçük bir tabut aranır. Sonunda bulunur o beyaz tabut. İçine Hüseyin İnan konur… İçine Türkiye konur… İçine, bu ülkenin yitip giden masumiyeti, darağacına korkusuzca, hatta güle oynaya giden ve kendi ölümleriyle bile alay eden lekesiz, yiğit çocukları konur... . 12 yaşındaki İnan’ın arkadaşları, mezara o an üzerlerinde ne varsa, çiçeklerini, kasetlerini, ayakkabılarını, wolkmenlerini, şapkalarını atarlar... . Ağlamak ayıptır ya devrimciler için, hep içimize akıtırız ya o içimizi dağlayan gözyaşlarını… Yüreği avucunda bir şair bozar bu kalpsiz geleneği; Atilla Keskin’in en yakın dostlarından şair Nihat Behram bozar… Ben ağlıyorum ve kimseden izin almıyorum, der... Ve işte o an boşanır gözyaşları... Ve Atilla Keskin, yoldaşları birkaç metre ilerde asılırken ağlamayan Atilla Keskin, tam 21 yıl sonra, ilk oğlu Hüseyin İnan’ın mezarı başında ağlamaya başlar. . 22 yıldır dönemediği ülkesi Türkiye için, o cesur ve yiğit yoldaşları için, hergeçen gün yokedilen masumiyetler ve inançlar için, kirletilen umutlar için ve bunların hepsini o kısacık, o ceylan ömründe taşıyan ilk oğlu Hüseyin İnan için ağlar. Doyasıya ve katıksız ağlar. Onca yıl, biriktirdiği herşey için, sustuğu ve içine attığı herşey için... Tıpkı babamın, bir mayıs ayında, bir gece vakti eve gelip ve hepimizi uyandırıp, biliyor musunuz, bizim çocukları astılar, diye ağlaması gibi... . Yine de özlenir hayat, yine de özlenir ne kadar kirlense de Türkiye ve İstanbul… Ve Atilla Keskin, bana memleket hasretiyle sarılıp, sen de İstanbul’un kokusu var, diye gözyaşlarıyla sarılır... . Bir kere gelenek bozulmuştur. Artık çok şey birikmiştir içimizde. Zehirlenmemek için, ne hissediyorsak öyle olmalıyız ve öyle davranmalıyızdır... . Ve Nihat Behram,12 yaşında, evine dönerken bir kamyon altında kalan Hüseyin İnan için şu dizeleri okur mezarının başında: . “Acıların sessiz, sözsüz kuşlarını bıraktın şarkılarımıza... Ölümlerde ağlanmasın diye ezberlemiştik; senin için ağladık... Çünkü, bahar günü yürek taşımanın ölçüsüydü senin için ağlamak... Can üstünde parçalamış senin gibi bir çiçeğe ağlanır...” . Anladım, mayıs herşeydi… Öfkeydi, direnişti, zulümdü, yenilgiydi; o cesur ve yiğit yoldaşlardı, ölümüyle alay eden Yusuf Aslan’dı, babası üzülmesin diye ayakkabılarını arkadaşlarına hediye ettiğini söyleyen Hüseyin İnan’dı; asılmadan önce son kez dinlenen Rodrigez’in gitar konçertosu eşliğinde içilen son çay ve son sigaraydı; babamın, bizim çocukları astılar, diye kesik kesik ağlamasıydı; Atilla Keskin’in, sen İstanbul kokuyorsun, diye bana sarılmasıydı mayıs ayı... Beyaz bir tabutun başında hep birlikte söylenen son dizelerdi... . Mayıs hayatımız gibiydi. Doyasıya aşık olduğumuz, tekrar tekrar sevişsek de o hep özlediğimiz yere bir türlü ulaşamadığımız, bu yüzden acı çektiğimiz, acı çektikçe hasretle bağlandığımız sevgilimiz gibiydi mayıs ayı... Mayıs hayatımız gibiydi... Sade bir sözdür fakat hikmetlerin en mücmeli: Bir halas imkanı var: Ahlakımız yükselmeli, Yoksa pek korkunç olur katmerleşip hüsranımız... Çünkü hem dünya gider, hem din, eğer yapmazsanız. Tuttu bu ak sacimla beni sevdanin tuzagi; Yoksa simdi ben nerede, nerde sarap bardagi? Sabir bir gömlek dikti, onu da zaman yirtti! Akil bir tövbe verdi; bozdu yarin dudagi! alnını dağ ateşiyle ısıtan yüzünü kanla yıkayan dostum senin uyurken dudağinda gülümseyen bordo gül benim kalbimi harmanlayan isyan olsun şimdi dingin gövdende uğultuyla büyüyen sessizlik birgün benim elimde patlamaya sabırsız mavzer olsun başını omzuma yasla göğsümde taşıyayım seni gövdem gövdene can olsun. söyle bana ey ölümün açıklayıcı pervanesi hangi yavru tek başına yiğittir hangi yangın bir başına söndürülür ah herkes susuyor hiçkimse bilmiyor içimin yangınını ah herkes mi susuyor kalbimi kalbine bağladığım dostum ah herkes mi susuyor kalbi kalbimize benzeyen dostlar bir çarmıh gibi bırakıyorken kendini dünyaya hayatın ateş renkli kelebekleri bir bir tutuluyorken korkunç koleksiyonlar için ah herkes mi susuyor. bağırsam içimdeki dehşeti hırsım deler mi toprağı beni acısıyla onduran dostumu aşkla vurduran hayat sana yaşananla harlanan bağrımın sevdasını akıttım dünyanın yeni baharına çatlarken kadim güneş bağrım delinirken fidanların kanıyla anamın doğurgan karnıdır diye sevgilimin sütlenecek göğsüdür diye dostumun üretken gülüdür diye sana bağlandım sana sarıldım. beni umutsuz koma tarihle avutma beni çünki aşkla sınanmışım sana sana yangınla, suyla, ateşle ölümle, yaprakla, şiirle sınanmışım ey yaşarken kanayan acı şimşekli gök, tufan, kan fırtınası uçurum kıyısında hızla büyüyen ot yapraksız bir ölümün anısı için körpecik kuzuların derisi için beni tarihle avutma umutsuz koma beni. akıtsam deliren sevdamı köpürürmü hayatı besleyen su ey benim yedi başlı kartalım her başını bir dağ başlangıcında koyanım senin böyle diri bir akarsu gibi kıvrılan gövdendir bizim aşkımızı solduranların korkusu çünki elbette bir su kendi akacağı toprağın sertliğini bilir ve suyun gövdesiyle yırtılınca toprak artık ırmak mı ne denir işte devrim ona benzer bir akışın hızına denir yarın ne olur bilirim ben bahar gelir, otlar büyür ölüm de yapraklanır bir dağ bulur uzun uzun bakarım bir çam ağacı gölgesi güzel kokular veren bir damla güneş görünce sana da gülümseyeceğim yarin. şimdi senin uzanıp yattığın otlarda yarın yeni bir yeşillik büyüyecek Kaynat muhabbetin kazanın kaynat Bir nasihat eyle dostlara dinlet Gevher deryasında gevher al da sat Azizim sultanım sen safa geldin. Sohbette hezaran muhabbet açar Mümin kullarına Hak rahmet saçar Yari olan yarinden geçer Azizim sultanım sen safa geldin. Yari olan arar yarini bulur Eser bad-ı saba gönlüm de farır Yükün katerlenmiş Nevruz'dan gelir Azizim sultanım sen safa geldin. Abdal olan giyer hırkayı şalı Yar için çekeriz ah ile zarı Er irfan ceminde süreriz demi Azizim sultanım sen safa geldin. Pir Sultan Abdal'ım ağladım güldüm Yardan ayrılalı dar halde kaldım Çok şükürler olsun cemalin gördüm Azizim sultanım sen safa geldin Ben ağlayan şairim Bana gülmesini ögretmediler Egil de bir bak mahzun yüzüme Anlatır sana çektiklerimi Birer bıçak yarası gibi Alnımdaki çizgiler. Ben mutluluk nedir bilemedim Saçlarım okşanmaya alışık degil Hep böyle dalıp gider gözlerim Ve ne zaman düşünsem geçen günleri Bir karanlık basar içimi Aydınlık degil. Seni nasıl severim bilirsin Nasıl yanarım özlemler içinde Bastıgın yerler cennet olur Bilirim en serin rüzgarlar gelirsin Yine de yanar tutuşurum ben Cehennemler içinde.. En mutlu sandıgın yerde kederliyim Ben seninle sensizligi düşünürüm Bir korku düşer içime apansız Burkulur yüregim Seni şiirlerimde bin yıl yaşatır da Ben bin defa ölürüm. Bir gün yoklugum bir gölge gibi Düşüverirse gözlerine Unutma aglayan şairini Unutma o günde kapanıp dizlerine Kendi yokluguma kendim aglarım Sen aglama e mi Sen aglama e mi? Güzel de çirkin de bu boş dünyada Doğarmış, büyürmüş, viran olurmuş Sevda denen yangın meğer sonunda Gözyaşıyla dolu hicran olurmuş. Dostluklarda biter, düşmanlıklarda İzleri kalırmış hatıralarda Ümitler yeşerir her ilk baharda Sonbahar gelince, duman olurmuş. Güleri açınca gönül bağının Zehri bal kesilir LEYLA dağının Mevsimi geçince cilve çağının Hayaller, yeminler yalan olurmuş. Issız köşelerde yalnız başına Zavallı girermiş en son yaşına Konulunca o musalla taşına Kendi evi bile yaban olurmuş. Bir ömür gariban, mahzun, derbeder Mezara girince bitermiş keder İstikbale miras; RAHMETLİ peder Klanların hepsi talan olurmuş Govdemden sizan sular gibi Akip gitti bir yaz daha Sevismelerle gunduz vakti Ve beyaz ogle uykulariyla. Bir yazdi artik gecmis olan Oysa hala tenimde tuz tadi Ayni aglardan cikardigimiz Bir aksam gunesiyle baliklari. Bir yazdi uzak Gurcistan'da Kiyisinda kartal daglarin Mavi gozlu bir gol birakan Duslerine cocuklarin. Bir yazdi yasanan her saniyesi Ve simdi kumsaldan eserken ruzgar Usur bir deniz kabugu belki Ve kucuk bir kizi animsar 298 Ben giderken binlerce yola tuzak kurarsın, Yürü dersin, ayağa; kola tuzak kurarsın, Senden habersiz olmaz, bu dünyada hiçbir şey; Sonra da asi dersin, kula tuzak kurarsın! nasıl iş bu her yanına çiçek yağmış erik ağacının ışık içinde yüzüyor neresinden baksan gözlerin kamaşır. oysa ben akşam olmuşum yapraklarım dökülüyor usul usul adım sonbahar. (Ayrılık Sevdâya Dâhil,1993) Yalçın Küçük küçüktür ama mide bılandırır Paramız yokki güzel sevelim Bademiz yokki içipte haykıralım Madem günaha girmenin başka yolu yok Çaresiz kalkalım namaz kılalım 'Çok'ta kederlenir, 'az'da gülerim Ustura ağzında düşüncelerim.. Deliliktir belki.. bırakın kalsın.. Doğan her bebeğin hakkı var bende Öğütülen benim her değirmende Ne sonu, ne ilki...bırakın kalsın.. Sevdam büyüdükçe dünyam dar olur Zamandan çıktığım zamanlar olur Ve öyle güzel ki.. bırakın kalsın.. Saatler ya geri, ya hep ileri Kıran yok hileli terazileri Umutlar ırakta.. bırakın kalsın.. On bin'lerle sohbet on bin nafile Dönmüyor toprağa giren kafile Öfkeler yürekte.. bırakın kalsın. Ne yarım tam yarım, ne bütün tamam Yolcular anlamaz, ben anlatamam Tren son durakta.. bırakın kalsın.. Gelir beni yakar suya düşer kor Düşünen baş çekmek, dert çekmekten zor Kutsaldır bu yara.. bırakın kalsın.. Dursun ayazına uyandığın kış Dursun ki şevk ile sürsün bu yarış Lüzum yok bahara.. bırakın kalsın.. Yıkılır, yırtılır her kalın perde Hesaba çekilir dünya mahşerde Yazın şu duvara.. bırakın kalsın. 6 Haziran 1973 Pırıl pırl bir yaz günüydü Aydınlıktı, güzeldi dünya Bir adam duştu o gün Galata Kulesinden Kendini bir anda bıraktı boşluğa Ömrünun baharında Butun umutlarıyla birlikte Paramparça oldu Bir adam duştu Galata Kulesinden Bu adam benim oğlumdu. Gencecikti Vedat Işıl ışıldı gözleri İçi Bütün insanlar için sevgiyle doluydu Çıktı apansız o dönülmez yolculuğa Kendini bir anda bıraktı boşluğa Sondu güneş, karardı yeryüzü butun Zaman durdu Bir adam duştu Galata Kulesinden Bu adam benim oğlumdu. 'Acarken ufkunda güller alevden' Çıktı, her günkü gibi gülerek evden Kimseye belli etmedi içindeki yangını Yürüdü, kendinden emin Sonsuzluğa doğru Galata Kulesinde bekliyordu ecel Bir fincan kahve, bir kadeh konyak Olum yolcusunun son arzusuydu buydu Bir adam düştü Galata Kulesinden Bu adam benim oğlumdu. Küçücüktü bir zaman Kucağıma alır ninniler söylerdim ona Uyu oğlum, uyu oğlum, ninni Bir daha uyanmamak üzere uyudu Vedat 6 Haziran 1973 Galata Kulesinden bir adam attı kendini Bu nankör insanlara Bu kalleş dünyaya inat Simdi yine bir ninni söylüyorum ona Uyan oğlum, uyan oğlum, uyan Vedat. Artık hiç sabah olmayacak yavrum Çok uzun sürecek bu siyah gece Ta zaman durunca, ömür bitince Alış karanlığa, gözlerini yum Artık hiç sabah olmayacak yavrum . Bilirim, bu mor sükutu bilirim Beyaz olmalı geceler, bembeyaz Karanlıklar üstünedir şiirim Bilirim, bu mor sükutu bilirim . Dağlar gibi deryalar gibi sonsuz Karanlık, karanlık ölümden beter Bir yol ki hayatla beraber biter Taştan bir sükut ki hissiz ve ruhsuz Dağlar gibi, deryalar gibi sonsuz . Artık hiç sabah olmayacak yavrum Bitkin gözlerime son bir defa bak Bir daha o yerden gün doğmayacak Bu mor gecelerde kayboldu ruhum Artık hiç sabah olmayacak yavrum. Büyük bir ihtimalle ölmüştük Şehir kan kıyametti ayaklarımızda Gökyüzünü katlayıp bir köşeye koymuştuk Yıldızlar kaldırımlara dökülmüştü bütün Hamza bütüun parmaklarını ortaya dökmüştü Yirmi yıldır cebinde biriktirdiği parmakalrını Hamza son şarkıyı kırka bölmüştü Doğrusu iyi idare etmiştik Dogrusu iyi haltetmiştik Yaşayanlar unutmuştu bizi Biz öldüğümüzle kalmıştık. (1953) daha önce bıçaktan hiç su içmedim hiç kısılmadı kerpetene bıyıklarım gururlu bir gemiyim oldum bittim sabah olur yelkenlerimi saklarım özgürlük dediğim yerde demirledim. üstüme varma bulutları tutamam böyle paldır küldür gideceklerdir gelmezsen farketmez kimseyi aramam asıl sevdiklerim en içimdekilerdir onlarla yaşarım eğer yaşarsam. olurmu gecemi yesile çalmak yıldız çivilemek parmakuçlarıma ölüm kadar çabuksa eğer yaşamak hiç doğmamayı isterdim ama bir kere doğmuşum ölmek yasak Hesap ettim ayak altı, baş yedi Vallahi nazlı yâr gene geç kaldık. Hınzır bülbül gül dalında leş yedi.. Katmerlendi zarar, gene geç kaldık.. Köprüler var perşembeden pazara Yapanda yüz yok ki yüzü kızara Hastayı gömdükten sonra mezara İlâç neye yarar, gene geç kaldık.. Akşamı geç saydık, sabahı erken Seyrettik kediler ciğeri yerken Hele şu bulutlar dağılsın derken Yollara yağdı kar, gene geç kaldık.. Ok yetişmez oldu zor bezirgâna Şimdiye katırlar bağlandı hana Fuzuli telaşı bırak bir yana Denkleri yavaş sar, gene geç kaldık.. Suya hasret kaldı deniz kızları Ekvator'a heykel diktik buzları Ankara'yı geçti at hırsızları Serde tembellik var, gene geç kaldık.. (Vur Emri) Bir oda, yerde bir mum, perdeler indirilmiş; Yerde çıplak bir gömlek; korkusundan dirilmiş. Sütbeyaz duvarlarda çivilerin gölgesi Artık ne bir çıtırtı ne de bir ayak sesi… Yatıyor yatağında dimdik, upuzun, ölü; Üstü, boynuna kadar bir çarşafla örtülü. Bezin üstünde ayak parmaklarının izi; Mum alevinden sarı, baygın ve donuk benzi. Son nefesle göğsü boş, eli uzanmış yana; Gözleri renkli bir cam; mıhlı ahşap tavana. Sarkık dudaklarının ucunda bir çizgi var; Küçük bir çizgi, küçük, titreyen bir an kadar. Sarkık dudaklarında asılı titrek bir an; Belli ki, birdenbire gitmiş çırpınamadan. Bu benim kendi ölüm, bu benim kendi ölüm; Bana geldiği zaman, böyle gelecek ölüm Ben de şu dünyada üç güzel gördüm Birisi kalbimde durana benzer Birisi Muhammet birisi Ali Şu garip halimden bilene benzer. Mümin olanların tez gelir yazı Cennette huriye benziyor yüzü Şu nazlı dilberin hercayi sözü Mart ayında esen borana benzer. Yaz gelince sular köpük saçılır Lâle sümbül çiçekleri açılır Zoğal avcı çıkmış diye kaçınır Çöllerde sevdiğim cerana benzer. Mümin olanların kalbi tacıdır Mürşit eşiğine varan hacıdır Berk basma sabana boynum acıdır Zor edip zerveyi kırana benzer. Abdal Pir Sultan'ım göğe süzüldü Sırat'ın üstünde nizam kuruldu Mümin olan gaflet gıllet yazıldı Dört kitap içinde Kur'an'a benzer Yüklenip geliyor gökyüzü evimizden yeryüzümüze Dilimize onur veren kelime. Güzel ticaret ettik Çölü okuyabiliyoruz deveyi çözebiliyoruz. /Delicesine yalnızlıktan yana reyi Elleri berrak ve dolu Arındı soyu kurudu kinlerin sanki Vuruyordu son bahtsız atılışında Köpeklere yaslanarak bir avluda Ve ayaklarının altında Her kiminse doğranmış saç örgüleri/. Ve şimdi adam ey çocuk Eline bir dudak inziva al göster onlara Belgele sevişebildiğin aklın Kuşların o hızlı oluş adına Çalılardan uçurduğu baharla Uzaktan kur düşleri ve başla binmeye Gemiler gibi gelen günlere. Ve özenle seçilen söylenen kulaklara Yeni yeni hecelediğin tattığın /İyice düşün ilk kez kim duyuyordu ayetleri/ Hatta o ısılı ve tamam edilmiş kelimeler yardımıyla. Nerdesin ne suçun var anlarsın Gibi dost ettiğin paha gerçek paha Bilinir ki yolluyor yiyeceklerini senin katına . Seni çile çektirilen Verdikçe alan kelime Susuzluktan kalma bir sarhoş ağzın Salt ona adımların Yalpa yok elatışında boyuna sürdüğün o Ve hadi artık. Konuş Nasıl buldun yolunu Ki akıyor her gece ruhun bütün gücü Bir fırdönüyü saklıyor eşyalar Sen ıssız tekbaşına ve mağrur Batıyorken yatağında. Nasıl da ateş sıcak içova nabzı Zamanlar indirir kaldırır limanları Sanki bir kuş ağzı bir kadın ağzı Su başlarında sel yollarında hayatın Kuğu kanatları beyaz soluk alışları. /Derken rahimlere kapandın Dirilik harflerle çalkalandı Boşaldı boş çanaklarına kavganın/. Kaynak yeniden yumulu parmaklarını açıyor Biziz şimdi görünen artık salındayız aşkın Yüz yüze koyulduğumuz sır vakti: Olgun ve hazır. Yine uyandım Sabah Yine büyük. İsmimle ancak Aynı sarnıçta düş ve gerçek Alıp veren sakınan etim Soluduğum bakış Can levham duvarlarım senin . Bana giysi verdin Öyle biliyorum giyinmeyi Beni doyurdun Böyle biliyorum doymayı Ve sayıyorum kimse yok Öyle böyle bir doğa Yalnız beni götürüyor kıyamete Görüyorum ki farkediyor Gülümserken korkuyorum. Elime açılıyor yüzün Duyuyorum buzlar gibi. Sensin bana Sanki kendimden bana İçimden tüten. Sensin doğduğum sabahları Işıklarına uzandığım başları Dünyaya bırakan. Sensin güden Kanımın düşüncesini. Sen ince şavk toplam zaman saf hayat Tek diri. Sensin yüzen geceye Tek diri. Sensin yüzen geceye Yeryüzü. Sen ayrılmadın hiç Evimizden. Uyudum yine Gece Yine geniş Hak peyik yollamış selam eylemiş Her sabah her sabah yalvarır kullar Onlar da özünü Hakk'a yetirmiş Her sabah her sabah yalvarır kullar. Uymayasın kör şeytanın sözüne Dön gidelim Muhammed'in izine Kul olanın uyku girmez gözüne Her sabah her sabah yalvarır kullar. Uyuma ki Muhammed'i göresin Yaradan Allah'tan kısmet alasın Günahlıysan günahsızdan olasın Her sabah her sabah yalvarır kullar. Nuh'u Nebi ile kaldık gemide Tabip gerek bu yarama em ede Kimi kilisede kimi camide Her sabah her sabah yalvarır kullar. Pir Sultan Abdal'ım hayal düş gelir Her gün bahar gitmez bir gün kış gelir Yaradan'a yalvarması hoş gelir Her sabah her sabah yalvarır kullar Ey Arapça okuyanlar Allah Türkçe bilmiyor mu? İngilizce Franzısca Bize hitap kılmıyor mu? . Çalışanlar geri kalmaz Çalışmayan bir halt bilmez Yalnızca fikirler ölmez Peygamberler ölmüyor mu? . Bizimdir bu bahçe, bağlar Bizimdir bu yeşil dağlar Canı sağ olsun softalar Ayakkabı çalmıyor mu? . Dost gezer dostluk bağında Biz olur bizlik dağında Gavurun Merih çağında Alem bize gülmüyor mu? . Bir bülbül getirmez yazı Yalnızca bülbül avazı Mahzuni korkmadan sazı Kainat'a çalmıyor mu? Hilkatten bugüne her ne çektiyse Zekâsı kıtlardan çekti insanlık. Hazar zamanıysa, sefer vaktiyse 'Gel'lerden, 'git'lerden çekti insanlık.. Putçular put dikip dünyalar vurdu Tezahürat arttı, tefekkür durdu Firavun emretti, Nemrut buyurdu Yürüyen putlardan çekti insanlık.. Küfür gemisinde hep kürek çeken Etrafa iftira tohumu eken Kula kulluk için yarışa çıkan Tasmalı itlerdan çekti insanlık.. Aferine göbek atan, oy atan Hatasını sevap diye dayatan Masum gönüllere girip boy atan Zararlı otlardan çekti insanlık.. Gün geçmedi üç-beş Nemrut türedi Kötü günler kötülere yaradı Yitirenler yanlış yerde aradı Hitler'den, bitlerdan çekti insanlık.. (Akıl Karaya Vurdu) -Dr. Mehmet Şen'e-. Boynum kıldan ince ölüme -Değil mi ki şol illetten iğne ipliğe dönmüş bedenim- Ve ölüm ki, benim bu ölümlü dünyaya gelmemle Beraber dünyaya gelen maşallahı var oğlum Ona ben analık ettim, onu ben elimde büyüttüm Onu şu kadarcıktan bu boya ben getirdim Yedim yedirdim, içtim içirdim, kustum kusturdum Onu sütümle, Onu kanımla, Onu aklımla besledim Nereye gittiysem, ölümüne kadar yanımda götürdüm Ne zaman aşkımı öpsem, ona da öptürdüm Ben gençken o da gençti, İhtiyarım o da ihtiyar Siperlerde omuz omuza döğüştük O diyar bu diyar Kimi de nefsimizle barışık Bahtiyar mı bahtiyar Şiir düzerken tüy kalemim oynatırdı kıyısından Onu unuttuğum da oldu, Ölümcül mü ölümcül bir ihmal! Hatırladığımda ama, öyle yarım yaşadığıma bin pişman O denli unutkanlıklarım için mi şimdi bu intikam? . -Adam sen de; Bir ben miyim alemde oğlu hayırsız çıkan! Ki saldın bu hebis Haşhoşiyûnu, ‘lan günahı boynuna; Anarşit bir Urartulu ur musallat ettin boynuma! Truva’da Tahta At güya İçinden uğruyorlar dışarı Çoğaldıkça çoğalan o maraz, o haşarı hücreler Farkındaysalar da kıyımın, tutamıyorlar kendilerini Yazık, benle koyun koyna onlar da verecek son nefeslerini! .. Gel bakalım diyorum, gidiyoruz senle, namızsız oğul! Oğul verdikçe veren o belalıları da alayımıza katıp Neş’eye neşideler okuya okuya, iyi sularda aşağı Gidiyoruz o ölümsüz Allahrahatlıkversinlere doğru... Sizin de içiniz rahat olsun ey arkada kalanlar Bundan böyle size anakarada ölüm yok! Kavrulur şu kanlı gözlerimde günler Akşamdan bir sancıyla Koklanmış bir gül gibi hayallerim ayak altında Yol vermez yol vermez ağlamaya gururum Yılların aynasında Horlanmış vücudumda memelerim derin acıda. Ben bir kadınım ben bir insan Taşırım karnımda paramparça can Bir yanımda cevahir, bir yanımda kan Bir yanım şiir destan, bir yanım kirli fistan Bir yanım güller açmış, bir yanım viran. Savrulur şu tozlu saçlarımda rüzgar Çıldırtan bir hışımla Saklanmış bir sır gibi, şiirleri ateş hattında Dayanmaz dayanmaz bu baskıya yürürüm Sabrımın bir anında Elimin hamuruyla çeker giderim Canım burnumda. Ben bir kadınım ben bir insan Taşırım karnımda paramparça can Bir yanımda cevahir, bir yanımda kan Bir yanım şiir destan, bir yanım kirli fistan Bir yanım güller açmış, bir yanım viran. Yusuf Hayaloğlu Önce korkunç azaba kahra gömülüyorum Sonra en büyük affa uğrayıp gülüyorum Çatlıyor da mezarım dışa vuruyor beni Terazi Rüveyda’ya divan kuruyor beni güneş aktı, ay söndü parçalandı yıldızlar Rüveyda şimdi burda sen varsın, gözlerin var Beyaz tüller içinde ruhun sarıyor beni. Sahibisin bu eşsiz muhabbet sarayımın Mağrur yükseliyorsun uluların katına Huriler imreniyor sonsuz saltanatına Elime tutuşturup kalbinin kadehini Sevgini şarap gibi sunuyorsun Rüveyda Çiçek çiçek kalbime doluyorsun Rüveyda. Acı yok, intizar yok eskide kaldı hasret Ömrünü tamamladı endişe, korku, hayret Buz ve köz tarih oldu Geçti zaman ve mekan Zaman biziz, mekan biz İmkansıza yok imkan Ömrün ne sonundayız, ne de henüz başında Otuz üç yaşındayız, hep otuz üç yaşında İçim sensin bu ilde, dışım sensin Rüveyda Rüveyda, Ben sendeyim sen bendesin Rüveyda yedi iklim geçer, ağarıp solan güz ışıklarından yalan pencerelere doğru.... uykularda olur ne olursa yangınlar, takvim ziyanları, gömülü sevdalar.... iksir gibi yayılır hücrelerimin rehavetine ıslaklığın düş tüccarları ağır mesaidedir.... uykularda olur ne olursa, talanlar ve beton serinliği inşaat halindeki aşkların.... uykularda ölür ne ölürse, kıpırdayan su gülümseyen yel.... yedi iklimin oralarda kavalını kırmış bir çobandır gökyüzü, aklında new orleans heybesinde caz! . yedi iklimin bar olduğu yerdedir uykunun alkol imparatorluğu kalabalık avındadır bakışlar.... uykularda olur ne olursa, bitmez efkar kırları bazı saçlarda ve ölüm gibi suskunluklar açar derin kuyularda.... ve şaka gibi ve sarsak sarsak ve kımıl kımıl bir yaşamaktır MAVİLERE UYANMAK en kesif karanlıklara kafa tutan gözlerinin mavisine kuşanmak.... senin kanatların var, benim köylü yüreğim... operada tezek kokusu bu şehirdeki varlığım! .. beni taşıyacak vesaitim yok bu caddeüstü sevdada ellerinden gayrı.. 'gayrı dayanamam ben bu hasrete' ya beni de yitir ya sen de git beni götürdüğün yere... türküleri sev yalan kahkahalardan uzak dur canımın suyuyla yıka ellerini.. aklımın maharetiyle giydir en mavi yerlerini.... senin adın buzul mavisi! çünkü mavilerde uyur, benden sana geçen sende beni kalkındıran ne varsa! sevdiğim, açlığımın uzak ufku, her sabah; güneşten ne zaman işaret alırsan ne zaman dar gelirse soluğun böyle uzun sarılmaklara, fikrini kurcalarsa eğer açık korkular, işte o zaman mavilere, mavilere uyandır beni... Yanaklar öpmedesin, öptürüp yanaklarını; Böyle geçsin bu günlerin varsın. Sen ey çocuk! Öpülüp öpmenin ne olduğunu; Dudaklarında dudaklar duyunca anlarsın! gözlerimiz birbirine göre ellerimiz,dudaklarımız ve aşk bize göredir. gece tam aşka göre rüzgar geceyegöre ve yağmur rüzgara göredir. öpüşlerimiz yağmura göre odamız öpüşlerimize göre ve dünya odamıza göredir. ve biz dünyaya göreyiz Yüz metrede beni herkes geçer Dörtyüz metrede pekçokları Geçer çoğu sekizyüz metrede Ama ben bırakmam yarışı. Beni bin metrede geçersin Ben yine koşarım Onbin metrede öndesin Koşarım ben yine Yirmi kilometrede geçersin Hep koşmaktayım. Otuz kilometrede Kırk kilometrede de geçersin Ben koşuyorum hâlâ Ama ellinci Yada altmışıncı kilometrede Soluğun tükenip bir yerde Dayanamaz düşersin. Bak koşuyorum hâlâ Çünkü ben bir yaşam maratoncusuyum Buyüzden yaşamın en yalnızıyım Bu sonsuz yarışın sonunda Beni geçemezsin Ölümün en büyük ödül olduğunu bilemezsin Yine ben olurum ilk göğüsleyen ölümü Batılın önünde set Hakk'a kılavuz nesil. İlimde Ak Şemseddin Kararda YAVUZ nesil. Hakk'a kılavuz nesil.... Bir Aras'tır, bir Tuna Tarih binmiş sırtına Nefret yıkan fırtına Sevgiye havuz nesil. Hakk'a kılavuz nesil.... Her zalimin korkusu Her çiçeğin kokusu Yangını söndüren su Yemeklerde tuz nesil. Hakk'a kılavuz nesil.... Tevhidi kucaklayan Canda canan saklayan Zindanları aklayan Her zulme maruz nesil. Hakk'a kılavuz nesil.... Kalmasın engel artık Del zırhları del artık Çık ufuktan gel artık Birliğe susuz nesil. Hakk'a kılavuz nesil.... (Akıl Karaya Vurdu) Suları boğdu dalgalar. Ses hoyrat, sevinç yılgın, şakaklarım sonbahar…. İklimi kurak aşkların… Yapışmış tenime ter, elime kir, sessizliğin ortasında bir deli rüzgâr.. Akşamdır avuçlarında marmara'nın… Akşamdır, şiire karıştı sular, sularda çoğalır sevdalar; ellerim ah ellerim, nasıl anlatsam, gece… Gece kokuyor çocuklar… Aşkın herşeye soktu beni, şair oldu şiirler yazdım sonra hikayeler dizdim sıra sıra öğretmendim kimi zaman aşkın abc'ini öğrettim hiç sıkılmadım ne hayattan ne senden ne de öğretmenliğimden isteyipte olamadığım birşey var ressam olup mutluluğun resmini çizemedim aşkımızın... 18 Aralık 1985'te o salonda Kişi nasıl kestirebilirdi ileriyi? Siz, kazıbilimler, alınyazısıbilimler, Geçsin yıllar geçsin, seneler gibi.. Olur mu anımsamamak Onaltıncı Louis'yi 14 Temmuz 1789 akşamı, Louis, Şöyle yazmamış mıydı defterine: 'Bugün kayda değer bir şey yok..'. 'Kehanet' adlı kısacık bir şiir buldum Keşke yalnız bunun için sevseydim seni. Bal gibi yan tuttun Hakemliği unuttun Seyiciyi uyuttun Bu giren gol gol . Meşin topta şike var Arasında leke var Takımlarda şike var Bu giren gol gol . Top köşeden geliyor Tam ortayı buluyor Madem ağı deliyor Bu giren gol gol . Yandan akın başladı Savunmaya başladı Kaptan topu tuşladı Bu giren gol gol . Yüksek ücreti aldı Hakem yapar kahvaltı İmkan yoktur penaltı Bu giren gol gol . Mahzuni hakem topal Bizimki korku nifa Oyun bitti düdük çal Bu giren gol gol . bu şiirde iki göz var biri senin; biri onun Senin o karanlık, küf kokulu matem gözlerini terkediyorum . biliyorum; saçlarının sarısı gözlerinin yeşiline karışmış biliyorum; sana benzemek için melikeler birbiriyle yarışmış fosforlu ve derin bakışlarına çağlar boyu nice destanlar yazılmış oysa ben görülmedik bir lale yaprağına gökleri kıskandıran bir destan yazıyorum gözlerin değişip kaplasın karanlığı bütün ufukları sarsın gözlerin gene de hep bende kalsın gözlerin. l kapama gözlerini; karanlıktan korkarım atlılar kaybeder yolunu, hasretimin posta güvercinleri geri dönmez ülkeme yaslı dereler gibi mutsuzluğa akarım kapama gözlerini; karanlıktan korkarım. ll ateşten ve köpükten sıyırıp ellerimi mekanımı gülistan eyleyendir gözerin isyanıyla ihtiras ve gerilim yaşayan Kabil’in ruhunu kan eyleyendir gözlerin vuslat aşkını Leyla düşürmedi çöllere arzı Mecnun’a hicran eyleyendir gözlerin gözlerinde başladı tarihin macerası Adem’i Havva’ya ram eyleyendir gözlerin Kerem dağlar ardında aradı gözlerini Kamber’i bile viran eyleyendir gözlerin Ferhat dağları deldi yolunu bulmak için sevmeyenleri giryan eyleyendir gözlerin suların emzirdiği muamma bir çocuğu yedi iklime hakan eyleyendir gözlerin. lll gözlerin göklerinde her yüzyılın başında birer akkor olmuş gözlerin çekip çıkarsam da mısralarımı ben yalnız gözlerinin şairiyim aslında. hangi rüzgara verdiysem aşkımı beni alıp yangınlara götürdü muştu beklediğim bütün yelkenlilerden ateş düştü içime. lV yüreğimden fışkıran bir “ah” mıdır gözlerin beni benden koparan “eyvah” mıdır gözlerin Bu gözler, o aydınlık o güzel gözler değil yoksa yalancı mıdır, günah mıdır gözlerin ses midir, aynalarda çarpan kulaklarıma kürdili hicazkar mı, segah mıdır gözlerin Arif Bey’i Itri’yi ömür boyu inleten nihavend mi, sultan-ı yegah mıdır gözlerin kubbesinde yitirdim zaman duygularımı akşam mıdır, gece midir, sabah mıdır gözlerin ruhumu baştan başa acılarla dokuyan beynimi kurşunlayan silah mıdır gözlerin her köşede zifiri bir silüet bırakan gönül memleketimde seyyah mıdır gözlerin renkler avare; sitem başıboş kuytularda mavi midir, yeşil mi, siyah mıdır gözlerin yoksa yalancımıdır, günah mıdır gözlerin. V nihan kıldı gözlerin bana kapılarını oysa ben gözlerinden girerdim yüreğine her bakışın bir damla ab-ı zindegan idi hicranlı her gülüşün bin yıllık figan idi içime, soluşundan sonra koyu renklerin birer şirpençe gibi düştü gözbebeklerin feryadıma gök bile bigane değil şimdi söyle, kurtuluşun mu, harabın mı gözlerin gözlerinde mi mehtab; mehtabın mı gözlerin. Vl çağlayanlar bile hararetlidir buğday başağının açlığıdır ufuklar siperleri aşıklar mı doldurmalıydı zalimler mi neden böyle hıçkırıklı, umutlar. Vll beni hangi urganla bağladın gözlerine beni hangi ırmağa karıştırdın yeniden senden kopamıyorum gözlerin var oldukça sensiz yapamıyorum yüzün bahar oldukça gözlerine baktıkça duruluyor yüreğim ölse de, gözlerinden soruluyor yüreğim indirme kirpiğini; tutuşmasın kainat nazar kıl; ferahlasın; kavruluyor yüreğim sensiz küle dönerek savruluyor yüreğim. Vlll diyorlar ki ağla ağla ki dumanı dağılsın yolların ağlamayı denizlere bıraktım. yalnız gözlerindir hayatta kalan uğruna adandığım mahşeri sularla çevirip dört yanından gönlümde sakladığım aynalarda arayıp bulamazken günboyu gölgesinde konakladığım gözlerindir ufkumda dalgalanan. Rüstem’in kanını döktüm yerlere İstanbul’u kuşattım gözlerin için Azrail’e koştum siperlerimden gözlerine baka baka dirildim niçin kızıl kıyamettir gölerin bu gün niçin heyelan var eteklerinde İsrafil’den işaret mi almışsın yanaklarında mahşer kalıntısı dudaklarında mizan bütün gamlı hüdhüdler Belkıs’le döner sana yıldızlar vuslat için her gece iner sana rengini, gözlerinde kaybolan bilir. lX gözlerin uğrak yeridir bestekarların şairler hüzne dalar yeşil okyanusunda eşiğinde ölümsüz dilenciler gözlerin gecenin intiharıdır. sen gözlerine mahkumsun; gözlerin bana ben şiir yazmasam, kim tanır gözlerini geçerken yalnızlık sokağından hangi demirci indirir parmağına çekici hangi berber yanağını keser müşterisinin gözlerine bakmasam, doğar mı güneş. X gözlerin boşluğa akan bir ırmak değil gözlerin sadece ölmek, yaşamak değil gözlerin tükeniş doruklarında bulunmayanları aramak değil gözerine aşina olduğum günden beri ben artık hır gece sesleniyorum düşe kalka yorgun argın derbeder yapayalnız duruyorum; yanlış anlaşılıyor her hücremde bir inkılab her gönlümde bir mahitab evim harab; ömrüm harab ne ay kaldı, ne de mehtab gök bulanık; ufuk silik gene de mağrur ve dimdik yürüyorum; mezarım oluyorsun ansızın. Xl bu son şiir, o küflü gözlerine yazılan bu son mezar kalbimde hicranla kazılan senin gamsız gözlerin kahkahalar atarken benim gözlerim viran; ağlamaya değer mi her cilven bir ıstırab; her nazın kapkaranlık yorgun kuraklığında ıslanmaya değer mi hiç güzel olur muydun gözlerin olmasaydı ateşlere girmeye ve yanmaya değer mi bir kevser ırmağında serinlemek dururken sellerine karışıp bulanmaya değer mi aydınlığın gözleri çağırıyor kalbimi zehir bakışlarınla boyanmaya değer mi gözlerine bir ömür dayanmaya değer mi. Bilirsiniz sözümde hep durmuşumdur duracağım Sevgilime sözverdim ben yirmi yıl yaşayacağım Düşmanlarım sevinmesin yirmi yıl sonra yok diye Belli değil yirmi yıla ne zaman başlayacağım Yarda insaf yoktur, bende yok derman Yazık ki işlerim, Allah'a kaldı Kaşları katlime yazıyor ferman Kanlı kirpikleri kalbime daldı. Gözleri gönlüme zehir atıyor Zülüfü süngüdür, cana batıyor Şehit mezarında gönlüm yatıyor Sevda kılıcını boynuma caldı. Aman Karac'oğlan aman, bunaldım Aşkın çöllerinde şaşırdım kaldım Bir püsküllü derdi başıma aldım Bu azgın dert beni gurbete saldı Bütün bu sürekli arayışlar neden bilir misin Neden bu durup isyan etmeler Allaha Bu aldanmalar, yıkılmalar, bu sonsuz çalkanış Hep sana yaklaşmak için, biraz daha biraz daha Seni bulmak yılgın, yıkık gecelerden sonra Sana çıkmak merdivenlerden nefes nefes Belki ben yalnız senin güzelliğinde çirkinim Hiç solmasa güzelliğin, böyle hiç bitmese Yanmak var sana yaklaştıkça biliyorum Yok olmak var, kahrolmak var, kul olmak var Öyle bakma gözlerime bakma artık oluyorum Yasamanın ta kendisi oysa bu ölmek değil Gözlerim gözlerinden başkasını unuttu Sen yoksan o yokluktur, senden öncesi yoktu. O elinde tuttuğun zarf bir ihanet anında örülmüştür Ve zarfın içindeki kağıt er mektubudur görülmüştür Doğum günüm bu gün 3 Aralık Ve şafak karanlık Bu mektubu sana yazıyorum anne Dün sevdiğimle ayrıldık Son mektubuymuş bana yazdığı Bir daha yazmayacakmış Demek sevda ayrılığa bir ay dayanırmış Ve asker ocağında terkedilmek de varmış . Bu mektubu sana yazıyorum anne Bu gün doğum günüm 3 Aralık Ve şafak karanlık . 3-5 nöbetindeydim dün gece Bir şarjörün boşluğunda içtim son sigaramı Ve yorgan gibi üstümü örttü kar siperde Sabaha karşı biraz içim geçmiş Hayalin gözümün önüne geldi anne Kızkardeşimi de verdiğinden beri sevdiğine Bir ben bir de sen kaldın geriye . Üzülme anne üşümüyorum Bekliyorum elim tetikte Bekliyorum memleketi ve seni Ve artık beklemiyorum beni beklemeyen sevdiğimi Beklemiyorum yüreğimi ve aşkımı Soğuk siperde yalnız bırakan sevgiyi Ve bekliyorum anne elim tetikte Eğer girerse menzile vurup öldüreceğim Hem aşkı hem sevgiyi . Geçen gece karakolu bastılar Kurşunlar yağmur gibi yağdı üzerimize Garip gelecek belki sana ama Ortalık bayram yeri gibi oldu anne Biliyormusun o an hiç korkmuyorsun Herkes kendini bir sipere atıyor Ve gecenin karanlığında kurşun yerine Işıl ışıl yıldızlar yağıyor sanki üzerimize Ve ölüm bile aklımıza gelmiyor anne Canlar canlar gidiyor Gidiyor canlar Ve kimbilir ne zaman bahar ORTODOKSLUKLAR 1. Tek konuşulur yüzüdür bacaklarının arası. Sakal ve bıyık da bıraktığı. Dönmez bir sapkının. Üzerine bir dedikodu. Yaklaşmaz kadınlara buyurulduğu gibi. Kışkırtır kuşkuları. Başlarındaki sorguç ve berbername. Gömdürülmüştür diri diri toprağa başaşağı. Ürker ve parlar birkaç katana ötede. Neden anlayamıyordum. Tutunur bir utanç ince. Bir kız limon yanığı. Saçak altlarında dolaşır erkeğini. Açılmıştır kapılarının kilitleri kendiliğinden. Kıpırdanır bir kefen. Gebelenmiştir yatarak üzerine ölünün. Bir kilisede işlemeyen. Bataklıklarda büyütmüştür çocuğu. Neft dökerek yakıyordum bir mektubu da kuş zarflı balmumu. Artık bir çocuğun yüreğindeki eğriliktir. Bileğinde doldurulmuş ve bütün bir atmaca taşıması. Çalışır toplamıya tüylerini. Yazdırır göğsüne zafranla. Yinelediği bir sözcük kezlerce: Erselik! Sevişir ısırarak kendi ağzını. Çalar lavtasını yılgının elden düşme. Malta Yahudisi'ni okuyordum. Barındığım sandukanın içinde. Kuytu bir köşesindeyim ve yorgun bedenimin altında çıtırdıyor kuru yapraklar Üstte kristal bir gök ve yıldızlar ozancasına. Yalnızım sıkıntının yayalnızlığı değil bu Düşlerle el ele yaşamayı dillendiren ve yudum yudum özümleten bir sevgi yanlızlığı. Dinlendiriyor yüreğimi kafamı bedenimi serin okşayışlarıyla doğa Dinliyorum en güzel türküsünü kurdun kuşun. Uçmak için kanat aramıyorum. AHMET TELLİ Özledim sesini ne olur konuş Bir gül açtır zamanların ötesinden Karanlıklar içindeyim, kapkarayım bugün gel Gök mavisinden, deniz mavisinden Bana bir şarkı söyle İçimde bir şey kımıldıyor Gözlerim kan çanağı, yorgunum, uykusuzum Bir baksana ne haldeyim deli divane Yaralıyım, çaresizim umutsuzum Bana bir şarkı söyle Yağmur ol yağ üstüme, güneş ol ısıt Dökül karanlığıma ışıklar gibi Al beni, en uzaklara götür Sesin, aksin içimde bir pınar gibi Bana bir şarkı söyle Bütün renkleri kat birbirine Buram buram bir turuncu getir geçen yazdan Bir tüy gibi, bir bahar dalı gibi Hafiften, inceden, güzelden, en beyazdan Bana bir şarkı söyle Yağan kar nasıl hazin yağar bilirsin Kurşuni bir gökyüzünden ağlamaklı İşte öyleyim, kapkarayım bu gün gel En hüzünlü sesinle, en dokunaklı Bana bir şarkı söyle Ey hayat, sen şavkı sularda bir dolunaysın. Aslında yokum ben bu oyunda, ömrüm beni yok saysın.... Yaşam bir ıstaka; gelir vurur ömrünün coşkusuna. Hani tutulur dilin, konuşamazsın…. Tırmandıkça yücelir dağlar. Sen mağlupsun sen ıssız ve kalbinde kuşların gömütlüğü; tutunamazsın! . Eloğlu sevdalardan dem tutar, aşk büyütür yıldızlardan; senin ise düşlerin yasak, dokunamazsın.... Birini sevmişsindir geçen yıllarda. Açık bir yara gibidir hâlâ. Hâlâ ne çok özlersin onu, ağlayamazsın…. Yolunda köprüler çürür. Sesin, sessizlik sanki bir uğultuda. Savurur hayat kül eyler seni, doğrulamazsın! . Yapayalnız bir ünlemsin dünyayı ıslatan şu yağmurlarda. Her şey çeker ve iter, anlatamazsın.... Yaşam bir ıstaka, gelir vurur işte ömrünün coşkusuna. Sesinde çığlıklar boğulur ama, bağıramazsın…. Sonra vakt erişir, toprak gülümser sana; upuzun bir ömrün ortasında ne hayata ne ölüme yakışamazsın…. Yazdırmalısın mezar taşına: Ey hayat, sen şavkı sularda bir dolunaysın, aslında hiç olmadım ben bu oyunda ömrüm beni yok saysın… ey canımın güftesi, eylülün ikinci haftasıydı o sıra bana gülümseyerek getirdiğin bir bardak suydu o sıra. hatırla denize hiç bakmadık çünkü kıyısındaydık bir elma kendi kendine büyür dururdu o sıra. bir kıyı ikindisiyle bir elma öyle kendiliğinden büyürler bir öfkenin ya da bir dağın yanısıra. bir kıyının beslerliği bir elmadan ayrılmaz gibi ama elma soğuk bir kış akşamında bile yenir ısıra ısıra. bir öfkeyi diriler durmadan elma, ovadan gelir elbet küfelerle sandıklarla hüzünlerle ardısıra. ey geçmişten gelen konuk, sonsuz düğmelerimi tut yerlerini yadırgayan sonsuz iliklerin adına. ey canımın güftesi, denize hiç bakmadık, hatırla tek pencereli bir odada elma yedik ısıra ısıra. elmanın topraktan süzdüğü, gemilerin denizlerde gezdiği bir tatildi, bir geçiştirmeydi, yalnızlıktı bir kusura. neydi, ne doğruydu, nerden vardık yakışmıyor konuşmak bize öyle barışlar okuyup yalnızlığı yaşamak kara kara. ey canımın güftesi, ey penceresi bütün sıkıntılarımızın bizim babalarımız neden ölürlerdi hatırla sıra sıra. bu söylediğim iyi bir şarkıdır elle bile hatırlanır yani şu, ateş ve deniz buluşurlar bir limanda arasıra. yani şu, elma yenir ve balık durmaz kaçar ama yenilmezler artık buluştukları sıra Kimsede görmediğim bir şiir yüzü al ve akşamı aşıyor Eski bir tanrı gibi kendi dininde Uzun süren bir dönemi düşlüyor olmalı İçindeki bir içkinin sıcaklığında Suskunluğu bir başkaldırı olmalı Elleri ayakları sinemalara bulaşmış Romanlara bulaşmış Genel helalara bulaşmış Dağları iyi bilmediğinden Denizleri anımsamış olmalı Gözleri o yüzden çırpıntılı. Kara başlıklı geçmiş, Sonsuz gelecek Şimdi burda vakit gece ya Bir yerlerde ey gözleri maden Gündüz olmalı Taşın içinde bir gündüz Demirin,, ağacın. İsim nedir ki Bulutlara yazılır geçer. Yüzüm nedir ki Akar suya çizilir geçer. Ömür nedir ki Kurulur bozulur geçer. Sevda nedir ki Dokunursun süzülür geçer. Şiir nedir ki Sezilir geçer. İnsan nedir ki Bir şeylere sevinir üzülür geçer Ey erenler çün bu sırrı dinledim Huzur-ı mürşide vardım bu gece Hakikat sırrını andan anladım Evliya merdanın gördüm bu gece. Mürşidim Muhammet buldum yolumu Rehberim Ali'dir verdim elimi Tiğbend ile bağladılar belimi Erenler sırrına erdim bu gece. Erenler rahına eyledim iman Kalmadı gönlümde şek ile güman Ne bilir bu sırrı Yezid'le Mervan Küll-i varım Hakk'a verdim bu gece. Andelip misali avaz ederek Kati sema üzre pervaz ederek Yedi aza ile niyaz ederek Ayn-ı cem güllerin derdim bu gece. Pir Sultan'ım Hakk'a niyaz ederim Erenler rahına doğru giderim Küll-i varım Hakk'a teslim ederim Hakk'ın cemalini gördüm bu gece (Sensizlikle flört etmeyi sen değil, sensizlik bilir; sesi ses, sessizliği sensizlik bilir…). Korkma, sana aşkı öğretmeyen kendinin ellerinden tut! Çok ağrımış kendinin, siyah ve ayaz kendinin. Hep avuttuğum düşler için bana bir gül ver.... Bak, Palandöken dağlarında karlar erimiş, teknelerle kol kola bir bahar sulara inmiş; dağlar için, sular için bana bir gül ver. Bir gül ver söküldüğüm günler için -ve önce kendinin ellerinden tut.-. Kendimin ellerinden tutunca, içimden nehirler gibi akmak geliyor; yollara çıkmak, yolculuklara bakmak geliyor. Geberesiye içip salaş meyhanelerde, buralardan böyle ceketsiz kaçmak geliyor…. Tutunca kendimin ellerinden, pusulasız gemilerde yatmak; yaşlı ve şefkatli bir azizenin koynunda sabaha dek kıpırtısız susmak geliyor…. Sevgilim, iyi insan, tutunca ellerimden, ömrümün içinden akmak geliyor.... (Sessizlik sensizliği ezbere bilir; sensizlik her şeyi bilir...). Korkma, sana aşkı öğretmeyen kendinin ellerinden tut; sonra bana aşkı öğretmeyen kendimin ellerinden.... Bak, yıllarım sırılsıklam/ yağmurlar giymiş, günlerin avlusuna yeni yeni çocuklar inmiş; dağlar için, sular için bana bir gül ver. Avuttuğum düşler için bana bir gül. Bir gül pusulasız gemiler, sökülmüş günler için.... (Ben bütün yeşillerimi inatçı ayazlara çaldırdım; sen kendinin ellerinden tut ve kendine benim için bir gül ver.). Kendine bir gül(ü) ver Ey nazlı nazlı yürüyen selvi, hazan rüzgarı sana değmesin. Ey cihanın gözbebeği, kem göz senden uzak olsun. Sen göklerin de canısın, yerin de! .. Canına, rahmetten, rahattan başka bir şey dokunmasın! Heceleme beni artık Allah’ım Bırak okunaksız kalayım Kaderimin hepsi pek iyi olmasın varsın Bak, ömrüm eriyor işte Çocukluk fotoğrafımdaki kardan adam gibi yanı başımda Bak, ilkokul talebesi kalbimden Yine karne parası istiyorlar Bir gecekonduda oturuyor kalbim oysa Yağmur yağdıkça Bir gecekondunun damı gibi içine doğru ağlıyor. Saçlarımda dolunay taneleri eriyor Saçlarımda bir kızılderili reisi Oturmuş barış çubuğu tüttürüyor İsmi: Mehtapta öpüşen iki sevgili Kalbim küs oysa, kalbim yalnız bir kovboy Nedense şimdi evinden çok uzakta. Saçlarım düşler görüyor Rengarenk uçan balonlar havalanıyor her telinden Saçlarımda kiraz bahçeleri Salıncak kuruyor dallarına çocuklar Hep ben düşüyorum, hep ben, Ben: İsmim kara bereli iki çocuktan biri Ben çocuklardan biri, Fazla yaramaz. Ne zaman ağlasa İskambil kupası damlıyor gözlerinden Rest diyor hep, rest. Ne demekse? Ben çocuklardan biri, Fazla yaşamaz Ne bir sarmanı var okşayacak Ne zamanı. Zamanı sarışın bir kedi olarak yarat baştan Allah’ım Bırak okşayayım. Esirge ve bağışla beni gerçekten Bırak düşlerimde kaybolayım.. Bir boş beşik hikayesinin olmayan çocuğuyum. Kanadı kırılan kartal da benim beddua etsem. Bir ağıt olarak yak beni Allah’ım Parmaklarına kına olayım hayatın. Affet bu siyah ve transparan duayı. Ben zaten gecenin arka cebinde falçatayım. Unut demek kolay gel bana sor bir de, Unutamıyorum işte unutamıyorum, Birşey var şuramda beni kahreden, Şuramda tam yüreğimin üstünde, Çakılı duran birşey var, Elimde değil söküp atamıyorum.. Dalıp dalıp gidiyor gözlerim derinlere, Kimi görsem biraz sana benziyor, Seni hatırlatıyor şu bulut, şu gökyüzü, Şu kayalıkları döven deniz, Şu hüzünlü melodi, şu napoliten şarkı, Bir zamanlar beraber dinlediğimiz.. Boyuna seni düşünüyorum durmadan usanmadan, Şimdi diyorum o ne yapıyor acaba, O güzelim gözleri kime bakıyor, O canım elleri nerde, Oysa günler o günler değil, Ve kalan şimdi sadece özlemin gecelerde.. Durup durup seni büyütüyorum içimde, Seninle acılar büyütüyorum, Yeni yeni kederler büyütüyorum dayanılmaz, Kirli sular yürütüyor iliklerime, Bir zehir karışıyor kanıma anlıyor musun.. Bir daha görsem seni diyorum bir daha görsem, Birgün olsun bir dakika olsun, Unut demek kolay,gel bana sor bir de, Hatırladıkça gözyaşlarımı tutamıyorum.. Dilimin ucunda sen, Başımın içinde sen, Kader misin,ecel misin nesin sen, Unutamıyorum işte unutamıyorum. Gönlümün maviliği gitmesin gökyüzünden Kuşların gülücüğü eksilmesin yüzünden Kar yağsada bu sessiz vadiye, gün bitmesin Yapraklar üşüse de, çiçekler üşümesin . Her şey güzeldi bir zaman, çok önce Şehirler, insanlar, güneş deniz Mutluluğumu görebilirdiniz Çökmeseydi içime bu son gece. Her şey bir anda bitmeseydi, yazık Olmasaydı gençliğime aptalca Belki de o yerlere varırdık O uzak dağlara ulu: koskoca. Orada her şey değişirdi belki Acardı umutlarımız bakarsın Ateş rengi, kan rengi güller gibi Toprağında kim bilir hangi aşkın. Oysa simdi nerdeyiz, neyiz bak Her umut belirtisinden uzağız O sevilmiş gözlerde saf ve berrak Bir ayna bile yok bakacağımız. Her şey kurşuni bir renk almış, soğuk Bozkırlardır uzayan önümüzde Kime baksan o yüz: veremli, soluk Tek mavi kalmamış gökyüzümüzde. Her yerde bitmişliği güzelliğin Kum kamyonları putreller betonlar Sonra ta beşikten mezara deyin Sıfırlar, yüzler, binler ve milyonlar. Hadi öl bakalım ölebilirsen Zincirlerle bağlıyken yaşamaya Omuzla yükünü, hadi yalnız sen İsterse gücün olmasın taşımaya. Yenik duşmuşuz iste gerçek ortada Çokmuş boynumuza zulmün elleri Bir tutsak, bir dolap beygiri ya da Bir mahkum gibiyiz kaç yıldan beri. Yargıç hükmünü çoktan vermiş oku Boynundaki yaşamak fermanını Yaşamak sonra ölmek; iki korku Geri getirmezken bir anını. Terkedilmiş şehirleri bilirsin Bilirsin gömülmüş uygarlıkları Ve düşün ki; patlaması bilincin Yırtmaya yetmiyor karanlıkları. Öyleyse çek sapla göğe bıçağını De ki; benim isim tanrılıktan güç Benim hem yüksek, hem en aşağı İste ellerimde sonsuzluk ve hiç. De ki; ömür verdin; en büyük yalan De ki; Beden verdin; içi boş ve kof İste! Yüce eserin, işte insan Ve yırt göğsünü, bağır: Of Tanrım of. Serçe kadar yok musun be? ! Hadi uç uçabilirsen... Akıl, izan, idrak sende Kader seç, seçebilirsen.... Alev dondu, akıl yandı Su uyudu, taş uyandı Ecel kapına dayandı Durma kaç, kaçabilirsen.... İşe el attı dayılar Çamura battı sayılar Köprüyü tuttu ayılar Yürü geç, geçebilirsen.... Bırak kalsın çeşme, kuyu Değiştir gel eski huyu Havada var olan suyu Buyur iç, içebilirsen.... Taksit taksit, adım adım Nedir yani, anlamadım Ev emanet, mezar kadim Hemen göç, göçebilirsen.... Farkın var kuştan, sığırdan Gayret et, alma ağırdan Gitme köhnemiş çığırdan Çığır aç, açabilirsen.... (Akıl Karaya Vurdu) Aşk imamdır bize gönül cemaat Kıblemiz dost yüzü daimdir salat. Can dost mihrabına secdeye vardı Yüz yere vuruban eder münacaht. Beş vakt tertibimiz bir vakte geldi Beş bölük oluban kim kıla taat. Şeriat eydür bize şartı bırakma Şart ol kişiyedir eder hiyanet. Dost yüzün görücek şirk yağmalandı Onun içün kapıda kaldı şeriat. Münacat gibi vakt olmaz arada Kim ola dost ile bu demde halvet. Kimsenin dinine hilaf demeyiz Din tamam olıcak doğar muhabbet. Erenler nefsidir şol devletimiz On’içün fitneden olduk selamet. Kalu bela dedik evvel ki demde Dahi bugündür ol dem-ü bu saat. Doğruluk bekleyen dost kapısında Gümansız ol bulur İlahi devlet. Yunus öyle esirdir ol kapıda Diler ki olmaya ebedi rahat Tel tel ve iplik iplik dikseler de ağzımı; Tek ses duysalar; Allah... Yoklayanlar nabzımı.. 1973 Kızkulesi'ni düş getiren pay senetleri Kısa günde kapış kapış gitti. İşçisi köylüsü öğrencisi şairi Tam tamına 49,5 milyon kişi. Yazıldı defterine güzelliğin Çocuklar sabah akşam resim çektirdi. Sevinçler acılar şarkılar ki İstanbul'u an an görünür kılar. Fenerime uğru yeşil tatlı pembe sürülmüş Yanında ne ki Koç'lar Sabancı'lar. Sonra 49,5 milyon düş senedi Bir sabah törenle denize verildi. İçlerinden üç tanesi de Şu şu şu kişilere ciro edildi: . Tarihin babası sayılan Herodotos'a; Tarihin bir babası daha varsa ona; . - Ve uzun tartışmalardan sonra - Nüfusumuzun geri kalan kısmına. işte herkes yüz yüze şimdi geceyle karşılıksız suçlamalarla avutuyor kendini 'senin aşkındır' diyor uzun iç-çekişlerle birisi birisi 'her şey uzakta artık' istanbul karagümrük’te bir evde belki de başka bir yerinde dünyanın 'hayır' diyor birisi ama neye bir oyun sanrısı gidip geliyor gidip geliyor deniz dibinde bile terlenen bölgelerde. 'ölsen ne yaparsın' diyor birisi 'her gün ne yaparsın' tut ki avukatsın istanbul barosuna kayıtlısın 'ellerindeki ve göğsündeki çeşmeler' diyor biri 'suçsuz çıkarmıyor seni' tut ki almanya’ya bir mektup atmışsın 'ilkinde doğrusuna raslamadım ki' diyor birisi dışarlarda bir omcanın dibinde bir üzüm tanesi çürüyor azar azar gece çürüyor 'sonrası iyi olsa ne yazar' diyor birisi. tut ki bir fransız bayrağı bulmuşsun bleu blanc rouge ya da bir olimpiyat meşalesi kim barıştırır seni dünyayla hangi sulh hukuk hangi uyuşmazlık mahkemesi "derin dereleri derin mi sandın" diyor birisi radyoda. marmara ereğlisinden geliyor birisi -güzel bir yer olsa gerek marmara ereğlisi- geceyle başka bir kentte karşılaşınca ne marmara kalıyor ne ereğlisi bir caminin taşıyıcı sütunu altında ya da bir içki-evinde ölümle başlayacak bir yalnızlığın tadını duyuyor ağzında 'ölüm bir kazadır' diyor birisi ivmesi artıyor umarsızlığın 'ne ki herkesin başına gelir'. 'arada bir adım sorsalar' diyor birisi belki de öyle birini tanıyorumdur geçmişinde cakalı ayak izleri sonsuz denecek kadar sürekli günden geceye geçerken şaşkın hatta -nedense- öfkeli 'bir gemi düşlüyor da ondan' diyor birisi 'hep günden geceye kalkan' ama nerde öyle bir gemi. 'beni bir gün bir yerde bulurlar' diyor birisi sağında gazetesi solunda bir ağustos bahçesi göğsünde dünyayla ilişkisi darmadağınık saçmasapan toz gibi 'saçların kapkara gözlerin korku irisi' herkes kendi elini tutuyor öbürlerini bırakıp kopkoyu bir çığlık bekleniyor karşıki evden herkes geceyle yüz yüze şimdi. Cehennem olsa gelen, göğsümüzde söndürürüz. Bu yol ki Hak yoludur, dönme bilmeyiz, yürürüz; . Düşer mi tek taşı sandın harim-i namusun, Meğer ki harbe giden son nefer şehid olsun.. Şu karşımızdaki mahşer kudursa, çıldırsa, Denizler ordu, bulutlar donanma yağdırsa, . Bu altımızdaki yerden bütün yanardağlar Taşıp da kaplasa âfakı bir kızıl sarsa, . Değil mi cephemizin sinesinde iman bir; Sevinme bir, acı bir, gaye aynı, vicdan bir; . Değil mi ortada bir sine çarpıyor, yılmaz, Cihan yıkılsa emin ol bu cephe sarsılmaz! “Şarkılarımda ağlamak var bir şarkıya.” -Ülkü Tamer- I Artık hayatlarımız düşlerinden sökülüp monte ediliyorlar. Üstümüzde ne kuşlar ne dolunay... Böyle alkole batmış akşamlar, sersem sabahlar; gittikçe tuzak, sevdikçe ihanet, sevdikçe batak! Herkes kavramış da ötekini çaresiz- liğinden emeğinin tabutuna zar atıyorlar; sonra her gece alkolün esrik tadın- dan etin vahşi tadına sızıyorlar ve sokak çocukları her gece gökyüzüne eksik yatakların şarkısını söylüyorlar.... Kirvem, buradan görünmüyor uzun koyaklar; yine o dağların ardı yâr, ama vuslat bir uzak diyar. Dağlar dağıldı, kentler yenildi diyorlar! . Böyle geçip giderken uzun zamanlar, kimleri unuttuk kimler kalanlar? . II Kimleri unuttuk kimler kalanlar? Ve suyla değil, tükürükle yıkananlar birbirlerine dantel takımlarını, iyi hâl kağıtlarını gösteriyorlar.. Siz hayatı böyle mi bellediniz! Bulutlara çizdiniz ömürlerinizi; siz hayatı böyle mi? . Böyle gelip geçerken uzun zamanlar, kimleri unuttuk kimler kalanlar? . III Artık cennet düşleri yeni cehennemler doğuruyorlar.Yoksullar yine varoşlarda beraber ve solo şarkılar söylüyorlar; yine kargalar pisliyorlar mezarlıklara.Hep incinen, ama incelemeyen kadınlar, her güne bir Prozac’la katlanıyorlar ve rüyalarına intihar süsü verilmiş çocuklar artık düşlerini gıcırdatmıyorlar.... Oysa bir düş bulsa yaslanacak çocuklar…. /Hayatın düşlere borcu vardır; çünkü hayatın insana borcu vardır…/. Bir düş bulsa yaslanacak çocuklar…. Gelip geçerken uzun zamanlar, kimleri unuttuk kimler kalanlar? . IV Artık hayatlarımız düşlerinden sökülüp monte ediliyorlar ve düşenler yitiyor, kalanlar yürüyor- lar…Orospular uzun bacakları ve slikon memeleriyle caddeleri pervasız arşınlıyorlar. Artık en namus- lular orospular; bu yüzden yağmurlar şehri boşuna yıkıyorlar.... Kirvem, buradan görünmüyor uzun koyaklar; yine o dağların ardı yâr, ama vuslat bir uzak diyar. Dağlar dağıldı, kentler yenildi diyorlar…. Be kirvem, burada ne nüshayız ne asıl; susmuş kanun, bitmiş fasıl! Bizi hiçliğe yazıyorlar Bizi hiçliğe yazıyorlar… Evin içinde bir oda, odada İstanbul Odanın içinde bir ayna, aynada İstanbul. Adam sigarasını yaktı, bir İstanbul dumanı Kadın çantasını açtı, çantada İstanbul. Çocuk bir olta atmıştı denize, gördüm Çekmeğe başladı, oltada İstanbul. Bu ne biçim su, bu nasıl şehir Şişede İstanbul, masada İstanbul. Yürüsek yürüyor, dursak duruyor, şaşırdık Bir yanda o, bir yanda ben, ortada İstanbul. İnsan bir kere sevmeye görsün, anladım Nereye gidersen git, orada İstanbul. Şimdi uzaklarda evinde uyuyor olmalısın Gördüğün, düşlerin en güzelidir yavrum Saçların dağılmıştır yastığın üzerine Göğsün hafifçe açılmıştır, biliyorum. Kimbilir nasıl geçmiştir akşam saatleri, gece Gözlerin nasıl da koyulaşmıştır hüzünden Duvarlar üzerine yıkılmıştır birer birer Bensiz bir gün daha eksilmiştir ömründen. Kitaplar, plaklar, şunlar, bunlar hepsi boş Severken kolay değil avunmak, baksana Yine kör karanlığında bir gecenin Oturmuş özlem şiirleri yazıyorum sana. Dudaklarını anımsıyorum ekmekten sudan aziz Ellerini anımsıyorum saçlarımda sevecen Sonra gözlerin, dupduru, yalansız, kuytu Seni andıkça bir imbat esiyor Ege'den. Yaşanacak yıllarımız olmalı diyorum seninle Uyuyacaksan kollarımda uyumalısın Vaktin olursa sevişmekten deli gibi Başını omuzlarıma koymalısın. En güzel sözcüklerle, öpüşlerle, şiirlerle Sana sevgimi anlatmalıyım uzun uzun Pencereden gökyüzü görünmeli, yıldızlar Tek tanığı olmalı mutluluğumuzun. Uyanmalısın doğan günle birlikte Yeniden sevişmeye durmalıyız, yeniden Ve yepyeni bir dünya yaratmalıyız Her anı aşktan, mutluluktan, sevgiden Hayat, mayat diyorlar Benim gözüm mayat'ta. Hayatin eksiği var: Hayat eksik hayatta.. Takınsam, kanat, manat; Kuş, muş olsam seğirtsem. Bomboş vatana inat, Matan'a doğru gitsem... Uç verirken yüreğinin kıvrımında Sürgün sancısı solgun bir gülün, Ağar gözlerinin yorgun peteğine Bal acısıyla yüklü hüzün Ve dinlenir göğsünün harmanında Yaman koşucu bekleyişlerin.. Zamanın biriktirdiği ve acılaştırdığı Kavruk bir direnmedir hasret. Üfler acıya ve zamana karşı Kerem yalımını sevdaların Ve yaratır nice yengilerin yıkıntılarından Mermer anıtını umudun.. Bin umudunu işleyerek bir mermere Direnir hasretinde acının nakkaşı, Zulmün kayasını delerken Ferhat Fışkırır sevdanın kararttığı zakkum, Ağar hayatın dallarına Ve açılır Kerem gülleri Hasretin gonca bağrında... Sen aşk şiiri yazamazsın Hasan Hüseyin Çünkü aşk şiirden önce gelir sende Oysa şiir önünde gitmelidir herşeyin. Sen aşk şiiri yazamazsın Hasan Hüseyin Çünkü aşk Kavganın içindedir Çünkü sen İçindesin kavganın. Elmayı kokusundan Güvercini biçiminden soyutlamaktır Yaşamak denilen kavagyı aşksız düşünmek. Sen aşk şiiri yazamazsın Hasan Hüseyin Çünkü sen Gagasından tutup kuşu Öt kuşum öt kuşum demiyorsun Çünkü sen Yedirip çiçekleri ineğe Koklayıp gerisini ineğin Kok çiçeğim kok çiçeğim demiyorsun. Öpüşmek başka şeydir yiğidim Öpüşmeyi düşünmek başka Sevişmek başka şeydir güzelim Sevişmeyi düşünmek başka. Sende yaprak -iki gözüm- Sende yıldız -yürek sızım- Sende su Sende bu dört boyutlu kaçma tutkusu atlıkarıncadan geceleyin Bakmaktır lunaparka. Sen aşk şiiri yazamazın Hasan Hüseyin Çünkü sen ilkyaz yağmurlarında çırılçıplak Dolaşır gibi sıcak morlarda İçer gibi morları Düşer gibi morlara Yaşarsın aşkı iliklerinde. Çünkü sen iki düşman ucun bileşkesisin Acısısın kavuşmanın Ayrılmanın sevincisin Sen aşk şiiri yazamazsın Hasan Hüseyin. Çünkü aşkın kendisidir şiirin Oysa sen Oysa aşk Oysa sen Sen Sen aşk şiiri yazamazsın Hasan Hüseyin Resmin rehindir gurbetimde. Gurbetimde sesleri aşındırmış kimliksiz bir kasaba ve senin kederini ıslatan o yağmurlar rehin.. Alnı özlemle dağınık bir akşam getirdim sana. Sar, büyüt ellerinle, konuk et sıcaklığına; konuk et kanatları kanatılmış kuşlar getirdim sana... Ve akşam, bir kez daha; saçlarını topla ve dağıt sesini rüzgârlara! “Bir of çeksen karşıki dağlar yıkılır”: Çekmiyorsun! . Akarsuları imrendiren yüzün de, sabahçı kahveler de biliyor: Görüşmeyeli yorgunum yıkık kentler kanadı sevinçlerimle. Görüşmeyeli ya sen nasılsın, adım, adresim durur mu defterinde? . Şimdi Siirt'te koyun kokulu bir gecedeyim. Beynimde iklimsiz papatyalar ve kuşatılmış bir akşam duruyor penceremde. Sokakların gün batınca neden boşaldığını ve yüreğimin neden kabardığını bilmiyorum. Konuşsam sessizlik/ gitsem ayrılık…. Sonra kıpırtısız yasladım göğsümü boğulmuş güne. Al bu çağrıları sulara göm, o uzak sulara, gurbetini rehnetme özlemimde… Ben bu hayat pazarında Satılacak adam mıydım? Eskimiş bir mendil gibi Atılacak adam mıydım? . Ne anladım ben aşkından Can mı verdin sen canından Be Allahsız ben sırtından Vurulacak adam mıydım? . Olana bak şu olana Nasıl kandım ben bu yalana Senin gibi bir yılana Sarılacak adam mıydım? . Aramadım haklı haksız Sevdim seni hep hesapsız Be vicdansız be kitapsız Ben yanacak adam mıydım? . Sorma nasıl gönlüm yanar Sorma nasıl içim kanar Ben bu aşka duvar duvar Yıkılacak adam mıydım? . Bilmem gönlün günah der mi? Aşka gelip eyvah der mi? Ben kalbine kör bir mermi Sıkılacak adam mıydım? . Bal bulurken zehirinde Gül bulurken dikeninde Ben pişmanlık denizinde Boğulacak adam mıydım? . Taşıyorken nehir gibi Yaşıyorken demir gibi Ateşlerde kömür gibi Yakılacak adam mıydım? Bak ki,sahipsiz yurdun şu perişan haline, İş kaldı avrupadan hükümet ithaline! .. 1978 Kirlenmiş bir yüreği on ırmak temizlemez Bir namus lekesini kırk bıçak temizlemez Bilerek girdiğiniz çamurun pisliğini Sonradan pişman olup ağlamak temizlemez. Vareden'in adıyla insanlığa inen Nur Bir gece yansıyınca kente Sibir dağından Toprağı kirlerinden arındırır bir Yağmur Kutlu bir zaferdir bu ebabil dudağından Rahmet vadilerinden boşanır ab-ı hayat En müstesna doğuşa hamiledir kainat. . Yıllardır bozbulanık suları yudumladım, Bir pelikan hüznüyle yürüdüm kumsalları, Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım. . Hasretin alev alev içime bir an düştü, Değişti hayal köşküm, gözümde viran düştü, Sonsuzluk çiçeklerle donandı yüreğimde, Yağmalanmış ruhuma yeni bir devran düştü. . İhtiyar cübbesinden kan süzülür Nebi'nin, Gökyüzü dalgalanır ipekten kanatlarla, Mehtabını düşlerken o mühür sahibinin, Sarsılır Ebu Kubeys kovulmuş feryatlarla, Evlerin arasına dikilir yeşil bayrak, Yeryüzü avaredir, yapayalnız ve kurak. . Zaman, ayaklarımda tükendi adım adım, Heyûla, bir ağ gibi ördü rüyalarımı, Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım. . Yağmur, gülşenimize sensiz, baldıran düştü, Düşmanlık içimizde; dostluklar yaban düştü, Yenilgi, ilmek ilmek düğümlendi tarihe, Her sayfaya talihsiz binlerce kurban düştü. . Bir güzide mektuptur, çağların ötesinden, Ulaşır intizarın yaldızlı sabahına, Yayılır o en büyük muştu, pazartesinden, Beyazlık dokunmuştur gecenin siyahına, Susuzluktan dudağı çatlayan gönüllerin, Sükutu yar, sevinci dualar kadar derin. . Çaresiz bir takvimden yalnızlığa gün saydım, Bir cezir yaşadım ki, yaşanmamış mazide, Dokunduğun küçük bir nakış da ben olsaydım. . Sensiz, kaldırımlara nice güzel can düştü, Yarılan göğsümüzden umutlar bican düştü, Yağmur, kaybettik bütün hazinesini ceddin, En son, avucumuzdan inci ve mercan düştü. . Melekler sağnak sağnak gülümser maveradan, Gümüş ibrik taşıyan zümrüt gagalı kuşlar, Mutluluk nağmeleri işitirler Hıradan, Bir devrim korkusuyla halkalanır yokuşlar, Bir bebeğin secdeye uzanırken elleri, Paramparça, ateşler şahının hayalleri. . Keşke bir gölge kadar yakınında dursaydım, O mücella çehreni izleseydim ebedi, Sana sırılsıklam bir bakış da ben olsaydım. . Sarardı yeşil yaprak; dal koptu; fidan düştü, Baykuşa çifte yalı; bülbüle zindan düştü, Katil sinekler deldi hicabın perdesini, İstiklal boşluğunda arılar nadan düştü. . Dolaşan ben olsaydım Save'nin damarında, Tablosunu yapardım yıkılan her kulenin, Ebedi aşka giden esrarlı yollarında, Senden bir kıvılcımın, süreyya bir şulenin, Tarasaydım bengisu fışkıran kakülünü, On asırlık ocağın savururdum külünü. . Bazen kendine aşık deli bir fırtınaydım, Fırtınalar önünde bazen bir kuru yaprak, Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım. . Sensizlik depremiyle hancı düştü; han düştü, Mazluma sürgün evi; zalime cihan düştü, Sana meftun ve hayran, sana ram olanlara, Bir bela tünelinde ağır imtihan düştü. . Badiye yaylasında koklasaydım izini, Kefenimi biçseydi Ebva'da esen rüzgar, Seninle yıkasaydım acılar dehlizini, Ne kaderi suçlamak kalırdı, ne intihar. Üstüne pırıl pırıl damladığın bir kaya, Bir hurma çekirdeği tercihimdir dünyaya. . Suskunluğa dönüştü sokaklarda feryadım, Tereddüt oymak oymak kemirdi gururumu, Bahira'dan süzülen bir yaş da ben olsaydım. . Haritanın en beyaz noktasına kan düştü, Kırıldı adaletin kılıcı; kalkan düştü, Mahkumlar yargılıyor; hakimler mahkum şimdi, Hakların temeline sanki bir volkan düştü. . Firakınla kavrulur çölde kum taneleri, Ahuların içinde sevdan akkor gibidir, Erdemin, bereketin doldurur haneleri, Sensiz hayat toprağın sırtında ur gibidir, Şemsiyesi altında yürürsün bulutların, Sensiz, yükü zehirdir en güzel imbatların. . Devlerin esrarını aynalara sorsaydım, Çözülürdü zihnimde buzlanmış düşünceler, Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım. . Sensiz, tutunduğumuz dallardan yılan düştü, İlkin karardı yollar, sonra heyelan düştü, Güvenilen dağlara kar yağdı birer birer, Sensizlik diyarından püsküllü yalan düştü. . Yağmur, duysam içimin göklerinden sesini, Yağarsın; taşlar bile yemyeşil filizlenir, Yıldırımlar parçalar çirkefin gövdesini, Sel gider ve zulmetin çöplüğü temizlenir, Yağmur, bir gün kurtulup çağın kundaklarından, Alsam, ölümsüzlüğü billur dudaklarından. . Madeni arzuların ardında seyre daldım, Küflü bir manzaranın çürüyen güllerini, Senin için görülen bir düş de ben olsaydım. . Şehirler kabus dolu; köylere duman düştü, Tersine döndü her şey sanki; asuman düştü, Kırık bir kayık kaldı elimizde, hayali, Hazindir ki; dertleri aşmaya umman düştü. . Ay gibisin, güneşler parlıyor gözlerinde Senin tutkunla mecnun geziyor güneş ve ay Her damla bir yıldızı süslüyor göklerinde Sümeyra'yı arıyor her damlada bir saray Tohumlar ve iklimler senindir, mevsim senin Mekanın fırçasında solmayan resim senin.. Yağmur, bir gün elini ellerimde bulsaydım, Güzellik şahikası gülümserdi yüzüme Senin visalinle bir gülmüş te ben olsaydım.. Tavanı çöktü aşkın; duvarlar üryan düştü, Toplumun gündemine koyu bir isyan düştü, İniltiler geliyor doğudan ve batıdan, Sensizlikten bozulan dengeye ziyan düştü. . Islaklığı sanadır ahımın, efganımın, İçimde hicranınla tutuşuyor nağmeler, Sendendir eskimeyen cevheri efkarımın, Nazarın ok misali karanlıkları deler. Bu değirmen seninle dönüyor; ahenk senin, Renkleri birbirinden ayıran mihenk senin. . Bir hüzün ülkesine gömülüp kaldı adım, Kapanıyor yüzüme aralanan kapılar, Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım. . Yağmur, ayrılığıma seninle derman düştü, Beynimin merkezine ölümsüz ferman düştü, Silindi hayalimden bütün efsunu ömrün, Bir dönüm noktasında aklıma Rahman düştü. . Nefesinle yeniden çizilecek desenler, Çehreler yepyeni bir değişim geçirecek, Aydınlığa nurunla kavuşacak mahzenler, Anneler çocuklara hep seni içirecek, Yağmur, seninle biter susuzluğu evrenin, Sana mü'mindir sema; sana muhtaçtır zemin. . Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım, Batılı yıkmak için kuşandığın kılıcın, Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım. . Kardeşler arasına heyhat, su-i zan düştü, Zedelendi sağduyu; körleşen iz'an düştü, Şarkısıyla yaşadık yıllar yılı baharın, İnsanlık bahçemize sensizlik hazan düştü. . Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım, Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım, Dokunduğun küçük bir nakış da ben olsaydım, Sana sırılsıklam bir bakış da ben olsaydım, Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım, Bahira'dan süzülen bir yaş da ben olsaydım, Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım, Senin için görülen bir düş de ben olsaydım, Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım, Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım, Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım, Batılı yıkmak için kuşandığın kılıcın, Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım... Ne olur söyleyin sevenler bana Ayrılmak kanun mu aşk kitabında Elele tutuşup gülmeden daha Terketmek kanun mu aşk kitabında. Ümitlerim kırıldı bitti Hayallerim yıkıldı gitti Bu dert beni benden etti Sevdim sevdim bak ne hale geldim. Her seven sonunda düşüyor derde Bu aşk kitabının yazanı nerde Bir aşık inandı çok sevdi diye Terketmek kanun mu aşk kitabında Ünledin Gelmedi kimseler Kalabalık olurum sandın. Usanırsan beklemeyi Gizle bile kendini Meş'um sorulardan Kimselerin bilmediği. Bilmediği güzergâhtan Gâh seni gâh onu Yanıltıp secdalardan. Çınlasa da iyidir ses Sese değdiğinde Her kimse ünleyen Dön bir bakistersen. Bak erikler çiçeğe Yangın yalaza Yolcu yollara tırmanıyor. Dağ tırmanıyor buluta Sisli sesler Çizerek Ve dönüp bakmadan Yeryüzüne. Yer gök arasında bir yerde Yazılır mı söylenir mi Aklınla tırnakladığın tarih. Aklının çatısı uçuyor Yağmur başladığında Ama iyidir ses . Yağmurun da olsa Fırtınanın da Kamyonlar kavun taşır ve ben Boyuna onu düşünürdüm, Kamyonlar kavun taşır ve ben Boyuna onu düşünürdüm, Niksar'da evimizdeyken Küçük bir serçe kadar hürdüm.. Sonra âlem değişiverdi Ayrı su, ayrı hava, ayrı toprak. Sonra âlem değişiverdi Ayrı su, ayrı hava, ayrı toprak. Mevsimler ne çabuk geçiverdi Unutmak, unutmak, unutmak.. Anladım bu şehir başkadır Herkes beni aldattı gitti, Anladım bu şehir başkadır Herkes beni aldattı gitti, Yine kamyonlar kavun taşır. Fakat içimde şarkı bitti. Rüya gibi atlar ve erler vardı Her bahar yürürdü düşman üstüne. Ülke coğrafyası bir dilim vardı Yunusun Galibin soylu gergefi. Şanlı gözyaşları yıkardı içi Yağmurla dönülür dualar vardı. Babalar amcalar kardeşler vardı Anneler dayılar halalar vardı. Düğünler hamamlar halaylar vardı Üstünde yol alan destanlarımın. Edepti yoğuran güzelliğimi Zekattı üreten zenginliğimi Dal bir gün dedi ki tomurcuğuna: - Tenimde bir yara işler gibisin Titrerim rüzgarlar keder vermesin.. Anneler beşikten der çocuğuna: - Acını görmesin gözüm alemde Teselli demeksin bana son demde.. Bütün ümitleri yel alır gider Tomurcuk açılır, sel alır gider Anneler büyütür, el alır gider. göz kaptırdığım renkten, kulak verdiğim sesten, affet senden habersiz aldığım her nefesten... Çarpmış, Paramparça etmiş, Kara sütü, kara sevdayla seni... Ve kara memelerinde dişlerin asi, Karadır, upuzun yattığın gece, Felek, ah ettirir, boynun kıl - ince... Cihanlar, çocuklar, kuşlar içinde Sızlar bir yerlerin Adsız ve kayıp Sızlar, usul-usul, dargın, Ve kan tadında bir konca, Damıtır kendini mısralarınca.... De be aslan karam, De yiğit karam, Hangi kalemin yazısı, Zorlu yazısı, Belanda? . Anadan doğma nişan mı, Sütlü barut damgası mı, Bir gece parçası mı kaburgandaki? Kız kakülü, ne hal eylermiş teni, Ellerin, deli hoyrat, Ellerin, susuz, yangın. Ellerin ooooy alarga.... De be aslan karam, De yiğit karam, Hangi güzelin diş yeri, Mavi diş yeri, Sevdanda? . Vurmuş, Demirlerin çapraz gölgesi, Alnın galip ve serin. Künyen çizileli kaç yıldız uçtu, Kaç ayva sarardı, kaç kız sevişti, Gelmemiş, kimselerin.... De be aslan karam, De yiğit karam, Hangi zehirin meltemi, Saran meltemi, Hülyanda? . Hakikatli dostun muydu, Can koyduğun ustan mıydı, Bir uyumaz hasmın mıydı, 'Ooooof' de bunlar olsun muydu? . De be aslan karam, De yiğit karam, Hangi kahpenin hançeri, Saklı hançeri, Yaranda? İtimat edersen benim sözüme Gel birlik kavline girelim kardaş Birlik çok tatlıdır, benzer üzüme İçip şerbetini duralım kardaş.. Son verelim iftiraya bühtana Kardeşane sevişelim can cana Elbirlikle çalışalım vatana Çok okul, fabrika kuralım kardaş.. Yürüyelim Atatürk'ün izine Boş verelim bozguncular sözüne Göz atalım şu dünyanın hızına Yürüyüp hedefe varalım kardaş.. Veysel'in sözleri kanun dışı mı? Mantığa uymazsa kesin başımı Bana düşman etmiş vatandaşımı Sebebi ne ise soralım kardaş. - Yetik Ozan’ın aziz ruhuna rahmet dileklerimle -. Zaman bir sapan lastiği Taş oldum kurtulamadım. Kaderim hava boşluğu Kuş oldum kurtulamadım.. Sevdiklerim gider tek tek Sıra bize de gelecek Can emanet, ölüm gerçek Düş oldum kurtulamadım.. Kin atları şaha kalktı Aklım durdu, kanım aktı Gelen zulüm beni yaktı Kış oldum kurtulamadım.. Sevgim pınar, sabrım kuyu Kovdum rahatı, uykuyu Ayaklar bulattı suyu Baş oldum kurtulamadım.. Bir yara ki büyür öz’de Yüreğim kavrulur közde Yetim gözde, yoksul gözde Yaş oldum kurtulamadım.. Suları Islatmadım Kadir Mevlam, senden bir yar isterim. Minnet ile gelen yari n`eyleyim? Bır sofra isterim, eller değmedik. Eller yemış, doyulmuşu n`eyleyim? . Bir yayla isterim, eli göçmedik; Lalesi, sümbülü, gülü geçmedik. Bir güzel isterim, eller değmedık; Koldan kola sarılmışı n`eyleyim? . Bir güzel isterim, nice olursa; Gözler ala, beli nice olursa. Binerim ata da dinççe olursa; Eller binip kovulmuşu n`eyleyim? . Amanin da, Karac`oğlan, amanın. Kirpikler ok olmuş kaşı kemanın. Evvel kız başlıydın, duldur zamanın. Olursa kız olsun, dulu n`eyleyim? Karlı gecelerde küçük istasyonlarda Düdük çalan trenlere bayılıyorum Tül perdeler ardında kadınlar gülüyor Tutup pencerelere tırmanıyorum. Bir şiir söylüyorum sonra bir şarkı Sonra oturup ağlıyorum Sonra bir güzel çiçeklenip Sokaklarda mızıka çalıyorum. Bu kente her gece yağmur yağıyor Ve ben her gece yeniden ölüyorum Bu tren oraya gidecek gizlemeyin Ne derseniz deyin ben biniyorum. Kuzu gibi olun diyorlar Buyuyup ortaya cikinca Koyun gibi gutmek icin sizi Daha işin başında, Şaşırmış ne yapacağını Hareketleri çılgınca.. Ben ne onu bilirim, ne ötekisini; Ağzıma koymuşluğum da yok Aşk içkisini.. Büyük sözü dinlersen Uzat bardağını, Konuş başka şeylerden. Ben canandan ayrı kaldım kalalı Akar gözüm yaşı sel gizli Senin ile ikrar verdik ezeli Kimseler duymasın gel gizli gizli . Hey yolcu destursuz bağa girilmez Kadir bilmeyene kıymet verilmez Her sazın döşüne pençe vurulmaz İncedir kırılır tel gizli gizli . İnan ey cananım belim büküldü Farkına varmadan ömrüm söküldü Deprem yokta neden evim yıkıldı Bu işte bir yaman el gizli gizli . Biçare Mahzuni yanar inlerim Feryat eder feryadımı dinlerim Dosttan ayrı düştüm geçmez günlerim Dakikam içinde yıl gizli gizli. Vara vara vardım ol kara taşa Hasret ettin beni kavim kardaşa Sebep ne gözden akan kanlı yaşa Bir ayrılık bir yoksulluk bir ölüm . Nice sultanları tahttan indirdi Nicesinin gül benzini soldurdu Nicelerin gelmez yola gönderdi Bir ayrılık bir yoksulluk bir ölüm . Karacoğlan der ki kondum göçülmez Acıdır ecel şerbeti içilmez Üç derdim var birbirinden seçilmez Bir ayrılık bir yoksulluk bir ölüm Belkim bir kertenkeleydim piç edilmiş bir yağmurun serini bir güzelin çirkiniydim çirkinlerin en güzeli yeşil koşsa güneşlerin gölgesi ben en hızlı yeşiliydim kurbağa yarışlarında annemin. çatal matal kaç çataldım kimbilir bin dereden bir kendimi getirdim haydan gelip huya giden bir huysuz heyheyler içinde bir heydim belkim yedi belkim sekiz belaydım. düdük çalar hırsızlanmış polisler ben korkudan üstlerime işerdim üç yıldızlı bir albaydı gökyüzü karşısında önüm açık gezerdim ağzı bozuk meymenetsiz bir ozan rus cenginde cağanozdum bir zaman. iki gözüm iki koltuk-eviydi mavilerim bir miyobun koynunda kendi düşen köyler kentler ağlamaz sur dısında ben oturur ağlardım ekmek diye bağrışırdı bebeler elma derler ben ortaya çıkardım ağıtlarla kutlanırdı İsa - doğdu Gecesi fil dişinden bir kuleydim yıktım kendimi. bilmem hangi keloğlanın fesiydim bir püskülsüz sümbülteber tohumu fesleğenler yaprak dökmüş şerrimden bir naraydım kimse bilmez nereden ya yakından ya uçmaktan gelirdim belkim ince belkim kalın bir sestim belkilerin kol gezdiği saatta belkim belki bile değildim Gözlerim, yollarda serili kilim Yüreğim, denizde bir garip balık Yaralı kekliktir ağzımda dilim Ben, kendi türkümü anlamam artık.. Dağa kaçmış ceylan güldeki koku Şahin umutlarım inmez havadan... En rahat yatakta uyumaz korku Su doldurur, kan içerim kovadan.. Aydınlık, noktadır derin kuyuda Sabahsız geceler ömrümü aşar... Girse kuğularım boğulur suda Çile bende doğar, dert bende yaşar.. (Dosta Doğru) Dost bağının meyveleri erişti Ayva benim alma benim nar benim Çeşmim yaşı ummanlara karıştı Cefakarım sitemkarım var benim . Yedi derya boz-bulanık selinden Halk-ı alem aciz kaldı dilimden Ben bülbülüm ayrı düştüm gülümden Efgan benim matem benim zar benim . Mail oldum kisvesine tacına Bend olmuşum siyah zülfü ucuna Mansur gibi asılırım saçına Kakül benim, perçem benim dar benim . Gevheri der kime gönül katayım Gevherimi nadanlara satayım Dost bağında bülbül gibi öteyim Gülşen benim güller benim har benim Bir yağmur bekliyorum, kuruyanı ıslatsın Bir yağmur bekliyorum, tohumlara can katsın Bir yağmur bekliyorum, silsin kirlerimizi Bir yağmur bekliyorum, bizi bize anlatsın.. 30 Ocak 2005/Vakit Geliyormuşum; pencerelerde yaz ve bileklerimde bayat bir intihar. Oysa ölünecek bir şey yokmuş, gidince sen, yaşanacak bir şey olmadığı kadar. Yanıyormuşum; vardığım yere bırakıp kendimi. Atlasında yeryüzünün çılgın ve çirkin ve hüzünle oyalanan. Yüreğimde kül tadı nice yangından kalan.... Ölüyormuşum; senin saçların uzuyormuş üstelik. Ölünce ben, cıgarayı da bırakıp taksit ödüyormuşsun. Bedenin tecritmiş geçliğinden, ikisi de yalnızmış, geceler öpüyormuş memelerinden.... Bense geçliğimi pazarlıksız ve hızla geçtiğimden; bugünler saçlarımla birlikte şiir yazmayı da kısa kestiğimden, piç kalmış aşklarla avutup kendimi, bileklerimde bayat bir intiharın dikiş izleri, gelip geçmiş yılların diş izleri ömrümde, neşter ve gül’müş hayat. Gülüyor...Gülüyor...Gülüyormuşum... kaç içki daha ne ağır bir iş alkol ırgatlığı bardakta ruj izi gözlerinin mavisi akında erimiş tütün sarısına dönüyor benzi şehvetin dürtüsü seviş seviş seviş. içindeki çöl çok daha geniş nasıl bir susamak içebilse denizi ağzını bulamıyor nerede kaybetmiş oysa yutabilir erkekliğinizi şehvetin dürtüsü seviş seviş seviş Çakal-tilki tetikte, kuşlar konmuyor dala Zurna normal havaya dönmüyor çala çala Arıcıyı kementle boğdu ya eşkiyalar Bir anda mor sinekler üşüşüverdi bala.... 27 Mayıs 2008/Vakit Helal kıldı ma'şuka aşık kendi kanını Ma'şuk nakşından okur aşk eri Kur'anını. Yardan ayrı olunca asılıp ölmek yeğdir Aşık kendi bırakır boynuna urganını. Gitmez aşık gözünden hergiz ma'şuk hayali Nitekim zilha verir Yusuf'un nişanını. Dirlik budur aşıka ma'şuk yolunda öle Sorarlar ise aydam aşıkın burhanını. Belkıys ile Süleyman aşka düştü bir zaman İsteyip bulmadılar bu derdin dermanını. Gökteki Harut Marut aşk için indi yere Zühre yüzün görecek unuttu Rahman'ını. Güzaf görmen siz aşkı kime oğradı ise Sultanı iltir baştan yitirir hanmanını. Ferhat bu aşk yolunda başın külünge tuttu Hüsrev Şirin derdinden dosta verdi canını. Leyli'yle Mecnun işi acebdür ( ür ) bu halka Abdürrezzak terk etti aşk için imanını. Zemane vefaları cefa gelir yunüs'a Bir doğru yer bulucak fidi kılar canını I. Yağmur dalgın bir efkâr giyinir Ekim’de. Kumrular sokağı‘*nda çekilmiş bir diş gibi kalırım; çekilmiş bir diş gibi Diyarbakır’dan.... Ağrırım, bağırırım aldırmaz! . İlle de gökkuşağı giyinir gökyüzü her Ekim’de.... II. Kumrular sokağı bir kente uzayıp gider. Gökkuşağım, ayrılığım, ömür ki eskir ve aşka uzayıp gider…. Tırmalarken göğsümü sabrın sancısı, yalnızlığın kül tadıyım; bakarım, yağmur utanmaz bulutundan, hasretin üvey adıyım…. III. Kumrular sokağında efkârın adıyla bir akşamüstü; gövdesine tutunmuş dal, dala tutunmuş serçe, telaşlı, o da kendince… Sonra aşklarda kül, camlarda perde; usulca harlanır sevişmeler de.... IV. Kumrular sokağında andlara hep bol geldim, küfürlere dar. Dönüp baktım, ne göreyim, yağmalamış gençliğimi yargıçlar! . Desene Sivas’ın kırık sazıyım, kendimin ayazıyım, kalbimde ölü çocuklar… Tufanlar ardımda ve buruşuk anılar. Nedense hiç uslanmamış bozgunlar.... V. Oysa haklı ve haksız bütün kitaplar yazılmıştır. Susuşlar eskimiş, küfürler edilmiştir. Biliyorum, yalnızlıktan öte dostun yok insan; insan ki bozuk paralarda bozgundur, yenilmiştir.. /Şimdi bilekleri kesik bir intihardır yaşam…/. VI. Düştüğü yerde tanımazken kendi suyunu yağmur; biliyorum, aynı dalda gül bile anlamaz dikenini. Anlasana, anlatamaz kimse yıkımını başka yıkıma. Cudi’de napalm, Datça’da ıssız koylara, New york Şırnak’a anlatılmaz. Her gün yanar söner yanar söner kasvetimle bin ateş; ölüm, dirilere anlatılamaz.... VII. Bilirsiniz her sokağın bozuk bir sicili vardır ve utancı sokakların, günleri şehvete fedâ eden şizofren babalardır. Gözlerinde yalnızlığı bir hançer gibi saklayan kadınlardır.. Sonrası sokakların, bozkırlardır, hani bir ak tay düşüyle uzayıp gider ve rüzgârların ıslığıyla göklere teğet geçer.. Oysa kumrular sokağı bir kente uzayıp gider; gökkuşağım, ayrılığım, ömür ki eskir ve aşka uzayıp gider…. VIII. Daha sevginin herkesten şikayeti var. Daha herkes kendi sanıklığıyla kör, tanıklığıyla yargıç. Bu yüzden söz, bitmiştir.... Gökyüzü mü? O, kırgındır, kirletilmiştir…. . *Kumrular sokağı: Ankara’da bir sokak. eskiden atlarla yaylılarla kaçırırlardı kadınlarımızı bu türküler ordan kaldı şimdi uçaklarla kadillaklarla mersedeslerle kaçırıyorlar o türküler burdan başlar atla katırla kağnıyla kovalıyorlar soyulanlar soyanları ve soyanlar kaçıyorlar jetlerle şaşmaktan şaşılaşmasın da ne haltetsin komedi. diyorlar ki 'tilkinin son durağı kürkçü dükkanı' evet ama evet ama ya bizim tavukların hesabı? . çok çok iri laflar ederlerdi o günlerin bezirganları sonra küçük küçük ölüp gittiler fosfora doydu toprak çok çok iri laflar ediyorlar şimdilerin bezirganları onlar da küçük küçük ölüp gidecekler birgün elbette bu belli toprak yine acıkacak fosfora. biz severiz gülleri karanfilleri burcoy sevmez nedense oktobr sözünü bunu bizim köylülere anlatması güç güç olan bir de şu ki ey risto çokuluslu soygun evet çokbarışlı dünya hayır bu mantık hangi mantık ey risto bu sevgi hangi sevgi. aristo'yu risto yapınca aruz gülmesin de ne haltetsin arabesk Korkmazdık geceden, silah sesinden, Sular kirlenmezdi avucumuzda Uçardık göklerin penceresinden Yıldız ülkesine, mavi sonsuzda. Gönlümüze henüz gelmemişti güz, Sevgi sürülürdü ekmeğimize, Neşeyle evcilik oynardık gündüz Bereket dolardı evlerimize. Ölümü bilmezdik öldürmeyi de Yaprak dökmemişti umutlarımız Gözünü kırpardı gece, aydede Mehtabı süslerdi bulutlarımız. Toprağın gözleri millenmemişti Babamız oyuncak derdi mermiler... Denizler tutuşup küllenmemişti Balıklara arkadaştı gemiler.... Kurşunlanmaz öpülürdü alnımız Çiçekler sevginin işaretiydi, Geçip gitti o mutluluk çağımız, Ruhumuz kederden elbise giydi... Kırlangıçlar dönecek yakında Açılacak onurlu kapıları Haziran sabahlarının Ağirdan. Yer gök deniz nasıl bak Birbirine karışacak Çiçekler başı çekecek hey Nice Sonra çocuklar Balonlar uçurtmalar bulutlar ellerinde Ardından Beyazlar kırmızılar kayıklar Haydiii Yeşilde mavilikte. Ayak sesleri var başka işiteceksin Bizlerin ayak sesinden Toprağın var suların var ağaçların var Günlerin gecelerin Sözlerin biçimlerin ayak sesleri Ayak sesleri elele Ayak sesleri kıyamet gibi Işığın ayak sesi Gölgenin ayak sesi Seslerin ayak sesi. Çocuğum ilk ağızda bunları belle. (Haziran 1966) aldırmıyorum, bu dünyada payımın -DÜNYADAN AZ BİR HİSSEYLE- aşk yılları olmasına unutulan bir dakikanın nefretinde. ağlamıyorum terkedilmişler güzelim. BENDEN mutludur diye ama sen üzülüyorsun diye... kaderime bir yolcu olan benim!. Kırmızı bir kuştur soluğum Kumral gözlerinde saçlarının Seni kucağıma alıyorum Tarifsiz uzuyor bacakların. Kırmızı bir at oluyor soluğum Yüzümün yanmasından anlıyorum Yoksuluz gecelerimiz çok kısa Dörtnala sevişmek lazım Kırmızı bir kuştur soluğum Kumral göklerinde saçlarının Seni kucağıma alıyorum Tarifsiz uzuyor bacakların. Kırmızı bir at oluyor soluğum Yüzümün yanmasından anlıyorum Yoksuluz gecelerimiz çok kısa Dört nala sevişmek lazım. 1957 Kimbilir nerdesiniz, Geçen dakikalarım Kimbilir nerdesiniz? . Yıldızların,korkarım, Düştüğü yerdesiniz; Geçen dakikalarım? . Acaba tütsü yaksam Görünür mü yüzünüz? Acaba tütsü yaksam? . Siz benim yüzümsünüz Eğilip suya baksam, Görünür mü yüzünüz? . Gitti bütün güzeller; Sararmış biri kaldı, Gitti bütün güzeller.. Gün geldi,saat çaldı, Aranızda verin yer; Sararmış biri kaldı! sen yokken, ırmaklarım bilmezdi denizleri su, kalbimin tahtına damlardı sade siyah hangi duraklarından geçseydim şehirlerin bitkin aşklar görürdüm ömrün aynalarında pençeleri baldıran kokardı kedilerin sen yokken, gergefinden bana bakardı kızlar her kuş bir tüy bırakıp giderken kanadından avcı hep yüreğime savururdu kendini sen yokken, ne ay vardı göğümde, ne yıldızlar. başakları vahşice örselendi hayalin aldı hıçkırıkların rengini sardunyalar dargın bir şirazeydi aramızda melâlin bizden önce görmüştü bu rüyayı mumyalar zevâlinle baktığım her aynada bir diken tahtırevan gönlüme âşiyandı, sen yokken. ellerimde umarsız soluyordu çiçekler sükûtun, en isyankar süvariydi içimde tenime tutunmuştu karanlığıyla korku bakışların çehremde, tebessümün saçımda öfken dudaklarımda yine hüzzam bir şarkı simsiyah geceleri anardı dalda baykuş bir ağaç köklerinden bakardı gözlerime bir sincap o sevimli edasıyla karşımda bir çocuk kan ağlayan fotoğrafımı bulmuş. kartal pençelerinden kaçar gibi, her seher kaçtım en mahrem duran yüzünden meleklerin penceremde biriken yıldızlar birer birer kuyusuna gömüldü kanayan bileklerin dudaklarımı verdim yuvasız kalan kuşa kör düğümler atıldı içimde her nakışa. benmişim her incinen yürekte eriyen ah yıkılan mağaralar bırakılmış ömrüme rüzgâr susmuş; kuşların kanatlarında keder tükenmeyen geceler getirirken öteden sensiz kalan turnalar gökyüzünü terk eder iklim çöller uğruna yakıyor perdesini aldatılan çocuğun avuçlarında boşluk sellere karışırken bu çaresiz sarhoşluk can kendisi dışında arıyor kendisini sen yokken yağmalandı yüreğimden akanlar nerdesin? neden katran kokuyor bahtımda tuz biz bahar vurgunları, pencereden bakanlar sen yokken karanlıkta aşka zindan olmuşuz nasıl da çoğaltmışız yalanın gölgesini can kendisi dışında arıyor kendisini. yüreğim gergef gibi işledi yokluğunu nakışlarında yüzün filizlendi her akşam sen yokken, yangınlarda küle dönen benmişim ayırmışım küçülen varlığımı kendimden ayrılığı bilmeyen taşlara imrenmişim efkârıma sunarken yüce dağlar sisini sen yokken cinler bile ürperirdi adımdan gökkuşağı bulurdu doğum gününde ruhum can kendisi dışında arardı kendisini. sensizlik yağmur düşen bir yaraydı her bahar her sonbahar ölümü tadardım kuytularda yüzünü görmeyince kırılırdı aynalar ruhum çılgın süvari, isyankâr ve hovarda sen yokken uykusunda ağlardı kar tanesi hayalinle yorgundu derdimin bahanesi. ben içmeden kurudu çeşmeler; karardı su ben geçmeden yıkıldı köprüler; yandı nehir ihtiras, bin bir gece masallarında bezgin intihar, şirpençeli dağlar yıktı başıma ben hep senin ülkende yargılanan bir gezgin sen yokken siyah bana yoldaş olurdu kinle yelesinden huylanan küheylandı gençliğim ben hep senin uğrunda yürüdüm dehlizleri sen yokken aldatıldı kaşlarım kaleminle. köy çilekeş yokluğun, şehir ayrılığınmış kan izi var gecenin kararan gövdesinde dilsizler, unutulmaz şarkılara sığınmış körler, şehlâ bakıyor taşların gölgesinde köle zincire vurmuş masum efendisini can kendisi dışında arıyor kendisini. şimdi hangi burcundan baksam uzun bir aşkın toplasam sokaklara dökülen nergisleri hangi cellada mezar olsa kalbimde kader ayaklarına özge bir sevda mı toprağım yollar yurduna yine uçurumdan mı gider yıllardır tutmak için çırpınır ellerini o ıssız tapınaklar, o masum azizeler bir gün gelirsin diye aldattığım dizeler hala bir deniz gibi döver sahillerini. bilmedim; gelincik mi döküldü kundağına hangi el beşiğine koydu o gün canımı girdiğin de ölümsüz çiçeklerin çağına yaprağınla, kokunla kuşattın her yanımı ev masalla bezendi, efsaneyle donandı oda, bir derviş gibi esrarınla sınandı. çaresiz bir kurt gibi hayat emdi kanımı raksını seyre daldım kara yüzlü devlerin sen yokken gözlerimde tipi vardı; gülmedim kuyuya atılmadan yusuf oldu yüreğim sensiz deniz bulaştı gözlerime; silmedim adına Nazlı Eşna dediler; kıskandı su başka şeyler istedi toprağından bahçıvan rüzgar hep yanılgıyı taşıdı içimize doğduğunu duyunca kaçtı göğün uykusu. tebessümü seninle öğrendi kum saati sensiz nabız serseri atıyor; kan yanıyor resmini büyütüyor samanyolunda âti seninle kafdağının devleri uyanıyor yaşasam da, ölsem de, avuçlarımda tüter buhurdanlık istemem artık; saçların yeter. sensiz, göremez olur bulutlar dağ başını efsane uykularda yağmurları tükenir silinir gökyüzünden yıldızların izleri şakayıklar mahzundur sokak aralarında geceyi anlayamaz gündüzün dilsizleri kahramanlık veriyor şimdi son nefesini rüzgâr bir bilmecenin gözyaşıyla yıkanır vatansız kalanların kabuslarında bitkin can kendisi dışında arıyor kendisini. atını terk ediyor süvariler; ufuk boş umut ağır bir rüya görüyor inleyerek ilâcını yitirdi sayrılar; hekim sarhoş sen yokken anlamadı hasret nedir, bir yürek her durakta yetimler ağlıyor mor çehreli seni gördü, köprüler yıkıldı; yollar deli. ben böyle yürümezdim eskiden, ak adımla adımı bin bir hece yazamazdım adınla sensizlikten bunalır tenhalarda gezerdim batık bir gemi gibi derinlerde yüzerdim her sabah şimdi senin bahsini açıyorum her gün bir turna gibi göğünde uçuyorum endamına bakarken esrarını özlerim her gece gözlerinle kapanıyor gözlerim. sen yokken denizlerin dibine çöktü acı köpüren dalgalara karıştı kan ve zehir sen yokken hayat yine dare çekti Hallac’ı yıllarca irin aktı vadiden; yandı nehir her bahçeden bir mezar gölgesi düştü bana ısırganlar ağlamış, zakkum gülmüştü bana sen yokken Azrail’i beklerdi dağda yolcu ağlayan urbasında ölüm vardı dervişin sen yokken kıpkızıldı kalpte mızrağın ucu sevdalı dudakları simsiyahtı âteşin kumrular benim için yakıyordu sesini can kendisi dışında arardı kendisini hep çeşmenin başında, hep susuzdum sen yokken tende sancıydı zaman; uykusuzdum sen yokken günlüğü eksik tutulan güz usulca çekilmiş de kıyıya bütün gürültülerden uzakta eğiriyor suların köpüğünü belli ki duymuyor dağların uğuldayan yalnızlığını. bekleyişin ve acıların uğultusdur yalnızlıklar kimi kez kuşatabilir büsbütün doğayı, aşkı ve yaşamı ama kayalıkların karanlıklarına hiç sığar mı bir dağın yalnızlığı. bir çiçek bile doldurabilir uçurumların derin oyuklarını oysa o bir çatlaktan fışkırıp bir yangın gibi büyüyendir belli ki duymaktadır kalbinde aşkın saklı yalnızlığını. anımsanan ne varsa şimdi biraz acıya dönüktür yüzü ve solgun bir gülümseyiş gibi sararken sessizliği taşır bekleyişin gizinde aşkın saklı yalnızlığını. günlüğü eksik tutulan güz eğirirken suların köpüğünü ey alıngan susuşundan üzünç gibi öfkesinden kan sızan kalbini suların göğsüne bastır duyacaksın kalbimizin atışlarını Nasıl da degişiyor kişi zamanla Güç o güç degil hız o hız degil İnançlar sarsılmış, umutlar yitik Bu kirli çag bizim çagımız degil Yeşiller, maviler kapkara olmuş Yorgun eller, ayaklar, yollarsa yokuş Ne açan güller var, ne öten bir kuş Güneş o güneş degil, yıldız o yıldız degil Kökünden bir kurt girmiş agaca Yapraklar perişan, dal paramparça Daha çok aldanacagız yaşadıkça Anlasana bu ilk aldanışımız degil Minnacık bir kız vardı Bir ormanda yaşardı Karanlıkta kaybolsak Elimizden tutardı . Yürüdüğü kırlarda Papatyalar açardı Omuzundan güvercinler uçardı . Öldürdüler yarım kaldı Dudağında son gülücük Yalnızca bir adı kaldı Kızın adı özgürlük . Minnacık bir kız vardı Göğsüne gül takardı Beyaz bir at üstünde Bulutlara konardı . Irmağın aynasında Saçlarını tarardı Yüzünü ay ışığıyla Yıkardı . Minnacık bir kız vardı Yüreği kuş kadardı Tutunca rüzgar olur Bir su gibi kayardı . Geciken şafaklarda Yıldızları yakardı Uyanınca seher yeli Kokardı . Öldürdüler yarım kaldı Dudağında son gülücüK Yalnızca bir adı kaldı Kızın adı özgürlük bazıları hiç delirmez ben, bazen koltuğun arkasında 3-4 gün boyunca yattığım olur orda bulurlar beni melaikeymiş derler sonra gırtlağımdan aşağı şarap döküp göğsümü ovarlar yağ serperler üzerime sonra kükreyerek kalkarım atıp tutar, köpürürüm onlara ve evrene küfreder bahçeye kadar kovalarım sonra kendimi çok iyi hisseder tost ve yumurtanın başına otururum bir şarkı mırıldanıp aniden pembe besili bir balina gibi sevimli olurum bazıları hiç delirmez ne korkunç hayat sürüyorlardır allah bilir. charles bukowski Bir kent nasıl öldürülür göz göre göre ben inanmıyorum kim ne derse desin. Sodom ve gomore efsanelerde kaldı yaşanan bir başka tarih şimdi şöyle bir dokunsak toprağa yalınayak duyacağız belki tarihin akışını. Bahar da gecikebilir unutmayalım böyle okuduk hayatın kitaplarından Hele vakt erişsin sevda dal versin uzanacağız bir sabah çiçekli bir ağaca. Unutmayalım aşkın sımsıcaklığını suskun bekleyişlerini varoşların Kitapları, fabrikaları unutmayalım Unutmayalım dağların öyküsünü. Zincirlerini kırmasını bilir bir kent Aurora'yı unutmayalım Kışlık saray ne kadar dayanabilir hayatı kollamasını bilenlere Beni hatırladıkça için ürperecek, Boşanan gözyaşlarını tutamayacaksın Boşuna zorlama kendini sevdiğim, Biliyorum, unutamayacaksın Her sabah yeni bir gün doğarken, Bir gün de eksilir ömürden; Her şafak bir hırsız gibidir Elinde bir fenerle gelen. Tas atar aylara günlere gezegenlerden o, Avuçlarinda en bagnaz inanis, soyunuk.. Ver sen bir ölçek, bir ölçek daha, bin yil ötesinden, Aç gömüleri Dara'nin soyunuk.. Emmez ki bebe, dolmaz ki bebenin annesi, Nice emse emdirse, anlam soyunuk.. Bir kurt ulumaz, ama killari delice büyür, Bakimsiz ormanlara, magaralara, soyunuk.. Yetmiyor, yetmiyor bana bu yeryüzü yalnizligi, Burda bütün sevdiklerim soyunuk. Sevdalın şu dağı del dese,koşar,delersin! İş Allah’a geldi mi,gücün yok,sendelersin! 1978 Gel beni ağlatma Şah'ım,ben sana kullar olayım Gel bana ceylan bakışlım,ben sana kullar olayım. Bir gonce bülbül idim,geldim bağında ötmeye Şanına ağlatma düşmez,ben sana kullar olayım. Açtım zülfün telinden,zülfün ucu mah gibi Kesipte yabana atma,ben sana kullar olayım. Ey Nesimi can Nesimi,şu derdime bir çare kıl Ezelden seni severim,ben sana kullar olayım Yön yön sarılmışım ne yana baksam; Sarılan olur da saran olmaz mı? Kim bu yüzü çizen sanatkâr ressam; Geçip de aynaya, soran olmaz mı? . Bir parçacığım ben, bütüne hasret; Zaman döne dursun, o güne hasret; Ruhumsa zamanın üstüne hasret; Ebediyet boyu bir an... Olmaz mı? Alev sardı âlemi, uyanmayın daha siz Altta döşek yanıyor, üstte yorgan yanıyor. Beşikler besmelesiz, mezarlar fâtihasız.. Doğan insan yanıyor, ölen insan yanıyor.. Mideden aşağının tahtı kurulmuş serde Ramazanı katlettik kul yapısı şekerde Hazreti İbrahim’in mübarek aşkı nerde? .. Ruhta bayram yanıyor, ette kurban yanıyor.. Bağlanmış dünyalıklar dünyanın yularına Gösterin, hangi yüzle çıkacağız yarına? Ya Rab! İman ihsan et riyakâr kullarına Hacda hacı yanıyor, haçta ruhban yanıyor.. Kör müyüz, sağır mıyız; Rahmet-i Rahman mı yok? Yoksa yol gösterecek Hazreti Kur’an mı yok? Yanmak mı marifettir, yananda izan mı yok? Dağda çoban yanıyor, tahtta sultan yanıyor.. Tutup yemek kastında ki gardaş gardaşını Bu hâlin hicabından dağlar eğmiş başını Titredim seyrederken mazlumun gözyaşını Bir damlanın içinde yetmiş umman yanıyor.. (Vur Emri) Adam şapkasına rastladı sokakta Kimbilir kimin şapkası Adam ne yapıp yapıp hatırladı Bir kadın hatırladı sonuna kadar beyaz Bir kadın açtı pencereyi sonuna kadar Bir kadın kimbilir kimin karısı Adam ne yapıp yapıp hatırladı.. Yıldızlar kıyamet gibiydi kaldırımlarda Çünkü biraz evvel yağmur yağmıştı Adam bulut gibiydi, hatırladı Adamın ayaklarının altında Yıldızların yıldız olduğu vardı Adam yıldızlara basa basa yürüdü Çünkü biraz önce yağmur yağmıştı. Haramsız mal azaldı, haramzade çoğaldı Bu çağda helâl yemek büyük cesaret ister İnsanı sıfatıyla anmak geride kaldı Domuza domuz demek büyük cesaret ister... 29 Ekim 2005 Niceleri geldi neler istediler Sonunda dünyayı bırakıp gittiler Sen; hiç gitmeyecek gibisin değil mi? O gidenler de hep senin gibiydiler Bu dünya kimseye kalmaz bilesin Ergeç kuyusunu kazar herkesin Tut ki, Nuh kadar yaşadın zorbela Sonunda yok olacak sen değil misin? Seninle yaşanacak bir aşkın öyküsünü Bir giz gibi derinden dün yaşattı gözlerin Sunduğu sevinçlerle o eşsiz bahar günü Yemyeşil bir adaktı, bir murattı gözlerin. Acılar uzaklarda, mutluluklarsa yakın Bir kaç saat içinde kaç yıldı yaşattığın Gözlerime sevgiyle bakarken, bana aşkın Ölümsüz olduğunu hatırlattı gözlerin. . İçimde tek sen vardın, düşüncemde yalnız sen Birbirimizden uzak yaşadığımız o en güzel yıllarımızı elemle düşünürken Hem ağladı sessizce, hem ağlattı gözlerin. Bir beyaz gemiydi ayıran onları Kadın güvertedeydi, adam rıhtımda Simdi unuttum yüzünü kadının Adamın gözleri aklımda. Kana bulanmış bıçaklar gibi Uzun kirpikleri ıslaktı Adam dertli, adam darmadağın Dokunsalar ağlayacaktı. Adam bitkindi, adam seviyordu Kalan kederdi, giden gemiyse Tas olduğu içindir dedim Rıhtım taşları erimediyse. Derken bir düdük ottu ansızın Bembeyaz gemi gitgide ufaldı Korkunç yalnızlığıyla baş başa Rıhtımda bir adam kaldı GİBİ REDİFLİ GAZEL yorgun kadınlar içtik yalnızlıktan uğuldayan tuzlu kan gibi nice akşamlar devirdik çengi kıyamet 'kızıl sultan' gibi . vurdukça mızrap öyle yoğun bir melâl dağılır ki tamburdan bastırır eski sevdalar göz gözü görmez duman gibi . su karanlıktır ve kadehler boşalmış leylaklar darmadağan kıvılcımlar savurup narçiçeği çöker bir daha başımıza gökyüzü tutuşmuş tavan gibi . kanlı hesapları vardır kıyamete kadar sürecek ölümlü şairlerin kim bilir nerden bilecek ne çığlıklar geçer daha dünyadan attilâ ilhan gibi “Bir şiirde, bir satır saklayabilir başka bir satırı Nasıl ki bir kavşakta bir tren belki örter bir treni ... Aşkta, başka bir sitem saklayabilir bir sitem ve küçük bir serzenişte, koskoca bir şikayet gizlidir belki Bir adaletsizlik bir başkasını saklayabilir-bir sömürgeci bir başkasını Bangır bangır bir kırmızı üniforma bir tane, bir tane daha! ” -Kenneth Koch-. Göğünde aç kartalların, atmacaların yarıştığı tenha bir atlastan geldim… Kıyamda, kıyamette namluların kuytu dağlarla öpüştüğü bir atlastan. Yılları, yolları, yaşları yok gurbet yüzlü adamlardan, sur diplerinde bıçaklanan aşklardan… Yaşamı hiç bilmeden ölümü ezberleyen, badem gözlü, sıtmalı çocuklardan; yazgısı uçurum çocuklardan.... Zarif Dicle’de ve asi Fırat’ta, sıska keleklerde, kıl çadırlarda güneşe sataşan adamlardan.. Mendillerde, halaylarda gülüşleri kundaklanan hayatlardan; yazgısı uçurum hayatlardan... Darmadağın yılları hüzne satılmış, burunları hızmalı, şarkıları figan, doğurgan ve mübarek kadınlardan; yazgısı uçurum kadınlardan.... Orada şarkılara akar katran, akar kan... Orada ihlâl ve iflah olmaz vata. Tarih susarken günahları, bıçak sırtında yaşanmış o ah’ları ve aysız karanlıkları dağ başlarında. Nicesi aylaklığa bağışlanmış, sefil; ölüme, açlığa sebil. Kiminin ergen bıyıklarında aşk taslakları. Ya kederiydik kendimizin, ya bir halkın kaderi; ya şakağı ya şafağı bir halkın namlular çarmıhında! . Çünkü yok satıyorsa hayat, çok satıyordur erk, çok tüfek; Yok satıyorsa nehirlerimizde şafağın ilk ışıkları, çok satıyordur şiddet, nefret, aşiret. İşte sürüldü şarjöre mermi, indi emniyet, katıldı otuz bine bir daha yağmurlu bir sokakta delik deşik bir ceset. Yaşasaydı kendinin kederi olacaktı, yaşasaydı belki bir gün torunlarıyla dolunaylı gecelerde yıldızlar sayacaktı…. Kenger toplarken ellerine diken batan çocuklar, bilmezlerdi gözleri bağlanıp kurşunlanan bir aşkın hazin bir ünlem bırakacağını hayata. Bilmezlerdi bütün melodramların yalan olduğunu çekirdek çitlenen eski yazlık sinemalarda.. Onlar hâlâ gülümsüyorlar buğulu bir atlastan. Anıları damlıyor fotoğraflardan.... Biz de geçtik o dağlanan ağıtlardan. Biz de göçtük kirden, pasaktan, hıncın ışıltısından. Yakılmış köylerden, kesilmiş kulaklardan, o kanlı ayinlerden, perişan ormanlardan; biz de geçtik o murdar hayatlardan… Herkes gidecek elbet bu yavşak zamanlardan; bu kan revan, bu iğfâl akşamlardan…. /V e a n t o l s u n k i, h i ç b i r k u r ş u n, h i ç b i r ç e l i k, h i ç b i r t o p r a k v e h i ç b i r v a t a n, d a h a k u t s a l d e ğ i l d i r i n s a n d a n! / O vecdsizler ki,ruhu şekilde yitirirler; Namazla başlamaz da namazla bitirirler... 1974 Aşçılık yapmasan da benden sana tavsiye Dibi delik kazandan tencereden uzak dur. Bencil tabansızlara sakın yazma mersiye Pislik kokan kapıdan pencereden uzak dur.. 24.01.2008/Vakit Genç Osman dediğin bir küçük uşak, beline bağlamış ibrişim kuşak, Askerin içinde birinci uşak, Allah allah deyip geçer genç Osman.... Genç Osman dediğin bir küçük aslan, Bağdatın içine girilmez yastan, her ana doğurmaz böyle bir aslan, Allah Allah deyip geçer genç Osman.... Bağdat'ın kapısını Genç Osman Açtı, Düşmanın cümlesi önünden kaçtı, Kelle koltuğunda üç gün savaştı, Allah Allah deyip geçer Genç Osman... Sen kum nedir bilmezsin Deniz görmedin ki. Yum gözlerini zamanı düşün, Deniz bir gözünde Kum bir gözündedir.. Sen taş nedir bilmezsin Dağa çıkmadın ki. Yürü ufuklara doğru, Dağ bir ayağında Taş bir ayağındadır.. Sen kül nedir bilmezsin Ateş yakmadın ki, Uzat ellerini gökyüzüne, Ateş bir elinde Kül bir elindedir.. Sen kan nedir bilmezsin Ölmedin, öldürmedin ki. Yat toprağa boylu boyunca, Ölüm bir yanında Kan bir yanındadır.. Sen aşk nedir bilmezsin Beni sevmedin ki. Ağla, ağlayabildiğin kadar, Bütün güzellikler sende Aşk bendedir. Nur yolunu tıkıyor yüzbir katlı gökdelen. Bir küçük iğne yok mu, şehrin kalbini delen? (1968) O gece sen gidiyordun Yıldızlar bir bir düşüyordu Günlerden bir yaz gecesi Ama kalbim üşüyordu. O gece sen gidiyordun Bir aşk daha bitiyordu Buz gibiydi ellerin Ayakların titriyordu. O gece sen gidiyordun İçimde dağlar yıkılıyordu Sanki bütün mermiler Üzerime sıkılıyordu. O gece sen gidiyordun Yollar sana küsüyordu Yüreğimde bir ihtilal Dudaklarım susuyordu. O gece sen gidiyordun Oysa gölgen duruyordu Kimsesizdim pencereme Binlerce sen vuruyordu. O gece sen gidiyordun Yeni bir son başlıyordu Gururum direnişte Duygularım çıldırıyordu. O gece sen gidiyordun Bütün denizlerim yanıyordu Böyle bir ayrılığa Ölü kuşlar ağlıyordu. O gece sen gidiyordun Ama kimse bilmiyordu Olacak şey miydi bu Dünya hala dönüyordu Hayat devam ediyordu! Gidilmemesi gereken bir içkievi (Dişçiler, sakatlar, kalbi çürükler gitsin) . Gidilmemesi gereken bir ev Dikmen’de (Üç kaatçılar, yalacılar, pijamalılar gitsin) . Gidilmemesi gereken bir ev Y. Mahalle’de (Dönekler, uğrular, şerbetçiler gitsin) . Yolcu bir bardak çay için benimçin (Aşıklar, şairler, işsizler içsin) . Yaprak, mevsimin içi ve Çin-i Maçin (Devrimciler, namus erbabı, doğrucular içsin) . Yolcu o şarkıyı bir kez daha dinle benimçin (Çıplaklar, mert kişiler, kuzular içsin) . Bin dokuz yüz o yıllarda içtiğim sigara (Bin yıl koynumda beslediğim yılan içsin) . Tam bir yıl can alacağım var birinden (Bir yılımı da işte falan filan içsin) . Her şeyi öğrenir kişi ve bağışlar sonunda (Bir anamın sütü kaldı onu da bulan içsin) . Sen son kokladığım gül: adın zambak (Sen başladın artık, her şey geçsin gitsin) . Sen incelikler antolojisi, uyut beni (Sesin bir cibinlik gibi soluğumu kessin) . Bir kez daha diyeyim: Özenle katlanmış bir mendil gibisin Sil beni n’olur kırk yıllık kirim pasım gitsin. Ne nimetleri var şu dünyanın Ekmek peynir zeytin yemiş.... Bir nimeti daha var dünyanın: İnandıkları uğruna açlıktan ölmek. Devrilen bir çınar nasıl uzanırsa boylu boyunca öylece düştü kollarına kan-revan içinde dostun donup kaldı soluk bir gülümseyiş çocuksu kıvrımında dudaklarının. Kaşın seyirmeye başladı birden yüreğin körüğü üflüyor içindeki cehennemi ve bir boşluğa nasıl çarparsa deli su öyle uğuldamakta kulakların bir bora patlıyor göğsünün okyanusunda. Ne ki tutulmuş nalçalı seslerle umudun köşebaşları korsanlar dalgalandırıyor senin deli rüzgarlarınla bayraklarını ve yitiriyorsun yolunu balta kesmez ormanında öfkenin. Bil ki dostunda değil çekilen tetik senin umuduna, unutma bunu kör bir öfke delirtmesin yıkmasın yaşamın direncini unutma ki her köşebaşında bunca dostun kurumadı hâlâ kanları. Hele dik tut başını önce haykır yıkılmadığını, tükenmediğini yüreğindeki yalım nasıl olsa korlaştırır zamanın çeliğini sen önce öfkenin adını koy yanıltmasın yüreğini. AHMET TELLİ Dünyayı yererken de yine onunla ilgim; Nefse el süremiyor kara tahtada silgim... (1982) Gök mavi, başak sarışın... Tadı ne güzel barışın. Karları ılık olacak Yarın yuvalarda kışın.. On altı yaş kucağına Koşabilir yirmi yaşın Kanatları üzerinde Aşkın, dileğin, alkışın.. Gök mavi, başak sarışın... Tadı ne güzel barışın! Fakat senin on savaşa Değer, ey yurt, bir karışın! Ala gözlerini sevdiğim dilber Sevgini sevdamdan ayıramıyorum Gündüz hayalimde, gece düşümde Bana bir hal oldu bilemiyorum. Yaylanın hası da şu nazlı pınar Aşnası olanlar yolları dener Duramaz dillerim, nazlımı arar Dilim tutup da duramıyorum. Nerde güzel görsem artıyor gamım Genç yaşımda sağır oldu kulağım Her gün önümüzden geçer yolağım Şimdi nerd'olduğum bilemiyorum. Karac'oglan da gördüğün öğer Uzundur sacları topuğun döğer Vermişler beş bini, bin daha değer Kesilmiş bahası, alamıyorum Surda bir gedik açtık mukaddes mi mukaddes Ey kahpe rüzgar artık ne yandan esersen es... Sanık, sanık yakını kim varsa taarruzda, Cıvıdı taş ve demir, kokma başladı tuzda, Bu ne biçim bir ülke, gören hayrete düşer, Azdı darbeseverler, darbeciler omuzda! 14.01.2009 Ne bayram misafiri, ne düğün gölgesiyim Şu koskoca alemde yalnızlığın sesiyim. Meçhul bir ıstırabın kurbanıyım boşlukta Bir bodrum katındayım, esrarlı bir loşlukta. Pencereden bakarken gördüğüm tek şey: Hüzün Farkedemedim hala endamını gündüzün. Bir yığın eski hayal duruyor tabağımda Eski günlerin tadı sızlıyor damağımda. Gönlümün mahzenine çekildim; biçareyim Sevgiyi de, aşkı da unuttum; avareyim. Meçhul bir ıstırabın kurbanıyım boşlukta Bir bodrum katındayım, esrarlı bir loşlukta istanbul ve sen / neydi o bir zamanlar sanki gençliğime doğru yaşlanıyordum çengelköy'de yaz unutulmaz erguvanlar hangi yanıma dönsem seni bulurdum içimdeki lambanın kırıldığı anlar. istanbul ve sen / sırılsıklam yaşananlar yanardöner bir ayna yeniden ruhum çengelköy'de yaz unutulmaz erguvanlar gözlerinin sisinde sevdalı bir yolcuyum hayal meyal gemiler dumanlı ilkbahar. istanbul ve sen / ikinizden kalanlar tekrar tekrar ısrarla yaşayıp durduğum çengelköy'de yaz unutulmaz erguvanlar rüya mıdır gerçek mi kendi kendime sorduğum istanbul ve sen / neydi o bir zamanlar Artmasını isteriz en güzel varlıkların Güzelliğin gül yüzü solmasın diye asla. Bir güzel, yaşlanıp da göçünce bugün yarın Anısı yaşar yine körpecik yavrusuyla: Ama can yoldaşındır kendi parlak gözlerin. Kendi ateşin besler ruhunun alevini: Kıtlığa çevirirsin bolluğunu her yerin, Kendi düşmanın gibi, ezersin can evini. Şimdi sen yeryüzünün taptaze bir süsüsün, Varlığın çiçek dolu bahardan müjde taşır, Ama kendi koncanda ruhunla gömülüsün. Pintiliğin arttıkça kendi sonun yaklaşır. ___Dünyaya acımazsan, oburlar gibi ancak ___Varlığın da mezar da güzelliği yutacak. dön kendine, gözlerimi yüzünde vur kendini kimsesiz yolara ömrünün eysarı gök bulutu, ey ızdırap gülşeni zaman definesini taşı dagarcığında yoksa aşkı bir belelı vadiye çekersin. eline geçince ruhun dizginlerini umudunu imkansız çöllere taşır ölüm kumların dehşetine salar gezginlerini efsunlu bir vahanın bağrına düşer ölüm. eteği neden yaslı keremsiz kalan dağın hangi rüzgar kuruttu duygular tarlasını ey sarı gök bulutu, ey ızdırap gülşeni dokundur ellerini şiirin alevine yoksa aşk, bir köşede ansızın yakar seni. dön kendine, anlarsın; yıllar boyu çaresiz olmak ne kadar acı karanlık bir kuyuda birer birer kapanır güneşin perdeleri kaybedersin bir daha dönmemek üzere geri riyakar neş’eyi de, budala uykuyuda Karadenizde gemilerin mi battı, Ağzını bıçaklar açmaz, Üzüntüdesin gayet. Sen sızlanmışın çok mu, Bize edebiyat öğretmeni anlattı: Neyler bile etmiş şikayet.. Baktın ki olacak gibi değil, Unuttu diyelim nihayet; Yine de bulunur tesellisi: Dünyada başka kız yok mu, Elini sallasan ellisi - Mesele bundan ibaret. istanbul'da bir fabrika fabrikayı ben koymadım oraya ben diyorum ki size istanbul'da bir fabrika. fabrikayı işçiler çalıştırır işçileri bir milyoner ben diyorum ki size fabrikayı işçiler çalıştırır. grev gittikçe büyüyor grevi ben istemiyorum ben diyorum ki size grev gittikçe büyüyor. bini boşaldıkça biri doluyor binini ben boşaltmıyoum ben diyorum ki size bini boşaldıkça biri doluyor. bu düzen beyler düzeni bu düzeni ben yapmadım ben diyorum ki size bu düzen beyler düzeni. ortalık gitgide karışıyor ortalığı karıştıran ben değilim ben diyorum ki size ortalık gitgide karışıyor. birgün kıyamet koparsa kıyamet kopsun istemiyorum ben diyorum ki size birgün kıyamet koparsa. gençler kuytularda öpüşüyorlar marulun vakti geçti şimdi karpuzlar kızaracak ardından fındık fıstık ardından ayva ayvayı sarartan ben değilim ben diyorum ki size gençler kuytularda öpüşüyorlar ayvanın vakti Nasıl uçan bir kuş düşerse yere Yerde paramparça olursa kemikleri Yumuşacık tüyleri dağılırsa. Nasıl bir gül kurursa dalında Toprağa karışırsa yaprakları Kokusu ve rengi kalmazsa. Nasıl bir kaplan vurulursa ormanda Otlara cansız düşerse pençeleri Vahşi gözleri ışıl ışıl yanmazsa. Nasıl bir ağaç kurursa için için Birer birer kurursa dalları Bir gün anızın devrilirse. Nasıl güneş doğmazsa bir daha Bulutlar terkederse gökyüzünü Yere bir damla yağmur düşmezse. Nasıl bitmezse karanlığı gecelerin Tek ışık kalmazsa sokaklarda Bu rüzgar, bu fırtına dinmezse. Kuş uçarken, gül açarken Güneş doğarken senin için Bir gün böylesine başlar dünyada Mahşer günü sensizliğin Kendi kendimi sakınıyorum, sıkılıyorum Ömür, uzun ömürlü bir kutu süt Tezelden gitmeli bari Kalafatsız bir kayık içre Çaparide tutulmuş yetmişinci izmarit olarak Bir kültabağına basılmak üzere... Bir yolcu gibi sabah, tan vakti yola çıkan, Aklından sonsuz yazgı çıkmayan mutlu adam, Uyanıyor şafakta, ruhu hep düş içinde, Elinde kutsal kitabı, dualar dilinde! Duasını ederken başlıyor gün doğmaya Güneş hem göğe doğuyor, hem onun ruhuna. Solgun ışıkta beliriveriyor eşyalar, Eşyalarla birlikte ruhunda başka şeyler, Ondan başka herkes uykuda, böyle sanıyor, Esrik bir mutluluğun huzuruna varıyor, Oysa arkasında güler yüzlü melekler var, Kitabın üzerine eğilmiş bakıyorlar.. (1856) . Fransızca'dan çeviren: Tozan ALKAN Korkaklardan hak talebi suç olacak galiba Tenekeler başımıza taç olacak galiba Mazlumların, elleriyle diktikleri heykeli Yıkıp da yol açmaları güç olacak galiba... 31 Aralık 2004/Vakit Aldım oraya çıkardım seni Ta oraya Yetişemeyeceğim kadar yüksek Varamayacağım kadar uzak Ve şimdi Sen bana oradan bakıyorsun. Sen el kadar bir kadınsındır Sabahlara kadar beyaz ve kirpikli Bazı ağaçlara kapı komşu Bazı çiçeklerin andırdığı İş bu kadarla bitse iyi Bir insan edinmişsindir kendine Bir şarkı edinmişsindir, bir umut Güzelsindirde oldukça, çocuksundur da Saçlarınla beraber penceredeyken Besbelli arandığından haberli Gemiler eskirken, deniz eskirken limanda Sevgili... Güneş yükselmeden kuşluk yerine Bir adam camiden döndü evine Oturdu sessizce yer minderine . Kızı “Bayram” dedi, yalın ayaklı Adam “Bayram” dedi, tam ağlamaklı.... Eli öpüldükçe içi burkuldu Konuşmak istedi, dili tutuldu Güç belâ ağzından bir “off! ” kurtuldu . Oğlu “Bayram” dedi, sırtı yamalı Adam “he ya” dedi, gözü kapalı.... Düşündü kış yakın, evde odun yok Tenekede yağ yok, çuvalda un yok Yok yoka karışmış; tuz yok, sabun yok . Avrat “Bayram” dedi, eğdi başını Adam “evet” dedi, sıktı dişini... . Çalışsa ne iş var, ne cepte para Dağ oldu içinde büyüyen yara Dikti gözlerini karşı duvara . Takvim “Bayram” dedi, silindi yazı Adam “öyle” dedi, bağrında sızı... . Döndürse yönünü herhangi dosta Yaralı, gariban, dul, yetim, hasta Yıllar, aylar, günler erirken yasta . Yer-gök “Bayram” dedi, ağzını açtı Adam “Bayram” dedi, evinden kaçtı!... (Suları Islatamadım) . 18.45 . En geç yediye çeyrek kala evdeyim Ben gelene kadar bütün üzüntülerinden kurtulmalısın Borcumuz varmış, derdimiz varmış düşünme Ümitsizlik fakirlerin harcı değil . Saksının yerini değiştir Göreceksin daha güzel olacak Aç pencereyi odamız havalansın Sonra mutlu geceleri düşün sabahları değil . Gelir gelmez sarıl boynuma, öp beni Geçsin bütün yorgunluğum dudaklarında Doldursun yatakları aşkımız Biz de insanız elbet Tanrı Değil. . 22.30 . Seni bir güzel öpmeliyim önce Dudaklarımın nelere kaadir olduğunu anlamalısın Sonra sen istemelisin yatağı O baygın başdönmesini O tatlı yorgunluğu O ölüp ölüp yeniden var olmayı . Yatağımız büyük olmalı büyük Bir odayı doldurmalı kucaklaşmamız Kırmızı ışığı sevmem yeşil bir ampul yanmalı abajurda Dışarısı alabildiğine karanlık olmalı Senin mutlu aydınlığına inat Ve ben sabahın ilk ışıkları altında Seni bir kere daha sevmeliyim. . 7.15 . Beni 7.15 de uyandır Akşamdan kur saati uyuyup kalmayalım Zamanlar içinde en güzel sabah çayı Sonra giyinip traş olmalıyım . Artık ayrılmalıyız, üzülme Göreceksin akşam çabuk olacak Haydi gülümseyerek uğurla beni Son otobüse yetişmeliyim. Gölgesinde otur amma Yaprak senden incinmesin. Temizlen de gir mezara Toprak senden incinmesin.. Yollar uzun, yollar ince Yol kısalır aşk gelince Yat kurban ol İsmail’ce Bıçak senden incinmesin.. Burdayım de ararlarsa Doğru söyle sorarlarsa Tabutuna sararlarsa Bayrak senden incinmesin.. İl göçsün göçtüğün vakit Yol yansın geçtiğin vakit Suyundan içtiğin vakit Kaynak senden incinmesin.. Toz konmasın sakın sana Hakkı geçer halkın sana Gücenmesin yakın sana Uzak senden incinmesin.. (Yasaklı Rüyalar) Biliyorum konuşacak bir şeyimiz yok Ama gözlerini al gel Elindeki yarayı, suskunluğunu, acemiliğini Beni birisi severse inanmam Seni birisi severse utanırsın Bilmediğin bir hastalığa acımak için bile olsa gel Biliyorum, konuşacak bir şeyimiz yok Ama ıstırabım sende, mutlaka al da gel Yapraklar düşmede bilinmez nerden, Gökkubbede uzak bahçeler bozulmuş sanki Yapraklar düşmede gönülsüz Ve geceler ağır dünyamız kopmuş gibi yıldızlardan Kaymada yalnızlığa Hepimiz düşmedeyiz, şu gördüğün el düşüyor Nereye baksan hep o düşüş Ama biri var ki bu düşenleri tutuyor yumuşak ve sonsuz. Kevser havuzuna dalanlar,Ölmezden öndün ölenler Nefsini düşman bilenler,Konar tuba dallarına. Alem düşman olur ise,Beni dost'tan ırımaya Dost kanda ise ben anda,Düşmanlık arımaya. Dost ehli bizim ile hem,Dost burdadır bize ne gam Yüz bin cehd ederse düşman,Dost mahfili duramaya. Düşman bana nide bile,İşim gücün dost'tan yana Dost makamı can içinde,düşman eli eremeye. Kime kim dost kapı aça,Düşmanı elinden kaça Yunus ağzı güher saça,Değme arif değemeye. Siz ne zaman sevdiyseniz çaresizlik vardı Bir karanlıktı basan içinizi aşkla beraber Sevince her yeriniz bir humma ateşiyle yanardı Sonra gözlerinizde yaş, alnınızda ter. Onu severdiniz bilirim ama gidemezdiniz ki Sizin gibi niceleri sevip gidemediler İste ümitsiz askınızın şahidi Dişlediğiniz yastıklar, kirdiniz kadehler. Ve sizi o keder güzelleştirdi o keder O isyan etmeler Tanrıya, o içinizdeki kırıklık O sabahlara dek ağladığınız geceler. Bütün kadınlığınızla aşkın üstündesiniz artık O içinizdeki fırtınalar da gelir geçer Siz de bir gün dersiniz - sevmek yalanmış meğer. yanarım; öyle bakma yüzüme yağmur gibi dağıt kalbini saran hasret bulutlarını parlasın gözlerinde sonsuzluk usaresi dalgınlık evlerinin en güzel melikesi sevemem, tozlu raflar arasına girmeden çöllerim kandır benim sevemem, karanlığı bir daha devirmeden aşkım isyandır benim Bahtına ağlayan Azeri kızı Sen Karabağ dersin, ben karayazı Boşlukta çırpınır Türk’ün avazı Sanma ki dertlerin azı bizdedir Sizdeki yaranın özü bizdedir.. ‘Gel gardaş’ diyorsun gelecek yol yok Şehitler kabrine koyacak gül yok Çilesiz saat yok, kavgasız yıl yok Kurşunlar sizdedir, sızı bizdedir Sizdeki yaranın özü bizdedir.. Türkmen’e mi, Kırgız’a mı yanmadım Tatar’a mı, Çerkez’e mi yanmadım İmdat diyen bir söze mi yanmadım Uygur’un,Özbek’in gözü bizdedir Sizdeki yaranın özü bizdedir.. Müslüman, Türk olmak suçumuz bizim Öfkeyle doludur içimiz bizim Bir günde ağarır saçımız bizim Yüz iki belanın yüzü bizdedir Sizdeki yaranın özü bizdedir. Kendimizden koptu kendi bağrımız Zulüm girdabında yandı bağrımız Hedef tahtasına döndü bağrımız Alevler sizdeyse közü bizdedir Sizdeki yaranın özü bizdedir.. Komünizm sağırdı, demokrasi kör Batıdan beslenir her türlü terör Haçlı mumyaları uyandı bak gör Kaç asrın silinmez izi bizdedir Sizdeki yaranın özü bizdedir.. Birleşmiş milletler benzedi sirk'e Sadistler musallat edildi şarka İsrail Arap’a, Ermeni Türk’e Kısmet bazı sizde, bazı bizdedir Sizdeki yaranın özü bizdedir.. Yeni bir oyun var burada şimdi Üçüncü piyonda sırada şimdi Mitterand, Bush, Yeltsin nerede şimdi Katilin, kalleşin pozu bizdedir Sizdeki yaranın özü bizdedir.. Böyle geldi, böyle gitmez bu oyun Zalimleri iflah etmez bu oyun Umdukları gibi bitmez bu oyun Mazlumun ekmeği, tuzu bizdedir Sizdeki yaranın özü bizdedir.. Müslüman’ız, Türk’üz haktan yanayız Adaletle süt emziren anayız Aşk harcıyla vücut bulmuş binayız Âti bizde saklı, mâzi bizdedir Sevginin, şefkatin özü bizdedir.. 22.03.1992 (Akıl Karaya Vurdu) Dağların dorukları dumanlı olur Geriye dönmez savaşçılar.... Fırtınayla yıkanmıştır ömürleri Karla yıkanmıştır yüzleri... Bu yüzden asla vedalaşmaz Ve kılıçlarında taşırlar şiiri! .. Bu yüzden sevdaları mahzundur Yürekleri kallavi! Alınları ihanet vurgunudur. Gözleri intihar mavi... Korkunun parmakları uzandı boğazıma Parçalandı bir anda ruhumun yelkenleri Son mutluluk sesleri inince kulağıma Kapladı her tarafı sessizlik dikenleri. Dört mevsimi bir arada yaşadım ve ürperdim Oynadım bu çileli oyunda son rolümü Her adımda bir korkunç âkibeti bekledim Her adımda seyrettim yeniden öldüğümü. Çaresiz, duyulmaya başladı vuruşları Gözlerimin önüne serilince yüreğim Kanatlandı semaya sessizliğin kuşları Anladım; sessizliğe ben de gömüleceğim Çerkez Ali'yle bir akşam Göl kıyısı lokantada Gürcü şarapları içtik Mezemiz 'çahohbili' ydi Babası Kırımlı Tatar Annesi istanbullu Türk Kökü derinlerde çınar Şair dostum çerkez ali. Gerçeği düşe çeviren Duygu nereden geliyor Şu karşıki dağlardan mı Akşam sisinde eriyen Bakışları bir ışık su Çerkez Ali anlatıyor. Darağaçları kurulu Sultan Hamit ağır hasta Canı kayısı istemiş Kar yağıyor İstanbul 'a Beşiktaş'ta çerkez Ahmet -Yörenin ünlü bakkalı- Gidiyor yurdu kırım'a Bulup geliyor kayısı'yı Veriyor Çerkez Ahmet'e Bacısı Melek Filsan'ı Yaverlerden ihsan paşa. O sırada İstanbul'a Kim gelirse kafkasya'dan Çerkez diye anılıyor Çerkez Ali'ye Çerkez'lik Babası Çerkez Ahmet'ten Böylece miras kalıyor. Düşü gerçeğe çeviren Duygu nereden geliyor Yanımızdaki gölden mi Mavi bir tüle bürünen Dişleri bir ap ak umut Çerkez Ali anlatıyor. Beşiktaşlı Çerkez Ahmet -kaytan bıyıklı delikanlı- Onbeş yaşında Filsan'I Alıp gidiyor Kırım'a Osmanlıda meşrutiyet Rusyada bolşevik devrimi Ölüyor genç yaşta Ahmet Kalıyor Ali'si yetim. Düşleri Çerkez Ali'nin Her gece dolu bunlarla Aklı fikri İstanbul'da Siliniyor çizgileri Göç günü ölen annenin Buğulanıyor gözleri Yağmur yağıyor kırım'a. Kırk yıldır Özbekistan'da Yaşar Çerkez Ali sürgün Dönecek mi yurtlarına Kırımlı Tatarlar birgün Beşiktaş'I İstanbul'u Vatanını annesinin Görmek kısmet olacak mı. 'Anneciğim İstanbul'a gidebileceğiz miyiz?' diyor annesine kızım karşı dağa bakıyorum Bir ağırlık yüreğimde Sırılsıklam ter içinde Uykumdan uyanıyorum 1986-1993 Bir damla SU gönder bana Eğer gönderebilirsen Ana sütü gibi tertemiz olsun Bir damlası Karadeniz Bir damlası Akdeniz olsun.. Bir avuç TOPRAK gönder bana Edirne koksun, Ağrı koksun Her zerresi burcu burcu Türkiye koksun Anadolu’dan çağrı koksun.. Bir dilim EKMEK gönder bana Yiyince lezzetini hissedeyim Bereketini hissedeyim Köy köy, tarla tarla Memleketimi hissedeyim.. Bir demet ÇİÇEK gönder bana Renkleri; Sarı, kırmızı, beyaz ve mavi olsun Râyihası, estetiği semâvî olsun.. Bir tutam SEVDA gönder bana Veysel Garani’nin, Yunus Emre’nin Sevdasından olsun Mevlâna’nın Mevlâ’sından olsun Sevdâların hasından olsun.. Bir RÜYA gönder bana Yürürken, otururken Güneşi, ayı seyredeyim Aradan kalksın tüm duvarlar Mâverayı seyredeyim.. Bir damla ALIN TERİ gönder bana Yazdığın ŞİİRLERİ gönder bana Okumaya ihtiyacım var.... 25 Ekim 2001 (Parmak İzi) NAZIM HİKMET'E İLK VE SON HİTAP . Nâzım Hikmet! Nafile çabalıyorsun. Sana kızmıyorum. Kızmıyacağım. Hiç bir operatör, ameliyat masasından kendisini yumruklıyan kanserliye, hiç bir gardiyan, parmaklığı içinden kendisine deli diye bağıran çılgına, hiç bir hâkim darağacı önünde küfürler savuran mahkûma kızamaz. . Ben kendimi, ne kanser operatörü, ne deli gardiyanı, ne de ağır ceza hâkimi şeklinde görmüyorum. Fakat görüyorum ki her hareketim, seninle hiç de alâkadar olmadığı halde, ciğerine neşter gibi saplanıyor, seni delilerin parmaklığı gibi bir azap çerçevesine hapsediyor ve başının üstünde ip varmış gibi kudurtuyor. Beni, doktor, gardiyan ve hâkim şeklinde gören sensin! Senin bu halini sezer sezmez artık sana kızmıyorum. Merhamet ediyorum.. Sanma ki ben öfke kabiliyetini kaybetmiş bir adamım. İnsan başiyle fare kafasını birbirinden ayıran tek hassa, bence fikir öfkesidir. Bir hiç için ölçüsüz öfkeler duyacak kadar alıngan ve hassas bir mizaç taşıdığımı sen de bilirsin. Fakat bu öfke, iyi kötü bir kudreti, bir şahsiyeti, bir mesuliyeti kalmış insanlara ve hadiselere karşıdır. Sen mazursun.. Çünkü iflâs nedir, onu bütün hacmiyle idrak ettin. O kadar yalnızsın ki, etrafında bir sürü (namı müstear) dan başka kimse yok. O kadar konuşulmuyorsun ki, isminden ancak kendi (namı müstear) ların bahsediyor. Eskiden herkesin dilinde bir problem gibi gezinmeyi tercih eder ve bir dedikoduya, bir ankete doğrudan doğruya iştirak etmeyi Greta Garbo esrarına aykırı bulurdun. Şimdi bir yerde anket oldu mu, kıymeti ve seviyesi nedir, hiç düşünmeden, kapısı önünde aç biilâç bekleşen yedi sekiz kişinin başına en evvel sen geçiyorsun ve sıranı kaybetmemek için kimbilir nelere baş vuruyorsun? Fıkraların baş sahifelerden moda sahifelerine atılıyor, gene yazıyorsun. Hatırlanmak şartı ile ne hakaretlere razı değilsin? Tükürüğü bile uzun zaman gıda edindin. Şimdi o da yok. Bir zamanlar, şiirlerinde (kıllı ve kalın) olduğunu ilân ettiğin sarışın ve pembe ensenden, şunun bunun tokat izleri bile uçmuş. Zaman seni değil, yüz karalarını bile götürmüş. Ne hazin bir manzaran var. Akşamları, beyoğlu sokaklarında, yüzlerinde kalın bir duvak, ayaklarında bir çift siyah bot, ellerinde köpek başlı bir şemsiye, ağır ağır geçen sabık Rum aşüfteleri bile senin kadar merhamete şayan değildir. Artık nefret vermiyorsun. Zamanın hainliği önünde insanları tefekkür ve merhamete çağırıyorsun. . Bundan bir kaç ay evvel Bâbıâlide, Ştaynburg lokantasında seninle şöyle konuşmadık mı: Ben - Gazetelere yazdığın bu fıkraları nasıl yazıyorsun, bu kadar adileşmeye nasıl tahammül ediyorsun? Sen - Ne yapayım, ekmek paramı kazanıyorum. Başka ne yapabilirim? Ben - Kendinden ve haysiyetinden bu kadar fedakârlık edeceğine niçin potin boyacılığı etmeyi tercih etmiyorsun? Sen - Potin boyacılığı etsem, bir şey zannederler de beni bu işten menederler. Kendisini bu kadar saçma bir mazeretle teselli ediveren, hakikatte tesellisi olmıyan seninle görüyorsun ki ben hiç bir gün kavga etmedim. Sana selâm verdim. Sana acıdım. Bu kadar düşmene -acısını ben duyuyormuşum gibi- razı olmadım. Şimdi bana -tam da senden bekliyebileceğim bir tarzda- çatıyorsun. Devlet günlerinde seni rakip diye almaya tenezzül etmeyen adam, bu perişan halinde sana nasıl tenezzül eder? Artık sen benim gözümde hiç bir şeyi temsil etmiyorsun. Ne hokkabaz şiirini, ne işporta komünizmanı, ne hile ustalığını, ne 24 saatlık reklâm açık gözlülüğünü... Senin nene mukabele edeyim? . Aynı ideoloji içinde vaktiyle sarma dolaş olduğun ve içlerinde fikirlerine taban tabana zıt olmama rağmen konuşulabilecek insanlar bulduğum gruplar, yani sana benden daha yakın zümreler bile seni, fikir ve sanat âdiliğinin, dolandırıcılığının prototipi diye gösteriyorlar. Bana ne düşer? . İşte açıkça söylüyorum: Ben senin kâbusun, geceleri uykuna giren umacın, her an yokluğunu hissettiren şeytanınım. Sana acıyorum. Fakat elimden ne gelir? Çektiğin yokluk ıstırabına hürmeten, sana vaktile vermediğim şerefi veriyorum. Seninle ilk ve son defa olarak konuşuyorum. Fakat hepsi bu kadar. Dediğim gibi sen, bence artık mazursun. Seni affediyorum, ve ne yapsan affedeceğim. Bu vaade güvenerek istediğini yap! Sakın bu fırsatı kullanmamazlık etme! . Yalnız bil ki, sönmüş ve pörsümüş hüviyetine, o kadar muhtaç olduğun ve elde etmek için ne yapacağını bilemediğin hayatı nefhedemiyeceğim. Ölü diriltmek ve müflis kurtarmaktan âcizim.. Benim hakkımda, içinde hapsettiğin şeylerin hacmini bilmiyorum. Rivayete göre üç perdelik bir piyes, rivayete göre bir roman.... Fakat sana karşı hiçbir taktiği kalmamış adamın, bütün bir samimiyet ve açıklıkla içini tasfiye etmesine rağmen söyleyebileceği her şey ve sırf sana hitap etmekle düşebileceği bayağılık burada toptan ve ebediyen nihayete eriyor. İşte görüp göreceğin rahmet! . (11 Nisan 1936) Aslıma karışıp toprak olunca Çiçek olur mezarımı süslerim Dağlar yeşil giyer bulutlar ağlar Gökyüzünde dalgalanır seslerim. Ne zaman toprakla birleşir cismim Cümle mahluk ile bir olur ismim Ne hasudum kalır ne de bir hasmım Eski düşmanlarım olur dostlarım. Evvel de topraktır sonra da adım Geldim gittim bu sahnede oynadım Türlü türlü tebdilata uğradım Gahi viran şen olurdu postlarım. Benden ayrılınca kin ve buğuzum Herkese güzellik gösterir yüzüm Topraktır cesedim güneştir özüm Hava yağmur uyandırır hislerim. Alimler alemi ölçer biçerler Hamını hasını eler seçerler Bu dünya fanidir konar göçerler Veysel der ki gel barışak küslerim Gözlerimin önünde ıslak dağların kabaran yalnızlığı. Ne varsa uçurumlar eşiğinde, hüzünlerle yalpalayan ne varsa gözlerimin önünde, ve hayat gül kokulu bir sağanak yine…. Bir şeyler anlatmak istiyor hayat ve alıp götürmek bir şeyleri kurt sofralarına…. Gün batıyor... Gün batıyor bukağısı paslı bir sevinç oluyor yalnızlığım. Unutuyorum sevgilim suretini; durgunluğum “niçin”di unutuyorum…. Gün batıyor... Gün batıyor ürkek yıldızlar dolanıyor yalnızlığıma. Umurumda değil ne yağmur ne ayaz ne de bu kerpiç kokusu havada; unutuyorum, sabaha kadar, gün batıyor ve geciken sabahlara koşuyor kuşlar, gözlerimin önünde ve hayat gül kokulu bir sağanak yine… Şimdi saat sensizin ertesi Yıldız dolmuş gökyüzü ayaydın Avutulmuş çocuklar çoktan sustu Bir ben kaldım bir ben kaldım Tenhasında gecenin avutulmamış ben Şimdi gözlerime ağlamayı öğrettin ki bu yaşlar Utangaç boynunun kolyesi olsun. Buda benim sana buda benim sana ayrılırken hediyem olsun. Soytarılık etmeden güldürebilmek seni Ekmek çalmadan Doyurabilmek ve haksızlık etmeden doğan güneşe bütün Aydınlıları içine süzebilmek gibi mülteci isteklerim oldu Arasıra biliyorsun Şimdi iyi niyetlerimi bir bir Yargılayıp asıyorum Bu son olsun bu son olsun. Şimdi saat yokluğun belası Sensiz gelen sabaha günaydın İşi gücü olanlar çoktan gittiler Bir ben kaldım bir ben kaldım Voltasında gecenin hiç uyumamış ben Şimdi gözlerime ağlamayı öğrettin ki bu yaşlar Utangaç boynunun kolyesi olsun Buda benim sana buda benim sana ayrılırken hediyem olsun. Kafamı duvara vurmadan tanıyabilmek seni Beyninin içindekileri anlayabilmek ve yitirmeden yüzündeki anlık Tebessümü Bütün saatleri öylece dondurabilmek için Çıldırasıya parladım kendimi lanet olsun Artık sigarayı üç pakete çıkardım günde Olsun güzelim olsun ne olacaksa olsun Nâdanı terk etmedin yârânı arzularsın, Hayvânı sen geçmedin insânı arzularsın.. “Men arefe nefsehû fakad arefe Rabbehû” Nefsini sen bilmedin Subhânı arzularsın.. Sen bu evin kapusın henüz bulup açmadın, İçindeki kenz-i bî-pâyânı arzularsın.. Taşra üfürmek ile yalunlanır mı ocak, Yönün Hakk’a dönmedin ihsânı arzularsın.. Dağlar gibi kuşatmış benlik günâhı seni, Günâhın bilmeden gufrânı arzularsın.. Cevizin yeşil kabını yemekle dad bulunmaz, Zâhir ile ey fakîh Kur’ânı arzularsın.. Şarâbı sen içmedin sarhoş u mest olmadın, Nice Hakk emrine fermânı arzularsın.. Gurbetliğe düşmedin mihnete sataşmadın, Kebab olup pişmedin büryânı arzularsın.. Yabandasın evin yok bir yanmış ocağın yok. Issız dağın başında mihmânı arzularsın.. Ben bağı ile bostanı gezdim hıyâr bulmadım, Sen söğüt ağacından rummânı arzularsın.. Başsız kabak gibi bir tekerleme söz ile Yunusleyin Niyâzi irfânı arzularsın. tut ki gecedir karanlık sıvaşır ellerine camlardan birden kırmızıya döner trafik ışıkları kükürtlü dumanlar yükselir korkuya batmış camkırığı adamlardan tehlikeye büyür sakalları. tut ki gecedir ihbarlar birer sansar bir telefondan bir telefona atlar yeraltı örgütleri tetik üstünde adres değiştirmiş silah kaçakçıları fahişeler birbirinden kuşkulanıyor. tut ki gecedir katiller huzursuz hırsızlar sinirli hainler ürkekçedir elleri telefona kendiliğinden uzanıyor ihanete gece müthiş bir gerekçedir ihbarlar birer sansar bir telefondan bir telefona atlar. ihanet bir bilmecedir Ey güneş! ey yüzü tanrısallığın! Vahşi çiçekleri sel yatağının! Mağaralar! Seslerin duyulduğu Yaban böğürtlenleri ormanların! Otların altından duyulan koku! . Örnek yükseklikte kutsal tepeler, Bir tapınağın ak süsü gibiler. Yaşlı kaya, yılları yenen meşe, Sizi izlerken duyumsuyorum da Dağınık bir ruh giriyor kalbime! . Ey kızoğlankız orman, duru kaynak! Karanlığın çivitlediği gül berrak! Göğün ışığı pırıl pırıl su Ne diyorsunuz bu haydut hakkında? Ey doğanın bilinci, sağduyusu! .. (1856) . Fransızca'dan çeviren: Tozan ALKAN bir hitit lalesi tanıyordum ilk defa masum bir aldanıştı hayat pencerelerde intiharı koklayan çiçeklerle beraber çığlıklarıma tutkun bir kuyunun dibinde onun o gökkubbeyi yakan güzelliğini şarkılar soyleyerek anıyordum ilk defa. gemi benim olmalı, su benim olmalıydı gemiciler göklerde ruhumu bulmalıydı tutuşan bir dal gibi titriyordum ilk defa yuvasız karıncalar ve kuşlarla bilendim kahır yüklü atlarla, yokuşlarla bilendim bulutları ayinde görüyordum ilk defa mazide kın arayan kılıçlarla bilendim. yollar hep bana doğru koşuyor; farkındayım dağlar bile kendini aşıyor; farkındayım savaşçı mızrağını kırıyor sevda için cemre damarlarıma düşüyor; farkındayım. üflenen her kandilin yerinde bir süreyya ağlayan her çocuğun bakışlarında akşam ölümüne müstehzi adımlarla yaklaşan esir uykularında kalan binlerce rüya çelik prangaları süsleyen hakimlere ulaşır mı, merhamet ırmağı taşısa da. ihanete uğrayan gözyaşları gibiyim gene siyah bir perde çekildi üzerime silahlar avutuyor benimle kendisini oysa ben yalnız senle avunuyorum öfkeli mahkemeler, kan tüküren dosyalar cinnet savcılarını sürüyor menzilime oysa ben yalnız seni, seni savunuyorum Sen çaldıkça Teodorakis Bir mor yağıyor üstüme... Dudaklarım öpüşmekten mosmor... Bir putum sanki ilahilerle denize fırlatılmış Ve bir deniz yağıyor üstüme Bakma sen sevgili Teodorakis Açgözlü güvercinlerin didiştiklerine! Avluların o en çakırkeyiflisine Mısır daneleri gibi serpilmişler ama Mısır danesi değil ki bu adalar Ne de biz güverciniz... . Sekerek o güneş güzeli çakılların üzerinden Çıplak ayaklarımızın su sesleriyle Birbirimize Ve kendimize Bilakis. Sen çaldıkça Teodorakis Bir mor yağıyor üstüme reddini doldurursa avucuma kan gibi kırmızı bir çığlıkla yırtılır dudaklarım: ‘ söylememeliydim biliyorum! ...’ kırılsa da baharı bekleyen pencereler akrebin gözlerinden geçse de dehlizlerim eski bir mezarlığa gömülmeden izlerim ‘söylememeliydim biliyorum! ...’ simsiyah bulutların arasından ansızın çatlayan yüreğime koydu susuzluğunu ver Allah’ım bana ver O’nun sonsuzluğunu hüzünlü bakışları şafağımda tebessüm gündüzümde ışığı, gecemde hilali var evimin tenhasında büyüyen melali var kum fırtınasında mı, selde mi yürüyorum ‘ söylememeliydim biliyorum! ...’ gemilerde aradım yüzünün görkemini martılarla yoruldum, tayfalarla vuruldum kalbimi morga koydum bir liman köşesindenefesini aradım dalgaların sesinde tutundum hayatımın çürüyen yıllarına bakıp bakıp ağladım boş kalan yollarına beni anlamaz diye kabuslar görüyorum ‘ söylememeliydim biliyorum! ...’ ciğerimde bir köz gibi taşıdım yokluğunu ver Allah’ım, bana ver suya küskün kuğunu mor lekeler bıraktı solgun yanaklarıma kartal kanı bulaştı rüyalarıma bile fırtınalar diner mi ulaşmadan sahile hayalin bozkırında kurtkapanıydı ömrüm nasıl da bir başıma kopardım dikenleri nasıl da acımasız köprülerde yürüdüm uzaktan gülümseyip deniz fenerlerine sonunda mahkum gibi kapandım ellerine kirpiklerimden sızan hicranı siliyorum ‘ söylememeliydim biliyorum! ...’ ısrarlı denizlerin dibinde volkandır aşk kesif bir muammayı öğretir balıklara balıklar derde düşen aşığı avuturlar aşık ölünce kuşlar uçmayı unuturlar güneşle buluşmayı göze alan, derinde yağmur yüklü bir ömür paylaşır göklerinde eleğimsağma renkler düşürünce şehrayin başlamalı yeniden içimizde bir ayin belki de döndü talih, çözüldü bilmeceler tükenecek siyaha baş koyduğum geceler umarım, kaybettiğim devranı buluyorum ‘ söylememeliydim biliyorum! ...’ ah, Allah’ım gösterme bana soğukluğunu nicedir bekliyorum dağlar ardında O’nu nefesimde rüzgarın gölgesidir dağılan kanımda gözlerinin hasretidir boğulan bir zamanlar benzerdik muhabbet kuşlarına dalardım o gizemli, mahmur bakışlarına gittiği gün sokaklar içinde kaldım, sefil öldü kafeste bülbül; soldu nergis karanfil bedevi kahramanlar yurdundan geliyorum ‘ söylememeliydim biliyorum! ...’ melekler en çaresiz anımda buldu beni gaflet şarabı içtim, aşikar kıldı beni baykuşlar dahi mutlu bu habersiz dönüşten hangi yokuş daha yar olabilir inişten doruktaki saraydan koyar mı beni mahrum ‘ söylememeliydim biliyorum! ...’ bu son yürüyüşümdür yarına kalmaz umut Allah’ım, bir gül gibi O’nu baharımda tut esrarlı bir evimiz olsaydı fildişinden beyaz bir gölge gibi yürüseydim peşinden desturun var mı diye dururken eşiğinde bizim olan bir kalbi bulsaydım beşiğinde bu nehir yine sarhoş akar mıydı ülkemden bir deprem ortasında sarsılır mıydı beden korkarım ki, dergahtan yine kovuluyorum ‘ söylememeliydim biliyorum! ...’ biliyorum, yalnızlık ekecekler bahçeme biliyorum,yağmurda yürüyecek kötürüm biliyorum, mülteci türküler duyacağım biliyorum, gülerse, O’nunla ben de hürüm acı hatırasından bile kam alıyorum ‘ söylememeliydim biliyorum! ...’ unutulan kalplerin tahtında rüyadır aşk gözlerime bakarsa, görür ki, deryadır aşk ah, ölüm habercisi beyaz parıltılarım ah, Azrail çağıran çizgileri yüzümün ah, paslanan kılıcın dudağında sönen mum ah, yolcuyu hüsranla buluşturan uçurum kim bilir kelebeğin kanadından bakanı kim bilir baldıranda misk ü amber kokanı sanki aynı hüzzamla yüz yüze kalıyorum ‘ söylememeliydim biliyorum! ...’ haddim değil güneşi götürmek kainata gökle buluşmamızı çok görür haramiler anlamazlar ki, bin kez gelsem bile hayata bu can gökte yaşayıp, gökte ölmeyi diler ah, gönül toprağıma yaprak döken serviler efkarıyla bir garip derbeder oluyorum ‘ söylememeliydim biliyorum! ...’ ben Raymalı Ağa’yım, sözümle kırılır yay o, bir anda ruhumu altüst eden Begimay lacivert bir macera değildir aradığım şahmaranın kolları sarınca çiçekleri kiralık duygulardan kefen biçer cüceler baharda yağmur olur yüreğim, güzün sarı yakamozlar içinde, kışın kar tanesidir derinden baktığında eritir aynaları sanmayın perdelerin ardından gülüyorum ‘ söylememeliydim biliyorum! ...’ bana misket oynamak yakışır hüzünlerle bana binlerce yılın ıstırabıdır gelen bana dönmez yüzünü efsaneler güzeli hayal kırıklığıdır avucuma dökülen sabahın sitemiyle büyürken kaygılarım akşamın dayanılmaz yükünü çekiyorum ‘ söylememeliydim biliyorum! ...’ reddiyle, çaresizlik yıkılırsa başıma nasıl mihman olurum o gün mezar taşıma sırlıdır her kapının arkasında inkisar boynu bükük kükremez, mahkum olsa da arslan her iklimde farklıdır yılanın tutkuları uçan bir ecza gibi olmamalı intizar kızıla boyanırsa yaprakları kaktüsün yanılgıya dönüşür parlaklığı her süsün duy sesimi ey yitik hazinem, ağlıyorum ‘ söylememeliydim biliyorum! ...’ ah, bir tutunabilsem burçlarına güneşin sessiz yürüyebilsem zifiri gecelerde ah, küçük bir vatanım olsa kalbinde senin kundağında vuslatı yudumlasak evrenin bitmeyen bir şarkıya kenetlense gönlümüz birbirine karışsa ölümümüz, ömrümüz ipek avuçlarında uyanmak diliyorum ‘ söylememeliydim biliyorum! ...’ kırabilsek sevdayı çalan oyuncakları sırtımda hamal gibi taşırım çocukları neden mahrum edelim karanlığı ışıktan neden solsun bir çölün kumlarında şakayık al bu zalim kuşkuyu efsanevi aşıktan sana tahtım da layık, bil ki, bahtım da layık titrek bir suskunluğun nidasıydı tarihim senin olsun otağım, varım yoğum, talihim giderken götürdüğün kalbimi arıyorum ‘ söylememeliydim biliyorum! ...’ susmalı ayrılığın uğursuz puhuları yıkılmalı hayatı küçümseyen köprüler dönmeli, sahralara sürdüğümüz tebessüm ah, idam fermanıyla yargılanan tanyeri ah, bir gülün içimde kımıldayan elleri yarama merhem diye hüznünü sarıyorum ‘ söylememeliydim biliyorum! ...’ kader umudumuzu taşımadan ırağa yürümeliyiz artık bizim olan durağa Aya öfkelenmişim ben, işte böyle kapkaranlık bir gece olmuşum. Padişaha kızmışım, çırılçıplak bir yoksul olmuşum.. Güzeller sıltanı gel demiş, evine çağırmış beni. Ben bir yolunu bulmuşum, yola baş kaldırmışım.. Sevgilim baş çeker, naz ederse, gamlara atar, kararsız korsa beni, bir kez olsun ah demem, inad için. Ah'a da kızmışım ben.. Bir bakarsın altınla aldatırlar beni o. Bir bakarsın şanla şerefle aldatırlar beni. Oysa altın falan istemiş değilim ondan, şanla şerefe hele çoktan boş vermişim.. Ben bir demirim, mıknatıstan kaçıyorum. Bir saman çöpüyüm ben, mıknatıslara yan çizmişim.. Ben öyle bir zerreyim ki, bütün âleme isyan etmişim. Havaya, toprağa isyan etmişim, Ateşe, suya isyan etmişim. Altı yöne isyan etmişim. Beş duyuya isyan etmişim.. Hava, toprak, ateş, su da neymiş ki, altı yön de neymiş, beş duyu da ne. Benim için hiç bir şey umurumda değil. Çekiyorum,gülümseyin Netleştirdim hayata bakışımı Objektifleri ayarladım yeniden Zaten ters görünüyordu evimden Sokağın yansıması . Çekiyorum,gülümseyin Aman ha, açık unutmayın parantezleri Kapatın kapıları, camları Böyle güzel oldu,daralttım diyaframları Üstelik biraz daha düzeldi sanki Penceremin kadrajı . Fırladığından beri,bir çocuğun ipinden Dünya hala dönüyor olmalı Kısalırken zamanın yumağı Çetrefilleşirken,düğümlenirken Bulmalıyım kumlara karışıp yiten anları . Çekiyorum,gülümseyin Dışarıda ay, kötü bir güneş kopyası Beynimin karanlık odası Hayattan kesitleri gizlediğim yer Belleğim, sessizce kanasın Aman açmayın ışıkları Filmler yanmasın . Çekiyorum,gülümseyin Gizleyin gözyaşlarınızı Güzel olmalısınız ve alımlı Giyinin size biçilmiş esvapları Kimse çıplak görmesin sizi. Adaletle adavet yanyana yürümez ki Adavet çürür amma, adalet çürümez ki Adavet hırstan doğar, gözü kör, vicdanı kör Adalet ayaklara ip takıp sürümez ki.... 26.05.2008/Vakit Allah Allah desem, kalksam yürüsem Acap şu dağları aşamam mola Boz atlı Hızır'ı yoldaş eylesem Varıp efendime düşemem mola. Sevdiğim, bağında güllerin gonca Usuldur boyların, bellerin ince Adı güzel imamların önünce Kerbelâ'da şehit düşemem mola. Sakın hey sevdiğim, nâsiden sakın Erenler geri almaz attığı okun Irak yerlerini sen eyle yakın İki atlayıp bir dem düşemem mola. Ben güzel pîrîme verdiğim ikrar Doluda, kırçından, borandan saklar(*) İhlâs âşık olan ikrarın bekler İkrarın bendini çesemem mola(*) . PIR SULTAN ABDAL'ım, dost çiresine Arzumanım kaldı Şah cilvesine Altmış ile yetmiş üçün arasına Özümü irfana koşamam mola. (*) kırçı : küçük taneli kar (*) çesmek: çözmek Yollarımız burada ayrılıyor, Artık birbirimize iki yabancıyız. Her ne kadar acı olsa, ne kadar güç olsa Her şeyi evet, her şeyi unutmalıyız.. Her kederin tesellisi bulunur, üzülme. İnsan ne kadar sevse unutabilir. Mevsimler, gelir geçer, yıllar geçer Sen de unutursun bir gün gelir.. Hiç yaşamamışçasına, hiç sevmemişçesine, Unutursun, o günlerimizi, gecelerimizi, O günlerce, gecelerce sevişmelerimizi.... Her şeyi evet, her şeyi unutabilirsin. Hatta bütün yazdıklarımı satır satır, Kalırsa, içinde bir derin sızı kalır. Yıllardır göğümüzden aldı güneşi, ayı İnsanlığın kralı İsrailli amcayı Bilemedik; kanımız doyururmuş bu yerde Doğmuşuz; ölüyoruz kapkaranlık evlerde Şu küçücük kalbimiz ona düşmanmış meğer Ey zalimler zalimi Hitler, görseydin eğer Vahşice parçalayıp gülkurusu tenleri Efsanevi şanına gölge düşürenleri Merhameti hatırlar, gözüyaşlı bakardın Kahrından bir mum gibi eriyip de akardın. Rengârenk kurşunlarla sırılsıklam olmuşuz Ateşten bahçemizde gonca gonca solmuşuz Aldatıp yeryüzünün bütün sakinlerini Vahşetin zirvesine koyarak dinlerini Saklanarak geceye, bulutlara, denize İsrailli amcalar misket atıyor bize Yağmur dedikleri şey meğer böyle yağarmış Evrenin katilleri canı kanda boğarmış Ey kuşlar nerdesiniz, nerdesiniz ey filler Bizi yalnız bıraktı insan adlı sefiller. Tahtında hainleri oturtan bir milletin Zincirini kırması mümkün müdür zilletin Yiğitler nerdesiniz, ey Peygamber düşleri Kalbimizi emiyor bir yılanın dişleri Ey arslanlar, kartallar, ceylanlar nerdesiniz Kesildi mi sonunda bu dünyada sesiniz Tarzanın ihaneti ağlatıyorsa sizi Ağlamayın; o zaten asla sevmezdi bizi Ne masal kaldı artık ufkumuzda, ne destan Uyanmanın vaktidir bu zavallı kâbustan. Ey hümanist muamma, ey dünya bekçileri Konuşmasınlar diye kopardınız dilleri Gün gelir de, aşikâr olursa tende sırlar Bu amcalar size de kan mezarı hazırlar Vurdular; toprak için açmışız bağrımızı Aç ve susuz değiliz; unuttuk ağrımızı Yüzümüz kan içinde, göğsümüz, ellerimiz Kuş olup uçtu göğe masum hayallerimiz Biz alevler şehrinin ağlaşan çocukları Filistin’in ölümü paylaşan çocukları Sabah olur cümle alem uyanır Yollar çoğul çoğul eyler sabahtan Şu çifte kantara neler dayanır Boz deve yuları teller sabahtan. Bülbülü gülden ayıran muzular Anasız mı olur körpe kuzular Peteğin içinde arı vızılar Alınır oğuldan ballar sabahtan. Aşk ataşı onun oluptur meze Can dayanmaz bu ataşa bu köze Bu garip bülbüle ne cefa ceza Görmeden açılır güller sabahtan. Dudular kumrular peşkeş çekildi Hayvalar turunçlar çitil dikildi Ağcabük'e gövel turnam döküldü Deryalar seslenir göller sabahtan. Balı kudrettendir aslı sinektir Çıkar çıkmaz yollarımız dikektir Al kırmızı giymiş pembe yanaktır Kullar temennaha iner sabahtan. Pir Sultan Abdal'ım seçiktir deyü Hulle donlarımız biçiktir deyü Hacet kapıları açıktır deyü Kullar temennaha iner sabahtan Elele tutuşmuşuk iki küçük çocukmuşuk Kışmış hava Mışıl mışıl üşümekten Başıbüyük'te Bir beş taşın dibinde Dizdize oturmuşuk Birbirimize sokulmuşuk İki küçük çocukmuşuk Birimiz VE Birimiz VEYA Güya bir rüyaymış Bu rüya. kanatları parça parça bu ağustos geceleri yıldızlar kaynarken şangır şungur ayaklarımın dibine dökülen sen eğer yine istanbul'san yine kan köpüklü cehennem sarmaşıkları büyüteceğim pançak pançak şiirler tüküreceğim demek yine ben limandaki direkler ormanında bütün bandıralar ayaklanıyor. kapı önlerinde boyunlarını bükmüş tek tek kafiyeler yahudi sokaklarını aydınlatan telaviv şarkıları mavi asfaltlara çökmüş diz bağlıyor eğer sen yine istanbul'san kirli dudaklarını bulut bulut dudaklarıma uzatan sirkeci garı'nda tren çığlıklarıyle bıçaklanıp intihar dumanları içindeki haydarpaşa'dan anadolu üstlerine bakıp bakıp ağlayan sen eğer yine istanbul'san aldanmıyorsam yakaları karanfilli ibneler eğer beni aldatmıyorsa kulaklarımdan kan fışkırıncaya kadar yine senin emrindeyim utanmasam gözlerimi damla damla kadehime damlatarak kendimi yani şu bildiğin attilâ ilhan'ı zehirleyebilirim. sonbahar karanlıkları tuttu tutacak tarlabaşı pansiyonlarında bekarlar buğulanıyor imtihan çığlıkları yükseliyor üniversite'den tophane iskelesi'nde diesel kamyonları sarhoş direksiyonlarının koynuna girmiş bıçkın şoförler uykusuz dalgalanıyor. ulan istanbul sen misin senin ellerin mi bu eller ulan bu gemiler senin gemilerin mi minarelerini kürdan gibi dişlerinin arasında liman liman götüren ulan bu mazut tüküren bu dövmeli gemiler senin mi akşamlar yassıldıkça neden böyle devleşiyorlar neden durmaksızın imdat kıvılcımları fışkırıyor antenlerinden neden peki istanbul ya ben ya mısralarını dört renkli duvar afişleri gibi boy boy gümrük duvarlarına yapıştıran yolcu abbas ya benim kahrım ya senin ağrın ağır kabalarınla uykularımı ezerek deliksiz yaşattığın çaresiz zehirler kusan çılgın bir yılan gibi burgu burgu içime boşalttığın o senin ağrın o senin. eğer sen yine istanbul'san yanılmıyorsam koltuğunun altında eski bir kitap diye götürmek istediğim sicilyalı balıkçılara marsilyalı dok işçilerine satır satır okumak istediğim sen eğer yine istanbul'san eğer senin ağrınsa iğneli beşik gibi her tarafımda hissettiğim ulan yine sen kazandın istanbul sen kazandın ben yenildim kulaklarımdan kan fışkırıncaya kadar yine emrindeyim ölsem yalnızkalsam cüzdanım kaybolsa parasız kalsam tenhalarda kalsam çarpılsam hiç bir gün hiç bir postacı kapımı çalmasa yanılmıyorsam sen eğer yine istanbul'san senin ıslıklarınsa saplanan bu ıslıklar gözbebeklerimde gezegenler gibi dönen yalnızlığımdan bir tekmede kapılarını kırıp çıktım demektir ulan bunu sen de bilirsin istanbul kaç kere yazdım kimbilir kaç kere kirpiklerimiz kasaturalara dönmüş diken diken 1949 eylül'ünde birader mırç ve ben sokaklarında mohikanlar gibi ateşler yaktık sana taptık ulan. unuttun mu sana taptık Güneşin ve suyun tadıyla Uçunca bulutların tarlasına Orada gece yok Gece olmuyor uzaklarda. Boynumda gümüş bir kafes Sadakatsiz bir cariye gibi Uzanıp kıvrıldım ayın ortasına O bir dede Ben bir tanrıça Günlerce uçtuk alacakaranlıkta. Boynum ince Kalbim boş Sürdüm yüzümü ağaçlara Rüzgara sürdüm gözlerimi acıyla Geçtiğim yollar Ve uçtuğum O gecesiz gökyüzü Bulutların tarlasında oturan Tanrı kadar yorgun Fısıldadılar: Şapka dolusu çiçekle gelen şair Cemal Süreya, keşke çıkıp gelseydi şimdi, şu sisli havaların en güzel yanı bu olsa gerek, pencereden bakınca hiçbir şey göremiyorum ama Cemal Süreya’nın şapka dolusu çiçekle geldiğini hayal edebiliyorum. . 1931 yılında Erzincan’da Cemalettin Seber olarak bir yük vagonunda açar gözlerini dünyaya ve o yıl dünyaya gelen diğer bebekler gibi onun da doğum günü belli değil. Dört kardeşin en büyüğü.... Annesini 7 yaşında kaybeden şair onun ölümü için “küçük kalbimdeki kuş ölmüştü” der ve hayatı boyunca sevdiği her kadında annesini arar, sevdiği her kadın öbür yarısıyla annesi olur. Bu arayış “Beni öp sonra doğur beni” de doruğa ulaşır.. “kan görüyorum, taş görüyorum bütün heykeller arasında karabasan ılık acemi uykusuzluğun sütlü inciri kovanlara sızmıyor annem küçükken öldü beni öp sonra doğur beni...”. Lise yıllarında edebiyata olan ilgisi derinleşir, Ahmet Muhip Dranas’ın “Kar” şiirinden o kadar etkilenir ki günlerce okur, ezberlesinler diye başkalarının defterine yazar.... “Sesin nerde kaldı, her günkü sesin, Unutulmuş güzel şarkılar için Bu kar gecesinde uzaktan, yoldan Rüzgar gibi ta, eski Anadolu’dan Sesin nerde kaldı? Kar içindesin! ”. Bir de Özdemir Asaf’ın “bağırdım, kan gibi aktı sesim” dizesi.... Mülkiye’deki ilk yıllarında hissettiği yalnızlık ve yabancılık onu yazmaya iter, hayali mektuplar yazar kendine, örneğin Ankara’da hangi kızı çok beğenmişse caddeden geçerken, ondan gelir mektup ya da Diyarbakır’da tanımadığı bir Türkçe öğretmenine yazar.... Mülkiye’nin üçüncü yılında “Kazgan” adlı dergide yayın kurulu başkanı olur, Charles Suarez ya da Yürüyen Adam gibi imzalar atar yazdığı yazılara.. Garip şiirinin tıkanıp kaldığı hatta çıkmaza girdiği dönemde Cemal Süreya’nın Gül’ü açar, Hilmi Yavuz’un deyişiyle Cemal Süreya “bir oksijen gibi Türk şiirinin imdadına yetişir”.. “Gülün tam ortasında ağlıyorum Her akşam sokak ortasında öldükçe Önümü arkamı bilmiyorum Azaldığını duyup duyup karanlıkta Beni ayakta tutan gözlerinin...”. Sonra Üvercinka... Cemal Süreya Üvercinka’ya aşık, o sıralar karısı ilk çocuğuna hamile.... “Laleli’den dünyaya doğru giden bir tramvaydayız Birden nasıl oluyor sen yüreğimi elliyorsun Ama nasıl oluyor sen yüreğimi eller ellemez Sevişmek bir daha yürürlüğe giriyor Bütün kara parçalarında Afrika dahil .............. Aklıma kadeh tutuşların geliyor Çiçek pasajında akşam üstleri Asıl yoksulluk ondan sonra başlıyor Bütün kara parçalarında Afrika hariç değil...”. Haziran 1957, babası bir trafik kazasında hayatını kaybeder.... “Sen ki gözlerinle görmüştün 57’de Babanın parçalanmış beynini Kağıt bir paketle koydular mezara İstesen belki elleyebilirdin de Ama ağlamak haramdı sana...”. 1966 yazında Tomris Uyar ve Ülkü Tamer’le birlikte Papirüs dergisini çıkarırlar. Aradan yıllar geçer, artık canından çok sevdiği bir oğlu, geride bıraktığı üç evliliği vardır.. 1976’da düz yazılarını topladığı bir kitap çıkarır, Şapkam Dolu Çiçekle... Bu kitap hakkında pek eleştiri yapılmaz, sebebini şiiri çok iyi bilen usta bir denemeci üzerine yazmanın güçlüğüne bağlarlar.. 1977’de Bayan En Nihayet’le tanışır ve evlenir. Günlüklerinde en çok yer tutan kadın Birsen Sağnak.... 1984’e gelene kadar çıkardığı kitapların toplu basımını yapar, adı Sevda Sözleri. O dönemde İkinci Yeni Dönemi'nden Edip Cansever, Turgut Uyar gibi birçok arkadaşını kaybeder.. “Lacivert bir çıngıraktır ölüm Patlar sarnıçların eski suyunda Kapaklanmış bir at resmi çizer Havaleli çocukların kulaklarına...”. Ona göre ölümün suyla, suyun da çocuklukla bir ilgisi vardır.. Son 10 yıl Cemal Süreya için bir bilgelik dönemidir artık. Yazdığı, söylediği her şey şiir için yaptığı tanımlarla doludur.. “Şiir hayatin alev halidir Şiir hayatin köpüğüdür.”. “İki şey: aşk ve şiir mutsuzlukla beslenir biri biri ona dönüşür”. Ve Ocak 1990.... “Ölüyorum tanrım Bu da oldu işte Her ölüm erken ölümdür Biliyorum tanrım. Ama, ayrıca aldığın şu hayat Fena değildir Üstü kalsın...” İzin ver hey ağam ben de gideyim Ah çekip de arkam sıra ağlar var Bakarım bakarım sılam görünmez Aramızda yıkılası dağlar var. Coşkun sular gibi akıp durulma Kuru yaprak gibi esip savrulma Nerde güzel görsen ona çevrilme Bizim ilde cana kıyar beyler var. Karşıdan karşıya yanar bir ışık Bunu söyleyenin dilleri aşık Bir bugday benizli zülfü dolaşık Gitme diye beni yolda eğler var. Karac'oğlan der ki kendim öğeyim Taşlar alıp kara bağrım döğeyim Güzel sevme derler nasıl sevmeyim Kaşlar arasında çifte benler var Yaz da geçer, kış da geçer, aldırma boş ver! Sen sana saldıranlara saldırma boş ver! Susuz kal, ıstırap çek, sabretmeyi belle Testiyi lağım suyundan doldurma boş ver! . 09.02.2010 Nasıl ağlamıştın öyle akşam sokaklarda. Birden nasıl büyümüştü içimde yerin? Japon türkülerine benziyordu gözlerin Sen japon türkülerini bilmezsin.... Pişman oldum yaptığıma o günden beri Gel gitme çocuk! Buruk bir acı çöker yüreğime geceleri Nereye bu hazin yolculuk. SEN PİŞMANLIĞI BİLMEZSİN.... Gözlerin olmasaydı, beni ağlatmasaydı Alıp giderdim başımı uzak iklimlere yarın Hani bahar gelince pembe güller açar ya Senin de öyle mektupların.. Şarkıların, türkülerin en güzel olduğu yerden Ne olursun bir ses getir bana yetecek. Seni güzelliğin mi alıp götürdü birden? Ama bu yalnızlık beni hep kahredecek.. Burası İstanbul mu böyle yosun kokulu? Gel gitme vakit erken. Gel Beyazıt Kulesi'nden türküler söyleyelim. İstanbul bu kadar güzelken. Şimdi Japon türküleri söyleniyor gel! Rüzgar gibi uzaklardan, yelken gibi denizlerden Gel bırakma sokaklarda böyle yapayalnız beni İSTANBUL BU KADAR GÜZELKEN. Seni karanlıkta yatırıyorlar Korkuyorsun geceden Bakıp bakıp pencereden Yatağına sokuluyorsun. Ben hep eski yerimdeyim biliyorsun Hava açık olduğu zamanlar Beni seyrediyor, seviniyorsun. Ah ne olurdu ben de Sana göründüğüm şekilde Odana gelseydim. Ateşböcekleri gibi Küçücük avucunda Yanıp yanıp sönseydim. Seneler geçip gider, büyürsün. Bir gün olur, hepsi biter Endişeler, o çocuk üzüntün Hepsi biter. Aydınlanır senin için geceler, güneş gibi görünürsün. Biraz sabır, küçük çocuk, biraz sabır! Ama Allah'ın koyduğu yerde Yildızlar daima yalnızdır. Geldi geçti ömrüm benim Şol yel esip geçmiş gibi Hele bana şöyle gelir Şol göz yumup açmış gibi. İş bu söze Hak tanıktır Bu can gövdeye konuktur Bir gün ola çıka gide Kafesten kuş uçmuş gibi. Miskin adem-oğlanını Benzetmişler ekinciye Kimi biter kimi yiter Yere tohum saçmış gibi. Bu dünyada bir nesneye Yanar içim göynür özüm Yiğit iken ölenlere Gök ekini biçmiş gibi. Bir hastaya vardın ise Bir içim su verdin ise Yarın anda karşı gele Hak şarabın içmiş gibi. Bir miskini gördün ise Bir eskice verdin ise Yarın anda sana gele Hulle donun biçmiş gibi. Yunus Emre bu dünyada İki kişi kalır derler Meger Hızır, İlyas ola Ãb-i hayat içmiş gibi ben, yıpranmış sokaklar ortasında avare sen, kırgın bir ülkenin süreyyası: Gülnare honçalı novroz gelir; bir de siyah ve sarı dalgalanır göklerde bir kuşun kanatları her nağme, dudağında çarpılmış karanfil sana tutkun atlılar şimdi yorgun ve sefil göğsünde, kıskandığım bir rüyadır kırmızı nerdesin, ey masallar ülkesini son kızı. dokunmuyorsa kalem o mazlum kitabeye ayışığı düşer mi kanlı bir harabeye sensiz çöl, ıssızlığın kahrıyla zehirlendi yalnız bulutlar değil, vahalarda kirlendi mahşeri bir serabın ardından yürüyorum gözlerini kaybeden bir kervan görüyorum geride, okunmayan silik izler kalıyor kaktüs hala toprağı uykuda yakalıyor. tarihin her sayfası soluyor pare pare karasevda burcunu yıkıyorsun, Gülnare Azerbaycan ufkunda bir divanedir gönül böylesi tarümar olmadı belki de gül torprak, bir bakışınla kızıl renge büründü yıldızlar ülfet için gündüz vakti göründü gözlerin binlerce yıl ötesinden yadigar nerdesin, ey Bakü’den, Gence’den esen rüzgar. yaldızlı perçemlerin ıslandıkça uzuyor yalnızlık damla damla şakağından sızıyor bazen öfke, kavgayı sevenlerin ardında malıhülya ve hüzün; bazen korku ve sevda çiçeklerin yurdunda yalnız senin kokun var bazen uzaktan uzak, bazen yakın bir duvar. karanlığa mahkumdur gökte sensiz, sitare ruhumu zevalinle buuşturma, Gülnare soluğun ab-ı hayat mıdır; filizlendi kül siyah bir lale gibi aynaya düştü kakül kırdın yüreğimdeki saatin akrebini kuruttun düşlerimin hayal mürekkebini hangi ırkağa baksam akıyorsun derinden Hazar, acılarınla ağlıyor kederinden. kuduran bir denizde benziyorsun şikare görebilseydi seni ejderhalar, Gülnare gözlerinder fışkıran yanardağlar sönerdi o ısırgan bakışlar balmumuna dönerdi oysa şimdi su sarhoş; balıklar geldi dile dalgalar son bir umut vuruyor sahile Nahcıvan, hasretinle alevlenen sir çerağ seninle firakını unutuyor Karabağ göğsünde, kıskandığım bir rüyadır kırmızı nerdesin, ey masallar ülkesinin son kızı bırakıp gittin beni umarsız bir efkare haber gönder, nerdesin, nerdesin ey Gülnare İsmail'in kitabını okuyorum üç gecedir ateşler içindeki dünyada bir neferin ölüme at koşturan rüzgârını duyuyorum Managua yanıyor, her yanım ateşler içinde yanıyor bir çocuk sevgiyle okşanmaktan ve temkinli olmak yakışmazdı sana zaten augusto ve sen ey idris ismail'in ölümü küçümseyen dostu 'yediğin kurşundan bir gümbürtü kaldı ki bana! ..' Roma'da navona alanında bırakıp ismail'i telzaatar'a dönüyorum gecikmiş bir martı gibi Yurdum diyebileceğim her yer kan-revan içinde, görüyorum ve boğazlanmış bir ceylan gibi serilivermiş denizler ortasına Önce ismail orda, ne zaman gelmiştir 'gümbür gümbür ve sonuna kadar, taa-sonuna sonuna kadar sevdaya, sonuna kadar kavgaya çatlayacak kadar sabırsızlıkla'. İsmail'in kitabını okuyorum üç gecedir ve alnımı seher rüzgârına dayayıp sesleniyorum '-Ey usta nerde benim payım içtiğin baldırandan! .'. (Belki Yine Gelirim) Hani o iki kişilik dünyalar bizimdi Hani sen iyiydin Halden anlardın Hani sen git demiyecektin bana Ve ben herşeye rağmen gelecektim İçimde bir umut Ellerimde olgun meyvalar Dünya nimetleri Gözlerimde yanıp yanıp sönen bir pırıltı Ama ne sen gel dedin Ne de ben gelebildim herşeye rağmen Aşkımız ayrılıklarla başladı. Deli dolu akan nehirlerden tas tas sular içtik Öyle ateşlerle doluydu yüreklerimiz öyle tutkundu Karlı dağların serinliğinde uyurduk geceleri Deniz fenerinin ışığında yıkanırdık Köpükten bir çalkantıydı içimizde zaman Ne yana baksak denizdi maviydi ışıktı Sonra bir çaresizlikti zifir Akıntıya kapılmış gemiler gibiydik. Bir org çalınır gibi yanıbaşımızda Öyle kendinden geçmiş öyle başıboş Öyle derin duygular içindeydik anlatılmaz Sarhoş rüzgarlara bıraktık kendimizi Aldığını geri vermez dalgalara Görmediğimiz ülkeler gördük gün doğusunda Tatmadığımız yemişlerden tattık günahkar olduk Alevden bir tasta eridi günler Bir cehennem ateşiydi aşk içimizde Hiç sönmeyecekmiş gibi yanıyorduk. Tutsaklığımız nasıl başladı bilinmez Paslı demir kapılar kapandı üstümüze Taş duvarlarda kayboldu boğuk seslerimiz Çaresizliğimizi bize aynalar söyledi inanmadık Kuşatıldık ansızın kederle ayrılıkla Aman vermez karanlıklar sardı dört yanımızı Yalnızlık bir ağrı gibi çöktü başımıza Uyuduk bir daha uyanamadık. Şimdi bir kutup var sana çeker beni Bir kutup var senden öteye Ben onun için böyle ortalıklarda kaldım Dağ yollarında caddelerde sokaklarda Onun için bulup bulup yitirdim seni Hangi kapıyı çaldıysam sen açtın bana Hangi gözümü yumduysam seni gördüm Zamandın zamandan öte bir şeydin Yıllarca bir meşale gibi yandın uzaklarda. Bu manyetik alanda boğulmam senin yüzünden Bu zincirleri sen vurdun ellerime Sen getirdin bunca karanlıkları Al şunu mum yak Korkuyorum Bir taş aldım attım denize Günahlarımdan kurtuldum Alfabenin yirmisekizinci harfindeyim Öteye gidemem İtme beni. Benim de bir insan tarafım vardı Bakma böyle kötü olduğuma Benim de dileklerim vardı Benim de bir beklediğim vardı yaşamaktan Yeter artık vurma yüzüme çirkinliğimi Hergün bir kadın ağlar benim yüzümde Büyük dertler için benim ellerim Anlamıyor musun Sen sevildiğin için güzelsin bu kadar Ben sevilmediğimden böyle çirkinim. Bütün kötü yerlerde ben korkarım Biliyorum Bir hayvan leşiyim öleli kırk gün olmuş Fabrika bacalarında bir kara dumanım Zehirim akrep kuyruklarında Kötüyüm sevemediğin kadar Öyle fenayım Kapanmış bıçak yaralarında Bu pis çöp tenekelerinde unut beni Unut artık Bayat bir ekmek gibi Çürümüş bir elma gibi. Sarı badanalı evlerde kazanlar kaynar Sarı badanalı evlerde günahlar işlenir her gece Sarı badanalı evlerde ölüler yıkanır Sarı badanalı evleri sev biraz Bu evlerde zaman benim akşamlarımdır yitirilmiş Bu kazanlarda benim gözbebeklerimdir kaynayan Bu sarılarda benim yüreğim bir ölür bir dirilir Anladım Bu dünyada benden başka kimse yok beni anlayan. Tosca' dan bir arya hatırlıyorum şimdi Sus biraz Ensemde bir akrep yürüyor Bırak yürüsün Sabaha asacaklar beni Dokunma Yedi canım vardı ikisi gitsin Bunca ölümler az gelir bana. Kalbimi yardım Bir damla kan aktı Kutuplara kar yağıyordu Üşüdüm Failatun vezniyle seni çağırıyorum Bana imbiklenmiş yeşilliğini getir Dur gitme Beş kuruşum vardı kaybettim Dur gitme Isırgan otlarından kurtar beni. Deniz analarının gözlerini çaldım Sana bakmak için Güneşi üçe böldüm Al biri senin olsun Yüzümde beş bıçak yarası var Bir de sen vur Barut kokusunu severim Bir portakalı dilim dilim soy Acıktım Tut ki ben yoğum artık yeryüzünde Tut ki bir marul yaprağıydım Öldüm. Al şu serçe parmağım sende kalsın. Ben kötüyüm Allahsızım Korkunç çirkinim Ben seksensekizinci tul dairesiyim Sağ gözümün üç kirpiğini kestim Al Ben lanetlendim. Chopin' in cenaze marşı çalınıyor Ölüler ayağa kalktı Görüyor musun Şu soldan ikinci benim Senin yüzünden öldüm Şimdi seni getiriyorlar karanlığıma Ağlıyorum Biraz sev beni Gül biraz Yaklaş biraz Seni affediyorum. Kuşkonmaz dallarına astım kendimi Sedir ağaçlarına gül yapraklarına Başımı taşlara vurdum Gözbebeklerimde büyük camlar parçalandı Tanrısal duygular içindeydim Bütün tanrısızlığımdan uzakta Bir kemiklerinin sertliğini aldım Bir teninin aklığını Sonra sıcaklığını dudaklarının Gel bak SANA BİR TANRI GETİRDİM Gel bak BİR TANRI YARATTIM SENDEN.. (Ankara, 1957) Yıldız ve ay her zaman gökte olacak. Saf şaraptan iyiyi sanma bulacak. Şarap satan insana ben çok şaşarım, Satıp, ondan güzel bir mal mı alacak? . (Hayyam'ın Türkçe Yüzü-Türkçe Yeniden Yazan-Yalçın Aydın Ayçiçek-Can Yayınları) Senin ak alnından, gök gözlerinden Önce dallar, sonra yapraklar öpsün. Eğilsin yıldızlar, tutsun elinden Gecelerden sonra şafaklar öpsün.. Aşk diyorlar en mukaddes hayale Ve sen de düşesin o sonsuz hâle Hazdan dudakların olsun bir lâle Güller, karanfiller, zambaklar öpsün.. Sende kemal bulmuş renk, şekil, biçim Yaşamanın öz suyusun bir içim Olanca suların sağlığı için Seni her gün göller, ırmaklar öpsün.. Kumral saçlarında nisan yağmuru Yazın, ak yüzünden gölgenin moru Ağzından en serin, hem de en duru Kayalardan akan kaynaklar öpsün.. Çimenler okşasın ayaklarını Çiçekler koklasın parmaklarını Ben öpmeden önce yanaklarını Varsın teller, tüller, duvaklar öpsün.. Kıskançlık çakılı kazıktır serde Bölünsün bu rüya en tatlı yerde Seni canlı kullar öpmesinler de Kefenler sarılsın, topraklar öpsün.. (Dosta Doğru) Şimdi öksürtür beni Yıllar önce içtiğim O paslı cıgara İçsem de almam tadını. Kokusunu duysam yadırgarım Anlamam artık bakışından Dünkü kadar açık ve kesin Bir biçimde bilsem de adını Seni bir türlü tanıyamam. Şimdi iter beni Eskiden söylediğim şarkılar Bitenle başlayan arasında Dünyalar kadar uzaklık var duvara demire değmekten gün boyu yorgun uzanıyorum ranzama birdenbire kokun Odanız kızkardeşinizdir, Büyük Ş'lerle iner giysiniz; Bir kez onarılmış anıt mihrap; Hemen pencereye geçersiniz.. Bütün şarkıları düşünün, Sizin yüzünüz çıkar ortaya, Konsolun üstünde yelpaze, Yan yana yan yana düşünün ama.. En derin çizgiler, güzelim, En tatlı anlardan kalma... Değme acı baş edemez Hazların lal oyuklarıyla.. Çıkarken yığılan basamaklar Kaçı kaçıverirler inerken, Beyaz sunağıyla gotik tapınak, Eliniz sanki hep tırabzanda.. Bir şeyiniz olayım sizin, Hani nasıl isterseniz, Oğlunuz, kiracınız, sevgiliniz; Dünyanın bir ucuna Birlikte gider miyiz? . Bekletilmiş ipeklinizden Kopmaya can atar bir düğme; Boş verin, o düğme hayın, Gider miyiz? . Şimdiye dek düşünmediyseniz Bakmayın içinde ne var, Küçük bir kitaptır yaşamak Elinde tutmaya yarar. Ah Ahmet ah sana söylediler de Yollar bozuk Dinar üstünden gitme diye Hani köprülerde yavaşlayacaktın Deli bozuk bir uçurtmaydın Ahmet Takıldın tellere sonunda İttin ursuzdun orospu çocuğuydun Esrar boyalı ispirto eroin Çirkefliğin daniskası sende Bir gün tatlı bir sözünü mü işittim Bari kırk yılın başında bir Bu da senin diye bir çift lastik alsan Biliyorum tapondum Forttum 45 modeliydim Lakin ellerine yangındım Ahmet Ah domuz ah nasıl da karıştırırdın ötemi berimi Sevgi derdim de sana dinletemezdim Aklın hep yollu karılarda Sevgi bir uğraştır derdim sana Taksicilik parçacılık gibi Her şeye razıydım sırf anlayasın diye Nemene şeydir sevgi Gözüme bir kız da kestirmiştim Müftülerin Nazmiye Handiyse yapacaktım aramızı Sizi çamlıklara götürecektim Yeşil halılarımı serecektim altınıza Bilirim ne allahın gazebi olduğunu Tam kızla hır çıkaracağın zaman Göğün mavisini göstertecektim sana. Her şeye razıydım sırf anlayasın diye Nemene şeydir sevgi Böyle bok yoluna gidecektin madem Bari ben çiğneyeydim seni Elimden doğruca, güzelce, iyice bir yazı mı çıkıyor? İğreniyorum! Hâlâ bu memlekette doğru, güzel ve iyi olanı savunma gayretimden, bu gayretin boşluğunu anlayamamak enayiliğinden iğreniyorum! Olanlar ortadayken, hep bugünü yarına erteleyici ve gelmeyecek bir istikbale ısmarlayıcı 'cek' ve 'cak' edatlarından iğreniyorum! (Perikles) gibi (Attik) Yunan medeniyetinin en haşmetli ve her şeyi tamam cemiyetinde, (Lirik) şiirin babası (Pindaros) şöyle der:'Meğer bütün bir ömür katırlara saman yerine çiçek sunmuşum! '... Ben de aynı meraret duygusuyla güneşi cepte kaybetmiş bir topluma bu sırrı anlatamamanın sefaletinden iğreniyorum! Dudaklarla kalbler arasındaki mesafeden, her akşam başına yorganı çeker çekmez uyuyuveren nefs muhasebesi yoksunu eyyamgüder politikacıdan, tecrit kampı ve iman zindanı haline getirdikleri camilere hissizce girip çıkan marka müslümanlarından iğreniyorum! Gördüğü şeyi nasıl görebildiğini izahtan âcizken gözüyle görmediği için Allahı inkar eden maddeciden iğreniyorum! Posayı cevher sanan kabuk milliyetçisinden, çile çekmeden olmaya bakan ezberci medeniyetçiden, hayat ağacını devirmeyi ve nurlu meyveleriyle ateşe atmayı inkilâp sayan devrimbazdan ve bunlara inananlardan, kapılanlardan iğreniyorum! Hâsılı, dil adına dilden, ev adına elden, vatan adına vatandan ve köy, köylü, şehir, şehirli, gazete, dergi, kitap, mektep, talebe, muallim, polis, memur, kanun, nizam, kadın, erkek, dost, ahbap ne varsa bunların gerçekleri adına hepsinden iğreniyorum! Ötesi var mı? ... Ağlayamayan, anlayamayan, içini kanatamayan, yumruğunu sıkamayan insandan, Allahın Kur'anda 'belhüm adal-Hayvandan aşağı' diye andığı iki ayaklılardan iğreniyorum! (17 Mart 1980 ufkun sonsuzluğuna hiç şaşırmıyorlar rüzgarın gizli ıslığını hiç kimse işitmiyor hangisi anlayabilir yazın son günlerinde tenha plajın ağır hüznünü Doğduğumuzda Bizim için yaptırdığı sandıklara Gümüş aynalar Lacivert taşlar Ve Halep’ten kaçak gelen kumaşlar Dolduran annemiz Bir zaman sonra Bizi koyup o sandıklara Yol Rüzğâr Ve konakları fısıldayacaktı kulağımıza. Yalnız kalmayalım diye karanlıkta Çocukluğumuzu ekleyecek Avunmamızı isteyecekti O çocuklukla. Sırtımızdan jiletle akıtılan kanın Karıştığı uzun ırmağa Bırakıldığımızda Annemiz bu kadarını istemezdi Bu yüzden O uyurken Uzaklaştık Diyorduk sulara. . Gidişin kendisinden artakalan Her şey, herkes burada. Ben buradayım Kardeşlerim yitikliğiyle burada Annem elbiseleriyle Erkek kardeşim savaş korkusuyla Babam burada hiç uyanmış olmasa da Dünya eksilmiş etrafımda Bir düş sanki olanlar Uzayan ve uzadıkça acıtan . I . Annemiz Siyah kadife elbisesini okşadığında Saçlarını düşürerek bakışlarına Babamızı hatırlardı: . Beyaz bir dağda olduğunu söylüyordu onun Beyaz ve her bahar küçülen bir dağda . II . Hepimizden büyük olan Ve uzaktaki savaştan korkan Erkek kardeşimiz Dönmeyince bir daha Biz de korktuk savaştan. Ama savaş değildi onu bırakmayan. Gelirken yanımıza Atıyla uyumuş Babamızın karşısındaki karlı dağda . Annemizin yüzü azaldıkça Omuzları küçüldükçe annemizin Şaşırdık hangi dağa bakacağımıza . III . Evimizin uzun sofasında Kadife elbisesi uzayıp Gümüş başlığı ağırlaştıkça Bolardıkça gümüş kemeri Annemiz benziyordu baktığı dağlara. Baharda inceliyordu kabuğu Ama ulaşamıyorduk ona. Ölüyordu Bu defa gerçekten eriyordu Bir daha görünmedi sofada . IV . Her kış kaybolan Ve baharda ortaya çıkan Bir ağaç oldu annemiz . Dövmeleri olan bir meşeydi o İniltisi geliyordu kulağımıza . V . Annemiz Her gece siyah kadifesiyle Dolaşıyordu dağların arasında Kökleri olmayan bir meşeydi o Suskun, arasıra ağlayan . Ayrılmadan daha TopIaşır gölgesine annemizin Fısıldaşırdık aramızda Tanrım n’olur bağışla Evimizi bağışla tanrım n’olur Dokunma sofamıza Orada gülebiliyoruz ancak Orada adamakıllı susuyoruz Orada ağzımız bizim oluyor Dokunmasak da . Görüyoruz annemizi uzaktan . VI . Soğuklar başladığında Atlılar gelmişti bizi almaya Yaşlı ve tuhaf atlılardı Korkutmuşlardı bizi Kar yağmıştı bakışlarına. Ve hiç konuşmadan bizimle Bakmadan ellerimizin küçüklüğüne Konaklara götüreceklerdi bizi Rüzgârla uğuldayan konaklara . VII . Annemiz Babamızın ve kardeşimizin ortasında Usulca uyurken Uzaklaştık yaşlı atlılarla. Boynumuz ağrıdı geriye bakmaktan Gözlerimiz uzadı her kıvrımda. Ama boşuna Boşuna bizim ağlayışımız Hastalığımız boşuna Yönü yitirmişti atlılar . Dönemedik bir daha . VIII . Dağlardan yuvarlanan taşlar gibiydik. Dört kızkardeş Gölgesiyle derinleşen bir vadide Artık bizim olmayan Yatağımızı aradık Aradık yatağımızı günlerce. Kaç dağ gittiysek O kadar uzaktık birbirimizden O kadar yalnız kendimizle . IX . Ne son ne başlangıç Ne içeri ne dışarı Oradaydık O taştan dünyanın ortasında. Yollarımız uzadıkça Annemizin dövmeleri kararmakta . X . Ayrılacaktık herbirimiz Bir yolağzında. Ama önce kim Kim korkacaktı Yoldan Geceden Ve yaşlı atlıdan. Sıramız yoktu Bu yüzden ürperiyorduk her ayrımda. . Ben kalmıştım sona Önümde uzanan dar yolla Acılarından güç alan Bir yolcuydum artık hayatta . XI . Geldiğimde rüzgâr dolu ilk konağa Günlerce uyudum Kilimler ve bakırlar arasında. Rüzgâri sevebilirdim Kapılar ve pencereler olmasa . XII . On yılım geçti rüzgârla Üşüdüm her konakta Konuşmanın ne anlamı var diyordum İnsanın yankısı olmazsa . Suskun konaklar gibiydim Kapıları gittikçe çoğalan . XIII . Gümüşler ve atlar azaldıkça Taşınıyordum oradan oraya Yıldızların sesini tanıyordum Güneye yaklaştıkça . XIV . Geceleri Yalnız ve budala ay Bana benziyordu Bir tuhaflık vardı gülüşümde Büyüyordum. Aşkı düşünüyordum arasıra Efendisini gövdenin. Hangi gece uykusuz kalsam Toprak kokuyordum . Ve çıkıtığım her yolculukta Yorgunluğuma aldırmadan Düşler kuruyordum. Yolların korkutmadığı bir zamanda Yoksulluğuyla alay eden Yeşil gözlü bir adam çıktı karşıma Gözleri koyulaştı adamın Yaşlandıkça . XV . Çocuklarım oldu o yeşil gözlü adamdan Biri askerdeyken, diğeri kızıl saçlı olan İki oğlan. Ve gelinim, Her gece kızıl saçlı oğlumla uyuyan. Üşürdü hep ‘Yenge ayakların ne sıcak’ Derdi ona sokularak. Onüç yaşında iki çocuk Uyurlardı her gece fısıldaşarak. O gecelerden birinde Yağmur girmişti uykusuna. Saçlarını bana bırak Saçlarını bana bırak Diyen yağmur, Büyülemişti oğlumu uykuda. . * . Saçlarını rüzgârla yıkadığı Tepeye çıktığımda Görünen ova Sular altındaydı Bulutlar yapışmıştı toprağa. Bir kıpırtı bekliyordum Bir ses Oğlumu gizleyen sulardan. Arkamda toplanan köylüler Uçları yanan sopalarla Karanlığı hatırlattılar bana. Duramazdım İndim buharlaşan toprağa. Çamurlar arttıkça Gücüm yetmiyordu karanlığa. Üşümesinden korkuyordum yine Saçlarının kirlenmesinden. Bir ses ’Ölmüş’ dediğinde Üşümüyordu artık oğlum Sessizdi yağmurdan. Yüzüm çamurlu ve keder içinde Taşıdım gövdesini, Saçlarını taşıdım ellerimde. Yüzükoyun bindirildiği at Tepeyi çıkarken Işık sızdırıyordu gizlice. . XVI . Yeşil gözlü adamın Bıraktığı yatakta Yaşlanıyorum tavana baktıkça. Artık Anneminki kadar uzun eteklerim. Saçlarım uzun Oğlumun kızıl saçlarından. . Kısa sürdü her şey Yolculuklar Ölüm Ve konaklar Hiçbir şey kalmadı etrafımda İsten kararmış sütunlardan başka . Gücümü toplamalıyım son defa Saçlarım kına kokmalı Elma çiçekleri olmalı suyumda. Ve tanrı beni duyuyorsa Daracık bir mezar istiyorum ondan Konakların büyüklüğünü Uğultusunu unutturan Susadık şiire ey koca şair 'Yeşil pencereden bir gül at bize' 'Beyaz dokusunda o saf rüyanın' Yeni ufuklar aç hayalimize. Al eline, yuğur kelimeleri Ona en ölümsüz güzelliğini ver Büyülesin bizi daha yıllarca 'Lavanta çiçeği kokan kederler'. Üstümüze yağan karlardan başka Ne kaldı yaşamak maceramızdan Yıllar var ki selam almadık Bir haber ver Fahriye Abla'mızdan Kapıyı açık bırak Hiç kimse görmese de Belki biri gelir Elsiz ayaksız Varla yok arası Hanidir bekliyorum ben hiç böylesini görmemiştim vurdun kanıma girdin itirazım var sımsıcak bir merhaba diyecektim başımı usulca dizine koyacaktım dört gün dört gece susacaktım yağmur sönecekti yanacaktı sameland seferden dönecekti duvardaki saat duracaktı kalbim kendiliğinden duracaktı ben hiç böylesini görmemiştim vurdun kanıma girdin itirazım var emperyal otelinde bu sonbahar bu camların nokta nokta hüznü bu bizim berheva olmuşluğumuz bir nokta bir hat kalmışlığımız bu rezil bu çarşamba günü intihar etmiş kötümser yapraklar öksürüklü aksırıklı bu takvim ben hiç böylesini görmemiştim vurdun kanıma girdin itirazım var sesleri liman sislerinde boğulur gemiler yorgun ve uykuludur sabahtır saat beş buçuktur sen kollarımın arasındasın onlar gibi değilsin sen başkasın bu senin gözlerin gibisi yoktur adamın rüyasına rüyasına sokulur aklının içinde siyah bir vapur kıvranır insaf nedir bilmez otelin penceresinde duracaktın şehri karanlıkta görecektin karanlıkta yağmuru görecektin saçların ıslanacak ıslanacaktı kış geceleri gibi uzun uzun tek damla gözyaşı dökmeksizin maria dolores ağlayacaktı istanbul'u yağmur tutacaktı bütün bir gün iş arayacaktım sana bir türkü getirecektim kulaklarımız çınlayacaktı emperyal oteli'nin resmini çektim akşam saçaklarından damlıyordu kapısında durmanı söylemiştim yüzün zambaklara benziyordu cumhuriyet bahçesi'nde insanlar geziyordu tepebaşı'ndaki küçük yahudiler asmalımesçit'teki rum kemancı böyle rüzgarsız kalmışlığımız bu bizim çektiğimiz sancı el ele tutuşmuş geziyordu gazeteler cinayeti yazıyordu haliç'e bir avuç kan dökülmüştü emperyal oteli'nde üç gece kaldık fazlasına paramız yetmiyordu gözlerin gözlerimden gitmiyordu dördüncü gece sokakta kaldık karanlık bir türlü bitmiyordu sirkeci garı'nda sabahladık bilen bilmeyen bizi ayıpladı halbuki kimlere kimlere başvurmadık hiçbiri yüzümüze bakmıyordu hiç kimse elimizden tutmuyordu ben hiç böylesini görmemiştim vurdun .... kanıma girdin ..... kabulümsün. Anı Şair: Ümit Yaşar Oğuzcan Altıncı Mektup. Andıkça . Ne zaman seni düşünsem içim ürperir, Seninle gecen her saat, her gün gelir aklıma. Bir akşam vakti gelir bir deniz kıyısı gelir, O eşsiz hatıralar bütün gelir aklıma. . Ne yapsam unutamam yaşadığımızı, Sevgindi sevgilerin en yalansızı. Şimdi nerede bir gül görsem kırmızı, Dudaklarımı uzun uzun öptüğün gelir aklıma. . Bir çıban büyürcesine ortasında gecenin, Dolar yüreğime hüznü seni sevmenin. Dünyada ne benim yerim var artık ne senin, Ağlarım başucunda ölümün gelir aklıma. Bizdeki tuhaflıklar akla sığar değil ki Partileri kapatır, kadınları açarız! İradenin millîsi eskide varmış belki Şimdiyse yapma kanat laiklikle uçarız! . 17.06.2008/Vakit Düşmemiş Hezarfen Efendi'yle karşılaşır mı acaba? . Bir bakmışım baloncusu uçmuş kan mavisi balonlar Kuşların vurulduğu mevsim Üsküdar iskele alanında. Bir bakmışım gökyüzünde gömülmez bir cenaze töreni Ve aşağıda, yıkanmış balonlar demetinin başında. Kurşun ayaklı bir parmak çocuk, kırılır ağlamaz Ölümü ustaca oyalayan babam öldürülmüş ben satarım. Kopmuş bir kocakarının da eteklerinde azat kuşları Oğlum öldürülmüş ben satarım Üsküdar iskele alanında Yüzbaşım, garajda nöbet tutarken Hatırıma sıla düştü bu gece. Güngören'in horozları öterken Gönül kalktı yola düştü bu gece.. İçinde dışında yoktur yalanı Anlatayım dur başıma geleni Bir yâr için düşüncemin olanı Sapanca'da göle düştü bu gece.. Bozhöyük'e vardım Güllü kadına Fal açtırdım Ülker'imin adına Gelin olmuş bak şu işin tadına Bizim kısmet ele düştü bu gece.. Kırk yıl geçse unutamam bu günü Olmuş bitmiş sevdiğimin düğünü Hep çözülmüş sırrımızın düğümü Maceramız dile düştü bu gece.. Kalbime ateşten vurdular yama Perişan bir hâlde döndüm kıtama Karakoç bildiğin KARAKOÇ ama, Bilmediğin hâle düştü bu gece. bir kuğunun boynuna dokunurken…. yol bir yere gitmez içerde düz saçlara uğrar ayak üstü bir akşamüstü her plansız ürperişin sonu hüsran ve hüsran çok sanat müziği bir kelimedir. yol bir yere gitmez o bir durma biçimidir yol yoluyla gidebilir yare yoldan çıkabilir apansız ve ömür bitebilir yoldan önce ama yol bir yere gitmez o bir durma biçimidir yaşamak hızlı bir ölme biçimidir. düşünce ışıktan yavaşsa erken gidilmelidir. gerdan sözcüğüne bir kuyumcuda da rastlayabilirsin bir kasapta da. kalbin sızlamaz bir kuzu yüreğini vitrinde görünce o bir beslenme biçimidir ama korkarsın kurdun sevdiği havadan ayakkabı yaparsın yılandan. yol bir yere gitmez o bir durma biçimidir her garantiyi istersin hayattan oysa ölümle yaşam arası uzun malum ince bir yol bir yere gitmez o bir ölme biçimidir. iyi yolculuklar denmez bir gidene yapılamaz çünkü çok yolculuk bir seferde yolcu denmez her gidene herkes o yolun taraftarı olmayabilir hiç bir sürgün gittiği yolu sevmez mesela. yol bir yere gitmez o bir susma biçimidir soğuk bir taşıtın uğultusunda. (ağustos 2000, gevaş) Ne zaman yüzüne baksam yalnızlığın o mutlu gerilimi . O öksüz göl hızla derinleşir biliyorum, acılarım hiç bitmeyecek, bu öyle bir yeşil . Ne zaman gözlerinin içine baksam, biliyorum ikimizi de aşar, o kapının ardındaki masal bense yüreğimin bu hallerinden korkar, kalırım bir hız trenine bindirilmiş küçük bir çocuk gibi geçip giden yüzlerine bakar kalırım . Ömrün kısalığı çarpar camlara ateş hızla yayılır içerilere . Akşam olur, evler dolar boşalır acıyla erir, yüzüne aşık çocuk . Ne zaman gözlerinin içine baksam, biliyorum İkimizi de aşar, o kapının ardındaki masal ...Beni, gözlerin götürür Gözlerin Aşkla, acıyla... Kuşatmışlar Sesimi, soluğumu Kesilmiş Tuz-ekmek payım Vurgunum Ve darda, Gözaltındayım. Dal, kor keser Penceremde açarsa Kuş, vurulur Üzerimden uçarsa. Ve hal böyle böyle, Yol bu yöndeyken Gelir, Ki her gelişinde Daha da içten Gelir, Soluk soluğa Benim olursun. Amansız sarmasında Kollarımın Esrik, Çığlık çığlığa Erir, kar gibi vücudun... Nicedir, Kahpe ağzında Bir salgın, Bir deprem gibi künyemiz. Nicedir, Başımıza zindan dünyamız. Biz ki Yarınıyız halkın, Umudu, yüzakıyız, Hıncı, namusu... Şafakları, Taaa şafakları Hey canım, Kalbim Dinamit kuyusu... Büyük dertler birbirinden Sıralanır, sıralanır Gönül her gün bir yerinden Yaralanır, yaralanır. Yüzleri var türlü biçim Belli değil gerçek dost kim Vefa diye su yüreğim Paralanır, paralanır. Basta bin turlu düşünce Hep karanlık gündüz gece Doğru söyleyen ömrünce Karalanır, karalanır. Ömür boyu düşündüğün Sırlar çözülecek butun Su demir kapılar bir gün Aralanır, aralanır 941’de İzmir, bela çiçeği sahil boyu karanlık sevdalı bulutların hali yağmur da ne kadar tembel yağıyor kendimizi akan suya bıraktık serseriler misali. 941’de izmir izmir şehrinin ışıkları yanıyor çıktı şair namzedi attilâ ilhan çıktı yelken gibi sokaktan banyolar’a doğru şöyle uzanıyor bir cebinde kiralık ihtiyar bir kitap bir cebinde kehribar kuru üzüm ve incir sahilde iki ahbap. kardeşim ihsan ahmed izmir şehri yağmurlu bir şehirdir yağmur çilerken çocuk gibi içlenir yum gözlerini hele bir tahayyül et hani – derd-üt gam içre perişan – yıldızlar gökte hani her akşam bostanlı’dan öte. kardeşim cemşid hun hoş geldin hayırlı akşamlar gözlerinden mi yaktın söyle cigaranı tütün değil ya dünyalar dağıtamaz efkârını hem sabahtan çarşıda yoktun ekmek alabildin mi fırından yine galiba kıyamet kopmuş yine pîr aşkına kırılmış camlar. 941’de İzmir her şey nasıl geçmiş nasıl kaybolmuş rüyada gibi hiç farkına varmadan şimdi ben burdayım sen izmir’de o bağdat’ta ve daha başımızdan neler geçer kimbilir kimbilir kardeşim hayatta Çadırtepe, Dumlupınar, Türbetepe, Adatepe... Ki üstlerinden bir bulut Geçti güller serpe serpe.. Türbe, otağ. kubbe, eyvan... Adları Dicle'de Seyran, Fırat yollarında Aslan, Çukurova'da Kurttepe.. Kültür, Tınaz, Dua, Fikir... Say sayabilirsen bir bir Kemerlerdir, kubbelerdir Bir yeni imana gebe.. Uzar sınırlar aşırı Tepelerin kervanları; Biri mordur akşamları, Biri şafaklarla pembe.. Süslemişler yurdu yer yer... Ki çocuğun geçer gider Rüzgârlar alnını, seller Eteğini öpe öpe.. Lâle, Menekşe tepesi... Fakat hepsinin kubbesi Allahüekber dağında Allahüekber tepesi. Korkuyu kapışır taşlar karanlık kendine çekince perdeyi göz hüzünle odayı kapar el uyur ve akvaryumda balık resmi çekilmiş nehir. Böyle bir çiçek vardı Rüyadaki geçit büyüyüp büyüyüp Büyüyüp büyüyüp büyüyüp Espası bir tek gecede Ezip el tutan Alnının bütün bir duvara dayayan ve sesleri bir orman büyüklüğünde güneşe yol yapan çocuk güreşip bütün gelişleriyle gecikmiş bir deniz feneri. Saati yalvarır hızla Şafağı çoğaltır kan akan damar Adım zorlar kapıya çağrılan En korkulan gerçeği Bir boyun eğişle girilen böyle bir çiçek vardı kılcal kökleri çağın sarsıntı duvarlarından burası bir adam bir aşk çapında bir çeşit hapishane tutulan akıp giden su uyanınca adam suyu geçmek isteyen karınca bir taşın alevinden basarak ellerine kaçınca adam bırakmaz eşyasını da uykuda. Burada yağmur yağıyor Aralıksız yağıyor günlerdir Ama sen yine de şemsiyeni Almadan gel ilk otobüsle . Buğulanan camlara usulca Yüzünü çiziyorum ki yüzün Bir yağmur damlası olup Düşüyor yapraklarına gülün . Güller de bozamıyor bu uzun Karanlık sessizliğini kentin Anılarını yitiriyor sokaklar Bezirgânlaşıyor bulvar ışıkları . Tarih de kekemeleşiyor bazan Ki o zaman aşktır tek bilici Aşksa yürümek gibi bir şey Duyabilmek kuşların gelişini . Anısı bizsek eğer bu kentin Unuttuğu türküler bizsek Acıyı rehin bırakıp bir güle Anımsatmalıyız bunları bir bir . Sonra yürümeliyiz seninle Sokaklara caddelere çıkmalıyız Belki bir aşktır bu kentin Belleğini geri getirecek olan . Burada yağmur yağıyor ama sen Şemsiyeni almadan gel yine de Özletiyor bu çılgın sağanak seni Sırılsıklam özletiyor biliyor musun Zulumdur dinlenen başlarsa eğilmiş Gömleğin üzerine kadar çıkmış kalbteki kara leke Dikilsen dağların ötesini tutar elin Bir iki tank çer çöp olmuş gözüne perde Petrol ya da banker sellerinde boğuluyorsun Külçe külçe dolar ya da sefalet secden olacak yerde O eski kadim iklim kimbilir nerde sürer Perişan birkaç evde kimbilir veliler dilinde Oturup konuşalım şunu. Bulsun kelimem kelimeni Eğer uyku daha aziz esirlik daha ehven değilse Bir deli akıl çırpınıyor aramızda Rızık korkusu can korkusu baş mesele Çıplan dünyadan çıplan ve gövdenden O büyülü çiçekleri yol arın bir kere Başını eğmiş zalimleri dinlersin Dersin 'lokmam ellerinde' Filistin bir sınav kağıdı Her mü'min kulun önünde De gerçeği yaz: Hakikat şehitliğe koşmaktır De isyan çağır yolun açılır cennet köşelerine Zindan iki hece, Mehmed'im lâfta! Baba katiliyle baban bir safta! Bir de, geri adam, boynunda yafta... Halimi düşünüp yanma Mehmed'im! Kavuşmak mı? .. Belki... Daha ölmedim! . Avlu... Bir uzun yol... Tuğla döşeli, Kırmızı tuğlalar altı köşeli. Bu yol da tutuktur hapse düşeli... Git ve gel... Yüz adım... Bin yıllık konak.. Ne ayak dayanır buna, ne tırnak! Bir âlem ki, gökler boru içinde! Akıl, olmazların zoru içinde. Üstüste sorular soru içinde: Düşün mü, konuş mu, sus mu, unut mu? Buradan insan mı çıkar, tabut mu? . Bir idamlık Ali vardı, asıldı; Kaydını düştüler, mühür basıldı. Geçti gitti, birkaç günlük fasıldı. Ondan kalan, boynu bükük ve sefil; Bahçeye diktiği üç beş karanfil.... Müdür bey dert dinler, bugün 'maruzât'! Çatık kaş.. Hükûmet dedikleri zat... Beni Allah tutmuş, kim eder azat? Anlamaz; yazısız, pulsuz, dilekçem... Anlamaz; ruhuma geçti bilekçem! . Saat beş dedi mi, bir yırtıcı zil; Sayım var, maltada hizaya dizil! Tek yekûn içinde yazıl ve çizil! İnsanlar zindanda birer kemmiyet; Urbalarla kemik, mintanlarla et. . Somurtuş ki bıçak, nâra ki tokat; Zift dolu gözlerde karanlık kat kat... Yalnız seccâdemin yününde şefkat; Beni kimsecikler okşamaz mâdem; Öp beni alnımdan, sen öp seccâdem! . Çaycı, getir, ilâç kokulu çaydan! Dakika düşelim, senelik paydan! Zindanda dakika farksızdır aydan. Karıştır çayını zaman erisin; Köpük köpük, duman duman erisin! . Peykeler, duvara mıhlı peykeler; Duvarda, başlardan, yağlı lekeler, Gömülmüş duvara, baş baş gölgeler... Duvar, katil duvar, yolumu biçtin! Kanla dolu sünger... Beynimi içtin! . Sükût... Kıvrım kıvrım uzaklık uzar; Tek nokta seçemez dünyadan nazar. Yerinde mi acep, ölü ve mezar? Yeryüzü boşaldı, habersiz miyiz? Güneşe göç var da, kalan biz miyiz? . Ses demir, su demir ve ekmek demir... İstersen demirde muhali kemir, Ne gelir ki elden, kader bu, emir... Garip pencerecik, küçük, daracık; Dünyaya kapalı, Allaha açık. . Dua, dua, eller karıncalanmış; Yıldızlar avuçta, gök parçalanmış. Gözyaşı bir tarla, hep yoncalanmış... Bir soluk, bir tütsü, bir uçan buğu; İplik ki, incecik, örer boşluğu. . Ana rahmi zâhir, şu bizim koğuş; Karanlığında nur, yeniden doğuş... Sesler duymaktayım: Davran ve boğuş! Sen bir devsin, yükü ağırdır devin! Kalk ayağa, dimdik doğrul ve sevin! . Mehmed'im, sevinin, başlar yüksekte! Ölsek de sevinin, eve dönsek de! Sanma bu tekerlek kalır tümsekte! Yarın, elbet bizim, elbet bizimdir! Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir! . (1961) cam ipliğinden sıkı dokunmuştur kristal vitrindeki bu loş kadın soğuk tenhalığında kaşları alnının ince bir hayretle sanki donmuştur yansımaları sokağa vurmuştur kafasındaki müstehcen dazlaklığın sedef boşluğunda aralık ağzının sevişmelere çağrısı korkunçtur. taşralı bir 'köpek' buna tutulmuştur simsiyah bir ünlem önünde camların her gece jiletle kazıyamadığın kaç kere kaçırmayı filan kurmuştur çünkü kadınlar gözünü korkutmuştur kraliçesi budur yalnızlığın ürettiği nilüfer iç bataklığının cansız olmasından neler ummuştur. ıssızlık çığlığını şehirde unutmuştur Ben bu kapıları bir bir açarım açmasına ama kırarım Şehzadelerle gitti ölü devin altın anahtarları Masallara dönük yüzlerinizde o hiç eksilmeyen kaygu O donuk maviliği masal cennetlerinin Bırakın işte gözleriniz alın işte yumruklarınız ama siz aptalsınız aptalsınız Birgün masallaşırsam görün işte cüceliğimi Aktıkca büyüyen sulardı benim şarkılarda aradıklarım Ben bu kapıları bir bir kırarım kırmasına ama siz korkaksınız Daha çocuk bile değilsiniz siz Devler çizersiniz altın sarayların kapılarına sonra durup ağlarsınız ağlarsınız Bu kan sizin kanınız , evet ama ya siz kimsiniz Neden böyle yorgunsunuz neden böyle aldatılmış Alıcıkuşlar döner ürpertili etlerınize Mumyaların gölgesinde piramitler dikersiniz Atı otu iti eti bırakıp gerçek saraylarda sürülerle kaçarsınız kaçarsınız Aktıkça büyüyen sulardı benim şarkılarda aradıklarım Babalar evlerine mahçup döndü her akşam Harp içinde. Anaların sütü kesildi, Çocuklar ağladı, Erkekler askere gitti. Kadınlar bir deri bir kemik. Harp içinde kızlar sarardı.. Savaşanlardansa Ancak bir hatıra kaldı.. (1946) -Hatada hikmet arama, Helali katma harama-. Sana mezar oldu girdiğin kutu Çık çıkabilirsen, iş başa düştü. ”Umudum” diyerek diktiğin putu Yık yıkabilirsen, iş başa düştü.. Kan-kızıl ettiler gök mavisini Dert yiyor yiğidin en kavisini Bağrına saplanan zam çivisini Sök sökebilirsen, iş başa düştü.. Ne kader yol verir, ne kervan yürür Bir kedi ip atmış on aslan sürür Aynadan hayalin sana tükürür Bak bakabilirsen, iş başa düştü.. Dün tavşan avlarken vurguncu kuşu Bugün fil avlatır solun dingişi Yırtılan kemeri, çürüyen dişi Sık sıkabilirsen, iş başa düştü.. ”Hakça düzen” sanıp, oltayı yuttun ”Ak günler” beklerken çamura battın Kimsenin suçu yok, sen sana ettin Çek çekebilirsen, iş başa düştü.. Affetme kim ise milleti bölen Sana örnek olsun hak için ölen Kutsal ocağındır yıkılan, sönen Yak yakabilirsen, iş başa düştü.. Düşürme, sahip ol al bayrağına Türk-İslâm mührünü gel, vur çağına Fitneyi, yalanı götür lağıma Dök dökebilirsen, iş başa düştü. . (Kan Yazısı) Karşı masadan çağırdılar, 'buyrun' dediler 'Keyfim yok' dedim bağışlayın, 'başımı dinleyeceğim biraz' Sen misin diyen, bir curcunadır koptu Ne kalabalık, ne kalabalıkmış yarab başım! Bunca ayıp, bunca kayıp, bunca ölüm! . Attım kendimi dışarı, karıştım Şarlo'nun yalnızlığına Uçuyorum şimdi Barbaros Bulvarı'ndan aşağı Üstümde insanlar, ne güzel, ve ayaklarımın aldında deniz! . Sana da söylüyorum hep, Teo, Başını dinleyeceğine, al başını git umağa! . (Rengahenk) Yağmurlar dindiği zaman Geleceksin Ki karanlık ölümdür. Işığım söndüğü zaman Güleceksin Ki karanlık ölümdür.. Karanlığımda dişlerin Parıldar ki Yine görüneceksin Kuraklığımda düşlerin Işıldar ki Yine arınacaksın.. Bekliyeceğim elbette Gelişini Yaşamak başka nedir; İsterse ta kıyamete İlle seni Ki bu aşk başka nedir.. Bütün ömrümüz onunla Böyle geçti; Toprakla gök arası, Varla yok arası öyle; Derken uçtu. Dranas yalvarası:. Tanrım merhamet et kula. Hasretin kançanağı gözlerinde oturuyorsun; seni soruyorum hiçbir şey bilmiyorsun…. Hep bir çağlayan gibi senin sevdana aktım; sen ise sularını kaçıran bir nehir gibi uzaktın.... Tükenişi bir aşkın, bir nehrin tükenişine benzer. Ne deniz olabildin, ne nehir kalabildin.... Kendin ol, kendin ol… Sen buysan başkası ol! . Buysan kederden öleceğim, başkası olursan de kimi seveceğim? . /Ne Diyarbakır anladı beni ne de sen; oysa ne çok sevdim ikinizi de bir bilsen.../ yorgunsun hoşgelmişsin kara gece nöbetinden hoşgelmişsin yat uyu yerin hazır hak etmişsin uykuyu helal olsun uykun bahtiyar sağlığın ama bir uzak iskelede başka olurken deniz sakla uykunu biraz o uzak iskeleye. bak sakın telaşlanma bitiverdi iki aylık bir çocuğun kendisi bir şey değil bir çocuğun iki aylık tanrısı bitiverdi iki aylık bir çocuğun kendisi haydi kalk, sakla biraz haydi kalk haydi dedim açıp sonsuz bir camı bir uzak iskeleye şimdi tam sırasıdır her şey hazırken böyle şimdi bunu gömelim. nasılsa girdi bu karaşafak aramıza haydi şimdi ölüm vakti değil aramızda ölüm ki bir olağan acının anısıdır şimdi anıya yer yok aramızda. ne güzel uyurduk biz kavgasız gürültüsüz bir yara bile olsa şuramızda buramızda sular gibi karışık olan uykumuzda senin kara gecen paslı benim çocuğum ölü bir uzun yaşamayı beygirler gibi koştuğumuzda hatırlarsın uzakta koştuğumuzda sayılara vurdular bizi haydi kalk. haydi kalk yoruldum bir patlıcan nasıl büzülürse bostanda durup da olmayı beklerken haydi kalk haydi kalk dedim senden aldım kendimden ölümü bir güzel ezberledim anladım yorgunsun kara gece nöbetinden çocuk öldü ben yoruldum ölüm nöbetinden saatimi kurdum, saatini de kurdum haydi kalk haydi kalk şimdi bunu gömelim.. neden öldü ben burdaydım sen ordaydın belki de bahar filan vardır erzincanda ne bilelim haydi kalk trenler kalkıyor duyuyorum biliyorum yorgunsun her geceden, biriken her geceden haydi kalk şimdi bunu gömelim haydi kalk bitiverdi haydi kalk yorgun güzelim haydi kalk hadi artık öldüm biliyor musun hadi kalk İzmirlere filan gidelim Gurbet elde bir hal geldi basima, Aglama gözlerim Mevlâ kerimdir. Derman arar iken derde düs oldum, Aglama gözlerim Mevlâ kerimdir.. Hüma kusu suya düstü ölmedi, Dünya Sultan Süleyman'a kalmadi. Dedim yâre gidem nasip olmadi, Aglama gözlerim Mevlâ kerimdir.. Kagida yazarlar ufak yazilar, Anasiz olur mu körpe kuzular. Yürek yaralidir, ciger sizilar, Aglama gözlerim Mevlâ kerimdir.. Pir Sultan Abdal'im böyle buyurdu, Ayrilik donlari biçti giydirdi. Ben ayrilmaz idim felek ayirdi Aglama gözlerim Mevlâ kerimdir. Bir karanlık geliyor yokluğunun ardından Ne zaman güneş batsa bu son gecem diyorum Vazgeç yalan dünyanın köhne saltanatından Yetişir bunca keder, bunca elem diyorum. Her şey sağır içimde ne şiir ne musiki Dünyadan bezginliğim dünyalar kadar eski Öylesine çözülmüş, öyle dağılmışım ki Be ne bitmez ayrılık bu ne özlem diyorum. Beni çağırdığını bir defa duyabilsem Avuçlarımda ateş, yorgun gözlerimde nem Asarak denizleri bir gün kapına gelsem Başımı duvarlara vurup ölsem diyorum Aman efendim, aman! Galiba Âhir Zaman! Manzarası yurdumun, Tufan gününden yaman! Göz görmez aydınlıkta; Asümanedek duman. Yer dumanmış ne çıkar, Duman dolu âsüman. Türk evi delik deşik; Yıkı dökük hânüman. Duraksız itiş kakış; Süresiz karman-çorman. Anne çocuk doğurur, Köpek soyundan azman. Beyinler zıpzıp kadar, Mideler koskocaman. Aziz fikir buğdayı, Katıra mahsus saman. Boş lâf, hep dalga dalga; Uçsuz bucaksız umman. Hayvanlık orkestrası: Eşek, birinci keman. Orman keleş, nebat kel; Nebat adamlar orman. Midelerde ihracat, Günde beş milyon batman. Milli servet matbaa, Bilmem kaç milyar harman. Yangın evinde satranç; Plân, reform ve uzman. Tam bir buçuk asırdır, Maymunlardan eleman. Bizdeki hale nispet Maymun taklitten pişman. Hangi yol Türke uygun, Hangi parti tercüman? Çıkamaz meydanlara; Camide mahpus iman! Silah küfrün belinde, Küfrün elinde, ferman. Cehle sorarsan ilim; Zehre sorarsan, derman. Rahmet, meçhul kelime; Bilinmez isim, Rahmân. Kutsal kitaptır fuhuş; Ahlâk, okunmaz roman. Tarih, kontra gerçeğe; Hürriyet hakka düşman. Millete kasdedenin İsmi milli kahraman. Yere batsın bu dünya, Bu dünyadan hayr uman! Genç adam, at yorganı! Sana haram, uyuman! Aman, efendim aman! Efendim, aman, aman! Bölük pörçük duygular Ve sevdanın karmaşasında Karanlık bir labirent içinde Gire çıka çıkmaz sokaklara Seni arıyorum.. Yerimde durmanın Ümitsiz olmanın İşe yaramayacağını biliyorum Karanlığın ortasında,görmeden Kafamı duvarlara vura vura Yolumu unutmadan Ümidimi kaybetmeden Deneye yanıla Seni arıyorum. Bir cümbüştür kopsa da, gece, yakamozlarda; Münzevi balıklarız ayrı kavanozlarda... Ey genç adam, bu düstur sana emanet olsun: Ötelerden habersiz nizama lanet olsun! ... 1975 güneşse güneş benim beyoğlubeyler topraksa toprak benim beyoğlubeyler birşey var anlamadığım bu sabahlarda eski saraylarda bu yeni saltanatlar saksılarda çiçek diye kızgın namlular demirin kömürün petrolün kalleşliği birşey var anlamadığım bu sabahlarda kayguysa kaygu benim beyoğlubeyler bayramsa bayram benim beyoğlubeyler ya siz kimsiniz. kentlerin göbekleri suların en kadını kadının en körpesi sofraların padişahı birşey var anlamadığım bu yasaklarda ben güldükçe neden karartılır ışıklar duvarlar yükseltilir köpekler kışkırtılır kundakta bebek suçlu tarlada tohum birşey var anlamadığım bu yasaklarda umutsa umut benim beyoğlubeyler savaşsa savaş benim beyoğlubeyler ya siz kimsiniz. bu kokmuşlar mezarlığı imamlar sofrası bu omuzlardan omuzlara bu korku tapınakları akşamla kargalarla nargilelerle leblebici bakkalbaşı minder minder üçotuzüç birşey var anlamadığım bu yezit yalanlarda yarınsa yarın benim beyoğlubeyler barışsa barış benim beyoğlubeyler ya siz kimsiniz. kimsiniz ey şimdi müzelerde yerleri belli eski beyler yeni beyler bey eskileri Deli ediyorlar maviyi dalların uçlarında tomurcuklar Tek durmuyorlar hiç Kıpır da kıpır rüzgarda Salıncak sallanıyorlar. Mavi Bey de tirşe gözleriyle Şekva ediyor bana Bişey söyle diyor şu yumurcaklarına. Bense bakıyorum yattığım yerden şaşkın şaşkın Baharın gelişine Perdeler, hep perdeler... Her yerde, her yerdeler. Pencerede, kapıda, Geçitte, kemerdeler... Perdeler, hep perdeler.... Ya benim sevdiklerim, Simdi nerde, nerdeler? Onu bomboş perdenin; İçerde, içerdeler! Perdeler, hep perdeler.... Gönülde asil perde; Onu hangi göz deler? Surat maske altında, Sis altında beldeler. Perdeler, hep perdeler.... Perdeye doğru akın; Atlılar, piyadeler. Yollar, yönler dolaşık; Değişik ifadeler. Perdeler, hep perdelere.. Bir tohumda bin gömlek. Giyim fideler. Kalbiler dilini yutmuş; Bangır bangır mideler. Perdeler, hep perdeler.... Son noktada son perde; Çevrilmiş seccadeler. Orada işte işte, Ölümden azadeler! Perdeler, hep perdeler... Önce çaresizlik çaldı kapıları Sonra yoksulluk Bütün aşina çehreler silindi aynalardan Bir anda boşaldı dünya Yapayalnız kaldık. Tez tükendi umut ekmeği Bitiverdi suların hayali Çevirdik derin bir karanlığa gözlerimizi Sen ey büyük yalnızlık Bir sen terketmedin bizi Bu kent öldürüldü diyorlar Kurşuna dizildi bir gece yarısı Hayaletler geziniyormuş şimdi Sokak aralarında ve caddelerde Baykuş tüneği olmuş alanlar Ve yarasalar uçuşuyormuş... Silah ve esrar kaçakçıları Altın çağını yaşarlarken Artıyormuş bir yandan da Kumarhaneler,meyhaneler Borsa oyunları hileli iflaslar Birbirini kovalayıp dururken Nasıl çıkmışsa pek bilinmiyor Yaygınmış şimdilerde rus ruleti İntiharların sayısı bilinmiyor Çoğalıp duruyormus fahişeler Ve artık bunların hiç biri Olay bile sayılnıyormuş şimdi Bu kent öldürüldü diyorlar Bahar gelmez artık buraya Bir kent nasıl öldürülür göz göre göre Ben inanmıyorum kim ne derse desin Sodon ve Gomore efsanelerde kaldı Yaşanan bir başka tarih şimdi Şöyle bir dokunsak toprağa yalın ayak Duyacağiz belki tarihin akışını Baharda gecikebilir unutmayalım Böyle okuduk tarihin kitaplarından Hele vakit gelsin,sevda dal versin Uzanacağiz bir sabah çiçekli bir ağaca Unutmayalım aşkın sımsıcaklığını Suskun bekleyişlerini varoşların Kitapları,fabrikaları unutmayalım Unutmayalım dağların öyküsünü Zincirlerini kırmasını bilir bir kent Aovrayı unutmayalım Kışlık saray ne kadar dayanabilir Hayatı kollamasını bilenlere Ölüm suretini gezdiren serseriler Sızıp kalacaklar birazdan Ve bir tül gibi yırtılırken çevren Bu kent yeniden yaşanacaktır Bir kent nasıl öldürülür göz göre göre Ben inanmıyorum kim ne derse desin. Bizim içtiğimiz dolu Doluların dolusudur Ela gözlü mestaneler Şah Ali'nin kuzusudur. Ol Şahtan gelen gaziler Gönül mürşidin arzular Bu gün de bayramdır bize Her gün de bayramdır bize. Hak bize nasibin verdi Lokmanların hasın verdi Yezid'e cevr-ü cefasın Mümine safasın verdi. Alçacık yemiş dalı Altında yeşil halı Ver muradımı benim Ya Muhammet ya Ali. Yezitler aralandı ya Müminler sıralandı ya On iki imam, Şah Ali Bu yolda paralandı ya. Kırmızı geyen gelsin Yezid'i kıran gelsin On sekiz bin alemin Nasibin veren gelsin. Pir Sultan'ım der gaziler Yazıldı nurdan yazılar Durdu analı kuzular Mürşit de pirin arzular Ben artık ne şairim, ne fıkra muharriri! Sadece, beyni zonk zonk sızlayanlardan biri! Bakmayın tozduğuma meşhur Bâbıâlide! Bulmuşum rahatımı ben de bir tesellide. Fikrin ne fahişesi oldum, ne zamparası! Bir vicdanın, bilemem, kaçtır hava parası? Evet, kafam çatlıyor, gûya ulvî hastalık; Bendedir, duymadığı dertlerle kalabalık. Büyük meydana düştüm, uçtu fildişi kulem; Milyonlarca ayağın altında kaldı kellem. Üstün çile, dev gibi gelip çattı birden! Tos! ! ! Sen, cüce sanatkârlık, sana büsbütün paydos! Cemiyet, ah cemiyet, yok edilen ruhiyle; Ve cemiyet, cemiyet, yok eden güruhiyle... Çok var ki, bu hınç bende fikirdir, fikirse hınç! Genç adam, al silâhı; iman tılsımlı kılınç! İşte bütün meselem, her meselenin başı, Ben bir genç arıyorum, gençlikle köprübaşı! Tırnağı, en yırtıcı hayvanın pençesinden, Daha keskin eliyle, başını ensesinden, Ayırıp o genç adam, uzansa yatağına; Yerleştirse başını, iki diz kapağına; Soruverse: Ben neyim ve bu hal neyin nesi? Yetiş, yetiş, hey sonsuz varlık muhasebesi? Dışımda bir dünya var, zıpzıp gibi küçülen, İçimde homurtular, inanma diye gülen... İnanmıyorum, bana öğretilen tarihe! Sebep ne, mezardansa bu hayatı tercihe? Üç katlı ahşap evin her katı ayrı âlem! Üst kat: Elinde tesbih, ağlıyor babaannem, Orta kat: (Mavs) oynayan annem ve âşıkları, Alt kat: Kızkardeşimin (Tamtam) da çığlıkları. Bir kurtlu peynir gibi, ortasından kestiğim; Buyrun ve maktaından seyredin, işte evim! Bu ne hazin ağaçtır, bütün ufkumu tutmuş! Kökü iffet, dalları taklit, meyvesi fuhuş... Rahminde cemiyetin, ben doğum sancısıyım! Mukaddes emanetin dönmez dâvacısıyım! Zamanı kokutanlar mürteci diyor bana; Yükseldik sanıyorlar, alçaldıkça tabana. Zaman, korkunç daire; ilk ve son nokta nerde? Bazı geriden gelen, yüzbin devir ilerde! Yeter senden çektiğim, ey tersi dönmüş ahmak! Bir saman kağıdından, bütün iş kopya almak; Ve sonra kelimeler; kutlu, mutlu, ulusal. Mavalları bastırdı devrim isimli masal. Yeni çirkine mahkûm, eskisi güzellerin; Allah kuluna hâkim, kulları heykellerin! Buluştururlar bizi, elbet bir gün hesapta; Lafını çok dinledik, şimdi iş inkılâpta! Bekleyin, görecektir, duranlar yürüyeni! Sabredin, gelecektir, solmaz, pörsümez Yeni! Karayel, bir kıvılcım; simsiyah oldu ocak! Gün doğmakta, anneler ne zaman doğuracak? 1947 Erimek belirsizce herşeyde, Karışmak sulara yıldızlara, Sinmek kokusuna mor menekşenin, Yanmak damar damar, nefes nefes, Yaşamak tükene tükene. Anlamak yok çocuğum, anlar gibi olmak var; Akıl için son tavır, saçlarını yolmak var.. 40 Neden servi ve süsen tarihte geçer? Neden özgür insanlar onları seçer? Biri on dili varken, susar devamlı, Biri yüz eli varken, sanma el açar! bir bahar daha dönüp gidecek kapıdan bir bahar daha sensiz yaşanacak demek bir bahar daha insanlar asılacak şafakta . ben en çok şafakları ağlarım Yeni aya karşı dua ederdi Ağlardı kesilen zeytin dalına Ağlardı evliya kıssalarına Saksıda taşırdı kışın baharı. Korkuyu sevinci yayan gözleri Kitaba gözlüktü derin gözleri Anamın en kutsal barınağıydı Esli alfabeyi candan severdi. Toprağa dosttu ölüme hazır Taşırdı soyunu gövdesi gibi Bir destan büyüttü namustan aşktan Midenin harama düşmanlığından Hayat soğuk, yağmurlu ve vurdumduymaz bir İstanbul gecesiydi... Ve gece yağan yağmur hep ürkütürdü beni. Yağmur değil yalnızlığımdı pencereleri damla damla yalayan, yıllarımı dolduran sensizlikti... Hep bir yanı yarımlık, hep senden uzaktalık, hayattaki tek 'kimse'mden yoksunluk, yani kimsesizlikti. Bir kavuşma mucizesine inanma yolunda harcanmış bir hayatın ansızın sonuna gelme, ve o mucizeyi yaşayamadan bir başına ölme korkusuydu yağmur…Yine yağmur yağıyor, yine gece... Yine İstanbul... Ve sen kollarımın arasından sıyrılıp kalkıyorsun yataktan. Nereye gidiyorsun sevgilim? Sadece sana sarılarak uyuduğumda nefes alabiliyordum. Beni kollarına aldığında, yüzümü masumiyetinin yurduna, o kimsesiz boynuna dayadığımda, kokunu kalbimle soluduğumda... Uykun benim cennetimdi. Çünkü cennet sadece ikimizin olabildiği yerdi benim için. Ne sana aşık kadınlar, ne sevdiklerin, ne geçmişin, ne yarının...Uykunda sadece ikimiz vardık. Aşkıma dar gelen sevgi sözcüklerine ihtiyacım yoktu orada. Sana sevgimi anlatmaya, ispat etmeye ihtiyacım yoktu artık. Aşkımızın kokusuydu sana beni anlatan, sana seni anlatan.... Beni gerçekliğin o soğuk, o köpüklü dalgalarıyla yutan ve alıp alıp senden ötelere savuran hayatın dışındaki tek kaçış tünelimdi uykun. Önce kolunu çekerdin başımın altından, sonra sırtını dönerdin. Usulca sarılırdım sana arkandan, seninle ya da sensiz geçen yılların hasretiyle... Ardından yavaş yavaş kollarımın arasından sıyrılırdın...Yıllardır taşımaktan yorulmadığım hasretin, tenimden tenime akan o ateş, ağır gelirdi bedenine... Uyuyamıyorum, nefes alamıyorum, lütfen sarılma, derdin... Yatağın bir ucuna sığınmış bedeninden kovulmak, hayatından kovulmak gibiydi benim için. Sığındığım, soluk aldığım tek cennetten kovulmak gibiydi. Beni uykunda terk etmen, gerçek hayatta terk edişinden bile ağır gelirdi. Yanıbaşındaki sensizlik, o rutubetli evimdeki, o baştan ayağa sen olan evimdeki unutulmuşluğumdan çok daha ağır gelirdi. Seni kaybetme korkusu öyle işlemişti ki hücrelerime...Yataktan doğrulduğun anda bu korkuyla açılırdı gözlerim. Bilinçaltım konuşurdu benim yerime... Su içmek ya da tuvalete gitmek için kalktığın asla aklıma gelmezdi. Gittiğini düşünürdüm yalnızca... O saatte kendi evini terk edip, nereye gidebileceğini sorgulamadan, sadece beni o sonsuz hiçlikte, o en masum rüyada, cennetimizde, uykumuzda bir başına bırakıp, kaybolacağından korkardım. Bana hep aynı soruyu sorduran bu yüzyıllık korkuydu işte: Nereye gidiyorsun sevgilim? Beni yeniden hayatın içinde, gerçeklerin ortasında bir başına mı bırakıyorsun? Beni yeniden unutuluş sürgünlerine mi gönderiyorsun? Nereye gidiyorsun sevgilim? Oysa seni uyutmayan içindeki o yangınlı hesaplaşmaydı. Gece iner, aşıklar, yüzler, bedenler, anılar kaybolurdu; sadece ikimiz kalırdık. Ve sen uykunda sevgimle hesaplaşmaya dalardın. Cennette cehennemi hatırlardın. Dönüp geriye bakıyorum da, sanki yıllar değil yüzyıllar geçmiş aramızdan... Aramızdan ayrılıklar, ihanetler, kayboluşlar, vazgeçişler, yeniden bulmalar, korkular, yalnızlıklar, savrulmalar geçmiş. Ve bu ilişki ne çok biçim değiştirmiş... Seni yollarca, şehirlerce uzağından sevdim. Seni kelimelerce, şiirlerce yakınından sevdim. Seni dünya üzerinde sanki ilk kez benim için kalemi eline alıp da yazdığın mektuplarca sevdim. Seni umutsuzca, beklentisizce, hayallerce sevdim uzağından. Hayatımı öyle olduğu gibi bıraktım. Şehrine geldim, ama kalbine giremeden sevdim. Neydik biz o yıllarda hiç düşündün mü? Neydik birbirimiz için sevgili? Geldim. Bana destek olacak, sırtımı vereceğim bir aşkın yoktu arkamda. Kendime yeni bir hayat kuracağım yalanını, kendim dahil, sen dahil herkese söyledim. Oysa tek istediğim seninle birlikte bir hayattı. Öyle cesaretsizdim ki karşında ve öyle açık sözlüydün ki bana karşı, ancak iddiasız bir sığınmacı olabildim hayatında. Hayatına iltica etmek isteyen bir yürek sürgünü... Bir aşk meczubu sadece... Dürüstlük kimi zaman yalanlardan çok daha acımasızmış, sevgili... Gerçeğin buzdan ülkesinde yapayalnız kalan yürek, hayatta kalabilmek için yalanları bile özleyebilirmiş kimi zaman... Bana aksini ispat etmek için elinden geleni yaptığın o yıllarda, buzlar ülkesinde biraz olsun ısınabilmek için, aslında beni sevdiğin yalanına inandırmıştım ben de kendimi... Aşkıma kapalı bir kapının önüne bırakılmış yaralı bir kuş gibiydim. İnanacak, bir ibadet gibi yaşayacak tek şeyimdi senin aşkın. Karşılıksız, güvensiz, sessizce yaşanan bir aşk... Nasıl da hoyrattın bana karşı... Kalbinde değil miydim gerçekten? Neydik biz söylesene? O yıllarda senin neyindim ben sevgili? Can yoldaşın mı? Yol arkadaşın mı? Dostun mu? Sevgilin mi? ..Sonra bir gün geldi ve unutuldum. Ve bu sorular birer birer bıçak gibi saplandı yüreğime ve yüreğimde yanıtlarını buldu. Unutuluş hepsinin acımasız cevabı oldu. Sonrası dipsiz bir karanlık... Sonrası çaresiz bir çıldırış... Hayata karışmamak için tek kalkanım, tek sığınağımdı aşkın. Tek silahımı yitirdim ve hayata teslim oldum. Aldı beni savurdu başka bedenlere, parçası olamadığım o kırık dökük öykülere... Kırgınlık kimlik değiştirdi ve vazgeçiş oldu benim için. Unutmanın en ağırı unutamadan unutmaktır. Seni sonsuza kadar kaybetmek kimlik değiştirdi ve unutmak oldu benim için. Seni unuttuğum yalanıyla hayatı kandırmaya çalışınca hayat hiç olmadığı kadar acımasız tokatlar indirdi yüzüme... Sonrası dipsiz karanlık... Sonrası hatırlamaya bile dayanamadığım düş yıkımları... Sonrası kesif, karanlık ve rutubetli bir kuyu... Koskoca bir boşluk... Sonrası 'yalnızlık' kelimesine sığmayacak kadar derin bir yalnızlık... Kaç zaman sonra bilmiyorum, bir gün geldi ve beni yeniden hatırladın. Yokluğumda kendine kurduğun hayat, beni yasak bir ilişki haline getirdi bu kez de... Ve bu ilişki bir kez daha kimlik değiştirdi. Seni, bir başkasıyla birleştirdiğin hayatına uzaktan bakarak, kalbimi kıskançlığın lanetli hırsına teslim ederek, kısıtlı zamanlarda, gizli saklı buluşmalarda, o doyumsuz kaçamaklarda sevmeyi de öğrendim... Hasretinin o tarifsiz kokusu burnumu sızlatırken yapayalnız uyumayı da öğrendim. Yağmurlu İstanbul gecelerinde o baştan ayağa sen olan evimde kaderimle kıyasıya yaşamayı da öğrendim, sevgili... O zamansız unutuluşun ardından yeniden hatırlanmanın sevinci, seni paylaşmaya boyun eğmenin ve hep gizliliğin gölgesinde kalacak olmanın acısına büründü. Uykunda soluğunun bir başka soluğa karıştığını bilerek geçirdiğim sayısız gecelerde, gururumu parça parça bölüp aşkıma kurban verdim. O tarifsiz ağrıyı uyuşturmak için ruhumdan, kimliğimden, kadınlık onurumdan vazgeçtim. Her şeye rağmen direnebilmek için kendimden vazgeçtim. Geriye dönüş kapılarını sonsuza kadar kapatmış oldum böylece. Ruhumdan kendimi kovup, tüm hücrelerime sadece aşkını yerleştirdim. İşte o andan itibaren, sensizlik artık bensizlik oldu sevgili... Nasıl da telaşlı, nasıl da soluk soluğa yaşardık o kaçamak anları... Aşkımızın en karanlık, en gerçek, ama en yoğun anlarıymış onlar... Sensiz geçen gecelerde yüreğimde biriken kıskançlığın, öfkenin, kırgınlığın ve hasretin hummalı karanlığı, sana kavuştuğum anlarda sevinçten çıldırmanın eşiğinde tarifsiz bir hazza dönüşürdü... Nasıl da ateşliydi sevişmelerimiz... Sana yeniden dokunmak, sanki bulutlara öpücükler kondurmak gibiydi... Huzurla huzursuzluk, hasret ve kavuşma, aşk ve öfke, merhamet ve acımasızlık, kırgınlık ve bağışlama her şey ama her şey sevgimizin taşkın sularında birbirine karışırdı. İki kalbin bir ömre sığdırabileceği tüm duyguları biz o kısacık anlarda soluk soluğa yaşardık... Sonra hayatını değiştirdin. Yeniden özgürlüğüne kavuştun. Ve bu ilişki bir kez daha biçim değiştirdi. Yıllardır bir savruluş halinde aramızdan akıp giden aşkımız, nihayet dingin, doygun ve emin bir sığınak bulmuştu kendine. O savruk yıllar bile koparamamıştı ya bizi birbirimizden, artık hiçbir şey bu aşkı yıkamazdı. İhanetlerin, unutuluşun, hayatın sınavından geçmişti aşkımız. Tam da birbirimizi hayattan çok uzakta, dokunulmaz bir boyutta sevdiğimize inanmaya başlamışken, dudaklarından dökülen o lanetli cümle korkularımı yeniden uyandırdı, geçmişi zamandan koparıp aramıza soktu yeniden: 'Varlığın artık bana acı vermiyor...' Ah sevgilim, ayrılık trenini çoktan kaçırmadık mı biz? Bulup bulup kaybetme oyunlarını çoktan tüketmedik mi? O dünyevi aşk oyunlarından, kıskandırmalardan, kaçamaklardan çoktan vazgeçmedik mi? Birbirimizi en ağır ihanetlerde sınamadık mı? Anlamadın mı artık, varlığım sana acı vermek için değil... Sadece seni sevmek için yaşadım ben! Senin için bir ilişkide girilebilecek bütün kimliklere bürünmedim mi? Önce aşkla değil kalbinin boşluğuyla tutunduğun bir can yoldaşıydım... Yüreğin bir başkasına kapılarını açtığında hayatından dışlanıp unuttuğun oldum sonra... Başka hayatlarda, başka ilişkilerde seni unutmaya çalışırken, belki de aslında sadece seni ararken kıskançlıktan deliye döndüğün oldum... Kalbime geri dönmek istediğinde gururumun gemilerini yakıp, metresin oldum... Vicdanın oldum senin... Merhametin oldum... Pişmanlığın oldum... Hazzın en sıradışı boyutlarını seninle paylaşan fahişen oldum... Arkadaşın oldum... Kardeşin oldum... Sevgilin oldum... Söylesene kaç kez biçim değiştirdi bu ilişki? Kaç kez kimlik değiştirdim seni sevebilmek için... Anlamadın mı artık, varlığım sana acı vermek için değil. Sadece seni sevebilmek için yaşadım ben... Hala seninle geçireceğim anların telaşıyla tüketir gibi yaşıyorum sensiz geçen günlerimi. Yıllar geçti, hala seni görecek olmanın kalp çarpıntılarıyla, yalnız senin için giyiniyorum en güzel giysilerimi. Sen güzel bulasın diye geçiyorum aynaların karşısına. Seninle geçen zaman bir daha tekrarı olmayan, doğaçlama bir melodi gibi benim için... Sanki birlikte yazılmış kaderimizin sayılı dakikalarından an çalıyorum. Öylece karşında oturup seni seyretmeyi, sana yemek hazırlamayı, seninle sohbet etmeyi, dostlarını ağırlamayı, seninle birlikte uyumayı, yani paylaştığımız ne varsa hepsini bir daha asla okuyamayacağım bir şiiri kelime kelime içime sindirir gibi, soluk soluğa hissederek yaşıyorum... Öyle birikmişsin ki içimde... Seni yaşamakla tüketmem, seni sıradanlaştırmam mümkün değil. İçime çektikçe çoğalıyorsun... Şimdi varlığım her geçen dakika daha da daralan gizli bir çember örüyor etrafına. Her geçen gün biraz daha uzaklaşıyor, biraz daha kanıksıyorsun beni... O peşini bırakmayan yaralı geçmişin aramıza korku duvarları örüyor. Hayatını tüm kalbimle kucakladığımı hissettiğim anda ansızın yüzünde beliren o eski kaygıların alıp seni benden çok uzaklara, derinlere, yalnızlık kuyularına sürüklüyor. Yeni isimler, yeni aşk öyküleri, başka yüzler, başka bedenlerle kaçış planları yapıyorsun kendine... Gece ansızın seni uyandıran, kolunu başımın altından çeken, seni yatağın ucuna kadar götüren, uykunu bölüp ayağa kaldıran ve bana hep o aynı soruyu sorduran bu korkular değil mi...: 'Sevgilim nereye gidiyorsun? ' Sevgilim nereye gidiyorsun? Orada ne var? Benliğini kıstırdığın duvarların arkasında soğuk, uçsuz bucaksız bir yalnızlıktan başka ne var? Neden kaçıyorsun? Neden bu aşkı sonsuzluğa, özgürlüğe, daha önce hiç yaşamadığın sınırsızlığa bir kapı olarak görmüyorsun? Ben senden gitme ihtimalini hiçbir zaman çalmaya yeltenmedim ki... Sevgim seni tüketmek değil, çoğaltmak içindi... Sevgim dünyanın yaşanılası bir yer olduğuna inanman, inanmamız içindi... Yüreğimizin çok derinlerinde yaşayan o iki masum çocuğun soluk alabilmesi için bir gökyüzüydü sevgim... Ben senin kanatlarını hiçbir zaman çalmadım ki... Öyle çok reddedildim ki, öyle çok unutuldum ki senin tarafından, sensiz kalmak yüreğimi ezen tek korku artık. Öyle ki hayatım yalnız bir korku halinde ayakta duruyor şimdi... Korkumu gerçeğe büründürdüğün anda yıkılıp gideceğim. Her şeyi tükettim. Hayata tutunmak adına ne varsa her şeyi yaktım seni sevebilmek için... Tüm sabrımı, kendime ve insanlara güvenimi, sevginin hayatın tek harcı olduğuna olan inancımı... Artık senden başkasına verecek enerjim, sevgim ve hayatla hesaplaşacak bir benliğim kalmadı. Geriye dönüp sığınacak bir kendim kalmadı... Şimdi bana varlığımın sana acı vermediğini söylüyorsun. Gitmemi istiyorsun, sonra yeniden gelmemi... Ve sonra yeniden gitmemi... Beni sensizliğin o dipsiz çukuruna önce sarkıtıp, sonra yeniden gün ışığına çıkarıyorsun. Sevgimi, yokluğumu hissettiğin yerde bulmak istiyorsun. Aşkımın benliğini ve hayatını ele geçirmesinden duyduğun o sebepsiz korkuyu yenmek için, bana seninleyken tekrarı olmayan bir şiiri hatırlatan zamanın, sana benimleyken gösterdiği monoton ve tüketici yüzünü yok etmek için oynadığın bir oyun bu belki de... Beni deliliğin sürgünlerine yollayıp, sonra yeniden kalbine çağırıyorsun. Korkuyu beklemenin telaşı korkunun kendisinden çok daha ürkütücü biliyor musun? İşte bu yüzden sensizliğin karanlık kuyusuna kendi ellerimle bırakıyorum kaderimi. Korkuyu beklemekten vazgeçiyorum, ama asla seni sevmekten değil, sevgili... Sana veda etmeden kayboluşa karışmam da aslında sadece bunun için... Madem varlığım acı vermiyor sana, madem ki ancak yokluğumda sevgimi hissedebiliyorsun, öyleyse yokluğumla kal sevgili... Madem ki yokluğumla daha mutlusun, o halde yokluk benim bu aşk için büründüğüm son kimlik olsun... I. Ben her akşam dolaşırdım bu yeşil sahilde, Aşinalar gibi karşımda gülümserdi sular; Nazlı rüzgar konuşur anladığım bir dilde, Sevdiğim şarkıyı söylerdi hafiften korular.. Yaz kış, öterdi ağaçlar bu derin maviliği, Uhrevi beldeler üstünde güneş parlardı; Bir havari gibi her gün denizin inlediği Kayalıklarda gezen ince kadınlar vardı.. Sisli enginleri ruhumda duyup dinlerken Dolaşan kızları toplardı deniz şen sesine, Ayrı bir yüz düşünürdüm bu güzelliklerden El ederken sarışın şaireler beldesine.. Gülmek isterdi uzaktan bana bir gölge, niye? Tanımazdım onu, esmer mi veyahut sarı mı? Belki bir gün gelerek toplar o mabude diye, Dağıtırdım deli rüzgarda uzun saçlarımı.. Gezerek sessiz adımlarla nefessiz kımda Geçirirdim bu hararetli yaz akşamlarını; Bazı bir şüphe parıldardı sönük ruhumda, Her güzel yüzde arardım bir ilahi kadını.. II. Bir hazan akşamı indimdi yeşil sahile ben, Vardı kumral sular üstünde beyaz bir yelken.. Daralan omzuma bir yaşlı sedir oldu kaya, Gözlerim daldı uzaklardaki mermer saraya.. Ufkun üstünde güneş secde eden bir iklil. Tutuşan körfeze çizmişti alevden bir Nil.. Gölgeler cenneti olmuştu bütün karşıki yar, Gölgelenmişti kayıtsız uyuyan genç adalar.. Silinirken güneşin yorgun ufuklardan izi Bir kürek darbesi titretti o baygın denizi.. Geri döndümdü düşerken yere boynumdaki şal; Kayalıklarda yanaşmıştı uzun bir sandal.. Geçti bir gizli nefes gölgeli sahillerden... Sandalın taşlara yaslandığı tenha yerden. . İndi şarkın sarışın kızlarının en genci; Arkadan bir köle, munis ve uzun bir zenci.. Kumlar üstünde, çakıllarda denizden sessiz, Yürümekteydi bu parlak ve karanlık iki iz.. Solgun alnında kımıldardı yürürken saçlar, Belli, çalak idi bir yavru geyik ruhu kadar.. Ben o hummalı bakışlarla sararken geçeni, "Kim bu vahşi" demek ister gibi süzmüştü beni.. O zaman kalbimi bir gizli günah etti esir, Sardı etrafımı gökten boşalan bir zincir.. Önce kalbimde beyaz elleri bir sisli kışın; Sonra karşımda o sultan, o ilahi sarışın.... Bir alev şarkısı halinde geçerken o peri, Kül olup kaldı hayalimde onun nağmeleri.. Sanki vurmuştu benim alnıma çöllerdeki sam, Kumların üstüne düşmüştü yılan başlı asam.. III. Bütün eşyaya hazan indi, sular dermansız. Şimdi bir gölgeyi bekler, gezerim ben yalnız.. Gördüğüm manzara, akşamları, kalbimde bir ok; Gece, kalbim gibi, evlerde ışık yok, ses yok.. Mavi bir sis çiziyor bahçeler üstünde sabah, Geziyor gölgeli sahilde hazin bir seyyah. Uğrunda dertlere düştüğüm sevgili Bir başkasına tutulmuş o da dertli Derdimin dermanı kendi derdinde Hekim hasta olunca kime gitmeli? Mitralgözüyle karşı tepelerden Biçtikçe siyah başaklarını gecenin Horull uykularımıza kasteden O tezayaklı eşkıya Suyolcu Memet Pehlivan Vadesi doldukta Güneş müfrezelerinin yaylım ateşiyle Vuruldu şafakta Yatıyor şimdi Rahmet okusak da okumasak da Kanlar içinde upuzun Dere boyunda. Eski dölyatağına dönüyor sanki YAĞMUR Bir bakışki açıyor gönül muammasını, İki sevdalı kalbin en gizli yarasını, Bir bakış ki kudreti hiç bir lisan da yoktur, Bir bakış ki bazen şifa, bazen zehirli oktur.. Bir bakış, bir aşığa neler anlatır, Bir bakış, bir aşığı saatlerce ağlatır Bir bakış, bir aşığı aşkından emin eder, seven insanlar daima gözleriyle yemin eder. Nisbetleri bozuldu,yedi ses,yedi rengin; Mart kedisinin dili,bizimkinden çok zengin... 1974 "şunları bir araya toplayayım. Bir güzel muhabbet edelim" diye düşündüm.. Mutfak işinden de anlarım. Donattım sofrayı. Bayağı uğraştım. Hepsinin, ayrı ayrı ne yemekten, ne içmekten hoşlandığını iyi bilirim. Bayağı da para gitti.. Birinin yediğini öbürü yemez. Ötekinin içtiğini beriki içmez. Dört kişilik sofra kurdum. Mumları da yaktım. Bak hepsi, Erick Satie severdi. Hatırladım. Müziği de ayarladım. Geldiler. 20 yaşında ben, 35 yaşımda ben, 40 yaşımda ben ve bugünkü ben dördümüz.. Birden yirmi yaşımı, otuz beş yaşımın karşısına oturttum. Kırk yaşımın karşısına da, ben geçtim. Yirmi yaşım, otuz beş yaşımı tutucu buldu. Kırk yaşım ikisinin de salak olduğunu söyledi. Yatıştırayım dedim. "Sen karışma moruk" dediler. Büyük hır çıktı. Komşular alttan üstten duvarlara vurdular. Yirmi yaşım kırk yaşıma bardak attı.. Evin de içine ettiler.. Bende kabahat. Ne çağırıyorsun tanımadığın adamları evine... (Sensizlikle flört etmeyi sen değil, sensizlik bilir; sesi ses, sessizliği sensizlik bilir…). Korkma, sana aşkı öğretmeyen kendinin ellerinden tut! Çok ağrımış kendinin, siyah ve ayaz kendinin. Hep avuttuğum düşler için bana bir gül ver.... Bak, Palandöken dağlarında karlar erimiş, teknelerle kol kola bir bahar sulara inmiş; dağlar için, sular için bana bir gül ver. Bir gül ver söküldüğüm günler için -ve önce kendinin ellerinden tut.-. Kendimin ellerinden tutunca, içimden nehirler gibi akmak geliyor; yollara çıkmak, yolculuklara bakmak geliyor. Geberesiye içip salaş meyhanelerde, buralardan böyle ceketsiz kaçmak geliyor…. Tutunca kendimin ellerinden, pusulasız gemilerde yatmak; yaşlı ve şefkatli bir azizenin koynunda sabaha dek kıpırtısız susmak geliyor…. Sevgilim, iyi insan, tutunca ellerimden, ömrümün içinden akmak geliyor.... (Sessizlik sensizliği ezbere bilir; sensizlik her şeyi bilir...). Korkma, sana aşkı öğretmeyen kendinin ellerinden tut; sonra bana aşkı öğretmeyen kendimin ellerinden.... Bak, yıllarım sırılsıklam/ yağmurlar giymiş, günlerin avlusuna yeni yeni çocuklar inmiş; dağlar için, sular için bana bir gül ver. Avuttuğum düşler için bana bir gül. Bir gül pusulasız gemiler, sökülmüş günler için.... (Ben bütün yeşillerimi inatçı ayazlara çaldırdım; sen kendinin ellerinden tut ve kendine benim için bir gül ver.). Kendine bir gül(ü) ver Altıok'un simgesi oldu artık faşo/fiş Anladım bir çukurda son bulacak bu gidiş Takiye çarşaf çarşaf filizlendi Deniz’de “Tombala vekil”dedir kavgalaşmak dişe diş.. 24.11.2008 Kemler iyi göremez Gamlanma gönül gamlanma Bin kaygu bir borç ödemez Gamlanma gönül gamlanma. Koyun meler kuzu meler Sular hendeğinde dolar Ağlayanlar bir gün güler Gamlanma gönül gamlanma. Yiğit yiğidin yoldaşı At yiğidin öz kardaşı Sağlık her şeyin başı Gamlanma gönül gamlanma. Naçar Karac'oğlan naçar Pençe urup göğsün açar Kara gündür gelir geçer Gamlanma gönül gamlanma Bıyıkların Hakikatli mermerde Algın karanfil. Bakışların Yalnız hayatın değil İşçilik bedeli tarihin de. Ağzında Filtreli Şanlı Haziran. Üstünde İdris Nebi gibi Biçtiğin hülle. Doğumun T.Ö. Yani Tariş'ten Önce. Ölümün Bilinmiyor. Söylence sen mapusta solan gülsün her yanın duvar SEN AĞLAMA KAN OLUR BANA O YAŞLAR sen hayatın küskünüsün acının suskunu. sen yayalada bir baharsın, tarlada rüzgar içimde sana dair bembeyaz bir sevda var. sen torosta yağan karsın tarlada rüzgar SAKIN ESME TOZ OLUR KAPANIR YOLLAR sen eylemin yangınısın hayatın cılgını tenimde sana dair ürpertiler var. sen munzurda akan çaysın yaylada bahar SEN GÜLÜNCE GÜL AÇAR YİNE O DAĞLAR sen sevincin dudağısın sevdanın sapağı sazımda sana dair esintiler var Şurada bir kapı olmalı Senin ölümsüzlüğüne açılan Bir kapı olmalı şurada Bulabilsem Kollarımın bütün gücüyle vuracağım Er geç sesimi duyuracağım sana Başımı soğuk demirlere dayayıp Adını söyleyeceğim mahşer gününe kadar Dağlara taşlara güzelliğini haykıracağım Ve bütün yaratıklara Rüzgarın söylediği bir masal gibi Seni anlatacağım Dünyaya ilk gelişimiz değil bu Yüz binlerce yıl önce Bir de taş devrinde gelmiştik Senin için vahşi hayvanlar vurmuştum o zaman Pars dişlerinden bir gerdanlık yapmıştım boynuna Nice mağara duvarlarına güzelliğini kazımıştım Nasıl hatırlamazsın O zaman da gökyüzü bu kadar mavi Ormanlar yemyeşildi O zaman da Yalnız karanlıktan korkar Güneşi tanrı bilirdik Bunca yüzyıllardır İnan Hiçbir şey değişmedi yeryüzünde Belki biz değiştik Sevgilerimizi söyleyemez olduk Göremez olduk nice güzellikleri Yalanı öğrendik Utanmayı öğrendik İnandık sonraları Bütün yaratıklardan üstün olduğumuza Büyük zekamız Önce kafesi, zinciri, zulmü icat etti İyilik güzellik ve doğruluk adına Hiçbir şey kalmadı inandığımız Aradan bin yıllar geçip Atom parçalanıncaya kadar Zaten paramparça olmuştu insanlığımız Böylece bir karanlığa düştük Karanlık bizi başka bir karanlığa götürdü Sarnıçlardan, dehlizlerden, girdaplardan geçtik Sana yaklaşmak için Dallarından gün ışığı geçmeyen ormanlara düştük Aramızdaki demir kapı belki hiç açılmayacak Senin ışığını görmeden kapanacak gözlerimiz Karanlık aman vermiyor Hangi kapıyı aralasak gece Ne yapsak çaresiz Kokunu getiren rüzgar da olmasa Bir manası kalmayacaktı yaşamanın Şimdi hiç değilse Hayaliyle avunmadayız Zaman içinde bir başka zamanın İnsan çırpındıkça bir bataklığa saplanıyor Yaşadıkça ölüme Çaresiz olmak bir şey değil Çaresizliğini kabullenmek zor geliyor insana Aynaya bakıyorum Bir beyazlık, bir boşluk Hani benim yüzüm Dudaklarım, ellerim hani Halbuki gözlerim de görüyor Kör değilim Fakat sen varsın içimde Yakan, kör eden bir karanlığın var senin Nefes, nefes yaşadığımız Avuç, avuç içtiğimiz bir karanlığın var Kahrolası zamanın ortasında Büyük bir fırın yanıyor besbelli Alevleri asırlık çınarlar gibi Büyük bir fırın yanıyor Görüyor musun Şimdi bütün ihtirasların sustuğu saatteyiz Elini sürdüğün her şey yok olabilir Her şey eriyebilir şu anda Bu varlığın yokluğa yaklaştığı andır Zayıf ellerin bu anda bütün yaratıklardan güçlü Bu an iri gözlerinde her şey yüce Ne insanlar fani Ne dünya ölümlü Al beni de erit ateşinde gözbebeklerinin Erit beni Ruhumu aşkının potasında yak Kahrolsun bu karanlıklar Bu mesafeler Bu zaman Ben seni istiyorum Ya seninle yaşamak Ya da sende yok olmak Bende tarçın sende ıhlamur kokusu Yürürüz başkentin sokaklarında. Bir nehir şu tutuk konuşan cumartesi Üstünde iki yonga: Çarşamba, bir de cuma. Ayrılık lafları etme sevgilim Önümüz Temmuz önümüz Ağustos nasıl olsa. Kolkola yürüyoruz tek tük öpüşüyoruz Sonra ayrılıyoruz korkuyoruz da. Kimi zaman neden kalabalığın içinde duruyoruz da Kimi zaman bir köşe arıyoruz en sapa. İşimiz mi yok, şu Akay'a sapalım istersen İstersen garson girelim ilkyazın gazinosuna. Börekçi! diye bağır istersen şurda Kısmet çıkar -sanırım- Emek'te oturan kıza. Abiler! Abiler! diye bir şey satayım ben Mendilim kalmamış kağıt peçete yok mu çantanda? . Üç peseta gibi bir paraya dondurma yemiştim Madrid'te yemiştim, ve çatılardan kanguru akıyordu Londra'da. Seversin mi beni, doğru söyle ama? - Sigara? Ne eflatun etin var, yanarca mı yanarca. İnan Selimiye'nin minareleri gibisin Her seferinde başka yoldan çıkılır nirvanaya Eğer dost ırmağın gözün ararsan Serçeşme'den gelir suyun durusu Ali Muhammet'tir Muhammet Ali İkisi de bir elmanın yarısı. Ali'm engür ezdi kırklar da içti Kırkı da mest oldu kendinden geçti Muhabbetin kapısını kim açtı Cümlesi de bir ikrarın çerisi. Ali'm yola gider menzili keser Sofi nerde olsa yalanı basar Bir kale yaptırmış on iki hisar Sor nedendir duvarının örüsü. Dört kapısı vardır kırk da dükkanı Üçyüz altmış altı gevher madeni On yedi kişidir alıp satanı Cümlesinin sarrafıdır birisi. O kalenin bedenine kuş konar Kanadı üstünde kandiller yanar Pir Sultan Abdal'ım secdeye iner Aşık oldum gitmez benzim sarısı Sımsıcak konuşurdun konuşunca ırmak gibi rüzgar gibi konuşurdun yayla kokuşlu çiçekler açardı sanki çiğdemler güller mor menevşeler açardı Sımsıcak konuşurdun konuşunca Hâlâ koynumda resmin. Dağları anlatırdın ve dostluğu bir ceylan gibi sekerdi kelimeler Sesini duymasam çölleşirdi dünya dağlar yarılır ırmaklar kururdu bulutlar çökerdi yüreğime Hâlâ koynumda resmin. Gün akşam olur elinde kitaplar ve bir demet çiçekle çıkıp gelirdin bir kez bile unutmadın 'merhaba' demeyi ve en yanık türküleri nasıl da söylerdin bir dostun vurulduğu gün Hâlâ koynumda resmin. Kaç mevsim kırlara çıkıp çiçekler topladık mezarlar için Belki ürküttük tarla kuşlarını belki kurdu kuşu ürküttük ama aşkı ürkütmedik hiç Hâlâ koynumda resmin. Ve hâlâ sımsıcak durur anılar sımsıcak ve biraz boynu bükük Ne varsa yaşanmış ve paylaşılmış yasak bir kitap gibi durmaktadır ve firari bir sevda gibi Şimdi duvarlarda resmin. (1981) Önce ellerini gördüm; nasıl aydınlıktı öyle Yıllardan bir yıl, vakitlerden bir akşam Kovdu çevremden bütün kötülükleri Önce ellerin Önce ellerini gördüm, tuttum, bırakmam. Bilmezdim eskiden ben bu şafakları Öğrendim nasıl da güzelmiş yeryüzü Bir mutluluk yayılır avuçlarından Önce ellerin Benim dinlediğim ellerinin türküsü. Yağmur mu yağan öyleyse dinle Islandım, üşüdüm senden uzakta, beni bırakma Tut ki sensizlik bir ölüm başka türlü Önce ellerin Önce ellerin geliyor aklıma. Bir büyük resim çiziyorum gökyüzüne, seyret Şu bulut ellerin işte, mutlu, serin, beyaz Ne güç bu rengi bulmak, bu rengi vermek sana Önce ellerin Ellerin bir duygudur anlatılmaz. Gün olur hüzünlü bir musikidir duyduğum Ellerinde keman telleri, piyano tuşları Öyle bir yaşamaksın ki hiç yaşamamak Önce ellerin Önce ellerin sonra bu gözyaşları. Dupduru yeraltı nehirleri gibi Öyle aydınlık gülüşün kadar Her şey bir gün çekilir, biter ve ölür Önce ellerin Ve yokluğumuzda sonra ellerin yaşar. Ellerin anlatır sabahın olduğunu Ellerin yoksa bil ki gece ve karanlık Mevsimler onlarla değişiyor görüyor musun? Önce ellerin Anlasana ellerindeyim artık. Kaç kere yaşadım ben bu romanı Ne zaman sevdimse ayrılık vardı Hep kendim kuruttum gözyaşlarımı Ne zaman sevdimse yalnızlık vardı. Sen de git bırak git beni düşünme Kader de, hayat de boşver üzülme Alıştım hasretin her türlüsüne Ne zaman sevdimse ayrılık vardı Alıştım kaderin her cilvesine Ne zaman sevdimse yalnızlık vardı. Yaşamadım gitti gönül tadında Nelerden vazgeçtim senin uğrunda Seni de kaybettim yol ortasında Ne zaman sevdimse karanlık vardı Ne zaman sevdimse pişmanlık vardı Oraya varmak mı? İkimiz mi? Hemen mi? Dur, bekle beni, geliyorum En güzel yerinden öpeceğim Bilmem dudakların mı? Gözlerin mi?. Önce sesindi beni çağıran aşka Sonra bakışların, ellerin oldu Ve bir sabah başladı ömrümde, nasıl Gördüğüm bütün sabahlardan başka. Frenleri patladı içimde özlemin Ben bu aşkı dizginleyemem artık En iyisi gelmen bana, gel ama hiç gitme Varalım doyulmaz tadına bitişikliğin.. Bak ellerin de üşümüş, ama kalbim sımsıcak Titreme, korkma; artık yanımdasın Hiç bırakma bu çocuksu hâlini, ne güzel Ne güzel seninle bir aydınlık olmak. Söyle, bir daha söyle, benim de, seninim de Yaklaş uyandır beni bir ölüm uykusundan Sarın maviliğime, bu bizim gökyüzümüz Baksana,bir evren çalkalanıyor içimde. Oraya varmak mı demiştin? En yüceye İkimiz miydi? Hemen miydi? Bak nasıl seninle bir bütün olduk şimdi Nerde miyiz? Oradayız işte Kemal'in gemisinde gitti sarıldığım umutlar İsyanım şimdi Hamit'in Makber'indedir! Ağlasam sesimi duyar mı mısralarında Orhan Veli? Dokunabilir mi gözyaşlarıma inceden? YA Cahit! Bir teselli verir mi Yaş Otuzbeş'inden? . İşte eteklerimde bir yığın gümüş yaprak İşte Haşim bakıyorum semaya ağlayarak! İçimde çaresizliğin binbir ahı İçimde en korkunç yalnızlıklar Fikret'im bu gecenin de olur mu sabahı? . Bir el var sonsuzluğa alıyor beni Bir el var çekiyor beni anılardan Ya o karanlığı bölen sesler Uğultular, akisler, gölgeler Nerdesin? Nerdesin? Tecer! . Bak! Bu resme nasıl imrenmedetim Sanırım ki gülüyor! Hani o saadetten bile yoksunum şimdi sen kadar Ama öyle ya Akif'im Değil yalnız dostlara, sevgililere, analara Daha nicelerine kucak açar bu topraklar! . Yummak ne çare elleri göğe doğru Söyle hangi gerçekte bunca yalan var? Acımı binlerce şiirin anlatamaz Ümit Yaşar! Ama gel gör ağlayamıyorum gönlümce Gel gör şuramda nasıl bir yara kanar Zira; boş değil bu ağıt bu şarkılar 'Ağlarsa anam ağlar, gayrısı yalan ağlar... ' Sarı edik geymiş goncu kısarak Gidiyor da birim birim basarak Anası huri de kızı beserek Emirler'den bir kız indi pınara. Sarı edik geymiş goncu dizinde Arzumanım kaldı ala gözünde Böyle güzel m'olur köylü kızında Emirler'den bir kız indi pınara. Meles gömlek geymiş vücudu nazik Kollarını sıkmış altun bilezik Aşnası kötüdür ceylana yazık Emirler'den bir kız indi pınara. Karac'oğlan der ki n'olup n'olmalı Keten gömlek geymiş kolu sırmalı Anasın öldürüp kızın almalı Emirler'den bir kız indi pınara İYİ Kİ BU DÜŞTESİN . nehirler yarışır, çağıldar gözlerinde o nehirler benim nehirlerimdir aşk ki azar azar benim yerimdir üşüyorsam, sokaktaysam, yalnızsam gözlerin ey yâr benim evimdir . /vurulup düştükçe, düştükçe seni sevmekten caymayacağım gece insin, el ayak çekilsin gelip kapında ağlayacağım! / . iyi ki bu sestesin dünyayı ısıtan nefestesin bir haydut gibi gezinirim kapında kalbimde tutuşan ateştesin… . II rüzgârlar savrulur, uğuldar gözlerinde o rüzgârlar benim rüzgârlarımdır aşk ki azar azar benim yerimdir suskunsam, bozgunsam, bulutsuzsam gözlerin ey yâr benim evimdir . iyi ki bu düştesin her sabah ışıyan güneştesin iyi ki yoksuluz bulutlar gibi soğuyan dünyada sımsıcak fırınlar gibi . /vurulup düştükçe, düştükçe sana koşmaktan caymayacağım gece insin, el ayak çekilsin gelip kapında ağlayacağım! / . Yılmaz odabaşı “Beni yalnızlığımla vurdular o gece vakti Kalbimi suyla yudular o gece vakti Öldüğümü bile söylemediler…” -A. Erhan-. Ben şu kısa boylu hayatta uzun boylu kederlerle acırım. Yorar beni şu telaş, şu karmaşa. Bir sığınak aranırken şu uğultuda, bir aşk gelir, bir yara. Bir yara… Bir yara daha! . Eski bir aşk, yeni bir ayrılıktır her zaman. Bunu kuşlar sorar, yıldızlar da anlatır. Kimse bilmez be canım, bir yara bir ömrü nasıl kanatır…. Ben seni hep ayrılıkla anmışım Titreyen ellerimle günlerin buğusuna adını… Hep adını yazmışım. Bir aşk gelmiş bir yara. Bir yara…Bir yara daha! . Eski bir aşk, yeni bir ayrılıktır her zaman. Bunu kuşlar sorar, yıldızlar da anlatır; kimse bilmez be canım bir yara bir ömrü nasıl kanatır… Anlaşmak diye birşey yoktur aslında dillerin ve yüzlerin altında başıboş zamanlar dolaşır sokaklarda bir kıç,bir penis,bir çocuk-köpek gibi dolaştığım zamanlar varlığımı koruyabilmek için masaların altında ellerimi, ayaklarımı parçaladığım zamanlar. Zamanlar haindir,zamanlar muhbir İki karanlık orman birbiriyle anlaşsa ne olur, anlaşmasa. Güvenmek diye birşey yoktur aslında dillerin ve yüzlerin altında başıboş korkular dolaşır bense korkumu ölümümün altına sakladım hep korkumun kokusunu aldılar kaçtım kovaladılar İki karanlık orman birbirine güvense ne olur, güvenmese. Sevmek diye birşey yoktur aslında dillerin ve yüzlerin altında başıboş yalnızlıklar dolaşır. uydurulmuş anılar,sahte öyküler,hiç kullanmadığım yerlerimi bıraktım onlar yine de son kapıma dayandılar kapının ardı karanlık deniz denizde masum,tetikteki sızım,son inancım gördüler onu. Artık şimdi o karanlık denizde 'binlerce hiçkimseyim'. İki karanlık orman birbirini sevse ne olur, sevmese Uğuldayan ve hep uğuldayan bir orman kadar üşüyorum şimdi yanlış rüzgârlar esiyor dallarımda yanlış ve zehirli çiçekler açıyor Kanımda kocaman gözleriyle bir çığlık. Su ve ses kadar beklediğim ne kaldı geride, bilmiyorum uzanıp uyumak istiyorum gölgeme ve sarınmak o kocaman gözlerin uğuldayan rüzgârlarına. Bir acıyı yaşarım ve zehrinden çiçekler üretirim kömür karası uçurum kadar bir yalnızlık yaratırım kendime, atlarım Anısı yoktur küçük rüzgârların . Yapraklarım yok artık kuşlarım yok büsbütün viran oldu dağlarım ezberimdeki türküler de savrulup gitti ömrümün karşılığı kalmadı sesimde sesimde yalnız ormanların gümbürtüsü . Yanlış, daha baştan yanlış bir şiirdi bu, biliyorum ve belki ömrümüzün yakın geçmişi bu kadar doğruydu ancak, kimbilir Kalbim unut bu şiiri Umudum, heyecanım bitmez pınardı bitti Gençliğim deli dolu esen rüzgardı, gitti Neydi o sarhoşluklar, dünyaya bos vermeler O bir başka mevsimdi, bir ilkbahardı gitti Tadı, rengi değişti birer birer her şeyin En mutlu, en doyulmaz yaşantılardı, gitti Çektiler ellerini elimden sevgililer Bir zaman bu gönülde kimler yaşardı, gitti Hani hiç bitmeyecek sandığım güzellikler Ne sevinçler, gülüşler ve neler vardı, gitti Kalakaldım böyle ben ortada paramparça Her gelen yüreğimden bir şey kopardı, gitti Hey benim doyamadığım deli fişek gençliğim İçimde bir zamanlar bir kor yanardı, bitti Kahrın sesi rüzgârı ağlatırsa içinde Gecenin omzuna koy titreyen düşlerini Ordadır âh çıbanı Ân gelip patlayacak yanardağlar ve ölüm Sen şimdi muallâkta bir vezir-i azam mı Yedikule bekleyen hünkâr mısın ülkende Kan revan yürüyüşler Nehir kokan bir mendil bırakmışsın göklere Bekliyorsun; bir tohum, bin bir umut ve sonsuz Bekliyorsun; gelecek haber güvercinleri Bekliyorsun; sokaklar dirilecek yeniden Bekliyorsun vefakâr perileri, cinleri. Kendi parmaklarınla kafes yaptın kendine Avuçlarında Bâbil; mahkûmusun bozkırın Yılanlar arasından geçmelisin her akşam Ardın sıra kırılan kandillerin mahşeri Sonra bir dağ başında Sonra bir uçurumda Sonra zehir damıtan bir şehrin ortasında En ıssız günlerini yaşıyorsun kederin Bekliyorsun; baktığın her nokta kül ve ateş Bekliyorsun; su yüzlü güzelin dermanını Bekliyorsun; aykırı doğacak çölde güneş Bekliyorsun bir kahrın yaldızlı fermanını. Hani o son durakta saray açıldı birden İki bembeyaz gülün yaprağıydı her sütun Başını yasladığın pervazlarda çiçekler Baygın kokularıyla sarmıştı denizleri Çığlıklar fırtınası İpek duruşlu suna Susturulan bir devin iniltilerinde kan Şimdi darağacında kuşku, sihir ve isyan Bir köşeye çekilmiş emanet bekliyorsun Hatıralar yurduna ihanet bekliyorsun Sanma ki pencereler sana meftun olacak Öteden hummalı bir işaret bekliyorsun Ilkin ELIFBA'ydi Sonra ALFABE oldu Derken ABeCe Simdi de A.B.D. Bir çift yaprakmış dalında yumuşacık Tutmuşum, tutmuşum ellerinden senin Düşmüşüz yavaşça bir sakin derenin İçindeymişik, yeşilmişik, sazmışık. Balıklar gibiymiş sessiz ve karanlık, Yüzermiş saçların, yüzermiş nefesin Susarmışız öyle, bir sakin derenin İçindeymişik, yeşilmişik, sazmışık Güneşim, ayım geldi. Gözüm, kulağım geldi. Gümüş bedenlim geldi. Altın madenim geldi. Başımın sarhoşluğu geldi. Gözümün nuru geldi. Başka bir şey dilediysen işte o başka bir şeyim geldi.. Yolumu vuran geldi. Tövbemi bozan geldi. gümüş bedenli güzel kapımdan ansızın çıkageldi.. Ey eski dostum benim, bak bugün dünden çok iyi, Dün ondan bir haber almıştım, hemen sarhoş olmuştum. Dün gece onu mumla aramış durmuştum. Bak bugün bir demet gül gibi yol uğrağıma geliverdi.. Şarap içmeliyim şarap, ş,imşekler saçmalı aklım, bunun tam vakti. Kuş olmalıyım, uçmalıyım, kolum, kanadım geldi.. Bir anda aydınlık içinde dünya. Bir anda dünya sabahlar gibi. İşte bağırmanın tam zamanı şimdi. İşte kükremenin tam zamanı. Benim koca arslanım geldi. Asli mi? Belki. Odalik mi? Asla! Ne Matisse'den ne de Ciragan Sarayindan! Bir sobaydi allah tarafindan o deli hatun Upuzun saclariyla bir demir-dokum... Yaktikca kendini nefsinle nefesimle Yandikca dusistandan dusurdugum odun Isinirdi oda, isinirdi ev, isinirdi acun O da, ben de, yanyana ve yana yana Seviserek olmeyi ogrendik sonunda Ondan simdi boyle ortalik duman Baksana baharlar yagiyor ustumuze agaclardan Asli varsa onun Ki kerem edin ki var O sobaysa Ben de ona yanginim yangin Gel seninle ahd ü peyman edelim Ne sen beni unut ne de ben seni İkimiz de bir ikrarı güdelim Ne sen beni unut ne de ben seni. Aman kaşı keman elinden aman Sürdük sefasını etmedik tamam Ehl-i irfan içre olduğum zaman Ne sen beni unut ne de ben seni. Hem saza mailim hem de sohbete Hem sana mailim hem de devlete Aşkın ile düştüm diyar gurbete Ne sen beni unut ne de ben seni. Yarimin cemali güneşte mahı Sana aşık olan çekmez mi ahı Getir ant içelim Kelamullahı Ne sen beni unut ne de ben seni. Gitme dilber gitme yüzün göreyim Al yanaklarına kurban olayım Bir emanetim var sana vereyim Ne sen beni unut ne de ben seni. Abdal Pir Sultan'ım çektiler dara Düşmüşüm aşkına yanarım nara Bakın ey erenler şu giden yara Ne sen beni unut ne de ben seni Bizdik o hücumun bütün aşkıyle kanatlı; Bizdik o sabah ilk atılan safta yüz atlı.. Uçtuk Mohaç ufkunda görünmek hevesiyle, Canlandı o meşhur ova at kişnemesiyle! . Fecrin daha bir ülkeyi parlattığı gündü; Biz uğruna can verdiğimiz yerde göründü.. Gül yüzlü bir afetti ki her pusesi lale; Girdik zaferin koynuna, kandık o visale! . Dünyaya veda ettik, atıldık dolu dizgin; En son koşumuzdur bu! Asırlarca bilinsin! . Bir bir açılırken göğe, son def'a yarıştık; Allaha giden yolda meleklerle karıştık.. Geçtik hepimiz dört nala cennet kapısından; Gördük ebedi cedleri bir anda yakından! . Bir bahçedeyiz şimdi şehitlerle beraber; Bizler gibi ölmüş o yiğitlerle beraber.. Lakin kalacak doğduğumuz toprağa bizden Şimşek gibi bir hatıra nal seslerimizden! Gönül kurşun yemiş yaralı ceylan Döndüğü noktadan bin yıl uzakta. Yürek ateş düşmüş kuru bir harman Yandığı noktadan bin yıl uzakta.. Ne nişan bozulur, ne düşer tetik Zaman kanlı tezgâh,acılar mekik Umut yavrusunu yitiren keklik Konduğu noktadan bin yıl uzakta.. Şans ne ki? Bir doğar, ölür bin kere En güzel arzular kalır mahşere Sevginin meyvesi dalından yere İndiği noktadan bin yıl uzakta.. Çıkar oyunbazlar ikbâl katına Tepeler dağları alır altına Dostluk sürücüsü vefa atına Bindiği noktadan bin yıl uzakta.. Esasta her canlı mutlak bir ceset Dünyamız soluyan ufak bir ceset Evren teneşirde çıplak bir ceset Yunduğu noktadan bin yıl uzakta.. (Dosta Doğru) Gönül güvercinim döner havada Konacak korkusuz dal arar durur Dilim tutup yorulursun diyemem. ..... Umudum ceylandır engin ovada Sağ-salim geçecek yol arar durur Aman gitme vurulursun diyemem. ..... Yaralı şahindir sevgim yuvada Kırık kanadına tel arar durur Yere düşer serilirsin diyemem. ..... Çırpınır gözyaşım kulpsuz kovada Karışıp akacak sel arar durur Topraklara karılırsın diyemem.. ..... Garip bülbül olur aklım rüyada Susuz steplerde gül arar durur Boş hayale sarılırsın diyemem. ..... Yüreğim balıktır kızgın tavada Duvarda, tavanda göl arar durur Ölür ölür dirilirsin diyemem. ..... Saklanır bedenim kırık aynada Girmiş okyanusta sal arar durur Desem amma... darılırsın... diyemem. Durun kalabalıklar, bu cadde çıkmaz sokak! Haykırsam, kollarımı makas gibi açarak: Durun, durun, bir dünya iniyor tepemizden, Çatırdılar geliyor karanlık kubbemizden, Çekiyor tebeşirle yekûn hattını âfet; Alevler içinde ev, üst katında ziyafet! Durum diye bir lâf var, buyrunuz size durum; Bu toprak çirkef oldu, bu gökyüzü bodurum! Bir şey koptu içimden, şey, her şeyi tutan bir şey, Benim adım Bay Necip, babamınki Fazıl Bey; Utanırdı burnunu göstermekten sütninem, Kızımın gösterdiği, kefen bezine mahrem. Ey tepetaklak ehram, başı üstünde bina; Evde cinayet, tramvay arabasında zina! Bir kitap sarayının bin dolusu iskambil; Barajlar yıkan şarap, sebil üstüne sebil! Ve ferman, kumardaki dört kıralın buyruğu; Başkentler haritası, yerde sarhoş kusmuğu! Geçenler geçti seni, uçtu pabucun dama, Çatla Sodom-Gomore, patla Bizans ve Roma! Öttür yem borusunu öttür, öttür, borazan! Bitpazarında sattık, kalkamaz artık kazan! Allahın on pulunu bekleye dursun on kul; Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul. Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa; Yaşasın, kefenimin kefili karaborsa! Kubur faresi hayat, meselesiz, gerçeksiz; Heykel destek üstünde, benim ruhum desteksiz. Siyaset kavas, ilim köle, sanat ihtilâç; Serbest, verem ve sıtma; mahpus, gümrükte ilâç. Bülbüllere emir var: Lisan öğren vakvaktan; Bahset tarih, balığın tırmandığı kavaktan! Bak, arslan hakikate, ispinoz kafesinde; Tartılan vatana bak, dalkavuk kefesinde! Mezarda kan terliyor babamın iskeleti; Ne yaptık, ne yaptılar mukaddes emaneti? Ah, küçük hokkabazlık, sefil aynalı dolap; Bir şapka, bir eldiven, bir maymun ve inkılap.. (1947) Bir adamı öldürmenin tam sırası kurşunlarla Çocuğunu öpüp kapıya çıktığında. Ey kanatılmış çiğnenmiş bahar günü Birden bir cığlıkla kapatır yüzünü. Ezik bir gül gibi çığlık, yitik bir umut gibi Boğmak boğma bir telle bir insan olmanın sevincini. Kederli yağmur, usulca düşen akşama Çığlık. Bir çocuk yüzü. Dayalı cama... Bu kentte sorular yasaklanmıştır böyle diyorlar fısıldarcasına ve ürkek ve diyorlar ki gidip anlatılsın bir kez çare düünsün tarih denilen bilici. Gidip anlatılsın beklenen yolculara aşklar küllenmeden ve beynimizi büsbütün kemirmeden veba yetişsin durmadan yolu gözlenen. Bu kentin sorusunu yanıtla ey yanılmaz olan kahret ya da ışıklandır ve de ki: -Siz ki yangın yıllarından geliyorsunuz umuda bağlanmak umutsuzluktur ancak. Ve sen ey bilici, de ki: -Bu masal çok anlatıldı önceleri çocuklar da susturuldu her defa karartıldı evlerin bütün ışıkları. -Ve direnmeyi bilmiyorsanız kül olun savrulun dağlara taşlara belki hayat yeniden fışkıracaktır o zaman bu kentin ışıksız varoşlarından. Bir sfenksten söz ediliyor durmadan yakınmış kahredilmesi Sivil ölümden konuşuyoruz dağılan neftilikler arkadaşlar Makedonyalı kalın usta marangozlar. Kapaklanır bir adam daha kaçıncı, aktığımızı görünce ters çevrilmiş kente karşı işte onun denizlerine delikanlı kotaklarımızı çıkarmış ve ırmaktır.. Erkek ölümden konuşuyoruz yeni ormanlardan dahi 'dikeni seven gülüne katlanır bir kadın'dan. Haramiler ki kırkın üstünde artık sayıları bir küçük tabut tabakada gezdirirler ölüleri fakfon burunlarına çekmek üzre, ince çağrışımlıdır.. Ey orta ikiden ölerek ayrılan çocuklar! aslında başlayan askerler tabiatta hala tramvaydan Sirkeci'de mi inerler? süsüne kaçılmamış bir cenaze törenine gitmek için. Benim yalnızlığım köpek yalnızlığı Sürer bütün sokakları boyunca dünyanın Nereye varsam Orada yalnızlığı beni bekler bulurum. Her sabah evler boşalır Bir sel akar sokaklardan caddelere Ben kendi içimde kaybolurum Ne gidecek yerim vardır ne bekliyenim Gökyüzü saltanatım, dünya soframdır benim Zamanlar geçer, mevsimler değişir Değişmez benim kaderim Görür yüzüme bakanlar ilk aldanmışlığımı Söyler köpek yalnızlığımı gözlerim. Ne zaman ellerin elime değse İnsan yüreğim o zaman çarpar Yalnızlık bir o zaman terk eder beni Tutar eşsiz gözlerin dağınık saçlarımdan O ışıktan dünyasına sürükler beni Ellerin bir bir ayıklar Eski halimden ne kalmışsa Doldurur sevgiyle, umutla, aşkla Suyum çekilmişse, içim boşalmışsa Verdiğin mutluluktan, sunduğun aydınlıktan Bir anda değişir bakışlarım Çözülmüş bir yumağı Yeniden sarmaya başlarım. Işıkların demet demet Denizlerin dalga dalga gelir üstüme Yokluğun ölüme Varlığın aşka çağırır bir yandan Bilirim biraz sonra gideceksin Saatleri durduramam İnsanları öldüremem Ne çare ben de güçsüzüm bir yerde Kadere karşı duramam Ve işte çirkin alınyazım Sensizliğe mahkum eder İşte o zaman Yıkılmış bir şehirdir kalbim İçinde baykuşlar öter. Dünyaya gelişimin Kırkıncı yılına bir basamak kala Bütün basamakların çöktüğünü hissederim Dünyaya gelişimin Kırkıncı yılına bir basamak kala O kırk kuruş etmez kaderim Her adım başında beni bir kere boğmaya başlar Gözbebeklerim sönmeye Ellerim soğumaya başlar Taşlar yağar üstüme gökyüzünden Uzun, sivri iğneler saplanır tenime Bir kere daha içim isyanla dolar Bir kere daha lanet ederim dünyaya geldiğime. Kapını açık tut, pencereni kapatma Yarın evinin önünden ben geçeceğim O zaman Duvarların ağladığını duyacaksın. İlk çağırışımda gel İkincisinde çok geç olabilir Ve ben ilk çağırışında geleceğim İkincisinde çok geç olabilir Kimbilir nasılım ve nerdeyim Bulursan ne olur beni bırakma Bulamazsan aradığın yerdeyim Hani o toprakla denizin kesiştiği Kumların üzerine yorgun gölgelerin düştüğü Sevenlerin ürkek adımlarla buluştuğu o yerde. Yoksul rıhtımlarda köhne gemiler Benden bir parça koparıp gider Ben hep böyle yarım, ben böyle kırık dökük Ne olur beni bırakma bulunca Ve ilk çağırışımda gel Sarsın krallığım yeryüzünü bir uçtan bir uca. Elini uzatsan tutacaksın Yakındayım Baksan göreceksin Görsen seveceksin Aradığın benden başkası değil Farkındayım Benim yüreğim değil Kayan bir zamandır avuçlarından Uzat ellerini susadım Güzelliğin Bir eski şarap gibi sızıyor parmak uçlarından. Gel diyorum İlk çağırışımda gel Gel ki Aydınlığında Bütün geceler gündüz olsun Dinle, uzak bir saat onikiyi çalıyor Ne güç anlamıyor musun Bir ömür boyu arayıp da seni bulmamak Ben yokluğunda böyle yok, böyle yoksun Ben yokluğunda böyle paramparça Sensiz olmak hiç olmamak. (İstanbul, 1965) Ömrümün en güzel senelerini Alıpta gittiniz bu şehir ve sen Gönlümün en masum ümitlerini Çalıpta gittiniz bu şehir ve sen . Döktüğüm yaşlara aldırmadınız Giden gençliğime acımadınız Düştüğüm yerlerden kaldırmadınız Basıpta gittiniz bu şehir ve sen. Beni iyi tanır bu kaldırımlar Bu kuytu köşeler bu taş sokaklar Sizlerden bir ömür alacağım var Çalıpta gittiniz bu şehir ve sen. Beni tanır bu kaldırımlar Bu kuytu köşeler bu taş sokaklar Sizlerden bir ömür alacağım var Çalıpta gittiniz bu şehir ve sen. Bağlayıp durdunuz hep ellerimi Delik deşik ettiniz seven kalbimi İçimde dağ gibi hayallerimi Yıkıpta gittiniz bu şehir ve sen. Biriniz sağırdı duvardan bile Biriniz kalpsizdi taşlardan bile Bütün acıları dizip önüme Yakıpta gittiniz bu şehir ve sen. Kimsesiz yalnızdım kollarınızda Herşeyi kaybettim yollarınızda Şimdi bir hesap var aramızda Vermeden gittiniz bu şehir ve sen. Ben yine yaşarım içimde yasla Ya siz neylersiniz bu ihtirasla Bir daha dönmek mi buraya asla İçimde bittiniz bu şehir ve sen Ala gözlerini sevdiğim dilber Göster cemalini görmeğe geldim Şeftalini derde derman dediler Gerçek mi sevdiğim sormaya geldim. Gündüz hayallerim gece düşlerim Uyandıkça ağlamaya başlarım Sevdiğim üstünde uçan kuşların Tutup kanatların kırmaya geldim. Senin aşkların gülmez dediler Ağlayıp yaşını silmez dediler Seni bir kez saran ölmez dediler Gerçek mi efendim sormaya geldim. Senin işin yiyip içmek dediler Yaran ile konup göçmek dediler Göğsün cennet koynun uçmak dediler Hak nasip ederse görmeye geldim. Mail oldum senin ince beline Canım kurban olsun tatlı diline Aşık olup senin hüsnün bağına Kırmızı güllerin dermeye geldim. Karac(a) oglan der ki işin doğrusu Gökte melek yerde huma yavrusu Söyleyim ben sana sözün doğrusu Soyunup koynuna girmeğe geldim Ala gözlü benli dilber Koma beni el yerine Altın kemerin olayım Dola beni bel yerine. Hicine gönlüm hicine Yiğide ölüm geçine As beni zülfün ucuna Sallanayım tel yerine. Gel kız karşımda dursana Şu benim halim sorsana Zülfünden bir tel versene Koklayayım gül yerine. Karac(a) oglan der nolayim Kolun boynuma dolayım Nazlı yar kölen olayım Kabul eyle kul yerine. Ala gözlü benli dilber Usul söyle söz ederler Gönül suyun akıtırlar Gözlerimi buz ederler Potasyum siyanür içerek ölmeliyim Her uzvum ıstırap içinde kıvranmalı Ve mosmor ellerim kapıya uzanmalı Bir kapı kadar büyük kimsesizliğim Ölüm anımda kapanmalı yüzüme Bir sigara olmalı dudaklarımda Saatim bir yanımda, o bir yanımda Hala inanmalı ölümsüzlüğüme Fakat ben öleceğimi bilmeliyim Derin uğultusu içinde zamanın Sonunda yaşamak denilen maceranın Daha başındaymış gibi ölmeliyim Seherden uğradım dostun köyüne Hoş geldin sevdiğim in dedi bana Tomurcuk memesin verdi ağzıma Yorgunsun sevdiğim em dedi bana. Benim yârim gelişinden bellidir Ak elleri deste deste güllüdür İbrişim kuşaklı ince bellidir İnce bellerimi sar dedi bana. Benim yârim bana yalan söylemez Söylerse de gıybetimi eylemez El yanında ikrarını söylemez Elleri uyut da gel dedi bana. Mestine de deli gönül mestine Aşık olan gül gönderir dostuna Telli mahramasın attı üstüme Terlisin sevdiğim sil dedi bana. Karacaoğlan sırrın kime danışır Siyah zülfü mah yüzüne kıvrışır Ayrılanlar elbet bir gün kavuşur Ağlama sevdiğim gül dedi bana sokakta sâde bir 'âmîn! ' sadâsıdır gidiyor: mahalle halkı birikmiş, imam duâ ediyor. basık bir ev; kapının iç yanında bir tâbût, başında çınlayan âvâzı dinliyor, mebhût; denildi: 'fâtiha! '; âmîni kestiler bu sefer, göğüsler inledi, derken, açık duran eller, hazîn alınları bir kerre okşayıp indi; deminki zemzemeler bir zaman için dindi. duyuldu sonra imâmın nidâ-yı mağmûmu, diyordu: - söyleyin allâh için şu merhûmu, nasıl bilirsiniz ey müslümanlar? - iyi biliriz! -yarın huzûr-i ilâhîde toplanıp hepiniz, bu yolda hüsn-i şehâdet edersiniz ya? - evet! - imâm efendi, helâllık da iste, merhamet et... - helâl edin hadi öyleyse şimdi hakkınızı. - helâl edin hadi bekletmeyin adamcağızı! . cemâatin yüreğinden kopup 'helâl olsun! ' nidâ-yı saffeti, birden cenâze, ah-ı derûn, misâli uğradı evden; fezâda yükseldi içerde başladı bir cûş-i nevhadır şimdi; baş örtüsüyle kadınlargözüktü pencereden: -bıraktın öyle mi, en sonra kardeşim, bizi sen! -yıkıldı dostlar evim, barkım... ah gitti kocam! .. -dayım melek gibi insandı; ben nasıl yanmam! -tamam otuz senedir komşuyuz da bir kerre, kızıp da 'ey! ' demiş insan değildi, hemşîre! -zavallı remziye! boynun büküldü evlâdım... -babam ne oldu? -baban... öldü. -etme ayşe hanım, bu söylenir mi ya? hicrân olur zavallı kıza... ayol, şu öksüzü bir parçacık avutsanıza... açın da cumbayı etrâfa baksın ağlamasın.... göründü cumbada baktım ki tombalak, sanşın, sevimli bir küçücek kız... beiinde ancak var. donuk yanakları üstünde parlayan yaşlar, zavallının eriyen ruh-i bî-günâhı idi. benim o mersiye yâdımda ağlıyor ebedî. sefine pâre ki sırtında mevc-i bî-hissin, yüzer... önünde ademden nişâne bir engin, çeker durur onu sâhil-cüdâ açıklarına; bakar mı bir taşın üstünde durmuş ağlıyana? cenâze dûş-i cemâatte çalkalandıkça, o tahta pâreye benzerdi, düşmüş emvâca. nasıl duyar ki uzaklarda inleyen kadını? nasıl görür ki yetîmin huruş eden yaşını? bu hây ü hûy-i kıyâmet-nümûn içinde söner, samîm-i hilkati sûzân eden enîn-i beşer.. değilmiş öyle geniş nâlenin hudûdu meğer: sokak bitip dönülürken kesildi mâtemler. o tahta pâre-i câmid, o iğbirâr-ı samût, güzer-gehindeki eşbâhı bir mehîb sükût içinde haşr ederek dalgalarla seyrediyor; zemîne bakmıyor artık semâ deyip gidiyor. bu mahmilin neye sık sık değişsin efrâdı? suâli fikre büyük bir hakîkat anlattı: evet bekâ ezecek cism-i zâr-ı fânîyi, vücûd çekmiyecek ömr-i câvidânîyi, bu bâr-ı müdhişin altında titreyip dizler, dayanmıyor üç adımdan ziyâde dûş-i beşer! ağır ağırgidiyorken cenâze kâfilesi, nihâyet oldu musallâ birinci merhalesi. çıkınca üstüne son minberin hatîb-i memât, açıldı dîde-i im'âna perde perde hayât. ******* senin en son serîrindir şu bî pervâ uzanmış taş; ki nermin hâb-gâhından çıkar, bir gün vurursun baş! elinden yok halâs imkânı, mâdâme'l-hayât uğraş... o, mutlak sedd-i râhındır, aşılmaz.. muktedirsen aş! '. musallâ: müncemid bir mevcidir eşk-i yetîmânın; musallâ: ahıdır, berceste, mâtem-zâr-ı dünyânın; musallâ: minber-i teblîğidir dünyâda, ukbânın; musallâ-: ders-i ibrettir durur pîşinde, irfânın.. bu minberden iner nâsûta en müdhiş hakîkatler, bu yerden yükselir lâhûta en hâlis kanâ'atler. civârından geçer zulmette bî pâyan hayâletler: kefen-ber-dûş geçmişler, kalan üryan sefâletler! . babam, kardeşlerim, evlâdım, annem... belki bunlardan muazzez bildiğim kıymetli birçok yâr-ı can el'ân bu taştan atfeder zanneylerim dünyâya son im'ân... benim rûhum bu heykelden duyar hâmûş bin efgân! serîr-i saltanatlar devrilir, alt üst olur dünyâ; müşeyyed bürc ü bârülar düşer bir bir, bu taş hâlâ, zamânın dest-i tahrîbiyle, durmuş, eyler istihzâ; bütün mevcûda hâkim bir adem timsâlidir gûyâ.. namaz kılındı; duâ bitti. kârban, yoluna düzüldü taht-ı memâtın girip birer koluna. yarım sâat henüz olmuştu. yolcular durdu; demek ki; komşusu dünyânın âhiret yurdu. cenâze indi omuzdan yavaş yavaş, sonra, sokuldu servilerin ortasında bir çukura, atıldı üstüne üç beş kürek kemikli çamur kabardı toprağın altında bir an, bir ur! evet, çıban, ki yatan duymuyorsa dehşetini, dönün de arkadakinden sorun fecâ'atini· sükûn içinde uyurken şu bir yığın toprak ilel'ebed o küçük rûh çırpınıp duracak! ... Ustuste, altaltalar, Bende gokler ve yollar. Gokler, kat kat mavilik. Yollar kol kol servilik. Yollar nereye gider? Ve ne dusunur gokler? Goklerin bir sirri var, Onu ariyor yollar. Gokler su da titriyor, Yollar suda bitiyor. Goklerin yuzu yerde, yollarinki yerde. Bu yollarda izimiz, Bu goklerde gizlimiz. Yollar, beni vardirin! Gokler, tutup kaldirin! Her şeyi bitirdik bir yalan gibi Bu aşkı yarına götüremedik Ne günler yaşadık bir roman gibi Ne yazık sonunu getiremedik. Önce evet dedik bu hayır neden Biz aşkla başladık bu gurur neden Ümitler sendendi arzular benden Ne yazik sonunu getiremedik. Şimdi sen yolcusun meçhul yollara Şimdi ben yolcuyum başka kollara Ne desek boş artık geçen yıllara Ne yazık sonunu getiremedik Bu aşkı yarına götüremedik. Ahmet Selçuk İLKAN Korkacak bir şey yok hesap tamam Sıram geldi mi hatta güleceğim Kendimi hazırladım biliyorum Önce turgut arkasından ömer haybo Daha sonra varujan sonra nureddin Sonra ben değilsem demokrat toni Sonra o değilse mutlaka benim Kendimi hazırladım biliyorum. Aysel'in gölgesine saklandım Hep susamışım su içiyorum Bütün mesele İçmek ya da içmemek değil İçince küçülmemek Küçülünce içmemek Yılan yürümesine nazire yapma çocuk Olacaksan kendin ol, aslından kopma çocuk Kesinlikle doğru ol, doğru yollarda yürü Aklın varsa çığır aç, çığırdan sapma çocuk. Budur benim çabam, bu: adanmak özlem çekerek dolaşmaya günler boyu. Güçlenip genişlemek derken, binlerce kök salarak kavramak hayatı derinden- ve ortasından geçerek acının olgunlaşmak hayatın ta ötesinde ta ötesinde zamanın! .. Adına aşk koyduğun o büyük boşluğa Ben koca bir hayat sığdırdım… Beni sevmemene isyan edip kaçmak, Sende aradıklarımı hayatla doldurmaya çalışmak, ruhumun en büyük yanılgısıydı… Hayat bana acımasız yüzünü Sevgini inkar ettiğim zamanlarda gösterdi… Ve şimdi asıl olmam gereken yerde, Hayata başladığım yerde, Kalbindeyim… Vazgeçilmez oluşunun sırrı bu işte: Senin olmadığı n yerde ne olduğunu bilmiyorum I. Yağmur dalgın bir efkâr giyinir Ekim’de. Kumrular sokağı‘*nda çekilmiş bir diş gibi kalırım; çekilmiş bir diş gibi Diyarbakır’dan.... Ağrırım, bağırırım aldırmaz! . İlle de gökkuşağı giyinir gökyüzü her Ekim’de.... II. Kumrular sokağı bir kente uzayıp gider. Gökkuşağım, ayrılığım, ömür ki eskir ve aşka uzayıp gider…. Tırmalarken göğsümü sabrın sancısı, yalnızlığın kül tadıyım; bakarım, yağmur utanmaz bulutundan, hasretin üvey adıyım…. III. Kumrular sokağında efkârın adıyla bir akşamüstü; gövdesine tutunmuş dal, dala tutunmuş serçe, telaşlı, o da kendince… Sonra aşklarda kül, camlarda perde; usulca harlanır sevişmeler de.... IV. Kumrular sokağında andlara hep bol geldim, küfürlere dar. Dönüp baktım, ne göreyim, yağmalamış gençliğimi yargıçlar! . Desene Sivas’ın kırık sazıyım, kendimin ayazıyım, kalbimde ölü çocuklar… Tufanlar ardımda ve buruşuk anılar. Nedense hiç uslanmamış bozgunlar.... V. Oysa haklı ve haksız bütün kitaplar yazılmıştır. Susuşlar eskimiş, küfürler edilmiştir. Biliyorum, yalnızlıktan öte dostun yok insan; insan ki bozuk paralarda bozgundur, yenilmiştir.. /Şimdi bilekleri kesik bir intihardır yaşam…/. VI. Düştüğü yerde tanımazken kendi suyunu yağmur; biliyorum, aynı dalda gül bile anlamaz dikenini. Anlasana, anlatamaz kimse yıkımını başka yıkıma. Cudi’de napalm, Datça’da ıssız koylara, New york Şırnak’a anlatılmaz. Her gün yanar söner yanar söner kasvetimle bin ateş; ölüm, dirilere anlatılamaz.... VII. Bilirsiniz her sokağın bozuk bir sicili vardır ve utancı sokakların, günleri şehvete fedâ eden şizofren babalardır. Gözlerinde yalnızlığı bir hançer gibi saklayan kadınlardır.. Sonrası sokakların, bozkırlardır, hani bir ak tay düşüyle uzayıp gider ve rüzgârların ıslığıyla göklere teğet geçer.. Oysa kumrular sokağı bir kente uzayıp gider; gökkuşağım, ayrılığım, ömür ki eskir ve aşka uzayıp gider…. VIII. Daha sevginin herkesten şikayeti var. Daha herkes kendi sanıklığıyla kör, tanıklığıyla yargıç. Bu yüzden söz, bitmiştir.... Gökyüzü mü? O, kırgındır, kirletilmiştir…. . *Kumrular sokağı: Ankara’da bir sokak. Ama kızım, diyorum ki Biraz istekli olsun sesin: Ete bürünürse severim ruhu Ve eti ruh doluysa severim. Azaltamaz masumluk coşkuyu asla Hem daha güzel doyar insan açken. Severim erdemin arkası varsa Ve erdemliyse bir arka.. Tanrı kuğuya bindiğinden beri Fena olur bazı kızların içi Zevkle katlansalar da acıya: Duymak ister Tanrı kuğunun türküsünü 'Bu gece sende kalabilir miyim? ...' Lokalden henüz çıkmış, sokağın köşesindeki küçük büfeden sigara ve bira alıyordum. Eve mi dönecektim? Aslında hiçbir yere gitmek istemiyordum. Eskiden nedense hep benim gibi insanların gittiği yerlerden incinmiş, yaralanmış dönerdim evime. Evim yaralarımı sardığım yerdi. Şimdiyse evim her gün biraz daha yabancılaşıyor bana. Evimde yaralarım iyileşmiyor artık... Beni evine götür ne olur, çok üşüyorum... Dönüp baktım; genç, zenci bir kadın vardı yanımda. Soğuktan titreyen kalın alt dudağını dişleriyle eziyordu. Bütün bedeniyle üşüyordu. Bütün tarihiyle. Sanki bir tek gözleri üşümüyordu. Hesap soran, insanın ta içine saplanan, bütün yalanlara doymuş olan gözlerden kimse kaçamazdı... Omuzunda çuval bezinden yapılmış büyükçe bir çanta vardı... Eski moda çizmeleri çamurlanmıştı. Üzerinde tek göz alıcı ve en yeni şey boynundaki gökkuşağı rengindeki fularıydı... Gözlerinden kendimi zor alıp: 'Daha önce hiç tanıştık mı, kim olduğumu biliyor musunuz? ' diye sordum... Simsiyah yüzünde sıcacık bir gülümseme dolaştı. Gözlerindeki keskin hüzün bir an yumuşadı. Dişleri titreyen alt dudağını serbest bıraktı: 'Hayır tanımıyorum sizi, hiçbir yerde de tanışmadık...' Sesinde sanki bir alay gizliydi. Anlamıştım tanıdığını. 'Peki, neden ben? Neden benim evimde kalmak istiyorsunuz? ' Durdu, o yalana doymuş gözleriyle içime bir kez daha baktı. Omuzundaki çantayı hafifçe düzeltti ve vurgulayarak: 'Çünkü sen diğerlerine göre bana daha az zarar verirsin...' Üşüme sırası bendeydi. 'Daha az zarar öyle mi? ' Sanki şu bugüne dek hayatıma giren bütün kadınları simgeliyordu bu siyah derili kadın. Sanki onlar adına konuşuyordu. Daha az zarar verirsin, derken, onlar adına çok eski ve belki de hiç ödenmeyecek bir sitemi dile getiriyordu. Onlar adına üşüyordu, üşütüyordu. Seni tanımıyorum derken, hayatıma giren bütün kadınlardan sakladığım o karanlık, o gizli yanıma dokunmak istiyordu... Onu yargılıyordu... Sevdiğim, hayatıma giren kadınların neredeyse hiçbiri egemen, burjuva sınıfından değildi. Hiçbiri güçlü, korunaklı, varlıklı olmak istememişti. Hiçbiri bu hayatta iyi ve güçlü bir yer edinmek derdinde değildi. Sevmekti asıl hırsları, asıl dertleri. Sevmekte kaybolmak isterlerdi. Sevildiklerini hissettiklerinde onlar için zaman hep sonsuz şimdiki an'dı... Ruhları ve bedenleri zenciydi... Uyumsuzdular ve derilerini koruyan hiçbir kalkan, hiçbir yapay deri yoktu. Belki de hepimiz zenci doğuyorduk, kimimiz uyum sağlıyor, güçleniyor, kazanıyor, kazandıkça siyah derisinin üzeri beyaz, parlak, güvenli bir deriyle örtülüyordu... Ailesi hakkında hiç bir şey öğrenemedim. Söylemiyordu. Ailesiyle olan bütün bağlarını koparmıştı. 'Merak et, ' diyordu sadece. 'Merak et.' İstanbul'da doğmuştu. Okuduğu üniversiteyi yarım bırakmıştı. Geçinmek için çalışmak zorunda kalmıştı hep. Geçinmek... Bütün tutkularını, arzularını, düşlerini gölgelemişti, bastırmıştı. Geçinmek. Ev kirası ödeyebilmek, karnını doyurmak, ayakkabı almak, mavi kart çıkartabilmek... Geçinmek! .. Bu kelime, kronik bir hastalık; acımasız bir kabus gibi yıllarca başka bir şey düşünmesine izin vermemişti... Apartmanın merdivenlerini çıkarken adımlarına, ayaklarına baktım göz ucuyla. Öyle yavaş, neredeyse ürkek denilebilecek bir şekilde çıkıyordu ki merdivenleri, uzun süre hep yabancı evlerde konakladığı hemen belli oluyordu... Onu sokaklardan kurtarıp, bir gece de olsa misafir eden birine minnetini ödemeye önce merdivenleri olabilecek en sessiz adımlarla çıkarak ödüyordu sanki... Evime girdik. Salona, odalara tedirgin bakışlarla baktı; 'Evde kimse yok, doğru söyledin değil mi? ' diye sordu... Emin olunca salonun duvarındaki fotoğraflara bakmaya başladı. İçi pembe, dışı siyah ve soğuktan şişmiş olan ellerini, bir yere çarparlar, bir şey düşüp kırılır endişesiyle arkadan birbirine kenetlemişti. Mutfağa gidip, bira şişelerini açtım ve tabaklara kuruyemiş doldurdum. Bunları salondaki sehpaya bıraktım sonra da teybe bir kaset koydum... Bütün bunlar benim için çok sıradan şeylerdi. Evimin olması, evimde rahatça içki içebilmem, müzik dinleyebilmem, misafir ağırlamam... O ise beni şefkat dolu hayranlıkla, gizemli bir merakla izliyordu... Bir ara; 'İnsanın kapısını açıp girebildiği bir evi olması nasıl bir şey? ' diye sordu... Ne diyeceğimi bilememiştim o an... Evsiz kaldığım günleri, arkadaş evlerinde gecelediğim geceleri, otel odalarını çoktan unutmuştum, öylesine sıkıntılı, çekilmez günlerdi ki, aslında unutmak istemiştim... O ise yıllardır hep başkalarının evinde kalıyor, kendine bir ev tutamıyordu. Çünkü sürekli bir işi olamıyordu hiçbir zaman. Çok kısa sürelerde yayınevlerinde, pazarlama şirketlerinde çalışmıştı. Onun deyişiyle, bu kadar beyaz işsiz genç varken, bir siyaha, bir zenciye bu şehirde kim sürekli iş verirdi... İçine girilmeyecek evlerin kiraları elli milyondan başlıyordu. Depozit, iki, üç aylık peşin para istemeleri de cabası... Üstelik hiç eşyası da yoktu. Bütün her şeyi, dahası evi sırtında taşıdığı o çuval bezinden çantasının içindeydi... Bütün gün gazete ilanlarında iş arıyor, akşam olunca da umutlarını bir sonraki güne erteleyip kafelerde, barlarda, köşebaşlarında kendisine 'az zararı' dokunabilecek birini bulmaya ve onun evine o gecelik davet ettirmeye çalışıyordu... İçinde boğulmuş ıstırapların kanı, içinde sahici acıların kıvılcımları olan gözleri insanın ruhunu ne kadar didik didik edip okumaya çalışsa da sonuçta o da yanılıyordu... 'Az zararı' dokunur diye kendisini davet ettirdiği ya da çağrıldığı erkeklerin evlerindeki kadınların çoğunlukla kendilerine ait bir evleri olmuyordu, sandığından daha büyük, daha derin zararları oluyordu ona... Tahmin ettiğim gibi 'az zararı' dokunmak sözü onun dilinde gizli bir alayla çıkıyordu... Böyle insanlar derisinin rengi yüzünden onu ruhu olan bir insan olarak görmüyorlardı: Yarı hayvandı, ya da ruhsuz bir cinsel objeydi onların gözünde... Bir kere hemen hepsi onunla zorla da olsa yatmak istiyorlardı... O da içini acıtsa da, bedeni buz kesse de bu tekliflere çok da direnmiyordu zaten. Sokaklarda tecavüz edilirken öldürülmekle kıyasladığında bunu artık daha katlanılır bulmaya başlamıştı... Sevişmeyi çaresiz kabul ettiğini anladıkları anda kimi erkeklerin inanılması güç, akıldışı, iyilikleriyle, jestleriyle karşılaşıyordu... Ama çoğu boşaldıktan, işini bitirdikten sonra birdenbire garip bir acımasızlığa, gaddarlığa bürünüyordu... Aynı insanda bu iki zıt duygunun nasıl olup bir arada bulunduğuna her defasında ürpererek şaşırıyordu... Bazıları onu ruhu olan, iğrenme duygusu olan bir insan olarak görmediği için tuvalete kapısını örtmeden giriyor, bazısı yakın bir erkek arkadaşını; 'Şu an evimde zenci bir kız var, istersen gel, hep söyler dururdun, bir de sen dene, ' diye telefonla evine çağırıyordu... Çoğu kez uğradığı aşağılanmalar o çok derin olan tahammül sınırını bile aştığında, sırtında taşıdığı evi olan çantasını alıp o evi terk etmek istediğinde derisi siyah olan birinin kanayan gururundan kendisine hakaret payı çıkartan kimileri tarafından kıyasıya dövülüyordu... Derisi siyah olduğu için evine gittiği, yatağına girdiği erkekler içlerinde taşıdıkları hastalıklı, iğrenç, zayıf, sapkın, ahlakdışı, sakat saydıkları ve taşımaktan korktukları bütün duygularını, her eğilimlerini ona yansıtıyor, onda görüyor bu yüzden kişiliğini ve gururunu biraz olsun korumak için yaptığı davranış bu insanlarda akıldışı bir vahşete, inanılması güç bir gaddarlığa neden oluyordu... Bunları uzun zamandır kimseyle paylaşmamıştı. Beni biraz olsun tanıdığı için adeta zincirlerinden boşanmışcasına, bir duygu patlaması halinde, hatta zaman zaman benim varlığımı bile unuturcasına anlatıyordu... Bazen kendisine benim yerime soru soruyor, benim yerime kendi yanıtlıyordu... Yaşadığı eziyetler onu bu dünyadan kopartıyordu. Kendisine, içindeki o çok gizli yuvasına gizleniyordu... Artık bencilleştiğinden ya da kendine kilitlenmiş olduğundan değil, acıların durmaksızın üzerine yağmasından bazen her şey onda başlıyor yine onda bitiyordu... Böylesi anlarda yanındakini bir an unutup kendisiyle konuşması bu yüzdendi... O kendisiyle gözyaşlarıyla konuşurken bir ara kalkıp yatağını hazırlamaya başladım, ayrı yatak hazırladığımı görünce çok şaşırmıştı, o insanın içini acıtan kocaman gözleriyle beni bir süre izledikten sonra; 'Birlikte yatmayacak mıyız, içime girmeyecek misin? ' diye merak, öfke ve düş kırıklığıyla harmanlanmış, kırık bir ses tonuyla sordu... Evet, bana bütün yaşadıklarını, acılarını, uğradığı aşağılanmaları geçirebiliyordu bu an. Başarmak istediği buysa başarıyordu işte... Bütün sevdiğim kadınlardan gizlediğim ve garip bir korkuyla savunduğum karanlık yanıma dokunabiliyor, onun kapısını öfkeyle zorluyordu... Vahşetim, çaresizliğim, köleliğim ismimin arkasına sakladığım ve görülmesinden korktuğum, utandığım bütün duygularım, bütün korkularım, bütün saplantılarım o gizli yerdeydi işte... Ve o bunu çok iyi biliyordu. Beni bu hayatta, şu birkaç saat önce tanıdığım kimsesiz, işsiz, evsiz, bu itilmiş siyah derili kadın kadar gerçekten tanımak isteyen kimse çıkmamıştı karşıma... O bugüne dek sevip bağlandığım ve hep 'az zarar' verdiğini düşündüğüm ve bununla kendimi avuttuğum bütün kadınların ortak ruhu, ruhlarının toplamıydı sanki... Kendisini kaybetmişcesine ve yıllar öncesinden, bütün geçmişimi bilircesine bakıyordu bana... Birden fermuarını çözdü, pantolonunu aşağıya indirdi. Sonra da külodunu çıkarttı. Beni nasıl aşağılayacağını biliyordu, ama öfkesini kontrol edemiyordu da: 'Hadi gel, gir içime, hadi hakkındır, beni evine aldın ya, beni o soğuk sokaklardan kurtarıp getirdin ya buraya, gir içime hadi...' diye bağırmaya başladı... Karanlık yerimin bu denli zorlanması öfkeden deliye döndürmüştü beni. Ona tam, 'Yeter artık, yeter, bitir bu oyunu, ' diye bağırırken, cinsel organının çevresinde, kasıklarında, karnının altında derin sigara yanıklarını fark ettim... İşte o an da öfkem gülünç geldi bana, gülünç ve acınası... O ise adeta acıyla kıvranarak ve soluk soluğa, kendiyle konuşmaya devam ediyordu. 'Gir içime, ama sigara söndürme oramda, duyarlı yazarsın ya sen de içime gir, hadi...' Yıllardır biriktirdikleri dökülüyordu ağzından. Yavaşça koluna girdim. Yatağına kadar götürdüm. Hatırladığı her şey onu bitkin düşürmüştü. Pijamasını giydirdim. Üzerini örttüm, gözyaşlarını sildim... 'Hadi içime gir, içime girmiyorsan, gömleklerini ütülerim, bulaşıklarını yıkarım istersen, ' diyen dudaklarını susturdum. Yüzünü hiçbir zaman unutmamak için ona bütün benliğimle, ruhumla baktım. Sevdiğim kadınlara verdiğim bütün o 'az zarar'lar onun yüzünde kaskatı, tesellisi imkânsız bir acıya, acının gerçek, sahici imgesine dönüşmüştü. Eğildim ve o acıyı öptüm, dudaklarım parçalansın, bu acı beni ne yapacaksa yapsın ve ben artık böyle kalmalıyım, diye öptüm... Odama çekildim sonra. Ben de onun kadar bitkin düşmüştüm. Sıkıntılı bir uykuya daldım. Sabah uyandığımda ilk fark ettiğim yanımdaki yastığın üzerindeki en yeni ve en gözalıcı şeyi olan fularıydı... Yastığa boylu boyunca uzatmıştı gökkuşağı rengindeki fularını. Yanımda küçük bir de not vardı: 'Her şey için sağ ol. Giderken uyandırmaya kıyamadım. Seni daha fazla rahatsız etmek istemiyorum. Hem yazarların herkesten daha çok yalnızlığa ihtiyacı vardır. Senden ricam, biraz daha umutlu, iyimser şeyler yaz. Benim gibi insanların buna çok ihtiyacı var...' Sonra o gider sesini yıkardı Telefonda saatlerce seviştiğinden O diye biri vardı galiba Ağzı da iyice vardı galiba Gece çiçeklerinden bir orman Pejmürde atlar pahasına. Bira içerken saçları uzun Parmakları korkunç ve kalabalık Bir gece Aksaray'da hiç unutmam Yüzümü ellemisti galiba Denize doğru gittikçe artan Bir yüz benim yüzümdü olsa olsa. Yakasında kocaman bir düğme Sevinci bitiştirince acıya Ayıran kuşkuyu inançtan Yağmurun yağması iyidir Bir çerkez mızıkası gibi rengarenk İki adet kuş çantasında Benden selâm söyle Hırçın Dede'ye Yazıktır, yoğurdu yola dökmesin... Hem akla zarardır, hem de mideye Şahlanıp Zemzem'e Kola dökmesin.. Zirveye yükselmek pak niyet ister Hem tevazu hem de ciddiyet ister Yalanı anlarsa halk diyet ister Sağdan tırtıklayıp sola dökmesin.. Sabreylesin sabır eziyet değil Korkutmak, ürkütmek meziyet değil Vaziyeti makbul vaziyet değil Şaşırıp çorbayı küle dökmesin.. Hırçın Dede belki çığırdan çıkar Cehennemi sıvar, cenneti yıkar Huy beller huzurdan/sükûndan bıkar Telaşla sirkeyi bala dökmesin.... Şov yaparak küçültmesin kadını Tarih ”yalancıdır” yazar adını Değiştirmez ırmakların tadını Aman ha şekeri sele dökmesin.. Zaman böyle, hiç kimseye yâr olmaz Muza nar aşısı yapsan nar olmaz Hayalden, rüyadan asla kâr olmaz Hayatı remile, fala dökmesin.... İpsala'nın farkı mı var Şırnak'la? Ne kazanmış hatır/gönül kırmakla? Buralardan kum toplayıp tırnakla Götürüp Sina'da çöle dökmesin.... Deniz midir, derya mıdır ha bu su Yeğlemesin damla damla kâbusu Sularımız memleketin namusu Götürüp Fırat'ı Nil'e dökmesin.. Kan değil, çiçeği koklasın biraz Ve kendi kendini yoklasın biraz Aldığı haberi saklasın biraz Ne duyarsa hemen dile dökmesin.. Gün olur ki kapalıdan korkar O Gün olur ki sopalıdan korkar O Amma her an kipa'lıdan korkar O Sakın yaptıkların rol'e dökmesin.. Duydum aklı çarşaflara dolaşmış İstismarı mongolyaya ulaşmış Yüzüne attığı çamur bulaşmış Söyleyin katranı güle dökmesin.. Tevir/tüvür huy katıyor huyuna Sırtlan postu giydiriyor koyuna Müslüman’ın gusül-abdest suyuna Palavra katmasın, hile dökmesin.. Ölçsün laikliğin boy ve posunu Geçmişine 'uslamlasın' 'us'unu Elindeki devrimcilik sosunu Şaşırıp çuvala-çula dökmesin.. Yanlışları, hataları savunsun Bizi değil, öteleri savunsun Savunursa çeteleri savunsun Memleketi hâlden hâle dökmesin.... 19.11.2008 Ankara En ayıp sözcüklerle soyardım bedenini, Düşlerimin teriyle kirletir, En sabırsız, en iştahlı, en yabancı yanımla girer, Arzularımın kanıyla kirletirdim onu. . Oysa kötülendikçe, kirlendikçe yüreğinden Işımaya başlayan Hissettiğim en kırılgan bedendi seninkisi . Biterdi sonra her şey... Asıl serüveni başlardı bedeninin, Çekilir bir köşeye seyrederdik... . Ayıp, kirli, kötü Ne varsa, Teninin içindeki pencerelerde yanan kutsal bir muma dönüşürdü... Çekilir bir köşeye seyrederdik Kimi, boşlukta sızar asude; Kimi, bekler gecelerden seheri.. Farkı yoktur gecenin gündüzden, Ne çıkar yanmasa ufkun feneri Tunç taslarda içerler kaderi Bu ecel şerbetinin bekrileri. Kim bilir, belki giden yolcuların Bu sefer son seferi Sisli gözlerde cihetler silinir, Kimsenin kimseden olmaz haberi Ne semavatı görürler, ne yeri Bu ecel şerbetinin bekrileri. İçlerinden biri vardır ki aba Bilerek sırtına çekmiş kederi Yolda lakin onu dimdik yürütür Belde imanının altın kemeri Gecenin, gölgelerin şaheseri Bu ecel şerbetinin bekrileri. Seslenir da’veti bir meçhulün; Bir nida der: İleri! Ki nihayet bir ilahi gecenin Kapısından süzülürler içeri Ve aşarlar o karanlık kemeri Bu ecel şerbetinin bekrileri Bu düzenli yaşamalar olmasa diyorum Bu sabah kahvaltıları demli çaylar Kızarmış ekmek dilimleri Sonra giyinmek bir şey umarak aynalardan Sonra düşmek yollara son otobüse yetişmek Sonra çalışmak akşama kadar Sigara dumanları beylik konuşmalar Dört yanın taştan heykellerle dolu Kime seslenirsen sağır Ne yana bakarsan bir beyaz duvar Sonra kulaklarında bu şehrin uğultusu Alabildiğine bir bezginlik yüreğinde Sonra o geçmek bilmeyen saatler Sonra akşam Sonra paydos Sonra yalnızlık Sonra keder Bir gece başımızı alıp gitsek diyorum Bir deniz kenarı mı olur Bir dağ başı mı olur Kaçsak bu kalabalıktan Bir yer bulsak kendimize Düzenli yaşamalardan uzakta Bir yanımızda şehrin ışıkları Bir yanımızda kucak dolusu yıldızlar Orada hiç yemesek hiç uyumasa Hiç düşünmesek yarını Sonra unutsak sıkıntısını günlerin Gecenin karanlığını Sonra bıraksak kendimizi sevgiye erdemliğe mutluluğa Her nefes alışta duysak yaşadığımızı Sonra kaybolsak bu özgürlükte Bu hazda Bu derin aydınlıkta Sonra sabah Sonra paydos Sonra kurtuluş Sonra ölüm Atlarla. Uzun bacaklı evrensel atlar Bunlarla gelişiyor sevdamız anlatılmaz Çocuklarla, kuşlarla, ağaçlarla. Büyüyen, uçan, dal budak salan. Yalnız aşkta rastlanan o seçkin nokta.. Sen kadınsın ya büsbütün soyunuyorsun Sana vergi, atılacak her şeyi kolayca çıkarıp atmak Öptüğün gibi dünyanın bütün adamlarını bu arada beni Uzanıp öpüyorsun ya atları çırılçıplak Ne oluyorsa işte o zaman oluyor.. Sen ağzını ilave edince atlara Birdenbire oluyor bu, şaşırıyoruz Korkunç bir güzellik halkların havasında Birden ötesine geçiyoruz varmak istediğimizin Ayır ayırabilirsen hangimiz kadın, hangimiz erkek. ELDE VAR İNSAN. Ne varsa gördüğün hayattan yana Bulan da insan ahh- yıkan da insan Bu dünyada başka suçlu arama Yapanda insan ahh bozan da insan. Bir düşün yıllarca taptıklarını Uğrunda hesapsız yaptıklarını Bir topla bir çıkar aldıklarını Verende insan ahh- çalan da insan. Sen bensin -ben senim yabancımız yok Kendimizden başka yalancımız yok Ne acı kimseye inancımız yok Seven de insan ahh söven de insan. www.ahmetselcukilkan.net Nuh'un gemisine bühtan edenler, Yelken açıp yel kadrini ne bilir? O Süleyman kuş dilini bilirdi, Her Süleyman dil kadrini ne bilir? . Arap atlarında olur fırkalar, Kimi sarhoş yürür, kimi ırgalar. Zibilliğe inip konan kargalar, Has bahçede gül kadrini ne bilir? . Dünya benim diye zenginlik satan, Helâl ekmeğine haramlar katan, Sonradan sonraya beğliğe yeten, Zalim olur, il kadrini ne bilir? . Karac'oğlan der ki: Belim büküldü, Ağzımın içinde dişim döküldü, Nuh Nebî'nin haddesinden çekildi, Saz çalmayan tel kadrini ne bilir? Yorgun bir hasretle dönersen bir gün Beni burda değil kalbinde ara! .. Ne kadar yıkılmış olsan da o gün Beni bende değil kendinde ara! .. Saçında beyazlar taradığın gün Maziyi yeniden aradığın gün Hıçkıra hıçkıra ağladığın gün Beni gözyaşında gözünde ara. Siyaset meslek olur, insanlar keneleşir Büyükler fil-gergedan, küçükler süneleşir Ruhlara perçinlenen kelepçeler çözülmez Günler uzar ay olur, haftalar seneleşir.. Kuşlar mı ki çok şey denildi şair dilinden. Yüzlercesini suladık gölgesinde sevdanın dokuduk gönül yumağında renklerini. Gizimizi bildiler de ihanetlerini görmedik hiç ılık bir öpüştü türküleri. Kuşlar mı ki şimdi çok uzak yüksekte öpsen büyüyemezsin ki. ihanet ettik türkülerine baharın Döndün mü benden yüzü dönesi Verdiğin ikrara saldım ben seni İkrarı boynuna kement olası Verdiğin ikrara saldım ben seni. Zemheride yağan karlar erimez Aşk atına binen gönül farımaz İkrar birdir iki yere verilmez Verdiğin ikrara saldım ben seni. İkrar verdim ikrarıma güderim İkrarsız dilberi ya ben n'iderim Varıp bir ikrarlıya şefaat ederim Verdiğin ikrara saldım ben seni. İkrar verir ikrarından dönücü Arayıp da kendi gibisin bulucu Bak sonunda gelsin hakkın kılıcı Verdiğin ikrara saldım ben seni. Uzun yaylana da çıkmayım derdim Soğuk sularını içmeyeim derdim Serden geçip senden geçmeyim derdim Verdiğin ikrara saldım ben seni. Pir Sultan Abdal'ım ahirim aman Münkirin göynünden gitmesin güman Şefaat etmesin o ahir zaman Verdiğin ikrara saldım ben seni Az dikkat etsene memedim Sokaklardan toplayıp attığın Taş değil yüreğin Haste-dilem,cefakeşem Ah nidem nidem nidem Yaktı beni firag-u gam Ah nidem nidem nidem. Yaktı beni çü hasretin Firkat ü can ü zahmetin Olmasa ger inayetin Ah nidem nidem nidem. Hecr ile yandı bu ciğer Derdile can neler çeker Sabır gerek yahut seher Ah nidem nidem nidem. Milket-i dilde şah idem Derdile nice ah idem Gözyaşını güvah idem Ah nidem nidem nidem. Gerçi bügün NESİMİ'yem Haşemi'yem,Kureyşi'yem Bir sanemin esiriyem Ah nidem nidem nidem Aşiret çocuğuyam adım Küheylan Kızılca kıyamet yaylasında doğmuşam Koyaklarda kartal uçurmuşam, kurt kovalamışam, adam vurmuşam Onursuz yaşanmaz demişem Rezil rüsva etmemişem kendimi böceklere Yavri yavri Bu yüzden dik bakaram adamın yüzüne Bu yüzden böyle hoyrat kalmışam Asi bir Küheylanam Anam rüzgar, babam gurbet Bin yıldır bu koğuştayam Diz çöktürmez beni hasret Seni sevmişem Bir kekliğin sesini üzmekten sakınır gibi Seni sevmişem Gururlu dağ çiçeklerini göğsüme takınır gibi Ben sazımı kılçadırların boynuna asıpta öyle gelmişem buraya Yavri yavri Ölürsem iradi ölürem Harlanmış bir kılıca alnımla dokunur gibi Asi bir Küheylanam Gözlerini benden ayırma Kırılıp düşerem sonra kimse bakmaz yarama Bana ne getirmişen Cico Karda çürümüş sümbül soğanlarımı Yoksa tozkaldıran taylarımı Dargeçitlerdemi kanatmışan O göçebe sevdamızın yamacına Şimdi kimler konmada söyle Yavri yavri Söyle kınalı kuzun nerde Onu hangi soysuzun sürüsüne katmışan Asi bir Küheylanam Mahmuz vurma döşüme Delerem bu duvarları delerem Jandarma kavuşmaz peşime Benki dipsiz uçurum boylarında Paramparça olmuş ölmemişem Benki huysuz nehir yataklarında Yaralarımı çamurla sıvamışam Nasıl sığaram düşündünmü Şu altı adımlık tosbağa voltasına şimdi Yavri yavri Dağları çıldırtan öykümü Ben bu demirlere dişlerimle yazmışam Asi bir Küheylanam El süremezler yeleme Bırak yırtılayım bırak, gem vurma benim dilime Hüznün duvarlarında Sıvası dökülmüş bir yer vardır bilirmisen Yavri Bilirmisen çiçekler çentik çentiksolar Bu gevur ölüsü akşamlarda Bırak gözyaşlarımın açtığı çukurlar öylece betonda kalsın Donansın peşime bi metelik etmez bu sırtlan adımları.Donansın Yavri yavri Şapkam namusumdur Koma buralarda koma Tespihim dağılmasın Asi bir Küheylanam Kesmez beni bu acılar Beni vursada bu puştlar Ancak sırtımdan vururlar Yavaş sessiz senin buyruğunda toplanır altın yavaş sessiz Yavaş sessiz senin buyruğunda dağılır buğday yavaş sessiz Yavaş sessiz senin buyruğunda bölünür halkın ekmeği. Seninle hızla kararır bozulur ipek seninle hızla Hızla düğümlenir bulanır su seninle Körlenir seninle hızla emeğin tarihi. Ve seninle yavaş yavaş çıkar bakıra kuvarsa tunca yavaş yavaş Acının uzun uzun yazılan adı. İşte gidiyorsun Merdivenlerde bir ölüm sessizliği Kül rengi yağmurlar sokaklarda Üzerinde en çok sevdiğim ceketin En acısı Unut gitsin der gibi ıpıslak kirpiklerin Ve ilk defa Bu kadar aceleci Ellerin ayakların gözlerin Söylenecek ne varsa bitti -doğrudur- Artık bu saatler Kanadı kesik bir sevdanın Kalemi kırık bir aşkın Ve sayfaları yanık bir romanın sonudur….. İşte gidiyorsun Ellerinle açtığın bütün kapıları kapayarak Hayat verdiğin odalardan gölgeni de alarak Ve sürgüne verip bütün düşlerimi Dağ gibi bir adamı yakarak Anlıyorum bu suskunluk Bir aşkın açılmamış son mektubudur Geride bıraktığın Saksıda bir gelin çiçeği Masada küskün bir anahtar Yüreğimde parmak izlerin Ve cevapsız yüzlerce sorudur. İşte gidiyorsun Dikerek gözlerime o mağrur bakışlarını Yıllardır düşlediğin zaferi kutlayarak Ve masum bir veda gibi sokulup Ellerinle yüreğimi parçalayarak Tarihte bugün Aylardan Eylül Günlerden hüzün Saatlerden ondur Sen kazanmayı Ben kaybetmeyi seçtim Anlıyorum Bu ikimiz için artık sondur. İşte gidiyorsun Ve biliyorsun Birazdan sol yanıma düşeceğim Yaramın olduğu yana Vurduğun yere yani Ne de olsa ayrılık acıdır zordur İşte karşında Ağır yaralı bir adam Bir avuç gözyaşı Ve ihanet makamında bir şarkı Suç mahallinde Senden kalan son delil budur Git hadi git vazgeçilmezim Şunu bil ki Dünyada bütün mezarlıklar Senin gibi vazgeçilmezlerle doludur…. ('Erkekler Hep Yalnız Ağlar' kitabından) www.erkeklerhepyalnizaglar.com ww.ahmetselcukilkan.com.tr Hak cihana doludur Kimseler Hakk'ı bilmez Onu sen senden iste O senden ayrı olmaz. Dünyaya inanırsın Rızka benimdir dersin Niçin yalan söylersin Çün sen dediğin olmaz. Ahret yavlak ıraktır Doğruluk gey yaragtır Ayrılık sarp firaktır Hiç varan geri gelmez. Dünyaya gelen göçer Bir bir şerbetin içer Bu bir köprüdür geçer Cahiller onu bilmez. Gelin tanış olalım İşi kolay kılalım Sevelim sevilelim Dünyaya kimse kalmaz. Yunus sözün anlarsan Ma'nisini dinlersen Sana bir amel gerek Bunda kimesne kalmaz Su istemeye geldiler çocuklar Kumsalda çimerken farımışlar Mayolarıyla geldiler En arkada sarışın şipşirin Olsun olsun dört yaşında bir oğlan Güler su veriyor onlara. Ben de olsam onlara daha ne verebilirim ki Musluktan taşan su seslerine karışan O cıvıl cıvıl seslerini cankulağıylan Dinlemekten başka? Olamıyorsan Mecnun Leyla'dan ırak Seni sende, dünyayı dünyada bırak. Aşk yolunda yürüme izni çıkarsa, Yürümeli gözsüz ve dilsiz bir çırak! . (Hayyam'ın Türkçe Yüzü-Türkçe Yeniden Yazan-Yalçın Aydın Ayçiçek-Can Yayınları) Bir kızın kocaman gözlerinde gördüm bulutların dağlara sessizce çöküşünü Çocuksu susuşları gördüm, kırılan sevinci Ve kalbimi puslu yamaçlardaki pusulara saldım çobanlar çoktan inmişlerdi ovaya bense yapayalnız bir ağaçtım doruklarda Harelenen sularda bir yanık kokusu ve uzun boyunlu bir kızın gülümseyişi Işık zamana bağlı zamansa onun kocaman gözleridir artık Anladım tarih de yazılmaz bir aşkın sayfalarına düşmüyorsa gün Yalnızdım, yapraklarım dökülmüştü bir bir deryalara savrulup çöllere düşmüştü Bir duman tütüyor yine hangi kent yandı hangi sokakta vuruldu sevgilim Bir demet menekşe bir avuç toprak burkulan bir yürek miyim hep Sesimde bir yanma bir kekrelik uzayıp giden bir çöl yalnızlığı Gazeteleri okumuyorum başım dönüyor sulanmamış çiçekler gibi kuruyor her şey her şey bir yolculuğun hüznünü taşıyor gidip de gelmemek üzere bütün yüzler Puslu yamaçlarda bir çakal gölgesi bir dağ suskunluğu yürüyor kentlere yenilen biz miyiz yoksa aşklar mı bir kızın kocaman gözlerinde görüyorum savrulan küllerini ömrümüzün Bu kenti ayrılıklar yıkacak birgün biliyorum Ölümden şikâyeti yok ölüp gidenlerin ama bir kızın kocaman gözlerinde yangınlar çıkıyor Acılar dehşetli kinlendiriyor beni Kabarıp duruyor içimde, kabarıp duran bir okyanus yurdumu arıyorum batık bir tekne değilim yurdumu arıyorum kızgın küller ortasında Anladım işi, sanat Allah'ı aramakmış; Marifet bu, gerisi yalnız çelik-çomakmış... Cahit ki bu hasta düzende sağlıklı bir kanserdi Cahit ki haksızlığa karşı üreyen höcrelerdi. Yorgun develer gibi çöktüğü Dormen şölenlerinde bile 'Siz paranızı, ben kendi kendimi yerim,' derdi.. Cahit zaten azalarak yaşayanlardan değil Çoğalarak ölenlerdendi Düşüncem var, dağlar kadar Deli olmak işten değil Bende kış, alemde bahar Deli olmak işten değil. İşiten yok, ağla bağır Tanrı dilsiz, alem sağır Düşünceler öyle ağır Deli olmak işten değil. Arzu, o bitmeyen yarış Kara toprak sona varış Ömür dediğin bir karış Deli olmak işten değil. Sonsuzluğa giden gemi Sürükler de düşüncemi Vehim sarar her gecemi Deli olmak işten değil. Karanlık mal oldu bana Gerçek hayal oldu bana Dostlar! bir hal oldu bana Deli olmak işten değil “Eski güzel şeylerden değil, yeni kötü şeylerden başlamak gerekir.” -Water Benjamin-. Göç geçer.... Geçer ayrılıklar baladı. Siyah bir orman olur gençliğimiz. Bize böyle pay kalır. Bize böyle pay kalır.... Ağla sömürgem... Belki dönemem! Oralarda usul usul talazlanan nehirlerde yaz kalır; kış yanar, düş üşür yüreğimde. Ağlarım, gözyaşım beyaz kalır.... Sonra askerler yeniden kuşatırlar aşınmış kaleleri. Bin “hawaar “parçalar gecenin döşeğini. Ocaklar iniler, yas büyür, orta yerde kan kalır; Dıngılava’da peştamallı çocuklar havuzlara işerler; gözlerinde bir mahmur özlem kalır.... Derken bir Ankara, bir poyraz beni döve döve içeri alır. Yollar da giderek uzaklaşır... Giderek uzaklaşır. Fahişeler terli kasıklarıyla sabaha uğurlanır, kuşlar inkâr edilir, gökyüzü yağmalanır; ben büyürüm bu kederle kalbim uslanır.... Ağla sömürgem! Ağla ve kucakla kumral delikanlını. Buralarda çatılmış bir tüfeğim böğrümde taflan kalır. Şimdi Kızılay’da oturmuşum hasretin kancasında; geçer zaman, geçer yıllar, günlere bir yeni hazan kalır.... Ağla sömürgem... Sen hep mağlup bir ağlayışta, ben uzak susarım bu mağlubiyet için hep anlayışta. Bak, çöpçüler bu geceyi de piç edip süpürdüler. Ben ise haber değeri bile olmayan bir haykırışta, özleminle hâlâ bir yakarışta.... Ağla, ben de ağlarım gözyaşlarım özlemine az kalır. Buralarda nem var; nem varsa sende kalır! Daha çağırırken beni, anı bile kalmaya tenezzül etmeyen dağ dorukları, sömürgem yaslar durur sesime kırgın ayrılıkları…. Ben gittim ve yittim! . Oralarda usul usul talazlanan nehirlerde yaz kalır, yaslarım günleri yüzüme gözyaşım beyaz kalır. Burada yıllar küfürle uğurlanır. Ben büyürüm içindeki haylaz çocuk uslanır… Ve günler geçer, herkes gider, pistler boşalır; sahnede bir kurtlar, bir ben bir klasik dans kalır.. Ağla sömürgem... Buralarda döne döne- mem! Artık bir yeşile dolmasak da anılardan haz kalır. Sen de bir zaman duyarsın bir gün bir taze mezar kazılır:. A r d ı n d a b i r d a ğ ı n ı k g a z e l i l e, k ü l i l e A n k a r a ’d a b i r ö l ü y ı l m a z k a l ı r... Aylar tepe, yıllar dağ zincirleri Zirveler aşarsın haberin olmaz. Dur-durak bilmeden doğuştan beri Mezara koşarsın haberin olmaz.. Emanete 'benim' diye bakarsın Boş kalınca suya kazık çakarsın Sırat köprüsünde yatar kalkarsın Ateşe düşersin haberin olmaz.. Salıncak kurarsın mor bulutlara Körpe tay bağlarsın kör umutlara Muhkemdir kulluğun canlı putlara Kıblesiz yaşarsın haberin olmaz.. Yokluğa mı, sonsuza mı yolcusun Yollar tehlikeli, Allah korusun Koca kâinatta bir damla su'sun Kaynarsın, taşarsın haberin olmaz.. Ekim -1992 (Akıl Karaya Vurdu) Rüzgar eser çoban ateşleri Dört bir yana serpişir Yağmu ciser yıldızlar ıslanır Hasret ile kıprışır . Dağlar küser tozlu yamacında Can can ile çarpışır Benim canım kim bilir nerede Taş yastığa ağlaşır . Yollar tozar yayla çocukları Kuzu gibi meleşir Hasret uzar kardelen yüreği Kar altında titreşir . Kuşlar uçar turnam yaralıdır Boyun büker bekleşir Benim yaram nevroz ateşinde Yana yana depreşir Ben bu gönül tezgahında Aşk dokudum, aşk okudum Erenlerin dergahında Aşk okudum, aşk dokudum. Her güçlüğü bile bile Göznuruyla, sabır ile Yumak yumak, çile çile Aşk dokudum, aşk okudum. Bir ömür yana yakıla Yazdığım sığmaz akla Acımadım kırkdört yıla Aşk okudum,aşk dokudum. Sevgi insanlığın özü Odur aydınlatan bizi Hak yolunda oldum terzi Aşk dokudum, aşk okudum.. Günahından, sevabından İçtim aşkın şarabından Uluların kitabından Aşk okudum, aşk dokudum. Aşk için şan da, şeref de Okudum saplı bu hedefte Yıllar yılı bir gergefte Aşk dokudum, aşk okudum. Ümit Yaşar aşkla bende Kötülük olmaz sevende Bu can kaldıkça bu tende Aşk okurum, aşk dokurum. Ömür dediğiniz nedir? Üç gün hilal, üç gün bedir Haftaya boş kalır sedir Say bir karış, say bir adım Geçti gitti, anlamadım. . Her türlü nimet sofrada Yığın yığın dert sofrada En uzun mühlet sofrada Say bir içim, say bir tadım Kaçtı gitti, anlamadım.. Denizde kayıktır umut Yaralı geyiktir umut Ürkek üveyiktir umut Say bir lokma, say bir yudum Uçtu gitti, anlamadım.. Dakikalar yazlık, kışlık Saatlerde mi yanlışlık İklim mevsim tek karışlık Say bir dondum, say bir yandım Göçtü gitti, anlamadım.. Bembeyaz düşler topladık Bitmemiş işler topladık Bebek gülüşler topladık Hızar kurdu itimadım Biçti gitti, anlamadım.. (Akıl Karaya Vurdu) ündöndü ve bakla tarlalarında sevişmelerin pomakçasını öğreniyorum o korkunç hazzını duyuyorum toprağı doyuma kavuşturmanın ve hâlâ anlatılmaz bir cinsel koku buharlaşıyor göğsümün kıllarından anımsadıkça pomak sevgilimi On sekizindeyim ve tip'i övmekten suçlanıp sürülüyorum Okudukça aşık, aşık oldukça daha çok okumaktayım bu aylar biraz ayten biraz süeda ayları bunlar kurutulmuş çiçek mevsimleri yani yıllar sonra daha iyi anlaşılıyor o kaçak şevişmlerin tadı. Fabrika bacalarından yağlı bir duman ağıyor göğe çiziyor İlk gençliğimin haritasını. AHMET TELLİ hiçbir kelimesini kullanmıyorum eski hikayelerimin. yeni sözlerde yıpranmış şeyler vardır. toz, buğu ya da kir. nasıl sevinirse bir kedi, bir karanfil. her mevsim kendini kendi yağışına yedirir. buluttur bir bakıma yağmurun anavatanı.. işte benim dönüp dolaşıp Anadolu’ya yağışım bundandır.. eylül ’99, cihangir Rüyalar bile geceleri bekler Gizlice görünmek için Yüreğimdesin, saklısında içimin Gizlice sevgilim. Kimse bilmesin üzgünlüğümü Taşırım ölümüm gibi bu duyguyu En gizli kuytularında ömrümün Bir yer var gizlice sevgilimin uyuduğu. Gizlice sevgilim, yaşam kadar acı Canımı tutuşturan özlem gibi Özlüyorum derin yokoluşta Gizlice sevgilimi İki ayaklıydı, konuşuyordu “İnsandır” dediler, ben inanmadım. Kediye benzettim, artık yiyordu “Aslandır” dediler, ben inanmadım.. Fala baktı, aynalara bakmadı Hayalimde müspet iz bırakmadı Başköşeye bağdaş kurdu, kalkmadı “Mihmandır” dediler, ben inanmadım.. Her gün bir kılıkta gördüğüm oldu Şüpheler beynimde kördüğüm oldu Yaşını-başını sorduğum oldu “Civandır” dediler, ben inanmadım.. Dedim, soyu kalsın, töresi nasıl? Verdiği sözlerin firesi nasıl? Şeytanla, Deccalla arası nasıl? “Düşmandır” dediler, ben inanmadım.. Yediği arpaya hile katardı Kızarsa yıldıza tekme atardı Şeceresi katırdan da beterdi “Safkandır” dediler, ben inanmadım.. Arada bir kürsülere çıkardı Nara vurur yeri/göğü yıkardı Uzak görür, uzaklara bakardı “Bakandır” dediler, ben inanmadım.. Tapular kestirdi toprağa, ota Ayırdı namına binlerce kota Yediği naneye, kırdığı pot’a “Destandır” dediler, ben inanmadım.. Özünü yokladım özünde nur yok Dilinde edep yok, sözünde nur yok Kalbinde itikat, yüzünde nur yok “Sultandır” dediler, ben inanmadım.. 7 Ağustos 1995 (Yasaklı Rüyalar) Kader, beyaz kağıda sütle yazılmış yazı; Elindeyse beyazdan, gelde sıyır beyazı! .. “Ölüm gelecek ve senin gözlerinle bakacak.” -C. Pavese-. I Kanatlanır, kanatılır bütün boşluklar. Aynalar her gün bir başka yalan söyler ve kalınır geride çizilmiş hayatlardan, geride yağmurlardan ve çığlıklardan.. Herkes çizer boşluğunu…. II Her aşk başlarken pembe, ayrılıkta rengi siyah yalnızlığın…. (Herkes arar pembesini. Oysa kendinden ötesi yoktur; kimse sevmez yalnızlıkta gölgesini…). III Herkes sever doğumunu; kim sever ölümünü? . Herkes sever doğrusunu; kim sever yanlışını? . Herkes susar ayıbını. Herkes susar ayıbını…. IV Herkes bilir gitmesini. Bir zaman öğrenirsin gideni sırtından öpmesini. Herkes yaşar hasretini…. V Herkes geçer gençliğini Herkes…Buğusunda anıların yitirir kekliğini…. VI Herkes yaşamakla suçlu, aşkıyla hükümlüdür; herkes doğarken ölümlüdür.. Herkes ölür ölümünü; göğe salıp düşlerini, salıp tenini, nefesini bırakır ceketini.. Herkes bırakacaktır ceketini… Temiz gömleğimi giydim talimden sonra Ayaklarını yıkıyor çeşme başında erler İşte sen öyle bir serindin Tuzladan kaptılarla inerken şehre Ne güzel şey sivil denmesi çıplağa Ve gün-açık penceresinden meşelerin Yamacın kuytusuna sokulmuş mavi Ufacık bir parça deniz gibiydin. Şipka bibirleriyle konmuş okulun camlarına Arnavut köyünün o muhacir güneşi İşte sen öyle bir cumartesiydin. Sahanlıkta saçlarını tarıyor kızlar Raylar ondan böyle kıvılcımlanıyor Köşeleri dönerken önlükleri altından Dünyaya başlar gibi aybaşlarının kokusu Kalkan al tranvaydın ergenlik durağımdan. Meyvahoşun orda bir sabahçı kahvesi Gün ağarmıştı ama ben günaydın dedim İşte sen öyle ışıklı bir yerdin Bilmiyordum hiç burda bir fırın olduğunu Diz çöktüm asfalta, baktım aşağı, üüüü'üh... İşçiler ateşler ay çörekleri Ve kılıç gibiydi taze ekmek kokusu... Dağıttık evel-allah yalnızlıkları. Yaşamak düğünse, sen orda gelindin Seni soydum, Güler, dünyayı giyindim Afrika dediğin bir garip kıta El bilir âlem bilir Ki şekli bozulmasın diye Akdeniz'in Hâlâ eskisi gibi çizilir Haritalarda Soruları sor da cevap isteme Biz ne bilek ağam, hökümet bilir. Süt beyaz mı, limon sarı mı deme Biz ne bilek ağam, hökümet bilir. . Yirmi iki milyon asgari ücret Çalışan bir kişi, sekiz baş külfet Ye öl, yemeden öl, otuz gün mühlet Biz ne bilek ağam, hökümet bilir. . Solculuğun üstün meziyetini Yönetimin halka eziyetini BÇG'nin durum vaziyetini Biz ne bilek ağam, hökümet bilir. . Siyaset mi? Sorun Güngör Yekta'ya Yeni din mi? gidin Agah Oktay'a Belki suçtur nokta desek noktaya! Biz ne bilek ağam, hökümet bilir. . Beden nerde, baş nasıldır ayak kim? Çavuş kimdir, onbaşı kim, yamak kim? Kesintisiz kargaşaya dayak kim? Biz ne bilek ağam, hökümet bilir. . Ne dövizden ne dolardan anlarız Ne semerden ne yulardan anlarız Ne zehirden ne klordan anlarız Biz ne bilek ağam, hökümet bilir. . Okuyan değiliz yağıp eselim Dedelek değiliz ahkâm keselim En doğrusu dinleyelim, susalım Biz ne bilek ağam, hökümet bilir. . İşler bacanağa, yeğene kalmış Memleket güdene, sağana kalmış Elmanın görevi soğana kalmış Biz ne bilek ağam, hökümet bilir. . Vesayet var imiş, ''var'' diyemek ki Tıbben sabit köre ''kör'' diyemek ki Enflasyon azıtmış ''dur'' diyemek ki Biz ne bilek ağam, hökümet bilir. . Yarasa kuş mudur, arı yılan mı Vaatler cılk mıdır, sözler yalan mı Sırtımıza vurdukları palan mı Biz ne bilek ağam, hökümet bilir. . Laiklik yemeyle doyar mı karın Bilmeyiz bugüne uyar mı yarın Buzluklar sıcak mı, hamam mı serin Biz ne bilek ağam, hökümet bilir. . Senfoniye girsek hani paramız Çağdaşlıkla açık kaldı aramız Sırtımızda var mı, yok mu yaramız Biz ne bilek ağam, hökümet bilir. . Ekmekte, ayranda irtica var mı? Yukardan bir baskı, bir rica var mı? Muhtardan bekçiye iltica var mı? Biz ne bilek ağam, hökümet bilir. . Doğru mudur, güvercine kuş desek? Suç olmaz mı, zemheriye kış desek? Gücenirler ıslak yola yaş desek Biz ne bilek ağam, hökümet bilir. . Demokrasi varsa nerede yaşar? Hukuk bağımsız mı? .. O bizi aşar Vurgun, soygun, rüşvet nereye koşar Biz ne bilek ağam, hökümet bilir. . Kadir beyin cömerdini hasını Göz doyuran Sibel Can'ın dansını En büyük babanın laf mirasını Biz ne bilek ağam, hökümet bilir. . Kime güceniriz, kime küseriz Bir karpuzu kaç dilime keseriz Nerde yoruluruz nerde susarız Biz ne bilek ağam, hökümet bilir. . Bulatıldık bir kez durulmak ayıp Çalış, didin amma yorulmak ayıp İtiraz günahtır, darılmak ayıp Biz ne bilek ağam, hökümet bilir. . İbadete tavır, inanca hudut ''Eskiyi unut da, yeni yolu tut'' Dağıtır her gelen dağ boyu umut Biz ne bilek ağam, hökümet bilir. . Hayatımız bir çözülmez bilmece “Of! ..” çekeriz, topu topu tek hece Hangi düşü göreceksek bu gece Biz ne bilek ağam, hökümet bilir . Oğlum Murat üç ay önce dişlendi Masum yavrum dişlenirken fişlendi! Sabıkası kaç deftere işlendi Biz ne bilek ağam, hökümet bilir . (Yasaklı Rüyalar) Üç beyinsiz kafanın derdine, üç milyon halk Bak nasıl doğranıyor? Kalk, baba, kabrinden kalk! . Diriler koşmadı imdâdına, sen bâri yetiş... Arnavutluk yanıyor... Hem bu sefer pek müdhiş! . Tek kıvılcım kabarıp öyle cehennem kustu: Ki hemen kol kol olup sardı bütün bir yurdu.. O ne yangın ki: Ocak kalmadı söndürmediği! O ne tûfan ki: Yakıp yıktı bütün vâdîyi! . Âşinâ çehre arandım... O, meğer, hiç yokmuş... Yalınız bir kuru çöl var ki, ne sorsan: Hâmûş! . Âşinâ çehre de yok hiçbirinin yâdı da yok; Yakılan bunca hayâtın, hani, ecsâdı da yok! . Yoklasan külleri, altından, emînim, ancak Kömür olmuş iki üç parça kemiktir çıkacak! . Baba! En sevgili annen, o senin öz vatanın Olacak mıydı fedâ hırsına üç kaltabanın? . Dedemin sürdüğü, can ektiği toprak gitti... Öyle bir gitti ki hem: Bir daha gelmez ebedî! . Ne olurdun bunu kalkıp da göreydin acaba? "Meşhed"in beynine haç saplanacak mıydı baba! . Ne felâket: Dönüversin de mesâcid ahıra, Hırvat´ın askeri tepsin çıkıp üstünde hora! . Bâri bir hâtıra kalsaydı şu toprakta diri... Yer yarılmış, yere geçmiş, şühedâ türbeleri! . Nerde olsam çıkıyor karşıma bir kanlı ova... Sen misin, yoksa hayâlin mi? Vefâsız Kosova! . Hani binlerce mefâhirdi senin her adımın? Hani sînende yarıp geçtiği yol "Yıldırım "ın? . Hani asker? Hani kalbinde yatan Şâh-ı Şehîd? Ah o kurbân-ı zafer nerde bugün? Nerde o iyi? . Söyle, Meşhed, öpeyim secde edip toprağını; Yok mudur sende Murâd´ın iki üç damla kanı? . Âh Meşhed! O ne? Sâhandaki meyhâne midir? Kandilin, görmüyorum, nerde? Şu peymâne midir? . Ya harîminde yatan,şapkalı sarhoşlar kim? Yoksa yanlış mı? Hayır, söyleme, bildim... Bildim! . Basacak mıydı, fakat, göğsüne Sırb´ın çarığı? Serilip yerlere binlerce şehîdin sarığı,. Silecek miydi en alçak neferin çizmesini? Dürtecek miydi geçen, leş gibi her lîmesini? . Ya şu üç parçalı bayrak dikilirken tepene, Niye indirmedi, kim çıktı bu halkın önüne? . Hani, milletlere meydan okuyan kavm-i necîb? Görmedim bir kişi, tek bir kişi meydanda...Garîb! . Hani, haysiyyetinin gölgesi çiğnense eğer; -Olmadan üç kişinin, beş kişinin, hûnu heder-. Kahraman gayzı yatışmaz, kanı coşkun efrâd? İşte haysiyyet-i kavmiyye muhakkar, berbâd! . Hani "Nâ-mahreme ben söyliyemem kızlarımın, Karımın ismini... Hem öldürürüm, sorma sakın! . Diye, tahrîr-i nüfûs istemiyen er kişiler! Hani, göstermediler eski celâdetten eser; . Fuhşu i´lâya koşan bir sürü nâ-merd öteden, Ne selâmlık ne harem dinlemeyip çiğnerken! . Hani, ey kavm-i esâret-zede, muhtâriyyet? Korkarım,,şimdi nasîbin mütemâdî haybet! . Hani, ey unsur-i bî-râbıta, istiklâlin? Ebediyyen, sanırım, söndü bütün âmâlin! . Hani "Başkım" cıların kurduğu yüksek hülyâ? Seni yıllarca avutmuş da o mel´un rü´yâ,. Uyumuştun... Ya uyansaydın eder miydi tebâh, Mülkü, birdenbire âfâka çöken kanlı sabah? . Karadağ haydudu, Sırp eşşeği, Bulgar yılanı, Sonra Yunan iti, çepçevre kuşatsın vatanı.... Târümâr eyleyiversin de bütün ordumuzu, Bizi kovsun elimizden alarak yurdumuzu.. Kimsesiz ailelerden kimi gitsin bıçağa Kimi bin türlü fecâ'atle çekilsin kucağa.... Birinin ırzı heder, diğerinin hûnı helâl... İşte, ey unsur-i isyan, bu elîm izmihlâl,. Seni tahrîk eden üç beş alığın ma´rifeti! Ya neden beklemiyordun bu rezîl âkıbeti? . Hani, milliyyetin İslâm idi... Kavmiyyet ne! Sarılıp sımsıkı dursaydın a milliyyetine.. "Arnavutluk" ne demek? Var mı şerîatte yeri? Küfr olur, başka değil, kavmini sürmek ileri! . Arabın Türke; Lâzın Çerkese, yâhud Kürde; Acemin Çinliye rüchânı mı varmış? Nerde! . Müslümanlık´ta "anâsır"mı olurmuş? Ne gezer! Fikr-i kavmiyyeti tel´în ediyor Peygamber.. En büyük düşmanıdır rûh-i Nebî tefrikanın; Adı batsın onu İslâm´a sokan kaltabanın! . Şu senin âkıbetin bin bu kadar yıl evvel, Sana söylenmiş iken doğru mudur şimdi cedel? . Artık ey millet-i merhûme, sabâh oldu uyan! Sana az geldi ezanlar, diye ötsün mü bu çan? . Ne Araplık ne de Türklük kalacak aç gözünü! Dinle Peygamber-i Zîşân´ın İlâhî sözünü.. Türk Arapsız yaşamaz, kim ki ’ yaşar’ der delidir, Arab’ ın, Türk ise hem sağ gözü, hem sağ elidir. . Veriniz baş başa; zîrâ sonu hüsrân-ı mübin: Ne hilafet kalıyor ortada billâhi, ne din! . "Medeniyyet! " size çoktan beridir diş biliyor; Evvela parçalamak sonra da yutmak diliyor:. Arnavutlar size ibret olacakken, hâlâ, Ne bu şûrîde siyâset, ne bu fâsid da´vâ? . Görmüyor gittiği yanlış yolu, zannım, çoğunuz... Size rehberlik eden haydudu artık kovunuz! . Bunu benden duyunuz, ben ki, evet, Arnavudum... Başka bir şey diyemem... İşte perişan yurdum! ... (Babam Fâtih müderrislerinden İpekli Hoca Tâhir Efendi merhumdur ki, benim hem babam, hem hocamda. Ne biliyorsam kendisinden öğrendim. Şiirin daha iyi anlaşılmasına merhumun da rahmetle anılmasına vesîle olur diye şu haşiyeyi yazmaya mecbur oldum.) Aldırmadan derde gama Sevmek de hoş sevilmek de Dünya fani derler ama Sevmek de hoş sevilmek de. Husumet def olup gitsin Hoşgörü her şeye yetsin Haset, nefret, öfke bitsin Sevmek de hoş sevilmek de. Asıla edersek rucu Elbet kaçmaz ipin ucu Ayırmadan şucu bucu Sevmek de hoş sevilmek de. Soruyorsan gaye nedir Atan kalbe aşk dedir Bu his hak dan hediyedir Sevmek de hoş sevilmek de. Can cananı bulsun artık Herkes nasip alsın artık Parolamız olsun artık Sevmek de hoş sevilmek de. Azrail kapıyı çalsa Benzimiz sararsa solsa Bir nefeslik ömür kalsa Sevmek de hoş sevilmek de. Sevgi güldür amma solmaz Sevenin vadesi dolmaz Sevemeyen adam olmaz Sevmek de hoş sevilmek de Bir kez gönül yıktın ise Bu kıldığın namaz değil Yetmiş iki millet dahi Elin yüzün yumaz değil. Bir gönülü yaptın ise Er eteğin tuttun ise Bir kez hayır ettin ise Binde bir ise az değil. Yol odur ki doğru vara Göz odur ki Hakk'ı göre Er odur alçakta dura Yüceden bakan göz değil. Erden sana nazar ola İçin dışın pür nur ola Beli kurtulmuştan ola Şol kişi kim gammaz değil. Yunus bu sözleri çatar Sanki balı yağa katar Halka matahların satar Yükü gevherdir tuz değil Akşamı getiren sesleri dinle Dinle de gönlümü alıver gitsin Saçlarımdan tutup kor gözlerinle Yaşlı gözlerime dalıver gitsin. Güneşle köye in, beni bırak da Küçüle küçüle kaybol ırakta Şu yolu dönerken arkana bak da Köşede bir lahza kalıver gitsin. Ümidim yılların seline düştü Saçının en titrek teline düştü Kuru yaprak gibi eline düştü İstersen rüzgara salıver gitsin Bu derede, bu bulutun gölgesi, Yalnızca bir anlıktır. Bir daha tekrarlanmaz asla, Dere gider bir yana, Bulut gider bir yana, Sen kalırsın ortada.. Son vapurda, bir kadına rastlar, Kibarca gülümsersin. Kaybettin, geri gelmez artık, Vapur gider bir yana, Kadın gider bir yana, Kalbin kalır ortda.. Yalnızca bir anlıktır mutluluk. Sevdalar, heyecanlar; Hepsi bir anlık. Kalansa, tortusudur hayatın, Yalanlar ve acılar; Bir de yalnızlık.. Hey koca Yusuf! Yusuf'cuk, ah yusufçuk! . Rüzgarlara savurdun hep, şarkını. Herkesten saklandın, Her şeye gücendin durdun. Yoruldun, İflah etmezsin sen.. Ömrün gitti bir yana Hüznün gitti bir yana, Şiirin kaldı ortada... varsın bulsun sizi diye uçurdum merhabamı güvercinlere. Ben sizleri dostlarım her zaman sevdim Yanınızda olmasam da Katılmasam da sazlı sözlü günlerinize Katmasam da kahkahamı kahkahanıza Hep sizlerle birlikte başladı sabahlarım Ben sizleri dostlarım Her zaman sevdim Ben nice ayrılıklar gördüm ömrümce Kuşlar gördüm; kırılmış kolu, kanadı Ayrı düşmüş sevdiğinden kuşlar gördüm Hiç bir ayrılık bana bu kadar komadı . Ayrılığın bir ağrıdır vurur şakalarımda Ve büyür gözlerimde bir okyanus kadar Derinden ses verir içimde bir tel Sonra, birdenbire kırılır, kopar . Yeryüzü çekilir altından ayaklarımın Geçer başıma çöken bir tavan gibi gökyüzü Durmadan çalınır kulaklarımda Şarkıların en hüzünlüsü . Seni alıp uzaklara giden otobüs Benim üzerimden geçer hışımla Devrilir, bakakalırım ardından Bir sel gibi akan gözyaşımda... . Artık ne yapsam boş, teselliler faydasız Karanlık gitgide en derinlere çeker beni Çaresiz, bütün sokaklarında bu şehrin Böyle perişan beklerim dönmeni . Dolaşır birbirine yorgun ayaklarım Ellerimi koyacak bir yer bulamam Nereye gitsem, en koyusu acıların Ne yana baksam, çıldırtan bir akşam . İstesem ben bu ömrü, bu talihi istemem Böyle durup durup senden ayrılmak varsa Orada bir mezar kazılır benim için Ayrılığın nerede başlarsa. garson masa iyi manzarayı değiştir sırası mı mehtabın yıldız yağmurunun bu gece yalnızım onlar gelmeyecek sapa bir yerindeyim umutsuzluğumun hava soğuk olmalı ağaçlar bütün duman eğer bulabilirsen ölü bir kar getir beyazlığı kalın bir su gibi uzayan bu gece yalnızım onlar gelmeyecek batan bu köhne şilebde ne işleri var. çünkü battım kasa boş ne para ne çek çünkü bütün telefonlar ısrarla alacaklı bu gece yalnızım onlar gelmeyecek hani o sarışın kirpikleri saçaklı yanağını viski bardağıyla serinleten sonra nilay hani kafayı buldu mu ağlar cam yeşili yasemin cıgara dumanı nursen batan bu köhne şilebde ne işleri var. garson masa iyi manzarayı değiştir büyük şimşek çakmalı gök gürültüsü filan şöyle dalları kıran şakırtılı bir yağmur köpek havlamaları bulut karanlığından zehir bulabilir misin çabucak öldürecek artık arsenik mi olur siyanür mü olur hangisi olursa olsun hepsi işime yarar yoksa bir tabanca bul bir avuç mermi getir bu gece yalnızım onlar gelmeyecek batan bu köhne şilebde ne işleri var Israrına kandım diyemezsin, çok geç. Bir anda inandım diyemezsin, çok geç! Kor nerde ki? Bir baksana küller soğumuş... Ateş gibi yandım diyemezsin, çok geç! Gece: Normal zamanda seslerin durma vakti Gece: Sinsi kalplerin düzensiz vurma vakti Gece: Örtünmesidir aslında her tarafın Gece: Darbecilerin resmen kudurma vakti…. 11 Eylül 2007/Vakit Aşklar mı diyordun, anladım Senin incindiğin, benimse Yollara düştüğümdür yeniden. (Çocuksun Sen) Sen uykusuzluk nedir bilir misin Tırnaklarınla yastığını parçaladın mı Gözlerini tavana dikip Düşündüğün oldu mu bütün gece Ve bütün bir gün Belki gelir ümidiyle bekledin mi hiç? Gelmeyince Seni aramayınca Ölesiye ağladın mı? Sonra çekilip en koyusuna yalnızlıkların Ona ait ne varsa Bir bir hatırladın mı. Sen günden güne erimeyi bilir misin Dev bir ağacın vakarı içinde ölmeyi Bir teselli aramayı Issız parklarda, tenha sokaklarda Ve bütün şehir uyurken uzaklarda Deli divane yollara düşüp Yaşlanmış bir köpek gibi Eskimiş bir gömlek gibi Atılmışlığını hissettiğin oldu mu Sevmekten Günler geceler boyunca yürümekten Elin, ayağın, kalbin yoruldu mu. Sen yalnızlığın acısını bilir misin Unutulmak bir hançer gibi saplandı mı sırtına İçinde kıskançlığın zehirli çiçekleri açtı mı Bütün gururunu çiğneyip Sevdiğinin geçtiği yollarda Bastığı toprakları eğilip öptün mü Sen çaresizlik nedir bilir misin Sen yokluk nedir gördün mü Yanan başını Duvarlara vurup parçalamak geldi mi içinden Sen her gün bin defa öldün mü. Böyleyim diye ayıplama beni Bir gün kendimi Sonsuzluğun koynuna bırakırsam Yaralı ve yenik bir asker gibi Darılma Unutma ki Her seven adsız bir kahramandır Unutma ki İnsan; sevebildiği kadar insandır. Hangi yağmur dağları silip-süpürüp gitmiş Hangi ölü sağları silip-süpürüp gitmiş Asırlar diz mi çöker ayların eteğine Hangi gün var çağları silip-süpürüp gitmiş.. 14.06.2007/Vakit 293 Yetmişiki millet ve o kadar din buraya, Benim milletim yalnız aşkla girer sıraya. Nedir kâfir, müslüman; nedir o sevap, günah? Amaç Sensin, bunları Sen de sokma araya! düşünüyorum da, dünyada büyüyen ne varsa, bir an tutunabiliyor yetkinlik noktasında; şu koca sahnede sergilenen tüm oyunlarsa, gizliden gizliye hep yıldızların etkisinde. bakıyorumda, bitkiler gibi çoğalıyor insanlar, aynı gökten açılıyor ya da kapanıyor yolları; gençlikte kabarıyor, inişe geçince sönüyorlar, silinmeye başlıyor akıllardan gösterişli günleri. o görkemli gençliğin geliyor gözlerimin önüne; savruk zaman belki çöküşle tartışmaya girdi bile, gençlik gününü, karanlık geceye döndürsek mi diye. AMA SEVGİN UĞRUNA ZAMAN'LA SAVAŞI SÜRDÜREN BEN, YENİDEN AŞILIYORUM SANA, O NE GÖTÜRÜRSE SENDEN... Sen olmazdın Tanrı'nın adaleti şaşmasa Seni tarif mümkündü lisanları aşmasa Daha binlerce güzel yaratırdı sıradan Seni yaratıyorken bu kadar uğraşmasa Ne kadar da güzelmiş akşamleyin ağlamak Her gözyaşı damlası bir rüya çeşmesidir Böylesine içten mi bakarmış insana gök Bulutları karadır unutulmuş bir tenin Toprak desen, rengârenk bir yalnızlık, bin umut Hıçkırmak, en vefakâr çiçeğin yaprağında Bulmakmış o efsunlu yıldızını gecenin. Kırmızı önce bahar, sonra tahtında ömrün Saba Melikesi’nin kıskandığı bir hayal Kızılay’da kuşların bembeyaz kanatları Karanlık dağıtmasın diye efkârımızı İnletir Kocatepe önünde o kırılgan Son koşuyu bekleyen doludizgin atları Alevdir, Ankara’dan ayrılırken kırmızı Aç artık dost kollarını Gel ey dostum yavaş yavaş Yol karlık gözüm görmez Gel ey dostum yavaş yavaş. Haydar-ı şah senin adın Bilirim sende muradım Çok peygambere uğradım Gel ey dostum yavaş yavaş. Bir su içtim derin gölden Hiç ayrılmam ben bu yoldan Arif olan anlar halden Cahillerden bilen yoktur. Pir Sultan'ım konar göçer Halini bilene açar Misafirler gelir geçer Eğlenip de kalan yoktur Hayli geç bir zamanda Nice uğraştan sonra Ulaştım istasyona Son tren kalkıyordu . Toplayıp tüm gücümü Özleyip bir düşümü Uzattım ellerimi Kapalı kapılara. Bin bir güçlükle Tutundum demirlere Büyük bir adım attım Giden merdivenlere . Bindim en sonunda Son trenin O en son vagonuna Biletim bile yoktu . Ödeyip cezasını Umuda geç kalmanın Ayakta da olsa Çıktım son yolculuğa İÇİM İÇİME SIĞMIYOR. Havanın dumanlı Vaktin dar olduğu bir zamanda Bu sözü bir gül gibi bıraktın yüreğime: “İçim içime sığmıyor! .” Şimdi sana dairim Ölesiye tutkulu Ölesiye şairim. Tarihe gömüyorum acıyı ve ölümü Yenilgiyi zafer şarkılarına Çünkü sen geldin; kumrular geldi İçim içime sığmıyor Umurumda mı sanki ayrılık trenleri Ay tutulması, rasathaneler Aşkın değerini düşüren darphaneler Başbakanın Amerika evleri Umurumda mı sanki. Sen geldin; çöllere yağmurlar geldi Bana göre değil Küba’nın çiçekleri Yeni bir skandal senaryosunda Şaşkın bir İngiliz prensesinin Yıkılan hayalleri. Bana göre değil kavga Uygarlığın kriz noktalarında Gurbet kokan bir hayatım var benim 93 harbinden kalma sokaklarında İkindi sonrası sirenler çalar Eritir dağların kirli karını Susuz bir denizde hırçın dalgalar Deler karanlığın kulak zarını . Sen geldin; vefakâr duygular geldi Yakamozlar oynaşıyor sularda Benim de sırlara ermek çağımdır Buzlar vadisinde bir gelin, sevda Sevda benim özgül ağırlığımdır. Sen geldin; güvertelere Umut yükleyip boşaltan gemilerin Hindistan cevizi kırdığı kırdığı limanlarda Ermiş kaptanlara muhabbet duyan Meczup tayfalar geldi İçim içime sığmıyor Çünkü hem sen geldin; hem bahar geldi. NURULLAH GENÇ/ Rüveyda’dan I. Yağmur dalgın bir efkâr giyinir Ekim’de. Kumrular sokağı‘*nda çekilmiş bir diş gibi kalırım; çekilmiş bir diş gibi Diyarbakır’dan.... Ağrırım, bağırırım aldırmaz! . İlle de gökkuşağı giyinir gökyüzü her Ekim’de.... II. Kumrular sokağı bir kente uzayıp gider. Gökkuşağım, ayrılığım, ömür ki eskir ve aşka uzayıp gider…. Tırmalarken göğsümü sabrın sancısı, yalnızlığın kül tadıyım; bakarım, yağmur utanmaz bulutundan, hasretin üvey adıyım…. III. Kumrular sokağında efkârın adıyla bir akşamüstü; gövdesine tutunmuş dal, dala tutunmuş serçe, telaşlı, o da kendince… Sonra aşklarda kül, camlarda perde; usulca harlanır sevişmeler de.... IV. Kumrular sokağında andlara hep bol geldim, küfürlere dar. Dönüp baktım, ne göreyim, yağmalamış gençliğimi yargıçlar! . Desene Sivas’ın kırık sazıyım, kendimin ayazıyım, kalbimde ölü çocuklar… Tufanlar ardımda ve buruşuk anılar. Nedense hiç uslanmamış bozgunlar.... V. Oysa haklı ve haksız bütün kitaplar yazılmıştır. Susuşlar eskimiş, küfürler edilmiştir. Biliyorum, yalnızlıktan öte dostun yok insan; insan ki bozuk paralarda bozgundur, yenilmiştir.. /Şimdi bilekleri kesik bir intihardır yaşam…/. VI. Düştüğü yerde tanımazken kendi suyunu yağmur; biliyorum, aynı dalda gül bile anlamaz dikenini. Anlasana, anlatamaz kimse yıkımını başka yıkıma. Cudi’de napalm, Datça’da ıssız koylara, New york Şırnak’a anlatılmaz. Her gün yanar söner yanar söner kasvetimle bin ateş; ölüm, dirilere anlatılamaz.... VII. Bilirsiniz her sokağın bozuk bir sicili vardır ve utancı sokakların, günleri şehvete fedâ eden şizofren babalardır. Gözlerinde yalnızlığı bir hançer gibi saklayan kadınlardır.. Sonrası sokakların, bozkırlardır, hani bir ak tay düşüyle uzayıp gider ve rüzgârların ıslığıyla göklere teğet geçer.. Oysa kumrular sokağı bir kente uzayıp gider; gökkuşağım, ayrılığım, ömür ki eskir ve aşka uzayıp gider…. VIII. Daha sevginin herkesten şikayeti var. Daha herkes kendi sanıklığıyla kör, tanıklığıyla yargıç. Bu yüzden söz, bitmiştir.... Gökyüzü mü? O, kırgındır, kirletilmiştir…. . *Kumrular sokağı: Ankara’da bir sokak. Hayat hattında acemi tayfalardık. Ne avunduk sevinç müsveddeleriyle; aşktan ikmale kaldık.... Bak her sabah bağıran yeni sabaha, artık iklimler değişmiş, kuşlar da gitmiş, tenimde eski ateş, gözlerimde fer bitmiş; heybetli dağlar arasında göğümde yıldız yitmiş.... Sen hâlâ anılarımın en beyaz yanısın. Sen, buğulu bir camın ardından izlediğim hayatın yarısısın... Sen, sağanakla gelen sabahlarda çok eski… Çok eski bir şarkının adısın.. Daha adamlar şehirlere otomobillerle, geceler anılarla birlikte gelir. Silûetin giderek uzaklaşır, düşler de kilitlenir ve efkârım bir yaralı ayrılıktan beslenir.. Kimse bilmez, yıllar yılı hep aynı beyazla gezmek nedendi? Olsun, yirmi yıl seni özleyerek yaşlanmak da güzeldi! . Çünkü sen, buğulu bir camın ardından izlediğim hayatın yarısısın... Sen sağanakla gelen sabahlarda çok eski… Çok eski bir şarkının adısın. Döndüm lê gûle batman’a vardım. Batman’dan diyarbekir’e bir bilet aldım. Kara tren bozuldu silvan düzünde. O yalan yollarda hasretle kaldım…. Batman garında altı donuk yüz... Çığlık ve hınç böyle topraklar boyu; gökyüzünde turnalar ve gri... Ay ışığı geceyi ayartacak birazdan. Batman garında altı donuk yüz.... Birinci yolcu soluksuz; sanki ayazlarda yaralı bir geyik göğsü. İkincisi sevdalı: ‘Sen beni bir kez olsun sevmedin/Habar saldım gecelerde gelmedin,’ gibi kahır yüz. Üçüncüsü bir kadın:De ki şakağında dolunay Dicle’nin.Dör- düncüsü tekmil temsili bakış, sanki kurşunlanmış bir türkü Tendürek dağla- rında.Beşincisi kandırılmış çocuklar gibi; yükü yatağı, kasketinde ter. Altın-cısı ben; dağlı yaralar, yaralı dağlar gibi... Batman treni bir feryat gibi gardan çıkıyor.Terli akşam alacası trene vuruyor, tren yollara... Ay öksüz bir geceden geçiyor ve biz, öksüz bir gecede ayın altından geçiyoruz...Gecenin terli göğsünde bir deli türkü: “Ahmedê lê vayêê / Hesênê lê vayêê! ”Bu türkü... Bu ne türkü? Türkü değil, çığlık bu; göğünden koparılmış gibi mavinin...O mavi? Ulan o bizim mavi! Mavide eşkıyalar da yitirmişler tüfeklerini.... Boş vagonlar yollara düşmüş batman düzünde. Gecenin göğsünde bir deli türkü... İşte Gevaş, uzaklarda yarasıyla susuyor, geride şark çıbanıyla Batman’ın göğsü, Silvan düzünde ateşler yanıyor... Bir ihtiyar: “Biz ne doğ- muşuk ki” diyor: “Ne ölek kardaş! ”Batman treninde altı donuk yüz...Çığlık- lar oturmuş gözlerinde büyüyor…. O saat Sirkeci’de martılar, aç çocukları o uzak suların. O saat Beyoğlu hınca hınç, Kızılay sersem! O saat nasılsın Yalova feribotu, Buca dolmuşu, Üs- küdar iskelesi? O saat Bodrum kalesi daha sperm kokuyor... Çingene çadırların- da çengi çalıyor... O saat Köln’de bir mülteci sessizce hıçkırıyor...O saat gece- de son orospu bir türkü tutturmuş rüzgâra kaşı... Bir adam Adana’nın bulvarın- da kusuyor... O saat Artvin’de bir öğretmen gecikmiş düşlerini dövüyor… . O saat tarihin alnında ter, insanlık vahşetin gözlerine baka baka susuyor...O saat gecede bir kahpe kurşun, Diyarbakır’ın göğsünde bir adam düşüyor! . “Boşuna çırpınma gökyüzü: Yurdum kadar ağlayamazsın…” Biraz kül, biraz duman, O benim işte... Kerem misali yanan, O benim işte... İnanma gözlerine ben ben değilim Beni sevdiğin zaman, O benim işte... Düşünün, ben ne büyük bir rütbeye tutkuluyum, Çünkü O'nun kulunun kölesinin kuluyum. en böyle bakıp durmayacaktım, dili bağlı, İslâm’ı uyandırmak için haykıracaktım. Gür hisli, gür îmanlı beyinler, coşar ancak, Ben zâten uzun boylu düşünmekten uzaktım! Haykır! Kime, lâkin? Hani sâhipleri yurdun? Ellerdi yatanlar, sağa baktım, sola baktım; Feryâdımı artık boğarak, na’şını, tuttum, Bin parça edip şi’rime gömdüm de bıraktım. Seller gibi vâdîyi enînim saracakken, Hiç çağlamadan, gizli inen yaş gibi aktım. Yoktur elemimden şu sağır kubbede bir iz; İnler «Safahât»ımdaki hüsran bile sessiz! . İstanbul, Teşrînievvel 1335 (Ekim 1919) Nasıl_niçin delisi aklı susturmakta iş; Sırtında binlerce yük namaza durmakta iş... 1978 bileydim lâyık olmadığını yürür müydüm yollarında. sen birazı tereddüt birazı kan ve gurur acılarla beslenen bir zakkum çiçeğisin. oysa hep ışıl ışıl hep rengârenk göründün bulutların ardında anlayamadım yeşil sadece zehir dumanlı gözlerinde özlem sadece tûfan. her akşam kefen giydi yüreğim kollarında her gece bir giyotin rüyalarım hıçkırık kâbuslarım ölümdü ellerin yavaş yavaş beni bataklığına beni isyana gömdü. şimdi kopardım urganlarını dostluğum da sensiz, düşmanlığım da ırmak ikiyüzlü akar mı sandın güneş karanlıktan korkar mı sandın git, seninle gitsin pişmanlığım da. bileydim lâyık olmadığını yürürmüydüm yollarında geceleri bir ıslık penceremin altında birileri beni çağırıyorlar (yoksa yanılıyor muyum) koşup bakıyorum kimseler yok sarayburnu'nda sis düdükleri mektuplarım kayboluyor posta kutusundan birileri çalıyor ama kim geçen akşam yağmuru değiştirdiler yumuşak başlamıştı tatlı ve ılık nasıl olduysa kestiremedim az sonra sülfirik asitti gökten yağan (cam iplikleri halinde yağıyor değdiği yeri eriterek duman duman). biryerlere gidecek oluyorum ardımda birileri hayal meyal varla yok arası cigaralarını avuçlarında saklamış gözlerinde aynalı güneş gözlükleri (bilmem yanılıyor muyum) daha dün geceyarısı telefonda birileri fakat konuşmuyorlar bir bubi tuzağı sessizliği hüküm sürüyor türlü olasılıklarla yüklü olağanüstü iri bir o kadar da tehditkar (bilmem yanılıyor muyum) beni dehşete düşürmek istiyorlar. nasıl oluyor anlamıyorum gece yayın bitmiş televizyonu kapamışım ekranda ansızın birileri kapalı demir bir kapı gibi suratları gözleri ateş saçıyorlar gözlerinde tarifsiz bir hışım bıyıkları zifiri karanlık ele geçirebilirlerse beni öldürmek besbelli maksatları (yanılıyor muyum neyim) yanlış bir mıknatıs fırtınası içindeyim şişe yeşili şerare atlamaları şurup kırmızısı çakıntılar sağım solum her tarafım elektrik korkuyorum korktuğumun bilincindeyim birileri şalteri indirdi indirecek işim bitik Şiir bir cennet bahçesi Girmeyene anlatılmaz. Cennet nedir, bahçe nasıl? Görmeyene anlatılmaz.. Şair gülü, şükür gülü Yaprak yaprak dokur gülü Her mısradan fikir gülü Dermeyene anlatılmaz.. İne gönül, kalka gönül Hep doğruya baka gönül Hak vergisi.. Hakka gönül Vermeyene anlatılmaz.. Şiir toprak kokusudur Şiir damla damla sudur Ermişlerin duygusudur Ermeyene anlatılmaz.. Şairler sultanı Yunus Her sözü yüz defa yumuş Aşk bağına dergâh kurmuş Varmayana anlatılmaz.. 10.06.1984 (Beşinci Mevsim) Mehmetçiğe yağan kar, sizlere de yağar bir gün Anaların tükrüğü sizleri de boğar bir gün Her ırmak, mecrasına akacaktır sonunda Sanmayın ki şu güneş batıdan doğar bir gün.. 09.10.2007/Vakit Sen şimdi dalgınlıklarına kaç, mürekkep balıgı gibi... Kalbindeki o eski sevdaları bir gölge gibi kullan. Çırpınan sevgini korumak için durmadan yüz degiştir, ama unutamazsın yüzünüYüzün ki, senin rakibin... Yüzün ki, kalbini hiç saklayamaz... Yüzün ki, aşkına rakip... Sen şimdi dalgınlıgına kaç, mürekkep balıgı gibi... Hasretin kançanağı gözlerinde oturuyorsun; seni soruyorum hiçbir şey bilmiyorsun…. Hep bir çağlayan gibi senin sevdana aktım; sen ise sularını kaçıran bir nehir gibi uzaktın.... Tükenişi bir aşkın, bir nehrin tükenişine benzer. Ne deniz olabildin, ne nehir kalabildin.... Kendin ol, kendin ol… Sen buysan başkası ol! . Buysan kederden öleceğim, başkası olursan de kimi seveceğim? . /Ne Diyarbakır anladı beni ne de sen; oysa ne çok sevdim ikinizi de bir bilsen.../ Gittiğin yerlerden dönmedin geri Yollara rest çektim isyanlardayım Kırıldı sonunda sabrımın teli Yıllara rest çektim isyanlardayım. Beklenen yarınlar kaybolmuş dünden Ümitler selamı kesmişler benden Nasılsa hayır yok gelecek günden Kadere rest çektim isyanlardayım. Bu benim talihim sözüm yok sana Payımı aldım ben sevdadan yana Hasretinden başka ne verdin bana Sana da rest çektim isyanlardayım Ne zaman seni düşünsem; Bir keder basar içimi, kapkara... Aklıma o eski günlerimiz gelir, Ağlarım sensiz geçen dakikalara.. Ne zaman seni düşünsem; Gözlerimden bir hüzün bulutu geçer. Beni mahkum etti sensizliğe. Bu nasıl bir ömür, bu nasıl kader? . Ne zaman seni düşünsem; Demir atar içime özlem yüklü bir gemi. Rıhtımda seni arar gözlerim, bulamaz Yokluğun yine zindan eder her gecemi.. Ne zaman seni düşünsem; Can verir denizlerimde martılar. Omuzlarımda hıçkırır bir kadın, Dudaklarında unuttuğumuz şarkılar.. Ne zaman seni düşünsem; Seninle uçup gider en güzel zamanlarım. Bu kocaman, bu hissiz, bu sefil dünyada Sensiz yaşanmıyacağını anlarım. Şamdanları dolanınca eski zaman sevdalarının Başlar ay doğarken saltanatı sultan-ı yegahın Nemli yumuşaklığı tende denizden gelen ahın Gizemli kanatları ruhta ölüm karanlığının Başlar ay doğarken saltanatı sultan-ı yegahın. Yansıyan yaslı gülüşmelerdir karasevdalı suda Bülbüller kırılır umutsuzluktan yalnızlık korusunda Eylem dağılmış gönül tenha çalgılar kış uykusunda Ölümün tartışılmazlığı nihayet anlaşılsa da Başlar ay doğarken saltanatı sultan-ı yegahın. Bir başkasının yaşantısıdır dönüp arkamıza baksak Çünkü yaşadıklarımız başkasının yargısına tutsak Su yasak rüzgar yasak açık kapılar yasak Belki bu karanlıkta yasakları yasaklasak Başlar ay doğarken saltanatı sultan-ı yegahın Kalkarım her sabah kötü bir günde Yüreğim zindanda, sevgim sürgünde Engeller yol vermez, gelemem oğul! . Taşırım başımda başıboşları Konuşur karşımda mezar taşları Diriler dil vermez, bilemem oğul! . Tecellim çiledir, çeker giderim Gözyaşı selinde akar giderim Dostlarım el vermez, kalamam oğul! . Hasretim göl göldür, hicranım nehir Toprağım kor ateş, havam som zehir Arılar bal vermez, alamam oğul! . Ben aşka koşarım, aşk beni vurur Yaklaştığım deniz içimde kurur Bahçeler gül vermez, gülemem oğul! . Bayramlar kurşundur, canımda kalır Yazdığım tebrikler yanımda kalır Postacı pul vermez, salamam oğul! . (Suları Islatamadım) Sarkilardan cikip geldi bir esmer ansizin Koyu renk gözleri cildirasiya hüzünlü Bir esmer geldi pencerelerden kapilardan Bir esmer geldi kokularla, baygin Dökülmüs bir kadeh gibi Kopmus bir gerdanlık gibi Bir esmer geldi darmadagin. Bir esmer geldi diyorum size Tüy tüy Isil isil Kapkara saclari alnina düsmüs Öylesine öpülesi dudaklari Öylesine alimli Öylesine aska cagiran Sarkilardan masallardan romanlardan Beste beste Satir satir Bir esmer geldi duman duman. Esmeri hüzzam makaminda seviyorum Bir kemanin telleri inliyor icimde Bir kadin ut calip sarki söylüyor Sevdali sesiyle cok dokunakli Esmerle gözgöze geliyoruz Ben ürpertiler icinde tutkun, isimis Oysa korkulu düsler icinde aglamakli. Bir sigara yakiyorum Parmaklarimi yakiyorum Al sana iste gördün mü Mazot döküp denizlerinide yakiyorum Istanbul'un Demek ki ben kundakcinin biriyim diyorum Esmerde bir telas bir heyecan Onun bu haline bitiyorum. Simdi hep gölgedeyim gölgede Bir esmer gölgede Ellerimizle gözlerimizle hüzzam yasamaktayiz Sirtimizda kamcilar sakliyor vahsi, doru Bir alanda simdi onunla dörtnalayiz. Ergec tamamlayacagiz birbirimizi Bir yerde bir bütün olacagiz Umulmadik sonlarin özlemi icimizde Ve o biryerimizde Burgu burgu sancisi özlemlerin Derinlerde ta derinlerde Ergec bir bütün olacagiz. Daha güzellesecek dizleri esmerin Sacları daha bi kara olacak Daha bir güzel Daha bir hüzzam Gitgide aydinlanacak güclenecek Gözlerinde piriltisi pirlantalarin Dudaklarinda sarkilarin en güzeli Birgün geldigi gibi esmer Sarkılarla gidecek Güzel olan her günü seninle tekrar tekrar yaşamak erimek yarını olmayan zamanlarda durdurmak bir yerde bütün saatleri bütün kuralları kırıp parçalamak sonra varmak o yerlere mevsimlere dur demek kar yağarken çiçek açtırmak ağaçlara güneşi bir akşam saatinde tutup bırakmamak sonra doldurmak ayışığını kadehlere delicesine içmek ve unutabilmek her şeyi ansızın sevmek seni en yücesiyle sevgilerin birlikte geçmiş, gelecek bütün çağları aşmak güzel olan sevmek seni Tanrılar gibi seninle Tanrılaşmak. Bir gün bu akan sele dur diyeceğim göreceksin ne bu şehirler kalacak ne bu duygusuz sürü bu korkunç kalabalık her vapur seni getirecek bana bütün istasyonlarda seni bekleyeceğim kapılar sana açılacak senin için söylenecek şarkılar şiirler senin için yazılacak her evde bir resmin her meydanda bir heykelin olacak ve sen kimi gün bir rüzgar gibi kimi gün denizler gibi, bulutlar gibi kopup ötelerden, ötelerden yalnız bana geleceksin bir gün bu akan sele dur diyeceğim göreceksin. Ben eskimeyen tek güzelliği sende gördüm sende buldum erişilmez hazları yanında sıyrıldım korkulardan, yalanlardan duyguların en ölmezini sende duydum susuzluğum dudaklarında dindi yalnızlığım ellerinde çoğu gün unuttum açlığımı sende doydum ilk defa seninle bütünlendim, anlıyor musun anladım yaşadığımı her nefes alışta seninle geçtim bütün zamanlardan seninle var oldum eridim seninle bir sonsuz çalkanışta. Boynunda bir yer vardır ben bilirim ne zaman oradan öpsem değişir gözlerinin rengi yanar dudakların, terler avuçların dökülür kapkara bir aydınlık gibi omuzlarına saçların gitgide artar kalbinin vuruşları bir musiki halinde dünyamı doldurur ansızın bütün sesler kesilir zaman durur bir başdönmesi başlar o en yükseklerde her gün seninle yeniden varoluruz eriyip kaybolduğumuz yerde.. Sesini duymadığım gün yaşanmış değil açan çiçek değil öten kuş değil yüzünü görmediğim gün içimde yıldızlar sönük güneşler güneş değil seni sevmediğim gün seni anmadığım gün olacak iş değil. balıklar denize muhtaç çiçekler toprağa ve suya umutsuz yaşamıyor insanlar dal yapraksız olmuyor meyva ağaçsız Tanrı bizsiz Tanrı değil biz Tanrı'ya muhtacız ve ben de sana muhtacım sevdiğim su gibi, ekmek gibi adın dudaklarımda bir sabah uyanınca nefes alabilmek gibi. Her günüm seninle geçsin o güneşe en yakın kimsenin varamayacağı bir dağbaşında uçsuz bucaksız uzak denizlerde insan ayağı değmemiş ormanlarda uzaklarda, en uzaklarda o gemilerin uğramadığı limanlarda ışığım ol, alınyazım ol benim vatanım ol, evim ol yeter ki bir ömür boyu benim ol her günüm seninle geçsin. Usta binicilerin ve atın cılkı çıktı Ciddiyet yara aldı; çok zatın cılkı çıktı Televizyon denilen illete yakalandık Sonunda sanatçının, sanatın cılkı çıktı... 26.04.2006/Vakit Günlerden bir gün Ya pazartesi ya salı Son meteliğime kadar içeceğim... Yine hatırıma sen geleceksin Oturup ağlayacağım. Ne kadar donup dolaşsam, yine de Hep o çıkmaz sokaktayım çaresiz Bir umut kırıntısı gözlerimde Yürüyorum durmadan, dalgın, sesiz. Sokak o sokak, bense ben değilim Sanki bin yıllar geçmiş aradan Boşlukta bir şeyler arıyor elim Belki de mahşere dek bulunmayan. Yitirdiğim neydi, aradığım ne Çöken ne yüreğime kurşun gibi Tanrım! ben mi değiştim söylesene Yoksa bende zamanlar mı eskidi. Bir yerlere varmadan, nasıl böyle Hiç durmadan akıp gidiyor günler Yaşam diye verdiğin bu mu söyle O mu sırtıma sapladığın hançer. Bir çıkmaz sokağın sonunda, işte Suskun ve tek başına seninleyim Fanilikten ölmezliğe geçişte Bilmiyorum, söyle bana, ben neyim. Sevdimse; verdiğin yürekle sevdim Sen açtın bu ufku karşımda sonsuz Yürüdüm bir yolun sonuna geldim Yıkık, üzgün ve paramparça onsuz. Ölüm buysa, Tanrım buysa yaşamak Sil alnımdan yazdığın bu yazgıyı Ya bir yere çıksın artık bu sokak Ya da oldur içimdeki Tanrıyı!... -İsa’dan sonra XX. yy.- I Yaşarken de söyledim kimse bilmeyebilir bunu, Fatiha suresi kadar eski, günlerin çarmıhında isa kadar yaslıyım ve tanrılar kadar çok yaşadım kimse bilmeyebilir.... Daha kırlangıçları yalancı bir dünyada yaşıyorum; dağları yıkılan, dalları kırılan bir dünyada. Kayıp suretler için fotoğraflara koşuyorum kimse bilmeyebilir.... Günlerin çarmıhında Küle savruldum, ayrılıkları saydım, bir hançer sapladım nevrozlu bir sevgiye; kan bile damlamadı, yürüyüp gittim. Yüzüme yalancı bir sevinç iliştirdim.... II Fal bakan çingeneler esmerdi, yalancıydı, dönmeyecektin! Belki kuruyacaktım, belki çarpa çarpa akacaktım o denizlere; İntiharlara aktığım gibi o denizlere, bilmeyecektin! . Çıkıp sina dağına o denizlerle İbranice konuşacak, İblis’i kovacaktım; İblis’i kovmak belki, yarısını dünyanın kovmak demekti.... III Bir gülün bir odayı, bir leşin bir semti kokuttuğu kentlerde, bir ömür, çarpar, akar da nasıl eskitir yatağını kimse bilmeyebilir.... Tanıktım, yargıç ve sanık; Yürüyüp gittim… Yüzüme yalan bir mutluluk iliştirdim: Günlerin çarmıhında İsa gibiydim…. IV Günlerin çarmıhında seni ağrıyan yanlarımla sevdim, tutuklu kollarımla; yokluğunda burada yıllar verdim. Yokluğuna burada! . Herkes bilecek bunu; tabancaya gerek yoktur… Tabancaya gerek yoktur! Sen haklı bir cinayetsin günlerin duvağında: H e r ö m ü r k e n d i g e n ç l i ğ i n d e n v u r u l u r... Sakın bir söz söyleme...Yüzüme bakma sakın! Sesini duyan olur,sana göz koyan olur. Düşmanımdır seni kim bulursa cana yakın, Anan bile okşarsa benim bağrım kan olur.... Dilerim Tanrı'dan ki,sana açık kucaklar Bir daha kapanmadan kara toprakla dolsun, Kan tükürsün adını candan anan dudaklar, Sana benim gözümle bakan gözler kör olsun! Bir evrimci zıpıra sorsanız işte cevap: Haham ne derse doğru, müftü ne derse yanlış Allah'a uymak günah, şeytana uymak sevap Papaz ne yerse doğru, imam ne yerse yanlış... 14.03.2006/Vakit İki tip tanıyorum bu devrin utanmazı; Biri dinde hokkabaz,biri küfür cambazı... 1977 Dün gece dün gece seyrim içinde Seyrim ağlar ağlar Pir Sultan deyi Gündüz hayalimde, gece düşümde Düş de ağlar, ağlar Pir Sultan deyi. Uzundu, usuldu dedemin boyu Yıldız'dır yaylası, Banaz'dır köyü Yaz bahar ayında bulanır suyu Sular da ağlaşır Pir Sultan deyi. Pir Sultan kızıydım ben de Banaz'da Kanlı yaş akıttım baharda güzde Koç babam astılar kanlı Sıvas'ta Darağacı ağlar Pir Sultan deyi. Kemendimi attım dara dolaştı Kafirlerin eli kana bulaştı Koyun geldi, kuzuları meleşti Koçlar da ağlaşır Pir Sultan deyi. Pir Sultan Abdal'ım ey yüce Gani Daim yediğimiz kudretin hanı Hakka teslim etti ol şirin canı Dostlar da ağlaşır Pir Sultan deyi Hak bizi yoktan var etti Şükür yoktan vara geldim Yedl kat arşta asılı Kandildeki nura geldim. Eyyub ile ten erittim Lal-ü mercan gevher tuttum Vuslat ile taş arıttım Ben bu yolu süre geldim. Yunus'la ummana daldım Kırk gün balık içre kaldım Davut'la demirci oldum Örse çekiç ura geldim. Gurbet elinde çatıldım Ana rahmine yatıldım İbrahim'le oda atıldım Gülistanda nara geldim. Sahabelere uğradım Kudret lokmasın doğradım Er bir dedim Hak bir dedim Bini saydım bire geldim. Bir muazzam büyük şara N'istersen bulunur ara Kapısı on iki pare İstediğim şara geldim. İçi altın dışı gümüş Suyu şekerle bal imiş Böyle bezesten düzülmüş İstediğim yere geldim. Deniz çaldım asa ile Göğe ağdım İsa ile Tur dağında Musa ile Münacatta dura geldim. Pir Sultan Abdal coşkuna Gel otur gönül köşküne On İki İmam aşkına Ben bu seri vere geldim Beni dinleyin dostlar, haberiniz yok sizin Çağlayıp aka aka ırmaklarım yoruldu... Bedelini ödemek isterken sevginizin Düşünüp yaza yaza parmaklarım yoruldu.. 15.08.2009 Doruktan uzattıkça mercan bakışlarını Bazen güneşe bakan gülleri hatırlarım Yaprakları en ücra yıldız kanatlarından Ezgiler sağnak sağnak iner dudaklarından Bazen fosforlu bir gemi belirir ufukta Köpürür ülkemin siyah koylarında Aralayıp susamış mekan bulutlarını Doruktan uzattıkça mercan bakışlarını Bazen bir kapı açılır rüyalarımda Sonsuzluk çiçek tozu, dökülür avuçlarıma... O nasıl maceraydı, o nasıl 'düşt'ü Çevresine ihtilal kuzgunları üşüştü Ay görünce düzenli ışıyan gözlerini Hıçkırıklı bir mendil gökten kıyıya düştü Öyle maktul bir esaret boşaldı ki doğudan köleler ata bindi, sultanlar yaya düştü Nuyageva bir gümüştü, tılsımlı bir gülüştü... İnsan...İplikte büklüm, suda bir anlık suret... ALLAH...Olmanın O'na mahsus olduğu kudret.... (1974) Durmadan kurulup dağılan bu yerde Hiç bir dost arama. Güvenilirbir sığınak, hiç! ... Bırak acı yüreğinde konaklasın Olmaza çare arama... Kimse sana gülmeden sen acıya gülümse, Yaşamana bak! Kimdi o? Yanındaki kimdi? Ne konuşuyordunuz? İşte buna dayanamam. Kahrolurum. Dün gece ne yaptın? Nereye gittin? Ah otursaydın da beni düşünseydin ya! Eğlenebildin mi bari? Yatarken ne okudun? Sonra iyi uyuyabildin mi? Rüyanda neler gördün? Söylesene. Anladım artık beni sevmiyorsun. Sevdiğini sanmakla yanılmışım. Zaten çirkin bir adamım ben, sinirliyim, kıskancım, fazla hisliyim. Daima beni seveceğini düşünmemeliydin. Suçluyum. Kendimi sevgilerimin bencilliğinden kurtaramadım. Zayıf, bencil bir adamım öyleyse. Sonra yalancıyım, iki yüzlüyüm. Seninle konuşurken seninle yatmayı düşünüyorum. Sevgiyle elini tuttuğum zaman, aslında kalçalarını tutuyorum, bilmiyorsun. Kendime göre hesaplarım da var benim. Yanımda olman gurur veriyor, sevinç veriyor bana. Fakat sana kimse bakmasın istiyorum, kimse konuşmasın seninle. Hep benim ol, durmadan benim ol. Günün her saatinde ve ölünceye kadar benim ol. Beni seviyor musun? Evet mi? Öyleyse söyle. Kimdi o? Yanındaki kimdi? Nereye gidiyordunuz? Seven zalimdir biliyorsun, aşk egoisttir. Sen zalim olma. Anlamıyorsun, anlamıyorsun.... . Biraz anla beni. Sana sitem etmeyeceğim artık. Bütün suç benim. Seni bu kadar sevmemeliydim. Şu köhne ve utanmaz dünyada ne bir kimse bu kadar sevilmeye değer, ne de bir kimsenin bu kadar sevmeye hakkı var. Kendimizi ne sanıyoruz? Biz neyiz ki? Sus, cevap verme. Teselliye ihtiyacım yok. Seni bu kadar sevmenin cezasını kendime ödeteceğim. Göreceksin. Bu duvarlar bu ağaçlar Bu ağaç VE bu duvar... Arkadaşın dolmuşuyla gidiyoruz Beykoz'dan doğru Üsküdar... Böyle giderse böyle giderse bu bahar Bu ağaçlar bu duvarı yıkacaklar... Bu geçmişi değil, geleceği kınalı Bu yemyeşil duvarlar Bu duvarı yıkacaklar... haçan demir dökende ateş yiyesim gelir gök sofraya çökende doruktan sesim gelir dağdan yürek sökende kurşun dökesim gelir çatal şimşek çakanda yağmur perde çekende derya göğe çıkanda haçan ölesim gelir. 1. destur bre gökkuşağı hangi devin kılıcısın sabah sabah kanın damlar besbelli can alıcısın. akıl almaz bir kelepçe anlaşılmaz hangi suça kilitlenmiş gündüz gece başımızda kalıcısın. öfkeyi sorduk sarından korkuyu bildik morundan azrail adında birinden giyilmiş ölmek tacısın. karanlık çiçek açtı mı ilmik boynuna geçti mi can kuşu tenden uçtu mu bir özgürlük ağacısın. 2. yıldız basınca gölleri kırılır zulmün dalları hoyrat ağanın kulları bu devran size de kalmaz özgürlük açar yolları. it vurur yiğit yakınmaz alnın da ölüm gülleri arslan emzirir dulları gizli bir güçtür bilinmez büyütür yoksulları. bu devran kimseye kalmaz bre karanlık dölleri şimşek çatar çatısından kan uğuldar kapısından çatlar öfkenin selleri. 3. doğarsın sorgudur başlar doğmanın hesabı sorulur dünya bir bela sofrasıdır lokmanın hesabı sorulur. acı bir dumandır köyleri çakaldır kurttur soyları gecenin kanlı beyleri dumanın hesabı sorulur. kıvılcım çektiğin demirden canını oynadığın kumardan bıçağın oyduğu damardan akanın hesabı sorulur. yürü attila ilhan yürü yaş da yanar yanarsa kuru günü gelir böyle doğru yazmanın hesabı sorulur Testimizi kırdın, şarabımızı döktün Korkarım ki tanrım sen de sarhoş oldun Vatanimda sular akar basibos; Herkes birbirini kakar, basibos.. Bozkirlardan topal bir tren gecer; Cocuk, merkep, öküz bakar, basibos.. Yanmaz da yürekler, atese atsan! Bir kibrit bir orman yakar, basibos.. Tarih, kutuplara kacmis bir fener, Buz denizlerinde cakar basibos.. Yirmidokuz harflik sözde aydinlar, Yafta yazar, isim takar, basibos.. Allah'im, sen aci bu saf millete! Aksam yatar, sabah kalkar, basibos. Köpek, diliyle içer suyu Kurt, soluğuyla. Yüreğinin kokusunu taşır Boynundaki kutup çiçeği Öfkeli değil lacivert Yırtıcı değil sıcak. Kurt: büyük karbonun sesi Karanlıktan çağlayarak Atardamarıyla koşar, Ulur gözlerinin arasıyla.. Kıt karınlı, iki mevsimli Yazları kızıl kışları ak Bir şimdiki zaman içinde Belleğini örttükçe tipi Unutuşun gri tipisi Yorgun atların tarazlı tipisi Ay tutulur gözlerinde Kaçar ufuk Bulanır gezegen.. Erzurum'da Horasan'da Bütün kuzey yarıkürede Çağlar boyunca kurt Yekpare bir kemik halinde Tek bir kurtta yaşadı Sonra papağanlar geldi Gözlüklü yılan Hint'ten geldi Maymunlar Madagaskar'dan Ornitorenk Avustralya'dan Denizler büyüdü Gece azaldı.. Kurt, soluğuyla içer suyu Köpek, diliyle. Köpek: ılık profesyoneli İpeğin, camın, korunun Eti havayla dolu Burnunda sinir, kıçında peri Bakkal, tefeci, orospu Hayvan hikayesi düzenlerin Ve tanrının koyunlarını Güden çobanın dostu. Ödleriyle öten kuşlar gibi Havlaya havlaya kirlenir Düşen kulaklarıyla birlikte Buruşur sevinci Ama diktiler mi kurdun karşısına Ağzı cehennemleşir.. Kurt altı yavru doğurur Köpek olur bunlardan biri Bu son kar olacak görüp göreceğim Kim bilir ne kadar göreceğim gelecek Şöyle lapa lapa bir karın sondurmasında Kar da nelerini seyretmeyi bir şeytan dürbününden Yanımda Güler bastonunu da almış Tutmuş kolumdan yediyor beni yaşamaya Datça’ya ki kar yüzünden gidemiyoruz O yüzden de kara ve bizim karıya kızıyorum ya Kar yağıyor üstümüze Acayip bir ışık rüzgara dalmış da içinden çıkamıyor Aşağıdan yukarı bir tipi aşağı-yukarı Ayaklarım kayıyor çocukken kızak kayarkenki gibi Şimdi kayıyorum bir başka ömre Makamı bunun “karca” makamı Devrilince devrini göreceğim nihayet Ayrılık çanları çalsa ansızın Elveda sevgilim diyecek misin? Önünde diz çöksem, gitme kal desem Bakmadan ardına gidecek misin? . Ayrı yönde akan ırmaklar gibi Dalından uçuşan yapraklar gibi Ümitsiz, çaresiz aşıklar gibi Kalbinden aşkımı silecek misin? Son ümidi yere serecek misin? . Kendini boş yere teselli edip Sevdadır nasılsa geçici deyip Yaşlı gözlerini gizlice silip Bakıp da yüzüme gülecek misin? Gözlerimin önünde ıslak dağların kabaran yalnızlığı. Ne varsa uçurumlar eşiğinde, hüzünlerle yalpalayan ne varsa gözlerimin önünde, ve hayat gül kokulu bir sağanak yine…. Bir şeyler anlatmak istiyor hayat ve alıp götürmek bir şeyleri kurt sofralarına…. Gün batıyor... Gün batıyor bukağısı paslı bir sevinç oluyor yalnızlığım. Unutuyorum sevgilim suretini; durgunluğum “niçin”di unutuyorum…. Gün batıyor... Gün batıyor ürkek yıldızlar dolanıyor yalnızlığıma. Umurumda değil ne yağmur ne ayaz ne de bu kerpiç kokusu havada; unutuyorum, sabaha kadar, gün batıyor ve geciken sabahlara koşuyor kuşlar, gözlerimin önünde ve hayat gül kokulu bir sağanak yine… Hasret dağları sardı Sen farkında değilsin Son umut sende kalsın Sen farkında değilsin. Böyle sessiz duruşun Umursamaz oluşun Yüreğimde bir kurşun Sen farkında değilsin. Bilmiyorsun tutkumu O kaybetmek korkumu Bölüyorsun uykumu Sen farkında değilsin. Gözlerim ufka dalar İçimde volkan yanar Senin için ölen var Sen farkında değilsin. Bir çılgının yolunda Ben, sen oldum sonunda Herkes bunun farkında Sen farkında değilsin. Yüksek muhakemenize karşı kuru usul ve basit (prosedür) yoluyla söylenecek son söz, bu âna kadar riyazî bir ispata kavuşturmuş bulunduğumuz emniyetiyle, şudur': - İzahını biraz evvel yaptığımız gibi, en uzak olduğumuz hedef padişahçılık, kâmil zıddiyle aksini yaptığımız iş de Türk milletini tahkirdir. Teşhir ve tahkir bakımından fertlerle, fertlerin şahıs cepheleriyle de hiçbir alışverişimiz yoktur. Fakat işi, 'hâkimin takdiri' denilen fevkalâde geniş ve şamil hakkaniyet duygusuna tevdi edince, kaydetmek zorunu duyduğumuz birkaç nokta kalıyor:. (Büyük Doğu) , gerçek, saf ve aslî mânasiyle müslüman; başımıza ne gelmişse İslâmiyeti anlıyamamak, onu en yeni ve en ileri zaman ve mekânlara tatbik edememek yüzünden geldiği hükmüne bağlı; üç asırlık gerileme ve bir asırlık garplılaşma tarihimizin baştanbaşa cehil, taassup, anlayışsızlık, derken sahtelik, taklid, şahsiyetsizlik panayırlariyle doldurulduğuna kâni; hele Meşrutiyetten beri gelen inkılâplardan hiçbirinin eski hastalığa deva getirmediğine, eski yarayı büsbütün azdırdığına emin; millî kurtuluş hareketinin ise Türkü mekân ve madde pilânında kurtardıktan sonra zaman ve ruh plânında tam akamete düşürmüş bir seyir takib ettiğini muterif; bütün çareyi öz kökümüzle Garbın müsbet bilgiler lâboratuvarı arasında kurulacak asliyet ve şahsiyet temellerine dayalı bir köprüde bulan; ve yalnız bir dâvanın tecridini, teşhisini, tahlilini, terkibini, müdafaasını, taarruzunu, ilmini, polemiğini, mürakabesini, mücahedesini yapan, millî, millî üstü millî bir mefkûrenin ismidir. İşte bütün kabahat ve günahımız, yahut biricik fazilet ve sevabımız bundan ibarettir. Bizden yalnız bunun için nefret ederler; ve yalnız bunun içindir ki, gözlerine birtakım vesile mikroskopları takıp, hangi kabahatli uzvumuzu kesmekle kalbimizin durabileceğini ararlar. Çünkü onlarca baş suçlu kalbimizdir; kanun ise bu uzva hiçbir suç biçmemektedir. Topu topu iki yılı dolduran intişar hayatımızda üç kere kapatıldık. Yedi kere mahkemeye verildik. Politikanın doğrudan doğruya hüküm giydirdiği her defa yandık; kanunun mizan teşkil ettiği her defa da beraat ettik.. Muhterem Adalet Mümessilleri! .. Eğer kanun bir tansiyon âleti gibi, yalnız gördüğünü kaydeden, hatır ve gönül dinlemeyen, bir çöpçü ile bir hükûmet reisini bir tutan ulvî terazi ise, bu terazinin üzerinde sıfır noktasını geçecek hiçbir sıkletimiz yoktur. Yok, eğer kanun, ille bu terazinin ibresi bir sıklet kaydetsin diye sırtımıza zorla giydirilmek istenen kurşun yüklü gömleklere müsamaha edici bir politika telkiniyetine müstait bir nesneyse, sıkletimiz bir sene değil, tam altı sene ağır hapis istihkakını göstermektedir. Kanunun ne demek olduğunu ise mahkemeniz gösterecektir. Alman devlet reisinin tehdidine 'Berlin'de hâkimler vardır! ' diye karşılık veren köylünün meşhur cevabını elbette biliyorsunuz. Eğer bu mahzun memlekette ve bu hazin şartlar içinde, hak ve hakikat adına çırpı nan, yırtınan, kıvranan birkaç mücadeleci kalem varsa, onların da tek tesellisi, kanunî mevzuların sıhhat ve adaletle tartılacağı bakımından 'Türkiye'de hâkimler vardır! ' kanaatıdır. Yoksa bütün teşkilatiyle üzerimize yürüyen zînüfuz ve zîşevket politika saikine karşı, hâmi ve müdafî, sığınak ve kucak diye kimi ve neyi bulacaktık? O zaman belki her fikir adamına, ya kasidecilikten, yahut tanzifat ameleliğinden başka bir iş düşmeyecekti. Yalnız sizin mevcudiyetinizdir ki, muhterem hâkimler, bize, üçbuçuk fikir ve dâva adamına, hak ve hakikatı belirtmek cesaretini vermekte ve arkamızı dayıyacak aziz bir siper teşkil etmektedir.. Muhterem hâkimler! Ben bu ağzımla katiyyen beraetimi istiyemem! Bir masumun bir mahkemeden isteyebileceği ve benim istediğim tek nimet bu olsa da, ben bu vaziyette 'beraetimi istiyorum! ' demekten hayâ ederim! Ben sizden, Türkiye'de hâkimler bulunduğunu göstermenizi istiyorum! Bir Türk fikir adamı, sizden, Türk kanunlarının bütün hakikatiyle tecellisini istiyor. Bir fikir adamı ki, (Hristantos veledi Prodromos) ismini taşımadığı için Türklüğe hakareti muhaldir... Bir fikir adamı ki, Sarayı Hümayuna mensup kilercibaşı bilmem ne paşanın oğlu da değildir ve hasbîlikten başka hiçbir vasfı yoktur... Bir fikir adamı ki, yalnız 'Allah ve ahlâk' dediği için hapishaneye atılmıştır. Bir fikir adamı ki, ancak iki taksi otomobilini doldurabilen ve kendisine yüksek tahsil genci süsünü veren birkaç taharri memuruna karşılık, hakikatte bütün Türk gençliğiyle Türk halkının ketum ruhundaki sessiz alkışlar içindedir... Bir fikir adamı ki, İstanbul'u ziyarete gelen ve ne kendisini tanıyan, ne de kendisinin tanıdığı bir Prensesten para istediğini ima edecek kadar esfel ve ahmak; ve o Prensesi kapı kapı dolaştırıp 'bu menfur yalana imkân olduğunu bilseydik İstanbul'a gelmezdik! ' dedirtecek kadar denî ve şaşkın bir propagandayla çevrilmek istenmiştir... Böyle bir fikir adamı, Türk kanunlarındaki hakkını beklemekte; yalnız şu kadar söyleyebilmektedir:. - GERİLERDE, DERİNLERDE, ENGİNLERDE TEK BİR ÜMİT KIVILCIMINA YER KALABİLMESİ İÇİN, TÜRKİYE'DE HAKİMLER BULUNDUĞUNU GÖSTERİNİZ! ' Karac'oğlan der ki bizi kayıran İki canı birbirinden ayıran Muhannet sofrasında karnın doyuran İki elle zehir yemiş gîb'olur. yagmurda çıkıp geleceksin hannelise yagmur gozlerinden cikip gelecek bir ogle sonu paris'te hannelise bir kahvede grandaboulevardsturkusunu calacaklar paris ve yapraklar sararmis etrafımda seine'e kanat vurup bir ruzgar geciyor gare d'orleans'da saat simdi uc diyecek yagmurdan cıkıp geleceksın hannelise. gozlerine bakip sanki mavi diyecegim sanki cocuk diyecegim aydinlanacaklar baliga cikmis bir ihtiyar rihtimda suya atip sondurecek cigarasini bir ogle sonu paris'te hannelise bir kahvede grands boulevards turkusunu calacaklar. insan kendisine ragmen yasayamaz kalbimiz beyaz derken biz siyah diyemeyiz diyemeyiz hannelise sen mutlaka lichtenstein dukaligindan bahsedersin yapraklarini doker ihlamur agaclari katedralin onunde ben icimde mustesna bir ates bahcesi donatirim bembeyaz bembeyaz hannelise Hayat hattında acemi tayfalardık. Ne avunduk sevinç müsveddeleriyle; aşktan ikmale kaldık.... Bak her sabah bağıran yeni sabaha, artık iklimler değişmiş, kuşlar da gitmiş, tenimde eski ateş, gözlerimde fer bitmiş; heybetli dağlar arasında göğümde yıldız yitmiş.... Sen hâlâ anılarımın en beyaz yanısın. Sen, buğulu bir camın ardından izlediğim hayatın yarısısın... Sen, sağanakla gelen sabahlarda çok eski… Çok eski bir şarkının adısın.. Daha adamlar şehirlere otomobillerle, geceler anılarla birlikte gelir. Silûetin giderek uzaklaşır, düşler de kilitlenir ve efkârım bir yaralı ayrılıktan beslenir.. Kimse bilmez, yıllar yılı hep aynı beyazla gezmek nedendi? Olsun, yirmi yıl seni özleyerek yaşlanmak da güzeldi! . Çünkü sen, buğulu bir camın ardından izlediğim hayatın yarısısın... Sen sağanakla gelen sabahlarda çok eski… Çok eski bir şarkının adısın. “Şarkılarımda ağlamak var bir şarkıya.” -Ülkü Tamer- I Artık hayatlarımız düşlerinden sökülüp monte ediliyorlar. Üstümüzde ne kuşlar ne dolunay... Böyle alkole batmış akşamlar, sersem sabahlar; gittikçe tuzak, sevdikçe ihanet, sevdikçe batak! Herkes kavramış da ötekini çaresiz- liğinden emeğinin tabutuna zar atıyorlar; sonra her gece alkolün esrik tadın- dan etin vahşi tadına sızıyorlar ve sokak çocukları her gece gökyüzüne eksik yatakların şarkısını söylüyorlar.... Kirvem, buradan görünmüyor uzun koyaklar; yine o dağların ardı yâr, ama vuslat bir uzak diyar. Dağlar dağıldı, kentler yenildi diyorlar! . Böyle geçip giderken uzun zamanlar, kimleri unuttuk kimler kalanlar? . II Kimleri unuttuk kimler kalanlar? Ve suyla değil, tükürükle yıkananlar birbirlerine dantel takımlarını, iyi hâl kağıtlarını gösteriyorlar.. Siz hayatı böyle mi bellediniz! Bulutlara çizdiniz ömürlerinizi; siz hayatı böyle mi? . Böyle gelip geçerken uzun zamanlar, kimleri unuttuk kimler kalanlar? . III Artık cennet düşleri yeni cehennemler doğuruyorlar.Yoksullar yine varoşlarda beraber ve solo şarkılar söylüyorlar; yine kargalar pisliyorlar mezarlıklara.Hep incinen, ama incelemeyen kadınlar, her güne bir Prozac’la katlanıyorlar ve rüyalarına intihar süsü verilmiş çocuklar artık düşlerini gıcırdatmıyorlar.... Oysa bir düş bulsa yaslanacak çocuklar…. /Hayatın düşlere borcu vardır; çünkü hayatın insana borcu vardır…/. Bir düş bulsa yaslanacak çocuklar…. Gelip geçerken uzun zamanlar, kimleri unuttuk kimler kalanlar? . IV Artık hayatlarımız düşlerinden sökülüp monte ediliyorlar ve düşenler yitiyor, kalanlar yürüyor- lar…Orospular uzun bacakları ve slikon memeleriyle caddeleri pervasız arşınlıyorlar. Artık en namus- lular orospular; bu yüzden yağmurlar şehri boşuna yıkıyorlar.... Kirvem, buradan görünmüyor uzun koyaklar; yine o dağların ardı yâr, ama vuslat bir uzak diyar. Dağlar dağıldı, kentler yenildi diyorlar…. Be kirvem, burada ne nüshayız ne asıl; susmuş kanun, bitmiş fasıl! Bizi hiçliğe yazıyorlar Bizi hiçliğe yazıyorlar… Şu ölen çocuklar var ya Sana bana dünyaya.... İlikleriniz donduğunda kışın Bir kaşık umut gerektiğinde O şişe gelecek aklınıza Pencerenin önünde duran Güneşte Gelincik... Her aksam baska meyhanedeyim artik Ayaklarim beni nereye gotururse oraya gidiyorum. Dort yanimda tanimadigim insanlar Damarlarimda dayanilmaz yoklugun Bi kadeh daha Bi kadeh daha Seni dusunerek sabahi sabah ediyorum Oysa yalniz degilim, biliyorum Herkeste ayni dert, ayni keder Herkes bu sehirde seni unutmak icin icer Ben unutamiyorum... Bana benzeyen bir gözlerim kaldı Bir de kederli bakışlarım Düşüncemin olmadığı Aynalarda ben varım. Yalan değil değiştiğim, yalan değil Şimdi her şarkı beni ağlatır Deli eden insanı zaman değil Zamanı unutmamak kahırdır. Zamandı avuçlarımdan uçup giden Hayallerimin olmadığı yerde Zamandı düşünceme hükmeden. İlk sevdiğim şimdi kimbilir nerde? Önce hatıralarımı götürdü ölüm Zaman aynasında ölümü gördüm Kafeslerin arkasinda oturmus, ince uzun gemiler gibi limanda, Olabileceklerden bahseder elleri, baslanmamis nakislarda, Kendi guzelligini seyreder gergefte kizlar. Benim bin canla sevip bin özlemle andığım Bari gölgeni bırak bana Su çiçeklerinin en güzel yanı budur Giderken gölgelerini verirler suya Güz akşamları dal kıpırdamazken Suda halkalanan gözleridir Sen de gölgeni bırak bana. Gönlümün bin güzelliğiyle inanıp sevdiğim Güzelliğini burada ince ince aratma Bir kıyıya bir gün inen fırtına Gibi birdenbire bir şeyler bırak Bir şeyleri soğut bir şeyleri yak Dağıt bir şeyleri bir şeyleri kur Kendini hiç yokmuşsun gibi bırakma. Kafamın her yanıyla bir şeyler öğrendiğim Sonsuza uzanan sevinç güzele vurgun tasa En az bin yılda arayıp bulduğum Bana aşk şiirleri yazdırma artık Beni burada gölgen gibi bırakma O yüreği sevmekten yaralı Şiire aşık bir insan O da herkes gibi Payını almış dünyadan Kimi gün ağlamış kimi gün gülmüş Kimi gün vurulmuş kimi gün düşmüş Taş olmuş susmuş Kuş olmuş uçmuş İncinmiş kırılmış küsmüş Kimini deliler gibi sevmiş Yıldızlar gibi yüceltip övmüş Kiminin yüzüne tükürmüş sövmüş Bir kere yaşamış Bin kere ölmüş Şimdi 'bir avuç gözyaşı' 'Bir demet şarkı' Ve bir de bu 'uykusuz şiirler' Ardından kalan.... İşte son perde İşte son sahne İşte Hasretin beni hasta eyledi Derdimin dermanı Şah sen mi geldin? Bu garip gönlümün bağı bostanı Ayvası turuncu Şah sen mi geldin? . Bülbüller ötüyor dostun bağında Arzularım kaldı onun ilinde Ellerim zincir cellat yolumda Kollarım çözmeye dost sen mi geldin? . Pir Sultan Abdal`ım sen seni düşün Güzelsin sultanım bulunmaz eşin Giyinmiş kuşanmış türlü kumaşın Bezenmiş bedesten, dost sen mi geldin? Hatırlar mısın Göz göze gelişimizi ilk defa Bakışlarımızın çakmaklaşışını Bir aksam vakti, yakınlarda Bir yerlerde bir şeylerin yanışını Hatırlar misin. Hatırlar misin İlk öptüğüm günü dudaklarından Başımın dönmesini, tenimin tutuşmasını Yıllar yılı kendi yatağında kaybolan Nehrimin, denizine kavuşmasını Hatırlar misin. Hatırlar misin Ayrı yaşadığımız binlerce geceden ayrı Bir geceyi, sabahsız, çılgın, dopdolu Ve senin özleminle sımsıkı saran kolu Hatırlar misin. Hatırlar misin Ormanda dibe vurusunu gün ışığının Ağaçların ürperişini derinden Basını omsuzuma koyusunu, dalgın Sonra bir yangının başlayışını ellerinden Hatırlar misin. Hatırlar misin Kendimizden geçerek, alabildiğine Birlikte gittiğimiz o yerleri O ağaçlı yol, o serin kumsal, o meyhane Ve güllerin ağlayışını bir aksam üzeri Hatırlar misin. Hatırlar misin Nasıl bir koşuydu o doludizgin Ne kadar yoğu var etmiştik birlikte O seven gönüllerimiz bir çift güvercin Gibi nasıl kanat çıkmışlardı mavilikte Hatırlar misin. Hatırlar misin Gün boyu seninle cağlar astığımızı Bir yalan dünyada yalansız severek Tanrıya yaklaşıp Tanrılaştığımızı Söyle hatırlar misin bir gün beni Hatırlar misin ?......... Boş yere yorulma gönül Sevgi yetmiyor, yetmiyor. Bülbül sevse de kurur gül Sevgi yetmiyor, yetmiyor.. Sebepler var ağır basar Seneler arayı keser Sevilenler çabuk küser Sevgi yetmiyor, yetmiyor.. Önü bahar, sonu hazan Meyvesi ya şüphe, ya zan “Yeter” desek bile bazen Sevgi yetmiyor, yetmiyor.. Eğlence, düğün, toy gerek Maddeden yüklü pay gerek Daha bir sürü şey gerek Sevgi yetmiyor, yetmiyor.. “Aşk” diyoruz, hani nedir? Boyu nedir, eni nedir? Denenmiş kaç bin senedir Sevgi yetmiyor, yetmiyor.. Maddeleşir mânâ bile Unutulur ana bile “Can” dediğin cana bile Sevgi yetmiyor, yetmiyor.. (Gökçekimi) Onlar ki nefslerinde İslam’ı dondurular; İçlerinin kirini İslam’a kondururlar... 1978 Bir kalb ki onun sevmesi, aldanması yok. Tutkunluğu yok, bir güzele yanması yok. Bin kez yazık olsun sevgisiz bir yüreğe, Aşksız geçecek günlerin faydası yok Biz gerçekten bir kukla sahnesindeyiz Kuklacı felek usta, kuklalarda biz Oyuna çıkıyoruz birer, ikişer; Bittimi oyun, sandıktayız hepimiz Gittikce puslaniyor görüntü sislenen bir aynaya dönüyor yakin gecmis de olsa artik zor secebiliyoruz birseyleri bulutlar cöküyor anilarimiza. Ama unutmus degiliz yasanani bugulu bir düs gibi de olsa duyumsuyoruz o kekre tadi ve her animsayista irkiltiyor o soluksuz birakan küf kokusu. Soluk renklere bürünse de suyun ve gögün görüntüsü yasanan duyurulacaktir mutlaka anlatacaktir bir cocuga bunlari gögsü paramparca edilen biri Takattan kesildim yoktur ilacım Meğer bize imdat Ali'den ola Derdimin çaresi Ali sen yetiş Meğer bize imdat Ali'den ola. Ali'ye ayan ki Hak için buldum Gayretini güdüp kılıcım çektim Kuldan fayda yok imiş bildim Meğer bize imdat Ali'den ola. Hakk'a doğru giden Hakk'a ulaştı Dünyaya her bakan kulların şaştı Gezdim dört köşeyi tesellüm düştü Meğer bize imdat Ali'den ola. Hayrola Yusuf'un düşünü gördüm Özürüm niyazım Hüda'ya kıldım Mümkünüm kesildi Ali'ye yordum Meğer bize imdat Ali'den ola. Pir Sultan Abdal'ım derdim bu imiş Müminin isteği iyi huy imiş Zahirde batında yeten o imiş Meğer bize imdat Ali'den ola 294 Dünyayı kim günahsız bilirmiş, söyle! Yaşayan mutlak günah alırmış, söyle! Ben kötülük edince, Sen de edersen; İkimizin ne farkı kalırmış, söyle! Üç etekli ak pusulu türkü bakışlı Kadınlar yürüyor dağlara doğru Leylak moru gül kurusu dağlara doğru Özlemlerle acılarla bir Anadolu Sivas'lımı Urfa'lımı bilemem gayri Kadınlar kadınlar dağlara doğru . Çalı çırpı sıla gurbet dağlara doğru Sarı sıcak ak cibinlik dağlara doğru Ordu ordu çekip gider ay çiçekleri Bakma Turaç bakma bana bakma el gibi Bilemezler avcının kim olduğunu Sezmişler düşmanın kokusunu Kadınlar kadınlar dağlara doğru Özlemlerle acılarla bir Anadolu Bu sıtmalı gecelere bu beşikleri Bakma Turaç bakma bana bakma el gibi. Diyelim ki sessiz gecede poyraz…. Sis çökmüş o heybetli dağlara; yurdun da kar altında, gözlerin gök- yüzünde bir dolunay.. Diyelim ki sınamışsın uzaklığın ihanetini. Seslere çarpmış sesin, ama ulaşmamış hiçbir yere nefesin…. Diyelim ki şarabın dökülmüş, suların kesik, bu hayat seni bir oyuncak sanıyor.. Diyelim ki sana çıldırmak yasak, sana ağlamak yasak, yarın yasak, düş yasak. Diyelim ki üşüyorsun kısacık bir ömrün sığınağında; bir çay bile ısmarlamıyor hayat! . Diyelim ki lekesiz hiçbir şey kalmamış artık; sis çökmüş güvendiğin dağlara.... Kederli bir süvari ol, Orda, sen orda! Bıkma atını mahmuzlamaktan, bıkma bu puştlar panayırında berrak nehirler aramaktan…. Yaslı bir kışa rehin düşse de günler, kalbindeki tomurcuğu bahara büyüt; o tomurcuk düşlerinin yağmuruyla ıslansın.. Çünkü her insan bir limandır başucunda tekneler; çünkü herkesin hüznü kocaman, aşkları dalgın… Kimi kanıyor şahdamarından, kimi bozgununda yetim dervişan, kimi aşklarıyla, düşleriyle perişan…. Yamalı yerlerinden kanıyor hayat, tutunduğun günlerinden soluyor hayat. Bu yüzden salıver düşlerini kendi uğruna yansın, salıver düşlerini ateşlere abansın! . Tutunduğun günlerinden solarken hayat, bıkma atını mahmuzlamaktan; bıkma sendeki insan için, derin uçurumlar arşınlamaktan.... Yaslı bir kışa rehin düşse de günler, bir gün rüzgâr esecektir suların serinliğinden; bir gün kırlangıçlar geçecektir göğün genişliğinden.. Yaslı bir kışa rehin düşse de günler, kalbindeki tomurcuğu bahara büyüt, o tomurcuk düşlerinin yağmuruyla ıslansın; çünkü senin de bir ütopyan varsa, i n s a n s ı n… Yaşayanlar bir gün ölür elbette Ağaçlarla, balıklarla Kuşlarla ben amenna. Ağlayanlar bir gün güler elbette Uyanmakla, anlamakla Bilmekle ben amenna. Kısa çöp uzun çöpten hakkını alır elbette Direnmekle, kurtulmakla Barışla ben amenna. Öyle bir yerdeyim ki Ne karanfil, ne kurbağa Öyle bir yerdeyim ki Bir yanım mavi yosun Dalgalanır sularda Bir yanım çocuk parkı çığlık çığlığa Öyle bir yerdeyim ki Anam gider Allah Allah Dölüm düşmüş sokağa. Dostum dostum güzel dostum Bu ne beter çizgidir bu Bu ne çıldırtan denge Yaprak döker bir yanımız Bir yanımız bahar bahçe Suçlama beni böyle bırakıp gidiyorum diye bağrımı yakan bir yaradır bu ayrılık şimdi. Bil ki kanımdadır sevişmelerin yangını öylece girerken gecenin bağrına taşıyorum sımsıcak gülümşeyişini. Yaşanan günler hayatı oyarak gedikler açıyor durulur mu artık durgun sularda bekleyerek seheri. Talan ediliyor bahar ve aşk öyle bir soyun ki duracak gibi değil vurmazsak eğer kendimizi yola. Yaşamak zorunlu kurtarılırsa eğer bahar ve aşk ve şimdi hayat acı yeşil bir kader renginde. Hayatın ve sevincin kaderinin altettiği yer kavganın ortasıdır ki umudun çiçeklenişi aşkın yengisidir bu. Söylenecek bütün sözler sevincin ve sevdanın savunulmasına dairdir ve şimdi onlar yaralarını saracak birilerini beklemektedirler. Ey anısıyla kalbimi yakan kederlenme hemen ve suçlama beni böyle bırakıp gidiyorum diye. Ahmet Telli Kül Olan. Bu kentte sorular yasaklanmıştır böyle diyorlar fısıldarcasına ve ürkek ve diyorlar ki gidip anlatılsın bir kez çare düşünsün tarih denilen bilici. Gidip anlatılsın beklenen yolculara aşklar küllenmeden ve beynimizi büsbütün kemirmeden veba yetişsin durmadan yolu gözlenen. Bu kentin sorusunu yanıtla ey yanılmaz olan kahret ya da ışıklandır ve de ki: -Siz ki yangın yıllarından geliyorsunuz umuda bağlanmak umutsuzluktur ancak. Ve sen ey bilici, de ki: -Bu masal çok anlatıldı önceleri çocuklar da susturuldu her defa karartıldı evlerin bütün ışıkları. -Ve direnmeyi bilmiyorsanız kül olun savrulun dağlara taşlara belki hayat yeniden fışkıracaktır o zaman bu kentin ışıksız varoşlarından. Bir sfenksten söz ediliyor durmadan yakınmış kahredilmesi İçindeki çocuğu alıp kaç İdris, bırak paslı hançerlerle parçalamayı uykularını. İhanet torpil yapmaz, hasret ardına bakmaz; kır kanlı bıçakları, içindeki çocuğu alıp gel İdris! . Bir mavi için ağlama İdris, itme şu duvarları, gülümse, sütünü ver içindeki çocuğun. Bilirim, mağlûbiyet esrik gülüşler ardında paramparça bir perde; yeter idris, vakur ol, onur var serde! . Anladım, vazgeçemezsin ondan, asla; kardeşim, fazla alkol mevcut şimdi damarlarındaki asil kanda. Aldırma demiyorum sana; aldırarak aldırma. İçindeki çocuğu şu kirli hayata uyandırm. İçindeki çocuğu alıp gel İdris, coşkunu parlat ya da birkaç tek at, küfürlerine tutunarak geç kaldırımlardan; sonra bir kerhaneye git ve oturup ağla. Kerhaneleri bütün dünyanın, aşk kangrenlerinin yıkık çarşılarıdır.... Aldırma demiyorum sana; aldırarak aldırma; içindeki çocuğu İdris, çocuğu uyandırma! . Ve yıllar geçer, İdris’lerin kalplerindeki çocuklar daha ölüdür; düşleri hâlâ terasta, İdris’ler ise zemin katta kiracı oturur... Tenimden canım süzülür,iki gözlerim süzülür Dilim tetiği bozulur,Allah sana yalvaralım. Salacımı götürdüler,Musallaya yatırdılar Görklü tekbir getirdiler,Allah sana yalvaralım. Varıp mülketime düşüp,indirdiler beni şeşip Toprağım örterler eşip,Allah sana yalvaralım. Topraklara düşürdüler,el toprağa üşürdüler Taşlar ile bastırdılar,Allah sana yalvaralım. Kaldım bir karanlık yerde,ayrığı varmaz o yerde Sataştım bir acep derde,Allah sana yalvaralım. Kalktı havalandı gönülün kuşu Uçmayınca gönül yardan ayrılmaz Suyum ısıtsalar tenim yusalar Yunmayınca gönül yardan ayrılmaz. Ustalar getirin tabutum çatsın Terziler getirin kefenim biçsin Ak göğsüm üstünde çimenler bitsin Bitmeyince gönül yardan ayrılmaz. Düşünce hey deli gönül düşüne Değirmenler döner çeşmim yaşına Cenazemi musallanın taşına Koymayınca gönül yardan ayrılmaz. Sana derim sana ey adem ata Daha yol mu gider buradan öte Eyersiz yularsız ağaçtan ata Binmeyince gönül yardan ayrılmaz. Pir Sultan Abdal'ım canım cezada Bir candan yarim yok yolum gözede Ecel şerbetinden bir tas bize de Vermeyince gönül yardan ayrılmaz Sıyrıldı bütün örtülerden Bir güneş doğdu karşımızda Duyduk teninin sıcaklığını Hoyrat avuçlarımızda. Saatler durdu kahrından Paramparça oldu aynalar Soyundu, bütün vücudu Taş kesilinceye kadar. Kamaşan gözlerimizle içtik Yudum yudum aydınlığını Bir kadın susuz dudaklarımızda Sebil etti kadınlığını... 'İki kere iki dört' ediyorsa, Ben de seni seviyorum, darılma. Bir de 'Her gecenin sabahı var' sa, Ben de seni seviyorum, darılma. . Demişler ki: 'Çivi, çiviyi söker' Her eşek çamura bir defa çöker. Madem 'Kar üşütür, ateş te yakar' Ben de seni seviyorum, darılma. . 'Her yokuşun bir inişi olur' sa, 'Aka aka, su çukuru bulur' sa, İnsan doğar, yaşar, sonra ölürse, Ben de seni seviyorum, darılma. . Durup dinlenmeden akarsa pınar, Her yıl kıştan sonra gelirse bahar, Balıkların suyu sevdiği kadar, Ben de seni seviyorum, darılma. . Dikkat eyle geçmiyorum sırayı; Bozar ise kader bozsun arayı. Aç ekmeği sever, fakir parayı... Ben de seni seviyorum, darılma.. (Dosta Doğru) Hoş geldin ölüm Buyur otur Saklımız kalmadı Dök eteklerinden taşları. Ben bir rüzgarım Özgürlük rüzgarı Bir yürekten bir yüreğe Taşırım umutları. Ben bir dağ seliyim Yıkarım duvarları Yükselir kentten Çorba kokuları. Ben bir denizim Hırçın dalgalı Ölüm nedir bilmeden Döverim kıyıları. Bütün dostlar uyanık Şafağı karşılıyor Yan hücre kapıyı çalıyor Kalk gidelim sıradakini bekletmeyelim. (şubat 1983) Bir gül olmak isterdim koparılmak pahasına, Bir buket içinde sana sunulan.... Bakışların, nefesin okşardı yapraklarımı ama, Yeterdi bana yüzündeki bir tebessüm.... Koklanmak isterdim bütünleşmek için ruhunla, Sevgimle dağılırdım tüm benliğine.... 'Güllerin ömrü kısa olurmuş' kime ne, Koklanmak, okşanmak varken senin gibisine.... Ben zaten göze almışım solup gitmeyi, Senin elinde, senin yakanda gülümsemeyi... Beni görüp yönün öte döndürme Yine gitmez meylim sendedir sende Yıkıp hilâl kaşlarını yere indirme Günah sende değil bendedir bende. Şeker vardır dudağında dilinde Arzumanım kaldı gonca gülünde Sen bir padişâhsın hükmün elinde Senin ile dâvam sendedir sende. Sensiz çıkıp yaylaları yaylamam Engeller içinde sırrın söylemem Çok günah işledim inkâr eylemem İk'ellerim kızıl kandadır kanda. Nice beyler ile gezdim yoruldum Kan bulanık aktım duruldum Sencileyin çok güzele sarıldım Dahi sevgin candadır canda. Pîr Sultan Abdal'ım böyle deyiptir Âşıklar güzeli sevegeliptir Bir güzel sevmeyle kanlı m'oluptur Kellem terkidedir yandadır yanda Paylaştık zahmet çekmeden İslâmlık mirasını ibadet etmeyiz Hakk’a almadan kirasını Esiriz nefsin elinde, bilen yok çaresini . Namaz, oruç, hac ve kurban hep riyadır, hep riya Bir acayip ümmet olduk ey Resul-ü Kibriya! . Sade gösteriş i içindir fakire sadakamız Boş telaştan bir araya gelmez oldu yakamız Ya yalandır ikramımız ya küfürdür şakamız . Sevgi, şefkat, selâm, sohbet hep riyadır, hep riya Bir acayip ümmet olduk ey Resul-ü Kibriya! . Koşarız benlik peşinde her ay, her gün, her saat Değişmeyen hedefimiz menfaattir, menfaat Sahtekârlık mesleğimiz, hem kolaydır, hem rahat . Saygı, hürmet, izzet, ikram hep riyadır, hep riya Bir acayip ümmet olduk ey Resul-ü Kibriya! . Öğretmeni talebeye hayır öğüt vermiyor Öz anası yavrusuna helal bir süt vermiyor Gidenimiz boşa gider, gelen umut vermiyor . İlim, irfan, takdir, tenkit hep riyadır, hep riya Bir acayip ümmet olduk ey Resul-ü Kibriya!. Dilimizde duayı gör, gözümüzde yaşa bak Kör şeytanı kovmak için attığımız taşa bak Cami, mescit, çeşme, köprü yaptığımız işe bak . Hep riyadır, hep riyadır, hep riyadır, hep riya Kıl şefaat, kurtar bizi ey Resul-ü Kibriya!. (Suları Islatamadım) / salı gecesi /. kara bir balta buldu akşam vuracak noktayı hücreler doldu bir ıslık en yakın maçka tramvayı kim bırakmış yalnızlığıma bu hüzzâm şarkıyı kimin bu karanlık kimler sürgülemişler kapıyı insan olan bağlar her koptuğu yerden yaşamayı. daktilolar camları bulutlu sorgu odalarında didiklemez mi özgürlüğünü sansaryan hanı'nda küflenir suyun bir bakır çalığı birikir ağzında kendini öldürmeyi belki bin kere tasarlarsın da bir kere aklından geçmez bitirmeden ölmek şarkıyı. gönlünde büyüttüğün o müthiş ünlem içindir ki seni kapattıkları öyle rezil o kadar çirkindir ki çıplak bir lâmba mısın dört duvar içindeki ne lâmbası/söndürülen bütün ilk gençliğindir ki gözlerin zehirlense de suç sayarsın ağlamayı. görülmez dev böceklerdir sanki büyülü duyargalar uçaksavar ışıldakları gökyüzünde bir yanlış arar tophane rıhtımı'nda acı acı gemiler kalkar hücreleri akşam olur haydut öfkeleri kaplar ezerim sanırsın vurursan tek bir yumrukta dünyayı. tutanak 2. elektrik elletirler kıvılcım yalatırlar tuzruhu damlatırlar kulak boşluğuna çekip alınlar kerpetenle tırnaklarını. öğrenmek istedikleri aslında bildikleridir geceleri rüyalarına girip uykularını kaçıran insanın insanı soyduğu derisini yüzdüğü. duruşma arası. (o varsa kırılır buzlu camları kışın anlamı yoğunlaşır anlamsız bir yaşayışın gerçi farkındayız adı belirsiz bir yanlışın acaba ben çok mu esmerim o çok mu sarışın. yansımaz oldu aydınlığı yüzüme haftalardır yazdıklarında bile gizli bir uzaklık vardır eylem bir dağıldı mı bütün boğazlar daralır ben başka bir erkek olurum o başka bir kadın). gereği düşünüldü. mahcup yaseminler son balkonların süsü özgürlük özlemleridir genişletir gönlümüzü savcılar ağır sürgünlerden yankılansa da. bir yer gelir ki artık ne savunma içgüdüsü ne heyecandır kalır ne de yürek üzüntüsü yalnız bir daktilo çıplak bir masada. toplumcularız karakollarda açtık gözümüzü verirse halklar verir tarihte hükmümüzü gizle de yargılansak 3.ağırceza'da elmayı ikiye böldüler içinden kurt çıktığın gördüler ağacı lime lime dildiler böceğin halinden bildiler ferman padişahınsa dağlar bizimdir denildi dağların bağrı deşildi çözüldü mevsmlerin sırrı yaprak yaprak yedi kat yerin dibinden haber getirdi gözünü sevdiğim tohum, gözünü sevdiğim toprak kılı kırka yardılar oğul suyun sudan gizlisi kalmadı suyun sudan gizlisi kalmadı buğdayın macerası meydanda yıldızların sırrı aşikar oldu arı gözümüzün önünde sızdı balını karanfil alevini kırlangıcın alınyazısı penceremzin önünde yazıldı bir sensin gizlenen oğul ağlarsın gizli gizli seversin gizli gizli ölürsün gizli gizli çatlarsın arzudan, iştihadan yer yarılır yere geçersin söyleyemezsin yar yüreğin yar vakit tamamdır neler aldın dünyamızdan bunca zamandır yar yüreğin yar gör ki neler var belki seyyar kuşların ömrü kadar sade aydınlık belki vişne çiçekleri kadar beyaz ılık belki çürümüş yılanlar kadar mundar belki mahzende yıllanmış şarap kadar lezzetli bir aşktır fişkırıp çıkacak ne çıkarsa bahtımıza yar yüreğin yar bölüşelim beraber ağlayalım dertleşelim yar yüreğin yar yarmağa değer bir insan tnımak oğul, bir cihan tanımağa bedel..... Her mevsimde dut yedi bizim bülbüllerimiz; Sesler gırtlağa kaçtı, arttı müşküllerimiz. Şu zaman dedikleri değirmen ne insafsız! Yandık ve öğütüldük, nerede küllerimiz? .. 27.02.2007/Vakit Soru Bir yumak gibi hayat, kör düğümlerle dolu Ömür süreli sınav, sonsuz meçhul sorulu Avutmak mı kendini, yumakla kedi gibi? Uyumak mı, ölmek mi? Yokmu kurtuluş yolu. Cevap Bulunmaz sorulara raflarda bazen cevap Bulunmazsa raflarda âleme rahmet kitap Düğümlenmiş kalplere, şaraptan beter şarap Mü'min'e nur afitap zümrüt köşklerin holü Süt limanlarında poyrazlarla lodoslar ölüyorum Döndükçe, döndükçe başım, martılar kusuyorum Derya bir Kuran-ı Kerim yapraklar'nı bir bir açıyorum Karış, karış, karış, karış, karış, karış, karış karıştırıyorum Bakara oynuyorum Fatiha'nın Bakara suresiyle Ve zarlarla ki hepsi ayrı bir Sure alayıdır Nedir diye, nemenedir bu arabesk diye diye Martılar bu şakası yok, akaraplar tarafından ağlanılan Bir mersiye - şad olsun ruhu - Tamburi Cemil Bey'e Odeon bir rekorla koşan bir gramafonmuş bu dünya Kurdukça dönüyorum, döndükçe çalıyor, çalınıyorum Ben ki Kibariye bir hırsız ve Ferdi Tayfur kadar eski bir sipiker ve kokoyiniman Kendimden kendimi çalıyorum, kendimle, kendimle kendimi Yaşasın mahşere dek bu kısır olmayan döngü Yaşasın Veli`fendiler'de mahşerin o dokuz doğuran süvarisi Benden önce de vardı, benden sonra da tufan Yaşamak ölünmez ki yaşamayı yaşamaklan Gönderin de Hasan-Hüseyin emminin, dalgalandıkça bu kırmızı don Bir arabesk bu, ister sol olsun, ister sağ Ve indikçe kustuğum martıların güzel gözlerinden yaşlar Çaputlar kalkıp kalkıp Marmara'nın dalga kıranlarından Kondu-konacak geceleri Hacı Bektaş-ı Veli'nin türbesindeki o milyon yıllık dut ağacının dallarına Bu şiir ve bu nane, ifademe mani olmayan bir damla meni Lümpen kesilmiş şahsımın kuzgunlaşmasıyla birden göğe ağan ve ağaran meçhul bir artısıyla Ki istersen demevi bir RH pozitif de olabilir. İşte bu şiirin kendini çektikten sonra Kodak'la nefsine nefes etmesidir Zaten şiir denen nesne, eski bir an'aneyle, doğan çocuğun kulağına ezan makamıyla isminin üflenmesidir Ya da tınlatmaktır içinle için için olan tambur ola ki evreni Ve de çınlasın deyuu Neyzen'in neyi (görülmemiş hiç neyin çınladığı bu ana dek) Ve en arabesk ve en çağdaş adamımız Orhan Veli'nin kuzular kulağına Maraz ve menapoz, muhteris ve muteriz itirazlara itirazım var, itirazım, itirazım Ama halka, halka halka halkalanan halka dünden ve yarından her zaman razıyım. arkadaş dünya için boş yere üzülme şu hurda dünya için gereksiz yere üzülme var olan zaten geçti yok da ortada yok şen ol da var için yok için üzülme Siz hâlâ ölmediniz mi? ’ “Muş-Tatvan yolunda güllere ve devlete inanırsan eşkıyalar kanar kötü donatımlı askerler kanar.”. Şırnak’ta neredeyse iki gün süren yoğun ateş kesildikten sonra bir öğretmen yarı çıplak sokaklara fırlamış, zafer işareti yapıyor ve garip sesler çıkarıp, arada bir de “Yaşasın kahraman Türk ordusu” diye bağırıyormuş... Şırnak’taki öğretmen çıldırmış! .. Kıyamet yaşanmış ve şimdilik bitmişti, ama buraya gelen bizler bu vahşetin boyutu karşısında adeta çocuklar gibi şaşkındık. İnsan insana bunu nasıl reva görür? İçimizde acıyla yanan ve yanıtsız kalınca bizi yaşam acemisi yapan soru buydu işte. Şırnak’ta bıçak sırtında yaşanan tarih duygularımızı katılaştırmıştı adeta. Evlerdeki hasarı ölçüyor, yerlerdeki mermileri topluyor, özel tim görevlilerinin ağzından vahşeti açıklayıcı sözcükler almaya çalışıyorduk. Biliyordum, her birimiz bu vahşetin içinden çıktıktan sonra, olmadık yerlerde, bir sabah kahvaltısı sırasında, bir bankta oturmuş denizi seyrederken, sevgilimizle telefon konuşması yaparken, evet olmadık bir anda durup dururken derin bir acıyla ağlayacaktık, sessizce.... Şırnak’ta Yaşadığımız Utanç Duygusu. Öncelikle acımasızca varoluşu, insanlık hakları ayaklar altına alan Şırnaklı için, köyleri, evleri bombalanan, taranan, yağma edilen Kürt insanı için ağlayacaktık. Sonra da bu vahşete bizi tanık eden tarihe ve o tarihi yaşayan kendimize ağlayacaktık. Çünkü Batı’dan gelen bizler için evleri yakılmış, yıkılmış Kürt insanından durum daha acıtıcıydı sanki. O mahvedici çaresizlik yok muydu? Yakıcı güneşin altında, yırtık bir çarşafı korunak edinen ve vücudu yara dökmüş bebeğini avutmaya çalışan annenin karşısında yaşadığımız o ne diyeceğini bilememe, o telafisi mümkün olmayan utanç duygusu yok muydu? . Havada uçuşan yüzlere eskimiş sözcüklerimiz karşısında sanki o mazlum Kürt insanı yüzümüze “Kendini yorma, boşver, biz alışığız” der gibi bakıyordu.... Bu kadarını beklemiyorduk. Yalanın ve alçalmanın bu kadarını. Basın, TV, resmi ve özel çevreler günlerdir Şırnak’ta devlet güçleri ile PKK arasında şiddetli çatışmalar olduğunu yazmıştı. Şiddetli çatışma denen olayın pek izi yoktu ortada. Evlerin yatak odalarının parçalanmış duvarlarının ardında Şırnaklı insanların yatakları, yoksul dolapları görülüyordu. Duvarları parçalanmış pencerelerden uçuşan perdeler, çaresiz bir ağız gibi açılmış yanmış kapılar, yağmalandıktan sonra yakılmış dükkânlar, delik deşik edilmiş cami duvarları, parti binaları, müftülük, yanmış ya da kurşunlanmış özel otomobiller, kamyonlar, şiddetli çatışmanın aslında tek taraflı olduğunu gösteriyordu. Eczaneler bile yağmalanmış ve sonra da yakılıp yıkılmıştı. Oysa artık adı çoktan bu bıçak sırtında yaşanan tarihin kayıtlarına girmiş Tugay Komutanlığı binasında tek bir mermi izi yoktu. Emniyet Müdürlüğü, Valilik, Merkez Polis Karakolu, Adliye binalarında da mermi izleri pek görülmüyordu. Polis lojmanlarındaki kırılmış birkaç pencere camı günlerdir Şırnak’tan aktarılan düzmece haberlere ancak komik bir unsur olarak katılabilirdi. İki gün süren ve ağır silahların konuştuğu çatışma sırasında Tugay binasına hiçbir şey olmuyor, Valiliğe bir tek kurşun bile isabet etmiyordu! . “Şırnaklı Vatandaş Şımarmıştı”. Aklı korumak sözkonusu olunca hemen Şırnak’ın girişindeki noktada bekleyen özel tim görevlilerini düşünüyorum. Kimisi Rambo kıyafetli, kimisi sivil olan bu görevliler akıllarını koruyamadıklarını kendileri itiraf ediyorlardı zaten. Akıllarını korusalar şöyle konuşurlar mıydı? . “Şırnaklı vatandaş zaten şımarmıştı. Hükümetler bunları şımartmış.”. “Buranın halkı senden, benden zengin. Hepsinin altında en iyi marka kamyonlar, Toros marka arabalar var. Benim niye yok? ” (Heyetimize) “Hepiniz bölücüsünüz.”. Akıllarını yitirmeyen, her şeye karşın duyguları yaşayan polis görevlileri de vardı. Bazı polisler olaydan sonra komşuları Şırnaklılardan özür diliyorlardı. Bir polis eşi özür dilemenin artık manasız kaçacağını farkettiği için komşusu Şırnaklı kadına sarılarak hıçkırarak ağlıyordu. Bir başka polis ise bir gazeteciye askeri kontrol edemediklerini söylüyordu. Yine “aklını yitirmeyen” birkaç tim görevlisi “Bu iş silahla çözülmez, masaya oturup konuşmak gerekir” diyordu. Onlar da öldürmekten yakıp yıkmaktan, her an ölüm korkusunu hissederek yaşamaktan tükenip, usanmışlar, insani duygularını yitirmişlerdi.. Halk: “Gerilla Şırnak’a Girmedi”. Evet Şırnak’ta tartışılması gereken şuydu: PKK ile devlet arasında iki gün süren bir çatışma yoktu. Halktan kimse, bir Allahın kulu şehirde asla PKK gerillası görmemişti. Akla en yakın gelen ihtimal ise gerillaların şehre girmeden, dışarıdan bazı yerlerde bir süre taciz ateşi açtıktan sonra hemen dağlara çekilmeleriydi. Asker bu gerilimin de etkisiyle kontrolden çıkmıştı, çıkmaya da hazırdı. Yani çatışma denen şey,48 saat boyunca savunmasız Şırnak halkına ateş yağdırılmasıydı.... “Siz Hâlâ Ölmediniz mi? ”. Evlerin bodrum katlarında, sığınaklarında iki gün boyunca ıstırabın, korkunun ve çaresizliğin gömleğini giyen Şırnaklılar, ateş kesildikten sonra çok daha acı şeylerle karşılaşmışlardı. Ateşe tuttukları evlerdeki insanları öldü sanıp yağmaya gelenler, sığınaktan çıkan insanları görünce derin bir şaşkınlığa düşmüşler ve şöyle demişlerdi: “Yahu siz ölmediniz mi, hâlâ yaşıyor musunuz? ” İnanın, bunu birçok Şırnaklıdan duydum. İfadelerinde, yüzlerinde hiçbir abartının, yalanın izi yoktu. Kimse bu denli oynayamaz. Evet, “Siz hâlâ yaşıyor musunuz? ” Evet, yaşıyorlardı, ama çaresizdiler ve yenilmişlerdi, silahları yoktu. Öyleyse para ve ziynet eşyaları gasp edilebilirdi! Onlar da öyle yaptılar zaten! . “Devleti Devlete mi Şikâyet Edeceğim? ”. Yeni bir işhanı yaptıran, bu hanın altındaki dükkânları ise çalıştıran ve bir de eczanesi olan Kâmil İlhan, başına gelen yağma olayını şöyle alatıyordu: “İşhanımı yeni yaptırıyordum, görüyorsunuz ne hale gelmiş, her yer tank mermileriyle delik deşik. Eczanenin içine girip milyonlarca liralık ilacımı götürmüşler. Ayrıca kasadaki iki milyon para da kayıp. Eczanenin yanındaki elektronik eşya dükkânına da girmişler. Orada da birçok malım çalınıp götürülmüş. Nasıl yağmalandığını pencereden gözümle gördüm. Kalın bir halatın bir ucunu dükkânın kapısına öbür ucunu da 8 tekerlekli askeri bir araca bağlıyorlardı, sonra da araç hareket edince kapı büyük bir gürültüyle sökülüp çıkartılıyordu. Sonra da yağma başlıyordu.”. 5-6 katlı yeni bir işhanı yaptıran, birkaç dükkânın sahibi olan hali vakti yerinde bir insan askeri binalara neden ateş etsin? Diyelim etti. Ve o “korkunç çatışmadan” sağ olarak kurtuldu. Bizlere bütün bu olanları öfke ve çaresizlikle niye anlatsın? Zararlarını karşılamak için tazminat davası açmasını öneriyoruz. Yanıtı kısa ve net oluyor: “Devleti, devlete mi şikâyet edeceğim? ” Evet, Şırnaklı açılan yoğun ateş karşısında yenilmişti belki, çaresizliğe boyun eğmişti, ama bu işten asıl kaybeden yakıp yıkanlar, yaralayıp öldürenlere bu vahşetlerini yalanlarla örtbas edenler olmuşlardı. Onlar sonsuza dek erdemlerini ve masumiyetlerini kaybetmişlerdi. Artık onların hiçbir haklı öfkeleri, onurlu bir sevdaları, arınmış sevgileri olamayacaktı.... 28 Kişi 48 Saat Boyunca Bir Odada. Şırnak’ın hayalet sokaklarında dolaşırken orta yaşlı bir adam bizi büyük istekle çağırıyor evine. Minibüsümüzden inip yanına gidiyoruz, hemen önümüze düşüp evinin içini gösteriyor. Evinin arka tarafında hemen hiç duvar yoktu. Sadece kocaman bir yarık vardı, burası yatak odasıydı. Odanın tavanı delik deşik olmuştu. Demirlerin arasından alt kat görünüyor. Orası da böyleydi. Top mermileri alttan ve üstten girmişti. Evin sadece ön tarafındaki küçük bir oda sağlam kalmıştı. Buzdolabı ve TV de param parça olmuştu.25 kişilik Mağrur ailesi ateş başlayınca hemen evin altındaki bir odaya sığınmışlardı. Halil Mağrur buraya sığınan 25 kişiye duvarın birinde delik açarak hava girmesini sağlamıştı.25 kişi 48 saat boyunca bu 7-8 metrekarelik odada ölüm ve yaşam arasında gidip gelmişlerdi. Bir ara saklandıkları yere kadar askerler gelmiş, hatta biri odada sığınanları görüp toplu halde öldürmek istemiş, ama yanındakiler buna izin vermemişler, galiba aralarında bu konuda bir tartışma çıkmıştı. Mağrur ailesi bu tartışmaları nefeslerini tutarak dinlemişlerdi.. Belediye Başkanı: “Devlet Güçlerinin Yaptığı İzlenimini Edindim”. Halil Mağrur, Türkiye Kömür İşletmeleri’nden birkaç ay önce emekli olmuş. Aldığı emekli ikramiyesiyle artık sadece bir odası oturulabilen bu evi yaptırmış. Emekli aylığı ise 1,5 milyon. “Bu parayla harap olan evimi nasıl onarabilirim” diyordu bizlere yana yakıla. Evet, TKİ’den henüz emekli olmuş, aldığı ikramiyeyle ailesine yeni bir ev yaptırmış orta yaşlı bir adam devlete niçin kurşun sıksın? . Şırnak’a bizden daha önce gitmiş bazı gazeteci arkadaşlardan Şırnak Valisi Mustafa Malay’ın basın danışmanı Bahattin Özdemir’in yaşanan kıyametten önce aynı zamanda inşaat malzemeleri satışıyla uğraştığını, ama olayda dükkânı yandığı için ailesini alıp Şırnak’tan, belki de bir daha dönmemek üzere ayrıldığını öğreniyoruz.... Vali Mustafa Malay’la konuşmak için valilik binasının önüne geliyoruz. Ancak vali yerinde yok. Kalem müdürüne konuşma talebimizi iletiyoruz. Ertesi gün (3 Eylül) saat 15.00’e kadar arayacaklarını söylüyorlar. Bu sırada valilik binasının bahçesine kırmızı bir minibüs Cizre’den ekmek getiriyor. Şırnak’ın tek can dostu Cizreliler ve Cizre Belediyesi. Devletin yaptığı sadece telefon hatlarını onarmak. Elektrikler hâlâ kesik. Su ise akıyor. Biz Cizre’den gelen parasız ekmekleri paylaşan Şırnaklılarla konuşurken Belediye Başkanı ANAP’lı Ahmet Hamdi Yıldırım’ı yardımcılarıyla beraber son derece üzgün bir şekilde yürürken görüyoruz. Daha önceki günler basın mesuplarıyla görüşmesi engellenen Yıldırım’a kıyameti soruyoruz. Olay sırasında şehir dışındaymış. Eşi ve çocuklarıyla yaşadığı evi ateş altında kalmış. “Bu olayı devlet güçlerinin yaptığı izlenimini edindim” diyordu, aynen kelimesi kelimesine. Ve ekliyordu: “Bu bir vahşettir. Uğradığımız zararların tazmini için çeşitli taleplerimiz var. Birçok yetkiliye çağrı yaptık, gelip görsünler.”. Şırnak’ta garip bir trafik vardı. Bazı aileler kaçtıkları yerlerden geri dönüyordu, ama şehre dönmek için değildi, kıyametten geriye kalan eşyalarını alıp, şehri tamamen terk etmek için bu. Bunlar nispeten hali vakti yerinde insanlardı ve genellikle Adana ve Mersin’e gidiyorlardı. Cizre ve Silopi şehirlerinde yaşayan ailelerinin yanına sığınanlar henüz dönmüyorlardı. Cizre yakınlarındaki Kumçatı’da çorak arazilerin, kurumuş derelerin ortasına kıl çadırlarını kuran ve geceleri ateş yakmaktan bile korkan yoksul Şırnaklılar ise dönüp dönmemekte kararsızdılar.. Afyon Devlet Su İşleri’nden taşınmaları için gönderilen kamyonlara pek ilgiyle bakmıyorlardı. Kamyonların şoförleri ürkerek çadırlardan başını uzatıyor: “Kamyon geldi, eşyanızı taşırız, Şırnak’a dönmek ister misiniz? ” diyordu ama Şırnaklıların öfke dolu bakışlarını görünce ürküntüsü artıyor, sorusundan hemen vazgeçiyordu.2 Eylül’de Bölge Valisi, Emniyet Müdürü ve bazı askeri yetkililer çadırlarda kalan Şırnaklılara biraz da gözdağı vererek geri dönmelerini istemişlerdi. Bu kıl çadırlarda açlık ve hastalıkla boğuşurken de ölüm tehlikesi vardı anlaşılan. Şırnak’a gidip orada, belki biraz daha korunaklı bir şekilde ölümü beklemek daha mı hayırlıydı! .... “Avustralya’ya Bile Gideriz, Burada Kalmak İstemiyoruz”. Kumçatı’da kalan bazı Şırnaklı gençlerle konuşuyorum. Hemen hepsi ağız birliği etmişcesine “Artık bu ülkede yaşamak istemiyoruz. Bizi hangi ülke isterse oraya gideriz. Avustralya’ya, Amerika’ya gideriz. Hatta Irak’a gitmek isteyenimiz bile var, ama Irak’a bizi bırakmıyorlar. Biz burada ölmüşüz. Yaşamıyoruz” diyorlardı. Kimisinin elinde el radyoları vardı. “Hangi haberi bekliyorsunuz? ” diye sorunca “Bizi isteyecek bir ülke çıktı mı, onun haberini bekliyoruz” diyorlardı. Kulaklar daha çok BBC’nin Türkçe yayınları servisindeydi. Ayrıca kulakları onların deyişiyle “Alman sesi”, “Amerikan sesi”ndeydi aynı zamanda.. Cudi’de Tarih Bıçak Sırtında. Şırnak’ta, Cizre köylerinde, Botan’da, o acılı coğrafyada insanlık bıçak sırtındaydı. Benim için de o an, bu çaresiz, yanıklar içindeki köylü kadının acısını en derinimde hissedebilmek bütün temalardan, sloganlardan, sosyolojik analizlerden, basın demeçlerinden, raporlardan, iddialardan çok daha önemliydi. Çünkü bu acıyı hissedebilmekle başlayacaktı her şey.. Yanlarında ne kadar para olduğunu sordum. Birinin cebinde bin lira, diğerinin 10 bin, bir başkasının da 20 bin lira çıktı. Bu hayattaki son paralarıydı bunlar. Maddi varlıkları işte o kadardı ancak. Bu sorumdan etkilenmiş olacaklar ki başka gençler de yanıma gelip ceplerindeki son birkaç kuruşlarını bana gösterip duruyorlardı. İnsanın içini burkan bir gösteriydi bu. Bu sırada Cudi Dağı’ndaki bazı köylerden acı dumanlar yükseliyordu. Köyler ve bazı gerilla kampları aralıksız bombalanıyordu. Cudi’de tarih bıçak sırtında yaşanıyordu.. PKK’nin Kürt Halkına Yüklediği Sorumluluk. PKK hareketi, içinden çıktığı halka çok ağır bedeller ödetiyor ve sorumluluklar yüklüyordu. Bu ağır bedeli kaldıramayanlar da vardı. Kumçatı’da, çadırların önünde konuştuğum bir genç, adeta öfkeden patlayacak şekilde: “Bir taraftan PKK, bir taraftan devlet, Allah kahretsin, ne yapacağımızı şaşırdık, mahvolduk, yeter artık, ” diyordu. Bu söz üzerine kendi yaşında birkaç genç yanına gelip, “PKK’ye niye sövüyorsun, PKK ne yaptı, bizi bu hale sokan devlet değil miydi” diye onu tersliyordu. Bu çıkıştan mahçup olan çocuk, üzüntüyle çadırların arasında kaybolup gidiyordu. Şırnaklı gençler PKK aleyhine konuşmamaya dikkat ediyorlardı. PKK Şırnak’a girmiş olsa bile onlar PKK prestij kaybetmesin diye söz birliği etmişcesine “şehre PKK girmedi, görmedik onları” diyorlardı. Sadece gençler değildi böyle diyen; her yaştan, her meslekten Şırnaklı böyle konuşuyordu.. “Yakası Kirli Olanlar” Gözaltında. Gözaltındakilere gelince ortada birçok sayı dolaşıyordu. Belediye Başkanı Ahmet Hamdi Yıldırım’a göre bu sayı 80 kişiydi. Konuştuğum bazı kişiler ilk gün “yakası kirli olanların” gözaltına alındığını söylüyorlardı. Yani işçiler, emekçiler. Cizre’den Şırnak’a çalışmaya gelen demirci ustaları, yapı işçileri, ameleler... Cizre’de konuştuğumuz bir Şırnaklı ise gözaltına alınanların önüne korucuların silahları ve mermilerinin konup TV’de öyle gösterildiğini, gözaltından çıkan bir yakınının ise güvenlik güçlerinin kendisine “Evlerinizi PKK’nin yaktığını, yıktığını söyleyeceksiniz” diye baskı yaptıklarını söylüyordu. Bu Şırnaklı genç adam aydın heyetiyle konuşurken son derece tedirgindi. Herkesin yüzüne endişeyle bakıyor, konuşmaktan çekiniyor, adını söylemiyor, “Kimseye güvenemiyorum, adımı vermek istemiyorum, buralarda kanun yok, her şey çok korkunç” derken kendisine daha fazla soru sormamamız için adeta yalvarıyordu. Olaydan sonra Şırnak’tan pijamalarıyla, terlikleriyle bile kaçanlardan bahsediyordu. Yakınlarının, akrabalarının akıbetinin ne olduğunu hâlâ öğrenememişti.. Cizre’de 2 Eylül akşamüstü bombalandıktan sonra yakılan Çağlayan köyünden biri ölmüş, öbürü yaralı iki kadın getiriyorlardı. Cizreli arkadaşlar bizi otelden alıp bu evlere götürüyorlar. Karanlık, korku dolu ve tozlu Cizre sokaklarında önce ölen kadının getirildiği evi arıyoruz. Bir süre sonra tek katlı bir evin balkonunda 15-20 kadının çıplak bir ampulün altında ağlaşıp Kuran okuduklarını görüyoruz. Yanlarına gittiğimizde ölen kadın aralarında solgun bir battaniyeye sarılmış duruyordu. Yanımdaki iki gazeteci arkadaş kadınlardan battaniyeyi açmalarını istedi. Kadınlar hiç çekinmeden battaniyeyi açtılar. Bence Özdemir, ateş alan evinde dumandan boğularak ölmüştü. Yüzü acıyla kasılmıştı. Yaşını tahmin etmek imkânsızdı. Masum bir kız çocuğu ve aynı zamanda acılarla bilgeleşmiş yaşlı bir Kürt aydınıydı. Arkamızda yaslı insanlar bırakıp bu defa yine aynı köyden tutuşan evini söndürmek için çabalarken elleri ve ayakları yanan bir başka kadının yanına gidiyoruz. Salima Özdemir acılar içinde kıvranıyordu. Ayağındaki iltihap olmuş yanıklarına yapraklardan sargı bezi yapmıştı. Yaralarının fotoğraflarının çekilmesi isteniyor, kadıncağız da acılar içinde yaralarının üzerindeki yaprakları kaldırıp gösteriyordu. Şırnak’ta, Cizre köylerinde, yani Botan’da, o acılı coğrafyada insanlık bıçak sırtındaydı. Benim için de o an, bu çaresiz, yanıklar içindeki köylü kadının acısını en derinimde hissedebilmek bütün temalardan, sloganlardan, sosyolojik analizlerden, basın demeçlerinden, raporlardan, iddialardan, çok daha önemliydi. Bu acıyı hissedebilmekle başlayacaktı her şey. Korkunun, çaresizliğin, Cizre’nin, Şırnak’ın karanlık sokaklarında kurşunlanıp ölmenin kendi başına ayrı bir anlamı vardı. Ölenler hangi taraftan olursa olsun aynı meçhul ülkeye gidiyorlar, kurşun bedenimize saplandığında, ellerimiz, ayaklarımız yanınca hangi taraftan olursak olalım benzer acılar, sızılar yaşıyorduk.... “Güneşten Bize Ne? ”. Cizre’de bir bakkala kalem almaya girmiştim. Bu sırada biraz sohbet etmiştik. Bakkala, Cizre’de herkesin evinin önünde, bahçesinde hızla sığınak yaptığını söyledim. Bu konuda kendisinin nasıl davrandığını sordum. “Ben, kurşun girmesin diye, odalarımın penceresini duvarla öreceğim” dedi. Bense bu söz üzerine şaşkın, “Peki, karanlıkta kalmaz mısınız? Güneş girmez eve” deyince, bakkal son derece kırgın ve anlamlı bir şekilde, “Bize ne güneşten” diye yanıtlıyordu beni. Evet, “Bize ne güneşten.”. Güneydoğu’da, o acılı coğrafyada pencereler taşlarla örülürken Türkiye’nin dört bir tarafında her kafadan bir ses çıkıyor. Devlet bir şey söylüyor, basın yalan yanlış haberler yazıyor, köşe yazarları atıp tutuyor, resmi ve özel demeçler birbirini geçersiz kılıyor; kimi yakalım yıkalım, diyor, kimi açıktan toplu katliamlar öneriyor. Aslında bunlara hiç gerek yok. Kendilerini bu konularda yetkili sanan kişilere bir önerim var: Ateş altına gönderdikleri ve her şeye rağmen akıl ve ruh sağlıklarını korumuş olan bazı polis, jandarma, özel tim görevlisi, hatta erlere bu işin nasıl çözümlenebileceğini bir sorsunlar bakalım. Sorsunlar ve insanların kanı üzerinden yapılan planların, hedeflerin ne denli taşınması ağır bir insanlık suçu olduğunu görsünler. Konuştuğum birçok güvenlik görevlisi Kürt meselesinin silahla, zorbalıkla, baskıyla asla çözümlenemeyeceğini Kürt insanını düşündüklerinden, inançlarından vazgeçirmenin asla mümkün olmayacağını söylediler. Üstelik kendileri de tükenmişler, çaresizliğin sınırına gelmişlerdi. Geceleri ölümü düşünmeksizin bir saniyeleri geçmiyordu... Döndüm lê gûle batman’a vardım. Batman’dan diyarbekir’e bir bilet aldım. Kara tren bozuldu silvan düzünde. O yalan yollarda hasretle kaldım…. Batman garında altı donuk yüz... Çığlık ve hınç böyle topraklar boyu; gökyüzünde turnalar ve gri... Ay ışığı geceyi ayartacak birazdan. Batman garında altı donuk yüz.... Birinci yolcu soluksuz; sanki ayazlarda yaralı bir geyik göğsü. İkincisi sevdalı: ‘Sen beni bir kez olsun sevmedin/Habar saldım gecelerde gelmedin,’ gibi kahır yüz. Üçüncüsü bir kadın:De ki şakağında dolunay Dicle’nin.Dör- düncüsü tekmil temsili bakış, sanki kurşunlanmış bir türkü Tendürek dağla- rında.Beşincisi kandırılmış çocuklar gibi; yükü yatağı, kasketinde ter. Altın-cısı ben; dağlı yaralar, yaralı dağlar gibi... Batman treni bir feryat gibi gardan çıkıyor.Terli akşam alacası trene vuruyor, tren yollara... Ay öksüz bir geceden geçiyor ve biz, öksüz bir gecede ayın altından geçiyoruz...Gecenin terli göğsünde bir deli türkü: “Ahmedê lê vayêê / Hesênê lê vayêê! ”Bu türkü... Bu ne türkü? Türkü değil, çığlık bu; göğünden koparılmış gibi mavinin...O mavi? Ulan o bizim mavi! Mavide eşkıyalar da yitirmişler tüfeklerini.... Boş vagonlar yollara düşmüş batman düzünde. Gecenin göğsünde bir deli türkü... İşte Gevaş, uzaklarda yarasıyla susuyor, geride şark çıbanıyla Batman’ın göğsü, Silvan düzünde ateşler yanıyor... Bir ihtiyar: “Biz ne doğ- muşuk ki” diyor: “Ne ölek kardaş! ”Batman treninde altı donuk yüz...Çığlık- lar oturmuş gözlerinde büyüyor…. O saat Sirkeci’de martılar, aç çocukları o uzak suların. O saat Beyoğlu hınca hınç, Kızılay sersem! O saat nasılsın Yalova feribotu, Buca dolmuşu, Üs- küdar iskelesi? O saat Bodrum kalesi daha sperm kokuyor... Çingene çadırların- da çengi çalıyor... O saat Köln’de bir mülteci sessizce hıçkırıyor...O saat gece- de son orospu bir türkü tutturmuş rüzgâra kaşı... Bir adam Adana’nın bulvarın- da kusuyor... O saat Artvin’de bir öğretmen gecikmiş düşlerini dövüyor… . O saat tarihin alnında ter, insanlık vahşetin gözlerine baka baka susuyor...O saat gecede bir kahpe kurşun, Diyarbakır’ın göğsünde bir adam düşüyor! . “Boşuna çırpınma gökyüzü: Yurdum kadar ağlayamazsın…” Bir gün parmaklığa elin varmadan, Bir titreyiş gibi çalar çıngırak. Mevsimler geçtikten sonra aradan, Bu ses beni bir gün çağırsın, bırak... . Kumluktan serperken dallar başına, Geç hızla, merdiven gelir karşına, Eşikten atlarken ayak taşına, Bu sesler içimde yer etsin, bırak... . İt, işte önünde kapım, aralık, Oda bıraktığın gün kadar ılık, Bir ince su sesi gibi lık, lık, lık, Gönlünden nedamet boşansın, bırak... Büyüdü gözleri büyüdü Yuvarlandı boşluktan Bir duvar çöktü ansızın Bir ayna parçalandı Bir adam çıldırdı yokluktan . Elleri vardı damar damar Parmakları vardı ince uzun Saçları vardı okşanmamış Dudakları vardı öpülmemiş Gözleri vardı mahzun. . Bir böcek girdi kafatasına Kemirdi ümitlerini bütün Beklemekten çatladı dudakları Uzattı ellerini var olmaktan öteye Duydu çağrışını ölümsüzlüğün. . Nasırlı ayaklarına prangalar Ak ellerine zincirler vuruldu Bir rüzgar esti karlı dağlardan Üç mızrak boyu yükseldi güneş Bir adam vardı aramızda, yok oldu. Yoksa Allah korkusu, hükümransa çağdaşlık Çekirgeyle zürafa takaslanır yukarda. Kişinin liflerine sinmiş ise yobazlık Hak, hukuk ve insanlık makaslanır yukarda.. 30 Nisan 2006/Vakit nerde o denizim benim, lekesiz gökyüzüm? hani o içtikce susuzlugumu arttıran çeşme? kim götürdü bakışlarımı, ne oldu gözlerime? hani benim ellerim, ayaklarım, saçlarım, yüzüm?. bu ben degilim besbelli, bu bir başkası! gözlerim yabancı bakıyor gözlerime aynadan o kim? böyle durup durup beni aldatan? besbelli bir oyuna gelmişim açıkcası. birini sevmişim besbelli, beni koyup gitmiş, ondan şimdi aradıgım hep o, hep ben! o ikisi kırmış beni, yıkmış , incitmiş. şimdi bilmedigim bir şarki her yerde söylenen; sevinçten , mutluluktan , sevgiden uzak. ne acı! senin olmak , sende olmak , sensiz olmak! Uykuları yatağıma bağladım Geceleri delip çıktım dağlara.. Ormanların kâkülünü taradım Bulutlardan gömlek diktim dağlara... Ağaran şafakta gördüm yarını Tuttum nakış nakış ördüm yarını Yağmur damlasına sardım yarını Dalga dalga deniz ektim dağlara... Kartal kanadıyla biçtim gökleri Duru pınarlardan içtim gökleri Ya Allah! . diyerek açtım gökleri Demet demet ışık döktüm dağlara... Hayal var ki hakikatten evlâdır Çile var ki çok nimetten evlâdır Sabır, şükür her ziynetten evlâdır Üçüncü gözümle baktım dağlara... Akıl Karaya Vurdu Aşk bezirganı, sermaye canı Bahadır gördüm, cana kıyanı. Zehi bahadır can terkin urur Kılıç mı keser himmet giyeni. Kamusun bir gör, kemterin er gör Alu görmegil, palas giyeni. Tez çıkarırlar fevkal'ulaya Bin İsa gibi dünya yakanı. Tez indirirler tahtesseraya Bir Karun gibi dünya kovanı. Aşık olanın nişanı vardır Melamet olur belli beyanı. Zühdüm var deyu ta'n eylemegil Merdut ederler mağrur olanı. İlmim var deyu mağrur olmagil Hak kabul etti kefen soyanı. Atlası kodu, abalar geydi İbrahim Ethem Sırdan duyanı. Çün Mansur gördü, Ol benem dedi Od'a yaktılar, işittik anı. Od'a yandırdın, külün savurdun Öyle mi gerek Seni seveni. Zinhar ey Yunus, gördüm demegil Od'a yakarlar gördüm deyeni Doldurulmaz yerin senin Dostlar seni unutur mu? Hiç sönmezdi nurun senin Dostlar seni unutur mu?. Tertemiz bir özün vardı Apaydınlık yüzün vardı Söylenecek sözün vardı Dostlar seni unutur mu?. Her gerçeği gören sendin Aşk sırrına eren sendin Gönüllere giren sendin Dostlar seni unutur mu?. Çektin, yazdın ve söyledin Verdin, almak istemedin Sadık yarim toprak dedin Dostlar seni unutur mu?. Hiç kimseyi incitmedin Kalp kırmadın, kin gütmedin Dostlarını unutmadın Dostlar seni unutur mu?. Şiirde sağlam temeldin İnsanlıkta en güzeldin Biz bir UMIT, sen VEYSEL’DİN Dostlar seni unutur mu? Otuz yaz, otuz kış aynı durakta Bekle babam bekle can mı dayanır. Kara yalanları beyaz kundakta Sakla babam sakla can mı dayanır.. Her yanımız gurbet...hani ya sıla Ömür bitmez çile, ölüm fasıla Günleri aylara, ayları yıla Ekle babam ekle can mı dayanır.. Çare say,çanak tut çağ zilletine Sarmaz mı umutlar sarpa, çetine Katır tırnağını gül niyetine Kokla babam kokla can mı dayanır.. Nimetler kurnaza, Ülkü mazluma Cehennem ettiler mülkü mazluma Aldatıp, her çeşit mülkü mazluma Yükle babam yükle can mı dayanır.. Bedavacı çomak soksun dâvâna Arı çıksın, sinek girsin kovana Giden kussun, gelen kussun divana Pakla babam pakla can mı dayanır.. (Akıl Karaya Vurdu) seni yaşadıktan sonra anladım bana sensin mahşer nuru, kol-kanat içimde şahlanıp duran huysuz at dizginsiz gemsiz değil! . unuttum gözyaşı döken kadını ördüm gerçek aşkın ruh mihrabını bir yay gibi gerdim göğe adını gönül kubbem artık alemsiz değil! . benim neme gerek yıldız, dolunay rahatlığa paydos, çileye hayhay ne kuştüyü yatak ne ruhsuz saray günlerim İbrahim Etem'siz değil! . açılın açılın kalabalıklar içerim zemheri, dışarım bahar bir alev halinde geçtiğim yollar Hallac-ı Mansur'suz, Keremsiz değil! . uzakların daha uzaklarına büyük zaferlerin nur tabakalarına seni yazdım ebemkuşaklarına ellerim çaresiz, kalemsiz değil! Sen bu şiiri okurken Ben çoktan bu şehirden gitmiş olacağım Artık ne özlemlerimi duyacaksın bıçak yarası Ne de telefonların çalacak gece yarısı Ve bu zavallı yüreğim olmayacak artık Kaprislerinin hedef tahtası... Seni sana Beni bir akıl hastanesine Bırakıp gideceğim bu şehirden. Nasılsa kavuşamadım sana Nasılsa dudaklarının kıyısına varamadım Nedense bütün çıkmaz sokaklar adresim oldu Ve nedense bütün kırmızı ışıkları üzerime yaktın Ne yaptımsa Bir türlü sana yaranamadım Artık adressiz Işıksız Ve öylesine ıssızım Dünlerin kadar eskiyim Verdiğin acılar kadar paslıyım İşte çıkıp gidiyorum hayatından Nasılsa fark etmez senin için Belki çok şanslı Belki de en yaşlıyım... Artık Pusulam hasreti Saatim yalnızlığı Ve takvimler sensizliği gösteriyor bana Neylersin Yolcu yolunda gerek Belki bundan sonra Belki senden sonra Adam olur bu “asi yürek” Ve dersini alır da bu sevdadan Bir daha Boyundan büyük denizlere Asılmaz kürek. Yarın bu saatlerde Ben yollarda olacağım Sen kimbilir kaçıncı uykunda Masal mavisi bir rüyada Ve elbette o korsan yüreğin Yine pusuda Oysa İlk defa sesimi duymayacaksın Sitemlerin sahipsiz Soruların cevapsız kalacak Belki ilk defa içini kemirecek yokluğum Tanımadığın bir koku içini saracak Ve ilk defa kendinle hesaplaşacaksın Ne oldu? Ne oluyor? Ne olacak? Sonra Bir gözün kör Bir kulağın sağır Bir ayağın kırık Bir kolun kesik Düşeceksin yollara Yani baştan başa yarım Yani baştan başa eksik Bütün duvarlar üstüne yıkılacak Belki ilk defa “Unutuldum” diyerek için sızlayacak Ve sen bu şiiri okurken Ayrılığımız çoktan başlamış olacak Belki de son tesellin Sana yazdığım “bu son şiir” olacak Ve kimbilir Unutulmuş bir gecenin tam ortasında Başucundaki bir radyoda Uykusuz bir şair yüreğini çınlatacak Ve bir daha fısıldayacak kulaklarına Sana adanmış bu satırları. “Bütün şehirler uyur İstanbul uyumaz Ve birgün Bütün sevenler unutur seni Ama bu “şair yürek” ASLA UNUTMAZ...” Her gün elim tokmakta, Bir an irkiliyorum: Annem belki yatakta, Annem belki toprakta.. Gün batıyor şafakta; Biliyorum, biliyorum: Tabut gıcırdamakta Ve hevesler damakta... İYİ Kİ BU DÜŞTESİN . nehirler yarışır, çağıldar gözlerinde o nehirler benim nehirlerimdir aşk ki azar azar benim yerimdir üşüyorsam, sokaktaysam, yalnızsam gözlerin ey yâr benim evimdir . /vurulup düştükçe, düştükçe seni sevmekten caymayacağım gece insin, el ayak çekilsin gelip kapında ağlayacağım! / . iyi ki bu sestesin dünyayı ısıtan nefestesin bir haydut gibi gezinirim kapında kalbimde tutuşan ateştesin… . II rüzgârlar savrulur, uğuldar gözlerinde o rüzgârlar benim rüzgârlarımdır aşk ki azar azar benim yerimdir suskunsam, bozgunsam, bulutsuzsam gözlerin ey yâr benim evimdir . iyi ki bu düştesin her sabah ışıyan güneştesin iyi ki yoksuluz bulutlar gibi soğuyan dünyada sımsıcak fırınlar gibi . /vurulup düştükçe, düştükçe sana koşmaktan caymayacağım gece insin, el ayak çekilsin gelip kapında ağlayacağım! / . Yılmaz odabaşı Ben sersemin biriyim Oturmuş senin için aşk şiirleri yazıyorum Ellerinin beyazlığından Gözlerinin güzelliğinden bahsediyorum Oysa sen Bir ettir, kemiktir tutturmuşsun Gözün dünyayı görmüyor Al bu şiirimi götür sat Bir ekmek Yarım kilo pirzola al otur zıkkımlan Yine gel sen dinle benden Yerli yerli yerli yerli Hep Çalarım ten ten tenen Yerli yerli yerli yerli. Yerla ve yerlem yerlela Yerla ve terlem terlela Bir söz söyle sessiz durma Yerli yerli yerli yerli. İçki sunan sun içkiyi Çalgı çalan çal şu neyi Söyle telala talela Yerli yerli yerli yerli. Ten ten tenen ten ten tenen Söylenirsin kuş gibi sen Uveys gibi ender Karen Yerli yerli yerli yerli. Şems gibi kendini sustur Git kinden kibirden kurtul Şems-i Tebrizi'yle otur Yerli yerli yerli yerli Pınarlardan içiyorum seni İnce ve mavi bileklerinden, Kısrak memelerinin gürlüğünde Sabah bahçelerinin serinliğinden.. Kaç yaşıma gelirsem geleyim Ölmem ben gencim uzun yıllar. Ayna gibi akan bir dere Ve dibinde beyaz çakıllar.. Yaşamım böyle çağlar gider Cırcırböcekleri, ormanlar ötesinde, Sarı kokusuyla harmanların Ve düğenlerin ezip geçmesinde.. Ayışığı uçuşsun gözlerinden, Teninden aklığı sabahların. Karanlık gecelerden çıktıkça Güneşli bir çayırsın sen. Karanlığın insanı delişrten bir ihtişamı vardır Yıldızlar aydınlık fikirler gibi havada salkım salkım Bu gece dağ başları kadar yalnızım. Çiçekler damlıyor gecenin parmaklarından Dudaklarımda eski bir mektep türküsü Karanlıkta sana doğru uzanmış ellerim Gözlerim gözlerini arıyor durmadan Nerdesin? Yetişir ey müptedi, elini İslâm’dan çek Görelim nerde ne var, çarşafları camdan çek Çiğ çiğ çığlık atarak yorulma divanece Bir elini şaraptan, birini İhram’dan çek! ... 15.12.2008 Âh, bir güvercin gibi kanatlarım olsaydı Uçar ve huzurlu olurdum Çünkü şiddeti ve kavgaları gördüm Bu dünyada çok acı çektim.. Bu dünya gebe ve haksızlık doğuruyor Allah'ım, senin gücün ve senin huzurun dışında Nereden sığınak bulurum? Eğer şafağın rüzgarlarına asılsam ve denizin derinliklerinde yaşasam Yine de elinin ağırlığını üzerimde hissederdim. Beni kararsızlıkla sarhoş ettin Senin yolların ne kadar gizemli Senin yolların ne kadar gizemli.. Yüreğimin acısını söylüyorum Ruhumun yakıcılığını söylüyorum Sessizliğimi korurken, kemiklerim ufalıyor Çünkü elinin ağırlığı üzerimde.. Hatırla; hayatım bir soluktan ibaret Çöldeki bir pelikan gibiyim Ve bir serçe gibiyim, damda tek başına kalmış. Dökülmüş su gibiyim Ve ölüp gitmişler gibiyim Ve ölümün gölgesi, gözkapaklarımı kaplıyor Beni bırak, beni bırak; günlerim sadece bir nefes. Beni bırak, yolculuğuma başlamadan önce geri dönüşü olmayan yere, Ebedi karanlıklar ülkesine.. Allah'ım, Güvercinin ruhunu vahşi hayvanlara emanet etme.. Hatırla; hayatım bir soluktan ibaret Değirmenlerin gürültüsü Ve o acı dolu aylara Ve çevremi saran neşeli şarkılar Ve canlı ışıklar yitip gitti. Ne mutlu, bu zamanda hasat yapanlara Ve elleriyle başakları toplayabilene.. Çölde şarkı söyleyen ruhları dinleyelim Âh edenlerin ve ellerini gökyüzüne açanların şarkısı, diyor ki:. "Eyvah, yaralarım ruhumu hissizleştirdi! ". Âh sen, Beline kadar inen saçların dökülürken, Kırmızı elbiseler giydiğin, Altından mücevherler taktığın zamanları hep unuttun. Gözlerine sürme çekerdin Hatırla; kendini boşu boşuna güzelleştirirdin, Çölde yalnız bir şarkı olduğun Ve arkadaşların seni terkettiği için.. Zaman akıyor ve öğlenin gölgeleri uzamaya başlıyor Ve kuşlarla dolu bir kafes gibi, Hayatımız da iniltiyle dolu.. İçimizde hiç kimse bilmiyor; ne kadar vakti kaldığını Hasat zamanı geçti, yaz artık bitmek üzere Ve bir kurtuluş bulamadık. Güvercinler gibi bağrışıyoruz adalet için Ama kimse duymuyor bizi. Ve karanlıkta, ışığı bekliyoruz.. Ey sen, sevginin gücüyle taşan nehir Bize doğru gel Bize doğru gel. Yorulmam deme gönül mutlaka yorulursun Ortada seyrederken kenara savrulursun Zamanın tenceresi, penceresi çok farklı Temmuz’da buz tutarsın, Ocak’ta kavrulursun... 07.04.2005/Vakit Kaçak Sevişmenle Güneşin Doğuşunu Seyrettim Gözlerin En İçten Yuvamdı Şeytanın Öpücüğüydü Sabah Uykum Adındaki Uçuruma Taptım Adındaki Denize Ömrüm Bitti Dedim Aşkın Başladı Düşerken Sana Ve Düşerken Aşka Gözlerindeki Israrın Peşinde Yuvan Şeytanımı Özletti. Birimizin Uyanık Olması Gerekli. 14.02.2001 Ekmeğimizi bölüştük seninle Ümidimizi Bölüşülmeyeni bölüştük seninle Bölüşülmezi Sırrımızı bölüştük seninle Aykırılığımızı Gülüşümüzü bölüştük seninle Gözyaşımızı Sevgimizi bölüştük seninle Yalnızlığımızı Erler pirler erkan aldı izinden Yüz dört kitap sükut eder sözünden Ay gün şule verir anın yüzünden Seversen de böyle güzel sevmeli. Ziya verir gözü ile kaşları İmam yatağıdır gerdan döşleri Güzelin yüzünden kan bağışları Seversen de böyle güzel sevmeli. Güzel güzel deyu aklım doğrandı Güzel güzelden çok nazlar öğrendi Çirkinin huyundan Allah yerindi Seversen de böyle güzel sevmeli. Güzel güzel deyu yandım alıştım Kınaman dostlar aşk elinden şaştım Bölüşükte gine güzele düştüm Seversen de böyle güzel sevmeli. Güzel güzel gördüm güzel överim Nerde güzel görsem boynum eğerim Şöyle hub cemali güzel severim Seversen de böyle güzel sevmeli. Pir Sultan Abdal'ım eylemez fendi Yad ele çözdürmez ak göğsün bendi Ezelden sevdiğim Muhammet Ali Seversen de böyle güzel sevmeli Dereyi aşağı gelir kurd izi Aç kurdun ağzında bir körpe kuzu Mevlayı seversen ağlatma bizi Meleme koyunum vazgel kuzundan. Koyun sen kuzunu kuzulamadın mı Sağında solunda gizlemedin mi Aç kurt gelir deyi gözlemedin mi Meleme koyunum vazgel kuzundan. Yüreğimin ince sızısı mısın Alnımızın kara yazısı mısın Abdal Pir Sultan’ ın kuzusu musun Meleme koyunum vazgel kuzundan Ayrılık diye bir şey yok. Bu bizim yalanımız. Sevmek var aslında, özlemek var, beklemek var. Şimdi neredesin? Ne yapıyorsun?. Güneş çoktan doğdu. Uyanmış olmalısın. Saçlarını tararken beni hatırladın, değil mi? Öyleyse ayrılmadık. Sadece özlemliyiz ve bekliyoruz.. Zamanı hatırlatan her şeyden nefret ediyorum. Önce beklemekten. Ömür boyunca ya bekliyor ya bekletiyor insan. İkisi de kötü, ikisi de hazin tarafı yaşantımızın.. Bir çocuğun önce doğmasını bekliyorlar, Sonra yürümesini, konuşmasını, büyümesini... Zaman ilerliyor, bu defa para kazanmasını, Kanunlara saygı göstermesini, İnsanları sevmesini, aldanmasını, aldatmasını bekliyorlar. . Ve sonra ölümü bekleniyor insanoğlunun. Ya o? Ya o? İnsanlardan dostluk bekliyor, sevgilisinden sadakat, Çocuklarından saygı ve bir parça huzur bekliyor, Saadet bekliyor yaşamaktan. . Zaman ilerliyor, bir gün o da ölümü bekliyor artık. Aradıklarının çoğunu bulamamış, Beklediklerinin çoğu gelmemiş bir insan olarak Göçüp gidiyor bu dünyadan. . İşte yaşamak maceramız bu. Yaşarken beklemek, beklerken yaşamak Ve yaşayıp beklerken ölmek!. Özleme bir diyeceğim yok. O kömür kırıntıları arasında parlayan bir cam parçası. O nefes alışı sevgimizin, kavuşmalarımızın anlamı. O tek güzel yönü bekleyişlerimizin.. İnsanlığımız özleyişlerimizle alımlı, Yaşantımız özlemlerle güzel. Özlemin buruk bir tadı var, hele seni özlemenin. Bir kokusu var bütün çiçeklere değişmem. Bir ışığı var, bir rengi var seni özlemenin, anlatılmaz.. Verdiğin bütün acılara dayanıyorsam; Seni özlediğim içindir. Beklemenin korkunç zehri öldürmüyorsa beni; Seni özlediğim içindir. Yaşıyorsam; içimde umut varsa, Yine seni özlediğim içindir.. Seni bunca özlemesem; bunca sevemezdim ki! bir gün ayrılırsak sevilmekten eskimiş bir renk sanırım kendimi gözbebeğime bakarım senin yüzüne özgü gece gece abone olduğumuz o parkta bulurum kendimi köşe bankta sırt üstü yatıyorumdur söylemem gerek mi bilmem, zırlıyorumdur rıhtımlar dolusu narçiçeği sen birkaç ton körkütük sen bir öyle bir böyle sanıyorumdur kendimi. bir gün ayrılırsak gülkurum, çılgın diye an beni de ki bulutlanarak, onu sevdim gibi kellesi kulağı düşüktür şimdi ayrılmışlıktan göğün beline keman teli sarıyordur her zamanki gibi de ki kulağına doldurduğu denizler seslenip gidiyordur sözcükleri muz gibi soyuyordur ortalık yerde yine Şiirzade Akgün Efendi sanıyordur kendini. bir gün ayrılırsak dövünen çok olur, sevinen daha da çok takla atanlar olur haber üstüne göbek atanlar ülseri azanlar olur bir gün ayrılırsak bak fena olur. Bağladım nefsimi zincir yulara Dünyayı duvara astım; gel de gör. Rahatı huzuru attım kenara Çileyi bağrıma bastım; gel de gör. . Yürüdüm sel oldum, durdum göl oldum Mazluma, mağdura kıvrak dil oldum Zulüm sıcağında serin yel oldum Yürekten yüreğe estim; gel de gör. . Sonu hatırladım, ilki duyunca Kula kul olmadım ömür boyunca Hakkın zehirini içtim doyunca Batılın balına kustum; gel de gör. . Ülfetim olmadı iriler ile Ağıla girmedim sürüler ile Ölümden korkmayan diriler ile Selâmı, sabahı kestim; gel de gör. . Aşk ceylanı emzirince sütünü Taşa çalıp, kırdım benlik putunu Düşmanımdır inkârcının bütünü Allah dostlarıdır dostum; gel de gör. . Bazı kötülüğü kovdum elimle Bazı kötülüğü yerdim dilimle Gücüm yetmeyince kendi hâlimle Haksıza buğzettim, küstüm; gel de gör. . Çıkar için lâf davulu çalmadım Hiçbir yerden makam, rütbe almadım Bildimse söyledim; korkak olmadım Bilmediğim yerde sustum; gel de gör.. (Suları Islatamadım) Kalabalık, kabarık şehir; çok şehir, çok beton, yok: İnsan…. Çok: Şehir; hiç: İnsan! . Sevgileri güneşte çekmiş, ruhları eprimiş ve ihanetlerini cüzdanlarıyla besleyen hiç insanlar, geldiler; milli piyango ve otobüs biletleriyle kürdanlarıyla, balgamlarıyla, ayakkabı bağlarıyla nüfus cüzdanlarıyla, “kazı kazan”larıyla, visa kartlarıyla, maskeleriyle, markalarıyla… Güneşin heybetine bakmadan ve aldırmadan rüzgârın zarafetine.... Birer küfe gibiydi omuzlarında hayat; her biri kendince yokuşlarda, her biri amansız yokoluşlarda, şarkıları yankısız, aşkları unutuşlarda... Kapanıp gündüzlerin ıssız odalarına; hepsi çürük akşamlardan ve bayat sayımlardan kalma (!) . Geldiler, göğe bakmadan, dokunamadan o uzak ovalara telaşla, günlerin bulanık sularında.... Hiç insan, sabahın köşesinde kusmuş şehrin şanına; sabahlar akşamına, adamlar aşklarına, kusmuş günlerin bulanık sularında. Sevgisiz kaldık, sevgisiz kaldık kısacık Nisan akşamlarında.... Şimdi hızla yırtılan aşiretlerden aşüfteler, kalpazanlar ve ateistler çıkaran ülkem, savur beni şu pusun, ayazın ortasına, çıkarıp sığ sulardan yakıştır okyanuslara ve kavuştur o eski masal kahramanlarına... Çünkü böyle bir raunt isyan, beş rekat hüzün Yetmiyor haziran akşamlarında.... Şimdi parklar fesleğen kokarken yoksullar soluk soluğa; fıskıyeler upuzun, taşıtlar süratle otobanlarda; telaşla, herkes günlerin bulanık sularında.... Oysa hepimizin gidebileceği bir vadi olmalıydı…. Artık ömürlerimiz bu tükürülmüş bulvarlara kanar Ve rüyalarımızda bir görünür bir kaybolur serin pınarlar; bu yüzden yaktığımız bütün kibrit çöpleri en çok da içimizde yanar ha yanar.... Kalabalık, kabarık şehir; çok şehir, çok beton, yok: İnsan.... Çok: Şehir; hiç: İnsan! . Hiç insan; doyumsuz, tedirgin, korkak... Sabırsız, tutkusuz, kaypak.... Şimdi herkes yüreğinin avlusuna bir servi kadar. Rüyalarında bir görünür bir kaybolur ormanlar. Uyanınca, irileşen boşlukları ihanetle tamamlar.... H i ç. i n s a n: Yitmiş günlerin bulanık sularında… Sadece elbiseler sürüklüyor ardında... coşkusuz, aşksız kaldık Kaldık... Bu kısacık temmuz akşamlarında… Hayat hattında acemi tayfalardık. Ne avunduk sevinç müsveddeleriyle; aşktan ikmale kaldık.... Bak her sabah bağıran yeni sabaha, artık iklimler değişmiş, kuşlar da gitmiş, tenimde eski ateş, gözlerimde fer bitmiş; heybetli dağlar arasında göğümde yıldız yitmiş.... Sen hâlâ anılarımın en beyaz yanısın. Sen, buğulu bir camın ardından izlediğim hayatın yarısısın... Sen, sağanakla gelen sabahlarda çok eski… Çok eski bir şarkının adısın.. Daha adamlar şehirlere otomobillerle, geceler anılarla birlikte gelir. Silûetin giderek uzaklaşır, düşler de kilitlenir ve efkârım bir yaralı ayrılıktan beslenir.. Kimse bilmez, yıllar yılı hep aynı beyazla gezmek nedendi? Olsun, yirmi yıl seni özleyerek yaşlanmak da güzeldi! . Çünkü sen, buğulu bir camın ardından izlediğim hayatın yarısısın... Sen sağanakla gelen sabahlarda çok eski… Çok eski bir şarkının adısın. Şarkısız ve sensiz kaldığım nice akşamlar Gözlerin geçer aklımdan özlemler içinde Gözlerin bir çigan müziği güzelliğinde Kirpiklerinde keman, bebeklerinde gitar.... İç ürperten sesin her gece odama dolar Bir buğu yükselircesine göğe kadehten Nasıl başım döner nasıl mest olurum bilsen Ağlarım, saçlarında gün doğuncaya kadar.... Mutluluk bir ateştir uzaklarda yaktığın Ki binlerce 'yay' çekilircesine derinden En hazin şarkıları dinlerim gözlerinden. Büyür gitgide hüznü içimde yanlızlığın Dinlerim o hiç susmak bilmeyen çiganları Ve bir musiki halinde geçen zamanları... Görmeden, doğduğum gecenin seherini, Ellerim değmeden anama Ve günah izi yokken dudaklarımda, Bebeklere has bir dille ağlayarak, SANA geliyorum SANA Çırılçıplak! .. . Bir garip ağaç oldum aşk ülkesinde, Köklerim sığmadı zamana; Silktim ham meyvelerimi utandım da, Kutsal duygularınla donandım yaprak yaprak. SANA geliyorum SANA Dal budak! .. . Ne bir dürüm ekmek var heybemde, Ne içecek suyum kana kana... Bir tutam umutla düştüm yollara, Bazen yürüyerek, bazen koşarak, SANA geliyorum SANA Yalın ayak! .. . Yollar uzadıkça yük ağırlaştı, Ateş düştü gönlümdeki harmana. Bıraktım ağrıyı, sızıyı bir yana; Hasretinden ıpıl ıpıl yanarak, SANA geliyorum SANA Bir avuç toprak! .. . Seyrettim uzaktan benliğimi ki, Et, kemik, kan değilmiş mânâ. Habibin hakkına, İsmin hakkına Af dilemek için ağlayarak, SANA geliyorun SANA Ya HAKK! ... (Dosta Doğru) Ne, bizden geri, deniz aşırı şarkılar, Ne tadılır ne bölünür nimetler bizsiz. İnan kardeşim inan Ne yalan bu dünya, Ne insan fani... Acılar görmüşüz, geceler görmüşüz, ölmeyi görmüşüz. Aydınlıklar görmüşüz, kahramanlar, dostlar görmüşüz. Görmüyor musun, görmüyor musun? Ellerimiz ellerimizde... gidiyoruz. Sizlerden söz açıyorum Teklifsiz, pervasız, işkilsiz. Ateşe vurulu batıl ve eski kitaplar Sizden öte... Neler varsa Mesut insanlık için bühtan edici Sizden öte... Ve bir yanda yıkılmış zulmün kalası Bir yanda salınır devasa gövden. Bir yanda sevmediklerin, Bir yanda demir pencere, bir yanda tarih Bir yanda sen. Yani bir yanda Yüzyıllar boyunca saflarında Yangınlar çıkardıklarımız. Bir yanda - hayal etmesi zor - Ferah ve cömert dünyamız Ve mürettip, hasatçı, öğrenci, öğretmen Kınadık, yüz çevirdik, düşman kesildik Şol aşkı bilmezlenenlere. Dünyalar durdukça mesuduz Bu dünya üzerinde. Yaşamak aşkına, yıldızlar aşkına Demir ve ekmek aşkına mesuduz... Hey dağlara taşlara kar eden türküm Aşikar etsen de kendini Şöyle bir sular gibi salsak, boy versek Uzun ömrümüzü, yiğit ömrümüzü, taze ömrümüzü, Sefil ömrümüzü, deli ömrümüzü, gelin ömrümüzü... Güneşte güneşlesek Dal kırsak, toplasak, ateşlesek Broy broy desek dağlarda Gül gülistan içinde görseler bizi. İster öv, ister yer, ister sev beni Güneşin taşlarda mavileştiği Nehir boylarınca söylenir Sevinç şarkılarım yoksa da Şimdi, bütün kederli ezgileri Ümide kurban ediyorum. Satırlarımla olsa da çok mu, bir de ben seni Bizden olan bütün dünya şairleri gibi Yadediyorum. Sen ne hakim, ne evliya, ne kul, köle, ne şövalyesin Sen yirminci yüzyıl insanı! Dost dediğim, yaren dediğim, kardeş dediğim Ekmeğim benim, Gülüm, bağım, bostanım benim: VATANDAŞ. sabah olmak her gece kolay mı sanırsınız bulutları dağıtıp güneş olarak doğmak denizle gök arasında çiy yorgunu şehre kurşun kubbeleri buğulu minareleri ıslak soğuk bir trenden inmiştiniz / yalnızdınız. bilmem kaçıncı defadır / yine yanılmıştınız. hiç uyumamıştınız / gözleriniz yanıyordu yolculuk sanki bitmemişti / birdenbire kendinizi vagonda unuttuğunuzu sandınız sanki katar soluk soluğa tırmanıyordu dumanlı rampaları / bir kılıç gibi çıplak tiz çığlıklarıyla aydınlığı doğrayarak. bilmem kaçıncı defadır / yine yanıldınız. jilet mavisi bir kadın elinde purosu değdiği yer açılıyor çok fena keskin kim olduğunu bilen yok / işin doğrusu yüzünü kaybetmiş aynalarda arıyordu amerikan bara tünemiş sek vodka içiyor geçmişinden rusça bir şarkı arayarak sarhoş olmamak en büyük korkusu. bilmem kaçıncı defadır / yine yanıldınız. elbet en kötüsü sokaklarda tutuklanmak hani bir kere iki yanınızda iki sivil polis beyoğlu'ndan çekilip nasıl koparılmıştınız nabız gibi vuran o kötü ve karanlık his yakanızı hala bırakmadı asla bırakmayacak. bilmem kaçıncı defadır / yine yanıldınız insanlar gider şarkıları kalır şarkılar var uzun yüzyıllar dolanır şarkılar var kısa söylendiği yerde kalır şarkılar var benim şarkılarım söyletmezler içimde kalır. Yaşar elbet her canlı, yaşanan yerler farklı Zirvelerde kartallar, çukurda pislik yaşar... Her şey demek değildir sınırlı insan aklı Nerede Nemrutluk var, orda iblislik yaşar.. 22.03.2009 Günlerden öyle bir gündü; Üstüne tarih düştüğüm. Gözümün önüne geldi birden Balkıyan güzel yüzün.. Ve yüreğim yandı söndü, Ter bastı avuçlarımı. Bir işlek kovan uğultusu Kapladı kulaklarımı.. Uzandım usulca cigarama; Yavan ömrüme katık. Ben o gün öldüm gülüm, Bir daha ölmem artık.. Dünyamın güzeli martılar Sizden nasıl da yok yere korkmuşum Kaşık Ada'nın orda! Dalın üstüme dalın Vurun beni, urun Denizanası kokan gagalarınızla! Ah sizden ben nasıl da yok yere korkmuşum! Bilmiyordum ki çünkü Ben hem balığım hem kuşum Ben ama hala anlayamıyorum ki Bunca zaman niye sizden ayrı oturmuşum Yeşil ipek gömleğinin yakası Büyük zamana düşer.. Herşeyin fazlası zararlıdır ya, Fazla şiirden öldü Edip Cansever. Yıllar yirmi olsa da, otuz olsa da Yollar kar, çamur olsa da, buz olsa da Bedenim yorgun, aç ve susuz olsa da Bir gün yalın ayak, terli gömlekle - Gelirim, beni bekle. Belki yakında olur, belki de uzak Sırtımda hatıralar, saçlarımda ak Gün, tarih bilemiyorum amma, muhakkak Bitmeyen bir azim, sabır ve emekle - Gelirim, beni bekle. Unutmam mümkün değil, unutur sanma 'Gelmez' diyen olursa sakın inanma Umutlarını kaybetme ha zamanla Geç kaldı diyerek gam çekme - Gelirim, beni bekle. Sıcak bir yaz akşamında olabilir Sarı bir güz akşamında olabilir Kışın beyaz akşamında olabilir Ellerimde bir top mavi çiçekle - Gelirim, beni bekle. Cümle köprüleri sel alsa da tek, tek Söz vermişim bir kere engel ne demek Başı karlı, kara dağlardan geçerek Azığım bir tas su, bir dürüm ekmekle - Gelirim, beni bekle. Vermese de kaybolan gençliğimizi Ayıran bir gün kavuşturacak bizi Ve içimde sevgilerin en temizi Seninle dolu, arı-duru bir yürekle - Gelirim, beni bekle.. (Dosta Doğru) İçindeki çocuğu alıp kaç İdris, bırak paslı hançerlerle parçalamayı uykularını. İhanet torpil yapmaz, hasret ardına bakmaz; kır kanlı bıçakları, içindeki çocuğu alıp gel İdris! . Bir mavi için ağlama İdris, itme şu duvarları, gülümse, sütünü ver içindeki çocuğun. Bilirim, mağlûbiyet esrik gülüşler ardında paramparça bir perde; yeter idris, vakur ol, onur var serde! . Anladım, vazgeçemezsin ondan, asla; kardeşim, fazla alkol mevcut şimdi damarlarındaki asil kanda. Aldırma demiyorum sana; aldırarak aldırma. İçindeki çocuğu şu kirli hayata uyandırm. İçindeki çocuğu alıp gel İdris, coşkunu parlat ya da birkaç tek at, küfürlerine tutunarak geç kaldırımlardan; sonra bir kerhaneye git ve oturup ağla. Kerhaneleri bütün dünyanın, aşk kangrenlerinin yıkık çarşılarıdır.... Aldırma demiyorum sana; aldırarak aldırma; içindeki çocuğu İdris, çocuğu uyandırma! . Ve yıllar geçer, İdris’lerin kalplerindeki çocuklar daha ölüdür; düşleri hâlâ terasta, İdris’ler ise zemin katta kiracı oturur... Kayboluşumun beşiğini sallıyorum bu akşam Büyüyor yavaş yavaş Sırtında parmak izleriyle zamanın Bir tekir kedi ile beraber Seyrediyorum hayatı: O meleklerin cebinden düşen anahtardı, Son zikrin halkası Allah’ın son hatırası O bizim kaçırdığımız fırsattı Uğurböcekleriyle parmak uçlarında Küçümserdi hep ona olan aşkımı Gözünün yaşına bakmadan şimdi ben Kovuyorum ihtiyarı. Ardımda kırık bir ayna Üvey anneleri hayatımın. Batsın diye güneşe tempo tutan o kız çocuğu... Evden kaçışımın pembe spor ayakkabıları vardı. Hüzün neydi sanki o zaman Artık kullanılmayan dikiş makinesi annemden kalma. Ölüm neydi sanki o zaman Bir önseziden başka. Evden kaçabilirsin artık çocuk, ama kaderden asla! Babam Çıkarılmış bir adam bütün fotoğraflardan Kader neydi sanki o zaman, Masada açık unutulmuş Turuncu kulaklı bir makastan başka. Bir ağaca bakıyorum şimdi Başladığı yerde bitiyor dünya Alışıyor dil şimdi Azı dişin bıraktığı boşluğa. Bastırıldı nihayet hayatın kadife kalesinde çıkan isyan.. Söküyorum şimdi sözleri birer birer Kalpten kalbe giden yolu kapayan Kalbim, anlatılmaktan usanmış, Yıldızı sönmüş bir komedyendir artık, Dilencinin önünde kahkahalar atıyor, Kirli bir mendille çıkınlanmış şimdi dünya. Hayretle bakıyorum kedinin gözlerindeki çapağa, Geri vermiş hayata çaldığı şiirleri, Ne zaman aşkı tersinden okusam Anlıyorum kediler bile meğer alışmış bu yokluğa Sallayıp duruyorum bu akşam kayboluşumun beşiğini, Gönüllü hemşire birinci sigarasına.. Sarhoşum kadehlerde biriken tozla Çekil diyorum kağıda, çekil, İçer ve zehirlenir Ne zaman gözlerimden mürekkep damlasa. Kalbime dokunuyorum bir kelebeğe dokunur gibi Yetmez mi acaba bu dökülen pullar aşka? Yoksa şu sızıyı Sobası tüten evin şiirinde mi saklasam? Şu sardunyanın kırmızı çiçek açışına Yetmez mi acaba ah kör olmuş bir Türk filminde ağlasam? Ne zaman sorsam, Anlıyorum kediler bile meğer alışmış zamana.. Dünyayı bir salyangozun izlerinde dolaşsam, Elimde parlak bir harita Hiçbir atlasta henüz yer almamış. Ardımsıra yollara hayalimin kırıklarını bıraksam Yeter mi bu izler beni kendime getirmeye acaba? Ben mızrabı kırık bağlama, ben bir erken akşam, bir telaşlı kasaba; savurdum yüreğimi erken göçen kuşlara…. Ben geride kimsesi kendi kalmış. Bir yalnız bulut terk edilmiş ufukta. Islıkla türküler söyledim zifiri sokaklara…. Ben okyanuslarda yalnız bir taka. Hep özlettim kendimi kıyılara, hep özettim ünlemlere, hep özet sorulara…. Yaslanıp bir gülün kokusuna, dağıttım ömrümü incinmiş notalara, dağıttım gençliğimi terli ayrılıklara…. Ben mızrabı kırık bağlama, ben bir erken akşam, bir telaşlı kasaba; savurdum yüreğimi erken göçen kuşlara.. Daha bakıp durmaktayım göklerde kanatlara... Kaldırdığın her taşın altında ABD var Her pisliğin içinden kesin Siyonizm çıkar Ayırmak mümkün değil bu ikili ortağı Mayalar aynı maya, damarlar aynı damar.. 18.10.2007/Vakit hangi bulutlara niçin sarındın gözlerindeki mavi kimin gökyüzü süheyla değildi başkaydı adın gülüşlerin donuk neş'e öksüzü o erken sonbahar görüntüsü. inceden inceye boyanmaz mıydın kirpiklerinin lacivert örtüsü süheyla değildi başkaydı adın ellerin buz gibi ağzının büzgüsü kaç yalnızlığın gizli üzüntüsü. ne yapsan ne etsen anlaşılmadın belki sebep kendini aşmak dürtüsü süheyla değildi başkaydı adın nabızlarında pişmanlığın gürültüsü gülümsemen soğumuş çiçek ölüsü